yüksek lisans tezi - Gazi Üniversitesi Açık Arşiv

advertisement
MURAT ARIK
ARKEOLOJİ ANABİLİM DALI
ARKEOLOJİ BİLİM DALI
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
YÜKSEK
LİSANS
TEZİ
TÜRK MÜZECİLİĞİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ
MURAT ARIK
AĞUSTOS 2015
ARKEOLOJİ ANABİLİM DALI
ARKEOLOJİ BİLİM DALI
AĞUSTOS 2015
TÜRK MÜZECĠLĠĞĠNĠN TARĠHSEL GELĠġĠMĠ
MURAT ARIK
YÜKSEK LĠSANS TEZĠ
ARKEOLOJĠ ANABĠLĠM DALI
ARKEOLOJĠ BĠLĠM DALI
GAZĠ ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
AĞUSTOS 2015
iv
TÜRK MÜZECĠLĠĞĠNĠN TARĠHSEL GELĠġĠMĠ
(Yüksek Lisans)
Murat ARIK
GAZĠ ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
Ağustos 2015
ÖZET
Dünya‘da ve Osmanlı Ġmparatorluğu dönemi de dâhil olmak üzere Ülkemizde
Müzecilik kronolojisi ile ilgili süreci yazarları tarafından hazırlanmıĢ birinci elden
elde ettiğimiz kaynaklarından aktardığımız bu tezin amacına uygun olarak
Türkiye‘de bulunan tüm arkeoloji, sanat tarihi, güzel sanatlar akademileri, turizm
ve seyahat iĢletmeciliği bölümlerinde okutulan Müzecilik derslerine kaynak
oluĢturmasını istediğimizi belirtmek isterim. Ayrıca bu tezin Türkiye‘de Müzeciliğin
üç evresinden birincisi olan toplama, (depolama), ikincisi olan saklama (vitrin
düzeyinde) ve üçüncüsü olan yorumlama evrelerinin ilk ikisinden çalıĢanlarının
üstün gayreti ve fedakâr hizmetleri ile geçtiğini, ancak üçüncüsü olan (yorumlama)
evresinde bir miktar geç kalınmıĢ olduğunu görmemizi sağladığını
düĢünmekteyim. Bu nedenle bu tezin amacına uygun olarak yazılmıĢ ilk yazılı
kaynak olduğunu ifade etmek isterim. Ayrıca Müzecilik tarihimizde Müzelerimizde
özverili çalıĢmaların belgesel nitelikli kısa bir anlatımı olarak gördüğüm bu yüksek
lisans tezi ile Müzelere ve Müzeciliğe dikkat çekilerek, taĢınır kültür varlıklarının
ebed ikametgâhı olması itibariyle müzelerimizin sadece toplayıcı ve saklayıcı
görevlerinin olmadığını bundan sonra elde edilen eserlerimizin rasyonel bir tarihsel
düĢünce sistemi ile yorumlanması gerektiğine de dikkat çekmek istedik. Yukarıda
da ifade ettiğim üzere bu özellikleri bakımından Müzecilik tarihinin önemli
aĢamalarını kronolojik bir düzlemde anlatan tezimizin alanında ilk tez olduğu
görülecektir.
Bilim Kodu
Anahtar Kelimeler
: 1117
:Müzecilik, Müze, Eski Eser, Koleksiyon, Kolleksiyoner,
Sayfa Adedi
Tez DanıĢmanı
Kültür Varlıkları
: 233
:Prof.Dr.S.Yücel ġENYURT
v
HĠSTRORĠCAL PROGRESS OF TURKĠSH MUSEOLOGY
(M.Sc. Thesis)
Murat ARIK
GAZĠ UNIVERSITY
GRADUATE SCHOOL OF EDUCATIONAL SCIENCES
August 2015
ABSTRACT
I want to tell one more time that this thesis could be source for the mouseum
studies lessons in the archeology and art history departmants of faculties, fine arts
academies and tourism and travel management departmants. In this thesis we
mentioned the process of museology in the world and in our country including
Ottoman Empire period, according to the first hand sources. Moreover I think this
thesis provided us to see that museology in Turkey passed first two of its three
process of collection, storage and interpretation because of its own effort and
much effort and altruistic services of its workers but in the last process it was a bit
late. So this thesis is the first source written appropiate to its aim. Moreover with
this master thesis –that I see a brief narration of altruistic Works of our museology
history- we want to pay attention to fact that our museums not only have duties of
collection and storage but also our haritage must be interpreted with a true
historical method. So as I said before our thesis which tells important processes of
Museology history is the first in its field.
Science Code
: 1117
Key Words
:Museology, Museum, Antiquarianism, Collection, Collector,
Cultural Heritage
: 233
:Prof.Dr. S.Yücel ġENYURT
Page Number
Supervisor
vi
TEġEKKÜR
―Türk Müzeciliğinin Tarihsel GeliĢimi‖ adlı yüksek lisans tezimin hazırlanıĢı
sırasında yardımlarından dolayı EĢim Dr. Rukiye ARIK, Anne-Babam ve Ağbim‘e,
ayrıca T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı çalıĢanlarına, özellikle DÖSĠMM personeli
ve mesai arkadaĢlarıma, ilgisini ve desteğini esirgemeyen danıĢmanım Sayın
Prof.Dr. S.Yücel ġENYURT‘a teĢekkür ederim.
vii
ĠÇĠNDEKĠLER
Sayfa
ÖZET ...................................................................................................................... iv
ABSTRACT .............................................................................................................v
TEġEKKÜR ............................................................................................................ vi
ĠÇĠNDEKĠLER ........................................................................................................ vii
KISALTMALAR ....................................................................................................... ix
1.GĠRĠġ ................................................................................................................ 1
2.MÜZECĠLĠĞĠN ORTAYA ÇIKIġI, OSMANLI
ĠMPARATORLUĞU‘NDA TARĠH VE ARKEOLOJĠ .................................... 3
2.1.Müze Tanımları .......................................................................................... 14
2.2.Osmanlı Arkeolojisi..................................................................................... 22
2.3.Anadolu‘da Tarih ve Arkeoloji ..................................................................... 36
3.TÜRK MÜZECĠLĠĞĠNDE ―OSMANLI ĠMPARATORLUĞU
DEVRĠ‖ ........................................................................................................... 41
3.1.Tanzimat‘ın Ġlanından Önceki Dönem ........................................................ 42
3.2.Anadolu‘da Yürütülen ÇalıĢmalar ............................................................... 44
3.3.Anadolu DıĢında Yürütülen ÇalıĢmalar ...................................................... 47
3.4.KuruluĢ ve Fethi Ahmet PaĢa Dönemi (1839-1869) ................................... 57
3.4.1.Anadolu‘da Yürütülen ÇalıĢmalar ........................................................ 63
3. .................................................................................................................. 65
4.2.Anadolu DıĢında Yürütülen ÇalıĢmalar .................................................. 65
3.5.Müze-I Hümayun‘un Kurulmasi (1869-1872) .............................................. 70
3.6.Dethiher Dönemi (1872–1881) ................................................................... 72
3.6.1.Kazılar ................................................................................................. 73
3.6.2.ÇalıĢmalar ........................................................................................... 73
4.OSMAN HAMDĠ BEY DÖNEMĠ VE SONRASI ...................................... 75
viii
Sayfa
5.TÜRK MÜZECĠLĠĞĠNDE ―CUMHURĠYET DEVRĠ‖ ............................... 85
5.1.Yeniden Yapılanma ve Yasal Düzenlemeler .............................................. 87
5.2.Atatürk, Tarih ve Arkeoloji .......................................................................... 92
5.3.Atatürk, Müze ve Müzecilik ......................................................................... 96
5.4.Cumhuriyetin Ilanindan Günümüze ―Türk Müzeciliği‖ ............................... 110
6.MÜZELER .................................................................................................... 183
6.1.T.C.CumhurbaĢkanlığı‘na Bağlı Müzeler: ................................................. 183
6.2.Türkiye Büyük Millet Meclis‘ine (T.B.M.M.) Bağlı Müzeler: ....................... 186
6.3. T.C. BaĢbakanlığı‘na Bağlı Müzeler ........................................................ 188
6.4.T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı‘na Bağlı Müzeler .................................... 190
6.5.Üniversite Müzeleri ................................................................................... 192
6.6. Kamu Kurumlarına Bağlı Diğer Müzeler .................................................. 195
6.7.Özel ve Kültür-Sanat Vakıflarına Bağlı Müzeler ....................................... 216
7.TÜRK MÜZECĠLĠĞĠ‘NĠN KURULUġUNDAN BUGÜNE
MÜZECĠLER VE MEVZUATLAR ........................................................... 219
7.1. Müzeciler ................................................................................................. 219
7.2.Mevzuatlar ................................................................................................ 220
8.SONUÇ ......................................................................................................... 223
KAYNAKÇA ........................................................................................................ 225
EKLER................................................................................................................ 229
EK-1. Haritalar ................................................................................................ 230
EK-2. Resimler ............................................................................................... 231
ÖZGEÇMĠġ ........................................................................................................ 233
ix
KISALTMALAR
Bu çalıĢmada kullanılmıĢ bazı kısaltmalar, açıklamaları ile birlikte aĢağıda
verilmiĢtir.
Kısaltmalar
Açıklama
A.A.
Archıvum Anatolicum
AKDTY
Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
C
Cilt
CAH
Cambridge Ancient History
GAJ
Central Asiatie Journal
Cm
Santimetre
Çev.
Çeviren
DTCF
Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi
Ed.
Edebiyat
Fak.
Fakülte
G.Ü.S.B.E.
Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
G.Ü. FEF. SB
Gazi Üni. Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi
HÜ. SBE
Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Ġ.Ü.E.F.D.
Ġstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi
Km
Kilometre
M.
Miladi
H.
Hicri
Nu.
Numara
Prof.Dr.
Profesör Doktor
S.
Sayı
s.
Sayfa
SKD
Silahlı Kuvvetler Dergisi
x
Kısaltmalar
Açıklama
T.C.
Türkiye Cumhuriyeti
TDK
Türk Dil Kurumu
TTK
Türk Tarih Kurumu
TED
Tarih Enstitüsü Dergisi
TSTAĠ
Türk Sanatı Tarihi AraĢtırma ve Ġncelemeleri
Ü
Üniversite
Vb.
Ve baĢkası ve baĢkaları ve benzeri ve benzerleri
Vs.
Vesaire
Yay.
Yayını, yayınları
Yy.
Yüzyıl
1
1.GĠRĠġ
Tarih boyunca toplumların geleceğe aktardıkları belgesel ürünler; çağının
ekonomik ve sosyal yapısını, topluma egemen olan sınıfların kültür, inanç ve
politikasını yansıtmıĢ, sosyal ve kültürel değerlerinin tarihi süreç içinde
devamlılığını sağlamıĢtır. Özellikle toprak üstünde ve/ya altında kalmıĢ anıtsal
yapılar ile taĢınır kültür varlıkları, çağdaĢ toplumların geçmiĢe dair meraklarını her
zaman canlı tutan unsurlar olmuĢtur1.
Ġnsanoğlunun yerleĢik hayata geçmesi günümüzden yaklaĢık on bin yıl
kadar öncesine dayanmaktadır. Göçebe toplulukların, verimli ovaları keĢfetmeleri
ile yerleĢik düzende yaĢam; tarım-hayvancılık ve toplayıcılık gibi üç ana unsur
etrafında geliĢim göstermiĢtir. Bu bakımdan insanoğlu dünyanın hangi bölgesinde
olursa olsun aĢağı-yukarı aynı evrelerden geçerek (zamansal farklılıkları olsada!)
kendi coğrafyasında yerleĢik düzenin en lüks ortamını oluĢturmakta geç
kalmamıĢtır. Tespit edilmiĢ haliyle Anadolu ve çevreside ―Balkanlar, Kafkaslar,
Orta Asya, Orta Doğu ve Mezopotamya‖ On bin yıldır Ġnsanoğlunun yoğunluklu
yerleĢim alanlarıdır. Bu süreçte insanoğlu günlük yaĢantısı için ihtiyaç duyduğu
tüm çanak-çömlek, alet ve diğer gereksinimlerini üretmekte ve bunları kullanarak
hayatını idame ettirmekte en az günümüzdeki kadar baĢarılı olmuĢtur2.
BelirtmiĢ olduğumuz kültür coğrafyalarının bağlantı noktalarından biri olan
―Anadolu‖, bölgesel önemini binlerce yıl önce yerkürenin oluĢumuyla ortaya çıkan
bir jeolojik yapıyla almıĢtır. Bu açıdan bakıldığında ve değerlendirildiğinde
günümüzde dahi bu jeolojik bağlılığın, insanoğlunun yaĢamında ne kadar etkili
olduğu gözlemlenmektedir. Anadolu‘nun aidiyeti açısından mensubu olduğu bu
karasal alana ―BeĢ Deniz Ülkesi‖ denilmektedir. Karadeniz, Akdeniz, Kızıldeniz ve
Basra Körfezi ile Hazar Denizi arasında kalan bu büyük kara parçasının insanlık
tarihine olan tüm katkısını anlamlandırmadan, bu zorlu alanın değerlerini tam
manasıyla
sahiplenerek,
koruyabilmenin
yanı
sıra
yönetmekte
mümkün
bulunmamaktadır3.
Birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıĢ, binlerce yıllık insanlık tarihinin her
dönemini dolu dolu yaĢamıĢ Anadolu‘da, arkeolojik kazılarla ortaya çıkan kültür
1
Arık, 2008: 01
Arık, 2007: 98
3
Arık, 2009: 01
2
2
varlıkları her çağda insanların ilgisini çekmiĢ ve ―Anadolu‖ daima bir ilgi odağı
olmuĢtur4.
Bu nedenle Dünya‘da ve Anadolu‘da eski eser toplayıcılığının tarihsel
süreçte hangi yıllarda baĢladığı tam olarak bilinmemekle beraber antik çağlardan
itibaren mezar ve anıtsal yapıların soyulduğu ve burada bulunan taĢınır kültür
varlıklarının el değiĢtirdiği, yazılı metinlerden öğrendiğimiz bir gerçektir.
TaĢınabilir kültür varlıklarına duyulan bu yüksek merak ilk önce insanların
bu malzemeyi kendi yaĢamlarını kolaylaĢtırıcı bir malzeme olarak kullanma
ihtiyacından kaynaklandığı düĢünülmektedir. Sonraki yıllarda bu malzemelerin yeni
ve seri bir Ģekilde üretilmeye baĢlanmasından sonra önceki örneklerinin bulunması
zor birer eĢya olarak kalması ve geçmiĢe duyulan ilgi ve merakla bütünleĢmesiyle
birlikte bu eserlerin saklanmasına, zengin kiĢilerce toplanmasına ve koleksiyon
olarak
sistematik
bir
düzen
içerisinde
değerlendirilmesine
geçildiği
gözlemlenmektedir.
Bireysel koleksiyonculuğun, eski eser toplama ve saklama yöntemi olarak
dünyada tam manasıyla bir çözüm olmadığının anlaĢılmasıyla birlikte devletler,
kültür mirası kavramının olgunlaĢması ile kendi geçmiĢlerine olan sahiplenme
içgüdüsünü de birleĢtirerek ―müzecilik‖ kavramını ortaya çıkartmıĢtır.
4
Arık, 2007: 04
3
2.MÜZECĠLĠĞĠN ORTAYA ÇIKIġI, OSMANLI ĠMPARATORLUĞU’NDA
TARĠH VE ARKEOLOJĠ
Ġlk çağlardan itibaren insanoğlunun elinden çıkmıĢ ve/ya doğada yer alan
tüm malzemenin devam eden insan hayatının içinde kullanım gereksinimleri ve az
bulunur olmalarından olsa gerek bir saklama ve sahiplenme kültürünün oluĢtuğu
düĢünülmektedir. Bu düĢünceyi destekleyen çeĢitli bulguların yapılan kazı
çalıĢmalarıyla gün yüzüne çıkartılmıĢ olmasıda, toplayıcılık ve avcılık kültüründen
yerleĢik düzene geçilen yıllarda bile insanoğlunun bilinçsizde olsa bir baĢlangıca
etken olduğu Ģüphesizdir.
Müzeciliğin temelinde insanı, insanın çevresini anlatan, kültürel, sanatsal ya
da bilimsel açıdan önemli nesnelerin önce toplanması, koleksiyonlarının yapılması,
sonra da bu koleksiyonların korunması ve de sergilenmesi yatar. Müze, halka açık
olan, bilginin halkla paylaĢıldığı bir alandır. Farklı objeleri ya da bilgiyi toplama,
biriktirme ve koruma çabası elbette insanlık açısından önemli bir seviyedir 5.
Sonraki dönemde eskiçağlarda yerleĢik düzenin kentleĢme sürecini
tamamladığı yıllarda eskiçağlarda insanoğlu gerek mitolojik öykünmelerde gerekse
kendini yöneten ―seçkin sınıf?‖ antropomorfik unvan taĢıyan kiĢilere itafen -daha
çok grek kültüründe gözlemlendiği gibi -kutsal mekânlarda saklanan ilk eserlerin,
kendi tanrılarına ve tanrıçalarına itafen- sanatın koruyucusu olan Musa‘lara
adanmıĢ eĢya ve yazıtlardan ibaretti- bu eĢyaları bir düzen içerisinde saklamakta
ve onlara kutsallık atfetmekteydiler. Kutsal sayılan alanlarda, sanat yapıtları
kısmen
hazine
bölümlerinde
―thesauros‘larda‖
korunmaktaydılar.
Yazılı
belgelerden anlaĢıldığı üzere, müze fikrine hizmet eden ilk kurum güzel sanatlara
ayrılmıĢtır. M.S. II. yy‘da yaĢamıĢ yunanlı yazar pausanias‘ın naklettiğine göre;
Atina akropolündeki büyük tören kapısı propylon‘un sol kanadına bitiĢik bir binanın
bulunduğu, burada, resim koleksiyonlarının sergilendiği Pinakothek adı verilen bir
resim galerisinin yer aldığı ve buranın halka da açık olduğu kaydedilmektedir6.
Bilgiyi ve sanatı halka ulaĢtırma anlayıĢı, antik çağda kendini gösterirken,
batı dünyasında, ortaçağda ise böyle bir yaklaĢım görülmemektedir. Ortaçağda
batıda gerçek anlamda bir müzeden bahsedilemez. O dönemde kilise ve
manastırlarda zengin eĢya koleksiyonları vardır. Daha önce de belirttiğimiz gibi
5
6
Çalıkoğlu, 2009: 68
Gerçek, 1999: 01
4
eski tapınakların hazineleri, prenslerin ve derebeylerinin kalelerinde, dıĢa kapalı
dini grupların manastırlarında gözlerden uzak olarak toplanıp, keĢfedilecekleri
günü beklemiĢlerdir. Batı‘da Rönesans‘a kadar sanat, tarih ve bilim kaynakları
dıĢa kapalı bir koleksiyonculuk anlayıĢıyla toplanmaya devam etmiĢtir. Halk için
ise sanat eserleri sadece kiliseyi ziyaret ettiklerinde görebilecekleri bir olguydu.
Uzun dönem müze tanımının bir parçası olarak görülen kütüphanelere ve kitaplara
ulaĢmaları ise nerdeyse mümkün değildi7.
Devam eden tarihsel süreç içerisinde Ġskender‘den sonra Mısır‘da hüküm
süren Ptolemaios‘lardan, Ptolemaios I. Soter Philadelpos M.Ö. III. yy‘ın
ortalarında, grek devrin önemli kültür merkezlerinden biri olan Ġskenderiye‘deki
sarayında bir müze kurmuĢtur. Museion-Musa‘lar mabedi adı verilen sarayın bu
bölümünde, çağın en ünlü filozof ve bilginleri toplanmıĢ, adeta bir üniversite binası,
bir bilimler tapınağı meydana getirilmiĢ, bilimsel aletlerle birlikte, sanat eserlerinin
de korunduğu ve sergilendiği salonlar, kütüphaneler, bilimsel ve sistematik bir
anlayıĢla düzenlenmiĢtir8.
Aslında toplumların, kentleĢme ve devletleĢme süreçlerinde kendi ellerinden
çıkan veya kullanım gereksinimleri gereği doğa da yer alan tüm malvarlıklarını bir
arada tutma ihtiyaçları kendiliğinden geliĢen doğal bir süreçtir.
Romalılarda, koleksiyon yapma ve kopya alma merakı kültürlerinin bir
gereği idi. Bu nedenle, Bergama kralları da klasik çağ, bilhassa grek çağı
heykeltıraĢlık eserlerini ve tabloları toplamaya özen göstermiĢler, bunun yanında,
sanatçıların önerileri doğrultusunda bu tip eserlerin kopyalarını da yaptırarak
koleksiyonlarını zenginleĢtirmiĢlerdir. Bergama kralları ve zamanın önde gelen
makam sahipleri, daha öncede örnekleri görüldüğü gibi birer Pinakothek9‘e sahip
olmak istiyorlardı10.
Hızla değiĢen ve geliĢen toplum bilinci ilk önce kullanım gereksinimlerini ve
az
bulunurluğun
getirmiĢ
olduğu
bir
mecburiyetle
sahiplenme
olgusunu
tetikliyorken sonraları bu mecburiyet bir geçmiĢ oluĢturma olgusunun geliĢmesine
ve bu kavram üzerinde malvarlıklarını koruma ve kendi geçmiĢine sahip çıkma
olgusuna dönüĢmesine neden olmuĢtur.
7
Çalıkoğlu, 2009: 68
Gerçek, 1999: 01
9
Yunanca Resim koleksiyonu anlamındaki bir kelimeden alınmıştır. Resim Müzesi anlamına gelmektedir.
10
Gerçek, 1999: 01
8
5
Ġnsanlar, insanlık tarihi boyunca, unutmaya ve unutulmaya karĢı sürekli bir
direniĢ ve savaĢ içerisindedir. BuluĢlar, her türlü geliĢme ve ilerleme insanlar
içindir. Ġnsan devamlı bir geliĢim içerisindedir. Toplumları ve uygarlıkları meydana
getiren insandır. Ġnsan eğer sadece konuĢtuklarıyla kalsa ve konuĢulanları
hatırlasaydı, geçmiĢin bilinmesi de hatırlanması olanaksız hale gelirdi. Ġnsanlar,
her türlü belge, bilgi ve objeyi kendinden sonra gelen kuĢaklara iletebilme
yeteneğine ve özelliğine sahiptir. Ġnsanoğlu yaratılıĢından itibaren, doğası gereği
yarını ve yarınları sürekli olarak düĢünmüĢ ve önlemlerini almıĢtır11.
Zaten müzelerin ortaya çıkıĢ nedenlerinden biri de, insanoğlunun değerli ve
nadir objeleri toplamak, biriktirmek ve saklamak gayret ve tutkusudur. Yani
insanlar, kendi yaratıcı güçlerini ortaya koyan ve kanıtlayan eserleri korumaya
çalıĢmıĢlardır. Ortaya konan bu eserler, insanın hem doğaya karĢı üstünlüğünü ve
mücadelesini, hemde bilinmeyen güç(ler) karĢısındaki korkusunu ve saygısını daha önce de bahsedildiği gibi yönetici sınıfa atfedilen tanrısallık (antropomorfik)
özellik- ortaya koyuyordu. Tapınaklara ve dinsel törenlerle ilgili kutsal yerlere
hediye edilen ve adak olarak bırakılan çeĢitli objeler ve eĢyalar, daha sonra
koleksiyonların ve müzelerin kökenini oluĢturmuĢtur12.
Bu yaygın uygulamanın örneklerini eski çağlardan itibaren Anadolu, Mısır
ve bugünkü Yunanistan‘da görmek mümkündür. Roma‘da Cumhuriyet döneminde
Romalı generallerin ve askerlerin yunanistandan ve anadoludan yağma ettikleri
heykeller,
heykelcikler,
değerli
madeni
eĢyalar
ve
öteki
sanat
eserleri
koleksiyoncuların evlerini süslemeye baĢlamıĢtır. Roma cumhuriyet devrinde,
Gracchus‘lar zamanından itibaren Ġtalya‘da zengin tabakalar arasında büyük bir
lüks hüküm sürmekteydi. Her senatörün roma içindeki konağından baĢka dıĢarıda
da konakları vardı. Özellikle Campania‘dakiler itina ile döĢenmiĢlerdi. Caesar ve
Pompeius tarafından özellikle
roma
‗da yaptırılan
resmi binalarla
Ģehir
güzelleĢtirilmiĢtir; sanat eserlerinden oluĢan özel ve genel koleksiyonlar sanat
çevrelerinin beğenisine sunulmuĢtur13.
Daha sonraki devirlerde eskiçağlarda olduğu gibi kutsal alanlara yüklenen
misyonun bir benzerini ortaçağ‘da görmekteyiz.
11
Gerçek, 1999: 02
Gerçek, 1999: 03
13
Gerçek, 1999: 03
12
6
Ortaçağda, önemli kiliseler ve katedraller zengin koleksiyonlarıyla adeta
birer müze haline gelmiĢtir. Bu binalarda dini olayların tasvir edildiği ikonalar,
azizlere ait kutsal eĢyalar, eĢyalar, kabartmalar, lahit mezarlar ve benzeri dini eĢya
ile sanat eserleri korunmakta idi. Brandenburg‘lu Kardinal Albrecht Almanya‘daki
Halle Katedrali‘nde çok zengin ve kıymetli bir koleksiyon meydana getirmiĢtir. Aynı
Ģekilde Venedik‘teki San Marco Katedrali de zenginliğiyle ün yapmıĢtır14.
M.S. 14.yy‘a kadar kutsal eĢyaların diğer eĢyalara oranla daha fazla
korunduğu
ve
sahiplenildiği gözlerden
kaçmamaktadır. Bu nedenledir ki
koleksiyonculuk tarihinin ilk malzemeleri büyük çoğunlukla dini eĢyalardan
oluĢmaktaydı ve bunlar kutsal mekânlarda saklanmaktaydı.
Sanat koleksiyonları oluĢturmak, özel kabineler ve galeriler meydana
getirmek 14.yy‘da Avrupa‘daki prenslikler arasında yaygınlaĢmaya baĢlamıĢtır. Bu
dönemde Roma‘da imparatorluk sarayında, Papanın sarayında ve Kapitolde antik
koleksiyonların oluĢturulduğu görülmektedir. Koleksiyonculuk merakı din adamları
papalar ve kardinaller arasında da yaygın bir alıĢkanlıktır. En ünlüleri Papa 2.Pius
ve 4.Sixtus‘tur. Roma‘daki Kapitol, koleksiyonunu 1471 yılında Capitolino Müzesi
haline getirmiĢtir. Önde gelen din adamlarının yanı sıra zengin aileler de
koleksiyon yapan ve bunları zaman zaman teĢhir eden sınıfa mensupturlar. Bu
aileler arasında Mantua‘lı Gonzaga, Urbino Dükü ve daha sonra da Gubbio Dükü
olan Fedirigo Montefeltro, Ferraralı Este ve Floransalı Medici hanedanlığı
bulunmaktadır15.
Devam eden süreç içerisinde özel koleksiyonlar artık istiap hadlerini
doldurmaya baĢladıktan, yani kiĢilerin, Ģahısların ya da ailelerin kiĢisel
mekânlarından taĢmaya baĢladıkları zaman, onları baĢka bir takım mekânlara
kavuĢturma ihtiyacı doğmaya baĢlar16.
17.yy‘da gündeme gelen bu durum bir kurumsallaĢma sürecinin de
baĢlangıcını oluĢturmaktadır. Artık sanat eserlerinin korunduğu ve sergilendiği
müze ve galeriler kurulmaya baĢlamıĢtır.
Bunların en tanınmıĢı Floransa‘daki Uffizi Sarayının üst katında 1581
yılında yaptırılan Uffizi Galerisidir17.
14
Gerçek, 1999: 04
Gerçek, 1999: 04
16
Çalıkoğlu, 2009: 70
17
Gerçek, 1999: 04
15
7
Uffizi dediğimiz yer bir nevi hükmet konağı, yönetim merkezidir. Floransalı
Medici ailesi yüzyıllar boyunca Floransa da etkin olup yönetime geçtikten sonra
koleksiyonlarının bir bölümünü oraya getirmeye baĢlıyorlar ve bir galeri
düzenlemesi yapıyorlar18. Aslında Mediciler aristokrat, soylu değiller. TaĢralılar.
Apenin dağları eteğindeki Mugello Vadisinden geliyorlar. Buna rağmen zamanla
sadece Floransa‘da ve Toskana topraklarında değil, bütün Ġtalya ve Avrupa
üzerinde etkili olacak bir saltanat kuruyorlar. Bu saltanat Gombrich‘e göre sanat
sayesinde kuruluyor. Mediciler soylu olmamalarının açığını, modern müzeler ve
koleksiyonlar çığırını açan giriĢimleriyle kapatıyorlar19.
Daha sonra, zaten gerek Medici‘nin koleksiyonları, gerekse yüzyıllar
içerisinde sayısı artan koleksiyonlar, diğer bölümlerini de ele alıyor. Uffizi‘nin özel
koleksiyonları kamusal alana açma çabasının öncülüğüne rağmen, ilk müze olarak
anılmaması ilginçtir20.
Ancak kurumsallaĢma sürecine giren müzeciliğin en önemli kurumlarının
baĢlangıç noktasında yine bu hanedandan gelme iki isim görülmektedir.
Bütün Avrupa saraylarında sonradan görme olarak horlanmalarına rağmen,
Ġspanya, Almanya, Avusturya saraylarına nüfuz ediyorlar ve aile kendi içinden iki
Fransız kraliçesi çıkarıyor. Bu Fransız kraliçelerinden ilki Louvre‘un müzeye
dönüĢtürülmesinde, ikincisi de dünyada ki ilk çağdaĢ sanat müzesi olan Musée de
Luxemburg‘un kuruluĢunda rol oynamaktadır21.
Fransız Kralı 4.Henrie (1553–1610) de Paris‘teki Louvre Sarayında antik
eserlerden oluĢan bir salon düzenlettirmiĢtir22.
Mediciler etkili mevkilere geldikleri Avrupa saraylarında, koleksiyon
hevesinin ve modernliği hazırlayan Rönesans kültürünün yayılmasını sağlıyorlar.
Medici hanedanlığı iki kraliçe yanında iki de papa çıkartıyor. Dolayısıyla kilise
dünyasını ve Vatikan‘ı denetimleri altına alıyorlar. Floransa da Medici egemenliğini
baĢlatan büyük Cosimo‘nun 1440‘larda inĢa ettiği sarayı Palazzo Medici, ilk
modern Avrupa müzesi sayılır. 15.yy. Ġtalyan ve Flemenk sanatının en büyük
koleksiyonu Palazzo Medici‘de kurulur. Tarihçiler Palazzo Medici‘yi ―Rönesans
uygarlığının evi‖ olarak anarlar. 16.yy‘da Medici koleksiyonlarını daha önce de
18
Çalıkoğlu, 2009: 70
Çalıkoğlu, 2009: 20
20
Çalıkoğlu, 2009: 70
21
Çalıkoğlu, 2009: 20
22
Gerçek,1999: 05
19
8
ifade ettiğimiz gibi Uffizi‘ye taĢınır. Müzeler, galeri tarzı teĢhir düzenine Uffizi‘de
kavuĢur. Ġlkin bir yönetim yapısı olarak tasarlanan ve bu nedenle ―ofisler‖ anlamına
gelen Uffizi‘nin mimarı Vasari‘dir. Vasari, Medicilerin yükseliĢinde kilit bir figürdür.
Ġlk sanat tarihi kitabı sayılan ―Cimabue‘den zamanımıza en mükemmel Ġtalyan
mimarlarının, ressamlarının ve heykeltıraĢlarının yaĢamı‖ adındaki eserin yazarı
olması dolayısıyla sanat tarihinin babası olarak kabul edilir. Ve Medici
himayesindeki sanatçıları, Michelangelo‘yu, Rafael‘i, Leonardo‘yu bu tarihin
zirvesine yerleĢtiren odur. Kitabı sayesinde kurduğu batı estetik kanonu hala
önemli ölçüde ayaktadır. Medici koleksiyonlarının küratörü veya yeni tabirle ―sanat
yönetmen‖idir. Sanat eğitiminde lonca düzeninden akademiye geçiĢin baĢını
çeken de Vasari‘dir23.
Bu yönüyle Vasari kurumsallaĢma sürecinde müzeciliğe büyük katkılarda
bulunmuĢtur.
17 ve 18.yy‘larda eski sanat eserlerini toplama merakı ve koleksiyonculuk
çok geliĢtirmiĢ ve önemli bir uğraĢ dalı haline gelmiĢtir. Büyük saraylarda bulunan
koleksiyonların konularına göre sistematik olarak gruplandırılması daha bilinçli
olarak devam etmiĢtir. Bavyera Dukası V.Albert‘in hizmetinde çalıĢan Samuel Van
Quicheberg 1665 yılında müzelerin ve koleksiyonların tasnifi ve öteki konularla
ilgili olarak ―inscriptiones‖ adlı eserini yayınlanmıĢtır. Bunu, müzecilik alanında ilk
el kitabı olan ve 1727 yılında C.F.Neicklius‘un yayınladığı ―museographia‖ isimli
kitap takip etmiĢtir24.
Rönesans
dönemi düĢünürleri
roma
dönemi
eserlerini,
antik
yapı
kalıntılarını, elyazmalarını ortaya çıkartmaya baĢlamıĢ, böylelikle antikçağ
bilginlerinin eserlerine yeniden ulaĢmıĢlardır. Ayrıca antik eserlere ve küçük antik
objelere olan ilginin arttığı Rönesans döneminde, zamanın üst sınıflarında antik
malzemeleri toplama merakını uyandırmıĢtır. BaĢlangıçta küçük antik objelere
duyulan merak daha sonra yerini sanatsal objelere ve mimari malzemeye
bırakmıĢtır. Böylece zamanın üst sınıfları arasında bir hobi gibi baĢlayan
koleksiyonculuk gelecekte müzeciliğin nüvesini ve nirengi noktasını oluĢturmuĢtur.
14.yüzyılda batı Avrupa‘da baĢlayan koleksiyonculuk mantığı, 18.yüzyılda
bugünkü anlamada bilim ve kültür tarihi olarak müzecilik anlayıĢına dönüĢmüĢtür.
23
24
Çalıkoğlu, 2009: 20
Gerçek, 1999: 05
9
Ancak, bunun daha öncesinde Çin ve antik Roma‘da özel koleksiyonların olduğu
gözden kaçmamalıdır.
Resmi
anlamda,
―ilk
müze‖
olarak
adlandırdığımız
kurumsallaĢma
Ġngiltere‘de bulunuyor. Neden ilk müze diye adlandırıyoruz? Çünkü halka açık ilk
müze
mekânıdır.―Ashmolean
Museum‖, Ġngiltere‘de
Oxford
Üniversitesi‘nin
içindedir. 1660‘larda Elias Ashmole isimli bir koleksiyonerin, koleksiyonunu
okumuĢ olduğu Oxford‘a vermesi ve kullanıma açılmasını istemesiyle bu yapı
oluĢmuĢtur. Kullanıma açılmasını istemesinin nedeni de koleksiyonunun, çok
miktarda bilimsel olarak incelenebilecek parçası olmasıdır. Özellikle jeolojiyle,
nümizmatikle ve doğa koleksiyonlarıyla, hayvanlar ve bitkilerle ilgili parçalarından
dolayı Oxford Üniversitesi (1679-1683) Ashmolean Museum‘u açıyor ve daha
sonra koleksiyonunu geliĢtiriyor. Baba-oğul John Tradescant‘lar müzenin baĢına
geçiyor. Bu müze günümüzde hala gezilebilir durumdadır25.
KiĢisel koleksiyon tutkusunun ilk önce kutsal eĢyalar, lahitler, kabartmalar,
heykeller, sanat eserleri ile baĢlayan ve Ġmparatorların kralların, hükümdar ve
kralların yanı sıra soylu kiĢilerin saray malikâne köĢklerinde topladıkları ve koruma
altına aldıkları bu eĢyalar kiĢilerin servet ve saygınlıklarının dıĢarıda aksettirilmesi
anlamına da geliyordu. Devam eden tarihsel süreç içerisinde sanat ve kültürün
geliĢmesiyle insanoğlunun geçmiĢe olan merak ve sahiplenme kaygısıyla
koleksiyonu yapılan eĢyalardaki çeĢitlilik gittikçe artarak, kiĢisel sahiplenme ve
koruma düzeyinin yetersiz kalmasıyla birlikte müzeciliğin kurumsallaĢması resmi
anlamda kiĢilerin koleksiyonlarını çeĢitli kurumlara devretmesi ve koleksiyonların
gezilebilir–görülebilir anlamda halka açık hale getirilmesiyle olmuĢtur.
Ancak burada gözlerden kaçmaması gereken en önemli ayrıntı ise resmi
müzecilik tarihinin baĢlangıcında, daha önce bahsedilen ve baĢta çoğu dini
gerekçe ve hâkimiyet göstergesi olarak algılanan malzemelerden (heykel, lahit,
kutsal eĢya, ikonalar, kabartmalar) oluĢan koleksiyonlardan değil, kütüphane, doğa
tarihine iliĢkin malzeme, bilimsel olarak incelenebilecek malzeme, jeolojiyle,
nümizmatikle, hayvan ve bitkilerle ilgili parçalardan oluĢan koleksiyonlarla resmi
anlamda müzeciliğin kurumsallaĢmasında önceliklidir.
Ġngiltere‘de kurulan British Musem‘un kurulması da bu tespitimizin
doğruluğunu kanıtlar niteliktedir.
25
Çalıkoğlu, 2009: 71
10
Ġngiltere parlamentosu kraliyet doktoru (Ġngiliz hekimi ve tabiat bilimci) Sir
Hans Sloane‘un oldukça geniĢ kütüphanesi ve doğa tarihine iliĢkin koleksiyonunu
satın alıyor ve bunun için bir müze yapmaya baĢlıyor 26. Önce bitkilerle ilgili olan
koleksiyonuna kitaplar, resimler, madalyalar, paralar ve çeĢitli aletleri de ekleyince
objelerin sayısı yetmiĢ bine ulaĢır. 1753 yılında ölen Sir Sloane‘den kalan bu çok
çeĢitli koleksiyon sayesinde günümüzdeki en büyük ve en kapsamlı müzelerden
birinin temeli atılmıĢ olur. Londra‘daki British Museum 1759 yılında ziyarete
açılmıĢtır. Müzenin Londra Bloomsbury‘deki 7.11 hektarlık ana binası 1823 yılında
inĢa edilmiĢtir27.
Avrupa da müzelerin yaygınlaĢma serüveni hızla devam ederken eski eser
ticareti ve kaçakçılığı da talebin ve piyasanın oluĢmasıyla hız kazanmıĢ baĢka bir
unsurdur. Bu konuya ilerleyen bölümlerde ele alacağız.
Avrupa da orta Ġtalya‘da 1739 yılında Medici‘nin koleksiyonu Toskana
Devlet
mülkiyetine
geçmiĢtir.
1769
yılında
Papa
XIV.Klemans,
Vatikan
koleksiyonlarını Kilise Devlet‘in malı olduğu açıklandı ve Vatikan Müzeleri adı
altında halkın ziyaretine açtı. Papa VI. Pius (1775–1799)‘un yönetimi sırasında
Vatikan Müzeleri geniĢletildi. Napoli‘deki Farnaze koleksiyonu Herculaneum ve
Pompei buluntuları sayesinde kat kat zenginleĢmiĢtir.
Almanya‘nın Kassel
Kentinde 1769–1776 yıllarında Ġlk Müze yapılarından biri olan Museum
Friedericianum inĢa edildi. Amerika BirleĢik Devletleri‘nde ise ―ilk halk müzesi‖,
bağımsızlığın ilanından üç yıl önce 1773 yılında güney Carolina‘daki Charleston‘da
Charleston Müzesi ismiyle açıldı. Halkın ziyaretine açılan ―ilk saray‖ Ġngiltere‘nin
Salisbury Kentinde, Pembroke Düküne ait Wilton House adlı saraydır. Bunu örnek
alan Leicester Dükü bir yıl sonra Norfolk‘daki Halkham Hall adlı sarayını ziyarete
açmıĢtır. 1789 yılındaki Fransız ihtilalinden sonra, halkın malı kabul edilen zengin
kraliyet koleksiyonları ve özel koleksiyonlar yer yer dağılarak ülke dıĢına, özellikle
Ġngiltere‘ye kaçırılmaya baĢladı. Bu kaçakçılığın önlenmesi için eski Louvre
Sarayı‘nın büyük galerisinde 10 Ağustos1793 tarihinde bir müze kuruldu.
Napolyon tarafından Avrupa‘nın birçok ülkesinden elde edilen paha biçilmez
hazineler ve savaĢ ganimetleri Louvre‘da teĢhir edilmeye baĢladı ve adı da
Napolyon Müzesi oldu. Yine Paris‘te 1794 yılında ilk ―Bilim Müzesi‖ açılmıĢtır28.
26
Çalıkoğlu, 2009: 71
Gerçek, 1999: 06
28
Gerçek, 1999: 06
27
11
Hızla devam eden müzecilik çalıĢmalarına iliĢkin farklı malzeme ve
materyallerin yanı sıra dünyada hâkimiyeti olan devletlerin ilgi alanları süregelen
bu kurumsallaĢma içerisinde sadece eski eserlerle sınırlı kalmamıĢtır. Bu dünya
devletleri kendi coğrafyalarının dıĢında kalan diğer ikinci ve üçüncü dünya
devletlerine ait etnoğrafik eserlerinde bir sahiplenme olgusuyla toplanmasına
baĢlanmıĢtır.
1785 yılında Philadelphia‘da American Museum, 1790 yılında New York‘ta
Tammany Sociaty Museum kurulmuĢtur. Yine Avrupa baĢkentlerinde; 1802 yılında
BudapeĢte‘de, 1809 yılında Madrit‘te, 1818 yılında Prag‘da, 1830 yılında Berlinde,
1836 yılında Münih‘te müzeler kurulmuĢtur. Madrid‘deki Prado Müzesi 1819
yılında ziyarete açılmıĢtır. Berlin‘deki Altes Museum 1877‘ten sonra, Bergama
Sunağı‘na sahip olmasıyla birlikte uluslararası üne kavuĢmuĢtur29.
Koleksiyonculuk ve müzeciliğin ilk adımlarıyla birlikte, bu konularda artan
ilgi ve merakla paralel olarak tarih, arkeoloji, sanat tarihi ve kültürel alanlardaki
araĢtırma ve incelemelerde baĢlamıĢ oldu. 14.yüzyılda Ġtalya‘da baĢlayan, 15 ve
16.yüzyıllarda bütün Avrupa‘ya yayılan Rönesans devrinde, Avrupa‘da Grek ve
Roma sanatının bilimsel olarak ele alınmasına yol açtı. Ġtalya‘da çeĢitli yerlerde
bulunan ve bazen de rastlantı sonucu ele geçen antik çağa ait sanat eserleri
estetik açıdan değerlendirilmeye ve büyük alaka toplamaya baĢladı. Bu görüĢ ve
anlayıĢla birlikte konuyla ilgili araĢtırmalar ve kazılar da baĢladı. Önceleri Ġtalya‘da
Herculaneum ve Pompei‘de sonraları tüm Ġtalya‘da ve daha sonra Yunanistan‘da,
(Osmanlı Ġmparatorluğu) Anadolu‘da, Rusya‘nın güneyinde, Afrika‘nın kuzeyinde
ve Ġspanya‘da kazılar yapılmaya baĢladı. ÇeĢitli ve değerli sanat eserleri gün
ıĢığına çıkarıldı. AraĢtırma ve kazılarda ortaya konulan birikimler sanat tarihi ve
arkeolojinin doğmasına yol açtı. Daha 18. yüzyılın ortalarında arkeoloji ve sanat
tarihi konularında önemli mesafeler kaydedilmiĢtir. Söz konusu yüzyılın ortalarında
Avrupa‘da ilk ciddi ve kapsamlı araĢtırmalar yapan değerli bilim adamları
yetiĢmiĢtir30.
Dünya‘da arkeoloji ve sanat tarihi açısından yapılan çalıĢmalarda öne
çıkan ve müzeciliğin kurumsallaĢmasına yaptıkları olumlu katkılarda üç bilim
Ġnsanı‘nın adı öne çıkmaktadır.
29
30
Gerçek, 1999: 07
Gerçek, 1999: 07
12
Bunlardan ilki Fransız Arkeolog, Koleksiyoncu, Gravürcü ve Yazar Caylus
(1692–1765) 1714 tarihinde Ġtalya‘da daha sonra 1716–1717 yıllarında Ġstanbul‘da
ve Anadolu topraklarından, Yunanistan‘a Hollanda ve Ġngiltere‘ye giderek
araĢtırmalar yapmıĢ ve ―Recueil d‘Antiquites egyptiennes, grecques, e!trusques,
romaines et gauloises‖
yani (Eski Mısır, Yunan, Etrüsk, Roma ve Galya Eski
Eserleri Derlemesi) adlı yedi büyük ciltlik önemli bir eser yayınlamıĢtır (1752–
1757). Bir de ―Voyage de Constantinople‖ (Ġstanbul Seyahatnamesi) adındaki el
yazması defterinde Ġstanbul‘un baĢlıca anıtlarını anlatmaktadır. Caylus Ġstanbul‘a
elçi De Bonas ile birlikte gelmiĢtir31.
Ġkinci bilim insanı Alman Sanat Tarihçisi ve arkeologu Johann Joachim
Winckelmann
(1717-1768)'dır.
Alman
sanat
tarihçi,
yunan
sanatının
savunuculuğunu yapmıĢtır. Daha 1764 yılında ―Geschichte der Kunst des
Altertums‖ (Eskiçağ Sanat Tarihi) adlı eserini yayınlamıĢtır32.
Üçüncü bilimi insanı ise bir italyandır. Arkeolog G.A. B. Visconti‘nin oğlu
Arkeolog E.Q.Visconti (1751–1818) ortaya çıkmıĢtır. Visconti,
Capitolino
Müzesi‘nin müdürlüğünü de yapmıĢtır. Babası Winckelmann‘ın dostu idi. Visconti
―Grek ikonografisi‖ ve ―roma ikonografisi‖ kitaplarını yazmıĢtır33.
AraĢtırmalar ve bilimsel çalıĢmaların hız kesmeden devam ettiği bu yıllarda
artık müze kavramı kurumsallaĢma sürecinde çağın nihai hedefine ulaĢmak
üzereydi. Müzecilik ile ilgili çalıĢmalar artık sadece Avrupa da değil diğer
devletlerde de devam etmekteydi.
Bu
çalıĢmalara
Rusya‘da
kayıtsız
kalamadı
ve
nüfus
açısından
Moskova'dan sonra ikinci büyük Ģehri olan St. Petersburg (Leningrad)‘da Ermitaj
Müzesini (Hermitage)
kurmuĢtur. Bugün dünyanın en büyük ve en zengin
müzelerinden biri olan Ermitaj Müzesi‘nin kurucusu II. Katherina‘dır. Ġlk müze
binası 1764 yılında Fransız mimar Vallin De La Moyhe‘a yaptırılmıĢtır. I. Nikolay
tarafından geniĢletilen ve kıĢlık sarayın bir bölümü olan Ermitaj 1852 yılında özel
davetiye ile gezilebilmek üzere belli bir sınıf halka açılmıĢtır. 1917 yılından sonra
kıĢlık saray, artık geniĢlemiĢ olan müzenin bir bölümü haline gelmiĢtir. I ve II.
dünya savaĢlarında müzenin değerli eserleri Moskova‘ya taĢımıĢtır. II. dünya
savaĢı sırasında St. Petersburg Ģehri, 2,5 yıl boyunca Hitlerin orduları tarafından
31
Gerçek, 1999: 07
Gerçek, 1999: 08
33
Gerçek, 1999: 08
32
13
kuĢatılmıĢ, bombalanmıĢ ve yağmalanmıĢtır. Müze eserleri Moskova‘ya kaçırıldığı
için pek fazla zarar görmemiĢtir. Götürülemeyen eserlerde sarayın mahzenlerinde
kuma gömülerek korunmuĢtur. Ermitaj Müzesi‘nin yüz ölçümü 75 bin m2 ve müzede
322 salon bulunmaktadır. Bu tarihten sonra müzeler ve koleksiyonlar, o zamanki
diğer belli baĢlı ülkelerle birlikte, Ġngiliz dilinin konuĢulduğu Güney Afrika‘ya ve
Avustralya‘ya kadar olan birçok ülkelerde sürekli olarak geliĢti. 1865 yılında
Viyana‘da Avusturya müzesi, 1866-1889 yıllarında Atina‘da Milli Müze, 1878
yılında Akropolis Müzesi, 1866 yılında Palermo Müzesi, 1870 yılında Boston‘da
Museum of Arts,1879 yılında Syrakuza Müzesi, yine 1879 yılında Kopenhag‘da
Glyptothek, 1880-1906 yıllarında New York‘ta Metropolitan Müzesi kuruldu. Yine
Amerika BirleĢik Devletleri‘nin New York kentindeki Amerikan Tabiat Tarihi Müzesi
(American Museum of Natural History) 1873 yılında kuruldu. Dünyanın en büyük
müzesi kabul edilen bu müze 90 bin m 2 lik bir alanda, birbiriyle bağlantılı 19
binadan oluĢmaktaydı. 20. yüzyılda ise müzecilik ―altın çağını‖ yaĢamıĢtır. Daha
önceki yüz yıllar içinde verdiğimiz önemli müze örneklerini, 20 inci yüzyıl içinde
vermeye gerek yoktur. Ancak çarpıcı bir örnekle yetinmek gerekirse bu yüzyılın
baĢlarında,
1900-1920
yılları
arasında,
sadece
Almanya‘da
179
müze
kurulmuĢtur34.
Ardından 1926 yılında Uluslararası Müzeler Dairesi; 1947 yılında da
Uluslararası Müzeler Konseyi (Ġcom) kurulmuĢtur. Kültür varlıklarına sahip
çıkılması, koruma ve gelecek kuĢaklara aktarılması bilincinin yaygınlaĢması,
ilerleyen yıllarda çok çeĢitli dallarda daha yüzlerce ve binlerce müzenin
kurulmasına zemin hazırlamıĢtır35.
Hızla ilerleyen müzecilik kendi içselinde de zaman içerisinde tematik
müzeler oluĢturmakta geç kalmamıĢtır.
Böylelikle kuruluĢundan günümüze birçok branĢta müzecilik türleri kurumsal
bir yapıya kavuĢmuĢtur. Bu geliĢmelerle birlikte günümüze değin ortaya çıkan
müze türlerini Ģu Ģekilde sınıflara ayırmak mümkün görünmektedir.
Arkeoloji Müzeleri; arkeologların yaptıkları kazılar sonucunda ortaya
çıkartılan buluntuların sergilendiği müzelerdir.
Etnoğrafik Eserler Müzeleri; GeçmiĢ uygarlıklara ait gelenek, görenek, giysi
ve gündelik hayat ile ilgili çeĢitli eserlerin sergilendiği müzelerdir.
34
35
Gerçek, 1999: 09
Gerçek, 1999: 10
14
Tarih Müzeleri; bir ülkenin, bir toplumun ya da bir kiĢinin tarihsel geliĢimini,
sistemli bir biçimde inceleyen ve açıklayan müzelerdir. Tarih müzeleri, yazılı ve
görsel belgeleri bir araya getirerek hem ziyaretçilerin hem de araĢtırmacıların
hizmetine sunmaktadır.
Güzel Sanatlar Müzeleri; resim, müzik ve heykel gibi güzel sanat dallarında
ortaya konulan yapıtların sergilendiği müzelerdir.
Açık Hava Müzeleri; tiyatro, arena, agora gibi kapalı bir mekânda
sergilenmesi
mümkün
olmayan
yapıtlardır,
açık
hava
müzelerinde
sergilenmektedir.
Bilim ve Teknoloji Müzeleri; bilim ve teknolojinin tarih boyunca geçirdiği
değiĢim, bilim müzelerinde sergilenmektedir.
Askeri Müzeler; çeĢitli dönemlere ait askeri malzeme ve silahların
sergilendiği müzelerdir.
Özel Müzeler; kiĢi veya kuruluĢlar tarafından, çeĢitli konularda bir araya
getirilmiĢ eserlerin yer aldığı müzelerdir.
Yukarıda belirtilen müzelerin dıĢından Sanayi Müzeleri, Doğal ve Tabiat
Tarihi Müzeleri, Antropoloji Müzeleri, Denizcilik Müzeleri, Çocuk Müzeleri,
Nümizmatik Müzeleri ve son yılların en önemli müzecilik çalıĢması olan Sanal
Müzeler, müzecilik tarihinde dünya da ve ülkemizde örneklerine rastlanılan baĢlıca
tematik müzeler olarak karĢımıza çıkmaktadır.
2.1.Müze Tanımları
Bugün dilimizde de kullanılan ―müze‖ sözcüğü grekçe ―mouseion‖
kelimesinden türemiĢ olup, yunan mitolojisinde Musa‘lar (ilham perileri) adı verilen
tanrıçalara adanan tapınak ve Atina‘da Musa‘lara ayrılan tepe anlamına
gelmektedir. Aynı kelime ―Museum‖ Ģeklinde Latinceye ve diğer batı ve dünya
uluslarının
dillerine
geçmiĢtir.
Ġngilizcede
Museum,
Fransızcada
Musée,
Almancada Museum, Türkçede Müze olarak kullanılmaktadır36.
Terim ilk olarak ileri öğrenme kurumlarını ifade etmek için kullanılmıĢtır.
Ġtalya‘da ilk büyük sanat koleksiyonları oluĢturulduğu zamana hatta Rönesans‘a
kadar Ģu anki manasını kazanmamıĢtır. Rönesans‘ın etkisiyle 17 ve 18.
yüzyıllarda, sanat müzeleri bütün Avrupa‘da yaygınlaĢmıĢtır.
36
Gerçek, 1999: 10
15
Bu dönem den sonra ―müze‖ hem kurumsallaĢma sürecinde hemde
yaygınlaĢtığı
farklı
coğraflayalarda
kuruluĢundan
itibaren
farklı
Ģekillerde
tanımlanmaktadır.
BirleĢik Krallık Müzeler Birliği‘nin tanımına göre, ―Müzeler; halka ilham verir,
öğrenme ve eğlence amaçlı olarak koleksiyonları keĢfetmesini sağlar. Toplum için
güvenlikte tuttukları sanat yapıtları ve numunelerini toplayan, güvenliğini alan ve
halka ulaĢımını sağlayan kurumlardır‖37.
Müze-i
Hümayun
ya
da
Müzehane-i
Hümayun
denilen
Osmanlı
Ġmparatorluk Müzesi‘nin Osman Hamdi Bey‘den sonraki Müdürü Halil Edhem Bey
ise müzeyi Ģu Ģekilde tarif eder: ―Ġlim, Fen ve Sanatların her Ģubesine mahsus
eserler ve eĢyadan oluĢan koleksiyonların teĢhir ve muhafaza edildiği binalara
müze denir‖ Ģeklinde tanımlar.
Cumhuriyetin ilk Müzeler Müdürü, Ġlk Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü
Hamit Zübeyr KoĢay‘ın da kısaca Müze tanımı Ģöyledir. ―çağımızda müze, sanat
ilmi ve kültür eserlerini bir araya toplayıp sergileyen ve umumun ziyaret ve
istifadesine sunan bir kurumdur‖ Ģeklinde tanımlar.
Uluslararası Müzeler Konseyi (ICOM)‘nin 1958 yılında yaptığı bir seminerde
müze;
kültürel
değer
taĢıyan
öğelerden
kurulu
bir
bütünü
korumak,
değerlendirmek: halkın, özellikle gençliğin eğitimi, öğretimi, eğlenmesi, dünya
görüĢünün yenilenmesi, yapıcı ve yaratıcı yeteneklerin iĢlenmesi, özgeci ve
insancıl duyguların beslenip güçlenmesi için çeĢitli belgelerle daimi sergileme
yapan ve çoğunluğun yararına yönetilen kuruluĢlara müze adı verilir‖ Ģeklinde
tanımlanmaktadır. Yine ICOM‘ca yapılan bir tanımda, ―müze, insanların zevki ve
eğitimi için çeĢitli obje koleksiyonlarını, tarih, bilim ve teknik bakımlarından ve türlü
araçlarla muhafaza etmek, incelemek, değerlendirmek ve esas olarak bunları
sergilemek amacıyla kurulmuĢ devamlı bir kurumdur‖ Ģeklinde ifade edilmektedir.
Ülkemizde ise mülga Kültür Bakanlığı‘nca 1976 yılında yürürlüğe konulan
―Müzeler Ġç Hizmet Yönetmeliği‖nde: ―kültürel değer taĢıyan unsurlardan kurulu bir
bütünü korumak, incelemek, değerlendirmek, özellikle halkın eğitimi, öğretimi,
dünya görüĢünün yenilenmesi için sürekli sergileme yapan ve çoğunluğun yararına
yönetilen daimi kuruluĢlara müze adı verilir‖ Ģeklinde, 1989 tarihli yönetmelikte ise
müze: ―kültür varlıklarını tespit eden, bilimsel metotlarla açığa çıkaran, inceleyen,
değerlendiren, koruyan, tanıtan, sürekli ve geçici olarak sergileyen, halkın
37
Arık ve Arapoğlu, 2008: 01
16
eğitimini, bedii zevkini yükselten, dünya görüĢünü geliĢtirmede etkin olan daimi
kuruluĢlar‖ olarak tanımlanmaktadır.
Günümüzde ise geniĢ anlamda müze: ―insan elinden çıksın çıkmasın,
insanlarca değerli ve gerekli bulunup toplanmıĢ, biriktirilip koleksiyonlar Ģeklinde
oluĢturulmuĢ, bilimsel, eğitici ve tanıtıcı nitelikte ve korunması gerekli olan
doğadaki ve hatta uzaydan getirilmiĢ tüm varlıkların ve yapıtların korunduğu,
sergilendiği ve araĢtırıldığı, açık ve kapalı mekânlarda halkın yararlanmasına
sunulduğu yer ve kurumlar‖ olarak tanımlanmaktadır.
En basit anlamıyla, çeĢitli eĢya koleksiyonlarını toplayıp koruyan, etüd
eden, sergileyen müzeler, zaman ve mekânda dağınık olan objeleri bir çatı altında
toplar, koleksiyonlarını ziyaretçilerin anlayabileceği ve zevk alabileceği Ģekilde
sergiler, doğadaki üç boyutluluğu daha iyi tanımamızı sağlar, insanlık tarihini
canlandırır, insanların vaktiyle yaĢadığı çevreyi, aile hayatını ve toplumsal
yaĢantısını, insanların geçmiĢteki acı ve tatlı günlerini inançlarını, sanatlarını,
tekniklerini, kültür ve uygarlığın hangi evrelerden geçerek geliĢtiğini gözler önüne
seren kurumlardır.
Bir müze, ―eğitim, araĢtırma ve eğlence amaçlı olarak, insanlığın ve onun
çevresinin somut ya da soyut miraslarını edinen, koruyan, araĢtıran, anlatan ve
sergileyen, kamuya açık, toplumun ve onun geliĢiminin hizmetinde olan kalıcı bir
kurumdur38. Ģeklinde de tanımlanmaktadır.
Ayrıca Uluslararası Müzeler Konseyi (ICOM) tarafından son olarak kabul
edilmiĢ olan müze tanımı ise ICOM‘un tüzüğünde yer almıĢtır. 5 Eylül 1989
tarihinde (Hollanda-Lahey/Den Haag) yapılan ICOM Genel Toplantısında kabul
edilen ve 7 Temmuz 1995 tarihinde (Norveç-Stavanger) 18. ICOM Genel
Toplantısında düzeltme yapılmıĢ olan ICOM tüzüğünün 2. Maddesi Ģöyledir.
Madde–2 Tanımlar:
1-Müze, halka açık, çalıĢma, eğitim ve eğlendirme amacıyla koruyan,
araĢtıran, bildiren ve sunan, kar amacı gütmeyen, halkın ve halkın geliĢiminin
hizmetinde olan sürekli bir kurumdur.
a) Yukarıdaki
müze
tanımı
yönetici
teĢkilatın
mahiyetinden,
ülke
topraklarına ait olma karakterinden, iĢlevsel yapıdan veya ilgili kurumun
koleksiyonlarının oryantasyonundan doğan sınırlamalar olmaksızın
uygulanır.
38
http://icom.museum/statutes.html#2,erişim tarihi: 2008-04-05.
17
b) Müze olarak adlandırılan kurumlara ek olarak aĢağıdakiler de bu tanımı
güçlendirmek amacıyla müze olarak nitelendirilmiĢlerdir.
I- Bir müzenin, insan ve çevresinin maddi delil olma unsuruna sahip,
koruyan ve bildiren doğal, arkeolojik, Etnoğrafik anıtlar ve siteler, tarihi
anıtlar ve siteler,
II- Hayvan ve bitkilerin canlı çeĢitlerinin sergilendiği botanik bahçeleri,
zooloji bahçeleri (hayvanat bahçeleri), akvaryumlar gibi yerler ve bunların
koleksiyonlarını ellerinde bulunduran kuruluĢlar.
III- Bilim merkezleri ve Planetaryumlar (gökevi, gözlemevi, rasathane)
IV-Kütüphane ve arĢiv merkezlerince devamlı olarak desteklenen sergi,
galeri ve koruma kuruluĢları,
V- Doğal rezervler,
VI-Bu madde tanımı altındaki uluslararası, milli, bölgesel veya yerel müze
örgütleri, bakanlıklar, müzelerden sorumlu kamu acenteleri, ilgili bölümler,
VII-Müze ve müzolojiyle ilgili araĢtırma yapan, eğitim veren, arĢivi olan,
müzeyle ilgili diğer faaliyetlerde yapan kar amacı gütmeyen kuruluĢlar veya
örgütler,
VIII- DanıĢman komitesinin tavsiyelerinden sonra, yürütme meclisi gibi, bir
müzenin bazı ya da bütün özelliklerine sahip olan veya müzeleri ve uzman
müze çalıĢanlarını araĢtırmalarında, eğitimlerinde veya çalıĢmalarında
destekleyen diğer kuruluĢlar. ġeklinde resmi olarak tanımlanmaktadır.
Milletlerarası
Müzeler
Konseyi
(ĠCOM)
Türkiye
Milli
Komitesi‘nin
Resmi Gazete‘de 11.12.1970 tarih ve 13691 sayısı ile yürürlüğe giren
yönetmeliğinde bölüm II- tanımlar kısmında;
Madde4-Kültür eserlerini koruyan ve bu eserleri etüd, eğitim ve bedii zevki
yükseltme amacıyla toplu halde teĢhir eden kamu yararına çalıĢan, sanata, ilme
sağlığa, teknolojiye ait koleksiyonları bulunan müesseselere müze adı verilir. Ve
Madde5-Daimi teĢhir bölümleri bulunan kütüphaneler ve arĢiv merkezleri,
resmi Ģekilde halkın ziyaretine açık bulunan tarihi anıtlar, tarihi anıtlara ait binaların
kısım veya müĢtemilatı tarihi, arkeolojik tabii önemi haiz mevkiler ve parklar,
nebatat ve hayvanat bahçeleri, akvaryumlar ve benzeri teĢekküller bu tarife girer39.
39
http://www.kulturturizm.gov.tr/bakanlık/mevzuat/ Milletlerarası Müzeler Konseyi (İCOM) Türkiye Milli
Komitesi Yönetmeliği.
18
T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı‘nın, Bakanlık Makamı‘nın 30.04.1990 tarih ve
1578 sayılı onayıyla yürürlüğe giren Müzeler Ġç Hizmetler Yönetmeliği, Ġkinci
Bölüm - Genel Hükümler kısmında Müzenin Tanımı baĢlığında: ―Madde 4- Müze:
Kültür
varlıklarını
tespit
eden,
ilmi
metotlarla
açığa
çıkaran,
inceleyen,
değerlendiren, koruyan, tanıtan, sürekli ve geçici olarak sergileyen, halkın kültür ve
tabiat varlıkları konusundaki eğitimini, bedii zevkini yükselten, dünya görüĢünü
geliĢtirmede tesirli olan daimi kuruluĢtur40.‖Ģeklinde tanımlanmaktadır.
Yukarıda dünya da ve ülkemizde çeĢitli baĢlıklar ve içerikler ile tanımı yapılan
―müze‖ kavramı genel olarak, tarih öncesi ve tarih devirlerine ait bilim, kültür, din
ve güzel sanatlarla ilgili yer üstünde, yeraltında ve su altındaki tüm taĢınır ve
taĢınmaz belgeler olarak nitelenen kültür varlıklarını saptayan, bilimsel metotlarla
açığa çıkaran, inceleyen ve akademik düzeyde değerlendiren, bir laboratuar gibi
dikkatli ve hassas çalıĢan, kültür varlıklarını koruyan, tanıtan, sürekli ve geçici
olarak sergileyen, çalıĢmaların bilimsel sonuçlarını yayınlayan, halkımızın kültür ve
tabiat varlıkları konusundaki ilgisini ve sanat zevkini yükselten, çok hızlı bir Ģekilde
geliĢen teknoloji karĢısında kaybolmaya yüz tutan geleneksel kültürümüzü yabancı
kültür Ģoklarından korumada ve dünya görüĢünü geliĢtirmede her yaĢtan insana
ömür boyu etken ve yardımcı olan, faaliyeti sürekli bir kültür, bilim ve eğitim
kurumudur. ġeklinde tanımlamak mümkündür.
Müzeler, çeĢitli kaynaklarca, çeĢitli kiĢi ve kuruluĢlarca değiĢik Ģekillerde
gruplandırılmıĢ ya da sınıflandırılmıĢtır.
Ġlk Müzeler Müdürü ve Eski Eserler ve Müzeler Müdürlüğü‘nün ilk Genel
Müdürü Dr. Hamit Zübeyr KoĢay, müzeleri 1973 yılında içindeki malzeme ve
amaçları bakımından aĢağıdaki uzmanlık bölümlerine ayırmıĢtır.
1. Resim ve Heykel Galerileri gibi Sanat Tarihi Müzeleri,
2. Arkeoloji ve Tarih Müzeleri,
3. Etnoloji ve Milli Etnografya Müzeleri,
4. Açık Hava Müzeleri,
5. Ziraat Müzeleri,
6. Süsleme Sanatları Müzeleri,
7. Bilim ve Teknik Müzeleri,
8. Nakil Araçları ve Posta Tarihini de içine alan HaberleĢme Müzeleri,
40
http://www.kulturturizm.gov.tr/bakanlık/mevzuat/ Müzeler İç Hizmetler Yönetmeliği.
19
9. Havacılık Müzeleri,
10. Denizcilik Müzeleri,
11. Askeri Müzeler,
12. Sağlık Müzeleri,
13. Pedagoji Müzeleri,
14. Devrim Müzeleri vb.
Hamit Zübeyr KoĢay, kuruluĢ tarzı ve yönetimleri itibariyle müzeleri Ģu
sınıflandırmaya tabi tutmuĢtur.
1. Devlet Müzeleri ve Milli Müzeler,
2. Üniversite Müzeleri,
3. Vakıf Müzeleri,
4. ġehir Tarihi Müzeleri,
5. Büyük Ģahısların doğduğu, yaĢadığı veya hatırasını bıraktığı malikhane
ve Kurumlar,
6. Arkeoloji siteleri ve yerleĢme yerleri vb.
Hamit Z. KoĢay, Türkiye‘deki müzeleri o tarihlerde üç ana gruba ayırmıĢtır.
1. Devlet Müzeleri,
2. Özel Ġdarelerden yardım gören Mahalli Müzeler,
3. Eski Eser Toplama Yerleri (Depolar).
Yine bir Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü, Mehmet Önder, 1966 yılında
Müzeleri Ģu ana gruplara ayırmıĢtır.
1. Arkeoloji Müzeleri,
2. Tarih ve Sanat Müzeleri,
3. Müze Anıtlar,
4. Etnografya Müzeleri,
5. Devrim Müzeleri,
6. Askeri Müzeler,
7. Özel Müzeler (PTT Müzesi, Sağlık Müzesi, Belediye ve ġehir Müzeleri
gibi)
Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlerinden Hikmet Gürçay, 1968 yılında
müzeleri genel olarak dokuz grup altında toplamıĢtır. Bu gruplama, UNESCO‘nun
gruplamasının aynısıdır.
1. Sanat Müzeleri,
2. Modern Sanat Müzeleri,
20
3. Arkeoloji ve Tarih Müzeleri,
4. Etnografya ve Folklor Müzeleri,
5. Tabii Ġlim Müzeleri,
6. Ġlim ve Fen Müzeleri,
7. Bölge Müzeleri,
8. Ġhtisas Müzeleri,
9. Üniversite Müzeleri,
H.Gürçay, Milli Eğitim Bakanlığı‘na bağlı müzeleri yedi gruba ayırmıĢtır.
1. Arkeoloji Müzeleri,
2. Etnografya Müzeleri,
3. Devrim Müzeleri,
4. Anıt Müzeler (Anıtkabir, Mevlana Müzesi gibi),
5. Müze Anıtlar (Ayasofya, Kariye gibi)
6. Tarih ve Sanat Müzeleri (Topkapı Sarayı Müzesi gibi)
7. Müze Evler,
Hikmet Gürçay, Milli Eğitim Bakanlığı dıĢındaki müzeler sınıflamasını da Ģöyle
yapmıĢtır.
1) Askeri Müze,
2) Deniz Müzesi,
3) Belediye Müzeleri,
4) Tabiat Tarihi Müzesi,
5) Açıkhava Müzeleri,
6) Ġlim ve Fen Müzeleri,
7) Eğitim ve Pedagoji Müzeleri,
8) Ziraat Müzeleri,
9) Spor ve Gençlik Müzeleri,
10) Çocuk Müzeleri.
Müzelerin sınıflandırılması ansiklopedilerde de baĢka baĢka yapılmıĢtır. Der
Kunst Brockhaus isimli ansiklopedi müzeleri üç ana gruba ayırır:
1. Doğa Bilimleri ve Teknik Müzeler,
2. Tarih ve Kültür Tarihi Müzeleri,
3. Sanat ve Uygulamalı Sanat Müzeleri,
Aynı kaynakta yer alan ve değiĢik konulara göre kurulmuĢ müzelere ait uzunca
bir sınıflandırma listesi de aĢağıdaki gibidir.
21
1) Tabiat Tarihi Müzeleri,
2) Sağlık Müzeleri,
3) Teknik Müzeler,
4) Zanaat Müzeleri,
5) Sanayi Müzeleri,
6) Ordu (Askeri) Müzeleri,
7) Donanma (Deniz) Müzeleri,
8) Etnoloji ve Folklor Müzeleri,
9) Prehistorya ve Protohistorya Müzeleri,
10) Açık Hava Müzeleri,
11) Yurd Müzeleri,
12) Anı Müzeleri ve Anısı Olan Yerler,
13) Sanatçı Müzeleri,
14) Belirli Yerler ve Ülkelerin Tarihini konu alan Tarih Müzeleri,
15) Edebiyat Müzeleri,
16) Müzik Müzeleri,
17) Tiyatro Müzeleri,
18) Mimarlık Müzeleri,
Uluslararası Müzeler Konseyi (ICOM) ‗nin 17–25 Haziren 1962 tarihleri
arasında Meuchatel‘de düzenlediği ―Hızlı DeğiĢim Ġçerisinde, Ülkelerde ki
Müzelerin Sorunları‖ sempozyumunda, müze çeĢitleri konusu da görüĢülmüĢtür.
ICOM tarafından 1964 yılında kabul edilen ve halen de geçerli olan müze çeĢitleri
yedi grupta toplanmaktadır.
1. Sanat Müzeleri,
2. Arkeoloji ve Tarih Müzeleri,
3. Etnografya Müzeleri,
4. Tabiat Tarihi Müzeleri,
5. Bilim ve Teknoloji Müzeleri,
6. Bölge Müzeleri,
7. Özel Amaçlı Müzeler.
22
Ancak Ģunu da söylemek zorundayız ki, günümüzdeki ve gelecekteki kuĢakların
zevki ve ilgisi için toplanıp korunması gerekli olan ne kadar obje varsa, o kadar da
müze kategorisi vardır41.
2.2.Osmanlı Arkeolojisi
Osmanlı Ġmparatorluğu‘nda tarih fazlaca ihmal edilen bilim dallarından
biriydi: ―vakanüvis‖ adı verilen Osmanlı tarihçileri, neden-sonuç iliĢkisine dayalı
objektif tarih anlayıĢından oldukça uzaktı. Vakanüvisler, daha çok Ġslam tarihi ve
Osmanlı tarihinin bazı önemli dönemleriyle ilgilenirlerdi. Ġslam Öncesi Türk tarihi
onlar için hiçbir anlam ifade etmezdi: hem bu dönemlere ait bilgi ve belge eksikliği,
hem tarihin Allah‘ın emriyle yönlendirildiği Ģeklindeki klasik Ġslami görüĢ, hem de
Osmanlı siyasi otoritesinin korkusu, vakanüvislerin Ġslam Öncesi Türk Tarihinden
uzak durmalarının belli baĢlı nedenleriydi. Putperestliğin yaygın olduğu Ġslam
öncesi dönemler ―günahkârlık‖ ve ―dinsizlikle‖ özdeĢleĢtirildiği için Osmanlıda tarih
yazının bulunuĢuyla değil, Ġslamiyet‘in doğuĢuyla baĢlardı, Ġnsanlar Ġslam öncesi
dönemleri düĢünmek bile istemezdi. Aslında bu tutum sadece Osmanlı tarih
yazımının bir özelliği değildi. Din taassubu altındaki Avrupa‘da da aydınlanma
döneminden önce Hıristiyanlık öncesi çok tanrılı ―pagan‖ kültür adeta yok sayılır,
Avrupa tarihi Hıristiyanlığın doğuĢuyla baĢlatılırdı42.
―Osmanlıcılık‖ ve ―Ümmetçilik‖ imparatorluk içinde yaĢayan çeĢitli halkların
bir arada tutan tek kaynak noktasını oluĢturuyordu. Ġlk kez 8.yy‘da, Orhun
Anıtları‘nda geçen Türklük bilinci, Osmanlı‘da ancak 15.yy. ortalarına doğru Sultan
II. Murat‘la (1424-1451) yeniden hatırlanmıĢtır. Sultan Murat, eski Türk
unvanlarından ―han‖ unvanını kullanarak Ġslam Öncesi köklerini hatırlamıĢtı. O
dönemde Osmanlıların ataları olarak kabul ettikleri Oğuzların Kayı aĢiretinin
damgası paralara konuldu. Osmanlı tarihçileri ve ozanları Osmanlı hükümdarlarını
ilk kez ―Türk Eskiçağına‖ bağladılar ve hanedanın resmi açıklaması haline gelen
―Oğuz Efsanesini‖ iĢlediler43. Sultan II. Murat döneminde Türk Eskiçağı, Osmanlı
tarih yazımında ve edebiyatında yükselen değer haline gelmiĢti. Köprülü‘ye göre,
Osmanlıda Orta Asya Türk Dili ve Edebiyatı bir süre iĢlendi ve 15.yy sonlarına
41
Gerçek, 1999: 345
Bu nedenle Osmanlılar diğer İslam toplumları gibi uzun süre Hz.Muhammedi’in Mekke’den Medine’ye
hicretini başlangıç kabul eden Hicri Takvim’i kullanırken, Batılı toplumlar da Hz. İsa’nın doğumunu
başlangıç kabul eden Miladi Takvim’i kullanmışlardır.
43
Wittek, 1993: 9
42
23
doğru bir edebi okul, Türk edebi dilinin bir parçası haline gelmiĢ bulunan Farsça ve
Arapça kelime ve deyimleri fazla kullanmaksızın arı ve sade Türkçeyle yazma
çabasına girdi44. 15.yy. sonlarına doğru Osmanlı kent soylularının köklerinin eski
Türk tarihine dayandırıldığı görülmektedir. ÂĢık PaĢazade‘nin ifadeleriyle; ―Sultan
Mehmet Han, Gazi Han oğludur. Elhasıl Gökalp neslidir ki, Oğuz Han oğludur45.‖
Lütfi PaĢa ise meĢhur Tarih‘inde (1488-1563) Osman Gazi‘nin Oğuz beyleri
tarafından hakanlığa seçilmesini Ģöyle anlatmaktadır46. ―Siz Kayı neslindensiniz.
Bu Oğuz Han‘dan sonra Oğuz beylerinin oğulları ve hanları idi. Gün Han vasiyeti,
Oğuz töresi gereğince Oğuz neslinden kimse olmayınca, hanlık ve padiĢahlık Kayı
soyu var iken Özge boy soyuna düĢmez47.‖ Bu tarihten bir yüzyıl sonra her Ģey
altüst olacak; Türk töresi ve Türk Kültürü unutulmaya yüz tutacaktır. Artık
Türklüğün yerini Osmanlılık almak üzereydi.
Koçi
Bey,
devletin
içine
düĢtüğü
buhranın
nedenlerini
sıralarken
devĢirmelerin devlet kademelerine yerleĢtirilmelerine, asli unsur Türklerin ise
yavaĢ yavaĢ gözden düĢmelerine dikkat çekerek IV. Murat‘a bu durumun bir an
önce düzeltilmesi önerisinde bulunuyordu. Fakat ne acıdır ki; ―bundan sonra
Osmanlı Hükümdarları, koca imparatorluk içinde esasında her Ģeyden önce
Türklerin padiĢah olduklarını ve 19.yy‘a kadar Türkleri hiç hatırlamayacaklardı 48.
Osmanlı Ġmparatorluğu‘nda uzun yıllar boyunca unutulan Türklük Ģuuru ancak
19.yy‘ın ikinci yarısında hatırlanacaktı. Bu konuda ilk önemli çalıĢmaları yapan
Yeni Osmanlı aydınlarıydı49. Yeni Osmanlılardan Ali Suavi, Türklerin tarihi, politik,
askeri ve kültürel rollerine göre en yüksek ve en eski ırk olduğunu savunmuĢ ve
Türk dilinin dünyanın en zengin dili olduğunu açıklamıĢtır50. Ali Suavi, yazılarında
sıkça Türk sözcüğünü kullanmıĢ ve özellikle Orta Asya‘ya dikkat çekmiĢtir; fakat
yine de ona ―Ġlk Türkçü‖ demek doğru değildir 51. Ali Suavi‘nin Orta Asya‘yla
ilgilenmesinin nedeni o sıralar Orta Asya‘da önemli olayların meydana gelmesidir.
Öncelikle Orta Asya Hanları Rusya‘ya karĢı yardım talebinde bulunuyorlardı;
ayrıca Rusya‘nın Orta Asya politikası Avrupa‘da da tartıĢılıyordu. Suavi, Orta
Asya‘da sıkıntı çeken halkın Türk olduğu noktasından hareket ederek en azından
44
Köprülü, 1928: 9
Atsız, 1970: 156
46
Meydan, 2007: 61
47
L.Paşa, 1978: 11
48
Akdağ, 1974: C.II-28
49
Meydan, 2007: 62
50
Mardin, 1996: 411
51
Mardin, 1996: 411
45
24
tarihsel nedenlerle Osmanlı‘nın Orta Asya‘yla ilgilenmesi gerektiğini ileri
sürüyordu52. Suavi ayrıca Osmanlı okullarında Türkçenin yegâne eğitim dili olması
yönündeki görüĢü destekliyordu53.
19.yy‘da Yeni Osmanlı Aydınlarıyla yeniden ete ve kemiğe bürünen Türklük
Ģuuru, vatan, hürriyet ve ulus kavramları arasında gittikçe belirginleĢmiĢtir. Nihayet
1876 Anayasası‘nda ümmetçilikten çok ulusçuluğa yakın düĢünceler ilk kez
netleĢmiĢtir. Böylece Osmanlı tarihinde ilk kez 1876 Kanuni Esasi‘si devletin resmi
dilinin Türkçe olacağı ifade ediyordu. Anayasanın, Türklük Ģuurunun yeniden
hatırlandığı gösteren maddeleri Ģu Ģekildeydi: ―Madde 18:Devlet tarafından iĢe
alınacak olan Osmanlı vatandaĢlarının devletin resmi dili olan Türkçeyi bilmesi
Ģarttır‖ ―Madde 57: Parlamentoda yapılacak olan konuĢmaların Türkçe olmasını,
Madde 68‘de gelecekteki üyelerin Türkçe konuĢmasını ve mümkün olduğu kadar
Türkçe yazmalarını Ģart koĢuyordu.‖ Anayasada ileri sürülen bu görüĢler geniĢ
çapta öğretim alanına aktarıldı. 1894 yılında yayımlanan resmi bir emir,
imparatorluk içindeki mahalle ve yabancı okullarda dâhil olmak üzere bütün
okullarda Türkçe eğitim yapılmasını mecbur tutuyordu54.‖
Osmanlıda Türklük Ģuurunun yeniden canlanmasında Fransız Devrimi‘nin
rolüde vardır. 19.yy‘ın ortalarından itibaren milliyetçilik rüzgârları gecikmelide olsa
Osmanlı aydınlarını hatta Osmanlı sultanlarını bile etkilemeye baĢlamıĢtı. Örneğin
Sultan II. Abdülhamit, ünlü Türkolog Wembrey‘i saraya davet edip onunla dostluk
kurmuĢtu. Yine 1877-1878 Osmanlı Rus SavaĢı sırasında Rusya‘dan kaçıp
Türkiye‘ye gelen Türkçülüğün ilk temsilcilerinden Gaspıralı Ġsmail Bey‘de 1899 hac
dönüĢü Sultan Abdülhamit tarafından kabul edilmiĢti. Gaspıralı Ġsmail Bey bu
buluĢma hakkında sonradan Ģunları söylemiĢtir:
―Sultan Hamit beni dinlerken
gözleri yaĢlı idi. Irkının düçar olduğu akıbetin onu derinden elemlendirdiği aĢikârdı.
Rus iĢgali altındaki Buhara, Hive Hanlıkları, idil Ural Türklüğü üzerine bilgi edindi.
Doğu Türkistan hakkında ve Yakup Han için düĢündüklerini sordu. Kırım‘daki
Moskov
mezalimini
anlatırken
benimle
ağladı.
Fakat
Ģu
sözleri
onda
gözyaĢlarından daha derin bir tesir yaptı: ―Ben sarayımda hassa askeri olarak
Söğüt yaylalarından ve Karacabey dağları yamaçlarından getirdiğimiz Türkmen
aĢiretlerinin cesur fertlerini kullanırım. Onlar ceddim, Ertuğrul Gazi ile beraber
52
Meydan, 2007: 63
Mardin, 1996: 411
54
Türkdoğan, 1995: 76
53
25
gelmiĢ Kayı Türkleridir. Fakat görüyorsunuz ki, bu kadarı kâfi değil, Ģimdi ceddimin
yanlıĢ bir siyaset takip etmediklerini düĢünüyorum. Fertler hatalarını daha kolay
tashih edebiliyorlardı; fakat devletler ve milletler için kolay olmuyor55.‖ Sultan
Abdülhamit‘de beliren bu Türklük Ģuuru, dönemin edebi akımları ile kültür ve
düĢünce hayatına da yansımıĢtı. Daha sonra Jön Türkler ve Ġttihatçılar bu
Türkçülük Ģuurunu sistematikleĢtiripresmileĢtirdiler. Bu konuda Ġttihat Terakki
Partisi‘nin genel kâtibi Ziya Gökalp‘in büyük rolü olmuĢtur. 1900‘lerden sonra
kurulan ilk Türkçü teĢkilat Türk Ocakları‘dır. 1912‘de Balkan SavaĢı‘nın
baĢlamasından sadece altı ay önce kurulan Türk Ocakları aslında aĢırı milliyetçi
hareketlere karĢı bir tepki olarak ortaya çıkmıĢtır. Türk Ocakları, Türk
milliyetçiliğinin odak noktasını oluĢturması bakımından son derece önemlidir.
Atatürk 1925‘te Ankara Türk Ocağı‘nda yaptığı konuĢmada, Ocağın felsefesini
Ģöyle açıklamıĢtır56: ―Bu gibi sosyal ocaklar hep Batı memleketlerinde toplanmıĢtır.
ġimdi Doğu, bu boĢluğun cezasını çekmektedir. Türk Cumhuriyeti‘nin inkılâbı
ocaklara dayanmaktadır. Doğu‘daki harekât (ġey Sait Ġsyanı‘na karĢı) çok mutlu
bir sonuçla bitmiĢti(bastırılmıĢtır). ġu seferki uğraĢma, bir ülkü savaĢı olarak
bilinecektir57.
19.yy‘da Batı‘da, Türk tarihinin Ġslam öncesine uzanan Köklerinden söz
eden eserlerin sayısında artıĢ görüldü. Klaproth (1834), Hammer (1832),
Scot(1836), Castren(1856), Vambery(1885), Oberhummer(1912), gibi tarihçiler Çin
kaynaklarına dayanarak yazdıkaları eserlerde Altay Dağları‘nı Türklerin ana yurdu
olarak kabul ediyorlardı58. Osmanlıda Türkçülüğün geliĢmesinde tarih ve edebiyat
alanındaki çalıĢmaların rolü vardır. Modern Türkçenin gramerinin hazırlanması
amacıyla 1851‘de Encümen-i DaniĢ kurulmuĢtur. Buna paralel olarak ġinasi
1860‘da yayınlanmaya baĢlayan Tercüman-ı Ahval gazetesinin mukaddimesinde
herkes tarafından anlaĢılabilecek sade bir dille yazmak prensibini kabul ettiğini
ifade etmiĢtir59. 1832 yılında Arthur L. David, ―A Gramerof The Turkish Lahguage‖
adlı eserini yayınlamıĢtır. Bu esere ilk kez Ali Suavi 1860 sonlarında Ulum
gazetesinde temas etmiĢtir. David, kitabının giriĢ bölümünde Türk tarihi,
Türklehçeleri ve dilleri hakkında bir araĢtırma ve Türklerin medeniyetteki rollerini
55
Kutay, 1981: 2
Meydan, 2007: 65
57
Türkdoğan, 1974: 2
58
Türkdoğan, 1974: 117
59
Kushner, 1979: 89
56
26
saygıyla anmıĢtır. Bunu baĢka çalıĢmalar izlemiĢtir. Hepsi de Türkçenin müstakil
dil olduğunu ortaya koyan çalıĢmalardır60. Osmanlıda Türk tarihi ve Türk dilinin
kaynaklarına inilmesini sağlayan ikinci yol ise Kushner‘in ileri sürdüğü gibi Çağatay
Edebiyatı‘yla kurulan temastır. Bu temasa Ahmet Vefik PaĢa‘nın, Ebulgazi Bahadır
Han‘dan
yaptığı
tarih
tercümesi
örnek gösterilebilir.
Ahmet
Vefik
PaĢa
1877‘deSultan II. Abdülhamit devrinin baĢlarında ―Lehçe-i Osmanî‖ adlı bir Türkçe
sözlük yayınlamıĢ ve Osmanlıcanın Türk Lehçelerinin bir kolu olduğunu ileri
sürmüĢtür. Necip Asım ise 1895‘te Ural-Altay dilleri hakkında yaptığı bir
araĢtırmayı yayınlamıĢtır61.
Osmanlıda modern tarih alanındaki ilk çalıĢmalar, yenilikçi Osmanlı sultanı
II. Mahmut döneminde biraz da Ģans eseri baĢlamıĢtır. Sir Arthur Lumbley Davids
adında bir Ġngiliz tarihçisi tarafından Ġngilizce olarak yazılan sonra da Fransızcaya
çevrilerek Sultan II. Mahmut‘a sunulan bir eserde Türk tarihi ve Türk kültürü Ġslam
Öncesi kökleriyle birlikte ele alınıyordu. Eser, ―Kitab-ı Ġlmü‘n Nafi‖ adıyla Türkçeye
çevrildi. Lumbley eserinde Türkçenin çeĢitli lehçelerden, Türk etnografyasından ve
Türk uygarlığından bahsediyordu. Lumbley, kendinden önceki oryantalistlerin
aksine Orta Asya haklarının Türk olduklarını ileri sürüyordu62. 18.yy‘ın ortalarından
itibaren Batı‘da Genel Türk Tarihi hakkında pek çok eser yayınlandı. Bunlar
arasında
ilk defa Asya‘daki Türk yazıtlarından
söz eden Johann
Von
Strahlenberrg‘in 1730‘da yayınlanan eseri, David Leon Cahun‘un 1896‘da
yayınlanan ―Asya Tarihi‘ne GiriĢ ve Türkler ve Moğollar‖ adlı eseri ve yine
Cahun‘un ―Mavi Sancak‖ adlı tarihi romanı, yarattıkları etkiler bakımında bilim
çevrelerince aranan eserler arasına girdi63. Necip Asım, Leon Cahun‘un Türk
tarihini konu alan ―Mavi Sancak‖ adlı tarihi romanını 1912‘de ―Gök Sancak‖ adıyla
Türkçeye çevirmiĢti. Gök Sancak, tıpkı Namık Kemal ve Ziya Gökalp‘in eserleri
gibi Osmanlıda Türkçülüğü bir ideoloji haline getirmeye çalıĢanları derinden
etkileyecekti64.
Bir taraftan Batı merkezli tarihin esiri olan bazı Batılı tarihçiler
Türkleri barbar ve ikinci sınıf olarak görürken, diğer taraftan Osmanlıları, kökleri bir
hayli eski zamanlara giden bir Türk varlığından haberdar eden Batılı ―tarafsız‖ bilim
60
Meydan, 2007: 65
Türkdoğan, 1974: 82
62
Meydan, 2007: 66
63
Türkdoğan, 1974: 117
64
Türkdoğan, 1974: 117
61
27
insanları ortaya çıkmaya baĢlamıĢtı. Bunun da temelinde 19.yy‘da geliĢen Turqueri
ve Türkoloji hareketlerinin önemli rolü vardı65.
Ziya Gökalp, Türkçülüğün Osmanlıda ortaya çıkmasından önce Avrupa‘da
Türklüğe dair iki hareketin bulunduğunu hatırlatır. Bunlardan ilki Fransızca
Turquerie denilen Türk Hayranlığıdır. Türkiye‘de yapılan ipekli yün dokumalar,
halılar, kilimler, çiniler, ahĢap ürünler, cilt ve tezhip iĢleri, tespihler mangallar,
Ģamdanlar, çanaklar, çömlekler ve daha birçok eĢyayı büyük paralarla satın
almaktan kaçınmayan bir Avrupa burjuvazisi ortaya çıkmıĢtır. O günlerde Batı‘da
zengin evlerinde bir Türk odası ya da bir Türk köĢesine rastlamak neredeyse
sıradanlaĢmıĢtır. ―Avrupalı ressamların Türk hayatına dair yaptıkları tablolar ile
Ģairlerin ve filozofların Türk ahlakını tavsif yolunda yazdıkları kitaplar da
Turqueri‘nin içine girerdi.‖ Lamartin‘in Agust Comte‘un, Pierre Loti‘nin, Ali PaĢa‘nın
özel kitabı olan Mismer‘in Türkler hakkındaki dostane yazıları bu akımın
yansımalarındandır66. Gökalp, Avrupa‘da Türkoloji hareketinin geliĢimi ise Ģöyle
anlatmaktadır: ―Avrupa‘da meydana gelen ikinci hareket de Türkiyat (Türkoloji) adı
verilir. Rusya‘da, Almanya‘da Macaristan‘da, Danimarka‘da, Ġngiltere‘de birçok ilim
adamlar eski Türklere, Hunlara ve Moğollara dair tarih ve arkeolojik araĢtırmalar
yapmaya baĢladılar. Türklerin bir millet olduğunu, gayet geniĢ bir sahada yayılmıĢ
bulunduğunu ve muhtelif zamanlarda cihangir hane devletler ve yüksek
medeniyetler
vücuda
getirdiğini
meydana
koydular.
Gerçi
bu
sonuncu
incelemelerin konusu Türkiye değil, eski Doğu Türkleri idi. Fakat birinci hareket
gibi bu ikinci hareket ülkemizdeki bazı fikir adamlarımızın ruhuna tesirsiz
kalmıyordu. Bilhassa Fransız tarihlerinden Degguignes‘in Türklere, Hunlara ve
Moğollara dair yazmıĢ olduğu büyük tarihte, Ġngiliz bilginlerinden Sir Davids
Laumbey‘in Üçüncü Selim‘e ithaf ettiği Kitabı Ġlmin Nufi adındaki umumi Türk
grameri fikir adamlarımızın ruhunda büyük tesirler yaptı67. ġeklinde ifade etmiĢtir.
Osmanlı Ġmparatorluğunda tarih yazımında öne çıkan Türkçülük ve dil
kökenlerinin
netlik
kazanmasına
yönelik
çalıĢmaların
ağırlıkta
olduğu
görülmektedir.
Osmanlı Ġmparatorluğunda, Türk tarih yazımındaki kırılma noktası 19.yy'ın
sonlarına Yenisey ve Orhun Yazıtları‘nın bulunmasıyla oldu. Önceleri bu yazıtları
65
Meydan, 2007: 67
Meydan, 2007: 67
67
Gökalp, 1976: 6
66
28
dünya bilim çevrelerinden gizlemeye çalıĢan Ruslar, sonra bu yazıtlara sahip
çıkmaya çalıĢtılarsa da baĢarılı olamadılar. Her Ģeyi alt üst eden Danimarkalı dil
bilgini Wilhelm Tomsen‘di. Thomsen, yazıtları okuduğunda Göktürk Devleti‘nin
siyasal ve kültürel tarihi ortaya çıkıyordu. Orhun Yazıtları‘nın Türklere ait
olduğunun anlaĢılması Batılı bilim çevrelerinde derin yankılar uyandırdı. Orhun
Yazıtları, Türk kültürünün zannedildiğinin aksine çok eski ve köklü bir kültür
olduğunu ortaya koyuyordu. Bu gerçeğin keĢfi, namuslu ve objektif bilim
insanlarını mutlu ederken, Batı merkezli subjektif taraflı tarih anlayıĢına sıkı sıkıya
bağlı, siyasetin bir parçası olmuĢ bilim insanlarını da o kadar çok üzecekti68.
O yıllarda Batı merkezli tarih tezinin güdümlü tarihçilerini üzen, sadece
Orhun Yazıtları‘nın Türklere ait olduğunun anlaĢılması değildi; onlar asıl derinden
yaralayan geliĢme, Anadolu‘da ve Mezopotamya‘da yapılan arkeolojik kazılarla
ortaya çıkarılan ilk çağ uygarlıklarının Türk Kökenli olduklarının iddia edilmesiydi.
19.yy‘ın sonlarında Mezopotamya‘da Sümerler ve Anadolu‘da Hititler ilk ortaya
çıkarıldıklarında Conder, Sayce, Clark, Taylor, Lenonmont, Hommel gibi bazı
objektif Batılı bilim insanları bu uygarlıkların Orta Asya‘dan gelen Türkler
tarafından kurulduğunu hiç çekinmeden ifade etmiĢlerdi69.
Osmanlı Ġmparatorluğunun yıkılıp yeni Türkiye Cumhuriyeti‘nin kurulmasının
ardından da devam eden bu çalıĢmalara ―Irkların Tarihi‖ adlı eseriyle ünlenen
Batılı Türkolog, Sayos Pittard, yaĢlılığına aldırıĢ etmeksizin 1936‘da Ġsviçre‘den
Ġstanbul‘a gelip II. Türk Tarih Kurultayı‘na katılarak, ―Hititler ve Sümerlerin
Türklüğü‖ tezini hararetle savunmuĢtu70.
19.yy‘da, Batı‘dan sızan fikirlerle beslenen Osmanlı aydınları, Avrupa‘da
geliĢmeye baĢlayan neden-sonuç iliĢkisine dayalı bilimsel tarih anlayıĢından
etkilenmeye baĢlamıĢtı. Örneğin ġinasi, ―Tarihin Allah‘ın emriyle yönlendirildiği‖
Ģeklindeki klasik Ġslami görüĢe karĢılık, Sami ve Suphi PaĢa tarafından antik tarih
üzerine yazılan ve tarihi olayları bir nedensellik zincirinin halkası olarak ele alındığı
seri yazılar yayımladı71.
Osmanlı aydınlarının bu tür çabalarından sonunda
Osmanlı Ġmparatorluğu‘nun son dönemlerinde az da olsa bilimsel tarih anlayıĢına
sahip tarihçiler ortaya çıkmıĢtır. AkĢam Gazetesi‘nde Ahmet Vefik PaĢa‘nın tarih
metodolojisi üzerine yazdığı yazılarla; tarih, Türkiye‘de ilk kez ―ilim‖ olarak
68
Meydan, 2007: 68
Türkdoğan, 1974: 118
70
Meydan, 2007: 68
71
Mardin, 1996: 291
69
29
algılanıyordu; ama bu yazıların çoğu yine Osmanlı Tarihiyle ilgiliydi. Yazılardan
sadece biri, ―Türklerin Orta Asya‘daki Ģanlı olaylarını hatırlatma yönünde bir
teĢebbüstü72.‖ Osmanlı Ġmparatorluğu‘nda, Türklerin çok eski tarihlerden beri
uygarlığa katkısı olduğundan ilk defa söz eden kiĢi ise, Abdülaziz döneminde
askeri okullar nazırı olan Süleyman PaĢa‘ydı. Yakın tarihimize ġıpka Kahramanı
olarak geçen Süleyman PaĢa‘nın (1839-1892) askeri okullarda okutulması için
hazırladığı ―Tarih-i Âlem‖ adlı kitap, Türklerin Orta Asya Tarihi‘nden baĢlıyordu.
Süleyman PaĢa ―Tarih-i Âlem‖ yazma çabasını Ģöyle açıklıyordu: ―Askeri
mekteplerin nezaretine geçince, bu mekteplere lazım olan kitapların tercümelerini
mütehassıslara (uzmanlara) havale ettim; fakat sıra tarihe gelince bunun tercüme
tarikiyle (yoluyla)yazdırılamayacağını düĢündüm. Avrupa‘da yazılan bütün tarih
kitapları, ya dinimize yahut milliyetimize ait iftiralarla doludur. Bu kitaplardan
hiçbirisi tercüme edilip de memleketimizde okutturulamaz. Bu sebebe binaen
mekteplerimizde okutulacak tarih kitabının te‘lifini (yazımını) üzerime aldım.
Vücuda getirdiğim bu kitapta hakikate mugayir (aykırı) hiçbir söze tesadüf
olunamayacağı gibi, dinimize ve milletimize muhalif hiçbir söze de rast gelmek
imkânı yoktur73.‖
Süleyman PaĢa‘nın bu düĢüncelerini nakleden Ziya Gökalp,
PaĢa hakkında Ģu ek bilgiyi vermekteydi: ―Avrupa tarihlerindeki Hunların, Çin
tarihindeki Hiyong-Nu‘lar olduğunu ve bunların Türklerin ilk dedeleri olduğunu ve
Oğuz Han‘ın Hiyong-Nu Devleti‘nin müessisi (kurucusu) Mete olması lazım
geldiğini bize ilk defa öğreten Süleyman PaĢa‘dır74.‖
1877 yılında Süleyman PaĢa‘nın ―Genel Tarih‖ adlı çalıĢması ve yine aynı
yıl yayımlanan Ahmet Mithat‘ın ― Mufassal Tarihi Kurum-ı Cedide‖ adlı çalıĢmaları
ilk defa açıkça Osmanlıların Türk Soyundan geldiğini açıklıyordu75.
Ahmet Mithat Efendi ise 1878‘de Tercüman-ı Hakikat‘te çıkan bir
makalesinde Osmanlılarla Orta Asya arasındaki iliĢkiyi Ģöyle açıklıyordu: ―Dünya
biliyor ki Osmanlıların aslı Orta Asya‘dır. Ancak, Osmanlılar henüz Orta Asya‘yı
bilmezler. Fransızların ‗Mere Patrie‘ yani ana vatan dedikleri asli vatan, bizim için
Orta Asya olduğu halde Ģimdi elimizde bulunan Osmanlı ülkesi bir bakıma Orta
72
Mardin, 1996: 291
Meydan, 2004: 539/540
74
Gökalp, 1976: 8
75
Kushner, 1979: 95
73
30
Asya‘nın manevi sömürgesi ve müstemleke sayılması yerinde olur 76.‖ Ģeklinde
olmuĢtur.
Ancak O dönemde Süleyman PaĢa, Namık Kemal ya da herhangi biri Eski
Türk Tarihinden söz edecekse mutlaka belli baĢlı birkaç yabancı tarihçiden alıntı
yapardı: gerek Namık Kemal‘in, gerekse Süleyman PaĢa‘nın fikirleri, sonradan
Mustafa Celaleddin PaĢa adını alan bir Polonyalı mültecinin, ―Eski ve Modern
Türkler‖ (Les Turcs Anciens et Moderns) adıyla 1869‘da Ġstanbul‘da bastırdığı bir
kitaba dayanıyordu. Onunda kaynağı,‖Irkların EĢitsizliği‖ kitabının yazarı A. De
Gobineau‘ydu77.
Görüldüğü gibi Osmanlı Ġmparatorluğu döneminde özellikle Osmanlının son
dönemlerinde soy-köken ve dil üzerine yoğunlaĢan tarih yazıcılığı kaynağını hem
batı hem de doğu kökenli araĢtırmalardan almaktadır. Bunların yanı sıra özgün
çalıĢmalarında varlığı bilinmektedir. Çok geniĢ bir coğrafyada uzun yıllar
hükümranlık kuran Osmanlı tebaası, Batı‘nın kendi topraklarında arkeolojik
çalıĢmalar ile kendi kökenini arama faaliyetlerine ve taĢınabilir kültür varlıklarını
düzenli bir biçimde toplama, saklama ve yorumlama iĢine giriĢtiği yıllarda Osmanlı
Ġmparatorluğu‘nun kendi coğrafyasında bu çalıĢmalardan en azından Osmanlı
aydın
kesiminin
geri
kalmadığı
aĢikârdır.
Bu
nedenledir
ki
Osmanlı
imparatorluğunda meydana gelen müzecilik ve arkeoloji çalıĢmalarını BatılılaĢma
çabalarına bağlamak çok yersiz ve anlamsız bir tanımlama olarak değerlendirmek
mümkündür. Daha sonra ki yıllarda Cumhuriyet‘in ilanı ile kıt‘alar arasında hız
kazanacak olan bu kültür savaĢı; devletlerin egemen olmak istedikleri (özellikle
batı‘lı devletler) coğrafyalarda arî ırkın kendileri olduğunu ispat etme çabası ile hız
kazanacaktır. Kendi köklerini yüzyıllar boyunca aĢağıladıkları ve barbar olarak
niteledikleri Doğu kültürlerinin merkezinde arama çalıĢma ve gayreti içinde
bulunan Batı‘lı devletlerin içinde bulundukları ironiye, en sade anlatımıyla sömürge
ırklar ve ülkeler oluĢturma çabası olarak görmek mümkündür.
Osmanlı‘da "tarih bilimi‖ gibi ―arkeoloji bilim‖de çok fazla geliĢmiĢtir; fakat
yine de Batı‘yı tanıyan Osmanlı aydınları arasında arkeolojiye ilgi duyanlar
olmuĢtur. 1878‘de Osmanlı Devlet adamı Ahmet Vefik PaĢa, Rus ilerlemesine
karĢılık Ġngilizlerin Gelibolu‘ya konuĢlanma isteğini tartıĢırken ĢaĢırtıcı bir biçimde,
Troya SavaĢı‘na göndermede bulunmuĢtur. ―demek ki, Troya SavaĢı ve on yıl
76
77
Türkdoğan, 2005: 81
Mardin, 1995: 95
31
süren muharebeleri Ģimdi yeniden tekrarlanacak.‖ diyerek, PaĢa arkeoloji ve
mitolojiye beslenmiĢ tarih bilgisiyle yaĢadığı çağı görebildiğini ortaya koymuĢtur.
Ahmet Vefik PaĢa‘nın antik tarihe gönderme yaparak bu günü, geçmiĢin
yinelenmesi ve uzantısı olarak yorumlaması, o dönemde Osmanlı aydınları
arasında arkeolojiye duyulan ilginin doğal bir sonucudur: Antik kalıntılar üzerinde
mülkiyet haklarını tanımlayan yasal düzenlemelerin yapılması, Ġstanbul‘da
Arkeoloji Müzesi‘nin kurulması, bu müzenin desteği ile Osman Hamdi Bey
öncülüğünde ilk Osmanlı kazılarının gerçekleĢtirilmesi, Osmanlıda antik kültüre ve
doğal olarak arkeolojiye ilgi duyulduğunu gösteren birkaç örnektir78. Hiç kuĢkusuz,
arkeolojinin tarihe göre çok daha yeni bir bilim dalı olarak Osmanlı Devleti‘nin
siyasal, kültürel ve toplumsal yapısı dikkate alınacak olursa bu durumun bir hayli
ĢaĢırtıcı olduğu söylenebilir79.Osmanlıda, tıpkı tarih bilimi gibi arkeoloji bilimi de
son dönemlerde Osmanlı tebaasının görevlendirmesi ile görevlendirilen kiĢilerin
bireysel gayretlerinin sonucu geliĢme göstermiĢtir. Osman Hamdi Bey, batının
tekelindeki alanlardan biri olan arkeolojide Batılı arkeologların yöntemini kullanarak
söz sahibi olmayı baĢaran ilk Türk, daha doğrusu Doğulu Aydın‘dır. Öyle ki Osman
Hamdi Bey, emperyalist amaçlarını gerçekleĢtirmek için arkeolojiyi bir silah olarak
kullanan Batı‘nın yoluna-üstelik farkında olarak- ufak da olsa bir ―taĢ‖ koymayı
baĢarmıĢtır80. Osman Hamdi Bey, dünyanın çok çabuk değiĢtiği bir dönemde, bu
değiĢime pek de fazla ayak uyduramayan eski bir imparatorluğun çok yönlü bir
aydındı. Eğitimini, Paris‘te tamamladığı için akılcı Batı düĢüncesini, çağının kültür
ve sanat değerlerini çok iyi özümsemiĢti. Asıl eğitimini mühendislik alanında
almıĢtı, fakat doğuĢtan gelen bir yeteneği zamanla mühendisliğinin gölgede
kalmasına neden olacaktı. Sonradan Osman Hamdi Bey adının ölümsüzleĢmesini
sağlayacak olan bu yetenek, resimdi. Osman Hamdi Bey, Osmanlıda Batılı
anlamda resim yapan ilk Osmanlılardan biriydi. Resimlerinde zamanının doğusalcı
(oryantalist) resim biçimini ustalıkla yansıtırdı. Osman Hamdi Bey, iyi bir
gözlemciydi. Resme olan yeteneğini keĢfetmesinde gözlem yeteneğinin çok
önemli bir yeri vardı. Fransa‘da okuduğu günlerde o sırada Avrupa‘da resim
dıĢında bir baĢka alanda da önemli adımlar atıldığını gözlemlemiĢti. Osman Hamdi
78
Özveren, 1989: 89/90
Meydan, 2007: 71
80
Meydan, 2007: 71
79
32
Beyi derinden etkileyen, onun merak duygusunu kamçılayan bu alan ise
arkeolojiydi81.
Osmanlı Ġmparatorluğunda, devlet adına tarihi araĢtırmaların arkeoloji
alanında kurumsallaĢmaya baĢlamasını Osman Hamdi Bey‘in gayret
ve
çalıĢmalarına bağlamak yanlıĢ olmaz.
Osman Hamdi Bey, 1881 yılında Ġstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürü oldu.
Duyarlılığı ve kararlılığı sayesinde 1884 yılında ―eski eserler hukukunu düzenleyen
yasaların‖
çıkmasını
sağladı.
1885‘den
baĢlayarak,
arkeoloji
müzesinin
zenginleĢtirilmesi ve arkeolojik kazıların yapılması için bütçeden düzenli olarak
kaynak ayrılmasını sağladı. Osman Hamdi Bey‘in arkeoloji konusundaki bu
duyarlılıkları, o zamana kadar Osmanlı toprakları üzerinde dilediği gibi rahat
hareket eden Batılı arkeologları ve onları finanse eden Batılı hükümetleri rahatsız
etmeye yetmiĢtir. Osman Hamdi Bey‘in çalıĢmalarından rahatsız olan Almanya,
1884 ġubatında Pera‘da Alman elçisi Von Radowitz aracılığıyla o sırada
Anadolu‘da
kazılar
yapan
Schlimann‘ı Osman
Hamdi
Bey‘in
çalıĢmaları
konusunda uyarma ihtiyacı hissetmiĢti. Radowitz, Schlimann‘a, Osman Hamdi
Bey‘in yaptığı düzenlemelerden sonra artık Troya kazılarına devam etmenin
mümkün olmadığından yakınmıĢ ve ―iyi ki Troya‘nın yerini tespit edip, çıkan tarihi
eserleri ülkemize götürmüĢüz.‖ diyerek avunmuĢtur82. Ġlk Osmanlı Arkeoloji kazısı
Osman Hamdi Bey öncülüğünde bir ekip tarafından 1883 baharında Nemrut
Dağı‘nda gerçekleĢtirildi. Osman Hamdi Bey‘in Nemrutla ilgilenmesinin nedeni,
1882 yılında Alman araĢtırmacıların yörede bazı incelemeler yapmalarıydı.
Havalar izin verir vermez yanına yontucu Osman Efendiyi de alarak Nemrut‘a
gitmiĢtir. Deneyimli Alman arkeologlarından Karl Human ve Otta Pushstein‘ın da
aralarında bulunduğu yabancı arkeologlar kazı çalıĢmalarına baĢlamıĢlardı bile.
Zamana karĢı amansız bir yarıĢ veren Osman Hamdi Bey, deneyimli, yabancı
arkeologları geride bırakarak Zincirli kalıntılarını ortaya çıkarmayı baĢardı. Osman
Hamdi Bey, bölgede kazı yapan yabancı arkeologlarla rekabet halindeyken aynı
zamanda onlarla iyi bir çalıĢma arkadaĢlığı da kurmuĢtur83.
Osman Hamdi Bey, Nemrut kazılarında 100 kadar iĢçiye önderlik etmiĢti ve
tıpkı Batılı arkeologlar gibi bir kazı tutanağı hazırlamıĢtı. Fransızca kaleme alınmıĢ
81
Meydan, 2007: 72
Meydan, 2007: 72
83
Meydan, 2007: 73
82
33
bu kazı tutanağı Osmanlıda alanında ilk‘tir. Osman Hamdi Bey ve ekibi bir mayıs
günü
kazı
yerinden
ayrılıp
Nemrut
Dağı‘nı
geride
bırakırken
yüklerini,
taĢıyabilecekleri birkaç yazıtı ve en önemlisi Osman Hamdi Bey‘in ifadesiyle:
―devasa kalıntıların ortasında böylesi ilginç bir konaklamanın hiçbir zaman
unutulmayacak türden anılarını.‖ Yanlarına almıĢlardı. Bir de fotoğraf makinelerini
ve çektikleri fotoğrafları…84
Bir Osmanlı aydını ve sanatçısı olarak Osman Hamdi Bey‘in, çok daha
tecrübeli Alman arkeologları geride bırakarak çok baĢarılı bir arkeolojik kazı
gerçekleĢtirmesi, bir kazı tutanağı hazırlaması, kazıyı ve kazıda çıkan buluntuları
fotoğraflarla belgelenmesi, Avrupalı meslektaĢlarının davranıĢlarını nerdeyse tüm
ayrıntılarıyla özümsediğini göstermektedir. Osman Hamdi Bey sadece Avrupalı
meslektaĢlarının arkeolojiyi nasıl emperyalist bir araç olarak kullandıklarını da fark
etmiĢti. O, Kendisini ―uygarlıkla‖, Doğuyu ―barbarlıkla‖ özdeĢleĢtiren Batı‘nın bu
―suni özdeĢliği‖ arkeoloji sayesinde daha da güçlendirmek istediğini çok iyi
görebiliyordu. Batı‘nın ―arkeoloji oyununun‖ farkında olan Osman Hamdi Bey, bir
kez dosta düĢmana kendini tanıttıktan sonra Batı‘nın bu oyununu bozabileceğini,
en azından bu konuda elinden geleni yapabileceğini düĢünüyordu85.
Osman Hamdi Bey, rakiplerini artık barbarlık-uygarlık karĢıtlığına dayalı
söylemin çerçevesi içinde dize getirilebilecek yetkinliğe eriĢmiĢti. Osman Hamdi
Bey‘in uzun süredir beklediği fırsat, Büyük Ġskender‘e ait olduğu sanılan lahitlerin
Lübnan‘daki Sidon kenti yakınlarında bulunuĢu sırasında karĢısına çıkacaktı. Bay
Eddy adlı bir yabancı, lahitlerin yerini bulmuĢ, Henry Jessup adlı yerleĢik bir
yabancı da olayı Londra‘daki Dr. William Wright‘e aktarınca, bu kiĢi saygın London
Times gazetesine bir yazı göndererek British Museum‘un bir an önce harekete
geçerek bu hazineleri ―Vandal Türk‖ eline düĢmeden koleksiyonuna eklemesini
istemiĢti. Jessup, Beyrut güncesinde Osman Hamdi Bey‘i kaynak göstererek
olayın devamını anlatmaktaydı. Buna göre, yazıyı gören Osman Hamdi Bey, kendi
kendine; ―Ģimdi onlara Vandal Türkün neler yapabileceğini‖ göstereceğini
söylemiĢti. Osman Hamdi Bey, ilk iĢ olarak Sidon‘daki en yüksek Osmanlı
yetkilisine lahdi polis çemberine almasını ve kendisi gelinceye kadar kimsenin
yaklaĢmasına izin vermemesini bildiren bir telgraf çekmiĢti. 29 Nisan günü de
kendisi gelip, Bay Eddy ve Bay Ford‘u görüp, sonra da antik Yunan ve Fenike
84
85
İstanbul Arkeoloji Müzelerinde bulunmaktadır.
Meydan, 2007: 73
34
yontu sanatının bu eĢsiz değerdeki yapıtlarını taĢımak için gerekli hazırlıklara
koyulmuĢtu. Gerçek bir denizci gibi gömlek ve iĢ ayakkabıları giymiĢ olarak iĢin
baĢına geçmiĢ ve derhal portakal bahçelerinden baĢlayıp kayalara oyulmuĢ gömü
odalarına kadar uzanan bir tünelin yapılmasını sağlamıĢtı. Tünel biter bitmez bu
kez bir tramvay yaptırıp dev boyutlu, ağır lahitleri portakal bahçesine kadar
getirmiĢtir. Ġkinci aĢamada, tramvay hattını uzatarak lahitleri Ġstanbul‘dan getirttiği
biryanı açık özel bir buharlı gemiye kadar sallarla yüzdürmüĢ ve böylece
yükletmiĢti. Lahitler Ġstanbul‘da Arkeoloji Müzesi‘nde sergilenip dünyanın her
yanından gelen, anlayan anlamayan yüzlerce kiĢinin hayranlığını kazanmıĢtı.
Osman Hamdi Bey, amacına ulaĢmıĢtı. Sidon‘dan getirdiği lahitler yeni
sayılabilecek müzedeki diğer yapıtların hepsini gölgede bırakacaktı86.
Osman Hamdi Bey‘in çalıĢmaları, usta ve iĢini çok seven bir arkeolog
olduğunu göstermektedir. Mütevazı bir Osmanlı aydını olarak Osman Hamdi Bey,
o dönemde Batı‘ya özgü bir alanda (arkeoloji), Batı‘ya karĢı baĢarıyla mücadele
etmiĢti. Batılı arkeologların antik kalıntılarla dolu Anadolu‘yu köstebek yuvasına
çevirip, ele geçirdikleri bulguları gizli-açık yollardan ülkelerine kaçırmaları ve en
önemlisi
belirledikleri
eski
uygarlıkları
―kendi
ataları
olarak
görüp‖
sahiplenmelerinin önünde artık bir engel vardı: bu engel, son dönemlerinde bu
alanlarda Batı‘nın her dediğini yapan bir Ġmparatorluğun Batı‘ya baĢkaldıran tek
arkeologu Osman Hamdi Bey‘dir87.
―Osman Hamdi Bey, Batı‘nın değerlerini benimseyerek yaĢama geçiren,
böylece Batılıların karĢısına onların anlayacağı bir dil ve donanımla çıkan o
zamanki yerel aydın tipinin en önemli örneğidir. Hem kendini tanıtmıĢ, hem de
arkeoloji çevrelerince kabul görmüĢtür. Böylece, o güne kadar yerlileri devre dıĢı
bırakan bir kısır döngüyü ilk kıran o olmuĢtur88.‖
Osmanlı Ġmparatorluğu‘nda tarihin ve arkeolojinin sömürgeci bir araç olarak
kullanıldığını ilk fark eden Osman Hamdi Bey, kısıtlı imkânlarla tek baĢına Batılı
arkeologlarla mücadele etmeye çalıĢmıĢtır. Yıllar sonra baĢka bir doğulu Mustafa
Kemal Atatürk ise Batı merkezli tarih tezine karĢı Türk Tarih Tezi‘yle baĢkaldıracak
ve bu topraklardan sökülüp kaçırılan o paha biçilmez tarihi eserleri yaratan bu
86
Özveren, 2000: 91/92
Meydan, 2007: 75
88
Özveren, 2000: 92
87
35
toprağın geçmiĢine sahip çıkacaktı. Bu bakımdan Osman Hamdi Bey ve Atatürk
arasında bir devamlılık ve benzerlik vardır89.
Bilindiği gibi Osmanlı Ġmparatorluğu 13. yüzyıldan 20. yüzyılın baĢlarında
yıkılıĢına kadar dünyanın en büyük imparatorluklarından biridir90. Sınırları baĢta iç
Avrupa olmak üzere Balkanlar, Ortadoğu, Kuzey Afrika‘ya kadar uzanan bir
imparatorluğun arkeolojisini yok saymak gibi bir yanılgının ortadan kalkması için
son 20 yıldır yeni nesil arkeologların Osmanlı Arkeolojisine katkıda bulunduğu
görülmektedir. Ancak burada kavram kargaĢasına ve yanılgıya neden olmamak
için Ģu iki tanımın birbirinden farklı olduğunun bilinmesi gerekmektedir. Birincisi
Osmanlı Dönemi Arkeolojisidir ki; bu Osmanlı Ġmparatorluğunun var olduğu
dönemde hükümdarlık sürdüğü tüm kara ve deniz coğrafyasında yaĢamıĢ tüm
halkların bıraktığı maddi kültür varlıklarının üzerinde yapılan arkeolojik çalıĢmayı
tanımlar. Osmanlı Devletinin toprakları, bugünkü Ġran sınırından Cezayir‘e,
Viyana‘dan Basra Körfezine, Kırım‘dan Kafkaslara, Polonya‘dan Sudan ve Çad‘a
kadar geniĢ bir alana yayılmaktadır. Bu topraklar günümüze birçok mirası kalan, ilk
uygarlıkların ortaya çıktığı ve geliĢtiği yerlerdir.. Ortaçağdan itibaren insanlar bu
kalıntılara karĢı ilgi duymuĢtur. Kimi hazine bulmak, kimi taĢ çıkartmak, kimi baĢka
sebeplerden dolayı bu alanlarda kazı yapmıĢtır91. Ġkincisi ise Osmanlı Arkeolojisidir
ki; bizim daha çok tanımlamak istediğimiz ve üzerinde durulması gerektiğine
inandığımız asıl çalıĢma budur. Bu çalıĢmanın alanı ise sadece Ġmparatorluğun,
Osmanlı tebaasına ve ona ait Türk kültür varlıklarının ortaya çıkartılarak yapılan
çalıĢma bütünüdür. Bu çalıĢma da Ģüphesiz ki Osmanlı Ġmparatorluğunun
hükmettiği tüm kara ve deniz coğrafyasını kapsar. Ġmparatorluğun mirasçısı
Anadolu ile sınırlı kalmaz.
Yani Osmanlı Dönemi Arkeolojisi ile Osmanlı
Arkeolojisi birbirinden farklı iki çalıĢma disiplinini ifade eder.
Tarihsel Arkeoloji her ne kadar Kuzey Amerika‘da Avrupa etkilerinin ve
Kolomb sonrası yerleĢmelerin araĢtırılmasıyla baĢlamıĢsa da, sayıları giderek
artan tarihsel arkeologların, dünyanın her yerindeki halklarla ilgili modern dünyanın
maddi belgelerini baĢarıyla izledikleri görülmektedir. Osmanlı Dönemi Arkeolojisi
genel olarak küresel tarihsel arkeolojinin mantıklı bir uzantısı olmuĢtur. Ancak
tarihsel arkeoloji gerçekte hiçbir zaman tarihöncesini karĢılayacak Ģekilde onunla
89
Meydan, 2007: 75
Baram ve Carroll, 2004: 15
91
Özkan, 2009: 01
90
36
yan yana değildi. Ne de olsa ―tarih‖ Ortadoğu‘da 5 bin yıl önce baĢlar. Daha
önemlisi, Osmanlı Ġmparatorluğu, küresel tarihsel arkeolojideki tartıĢmalara
egemen olmaya baĢlayan Batı Avrupa kolonilerinden biri değil, bağımsız bir
Devlettir92. Bu nedenle Osmanlı Ġmparatorluğu döneminde maddi kültür ve
belgesel kaynaklar arasındaki iliĢkiyi açıklamaya küresel tarihsel arkeolojinin
yeterli olmayacağı düĢüncesindeyiz. Bugüne kadarki tarih yazımlarında bilerek ya
da bilmeden göz ardı edilmiĢ veya önemsiz görülmüĢ imparatorluk dönemi
Osmanlı tebaasının bıraktığı maddi kültür varlıkları üzerinde yapılacak arkeolojik
çalıĢmaların önemini ortaya koyacağına inandığımız Osmanlı Arkeolojisini hak
ettiği yere gelmesi için çalıĢmaların daha da artarak yapılmakta olduğunu
görmekteyiz.
2.3.Anadolu’da Tarih ve Arkeoloji
Anadolu, tarihöncesi dönemden yakın çağlara kadar her dönemde uygarlık
tarihinin önemli bir merkezi olmuĢ, çok sayıda kültürü barındırmıĢtır 93. Uygarlıklar
yüzyılları ve binyılları kapsayan bir süreç içinde bize kadar ulaĢmıĢtır.
Uygarlıklardan bize kalan en güvenilir tanıklar eserlerdir. Onlar, insanların
sanatlarının,
zevklerinin,
düĢüncelerinin,
inançlarının,
davranıĢlarının,
geliĢmelerinin vb. geçmiĢten gelen serveti ya da mirasıdır. O eserler yaĢlı
dünyamızın mal varlığıdır94. Anadolu insanlık tarihinin ilk izlerinden günümüze
kadar barındırdığı tüm kültür varlıkları ile Osmanlı Ġmparatorluğu döneminde de
batılı gezginler, sanatçılar, diplomatlar, Hıristiyan hacılar, din adamları, tacirler, vb.
kiĢilerin bireysel veya devletlerince görevlendirilmeleri suretiyle Anadolu tarihine ve
arkeolojisine ilgi duymuĢlardır. XV. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti‘nin
topraklarına gelmeye baĢlamıĢlar. Haçlı Seferleri sırasında Doğu, (Anadolu baĢta
olmak üzere) bir Avrupalı için gizemli, zengin ve bir o kadar da barbar insanların
ülkesi idi.16.yüzyıldan itibaren zenginleĢen Batılılar için Doğu ülkelerinin insanları,
yani Müslümanlar pis, vahĢi ve ilkel, hatta dinsiz olarak görülmektedir. Ama buna
rağmen Avrupalı gezginler, Doğu‘ya seyahat etmekten çekinmemiĢlerdir. Bu
gezginlerin amacı sadece bu topraklarda yaĢayan Ġslam kültürünü değil, aynı
92
Baram ve Carroll, 2004: 09
Özdoğan, 2007: 09
94
Gerçek, 1999: IX
93
37
zamanda eski haberleri de incelemek, onlara göre Batı kültürünün temelini
oluĢturan Yunan kültürünün kalıntılarını görmek ve eserlerini toplamaktır95.
Avrupalılar, aynı zamanda bu gezilere iliĢkin izlenimlerini, çoğu kez güzel
gravürlerle dolu bir kitap olarak da yayınlamıĢlardır96. Bu türden söz konusu
kitapların 5000 kadar olduğu sanılmaktadır. Latince, Ġtalyanca, Yunanca,
Fransızca, Almanca baĢta olmak üzere çeĢitli Avrupa dillerinde yazılan basılı
kitapların dıĢında el yazma veya makale olanları da vardır. Son yıllarda gezi
kitaplarının Türkçe çevrilip basıldığını görmekteyiz. Ama kimi kitapların aslına
sadık
kalmadığı,
kısaltıldığı,
resimlerinin
basılmadığı
veya
boyutunun
küçültüldüğünü görülmektedir97.
GeniĢleme Dönemi‘nde, Avrupa kadar büyük bir ülkeye sahip olan Osmanlı
Türklerinin, elleri altında bulunan topraklardaki her türlü olaydan haberdar olmaları
beklenemez. Bugün eski eser olarak kabul ettiğimiz, ister Osmanlı ister daha
eskiye ait her türlü kültür varlığının, o gün için yabancılara satılması kimsenin
dikkatini bile çekmemektedir. Eski sikke ve madalyonların alım satımı, eğer
altından değilse, olağan bir iĢlemdir. Arkeolojik ve Etnoğrafik eserlerin Osmanlı
yöneticilerinin gözünde değer kazanması, ancak Avrupa‘da bu eserlerin kazandığı
değerin fark edilmesinden sonradır. Bu çok geç bir zamanda, 19. yüzyılda
gerçekleĢmiĢtir.
Eski
eser
alımı,
kazı
yapılması,
çalıĢmaları
sayesinde
gerçekleĢmiĢtir. Bu da ancak bu iĢe gönül vermiĢ bir avuç kiĢinin özverili
çalıĢmaları sayesinde gerçekleĢmiĢtir. Eski eser alımı, kazı yapılması, müzelerin
kurulması,
müzecilerin
yetiĢtirilmesi
yöneticilerin
gözünde
para
verilmesi
gerekilmeyen iĢlerdendir. Oysaki Avrupa‘lıların eser toplama ve ilk bilimsel
incelemeleri, XII. yüzyıldan itibaren baĢlamıĢtır.
Eski eser koleksiyonculuğu açısından bakıldığında ilk kez Romalı asiller ve
askerler tarafından eski eser toplandığı görülüyor 98. Romalı asiller, Anadolu baĢta
olmak üzere sefer yaptıkları ülkelerden ele geçirdikleri veya satın aldıkları eserleri
evlerinde sergiliyorlardı. Haçlı Seferleri sırasında yağmalanan Doğu Ülkeleri‘nin
malları tüm Avrupa‘ya yayılmıĢtır. Koleksiyonculuk, savaĢ ganimetleri ile
95
Özkan, 2009: 01
Madran, 1981:227
97
Özkan, 2009: 02
98
Gerçek, 1999: 03
96
38
zenginleĢmiĢ Avrupa‘da önce soylular daha sonra zengin burjuva aileler arasında
artarak devam etmiĢtir99.
Avrupa‘da özellikle 16. yüzyılda Ġtalya‘da soylular arasında gerçek
hüviyetine kavuĢmuĢtur100. Ġtalya‘da eski Etrüsk, Yunan ve Romları eserlerini
toplama merakı vardı. Zenginler topladıkları sanat eserlerini halka göstermek için
evlerinde yerler ayarlamaya baĢlamıĢlardır. Museo veya Galeri adı verilen bu
yerlerin en ünlülerinden Uffizi Galerisi 1581‘de Floransa‘da kurulmuĢtur. Daha
sonra eser toplama 17.yüzyılda Avrupalıların denizaĢırı sömürgeler sayesinde
geliĢmesi
sonucunda
Ġngiltere,
Fransa
ve
Felemenk
ülkelerinde
de
yaygınlaĢmıĢtır101.
Avrupa toplumunun zengin kesiminde sadece sanat eseri değil fosil,
mineral, doldurulmuĢ hayvan, bitki ve böcek örnekleri gibi çeĢitli türden kalıntı veya
eĢya toplama merakı da baĢlamıĢtır. Öyle ki 17.yy‘ın sonlarında Fransa‘da,
soyluların dıĢında 1000 kadar kentli zengin de koleksiyon yapmaktadır. Daha
sonra bu merak Almanya ve Rusya‘ya yayılmıĢ ve buralarda da değerli
koleksiyonlar oluĢturulmuĢtur. Bu durum koleksiyonlarına yeni eserler katmak
isteyen Avrupalıları, bizzat seyahat çıkmaya da zorlamıĢtır. Bugüne kadar yapılan
incelemeler sonucunda, Doğu‘dan eski eser getiren ilk kiĢi Navarralı Haham
Benjamin de Tudele‘dir. Haham Tudele, 1160‘larda Mezopotamya‘ya uzanan uzun
bir dizi gezi yapmıĢtır. Kuzey Mezopotamya‘da Musul ve çevresini ziyaret eden
ünlü Ninive harabesini keĢfetmiĢ, bu gezi sırasında bulduğu bazı çivi yazılı eserleri
beraberinde Ġspanya‘ya götürmüĢtür. Ankonalı Ciriaco di Pizzicolli de topladığı
eserleri Ġtalyan zenginlere satan ünlü bir antikacıdır. Yunanca da bilen bu kiĢi
1434-35, 1444 ve 1447-48 yıllarında Yunanistan‘ı üç kez gezerek eser toplamıĢ,
ayrıca kitabeleri de kopya etmiĢtir. Bunun dıĢında ġam, Beyrut, Kıbrıs, Midilli‘ye de
gitmiĢtir102. 1547 yılında Ġstanbul‘a Fransız elçisi olarak atanan Gabriel di Aramon,
yanında dönemin ünlü bilginlerini de getirmiĢtir. Ona siyasi iliĢkileri yürütme
görevinin yanında, Doğu‘da bilimsel araĢtırma görevi de verilmiĢtir. Nitekim
Sultanahmet‘te At Meydanı‘nda Bizans arkeolojine iliĢkin ilk kazılar onun
giriĢimleriyle yapılmıĢtır103.
99
Özkan, 2009: 02
Koza, 1997: 1034
101
Özkan, 2009: 03
102
Özkan, 2009: 03
103
Arıkan, 1983: 68 - Özkan, 2009: 03
100
39
Yabancı
misyon
temsilcileri
Anadolu
topraklarında
daha
çok
kıyı
bölgelerindeki antik Yunan ġehirleri‘ nin harabelerini gezmiĢlerdir. Bunlardan
bazıları iç bölgelere girdiler ve oralarda o güne kadar tarih ilminin bile duymadıkları
yeni uygarlıkların izlerini keĢfettiler. 1672-73 yıllarında Ġstanbul‘da Fransa
büyükelçisinin kâtibi olarak çalıĢan Antoine Galland, Anadolu‘da bilinen bazı antik
kentlerden ve ele geçen eserlerden, harabelerden anılarında bahsetmektedir.
Ġzmir‘de tiyatro ve Janus Tapınağı olup Tunç Küçük büst ve baĢların bulunduğunu
söylemektedir. Troya‘yı gemiyle ziyarete giderken, nerede inileceğini bile
belirtmektedir. Gallant, ülkede çıkan sikke ve madalyonlardan bahsetmekte ve
bunların
bazılarının
muhtemelen
Sakız‘da
yapılan
taklitlerden
olduğunu
söylemektedir. O sıralarda Ġzmir‘de eski yapıların yıkılmasıyla çok sayıda
heykeltıraĢlık eseri bulunmaktadır104.
1736‘da ticari amaçlarla Ġran‘a giderken Konya Ereğli‘den geçen Jean Opter
Geç Hitit Çağı‘nın en görkemli kaya kabartması olan Ġrlis Kabartması‘nı görerek,
dönüĢünde yazdığı anlarında anıtı, bilim âlemine tanıtmıĢtır105.
Troya ġehri‘ni bulma umuduyla Çanakkale‘ye gelen birçok kiĢi umduğuna
eriĢememiĢ ise de bölge yoğun bir araĢtırmaya maruz kalmıĢtır. Gelen kiĢiler,
gelen kiĢiler, yöredeki eski yerleĢme ve Tümülüsleri önce tespit etmiĢler. Hangi
devre ait olduğunu belirlemiĢ, bazılarında kısa süreli kazılar yapmıĢlardır. Örneğin
1789
yılında
Fransa
büyükelçisi
Choiseul-Gouffier,
Çanakkale‘de
Sigeon
yakınlarındaki Akhilleus tümülüsünü kazdırmıĢtır106.
1834-1839 yıllarında Anadolu‘yu baĢtanbaĢa gezen Fransız Charles FelixMarie Texier (1802-1871) ilk kez Hitit kavminin izini buldu. Romalı tarihçilerin
sözünü ettiği Taviun Kenti‘ni ararken, Boğazköy ve Yazılıkaya kalıntılarını tespit
etti. Bu izlenimlerini üç ciltlik bir eserde topladı. Kitabından dolayı sultan ikinci
Mahmut ona Assos‘taki Zeus Tapınağı‘nın bazı kabartmalarını hediye etmiĢtir.
R.Rochette tarafından 1838 yılında yapılan kazıda bulunan kabartmalı metoplar ve
frizler,
bugün
Louvre
Müzesi‘ndedir.
Rochette,
kabartmaların
tamamını
bulamamıĢtır. Bu kabartmalarda at adamlar, Sfenksler bulunmaktadır. Bundan
dolayı da sultan II. Mahmut‘un adı müzenin içinde konulan ―Louve‘u sevenler‖
listesine yazılmıĢtır. Teksier, kendisi de Magnesia am Meandrum kentinde 1842
104
Özkan, 2009: 30
Lloyd, 1955:11
106
Özkan, 2009: 30
105
40
yılının Eylül‘ünden 1834 yılının Nisan‘a kadar kazı yapmıĢ, eser de toplamıĢtır.
Teksier‘den sonra Lord Elgi‘nin sekreteri olan William J.Hamilton (1777-1859) da
Anadolu topraklarında gezinti yaparak izlenimlerini yazmıĢtır. Oda imdi Hititlerin
baĢkenti olduğunu bildiğimiz, Boğazköy (HattuĢaĢ) harabelerini incelemiĢ ve
Alacahöyük örenlerini de bilim âlemine tanıĢmıĢtır107. 1827‘de Fransız Asya
AraĢtırma cemiyet adına Anadolu ve Ġran‘ı araĢtırmaya gelen Alman arkeolog
Friedrich Edward Schulz, Van kalesi ve civarında ilk araĢtırmaları yapmıĢ, bugün
Urartu devleti olarak bildiğimiz krallığa ait 42 yazıtı kopya etmiĢtir. 1828‘de bu
çalıĢmalarını Fransa‘ya yollamıĢtır. Ama çalıĢmalarını tamamlayamadan 1829‘da
Hakkâri‘de haydutlarca öldürülmüĢtür. Onun çalıĢmaları ölümünden sonra
yayınlanmıĢtır108.
Bu arada Suriye‘de Hama‘da coğrafya, Arkeoloji ve Doğu filolojisi üzerinde
çalıĢan J.L.Buck Hartd (1784-1817) Luvi Hiyeroglifi olarak Tanımlanan yazıtlardan
bulmuĢtur (1811)109. Üç blok halindeki bu yazıtlar Hama‘da bir caminin duvarında
örülü olarak bulunmuĢ olup geç Hitit dönemine ait Suriye‘de ilk buluntulardır 110.
Fransız konsolos Gillet, 1836 yılında Tarsus Dönük taĢ Anıtında, dinamit
kullanarak, tahribata yol açan bir araĢtırma yapmıĢtır111.Bu sıralarda, 1828 yılında
Rusların, Yunanlılara destek amacıyla Trakya‘ya kadar yaptıkları askeri bir sefer
sırasında, Kırklareli civarındaki bazı Tümülüsleri kazdıkları görülmüĢtür. Rusların
büyük Petro‘nun emriyle 18. Yüzyılda baĢlatılan eski eser avına devam ettikleri
görülmektedir. Alman yüzbaĢı (daha sonra MareĢal) Th. von. Moltke, 1837-38
yıllarında Osmanlıların Kavalılara karĢı yaptıkları askeri bir sefer sırasında
gördüğü kalıntılar, yazıtlar ve Ģehirlerden de mektuplarında bahsetmedir. Nitekim
Malatya, Kömürhan yakınlarındaki Urartu çivi yazı kaya kitabesini görmüĢ ve
arkadaĢı YüzbaĢı Vonmülback‘ta bu çivili yazıtı kopya etmiĢtir112.
Görüldüğü gibi Osmanlı Ġmparatorluğu döneminde Anadolu da tarih ve
arkeoloji izinli/izinsin birçok talanın muhatabı olmuĢtur.
107
Özkan, 2009: 30-31
Sekmen, 1990:IV – Özkan, 2009: 31
109
Ceram, 1979: 19
110
Özkan, 2009: 32
111
Baydur, 1988:10
112
Özkan, 2009: 32-33
108
41
3.TÜRK MÜZECĠLĠĞĠNDE “OSMANLI ĠMPARATORLUĞU DEVRĠ”
Müze ve müzecilikle tarihi iliĢkileri yakın bir geçmiĢe dayanan Türkiye‘de
―Osmanlı Ġmparatorluğu döneminden itibaren‖ müzeler, öncelikle zengin tarihimizi
ve beĢ deniz ülkesinin kültür tarihine ait kültürel emanetleri korumayı hedefleyen,
17, 18 ve 19.yy‘da Batının, Osmanlı Ġmparatorluğu‘nun tüm topraklarında
sürdürdüğü kültür soygununa karĢı koymak amacıyla 18. yy‘ın baĢlarında
kurumsallaĢma sürecine giren ve ancak 19.yy‘ın baĢlarında kurumsal kimliğine
kavuĢan çağdaĢ bir kurum olarak ortaya çıktığı kanaati yüksektir.
Müzenin kurumsallaĢmasına iliĢkin bu tespit aynı zamanda Türkiye‘de
müzecilik uygulamalarının biçimlenmesini de doğrudan etkileyen iki önemli
kavramı vurgulamaktadır. Bunlardan biri tarihi ve kültürel mirasın ―korunması‖
diğeri de toplumun kültür ve eğitim seviyesini yükseltmeyi hedefleyen ―çağdaĢ bir
kurum ―oluĢturma kaygısıdır. Bugün anladığımız anlamda Osmanlı imparatorluğu
döneminde müzecilik kavramı, batılı örneklerine tam benzemese de üstün gayret
ve çabalarla Tanzimat öncesinden itibaren bir kurumsallaĢma süreci içinde olduğu
bilinmektedir. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi kurumsallaĢmaya baĢlamasıyla,
kurumsal kimliğini kazanması arasındaki yüzyıllık fark gözlerden kaçarak Osmanlı
Müzeciliğinin baĢlangıcını genel olarak Osman Hamdi Bey‘in yaptığı çalıĢmalarla
eĢdeğerde tutmak gibi bir yanılsama mevcuttur.
Batı toplumlarında daha ortaçağda var olan asillerin değerli eĢya toplama
merakı ilk önce koleksiyonculuğu geliĢtirmiĢtir. Rönesans‘ta yaĢanan geliĢmeler
daha çok toplama merakını perçinleme ve toplanılan nesnelerin çeĢidini
değiĢtirmeye yaramıĢtır. YaĢanan sosyal değiĢiklikler sonucunda koleksiyonculuk
sadece asil sınıfın değil zengin burjuvanın da hobisi haline gelmiĢtir. Batıda bazı
güçlü ailelerde yüzyıllar boyunca farklı nesillerin elinde çoğalan koleksiyonlar söz
konusudur. Fransız ihtilali sonrası devletin, asillerin mallarına el koyma ve Louvre
sarayı örneğindeki gibi bunları halka açma çabasından dolayı, bu koleksiyonlar
halk müzelerinde sergilenmiĢtir. Bütün bu geliĢim sürecinde devletin rolü, ulusal
devlet anlayıĢının görüldüğü Fransız Ġhtilali dönemi ve sonrası hariç çok değildir.
Dünyadaki müzecilik geliĢiminden direk etkilendiğini bildiğimiz Osmanlı
Ġmparatorluğunda kuruluĢ felsefesinden de kaynaklanan bir tavırla eski eserler
üzerinde ki tüm tasarruf batılı örneklerinin aksine imparatorluk yönetimine aitti.
42
Osmanlı Ġmparatorluğunda batı ülkelerindeki gibi bir asil sınıftan söz
edilemez. Osmanlı‘da üst sınıfa bağlı aileler çok sıklıkla değiĢmiĢtir. Dönemin
politik olaylarına göre yönetici sınıf üst sınıf ailelere müdahale etmiĢ bunları
değiĢtirmiĢtir. Bu durumda batıda görülen türde koleksiyonların üst sınıf aileler
tarafından oluĢturulması da mümkün değildir. Daha da önemlisi Osmanlı‘da üst
sınıf sayılabilecek tabakanın hiçbir zaman batıdaki kadar ayrıcalıklı ve baskın
olmamıĢ olmasıdır. Osmanlı toplumunda batıdaki gibi yüksek sınıf farklılıkları
bulunmaz.
Osmanlı
topraklarında
ve
mirasçısı
konumunda
olan
Türkiye
Cumhuriyetinde de müzecilik sade vatandaĢın ve/ya burjuvanın değerli eĢya
toplama merakıyla değil, Osmanlı tebaasının (yönetici sınıfın) en baĢta kendi
ecdadına ve topraklarında kendinden önce yaĢamıĢ diğer toplumların kültürel
birikimine sahip çıkma, koruma ve onu gelecek nesillere aktarmak amaçlı bir olgun
düĢünce ile olmuĢtur.
3.1.Tanzimat’ın Ġlanından Önceki Dönem
Bu dönemde Osmanlı Hükümeti‘nin eski eserler hususunda bir bilgi ve ilgiye
sahip olmadığını görüyoruz113. Osmanlı yöneticileri antik Ģehirleri, daima yapı
malzemesi sağlanan bir taĢ ocağı olarak görmektedirler. Daha Selçuklular
devrinde baĢlayan bu durum Osmanlı Devleti döneminde de nitekim inĢaat
çalıĢmaları için çok uzak yerlerden Ġstanbul‘a yapı malzemesi getirtilmiĢtir.
Örneğin, Baalbek ve Mısır‘dan getirtilen sütunlar Süleymaniye Camisi‘nde, Girit
SavaĢı‘ndan elde edilen iki sütun Yeni Cami‘de, Bergama‘daki bir kilise
harabesinden sökülen sütunlar Nuruosmaniye Cami‘nin yapımında kullanılmıĢtır.
Bu örnekleri çoğaltmak için sadece kaynaklar bakmak gerekmez. Ülkemizdeki
çoğu ev, dini yapı veya kaleler gibi kimi yapıların duvarlarında eski yapıların
süslemeli ve yazıtlı parçalarına rast gelinmektedir. Bunlardan ilginç bir örnek
BeyĢehir‘de Ġçeri ġehir‘de bulunan bir evin duvarında üçüncü kez kullanılan
Osmanlı Dönemi sütun baĢlığının, Yunanca yazıtlı bir mermer kitabeden iĢlendiğini
görmekteyiz114.
113
114
Madran, 1985: 503
Özkan, 2009: 09
43
Bu tarz eski taĢların tekrar kullanımı aslında çok eskilere dayanmaktadır.
Kayseri Ekrer‘te bulunan üzerine haçlar kazınmıĢ ve bir Hıristiyan‘a ait olan mezar
taĢı, ön yüzündeki tek sıra hiyeroglif yazısından da anlaĢıldığı gibi geç Hitit
Dönemi‘ne ait bir stelden yapılmıĢtır. Nitekim Hitit Ġmparatorluk dönemine ait
KuĢak Steli, köyün mezarlığında mezar taĢı olarak kullanıldığı gibi kimi Urartu
stellerinde Ermenilerce üzerine haç kazınarak kullanıldığı görülmektedir. Eski
harabelerin enkazından yararlanma yoluna giden yalnızca Osmanlılar değildir.
1402 yılında St. Jean Ģövalyeleri, Bodrum (St. Peter) kalesini inĢa etmek için, antik
dünyanın Yedi Harikasından biri olan Mausoleum‘u yıkmaktan kaçınmamıĢlardır.
Yinede mezar anıtını süsleyen ve Yunanlılarla amazonların savaĢını gösteren
Yunan klasik çağına ait ünlü kabartmalarını, kalenin dıĢ duvarlarına yerleĢtirmiĢler,
Geriye kalanları da kireç yapmak üzere yakmıĢlardır115.
Bugün yurtdıĢında bulunan, Geç üslupta iĢlenmiĢ bir silindir mührün alt
kısmına Selçuklu Sultanı olan ―Keyhüsrev oğlu Keykubat‖ adı kazınmıĢtır 116. Söz
konusu eserin bizzat sultan tarafından kullanılıp kullanılmadığı belli değildir.
Selçukluların eski eserlere karĢı önyargılın olmadıkları, Konya surlarında bulunan
bir çıplak adam heykelinin varlığının onları rahatsız etmediği bilinmektedir. Nitekim
bugün Ankara‘nın iç kalesi de birçok kabartma, heykel ve yazıt kullanılarak
yapıldığı görülmektedir. Bu haliyle kale surları, gezenler için bir açık hava
müzesidir117.
Osmanlı Dönemi‘nde eserlere karĢı olan tutumunu gösteren bir olayda
sadrazam Ġbrahim PaĢa‘nın 1526 yılındaki Budin Zaferi‘nden getirdiği bir tunç
heykelin At Meydanı‘na (Sultan Ahmet Meydanı) konulmasıdır118. Heykel Macar
Kralı Mathias Carvino‘ya ait olup Herakles, Afrodit ve Apollon‘un tasviri vardır.
PaĢa bu heykeli, kendi sarayının (bugünkü Türk ve Ġslam Eserler Müzesi)
karĢısına, eski hipodromun ortasındaki dikili taĢların bulunduğu yere, bir kaide
üzerine yerleĢtirmiĢtir. Tarihçi Solak Zade‘nin bahsettiği ve Ģair Figani‘nin hicvettiği
eser, çıplak figürlerden oluĢması nedeniyle çok tepki almıĢtır. Nitekim sadrazamın
idam edilmesi üzerine heykel 1536 yılında kaldırılmıĢtır. Tunç heykelin ne olduğu
bilinmemekte ise de parçalanıp eritilmiĢ olması kuvvetle mümkündür119.
115
Özkan, 2009: 10
Lambert, 1979: 68
117
Özkan, 2009: 10
118
Mülayim, 2002:419- Özkan, 2009: 11
119
Özkan, 2009: 11
116
44
Osmanlı Sarayı‘nda korunan Kutsal emanetler ile evvelki padiĢahlara ait
eĢyaların saklanmasında müzecilik anlayıĢı yoktur. Bu eĢyalar Ġslam dinine ve
atalara karĢı duyulan saygı ve sevgiden dolayı muhafaza edilmiĢtir. Oysaki XVII.
yüzyılın sonlarından itibaren ülkeye gelen yabancılar tarafından eski ve yeni her
türlü eseri toplama çalıĢmaları baĢlamıĢtır. Toplanan eserler arasında el yazma
kitaplar ve sikkeler büyük yer tutmaktadır. Ayrıca Yunanca ve Latince kitabelerde
dikkatlice kopya edilmektedir120.
Osmanlılarda müze denilebilinecek yerlerin tekke ve türbeler olduğu
söylenebilir. Türbelerde gömülü kiĢilerin silah, miğfer, zırh, elbise, kavuk gibi öze
eĢyaları ile buraya hediye edilmiĢ ġam‘dan, halı, seccade, kumaĢ, yazı levhaları
sergilenmekte ve Kuran-ı Kerimler bulundurulmaktadır. Ayrıca devrin yazı ve
bezeme özelliklerini gösteren, Berat, Ferman gibi belgelerde türbedar tarafından
saklanmaktadır. Aynı Ģekilde tekkelerde de tarikatı kuran kiĢinin elbiseleri yazı ve
kitapları ile tarikatın âlem, bayrak, müzik aletleri, silahlar ve azı levhaları gibi eĢitli
eserleri sergilenmektedir. Bu yerlerde ayrıca tarihi belgelerde bulunmaktadır 121.
3.2.Anadolu’da Yürütülen ÇalıĢmalar
Anadolu‘da gezginler daha çok kıyı bölgelerindeki antik Yunan ġehirleri‘ nin
harabelerini gezmiĢlerdir. Bunlardan bazıları iç bölgelere girdiler ve oralarda o
güne kadar tarih ilminin bile duymadıkları yeni uygarlıkların izlerini keĢfettiler.
1672–73 yıllarında Ġstanbul‘da Fransa büyükelçisinin kâtibi olarak çalıĢan
Antoine Galland, Anadolu‘da bilinen bazı antik kentlerden ve ele geçen eserlerden,
harabelerden anılarında bahsetmektedir. Ġzmir‘de tiyatro ve Janus Tapınağı olup
Tunç Küçükbüst ve baĢların bulunduğunu söylemektedir122. Troya‘yı gemiyle
ziyarete giderken, nerede inileceğini bile belirtmektedir. Gallant, ülkede çıkan sikke
ve madalyonlardan bahsetmekte ve bunların bazılarının muhtemelen Sakız‘da
yapılan taklitlerden olduğunu söylemektedir. O sıralarda Ġzmir‘de eski yapıların
yıkılmasıyla çok sayıda heykeltıraĢlık eseri bulunmaktadır123.
120
Özkan, 2009: 11
Özkan, 2009: 11
122
Galland, 1998:150
123
Özkan, 2009: 30
121
45
1736‘da ticari amaçlarla Ġran‘a giderken Konya Ereğli‘den geçen Jean Opter
Geç Hitit Çağı‘nın en görkemli kaya kabartması olan Ġrlis Kabartması‘nı görerek,
dönüĢünde yazdığı anlarında anıtı, bilim âlemine tanıtmıĢtır124.
Troya ġehri‘ni bulma umuduyla Çanakkale‘ye gelen birçok kiĢi umduğuna
eriĢememiĢ ise de bölge yoğun bir araĢtırmaya maruz kalmıĢtır. Gelen kiĢiler,
yöredeki eski yerleĢme ve tümülüsleri önce tespit etmiĢler. Hangi devre ait
olduğunu belirlemiĢ, bazılarında kısa süreli kazılar yapmıĢlardır 125. Örneğin 1789
yılında Fransa büyükelçisi Choiseul-Gouffier, Çanakkale‘de Sigeon yakınlarındaki
Akhilleus tümülüsünü kazdırmıĢtır126.
1834–1839 yıllarında Anadolu‘yu baĢtanbaĢa gezen Fransız Charles FelixMarie Texier (1802–1871) ilk kez Hitit kavminin izini buldu. Romalı tarihçilerin
sözünü ettiği Taviun Kenti‘ni ararken, Boğazköy ve Yazılıkaya kalıntılarını tespit
etti. Bu izlenimlerini üç ciltlik bir eserde topladı127. Kitabından dolayı sultan ikinci
Mahmut ona Assos‘taki Zeus Tapınağı‘nın bazı kabartmalarını hediye etmiĢtir.
R.Rochette tarafından 1838 yılında yapılan kazıda bulunan kabartmalı metoplar ve
frizler,
bugün
Louvre
Müzesi‘ndedir.
Rochette,
kabartmaların
tamamını
bulamamıĢtır. Bu kabartmalarda at adamlar, Sfenksler bulunmaktadır. Bundan
dolayı da sultan II. Mahmut‘un adı müzenin içinde konulan ―Louvre‘u sevenler‖
listesine yazılmıĢtır. Teksier, kendisi de Magnesia am Meandrum kentinde 1842
yılının Eylül‘ünden 1834 yılının Nisan‘a kadar kazı yapmıĢ, eser de toplamıĢtır128.
Teksier‘den sonra Lord Elgi‘nin sekreteri olan William J.Hamilton (1777–
1859) da Anadolu topraklarında gezinti yaparak izlenimlerini yazmıĢtır 129. Oda imdi
Hititlerin baĢkenti olduğunu bildiğimi, Boğazköy (HattuĢaĢ) harabelerini incelemiĢ
ve Alacahöyük örenlerini e bilim âlemine tanıĢmıĢtır.
1827‘da Fransız Asya AraĢtırma cemiyet adına Anadolu ve Ġran‘ı
araĢtırmaya gelen Alman arkeolog Friedrich Edward Schulz, Van kalesi ve
civarında ilk araĢtırmaları yapmıĢ, bugün Urartu devleti olarak bildiğimiz krallığa ait
42 yazıtı kopya etmiĢtir. 1828‘de bu çalıĢmalarını Fransa‘ya yollamıĢtır. Ama
124
Lloyd, 1995: 11
Arık, 1953: 18
126
Özkan, 2009: 30
127
Özkan, 2009: 10-Description de I’ Asie Mineure, Paris 1839.
128
Özkan, 2009: 30
129
Özkan, 2009: 30-Resaerches in Asia Minor, Pontus and Armania, London 1842.
125
46
çalıĢmalarını tamamlayamadan 1829‘da Hakkâri‘de haydutlarca öldürülmüĢtür.
Onun çalıĢmaları ölümünden sonra yayınlanmıĢtır130.
Bu arada Suriye‘de Hama‘da coğrafya, Arkeoloji ve Doğu filolojisi üzerinde
çalıĢan J.L.Buckhartd (1784–1817), Luvi Hiyeroglifi olarak tanımlanan yazıtlardan
bulmuĢtur (1811)131. Üç blok halindeki bu yazıtlar Hama‘da bir caminin duvarında
örülü olarak bulunmuĢ olup geç Hitit dönemine ait Suriye‘de ilk buluntulardır132.
Fransız konsolos Gillet, 1836 yılında Tarsus Dönük taĢ Anıtında, dinamit
kullanarak, tahribata yol açan bir araĢtırma yapmıĢtır133.
Bu sıralarda, 1828 yılında Rusların, Yunanlılara destek amacıyla Trakya‘ya
kadar yaptıkları askeri bir sefer sırasında, Kırklareli civarındaki bazı Tümülüsleri
kazdıkları görülmüĢtür134. Rusların büyük Petro‘nun emriyle 18. Yüzyılda baĢlatılan
eski eser avına devam ettikleri görülmektedir.
Alman yüzbaĢı (daha sonra MareĢal) Th. Von. Moltke, 1837-38 yıllarında
Osmanlıların Kavalalılara karĢı yaptıkları askeri bir sefer sırasında gördüğü
kalıntılar, yazıtlar ve Ģehirlerden de mektuplarında bahsetmedir. Nitekim Malatya,
Kömürhan yakınlarındaki Urartu çivi yazı kaya kitabesini görmüĢ ve arkadaĢı
YüzbaĢı Vonmülback‘ta bu çivili yazıtı kopya etmiĢtir135.
Adalardaki eserler ve kalıntılar hakkında bilgi veren kiĢilerden biri de
Antoine Galland‘dır. Gallant anılarında birçok değerli bilgiler yanında eski
eserlerden söz etmeyi de ihmal etmemiĢtir. Midilli, Sakız, Delos, Naksos, Paros,
Antiparos, Kos, Rodos ve Kıbrıs Adaları‘ndaki kalıntılardan bahseder. Hatta
büyükelçi Markiz Olier de Nointel, Delos Adasından bir kitabe alarak evine
götürmüĢtür. Galland,
Apollon Tapınağı‘nın
bulunduğu
Delos Adası‘ndaki
harabelerden uzunca bahseder136.
Naksos Adası‘ndaki eserlerden bahsederken, Ġngilizlerin Arundell için
eserler almalarına karĢın, hala güzel olduğunu da eklemektedir. Kos Adası‘nın
bahsinde sarf ettiği Ģu sözler, yabancıların eski eser ve Türkler hakkındaki
düĢüncelerini özetlemektedir‖: ve bir Türkün bahçesinde bulunan kitabeyi ele
130
Sekmen, 1990: IV
Ceram, 1979: 19
132
Özkan, 2009: 32
133
Baydur, 1998:10
134
Mansel, 1943:1,3-8
135
Özkan, 2009: 33
136
Özkan, 2009: 33
131
47
geçirmeye gayret etmelidir‖137. Arkasından, ―Türkler Rodos ġehir ve Adası‘nın o
kadar kıskanç bir Ģekilde muhafaza etmeseler de orada değerli eserler bulmak
mümkün olurdu‖ diye eski eser elde etmek için ne kadar hırslı olduğunu ortaya
koymaktadır. Melos Adası‘nda görülen Diana (Artemis) heykelinden söz etmekte
ise de bunun Milo Venüs‘ü denilen heykel olduğu anlaĢılmaktadır. Nitekim belki
Galland‘ın verdiği bilgiye dayanarak, 1811‘de Maralius Vikontu, Milo Venüs‘ü
denilen eseri satın aldı e evinde tuttu. 1816-20 yıllarında Ġstanbul‘da Fransa
büyükelçisi olan Markuize de Riviere (Ch. fr. Derittardeau 1763-1828)‘in
talimatıyla, 190 yılında Louvre Müzesi‘ne götürdü138.
Sonuç olarak önce Mısır, daha sonra kıta Yunanistan ve Adalar
yağmalanmaya baĢlanmıĢtır. Yabancılar bir gün eser elde etmek için yapıları
tahrip etmektedirler. Ġlgi zamanla Anadolu‘nun iç bölgelerine ve Mezopotamya‘ya
doğru kaymaktadır. Siyasi olaylar ne yazık ki Osmanlı Devleti‘nin baĢını
ağrıtmakta, sonuç olarak askeri zafer kazanılsa da Batılı Devletler karĢısında
daima boyunu eğme zorunda kalmaktır. Büyükelçiler Osmanlı nezdinde ima baskı
unsuru olarak karĢınıza çıkmaktadır. Batılı devletlerle iyi geçinmeyi amaç edinen
Türkiye, batılıların en basit isteklerini bile bazen aĢırıya giderek yerine
getirmektedir139.
3.3.Anadolu DıĢında Yürütülen ÇalıĢmalar
Bu dönemde yapıla kazıları yönetenler, asiller, büyük elçiler ve para sahibi
kiĢilerdir. Yapılan kazıların bilimsel yönü olmayıp tamamen eski eser elde etme
amacını güdüyordu. Bunun için siyasi nüfuzlarını da kullanan elçiler, padiĢahtan
aldıkları fermanlar sayesinde çok sayıdaki eseri yut dıĢına çıkarmaya muvaffak
olmuĢlardır. Bölge açısından bakıldığında, doğal olarak Yunanistan ve Ege adaları
baĢta gelmektedir. Mısır zaten daha evvelde soyulmaya baĢlanmıĢtır. Avrupalılar
ilk kez bu dönemde, Anadolu‘nun iç kısımlarına keĢif gezileri düzenlediler140.
Yunanistan Bölgesinde eski yunan eserlerine gösterilen büyük ilgi, batılı
elçilerin, o zamanlar Osmanlı toprağı olan Yunanistan‘daki harikaları elde etme
yarıĢına itmiĢtir. Politik nüfuzlarını kullanan elçiler ve konsoloslar, ferman almak
137
Galland, 1998: II-146
Galland, 1998: II-148
139
Özkan, 2009: 34
140
Özkan, 2009: 12
138
48
veya yerel otorite ile iliĢki kurarak küçük eserleri toplayabiliyorlardı. Fakat bu
döneme gelindiğinde batılıların gözü daha büyük eserlerdeydi ve bunun için
gerekli donanımlara da sahiptiler. Hem para hem de eleman açısından yeterli
olanakları olup yanlarında ressam ve mimarda bulunduruyorlardı. Avrupa‘da 17.
yüzyıldan itibaren koleksiyonculukta büyük bir artıĢ olmuĢ ve çok sayıda antikacı
ortaya çıkmıĢtır. Eser toplamak hem bir zevk hemde bilimsel bir dürtünün
sonucuydu. Ama bazı kiĢiler. Eser toplamıyor adeta yağmalıyorlardı 141.
Yunanistan‘da en dikkate değer eselerden biri de Parthenon tapınağı idi.
M.Ö. 477–438 yıllarında yapılan tapınağın alınlıkları, metopları ve iç sütun
sırasındaki frizlerinin kabartmaları, Klasik Dönem yunan sanatının e n güzel
örnekleridir. Atina Ģehri Osmanlıların eline geçtikten sonra, Akropolis kısmı
askerlerin bulunduğu bir kale olarak kullanılmaktadır. Nitekim 1687 yılında Atina‘yı
kuĢatan Venedik dükası Morosini, Ģehri ve Akropolis toplarıyla dövmüĢ, bu arada
Osmanlı cephaneliği havaya uçunca binalar zarar görmüĢtür. Düka, zafer ganimeti
olarak Parthenon alınlığından söktürdüğü eserleri götürmek isterken düĢürüp
kırılmalarına sebep olmuĢtur142.
Kaçakçıların gözdesi olan bu yapılarda 1687‘de götürülen bu parçalardan
sonra Palermo, Padoka, Paris, Würzburg ve Kalrsruhe‘de kabartmalara ait
parçalar 18. Yüzyılda kaçırılmıĢtır. Vatikan Müzesi‘ndeki üç parça da 1744 yılında
gelmiĢtir. Oysaki 1675‘te Atina‘ya gelen Jacob Spon ve Ġngiliz Botanikçi Georges
Wheler, eserleri sağlam olarak görmüĢlerdi. Çünkü Osmanlılarda heykellere
dokunmak yasak olduğundan iyi korunmuĢlardı143. 1799–1803 yıllarında Ġngiltere
elçisi olarak Ġstanbul‘da bulunan VII. Elgin Kontu Thomas Bruce (1766–1841),
Mimar Thomas Harrison ile birlikte Parthenon‘un birkaç kabartmalı metopunu
Ġngiltere‘ye götürmek için Sultan II. Mahmut‘tan izin almıĢtır. Ama büyükelçi,
verilen bu izni kötüye kullanmıĢ ve sadece metopları değil daha fazla kabartmayı
ve aynı zamanda Yunanistan‘da topraklarına da Londra‘ya götürmüĢtür144. Kont,
daha sonra topladığı bu heykel, seramik, sikke ve yüzük taĢlarını British Museum‘a
kendi açısından zararına(!) satmıĢtır(1816). Onun kazanç temin etmek için
yapılara zarar vermesi batılı bilim adamlarınca da hoĢ karĢılanmamıĢtır. Bu
141
Etienne, 2003: 35- Özkan, 2009: 12
Özkan, 2009: 13
143
Etienne, 2003: 35-40-41
144
Daniel, 1950: 82-83
142
49
nedenle daha sonraları, eser elde etme uğruna bulunduğu yapıya zarar vermeye
Elginizm denilmiĢtir145.
1751–1753 yıllarında Dillettanti Cemiyeti mensuplarından Ġngiliz ressam
James Stuart ve mimar Nicolas Revett, Atina‘da bezeme örnekleri toplamak
amacıyla gezmiĢler ve çalıĢmalarını da yayınlamıĢlardır. Dillettanti Cemiyeti, 1732
yılında Sandwich kontu tarafından, güzel sanatları destelemek amacıyla
kurulmuĢtur. Bu cemiyete mensup kiĢiler zaman zaman grup halinde, Osmanlı
topraklarına gezi ve kazılar yapmaktadırlar146.
1811‘de Ġngiliz, Alman ve Danimarkalılardan oluĢan bir grup 147, Aegina‘daki
Zeus-Aphaia ve Bassae‘deki Apollon tapınaklarını kazmıĢlardır. Zeus-Aphaia
tapınağının M.Ö. 490–480 yıllarında tarihlenen kabartmalarında Troya savaĢından
sahneler bulunmaktadır. Bassae-Apollon tapınağı M.Ö. 420–400 yıllarında inĢa
edilmiĢ olup iç tarafta 31 metre uzunluğunda bir friz dolanmaktadır. Hafirler, bu
bulunan kabartmaları, yerlerinden alarak götürmüĢler ve Bavyera kralı I. Ludwig ile
British Museum‘a satmıĢlardır. Bavyera kralına satılanlar bugün Münih‘teki
Glyptotek‘te sergilenmektedir148.
British Museum‘a 1759‘da, Louvre Müzesi 1793‘te halka açılmıĢtır.
Sanatsever halk, yeni eserler görmek için müzelere koĢuyordu. Bu arada müzeler
arasında daha çok eser elde etmek için kıyasıya bir mücadele baĢlamıĢtı.
Görüldüğü gibi bu yarıĢtan bazıları para da kazanıyordu. Bu çalıĢmalar sırasında
Osmanlı Devleti‘nin yerel yöneticilerin de ihmalleri olduğu ve zaman zaman rüĢvet
alarak kazılara göz yumdukları da bilinmektedir149.
Fransızlar da bu yarıĢa katılmıĢlardır. Atina‘da bulunan Fransa konsolosu,
ressam ve antikacı L.Fr. S.Fauvel de Parthenon‘un bir metopunu Louvre‗a
kazandırdı (1803). Fransa‘nın Atina konsolosu olan Choiseul-Gouffier kontu Marie
Gabriel August (1752–1812), Türk hükümeti ile kurduğu iyi iliĢkiler sayesinde
Yunanistan ve adalardan Topladığı birçok eseri Fransa‘ya götürmüĢtür (1776–
1780). Kontu daha sonra 1784–1793 yıllarında Ġstanbul‘da büyük elçi olarak
görmekteyiz. Fauvel, 1798‘de Mısırın Napolyon tarafından iĢgal edilmesi üzerine
145
Arseven, 1998: 519- Eyice, 1982: 660
Özkan, 2009: 14
147
Özkan, 2009: 14-Grup, İngiliz mimar ve arkeolog Ch.Robert Cockerell, İngiliz mimar John Foster,
Danimarkalı mimar Baron Haller von Hallerstein, İsviçreli ressam Jacob Linkh’den oluşuyordu.
148
Etienne, 2003: 64-65
149
Özkan, 2009: 15
146
50
Atina‘da
tutuklandı.
dağılmıĢtır
150
Sonra
serbest
bırakıldıysa
da
el
konulan
eserleri,
.
Bu sıralarda Osmanlı Devleti‘nin tarihi eserleri sahiplenmek için bir çabası
yoktu. Louvre ve British Museum arasındaki eski eser arasındaki eski eser elde
etme yarıĢını öylece izlemiĢtir. Çünkü bu yıllarda Yunanistan‘da karıĢıklık vardı ve
Rumlar bağımsızlık elde etmek amacıyla, Batılıların da desteğiyle isyan etmiĢlerdi
(1827)151.
Osmanlılar, Yunanlılarla yapılan savaĢtan galip çıkmalarına karĢın batılı
devletlerin ve Rusya imparatorluğunun baskısıyla, Yunanistan, Mora Yarımadası,
Attika, Kyklatlar ve Skyros adaları olmak üzere 1830 ‗da bağımsızlığını kazandı.
Böylece ileride kurulacak olan Türk müzelerine bu bölgeden eser gelmesi olanağı
hemen hemen ortadan kalktı. Fakat Girit, Rodos, Midilli gibi birçok ada hala
Osmanlıların elinde olmasına rağmen, buralardan ancak daha sonraki yıllarda,
Türk yöneticilerin göndermesiyle veya yapılan kazı ve araĢtırmalar yoluyla müzeye
eser gelmiĢtir. Bunların da çok sayıda oldukları söylenemez. Yabancıların Mısır‘a
olan ilgileri ise hiyeroglifler ile piramitler baĢta olmak üzere muazzam harabeleri,
heykelleri, mumyaları yüzünden baĢlamıĢtır. Harabe ve mezarlardan kolayca ele
geçen binlerce buluntuda bu ilgiyi attırmıĢtır. Mezarlardan ele geçen değerli taĢ
altınların bir kısmı tekrar mücevherat yapımında kullanılıyor iken Müslümanlar için
bir Ģey ifade etmeyen kabartma ve heykellerde bunlara ilgi duyan yabancılara
satılıp para kazanılıyordu. Bunun dıĢında Eski Mısır‘ın yazıları, kiĢilerin ilgisini
çekmekte olup hiyeroglif yazısını çözmeye uğraĢmaya daha M.S.3. yüzyılda
baĢlanmıĢtı. Yabancı gezginler, koptca el yazma kitaplar ve eski Mısır eserlerini
almak üzere Mısır‘a gelmeye baĢladılar152.
1652 yılında Fransız Jean de Thévenot, Suriye ve Ġran‘dan sonra Mısır‘ı da
ziyaret eder ve Gize‘de Keops piramidinin ölçülerini çıkarır. Memfiste bir mezar
açtırır ve bir lahit satın alır. Sakkara‘da da içinde çok sayıda mumya bulunan bir
kuyu açtırmıĢtır. Buradan da altı adet mumya alarak Fransa‘ya döner153.
Ayrıca Dominikan papazı Johann Michael von wansleben 1672‘de, Fransız
bakan Jean Babtiste Colbert‘le, eski yazılar ve sikkeler satın almak üzere, orta
Mısır‘a kadar uzandılar. ÇeĢitli manastırları ve antinoe kentini gezerler.1699 ve
150
Etienne, 2003: 68
Özkan, 2009: 16
152
Özkan, 2009: 17
153
Vercoutter, 2003: 31
151
51
1717 yıllarında serüvenci Paul Lukas, Luksor kentine kadar gitmiĢtir. 1717–20
yıllarında Fransız pederler Jesuit ile Claude Sicard, Mısır‘ın ilk haritasını yaparlar
ve çalıĢmalarını bir kitapta toplarlar154.
1735 yılından önce Fransız baĢkonsolosu Benoit De Maillet, kont de
Pontchantrain‘e, Yunanistan‘da kazı yapan kont de Caylus‘a gönderilenlerin büyük
kısmı Paris‘te Bibliotheque Nationaldadır.
1759 yılında Ġtalyan Doktor Donati, Ġtalya prensleri adına Karnak‘ta kazı
yapmıĢtır. XVIII. Yüzyılın ortalarında Ġngiliz rahip Richard Pococke ve Friedrich
Ludwig Worgen ziyaret etmiĢlerdir.
1810 yılından 18228 yılına kadar, 13 tapınağın taĢları sökülerek ya fabrika
inĢaatında kullanılmıĢ veya kireç ocakların da yakılmıĢtır. 1821 yılında Ġngiliz Mısır
bilimci Wilkinson, Theb kentinde kazı yapmıĢtır155.
Krokodilopolis‘i 1812‘de keĢfeden Marsilyalı heykeltıraĢ Jean Jacques
Rifaud, burayı 1823 yılında kazarak 6 tapınak, 66 heykel ve 200‘dn fazla yazıt
buldu. Rifaud, Drovett adına eser biriktirmektedir. Eserler Fransa kralına satılmak
istenmiĢse de fiyatta anlaĢılmayınca, Pimonte satılmıĢ ve eserler torino mısır
müzesine gelmiĢtir. Bugün torinodaki museo egizio adlı müze Avrupa‘nın en
zengin mısır eserlerine sahiptir. Mısır eseri giren ilk Avrupa müzesi budur.
Biriktirilen ikinci kısım mısır eserleri, Champollionun önerisiyle Fransa kralı
tarafından Louvre müzesi için satın alınır. Üçüncü birikim de 1836 yılında mısır
bilimci Lepsius‘un tavsiyesiyle Prusya kralı tarafından satın alınmıĢtır. Karl Richard
Lepsius (1810–1884), 1842–1846 yıllarında Prusya kralı adına tüm mısır ve nubia
anıtlarını kopya etmiĢtir. Ayrıca Cebel Barka‘daki amun mabedinden büyük bir
heykeli baĢkent Berlin‘e götürmüĢtür156.
Mısır‘ın soyunması bu ülkede görevli batılı diplomatlar yoluyla baĢlamıĢtır.
Bunlar ülkelerine binlerce mısır eseri götürmüĢtür. Firavunların mezarları, mezar
soyguncuların büyük ilgisini çekmekte, kaçak kazılarla bulunan eserler yok
pahasına yabancılara satılmıĢtır.
Napoleon Bonoparte‘ın 1798-99‘da Ġngilizlere yenilerek baĢarısızlıkla
sonuçlanan mısır seferi sırasında Fransız ordusunda bulunan bilim adamları eski
mısır eserlerini topladılar ve üzerlerindeki yazıları özenle kopya ettiler. Bilim
154
Özkan, 2009: 18
Özkan, 2009: 18
156
Özkan, 2009: 18
155
52
adamlarının baĢında D.Vivant Denon vardı. Fransızların yenilmesi sonucunda,
bütün derlenen antikalar, 1803 yılında Ġngilizlere teslim edildi. Bu eserlerde British
Museum‘a verilmiĢ, ama yazıtların ve eserlerin kopyaları Paris‘e götürülmüĢtür.
Mısırdan toplanan eserler ve kopyalar üzerinde yapılan çalıĢmalar yapmak
amacıyla Paris‘te Fransız mısır enstitüsü kurulmuĢtur. Enstitü Merkezi‘ni daha
sonra Kahire‘ye taĢımıĢtır. Böylece ‖Egyptology‖ bir bilim dalı olarak geliĢmeye
baĢladı. Mısır seferine katılan Jean François Chanpollion (1790–1832), YunancaHiyeratik ve hiyeroglif olarak kaleme alınmıĢ olan reĢit/rozet taĢının yazarını, kopt
dilini bilmesi sayesinde, 1822‘de çözerek mısır hiyeroglif yazısını okuyup anlamayı
baĢarmıĢtır157.
Avrupa‘da mısır eseri ama arzusu arttıkça hem araĢtırmalar hem de antika
satıcılığı artmıĢtır. Böylece yerliler yanında yabancı eski eser satıcıları da vardı.
Kendilerini teknisyen olarak da gösterilen bu kiĢiler arasında Ġsveç ve Norveç
adına çalıĢan Giovanni anastasi, Fransa adına çalıĢan Bernardino Drovetti,
Sabatier ve Mineut ile Ġngilizler adına çalıĢan Henry Salt vardır. Bunlar aldıkları
fermanla, Avrupalı definecileri tutarak kazı yapmakta veya satın alarak topladıkları
binlerce eseri Avrupa‘ya götürmüĢlerdir. Böylece Londra, Paris, Torino, Viyana,
Berlin ve Leiden‘de büyük koleksiyonlar oluĢmuĢtur. Bu çalıĢmalara güdeleyen
diğer bir olgu da halkın, Ġncil‘de geçen bazı olayları tasdik edecek sonuçları görme
arzusuydu. H.Salt, biriktirdiği eserleri British Museum‘a satmak istemiĢse de parayı
alamadığından, bunları Soane‘a sattı. 4014 eserlik ikinci grubu Louvre‘a sattı.
Üçüncü grup ise, onun ölümünden sonra British Museum‘a satılmıĢtır. Burada
1083 parça eser vardır158. Yabancılar mısırın hazinelerinden daha çok
nasiplenmek için arkeolojik kazı yapmayı düĢünmüĢlerdir. Ama ilk teĢebbüste
bulunan kiĢi, Mısır Hidivi‘nin gözünü su pompasıyla boyamıĢ olan Ġtalyan bir
akrobat idi. Mısır‘da kazı yapan ilk Avrupalı olan ve arkeoloji ile ilgisi olmayan
Giovanni Battista belzoni (1778–1823), 1816‘da Mısır‘a gelmiĢtir159. Bu adam,
yaptığı iĢlerden dolayı bir mezar soyguncusu olarak görülmektedir. 1816 yılı kasım
ayında ikinci Ramses‘in muazzam heykelinin baĢının uzun uğraĢlarla Ġngiltere‘ye
gitmesini sağlamıĢtır. Gize‘de, firavun Kefren‘in Piramidi‘ni açmıĢtır. Ġçinde firavun
I. Ramses‘in ve I. Seti‘nin mezarının da bulunduğu, Theb‘deki mezarlıkta kazılar
157
Özkan, 2009: 18
Özkan, 2009: 20
159
Fagon, 1973: 48-Ceram, 1982: 104
158
53
yapmıĢtır. Belzoni, Ġngilizler adına çalıĢmıĢ, bulduğu eserleri gemi ile British
Museum‘a yollamıĢtır160.
Fransız natüralist Frédérich Cailliaut, 1816–1822 yıllarında mısırda
dolaĢarak resimler yapmıĢtır. 1828–29 yıllarında Fransa-Toskana keĢif heyetine
katılan Rosellini-Cihampollion, yüzlerce mezarda çalıĢtı ve önemli eserler keĢfetti.
Aynı zamanda bunlarla ilgili 1400‘den fazla çizim yapmıĢtır. 1829‘da Fransız
Prisse d‘Avennes, Mısır‘a gelir. Mühendis ve hidrograf olan bu kiĢi Mehmet Ali
PaĢa‘nın yanında çalıĢmaya baĢlar. Aynı zamanda arkeolojiye de meraklıdır.
Nitekim kaynakta ki amun mabedindeki üçüncü Tutmosis‘in Atalar Salonu‘nu
söküp Louvre Müzesine hediye eder. 1828 yılında Mısır‘a tekrar gelen
Chanpollion, I.Seti‘nin mezarının kapı pervazı ile Luksor mabedindeki bir obeliskin
taĢınmasına nezaret etti. Diğer pervazı da Roselli‘ni, Fransa‘ya götürmüĢtür.
Luksor‘dan sökülen dikili taĢ, Nisan 1833‘te gemiyle Fransa‘ya yola çıkar ve Tulon
limanına getirilir. Uzun çabalardan sonra dikili taĢ, 1836 yılında Paris‘te Concorde
Meydanı‘na dikilmiĢtir. Osmanlı yöneticilerinin bu çalıĢmalar karĢısında nasıl bir
davranıĢ gösterdiğini bilemiyoruz. Çünkü Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali PaĢa
(17569–1846) Osmanlı PadiĢahı‘na isyan etmiĢ Nizip SavaĢı‘ndan sonra Konya‘ya
kadar ilerlemiĢti. Bunun üzerine, Osmanlı Devleti Rusları yardıma çağırmıĢ, bunu
duyan Kavalalı, barıĢ yapmaya yanaĢmıĢtır. Böylece Mısır ülkesi 1832 yılında
Osmanlı Ġmparatorluğundan ayrılarak iç iĢlerinde serbest bir eyalet statüsüne
getirilmiĢtir. Kavalalı, Avrupalılarla yakın bir iliĢkiye girmiĢti. Ülkesini daha zengin
ve güçlü hale getirmeye uğraĢmaktadır. Bu sırada eski anıtlar kireç veya bina
yapmak amacıyla yıkılıyor, mumyalar Ģekerin rafinerisinde ve beyazlatılmasında
kullanılıyordu161.
Mısır‘daki eski eserleri korumak amacıyla ilk ciddi giriĢimi yapan, Fransa‘da
eğitim görmüĢ olan Rifa‘a el Tahtavi (1801–1873), 10 ağustos 1835 tarihinde bir
yönetmelik yayınlamıĢtır. O, halkın dikkatini eski eserlerin önem ve değerine
çekmiĢti. Mısır eserlerinin ticareti düzenlendi ve Kahire‘de ilk kez sergilenmesi de
yapıldı. Önce Ģehrin merkezindeki Özbekiye Bahçesi‘ndeki küçük bir binaya
taĢındı. Burası uzun yıllardan beri Mısır‘da yaĢayan, Fransız mühendis ve
coğrafyacı Louis Maurice Adolphe Linant de Bellefonts‘a emanet edildi. Ama
Kavalalı ve ondan sonra gelen hidivler bu eserleri, Avrupalı önemli misafirlere
160
161
Özkan, 2009: 21
Özkan, 2009: 22
54
hediye vermek için bulunduruyorlardı. Nitekim eserler, daha sonra Selahattin
Kalesi‘nin içine taĢındı. Kaledeki tek bir odada kalan eserler, yeterli görülmüĢtü.
Hidiv Sait PaĢa tarafından geriye kalan eserler, 1855‘te Avusturya arĢidükü
Maksimillian‘nın ziyaretinde kendisine hediye edildi. Mısır‘da ilk kazıyı yapan
Auguste Mariette (1821-1881) Louvre Müzesi‘nde çalıĢan bir asistandı. Mısır‘a
geliĢ amacı, Kıpti rahiplerin kurduğu manastırlardaki el yazmaları satın almaktı.
Bunda baĢarısız oldu ama Sakkara ‘da Serapis Tapınağı‘nın giriĢini ve kutsal Apis
Boğalarının mezarlarını açtı (1850–57). 1857‘de Paris‘e döndü162.
1858 yılında Mısır Eski Eserler Müdürlüğü oluĢturuldu. Mariette‘ye genel
müdürlük teklif edildi. Müdürlüğü kabul eden Ariette‘nin en büyük uğraĢısı, Mısır ve
Avrupalıların eski eser ticaretine devam etme isteklerinin engellenmesi ile
geçmiĢtir. Bu sırada, 1859 yılında Dra Abu el-Naga‘da kraliçe Anhotip ‘in mezarı
bulundu. Kraliçenin tabutu Qena Valisi tarafından el konularak Kahire‘ye
gönderilmiĢtir163.
Mariette, 1860‘ta Sakkara‘daki bir dizi mastabayı açmıĢtır. Aynı yıl Gize
‘deki Kefren ‘in Vadi Tapınağı‘nı da kazar. Ayrıca Tanis (1860–1861) Abydos,
Theb (1857-58) ve hatta Elephantine Adası‘nda kazılarda bulunur. 1871‘de
Medium‘da Rahotep ve Nefermaat mastablarını kazmıĢtır. 1 Haziran 1858‘de Mısır
Eski Eserler ÇalıĢmaları Müdürlüğü‘ne getirilir. 1881‘de ölünceye kadar bu
görevde kalmıĢtır. Mariette‘nin ölümünden sonra, onunla birlikte yıllarca çalıĢmıĢ
olan Luigi Vassali (1812-1887) bir süre müzeyi yönetmiĢse de yerine Gaston
Maspero (1846-1916), müze müdürü olur. Maspero çalıĢmaları sırasında büyük bir
baĢarıya imza atar. Ve Theb‘de 18 ve 19. Sülale mezarlığını açar. Firavun Amasis
I., II., III. Tutmosis, I. Amenofis, I.,II., III. Ramses ve kraliçeleri Nefertari, Haçepsut,
Anhotep ve prens-prensesler ile yüksek rütbeli kiĢilerin mumyalarını bulur Mısır
Müzesi‘ne getirir. Bulak Ģehrindeki Mısır Müzesi, Mariette tarafından 1863‘de ilk
kez halka açıldı. Müze 1878‘desele maruz kaldı ve birçok eser selde kayboldu.
Geriye kalanlar Hidiv Ġsmail PaĢa‘nın Gize‘de ki evinin bir köĢesine yerleĢtirildi.
Maspero, Cezire‘de bir müze yaptırmak istenmiĢse de eserler 10 yıl daha Bulak‘ta
kalmıĢtır. Onun ardılı Eugene Grebaut (1846-1915), zamanında, 1889‘da
Bulak‘taki eserler binaya sığmaz oldular. Hatta kazılar boyunca eserler Yukarı
Mısır‘da gemiler içinde korunmuĢtur. Hidin Ġsmail PaĢa‘nın Gize‘deki evi müze için
162
163
Özkan, 2009: 23
Özkan, 2009: 24
55
ayarlandı ve 1889‘da Gize ‘ye taĢınan eserler 1890 yılında tekrar gezilebilir hale
geldi. Eserlerin daha iyi sergilenebilmesi için yeni büyük bir Mısır Müzesi yapılmak
istendi. Mısır Müzesi Binası için açılan yarıĢmayı Fransız mimar Marcel Dourdon
kazandı. 1897‘de inĢasına baĢlanan müzeye 9 Mart 1902‘de eserler aktarılmaya
baĢlanmıĢ, 13 Temmuzda bu iĢlem tamamlanmıĢ ve nihayet 15 Kasım 1902
tarihinde açılmıĢtır. Tahrir meydanında bulunan bu binada bugün 15000‘den fazla
eser bulunmaktadır. Mısır‘da eski eserlere karĢı duyarlılık, Ġstanbul‘dan önce
baĢlamıĢtır. 1835‘te çıkarılan bir kanunla eski eserlerin yurt dıĢına çıkarılması
yasaklandıysa da Avrupa Müzeleri‘ne binlerce Mısır eseri akmıĢtır. Örneğin,
Viyana‘daki, Kunsthistorische Museum‘da 10000 kadar Mısır eseri korunmakta
olup, eserler diplomatlar yoluyla satın alınarak getirtilmiĢtir. Ayrıca bazı
koleksiyonlarda satın alınarak birikim zenginleĢtirilmiĢtir164.
Eugene Grebaut, Luksor‘un, Nil‘in batı tarafında bulunan Dra‘Abu el-Naga
denilen yer bir mezarlıkta, 1891 yılında geniĢ bir kazı yapmıĢtır. Burada 17–18.
sülalelerin kral ve kraliçeleri yanında Karnak‘ın Amun rahip ve yüksek memurları
gömülmüĢtür. Bu kazı da bulunan eserlerin bir kısmı. Mısır Hidivi Abbas PaĢa
tarafından Ġstanbul‘a gönderilmiĢtir165. Eserler arasında her türden mezar eĢyası
bulunmakta olup böylece Müze-i Hümayun‘a Mısır eseri girmiĢtir. Bumlar arasında
sekiz adet mumya sandukası olup üçünde mumyaları mevcuttur. Ayrıca Kanop
vazoları, maskeler, mumya yastığı, süs eĢyaları ile Ölüler Kitabı‘ndan papirüs
yaprağı gibi mezarlara bırakılan ölü hediyeleri de vardır. Ayrıca tanrı, uĢepti ve
hayvan heykelcikleri de bulunmaktadır166.
Müze-i Humayun, Mısır eserlerinden nasibini alamamıĢtır. Nitekim 1890‘da
Mısırlı Ġbrahim PaĢa (186 parça vermiĢ) ve Sadrazam Ġbrahim Edhem PaĢa‘nın az
sayıdaki hediyeleri ile Alman büyükelçisi Radowitz‘in satın alınan koleksiyonundan
da biraz Mısır eseri gelmiĢse de Anadolu‘da bulunanlar, Filistin kazılarından
gelenler ile toplam Eski Mısır eserlerinin sayısı ancak bin kadardır167.
Mezopotamya, XVI. Yüzyıldan itibaren gezginlerin uğrak yerlerinden biridir.
Gelen kiĢiler, köylülerin bulmuĢ oldukları heykelcik, silindir mühür, çivi yazılı tablet
ve tuğlalar gibi küçük eserlere rağbet ediyor, bunları satın alıyorlardı. Nitekim
164
Satzinger, 1994:- Özkan, 2009: 25
Eşem, 1955:59
166
Özkan, 2009: 26
167
Özkan, 2009: 26-Asar-ı Mısrıye Kataloğu, İstanbul 1317, 11-12; 1897 yılı istatistiğinde toplam 912 eser
olduğu belirtilmiştir.
165
56
1780‘de Papa‘nın emriyle Irak‘a giden Fransız rahip Pierre Joseph de Beauchamp
(1752–1801) da eserlerden toplamıĢtır168.
Leh asıllı Cizvit papazı Maximilian Ryllo da Mezopotamya‘ya bir gezi
yapmıĢtır. Papaz Ninive‘yi ziyaret etmiĢ, 9 silindir, 1 damga mühür, 7 adet çivi
yazılı tablet ve kerpiç ile bir taĢ kabartma parçası almıĢtır. Ayrıca iki amulet ve 14
Sasani mührü de getirmiĢtir. 1838‘de Vatikan‘a döndüğünde, buluntularını Vatikan
Kütüphanesi‘ne bağıĢlamıĢtır169.
1795‘te matematikçi Karsten Niebuhr (1733–1815), Danimarka kralı 5.
Friedrich tarafından Mısır, Arabistan ve Suriye‘ye araĢtırma için gönderilen bir
heyete girmiĢtir. Bu gezi sırasında bir ara Ġran‘a giderek Persepolis harabelerini
incelemiĢ ve buradaki üç dilli çivi yazılı kaya yazıtlarını kopya etmiĢtir. O bunların
eski Persçe, Yeni Elamca ve Yeni Babilce dillerinde olduğunu ilk kez saptamıĢtır.
1802‘de George F. Grotefend (1775–1853) ise bu yazıtlardaki kral adlarını
belirlemiĢtir. Grotefend, eski doğu dillerini bilmediğinden daha ileriye gidememiĢ
ise de çivi yazının çözümü için ilk adımları atmıĢ oldu170.
1816 yılı baĢında Bağdat‘ta Ġngiltere‘nin iĢ temsilcisi olarak bulunan Cladius
James Rich (1786–1821), sekreteri Charles Bellino ve Dr Hine le Mezopotamya‘da
(Hille‘de) kazı yapan ilk kiĢilerdir171. Rich, harabeleri gezmiĢ, eski eserleri toplamıĢ
ve 1817‘de Babil Ģehrini ziyaret etmiĢtir. ÇalıĢmalarını da yayınlayan Rich‘in eski
eser birikimi ölümünden sonra, 1825 yılında British Museum‘a verilmiĢtir. Rich
sağlığında, bazı eserleri Avusturya arĢidükü John‘a vermesi için Büyükelçi von
Hammer-Purgstall‘a göndermiĢtir172.
Charles Bellino, Avusturya‘da doğu dilleri okumuĢ, daha sonra Ġngiliz
ordusunda çalıĢmıĢtır. 1811‘de Avusturya‘nın büyükelçisi tarihçi, orentalist ve Ģair
olan Joseph von Hammer (daha sonra Freiherr Vonhammer-Purgstall 1774–1856)
ile tanıĢtı. Doğu dilleri ve hukuk alanında çalıĢtı. 1816‘da önce Rich ile
Mezopotamya‘ya gitti. Aynı yıl gezgin James Silk Buckingham‘a eĢlik etti ve
Bellino çivi yazılarını kopya etmede büyük baĢarı gösterdi. Hemedan ve
168
Daniel, 1981:69
Buren, 1942: 360-365
170
Özkan, 2009: 28
171
Özkan, 2009: 28-Daniel, 1981:70-Lloyd, 1955:1-90
172
Özkan, 2009: 28
169
57
KirmenĢah‘taki yazıtları kopyaları tamamlayamadan hastalanarak 1820‘de öldü ve
Musul‘da gömüldü173.
Ġngiliz ve gezgin W.F.Ainstworth, Telsin, Kare (Senke de Larsa) kentinde
1832, Ekim 1834 ve Ocak 1835‘te kazılarda bulunmuĢtur. Bulunan eserler
Ġngiltere‘ye gitmiĢtir174.
3.4.KuruluĢ ve Fethi Ahmet PaĢa Dönemi (1839-1869)
Toplayıcılığın ve ilk koleksiyonculuk örneklerinin, dünyada insanların
yerleĢik hayata geçtiği çağlara kadar uzandığını daha önce belirtilmiĢti.
Neolitik çağdan bu yana Ortadoğu da ve Anadolu‘da yaĢamıĢ kavimlerin ve
uygarlıkların küçüklü büyüklü birçok yerleĢim merkezlerinde bu koleksiyonculuk
geleneğinin devam ettiğini görmek mümkün olabilmektedir.
Sanatın ve sanatçıların geliĢmesini sağlayan bu ilk koleksiyonlar ve
koleksiyonculuk öncelikle, insanların kendinden daha üstün güçlere tapınmak
amacıyla yaptıkları mabetlere dini amaçla sunulan hediyeler ve kutsal sayılan
eĢyaların bir araya getirilmesi ile oluĢmuĢtur. Mabet koleksiyonları, hediye ve
ganimet olarak gelen dinsel nitelikli ve öteki kıymetli eserlerle iyice zenginleĢmiĢ
ve orta çağda, özellikle kiliselerde hazineler haline gelmiĢtir. Tanrıdan ya da
tanrılardan aldıkları manevi güçlere sahip olduklarına inanılan mabetlerdeki din
adamları, böylece bu manevi güçlerinin yanında, söz konusu hazineler ve öteki
yan gelirler sayesinde büyük bir maddi güce de sahip olmuĢlardır. Bu durum
varlıklı ve aynı zamanda söz sahibi bir ruhban sınıfının doğmasını sağlamıĢtır.
Ġkinci tip koleksiyonculuk devlet yönetimlerinin ve yerel yönetimlerin, halkın
ve devletin geleceğini dikkate alarak, o yönetimin gücünü ve devamını güvence
altına almak amacıyla meydana getirilen koleksiyonlar ve koleksiyonculuktur ki,
buna devlet hazinesi denmekte idi. Bu hazine, Ģimdiki anlamda merkez
bankalarının kasalarında saklanan külçe altınlar stokunu hatırlatmamalıdır.
Bahsettiğimiz hazinelerde, kıymetli madenlerden, kıymetli taĢlardan ve öteki
maddelerden yapılmıĢ sanat eserleri ve ziynet eĢyaları dâhil, her türlü eser, eĢya
ve ganimet bulunuyordu.
173
174
Barnett, 1974: 44
Özkan, 2009: 29
58
Üçüncü tip koleksiyonculuk ise, belirli bir zümre, sınıf hanedan, aile ve diğer
hatırı sayılır zengin kiĢilerce toplama, satın alma ve ganimet alma gibi yollarla
elde edilen eser ve eĢyalardan oluĢan koleksiyonlar ve koleksiyonculuk idi.
Tüm bu koleksiyonların, asırları aĢarak zamanımıza kadar ulaĢtığını tabii ki
söyleyemiyoruz. Ġmparatorlukların, krallıkların, sultanlıkların, hanedanlıkların vb.
yıkılıp gitmesiyle, devlet hazineleri ve koleksiyonlar dağılmıĢ ve yok olup gitmiĢtir.
Türklerdeki koleksiyonculuk geleneğinin Anadolu‘daki uzantılarının en erken
örneğini 13.yy.‘da Selçuklular dönem‘inde görmek mümkün olmaktadır.
Prof. Dr. Semavi Eyice‘nin de belirttiği gibi; eski Konya‘nın bulunduğu
höyüğün etrafı, Selçuklular tarafından, bugün hiçbir izi kalmamıĢ bulunan bir surla
çevrelenmiĢ ve Selçuklular bu sırada ellerine geçen her döneme ait çeĢitli iĢlemeli
ve kabartmalı taĢları sur duvarlarının dıĢ yüzlerine yerleĢtirmiĢler ve dolayısı ile bu
eserler değerlendirilerek bir koleksiyonculuk ve müzecilik örneği verilmiĢtir.
Bu sur duvarlarını ve giriĢ kapılarını süsleyen kabartma ve heykellerin
tasvirlerini, Fransız seyyah Leon de Laborde tarafından 1837 de yayınlanan
―küçük Asya ve Suriye Seyahatleri‖ adlı eserdeki gravürlerde görmekteyiz. Bunlar
arasında baĢsız çıplak bir erkek heykeli de bulunmaktaydı.
Elbistan ve MaraĢ yörelerinde hüküm sürmüĢ ve Anadolu beyliklerinden biri
olan Dulkadiroğulları Beyliği (1339- 1522) ‗nin hükümdarlarından Alaüddevle‘nin
MaraĢ surları içerisindeki bir bölümde Geç Hitit eserlerini biriktirdiği bilinmektedir.
Osmanlı Dönemi‘ne gelindiğinde, Osmanlı padiĢahlarının, gerek ilk baĢkent
olan Bursa‘daki ve gerekse Edirne‘deki saraylarında hazine dairelerinin
bulunduğu, daha baĢtan beri ata yadigârı kıymetli eserlerin ve savaĢlarda elde
edilen ganimetlerin buralarda korunduğu bilinmektedir. Vaktiyle Askeri Müze‘de
tesadüfen ele geçirilip koruma altına alınan Orhan Gazi‘nin iĢlemeli miğferi buna
bir örnek teĢkil etmektedir.
Ġstanbul ‗un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından sarayda bir
hazine dairesinin meydana getirildiği ve Fatih‘in çeĢitli dillerde yazılmıĢ değerli
kitaplardan
oluĢan
zengin
ve
önemli
bir
kütüphanesinin
bulunduğu
anlaĢılmaktadır.
19.yy.‘da yaĢamıĢ devlet adamı, divan Ģairi ve tarihçilerimizden Ahmet
Tayyarzade Ata Bey, Ahmet Cevdet PaĢa ‗nın teĢvikiyle kaleme aldığı kısaca ―Ata
tarihi‖ denen ve II. Mahmut‘la Abdülmecit dönemlerine ait olayların anlatıldığı beĢ
ciltlik ―Enderun Tarihi‖nde Fatih ‘den itibaren büyük Haziney-i Hümayun‘dan
59
bahsedilerek; Sultan II. Beyazıt (1481-1512) zamanında Enderun Hazinesi
hakkında düzenlemiĢ bir defterin bulunduğu, hazine eĢyasının zamanla saraya
sığmaz hale geldiği ve güvenlik gerekçesiyle bir kısmının Yedikule Hisarı‘na
taĢınarak orada korunduğu ifade edilmektedir.
Gerek Ata yadigârı olsun, gerekse nadir ve kıymetli eserler olsun Osmanlı
PadiĢahlarının hazineleri esas olarak Yavuz Sultan Selim (1512-1520) zamanında
dünya çapında ün yapmaya ve değerlendirilmeye baĢlamıĢtır. Yavuz Sultan
Selim‘in doğu seferi, Suriye ve Mısır Seferi, Mekke ġereflerinin Yavuz‘a
teslimiyetleri, Halifeliğin Osmanlılara geçmesi dolayısıyla ve baĢta Ġslam âlemince
son derece önem verilen kutsal emanetler olmak üzere, birçok değerli eser ve
ganimetin Osmanlı Sarayına taĢınması hazinenin ve kıymetli sanat eserlerinden
meydana gelen koleksiyonların zenginleĢmesini sağlamıĢtır.
Esas itibariyle Aya Ġrini Kilisesi ‗de Ġstanbul‘un fethinden sonra hem
Osmanlı ve hem de savaĢlarda ganimet olarak elde edilen yabancı silah araç ve
gereçlerinin korunduğu bir silah deposu (cebehane) haline getirilmiĢtir.
Sultan III. Murat (1574–1595) zamanına kadar Yedikule Hisarı‘nda
saklanan Osmanlı hazine eĢyaları, III. Murat zamanında Topkapı Sarayı‘na
nakledilmiĢtir. Ata tarihinin verdiği açıklamaya göre, bu bilgiler III. Murat‗ın
sarayında yirmi sene kadar HekimbaĢı görevinde bulunan Dominicos adlı Musevi
asıllı Kudüs‘lü bir bilginin kitabına dayanılarak verilmektedir. Topkapı ve
Dolmabahçe ‗den baĢka II. Abdülhamit‘in oturduğu Yıldız Sarayı‘nda, içi eserlerle
dolu büyük bir müze salonu (Nadireler Salonu) bulunmaktaydı.
Ancak buraya dıĢardan baĢka kimse giremezdi. Abdülhamit‘ten sonra
Hükümetin kararıyla buradaki eserler Ġstanbul Müzesi‘ne ve Topkapı Sarayı‘na
teslim edilmiĢtir. O zamanlar Topkapı Sarayı Hazineyi Hassa‘ya aitti ve ziyaretçi
giremezdi.
ĠĢte bu verilen örnekler Osmanlılardaki koleksiyonculuk baĢarısı ve
müzeciliğimizin ilk adımları idi. Bu ilk koleksiyonlar bugün askeri müze ve Topkapı
sarayı müzesi olarak dünyanın takdirini toplamakta ve bizim için de birer tarih ve
sanat anıtı olarak övünç kaynağı teĢkil etmektedir. Ġstanbul‘un fethinden sonra ve
bütün Osmanlı tarihi boyunca, gerek Osmanlı silahlarının, gerekse savaĢ ganimeti
olarak ele geçirilen silah, araç ve gereçlerinin Bizans çağından kalma Aya Ġrini
(Hagia Eirene) Kilisesi‘nde toplandığı v buranın cebehane, yani silah deposu
olarak kullanıldığını yukarıda belirtmiĢtik.
60
Ġlk Türk müzesini içerisinde barındıran Aya Ġrini anıtı, aynı zamanda tabir
yerindeyse Türk müzeciliğinin de ilk mabedi ya da anıtıdır.
Aya Ġrini (Hagia Eirene) anıtı Topkapı Sarayı‘nın dıĢ avlusunda olup,
Ġstanbul ‗daki Bizans kiliseleri içerisinde en eski olanlarından biridir. Ġlk defa
Konstantinus döneminde 4 yy.‘da yaptırılmıĢ, 532 yılında çıkan Nika isyanı
sırasında Ayasofya ile birlikte yakılmıĢtır. Bina 6.yy.‘da Justinianus tarafından
tekrar yaptırılmıĢtır. Aya Ġrini 732 yılında, yani imparator III. Leon (712–741)
döneminde büyük bir deprem sonucu tahrip olmasına rağmen aynı yüzyıl
içerisinde yeniden onarılmıĢtır. Kubbe çapı 15 m. Kubbenin yerden yüksekliği 35
m.dir.
Ġstanbul ‘daki Bizans kiliseleri içerisinde avlusu günümüze kadar korunmuĢ
tek kilise olan Aya Ġrini Ġstanbul‘un fethinden sonra hiçbir zaman camiye
çevrilmemiĢtir.
III. Ahmet Dönemi‘ne kadar Cebehane olarak anılan binaya, Sultan III.
Ahmet (1703–1730) devrinde 1726 yılında yine silah ambarı anlamına gelen ―Darül Esliha ―ismi verilmiĢtir. Binanın ana giriĢ kapısı üzerinde III. Ahmet‘in Dar-ül
Esliha‘yı tamir ettirdiğine dair 1726 tarihli kitabesi ile Sultan I.Mahmut (1730–
1754) ‗un 1743 tarihli binayı elden
geçirerek
yenilediğine
dair kitabe
bulunmaktadır.
Sultan II. Mahmut (1808–1839) zamanında meydana gelen Yeniçeri isyanı
sırasında ve 1826 yılında Yeniçeri Ocağı‘nın kaldırılması sırasında Darülesliha da
zarar görmüĢ, buradaki bir kısım silahlar yağmalanmıĢ ve imha edilmiĢtir.
Ġlk Türk müzesinin kuruluĢ dönemi Osmanlı imparatorluğu‘nun çöküĢ
devrinin baĢladığı zamanlara tesadüf etmektedir. Devlet siyasi, askeri ve
ekonomik açılardan gittikçe zayıflamakta sürekli toprak kaybedilmektedir.
Ġmparator,
1839‘da
tahta
çıkan
II.
Mahmut‘un
oğlu
31,padiĢah
Abdülmecit‘tir. Mustafa ReĢit PaĢa‘nın 1839 Gülhane Hattı Hümayunu‘nun ilanı
(Tanzimat Fermanı)ile Tanzimat devri baĢlamıĢ, özgürlükler ve insan haklarıyla
ilgili yeni düzenlemeler getirilmiĢtir.
Sultan Abdülmecid‘in saltanatının ilk yıllarında ilan edilen Tanzimat fermanı
(1839),Osmanlı ülkesinde batı tarzında bazı yeniliklerin oluĢması amacını
güdüyordu. Batılı tarzda taĢra teĢkilatının kurulması, ziraat, orman telgraf ve ebe
okulları gibi okulların açılması, Ceride-i Havadis adlı ilk Türkçe gazetenin
yayınlanması gibi birçok yenilikleri de kapsamaktadır. 1856 yılındaki Islahat
61
Fermanı‘yla da bu yenileĢme hareketleri devam etti. Bu dönem de ilk kez bir müze
kurma fikri ortaya çıkmıĢtır. Eski eserlerle anıtların korunması ve yurt dıĢına
çıkartılmaması düĢüncesi doğdu. Nitekim 1858 tarihli ceza kanununda görevde
bulunan güzel eser ve binaları kıran veya tahrip edenlere verilecek cezalardan söz
edilmektedir. Fakat devlet yine de bu iĢi bilen bir kiĢiden yoksundu. Devletin
topraklarında yapılan kazıları denetleyecek, gezginlerle ilgilenecek, müzenin
ihtiyaçlarını bilecek memurlar bulunmuyordu. Devlet bu konuda ki açığını diğer
konularda olduğu gibi yabancı bilim adamları ile kapatmak yoluna gitmiĢ, ilerisi için
bir plan dahi yapmamıĢtır. Ayrıca zengin kiĢilerinde özel koleksiyonlarında,
arkeolojik eserlere az yer verdiklerini sanıyoruz175.
Mısır meselesi devam etmektedir. Mısır‘a harb ilan edilir. 1840 yılında
Londra AntlaĢması‘nın ardından Mehmet Ali PaĢa‘nın ileri sürülen Ģartları kabil
etmesi üzerine Mısır valiliği Mehmet Ali PaĢa‘ya bırakılır ve kısmi özerklik verilir.
Eflak ve Boğdan bağımsızlık için isyan eder. 1848 yılında Osmanlı orduları
Eflâk‘a girer. 1854 de Ġngiltere ve Fransa Osmanlılarla ittifak yaparak Ruslar‘a
karĢı Kırım‘a asker çıkarılır. Kırım SavaĢı‘nı ve Sivastopol‘ü kaybeden Ruslar,
Kars‘ı almalarına rağmen 1855‘de barıĢ isterler. Fransızlar 1860‘da Beyrut‘a asker
çıkararak müdahalede bulunurlar. PadiĢah Islahat Fermanı‘nı ilan eder ve olaylar
böyle sürüp gider. Dolmabahçe Sarayı‘nı da yaptıran ve ilk Türk müzesi kendi
döneminde gerçekleĢtirilmiĢ olan Sultan Abdülmecit 1861 yılında 38 yaĢında iken
ölmüĢtür.
Ġlk Türk müzesinin kurucusu ünvanını kazanmıĢ olan Rodosluzade Ahmet
Fethi PaĢa (bazı kaynaklarda Fethi Ahmet PaĢa olarak geçer) Suldülmecid‘in
ablası Atiye Sultan ile evlendiğinden saraya damat olmuĢ ve damat lakabıyla da
anılmıĢtır. Eğitimini Enderun‘da görmüĢ, askerlik mesleğini seçerek en üst
rütbelere kadar yükselmiĢ, savaĢlara katılmıĢ, hazırlık yapmıĢ, Paris, Viyana ve
Londra elçiliklerinde bulunmuĢ, ikinci defa atandığı Tophane–i Amire MüĢirliği
görevinde 1843‘den 1858‘e kadar on dört sene kalmıĢtır. ĠĢte onun müzeciliği de
bu görevi sırasında olmuĢtur. Çok kültürlü, ileri görüĢlü, yenilikçi bir kiĢiliği olan
Ahmet Fethi PaĢa yıllarca devlet hizmetinde kalmıĢ, batıda bulunduğu süre
içerisinde kültür, sanat ve eski eserler konusunda bilgi ve görgüsünü arttırmıĢtır.
Kuruculuğu yanında ilk Türk müzecisi olarak da kabul edilmesi gereken Ahmet
Fethi PaĢadır.
175
Özkan, 2009: 35
62
Sultan Abdülmecid muhtemelen 1845 yılında bir gün Yalova‘ya yaptığı bir
gezi sırasında yerde dağınık vaziyette mermerden üzeri yazılı taĢlara rastlar.
Merak ederek bunların ne olduğunu sorduğu zaman, kendisine bu taĢların
üzerinde Kral Konstantin‘in isminin de bulunduğu bir takım ibarelerin yazılı olduğu
söylenir. Bunun üzerine Sultan; ―Böyle büyük bir hükümdarın namını taĢıyan
Ģeylerin yerde yatması doğru değildir.‖ Diyerek bu taĢları toplatıp baĢkent Ġstanbul
‗a gönderir. O zaman Tophane-i Amire MüĢiri olan Damat Ahmet Fethi PaĢa bu
taĢları koruma altına alarak eskiden beri silah deposu (Harbiye Ambarı )olan Aya
Ġrini‘ye naklettirir ve böylece ilk müze oluĢmaya baĢlar.
İlk müzemizin kuruluş aşamasında, muhakkak ki önemli olan bu olay
hakkındaki bilgileri, ülkemizdeki çeĢitli antik merkezlerde kazılar yapmıĢ ve o
zaman Berlin müzeleri müdürü olan ünlü Alman Arkeolog Dr.Tr. Wiegand‘ın
kaleme aldığı, 1910 yılında 14 Nisan 1910 tarihli Serveti Fünun dergisinde
yayınlanan bir yazıdan öğreniyoruz.
Bu olay, 19.yy.‘ın ortalarında hüküm sürmüĢ bir Osmanlı padiĢahının klasik
anlamdaki eski eserlere değer verdiğini vurgulaması ve bunun da yabancı bir bilim
adamınca kayıt altına alınması bakımından son derece önemlidir176.
Kayıtlara göre ilk kazı izni de 1840 yılında verilmiĢtir. Müzeye gönderilen ilk
arkeolojik eser 1850 yılında fotoğrafçı Maxime du Camp tarafından bulunan, aydın
valisi Osman beyin gönderdiği eserdir. Bu Camp 1849‘da Mısır‘ı gezmiĢ ve eski
yapıların fotoğraflarını çekerek bunları yayınlamıĢtır. Ġstanbul‘a gelen eseri Aydın
Karapınar‘da bulunmuĢ mermerden bir masa ayağıdır. Masanın ayağına bir komik
aktör kabartması iĢlenmiĢtir177.
Bu dönem de müzeyi gezen Fransız yazarlar Gustave Flauvert ve
Theophile Gautier, eserlerden kısaca bahsetmektedirler178. Ne yazık ki o zamanlar
müze teĢkilatı henüz tam manasıyla oluĢmadığından, bir yerde kazı yapmak
imkânsızdı. Yalnız vilayetlere gönderilen genelgelerle eski eserlerin tespit edilip,
kıymetli (?) olanların Ġstanbul‘a gönderilmesi istenir. Buna rağmen çok az eser
gelmiĢtir179. Bunun nedeni bu yıllarda olan Kırım harbi ve 1860‘daki Dürzî-Marunî
isyanları gibi olaylardır180.
176
Gerçek, 1999: 77-106
Özkan, 2009: 36
178
Eyice, 1985: 7
179
Ortaylı, 1985:1599-1600
180
Özkan, 2009: 36
177
63
Ayrıca ulaĢımın yetersiz olması da buna eklenmelidir. Ama yine de Ġstanbul
ve
civarından
çok
sayıda
eser
toplanıp
müzeye
getirildiği
kayıtlardan
anlaĢılmaktadır181.
3.4.1.Anadolu’da Yürütülen ÇalıĢmalar
Anadolu, 1838 ve 1840 yıllarında Ġngiliz kâĢif ve antikacı Charles Fellows
(1799-1860), Likya Ģehirleri olan Xanthos, Letoon, Tlos ve Pınara‘da kazılar
yapmıĢtır. Fellows, bulduğu eserleri götürmek amacıyla, Bab-ı Ali‘den izin alması
için Ġngiliz hükümeti‘ni ikna etse de Ġngiliz Hükümeti bu izni alamamıĢtır. Bunun
üzerine Fellows kendi çapasıyla 1841‘de bir ferman aldı. 1842 ve 1844‘de
Nereidler Anıtı, Harpyler Anıtı ve Aslanlı Mezar olarak tanınan birçok eser, Ġngiliz
donanmasının yardımyla British Museum‘a götürülmüĢtür. Bu baĢarı nedeniyle
Kraliçe Victoria, 1845‘te onu Ģövalye yapmıĢtır182.
1842-1858 yılları arasında aralıklarla Ġngiltere büyükelçisi olan Strofort
Canning (1786-1880), Osmanlı Devleti üzerinde büyük bir etkisi vardı. Bu sayede,
sultan Abdülmecid‘in izniyle, dünyanın yedi harikasından biri olan Mausoleum‘un
on üç kabartmasını alarak Londra‘ya göndermiĢtir183. Kabartmalar, sekreter
Charles Alison, bir Türk mimar ve bir taĢçı ustası tarafından Bodrum kalesinden
sökülmüĢtür. Hatta yol masrafları bile Sultan tarafından karĢılanmıĢtır. Bu eserler
Pers satrabı Mausolos‘un karısı tarafından yaptırılan mezar anıtına ait olup Yunan
Klasik Dönemi‘nin en ünlü eserlerindendir. 1869 yılında Ġstanbul‘a da Mausoleum‘a
ait sadce bir-iki aslan heykeli gelmiĢtir184.
Ġngiltere‘nin
Adana?
Konsolosu
W.B.Barker,
1845
yılında
Tarsus-
Gözlükule‘de kazı yapmıĢ, bulduğu piĢmiĢ toprak heykelcikleri British Museum‘a
göndermiĢtir185. Onun arkasından aynı yerde, bu kez bir Fransız, Victor Langlois
kazı yapmıĢtır (1852). Hüyüğün kültür tabakalarına zarar veren bu kazıda 1200
kadar piĢmiĢ toprak heykelcik ele geçmiĢtir. Victor Langlois eserleri Louvre
Müzesi‘ne verilmiĢtir186.
181
Özkan, 2009:37
Smith, 1997: 383
183
Poole, 1998: 95
184
Özkan, 2009: 38
185
Baydur, 1998: 110
186
Özkan, 2009: 39
182
64
Eski eser arayıcıları arasında, bulundukları yerde adeta üs kuranlar bile
vardır. 1846 yılında ABD‘nin Çanakkale konsolosu olan James Calvert ve kardeĢi
Frank Calvert, bir çiftlik satın almıĢlardır. Amaçları Homeros‘un Ġlyada Destanı‘nda
bahsettiği ünlü Troya kentini bulmaktadır. Bunun için Çanakkale‘nin batı ve
güneybatı
kısımlarında,
çeĢitli
arkeolojik
yerlerde
sondaj
ve
araĢtırma
yapmıĢlardır. Daha daha da ileri giderek kazı yaptıkları yerleri de satın
almıĢlardır187. Bu suretle Troya olduğunu düĢündükleri Hisarlıktepe‘nin de bir
kısmına sahip olmuĢlar ve sondajlar yapmıĢlardır. Buldukları eserleri evlerinde
koruma altına almıĢlardır.
British Museum‘un Eski Yunan ve Roma bölümünden sorumlu olan Charles
Thomas Newton(1816-1894), yedi yıl boyunca Levant‘ta DıĢ iĢleri Bakanlığı adına
çalıĢmıĢtır. Bu sırada, 1852-55 yıllarında Kalymnos adasında kazılar yapmıĢtır.
1857‘de Muğla‘ya geçerek Bodrum (Halikarnasos)‘da Mausoleum‘un geriye kalan
kabartmalarını toplamıĢ, bulunduğu yerde kazı yapmıĢ ve Mausolos ile karısının
heykellerini ele geçirmiĢtir. Ayrıca 1858-59‘da Knidos‘ta kazı yapmıĢ ve Ġstanbul ve
Rodos‘ta satın aldığı eserler ile Knidos, Didyma ve Halikarnassos eserlerini
Londra‘ya getirmiĢtir188.
1861
yılında
Fransız sanat
tarihçisi
Georges
Perrot
(1832-1914),
Ankara‘daki Augustus Tapınağı ve yazıtını incelemiĢtir. Ayrıca Boğazköy‘de kaya
üzerine yazılmıĢ olan ve II. ġuppiluliuma‘ya ait olduğu saptanmıĢ olan NiĢan Tepe
hiyeroglif yazıtını tespit etmiĢtir189.
Avusturya‘nın Çanakkale konsolosu J. G. von Hahn, astronom‘ya gi
Schmidt ve mimar E. Zeller ile 1864-65 yıllarında Çanakkale civarında çeĢitli
yerlerde kısa süreli kazılar yaparak ünlü Troya kentini aramıĢtır190.
Dilletanti Cemiyeti‘ne mensup P.R.Pullan, 1886 yılında Çanakkale‘deki
Chryse (Gülpınar) kentindeki Apollon tapınağında kazı yaparak, tapınağın planını
çıkarmıĢtır. Ayrıca içlerinde kabartmalı frizlerin de bulunduğu bazı mimari parçaları
da tespit etmiĢtir. Frizler ne yazık ki tahrip olmuĢlardır. Pullan ayrıca 1869‘da
Priene Ģehrinde kazılarda bulunmuĢtur191.
187
Arık, 1953b: 20
Özkan, 2009: 40
189
Özkan, 2009: 40
190
Arık, 1953b: 24
191
Özkan, 2009: 41
188
65
Ġzmir-Selçuk demiryolu inĢaatında çalıĢan Mimar John Turtle Wood,
Ġngiltere hükümetini araya koyarak, British Museum adına Ephesos‘ta kazı yapmak
için izin aldı192. 1863 yılının Mayıs ayında baĢlayan bu önemli kazının hafiri Wood,
Artemis Mabedi‘ni aramıĢ ve bulmuĢtur. Ele geçen kabartmalı sütun, heykel ve
diğer eserlerin tümü 1874 yılında Londra‘ya gönderilmiĢtir. 1876 tarihli bir belgede,
Ġngilizlerin buldukları çift eserlerin birini Müzehane-i Amire‘ye vermedikleri, bazen
çok az Ģey verdikleri için, Osmanlı hükümeti Londra‘ya giden eĢyaların
incelenmesine
karĢın
Ġngilizler
cevap
vermemiĢlerdir193.
Oysaki
mabedin
parçalarının yerine bırakılması emri verilmiĢ ve komiser Nihat bunun için
görevlendirilmiĢtir. Ama emirname‘ye muhalif olarak Ġngilizler, Artemis Mabedi‘nin
parçalarını Ġngiltere‘ye yollamıĢlardır194.
1851 yılında, Filibe yakınlarındaki Rahmanlı Tümülüs‘ü tesadüfen kazılmıĢ,
bulunan eserlere yerel yöneticilerce el konulmuĢtur195. Eserlerin ne olduğu
bilinmemektedir.
1853 yılında, Prussia Devleti‘nin Ġzmir konsolosu olan Ludwig Peter
Spiegelthal, Sardes‘te Tümülüs kazılarına baĢlar. 1858‘de kazıya Alyattes
Tümülüsü‘nde devam eder ve mezar odasına ulaĢır. Ama mezar odası, daha
evvelden soyulmuĢ olup ancak bazı seramik ve parçalarını bulmuĢtur. Konsolos,
1857 yılında Ġzmir‘de tiyatroyu kazmak için arazileri satın almıĢsa da sonucun ne
olduğunu bilinmemektedir196.
3.4.2.Anadolu DıĢında Yürütülen ÇalıĢmalar
Yukarı Mezopotamya topraklarında, birden bire art arda muazzam eserler
bulunmaya baĢlanmıĢtır. Yerliler tarafından kerpiç veya taĢ sökmek amacıyla
yapılan
kaçak
kazılarda
bazı
eserlere
rastlanmıĢsa
da
bunu
devlete
bildirmemiĢlerdir. Burada da yabancı gezgin veya konsoloslar kazılara öncülük
etmiĢlerdir.197
Yine bir devlet adamı, Fransa‘nın Mısır konsolosu olan Paul Emile Botta
(1802-1870). 1842‘de Ninive ve 1843‘de Horsabad‘a Koyuncuk Tepesi‘ni
192
Türkoğlu, 1992: 116
Su, 1965: 16-18
194
Özkan, 2009: 41
195
Dinç, 1993:2-3,11
196
Özkan, 2009: 42
197
Özkan, 2009: 42
193
66
araĢtırırken, aldığı bir haber üzerine Horsabad‘a gitmiĢtir. 1843-46 yıllarında
yaptığı kazılarda Geç Asur Ġmparatorluğu‘nun ünlü kralı II. ġarrukin‘in sarayını, tim
heykel ve kabartmalarıyla ortaya çıkarmıĢtır. Henüz çivi yazısı okunamadığından,
bulduğu yeri, eski kitaplarda zikredilen Ninova Ģehri olduğunu sanmıĢtır. Oysaki
Horsabad, II. ġarrukin‘in baĢkenti olan Dur-ġarrukin kenti idi. Önce kendi parasıyla
kazı yapan Botta, muazzam eserler bulunca Fransız hükümetinin desteğini
almıĢtır. Ona yardımcı olarak, ressam Eugene N. Flandin‘i verdiler. Bulunan
kabartmalar Louvre Müzesi‘ne götürüldü. Eserler Flandin‘in güzel çizimleriyle beĢ
cilt halinde yayınlanmıĢtır198.
Botta ve ondan sonra Place, Selevkosların baĢkenti olan Selevkia Ģehrinin
bulunduğu Tel Umar harabesini de kazmıĢlardır.
Aynı yıllarda Ġngiliz gezgin Austen Henry Layard(1817-1894), geçerken
uğradığı Musul‘da yerlilerin harabelerini kazmaya baĢladı (1845-1847)199. Kısa
süreli olacağı yazı üç yıl sürdü. BaĢlangıçta o da kendi parasıyla kazarken,
buluntularının güzelliği nedeniyle, sonraları Ġngiltere elçisi Canning‘ten maddi
imkân sağladı. Nimrud‘da kral Asurbanipal‘in Kuzey Batı sarayı ve kral
Asarhaddon‘un sarayını açığa çıkardı. 1847‘de Ninive‘nin Koyuncuktepe kısmında
bulunan Senharip‘in Güney Sarayı‘ nıda açmaya baĢladı. Kendisine sağlanan
kolaylık sayesinde Layard‘da bulduğu muazzam Geç Asur kabartmaları ve bütün
küçük
buluntuları,
1848‘de
British
Museum‘a
getirmiĢtir.
Bu
eserlerin
yayınlanmasından sonra ona, Oxford Üniversitesi, Hukuk Doktora‘sı payesini
vermiĢtir200.
Layard, Mezopotamya‘ya British Museum adına, onun parasal desteğiyle
geldi. 1849-51 yılları arasında Nimrud, Ninive, Tel Bille, Asur, Babil, Nippur, Birs
Nimrud, Tel Muhammed, Hille gibi birçok yerde küçük çapta kazılar yapmıĢtır. Bu
çalıĢmalar ileride yapılacak kazılar için yol gösterici olmuĢtur. Ninive‘de
Senharib‘in sarayını muazzam kabartmalarıyla ortaya çıkarmıĢtır 201.
Geç Asur krallarının sarayları bir bir ortaya çıkarılırken Osmanlı Devleti‘ne
bir Ģey düĢmüyordu. Bulunanlar, alınan izinlerle Louvre ve British Museum‘a
aktarılmıĢtır. Hatta 1850‘de Tel Acaca (ġadikanni)‘de yapılan sondajda kapıyı
süsleyen Lamassu heykeller bulunmuĢ, yerinde bırakılan eserler, sonradan
198
Özkan, 2009: 42-Monuments de Nineveh, Paris 1849: 50 -Lloyd, 1978:196-197
Lloyd, 1978:194
200
Özkan, 2009: 43
201
Lloyd, 1978:199
199
67
Ġstanbul‘a götürülme fırsatı varken bile götürülememiĢtir202. Eserlerin devamlarının
aranması için müzeler yeni kampanyalar düzenlemiĢtir. Osmanlı Hükümeti‘nde
daha kolay izin almak için genellikle büyükelçi ve konsoloslar araya girmektedir.
Böylece devlet üzerinde siyasal bir baskı kuruluyor, istediklerinin hükümet
tarafından reddedilmesi de önleniyordu.
Ġstanbul‘a
yardımcısı,
Ġngiltere
arkeolog
büyükelçisi
Hormuzd
olarak
Rassam
atanan
(Hürmüz
Sir
Layard‘ın
Ressam
yerine
1826-1894)
görevlendirildi. Musullu bir Hıristiyan olan Rassam çok çalıĢkan bir kiĢidir. Ninive
ve Nemrut‘ta kazılara devam etmiĢtir. Nitekim çalıĢmalar sonucunda, 1853 yılında
Asurbanipal‘in kabartmalarla süslü muazzam sarayını ve onun yaklaĢık 20 bin
tabletlik arĢivini bulmuĢtur. Kütüphanede Sümerce‘den Usurca‘ya çevrilmiĢ
GılgamıĢ destanı da vardı. I. Asurnasirpal‘in Beyaz Obelisk‘i de buluntular
arasında idi203.
Fransa‘nın Cidde konsolosu F. Frensel baĢkanlığındaki bir ekip, 15 Eylül
1851 tarihinde 70 bin franklık bir bütçe ile bir geziye baĢlamıĢlardır. Gezi
sırasında, KiĢ Babil gibi merkezlerde yapılan kazılar, kendilerine göre, eser
açısından pek verimli olmamıĢtır. Ekibin diğer üyeleri alman asıllı Fransız
assiriyolog J. Oppert (1825-1905) ile F. Thomas (1815-1875)‘tır. Thomas, ressam
olup kazı yerinin ve objelerin resimlerin resimlerini yapmakla görevli idi204.
1851‘de Botta‘nın yerine atanmıĢ olan Viktor Place, Horsabad ve Ninive‘de
saray ve tapınak kazılarını sürdürdü ve o da birçok eser ele geçirdi. Ama Place‘nin
II. Sargon‘un sarayında bulduğu kabartmalar ile Nabu tapınağının sırlı tuğlaları,
1855‘de
Keleklerle
Dicle
nehrinde
Basra‘ya
taĢınırken,
sulara
gömülüp
kaybolmuĢtur. Bu kabartmaların yalnızca resimleri elimizdedir. Bu geniĢ
çalıĢmalara rağmen Ġstanbul Müzesi‘nde Sargon sarayına ait kabartma yoktur.
Yalnızca tanrı Sibitti‘ye adanmıĢ bir sunak-masa gelmiĢtir205.
Ġngiliz subayı William K.Loftus da Güney Mezopotamya topraklarındaki
höyüklerde çalıĢmaktadır206. Assyrian Exploration Fund tarafından desteklenen
kazılarda ona ressam William Boutchen eĢlik ediyordu. Uruk, Larsa, Tel Medine ve
Tel Sifr (Kutalla)‘de kazılar yapmıĢtır. Tel Sifr‘de bir maden atölyesini kazdı ve çok
202
Sykes, 200: 218
Özkan, 2009: 45
204
Özkan, 2009: 45
205
Özkan, 2009: 45
206
Lloyd, 1955: 162
203
68
sayıda tunç eser ve Eski Babil dönemine ait tabletler buldu207. Uruk‘ta Part
Mezarlığı ve mabedini kazdı (1853-54). Bulduğu ucu boyalı çiviler, mozaikler,
birkaç tablet ile Tel Sifr buluntuları Ġngiltere‘ye götürmüĢtür208.
1854-55 yıllarında Ġngiltere‘nin Basra konsolos vekili olan J. E. Taylor, Tel el
Lahm (Duru), Tel Mukayyer (Ur), Tel Abu ġahreyn (Eridu) ve Birs Nimrud
(Bosripa)‘da küçük küçük kazılar yapmıĢtır. Böylece Loftus ve Taylor, yaptıkları
kazılar ile ilk kez Sümer kültürünün izlerini ortaya çıkarmıĢlardır209. Taylor‘un
kazılarından gelen buluntular muhtemelen British Museum‘a gitmiĢtir.
Nihayet, Henry Creswicke Rawlinson (1810-1894), çiviyazısının çözümü
üzerindeki çalıĢmalarını tamamlayarak, önce Behistun‘daki üç dilli yazıtın Eski
Persçe yazıtını yayınladı. Daha sonra, Babilce metin, çiviyazısı uzmanları olan
Rawlinson, Oppert, Hinks, de Saulcy ve Talbot tarafından çevirisi yapılmıĢtır.
Böylece 1857 yılın eriĢildiğinde, artık çivi yazısı okunabilir hale getirilmiĢtir. Bunun
üzerine müzelerde bulunan tablet be kitabeler hızla çevrilmeye baĢlandığında,
artık Mezopotamya Uygarlığı ve Tarihi gün yüzüne çıkmaya baĢlamıĢtır. Bu
geliĢme sonucunda, Batıların Mezopotamya‘ya duydukları ilgilerini artırmıĢtır.
Mezopotamya çalıĢmalarına bakıldığında öncülerin Ġngilizler ve Fransızlar olduğu,
çalıĢmaların Kuzey Mezopotamya‘dan baĢladığı, çiviyazısının çözümlenmesinden
sonra kazılarda bulunan tabletlere daha çok önem verildiği görülmektedir210.
Filistin‘deki arkeolojik çalıĢmalar ise diğer yerlere göre daha geç
baĢlamıĢtır. Çünkü 1860‘larda Islahat Fermanı‘na karĢı Lübnan ve ġam‘da
Müslümanlarca isyanlar çıkarılmıĢtır. Ama 1865 yılında Ġngilizlerce ―Palestine
Exploration Fund‖ (Filistin AraĢtırmaları Vakfı) adlı bir vakıf kurulmuĢtur. Bu
kuruma bağlı Ġngiliz arkeologlar, ilk önce yüzey araĢtırmalarıyla baĢladıkları iĢi
zamanla arkeolojik kazılara dönüĢtürmüĢlerdir. 1864 yılında Sayda‘da (Sidon) kazı
yapması için, o yıllarda Filistin‘de araĢtırmalarda bulunan, ünlü Fransız filozof
Ernest Renan‘a izin verilmiĢtir211.
Libya‘da bingazi yakınındaki Kyrene antik kentinde, 1860-61 ve 1864
yıllarında Ġngiliz R. Murdoch Smith ve E. A. Porcher çalıĢmıĢ, eserler British
Museum‘a aktarılmıĢtır. Kyrene buluntularının bir kısmı, Müze-i Hümayun‘un itirazı
207
Jean, 1931-Moorey, 1971: 61
Özkan, 2009:46
209
Daniel, 1981: 76
210
Özkan, 2009: 47
211
Şahin, 2007: 111
208
69
üzerine, bir takım Efes eserleri ile birlikte Ġstanbul‘a 1870 yılında geri
gönderilmiĢtir. Geri verilen eserler arasında, taĢ eser olarak Nike heykelciliği,
tanrıça heykeli, Athena baĢı, kadın baĢı ve erkek heykeli vardır 212.
Ege
Adalarında
ise
Rodos‘ta
bulunan
Kamiros
ve
Ġalysos
antik
yerleĢmelerinde, A. Salzmann ve Ġngiltere‘nin Rodos konsolosu Charles Biliotti‘nin
kardeĢi A. Biliotti tarafından 1858-1871 yılları arasında aralıklarla kazılar
yapılmıĢtır213. Kamiros‘ta Athena mabedinin bulunduğu akropolis ve mezarlıklar
kazılmıĢtır. Biliotti kazıya 1880‘de devam etmiĢtir. 1870‘de Ġalysos‘dan gelmiĢ
seramikler Ġngiliz yazar, Ģair ve sanat eleĢtirmeni John Ruskin tarafından British
Museum‘a hediye edilmiĢtir214.
1873-76 yıllarında Rodos‘ta sürgün olarak kalmıĢ olan gazeteci Ebüzziya
Mehmet Tevfik‘in yayınlanan anılarından, Ġngiliz ve Fransızların Rodos‘tan eski
eser aldıklarını, birçok eski eser uzmanında adayı ziyaret ettiğini öğreniyoruz.
Fransızlar, Lindos limanına çanak çömlek getirip halkın elindeki eski seramiklerle
(Özellikle Ġznik seramikleri) takas ettiklerini anlatmaktadır. Ġngiliz donanması da
yılda bir kez gelip beĢ-on gün kalmaktadır. Bu ilginin sonucunda köylüler her
yağmurdan sonra, arazide ortaya çıkan para ve iĢlenmiĢ akik gibi Ģeyleri
toplamaya gitmektedirler215.
Arkeolojik açıdan bir hayli zengin olan Thaos (TaĢoz) adasında da 1858‘de
Alexander Conze, kısa süren ilk kazı ve araĢtırmalarda bulunmuĢtur. Aynı ada da
1863 yılında Fransız E. Miller‘de kazı ve araĢtırma yapmıĢ, kitabeleri yayınlamıĢtır.
Aynı yıl Fransa‘nın Edirne konsolosu Charles Champoiseau, ünlü Nike heykelini
bularak Louvre Müzesi‘ne aktarmıĢtır216.
1866 yılında Semadirek (Samothrake) adasındaki Yunan büyük tanrılarına
adanmıĢ tapınakda Fransız bilim adamları G. Devill ve E. Coquart tarafından kazı
yapılmıĢtır217.
Kıbrıs adasında köylüler kaçak kazılar yaparak eserleri satmaktadırlar 218.
Ada da özel koleksiyonlarda vardır. Larnaka‘da Pelerides ailesi 1839 yılından beri
eser toplamaktadırlar. Buraya gelen Ġngiliz konsolosu T.B. Sandwith, görev yaptığı
212
Özkan, 2009: 48
Mendel, 1913: II-117
214
Özkan, 2009: 48
215
Tevfik, 1974: III-8,167,172
216
Özkan, 2009: 48
217
Özkan, 2009: 48
218
Gözübüyük, 1993:7-8
213
70
1865-1868 yılları arasında, bir koleksiyoner olarak eski eser toplamıĢtır. Ondan
sonra 1869‘da konsolos olan R.H. Lang, aslında Larna‘daki Osmanlı bankasının
idarecisiydi. Pyla ve Ġdalion‘da kazılar yaptı, eser topladı. 1878‘de hala
araĢtırmalar yapıyordu. Topladıklarını British Museum ve Glasgow müzesine
vermiĢtir219.
Kıbrıs‘taki Fransız konsolosu T.Colonna Cecceldi‘de boĢ durmamıĢ, görev
yaptığı 1866-1869 yılları arasında çeĢitli merkezlerde kazılar yapmıĢtır.
ABD konsolosu olan Di Cesnola 1865-1877 yılları arasında 11 yıl boyunca kazı
yapmıĢ ve 35 boĢluk 573 adeti bulan büyük bir koleksiyon oluĢturmuĢtur. Osmanlı
hükümetinin kısıtlamasına rağmen Cesnola, eserleri Londra‘da 1872 yılında açık
arttırmaya çıkarmıĢ ve satmıĢtır. Eserler British Museum, Victoria and Albert,
Ermitaj, Atina Milli, Berlin gibi çok sayıdaki müze tarfından satın alınmıĢtır. Bu
sırada kurulan Metropolitan Museum of Art‘a da eserler vermiĢ, 1879 yılında
müzenin ilk müdür olmuĢtur. Görevini 1904 yılında ölünceye kadar sürdürmüĢtür.
Buradan bir grup eser de 1873 yılında Ġstanbul Müzesine hediye edilmiĢtir 220.
Bunların dıĢında az sayıda Kıbrıs eseri, müzeye gelmiĢtir. 1878 yılında Osmanlı
Devleti, Kıbrıs‘ı Ġngiltere Devleti‘ne kiralamıĢtır. Kıbrıs‘ta kazılar daha bilimsel
olarak yürütülmüĢ, nihayet 1883 yılında Kıbrıs LefkoĢa Müzesi kurulmuĢtur. Bu
müze yabancılarca kurulan ilk müzedir221.
3.5.Müze-I Hümayun’un Kurulmasi (1869-1872)
1857 yılında Fethi Ahmet PaĢa‘nın ölümüyle müzeye bir yetkili atanmamıĢ,
bu nedenle eserler 12 yıl boyunca baĢıboĢ kalmıĢtır. Bu zamanda eserlerin
korunması ve temizliği askerlere bırakılmıĢtır222. 1868 yılında müzeyi ziyaret esen
Albert Dumond, müzeyi tanıtan bir makale yazmıĢtır 223. Onun bildirdiğine göre,
müzenin fiziki Ģartlarının yetersizliği nedeniyle üst üste yığılı durumda bulunan
eserler iyi korunamamaktadır.
219
Özkan, 2009: 49
Tezgör-Sezer, 1995: 179
221
Özkan, 2009: 50
222
Ogan, 1947: 4
223
Eyice, 1985: 1598
220
71
Sadrazam Ali PaĢa (1815-1871) zamanında marif nazırı olan Safvet PaĢa
tarafından müze yeniden teĢkilatlandırılmıĢ ve 8 Temmuz 1869‘da Ayairini‘de
bulunan bütün birikim, müze-i hümayun adı altında bir müdürlük haline gelmiĢtir224.
Müze-i Hümayun kurulmadan önce, 13 ġubat 1869 tarihinde ilk Asar-ı Atika
nizam namesi yürürlüğe konulmuĢtur225. Bu nizam nameye göre kazı izni marif
vekâletince verilir, eserler yut dıĢına çıkarılamaz, sikkeler yurt dıĢına çıkarılabilir,
yurt içinde eser satmak serbesttir ama önce devlete satılmalıdır, bulunan eserler
mal sahibine aittir, toprak üstü eserler için kazı verilemez226. Müze müdürlüğüne
atanan ilk kiĢi, Galatasaray Sultanisi‘nde bir öğretmen olan Edward Goold‘tur.
Müdür yardımcısı olarak ressam Limonciyan atanmıĢtır. Goold, müzenin ilk resmi
katoloğunu 1871 yılında yayınlamıĢtır. Katalogda seçilmiĢ 147 parça eser
bulunmaktadır227. Safvet PaĢa, valiliklere gönderdiği bir genelgeyle, bulunacak
eserlerin
Ġstanbul‘a,
müze-i
hümayun‘a
gönderilmesini
istemiĢtir.
Önce
Trablusgarp daha sonra Bursa valisi olan Ali Rıza PaĢa ve onun müsteĢarı olan
Titus Karabella, valisi Abdurrahman PaĢa Girit‘te LaĢid mutasarrıfı olan Kostaki
Adossides PaĢa, Konya valisi Abdurrahman paĢa müzeye en çok eser göndermiĢ
görevlilerdendir. Abdurrahman PaĢa, 1870‘de Alanya‘dan sütunlu lahit parçaları;
Kostaki PaĢa, Girit‘teki Hierapythna yerleĢmesinden Hadrianus‘un heykeli, Sabri
PaĢa, Therme ve Makedonya‘da Pella‘da 1872 yılında bulunan bir lahit ile iki
mezar steli, Karabella Efendi, Leptis Major‘dan Niobe ve bir adam heykeli
gönderdiklerini biliyorsak da daha fazla eser olması gerekir228. Goold, aynı
zamanda müze adına ilk kez kazı yapan kiĢidir. 1869 yılı Temmuz‘unda Erdek
yakınlarında ki Kysikos harabelerinde yapılan ve kısa süren kazıda bulunan Arkaik
çağdan Roma çağına kadar tarihlenen heykel, kabartma, mezar steli, yazıt gibi çok
sayıda taĢ eser, Ġstanbul‘a getirilmiĢtir. Goold, ayrıca Marmara Adası ve
Tekirdağ'dan da eser getirmiĢtir. Kyzikos, daha sonraları da Ġstanbul‘a eser
getirilen bir yer olarak tanınmaktadır229.1871‘de sadrazam olan Mahmud Nedim
PaĢa (1813-1883), Ali PaĢa‘nın muhalifi olduğundan, onun kurduğu müze
müdürlüğünü bir kaldırmıĢ ve Goold‘u görevinden uzaklaĢtırmıĢtır. Yalnızca
224
Özkan, 2009: 51
Mumucu, 1969: 68 –Çal, 1997: 391
226
Özkan, 2009: 52
227
Özkan, 2009: 52 –Goold, 1871
228
Özkan, 2009: 53 –Mendel, I-II-III -Sertelli, 1939: 222
229
Özkan, 2009: 53
225
72
Trenzio adlı bir ressam, mevcut birikimi korunması için görevlendirilmiĢtir230.
Trenzio, eski eser ve özellikle sikke meraklısı olan Avusturya büyükelçisi Anton
Prokesch-Osten (1795-1876) tarafından tavsiye edilmiĢtir. Böylece elçi müzede
korunan sikkeleri tetkik etme imkânını elde etmiĢtir231.
Maarif Nazırı olan Ahmet Vefik PaĢa tarafından müze müdürlüğü yeniden
kurulmuĢtur. Arkeolojik kazı ve araĢtıralarda 1870‘den itibaren faaliyetlerde büyük
bir artıĢ olmuĢtur. Kırım SavaĢı sırasında Osmanlılar ile Ġngiliz ve Fransızlarla
kurulan dostluğun, yapılan kazı ve araĢtırmaların çoğalmasına neden olmuĢtur.
Yabancılar, araĢtırmalar yapmak için bazı enstitü veya vakıflar (Gesellschaft,
Fund) kurmuĢlardır. Bunların mensupları arkeolog, mimar gibi bilim adamlarından
oluĢmaktadır. Kudüs ve civarında 1867-1870 yıllarında Ġngiliz subayı Charles
Warren kazılarda bulunmuĢtur. Derin kuyu biçimli sondajlarla eski Ģehrin, tapınak,
kale ve su sistemlerini tespit etmiĢtir232.
Ġngiltere‘nin Ġzmir konsolosu Georges Dennis, 1870-1889 yılları arasında
Sardes‘te, Bintepeler Tümülüslerinde kazılarda bulunmuĢ ve bulduğu iki kabartma
ile bazı çanak çömleği British Museum‘a yollamıĢtır233.
3.6.Dethiher Dönemi (1872–1881)
1872 yılının Ağustos ayıda Maarif Nazırı olan Ahmet Vefik paĢa (1823–
1891), müze müdürlüğünü yeniden kurdu. Moliére‘den yaptığı mükemmel çeviri ve
adaptasyonlarıyla tanınan paĢa, renkli kiĢiliği ile de dikkati çeken bir devlet
adamıdır234. Paris‘te büyükelçi görevinde bulunmuĢ olan Ahmet Vefik PaĢa, aydın
ve yurtsever bir insandır. Ama buna rağmen baĢına bu iĢleri bilen bir Türk‘ü tayin
edememiĢtir.
Nitekim
Müze-i
Hümayun
müdürlüğüne
Müze-i
Hümayun
müdürlüğüne Ġstanbul Avusturya Lisesi müdürü Dr. Philip Anton Dethier (1803–
1881arasında yaĢamıĢtır) atanmıĢtır235.
230
Arik, 1953a: 1
Öz, 1949: 8
232
Özkan, 2009: 54
233
Dinç, 1993: 3
234
Tansel, 1965: 121-175
235
Ogan, 1947: 5-Arik, 1953a: 1/2-Özkan, 2009: 55
231
73
3.6.1.Kazılar
Alman asıllı olan Dethier‘in Ġstanbul‘da bulunduğu sıralarda arkeoloji ile de
meĢgul olduğu anlaĢılmaktadır. Burma sütunun ortaya çıkarılması, bazı kitabelerin
yayınlanması gibi arkeolojik çalıĢmaları bulunmaktadır. Müze müdür muavinliğini,
yine ressam Limonciyan yapmaktadır. Limonciyan 1880 yılına kadar bu görevde
kalmıĢtır236. Sekreterliği Ch. Vollers adında biri yapıyordu. Dethier‘in hasta olduğu
zamanlarda, önce matbaalar müdürü Artin Efendi daha sonra da Yüksek
Mektepler Müdürü Aristokli Efendi müdür vekili tayin edilmiĢtir237.
1870‘ten itibaren ülkenin topraklarında kazı faaliyetleri artmıĢtır. Bu
dönemde Sayın Dethier, büyük çaba göstermiĢ ve bazı ilklere imza atmıĢtır. Kazı
faaliyetlerini
yönetenlere
bakıldığında,
artık
konsoloslardan
ziyade,
bilim
adamlarının, arkeolog, eski çağ dilleri ve sanatı uzmanı veya mimarların öne
çıktığını görmekteyiz. Kazılar daha bilimsel yöntemlerle yapılmakta, sonuçlar
çeĢitli yayınlarla ortaya konulmaktadır. Sümer, Akkad gibi bilinmeyen eski
uygarlıklar keĢfedildi. Çiviyazılı tabletler ile yazılar okundukça bu ilgi daha da
artmıĢtır. Böylece müzeler, sadece sanat eserlerinin bulunduğu yerler değil aynı
zamanda tarihin belgelerini de koruyan yerler durumuna gelmiĢtir. Müze-i
Hümayun‘ada bu yıllarda biraz daha fazla eser gelmiĢ, Kıbrıs koleksiyonu gibi yeni
koleksiyonlar
oluĢturulmuĢtur.
Fakatyine
de
eserlerin
çoğunluğu,
yeni
Nizamname‘nin verdiği olanaklar sayesinde yabancı ülkelere gitmektedir238.
3.6.2.ÇalıĢmalar
Yıllar geçtikçe Dethier‘in yaĢı da, hastalığı da ilerlemiĢ, görevini tam olarak
yürütemez duruma gelmiĢtir. Maarif Nezareti‘nce buna bir çözüm aranır ve
Dethier‘in sadece teknik iĢlerle ilgilenmesi, idari ve bürokratik iĢlemlerin baĢka bir
kiĢiye verilmesi kararlaĢtırılır ve bu durum Kasım 1880 tarihinde bir yazıyla Babı
Aliye bildirilir. Aynı ay içinde Vakıflar Nezareti Tamirat Müdürü olan Kadri Bey
isimli bir zat müzenin idari ve iç hizmetlerini yürütmeye yetkili olarak 1300 kuruĢ
aylık maaĢla atanmıĢtır.
236
Eyice, 1985: 1601/1602
Özkan, 2009: 55
238
Özkan, 2009: 56
237
74
Dr. Dethier Çinili KöĢk‘teki yeni müzenin açılıĢından altıbuçuk ay sonra 3 Mart
1881 ‗de ölür. Öldüğünde 78 yaĢında idi. Yapılan cenaze töreninden sonra
Feriköy‘deki katoluk mezarlığına defnedilmiĢtir. Son yabancı müze müdürü olan
Dethier yaklaĢık 8,5 yıl Müze–i Hümayun‘un müdürlüğünü yapmıĢ, onun
zamanında yararlı ya da yararsız müzecilikle ilgili birçok çalıĢmalar yapılmıĢtır.
ÇeĢitli yayınlarda onun hakkında olumlu ve olumsuz görüĢler ileri sürülmüĢtür.
75
4.OSMAN HAMDĠ BEY DÖNEMĠ VE SONRASI239
Dethier‘in ölümünden sonra müzeye yeni bir müdür aranır, ama bu
müdürün nedense yabancı bir müdür olması gereklidir. Bunun sebebini Maarif
Nezareti‘nden Bab-ı Aliye yazılan 13 Temmuz 1881 tarihli bir yazıdan öğreniyoruz
yazıda: Eski eserler ilmine tamamı ile sahip ve bu iĢin erbabının burada
bulunmaması nedeniyle, Berlin Büyükelçiliğimizle (o zaman büyükelçi Sadullah
PaĢa idi) yapılan görüĢmelerde, müzehaneyi Avrupa Müzelerinin olgunluğuna
çıkaracak bir kiĢinin bulunması istenmiĢ; cevabı yazıda, München Eski Eserler
Üniversitesi‘ni bitirmiĢ, doktorluk payesini almıĢ, tarihi binaları ve eski eserleri
incelemek üzere Alman Hükümeti tarafından Ġtalya ve Yunanistan‘a gönderilip bu
ülkelerde birer yıl kalmıĢ ve halen Berlin Müzesi baĢkâtibi olan Dr. Millhofer
tavsiye edilmiĢti. Millhofer buna göre Türkiye‘de sekiz yıl kalacak, bu sekiz
senenin ilk dört senesinde her ayın sonunda ödenmek üzere aylık otuzar, diğer
dört yılında da aylık otuzbeĢer Osmanlı lirası maaĢ alarak müdürlük yapacaktı.
Adı geçen bu maaĢın altında ücret de kabul etmemekteydi. Maarif Nazırlığı‘nca
bu koĢullar kabul edilmiĢ ve sözleĢme imzalamayla ilgili formaliteler aĢamasında
nasılsa ani ve isabetli bir kararla Ģükürler olsun ki bundan vazgeçilmiĢ ve
burnumuzun dibindeki birçok aydın ve kültürlü insanlarımızdan biri olan Osman
Hamdi Bey keĢfedilmiĢtir.
Millhofer‘in müdürlüğe atanmasından vazgeçildiğine ve adı geçen bu
göreve baĢlamadığına göre, Philipp Anton Dethier Müze-i Hümayun‘un son
yabancı müdürü olma özelliğinide taĢımaktadır.
Buna göre ilk Türk müzesi olan Müze-i Hümayunu (bugünkü Ġstanbul
Arkeoloji Müzeleri )ve kazılar dahil ülkedeki Kültür varlıklarıyla ilgili iĢlemleri tam
12 yıl yabancı uyruklu müdürler yönetmiĢler ve yürütmüĢlerdir. Osmanlı
Devleti‘nin o zamanki yöneticilerince seçilip görev verilen ve devletten maaĢ alan
bu müdürlerin hiçbir olumlu iĢ yapmadıklarını söyleyerek bir çırpıda silip atmak
bizce insafsızlık olur. Muhakkak ki göreve her gelen kiĢi bir Ģeyler yapma çabası
içerisinde olmuĢtur. Bu konu ele alınıp araĢtırıldığı sürece yapılan hizmetlerin
artıları da, eksileri de daima dile getirilecektir.
Ancak yabancı dostlarımız memnun olmasalar da, Ģunu belirtmek
zorundayız ki, eski eserler bakımından bakir, bu konuda doğru dürüst kısıtlayıcı
239
Gerçek, 1999: 105-106
76
yasaları olmayan, eski eserlere sahip çıkma bilinci henüz tam olarak doğmamıĢ
bir ülkenin müzesini ve eserlerini, eski eserlere karĢı zaafı bilinen batılılara, yani
batı uyruklu müze müdürlerinin tam olarak yetki ve sorumluluğuna bırakmak bizce
deyim yerinde ise ―kediye ciğer teslim etmek‖ ile eĢ anlamlıdır.
Bu görüĢümüz, yabancılar tarafından yapılan kontrolsüz. Ġlk kazılar için de
aynen geçerlidir.
Osman Hamdi Bey‘in Müze–i Hümayun‘un baĢına getiriliĢi, Türk müzecilik
tarihinde baĢlı baĢına bir olay olmuĢ ve böylece yeni bir dönem baĢlamıĢtır. Bu,
hakikaten önemli bir olaydır. Çünkü seneler süren yabancı müze yöneticilerinin
dönemi kapanmıĢ ve artık hiç değiĢmemek üzere Türk müzecilerinin dönemi
baĢlamıĢtır. Yabancı müze müdürü geleneğinden vazgeçilerek Osman Hamdi Bey
öncelikle Ġbrahim Edhem PaĢa‘nın oğlu idi. Edhem PaĢa yurtdıĢında eğitim
görmüĢ, çeĢitli devlet görevleri yanında, viyana ve Paris sefirliklerinde bulunmuĢ,
Hariciye, Ticaret, Nafia, Dâhiliye Nazırlıkları ile kısa bir süre de Maarif Nazırlığı
yapmıĢ ve en önemlisi Sultan II. Abdulhamit‘in bir-birbuçuk yıl (1877–78)
sadrazamlığını yapmıĢ ve dolayısıyla devletin üst kademeleriyle sıkı teması olan
bir devlet adamı idi. O tarihlerde viyana sefirliği görevinde olmasına rağmen Hamdi
Bey‘in müdürlüğe atanmasında babasının rolü olduğu muhakkaktır. Göreve
getirilmesinde sadece babasının etkisi olduğu da söylenemez. O tarihe kadar
Hamdi Bey‘in de parlak bir geçmiĢi vardır.
O da tahsilini yurt dıĢında tamamlamıĢ ve iyi yabancı dil bilmektedir.
1867‘de Paris‘te ve 1873‘de Viyana‘da açılan ve Osmanlı Devleti‘nin de katıldığı
uluslar arası sergilerde komiser olarak ülkemizi temsil etmiĢtir. ÇeĢitli devlet
görevlerinde bulunmuĢ ve bu arada Ġstanbul ‘da resim serileri açarak kamuoyuna
kendisini tanıtmıĢtır. Müze müdürlüğünden önce son yaptığı resmi görev Ġstanbul
Beyoğlu Altınca Daire Belediye Reisliği idi.
Hamdi Bey ‗in damadı Vahid Bey‘de bir yazısında, Hamdi Bey‘in okul
arkadaĢı olan ve o zaman sarayın teĢrifat nazırlığını yapan Münir PaĢa‘nın
padiĢah üzerindeki etkisiyle Hamdi Bey‘i müdürlük için tavsiye ettiğini kaydetmiĢtir.
Tayin iĢinin, zamanın Maarif
Nazırı Mehmet Kamil PaĢa‘nın da isteği
doğrultusunda olduğu ifade edilmiĢtir. Hamdi Bey, zaten müze komisyonu üyesi
olduğundan müze çevrelerince de tanınıyordu. Buna göre Altıncı Daire Belediye
Reisi O. Hamdi Bey‘in 5000 kuruĢ maaĢla Müzehane Müdürlüğü‘ne tayini
hususundaki padiĢah emri 4 Eylül 1881 de çıkmıĢtır. Tespit edilen maaĢın Maarif
77
Nezareti bütçesinden ödenmesine dair buyruk ise 11 Eylül 1881 tarihinde
yayınlanmıĢtır.
Osman Hamdi Bey‘e kendinden önceki müdürlerden daha fazla miktarda bir
maaĢ takdir edilmesi, ona verilen değerin bir göstergesidir. Çünkü 5000 kuruĢun
karĢılığı 50 Osmanlı altın lirası idi. Hamdi Bey‘in göreve getiriliĢi o zamanki yerli ve
yabacı kültür ve sanat çevrelerinde yankı uyandırmıĢtır. Dethier‘in ölümüyle Hamdi
Bey‘in müdürlüğe atanma tarihleri arasında altı aylık bir boĢluk vardır. Yani Müze-i
Hümayun altı ay müdürsüz kalmıĢtır. Zaten Dethier‘in müdürlüğünün son yılları,
yaĢlılığı ve hastalıkları nedeniyle verimsiz geçmiĢ ve müdürlük görevi vekâletle
yürütülmüĢtür. 78 yaĢındaki bir müdürün yerine 39 yaĢında bir yöneticinin
atanması müzeye yeni bir canlılık, yeni bir dinamizm getirmiĢ ve yapılması
gereken birçok iĢe birden el atılmasını sağlamıĢtır.
Hamdi Bey göreve geldiğinde devletin üst kademelerinde kimler vardı ve o
kimlerle çalıĢacaktı? Birincisi, kendisinin göreve getirilmesinde etkili olan ve
12.11.1880–06.12.1881 tarihleri arasında görev yapan Maarif Nazırı Kıbrıs‘lı
Mehmet Kamil PaĢa idi. Bu devlet adamının daha sonra sadrazam olup, 1884–
1895 tarihleri arasında sadrazamlık yapmıĢ olması Hamdi Bey için bir Ģans
olmuĢtur. Üst kademedeki ikinci kiĢi sadrazam Mehmet Said PaĢa‘dır ki, onun
Çinili KöĢk‘teki müzenin açılıĢında bizzat bulunduğu ve bu konularla yakından
ilgilendiği daha önce ifade edilmiĢti. Üçüncü zat ise Devletin baĢı, Hamdi Bey‘i
göreve getiren, 34. Osmanlı PadiĢahı II. Abdülhamit‘tir.
Osman Hamdi Bey‘in müdürlük görevinin aĢağı yukarı tamamı, kendisini
göreve atayan bu padiĢah zamanında geçmiĢtir.
Hamdi Bey Paris‘e hukuk tahsiline gitmiĢ olmasına rağmen sanatla da
ilgilenmiĢ ressam Gustave Boulanger‘in atölyesine devam etmiĢ ve ressam ve
heykeltıraĢ Gerome‘den resim dersleri almıĢtır. Viyana ‗da ve Paris ‗te bulunduğu
süre içerisinde oralardaki tüm müzeleri defalarca gezip tanıdığı, tasnif ve teĢhir
usulleri hakkında bilgi sahibi olduğu ve Osmanlı ülkesinden götürülmüĢ birçok
eseri görerek üzüldüğü Ģüphesizdir.
Hamdi Bey müdürlüğe baĢladığı sıralarda, Ahmet Fethi PaĢa tarafından
Aya Ġrini‘de eser toplanmaya baĢlanmasından bu yana 35 yıl geçmiĢ ve Çinili
KöĢk‘e taĢınılıp müzenin açılıĢının üzerinden de 1 yıl geçmiĢti.
Hamdi Bey önce müze binasının tamiratı iĢiyle meĢgul oldu. Gerçi yapılan
onarımlar ve müzenin açılıĢının üzerinden henüz bir yıl geçmiĢti. Ama yine de çatı
78
akıyordu. Bu onarım sırasında, Monteroana tarafından sıvattırılmıĢ bulunan
çinilerin, Osman Hamdi Bey tarafından temizletilerek yeniden ortaya çıkarıldığı
söylenmektedir.
Hamdi Bey‘in müzede teslim aldığı eser sayısı 650 idi. Eser sayısı giderek
de artıyordu. Bu arada Hamdi Bey‘in babası Ġbrahim Ethem PaĢa Viyana
Büyükelçiliği görevinden Ġstanbul‘a dönmüĢ ve 1882 yılında Dâhiliye Nazırlığı‘na
getirilmiĢti. Edhem PaĢa, vilayetlere gönderdiği genelgelerle eski eserlere sahip
çıkılmasını ve bunların toplanarak Ġstanbul‘a gönderilmesini istiyordu. Esasen,
güzel sanatlara, eski eserlere ve müzelere karĢı ilgisi olan Edhem PaĢa Dâhiliye
Nazırı olarak kaldığı süre (1884 yılına kadar) içerisinde oğlunun baĢarılı olması
için yardımlarını esirgememiĢtir.
Hamdi Bey müzedeki eserlerin yeniden düzenlenmesini, yani bilimsel bir
tasnifinin ve teĢhirinin yapılmasını istiyordu. Bunun için Fransız Sefiri vasıtasıyla
tanıĢtığı Fransız arkeoloji ve filoloji uzmanı Salomon Reinach (1858–1932)‘ı
Ġstanbul‘a davet etmiĢtir. Reinach Afrika‘da Yunanistan‘da ve Anadolu‘da çeĢitli
arkeolojik araĢtırmalar yapmıĢ, eski yunan ve doğu dillerini karĢılaĢtırmalı olarak
incelemiĢ, eskiçağ sanatının ikonografi dökümlerini yapmıĢ büyük bir eski çağ
uzmanı idi. 1888‘de ―Yunanistan ve Anadolu‘ da Arkeolojik Gezi‖ , 1892‘de
―Tunus‘un Arkeoloji Atlası‖ 1904‘de ―Apollo: Plastik Sanatlar Genel Tarihi‖ ve
1922‘de ―Yunan ve Roma Resimleri Dökümü‖ adlı eserleri yayınlanmıĢtır.
Hamdi Bey, güzel sanatlara son derece meraklı ve aynı zamanda ressam
bir zat idi. Müze müdürlüğüne atanmasına rağmen, ressamlık kimliğini de
unutmuyor ve zaman buldukça resimle de meĢgul oluyordu. Ama o zaman, ülkede
güzel sanatlarla ilgili faaliyetler yaygın değildi. O, bu amaçla Ġstanbul‘ da bir
Sanayi-i Nefise Mektebi(Güzel Sanatlar Akademisi) kurulmasını istiyordu.
Yapılan çalıĢmalar ve giriĢimler sonucunda ― Sanayi –i ġahane Mekteb-i
Âlisi‖nin kurulması için padiĢah emri çıkmıĢtır. Osman Hamdi Bey müze
müdürlüğüne atanmasından 118 gün sonra, 1 Ocak 1882 tarihinde müze
müdürlüğüne ek olarak bu mektebin müdürlüğüne tayin olmuĢtur. Ancak o sırada
ortada okul falan yoktu. 26 Ocak 1882 ‗de ödenek ayrılıp mektebin inĢaatına
baĢlanmıĢ ve aynı yılın eylül ayında inĢaat tamamlanmıĢtır. ĠnĢaatı tamamlanan
Sanayi-i Nefise Mektebi nihayet 2 Mart 1883 tarihinde açılıp öğrenime baĢlamıĢtır.
Mimar Vallaury, mimar Bello, Ressam Varnia, mimar Vedat, Ressam Valeri,
ressam Adil gibi tanınmıĢ kiĢiler bu mektebin öğretim kadrosunda yer alıyordu.
79
Mektebin nizamnamesi Paris Güzel Sanat Mektebi‘nin nizamnamesine uygun
olarak hazırlanmıĢtır. Mektep ilk yıl yirmi öğrenciyle öğretime baĢlamıĢtır. Bugünkü
Mimar Sinan Üniversitesi‘nin çekirdeğini teĢkil etmiĢ olan bu okul müzeye bağlı
olarak hizmet vermiĢ ve Hamdi Bey müze müdürlüğü yanında bu okulun
müdürlüğünü de ölene kadar sürdürmüĢtür.
Osman Hamdi Bey‘in müze müdürlüğü sırasında ortaya konan en büyük
hizmetlerden biri muhakkak ki yeni Asar-ı Atika Nizamnamesi (Eski Eserler
Tüzüğü) dir.
Dethier zamanında, bir oldu-bittiye getirilerek yürürlüğe konulan ve ülkemiz
menfaatlerini adeta yok sayan 1874 tarihli nizamname, on senelik süre içerisinde
binlerce eski eserlerimizin, güya yasal yollarla yurt dıĢına kaçırılmasına neden
olmuĢtur. Bu nizamnamenin sakatlığı ve kaçakçılığı teĢvik ettiği o zamanki basın
organlarında defalarca dile getirilmiĢ ve Meclis-i Kebir-i Maarif tarafından tüzüğün
aksayan taraflarını ülkemiz lehine düzeltecek 6 ġubat 1875 tarihli dört maddelik bir
değiĢiklik
tasarısı
hazırlanmıĢ
olmasına
rağmen,
bu
düzeltme
bir
türlü
gerçekleĢtirilememiĢtir.
Sonuçta, yeni ve istenilen anlamda bir nizamnamenin çıkarılması, Osman
Hamdi Bey‘in zamanında kısmet olacaktır.
Yeni nizamnamenin çıkarılması çalıĢmalarına 1883 yılında baĢlanılmıĢtır.
Zaten o zamana kadar, uygulamada görülen aksamalardan, edinilen acı
deneyimlerden ötürü gerek kültür çevrelerinde ve gerekse Maarif Nezareti baĢta
olmak üzere, öteki devlet kuruluĢlarında böyle bir nizamnameye Ģiddetle ihtiyaç
duyulduğu izlenimi oluĢmuĢtur. Nitekim sadrazamlıkça Maarif Nezareti‘ne yazılan
3 Ocak 1884 tarihli bir yazıda; Mezopotamya da kazı yapan ve kazı izninin
uzatılmasını isteyen bir Fransız‘dan söz edilerek, Avrupu‘da bu gibi eski eser
araĢtırıcılarının, meydana çıkardıkları her türlü eski eserin sadece alçı kopyalarını
alarak asıllarını yerel müzelere bıraktıklarından, bunun aksine uygulamanın,
ülkemizde de bir takım eski eserlerin dıĢarıya çıkarılması sonucunu vereceğinden,
bunun için bundan sonra ülkede arkeolojik kazı yapma isteyenlere, bulacakları
eserlerin yalnız bir kopyasının verilmesi esasına dayalı bir tüzüğün elde bulunması
gerektiğinden bahsedilerek, ġuray-ı Devlet (DanıĢtay) ve Hamdi Bey tarafından
hazırlanmıĢ ve daha önce (25 Kasım 1883 tarihinde Maarif Nezareti‘ne)
gönderilmiĢ bulunan tüzük taslaklarının birleĢtirilerek tüzük tasarısının son Ģeklinin
sadrazamlığa gönderilmesi istenilmektedir.
80
Maarif Nezareti‘nce bu doğrultuda 31 Ocak 1884 tarihinde hazırlanan Asar-ı
Atika Nizamnamesi Meclis-i Mahsus-u Vükela‘ya (Bakanlar Kurulu denebilir)
gönderilmiĢ, burada görüĢülen nizamname 13 ġubat 1884 ‗de kabul edilmiĢtir.
Buradan padiĢah onayına sunulan nizamname 21 ġubat 1884 tarihinde
onaylanarak yürürlüğe girmiĢtir.
Nizamname beĢ bölüm ve otuzyedi maddeden ibaret oldukça ayrıntılı bir
nizamnameydi. Daha önce kazıdan çıkarılan eserlerden arazi sahibine ve kazı
yapana pay verilmesi hakkındaki hüküm kaldırılmıĢ, eski eserlerin yurt dıĢına
çıkarılması yasaklanmıĢtır. ĠĢte nizamnamenin üçüncü maddesi aynen Ģöyleydi;
―Memaliki Osmaniye‘de mevcut ve mekĢuf ve bundan böyle hafriyat ile zahire
çıkarılacak ve deniz ve göl ve nehir ve çay ve derelerde zuhur edecek olan her
nevi asar-ı atika kâmilen devlete aittir‖. Sekizinci madde ise Ģöyleydi; ―Memaliki
Osmaniye‘de zuhur eden Asar-ı Atika‘nın diyarı ecnebiyeye nakil ve ihracı kat‘iyen
memnudur‖ Son olarak, batılı hafirleri çileden çıkaran on ikinci maddeye bir göz
atalım. Bu madde sadeleĢtirilmiĢ olarak aynen Ģöyledir. ―Resmi ruhsat alınarak
ortaya çıkarılan eski eserler tamamen devlet müzesine ait olup, hafirler yalnız
resim ve kalıplarını alabilirler‖.
Bu nizamnamenin çıkarılıĢı, Osmanlı ülkesinde kazı yapan batılı devletlerde
ve hafirler üzerinde Ģok etkisi yaptı. Batılıların menfaatleri bozulmuĢtu ve Avrupa
Müzelerine eski eser akıĢı büyük ölçüde yavaĢlayacak ve çıkan eserler artık
Müze-i Hümayun‘da toplanacaktı. Yabancı hafirler bu durumdan hiç memnun
olmamıĢtı. Avrupa basınında Hamdi Bey hakkında ağır eleĢtirilen yapıldı. Hatta
çıkarılan nizamnameyi ―Drakon Kanunları ―ile karĢılaĢtırılanlar oldu. Peki, neydi bu
Drakon? Benzetme yapılan Drakon, toplumda düzeni sağlayacak kanunları yapan,
koyduğu cezaların ağırlığıyla ün yapan M.Ö. VII. yy. da yaĢamıĢ Atinalı bir kanun
koyucu idi.
Demek ki yapılan iĢlem doğruydu ve bunda çok geç de kalınmıĢtı. Artık
bundan sonra oyun kuralına göre oynanacaktı.
Söz konusu nizamnamede, yine Osman Hamdi Bey zamanında 23 Nisan
1906 da bazı küçük değiĢiklikler yapılmıĢsa da, tüzüğün ana yapısı değiĢmemiĢ ve
6 Mayıs 1973 yılında, yürürlüğe konulan 1710 sayılı‖ Eski Eserler Kanunu‖
çıkarılıncaya kadar, yaklaĢık 90 sene geçerliliğini korumuĢtur. Bu durum, daha
sonraları kanun kuvvetinde kabul edilmiĢ olan bu nizamnamenin ne kadar itina ile
81
hazırlanmıĢ ve ne kadar sağlam bir yapıya sahip olduğunun bir kanıtıdır. Buna
karĢılık 1710 sayılı kanun ise sadece 10 yıl yürürlükte kalabilmiĢtir.
Bununla beraber batılıların ellerinde de bir takım kozlar vardı. Osmanlı
Devleti gittikçe zayıflıyordu ve fakirleĢiyordu. Kapitülasyonlar devletin boynunu
büküyordu. Osmanlı Devleti bütün XIX. yy. boyunca bunlardan kurtulmanın
çarelerini aramıĢ, ama dıĢ borçlanmalar nedeniyle bütün batılı ülkeler her
defasında buna karĢı durmuĢlardı. ĠĢte bunun gibi bir takım mali ve siyasi baskılar
sonucunda yabancı imparatorlar, devlet baĢkanları ve büyük elçiler saraya (Sultan
II. Abdülhamit‘e ) baskı yaparak istediklerini koparabiliyorlardı. O nedenle, Ģunu
itiraf edelim ki, özellikle istibdat idaresi sırasında yabancı dost ve müttefiklerimizi
kırmamak için ve yukarıdaki gerekçelerle ve saray tarafından yapılan müdahaleler
yüzünden 1884 tarihli nizamname tam olarak uygulanamamıĢ ve yurt dıĢına
zaman zaman eski eser çıkıĢı durdurulamamıĢtır.
Osman Hamdi Bey, hem müzeyle ilgilenmekte, müzecilik çalıĢmaları
yapmakta, hem de arkeolojik konularda kendini yetiĢtirmekte ve ülkenin arkeolojik
yapısını tanımaya çalıĢmaktadır.
Eski eser araĢtırmaları ve kazılar devam ettikçe hem müzenin geniĢlemesi
gereği ortaya çıkıyor, hem de müzedeki iĢler artıyordu. Osman Hamdi Bey ‗in
üzerine müzedeki iĢlerle birlikte Sanayi-i Nefise Mektebinin müdürlüğü görevi de
vardı. Müzeye eleman ihtiyacı yanında, güvenebileceği ve gerektiğinde bazı yetki
ve sorumluluklarını devredebileceği iyi bir yardımcıya da ihtiyaç duyuyordu.
Bulacağı müdür yardımcısının çalıĢkan, kültürlü ve temsil yeteneği olan bir kiĢi
olması gerekiyordu. Aklından geçen isim kardeĢi Halil Edhem idi. Halil Edhem Bey
de yurt içinde ve yurt dıĢında iyi bir eğitim görmüĢ, kendisini yetiĢtirmiĢ bir kiĢi idi
ve o sırada Ġstanbul‘da Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Dairesi tercüme Ģubesinde
görevli idi.
Osman Hamdi Bey, gerekli giriĢimlerde bulunarak Maarif Nezareti‘yle resmi
yazıĢmalar yapar. Bu sırada maarif nazırı 4.9.1891-12.4.1902 tarihleri arasında
nazırlık yapan Ahmet Zühtü PaĢa‘dır. Gerçi bu tarihlerde müzede 1880 yılından bu
yana müdür yardımcılığı yapan Nikolaki Ohani Efendi halen göreve devam
ediyordu. Demek ki, nöbet değiĢimi uygun görülmüĢ olmalı ki Nikolaki Ohani
Efendi bu görevden ayrılır ve Halil Edhem Bey‘in müze müdür yardımcılığına tayini
(1892 yılında)yapılır.
82
Nikolaki Ohani Efendi müzeden ayrılmamıĢ ve daha sonra Fransızca
BaĢkatibi unvanıyla daha uzun yıllar envanter Ģefliği görevine yürütülmüĢtür.
Halil Edhem Bey‘in Müze-i Hümayun‘un müdür yardımcılığına getiriliĢinin ne
kadar isabetli olduğu daha sonraki yıllarda fazlasıyla anlaĢılacaktı.
Onunla beraber müzede yeni bir atılım dönemi baĢlamıĢtır. O ağabeyinin
sadece resmi değil, ama manevi olarak da en büyük yardımcısı ve adeta sağ kolu
olmuĢtur. Bu yardımcılık görevi süresi yılı 17 yıla yakındır.
Burada Ģunu da belirtmek yerinde olacaktır. Gerek Osman Hamdi Bey
zamanında, gerekse Halil Edhem Bey zamanında Müze-i Hümayun hem eski eser
toplama görevini, hem kazılarla ilgili faaliyetleri, hem de imparatorluğun Asar-ı
Atika Dairesi (Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü )görevini beraber
yürütüyordu.
Kültür varlıklarının öneminin, eski eser sevgisinin, gerek devletçe, gerekse
toplumca tam olarak anlaĢılmamıĢ olduğu bir dönemde, yalnızlık içinde olağan
üstü çabalar sarf ederek, zorlukları yenmeye çalıĢan bu iki fedakâr ve değerli
insanın Türk müzeciliğine yaptıklarını takdirle anmamak mümkün değildir.
Halil
Edhem
Bey‘in
müzeye
atanmasıyla
müze
kadrosu
oldukça
güçlenmiĢtir. Fakat bütün bu iĢlerin altından kalkan ve imparatorluğun her yanına
yetiĢmeye çalıĢan bu kadro neydi, kimlerden ve kaç kiĢiden oluĢuyordu?
83
Maarif Nezareti 1894 yılı kayıtlarına göre Müze-i Hümayun‘un idari personel
kadrosu Ģöyledir.
SIRA ADI
1
Hamdi Bey
2
3
4
5
6
7
8
9
Halil Bey
Kadri Bey
Recep Efendi
Nikolaki Efendi
Halil Bey
Makridi Toduraki
Jüvin Bey
Dimosten Baltacı
10
Ahmet Bey
11
12
13
Bedri Bey
Bilal Efendi
Oskan Efendi
GÖREVĠ
MAAġI
Müze-i Hümayun Müd. ve Sanayi-i 9000 kuruĢ
Nefise Mektebi Müd.
Müze Müdür Yrd.
4000 kuruĢ
Ġç Hizmetler Müd.
3000 kuruĢ
Muhasebeci
1750 kuruĢ
BaĢkatip
1700 kuruĢ
Türkçe HaberleĢme Katibi
500 kuruĢ
Fransızca HaberleĢme Katibi
600 kuruĢ
Katalog Düzenleme Memuru
2000 kuruĢ
Asar-ı Atika Muhafaza ve
1500 kuruĢ
Muayene M.
Asar-ı Atika Muhafaza ve
1200 kuruĢ
Muayene M.
Hafriyat Memuru
1000 kuruĢ
Hafriyat Memuru
800 kuruĢ
Asar-ı Atika Tamirat M. ve Fotoğ
700 kuruĢ
Asar-ı Atika Nizamnamesi‘nden sonra önemli olan ve dikkate alınması
gerek bir nizamnamede de, Halil Edhem Bey zamanında yürürlüğe konulan 31
Temmuz 1912 tarihli ―Muhafaza-i Abidat Hakkında Nizamname ― yani, Anıtların
Korunması Hakkında Tüzük‘tür.
Asar-ı Atika Nizamnamesi‘ni tamamlayıcı nitelikteki sekiz maddelik bu
nizamname, Asar-ı Atika Nizamnamesi‘nde ayrıntılı olarak yer almaya taĢınmaz
kültür varlıklarının korunmalarını ve koruma ilkelerini yasal hükümlere bağlamak
amacıyla çıkarılmıĢtır.
Nizamname‘nin 3. ve 4. maddeleri gereğince, illerde Maarif müdürlerinin
baĢkanlığında kurulan yerel koruma kurulu niteliğindeki komisyonlar, taĢınmazlar
hakkındaki kararlarını Maarif Nezareti kanalıyla Ġstanbul‘a Müze-i Hümayun‘lar
Genel Müdürlüğü‘ne gönderecekler ve son kesin kararı da bu müdürlük verecektir.
Yine bu Nizamname‘de verilen görevleri yapmak ve Nizamname‘nin
gereklerini yerine getirmek üzere, 1917 yılında Ġstanbul‘dan bir ―Muhafaza-i Asar-ı
Atika Encümeni Daimisi‖ KurulmuĢtur.
Muhafaza-i Abidat Hakkında Nizamname‘nin uygulaması Cumhuriyet
yıllarında da devam etmiĢ ve 1936 yılı baĢlarına kadar yürürlükte kalmıĢtır. Söz
konusu Encümen ise Cumhuriyet döneminde de uzun yıllar hizmet etmiĢ, çok
84
yararlı faaliyetler yapmıĢ ve birçok taĢınmaz kültür varlığının kurtarılmasını
sağlamıĢtır.
Müze Müdürü Halil Edhem Bey, özellikle taĢınmaz kültür varlıklarının
korunması amacına yönelik bir karar organı kurmak istiyordu. Bu amaçla, eski
eserleri tahrip olmaktan kurtaracak önlemleri almak, anıtların onarımında görüĢ ve
önerilerde bulunmak ve karar almak üzere bir ― Muhafaza-i Asar-ı Atika Encümeni
Daimsi‖ kurulması için Maarif Nezareti‘ne teklifte bulunmuĢtur. Bu teklif Meclis
Vükela kararıyla ve 19 numaralı Tezkire-i Samiye Mucibi‘nce 21 Mayıs 1917
tarihinde kabul edilmiĢtir.
Bu konuyla ilgili olarak müzeye gelen 30 Mayıs 1917 tarihli resmi yazıda‖
Ġstanbul‘da eski imparatorluk sarayları da dahil olmak üzere, eski eserlerin
korunmasına önem vermek, onarımlarını gerektiği durumlarda görüĢlerine
baĢvurulmak, Ġstanbul dıĢındaki eski eserlerin tahripten kurtulması için önlemler
almak, yıkılması gerekenler hakkında görüĢleri alınmak üzere Müzeler Genel
Müdür Halil, Ġstanbul Milletvekili Ġsmet, Doktor Nazım, Vakıflar ĠnĢaat ve Tamirat
Müdürü Mimar Kemalettin, Dahiliye Nezareti Mebanii Emiriyye Müdürü ve Tarih
Encümeni Üyesi Efdalettin, Maarif Telif ve Tercüme Kurulu ve Ġstanbul Muhibleri
Cemiyeti Üyesi Mehmet Ziya, Belediye Fen Heyeti Mimari ġubesi Müdürü Mimar
Asım ve Kadıköy Dairesi Müdürü Celal Esad Beylerden oluĢan bir Daimi Encümen
Kurulmasının uygun görüldüğü ve yazının gereği için Dahiliye i ve Vakıflar
Nezaretleri‘ne bilgi için de Harbiye ve Maliye Nezaretleri‘ne gönderildiği ―
belirtilmektedir.
Encümen ilk toplantısını 11 Haziran 1917 tarihinde yapmıĢtır. Halil
Edhem‘in çabasıyla 1917 yılında kurulan, sadeleĢtirilmiĢ adıyla ―Eski Eserleri
Koruma Yüksek Kurulu‖ daha sonra oluĢturulan ‖Gayri Menkul Eski Eserler ve
Anıtlar Yüksek Kurulu‖ ile ―Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ― ve
― Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları‖ nın da öncüsü olmuĢtur.
Ġstanbul‘da Arkeoloji Müzesi‘nin bir odasında toplanan bu Encümenin
baĢkanı Halil Edhem Bey‘di.
85
5.TÜRK MÜZECĠLĠĞĠNDE “CUMHURĠYET DEVRĠ”
1914–1922 SavaĢ yıllarında Osmanlı topraklarındaki kazı faaliyetleri
durmuĢtur. Ama istilacılar, en küçük bir fırsatı dahi değerlendirmektedirler.
Örneğin, Çanakkale SavaĢı sırasında (1915), iĢgal kuvvetleri siper kazarken
buldukları eski eserleri ülkelerine götürmüĢlerdir. Bu arada Samerra ve Asus kazı
depolarında bulunan ve savaĢ nedeniyle aktarılamayan eski eserler, Ġngiliz
askerlerince
yağmalandığı
ve
askerlerin
daha
sonra
bunları
sattıkları
görülmüĢtür240.
Ġstiklal Harbi yıllarında Anadolu‘daki kazıların devam ettiğini, iĢgâl
kuvvetlerinin kısa egemenlikleri sırasında, nüfuz bölgelerinde kazılar yaparak
ülkeyi yağmaladıklarını görmekteyiz. Örneğin bu yıllarda, Ġstanbul Sarayburnu‘nda
bir iĢgal subayı kazı yapılması üzerine Halil Edhem Bey kazıyı durdurmuĢ ve
buluntuları müzeye getirmiĢtir241.
Ülke iĢgâl altında olmasına rağmen müzecilerin iĢlerini aksatmadıkları ve
müzecilik faaliyetlerine devam ettikleri görülüyor. Durum kazı yapılmasını
engellese de müzede çalıĢmalar devam etmiĢtir242.
Türk Müzeciliğinde Ġlk Türkiye Büyük Millet Meclisi‘nin 23 Nisan 1920
tarihinde Ankara‘da Ulus‘taki küçük binasında açılmasından sonra, 25 Nisan 1920
tarihinde yapılan toplantıda ― Geçici Ġcra Encümeni‖ seçilmiĢtir. Encümen, TBMM
Reisi Mustafa Kemal PaĢa‘nın baĢkanlığında, Erzurum Mebusu Celalettin Arif Bey,
Aydın Mebusu Cami Bey, Amasya Mebusu Hakkı Behiç Bey ve Edirne Mebusu
Ġsmet Bey olmak üzere toplam yedi kiĢiden oluĢmaktaydı. Mustafa Kemal‘in doğal
baĢkan kabul edildiği seçimde en fazla oyu Hamdullah Suphi Bey almıĢtır.
Hamdullah Suphi ileriki yıllarda maarif vekilliği yapmıĢ ve Ankara Etnografya
Müzesi‘nin kuruluĢunda imzası olan bir zattır. 25 Nisan 1920-3 Mayıs 1920 tarihleri
arasında görev yapan bu encümen, Türkiye‘de hükümet görevini üstlenen ilk
encümen ya da ilk heyettir. 23 Nisan 1920 Cuma günü T.B.M.M. ‗nin Ankara‘da
toplanarak yasama ve yürütme yetkisini üzerine almasından sonra, 2 Mayıs 1920
tarihli ve 3 numaralı kanunla 3 Mayıs 1920 tarihinde 11 bakandan oluĢan bir ―Ġcra
Vekilleri Heyeti‖ kurulmuĢtur. T.B.M.M. Reisi ve Ġcra Vekilleri Heyeti Reisi Mustafa
Kemal PaĢa baĢkanlığındaki heyette; Umuru ġeriye, Dâhiliye Umuru, Adliye,
240
Özkan, 2009: 149
Öz, 1949: 249
242
Özkan, 2009:150
241
86
Nafia, Hariciye, Sıhhıye ve Muavenet-i içtimaiye, Ġktisat, Müdafa-i Milliye, Erkan-ı
Harbiye-i Umumiye, Maliye ve Maarif Vekilleri yer almakta idi. 4 Mayıs 1920 ‗de
göreve baĢlayan bu 11 vekillikten biri olan Maarif Vekilliğine Sinop Milletvekili Rıza
Nur Bey seçilmiĢtir. 3 Mayıs 1920‘den 13 Aralık 1920‘ye kadar 8 ay 11 gün görev
yapan Dr. Rıza Nur çok sınırlı bir kadro ve çok yetersiz bir bütçe ile Milli
Mücadele‘nin bu ilk çetin günlerinde Milli eğitime, Türk kültürüne, sanatına ve
tarihine mili bir temel ve ruh kazandırmayı baĢarmıĢtır. Dr.Rıza Nur, DıĢiĢleri ve
Sağlık Bakanlıklarında da bulunmuĢ, Lozan Konferansı‘nda ikinci murahhas olarak
görev almıĢtır. 1920 yılının Mayıs ayında Ankara‘da yeni hükümet (Ġcra Vekilleri
Heyeti) teĢkil edildiği ve Dr. Rıza Nur‘un Maarif Vekili seçildiği sırada, Ġstanbul ‗da
da Osmanlı Hükümeti görev baĢındaydı ve o hükümetin maarif nazırlığı görevini
de Rumbeyoğlu Fahrettin Bey yürüyordu. Fahrettin Bey‘den sonra 31.7.192020.10.1920 arasında Hadi PaĢa, 21.10.1920-20.12.1920.arasında Mustafa ReĢit
Akif PaĢa Maarif Nazırlığı görevini devam ettirmiĢlerdir. O tarihlerde, iĢgal altındaki
Ġstanbul‘daki Asar-ı Atika Müzeleri de herhalde hala Osmanlı Hükümeti‘nin maarif
nazırlığına bağlı olarak görev yapmakta idiler. Osmanlı Hükümetlerinin son Maarif
Nazırı 22.1.1921 ile 12.6.1921 tarihleri arasında görev yapan RaĢit Erer Bey‘dir. 3
Mayıs 1920 tarihinde Maarif Vekili Dr. Rıza Nur‘un T.B.M.M.‗nde okuduğu 1920 yılı
Ġcra Vekilleri Heyeti (Hükümet)Programı7nın bir yerinde; ―……bizde Milli ruhu
artıracak tarihi eserleri, edebi ve sosyal içerikli eserleri uzmanlarına yazdırmak,
Milli asarı atikayı tescil ve muhafaza etmek….‖ Ġfadelerine ye verilerek, tarihi
eserler ve eski eserler konularındaki korumacılık ilkelerine de önem verileceği
vurgulanmıĢtır. Yeni kurulan maarif vekâleti beĢ ana daireden meydana gelmekte
idi. Her dairenin kadrosunda ise ikiĢer, üçer veya dörder personel bulunmaktaydı.
Merkez örgütünün bu beĢ dairesinden biri de ―Hars (Kültür ĠĢleri) Müdürlüğü‖dür.
Bu daireden zaman zaman ―Türk Asar-ı Atikası Müdürlüğü ―Ģeklinde de söz
edilmektedir. Hars müdürlüğünde ilk zamanlar bir müdür, bir kâtibin görev yaptığı
ve bakan hariç bakanlığın tüm merkez teĢkilatının yirmi kiĢiden oluĢtuğu
anlaĢılmaktadır. Ġlk hars müdürü, kendisini Ankara Etnografya Müzesi‘yle ilgili
bölümde daha iyi tanıyacağımız, Kütahya Milletvekili dil bilgisini, araĢtırmacı ve
yazar Besim Atalay‘dır. Besim Atalay, meclisteki milletvekilliği görevi ile birlikte,
hars müdürlüğü görevini de yürütmüĢtür. O zamanki mevzuata göre, bunda yasal
bir sakınca yoktur. Ġlk TeĢkilatı Esasiye Kanunu (Anayasa) 20 Ocak 1921‘de kabul
edilmiĢ 23 maddelik kısa bir Anayasadır. Ġkinci hars müdürü, Bakanlık
87
MüfettiĢlerinden Hilmi Bey (Tanyolaç) dir. Bakanlıkta, daha sonraları, hars
müdürlüğü yanında ayrıca, zamanın fikir adamlarından oluĢan bir de daimi hars
komisyonu kurulmuĢtur. Ülkemizde eğitim ve kültür konularına henüz Cumhuriyet
ilan edilmeden, daha Milli Mücadele yıllarında önem verilmeye baĢlanmıĢtır. Bu
çalıĢmalardan olmak üzere, 16 Temmuz 1921 tarihinde Ankara‘da Maarif Kongresi
yapılmıĢtır. Mustafa Kemal 16 Temmuz 1921‘de burada yaptığı konuĢmada ve 1
Mart 1922 tarihindeki birinci devrenin üçüncü toplanma yılı baĢında Büyük Millet
Meclisi kürsüsünde yaptığı konuĢmasında, yeni yönetimin Milli eğitim ve kültür
politikalarını ortaya koymakta ve yapılacak çalıĢmalara yön vermektedir.
KonuĢmasının bir yerinde; ….. yabancı fikirlerden, doğudan ve batıdan gelen
bütün etkilerden tamamen uzak, milli seciye (karakter) ve tarihimizle uyum içinde
bir kültür kastediyorum. Çünkü milli davamızın tam olarak geliĢmesi, ancak böyle
bir kültür ile mümkün olabilir. GeliĢigüzel bir ecnebi kültürü Ģimdiye kadar takip
edilen yabancı kültürlerin yıkıcı sonuçlarını tekrar ettirebilir. Kültür tabanla uyum
içinde olmalıdır. O taban Milletin seciyesidir.‖ Diyerek milli kültür anlayıĢını da
açıkça ifade etmiĢtir.
5.1.Yeniden Yapılanma ve Yasal Düzenlemeler243
Anadoluda iĢgal yıllarında 1918 yılında Osmanlı Devleti‘nin toprakları galip
devletlerce paylaĢıldığı için Müze-i Hümayun yetkililerinin çalıĢma alanı çok
daralmıĢtır. Bu yıllarda kazıların çoğu, ĠĢgal Kuvvetleri‘nin askerleri ve bilim
adamları tarafından gerçekleĢtirilmiĢtir. Bu sırada olan bazı kötü olaylardan da
faydalanmıĢlardır. Nitekim 1918‘de Ġstanbul‘da çıkan bir yangın sonucu Hafız
Ahmet PaĢa Külliyesi‘de yanmıĢtır. Bu sırada türbenin değerli eĢyalarının da
çalındığı anlaĢılmaktadır. Nitekim Hafız Ahmet PaĢa‘ya olduğu bilinen bir at zırhı
bugün Atiina‘daki Bernaki Müzesi‘nde bulunmaktadır244.
1921 yılında bir Asar-ı Atika Nizamnamesi tasarısı hazırlanmıĢtır245. Bazı
yeniliklerin yanı sıra, hafirlere teĢvik olması için tekrar eser verilmesi kabul
edilmektedir. Bu geri dönüĢ demektir ki Türk Hükümeti‘nin düĢüncesi olmayıp söz
243
Gerçek, 1999: 137/146 (Bu başlık altında yazılan bilgiler aksi belirtilinceye kadar Gerçek’in belirtilen
kitabından alınmıştır.)
244
245
Eyice, 1997: 85/87
Çal, 1997: 394
88
konusu
nizamnamenin
ĠĢgal
Kuvvetlerinin
baskısıyla
çıkartılmak
istendiği
anlaĢılmaktadır. Ama bu nizamname değiĢikliği gerçekleĢmemiĢtir.
Atatürk‘ün,
Cumhuriyetin
kuruluĢundan
sonraki
görüĢleri
de
bu
doğrultudadır ve Türk kültürüne verdiği önemi Ģu sözleriyle dile getirmiĢtir;
―Cumhuriyetin temeli kültürdür. Cumhuriyet zengin Türk kültürünün üzerine
kurulmuĢtur.‖ 1921 yılında maarif vekilliği görevinde Ģair, yazar edebiyatçı ve kültür
adamı Hamdullah Suphi (Tanrıöver) bulunuyordu. Hamdullah Suphi, daha önce
de kendisinden bahsettiğimiz Osmanlı devrinde maarif nazırlığı yapmıĢ ve
döneminde müzeciliğimize yararlı hizmetleri dokunmuĢ tarihçi, numizmat ve devlet
adamı Abdüllatif Suphi PaĢa‘nın oğlu idi. Türk Müzeciliğine babasının ne kadar
hizmeti dokunmuĢsa, Hamdullah Suphi Bey‘in de bir o kadar hizmeti geçmiĢtir.
Maarif Vekili Hamdullah Suphi zamanında görev yapan Hars Müdürlerinden
üçüncüsü de Mübarek Galip Bey‘dir. Mübarek Galip Bey de bize yabancı değildir.
Mübarek Galip, Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri‘nden bahsederken hakkında bilgi
verdiğimiz Osman Hamdi Bey‘in kardeĢi ilk Türk nümizmatlarından Ġsmail Galip
Bey‘in oğlundan baĢkası değildir. Ülkemizin ilkleri arasında iki büyük nümizmant
vardır. Bunlar, ikisi de Osmanlı devrinde yetiĢmiĢ Abdüllatif Suphi PaĢa ile Ġsmail
Galip Bey‘dir. Bu iki değerli insanın oğulları Cumhuriyet döneminde bir araya
gelmiĢler ve tesadüfen aynı amaca yönelik olarak birlikte hizmet etmiĢlerdir.
Mübarek Galip, ilk faaliyetlerden olmak üzere, Ankara‘da, bu gün Anadolu
Medeniyetleri Müzesi adını verdiğimiz, bir müzenin kuruluĢunu baĢlatmıĢtır. Aynı
yıllarda, yani 1921, 1922 yıllarında Antalya ‗da Süleyman Fikri Bey de Antalya
Müzesi‘nin temellerini atmakla meĢguldür. Yıl 1922, KurtuluĢ SavaĢı‘nın en sıkıntılı
günleri, son vatan toprakları için yapılan adeta bir ölüm kalım mücadelesi, 26
Ağustos ‗ta baĢlayan Büyük Taarruz ve adım adım zafere giden yollar, iĢgal
altındaki yörelerimizin teker teker kurtuluĢları. 9 Eylül, Türk ordularının Ġzmir ‘e
giriĢi 11 Ekim 1922 Mudanya Mütarekesi‘nin imzalanması.
ĠĢte bu sıralarda Hars Müdürü Mübarek Galip de kendi iĢiyle meĢgul,
vilayetlere gönderilmek üzere hazırladığı genelge 10 maddeden ibaret, taĢınır ve
taĢınmaz eski eserler de dahil, vilayetlerden tam bir kültür envanteri isteniyor.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Umumi Maarif Vekâleti
Hars Dairesi
89
1-Liva içerisindeki Ģehir ve kasabaların kuruluĢ tarihleri ve kurucuları hakkında
tarihi araĢtırma, ne gibi tarihi olaylara sahne oldukları, eski Yunan ve Roma,
Osmanlı ve daha evvelki Türk devirlerinde bunlara verilen isimler,
2-Liva içerisindeki, geçmiĢ kavimlerin uygarlıklarına ait eski eser kalıntıları ve
mevcut eserlerin fotoğrafları, fotoğraf çekmek mümkün değilse krokileri yapılarak
rapora eklenmesi,
3-Gerek Osmanlılar zamanına, gerek daha önceki zamanlara ait Türk kültürünü
ilgilendiren ne gibi tarihi eserler vardır?
4-Değerli olduğu halde halen harab durumda bulunan ve onarım sayesinde
korunması mümkün görülen tarihi eserler nelerden ibarettir?
5-Yöredeki Milli Eğitim Ġdaresi‘ne devredilmesi kanun gerektiren, bölgenizdeki
yıkılıp gitmiĢ vakıflar nelerden ibarettir? Mümkünse vakfiyeleriyle gerekli izahatın
yapılması,
6-Bölgenizde bulunan, gerek yapılı, gerekse harab cami, mescit, medrese, tekke
çeĢme ve köprüler, imaretler, kervansaraylar, Ģifahaneler ve benzerleri hakkında
ve bunları yaptıranlar hakkında yeterli bililerin toplanması,
Selçuklu ve Osmanlı Sultanları ile Karamanoğulları, DaniĢmendiler, Beni
Artuklar gibi Türk Emirleri devrinden kalma tüm eserlerde rastlanan oyma kitabe
ve iĢlemelerin ve eğer bir asır önce yapılmıĢ veya daha eski bir devre ait özel
konutlara rastlanırsa, bunların ocak, tavan, dolap, raf ve pencere gibi iç
bölümlerine ait süslemelerinin ve dikkati çeken mimari unsurlarının fotoğraflarının
çekilerek rapora eklenmesi. Küçük boyutlu levha, kitabe ve ev eĢyasından sayılan
eski iĢ eserlerin elde edilmesi halinde bunların da Ankara ‗ya gönderilmesi.
7-Livanızda evliyalardan, âlimlerden, Ģeyhlerden, Ģairlerden, vezirlerden kısaca
büyük Ģahsiyetlerden kimlerin mezarları vardır?
Mezar taĢlarındaki oyma yazıların alınması, süsleme olarak dikkat çekici olan
sandukalarında fotoğraflarının çekilmesi,
8-Bölgeniz içerisindeki eski tarihi ailelerin isimleri, halen hayatta olan tarihi aileler
varsa bunların Ģecerelerinin birer suretinin gönderilmesi,
9-Bölgeniz içerisinde halen iskân edilmemiĢ aĢiretler var mıdır?
10-Bölgenizde ırk itibariyle ne gibi uyumsuzluklar görüyorsunuz?
Bunların dini görüĢleri, ahlak kuralları, gelenek ve görenekleri hakkında geniĢ bilgi
toplanması. Ekim 1922/Mübarek
90
Mübarek Galip tarafından hazırlanan ve Ekim 1922 tarihini taĢıyan bu
genelge Karesi Milletvekili ve Maarif Nazırı Vehbi Bey zamanında vilayetlere
gönderilmiĢtir. Bu genelgeyi takip eden günlerde yine maarif vekâletince bir
talimatname hazırlanmıĢtır. Hars Müdürü Mübarek Galip Bey‘in hazırladığı ve
Maarif Vekili Ġsmail Safa tarafından imzalanarak dağıtımı yapılan. Kasım 1922
tarihli ve 170 sayılı ―Müzeler ve Asar-ı Atika Hakkında Talimat ― baĢlıklı bu yazı
müzecilik tarihimiz ve eski eserlerin korunması hususunda önemli bir belgedir.Bu
talimatname; müzeciliğin çalıĢma prensiplerini belirlemekte ve bir disiplin altına
almakta, eski eserlere, korumacılık ilkelerine ve alınan önlemlere bakıĢ açısını da
açıkça ortaya koymaktadır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Umuru Maarif Vekâleti
Hars Dairesi No: 170/ Müzeler ve Eski Eserler Hakkında Talimat
1-Hars idaresi eski eserlere iliĢkin bütün iĢleri yapmaya yetkilidir. Çözümlenecek
sorunlar gerek görüldükçe Bakanlık Müdürler Kurulu‘nca incelenir ve halledilir.
2-Ġllerde eski eserlere iliĢkin iĢlemler ve yerel müzelerin yönetimi milli eğitim
müdürlerinin yükümlülüğündedir.
Sultan Mektebi, idadi Mektebi ve Erkek Öğretmen Okullarında en büyük milli
eğitim memurunun yönetiminde birer ―Mektep Müzeleri‖ oluĢturulmuĢtur. Bu
müzelerde bulunacak objelerin çeĢitleri ve bu müzelerin oluĢturulması 97 ve 107
sayılı genelgelerle bildirilmiĢtir. Milli eğitim müdürleri yerel müzeler ile okullarda
oluĢturulacak müzelerin ihtiyacı olan memurları seçerek atanmak üzere bakanlığa
bildirirler. Milli eğitim müdürleri eski eserlere iliĢkin tüm bilgileri almak üzere hars
idaresiyle haberleĢirler ve bilimsel temasta bulunurlar ve söz konusu iĢler
hakkında hars idaresine bağlıdırlar.
3-Giyim eĢyaları ve eski ev eĢyaları ile, el yazmaları, tezhip edilmiĢ kitaplar,
iĢlemeler, eski silahlar, çiniler, lahitler, mezar taĢları, heykeller, vazolar, toprak
kaplar, her çeĢit süs eĢyası, kitabeler, sikke ve madalyalar, fildiĢi veya kemik
eserler, kakma ve oyma iĢleri ve buna benzer milli ve islâmi ve güzel sanatların
bütün dallarına ait eserlerin toplanarak müzelere konulmasına daha çok dikkat ve
itina edilecektir. Bununlar birlikte, eski Ġslam eserleri dıĢında ortaya çıkacak
eserler de müzelere konulacak ve teĢhir edilecektir.
91
4-Müzelerde mevcut koleksiyonların bir defteri ile teĢhir maksadıyla konulacak
olan herhangi bir yeni eserin bilimsel tanımıyla birlikte fotoğrafı ve sıra numarası
hars idaresine bildirilecektir.
5-Eski eserlerle ilgilenen bilim adamlarının yararlanmalarını sağlamak üzere, yerel
müzelerde arkeolojiye, güzel sanatlara ve ülkemizin tarih ve coğrafyasına iliĢkin
her dilde en tanınmıĢ, en saygın yazarların kitapları yavaĢ yavaĢ temin edilip
toplanarak birer ―Müze kütüphanesi‖ oluĢturulacaktır.
6-Müze memurları, müzelerde bulunan koleksiyonları kısım kısım, her çağa ve
her döneme göre tasnif ederek, çeĢitli bölümlerine ait ( hangi kısmın uzmanı ise )
bizzat kendileri yâda bazı uzmanları birlikte çalıĢmaya teĢvik ederek, bu gibi bilim
adamlarının yardımıyla
bilimsel değeri bulunan kataloglar hazırlarlar ve
yayınlarlar.
7-Eski eserler müfettiĢi bulunan bölgelerde, adı geçen müfettiĢler teftiĢ edecekleri
yerlerde ve teftiĢ sırasında rastlayacakları eski eserler hakkındaki gözlemlerini ve
incelemelerini bir rapor halinda hars idaresine vereceklerdi.
Rapor içerik ve metin olarak bilimsel değere sahip olmalıdır.
8-Müze memurları, geleneksel eski sanatlarımızın canlandırılmasına, çinicilik olan
yerlerde bu sanatın geliĢtirilmesine ve milli eski sanatlarımızın konusunda halkın
dikkatinin çekilerek bu konuya ilgisinin sağlanması hususuna olanaklar ölçüsünde
gayret edecekler ve giriĢimde bulunacaklardır.
9-Kazı, araĢtırma ve sondaj yapma hakkı hars idaresine aittir. Bununla beraber,
bilim kurumları ve bilim adamı uzmanlar tarafından illerde bu konuda bir müracaat
olduğu takdirde milli eğitim müdürleri bu konudaki baĢvuruları öncelikle hars
idaresine bildirir. Söz konusu idare müracaatı inceleyip Bakanlığa bildirir.
Bakanlığın uygun görüĢü ve özel izini üzerine kazı, araĢtırma ve sondaj faaliyeti
için müracaat sahibine gerekli izin verilir.
10- Eski eserlerin bulunduğu arazi ile buradaki eski eserlerin tasarrufları taĢınır ve
taĢınmaz eski eserler ve eski eserlerin alım satımı, ihracı, ithali ve nakliyatı ile
kazı araĢtırma ve sondaja iliĢki diğer hususlar hakkında halen yürürlükte bulunan
Asar-ı Atika Nizamnamesi ve Muhafaza-i Abidat Nizamnamesi hükümleri
uygulanır.
11-Müze memurlarının eski eserler bilimine yakınlığı olmaları veya bu bilime karĢı
eğilimli olmaları gerekmektedir. Söz konusu memurlar müzenin iyi düzenlenmiĢ
olması ve zenginleĢtirilmesi için çaba gösterirler. Ve ortaya çıkacak eski eserlerin
92
müzeye nakledilmesini sağlar veya eski eserlerin çıktığı yere giderek incelemede
bulunurlar
ve
kazı
olduğu
taktirde
kazı
yerine
giderek,
Azar-ı
Atika
Nizamnamesi‘nin hükümlerinin yerine getirilmesine nezaret ederler. Müze
muhafızları ise müzede bulunan ve kendilerine emanet edilen eserlerin iyi
korunmasında sorumlu ve yükümlüdürler. Ve bunlardan, müzede bulunan
eserlerin değerine göre kefalet kesilir.
Bu iki önemli genelge, yeni yönetimin eski eserler ve müzecilikle ilgili ilk
yasal düzenlemeleri olarak kabul edilmelidir. Bu tür genelgeler, Cumhuriyetin
ilerleyen yıllarında artarak devam edecektir.
5.2.Atatürk, Tarih ve Arkeoloji
Çok önemli askeri ve siyasi baĢarılarının yanında toplumsal ve kültürel
konularda da çalıĢmalar yapan, Atatürk‘ün ―askerlik‖, ―devlet adamlığı‖ ve
―devrimcilik‖ gibi niteliklerine birde ―sosyal bilimcilik‖ niteliğini eklemek abartılı bir
değerlendirme olmayacaktır. Atatürk‘ün 1930‘larda baĢlatıp yerli ve yabancı bilim
insanlarının katılımıyla derinleĢtirdiği tarih, dil ve antropoloji çalıĢmaları bu
değerlendirmeyi doğrulayan en önemli kanıtlardandır246.
Atatürk, Harp Okulu ve Harp Akademisi yıllarından beri bilimle ilgilenmiĢtir.
Matematik, geometri, edebiyat ve özellikle tarih en çok ilgilendiği bilimlerdir. Ayrıca
gençlik yıllarından itibaren yerli ve yabancı tarihçilerden Türk ve dünya tarihini
okumuĢtur. Tarihin önemini erken yaĢlarda kavrayan Atatürk, sağlam bir geleceğin
ancak doğru kavranmıĢ bir geçmiĢ üzerinde yükselebileceğini düĢünmektedir.
Atatürk‘ün Türk ve dünya tarihine bakıĢını Ģekillendiren sadece okuduğu kitaplar
değildir; yaĢadığı dönemin siyasal ve toplumsal koĢulları da onun tarihi olaylara
bakıĢını etkilemiĢtir. 19. yüzyılda emperyalist kuĢatmayla çevrilen bir ülkede
Batı‘nın sürekli yok saydığı bir ulusa mensup olmak Atatürk‘ün bilinçaltınanda
derin izler bırakmıĢtır. Atatürk‘ün Türk Tarihi ve Türk Dili konusundaki
çalıĢmalarının temelinde biraz da bu derin izlerin etkisi vardır247.
Atatürk, askeri ve siyasi konuların dıĢında sosyal, kültürel ve bilimsel
konularla da ilgilenmiĢtir. Özellikle ―tarihe‖ ve ―dile‖ duyduğu ilgi ĢaĢırtıcıdır. Belki
de hiçbir lider kuramsal konular üzerinde Atatürk kadar fazla düĢünmemiĢtir. Her
246
247
Meydan, 2007: 17
Meydan, 2007: 18
93
fırsatta –cephede bile- okuyan Atatürk‘ün 4289 kitaplık özel kütüphanesindeki
kitaplar tarih, dil, din, felsefe ve bilim gibi kuramsal konularda yoğunlaĢmaktadır 248.
Asıl iĢi askerlik ve devlet adamlığı olan bir insanın ilgi alanının bu kadar geniĢ
olması gerçekten düĢündürücü ve ĢaĢırtırcıdır. Aslında bu durum Atatürk‘ün
baĢarısının en temel nedenlerinden biridir. Ömrünün büyük bölümü cephede,
savaĢ meydanlarında geçen ama buna rağmen askerlikten siyasete, dilden tarihe,
matematikten dine felsefeden edebiyata kadar her alanda bir Ģeyler okuyan, ciddi
ciddi düĢünen, çevresindeki insanlarla düĢünsel tartıĢmalara giren, üstelik askerlik,
matematik, tarih ve dil konularındaki birikimlerini yazıya döken Atatürk‘ün düĢünce
dünyasının sınırları yok gibidir. Atatürk‘ün ilgi alanının geniĢliği, okuma tutkusu ve
sonunda ulusu adına ―en mükemmeli‖ gerçekleĢtirmesi tesadüf değildir. Onun tüm
etkinlikleri ve baĢarılarının temelinde ―bilimsel düĢünce‖nin izleri vardır 249.
Atatürk aynı zaman da bir düĢünürdür; ―Bilindiği gibi Atatürk yalnız bir asker
değil, bir devlet kurucusu değil, aynı zamanda güçlükleri yenme azmine, yapıcılık
ve yaratıcılık gücüne sahip bir düĢünürdür. Ona, dahi birkiĢilik kazandıran
özelliklerden biride gerçekçiliğe, akıl ve bilim ölçülerine verdiği değerdir. Tür
toplumunu çağdaĢ birdüzeye getirme yolunda yaptığı bütün devrimlerin toplumun,
tarih, sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını gereğince karĢılama doğrultusunda yol alması,
bu akıl ve bilim ölçülerine verdiği değerin ifadesidir250.
Atatürk bilimin gücüne inanan bir liderdi. ―En hakiki mürĢit ilimdir, fendir, ilim
ve fennin dıĢında yol gösterici aramak gaflettir, cehalettir.‖ Diyerek, bilime yüklediği
anlamı açıkça ortaya koymuĢ ve Türk modernleĢmesinin temeline ―bilim‖
yerleĢmiĢtir. Türk ordusu Ġzmir‘e girdiğinde askeri zafer kazanılmıĢtı; silah görevini
tamamlamıĢ yeni zaferleri kazanma görevi bilime verilmiĢti. Atatürk‘e göre, silahlı
ordunun yerini artık ilim-irfan ordusu almalıdır. Zaferden 45 gün sonra Bursa‘da
öğretmenlere yaptığı konuĢmada bu yeni görevi teslim ediyor251:
Görüldüğü gibi Atatürk kimi konularda geçmiĢten gelen kuralların ve taraflıtarafsız ortaya konulan sonuçlarının sorgusuzca kabullenilmesine de bir bilim
insanı olarak karĢı çıkmıĢtır. Ġlmi konularda araĢtıran ve sorgulayan bir düĢünce
yapısının daha doğrucu ve ilerici bir yaklaĢım olacağını fen ve sosyal bilimlerde
248
Şenalp, 1981: 3/23
Meydan, 2007: 21/22
250
Korkmaz, 2006: 17/18
251
Meydan, 2007: 23
249
94
baĢta tarih olmak üzere araĢtırmanın ve çıkan sonuçların sorgulanmadan (yani
sağlamasının yapılarak) kabul edilemeyeceği görüĢünü benimsemiĢtir.
Bilim anlayıĢımızın yeniden Ģekillenmesinde Atatürk‘ün bize nasıl örnek
olacağını anlamak için öncelikle atatürk‘ün doğup büyüdüğü dönemi, sözkonusu
dönemin özelliklerini ve atatürk‘ün toplumsal değiĢim hareketinde ―bilime‖ nasıl bir
anlam yüklediğini bilmek gerekmektedir252.
Atatürk‘ün doğup büyüdüğü 19.yy‘ın sonları ve 20.yy‘ın baĢları pozitif bilim
anlayıĢının tüm dünyayı kasıp kavurduğu bir dönemdir. Okuyan, araĢtıran, yeni
geliĢmeleri takip eden genç Mustafa Kemal de doğal olarak bu pozitivist
rüzgârlardan fazlaca etkilenmiĢtir; fakat o kendini hiçbir zaman sert esen
rüzgârlara kaptırmamıĢ, sürekli kendini geliĢtirmiĢ ve fikri olgunluğa ulaĢmayı
baĢarmıĢtır253.
Atatürk 19.yy. pozitivizminden etkilenmekle birlikte, hayatının hiçbir
döneminde-akıl
dâhil-
hiçbir
Ģeyi
―tabu‖
haline
getirmemiĢtir.
Onun,
Einstain‘in:‖parçalanması, atomu parçalamaktan daha zordur.‖ Dediği ―önyargıları‖
ve sorgulanmaya kapalı ―genel kabulleri‖ yoktur. O, hayatı, evreni, kısacası insanı
ilgilendiren her yeni görüĢe açıktır254.
Hayatın anlamını ve insanın dünyadaki varlık nedenini anlamak Atatürk‘ün
en önemli amaçlarından biridir. Bu amaçla özellikle hayatının son dönemlerinde
Ġnsan nerede geliyor, nereye gidiyor? Dünya nasıl meydana gelmiĢtir? Ġlk insanlar
nasıl ortaya çıkmıĢtır? Dinlerin ve tanrı‘nın anlamı nedir? Gibi daha pek çok soruya
―genel kabullerin dıĢında‖ yanıtlar aramıĢtır. Atatürk‘ün –bu tezinde konusu olan
―Türk Müzecilik Tarihinide‖ kapsayan Türk Tarihiyle ilgili araĢtırmaları da bir
yönüyle böyle bir arayıĢın ürünüdür255.
Atatürk tarih ve dil konusunda yaptığı çalıĢmalar kadar arkeoloji ile de bir
hayli ilgiliydi.
Arkeolojiye
büyük
önem
veriyordu.
Arkeoloji
malzeme
bakımından
Anadolu‘dan daha değerli bir coğrafya olmadığına inanıyordu:―insanlığın genel fikir
sermayesine Türkiye‘nin verebileceği ve vermekle sorumlu olduğu Ģeyler ne
büyüktür. Doğu Avrupa ile Anadolu‘daki büyük medeniyetler burada (Anadolu)
değilse nerede aranacaktı?
252
Meydan, 2007 : 37
Meydan, 2004: 102/116
254
Meydan, 2007: 37
255
Meydan, 2007: 38
253
Türk sanatı, tarihin bütün insaniyeti için araĢtırma
95
sahasını burada bulamayacaksa, bu sanat âĢıkları hangi çöllere saldıracaktır.‖
Diyerek, arkeologları Anadolu‘da kazılar yapmaya davet ediyordu. Çünkü o
Türklerin
köklerinin
Orta
Asya‘yla
birlikte
burada,
Anadolu‘da
olduğuna
inanıyordu256.
Atatürk‘ün isteğiyle baĢlatılan Alacahöyük kazıları sonunda Hititlere ve
Hattilere ait çok önemli eserler gün ıĢığına çıkarılmıĢtır. Bu eserlerden biri de Hitit
GüneĢ Kursu diye bilinen nadide eserdir.
Atatürk, Napolyon‘la birilikte dünya tarihinde arkeolojiye en fazla önem
veren liderlerden biridir. Atatürk, Türkiye‘nin kısıtlı imkânlarına rağmen arkeolojiyle
uğraĢanlara her türlü desteği vermiĢtir. O günlerin canlı tanığı Afetinan‘ın
anlattıkları, genç Cumhuriyetin kurucusu Atatürk‘ün arkeolojiye ne kadar çok önem
verdiğini göstermektedir257:
Ekrem Akurgal, Sedat Alp, Arif Müfit Mansel, Halet ÇAmbel, Halil
Değirmenci, Afet Ġnan, Halil Ġnalcık, Mebrule Tosun, yurt dıĢına eğitim için
gönderilenler arasındaydı. Atatürk‘ün telgrafı üzerine yurt dıĢına gönderilen bu
öğrencilerin, ayrıca 1935 yılında Milli Eğitim Bakanılığı kanalıyla, yaz aylarında,
Orta ve Batı Anadolu‘daki arkeolojik kazılarda, iki ay süre ile çalıĢmalıda
sağlanmıĢtır. Bu öğrenciler yurt dıĢına çıkarken ellerine birer küçük not
sıkıĢtırılmıĢtı.
Bu
notta,
Atatürk
―Sizi
bir
kıvılcım
olarak
gönderiyorum.
DönüĢünüzde, birer meĢale olacaksınız‖yazmıĢtı258.
Atatürk 1936 yılında Trakya‘da arkeolojik kazılar yapılmasını emretmiĢ, bu
doğrultuda Prof. Arif Müfit Mansel baĢkanlığında yapılan kazılarda çok değerli
eserler ortaya çıkarılmıĢtır. Atatürk, bu kazıların yapıldığı yerleri görmek istemiĢse
de iĢlerin yoğunluğu nedeniyle ancak Ahlatlıbel‘e ve Prof. Von der Osten
tarafından kazı yapılan Gavurkale‘ye gidebilmiĢti, diğer kazıları ise kazı yerlerine
gönderdiği kiĢiler aracılığıyla takip etmiĢtir. Fakat fırsat buldukça Anadolu‘daki
tarihi yerleri ve eserleri ziyaret etmiĢtir259.
Atatürk, Türkiye‘deki arkeolojik kalıntıların yurtdıĢına kaçırılmasına da engel
olmuĢtu. 19. yüzyıldan beri türlü entrikalarla Anadolu coğrafyasını köstebek
yuvasına çeviren ve ele geçirdiği arkeolojik bulguları ve tarihi eserleri kaçıran
Batı‘ya ―dur!‖ demiĢti. Amerika, Chester Ġmtiyazıyla Türkiye sınırları içinde
256
Genelkurmay, 1994: 216
Meydan, 2007: 86
258
Çınaroğlu ve Çelik, 2010: 54
259
Meydan, 2007: 87
257
96
döĢenmiĢ ve döĢenecek olan tüm demiryolları boyunca, rayların 20 km. sağında
ve 20 km. solunda kalan arazi Ģeridinde tüm yeraltı (madenler-arkeolojik kalıntılar)
ve yerüstü (tarihi eserler, vs.) zenginliklerin kendisine verilmesini istemiĢti. Bu
amaçla kurulan Ģirkete Osmanlı-Amerikan ġirketi adı verilmiĢti. Atatürk, Türkiye‘nin
ulusal varlıklarının yağmalanması anlamına gelen ve Türkiye‘nin bağımsızlığına
ters düĢen bu ―imtiyaza‖ son vermiĢti. Osmanlı Devleti, benzer imtiyazları daha
önce Ġngiltere ve Almanya‘ya da vermiĢti260.
5.3.Atatürk, Müze ve Müzecilik261
Cumhuriyetin
ilanından
sonra
Türk
Müzeciliği
çağdaĢ
bir
atılımla
çalıĢmalarını sürdürmeye baĢlamıĢtı. Bu geliĢmede Atatürk‘ün büyük payı olmuĢ,
onun istediği doğrultusunda yeni müzelerin açılması birbirini izlerken arkeoloji
kazılarına da büyük önem vermiĢtir.
Atatürk‘ün müzelere ilgisi öğrencilik yıllarında baĢlamıĢ, istanbul adki Askeri
Müzeyi birkaç kez ziyaret etmiĢtir. Ayrıca Sofya‘da ateĢe olarak görevli olduğu
sırada kıyafet balosunda Askeri Müzeden getirttiği Yeniçeri elbisesini giymiĢtir.
Bunun yanı sıra Velihat Vahdettin ile yaptığı Almanya gezisinde de postdam
Sarayını ve diğer Berlin Müzelerini gezmiĢtir. Ayrıca Zeus sunağınınn bulunduğu
Berlin Müzesinden etkilendiğini, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Tahsin Öz‘e
anlatmıĢtır.
Atatürk, milli kültürümüzü
yansıtan
müzelerimize
Milli Mücadelenin
baĢlangıcından itibaren önem vermiĢtir. Türkiye Büyük Millet Meclisi‘nin açılıĢının
hemen ardından kurulmuĢ olan Milli Hükümetin 9 Mayıs 1920 günlü meclis
toplantısında okunan hükümet programında ―Milli Eski Eserlerimizi bir an önce
derleyerek korumanın amaçlandığı‖ belirtilmiĢtir. Sonra da yeni kurulan hükümette
Milli Eğitim Bakanlığına bağlı bir müdür ve katip kadrolu ―Türk Asar-ı Atika
Müdürlüğü‘nü kurdurmuĢtur.
O zamanlar Milli Eğitim Bakanlığı merkez örgütünün bakan dıĢında yirmi
kiĢiden meydana geldiği dikkate alınırsa yeni kurulan Türk Asar-ı Atika
Müdürlüğü‘nün önemi ortaya çıkmaktadır.
260
Meydan, 2007: 88
Gerçek, 1999: 313/489 (Bu başlık altında yazılan bilgiler aksi belirtilinceye kadar Gerçek’in belirtilen
kitabından alınmıştır.)
261
97
Ġstiklal SavaĢının ardından bu müdürülük Hars Müdürlüğü ismini almıĢ ve
Anadolu‘nun çeĢitli illerinde açılan müzelerin geliĢimini, kültür varlığı niteliğindeki
her türlü eserin derlenmesini, depolanmasını ve korunmasını sağlamıĢtır. Büyük
Zaferin ardından Atatürk‘ün isteği doğrultusunda Milli Eğitim Bakanı Ġsmail Safa 5
Kasım 1922 günlü ―Müzeler ve Asar-ı Atika hakkında talimat‖ baĢlığı altında, Türk
Müzeciliğinin geliĢiminde büyük payı olan bir genelge yayınlamıĢtır.
Bu genelge doğrultusunda o güne kadar illerdeki müze depolarının,
müzelerin yeniden düzenlenmesi, müzesi olmayan yerlerde yeni müzelerin
açılması istenmiĢ, bunların yanı sıra müze müdürü ile memurlarının sorumlulukları
ayrı ayrı belirtilmiĢtir.
Atatürk, Milli Eğitim sorununu incelemek üzere bir heyet-i ilmiye kurulmasını
da istemiĢtir. Bunun hemen ardından kurulan heyet-i ilmiye 15 Temmuz 1923‘te bir
ay süreyle toplanmıĢ, gündemine aldığı milli kültürle ilgili konular arasında
Ankara‘da milli bir müze ile Etnoğrafya müzesinin kurulması da yeralmıĢtır. Eğitim
amaçlı okul müzelerinin kurulması da yeralmıĢtır. Eğitim amaçlı okul müzelerinin
kurulmas, Asar-ı Atika Nizamnamesinin yeniden gözden geçirilmesi de gündeme
alınan konular olmuĢtur. Kurul, bu konularla ilgili kararlar alırken hükümet
programından da Ģu sözlereyer vermiĢtir.
―Hars Müdürlüğü tevsi ve ikmal olunarak muhtelif yerlerde tetkikata
baĢlanacak, münasip merkezlerde milli müzeler vücuda getirilerek milli asarın cem
ve telfikine çalıĢılacaktır.‖
Atatürk, kültür varlıklarının bir araya getirilipsergilendiği müzelerimizin
çağdaĢ düzeyde ele alınıp yenilenmesini istiyordu. Cumhuriyet‘in ilk yıllarında bazı
büyük illerimizde ―Müze-i Humayun ġubeleri‖ ismi altında bazı müze depoları
vardı. Bu depolarda çevreden toplanmıĢ eserler yer alıyordu. Sonraki yıllara Müze
Müdürlüğüne dönüĢecek olan bu depolar yavaĢ yavaĢ artmaya baĢlamıĢtır.
Bunlardan en önemlileri Konya Lisesinde 1923‘te kurulup, 1926‘da Konya
Mevlevihanesine taĢınan müze deposu ile 1927‘de Sivas Gökmedrese‘de
muhafızlık ismi altında kurulan depo idi. Onların ardından, Kayseri Huant Hatun
Medresesi‘nde (1929), Afyon Gedik Ahmet PaĢa Medresesi‘nde(1930), Amasya
Beyazıt Medresesi‘nde(1926), Tokat Gökmedrese‘de(1926), Samsun 23 Nisan
Okulunda(1933), Sinop Alaettin Medresesi‘nde(1933), Diyarbakır Sincariye
Medresesi‘nde(1934), Van‘da (1933), Çanakkale‘de eski bir kilisede(1932),
Denizli‘de(1932), Silifke Cumhuriyet Ġlkokulunda(1935), Isparta Halkevinde(1935),
98
Manisa
Muradiye
Medresesi‘nde(1936)
Erzincan‘da
(1934),
Niğde
Akmedrese‘de(1936), Tire YahĢibey Camiisinde(1936), müze memurlukları
kurulmuĢtur. Bu müze-depoları kısa sürede geliĢimlerini tamamlayarak müdürlüğe
dönüĢmüĢtür.
Atatürk, 1 Nisan 1922‘de Rus Sefiri Arolof ve Azerbaycan Sefiri Abidof ile
Konya‘ya gelmiĢ ve oradadört gün kalmıĢtır.
Bu arada da konuklarıyla birlikte Mevlana Dergâhını, Müze-i Humayun
Konya ġubesini ve kentteki anıtları dolaĢmıĢtır. Sn. Mehmet Önder‘den
öğrendiğimize göre de ―Bu binanın tamiri lazım. Bu muhteĢem bir sanat eseri. Ne
güzel çini müzesi olur‖ demiĢtir.
Osmanlı Ġmparatorluğu son yüzyılında Topkapı Sarayını terketmiĢti.
Ġstanbul‘daki Osmanlı Hazine-i Humayun Kethüdalığı baĢta Topkapı Sarayı olmak
üzere diğer köĢk ve kasırları korumaya çalıĢıyordu. Ancak Topkapı Sarayı
terkedilmiĢ olduğundan birçok bölümleri yıkılmaya, bezemeleri dökülmeye
baĢlamıĢtı. Atatürk sarayın bu halini görmüĢ, bazı bölümlerinin acilen onarılmasını
yeniden düzenlenmesini ve müze olarak açılmasını düĢünmüĢtü. Bu görüĢünü
BaĢbakan Ġsmet Ġnönü ile Milli Eğitim Bakanı Vasıf Çınar‘a açmıĢ, bundan sonra
Bakanlar Kurulundan 3 Nisan 1924 günlü karar çıkmıĢtır:
―Asırlardan beri birçok tarihi vak‘alara sahne olmuĢ, tarih-i miilimiz ve tarih-i
mimarımız nokta-i nazarından büyük bir kıymeti haiz bulunmuĢ olan ve zi-kıymet
mefruĢat ve müĢtemilatıyla muhafaza lazım gelen Topkapı Sarayının aliyen
Ġstanbul‘a gelecek züvvar için baĢlıca bir ziyaret mahalli teĢkil edeceği ihzar ve
hüsn-ü muhafazası temin edilmek üzere Asar-ı Atika Müzesi Müdüriyyeti emrine
verilmesi talebini havi Maarif Vekaleti celilesinin 5 Mart 340 tarih ve Hars
Müdüriyyeti 4260/153 numaralı tezkeresi ile vakiteklifi icra vekilleri Hey‘etinin
3.4.340 tarihli ictimaında ledettedkik mezkür binanın devrü teslim muamelesini
alelusul ifa olunmak üzere müzeye aidiyeti tezekkür edilmiĢ ve keyfiyetin vekaleti
müĢarünileyha ile Dahiliye ve Maliye Vekaleti celilesine tebliği takarrür etmiĢtir.
Bu kararnamenin yürürlüğe giriĢinden sonra Topkapı Sarayı müze olarak
açılmak üzere Milli Eğitim Bakanlığı Asar-ı Atika ve Müzeler Dairesine Kethüdası
yönetiminde olup, baĢında da Hazine Kethüdası ünvanı ile Hazine-i Hassa‘da
görev yapmıĢ Mehmet Refik Bey bulunuyordu. Sarayın yüzden fazla memuru da
Cumhuriyetin ilan edilmiĢ olmasına karĢılık saray ünvanları taĢıyordu. Bundan
99
sonra saray, Müzeler Müdürü Halil Ethem Bey‘in yönetimine bağlandı. Topkapı
Sarayının düzenlenmesi görevide Müdür Yardımcısı Tahsin ÖZ‘e verildi.
Topkapı Sarayında bir süre Müdürlük yapmıĢ olan Tahsin Öz‘den
öğrendiğimize göre Hazine-i Humayun Kethudalığındaki görevlilerin birçoğu
sarayda büyümüĢ, eski an‘ane ve adetlere bağlı kiĢilerdi. Aralarında dilsizler,
hadımağaları, çinliler ve her türlü insan bulunuyordu.
Topkapı Sarayının müze olarak düzenlenme çalıĢmalarına öncelikle Maliye
Bakanlığının kurduğu komisyonlarla saray eĢyasının tespit edilmesiyle baĢlandı.
Sn. Tahsin ÖZ‘ün yayınlanmamıĢ anıları konuya açıklık kazandırmaktadır.
Maliye Vekâleti ilk iĢ olarak sarayların eĢyasını tespit ettirmek üzere
komisyonlar teĢekkül etti. Bu meyanda Maliye nakid iĢleri sabık müdürü Faruk
Bey‘in riyasetinde Divanı Muhasebat mümeyyizlerinden Ali Cemal ve Süreyya
Beylerden müteĢekkil bir komisyon da bir kâtiple beraber Topkapı Sarayı‘nda iĢe
baĢladı. Ellerindeki talimatnamede ciddden garip idi. Bütün odalara birer numara
verilecek ve her odada bulunan eĢya görünüĢlerine nazaran tasnif edilerek
kaydolunacak, eĢyaya da numaralar konulacak bu numaralama ad Ģöyle cereyan
ediyordu: mesela, eĢya bir vazo ise kulpuna bir tel geçirilmekte buna mukavva
etiket asılmakta ve kurĢun mühürle de rabtedilmekte idi.
Fakat oniki gümüĢ kaĢık kaydolunursa bunların hepsi biraraya bağlanarak
numaralanmakta idi. GümüĢ ve altın eĢya ayrıca tartılmakta idi. Eğer numara
asılamayacak tabak ve emsali ise kağıt etiket yapıĢtırılıyordu. Mamafih sonradan
komisyon mukavva etiket ve kurĢun tedarik edemediğinden her cins eĢyaya kağıt
etiket yapıĢtırmağa baĢladı ki, bilhassa kumaĢlar ve silahlar üzerinde ki bu etiketler
kısa zamanda bozuldu, okunmaz oldu veya düĢtü. Tasnife gelince, birtasnif
yapılmıyordu, yapılması da kolay bir iĢ değildi. Bilfarz, mevcut tabaklar boy boy
tasnif edilmekte mavi*beyaz Ģu kutura 80 adet tabak denilmekte idi. Ġçinde pek
kıymetli Çin tabağı olduğu gibi bir takım adi tabaklar da bulunuyordu. BaĢlangıçta
Halil Bey müze namına bu komisyonda benim bulunmamı uygun gördü. Fakat bu
tahrir Ģekli müze mevzu ile ve ilmi bir Ģekilde olmadığından teĢriki mesaiye imkan
olmadı. Tasnifle Saray memurları ne malumat verirlerse bunun da kayda
geçiriyordu. Hatta, talimatname tahrir sonuna kadar odaların mühür altına
alınmasını belirttiğinden, birgün bir maliye müfettiĢi geldi, müdüriyet dairesi
de dahil olmak üzere tekmil odaları mühürlendi. Senelerce sürecek olan bu kayıt
esnasında heryerin mühürlü kalması ile eĢyanın ne hale geleceğini, zaten her
100
tarafı harab bir binanın ne olacağı müfettiĢe bizzat Halil Bey anlatmak istedi ise de,
tesir edemedi. Mamafih bu husus Vali Haydar Bey‘e anlatıldı ve formalitede ufak
tadiller yaptırıldı. Velhasıl bu acayip tahrir üç sene devam etti. Mamafih Maliye‘de
komisyona yevmiye ediyordu. Zaten komisyon reisliğine de Topçu BinbaĢılığından
metekaid Vehbi Bey isminde bir zat getirilmiĢti. Artık tahrir Allah‘a emanet bir hal
almıĢtı. Mesela eski arĢiv malzemesinin torbalarının üzerine komisyonun birmührü
basılıyor ve bir numara veriliyordu.
Tahsin Öz‘den öğrendiğimiz bu çalıĢmalar yapılırken Sarayın onarım ve
sergileme iĢlemleri de yürüyordu. Ancak Sarayın genel durumu oldukça kötü
görünüyordu. Yıllardır kapalı kalan kubbealtının sıvaları dökülmüĢ, ahĢap kapıları,
pencereleri çürümüĢtü. Ġçeriye küf kokusundan girilemiyordu. Mutfak kubbelerinin
kurĢunları çok önceden alınmıĢ, yerlerine kısmen oluklu saçlar konulmuĢ, kubbeler
delinmiĢ ve ocakların boruları buralardan çıkarılmıĢtı. Kubbe aralarını otlar
bürümüĢ, üst örtüde yer ye incir ağaçları çıkıp, otlar yeĢermiĢti. Enderun
mektebinin ise her yanı akmakta, bodrum katının odaları eĢya ve hırdavat yığınına
dönüĢmüĢtü. Fatih Sultan Mehmet zamanında yapılmıĢ olan Ağalar Camiisinin de
kurĢunları sökülmüĢ, içeriye molozlar yığılmıĢtı. Bağdat köĢküne de sular
sızıyordu. Harem kendi halinde metruk olup, pencereleri, camları kırık bir
durumdaydı.
Topkapı Sarayı için müze olma kararı verildiği sırada ne bütçesi var ne de
maaĢ karĢılığı. Halil Bey bu durumu o zamanın valisi Haydar Bey‘e telefonla anlattı
ve beni vilayete gönderdi. Gittiğim zaman Halife hudud haricine çıkarılmıĢ
olduğundan vali ile emniyet umum müdürü Muhittin Üstündağ müzakerelerde
bulunuyorlardı ve kimseyi kabul etmiyorlardı. Fakat beni derhal kabul ettiler.
Durumu kısaca anlattım. Vali Haydar Bey çok anlayıĢlı ve babacan bir adamdı.
Kasayı açtı bana 1000 lira avans verdi. Makbuz göndermemi söyledi. Hâlbuki ben
elimde açık bir makbuzla gitmiĢtim, doldurup verince çok takdir etti. ĠĢte bununla
memurlara ufak avanslar verdim. En mühim odalara da cam taktırdım. Sırası
gelmiĢken Ģunu da belirteyim: Halil Bey Saray‘amensup bir zatdeğildi. Hatta
MeĢrutiyette yapılan mitingler ve gezilere bizzat gelince cidden meteessirdi.
Çünkü, Mecid Efendi ile senelerden beri Ģahsi dostluğu vardı. Halife olduktan
sonra da bu devam etmiĢti. Garip bir tesadüf ki son günlerde Halil Bey‘in yağlı
boya bir portresini de yapıyordu. Bu sebepten sık sık gidip poz veriyordu. Hatta
hudud haricine çıkarıldığının akabinde Saray‘a gitmiĢ, mabeyncilerin Halife
101
aleyhindeki sözlerinden çok müteessir olmuĢtu. Fakat portresini almaya muvaffak
olmuĢtu. Ne gariptirki Halife resmi bitirememiĢ, altına natamam demiĢ ve hatırımda
kaldığına göre hudud haricine çıkacağı günün tarihini atmıĢtı.
Sırası gelmiĢken bir hatıramı daha nakledeyim: Halifenin hudud haricine
çıkarılmasından bir müddet geçtikten sonra, dolmabahçe sarayında buluna
Topkapı Sarayı Müzesine elveriĢlieĢyanın alınması için bir para geldi. Hali Bey‘le
beraber Dolmabahçe ‗ye gittik. Müdürü Sezai Bey bizi bekliyordu. Halifenin
kütüphane odasındaki masanın üzerinde kendi el yazısı ile yazılmıĢ, sabahleyin
kalktığından itibaren takip edeceği mesai programı duruyordu. Yanındaki denize
nazır oda dayine bir masa ve bir de denize çevrilmiĢ. Terlikler ve abdest havulusu
asılı bulunuyordu. Ġnsanda Ģimdi salona girecekmiĢ gibi bir his uyandırıyordu.
Fakat koca dünya, bir dakikada hepsini altüst ediyordu. Nitekim tekaut olduktan
sonra, dolmabahçe sarayı eĢyasının tespit omisyonunda çalıĢtığım sırada gördüm.
Mecid Efendinin Saray‘da kalmıĢ kitapları, resimleri, resim malzemesi ve hatta
kızının oyuncakları, neler neler… yığın halinde duruyordu…‖
Topkapı Sarayında öncelikle Kubbealtı, arz odası, sofa köĢkü (Mustafa
PaĢa KöĢkü), Bağdat KöĢkü düzenlendi ve 1927 yılında birbölümü ziyarete açıldı.
Birsüre sonra da onlara Kızlar Dairesieklendi. 1. Dünya savaĢı nedeniyle Konya‘ya
Sultan Vahdettin‘in yurt dıĢına kaçıĢından sonra Ankara‘ya götürülen Hazine
eĢyası da Saraya geri getirildi. Bütün bu çalıĢmalardan sonra Sarayın önemli
bölümleri 1934 yılında açıldı. Atatürk bundan sonra zaman zaman Saraya gelerek
çalıĢmalarla ilgili bilgi almıĢ, Onun bu ilgisi ölümüne kadar sürmüĢtür.
Cumhuriyetin ilk yıllarında ―Tekke ve Zaviyelerle terbelerin seddine ve
türbedarlıklarla bir takım ünvanların men ve ilgasına dair‖ 677 sayılı kanunla
dergâhlar kapatılmıĢtır. Bu kanunun ardından 16 Eylül 1925 günlü bir kararname
çıkarılmıĢ ve bütün yapılarda bulunan tarih, sanat tarihi ve etnoğrafya yönünden
değerli eĢyaların müzelerde toplanacağı elirtilmiĢtir.
677 sayı ve 30.11.1341 (1925) günlü kanun doğrultusunda Türkiye‘deki
bütün dergâhlar kapatılıp içerisindeki eserler müzelere kaldırılırken Atatürk daha
önce incelediği Konya Mevlana Dergâhının kapatılmayarak içerisindeki eĢyalarla
birlikte müze olarak düzenlenmesini istemiĢtir. Bunun ardından da Bakanlar Kurulu
―Tarz-ı mimari nokta-i nazarından kıymeti ve etnoğrafyaya mütealik asar-ı ihtiva
eylemesi hasebiyle müze ittihazına elveriĢli olduğunu‖ belirten 6 Nisan 1926 günlü
kararı ile Mevlana Dergâhının müze olarak açılması kararlaĢtırılmıĢtır. Bu kararın
102
Resmi Gazete‘de yayınlanmasından sonra Hars Müdürü Hamit Zübeyr KoĢay
Konya ya gelerek Milli Eğitim, vakıflar ve emniyet müdürlerinin katıldığı
birkomisyonla dergâhtaki eserleriteslim almıĢ, ardından da Konya‘da kurulan Asarı Atika Müzesi Müdürlüğü, 2 Mart 1927‘de Mevlana Müzesini törenle ziyarete
açmıĢtır. Müzenin açılıĢından sonra yeniden Konya‘ya gelen Atatürk, incelemeler
yaptıktan sonra Müze anı defterinde görüĢlerini dile getirmiĢtir.
―Bilgi eseri olduğu tertip ve intizamdan çok memnun oldum‖Ģeklinde bir not
düĢmüĢtür.
Atatürk‘ün yaĢantısı boyunca en fazla seyahat gerĢekleĢtirdiği Ģehir
Konya‘dır. Tam 11 defa gittiği Konya dıĢında, aklında baĢkent olabilecek iki Ģehir
daha vardı. Bunlar Ankara ve Sivas‘tı. Konya‘ya gerçekleĢtirdiği gezilerinden
birinde, Atatürk‘ün 21 ġubat 1931 günü, dönemin BaĢmüvekkili (BaĢbakanı) Ġsmet
Ġnönü‘ye gönderdiği ünlü telgrafında özetle Ģunları buyurmuĢtu;
BaĢmüvekkil(BaĢbakan) Ġsmet PaĢa Hazretlerine
―Son tetkik seyahatlerimde muhtelif yerlerdekimüzeleri ve eski sanat ve
medeniyet eserlerini gözden geçirdim.
Ġstanbul‘dan baĢka Bursa, Ġzmir, Antalya, Adana ve Konya‘da mevcut
müzelerigördüm. Bunlarda, Ģimdiye kadar bulunabilen bazı eserler muhafaza
olunmaktave
kısmen
de
ecnebi
mütehassısların
yardımı
ile
muhafaza
edilmektedir. Ancak, memleketimizin hemen her tarafında, emsalsiz defineler
halinde yatmakta olan kadim medeniyet eserlerinin, ileride, tarafımızdan meydana
çıkarılarak ilmi bir surette muhafaza ve tasnifleri ve geçen devirlerin sürekli ihmali
yüzünden pek harap bir hale gelmiĢ olan abidelerin muhafazaları için, müze
müdürlüklerine ve hafriyat iĢlerinde kullanılmak üzere arkeoloji mütehassıslarına
kati lüzum vardır. Bunun için Maarifçe, harice tahsile gönderilecek talebeden bir
kısmının bu Ģubeye tahsisi muvafık olacağı fikrindeyim.
Konya‘da,
asırlarca
devam
etmiĢ
ihmaller
sebebiyle,
büyük
bir
harabi(harap) içinde bulunmalarına rağmen sekiz asır evvelki Türk Medeniyeti‘nin
mimari Ģaheserleri sayılacak kıymette bazı mebani(binalar)vardır. Bunlardan
bilhassa Karatay Medresesi, Alâeddin Camii, Sahip Ata Medrese Cami ve Türbesi,
Sırçalı Mescit ve Ġnce Minareli Camii derhal ve müstacele(acilen) tamire mutaç bir
haldedirler. Bu tamirin gecikmesi ve abidelerin kâmilen(tümünün)indirasını(yok
olmalarına) mucip olacağından, evvela asker iĢgalinde bulunanların tahliyesinin ve
103
kâffesinin(tamamının)
mütehassıs
zevat(kiĢiler)
nezaretiyle
tamirinin
buyrulmasının rica ederim. Gazi Mustafa Kemal‖ buyruğunu vermiĢtir
temin
262
.
Atatürk‘ün müze ve eski eserlere gösterdiği bu sıcak ve içtenlik dolu
telgrafın hemen ardından baĢta Konya olmak üzere memleketin çeĢitli yerlerindeki
anıtların onarımına baĢlanmıĢtır. Diğer taraftan arkeoloji öğrenimi yapmak üzere
avrupaya öğrenci gönderilmiĢ, birinci Türk Tarih Kurumu Kongresinde Atatürk
Türkiye‘de milli kazılar yapılmasını istediğini açıklamıĢtır.
Atatürk, ―Türkiye Cumhuriyeti‘nin Temeli Kültürdür.‖ Sözü ile kültür
varlıklarının korunduğu, müzelere verdiği önemi bir kez daha belirtmiĢtir.
Milletini ve tarihini çok iyi tanıyan Atatürk, veciz sözlerle düĢüncelerini
ortaya koymuĢtur.
―Milletimiz derin bir maziye maliktir. Milletimizin Asarını düĢünelim. Bu
düĢünce bize elbette altı, yedi asırlık Osmanlı Türklüğünden çok asırlık Selçuklu
Türklerine ve ondan evvelde bu devirlerin her birine muadil büyük Türk devrine
kavuĢturur.‖
―Kültür bir milletin bütün atrih seyrini gösteren bir harekettir. Bugün yaĢayan
milletler varlıklarını ispat ve idame için çalıĢırlar. Fakat onların dayanacağı biresas,
kökünü kendisinden alacağı bir kültürleri bulunmazsa temel sağlam olmaz. Onun
içindir ki tarihinde kültür izi bırakmayan milletlerin en nihayet yalnız adları
kalmıĢtır.‖
―San‘at güzelliğin ifadesidir. Bu ifade sözle olursa musıki, resim ile olursa
ressamlık, oyma ile olursa heykeltraĢlık, bina ile olursa mimarlık olur.‖
―Ġnsanlar olgunlaĢmak için bazı Ģeylere muhtaçtır. Bir millet ki resim
yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki tekniğin geliĢtirdiği Ģeyleri
yapmaz, itiraf etmeliki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur.‖
―Güzel sanatlarda muaffakiyet, bütün inkilapların muvaffak olduğunun en
kati delilidir. Bunda muvaffak olamayan milletlere ne yazıktır. Onlar bütün
muvaffakıyetlerine rağmen medeniyet daima mahrumkalacaktır.‖
Atatürk 17 Kasım 1931‘de çıktığı yaklaĢık üç ay süren yurt gezisinde Bursa
Müzesini (5 Ocak 1931), Ġzmir Müzesini (3 ġubat 1931) ve Adana Müzesini (17
ġubat 1931)‘de ziyaret etmiĢtir. Bu arada da Ġzmir Müzesi anı defterine ―Büyük
himmet ve gayretle istifadeli bir hale getirilmiĢ, memnun oldum.‖ Sözlerini
yazmıĢtır.
262
Çınaroğlu-Çelik, 2010: 52
104
Atatürk 8 Eylül 1929 günü Ayasofya Camisini de ziyaret etmiĢ ve Kayyum
Mehmet Efendi‘den bilgi almıĢtır. O günün gazetelerinden öğrenildiğine göre de
özellikle Osmanlı devrinde yapılmıĢ olan yapılar üzerinde durmuĢtur.
Atatürk‘ün bu ziyaretinden birkaç yıl sonra Bakanlar Kurulunun 24 Kasım
1934 günlü kararı ile Ayasofya da Anıt-Müze olarak Türk müzeleri arasına
katılmıĢtır. Ayasofya‘nın müzeye dönüĢtürülmesiyle ilgili olarak bir komisyon
kurulmuĢtur. Devrin Maarif Vakili Abidin Özmen‘in BaĢvekâlete yazmıĢ olduğu
―Aldığım büyük Ģifai emir üzerine Ayasofya Camisinin müze haline onması için
gereken incelemelerin baĢlandığı‖ belirtmesi de Atatürk‘ün konu üzerinde ne kadar
kararlı olduğunun en açık iĢaretidir. Bundan sonra Ayasofya‘nın acil onarımları
yapılmıĢ, bahçe düzünlemesi de tamamlandıktan sonra 1 ġubat 1935‘de ziyarete
açılmıĢtır. Atatürk 6 ġubat 1935 günü Ayasofya‘ya gelerek yapılanları incelemiĢ,
Sultan 1. Mahmut Kütüphanesini, Alman Arkeoloji Enstitüsünün avluda yapmakta
olduğu, birinci ve ikinci Ayasofya‘ların temel arama çalıĢmalarını gözlemlemiĢtir.
Bunun sonucunda, Cumhuriyetin ilanından altı ay sonra, Topkapı Sarayı‘nı
Osmanlı Kültürü‘nü, bir süre sonrada Ayasofya‘yı Bizinans Kültürü‘nü yansıtmak
amacıyla müze olarak ziyarte açması çok önemlidir. Bu konuda Financal Times
Gazetesi‘nin, 1937 ġubat ayı ek nüshasında, özetle: ―…Türkite Cumhuriyeti‘nin
tüm ekonomik problemlerine ve sıkı önlemlerine rağmen, Atatürk, Aya Sofya‘nın
yenilenmesi ve Bizans kalıntıları müzesi olarak tekrar açılmasını önerdi. Bu kararı,
politikanın etkisi altında kalmadan yaptı ve tüm dünyadan övgü topladı. Atatürk‘ün
Aya Sofya‘yı açtırma kararı, onun onurlu kiĢiliğine, gerçeği aradığına ve ülkenin
sosyolojik ve bilimsel yapısını olumlu yönde değiĢtirme çabasına en güzel
örnektir…‖diye yazmıĢtır263.
Türkiye‘de henüz (1930‘lu yılları)bir Cumhuriyet Üniversitesi ya da bir
Cumhuriyet
fakültesi
yoktur.
Arkeolojininde
resmen
kurulmadığı
bir
dönemdeatatürk, sümerolojiye ve hititolojiye verdiği önemi belli etmiĢ ve 1931
yılında Fransız Asya ve Hitit AraĢtırmaları Enstitüsü‘ne destek vermiĢ ve
yayınlatına maddi destek sağlayarak yardımcı olmuĢtu(Revue et Asianiques).
Derginin o yıllardaki ilk sayısında, ―1931 yılının Ocak ayında Hitit ve Asianik
AraĢtırmalar Derneği‘ne Yüksek Himayesini bahĢetmek lütfunda bulunan, Türkiye
CumhurbaĢkanı Ekselans Gazi Mustafa Kemal‖ yazısı tüm sayfayı kaplayan
263
Çinaroğlu-Çelik, 2010: 54
105
resminin altında yer almıĢtı. Ġlerleyen yıllarda aynı Enstitü‘nün Onursal
BaĢkanlığını kabul etmiĢtir264.
Atatürk Ankara‘da bir Hitit Müzesinin kurulmasını istiyordu. Yıl 1932,
Atatürk, Ankara Kalesine giderken, yolu üzerinde bulunan harabe halindeki
Mahmut PaĢa Bedestenini görür. Harabeyi gezdikten sonra burasının ―Devlet
ArĢivi‖ olarak kullanılması için onarılmasını ister. Bedestenin onarımı sırasında
sözkonusu yerin Devlet ArĢivi olarak yeterli olamayacağı kendisine iletilince, müze
olarak yenilenmesini devamını kabul eder265. Milli Eğitim Bakanlığının yapmıĢ
olduğu onarımlardan sonra kazılardan çıkarılan eserlerle müze zenginleĢtirilmiĢ.
Yakın tarihlerde Anadolu Medeniyetleri Müzesi olan bu müzede Alacahöyük,
Mahmatlar, Hasanoğlan, Horoztepe, Emirdağ, Kültepe, AliĢar Höyük, Boğazköy,
Beycesultan, Gordion, Patnos, Varto, Adilcevaz, Toprakkale, Pazarlı, Ankara,
Sinop ve bolu‘dan çıkartılan eserlerle zenginleĢtirildi. Gün geçtikçe geliĢen
müzede bugün TaĢ Çağı, Yontma TaĢ Çağı, Bakır Çağı, Tunç Çağı, Asur Ticaret
Kolonileri dönemi, Frig ve Urartu eserlerinin en güzel örnekleri görülebilmektedir.
Böylece Atatürk‘ün Ankara‘da Anadolu Kültürünü yansıtan bir müze kurma
düĢüncesinin Onun Kültürel konulardaki ileri görüĢünün en açık kanıtıdır.
Eğer Atatürk, bu bedestenin onarımını ve müze olmasını istememiĢ olsaydı,
belki, Anadolu Medeniyetler Müzesi, 1997 yılında ―Avrupa‘da Yılın Müzesi‖
ödülünü alamayacaktı. Bu güne kadar bazı müzelere verilen mansiyon ödülleri
hariç, Anadolu Medeniyetleri Müzesi‘nin hak ettiği bu ödül, Türk Müzeciliği‘nin
günümüze kadar aldığı ödüllerin en büyüğü ve en anlamlısıdır266.
Atatürk‘ün Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulmasını istediği müzelerin baĢında
Ankara Etnoğrafya Müzesi gelmektedir. Milli Mücadelenin sürdüğü yıllarda milli bir
müzeye olan toplumun özlemini görmüĢtü. Bundan ötürü Cumhuriyetin ilanından
sonra Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver‘den Ankara‘da bir devlet
müzesinin kurulma çalıĢmalarının baĢlatılmasını istemiĢtir. Hamdullah Suphi
Tanrıöver o sırada Ġstanbul Darülfününunda görevli Macar Türkoloğu Meszaros‘tan
yararlanmıĢ ve ondan bu müzeyi kurmasını istemiĢtir. Meszaros Türk toplum
yapısını ve folklorunu yansıtacak müze ile ilgili çalıĢmalarını sürdürürken diğer
taraftan da müzeye yer arıyordu. Sonunda Ankara‘ya egemen bir tepeden o
264
Çinaroğlu-Çelik, 2010: 52
Çinaroğlu-Çelik, 2010: 53
266
Çinaroğlu-Çelik, 2010: 53
265
106
zamanlar namazgah denilen yer uygun görülmüĢtür. Vakıfların bağıĢladığı bu
alanda, planlarını Arif Hikmet Koyunoğlu‘nun çizdiği müzenin yapımına 25 Eylül
1925‘de baĢlanmıĢ ve 1928‗de de Etnoğrafya Müzesi açılmıĢtır. Atatürk, müzedeki
çalıĢmalar sürerken 15 Nisan 1928‘de buraya gelmiĢ, çalıĢmalardan bilgi almıĢtır.
Ardından Afgan Kralı Emanullah Han‘ın Türkiye‘ye ziyareti sırasında müzenin
açılmasını istemiĢtir. Atatürk‘ün planından yapımına kadar ilgilendiği müzede,
ölümünden Anıt Kabir‘e götürülüĢüne kadar geçen onbeĢ yıllık süre içerisinde
geçici olarak gömülmüĢtür. Nitekim bugün müzenin iç avlusundaki mermer bir
yazıtta bunu anımsatmaktadır: ―Burası 10 Kasım 1938‘de sonsuzluğa ulaĢan
Atatürk‘ün 21 Kasım 1938‘den 10 Kasım 1953‘e kadar yattığı yerdir.‖
Atatürk Dolmabahçe Sarayının Veliaht Sultan bölümünü de 30 Eylül 1937‘
Resim ve Heykel Müzesine dönüĢtürmüĢtür.
Cumhuriye döneminde müzeler peĢ peĢe açılmaya baĢlanmıĢtır. Önceki yıllarda
depo ve memurluk olan, gün geçtikçe zenginleĢen müzeler yavaĢ yavaĢ
Müdürlüklere çevrilmiĢlerdir. Bursa Müzesi(1923), Ankara Arkeoloji Müzesi (1923),
Antalya Müzesi (1924), Edirne Müzesi (1924), Adana Müzesi (1924), Bergama
Müzesi (1924), Ankara Etnografya Müzesi (1926), Amasya Müzesi (1926), Sinop
Müzesi
(1926),
Tokat
Müzesi
(1926),
Afyon
Müzesi(1933),
Diyarbakır
Müzesi(1934), Efes Müzesi (1934), Ġzmir Müzesi(1926), Sivas Müzesi (1926),
Manisa Müzesi (1935), Niğde Müzesi (1939), Hatay Müzesi (1938), Kastamonu
Müzesi(1941), Kayseri Müzesi (1929) bunların baĢında gelmiĢtir.
Atatürk Döneminde Açılan Müzeler ise;
1924, Bergama Müzesi
1925, Edirne Müzesi
1926, Türk Ġslam Eserleri (Evkaf) Ġzmir, Amasya, Tokat ve Müzeleri
1927, Ankara Etnoğrafya ve Sivas Müzeleri
1929, Kayseri Müzesi
1931, Afyon Müzesi
1932, Çanakkale Müzesi
1933,Topkapı Sarayı Müzesi
1934, Ġstanbul Ayasofya ve Efes Müzesi
1935, Tire ve Silifke Müzeleri
1936, Niğde Müzesi
1937, Manisa Müzesi
107
1938, Ġznik ve Alaca Müzeleri açılmıĢtır.
Atatürk, her gittiği ilde i müzeleri ve örenyerlerini gezmiĢtir. ―…Türkiye
Cumguriyetinin Temeli Kültürdür…‖ diyen Atatürk, 1935 yılında Yalova‘da, Türk
Tarih Kurumunun ilk BaĢkanı Hasan Cemil Çambel ve yanındaki Afet Ġnan‘a, on
maddelik267 öneride bulunmuĢtur. Bu direktiflerinin tamamı, eski eserler ve
müzelerle ilgili olup, geçerliliklerini, günümüzde dahi korumaktadır.
1-Her türlü tarihi vesika, malzemeve abideleri bulmak, toplamak ve
muhafaza ve restoreetmek,
2-Memleket içindeve dağınık bir halde açıkta duran tarihi eserleri tahrip
olunmak, çalınmak, satılmak, zıya‘a(kaybına) uğramak ve zamanla kendi kendine
harap olamak tehlikesinden masun bulundurmak için hükümetçe bütün tedbirleri
alınmak,
3-Hükümet otoritelerinin ve belediyelerin yakın ilgi, takip ve mesuliyetleri
altında Cumhuriyet Halk Partisi‘nin Halk Evleri ve parti organlarına açtıracağı
sürekli ve usanmaz bir propaganda faaliyeti ile Basın Yayın Umum Müdürlüğü
nezareti ve takibi altında günlük gazete ve mecmualarda yaptırılacak sürekli,
tesirli, popüler neĢriyatla(yayınla), bu milli tarih mallarının asıl sahibi olan TÜRK
halkına muhafaza ettirmek,
4-Gerek içeride ve gerek dıĢarıdaki müzeler ve kütüphanelerde mevcut eski
eserlerin ve tablolaron kopyalarından koleksiyon vücuda getirmek,
5-Ankara, Ġstanbul, Bursa, Ġzmir, Edirne de muayyen devirlere ve kültürlere
ait eserleri toplayarak bu Ģehirleri büyük üslupta birer eski eser ve abideler
merkezi haline koymak,
6-Ecnebi tarih ekspedisyonlarının (seferlerinin, araĢtırmalarının, keĢiflerinin)
büyük sermayelerle baĢardıkları kazıları, ileride mali, kudretimizin vüs atılı(geniĢ
bir zamanda) zamanında yapmak üzere, Ģimdilik, küçük mikyaslarda kazılar tertibi
ile arkeolojik ve antropolojik araĢtırmalar ve keĢifler yapmak,
7-Memleket içindeki ve dıĢındaki mühim kazı ve keĢif yerlerine seyahatler
tertip ederk, bulunan tarihi eserler ve abideler üzerinde ilmi tetkikler yapmak,
8-Hükümete düĢen iĢleri, bu projeleri uygulamakla görevli komisyonların
Hükümet nezdinde(hükümetçe)takip etmeleri,
9-Yabancı bili müessesleriyle ve otoriteleriyle, metehassıslarla iĢbirliği
kurmak,
267
Çinaroğlu-Çelik, 2010: 54/55
108
10-Kültür Müdürlüğü(daha sonra Bakanlık olacaktır)‘nün verimli yardımını,
iĢbirliğini sağlamak.
AnlaĢıldığı gibi Atatürk, köken, devir ve yer ayırt etmeksizin bütün kültürlere
sahip çıkmanın gerekliliğini belirtmiĢ, yerel yönetim ve siyasi oluĢumları bu konuda
görevli kılmıĢtır. Bilimsel çalıĢmaları her zaman ön planda tutmuĢ ve yurt dıĢındaki
bilimsel metotlarla onarımını ve bunların sağlam bir Ģekilde gelecek nesillere
intikalini istemiĢtir. Ayrıca, Ankara, Ġstanbul, Bursa, Ġzmir ve Edirne gibiĢehirlerin,
bir tür kültür ve sanat açısından cazibe merkezleri haline gelmesini arzulamıĢtır.
Günümüzde önemi gittikçe artan antropolojiyi de o zamanda ihmal etmemiĢ ve
arkeoloji ile birlikte önemsemiĢtir. Atatürk‘ün aklında, baĢkentte bir üniversite
kurulması düĢüncesi her zaman vardı. Buna paralel olarak 31 Mayıs 1933
tarihinde ―Yeni Üniversite Yasası‖ kabuledilmiĢti. Yasanın kapsamında ―Arkeoloji
ve Tarih‖de vardı. Ancak Atatürk, yaĢamı sürecinde bir üniversite kurmadı ama
adını kendisinin verdiği fakülteninkurulmasına iliĢkin yasa teklifi, 20 Mayıs 1935
tarihinde, BaĢmüvekkil(BaĢbakan) Ġsmet Ġnönü imzası ile ―…Tarih, Coğrafya ve
Arkeoloji Enstitüleri…‖ içerecek Ģekilde, Millet Meclisine sunulmuĢtu. Bugün dahi
dünyanın hiçbir ülkesinde ―Dil ve Tarih-Coğrafya‖ adı ile bir fakülte ya
dayükseköğretim kurumu yoktur. Bu isim, doğrudan Türkiye‘nin geçmiĢ kültürleri
ile ilintilidir. Buradaki ―Dil‖ kelimesi, Türk ve Türkiye tarihine kaynaklık edecek,
Sümerce, Hititçe, Latince, Eski Yunanca, Sanskritçe, Rusça, Farsça ve Arapça
gibi diller olup çoğu, ölü dillerdir. Bunların yanında Ġngilizce, Almanca ve Ġtalyanca
gibi yaĢayandillerinde, araĢtırmalara yardımcı olmaları amacıyla, öğretilmelerine
karar verilmiĢti. 1935 yılı haziran ayında kanun çıkmıĢ ve Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi kurulmuĢtur. Atatürk, bu fakültenin inĢaatının yapılacağı alanı da kendisi
belirleyerek yer göstermiĢtir. Afet Ġnan‘ın sözlü anlatımlarla, Atatürk‘ün fakültenin
inĢaatını her hafta nasıl kontrol ettiği, ustaları sıkıĢtırdığı ve çalıĢmaları
hızlandırdığını aktarmıĢtır.
09 Ocak 1936 günü Türk Ocağı Salonu‘nda fakültenin açılıĢı yapılmıĢ ve ilk
ders, Atatürk‘ün huzurunda Afet Ġnan tarafından verilmiĢtir. Dersin tamamı,
arkeoloji içerikliydi. Afet Ġnan bu dersinde, hem öğrencilere önerilerde bulunmuĢ
hem de, fakültenin eğitim ve öğretim konularına değinmiĢtir. Afet Ġnan‘ın ilk
dersinden bazı alıntıları burada vermek doğru olacaktır. Atatürk‘ün Kültür, Tarih,
Coğrafya, Arkeoloji ve Dil konularında görüĢlerinin özümsenmiĢ olduğunun adeta
109
tescilli bir kaydı gibi tarihe geçen bu ders notları, Ģimdi bile Kültür, Tarih, Coğrafya,
Arkeoloji ve Dil bilimlerinde Türk Gençliği için kılavuz niteliğindedir.
―Çin, Hind, Elam, Sümer, Eti, Mısır, Etrüsk, Grek ve Latin kültürleri adı
altında anılan ve hepsi Türk Atalarımız tarafından kurulan bu kültürlerde, Türk Dili
kökleri aramak tarihin bize verdiği tabii bir hakkımız olduğu kadar kutsal bir
ödevimizdir de. Bunun içindir ki bu fakültede, GüneĢ-Dil Teorisini de kapsayan
Türkoloji ve irdelerliyle yardım edici eleman olarak Sümer, Akat, Eti gibi kadim
Önasya dilleriyle Çince, Sanskritçe, Grekçe ve Latince okutulacak, ayrıca bugünkü
Almanca, Fransızca, Ġngilizce, Macarca, Rusça gibi yaĢayan dillerde öğretilecektir.
Aynı zamanda bu fakültede coğrafya bilgisi öğretilirken, Türkiye coğrafyası irdelleri
esas tutulacaktır. Siz bütün kültür dünyasını kuran adamların çocuklarısınız ve
gene siz bunu bileceksiniz, siz bugün çürümüĢ gibi görünen dünya kültürünü
yeniden yaratacak TÜRK çocuklarısınız268.‖
―Bütün dileklerim sizler içindir. Fakat sizin baĢarınız bütün Türk Ulusu ve
dünya için olacaktır. ĠĢte sizden istenen budur ve bunu isteyen de hepimizin
babası Atatürk‘tür. O Yüksek Kurtarıcının ve Dahi BaĢbuğun önünde bu derin
saygı ile eğilerek hep birlikte and içelim. Durmadan çalıĢacağız, buyruğu yerine
getireceğiz.‖
―Sayın ArkadaĢlar, Ankara Tarih, Dil, Coğrafya Fakültesi Ģu anda açılmıĢtır.
Kutlu Olsun.‖
―Bayanlar
Baylar,
Sümerliler‘in
Etiler‘in
Türk
olduklarını,
onların
Mezopotamya‘da ve Anadolu‘da kurdukları medeniyetlerin doğrudan doğruya Türk
Medeniyetleri olduğunu söylemeliyim.‖
―Anadolu‘da ecdatlarımız Etiler‘den bugüne kadar türlü siyasal Ģekiller ve
adlar almıĢtır. Fakat daima memlekete sahip kalan ve kültür hayatında yapıcılığını
koruyan otokton(yerli) unsur TÜRK Irkı olmuĢtur. Tarihimizi zenginleĢtirecek daha
nice el sürülmemiĢ belge hazineleri vardır. Bunlardan yalnız Anadolu‘muzda
ortaya çıkarılmakta olanları bile ilim dünyasına hayat verecek mahiyettedir.‖
―Türk Tarih Kurumunun son aylarda Alaca Höyük‘te yaptığı hafriyatta
bulunan kıymetli, belgelerden bir kısmı Ankara Müzesi‘nde, bir kısmı fakültemizin
antropoloji laboratuarında tetkiklere arz olunmuĢ bulunmaktadır.‖
―Ankara Müzesi‘nde Anadolu Kazıları‘ndan toplanmıĢ türlü yazılı ve yazısız
belgeler vardır. Bunları tarihsel bakımdan irdeleyerek ilmi olarak tespit
268
Çinaroğlu-Çelik, 2010: 55/56
110
ediniz.‖―ÇalıĢmanızda bu benim verdiğim örneklere bağlı kalmak mecburiyetinde
değilsiniz. Kendi isteğinize göre, münasip mevzularda seçebilirsiniz.‖
―Kıymetli Türk Talebeleri, size ilk hitabım olacak bir cümle düĢündüm. Onu
tespit için büyük bir üniversite profesörünün kulaklarımda çınlayan sözlerini
anmaktan daha güzel bir cümle bulamasım. O cümle Ģudur; Ben, hocanız ancak
sizin taze dimağlarınızdan çıkacak bilgi aydınlıkları karĢısında hocalık pratiğimi
tamamlayabilirim. Ben sizden eski olduğum için bu yolda yüksek amaca
varmanıza bütün varlığımla çalıĢacağım.‖
―Dersimiz bitmiĢtir269.
5.4.Cumhuriyetin Ilanindan Günümüze “Türk Müzeciliği270”
1922 ve 1923 yılları, KurtuluĢ SavaĢımızın zaferle noktalandığı ve
yurdumuzun düĢmanlardan arındırıldığı yıllardır.
Türkiye Cumhuriyeti‘nin 29 Ekim 1923 tarihinde kurulmasından sonra, Türk ve
Yunan devletleri arasında bir mübadele antlaĢması yapılmıĢtır. Bu antlaĢmaya
göre, Ġstanbul‘da oturan Rumların dıĢında Anadolu‘da yaĢayan Ortodoks
Hıristiyanlar Yunanistan‘a göç edecekler, Batı Trakya‘daki Türkler dıĢında
Yunanistan
Krallığı‘nda
yaĢayan
Türkler
de
Türkiye
Cumhuriyeti‘ne
göç
edeceklerdi.
Bu mübadele sırasında Rumlar, götürebildikleri mallarıyla Yunanistan‘a göç
etmiĢlerdir. Bu sırada bazı Rum aileler ile koleksiyonerler de ellerinde bulunan eski
eserleri Yunanistan‘a veya gittikleri yerlere aktarmıĢlardır. Bu da sayısını pek
bilameyeceğimiz birçok eserin yitirilmesine sebep olmuĢtur.
1925 yılında Tasus‘tan Atina‘ya göç eden bir aile, buldukları bir defineyi de
yanlarında götürmüĢlerdir. Roma Ġmparatorluk devrine ait olan sikkeler 169 adet
olup Woodward tarafından yayınlanmıĢtır.
Silivri‘de oturan Rum tüccar Anastisios Stamoulis de Yunanistan‘a göç
ederken özel koleksiyonun taĢınabilir tüm parçalarını götürmüĢtür. Koleksiyoner
olduğu sandığımız Konstantin Karapos adlı bir Rum‘u gösterebiliriz. Karapos,
Ġzmit‘te ortaya çıkan bir grup tunç eseri toplayarak, göçten sonra bunları Atina Milli
269
270
Çinaroğlu-Çelik, 2010: 57/58
Gerçek, 1999:137-236
111
Müzesi‘ne vermiĢtir. Rum Miliopulos adlı arkeolog, Pendik ve Fikirtepe ören
yerlerinden toplanan seramikleri Stockholm‘daki Milli Müze‘ye bağıĢlamıĢtır.
Yurdumuzdan Suriye, Lübnan ve Batı‘ya göç eden Ermeniler de çok sayıda
eseri yanlarında götürmüĢlerdir. Paris‘teki Musée Armenien de France‘ın kurucusu
Bay Nurhan Fırıncıyan‘ın ailesi birr Osmanlı tebaası idi. Los Angeles Country
Museum‘a Kültepe tabletleri bağıĢlayan Benenyan da Kayserili bir vatandaĢımız
olmalıdır. En önemli koleksiyoner ise Kalost Gülbenkyan‘dır. Osmanlı iĢ adamı
olup çok zengib bir koleksiyonu vardı. Bunun Türkiye Devleti‘ne bağıĢlanmak
istenmiĢse de bu gerçekleĢmemiĢtir.
Bunun yanında Troya hafirlerinden Frank Calvert‘in ailesi, II. Dünya
SavaĢı‘ndan sonra koleksiyonlarını Çanakkale Müzesi‘ne verdikleri görülür. Yine
Ġzmir‘deki bir Ġngiliz konsolosu (A.William Buttigieg) da topladı 681 adet arkeolojik
ve etnografik eserleri Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Eski Eserler
koleksiyonu‘na bağıĢlamıĢtır. Bu eserler arasında bir Mısır eseri bile vardır.
Balkanların elden çıkması üzerine buradaki Türk eserleri de soyulmuĢtur. I.
Murat‘ın Kosova‘daki MeĢhedi‘nde bulunan ve Memlük Sultanı‘nı hediyesi olan bir
çift Ģamdan, Atina‘da satılırken, elçimiz RuĢen EĢref Ünaydın tarafından satın
alınmıĢtır.
Ġstanbul
Müzesi‘ne
dıĢarıdan
en
son
gelen
eserler
Afganistan‘da
Fransızların yaptıkları bir kazıdan gelen stuko eserlerdir.
24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan BarıĢ AndlaĢması imzalanarak Türk
Devleti resmen tescil edilmiĢ, 6 Ekimde Türk ordusu Ġstanbul‘a girmiĢ, 13 Ekim
1923‘te Ankara BaĢkent olmuĢtur.
Artık yaraların sarılması ve yeniden yapılanma dönemi baĢlayacaktır.
Bu yeni yapılanmada, kültür konuları da ağırlıklı olarak yer almaktaydı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi ve Ankara mebusu Gazi Mustafa Kemal PaĢa,
1923 yılında meclisin I.devre 4. toplantı yılını açılıĢ nutkunda, kültür konularına ne
derece önem verdiğini aĢağıdaki sözleriyle ifade ediyordu:‖Ameli ve Ģamil bir
maarif için hududu vatanın merakizi mühimmesinde asri kütüphaneler, nebatat ve
hayvanat bahçeleri, konservatuarlar, darülmesailer müzeler ve sanayi-i nefise
meĢherleri tesis lazım olduğu gibi, bilhassa Ģimdilik teĢkilatı mülkiyeye nispetle
kaza merkezlerine kadar bütün memleketin matbaalarla teçhizi icabetmektedir.‖
14 Ağustos 1923 tarihinde Ġstanbul Mebusu Fethi Bey‘in BaĢkanlığında
kurulan V. Ġcra Vekilleri heyeti (Bakanlar Kurulu)‘nin, aynı gün mecliste okunan
112
programında kültür, eski eserler ve müzelerle ilgili olarak ;‖ Milli Hars TeĢkilatına
özel önem verilecek, eğitim ve öğretimin esası milli harsa ve modern medeniyete
dayalı olacaktır. Maarif Vekâletindeki hars müdürlüğü geniĢletilerek ve eksikleri
tamamlanarak çeĢitli yerlerde incelemelere baĢlanılacak, uygun yerlerde milli
müzeler oluĢturulacak, milli eserlerin toplanmasına ve bir araya getirilmesine ve
milli sanatların geliĢtirilmesine ve olgunlaĢtırılmasına çalıĢılacaktır.‖
…‖Maarif Vekaletinin islahat ve icraatında takip edeceği ilmi esasları tespit
vazifesiyle mükellef bir heyet-i Ġimiyesi bulunacaktır.‖programda yer verilen bu
görevlerden sorumlu olan, bu Hükümetin Maarif Vekili, Adana Mebusu Ġsmail Safa
Bey idi. Ġsmail Safa Bey 6.11.1922–6.3.1924tarihleri arasında Maarif Vekilliği
yapmıĢtır.
Bundan
sonraki
yıllarda,
mecliste
okunan
hükümet
programlarında,
müzeciliğe ve tarihi eserlere artık pek fazla yer verilmemiĢtir.
14 Ağustos 1923 tarihinde okunan hükümet programında yer alan Heyet-i
Ġlmiye, esasen programın okunmasından 1 ay önce toplanmıĢtı bile
―Birinci
Heyeti Ġlmiye Toplantısı‖ denilen bu toplantı, Cumhuriyetin ilanından önce
toplanan kapsamlı ilk bilim kurulu toplantısıdır.
15 Temmuz 1923 tarihinde Maarif Vekili Ġsmail Safa ‗nın baĢkanlığında
toplanıp, 15 Ağustos 1923 tarihine kadar, bir ay süreyle çalıĢan bu heyete üst
düzey bürokratlar, bilim adamları üniversite profesörleri, eğitimciler, diğer yetkili ve
ileri gelenler bulunmaktaydı. YaklaĢık 40 kiĢiden oluĢan bu bilim heyetinde Maarif
Vekâleti Hars Müdürü Mübarek Galip Bey‘de bulunmaktaydı.
Heyetin almıĢ olduğu kararlar arasında; Asar-ı Atika Nizamnamesinin
yeniden gözden geçirilmesi, milli bir müze kurulması ve ayrıca Etnografya
Müzesi‘nin
kurulması
maddeleri
de
yer
almaktaydı.
Alınan
kararların
doğrultusunda Etnografya Müzesi‘nin kuruluĢu gerçekleĢtirilmiĢ olmasına rağmen,
ülkemizde bir milli müzenin kurulması hiç mümkün olmamıĢtır.
Yararlı olduğu muhakkak olan Heyeti Ġlmiye toplantılarının ikincisi Maarif
Vekili Saruhan Mebusu Vasıf Bey‘in baĢkanlığında 1924 yılında, üçüncü Heyeti
Ġlmiye toplantısı da 1926 yılı baĢında Maarif Vekili ve Ġzmir Mebusu Necati
zamanında yapılmıĢ, bu son toplantıya Hars müdürü Hamit Zübeyr de üye olarak
katılmıĢtır.
Tekrar 1923 yılına dönecek olursak; 29 Ekim 1923 tarihinde cumhuriyet ilan
edilir, Mustafa Kemal Cumhur BaĢkanı seçilir ve ismet PaĢa da BaĢbakan olur.
113
29 Ekim tarihi 1925 yılından sonra bayram olarak kabul edilmiĢtir.
20 Nisan 1924 tarihli ve 491 sayılı TeĢkilatı Esasiye Kanunu (Anayasa)
Cumhuriyet Dönemi‘nin ilk anayasasıdır. Yapılan birkaç küçük değiĢiklik dıĢında
1961 yılına kadar yürürlükte kalan bu anayasada, eski eserler ve kültürle ilgili bir
madde yer almamıĢtır.
9 Temmuz 1961 tarihinde yapılan bir referandumla kabul edileni, 9.7.1961
tarih ve 334 sayılı Anayasamızın 50. maddesinde ise ― Devlet tarih ve kültür
değeri olan eser ve anıtların korunmasını sağlar.‖hükmü yer almıĢtır.
Cumhuriyetin ilanından sonra 1924 yılında Hilafet kaldırılmıĢtır. Halifeliğin
kaldırılmasına dair 3 Mart 1924 tarih ve 341 sayılı kanunun 9. maddesindeki ―
Mülga PadiĢahlık sarayları, kasırları ve emakin-i sairesi dâhilindeki mefruĢat,
takımlar, tablolar asar-ı nefise ve sair bilimum emval-i menkule millete intikal
etmiĢtir.‖ Hükmü uyarınca, 3 Nisan 1924 tarihli Bakanlar kurulu Kararı ile Topkapı
Sarayı Müze haline getirilmiĢtir. Maarif Vekili Vasıf Bey‗in de imzasının bulunduğu
Bakanlar Kurulu Kararı‘nda:
―Asırlardan beri birçok olaylara sahne olmuĢ, milli tarihimiz açısından büyük
bir değeri bulunan Topkapı Sarayı‘nın ilerde Ġstanbul‘a gelecek ziyaretçiler için
baĢlıca bir ziyaret yeri olacağı doğal bulunduğundan, iyi korunmasını sağlamak
üzere Asar-ı Atika Müzesi Müdürlüğü emrine verilmesi kararlaĢtırılmıĢtır‖ cümlesi
yer almakta idi.
Cumhuriyet yönetiminin, müzelik eser olarak Osmanlı Devleti‘nden teslim
aldığı eser sayısı genellikle ortalama olarak 109.000 adet olarak belirtilmektedir.
Yeni müzelerin açılması, toplama, kazı ve araĢtırmalar sayesinde Cumhuriyetten
sonra bu sayı hızla artmıĢtır.
Tekkelerin ve zaviyelerin kapatılmasıyla, buralarda bulunan eserler de
müzelere mal edilerek müzeler zenginleĢtirilmiĢtir. Tekkelerin ve zaviyelerin
kapatılmasından önce, Mustafa Kemal Kastamonu‘da yaptığı konuĢmasında:
Efendiler ve ey Millet; biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti Ģeyhler, derviĢler, müritler
memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat medeniyet tarikatıdır. Tekkeler
behemehâl kapanacaktır. Türkiye Cumhuriyeti her Ģubede irĢatlarda bulunacak
kudreti haizdir. Biz medeniyetin ilim ve fenninden kuvvet alıyoruz ve ona göre
yürüyoruz. BaĢka bir Ģey tanımayız Tekkelerin gayesi halkı meczup ve aptal
yapmaktadır. Hâlbuki halk, aptal ve meczup olmamaya karar vermiĢtir.‖
114
Hükümet bu yönde aldığı 2 Eylül 1925 tarihli bir karar ve aynı tarihli
kararname ile tekke, türbe ve zaviyeleri kapatmıĢtır. Konya Milletvekili Refik Bey
ve beĢ arkadaĢı tarafından aynı doğrultuda hazırlanan ―Tekke ve Zaviyelerin
Kapatılmasına Dair Kanun‖ tasarısı 30 Kasım 1925 tarihinde T.B.M.M.‗nde
görüĢülerek kanunlaĢmıĢtır. Bu kanunun 1. maddesinde ― Türkiye Cumhuriyeti
içinde sultanlara ait veya bir tarikata veyahut ticari çıkara dayananlarla tüm diğer
türbeler kapatılmıĢtır ve türbesinden sonra türbe ve tekkelerdeki tarihi ve müzelik
bir kısım eĢya Ankara ‗da toplanmıĢtır. Bu eserler daha sonra Ankara Etnografya
Müzesi‘ne konulacaktır.
Sonraki yıllarda Mevlana Celalettin Rumi Türbesi ile dergâhı ve Hacı Bayram
Veli Türbesi müze haline dönüĢtürülmüĢ, Ġstanbul ‗daki birçok türbe de Müzeler
Müdürlüğü‘ne bağlanmıĢtır.
Tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla buralardan toplanıp tasnif edilen ve
müzelere mal edilen eser sayısı 9.362 dir.
Bu eserlerin müzelere mal edilmesi hakkındaki kararname 16 Eylül 1925
tarihini taĢımaktadır. Kararname Ģöyledir: ―Terekelerle türbelerde mevcut ve
genellikle sanat ve tarih açısından özel değeri bulunan ve taĢınabilir eĢyanın,
bütçe durumu daha sonra halledilmek üzere müzeler müdüriyetince incelenmesi
ve deftere kaydedilerek müzeye nakledilmesi, Ġcra Vekilleri Heyeti‘nin 16 Eylül
1925 tarihli toplantısında kabul edilmiĢtir.‖
Tekke, türbe ve zaviyeler ile buralardaki eĢya hakkında ne gibi iĢlemler
yapılacağı konusunda çok sayıda genelge yayınlanmıĢtır.
Milli kültürümüzü korumak ve gençlerimizi milli kültür çevresinde yetiĢtirmek
amacıyla kurulan ve
a) Eski eserleri korumak ve denetlemek,
b) Tarihi anıtları tespit etmek,
c) Türk etnografyasına ait belgeleri toplamak,
d) Kütüphanelerimizi korumak,
gibi görevleri üstlenene hars müdürlüğü, 21.12.1925 ile 1.1.1929 tarihleri arasında
Maarif Vekilliği yapan Mustafa Necati Bey zamanında, 1) Müzeler, 2)
Kütüphaneler 3) Güzel sanatlar Ģubelerine ayrılmıĢtır.
Bu üç birim, 1940 ‗lı yıllarda genel müdürlük haline gelecek ve daha sonra
kurulacak Kültür Bakanlığı ‗nın temelini oluĢturacaktır.
115
Bu dönemde, dördüncü sırada, yani Müsarek Galip‘ten sonraki Asar-ı Atika
ve Hars Müdürü Dr. Hamit Zübeyr (KoĢay)dır. Hamid Zübeyr‘in Hars Müdürlüğü
1.6.1925–17.5.1926 tarihleri arasına rastlanmaktadır. Diğer dairelerden güzel
sanatlara ressam Namık Ġsmail, Kütüphaneler Dairesine de Hasan Fehmi Bey
atanmıĢtır.
Mustafa Necati Bey‘den önceki Maarif Vekili Hamdullah Suphi tarafından
25
Eylül
1925
tarihinde
temeli
atılan
Ankara
Etnografya
Müzesi‘nin
tamamlanmasından sonra Hamit Zübeyr bu müzenin müdürlüğüne getirilmiĢtir.
Bu arada Bergama‘da, Edirne ‗de, Amasya ‗da Tokat‘ta, Ġzmir ‗de Adana
‗da, Bursa‘da müze kurma çalıĢmaları sürdürülmekteydi. Ġstanbul ‗daki Türk ve
Ġslam Eserleri Müzesi 1926 yılında vakıflardan ayrılarak maarif vekâletine ve
dolayısıyla müzeler yönetimine bağlanmıĢtır.
Ülkemizdeki Türk ve Ġslam eserlerinin sahibi durumunda olan Vakıflar
Genel Müdürlüğü de Cumhuriyetin ilanından hemen sonra kurulan teĢkilatlardan
biridir. Siirt Milletvekili Halil Hulki Bey ve elli arkadaĢı tarafından verilen yasa
önerisi 3 Mart 1924 tarihinde T.B.M.M. ‗nde görüĢülerek
― ġeriye ve Evkaf
Vekâleti‘nin kaldırılmasına Dair Kanun― kabul edilmiĢtir bu kanunun bir
maddesinde ―Efkaf, Millet iĢleri gerçek çıkarına uygun bir Ģekilde çözülmek üzere,
bir genel müdürlük halinde Ģimdilik baĢvekâlete verilmiĢtir―. Hükmü yer almıĢtır
tüm vakıf eserlerinin bağlı bulunduğu Vakıflar Genel Müdürlüğü, BaĢbakanlığa
bağlı olarak böylece kurulmuĢ olur.
Cumhuriyetin ilanından sonraki yıllarda, Osmanlı Devleti‘nden devralınan
birçok kanun ve nizamnameler aynen uygulanmaya devam ederken, bazı yeni
yasal düzenlemeler de yapılmaya baĢlamıĢtır. 1906 yılında çıkarılan son Asar–ı
Atika Nizamnamesi daha uzun yıllar yürürlükte kalacaktır. Osmanlı Devleti
zamanında kurulan Eski Eserleri Koruma Daimi Encümeni Cumhuriyet döneminde
de görevini sürdürmüĢtür. Ancak Ankara‘nın baĢkent oluĢu ve hükümet
merkezinin Ankara‘ya taĢınması nedeniyle bazı tereddütler doğmuĢ, encümen
çalıĢmalarının verimi düĢmüĢtür. Bu arada encümenin Ankara ‗ya mı taĢınacağı
sorusu akla gelmiĢ ve bu husus 16 Temmuz 1923 tarih ve 157 sayılı yazıyla
Ankara ‗dan sorulmuĢtur. Maarif Vekâleti Hars Müdürlüğü‘nden gelen, Hars
Müdürü Mübarek imzalı, 26 Ekim 1923 tarih ve 51 sayılı cevabı yazıda;
―Mahafazai Asar-ı Atika Encümeni Daimisi tarafından gönderilen 16
Temmuz 1923 tarihli ve 157 sayılı yazı ve ekleri vekâlet müdürler encümenince
116
incelenmiĢ ve değerlendirilmiĢtir. Eski eserler açısından ayrı bir değeri ve önemi
bulunan
Ġstanbul
‗da.
Bu
encümenin
lüzumu
ve
görevini
sürdürmesi
gerekmektedir. Encümenin, masrafları müzeler ödeneğinden karĢılanmak ve
umumi kâtip bulunmak Ģartı ile baĢkanlığınız altında faaliyetlerine devam etmesi
ve görev usul ve esaslarına dair ayrıca bir talimatname de hazırlanması müdürler
encümenince uygun görülmüĢ olduğundan, encümenin bu kararını yüksek
tarafınıza tebliğ etmekten Ģeref duyarım efendim‖
Bu zamana kadar Asar–ı Atika Encümeni Daimisi TeĢkilat ve Vazifelerine
Dair eski talimatname geçerli idi.
Ancak, Maarif Vekili Hüseyin Vasıf Çınar zamanında çıkarılan yeni bir
çalıĢma yönergesiyle encümenin yasal yapısı sağlamlaĢtırılmıĢtır. 1924 yılında
çıkarılan ―Ġstanbul ‗da MüteĢekkil Muhafazai Asar-ı Atika Encümeni‘nin TeĢkilat ve
Vazifelerine Dair Talimatname‖ isimli bu yönerge 17 maddeden ibaretti.
Talimatnameye göre; encümen Ġstanbul Asar-ı Atika müzeleri genel müdürünün
baĢkanlığında, 4 üye, bir genel kâtip ve müze mimarından oluĢuyordu.
Seçilecek üyelerin tarih. Eski eserler, ülke coğrafyası, güzel sanatlar,
mimari eserler ve eski yapılar konularında yeterli bilgiye sahip olmaları
gerekiyordu. Normal toplantılar haftada bir gün yapılacak devam mecburi olacak,
dört toplantıya mazeretsiz katılmayan üyeye baĢkanca uyarı yapılacak ve yine de
devam etmeyen üye çekilmiĢ sayılacak idi. Her toplantı için huzur hakkı 5 lira
olacaktı. Encümenin sekretarya iĢleri müze müdürlüğünce yapılacaktı.
Maarif Vekâletince yürütülecek bu talimatnameye göre çalıĢmaları daha da
düzenli bir hale gelen encümen. Cumhuriyet yıllarında da Müze Müdürü Halil
Edhem ‗in baĢkanlığında faaliyetlerini sürdürmüĢtür. Halil Edhem bu görevine
emekli oluncaya kadar devam etmiĢ ve hatta emekli olduktan sonra, ölünceye
kadar da kurulun toplantılarına katılarak arkadaĢlarına yardımcı olmuĢtur.
Encümen, mevcut yasal mevzuatın eski eserlerin korunmasıyla ilgili
hükümlerine göre doğrudan doğruya, ya da görüĢüne baĢvuruldukça yazılı karar
almaya yetkili idi. Tavsiye niteliğinde olan bu kararlar, bakanlık makamı tarafından
onaylandıktan sonra kesinlik kazanır ve ilgili Makamlara iletilirdi. Ayrıca kararın bir
sureti Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri arĢivinde saklanır ve bir nüshası da Ankara ‗ya
Müzeler Müdürlüğü ‗ne (daha sonra Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü‘ne
)gönderilirdi.
117
Eski Eserleri Koruma Encümeni‘nin 1934, 1935, 1936 yıllarındaki
durumuna bir göz attığımızda; Ġstanbul Arkeoloji Müzesi‘nin bir salonunda
toplanan encümenin baĢkanı Ġstanbul Müzeleri Genel Müdürü Aziz Ogarı, o
zamanki üyeler Efdalettin Tekiner, Ġzzet Kumbaracılar, Topkapı Sarayı Müzesi
Müdür Yardımcısı Süleyman Yürügen idi. Müzeler baĢkâtibi Vefik Tura ve Müzeler
Mimarı Kemal Atlan da toplantılara görevli olarak katılmakta idiler. Önceki Müze
Müdürü ve o zaman Ġstanbul Milletvekili olan Halil Edhem fahri üye olarak
encümende yer almaktaydı.
Encümen çalıĢmalarına dönük 1934, 1934, 1936 yılları istatistiklerine göre;
840 gelen ve 821 giden olmak üzere toplam 1661 adet evrak encümende iĢlem
görmüĢtür.
Eski Eserleri Koruma Encümeni ‗nin 1949 yılı raporundan öğrendiğimize
göre üye sayısı artmıĢtır. Encümen Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Aziz Ogan
‗ın baĢkanlığında 15 üyeden oluĢmakta idi. Bazılarının isimlerini yazmaya gerek
görmediğimiz bu üyeler, bir mülkiye profesörü, üç milletvekili, Prof. Arif Müfid
Mansel, Ġstanbul Üniversitesi Kütüphane Müdürü. Eski bir Vali, Prof. Sedat Hakkı
Eldem, Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdür Yardımcısı Rüstem Duyuran, Vakıflar
Ġdaresi eski denetçisi, Ġstanbul Ģehir meclisi üyesi (sonradan müze müdürlüğü de
yapmıĢ olan) Feridun Dirimtekin, Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri Mimarı Y.Mimar
Fikret Yücel, belediye temsilcisi iki mimar üyeler arasında yer almaktaydı.
Encümenin umumi kâtipliğini Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri iç hizmetler Müdürü Bekir
ġükrü Egeli yapıyordu. Encümen 1949 yılı içerisinde 99 toplantı yapmıĢ, birçok
kararlar almıĢ ve bu arada 72 adet eski eserin fotoğrafları çekilip fiĢleri
hazırlanarak tescilleri yapılmıĢtır.
2 Temmuz 1951 tarihinde kabul edilen 5805 sayılı ―Gayrimenkul Eski
Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu TeĢkiline ve Vazifelerine Dair Kanun‘la Anıtlar
Yüksek Kurulu kurulmuĢtur.
Elimize geçen bir istatislike göre, Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar
Yüksek Kurulu‘na 1951 -1969 arasındaki 19 sene içerisinde 12,292 adet evrak
giriĢ yapmıĢ, kurul 181 toplantı yapmıĢ ve bu toplantılarda 5.013 adet karar
alınmıĢtır.
5805 sayılı kanun, 8 maddeden ibaretti ve kurul Milli Eğitim Bakanlığı‘na
bağlı idi. Eski Eseler ve Müzeler Genel Müdürü ile Vakıflar Genel Müdürünün tabii
118
üye olduğu kurulda, ölüm istifa ve toplantılara devamsızlık sebepleri hariç kurul
üyeliği görevi devamlı idi.
Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu‘nun, 1951 yılından
2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu‘nun yürürlüğe girdiği 23
Temmuz 1983 tarihine kadar almıĢ olduğu karar sayısı 20.000 civarındadır.
Bu kararlar, 24500 civarında korunması gerekli kültür ve tabiat varlıkları ile
811 adet sit alanını içermektedir. Bu kurulun son baĢkanı Orhan Alsaç‘tır.
Yurdumuzda müzeler teĢkilatı gerek Osmanlı Devleti zamanında (Maarif
Nezareti) ve gerekse Milli Mücadele ve Cumhuriyet Dönemi‘nde (Maarif Vekâleti)
genellikle Milli Eğitim Bakanlığı içerisinde, onun bünyesinde yer almıĢtır. Kültür
Bakanlığı ise ancak 1971 yılında kurulabilmiĢtir.
Cumhuriyet döneminde maarif vekâleti teĢkilatına dair ilk kanun 1926
yılında çıkarılmıĢtır. Maarif teĢkilatına dair 22 Mart 1926 tarih ve 789 sayılı bu
kanunun 24. maddesinde : ― Türkiye‘de yapılacak resmi mektep binaları,
kütüphaneler ve müzeler, ancak maarif vekâletinin hazırladığı projeler dairesinde
yapılır‖ denilmektedir. 27 maddelik bu ilk yasada müzeler hakkında bundan baĢka
bir kayıt bulunmamaktadır.
Bundan yedi yıl sonra çıkarılan ― Maarif Vekâleti Merkez TeĢkilatı ve
Vazifeleri Hakkındaki 10 Haziran 1933 tarih ve 2287 sayılı Kanun‖ un 1.
maddesinde
sayılan
merkez
birimleri
arasında
müzeler
müdürlüğü
ve
kütüphaneler müdürlüğü ayrı ayrı sayılırken, listede bir de mektep müzeleri
müdürlüğü birimi yer almaktadır.
Müzeler müdürünün Maarif Ģurası üyesi olarak da görevli olduğu 4.
maddede belirtilmiĢtir.
16. maddede; ―Tarihi ve bedii kıymeti haiz eserlere mahsus müzelerin
idare, tesis ve idameleri, tarihi abidelerin muhafaza ve tamiri iĢleriyle iĢtigal,
arkeolojik hafriyat için vaki müracaatları tetkik ve hafriyata nezaret eder‖
Ģeklindeki ifadelerle müzeler müdürlüğünün görevleri hükme bağlanmıĢtır.
Aslında, müze kelimesi kullanılmıĢsa da mektep müzesi müdürlüğünün
görevleri, 18. maddede belirtildiği üzere, okulların ihtiyacı olan her türlü ders araç
ve gereçlerini yapmak, yaptırmak, satın almak ve okullara dağıtmaktan ibaretti.
789 sayılı kanunu yürürlükten kaldıran bu yasaya ekli (A) kadro cetvelinde,
müzeler müdürlüğü için; 1 adet evrak ve dosya memuru ve 2 adet katip olmak
üzere 6 adet personel kadrosu tahsis edilmiĢ idi. Günümüzde mevcut konuyla ilgili
119
iki genel müdürlüğün merkez teĢkilatı çalıĢanlarının sayısıyla bu rakamı
karĢılaĢtırdığımız takdir de 6 rakamı çok komik kalır.
Bu rakamı iyi değerlendirebilmek için, bugün de teĢkilat olarak en kalabalık
bakanlık olan maarif vekâletinin o andaki merkezde bulunan tüm kadro sayısını
da vermek gerekmektedir. O günlerde maarif vekâletinin tüm personel kadro
sayısı müsteĢar dâhil 216 idi.
Cumhuriyet döneminde müze sayısında yavaĢ yavaĢ artıĢ baĢlamıĢtır.
Cumhuriyetin ilanından sonraki beĢinci yılda, yani 1928 yılında; Ankara ‗da 2,
Ġstanbul ‗da 3, Edirne ‗de 1, Ġzmir ‗de 1, Bursa ‗da 1, Antalya ‘da 1, Konya ‗da 1,
Adana ‗da 1 ve Sivas ‗ta 1 adet olmak üzere maarif vekâletine bağlı Türkiye‘deki
müze sayısı 12‘dir. Ġstanbul ‗daki iki adet askeri müzeyi de bu sayıya eklersek
toplam müze sayısı 15 olmaktadır.
1928–1930 seneleri arasında Ġstanbul Müzelerini yıllık ortalama 87.047 kiĢi
ziyaret etmiĢ ve yine yıllık ortalama 26.077 Türk Lirası gelir temin edilmiĢtir.
Cumhuriyetin ilk on beĢ yılı içerisinde yapılan veya yapılmaya çalıĢılan
müzecilik faaliyetleri bir plan içerisinde yürütülmüĢtür. Sayısız sorunlarla karĢı
karĢıya olan müze yöneticilerinin kıt olanaklarla yaptıkları çalıĢmalar dört ana
grupta toplanmıĢtır.
1- Yurdun çeĢitli yerlerinde bulunan ve bir kısmı kazılar yoluyla çıkarılıp genellikle
taĢıma güçlükleri nedeniyle yerinde bırakılan dağınık vaziyetteki taĢınabilir eski
eserlerin belirli merkezlerde toplanması. Bu merkezler zaman zaman milli eğitime
bağlı okullar da olmuĢtur.
2- Toplanan eserlerin, korunmaları yanında tasnif ve teĢhir edilebilmeleri için bazı
merkezlerde müzeler kurulması ve kurulu olan müze deposu halindeki birimlerin
geliĢtirilerek toplanan bu eserlerden yararlanılması. Bu amaçla Ġstanbul ‗da
Topkapı Sarayı ve Ayasofya Müze haline getirilmiĢ, bunun dıĢında Ankara
Arkeoloji, Ankara Etnoğrafya, Ġzmir, Konya, Bursa, Adana, Antalya, Bergama,
Sivas, Edirne ve Efes Müzeleri kurulmuĢtur.
3- Ülkemizdeki, çoğu harab vaziyette olan mimari eserler ve anıtların
restorasyonlarının yapılarak. Yıkılıp yok olmaktan kurtarılması ve bunların bir
kısmından müze olarak yararlanılması ya da baĢka kurumlara (kütüphane ve
galeri vb. gibi ) tahsisi,
120
4- Eski Anadolu Medeniyetleri‘nin yer aldığı antik merkezlerde milli kazıların
baĢlatılması milli kazı niteliğindeki ilk çalıĢma, bilindiği gibi Ankara yakınlarındaki
Ahlatlıbel‘de 1933 yılında baĢlatılmıĢtır.
Atatürk, özellikle son on senelik hayatında eski eserler ve kazı iĢleriyle çok
yakından ilgilenmiĢtir.
1934 ‗de Ayasofya‘nın müze haline getirilmesi ile 1937 de Ġstanbul Resim
ve Heykel Müzesi‘nin açılıĢı bu ilk 15 yıllık süre içerisinde gerçekleĢtirilmiĢtir.
Atatürk, genel olarak müzelere ve eski erlere önem vermekle beraber,
1930 yılından sonra bu konulara daha fazla ağırlık vermek imkânını bulmuĢ;
çeĢitli yurd gezilerinde müzeleri ve antik Ģehir kalıntılarını ziyaret etmiĢ, yöredeki
tarihi ve anıt binaları da gezerek buralar hakkında bilgi almıĢtır.
Cumhuriyet devrinin baĢından itibaren müzecilik, eski eserler ve tarih
konularına önem verilmiĢ, bu alanlarda çoĢkulu bir ilgi ve heyecanla çalıĢılmıĢtır.
Korumacılık konusunda alınan önlemlerden olmak üzere Maarif Vekâleti
Hars Dairesi‘nde hazırlanan ve 1925 yılında kabul edilen Ġcra Vekilleri heyeti
(Bakanlar Kurulu)nun Kararnamesi Ģöyledir;
―Türkiye Cumhuriyeti içerisinde çeĢitli kiĢilerin elinde mevcut olan hat,
tezhip ve minyatür gibi değerli eserlerin, lisan hazinelerinden sayılan yazmalarla,
tarihi değeri bulunan Etnoğrafyaya ait eĢyanın her ne surette olursa olsun dıĢarıya
ihracının kesin surette yasaklanmasını ve bu gibi eserlerin müze ve kütüphaneler
için satın alınmasını sağlamak amacıyla maarif vekâletince her yılın bütçesine
yeterli ödenek konulması ve eserlerin değerlerinin takdiri için uzman heyet
çalıĢtırılması ve dıĢarıya kitap satılıp ve kaçırılırken gümrük idarelerince tutulduğu
takdirde
sorumlularının,
ceza
kanununun
138.
maddesi
gereğince
cezalandırılmak üzere mahkemeye sevk edilmesi ve eserlerin müsadere olunması
ve yabancılara veya dıĢarıya satılırken gören veyahut iĢiten bilumum memurların
ve Ģahısların durumdan hükümeti haberdar etmekten sorumlu tutulması ve ihbar
edene maarif vekâletince yeterli miktarda nakdi mükâfat verilmesi ve söz konusu
eserlerin ihracını kayıtsız Ģartsız önleyecek kanun tasarılarının adı geçen
bakanlıkça hazırlanması, tanzim edilmesi, teklif edilmesi ve takip edilmesi maarif
vekâletinin 19 Ağustos 1925 tarih ve hars müdüriyetinin 5356 -1460 sayılı
yazısıyla yapılan teklif üzerine Ġcra Vekilleri Heyeti‘nin 26 Ağustos 1925 tarihli
toplantısında uygun görülmüĢ ve kabul edilmiĢtir.‖
121
Bakanlar Kurulu‘nun 26 Ağustos 1925 tarihli bu kararının altında
CumhurbaĢkanı sıfatıyla Gazi Mustafa Kemal‘in, BaĢvekil sıfatıyla Ġsmet
Ġnönü‘nün, Maarif Vekili sıfatıyla Hamdullah Suphi‘nin ve diğer bakanların imzaları
bulunmaktadır.
Bu kararname Maarif Vekili Hamdullah Suphi‘nin imzası ve bir üst yazıyla
19 Eylül 1925 tarihinde gereğine göre hareket edilmek üzüre genelge edilmiĢtir.
Asar –ı Atika ve Müzeler Dairesi tarafından hazırlanıp 19.12.1931 tarihinde
Maarif Vekili Esad Sagay tarafından valiliklere yapılan baĢka bir genelge Ģöyledir.
122
…………………………… VALĠLĠĞĠNE
―GeçmiĢte yapılan ihmal ve kayıtsızlık nedeniyle Avrupa Müzeleri
ülkemizden kaçırılan eski eserlerle doldurulmuĢtur. Yurdumuz birçok eski
uygarlıkların beĢiği ve doğu –batı, kuzey – güney yönlerindeki göçlerin ve
istilaların geçit yolu olduğu için toprak üstünde ve altında birçok yadigarlara sahip
bulunuyoruz. Önemli bir kısmı ecdadımıza ait olan bu eserlerden henüz ayakta
olanları uygar varlığımıza bir tanık olmak üzere daha uzun asırlar korunmalarını
sağlamak, taĢınır eski eserler olanlarını dıĢarıya kaçırmamak ve milli hazinenin
küçük bir parçasını bile eksiltmemek için bütün idari kuvvetlerden azami surette
yararlanmak gereği vardır. GeliĢmiĢ yabancı ülkelerin bu hususta asırlardan beri,
bilinçli çalıĢtıkları, malumunuzdur. Eski eserler ve müze iĢleri ülkemizde de milli
güçlerin yardımı ile halledilebileceğinden:
A) Tarihi anıtları harap olmaktan kurtararak acil önlemleri almak,
B) Müze olan yerlerde bu müzelerin, baĢta Ģehrin Ģeref ve ihtiyacı ile
ilgilendiğini dikkate alarak geliĢmelerini sağlamak.
C) Müze olmayan yerlerde toprak üstünde sürünen eski eserleri toplayarak
depolar meydana getirmek için her yılın Özel Ġdare ve Belediye
bütçelerine az da olsa ödenek konmasını önemle rica ederim. Efendim.
Maarif Vekâleti Asar-ı Atika ve Müzeler Dairesi‘nin hazırladığı ve Maarif
Vekili Dr. ReĢit Galip tarafından imzalanıp valiliklere gönderilen 26.6.1933 tarih ve
174 sayılı genelge türbeler, mezarlar ve mezarlıklarla ilgilidir.
123
……………………..VALĠLĠĞĠNE
―Ecdat yadigârı olan yazılı mezar taĢları Türkün bu topraklarda yaĢadığına
ve emek verdiğine tanıklık eden tarihi ve etnografik, hatta çok dafa bedii değere
sahip belgelerdir. ġahitler imar edilirken sağlık açısından bir sakınca göstermeyen
eski tarihi mezarların parklar içinde açık birer müze halinde bırakılmasını gerekli
buluyor ve eski eserleri koruma fikrinin imarcılıkla uyumlu olmasını mümkün
görüyoruz.
Mezarlıkların kaldırılmasına gerek görüldüğü zaman Anıtların Korunması
Nizamnamesi‘nin üçüncü maddesine göre hareket olunması ve Mezarlıklar
Nizamnamesi‘ndeki kuyud-ı ihtiraziyeye dikkat edilmesi gerekir.
Zarara uğraması ihtimali olan tarihi, bedii ve etnoğrafik değere sahip,
sahipsiz, yazılı mezar taĢlarının; müzesi olan yerlerde müzelere, olmayan
yerlerde eski eser deposu olabilecek medrese, tekke ve buna benzer yapılarla
okullarda, bu taĢlara ait açıklamalar ihmal edilmemek koĢuluyla, toplanmasını bir
kültür borcu saymaktayım.
Anıtların Korunması Nizamnamesi‘nin üçüncü maddesindeki hükümlere
uyulmak Ģartı ile bakanlığımızın da muvafakatı alınmak suretiyle kaldırılması
kararlaĢtırılan mezarlıklardaki kitabelerin, belediyelerin araçlarıyla yukarıda
zikredilen Ģartlar çerçevesinde toplatılmasını ve bir listesinin bakanlığımıza
gönderilmesini rica ederim.
Yerel beldelerin tarihçelerini hazırlamakla yükümlü tarih öğretmenlerimizin
yurt bilgisi araĢtırmaları sırasında tarihi ve sanat değeri olan mezar taĢlarını
inceleme ve yerini tespit etmelerini gerekli görmekteyim. Bu hususta en çok mesai
harcayan öğretmenlerle öteki kiĢilerin isimlerinin bakanlığımıza bildirilmesini ve
yönerge içeriğinin özenle uygulanmasını yüksek çabalarınızdan beklerim.‖
Yine Maarif Vekâleti, Müzeler Dairesince, turistik amaçlı bir yayın için bilgi
almak amacıyla küçük çaplı bir kültür envanteri hazırlanması için valiliklere bir
genelge yapılmıĢtır.
124
………………..VALĠLĠĞĠNE
―Ülkemizin tarihi anıtlar itibariyle zenginliği hakkında bir fikir verecek,
turizmi teĢvik etmek amacıyla hazırlanmakta olana propaganda neĢriyatı arasında
Türkiye ‗nin tarihi anıtları bulunan mevkilerini gösteren resimli bir harita
yapılacaktır. Bunun için bazı fotoğrafların teminine ihtiyaç vardır.
Vilayet ve kaza merkezlerinin genel manzarasının gösteren ikiĢer fotoğraf,
1-Hangi çağa ait olursa olsun vilayet ve kaza merkezlerinde bulunan tarihi
anıtlardan ikisinin birer fotoğrafı,
2-Vilayet içindeki en meĢhur harabe ve anıtların birer fotoğrafı,
Fotoğrafların iyi ve net olması ve çekilen manzara veya binanın en karakteristik
yerini göstermesi, arkasında açıklamasının yazılı olması Ģarttır.
Yukarıda yazılı hususların teminine yardımcı olunması rica olunur efendim.‖
17 Ekim 1933 tarihli bu talimatta Maarif Vekili R.Nafiz‘in imzası bulunmaktadır.
Cumhuriyet 10. yıldönümü olan 1933 yılında Atatürk ‗ün talimatıyla ilk Milli
kazılar da baĢlamıĢtır. Ġlk deneme Ankara‘nın 18. km. yakınındaki Yalıncak
köyünün Ahlatlıbel mevkiinde Hamit Zübeyr KoĢay tarafından yapılmıĢtır. Atatürk,
yanında Maarif Vekili RaĢit Galip, Ankara Valisi Nevzat, Milletvekili Nuri, Genel
Sekreteri ve yaveri olduğu halde 5 Mayıs 1933 tarihinde kazı yerine gelmiĢ,
burada bir saat kalarak incelemelerde bulunmuĢtur. Bunun dıĢında, Atatürk
yanına Ģoförünü alarak yağıĢlı bir günde otomobili ile tek baĢına yine bu kazı
yerini tekrar ziyaret etmiĢtir.
Bu dönemde Ankara – Karalar ‗da da Remzi Oğuz (Arık) baĢkanlığında
kazılar yapılmakta idi. Cumhuriyetin ilk kazılarından olan ve 1935 yılında baĢlayan
Atacahöyük Kazısı da CumhurbaĢkanı Atatürk tarafından bizzat ziyaret edilmiĢtir.
Bu ziyarette Maarif Vekili Saffet Arıkan, Sağlık Bakanı Refik Saydam, Türk Tarih
Kurumu BaĢkanı ġemsettin Günaltay ve Prof. Afet Ġnan da Atatürk ‗e eĢlik
etmiĢlerdir. Alacahöyük ‗le birlikte Pazarlı ve Büyük Göllücek kazıları da
yürütülmüĢtür.
125
Cumhuriyetin 10. yıldönümü olan 1933 yılından itibaren Türkiye‘deki öteki
kazıların da yoğunlaĢtığı görülmektedir. Bu yıllarda Amerikalı Prof. Blegen
Troia‗da, Alman Dr. Kurt Bittel Boğazköy‘de, yine Almanlar Bergama‘da, Fransız
Prof. M.Delaporte Malatya Aslantepe ‗de çalıĢmaktadırlar. Ġzmir Müzesi
Müdürlüğü‘nün yönetiminde ve Prof.Keil‘in bilimsel danıĢmanlığında Ġzmir‘in
Namazgâh mevkiinde kazılar yapılmaktadır.
1934 yılında bu çalıĢmalara Larissa ve Niğde–Göllüdağ Kazıları eklenmiĢtir.
1935 yılında Ġngiliz Miss Winfried Lamp ‗ı Sandıklı Kusura‗da, Amerikalı Miss
Hetty Goldmann‘ı Tarsus Gözlükule‗de, Alman mimar Schneider‘i Ayasofya
Avlusunda, Ġskoç James Huston Baxer‘i Sultanahmet ‗te, Alman Alfons Maria
Schneider‘i Ġznik‘te, yine Alman Zeignaus‘u Bergama‘da Avusturyalı Joseph Keil‘i
Efes Belevi‘de kazı yaparken görüyoruz.
Yine 1933 yılı faaliyetlerinden olmak üzere, 28.6.1933 tarih ve 14640 sayılı
Bakanlar Kurulu Kararı ile Ankara ‗da Müzeler Müdürlüğü‘ne bağlı bir ― Abideler
(Anıtlar ) Koruma Kurulu‖ kurulmuĢtur.
Cumhuriyet döneminde ülkemizdeki müzelerin ve müzeciliğin geliĢmesine,
yeniden yapılanmasına ve zenginleĢtirilmesine katkıda bulunan kuruluĢlardan biri
de Halk evleri‘dir. 19 ġubat 1932 tarihinde kurulan halk evlerinin faaliyet alanları
dokuz grup halinde toplanmıĢtır.
Halk evlerinin yayın organı olan ―Ülkü‖ mecmuasında, 1933 yılında Necip Ali
bu kurumun amacını Ģöyle açıklamaktadır.
―Cumhuriyet Halk Fırkası‘nın doğrudan doğruya kendi eliyle yaptığı büyük
kurumlardan biri de halk evleridir. Halkevleri okul dıĢındaki vatandaĢların inkılâp
ülkülerini anlamaları için birer okul ve bu ülküler etrafında kuvvetlerini
birleĢtirmeleri için birer merkezdir.‖
Halk evlerinin faaliyet kollarından birisi de müze ve tarih Ģubesi ya da müze
ve sergiler Ģubesi idi.
Bu tür konulara, o zamanın tek partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)
programlarında da yer verilmekteydi. Nitekim CHP ‗nin 29 Mayıs 1939 tarihindeki
beĢinci büyük kurultayında kabul edilen parti programının 47. maddesinde Ģu
cümle yer almaktaydı. ―Müzelerimizi zenginleĢtirecek kıymetteki tarihi eserlerin
toplanmasına ve bu maksatla hafriyet yapılmasına ehemmiyet verilecek ve
umumiyetle eski eserlerin tasnifine ve icabedenlerin yerlerinde iyi muhafazasına
itina olunacaktır. ―
126
8 Haziran 1943 tarihindeki C.H.P. ‗nin altıncı büyük kurultayına sunulan parti
programı teklifinin 11. paragrafında ise ; ―Müzelerimizi zenginleĢtirecek kıymette
tarihi eserlerin toplanmasına ve bu maksatla kazılar yapılmasına ehemmiyet
verilecek, umumiyetle eski eserlerin tasnifine, muhafazalarına itina olunacaktır.‖
Ġfadeleri bulunmaktaydı.
C.H.P ‗nin 1940 yılındaki Halkevleri Talimatnamesinin 113. maddesi (c)
fıkrasında : ―Halkevi bölgesindeki tarihi eser ve anıtların iyi korunması için ilgilileri
aydınlatır.
―Bu eserlerin korunması amacıyla kurulmuĢ özel cemiyetlere yardım eğeceği
gibi,
konuĢmalarla,
temaslarla,
halkı
da
eserleri
korumaya
davet
eder.‖denmektedir. 114., 115. ve 116. maddeler ise Ģöyledir.
114, ―Halkevlerinin bulunduğu yerde resmi müze varsa arkeolojik eserlerle onları
zenginleĢtirmeye, eksiklerini tamamlamaya çalıĢır. Yoksa tedarik edecekleri
eserleri en yakın resmi müzeye gönderirler. Veya müze tarafından alınmasını
sağlamak için haber verirler.
Eski eserleri bol yerlerde resmi bir müzenin kurulması için ilgililerle iĢbirliği
yapmak, Ģubenin belli baĢlı iĢlerinden olmalıdır.‖
115, ―Halkevlerinin kendilerine mahsus Arkeoloji Müzesi kurmaya çalıĢmaları
doğru değildir.‖
116, ―Halkevleri, teberruları teĢvik ve para imkânları oranında folklor ve etnoloji
malzemesi toplamaya çalıĢırlar. Bu malzeme arasında; tarihi değeri olan eski
yazılar, kitap kapakları, tezhipler, divanlar, minyatürler, çiniler, halılar ve nakıĢlar
gibi milli kültür belgeleriyle eski milli kıyafetler, oyalı yazmalar, çevreler, eski
kılıçlar, yatağanlar, tüfekler, tabancalar ve her türlü silahlar, sedef altın gümüĢ vs.
kakmalar, oymalar vs. Türk etnoloji belgeleri sayılabilir. Bu gibi eserlerden baĢka
folklor sahasına giren bütün malzemeleri toplamaya, korumaya ve bunlar üzerinde
tetkiklerde bulunarak neĢriyatta bulunmaya çalıĢırlar.‖
1944 yılına gelindiğinde, Türkiye ‗de ülke çapında, faaliyet gösteren
Halkevleri sayısı 405‘e ulaĢmıĢtır. Bunlardan 90 tanesinde tarih ve müze Ģubesi
kurulmuĢ ve çalıĢmakta idi. . Bu kollarda görev yapanlar ise topluma tarih, sanat
eseri ve müze zevkini uyandırabilmek için çalıĢmalarını sürdürmüĢler ve bu
konuda klavuz kitaplar hazırlamıĢlardır. Eski eser ve müzelerimizin durumunu
görüĢmek üzere 1945‘de toplanan Eski Eserler ve Müzeler Birinci DanıĢma
Kurulunun toplantısını açan Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel‘in ―Milletimizi ve
127
bütün insanlığa karĢı ülkemizdeki eserleri iyi tutmak ve tanıtmak baĢlıca
görevimizdir.‖ Sözleri de müzelere verilen önemi bir kez daha vurgulamıĢtır.
Halkevlerinin siyasi nedenler, kısır çekiĢmelerden sonra 1950‘li yıllarda
kapanmasıyla Türk Kültürünün yanı sıra müzelerimize olumsuz etkisi açıkça
görülmüĢtür.
C.H.P. tarafından 1945 yılında bastırılan ―C.H.P. Halkevleri ve Halkodaları
1944 ― isimli broĢürde tarih ve müze dallarındaki bilgiler Ģu Ģekildedir:
Halk evlerimizin tarih ve müze kolları, milli kültürümüzün ve halk terbiyesinin
çok önemli cephesi üzerinde çalıĢmaktadırlar. Partimizin programında tarih ve
medeniyetimizi öğrenme yolu ile ilkenin yetenek ve kudretini, özüne güvenme
duygusunu sağlamaya, bu arada tarihi eserlerin toplanmasına, eski eserlerin
tasnifine ve korunmalarına önem verileceği bildirilmiĢtir. Halk evlerimizin tarih ve
müze kolları, bu amacın gerçekleĢtirilmesi uğrunda çalıĢmalarla, geniĢ halk
topluluklarında bu bilincin uyandırılması yolu ile kanıtlamaktadırlar.
― Tarih ve müze kollarımızın bu amaca varmak için gittikleri yol:
1- Yerel ve milli tarihle genel tarih konuları üzerinde yazılar, konferanslar,
sergiler vasıtasıyla halk kitlelerine bilgiler vermek, yerel tarih hakkında
yapılan araĢtırma ve incelemeleri ve ele geçen bilgileri yayınlamak, resmi
makamlarla, eğer varsa, çevrelerindeki müzelerle temas ve iĢbirliği yaparak
bölgelerindeki eski eserlerin korunmasına yardım etmek.
2- Tarih ve müze kolunun ikinci ve geniĢ bir çalıĢma alanı da folklordur. Bir
taraftan halk dilinde yaĢayan zengin halk bilgilerini derlemek, öbür taraftan
folklor ve etnografya bakımından değeri olan maddi eserleri halkı
teberrulara teĢvik ve satın almak yoluyla toplamak ve bunların düzgün
kayıtlarını tatmak kolların görevleri arasındadır. Toplanan, yerel özelliklere
sahip eĢya ile birçok halk evlerimizde folklor ve etnografya müzelerinin
çekirdekleri kurulmaktadır. Halk evlerimizin gerek tarih, gerekse folklor
alanında maddi imkânlarının izin verdiği ölçüde ve elemanlarının kudreti
derecesinde Ģimdiye kadar elde ettiği sonuçlar küçümsenemez.
Devletin resmi kurumlarının görevlerine yardımcı ya da onların görevlerine
adeta ortak olan halk evleriyle Resmi kurumların hizmet akıĢında elbete farklılıklar
vardı.
128
Devlet kurumlarının, köklü, kuralcı gelenek ve alıĢkanlıkları ile merkeze
bağlı olarak genellikle masa baĢında yürüttükleri ve oldukça yavaĢ iĢleyen hizmet
anlayıĢına karĢılık halk evleri, açtıkları sergiler, kurslar, düzenledikleri temsiller,
konferanslar, kutlamalar, geziler vb. gibi sosyal faaliyetler vasıtasıyla halkın
katılımını sağlamakta ve hakla iç içe idiler.
1940‗lı yılların baĢlarında, yurdumuzda 9 ilde 14 müzenin mevcut olduğunu
düĢünürsek; bütün ülke düzeyine yayılmıĢ olan Halk evlerinin ve onun bir Ģubesi
olan tarih ve müze kolunun ne kadar yararlı hizmetler yaptığını anlamamız
kolaylaĢacaktır.
1950 yılına gelindiğinde, ülkemizin 63 ilinde ve birçok ilçede 478 halkevi ve
4332 halkodası faaliyet göstermekteydi. Halkevleri, 1951 yılında, çok partili
döneme geçildiğinde parti amaçlarına hizmet ettiği gerekçesiyle kapatılmıĢtır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında, prensip olarak kabul edilmiĢ olan eski eserlerin
korunması hususundaki kararlılık. Zaman zaman devletin en üst düzeylerindeki
yöneticiler tarafından da titizlikle takip edilmiĢtir. ĠĢte bunlara bir örnek, BaĢkan
vekil Ġsmet (Ġnönü) tarafından, baĢta maarif vekâleti olmak üzere tam valiliklere ve
bilgi için de öteki bakanlıklara ve kuruluĢlara gönderilen 31 Ocak 1934 tarihli
genelgedir.
Genelge Ģöyledir: ―Hükümetçe önemli maddi fedakârlıklara katlanılarak ülke
içindeki milli ve tarihi eserlerin tamirine ve hatta çok eski zamanlara ve yabancı
uygarlıklara ait eserlerin toprak altından çıkarılmasına çalıĢıldığı halde açık
nizamlara ve mükerrer tebliğ ve ihtarlara rağmen, imar kavramını yanlıĢ anlayan
bazı memurların bu hususta ufak bir uzmanlığı bile olmadığı halde görüĢ ve
kanaatleri
bakımından
önemsiz
sandıkları
çok
değerli
milli
eserlerimizi
çekinmeden yıkmakta ve yıktırmakta oldukları üzüntüyle görülmektedir. Kısaca en
yakın örnekler olmak üzere Ġstanbul vilayetinde Üsküdar‘da Mimar Sinan‗ın
değerli bir eseri olan Mikrimah Ġmaretinin, ilgili dairenin uyarı ve engellemelerine
rağmen yıktırıldığı, Edirne‘de yine Mimar Sinan eserlerinden iki kapılı hanın ve
Ürgüp Kayseri yolu üzerinde Alaaddin Keykubat zamanından kalma Sarıhan‘ın
aynı akibete uğratıldığı anlaĢılmıĢ ve sorumluları hakkında yasal iĢlem yapılması
için ilgili makamlara bildirilmiĢtir.
129
Milli varlığımızı ve uygarlığımızı bugün ve gelecek asırlarda dünyaya
tanıtan ve tanıtacak olan değerli anıtların anlamlı anlamsız bahanelerle yıkılması
değil, aksine insanların ve tabiatın tahribatına karĢı titiz bir özen ile korunması
gerekmektedir. Bu yalnız yasal bir görev değil, milli bir borçtur.
Bir eserin değerini, korunmasına gerek olup olmadığını ancak uzman
olan daire belirleyebileceğinden, bundan sonra Ģehir ve kasabalarda, köylerde ve
kırlarda mevcut bulunan eski eserlerin her türlü tahribata karĢı korunmalarına
özen gösterilmesi ve maarif vekâletinin uygun görüĢü alınmadıkça hiçbir eserin,
hiçbir bahane ile yıktırılmasına kesinlikle meydan verilmemesini talep eder ve aksi
takdirde
yıktıranlar
ve
müsamaha
gösterenler
hakkında
Ģiddetle
iĢlem
yapılacağını genelge olarak beyan ederim efendim.
Bu genelgelerden de anlaĢılacağı gibi halkımızın bu konularda
bilinçlendirilmesini sağlamak için zaman zaman sert önlemlerin alınması ve bu tür
genelgelerin de yapılması gerekmiĢtir. ĠĢte yine BaĢvekil Ġsmet Ġnönü imzalı
bakanlıklara ve vilayetlere telgraf emri olarak gönderilen 3 Ekim 1935 tarihli
genelge.
―ÇeĢitli tebliğlere aykırı olarak, yine bazı vilayetlerde idare amir ve
belediye reislerinin vakıflar akar ve hayratına karĢı yasal olmayan ve yolsuz
harekette bulundukları ve yıkılmak üzeredir diye sapasağlam binaları çarçabuk
yıktırdıkları ve daha buna benzer hareketlerle hem vakıfları, hem ulusal kültürü
zarara uğrattıkları anlaĢılıyor.
Kanunlarımızın gösterdikleri yollar dururken bu gibi hallere sapanların
kendilerini ağır sorumluluğa sokmuĢ olacaklarını bildiririm. Türklüğün yüksek
anıtlarına ve yadigârına karĢı saygı beslenmesini isterim.‖
Maarif vekâleti, müzeler müdürlüğü elindeki kısıtlı sayıda elemanla birçok
konuya el atmıĢ ve ülke çapında tespit ve belgeleme çalıĢmalarına giriĢmiĢtir. ĠĢte
yine 1930 lu yıllarda, müzeler müdürlüğü dairesince hazırlanıp, Maarif Vekili
Yusuf Hikmet Bayur‘un imzasıyla Ġl Maarif (Milli Eğitim ) Müdürlüklerine gönderilen
11 ġubat 1934 tarihli genelge:
130
……………….MAARĠF MÜDÜRLÜĞÜNE
―Birçok eski medeniyetlere beĢik olan Türkiye topraklarında hüyük adını
alan tepeler, yerleĢme noktaları veya tümülüs tabir olunan yığma mezarlardır. Bu
höyüklerin geçirmiĢ olduğu devirleri, içinde bulunan çanak çömleklerin hamur,
Ģekil, renk itibariyle haiz olduğu vasıflara bakarak tayin mümkün olduğundan,
üzerlerinde
bulunan
çanak
çömlek
örneklerinin
müzeler
dairesinde
toplatılmasında lüzum hâsıl olmuĢtur.
Bunun için;
A) Höyükler kazılmadan üstlerinde bulunan çanak çömlek örneklerinden kulp,
kenar, dip kısımları tercih olunmak Ģartı ile numuneler toplatılması,
B) Bu numunelerin küçük torba veya paket içlerinde höyüğe ait izahatla
birlikte Maarif Vekâleti Müzeler Müdürlüğü adresine gönderilmesi tamimen
rica olunur efendim.
Maarif Vekâleti, Antikite ve müzeler direktörlüğünün kazılar ve definecilik
konusundaki 1936 yılında yaptığı genelge de Ģu Ģekildedir;
………………VALĠLĠĞĠNE
―Eski eserler ve define araĢtırmacıları genellikle Ģehir harabelerini, höyükleri,
tümülüsleri açarak eski eserleri tahrip ettiklerinden, eski eserleri tahrip
ettiklerinden, eski eser ve define araĢtırma izni Ģu koĢullara bağlıdır.
1) Eski eserler araĢtırma izni isteyenlerin Asar-ı Atika Nizamnamesi‘nin 10.
maddesine göre bilimsel yetkiye sahip olmaları gereklidir.
2) AraĢtırma sırasında çıkacak eserler nizamnamenin 16. maddesi gereğince
tamamen müzelerin malıdır. Hafir ancak bu eserler üzerinde incelemeler
yaparak neĢriyatta bulunabilir.
3) AraĢtırmacıların
araĢtırmaya
ait
bütün
masraflarla,
araĢtırmada
bulundurulacak memurların kanuni harcırahlarını vereceklerine dair mali
durumlarının belgelenmesi gereklidir.
4) Define arama izni sınırlı alan, sınırlı zaman ve geçer akçe ile altın, gümüĢ
eĢya ve mücevharat için geçerli olup, hüyük, tümülüs, eski Ģehir harabeleri
dıĢındaki yerler için verilebilir.
5) Define arama esnasında nizamnamenin 5. maddesinde yazılı eserler
çıkarsa bunlar müzelere ait olacaktır.
131
6) Define çıktığı takdirde Medeni Kanun‘un 696 ve 967. Maddeleri
uygulanacaktır. Dilekçe sahibine yukarıdaki maddelere göre tebligat
yapılmasını, gizli kazılara meydan verilmemesinin teminini dilerim.
Bu genelgenin altında Maarif Vekili Saffet Arıkan‘ın imzası bulunmaktadır.
CumhurbaĢkanı sıfatıyla Ġsmet Ġnönü tarafından eski eserlerin koruması
konusunda, 1939 yılında yapılan bir genelgede Ģu cümleye yer verilmiĢtir: ―Hangi
daireye ait olursa olsun, Türk sanat ve medeniyetinin kıymetli belgeleri olmak
itibariyle memleketin malı ve muhafazaları herkezce Milli vazife telakki edilmesi
lazım olan bu gibi eserlere karĢı gösterilecek ihmal ve lakaydiyi hiçbir sebep
mazur gösteremez.‖
Örneklerini verdiğimiz bu genelgelerde çeĢitli yetkililerin imzaları olmasına
rağmen, bu metinlerin genellikle, Ankara ‗daki müzeler müdürlüğü yöneticileri ve
ilgililerince kaleme alınıp imzaya sunulduğu kuĢkusuzdur. Söz konusu yöneticiler
arasında da en fazla görev yapan Dr. Hamit Zübeyr KoĢay‗dır. Cumhuriyetten
sonra, ülkemizde müzeciliğin ve arkeolojinin geliĢmesini sağlayan kurumlar
arasında Türk Tarih Kurumu‘nun muhakkak ki özel bir yeri vardır. Türk Tarih
Kurumu ülkemizde tarih, arkeoloji ve müzecilik anlayıĢının yayılmasını, bu
konularda bilimsel bir atmosferin doğmasını sağlamıĢtır. Yaptığı bilimsel kazılar,
kongreler ve yayınlarla bu alanda sesimizi dünyaya duyurmuĢtur.
Türk Tarih Kurumu‗nun doğuĢunu, tarihsel geliĢimini ve müzeciliğimizle
olan iliĢkisine bakacak olursak;
20.12.1925–1.1.1929 tarihleri arasında görev yapan Maarif Vekili Mustafa
Necati‘nin talimatlarıyla, daha önce de üye olduğunu belirttiğimiz Ġstanbul Asar-ı
Atika Müzeleri Genel Müdürü Halil Edhem ‗le birlikte, Ahmet Refik, Köprülüzade
Fuat, Ali Canip, Behçet, Hamit Akçuraoğlu Yusuf, Niyazi Ramazan, Necip Asım
Bey‘ler 18 Ağustos 1927 tarihinde yeni kurulan bu encümenin üyeliklerine
seçilmiĢlerdir. 23 Nisan 1930 ‗da toplanan Türk Ocakları Kurultayı‘nın sonunda
Atatürk‘ün direktifleriyle yeniden ―Türk Tarihi Tetkik Heyeti‖ ismiyle bir encümen
kurulmuĢ ve baĢkanlığına da Türk Ocakları Merkez Kurulu BaĢkanı Hamdullah
Suphi (Tanrıöver ) getirilmiĢtir.
Türk Ocakları ‗nın Nisan 1931 tarihinde kapanmasını takiben, ― Türk
Ocakları Türk Tarihi Tetkik Heyeti‖ 15 Nisan 1931 ‗de ― Türk Tarihi Tetkik
Cemiyeti ―adı altında bağımsız bir cemiyet haline dönüĢmüĢ ve sonraları ismi ―
Türk Tarih Kurumu ― olarak değiĢtirilmiĢtir.
132
Atatürk, 14 ġubat 1932 de Türk Tarih Kurumu‘na iki ana görev vermiĢtir.
1) Türk Tarihinin Ana Hatları Kitabı‘nın yeniden yazılması,
2) Birinci Türk Tarih Kongresi‘nin toplanması,
Nitekim bu kongre aynı yıl içinde yapılmıĢtır. Maarif Vekâleti (Milli Eğitim
Bakanlığı) ile Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti‘nin birlikte düzenlediği I. Türk Tarih
Kongresi 2 Temmuz 1932 cumartesi günü Ankara Halkevi ‗nde (bu günkü Resim
ve Heykil Müzesi )Maarif Vekili ve Kongre BaĢkanı Esat Bey‘in açıĢ konuĢmasıyla
baĢlamıĢtır. Kongre açılıĢında CumhurbaĢkanı Kemal Atatürk baĢta olmak üzere,
Büyük Millet Meclisi BaĢkanı, BaĢbakan, Genel Kurmay BaĢkanı ve bilim adamları
ile diğer izleyiciler hazır bulunmuĢtur.
Ankara Hukuk Fakültesi Siyasi Tarih Prefesörü ve Cemiyet BaĢkanı Yusuf
Akçuraoğlu‘nunda dahil olduğu, 25 üyeli Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti(Türk Tarih
Kurumu) üyeleri arasında, Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri emekli müdürü (o zamanlar
Ġstanbul Milletvekili) Halil Edhem ve Maarif Vekaleti Müzeler Müdürü Hamit
Zübeyr Bey‘de bulunuyordu.
Dokuz gün süren kongrede Halil Edhem Bey Müzülür konulu projeksiyonlu
bir konferans vermiĢtir. Ankara‘da yapılan bu ilk Türk Tarih Kongresi‘ne sunulan
tebliğlerle ilgili kitap 1933 yılında yayınlanmıĢtır.
Halil Edhem Bey, ikinci baĢkan Samih Rıfat‗ın ölümü üzerine 18.1.1933
tarihinde Türk Tarih Kurumu‘na AsbaĢkan seçilmiĢtir.
Türk Tarih Kurumu (T.T.K.) çalıĢma ve görev alanı içinde bulunan kazılar
ve tarihi eserlerin korunması konularıyla da yakından ilgilenmiĢtir. Bütçesinin
yetersizliği nedeniyle 1933–1935 yılları arasında Ahlatlıbel, Karalar ve Göllüdağ
gibi küçük kazılarla uğraĢan T.T.K.1935 yılından itibaren kendi bütçesi ve kendi
üyeleriyle ilk kapsamlı milli kazılara baĢlamıĢtır.
Ahlatlıbel, T.T.K. tarafından yapılan ve hatta birkaç küçük kazı dikkate
alınmazsa, Türkiye Cumhuriyeti tarafından yaptırılan ilk arkeolojik kazıdır ve
Atatürk zaman zaman bu kazının baĢında bulunmuĢtur. 5 Mayıs 1933 tarihinde
yaptığı ziyarette, kazı yapılan yerdeki buluntuların azlığını fark ederek, kazının
yanlıĢ yerde yapıldığını ifade etmiĢ, onun gösterdiği yerde yapılan kazılarda ise
kıymetli eserler çıkmaya baĢlamıĢtır.
T.T.K.baĢlangıcından bu yana yaptığı arkeolojik kazı ve araĢtırmalarla
müzelerimize binlerce kıymetli eser kazandırmıĢ ve bunun yanında bilimsel
yayınlarla bu çalıĢmalar değerlendirilmiĢtir.
133
T.T.K.‘nca 1935 yılından itiberen baĢlanan kazılar Ģöyledir:
1- Alacahöyük Kazısı (1935 ) Dr. Hamit Zübyr KoĢay
2- Trakya Tümülüsleri Kazısı (1936) Dr. A. M. Mansel
3- Ankara Kalesi Kazısı (1937) Remzi Oğuz Arık
4- Çankırıkapı Kazısı (1937) Remzi Oğuz Arık
5- EtiyokuĢu Kazısı (1937) Prof. Dr. ġevket Aziz Kansu
6- Pazarlı Kazısı (1937) Dr. H. Zübeyr KoĢay
7- Ġstanbul Sarayburnu Kazısı (1937) Aziz Ogan
8- Karaoğlan Kazısı (1937) Remzi Oğuz Arık
9- Sivas ġifaiyesi Kazısı (1937)
10- Ankara Mabedi Kazısı (1938)
11- Halıcılar Kazısı (1940)
12-Bitik Kazısı (1942)
13- Konya, Alaaddin Tepesi Kazısı (1942)
14- Dündartepe Kazısı (1940)
15- Tekeköy Kazısı (1941)
16-Kaledoruğu Kazısı (1941)
17- Ġzmir. Namazgâh Kazısı (1940)
18- Rhegion (Küçükçekmece) Kazısı (1938)
19- Büyük Güllücek Kazısı (1947) H.Z.KoĢay – Mahmut Akok
20- MaĢat Höyük Kazısı – Ekrem Akurgal, Tahsin Özgüç, Yusuf Boysal, Nimet
Özgüç
21- Kültepe Kazısı (1948) Tahsin Özgüç, Nimet Özgüç
22- Elbistan –Karahöyük Kazısı- T. Özgüç, N. Özgüç
23- Kadirli Karatepe Kazısı (1947) Bahadır Alkım, Halet Çambel
24- Perge Kazısı (1946) Arif Müfit Mansel
25- Side Kazısı – Arif Müfit Mansel
Sıralanan bu kazı çalıĢmalarıyla birlikte sondajlar ve yüzey araĢtırmaları da
geniĢleyerek devam etmiĢtir.
Atatürk, Alacahöyük kazılarını 21 Ağustos 1935 tarihinde ziyaret etmiĢ ve
ayrıca buradan çıkarılan değerli eserler 23 Eylül 1935 günü Ankara‗ya getirilerek
kendisine gösterilmiĢtir. Mustafa Kemal Atatürk‗ün Reisicumhur sıfatıyla 1 Kasım
1936 tarihinde T.B.M.M. ‗nin V.devre 2. toplantı yılını açıĢ nutkunda, T.T.K.‘nun
baĢarılı çalıĢmalarından bahsetmesi ve ―Türk Tarih Kurumu‘nun Alacahöyük‘te
134
yaptığı kazılar neticesinde meydana çıkardığı beĢ bin bey yüz senelik maddi Türk
tarih belgeleri, cihan kültür tarihini yeni baĢtan tetkik ve tamik ettirecek
mahiyettedir.‖ ġeklindeki heyecan dolu sözleri, onun bu konulara verdiği önemin
bir ifadesidir.
Cumhuriyetten
sonra
ülkemizde
müzeciliğin
ve
arkeolojinin
hızla
geliĢmesini ve hatta Fransız bilgini C.Schaeffer‘in 1936 Oslo Kongresi‘nde
söylediği gibi, birinci sıraya geçmesini hazırlayan faktörlerden en büyüğü Türk
Tarih Kurumu‘nun faaliyete geçmesidir.
Ġkinci Türk Tarih Kongresi‘nin hazırlıkları ile bizzat Atatürk ilgilenmiĢtir. Bu
kongre artık uluslar arası düzeyde tertiplenecek ve kapsamlı bir de sergi
açılacaktı. Sergi çalıĢmaları çok zehmetli olmuĢtur. Türkiye mezelerinden baĢka,
yabancı ülkelerin (Berlin, Viyana, BudapeĢte, Paris, Chikago, Londra, Irak,
Yunanistan, Sovyetler Birliği, Ġtalya) müze ve arĢivlerinden birçok eser, eĢya,
belge vb. nin asılları, suretleri, kopyeleri veya mülajları Ġstanbul ‗a getirilerek tasnif
edilmiĢtir. Söz konusu sergi 20 Eylül 1937 günü Dolmabahçe Sarayı ‗nın büyük
muayede salonunda bizzat Atatürk tarafından açılmıĢtır.
Aynı
gün
öğleden
sonra
CumhurbaĢkanı
Atatürk‘ün,
bakanların,
milletvekillerinin, büyükelçilerin, diğer protokün, yerli ve yabancı yüzlerce bilim
adamının katılımıyla 6 gün sürecek olan II. Türk Tarih Kongresi resmen açılmıĢtır.
Kongre baĢkanlığını Maarif Vekili Saffet Arıkan bizzat üstlenmiĢtir.
Bu ve bundan sonraki Türk Tarih Kongrelerine, cumhurbaĢkanı, baĢbakan
ve bakanların katılmalarından da anlaĢılacağı gibi, çok önem verilmiĢ ve bu tür
faaliyetler himaye edilmiĢtir.
Türk Tarih Kurumu tarafından, 1930‘lu yıllarda eski eserler konusunda
halkı aydınlatmak üzere bir bildiri yayınlanmıĢtır. VatandaĢı bilinçlendirmeyi ve
uyarmayı amaçlayan bildiri Ģöyledir.
―YurttaĢ, Türk toprağının üst ve altı değerli antikiteler, anıtlar ve tarihi
eserlerle doludur. Bunlar Türk ulusunun dünyada ilk kültürü kurduğunu,
ulusumuzun baĢka uluslara kültür önderliği ettiğini bütün acuna tanıtacak
Ģahitlerdir. Ġnsanlık kültürünün kuruluĢunda, geliĢiminde ve ilerleyiĢinde Türk
ulusunun yaratıcı varlığını gösteren, bu ata andaçlarını korumakla Türk tarihini
korumuĢ oluruz.
YurttaĢ, Ulu CumhurbaĢkanımız Atatürk ‗ün yüce önderliği altında Türk
tarihini baĢlangıcından baĢlayarak incelemekte olan ve Türk tarihinin eskiliğini,
135
geniĢliğini ve yüksekliğini bütün dünyaya tanıtmağa çalıĢan Türk Tarih Kurumu,
bütün çalıĢmalarında tarihi eserlere dayanmaktadır. Bu eserler, hepimizin ulusal,
müĢterek malımızdır. Onun için bu eserleri yıkılmaktan harap olmaktan, yabancı
illere ve ellere geçmekten korumak her Türk için ulusal bir ödevdir.
YurttaĢ, bu ödevi canla baĢla yerine getirmeğe çalıĢ, tarihi eserler bulur,
böyle eserlerin yerlerini görür veya iĢitirsen, bu eserlerin Ģunun bunun eline
geçmesine meydan vermeden müzelere ve hükümet adamlarına haber ver. Kendi
kendine usulsüz ve tarih devirlerini altüst edecek toprak kazılarında bulunma,
böylelikle define arayacağım diye, bulacağın eserler ne sana, ne de tarihe yarar.
Sana atalardan kalmıĢ veya eline geçmiĢ olan tarihi eserleri de yabancı ellere
kaptırma, bütün bunları ulusal kurumlara vermek kutsal amacın olsun ―
Reisicumhur Kemal Atatürk 1937 yılında, T.B.M.M. ‗nin Devre 3. toplantı
yılını açıĢ nutkunun bir bölümünde, ― Türk Tarih ve Dil Kurumlarının, Türk Milli
varlığını aydınlatan çok kıymetli ve önemli birer ilim kurumu mahiyetini aldığını
görmek, hepimizi sevindirici bir hadisedir.
Tarih Kurumu, yaptığı kongre, kurduğu sergi, yurt içindeki hafirlerin ortaya
çıkardığı eserlerle Ģimdiden bütün ilim dünyasına kültürel vazifesini ifaya baĢlamıĢ
bulunuyor.‖sözleriyle T.T.K.‘na verdiği önemi vurgulamıĢtır.
Bir iki örnek daha vermek gerekirse; 15 Kasım 1943 tarihindeki III.
Kongrenin Ankara D.T.C.Fakültesi‘ndeki açılıĢına CumhurbaĢkanı Ġsmet Ġnönü,
T.B.M.M. BaĢkanı, BaĢbakan, Bakanlar ve diğer ilgililer; 10 Kasım 1948
tarihindeki
IV.
Kongrenin
yine
Ankara
D.T.C.Fakültesi‘ndeki
açılıĢına
CumhurbaĢkanı Ġsmet Ġnönü, BaĢbakan Hasan Saka, T.B.M.M. BaĢkanı ġükrü
Saraçoğlu, Bakanlar ve Genel Kurmay BaĢkanı S.Omurtak bizzat katılmıĢlardır.
III. Türk Tarih Kongesi‘nde Kongre BaĢkanlığını Maarif Vekili Hasan Ali Yücel
yapmıĢtır. Ancak daha sonraki yıllarda bu kongrelere devlet adamlarının ilgisi
azalmıĢtır.
T.T.K. giderek artan arkeolojik çalıĢmalarını daha sistemli ve verimli bir
Ģekle sokmak amacıyla, ġubat 1948 ‗de bir ―Arkeoloji ve Prehistorya Seksiyonu ―
kurmuĢtur.
Türk müzecileri, Türk Tarih Kongrelerinde, ta baĢından beri, gerek kongre
yöneticisi olarak, gerek T.T.K.üyesi olarak ve gerekse bildiri sunma amacıyla
daima aktif rol oynamıĢlardır. Mesela, Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri emekli Müdürü
Halil Edhem Eldem T.T.K.‘nun As baĢkanıdır ve II. Türk Tarih Kongresi‘nde de
136
kongre as baĢkanıdır. Dr. Hamit Zübeyr KoĢay T.T.K. üyesi, Alacahöyük hafiri ve
kongre sekreteridir.
Ġstanbul Müzeleri Genel Direktörü Aziz Ogan ve yardımcısı Doç. Dr. Arif
Müfid Mansel Topkapı Sarayı Müzesi Direktörü Tahsin Öz, Ġstanbul Türk Ġslam
Eserleri Müzesi Müdürü Abdulkadir. Ankara Etnografya Müzesi Müdürü Osman
Ferit Sağlam kongrenin değiĢik seksiyonlarında fiilen görev almıĢlardır.
Bu örnekleri devam ettirmek gerekirse; 15–20 Kasım 1943 tarihleri
arasında Ankara‘da yapılan III. ve 10–14 Kasım 1948 tarihleri arasında yine
Ankara‗da yapılan IV. Türk Tarih Kongrelerinde; Maarif Vekâleti Müzeler Müdürü
(daha sonra Milli Eğitim Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü) ve
T.T.K. üyesi Dr. Hamit Zübeyr KoĢay, Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü ve
T.T.K. Üyesi Aziz Ogan, Md. Yrd. Doç. Dr. Arif Müfid Mansel, Md. Yrd. Rüstem
Duyuran, Ankara Arkeoloji Müzesi Müdürü ve T.T.K. Üyesi Remzi Oğuz Arık,
Ankara Etnografya Müzesi emekli Müdürü ve T.T.K. Üyesi Osman Ferit Sağlam,
Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü ve T.T.K. Üyesi Tahsin Öz, Ayasofya Müzesi
Müdürü Muzaffer Ramazanoğlu, Bursa Müzei Müdürü Ali Rıza Yalgın, Konya
Müzesi Müdürü Zeki Oral, Adana Müzesi Müdürü Naci Kum, Antakya Müzesi
Müdürü Ruhi Tekan, Bergama Müzesi Müdürü Osman Bayatlı, Eski Eserler ve
Müzeler Genel Müdürlüğü asistanları Dr. Ahmet Temir, Mahmut Akok, Ankara
Arkeoloji Müzesi Asistanı Kemal Turfan, Ankara Etnoğrafya Müzesi Asistanı Dr.
Necati Dolunay, Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri Numizmatları Ġbrahim Artuk ve
Cevriye Artuk Türk Müzecilerini temsilen, bu kongrelere bildirileriyle renk
katmıĢlardır.
T.T.K. üç ayda bir olmak üzere ve ilk sayısı Ocak 1937‘den itibaren
yayınlanmaya baĢlayan ―Belleten‖ isimli dergisiyle eski eserler ve müzecilik
alanında değerli katkılar sağlamıĢtır. Bu bilimsel dergide, müzecilerin makaleleri
de yer almıĢtır. Örnek olarak 1937 ‗de yayınlanan ilk ciltte, Aziz Ogan‘ın ―Ġstanbul
Arkeoloji
Müzesi‘nde
yeni
açılan
para,
madalya
ve
Mücevherat
Koleksiyonları―isimli makelesi yer almaktadır. 1939 ‗daki 3. ciltte ise yine Aziz
Ogan‘ın ― Rhegion Harfiyetı‖ isimli makelesini görmekteyiz.
T.T.K. yaptığı araĢtırmalar, kazılar ve yayınlarla, müze, arkeoloji ve tarih
enlayıĢının cazip hale gelmesini ve yayılmasını kolaylaĢtırmıĢ; yetiĢtirdiği
elemanlarla müzelerin uzman kadrolarını kuvvetlendirmiĢtir.
137
Cumhuriyetten sonra kurulan ve ülkemizde müzeciliğin ve arkeolojinin
geliĢmesini sağlayan kurumlardan birisi de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih
Coğrafya Fakültesi‘dir.
Aslında ilk üniversitemiz Ankara Üniversitesi değildir. Ülkemizde batılı
anlamda bir üniversitenin (Dar-ül Fünun adı altında) kuruluĢu ve öğretime açılıĢı
ilk defa Ġstanbul ‗da 12 Ocak 1965 tarihinde gerçekleĢmiĢtir. 1868 yılında
üniversite bir nizamname ile yasal kurallara bağlanmıĢ ve 1868 yılında üniversite
bir nizamname ile yasal kurallara bağlanmıĢ ve felsefe ve edebiyat, hukuk, tabii
bilimler ve riyaziye diye üç fakülteye ayrılmıĢtır. Fakülte yerine o zaman mektep
kelimesi kullanılıyordu.
Buna göre, Edebiyat-ı Aliye Mektebi (Edebiyet Fakültesi) Sultan II.
Abdülhamit‘in tahta geçiĢinin 25. yıl dönümüne rastlayan 15 Ağustos 1900
tarihinde daha iyi örgütlenmiĢ olarak yeniden açılmıĢtır. Bu okula 1900- 1901 ders
yılında ikisi gayrimüslim olmak üzere 25 öğrenci alınmıĢtır. Mektebin ders
programı içerisinde ―Ġlim-i Asar-ı Atika― (Arkeoloji) dersi de yer almaktaydı. Ancak
o konular için yetiĢmiĢ elemanlar bulunmadığından bu dersler zaman zaman ve
konferanslar Ģeklinde veriliyordu. Örnek olarak, ünlü sanat tarihçisi A.Gabriel‗in
1924 yılından itibaren konferanslar Ģeklinde dersler verdiği görülmektedir.
Edebiyat fakültesinde arkeoloji, sanat tarihi ve antropoloji gibi bölümler
ancak 1933 yılından sonra kurulmuĢtur. Nitekim Darülfünun 1 Ağustos 1933
tarihinde lağvedilerek, bünyesinde bulunan edebiyat, fen, hukuk ve tıp
fakültelerinden oluĢan Ġstanbul Üniversitesi yeniden kurulmuĢtur.
Biz tekrar Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi (DTCF)‘ne dönecek olursak, bu
fakülte Atatürk ‗ün istekleri doğrultusunda Maarif Vekili Saffet Arıkan zamanında
yaptırılmıĢ ve Maarif Vekâletine bağlı olarak 9 Ocak 1936 tarihinde hizmete
açılmıĢtır. AçılıĢa Atatürk bizzat katılmıĢ, açılıĢ konuĢması Maarif Vekili Saffet
Arıkan tarafından yapılmıĢ ve ilk dersi Müderris Bayan Afet (Ġnan) vermiĢtir.
Arkeoloji, prehistorya, antropoloji ve sanat tarihi gibi müzecilik uzmanlık dallarında
da eğitim verecek olan D.T.C.F.‗ne ilköğretim yılında 145 erkek ve 94 kız olmak
üzere 239 öğrenci alınmıĢtır. O tarihlerde fakültenin öğretim üyesi kadrosu sayısı
29 idi. TanınmıĢ bilim adamlarından Tahsin Özgüç ve eĢi Nimet Özgüç bu
fakültenin ilk mezunlarındandır.
Bu iki fakülte, yani edebiyat fakültesi ile özellikle ve ağırlıklı olarak DTCF
Türkiye müzelerine çok sayıda uzman eleman kazandırmıĢtır. Diyebiliriz ki,
138
neredeyse yarım asırlık bir süre içerisinde Türkiye müzeleri bu iki fakülteden
yetiĢmiĢ müzeciler tarafından yönetilmiĢ ve yönlendirilmiĢtir. Daha sonraki yıllarda
birçok üniversitemizde arkeoloji ve sanat tarihi bölümleri açılarak eleman ihtiyacı
fazlasıyla karĢılanmıĢtır.
Müzecilik tarihimizde, müzeler teĢkilatının, ayrı bir kurum olarak resmen
tescil edildiği ilk yasal düzenleme ―Müze ve Rasathane TeĢkilatı Hakkında
Kanun―dur. Bu kanunla müzeler örgütü ayrı özel bir statüye kavuĢmuĢtur.
Maarif
Vekili,
Manisa
Milletvekili
Hikmet
Bey
zamanında
Maarif
Vekâleti‗nce hazırlanan ―Müze ve Rasathane TeĢkilatı Hakkındaki Kanun
Tasarısı― icra vekilleri heyetinde görüĢülerek kabul edildikten sonra, Türkiye
Büyük Millet Meclisi‘ne sevk edilmesi kararlaĢtırılır. BaĢkan vekil Ġsmet (Ġnönü)
imzasıyla ve 24 Mayıs 1934 tarih ve 6/1487 sayılı yazı ekinde T.B.M.M.‘ne
gönderilen yasa tasarısının gerekçesinde Ģu satırlara yer verilmekteydi.
― Milli kültürün geliĢmesine ve medeni varlığımızın bütün değeriyle
tanınmasına hizmet bakımından önemli görevleri üzerine almıĢ bulunan milli
müzelerimizin ve bunların rolüne yakın bir iĢi bulunan rasathanemizin,
kendilerinden istenen hizmetleri hakkiyle görebilmeleri için, kendi ihtisas
Ģubesinde deneyim ve kabiliyet sahibi unsurlara sahip bulunmaları gereklidir.
Ancak bu sayededir ki bu Ģubelerde yetiĢmiĢ yeterli bilim ve ihtisas adamları
kazanmak suretiyle, bu kurumlarımızın çağdaĢ milletlerin bu tür teĢkilatları
arasında özel bir değer ve önem elde etmeleri mümkün olabilecektir. ―
Gerekçede yer alan bu cümleler, müzeye ve müzeciliğe ne kadar önem
verildiğinin kanıtlarıdır.
Meclis baĢkanlığınca, Maarif Komisyonu ile Bütçe Komisyonu ‗na havale
edilen tasarı, buralarda görüĢüldükten sonra Meclis Genel Kurulu‘na havale edilen
tasarı, buralarda görüĢüldükten sonra Meclis Genel Kurulu‘na sevk edilmiĢtir.
Kanun
tasarısının
yürürlüğe
girmesi
halinde,
mevcut
memurların
maaĢlarına bir miktar zam yapılacağını ve bu zamların, o seneki bütçeye
getireceği ek yük (ödenek ) miktarının, müzeler için 6584 lira olacağını Bütçe
Komisyonu‘nun raporundan öğrenmekteyiz.
Müze ve Rasathane TeĢkilat Kanunu 23 Haziran 1934 tarihinde kabul
edilmiĢ, 3 Temmuz 1934 tarihli ve 2742 sayılı Resmi Gazete ‗de yayınlanarak
yürürlüğe girmiĢtir.
139
13. madde ve 4. geçici maddeden meydana elen 2530 sayılı bu kanuna
göre, müzelerde çalıĢan görevliler; birinci sınıf, ikinci sınıf, üçüncü sınıf uzmanlar
ve memurlar olmak üzere dört sınıfa ayrılmıĢ;
a) Üniversite ve yüksekokul mezunu olmakla birlikte doktora yapmıĢ ve kendi
uzmanlık sahasında özün bir eser meydana getirmiĢ ve en az bir batı dilini bilenler
birinci sınıf,
b) Yalnız üniversite ve yüksekokul mezunu olanlar ikinci sınıf,
c) En az lise veya ikinci derecede bir orta ihtisas okulundan mezun olanlar da
üçüncü sınıf uzman olarak kabul edilmiĢtir.
Ülkemizdeki, okuma yazma bilenlerin oranının çok düĢük olduğu ve
üniversite mezunlarının ise parmakla gösterilecek kadar az olduğu bu yıllarda,
müze uzmanlıkları için belirlenen koĢullar oldukça dikkat çekicidir. Bu da,
müzelerin o zaman bile birer bilim kurumu niteliğinde kabul edildiğini
göstermektedir.
Bu kanuna ekli (A) iĢaretli kadro cetvelinde yer alan müzeler müdürlüğü
merkez teĢkilatına ait, daha önce 2287 sayılı Maarif Vekâleti TeĢkilat kanununda
belirttiğimiz 6 kiĢilik kadro sayısı aynen korunmuĢtur. Antikiteler ve müzeler
müdürlüğüne tahsis edile ve 1 müdür, 1 arkeolog, 1 mümeyyiz, 1 evrak ve dosya
memuru, 2 kâtipten oluĢan bu 6 kiĢilik kadro sayısına karĢılık; kütüphaneler
müdürlüğüne 3, güzel sanatlar umum müdürlüğüne ise 5 kadro tahsis edilmiĢtir.
Aynı cetvellerde müzeler taĢra teĢkilatına ait personel kadroları ve müze
birimleri de yer almaktaydı. Buna göre, 1934 yılı itibariyle; Ankara Arkeoloji,
Ankara Etnografya, Ġstanbul Arkeoloji, Ġstanbul Türk ve Ġslam Eserleri, Ġstanbul
Topkapı Sarayı, Ġzmir, Konya, Bursa, Adana, Antalya, Bergama, Sivas, Efes ve
Edirne Müzeleri olmak üzere 14 müzemiz kadrolu olarak mevcuttu. Bunlardan
Sivas, Edirne ve Efes müzeleri hariç diğerleri müdürlük kadrosuna sahipti ve hatta
Ġstanbul Arkeoloji Müzesi‘nin yöneticisinin kadro ünvanı, Müze-i Hümayun
zamanından beri kullanıldığı gibi ―Umum Müdür‖ olarak zikredilmekte idi.
Müzelere tahsis edilen personel kadro sayılarını vermek gerekirse,
vereceğimiz rakamlar günümüzle karĢılaĢtırıldığında yine komik kalmaktadır. Ama
diğer taraftan, o zamanki müzecilerin, zamanın koĢulları içerisinde, kaç kiĢiyle kaç
kiĢilik iĢ yaptıkları da ciddiyetle düĢünülmesi gereken bir husustur. Kanuna göre,
Ankara Arkeoloji Müzesi‘ne 3, Ankara Etnografya Müzesi‘ne 3, Ġstanbul Arkeoloji
Müzesi‘ne 19, Ġstanbul Türk Ġslam Eserleri Müzesi‘ne 4, Topkapı Sarayı Müzesi‘ne
140
106, Ġzmir Müzesi‘ne 3, Konya Müzesi‘ne 4, Bursa Müzesi‘ne 2 Adana Müzesi‘ne
2, Antalya Müzesi‘ne 2, Bergama, Sivas, Edirne ve Efes Müzelerine ise 1 er
personel kadrosu tahsis edilmiĢtir.
Bu sayılara müdür dâhildir. Böylece 1934 yılında tüm müzelerimize tahsis
edilmiĢ toplam kadro sayısı 152 idi. Topkapı Sarayı Müzesi‘nin, özelliğinden
dolayı fazla olan 106 kiĢilik kadro sayısını toplam sayıdan çıkaracak olursak, geri
kalan 13 müzemizde 46 kiĢilik bir mevcut kalmaktadır.
Müzeler her ne kadar, yine Maarif Vekâletine bağlı idiyseler de, Müze ve
Rasathane TeĢkilat Kanunu müzelere yine de ayrı bir özerklik ve yapı
kazandırılmıĢtır.
30 Haziran 1939 tarihli ve 3656 sayılı ―Devlet Memurları Aylıklarının Tevhit
ve Teadülüne Dair Kanun‖ un eklinde yayınlanan ve tüm devlet memurlarının
kadrolarının yer aldığı kadro cetvellerinde Antikiteler ve Müzeler Müdürlüğü‘nün
kadrolarının da dökümü yapılmıĢ ve yukarıda verdiğimiz müze birimleri ile
personel sayıları bu listelerde de aynen korunmuĢtur.
Maarif Vekâleti Merkez TeĢkilatı ve vazifeleri hakkındaki 10 Haziran 1933
tarih ve 2287 sayılı kanunun 1. maddesi, 10.6.1935 tarih ve 2773 sayılı kanunla
değiĢtirilmiĢ ve Maarif Vekâleti ibaresi kaldırılarak kanunun ismi ―Kültür Bakanlığı
Merkez Örgüleri ve Ödevleri Hakkında Kanun‖ Ģeklinde ifade edilmeye
baĢlamıĢtır. Bu Kültür Bakanlığı, bizim Ģimdiki anladığımız anlamda bir bakanlık
değildi. Aslında Kültür Bakanlığı denen bakanlık Milli Eğitim Bakanlığı‘ndan baĢka
bir Ģey değildi ve bu isim bir süre Maarif Vekâletiyle eĢ anlamlı olarak
kullanılmıĢtır. Yeni yapılan değiĢiklikle, daha önce 1. maddede sayılan merkez
birimleri arasında yer alan müzeler müdürlüğü ismi de değiĢtirilerek ― Öntükler ve
Müzeler Direktörlüğü‖ Ģekline dönüĢtürülmüĢtür.
Bundan tam iki yıl sonra kabul edilen 9.6.1937 tarihli ve 3225 sayılı
kanunda ise ―Antikite (ler ) ve Müzeler Direktörlüğü ― ismini görüyoruz.
Maarif Vekâleti yerine Milli Eğitim Bakanlığı ismi 7 Ağustos 1946 tarihinden
itibaren geçerli olmuĢtur.
Yurdumuzdaki eski eserlere sahip çıkılması, korunması ve sevdirilmesi
amacıyla, Maarif Vekâleti‘nce okullara da genelgeler ve yönergeler gönderilmiĢtir.
Buna örnek olarak, Maarif Vekili Saffet Arıkan zamanında hazırlanıp
okullara dağıtılan ve eski eserlerin sanat ve tarih açısından değerinin vurgulandığı
141
―Öğretmenlerimizin Tarihsel Eserleri Toplamaları Hakkında Talimat‖ baĢlıklı
27.9.1935 tarihli bir talimatın (a) fıkrasında Ģu satırlara yer verilmektedir.
―a)Ġlkokul öğretmenleriyle, ortaokul, lise, ilk öğretmen, sanat ve ticaret
okulları tarih öğretmenleri, bulundukları yerlerde tesadüf edecekleri veya talebeleri
vasıtasıyla toplayacakları tarihsel eserleri, okullarının bir köĢesinde küçük bir
müze halinde toplayacaklar ve her üç ayda bir, bunların listesini bakanlığımıza
göndereceklerdir.‖
Bu tür talimatlar zaman içerisinde hakikaten etkisini göstermiĢ ve yurdun
her yanına dağılmıĢ olan okullarımızın bir kısmında, çevreden toplanmıĢ özellikle
taĢ ve mermer eserlerden oluĢan küçük müzecikler meydana gelmiĢtir. Bu okul
koleksiyonları sonraki yıllarda birçok müzenin çekirdeğini oluĢturmuĢtur.
Bu sayede, hem bu tarihi metruk binalara fonksiyon verilerek müze haline
getirilmiĢ, hem de bu anıt binalarımızın restore edilerek yıkılmaktan kurtulması ve
gelecek kuĢaklara aktarılması sağlanmıĢtır. Yeni müze binalarının yapımına daha
ziyade 1960 ‗lı yıllarda baĢlanılmıĢtır.
1938 yılına kadar müzelere ziyaretçi giriĢ ücretlerini belirleyen yasal bir
düzenleme yoktu. Ücretler alınan kararlara göre tespit ediliyordu. Örnek olarak 8
Ağustos 1891 tarihinde 5 kuruĢ olarak belirlenmiĢ olan Ġstanbul Arkeoloji
Müzeleri‘nin giriĢ ücreti 1921 yılında 10 kuruĢa yükseltilmiĢtir.
Müzelerle örenyerlerini ziyaret edenlerden alınacak ücretler, 21 Mart 1938
tarihinde kabul edilen 3340 sayılı ―Müzelerle Örenyerlerini Ziyaret edenlerden
alınacak ücret hakkında kanun ― la tespit edilmiĢtir.
Buna göre müzelerle düzenlenmiĢ örenyerlerini ziyaret edenlerden 10‘ar
kuruĢ, Milli Saraylar ve Topkapı Sarayı Müzesi‘ni ziyaret edenlerden 25 ‗er kuruĢ
giriĢ ücreti alınacak, milli bayram ve genel tatil günlerinde ise bu ücretlerin yarısı
alınacaktı. Bu kanunun 1. maddesi 15.7.1953 tarih ve 6152 sayılı kanunla
değiĢtirilerek, yukarıda sayılan yerlerin herbiri için alınacak ücretlerin tespit
edilmesi yetkisi Bakanlar Kurulu‘na verilmiĢtir.
Cumhuriyet Dönemi içerisinde zaman zaman Maarif (Milli Eğitim) Ģuraları
da toplanmıĢtır. Bunlardan ilk ikisini örnek vermekle yetineceğiz. Birinci Maarif
ġurası 17–29 Temmuz 1939 tarihlerinde yapılmıĢ ve bu Ģuraya Antikiteler ve
Müzeler Müdürü Hamit Zübyr KoĢay asil üye ve ayrıca Yüksek Öğretim
Komisyonu üyesi olarak katılmıĢtır. Ġkinci Maarif ġurası ise, birincisinden dört yıl
sonra, 1943 yılının 15–21 ġubat tarihleri arasında, Maarif Vekili Hasan Ali Yücel
142
zamanında Ankara‘da toplanmıĢtır. Bu Ģurada da Antikiteler ve Müzeler Müdürü
Hamit Zübeyr KoĢay‘ı Ģura asil üyesi ve komisyon üyesi olarak görmekteyiz.
Maarif Ģuralarında, Milli eğitimin bitmek tükenmek bilmeyen sorunları
arasında, müzeciliğin ve müzelerin sorunları adeta kaybolup gitmiĢ, bu sorunların
ele alınmasına sıra bile gelmemiĢtir.
Cumhuriyetin ilk zamanlarında müzelerimizdeki eski eser mevcudunu
artırmak amacına yönelik çalıĢmalar çerçevesinde, kiĢilerin ellerinde bulunan
koleksiyonların da müzelere kazandırılması sağlanmıĢtır.
Bu kapsamda, ReĢat Bey‘e ait Sikke koleksiyonu 1931 yılında 7.500TL.
Mahrukizade Cafer Bey‘e ait Sikke koleksiyonu 1934 yılında 3000TL. Seher
Nüzhet Bey‘e ait Sikke koleksiyonu 1937 yılında 1.650TL., Tevhit Bey‘e ait sikke
koleksiyonu 1938 yılında 3.500 TL., Türk ĠĢlemeleri, Türk Çinileri ve yazma
eserler 1940 yılında 1.613TL. Türk Hattatlarına ait çeĢitli yazma eserler ve yazılar
1941 yılında 1.670TL. Hattat Kamil Akdik Efendi‘ye ait yazı koleksiyonu 1941
yılında 17.969TL., Selahattin Sırmalı‘ya ait eski Türk eĢyaları 1942 yılında
14.900TL., Kütahya Çinileri, Kütahya Porselenleri, Beykoz iĢi cam eĢyalar, Türk
ve Ġran ĠĢlemeleri, Türk ve Hind kumaĢlarından oluĢan koleksiyonlar 1942 yılında,
43.233TL., yine Selahattin Sırmalı‘ya ait değerli bir koleksiyon 44.027TL.
ödenerek Milli Eğitim Bakanlığı‘nca satın alınmıĢ ve müzelerimize maledilerek,
onların zenginleĢtirilmesi sağlanmıĢtır.
1923 yılından 1943 yılına kadarki yirmi yıllık Cumhuriyet Dönemi‘nde
müzelerimize çeĢitli yollarla kazandırılan toplam eser sayısı 759.000‘dir .
Cumhuriyetin baĢlangıcında teslim alınan envanterli eser sayısının 109.152
olduğunu hatırlayacak olursak, ulaĢılan bu rakam küçümsenmeyecek bir
rakamdır.
Müzelerimiz, yazılı kaynaklarımızın korunması ve saklanması hususunda
da hizmeti geçmiĢ kurumlarımızdandır. Korunan yazılı kaynaklarımızdan bir örnek
de ġer‘i Mahkeme Sicilleri ‗dir. Milli Eğitim Bakanlığı‘nca, Adalet Bakanlığı ile
yapılan bir anlaĢma uyarınca, 1909 yılından önceki Mahkeme Sicilleri, 1941
yılında Milli Eğitim Bakanlığı‘na devredilmiĢ ve müzelere kazandırılmıĢtır.
ġer‘in Mahkeme sicilleri sayısı 1988 yılı Ġstatistiki bilgilerine göre 8536
adettir. Tek merkezde toplanması düĢünülmüĢ olan bu mahkeme sicilleri daha
sonra bir Bakanlık Onayıyla Milli Kütüphane‘ye devredilmiĢtir.
143
Hars müdürlüğü bünyesinde görev yapmakta iken gerek 1926 yılında
çıkarılan 789 sayılı ve gerekse 1933 yılında çıkarılan 2287 sayılı Maarif Vekâleti
TeĢkilat Kanunlarında Müzeler Müdürlüğü ismiyle anılan müdürlüğün ismi,
10.6.1935 tarih ve 2773 sayılı kanunla değiĢtirilmiĢ ve ―Antikiteler ve Müzeler
Müdürlüğü!‖ olarak anılmaya baĢlamıĢtır.
Söz konusu müdürlük her iki isim altında ve aynı statüde 19 yıla yakın bir
süre hizmet yapmıĢtır.
Maarif Vekâleti içerisinde görevini sürdüren Antikiteler ve Müzeler
Müdürlüğü merkez teĢkilatı kadrosu ne idi ve hangi tür elemanlardan oluĢuyordu?
Bu teĢkilat, daha önce de belirttiğimiz gibi; 1 Antikiteler ve Müzeler Müdürü, 1
Arkeolog, 1 kalem memuru, 1 evrak ve dosya memuru ve 2 kâtip olmak üzere
toplam 6 kiĢiden ibaretti ve bu mevcutla 1944 yılına kadar görevini sürdürmüĢtür.
Söz konusu müdürlük, 1944 yılında, Reisicumhur Ġsmet Ġnönü, BaĢvekil
ġükrü Saraçoğlu, Maarif Vekili Hasan Ali Yücel ve Antikiteler ve Müzeler Müdürü
Hamit Zübeyr KoĢay zamanında çıkarılan 18.7.1944 tarih ve 4624 sayılı ―Devlet
Memurları Aylıklarının Tevhit ve Teadülüne Dair olan 3656 sayılı Kanunla Eklerine
Bağlı Cetvellerin Maarif Vekilliği Kısımlarında DeğiĢiklik Yapılması Hakkında
Kanun‖ gereğince ―Eski Eserler ve Müzeler Umum Müdürlüğü― adı altında bir
genel müdürlüğe dönüĢtürülmüĢtür.
Yeni genel müdürlüğün kurulmasıyla birlikte merkezdeki 6 kiĢilik kadro
mevcudu da bir kat artırılarak bir düzineye, yani 12 kiĢiye çıkarılabilmiĢtir.
Bu 12 kadronun neler olduğuna bakacak olursak; sonraki isimleri parantez
içinde olmak üzere 1 adet Umum Müdür(Genel Müdür), 3 adet ġube Müdürü, 1
adet Etnoğrafist (Etnografyacı), 1 adet Kütüphaneci (Kitaplık Memuru), 3 adet
Tescil Memuru, 2 adet Dosya ve Evrak Memuru ( Dosya Memuru ), 3 adet
Kâtip‘ten ibaretti.
Genel müdürlüğe aynı yıl temmuz ayı sonunda üçlü kararname ile Hamit
Zübeyr KoĢay atanmıĢtır.
Yeni kurulan üç Ģube müdürlüğü Ģunlardı:
1- Müzeler ġubesi
2- Kazı ve Yayın ġubesi
3- Anıtların Korunması ve Onarılması ġubesi.
Bazı Ģubelerin müdürleri, aynı zamanda genel müdürlüğün ilk Ģube
müdürleri kimlerdi? AraĢtırmalarımızda tespit ettiğimiz ilk müdürler; Müzeler
144
ġubesi Müdürü Arkeolog Nurettin Can, Kazı ve Yayın ġubesi Müdürü Arkeolog
Dr. Cahit Kınay ve Anıtların Korunması ve Onarılması ġubesi Müdürü Y. Mimar
Ali Saim Ülgen‘dir. Cahit Kınay ileriki kıllarda genel müdür vekilliği de yapmıĢtır.
Türkiye ‗deki müzelerin bağlı olduğu merkez örgütü bu Ģekilde iken,
müzelerde durum nasıldı? Müzeler hangi elemanlarla çalıĢıyor, hangi elemanlarla
yönetiliyordu?
―Milli Eğitim Bakanlığı KuruluĢ Kadrolarıyla, Merkez KuruluĢu ve Görevleri
Hakkındaki 2287 sayılı Kanunda DeğiĢiklik Yapılması Hakkındaki (10.6.1946 tarih
ve 4926 sayılı)Kanun‖ ile müzeler taĢra örgütünün kadroları yeniden belirlenmiĢtir.
Buna göre; uzmanlık grubu baĢlığı altından toplanmak üzere 11 adet müdür
(Birinci sınıf uzman) , 5 adet müdür yardımcısı (2‘si birinci sınıf, 3‘ü ikinci sınıf
uzman) 5 adet arkeolog (Birinci sınıf uzmanı), 5 adet kitaplıkçı (birinci, ikinci,
üçüncü sınıf uzman), 2 adet arĢivist (birinci sınıf uzman), 22 adet asistan (18
adedi birinci sınıf uzman, geri kalan üçüncü sınıf uzman), 6 adet Ģube Ģefi (ikinci
ve üçüncü sınıf uzman), 1 adet Minyatür ressamı (üçüncü sınıf uzman) olmak
üzürü toplam 57 kadro uzmanlık görevleri için tahsis edilmiĢti. Yönetim görevleri
grubu ―Memur‖ kadro ünvanı altında toplanmıĢtı ve 125 adetti.
Bu memur ünvanlı elemanlara müzenin ihtiyacına göre; baĢkâtip, kâtip,
hesap memuru, mutemet, depo memuru, taĢıtma memuru, bilet memuru, iç
hizmetler müdürü, iç hizmetler memuru, salon memuru, muhafız, makinist,
elektrikçi, yangın söndürücü Ģeklinde görev ünvanları verilebiliyordu.
Ayrıca, değiĢik özelliği olan birimlere, ismen kadrolar tahsis edilmiĢtir.
Bunlar da aĢağıdadır. Ġstanbul Arkeoloji Müzesi için 1 adet uzman kimyacı, 1 adet
eski eserler tamircisi ve heykelci, 2 adet hazırlayıcı; Anıtları Koruma Teknik
Büroları için; 2 adet mimar, 1 adet Anıtlar Mimarı, 1 adet restorasyon denetçisi
mimar, 1 adet tescil memuru, 2 adet katip, Hatay Tarih Eserlerini Koruma Kurulu
için; 1 adet baĢhazırlayıcı, 1 adet hazırlayıcı, 1 adet salon memuru, Ayasofya
Müzesi için 1 adet karĢılama memuru.
Tüm kadro sayıları toplandığında, taĢra teĢkilatının mevcudu 199 adet
olarak karĢımıza çıkmaktadır. Merkez örgütüyle birlikte bu mevcut 211‗e
yükselmektedir.
Verdiğimiz
rakamlar
kadro
sayılarıdır.
Kadroların
tamamı
olmayacağına göre, fiilen çalıĢan eleman sayısı muhakkak ki daha azdır.
dolu
145
Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü, yaptığı birçok baĢarılı faaliyetler
yanında ilk mesleki yayınların çıkarılmasına da önem vermiĢtir. Bunlardan ikisi
Türk Arkeoloji ve Türk Etnografya Dergileri‘dir. Aslında bu dergiler birleĢik olarak
ilk defa 1933 yılı temmuz ayında ―Türk Tarih Arkeologya ve Etnografya Dergisi
―ismiyle Maarif Vekâleti tarafından yayınlanmaya baĢlamıĢtır. O zamanki Maarif
Vekili Dr. ReĢit Galip‘tir.
Bu dergi ülkemizdeki ilk mesleki yayınlardan biri olması nedeniyle çok
önemlidir. Adı geçen dergi 1949 yılında yayımlanan 5. sayısından sonra 6 yıl
çıkmamıĢ ve 1956 yılında Türk Arkeoloji Dergisi ve Türk Etnografya Dergisi olarak
iki ayrı yayın halinde çıkarılmaya baĢlanmıĢtır.
ÇeĢitli bakanlıklar içerisinde yer alsa da, Eski Eserler ve Müzeler Genel
Müdürlüğü kesintisiz 45 yıl görevini baĢarıyla sürdürmüĢ ve sayısız yararlı
hizmetler yapmıĢtır. 23 Mart 1989 tarih ve 20.117 sayılı Resmi gazete‘de
yayımlanan 364 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Eski Eserler ve Müzeler
Genel Müdürlüğü adı ―Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma BaĢkanlığı ―olarak
değiĢtirilmiĢtir.
Bundan yaklaĢık yedi ay sonra, 6 Kasım 1989 tarih ve 20334 sayılı Resmi
Gazete‘de yayımlanan 379 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma BaĢkanlığı da kaldırılarak yerine ―Anıtlar ve Müzeler
Genel Müdürlüğü ― ile ―Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü ―
isimlerinde iki genel müdürlük kurulmuĢtur.
Hizmet açısından bütünlüğü bozan bu uygulama, müzeciliğimizin geleceği
bakımından da son derece talihsiz bir olay olmuĢtur.
6.11.1989 tarih, 20334 sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanan 379 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname ile aĢağıda belirtilen görevler Anıtlar ve Müzeler
Genel Müdürlüğüne verilmiĢtir.
a) Yurdumuzdaki korunması gerekli taĢınır ve taĢınmaz kültür ve tabiat
varlıklarının arkeolojik araĢtırma ve kazılarla açığa çıkartılmasını, korunmasını,
değerlendirilmesini ve tanıtılmasına sağlamak; tahribini ve kaçırılmasını önleyici
tadbirleri almak,
b) Gerekli görülen yerlerde müzeler, rölöve ve anıtlar müdürlükleri,
yenileme ve konservasyon laboratuarları kurulmasını teklif etmek ve bunların
idare ve ihtisas iĢlerini düzenlemek ve yürütmek, özel müzelerin kurulmasına
146
rehberlik etmek, desteklemek ve belirli esaslar çerçevesinde kontrol altında
bulundurmak.
c) Ülkemiz sınırları dıĢında kalan korunması gerekli ata yadigârı taĢınmaz
kültür varlıklarını tespit etmek, karĢılıklı kültürel anlaĢmalar ve kültürel mübadele
programları çerçevesinde bunların bakım ve onarımlarını sağlayıcı tedbirleri
almak,
d) Ġlmi faaliyetleri yansıtan yayınlar yapmak,
e) Müzelerin geliĢtirilmesi, korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarının
bakımı ve restorasyonu konularında gerekli tedbirleri almak ve uygulamak,
f) Bakanlıkça verilecek benzeri görevleri yapmak,
Yurdumuzdaki eski eserlerin ve müzelerin durumlarının, bu alandaki teknik
iĢlerin ve sorunların görüĢülmesi amacıyla ve senede en az iki defa toplanmak
üzere bir DanıĢma Komisyonu oluĢturulması kararlaĢtırılmıĢtır.
Bu toplantıların ilki olan, ― Eski Eserler ve Müzeler Birinci DayanıĢma
Komisyonu‖ ilk toplantısını 15 ġubat 1945 tarihinde Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali
Yücel ‘in baĢkanlığında, Ankara ‗da Milli Eğitim Bakanlığı binasında yapmıĢtır. Bu
toplantıya Bakanla birlikte MüsteĢar Ġhsan Sungu ile Talim ve Terbiye Dairesi
BaĢkanı Kadri Yörükoğlu ‗da katılmıĢtır.
Bu ilk DanıĢma Komisyonu; Eski Eserler ve Müzeler Umum Müdürü Hamit
KoĢay, Talim ve Terbiye Heyeti üyesi Faik ReĢit Unat, Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri
Müdürü Aziz Ogan, Ġstanbul Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Tahsin Öz, Genel
Müdürlük ġube Müdürleri: Arkeolog Nurettin Can, Arkeolog Dr.Cahit Kınay,
Y.Mimar Ali Saim Ülgen, Ankara Etnografya Müzesi Müdürü Remzi Oğuz Arık,
Abideleri Koruma Kurulu üyelerinden Y.Mimar Sedat ÇetintaĢ ve Y.Mimar Macit
Kural‘dan oluĢmaktaydı.
Komisyonun ilk günkü çalıĢmalarına bizzat katılan Milli Eğitim Bakanı Hasan
Ali Yücel burada bir konuĢma yapmıĢtır.
Milli eğitimin sayısız sorunlarıyla boğuĢan bu Bakan, müzecilik konusuna
zaman ayırarak bu toplantıya katılmıĢ ve yaptığı konuĢmayla müzecilik konularına
ne kadar yakın ve o konulardaki sorunları ne kadar iyi bildiğini de kanıtlamıĢtır.
―….Topraklarımızı, kademe kademe derinliğine tanıdıkça , her katında
zamanına göre , ileri bir insan topluluğunun yaĢama eserlerine rastlıyoruz. Onun
içindir ki, Milletimize ve bütün insanlığa karĢı, bu eserleri iyi tutmak ve
kudretimizce tanıtmak baĢlıca ödevlerimizdendir.
147
Sizin ve sizlere bağlı olan meslekdaĢlarımın kendilerini olgunlaĢtırarak
iĢlerini mükemmelleĢtireceklerine inanmıyorum. Bizim gibi idare makamlarında
bulunanlar, ancak sizlerin iĢlerinizi bu anlayıĢla tutmamız sayesinde verimli
neticeler elde edebilirler. Onun için ele aldığımız meselelerdeki baĢarılar ve
onların büyük iftihar hissesi; sizin gibi o baĢarıya emek vermiĢ olanların olacaktır.
Her teĢkilatın iyi iĢlemesi, o teĢkilatın her kademesine iyi insanların yerleĢmiĢ
bulunmasına bağlıdır.
Genç arkadaĢların kendi konularında yetiĢmeleri, tecrübeli arkadaĢlarım için
hem Ģeref, hem de mesleklerine büyük hizmet olacaktır. Eski eserler ve müzeler
teĢkilatımızda çalıĢan yaĢlı ve gen bütün memur ve müstahdem arkadaĢlarımın
fazilet ve iĢlerine dikkatlerini burada bir kere daha anmak isterim. Manevi
değerleri maddi değerlerinden üstün eserlerin sığınağı olan bu kurumlarda
çalıĢanlar için iki esaslı vasıf daima yan yana bulunmuĢtur: Namus ve bilgi.
Namus, baĢladığı gibi bozulmadan kaldıkça kıymeti artan bir ilke; bilgi, her gün
üzerine yenisi eklenerek mükemmelleĢen bir ülküdür.
Temsil ettiğimiz teĢkilatta çalıĢan arkadaĢlarımı her iki vasıfları ile deiĢlerinin
sahibi olarak takdir ederim. Müstahdemlerimiz arasında, yüksek maddi değerde
defineler emniyet ettiğimiz dikkatli ve iĢine bağlı bekçilerimize, bütün memur ve
müstahdemlere Ģükran duygusu taĢımaktayım.
Sizden
programlanmasını
beklediğim
ilk
iĢ,
Yurdumuzun
mühim
merkezlerinden baĢlayarak bütün memlekette tarih ve sanat değeri bulunan
eserleri haritalarda tespit etmektir.
Eski eserlerin onarımında birinci dikkat edeceğimiz nokta, kıymeti üstün
olup, yıkılma tehlikesi en çok bulunanlara el koymaktır. Onun için, onarmaya can
kurtarmaktan baĢlamalıyız. Tecrübe bize göstermiĢtir ki, kubbeli eserlerde ölüm
ve yıkım, üstlerindeki kurĢunların yok edilmesiyle baĢlıyor.
Bir de Ģu nokta mühimdir ki, onarılacak eserlere bugünkü hayat Ģartlarına
göre yeni vazifeler verilmedikçe, iĢsizlik ve kimsesizlik bu binaları ve anıtları
ölüme mahkûm ediyor. Asırlardan kalma müesseseleri dejenere ve periĢan edip
bir tarafa atmak, ondan sonra yenisini yapmak Millet ölçüsünde israfın en fena
Ģeklidir.
Onun için, onarmada kendisine yeni vazifeler verilen binalarda, o binaların
tarih ve sanat karakterlerini bozmamaya dikkat ederek değiĢmeler yapmak, ihtara
değer bir cihettir.
148
Hepimiz iyi bilmeliyiz ki, kültür denen bütün, yalnız okula inhisar ettiği zaman,
o memlekette kültür bütünlüğü olamıyor. Kütüphanesiz, müzesiz ve tiyatrosuz bir
Ģehirde okul için kültürün kuvvetli olabileceğine inanmak güçtür. Onun için ben,
müzeleri baĢlı baĢına bir okul saymaktayım. Müze denilen okulun öğrencileri,
kendi memleketimizin her yaĢta evlatları olduğu gibi, bütün dünya üstünde
yaĢayan medeni vasıflı her insandır.
Harp zaruretlerinden kurtulunca ilk iĢimiz müze dediğimiz bu okulları,
anlatmaya çalıĢtığım manada, yurtta ve bütün dünyada açmak olacaktır.
Bilhassa tarih öğretimi bakımından müzeler, paha biçilmez birer laboratuar
haline gelmelidir.
Yüksek öğretim mensuplarına tarih ve arkeoloji alanında müzeler. Canlı birer
dershane olmalıdır. Çünkü bilgin müzecileri ve arkeologları, üniversitede vazife
almamıĢ bile olsalar, üniversiter Ģahsiyetler olarak kabul etmeliyiz.
Müzeler için önemli iĢlerden biri, kayıttır. Eserleri bir kütüğe geçirmek,
müzeciliğin ayrılmaz bir sıfatı olan, emniyeti ilk temin eden iĢtir. Müzede emniyet,
eserlerin bir yere yazılmasından baĢlar. Herhangi bir odaya tasnifsiz ve kayıtsız
yığılmıĢ eserleri, silahlı bekçilerle de bekletseniz, onları emniyette sayamazsınız.
Bütün bu düĢünceler ve dilekler bir ülküde toplanıyor.
Türkiye‗yi hatta açık havasında bir büyük müze haline getirmek. Kendimiz ve
hariçten gelecek insanlar, vatanımızın binlerce yıldan beri en ileri medeniyetlere
kucak açtığını örecekler ve insanlığın yaratabildiği en kıymetli eserlerin bir kısmını
burada tanıyacaklardır. Bahtiyar Türkiye‘nin toprakları altında ve üstünde
göstereceğiniz gayretler, o ülkünün gerçekleĢmesinde en verimli bir müessir
(etken) olacaktır.
KonuĢmasından rasgele cümleler aldığımız Hasan Ali Yücel‘in konuĢması bu
son cümlelerle tamamlanmaktadır. Aradan yarım yüzyıldan fazla bir zaman
geçmesine rağmen bu konuĢma herhalde günümüz müzecileri için de geçerli
kabul edilebilir.
ÇalıĢmalarını
23
ġubat
1945
tarihine
kadar
sürdüren
danıĢma
komisyonunda, daha önce hazırlanmıĢ olan Eski Eserler Kanunu Tasarısını
incelemek üzere, Faik ReĢit Unat, Aziz Ogan, Tahsin Öz, Nurettin Can, Cahit
Kınay, Saim Ülgen ve Macit Kural‘dan oluĢan bir özel komisyon ile Türkiye
müzelerinin modern bir Ģekilde geliĢebilmesi için alınacak önlemleri saptamak
149
üzere, Remzi Oğuz Arık, Aziz Ogan, Nurettin Can, Cahit Kınay ve Macit Kural‘dan
meydana gelen bir alt komisyon görevlendirilmiĢtir.
Bu alt komisyonun önerdiği ve danıĢma komisyonunca onaylanan görüĢe
göre müzelerin; A-Devlet Müzeleri, B) Bölge Müzeleri, C) Mahalli Müzeler, D)
Depolar olarak sınıflandırılması ve teĢkilatlandırılması kararlaĢtırılmıĢtır.
O yıl, yani 145 yılında müzeler teĢkilatında çalıĢan toplam personel sayısı
454 ‗e yükselmiĢtir. Ertesi yıl 1946 yılıdır. 1946 yılı Türk müzeciliğinin 100.
yıldönümünün kutlandığı yıldır. Ġstanbul‘da Aya Ġrini ‗deki ilk müzenin kuruluĢunun
üzerinden tam yüz yıl geçmiĢtir…. Mütevazı anma toplantılarıyla kutlanan
yıldönümü dolayısıyla Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü‘nce, Ġstanbul
Arkeoloji Müzeleri heykeltıraĢlık atölyesi Ģefi Reha Arıcan‘a bir madalyon
hazırlattırılarak bastırılmıĢtır. Madalyonun ön yüzünde ilk Türk Müzesi‘nin
kurucusu Fethi Ahmet PaĢa‘nın portresi, arka yüzünde ise Aya Ġrini‘nin resmi yer
almaktadır.
Müzecilik alanında araĢtırmalar yapmak, yeni yöntemler saptamak ve uluslar
arası iĢbirliğini sağlamak amacıyla, Birinci Dünya SavaĢı‘ndan sonra, Milletler
Cemiyeti‘nin yan kuruluĢu olan bir enstitüye bağlı Uluslar arası Müzeler Dairesi
kurulmuĢtur. Bu dare tarafından Mouseian adlı Fransızca bir uzmanlı dergisi de
yayınlanmaktaydı.
Uluslararası düzeyde iyi örgütlenmiĢ bir teĢkilat ise ancak Ġkinci Dünya
SavaĢı‘ndan sonra kurulabilmiĢtir. 1947 yılında UNESCO‗nun yardım ve teĢvikiyle
A.B.D. Buffalo Bilim Müzesi BaĢkanı Chaunecey J.Hamlin ve Fransa Müzeler
Müdürü Georges Salles‘in önderliği ile Meksika ‗da toplanan uzmanlar Uluslar
arası Müzeler Konseyi‗(ICOM) ni kurmuĢlardır. Konsey ilk toplantısını 1947 yılında
Paris‘te yapmıĢtır.
ICOM, üç madde halinde özetlenebilecek amaçlarını gerçekleĢtirmek üzere
kurulmuĢtur. Bunlar: 1) Müzeleri ve müzecilik mesleğini korumak ve geliĢtirmek,
2) Müzelerin toplum hizmetinde, bilginin yayılması, ulusların karĢılıklı anlaĢması
bakımından oynayacağı rolün önemini belirtmek, 3) Müzeleri ve müzecilik
mesleğini uluslar arası seviyede temsil eden bir kuruluĢ meydana getirmek.
Unesco‘ya bağlı olarak kurulan bu konseye 67 ülke ile birlikte Türkiye‘de
aynı yıl katılmıĢtır.
150
ICOM‗un her üç yılda bir genel kurulu toplanmakta ve müzeler konferansı
düzenlenmektedir. Bu konferanslarda müzeografi ile ilgili sorunlar tartıĢılarak
çözümüne iliĢkin kararlar da alınmaktadır.
Ayrıca her yıl düzenlenen ihtisas komisyonları toplantılarında da çeĢitli
müzecilik konuları ele alınmaktadır. Örnek olarak, 1961 yılında ―Müze Mimarisi‖,
1962 yılında ―GeliĢme Yolunda Olan Ülkelerin Müzeleri‖ 1963 yılında ―Modern
Sanat Müzeleri―, 1964 yılında― Müzelerin Eğitimindeki Rolü‖, 1965 yılında ―Kültür
Eserlerinin Onarımı ve Korunması‖, 1966 yılında ―Arkeoloji ve Tarih Müzeleri‖.
1967 yılında ―Ortadoğu‘daki Etnoloji ve Etnografya AraĢtırmaları‖ konuları
komisyonlarda ele alınarak tartıĢılmıĢtır.
Unesco, 1958 yılında Brezilya‘da yaptığı bölgesel bir seminerde müzeleri; 1Sanat Müzeleri, 2-Modern Sanat Müzeleri, 3-Arkeoloji ve Tarih Müzeleri, 4Etnografya ve Folklor Müzeleri, 5-Doğa Bilim Müzeleri, 6- Ġlim ve Fen Müzeleri, 7Bölge Müzeleri, 8-Ġhtisas Müzeleri, 9-Üniversite Müzeleri Ģeklinde dokuz grup
altında toplamıĢtır.
4895 sayılı kanunla katılmıĢ bulunduğumuz BirleĢmiĢ Milletler Eğitim, Bilim
ve Kültür TeĢkilatı UNESCO‘nun giriĢimiyle Paris‘te kurulmuĢ bulunan Uluslar
arası Müzeler Konseyi, (ICOM)‗nin tüzüğüne göre hazırlanmıĢ bulunan ICOM
Türkiye Milli Komitesi Talimatnamesi 24.8.1956 tarihli ve 4/7862 sayılı Bakanlar
Kurulu Kararı ile kabul edilmiĢtir. ICOM Türkiye Milli Komitesi‘nin çalıĢma
programı ise ICOM‘un esas görüĢ ve amaçları doğrultusunda hazırlanarak
Bakanlar Kurulu‘nun 7.9.1957 tarih ve 9401 sayılı kararıyla onaylanmıĢtır.
1956 yılındaki talimatnameye göre kurulan 18 kiĢilik ilk Milli komite üyeleri
aĢağıdaki müzecilerden meydana geliyordu;
Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü ġube Müdürü Hikmet Gürçay,
Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü Anıtlar ġubesi Müdürü Avni
Kırkağaçoğlu, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü Rölöve Bürosu ġefi
Mahmut Akok, Ankara Etnografya Müzesi Müdürü Dr. Hamit KoĢay, Ankara
Arkeoloji Müzesi Müdürü Raci Temizer, Ankara, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Müzesi Müdürü Kemal Güngör, Ġstanbul Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Haluk
ġehsuvaroğlu, Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürü Düstem Duyuran ve Müdür
Yardımcısı Osman Sümer, Ayasofya Müzesi Müdürü Feridun Dirimtekin, Topkapı
Sarayı Müzesi Müdür Yardımcılarından Türk Ġslam Eserleri Müzesi Müdürü Kemal
Çığ, Topkapı Sarayı Müzesi Müdür Yardımcılarından Çinili KöĢk-Fatih Müzesi
151
Müdürü Elif Naci, Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri Arkeoloğu Nezih Fıratlı, Gayrimenkul
Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu BaĢkanı Tahsin Öz, Ġzmir Müzesi Müdürü
Hakkı Gültekin, Bergama Müzesi Müdürü Osman Bayatlı, Konya Müzesi Müdürü
Mehmet Önder, Bursa Müzesi Müdürü Vahit Armağan.
Bu üyelerden Hikmet Gürçay, Mahmut Akok, Raci Temizer, Avni
Kırkağaçoğlu ve Kemal Güngör, Hamit Zübeyr KoĢay‘ın Baykanlığında kurulan 6
kiĢilik Ġcra Komitesi‘ni teĢkil ediyorlardı.
ICOM 1956 yılında dünya çapında bir atılım gerçekleĢtirmek amacıyla I.
Uluslar arası Müzeler Kampanyası ve 6–14 Emil 1956 tarihleri arasında da
Müzeler Haftası düzenlemiĢ, Türkiye ‗de de bu hafta etkin bir Ģekilde kutlanmıĢtır.
Hafta dolayısıyla yeniden teĢhir ve tanzim edilen Ankara Etnografya Müzesi,
Ġstanbul Arkeoloji Müzesi ve Eski ġark Eserleri Seksiyonu, Konya Müzesi
Seksiyonları ziyarete açılmıĢtır. Ayrıca 5 Ekim 1956 Cuma günü saat 18,30 ‗da
Maarif Vekili Prof. Ahmet Özel tarafından Ankara Radyosu‘nda haftanın açıĢ
konuĢması yapılmıĢtır.
II. Uluslararası Müzeler Kampanyası ICOM‗un kuruluĢunun 20.yıldönümüne
rastlaması nedeniyle 1967 yılında yapılmıĢtır. 1 Ekim 1967 tarihinde VarĢova‘da,
ICOM ve UNESCO temsilcilerinin de katıldığı bir tören yapılmıĢtır.
Bu etkinlikler çerçevesinde ülkemizde de 20–26 Kasım 1967 tarihleri arası
Müzeler Haftası olarak ilan edilmiĢtir. Haftanın açılıĢı 20 Kasım 1967 tarihinde
Ankara Arkeoloji Müzesi‘nde yapılmıĢtır. Açılıya Milli Eğitim Bakanlığı ile Turizm
Tanıtma Bakanlığı ‗nın MüsteĢarları da katılmıĢtır. Bu sırada Milli Eğitim
Bakanlığı, Kültür MüsteĢar Yardımcısı Müzeci Mehmet Önder‘dir.
Hafta özellikle bütün müzelerde ve okullarda çeĢitli etkinliklerle kutlanmıĢ,
hafta süresince bütün müzeler ücretsiz olarak ziyarete açık tutulmuĢtur.
ICOM‘un statüleri ve tüzüğü 11 Temmuz 1962 tarihinde 7.ICOM Genel
Asamblesi tarafından kabul edilmiĢtir.
―Milletlerarası Müzeler Konseyi ICOM Türkiye Milli Komitesi Yönetmeliği‖
16.11.1970 tarih ve 7/1600 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe konulmuĢ,
18.7.1974 tarih ve 14890 sayılı Resmi Gazete‘de yayınlanmıĢtır. Yönetmelikte,
15.5.1985 tarih ve 18755 sayılı Resmi Gazete ‗de yayımlanan 11.4.1985 tarih ve
18755 sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanan 11.4.1985 tarih ve 18755 sayılı
Bakanlar Kurulu kararı ile değiĢiklik yapılmıĢtır.
152
Kültür varlıklarımızın korunması, bakım ve onarımlarının yapılması, teĢhir
edilmesi, tanıtılması ile gelecek kuĢaklara aktarılması için yapılan ve yapılması
gereken çalıĢmaları anlatmak, müzelerimizi tanıtarak halkımızın milli kültür ve
tarih bilgisini zenginleĢtirmek, kültür varlıklarımızın yurt dıĢına kaçırılmalarını
önlemek, halkımızı bu konularda aydınlatmak ve bilinçlendirmek amacıyla, her yıl
18–24 Mayıs tarihleri arasında ülkemizde ―Müzeler Haftası‖ kutlanmaktadır. Bu
tarihlere uygun olarak yapılan kutlamalardan ikisi 18–24 Mayıs 1982 tarihinde
yapılmıĢtır.
Bu günlerin, müzeler haftası olarak kutlanması olayı, ne zaman, nerede ve
nasıl ortaya çıkmıĢtır? Uluslararası Müzeler Konseyi (ICOM)‗nin 1977 yılında
Moskova‘da yaptığı 12. Genel Toplantısında, her yıl 18 Mayısta kutlanmak üzere
uluslar arası bir ―Müzeler Günü‖ yapılması konusunda teklif getirilmiĢ ve bu öneri
kabul edilmiĢtir.
ICOM sekreterliği, bunun üzerine her ülkenin kendine özgü koĢullarının ve
geleneklerinin dikkate alınarak, üyelerin her birinin kendi kutlamalarını 18 Mayısta
ya da 18 Mayısa yakın bir zamanda yapmasını önermiĢtir. Bu gün, bazı ülkelerde
öyle ciddiye alınmıĢtır ki, müzelerle ilgili kutlama ve müzecilik etkinlikleri bir
haftaya, hatta bir aya çıkarılmıĢtır. Ülkemizde de bu kutlama bir haftaya
çıkarılmıĢtır.
ICOM‘un bugün dünyada 144 ülkede 15.000 den fazla üyesi bulunmaktadır.
116 ülkede ise Milli Komite mevcuttur. Coğrafi bölgelere göre Milli Komitelerin
sayısı ve dağılımı Ģöyledir;
Afrika‘da 31, Asya ve Pasifik Ülkelerinde 25, Avrupa‘da 40, Latin Amerika ve
Karaibler‘da 18, Kuzey Amerika‘da 2 Milli Komite vardır.
ICOM Türkiye Milli Komitesi tarafından yayınlanan ilk haber bülteni (I.sayı)
1958 yılında çıkarılmıĢtır. Birkaç yıl devam eden bu yayınlar daha sonra
kesilmiĢtir.
Yine baĢka bir uluslar arası etkinlik olmak üzere, UNESCO tarafından, 1964
yılının haziran, temmuz, ağustos, eylül, ekim ve kasım aylarını kapsayan
tarihlerde ―Tarihi Anıtlar Ġçin Uluslararası Kampanya‖ düzenlenmiĢtir. Bu
kampanyaya UNESCO üyesi 30‗dan fazla ülke ile birlikte Türkiye de katılmıĢtır.
Kampanya süresince çeĢitli etkinlikler düzenlenmiĢtir.
Türkiye, ICOM dıĢında da bazı uluslar arası kuruluĢlara üye olmuĢ ve belli
baĢlı uluslar arası sözleĢmelere de imza koymuĢtur.
153
La Haye‘de 14 Mayıs 1954 tarihinde imzalanan ―Silahlı Bir ÇatıĢma Halinde
Kültür
Mallarının
Korunmasına
Dair
SözleĢme
‖
ile
bu
sözleĢmenin
uygulanmasına ait tüzük, protokol ve kararlara katılmayı Türkiye 2.4.1965
tarihinde 563 sayılı kanunla kabul edilmiĢtir. 10.4.1965 tarih ve 11976 sayılı
Resmi Gazete ‗de yayımlanan bu kanunun metni Ģöyledir.
Madde 1- La Haye‘de 14 Mayıs 1954 tarihinde imzalanan iliĢik ―Silahlı Bir
ÇatıĢma Halinde Kültür Mallarının Korunmasına Dair SözleĢme‖ ile ―Silahlı Bir
ÇatıĢma Halinde Kültür Mallarının Korunmasına Dair olan SözleĢmenin
Tatbikatına
Ait
Tüzük‖e
―Silahlı
Bir
çatıĢma
Halinde
Kültür
Mallarının
Korunmasına Dair Protokol‖ ve kararlara Türkiye Cumhuriyeti‘nin katılması uygun
bulunmuĢtur.
Madde 2- Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Madde 3- bu kanunun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
Silahlı bir çatıĢma halinde kültür mallarının korunmasına dair 1954 tarihli
hükümetler arası La Haye Konferansı sonuç kararı, 6/5041 sayılı karar ile 8
Kasım 1965 tarihli Resmi Gazete‘de yayımlanmıĢtır.
Türkiye , ―Kültür Varlıklarının Konservasyonu ve Restorasyonu Konusundaki
Uluslar arası AraĢtırma Merkezi‖ ICCROM ‘a 7 Ocak 1969 tarihinde üye olmuĢtur.
ICCROM‘a 80 ‗in üzerinde ülke üyedir ve merkezi Roma‘dadır.
BirleĢmiĢ Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür TeĢkilatı UNESCO‘nun 1972 yılında
toplanan XVII. Genel Kurulu tarafından 16.11.1972 tarihinde kabul edilmiĢ
bulunan ―Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair SözleĢme‖ ye
Türkiye‘nin de katılması 20.4.1982 tarih ve 17670 sayılı Resmi Gazete‘de
yayımlanan 14.4.1982 tarih ve 2658 sayılı kanunla uygun görülmüĢ, söz konusu
sözleĢme 14.2.1983,17959 sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanan 23.5.1982 tarih ve
8/4788 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile onaylanmıĢtır.
Buna göre her ülke kendi topraklarında bulunan ve dünya kültür mirası
listesine girmesini uygun bulduğu kültürel ve doğal varlıklarının envanterlerini, 21
üyeli ‖Dünya Mirası Komitesi‖ne bildirmekle yükümlü tutulmuĢtur. 1991 yılı
itibariyle bu sözleĢmeye 117 ülke taraf olmuĢ, 337 anıt ya da sit dünya miras
listesine dahil edilmiĢtir. Ülkemizde bulunan 38 kültürel ve 23 doğal değer miras
listesine alınmak üzere tespit edilmiĢ, bunlardan 7 tanesi dünya miras listesine
alınmıĢtır.
Bunlar:1-HattuĢaĢ(Boğazköy), 2-Xanthos-Letoon, 3-HierapolisPamukkale,
154
4-Nemrud Dağı, 5-Göreme-Kapadokya, 6-Divriği Ulu Camii ve DarüĢĢifası, 7Ġstanbul‘dur. Bunlardan Pamukkale ile Göreme–Kapadokya hem doğal, hem de
kültürel miras olarak kabul edilmiĢtir.
Dünya mirasına alınan değerlerimiz Kültür ve Tabiat Varlıklarını Korumaya
Genel Müdürlüğü‘nce ―Dünya Mirasında Anadolu‖ isimli, Türkçe ve Ġngilizce olarak
bir kitap halinde yayınlanmıĢtır.
12–17 Aralık 1994 tarihleri arasında Tayland‘da yapılan Dünya Miras
Komitesi7nin 18.Dönem toplantıları sonucunda ülkemiz tarafından aday gösterilen
―Safranbolu‖ da dünya miras listesine kabul edilmiĢtir.
Son olarak, 1988 yılında Japonya‘nın Kyoto Ģehrinde yapılan UNESCO
toplantısında Troya da dünya miras listesine alınmıĢtır.
Türk Tarih Kongreleri dıĢında, müzecilik mesleğine yönelik uluslararası bir
etkinlik 1973 yılında yapılmıĢtır. ―X. Uluslararası Klasik Arkeoloji Kongresi‖ 22
Eylül–4 Ekim 1973 tarihleri arasında Ankara ve Ġzmir ‗de toplanmıĢtır. Bu
kongrede Türkiye ile birlikte 34 ülke adına 145 bilimsel bildiri sunulmuĢtur.
Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü‘nün de katılımı ile düzenlenen
kongre dolayısıyla yapılan gezilerde, önemli müzeler ve ören yerlerinin ziyaret
edilmesi sayesinde eski eserlerimizin ve müzelerimizin dünya çapında tanıtımı
sağlanmıĢtır.
Uluslar arası Anıtlar ve Sitler Konseyi (ICOMOS) UNESCO‗nun bir kolu olup,
merkezi Pariste‘dir. Bu konseye Türkiye de üye olmuĢ ve ICOMOS Türkiye Milli
Komitesi 11 Mart 1967 tarihinde kurulmuĢtur. ―Milletler arası Anıtlar ve Sitler
Konseyi (ICOMOS ) Türkiye Milli Komitesi Yönetmeliği‖ 18.5.1974 tarih ve 14890
sayılı Resmi Gazete‘de yayımlanan Bakanlar Kurulu‘nun 22.4.1974 tarih ve
7/8134 sayılı Resmi Gazete‘de yayınlanmıĢtır.
UNESCO‘nun Paris‘te yaptığı XVI.
Dönem toplantısında görüĢülerek
14.11.1970 tarihinde kabul edilen ve 25.12.1979 tarih ve 2256 sayılı kanunla
Türkiye ‗nin de katılması uygun bulunan ―Kültür Varlıklarının Kanunsuz ithal, ihraç
ve Mülkiyet Transferinin Önlenmesi ve Yasaklaması için alınacak tedbirlerle ilgili
sözleĢme‖ 26.10.1980 tarih ve 8/1768 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla
onaylanmıĢtır. (EEC) No. 3911/92 numaralı ―Kültürel Malların Ġhracına ĠliĢkin
(Avrupa Toplulukları Konseyi) Konsey Yönetmeliğin uygulanmasına iliĢkin
önlemleri içeren (EEC) No.752/93 numaralı komisyon yönetmeliği de 30.3.1993
155
tarihine kabul edilmiĢtir. Türkiye, Avrupa Birliği‘ne girdiği takdir de bu
yönetmeliklere tabi olacaktır.
―Avrupa Mimari Mirasının Korunması SözleĢmesi‖ 22.4.1989 tarih ve 20229
sayılı Resmi Gazete‘de yayınlanmıĢtır. SözleĢmenin onaylanmasına iliĢkin
13.4.1989 tarihli ve 3534 sayılı kanun 20.4.1989 tarihli ve 20145 sayılı Resmi
Gazete‘de yayımlanmıĢtır
Cumhuriyetin 35. yılına, yani 1958 yılına ulaĢtığımızda, müzeler örgütünün
durumu nedir? Birim sayısı kaçtır?
1958 yılında, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü‘nün baĢında, Genel
Müdür Kamil Su görevlidir. Merkez örgütü 1) Müzeler ġubesi, 2) Kazı ve Yayın
ġubesi, 3) Anıtlar ġubesi, Ģeklinde üç Ģubeden oluĢmuĢtur. Bu Ģubelerin
müdürleri sırasıyla; Rasim Ġnözü, Hikmet Gürçay ve Avni Kırkağaçoğlu‘dur.
Bunun dıĢında Anıtları Koruma Kurulu ile Rölöve Bürosu ġefliği de Genel
Müdürlüğe bağlı idi. Rölöve bürosu ġefliği 1956–1957 yıllarında Ġstanbul Arkeoloji
Müzeleri binasının bir bölümünde faaliyete geçmiĢtir.
TaĢra örgütünde ise 1958 yılında 22 müze müdürlüğü mevcuttu. Eski müze
müdürlerini hiç olmasa ismen enmak amacıyla bu müzelerimizi müdürleriyle
birlikte saymak istiyoruz: Adana (Md. Muzaffer Ramazanoğlu, Md. Hadi Altay),
Afyon (Md. Süleyman Gönçer), Ankara Arkeoloji (Md. Raci Temizer, Ankara
Etnografya (Md. Dr.Hamit Zübey KoĢay), Ankara TBMM (Md. Kemal Güngör),
Anıtkabir(Md. V.Kemal Güngör), Antalya (Ġsmet Ebcioğlu), Bergama (Mr. Osman
Bayatlı), Bursa (Md. Sabahat Arat), Hatay (Md. Ali Atay), Ġstanbul Arkeoloji (Md.
Rüstem Duyuran), Ayasofya (Mr. Feridun Dirimtekin), Topkapı Sayı (Md. Haluk
ġehsuvaroğlu), Ġzmir (Md. Hakkı Gültekin), Kastamonu(Md. Ahmet Gökoğlu),
Kayseri (Md. Halit Doral), Konya (Md. Mehmet Önder), Manisa (Mr. K.Ziya
Polatkan), Niğde (Md. Kadri Erdil), Sivas (Md. Halil Üstün) O tarihlerde Amasra,
Amasya, Diyarbakır, Selçuk-Efes, Erzurum, Ġznik, Kütahya, MaraĢ, Mardin, Sinop,
Tire, Tokat, Urfa ve Van Müzeleri olmak üzere 14 müzemiz henüz memurluk
yöntemiyle yönetiliyordu.
1955 yılında, 19 müze müdürlüğü, 13 müze memurluğu, 9 müze deposu
olmak üzere toplam 41 birim mevcuttur. Toplam personel sayısı 554 olup bunun
12 si merkezde görevlidir.
156
1955 yılında, müzeler dıĢında Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü‘ne
bağlı olarak 1)Ankara ‗da Genel Müdürlükte – Anıtları Koruma Kurulu 2) Ġstanbul
Sultan Mahmut Türbesinde –Rölöve Bürosu ġefliği, bulunmaktadır. Ayrıca
—Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu (Ġstanbul ‗da Güzel
Sanatlar Akademisi‘nde )
—Ġstanbul Eski Eserleri koruma Encümeni (Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri‘nde )
mevcut idi.
Müzeler müdürlüğü, baĢlangıcından beri Maarif Vekaleti (M.E.B.) içinde
doğup geliĢmiĢtir. Milli Eğitim Bakanlığı içinde yer alan Kültür MüsteĢarlığı 1965
yılında Bakanlık Mucibi ile kurulmuĢtur.
Kültür Bakanlığı ilk defa, 12 Mart 1971 Muhtırası‘ndan sonra Kocaeli
Bağımsız Milletvekili Prof. Dr.Nihat Erim tarafından kurulan hükümet içerisinde yer
almak suretiyle kurulmuĢtur.16.7.1971 tarihinde kurulan bu bakanlığa TBMM
dıĢından Talat Hamlan Bakan olarak atanmıĢtır. Ġlk MüsteĢar Bozkurt Güvenç‘tir.
Birinci Erim hükümeti‘nin istifa etmesi üzerine, Prof.Dr. Nihat Erim tarafından
bu defa 11 Aralık 1971 tarihinde ikinci Erim hükümeti kurulmuĢ ve ancak yeni
hükümette Kültür Bakanlığı ‗na yer verilmediğinden bu bakanlık ortadan kalkmıĢ,
Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü‘nün de içinde bulunduğu teĢkilat on gün
süreyle adeta boĢlukta kalmıĢtır.
Kültür iĢlerinin, evvelce olduğu gibi Milli Eğitim Bakanlığı‘nca yürütülmesi ve
Kültür Bakanlığı‘na bağlı dairelerin yeniden Milli Eğitim Bakanlığı‘na bağlanması,
BaĢbakanlığın, BaĢbakan Prof.Dr. Nihat Erim imzalı 16.12.1971 tarihli yazısıyla
CumhurbaĢkanlığı‘na teklif edilmiĢ; bu istek CumhurbaĢkanlığı‘nın 21.12.1971
tarihli yazısıyla uygun görülerek bakanlık birimleri yeniden
Milli Eğitim
Bakanlığı‘na bağlanmıĢtır. Nedenini bilmediğimiz bir gerekçe ile Eski Eserler ve
Müzeler Genel Müdürlüğü‘nün de içinde bulunduğu kültür iĢleriyle ilgili teĢkilat,
7.6.1972 tarihli bir kararla müsteĢarlık haline getirilerek bu defa BaĢbakanlığa
bağlanmıĢtır. Kültür iĢleriyle ilgili, BaĢbakanlığa verilmiĢ olan görev ve yetkiler,
17.11.1974 tarihli CumhurbaĢkanlığı tezkeresi ile yeniden kurulan Kültür
Bakanlığı‘na devredilmiĢtir. 17 Kasım 1974 tarihinde Ord. Prof. Sadi Irmak
tarafından teĢkil edilen hükümette ikinci kez yeniden kurulan Kültür Bakanlığı‘na
MuĢ eski Milletvekili ve Millet Meclisi eski baĢkan vekili Nermin Neftçi bakan
olarak atanmıĢtır.
157
CumhurbaĢkanlığı‘nın 21.6.1977 tarihli tezkeresiyle onaylanarak aynı tarihte
göreve baĢlayan Bülent Ecevit‘in BaĢbakanlığındaki II. Ecevit Hükümeti‘nde Kültür
Bakanlığı yeniden kaldırılmıĢ, ―eğitim kültür iĢlerinin birlikte ve uyumlu biçimde
yürütülmesi amacıyla!‖ ifadeleri gerekçe gösterilerek Milli Eğitim Bakanlığı ismi
―Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı‖ olarak değiĢtirilmiĢ ve bu Bakanlığa Dr. Mustafa
Üstündağ getirilmiĢtir. Ancak bu hükümetin ömrü uzun sürmemiĢ, Millet
Meclisi‘nde güvenoyu alamaması nedeniyle bir ay sonunda, 21 Temmuz 1977
tarihinde görevi yeni hükümete devretmiĢtir. Kültür iĢleriyle ilgili birimler ve
dolayısıyla Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü, bu son uygulamadan
sonra, bir daha Milli Eğitim Bakanlığı‘na bağlanmamıĢ ve bu bakanlıktan
tamamen kopmuĢtur.
21.7.1977 tarihli CumhurbaĢkanlığı tezkeresi ile onaylanan Süleyman
Demirel baĢkanlığındaki V. Demirel Hükümeti‘nde Kültür Bakanlığı üçüncü defa
yeniden kurulmuĢ ve bu bakanlığa Bolu Milletvekili Avni Akyol atanmıĢtır. Eski
Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü teĢkilatı ile kültür iĢleri ile ilgili diğer
birimlerin Bakanlıklar arasındaki maceralı yolculuğu bununla da bitmemektedir.
12 Eylül 1980 ihtilalinden sonra kurulup 21 Eylül 1980 tarihinde göreve
baĢlayan Bülent Ulusu baĢkanlığındaki hükümette Cihat Baban Kültür Bakanı
olarak atanmıĢtır. YaklaĢık bir yıl 20 gün sonra, 10.12.1981 tarih ve 17540 sayılı
Resmi Gazete‘de yayınlanan 25.11.1981 tarih ve 4901 sayılı Devlet BaĢkanlığı
Kararı ile Kültür Bakanlığı tekrar kaldırılmıĢ, Turizm ve Tanıtma Bakanlığı ile
birleĢtirilerek Kültür ve Turizm Bakanlığı‘na dönüĢtürülmüĢtür. Kültür Bakanı olan
Cihat Baban 15.12.1981 tarihinde istifa etmiĢ; Turizm ve Tanıtma Bakanı olan
Ġlhan Evliyaoğlu Kültür ve Turizm Bakanı olmuĢtur. Kültür kesiminden ise
MüsteĢar Kemal Gökçe bu görevini sürdürmüĢtür.
Turizm Bakanlığı ile bu birliktelik 1989 yılının mart ayına kadar sürmüĢtür.
354 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile bu yapay beraberlik son bulmuĢ ve iki
bakanlık birbirinden ayrılarak, 18.3.1989 tarihinde Kültür Bakanlığı dördüncü defa
kurulmuĢtur. Kültür ve Turizm Bakanı olan M. Tınaz Titiz Turizm Bakanı olarak
kalmıĢ, dördüncü kez kurulan Kültür Bakanlığı‘na da CumhurbaĢkanlığı ‗nın 30
Mart 1989 tarihli teskeresiyle Ġstanbul Milletvekili Namık Kemal Zeybek atanmıĢtır.
1920 ve 1923 yıllarında kurulan hükümetlerin (Ġcra Vekilleri Heyetlerinin )
programlarında hars müdürlüğünden, eski eserlerden ve müzelerden direkt olarak
söz edilmesine ve bu konulara programlarda yer verilmesine rağmen, daha
158
sonraki yıllarda eski eserler ve müzecilik konuları göz ardı edimleĢ ve ağırlık Milli
eğitimin sorunlarına kaymıĢtır. Bu durum 1960 ‗lı yıllara kadar sürmüĢ; bu
tarihlerden sonra programlarda zaman zaman konumuzla ilgili cümlelere
rastlanmıĢtır.
ġimdi, 1961–25Haziran1962 tarihleri arasında görev yapan Ġsmet Ġnönü
baĢkanlığındaki koalisyon hükümeti programı:―Kültür ve sanat faaliyetlerimiz
mahdut zümrelere değil, en geniĢ halk kütlelerine hitap edecektir. Güzel sanatlar,
müzeler, kütüphaneler ve yayın gibi alanlarda her çeĢit kültür hareketlerinin yurt
ölçüsünde yayılmasına çalıĢılacaktır.‖
3 Kasım 1969–6 Mart 1970 tarihleri arasına görev yapan ve Süleyman
Demirel baĢkanlığında kurulan hükümetin programı;
―Tarih
ve
kültür
hazinelerimizin
değerlendirilmesi,
yaĢayan
nesillere
tanıtılması için gerekli çaba sarf edilecektir.
Memleketimizin tarihi ve turistik bölgelerinin arkeolojik karakterleri göz önüne
alınarak müzeler açma, eski eserleri meydana çıkarma, bunları yurt içinde ve yurt
dıĢında tanıtma çabalarımıza devam olunacaktır.
Türk medeniyet tarihinin canlı abidesi olan eski eserlerin muhafazası ve
bunlardan faydalanılması yanında, yeni tesislerin
ve hayır
kurumlarının
geliĢmesini de teĢvik edeceğiz.
6 Mart 1970–12 Mart 1971 tarihleri arasında görev yapan ve önceki
hükümetin devamı niteliğindeki, Süleyman Demirel baĢkanlığında kurulan
Hükümetin programı ;‖Milli kültürümüzün ve tarihi değerlerimizin korunması ve
yaĢayan nesillere tanıtılması, kültür ve sanat alanında yaratıcı faaliyetlerin teĢviki,
Hükümetimizin üzerinde önemle duracağı konulardır.
Bu maksatla, bugün Milli Eğitim Bakanlığı‘nın geniĢ sorumluluk sahası içinde
yer alan kültür iĢleri için ayrı bir bakanlık kurulması öngörülmektedir.
Burada Kültür Bakanlığı‘nın kurulması yolunda ilk sinyaller verilmiĢtir. Ancak
bu bakanlık bundan sonraki hükümet zamanında kurulacaktır. Kültür Bakanlığı‘nın
kuruluĢ hikâyesi ayrıca iĢlenmiĢtir.
17 Kasım 1974- 31 Mart 1975 tarihleri arasında görev yapan, Ord. Prof. Sadi
Irmak baĢkanlığındaki hükümetin programı:
―Yeniden
kurulmuĢ
olan
Kültür
Bakanlığı
bu
Anayasa
gereğinin
gerçekleĢtirilmesi doğrultusunda atılmıĢ önemli bir adımdır. Bu bakanlık milli
kültürümüzü,
sanatımızı,
değerlerimizi
korumak
ve
geliĢtirmek
amacını
159
güdecektir. Kültürel değerlerimizi içte ve dıĢta tanıtmak, bu bakanlığın görevleri
arasında yer alacaktır.
……. bu yeni Bakanlığın kuruluĢ kanunu tasarısı biran önce hazırlanarak
Yüce Meclise sunulacaktır.‖
31 Mart 1975 – 21 Haziran 1977 tarihleri arasında görev yapan IV. Demirel
Hükümeti‘nin Programı; ―Tarihi Mirasımız olan kültür, fikir ve sanat eserlerimizin
derlenmesi, bakımı, onarımı, korunması ve tanıtılması öncelikle göz önünde
bulundurulacaktır. Kültürümüzün temel eserlerinin bugünkü nesillere tanıtılmasına
çalıĢılacaktır.‖
21 Haziran 1977 – 21 Temmuz 1977 tarihleri arasında bir ay süreyle görev
yapan II. Ecevit Hükümeti‘nin programı : ―Milli kültürü, çağdaĢ insanlık kültürüyle
uyumlu olarak geliĢtirici…
Türk sanatının ve kültürünün, kendi özelliklerini koruyarak, tüm insanlık
kültürüyle sürekli alıĢ- veriĢ içinde geliĢmesi desteklenecektir.‖
Yine Bülent Ecevit tarafından kurulan ve 5 Ocak 1978 – 12 Kasım 1979
tarihleri arasında görev yapan III. Ecevit Hükümeti‘nin programı: ―Devlet zengin
tarih kökleri bulunan kültür hazinelerimizin gereğince değerlendirilmesine yönelik
tüm çalıĢmaları da, ulusumuzun sanattaki ve kültürdeki çağdaĢ yaratıcılığını da
bütün gücüyle destekleyecektir.
Ulusumuzun kültür birikimini değerlendirecek bir ―Devlet Kültür Merkezi ve
Milli Müze‖ , toplumumuzun manevi ve maddi değer ve ürünlerini bilimsel
yöntemlerle araĢtırıp derleyecek ve yayacak bir ―Türk Kültürü AraĢtırma ve
Derleme Kurumu‖ ve bilimsel çalıĢmalara açık iyi düzenlenmiĢ bir devlet arĢivi
kurmaya baĢlanacaktır.‖
12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra, Kurucu Meclis‘in çıkardığı bir kanun
gereğince hazırlanıp, halkoylaması sonucunda kabul edilen 7.11.1982 tarihli ve
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası‘nın, Tarih, Kültür ve Tabiat
Varlıklarının Korunması baĢlıklı 63.maddesinde: ―Devlet, tarih, kültür ve tabiat
varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teĢvik
edici tedbirleri alır.
Bu varlıklar ve değerlerden özel mülkiyet konusu olanlara getirilecek
sınırlamalar ve bu nedenle hak sahiplerine yapılacak yardımlar ve tanınacak
muafiyetler kanunla düzenlenir‖ hükmü yer almıĢtır.
160
20 Eylül 1980 – 13 Aralık 1983 tarihleri arasında Bülent Ulusu baĢkanlığında
kurulan hükümetin programı : ― Milli kültür ve sanat değerlendirimizi modern ilim
zihniyeti ve metodlarıyla iĢleyerek, önce milletimize yaymak ve ayrıca Milli
değerlerimizi diğer Milletlere tanıtmak için ciddi faaliyetlere giriĢilecektir.
13 Aralık 1983 –21 Aralık 1987 tarihleri arasında görevde kalan Turgut Özal
baĢkanlığındaki hükümetin programı: ―Eski eserlerin korunmasını, yaĢatılmasını,
tarihi ve kültürel mirasımıza saygının tabii bir ifadesi olarak görüyoruz.‖
Aynı hükümetin devamı niteliğinde olan ve 21 Aralık 1987–10 Kasım 1989
tarihleri arasında görevde kalan II. Özal Hükümeti programında da yukarıda
belirtilen satırlar yer almaktadır.
9Kasım1989 tarihinde göreve baĢlayan Yıldırım Akbulut baĢkanlığındaki
hükümetin programı: ―Eski yapı ve eserlerin korunması ve yaĢatılması, tarihimize
ve kültürümüze bir saygının ifadesi olarak devam edecek, bu konuda ülke
bütününde ―koruma kültürünün― yayılması için gerekli tedbirler alınacaktır.‖
Eski eser kaçakçılığının önlenmesi için, gerekli her türlü tedbir alınarak,
çeĢitli yollarla yurt dıĢına kaçırılan eski eserlerin Türkiye ‗ye geri getirilmesi için
çalıĢmalara devam edilecektir.
Türk–Ġslam eserleri öncelikli olmak üzere, kültür varlıklarının korunması,
bakımı, onarımı ve restorasyonuna ağırlık verilecektir.
Burada görüldüğü gibi, hükümet programlarında ilk defa esik eser
kaçakçılığından söz edilmiĢtir.
BaĢbakan,
Erzincan
Milletvekili
Yıldırım
Akbulut‘un
baĢkanlığındaki
hükümetin istifasından sonra, Rize Milletvekili ve Anavatan Partisi Genel BaĢkanı,
BaĢbakan A.Mesut Yılmaz baĢkanlığında kurulan ve 23 Haziran 1991 tarihinde
göreve baĢlayan yeni hükümetin 30 Haziran 1991 tarihinde TBMM‘de okunan
hükümet programında: ―Eski Yapı ve Eserlerin Korunması, YaĢatılması Ġçin Ciddi
Tedbirler Alınacaktır. ―
Eski eser kaçakçılığının önlenebilmesi için, gerekli her türlü tedbir alınacak
ve çeĢitli tarihlerde yurt dıĢına kaçırılan eski eserlerin Türkiye‘ye geri getirilmesi
için, Uluslar arası boyutlarda mücadeleye devam edilecektir.‖ Ġfadelerine de yer
verilmiĢtir.
20 Kasım 1991 tarihinde DYP Genel BaĢkanı, BaĢbakan Süleyman Demirel
BaĢkanlığında kurularak göreve baĢlayan hükümetin 25 Kasım 1991 günü
TBMM‘nde okunan programında: ―Ulusal kültürümüz evrensel boyutlara ulaĢacak,
161
en eski tarihsel birikimlerden birisini oluĢturan kültür mirasımızın da insanlığın
ortak değerlerine katkıda bulunması sağlanacaktır.
Ülkemiz topraklarındaki eski kültürel değerler derlenip, korunup, geleceğe
taĢınarak evrensel uygarlığa armağan edilecektir.
Eski Eserleri ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası, bu mirasa sahip çıkacak
ve onu yaĢama geçirecek biçimde yeniden düzenlenecektir ―.
25Haziran 1993 tarihinde CumhurbaĢkanı Süleyman Demirel tarafından
atanarak göreve baĢlayan ve DYP BaĢkanı ve BaĢbakan Tansu Çiller tarafından
kurulan hükümetin 30 Haziran 1993 tarihinde TBMM.‘nde okunan programı: ―
Koruma altına alınan kültür varlıklarımızın planlaması ve restorasyonu için özel
fonlar oluĢturulacak, bir yandan kültürel mirasımız geliĢtirilecek, öte yandan
halkımızın mağdur edilmesi önlenecektir. Bu bağlamda özel mülklerin hazine
arazisi ile takas ilkesi iĢlerliğe kavuĢturulacaktır.‖
5 Ekim 1995 tarihinde atanan Prof. Dr. Tansu Çiller‘in baĢkanlığındaki
hükümetin 10 Ekim 1995 tarihinde TBMM.‘inde okunan programı: ― Kültür
varlığımız bizi dünya milletleri önünde daha iddialı ve güçlü kılan zenginliklerimizin
baĢında gelmektedir.
Bin yıldır tüm özellikleriyle yoğrulduğumuz bu topraklarda yaĢayan Milletimizi
birbiriyle kaynaĢtıran renkli folklor ve kültür varlıklarımız bizi ayrılmaz bir bütün
haline getiren en önemli etken olmuĢtur.
Anadolu muzda tarihin en eski ve büyük medeniyetleri doğmuĢ ve asırlarca
yaĢamıĢtır. Ülkemizin her yanı bu büyük medeniyetlerin izleri ve eserleri ile
doludur.
Amacımız bir yandan kendi Milli kültürümüzü daha da zenginleĢtirip
geliĢtirirken, öte yandan koruyup, sahip olduğumuz bu köklü medeniyetlerin
eserlerini tüm insanların yararına sunmaktır.
Pek
çok
kültür
varlığımızın
değiĢik
yollarla
yurt
dıĢına
kaçırıldığı
bilinmektedir. Uluslar arası hukukun imkân verdiği tüm yollar zorlanarak, bu
eserlerin yurdumuza getirilmesi çabalarını büyük bir kararlılıkla sürdüreceğiz.‖
Programından bölümler verdiğimiz söz konusu hükümet, 15 Ekim 1995
tarihinde mecliste yapılan oylamada güvenoyu alamamıĢtır.
Anavatan Partisi BaĢkanı ve BaĢbakan Mesut Yılmaz baĢkanlığında kurulan
ve 6 Mart 1996 tarihinde CumhurbaĢkanı Süleyman Demirel tarafından atanan
162
hükümetin TBMM. ‗inde okunan programı: ―TaĢınır ve taĢınmaz kültür varlıklarının
korunmasına önem verilecektir.
Yurt dıĢındaki tarihi ve kültürel varlıklarımızın tespiti, korunması ve
tanıtılması için gerekli tedbirler alınacaktır. ―
Refah Partisi Genel BaĢkanı ve BaĢbakan Prof. Dr. Necmettin Erbakan
baĢkanlığında kurulup CumhurbaĢkanı Süleyman Demirel tarafından 28 Haziran
1996 tarihinde atanan eserlerle ilgili tek satırlık ―Kültür varlıklarımızın korunması
ve tanıtılması için gerekli her türlü tedbir alınacaktır.‖ Cümlesi yer almakta idi.
Anavatan Partisi Genel BaĢkanı ve BaĢbakan Mesut Yılmaz baĢkanlığında
kurulup 30 Haziran 1997 tarihinde CumhurbaĢkanı Süleyman Demirel tarafından
atanan hükümetin 7 Temmuz 1997 günü TBMM.‘nde okunan programı: ―Devlet,
zengin tarih kökleri bulunan kültür hazinelerimizin gereğince değerlendirilmesine
yönelik tüm çalıĢmaları da ulusumuzun sanattaki ve kültürdeki çağdaĢ
yaratıcılığını da bütün gücüyle destekleyecektir.
Anadolu kültür ve medeniyetinin tüm mirası aynı önem ve eĢitlik içerisinde
değerlendirilecektir.
Yurt dıĢındaki eserlerimiz de dahil olmak üzere, tarihi ve kültürel
varlıklarımızın tespiti, korunması ve tanıtılması için her türlü tedbir alınacaktır.
Yurt dıĢına yasa dıĢı yollarla kaçırılan taĢınır kültür varlıklarımızın ülkemize
iadesi için her türlü gayret gösterilecektir.
Doğal ve arkeolojik sit alanlarının korunması ve insanlığın ortak mirası olarak
gelecek nesillere aktarılması için etkin önlemler alınacaktır.
…….eski
yapı
ve
eserlerin
korunmasına,
eski
eser
kaçakçılığının
önlenmesine yönelik tedbirlerin alınmasına ağırlık verilecektir. ―
Hükümet programlarındaki konumuzla ilgili bölümleri bu Ģekilde inceledikten
sonra, Ģimdi milli müze konusunu ele almak istiyoruz.
Ülkemizde bir milli müzenin kurulması konusu daha Cumhuriyet‘in ilanından
önce gündeme gelmesine ve bu hususta prensip kararı alınmasına rağmen, böyle
bir müzenin kurulamadığına değinmiĢtir.
Milli müze konusu çeĢitli zamanlarda tekrar tekrar ortaya atılmıĢ ve
tartıĢılmıĢtır. 10 ġubat 1933 tarihinde Ġstanbul Topkapı Sarayı Müzesi‘nde bilim
adamlarıyla yapılan toplantıda ―Türk Bilimler Akademisi ve Milli Müze‖ kurulması
kararlaĢtırılmıĢtır.
163
Milli müze kurma giriĢimlerinden biri de 1964 yılında Mehmet Önder‘in Eski
Eserler ve Müzeler Genel Müdürü olduğu sırada yapılmıĢtır. O zaman. Ankara
‗nın merkezi yerlerinden biri olan Ulus semtindeki Roma Hamamı kalıntıları ile
çevresinin 75 dönümlük bir alanı kapladığı ve buranın milli müze için uygun bir yer
olduğu, antik hamam kalıntılarına dokunmadan etrafına ―U‖ Ģeklinde bir milli müze
binası yapılabileceği kanaatine varılmıĢtır.
Bu görüĢ ve düĢünce üzerinden hareket edilerek milli müze binasının
projeleri hazırlanmıĢ, maliyet hesapları çıkarılmıĢ ve o zamanın parası ile 80
milyon liraya mal olacağı tahmin edilmiĢtir.
BeĢ yıllık plana da girmiĢ olan bu proje bir kısım arkeoloji çevrelerinin tepkisi
ve Anıtlar Yüksek Kurulu‘nun aksi yöndeki kararı dolayısıyla uygulanamamıĢ ve
bir milli müze kurma giriĢimi de böylece tekrar rafa kaldırılmıĢtır.
1. ve 2. beĢ yıllık plan dönemlerinde programa alınan ve Roma Hamamı
alanında yapılması planlanan milli müze konusu 1973 yılında yeniden gündeme
gelmiĢ, etütler yapılmıĢ, projeler hazırlanmıĢ ve müzenin, antik hamam
harabelerini
kuĢatacak
Ģekilde
tek
katlı
pavyonlar
halinde
yapılması
düĢünülmüĢtür.
Ama o yıllar Kültür Bakanlığı‘nın kurulma ve tekrar kaldırılma zamanlarıdır.
Ülkemizde bir milli müze kurulması giriĢiminin 1989 yılında bir defa daha
gündeme geldiğini görmekteyiz.
Zamanın Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek, 29 Ağustos 1989 tarihinde,
Ankara ‗da Çankırı Caddesi‘nin kenarında, 75 bin m2.lik alan içerisinde bulunan
Roma Hamamı kalıntılarında uzmanlar ve müzecilerle bir toplantı yapmıĢ ve
incelemelerde bulunmuĢtur. Zeybek burada yaptığı konuĢmada, hamamın
arkeolojik park olarak düzenleneceğini ve kurulacak milli müzenin, hamam
harabelerine zarar vermesinin söz konusu olmadığını ifade etmiĢtir.
Cumhuriyetin 50. yılına, yani, 1973 yılına ulaĢtığımız zaman müzelerimizin
durumu ne idi? ġimdi istatistikî bilgiler ıĢığında buna bir bakalım.
Bu tarihte mevcut müzelerimizden; Adana, Afyon, AkĢehir, Amasya, Antalya,
Alanya, Aydın, Ankara Anıtkabir, Ankara Arkeoloji, Ankara Etnografya, Ankara
TBMM, Bergama, Bodrum, Burdur, Bursa, Çanakkale, Çorum, Diyarbakır,
EskiĢehir, Edirne, Erzurum, Selçuk Efes, Gaziantep, Hatay, Ġstanbul Hisarlar,
Ġstanbul Arkeoloji, Ġstanbul Ayasofya, Ġstanbul Topkapı Sarayı, Ġstanbul Türk ve
Ġslam Eserleri, Ġzmir, Ġzmit, Ġznik, Kars, Kastamonu, Kayseri, Konya, Kütahya,
164
Elazığ, Manisa, MaraĢ, NevĢehir, Niğde, Samsun, Sinop, Sivas, Ġzmir Tire, UĢak,
Urfa ve Van Müzeleri olmak üzere 49 müzemiz müdürlük halinde yönetilmekte,
geri kalan,
Aydın-Afrodisias, Çorum-Alacahöyük, Bitlis-Ahlât, Polatlı-Alagöz, BartınAmasra, Çorum-Boğazköy, Çankırı-Denizli, Konya-Ereğli, Ġçel- Erdemli, MuğlaFethiye, Ürgüp-Göreme Açıkhava, Polatlı-Gordiyon, HacıbektaĢ, NevĢehir,
Antalya-Karain, Kadirli-Karatepe, Kayseri-Kültepe, Fethiye-Leteon, Aydın-Millet,
Bursa-Mudanya, Mardin, Malatya, Ġçel-Silifke, EskiĢehir-Seyitgazi, ManavgatSide, YeniĢehir-ġemakievi, Çanakkale-Truva, Tekirdağ, Ġçel-Tarsus, Tokat,
NevĢehir-Ürgüp, Trabzon, Isparta-Yalvaç Müzeleri olmak üzere 34 müzemiz ise
memurluk Ģeklinde yönetilmekteydi. Böylece toplam müze sayısı 83 idi.
1973 yılına girdiğimizde bu müzelerimizdeki envanter edilmiĢ eser sayıları,
Arkeolojik ve Etnografik eserler
461.285
Sikkeler
698.771
Tabletler
97.443
ArĢiv Belgeleri
33.365
Toplam
1.290.864
Bu rakama ġer‘i Mahkeme Sicilleri ve kitaplar dahil değildir. Onlarla beraber
toplam sayı 1.487.630 ‗u bulmaktadır.
En fazla ziyaret edilen ilk beĢ müzemiz Ġstanbul Topkapı Sarayı, Ġstanbul
Ayasofya, Konya Efes ve Anıtkabir Müzeleridir. Bunların ziyaretçi sayıları
yukarıdaki sıraya göre; 966.372, 704.044, 524.676, 508.829, 221.240 kiĢidir.
Paralı olarak en fazla ziyaret edilen ilk on müze ve ziyaretçi sayıları
aĢağıdadır.
Ġstanbul Topkapı Sarayı, 926.754, Ġstanbul Ayasofya 556.015, Selçuk-Efes
501.328, Konya 350.267, Anıtkabir 188.052, Bergama 171.737, Ġstanbul Hisarlar
100.399, Ġstanbul Arkeoloji 95.568, Göreme Açıkhava 91.078 ve Alanya 75.151
kiĢi.
165
1973 yılanda müzelerimizde 400‘ün üzerinde salon ziyarete açık bulunmakta
idi.
1972 yılsonu rakamlarına göre, müzelerimizi ziyaret edenlerden alınan giriĢ
ücreti tutarı 10.195.856, TL. ve film-fotoğraf çekenlerden alınan 1.495.715, TL. ile
birlikte müzelerimizden elde edilen gelir miktarı toplam 11.691.571, TL.‘dır.
En fazla ziyaretçi geliri getiren ilk on müzemiz sırasıyla, 1- Topkapı Sarayı,
2- Ayasofya, 3- Efes, 4- Konya, 5- Ġstanbul Arkeoloji, 6- Bergama, 7-Truva, 8Göreme Açıkhava, 9- Anıtkabir, 10- Ġstanbul Hisarlar Müzeleri olmuĢtur.
Bu müzelerden birinci sıradaki Topkapı Sarayı Müzemiz 4.024,637, tl gelir ile
tüm müzelerimizin ziyaretçi gelirinin % 40 ‗ı bir miktarda hasılat elde etmiĢtir.
Fotoğraf ve film çekme gelirlerinde ise Efes Müzesi 637.685, TL. ve Topkapı
Sarayı Müzesi 408.366, TL. ile ilk iki sırayı paylaĢıyorlardı.
1972 yılında, müzelik eser satın alımında ilk on sırayı alan müzeler ve
aldıkları eser sayıları Ģu Ģekildedir.
1- Bursa Müzesi: 7.580, 2- Adana Müzesi: 4.577, 3- Ankara Arkeoloji
Müzesi: 1.930, 4- UĢak Müzesi:1.644, 5- Tarsus Müzesi: 1.259, 6- Konya Müzesi:
1.019, 7- Kayseri Müzesi: 1.015, 8- Gaziantep Müzesi:1.011, 9-MaraĢ Müzesi:
964, 10-Çanakkale Müsezi:866.
Bu Ģekilde, müzelerimizdeki eser sayısı gittikçe artmıĢ ve yeni müzelere
ihtiyaç duyulmuĢtur. Birinci ve ikinci beĢ yıllık kalkınma planları çerçevesinde, yani
on yıllık süre içerisinde birçok yeni müze binası yapılmıĢtır. Adana, Antalya,
Aydın, Afyon, Bergama, Burdur, Bursa, Edirne, Efes, Gaziantep, Kayseri,
Samsun, Tire, Urfa, UĢak, Ürgüp, Van ve Yalvaç müzeleri bunlara örnektir.
Ayrıca Alacahöyük, Boğazköy, Alanya, Çorum, Konya ve Erzurum Müzeleri
de yeni binalarına kavuĢmuĢtur.
Ülkemizin tarihi ve arkeolojik zenginlikleri, her dönemde yerli ve özellikle
yabancı araĢtırmacıların ve hafirlerin devamlı olarak dikkatini çekmiĢtir.
Cumhuriyet
döneminde
ve
özellikle
1970‘li
yıllardan
baĢlamak
üzere
yurdumuzdaki kazı ve araĢtırmalar sürekli olarak artmaya baĢlamıĢtır. Daha
önceki yıllarda Türk Tarih Kongrelerinde ve baĢka bilimsel toplantılarda verilen
kazı sonuçlarına ait bildirilerin bir çatı altında toplanması düĢünülmüĢ, bu amaçla
Türk ve yabancı bilim heyetleri tarafından ülkemizde yapılan kazı sonuçlarının
bilim alemine sunulduğu ilk ―Kazı Sonuçları Sempozyumu‖ Eski Eserler ve
166
Müzeler Genel Müdürlüğü‘nce 12-16 ġubat 1979 tarihleri arasında Ankara‘da
Türk Tarih Kurumu Konferans salonunda yapılmıĢtır.
Daha sonraki yıllarda, araĢtırma ve arkeometri konularının da dahil
edilmesiyle kapsamı geniĢleyen ve tam bir uluslar arası nitelik kazanan bu
sempozyumlar her yıl periyodik olarak yapılır hale gelmiĢtir.
1980‘li yıllarda Eski Eserler ve Müzeler (daha sonra Anıtlar ve Müzeler)
Genel Müzeler tarafından yurdun çeĢitli yerlerinde yapılan kurtarma kazılarının da
gün geçtikçe arttığını görüyoruz. Bu kazılar genel olarak bilim âlemine pek fazla
duyurulmuyordu. Söz konusu kazıların
sonuçlarının da bildiriler halinde
sunulması; hem o müzenin tanıtımı sağlayacak ve hem de kazıyı yapan müze
uzmanlarını daha titiz çalıĢmaya teĢvik edecekti. Bu doğrultudaki, ilk ―Müze
Kurtarma Kazıları Toplantısı‖ 16-20 Nisan 1991 tarihinde yine Ankara ‗da yapılmıĢ
ve bu toplantılar her yıl yapılmaya baĢlanmıĢtır. Zaman içinde Kurtarma Kazıları
Toplantısı ismi ―Müze ÇalıĢmaları Semineri‖ haline dönüĢmüĢtür.
Gerek sempozyumlarda verilen bildiriler, gerek Müze Kurtarma Kazıları
toplantısında verilen bildiriler kitap halinde yayınlanmaktadır.
Daha önce bahsettiğimiz Maarif (Milli Eğitim) Ģuraları dıĢında ilk Milli Kültür
ġurası 23–27 Ekim 1982 tarihleri arasında Ankara ‗da Dil ve Tarih Coğrafya
Fakültesi‘nde Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından düzenlenmiĢtir.
Söz konusu Bakanlığın 27.5.1982 tarih ve ġur. Sek.302/3/A sayılı onayı ve
―T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı I.Milli Kültür ġurası ÇalıĢma Yönergesi‖
çerçevesinde yürütülen ġura, 23 Ekim 1982 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanı
Ġlhan Evliyaoğlu‘nun sunuĢ konuĢmasından sonra, Devlet BaĢkanı Orgeneral
Kenan Evren‘in açıĢ konuĢmasıyla baĢlamıĢtır. AçılıĢ törenine 12 Eylül Dönemi
Milli Güvenlik Kurulu Üyeleri, DanıĢma Meclisi BaĢkanı Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak,
BaĢbakan Bülent Ulusu, Bakanlar Kurulu Üyeleri, Yüksek Yargı Organları
temsilcileri, DanıĢma Meclisi üyeleri, Askeri ve Mülki Erkan, ġura üyeleri ve diğer
ilgililer katılmıĢlardır.
ġura BaĢkanlığı Bakan Ġlhan Evliyaoğlu, MüsteĢar Kemal Gökçe, A.Adnan
Saygun, Prof.Dr. Tahsin Özgüç, Doç.Dr. Sevim Kantarcıoğlu, Doç. Dr. Dursun
Yıldırım‘dan; ġura sekretaryası da Erten Altaban, ġakir Çelik, ġebnem Altıok,
Mustafa Doğan ve Handan Oralay‘dan oluĢturulmuĢtur.
I.Milli Kültür ġurası‘nda genel olarak 15 konu ele alınmıĢtır. Bunlar: Genelde
Kültür ve Temel Değerler, Türk Dili ve Edebiyatı, Tarih, Müzik, Mimarlık ve Tarihi
167
Çevre, Sahne Sanatları, Plastik Sanatlar, Türk Süsleme Sanatları, Türk Halk
Kültürü,
Kütüphane
Dökümantasyon-ArĢiv,
Müze,
Sinema,
Yayın,
Kültür
Hizmetlerinin Organizasyonu, DıĢ Kültürel iliĢkiler ile Türk Kültürünün Ġç ve DıĢ
Tanıtılması, Yayılması konularından ibaretti. Bu konuların görüĢülüp, tartıĢılması
ve istiĢare nitelikteki raporların hazırlanması amacıyla 15 komisyon (çalıĢma
grubu) oluĢturulmuĢtur.
Bu komisyonlardan birisi de Müze Komisyonu idi, komisyon 23-24 Ekim
1982 tarihlerinde Dr.Nurettin Yardımcı‘nın baĢkanlığında, Prof.Dr. Cevdet
Bayburtluoğlu, Prof.Dr. OluĢ Arık ve Nazın Tapan (Ölçer) in baĢkanlık divanı
üyeliklerini oluĢturmasıyla çalıĢmalarını yapmıĢtır. Komisyon sözcülüğü görevi
Prof. Dr. OluĢ Arık‘a, geçici sekreterlik görevi Ankara Etnografya Müzesi Müdürü
Osman Aksoy‘a verilmiĢtir.
Müze komisyonunun hazırladığı rapora, soyadı sırasına göre; Prof. Dr.OluĢ
Arık, Prof. Dr. Cevdet Bayburtluoğlu, Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri Eski Müdürü
Necati Dolanbay, Prof. Dr. Refik Duru, Bodrum Müzesi eski Müdürü Haluk Elbe,
Prof. Dr. Afif Erzen, Diyarbakır Müzesi Müdürü Necdet Ġnal, Prof. Dr. Baki Öğün,
Prof. Dr. Günsel Renda, Ġstanbul Türk ve Ġslam Eserleri Müzesi Müdürü Nazan
Tapan (Ölçer) , Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi Müdürü Raci Temizer,
Ankara Etnografya Müzesi Müdürü Osman Aksoy, EskiĢehir Müzesi eski Müdürü
Dündar Tokgöz, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Sebahattin Türkoğlu ve Eski
Eserler ve Müzeler Genel Müdürü Dr.Nurettin Yardımcı imza koymuĢlardır.
Müze Komisyonu raporu; komisyon sözcüsü Prof.Dr. OluĢ Arık tarafından
Genel Kurul‘da okunmuĢ ve konuyla ilgili konuĢma ve tartıĢmalar yapılmıĢtır. Bu
bölümde; Prof. Dr. Emin Baran, Mehmet Önder, Ord. Prof. Dr.Ekrem Akurgal,
Yılmaz Özcan, Prof. Dr. Ömer Faruk Akün, Prof. Dr. Afet Ġnan, Özer Sezgin, Zekai
Baloğlu, Prof. Dr. Nezih Eldem, Dr. Orhan Özkan, Doç. Dr.Galip Karagözoğlu,
Öğretmen Albay Özdemir Akoğlu, Prof. Dr. Baki Öğün, Prof.Dr. OluĢ Arık ayrı ayrı
söz alarak görüĢlerini belirtmiĢlerdir. Müze Komisyonunun hazırladığı rapor, giriĢ
kısmı dıĢında altı ana baĢlık altında hazırlanmıĢtır. Bu baĢlıklar Ģu Ģekildedir;
TeĢkilatlanma, Bütçe, Eğitim( a) Müzecilerin Eğitimi b) Müzede Eğitim), Koruma,
AraĢtırma ve Yayın, Yeni Kurulacak Müzeler Hakkında Öneriler.
Müze Komisyonundan baĢka, Mimarlık ve Tarihi Çevre Komisyonu ile Kültür
Hizmetlerinin Organizasyonu Komisyonlarında da bazı müzeciler üye olarak görev
almıĢlardır.
168
Birinci Milli Kültür ġurası Genel Kurul görüĢmeleri ile Komisyon raporları iki
cilt kitap halinde yayınlanmıĢtır.
Ġkinci Milli Kültür ġurası, birincisinden yedi yıl sonra, 5-8 Aralık 1989 tarihleri
arasında yine Ankara ‘da düzenlenmiĢtir. Kültür Bakanlığı tarafından düzenlenen
Ģuranın Milli Kütüphane‘deki açılıĢ törenine CumhurbaĢkanı Turgut Özal, Devlet
Bakanı ve BaĢbakan Yardımcısı Ali Bozer, Bakanlar, Ankara Valisi, ġura Üyeleri
ve öteki ilgililer katılmıĢtır. ġura etkinlikleri çerçevesinde bir de ÇağdaĢ Türk
Sanatı Sergisi açılmıĢtır.
Milli Kültür ġurası‗na davet edilen 137 kurum ve kuruluĢtan 112 temsilci Ģura
çalıĢmalarına bizzat katılmıĢ ve bunlardan 72 ‗si bildiri sunmuĢtur.
ġura ‗da özel olarak ortaya konulan görüĢ ve öneriler arasında, eski eserler
ve müzecilik hakkında Ģu hususlar yer almıĢtır:
—Yurt dıĢındaki Türk eserlerinin korunması konusunda DıĢiĢleri Bakanlığı ve
ilgili ülkelerle iĢbirliğinde bulunulması,
—Yurt içinde Kültür ve Tabiat Varlıklarının korunması tedbirlerinin alınması,
—Kültür Bakanlığı olarak çevre bilincinin geliĢmesine gayret gösterilmesi,
Ġstanbul, Bursa ve Edirne gibi Ģehirlerin ―Müze ġehri‖ olma özelliklerini
muhafaza edecek tedbirlerin alınması,
— Geleneksel Türk süsleme sanatıyla ilgili eserlerin bir araya getirileceği bir
müzenin kurulması, bu sanatla ilgili kitap, broĢür, film ve videobantların
hazırlanması, Milli sanatımız minyatürün asıl unsurlarının bozulmadan
yaygınlaĢtırılması tedbirlerinin alınması,
— Ankara‘da bir ―Milli Müze‖ ve ―Folklor Açık Hava Müzesi‖ kurulması, ayrıca
―Açık Hava Tarım Müzesi‖ ―Modern Sanat Müzesi‖ , ―YaĢayan El Sanatları
Müzesi‖, ―Geleneksel Türk Süsleme Sanatı Müzesi‖ , ―Türk – Ġslam Eserleri
Müzesi‖gibi müzelerin kurulması, ―Kendi müzeni kendin kur‖ kampanyasının
baĢlatılması, etnografya müzelerinin çoğaltılması ve yaygınlaĢtırılması,
müzelerimizin ve
galerilerimizin çağdaĢ teknik ve anlaĢıĢla teĢhire
kavuĢturulması.
Ġkinci Milli Kültür ġurası Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek zamanında
düzenlenmiĢtir. Cumhuriyetin 60. yılı tamamlanıp 61. yıla adım atıldığı
zamanlarda müzelerin durumu ne idi? ġimdi ona bir göz atalım.
Kültür Bakanlığı‘na bağlı müzeler ve ören yerlerinde bulunan taĢınır ve
taĢınmaz kültür ve tabiat varlıklarının değiĢik metotlarla korunması ve onarılması
169
ile çağdaĢ korumacılığın yaygınlaĢtırılması amacıyla Cumhuriyetin 60. yılı olan
1983 yılında Ġstanbul Restorasyon ve Konservasyon Merkez laboratuarı
kurulmuĢtur. Buranın ilk Müdürü Ülkü Ġzmirli gil ‗dir.
1984 yılında Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü‘ne bağlı 84 müze
müdürlüğü vardır. Bunlara bağlı 128 müzede toplam 2.080.082 adet eser
bulunmaktadır. O yıl içerisinde müzelere 30.535 eserin giriĢi yapılmıĢtır. Müzeleri
7.205.235 kiĢi ziyaret etmiĢ, toplam 740 milyon tl‘nın üzerinde gelir sağlanmıĢtır.
1984 yılında en çok ziyaretçi çeken müzeler sırasıyla, Topkapı Sarayı Müzesi,
Ayasofya Müzesi, Konya Müzeleri, Göreme Açıkhava Müzesi ve Efes Müzesi‘dir.
Efes, NevĢehir, Bergama ve Milet Örenyerleri de en çok ziyaret edilen
yerlerdendir.
Ülkemizde 1984 yılına kadar 90 kentsel sit, 46 tarihi sit, 120 doğal sit, 547
arkeolojik sit olmak üzere 811 adet sit alanının ve 24.500 tek yapının, yetkili
kurullarca tescili yapılmıĢtır. 1984 yılı sonuna kadar TaĢınmaz Kültür ve Tabiat
Varlıkları Yüksek Kurulu‘nca alınan karar sayısı 1690, Ankara Bölge Kurulu‘nca
816, Ġstanbul Bölge Kurulu‘nca 1948, Ġzmir Bölge Kurulu‘nca 1053 olmak üzere
toplam 5507‘dir.
1984 yılından itibaren Türk müzeleri artık ödül almaya baĢlamıĢlardır. Ġlk
ödülü alan müzemiz Ġstanbul‘daki Türk ve Ġslam Eserleri Müzesi‘dir.
Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu tarafından 1977 yılından beri müzecilik
alanında baĢarılı bulunan müzelere verilmekte olan ödüller çerçevesinde; 1984
yılı Avrupa Konseyi yılın müzesi yarıĢmasında Ġstanbul Türk ve Ġslam Eserleri
Müzesi Jüri Özel Ödülünü kazanmıĢtır.
Bu yarıĢmaya 123 Avrupa Müzesi baĢvurmuĢ ve bunlardan ancak 12 ‗si en
iyi müze değerlendirmesine alınmıĢtır. Bu yarıĢmanın ödülleri 25 Mart 1986
tarihinde Hollanda ‗da törenle dağıtılmıĢ ve bu törene Türk ve Ġslam Eserleri
Müzesi Müdürü Nazan Ölçer katılmıĢtır.
Ödül kazanan diğer müzelerimiz sırasıyla Ģöyledir:1987 yılı Avrupa Yılın
Müzesi Jüri Özel Ödülü, Kayhan Dörtlük‘ün yönetimindeki Antalya Müzisi‘ne, 1992
yılı Avrupa Yılın Müzesi Jüri Özel Ödülü Dr.Alpay Pasinli yönetimindeki Ġstanbul
Arkeoloji Müzeleri‘ne, 1995 yılı Avrupa Yılın Müzesi Jüri Özel Ödülü Oğuz
Alpözen ‗in yönetimindeki Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi‘ne, 1997 yılı Avrupa
Yılın Müzesi, Büyük Ödülü Ġlhan Temizsoy yönetimindeki Ankara Anadolu
Medeniyetleri Müzesi‘ne verilmiĢtir.
170
Müzelerimizin yavaĢ yavaĢ ödül alır duruma gelmeleri onur vericidir.
Yukarıda verdiğimiz isiler muhakkak ki birer semboldür. Ödül alan müzelerimizin,
tek tek tüm çalıĢanları ile o müzelerin o hale gelmesi için canla baĢla çaba
sarfetmiĢ olan gelmiĢ geçmiĢ müzecilerimizin de, verilen bu ödüllerde hakları
olduğunu inkar etmemiz olanaksızdır.
Osmanlı Ġmparatorluğu zamanında yoğun olarak yapıldığını gördüğümüz
eski eser kaçakçılığı; alınan tüm yasal ve idari önlemlere rağmen Cumhuriyet
devrinde de sürüp gitmiĢtir. Yurdumuzun dört bir yanında müzelerin kurulmasına
ve müzelerin bulunduğu bölgelerin kısmen disiplin altına alınmasına rağmen;
halkımızın kültür varlıklarının korunması konusunda tam olarak bilinçlenememesi,
kültür düzeyinin yeterli olmaması, kültür varlıklarına karĢı olan talep ve arz
prensibi, yurdumuzda yaĢanan ekonomik sıkıntılar, eski eserlerin yurt dıĢında
daha iyi para edeceği düĢüncesi, ülkemize gelen turist sayısının hızla artması,
milyonlarca vatandaĢımızın yurt dıĢına çalıĢmak üzere gidiĢi, ülkemizin,
kaçakçılar tarafından da transit geçiĢ yolu olarak kullanılıyor olması gibi
nedenlerle eski eser kaçakçılığı ve kaçak kazılar bu dönemde de devam etmiĢtir.
Ama artık, Bergama Sunağı ve Millet‘in anıtsal kapısı gibi büyük mimari
anıtların götürülmesi devri kapanmıĢtır. Bu çağda kaçırılan kültür varlıkları;
mermer kabartma ve heykeller, piĢmiĢ toprak figürinler, idoller, heykelcikler,
camdan yapılmıĢ gözyaĢı ĢiĢeleri ve diğer eĢya, madeni heykelcikler,kap kacak,
kemir vb.. piĢmiĢ toprak kap kacak gibi küçük eserlerden oluĢuyordu. Fakat
bunların dıĢında kaçakçılığın en fazla yoğunlaĢtığı eser grubunu, taĢıma kolaylığı
dolayısıyla sikkeler teĢkil ediyordu.
Cumhuriyet döneminde ülkemiz dıĢına kaçırılan kültür varlıkları hakkında
rasgele örnekler verecek olursak; Dorak Hazinesi, Lidya Eserleri (Karun Hazinesi,
Burdur-Bucak-Cremna
eserleri,
Düzce
civarında
bulunan
Çini
Ġkonalar,
Fethiye‘deki Kadyanda (Üzümlü ) eserleri, Horoztepe eserleri, Antalya – Kumluca
Ġlçesindeki Corydalla ‗da 1962 yılında bulunup Amerika‘ya kaçırılan Bizans
Definesi, Balıkesir Erdek-Kyzikos‘tan kaçırılan arkaik kadın baĢı, Burdur-Gölhisar
ilçesindeki Bubon Ģehri eserleri, Ġçel-Gilindire-Kelenderis eserleri, Doğu Anadolu
ve Van çevresinden kaçırılan Urartu eserleri ve özellikle bronz eserler, Antakya
Mermer Ġkonaları, Büyükçekmece definesi, Merzifon Oymaağaç Höyüğü eserleri,
Konya Karapınar höyüğü eserleri, Perge eserleri sayılabilir.
171
Bursa ‗da Apolyont (Ulubat) Gölü kıyısındaki bir kayalıkta 1955–1956
yıllarında ortaya çıkarılıp yurtdıĢına kaçırılan ve erken bronz çağına tarihlenen
Dorak Hazinesi‘nin kaçırılması olayına, Çatalhöyük‘ün de hafiri olan Ġngiliz James
Mellaart‘ın ismi karıĢmıĢtır.
Ülkemizden kaçırılan kültür varlıklarının izlenmesi, kaçakçılığa karĢı önlem
alınması ve kaçırılan eserlerin geri alınması için mücadele etme konusunda,
müzecilik tarihimizde ilk ve en ünlü örnek Schliemann tarafından kaçırılan Troya
hazinesi olayında karĢımıza çıkmaktadır.
Troya
Hazinesi‘nin
kaçırıldığının
öğrenilmesinden
sonra,
Osmanlı
Hükümeti‘nin Schliemann aleyhine Atina Mahkemesi‘nde dava açması, devletin
kaçakçılığa karĢı yaptığı ilk hukuki mücadeledir. Tarihler, bu davanın, Osmanlı
Hükümeti ile hafir arasında parasal tazminat karĢılığında yapılan bur anlaĢma
sonucunda kapandığını yazmalarına ve eserlerin de geri getirilememesine
rağmen, açılan bu dava eski eserlere sahip çıkılması hususunda bilinçli bir
baĢlangıçtır.
ġimdi, Cumhuriyet‘ten sonra ülkemizden kaçırılan kültür varlıklarının,
yeniden ülkemize kazandırılması konusunda örnekler vermeye çalıĢalım.
ÇeĢitli mübadelelerle ülkemizi terk edip Yunanistan‘a göç eden Rumların,
Niğde yakınlarındaki Andaval Kilisesi‘nden sökerek kaçırdıkları ve üzerinde Hitit
hiyeroglifi ile Nahita (Niğde) adı bulunan yazıt Yunanistan‘dan Cerablus
(KargamıĢ)‘dan Suriye‘ye kaçırılan Hitit kabartmaları ise Suriye‘den satın alınarak
müzelerimize mal edilmiĢtir.
Üye ülkelerin uymaları gereken Uluslar arası anlaĢmalardan da güç alan
Türkiye 1980 ‗li 1990‘lı yıllarda kaçırılan eski eserlerin peĢine düĢme konusunda
daha yoğun çaba harcamaya baĢlamıĢ ve müzeler genel müdürlüğü merkez
örgütünde bir Kaçakçılık ve Ġstihbarat Birimi kurulmuĢtur. Bu çalıĢmalar
kapsamında, yurt dıĢında tespit edilen Anadolu kökenli kültür varlıkları, kâh hukuki
yollarla, kâh diplomatik giriĢimlerle ülkemize geri getirilmiĢtir.
ġimdi, bu çerçevedeki örneklerimizi verelim.
13.12.1976 tarihinde Aydın Ġli Karacasu Ġlçesi, Geyre bucağı Afrodisias
Müzesi‘nden çalınan 8 eserden 6 tanesi A.B.D.‘de bulunarak 1980 yılında;
Antalya Perge‘den kaçırılan ve M.S. 2.yy.‘a tarihlenen Herakles Lahdi‘ne ait bir
parça A.B.D.nin Los Angeles kentindeki Paul Getty Müzesi‘nden 1981 yılında;
1974 yılında Selçuk –Efes Müzesi‘nden çalınan ve Metropolitan Museum Of
172
Art‘da sergilenmekte olan, daha sonra Cenevre‘de Avukat Roger Budin‘e teslim
edilen M.Ö.6.yy.‘a ait Vazo 1982 yılında ülkemize geri getirilmiĢtir. Daha önceki
sayfalarda da belirtildiği gibi 1906- 1912 yılları arasında Alman arkeologlarınca
Boğazköy‘de yapılan kazılarda bulunan Boğazköy (HattuĢaĢ) çivi yazılı tabletleri
1915–1917 seneleri arasında temizlenmek ve okunmak gerekçesiyle ve devlet
izniyle Almanya‘ya götürülmüĢtür.
Bu tabletlerin iadesine 1924 yılında baĢlanmıĢ, 1942 yılına kadar 2943 tablet
ile bir sfenks(Boğazköy Yerkapı‘da bulunan diğer bir sfenks Berlin Müzesi‘nden
2010 yılından sonra ülkemize geri getirilmiĢtir.) Geri kalan 7400 çivi yazılı tablet
Türkiye‘nin yoğun çabaları sonucunda 1987 yılında ülkemize iade edilmiĢtir.
Bahsettiğimiz bu son örnek, bir kaçakçılık olayı değildir. Ama Ģuna da Ģüphe yok
ki, adı geçen eserler, üzerine düĢülmemiĢ olsaydı, Almanlar tarafından hiçbir
zaman kendiliğinden ülkemize geri verilmeyecekti.
1966–1968 yılları arasında, UĢak Ġli civarında bulunan Lidya kültürüne ait
tümülüslerde ve özellikle, UĢak Ġkiztepe Tümülüsü‘nde yapılan kaçak kazılar
sonucunda Lidya uygarlığına ait pek çok eser çıkarılmıĢ ve yasa dıĢı yollarla yurt
dıĢına kaçırılmıĢtır.
Bu eserlerin büyük bir kısmının, New York Metropolitan Museum of Art
(MET)a satıldığının ve bu müzede bulunduğunun öğrenilmesinden sonra, Anadolu
kökenli Lidya sanatına ait bu eserlerin ülkemize iadesi amacıyla Türk Hükümeti
tarafından 29 Mayıs 1987 tarihinde bu müze aleyhine New York Federal
Mahkeme‘de dava açılmıĢtır.
Adı geçen müze, Türkiye‘nin dava açma konusunda ihmali bulunduğu ve
olayın zaman aĢımına uğradığı gerekçesiyle davanın reddini istemiĢtir. Halbuki
kaçırılan eserler 18 yıl müzenin kasalarında saklanmıĢtı. Bunu dikkate alan
mahkeme, verdiği ara kararla müzenin isteğini reddetmiĢ ve müzenin gizli
kasalarında bulunan eserlerin de Türk uzmanlarca incelenmesine müsaade
etmiĢtir. Kasalardaki eserlerin, Anadolu‘dan giden Lidya eserleri olduğunun
kanıtlanması amacıyla 1991 yılında MET Müzesine giden bilimsel heyet 1992
yılında raporunu mahkemeye sunmuĢtur.
Lehimize seyretmekte olan davanın aleyhlerinde geliĢmesinden dolayı, müze
yetkilileri 1993 yılında eserleri geri vermeyi önermiĢlerdir. 1993 yılı içerisinde MET
Müzesi
yetkilileriyle
yapılan
ikili
anlaĢma
sonucu,
mahkeme
sonucu
beklenmeksizin davadan vazgeçilerek ―Karun Hazinesi‖ adı verilen 363 parçadan
173
ibaret Lidya Hazinesi 23.10.1993 tarihinde ülkemize geri getirilmiĢ ve Ankara
Anadolu Medeniyetleri Müzesi‘ne teslim edilmiĢtir.
M.Ö. 700–300 yıllarına tarihlenen Karun Hazinesi‘ne ait eserler 19.11.1993
tarihinde adı geçen müzede düzenlenen bir tanıtım gecesi ile ziyarete açılmıĢtır.
Söz konusu eserler daha sonra esas yurdu olan UĢak‘ a dönmüĢ ve UĢak
Müzesi‘ne teslim edilmiĢtir.
Antalya Ġli Kumluca ilçesi yakınlarında yapılan kaçak kazılarda ortaya
çıkarılan erken Bizans çağına ait eserler 1963 yılında yurt dıĢına kaçırılmıĢtır.
Corydalla Ģehrine ait ve M.S. yy.‘a tarihlenen gümüĢ eserlerden oluĢan bu Bizans
definesinin bir kısmının ABD.‘ndeki Bizans Sanatı Enstitüsü (Dumbarton Oaks
Müzisi) ne satıldığı ve bu müzede bulunduğu 1967 yılında yayınlanan
kataloglardan anlaĢılmıĢtır.
Yine Antalya‘nın Elmalı Ġlçesi Bayındır köyünde 1984 yılında yapılan kaçak
kazılar sonucunda ele geçen M.Ö.5.yy‘a ait 1900 adet civarındaki sikkenin büyük
bir bölümünün yurt dıĢına kaçırıldığı tespit edilmiĢ, daha sonraki yıllarda bu
sikkelerden 10 adedinin Los Angeles‘da, 3 adedinin Zürih‘de, 12 adedinin de
Münich‘de satılmak üzere müzayedeye çıkarıldığı belirlenmiĢ ve giriĢimler sonucu
yurdumuza iadesi sağlanmıĢtır. Geri kalanları satın aldığı öğrenilen, William
Koch‘unda dahil olduğu OKS Partners ġirketi‘ne 1989 yılında dava açılmıĢtır.
Elmalı Sikkeleri‘nin A.B.D.‘nde bulunduğunu belgeleyen, Metropolitan
Müzesi aleyhine açılan davayı destekleyen ve yurtdıĢına yapılan eski eser
kaçakçılığına karĢı gönüllü olarak mücadele eden ve kaçırılan eserleri tespit
etmeye çalıĢan gazeteci–yazar Özgen Acar 1989 yılında, yılın fahri müzecisi
seçilmiĢ ve kendisine bir Ģilt verilmiĢtir.
ÇeĢitli aĢamalardan geçerek 1998 yılına kadar uzayan dava, yapılan
çalıĢmalar ve görüĢmeler sonucunda tarafların ikili anlaĢmasıyla son bulmuĢtur.
Buna göre, davadan vazgeçilerek, Elmalı Definesi‘ne ait 1661 adet sikkenin
ülkemize iadesiyle ilgili anlaĢma 1 ġubat 1999 tarihinde Kültür Bakanı Ġstemihan
Talay tarafından imzalanmıĢtır.
Sikkelerin ülkemize teslim çalıĢmaları için Anadolu Medeniyetleri Müzesi
Müdürü Ġlhan Temizsoy ve arkeolog Tevfik Göktürk 20 Nisan 1999 tarihinde New
York ‗a gitmiĢler ve söz konusu sikkeler 28 Nisan 1999 tarihinde Kültür Bakanı
Ġstemihan Talay tarafından teslim alınarak Ankara‗ya getirilmiĢtir.
174
Elmalı Definesi Sikkeleri Anadolu Medeniyetleri Müzesi‘nde (geçici olmak
kaydıyla ) 30 Nisan 1999 tarihinde açılan bir sergiyle basının ve halkın ilgisine
sunulmuĢtur. Sergi dolayısıyla yapılan törende Özgen Acar‘a tekrar bir teĢekkür
plaketi verilmiĢtir.
Nemrut Dağı Tümülüsü‘ne ait bir eser parçası da 1991 yılında Türkiye‗ye
getirilmiĢtir. Almanya‘nın Münster Arkeoloji Müzesi‘ nde düzenlenen ―Nemrut
Dağı–Jeofizik AraĢtırmaları Sergisi‘nde bulunan ve yasadıĢı yollardan Almanya‘ya
gittiği anlaĢılan, Nemrut Dağı Tümülüsü‘nün batı terasındaki selamlaĢma
sahnelerinden M.Ö. I.yy.‘a tarihlenen Antiokhıs Herakles Stelin ‘deki kırık olan
Antiokhos‘un kabartma baĢ kısmına ait bir parça Prof.Dr. Sencer ġahin‗in çabası
ve yardımıyla ülkemize kazandırılarak 26.12.1991 tarihinde teslim alınmıĢ ve
Adıyaman
Müzesi
teĢhire
açılıncaya
kadar
kaydıyla,
Ankara
Anadolu
Medeniyetleri Müzesi‘nde sergilenmiĢtir.
Bursa Muradiye – Osmanlı Evi Müzesi‘nden 22 Haziran 1989 tarihinde
çalınan iki Osmanlı tombak Ģamdanlarından birini 24 Nisan 1991‘de Londra
Sotheby‘ müzayedesinde satıĢa sunulduğu, diğerinin de aynı firmada olduğu
belirlenmiĢ ve bu eserler giriĢimler sonucu yurda getirilmiĢtir.
Türkiye ayrıca, çeĢitli müzayedelerde satıĢa sunulan ülkemiz çıkıĢlı eserleri
de satın almaktadır. Bu kapsamda; Londra Christie‘s müzayede firmasından
15.12.1988 tarihinde bir Boğazköy tableti, 8-9.11.1989 tarihinde Paris ―Ġslam
Sanatı Müzayedesi‖ nden 17 yy. tombak ibrik, 19.yy. tombak saleplik, 16.yy. Ġznik
tabağı, aynı müzayedenin 6.4.1990 tarihindeki satıĢından Aivazowski imzalı tablo,
Mehmet Nuri imzalı elyazması Kur ‘an –ı Kerim, Tophane Pipo, Ġbadullah imzalı
yazı levhası, Londra‘daki Christie‘s firmasının ―Ġslam Sanatı Müzayedesi‖nden
26.4.1990 tarihinde Minyatür ve Kur ‘an-ı Kerim satın alınarak müzelere teslim
edilmiĢtir.
1985-1986 yılları arasında, Antalya yöresinde ortaya çıkarılarak yurt dıĢına
kaçırılan M.S.2.yy.‘dan kalma mermer Girlantlı lahtin A.B.D. nde Brooklyn
Müzesi‘nde geçici olarak sergilendiği tespit edilmiĢ ve yapılan giriĢimler sayesinde
14.4.1994 tarihinde ülkemize iadesi sağlanmıĢtır.
M.S. 2 yy. Roma Dönemi‘ne ait bir firiz bloğunun New York ‘daki Fortuna
Fine Arts Galerisi‘nde satıĢa sunulduğunun öğrenilmesinden sonra, yapılan
incelemede, bunun 1984 yılı Afrodisias kazılarında bulunup yurt dıĢına kaçırılan
eser olduğu anlaĢılmıĢ ve 14.8.1994 tarihinde ülkemize geri getirilmiĢtir.
175
Yine yasadıĢı yollarla ülkemiz dıĢına çıkarılıp A.B.D.‘ne kaçırılan Marsyas
heykelinin Türkiye‘den götürüldüğünün ispatlanması üzerine, bu heykel ve
ülkemize hibe edilen Gemici Feneri, Afrodisias eserleriyle birlikte 14 Ağustos 1994
tarihinde Türkiye‘ye getirilmiĢtir.
Maryas heykeli, M.Ö.200 yıllarında yapılmıĢ bir heykelin Roma Çağı
kopyasıdır ve 1987 yılında Manisa Ġli, Sarıgöl Ġlçesi, Bağlıca köyünde yapılan
kaçak kazıda bulunmuĢtur. Bu eser, A.B.D.‘ndeki Atlantis adlı galeride örülüp
tespit edilmiĢtir.
Aydın–Afrodisias kazı evinin bahçesinde bulunmakta iken, 14.4.1993
tarihinde çalınarak yurt dıĢına kaçırılan M.S.1.yy.‘a ait Meleagros baĢı heykelinin
A.B.D.‘nde New York Fortuna Fine Arts Galerisi‘nde sergilendiği öğrenilmiĢtir.
Yapılan giriĢimler ve FBI‘ın katkıları sonucunda söz konusu eser 24.1.1995
tarihinde yurdumuza geri getirilmiĢtir.
Yine, Ġzmir Müzesi bahçesinde sergilenmekteyken 28.2.1994 tarihinde
çalınarak yurt dıĢına kaçırılan Roma dönemine ait bir kadın heykelinin durumu
uluslar arası polis teĢkilatı ―Ġnterpol‖ e bildirilmiĢtir. Ġsviçre ‗de bulunduğu tespit
edilen eser, interpol tarafından bir operasyonla ele geçirilerek 17.11.1995
tarihinde ülkemize iade edilmiĢtir.
Roma dönemine ait bir Mermek Torso‘nun, Balıkesir Ġli, Erdek Ġlçesi
Açıkhava Müzesi‘nde dururken kaybolduğu görülmüĢtür. Çalınarak yurt dıĢına
kaçırıldığı sonradan anlaĢılan bu eserin, New York‘ta Ġngiliz Sothebys Müzayede
Firması‘nca düzenlenecek bir müzayedenin kataloğunda yer aldığı tespit
edilmiĢtir. Yapılan giriĢimler ve ikili görüĢmeler sonucunda adı geçen eser
23.11.1995 tarihinde ülkemize geri getirilmiĢtir.
Eski eser kaçakçıları, halkımızın kutsal kabul ettiği ve ibadet yeri olarak
kullandığı camilerimizdeki kültür varlıklarına da el atmaktan geri kalmamıĢlardır.
Bunlar, taĢınabilir küük eserler (Halılar, Kur‘an–Kerimler, El Yazması Levhalar,
ġamdanlar, Kandiller vb.) olabileceği gibi, duvarlardan ancak sökülerek
çıkartılabilecek çiniler de olabilmektedir.
Sökülerek götürülen eserlere bir örnek; Ġzmir Ġli, ÖdemiĢ Ġlçesi, Birgi
Aydınoğlu Mehmet Bey Camisi‘nin 1320 yılına tarihlenen Minber kapısıdır. Ġnce
ağaç oyma iĢçiliğinin Ģaheserlerinden biri olan bu eser 15.5.1993 tarihinde
çalınmıĢtır.
Londra‘da
bulunduğu
tespit
edilen
ve
Ġnterpol
tarafından
gerçekleĢtirilen bir operasyonla ele geçirilen 700 yıllık bu eser, 11.11.1995
176
tarihinde Türkiye‘ye iade edilmiĢ ve Kültür Bakanı‘nın da katıldığı bir törenle
yerine takılmıĢtır. Kapı iki kanat halindedir.
1980 yılında Perge Harabeleri‘nde yapılan bilimsel kazılar sonucu, bir
Herakles heykelinin alt kısmı bulunmuĢ ve sergilenmek üzere Antalya Müzesi‘ne
konulmuĢtur. Heykelin üst kısmının A.B.D.‘nin Boston Museum of Fine Arts ve
Shelby White – Leon Levy adlı koleksiyonerlerin mülkiyetinde olduğu, geçici
olarak Metropolitan Museum of Art‘da sergilendiği ―Glorios of the Past‖ isimli
kataloğun yayınlanması üzerine öğrenilmiĢtir.
Antalya Müzesi‘nde korunan heykelin alt kısmının mülajı çıkarılarak 1991
yılında New York BaĢkonsolosluğumuza gönderilmiĢ ve yapılan denemeler
sonucunda, Prof.Dr. Jale Ġnan‘ın da yardımıyla, mülajın heykelin üst parçasıyla
uyum gösterdiği görülmüĢ ve böylece parçaların birbirine ait olduğu ispat
edilmiĢtir.
Heykelin üst yarısını ellerine bulunduran Leon Levy ve Shelby White adlı
koleksiyoncuların eseri geri vermeyi kabul etmemeleri nedeniyle 18.12.1995
tarihinde haklarında resmen dava açılmıĢtır.
Antik Efes Ģehri kalıntılarından 1965 yılında çalınarak yurt dıĢına kaçırılan
mermer kadın baĢı heykelinden uzun yıllar haber alınamamıĢtır. Efes heykelleri
üzerinde yayın çalıĢması yapan Dr.Maria Auenhammer, bu çalıĢması sırasında,
söz konusu heykel baĢının Ġsviçre‘nin Basel Eski Eserler Müzesi‘nde olduğunu
tespit etmiĢtir.
Avusturya Arkeoloji Enstitüsü BaĢkanı Fritz Krinzinger‘in adı geçen müzenin
müdürü ve öteki yetkililerle yaptığı görüĢmeler olumlu sonuç vermiĢ ve eser
24.10.1997 tarihinde Krinzinger‘e teslim edilmiĢtir. Daha sonra Avusturya
Arkeoloji Enstitüsü‘nce 22.12.1997 tarihinde Viyana Kültür MüĢavirimize verilen
eser, 26.12.1997 tarihinde MüĢavirimizce Türkiye‘ye getirilmiĢ ve Efes Müzesi‘ne
teslim edilmiĢtir.
Ġznik ‘te bulunarak yurt dıĢına çıkarılan bir kurĢun mühürün, merkezi
A.B.D.‘nde bulunan ―Classıcal Humismatic Grup‖ tarafından 23 Aralık 1997
tarihinde New York‘ta yapılacak olan bir müzayedede satıĢa çıkarılacağının
öğrenilmesi üzerine, durum New York BaĢkonsolosluğu‘na bildirilmiĢtir.
KurĢun
mühürün
müzayededeki
satıĢtan
çekilmesi
için
BaĢkonsolosluğumuzca gerekli giriĢimler yapılmasına rağmen, zaman yetersizliği
nedeniyle bu giriĢimden olumlu bir sonuç alınamamıĢtır.
177
Ama buna rağmen, KĠSKA inĢaat ġirketi‘nin New York‘daki temsilcisi Erden
Arkan söz konusu eseri müzayedede satın almıĢ ve ülkemize bağıĢlanan mühür
1977 yılı aralık ayı sonunda Türkiye‘ye getirilmiĢtir.
Yine ABD‘nin New York kentinde Sothebys Müzayede Firması tarafından
19–27 ġubat 1998 tarihlerinde düzenlenen baĢka bir müzayede de, York Dükü ve
DüĢesi‘ne ait eĢyalar satıĢa sunulmuĢtur. Buradaki eserler arasında bulunan ve
Atatürk tarafından Ġngiltere Kralı VII. Edward‘a hediye edilmiĢ olan gümüĢ sigara
tabakası, parası devletimiz tarafından ödenmek üzere BaĢkonsolosluğumuz adına
müzayedede katılan KĠSKA ĠnĢaat ġirketi New York temsilciliğinden bir yetkili
tarafından satın alınmıĢ ve bir kurye ile Türkiye ‗ye getirilmiĢtir.
DıĢiĢleri Bakanlığı ‗ndan 26.3.1998 tarihinde Kültür Bakanlığı‘nca teslim
alınan gümüĢ tabaka Ankara Anıtkabir Müzesi‘ne teslim edilmek üzere KurtuluĢ
SavaĢı ve Cumhuriyet Müzeleri Müdürlüğü‘nde emanete alınmıĢtır.
Paris‗te Drouot Richelieu Müzayede Salonu‘nda 6 Nisan 1998 tarihinde bir
müzayede yapılacağı ve bu müzayedede Sultan II. Abdülhamit‘e ait iki adet devlet
mühürünün de satılacağı tarihçi ve gazeteci Murat Bardakçı tarafından
kamuoyuna duyurulmuĢtur.
Bunun üzerine müzayedeye katılan Türk iĢadamları Erdem Holding Yönetim
Kurulu BaĢkanı Zeynel ağabeydin Erdem ve BaĢkan Yardımcısı Mehmet Nezih
Erdem 538,962 Fransız Frangı karĢılığında mühürleri satın alarak Topkapı Sarayı
Müzesi‘ne armağan etmiĢlerdir.
Sedef saplı ve som altından yapılmıĢ mühürlerin teslim törenine Kültür
Bakanı Ġstemihan Talay ile birlikte Sultan Abdülhamit‘in torununun çocukları
Nurhan Adile ve Ayten Osmanoğlu da katılmıĢ; törende Erdem kardeĢlere ve
Murat Bardakçı‘ya birer teĢekkür plaketi verilmiĢtir.
Basında çıkan haberler üzerine, söz konusu mühürler ve müzedeki öteki
mühürlerle ilgili olarak Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü‘nden rapor istenilmiĢ,
hazırlanan raporda; mühürlerin resmi mühür olmadıkları, Ģahsi mühürler olduğu,
yanlıĢlığın kataloğu hazırlayan müzayede firmasına ait olduğu, bu nedenle satın
alan kiĢilerin bu durumdan haberdar olmadığı belirtilmiĢtir. Raporda ayrıca,
müzede Sultan II. Abdülhamit‘e ait 15 adet mühürün bulunduğu, bunlardan 14
adedinin saray hazinesinden teslim alınan, birinin ise bağıĢ olarak alınan mühürler
olduğu ifade edilmiĢtir.
178
Antalya–Perge ören yerinde ortaya çıkarılan ve bugün Antalya Müzesi‘nde
sergilenmekte olan kabartmalı mermer Herakles Lahdi‘nin kabartmaları 1980 ‗li
yıllarda parçalar halinde kırılarak yurt dıĢına kaçırılmak istenmiĢ ve bunlardan
dördü yurtdıĢına kaçırılmıĢ idi. Bu parçalardan biri ABD‘li milyarder Paul Getty‘nin
koleksiyonunda ortaya çıkmıĢ ve giriĢimler sonucu ülkemize getirilmiĢtir.
Almanya‘nın
Dusseldorf
kentinde
bulunan
Henkel
KgaA
Ģirketinin
bünyesindeki Türk Henkel A.ġ. Henkel‘in 1997 yılında satın aldığı Hans
Schwarzkopf GmbH and CO. KG.firması koleksiyonuna 1984 yılında satın alınan
lahit parçalarının Perge- Herakles Lahiti‘ne ait olabileceğinin tahmin edildiğini ve
bunun yetkili uzmanlarca ispat edilmesi halinde, parçaların Türkiye‘ye iade
edilmek istendiğini 26.1.1998 tarihinde resmen bildirmiĢtir. Bunun üzerine, Antalya
Müze Müdürlüğü‘nden bir uzman 26 Mart 1998 tarihinde Hamburg‘a gönderilmiĢ,
parçaların Herakles Lahdi‘ne ait olduğu kesin olarak anlaĢıldıktan sonra, 6 Mart
tarihinde Ġstanbul‘a getirilmiĢtir.
Lahite ait kabartalı iki mermer parça 27 Mayıs 1998 tarihinde Ġstanbul‘da
düzenlenen bir törenle Henkel Grubu Yönetim Kurulu BaĢkanı H.D.Winkhaus
tarafından TBMM BaĢkanı Hikmet Çetin‘e teslim edilmiĢtir. Törene CHP Lideri ve
Antalya Milletvekili Deniz Baykal ve ĠĢadamı Rahmi Koç‘ta katılmıĢtır. Kabartmalar
28 Mayıs 1998 tarihinde Antalya Müzesi‘ne getirilmiĢtir.
Avusturya ‗nın Dorotheum Ģehrinde 22.4.1997 tarihinde yapılan bir
müzayedede, Anadolu kökenli bir eserin de (Üçlü Hekate Heykeli ) satılacağı
önceden haber alınmıĢ ve Avusturya Büyükelçiliğimizin giriĢimiyle satıĢ
durdurulmuĢtur. Almanya‘da yaĢayan Mehmet Türküncü adlı bir vatandaĢımıza ait
olan eser, mahkeme kararı gereğince adı geçene verilmemiĢtir. Belirtilen eserin
yurda getirilmesi için gerekli çalıĢmalar yapılmaktadır.
Gaziantep Ġli, Nizip Ġlçesi, Belkıs köyünde bulunan Zeugma Örenyerinde
ortaya
çıkan
mozayiklerden
iki
parçasının
yurt
dıĢına
kaçırıldığının
öğrenilmesinden sonra, 1993 yılında bu eserlerin A.B.D.‘nin Houston‘daki Rice
Üniversitesi Menil Koleksiyonu (Müzesi) nde bulunduğu haber alınmıĢtır.
Türk ve yabancı uzmanların incelenmesinden sonra verilen raporlarla,
sözkonusu eserlerin Anadolu‘dan gittiği ispat edilmiĢtir. Menil Müzesi Kuratörü
Dr.Bernard Davezac da ayrıca incelemelerde bulunmak üzere 1997 yılı eylülünde
Gaziantep‘e gitmiĢtir. Eserlerin yurda getirilmesi için gerekli giriĢimler sürmektedir.
179
ÇeĢitli araĢtırmalar ve değiĢik katalogların incelenmesiyle ülkemizden gitmiĢ
eski eserlerin nerelerde bulunduğu tespit edilmeye çalıĢılmaktadır. Bu kapsamda,
Cizre‘deki Ulu Cami‘nin kapısından sökülüp götürülen ejder kabartmalı meĢhur
kapı tokmağının, AkĢehir Seydi Mahmut Hayranı Türbesi‘ne ait sandukanın,
Ġstanbul Nuruosmaniye Yazma Eserler Kütüphanesi‘nde 27 envater numarasıyla
kayıtlı Kur‘an – ı Kerim‘den çalınan elyazması 62 sayfanın, Diyarbakır
Müzesi‘nden kaybolan Sfenks figürininin Danikarka ‗daki Özel ―David Ġslam Sanatı
Koleksiyonu‖ (Müzesi)nde olduğu öğrenilmiĢ ve sözkonusu eserlerin ülkemize
iadesi istenilmiĢtir.
Daha önce de belirttiğimiz gibi kültür ve tabiat varlıklarıyla ilgili kaçakçılığı
önleme çalıĢmaları Müzeler Genel Müdürlüğü bünyesinde kurulu kaçakçılık ve
istihbarat birimi tarafından yürütülmektedir. Bu çalıĢmalar çerçevesinde, çalınan
ve kaçırılan varlıkların fotograflı envanter bilgileri özel ve resmi tüm müzelere,
koleksiyonculara, eski eser ticareti bilgileri özel ve resmi tüm müzelere,
koleksiyonculara, eski eser ticareti yapanlara, müzayede firmalarına, yurt dıĢına
çıkarılmasının önlenmesi amacıyla Gümrük MüsteĢarlığı kanalıyla tüm gümrük
kapılarına, DıĢiĢleri Bakanlığı kanalıyla yurt dıĢı temsilciliklerimize, ĠçiĢleri
Bakanlığı ve Ġnterpol Dairesi ‗ne gönderilerek çok yönlü bir araĢtırma ve denetim
sayesinde eserlerin izlenmesi sağlanmaktıdır.
Arkeoloji ve sanat tarihi konularını içeren yayınlarla, çeĢitli kanallardan temin
edilen kataloglar incelenerek ve
varlıklarımızın
bir
encanterinin
taranarak
çıkarılması
yurt dıĢında
da
ayrı
bir
bulunan
kültür
çalıĢma
olarak
sürdürülmektedir.
Ülkemizdeki korunması gerekli, gerek taĢınır, gerekse taĢınmaz kültür ve
tabiat varlıklarının korunması, kaçakçılığının ve tahribinin önlenmesi amacıyla
Kültür
Bakanlığı‘nca
çok
yönlü
çalıĢmalar
yapılmaktadır.
Bu
amacın
gerçekleĢtirilmesinde en önemli faktörlerin eğitim ve bilinçlendirme olduğu göz
önüne alınarak, kamu kurum ve kuruluĢlarına yönelik eğitim seminerleri
düzenlenmesi planlanmıĢtır. BeĢ yıllık olarak planlanan ve senede iki defa
periyodik olarak yapılan bu seminerlerden ilki 17–21 Kasım 1986 tarihinde
Ankara‘da gerçekleĢtirilmiĢ ve 1990 ‗lı yıllara kadar her sene ilkbahar ve sonbahar
aylarında birer hafta olarak sistemli bir Ģekilde sürdürülmüĢtür.
Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü bünyesinde yapılmakta olan bu eğitim
çalıĢmaları 1992 yılından itibaren müze müdürlüklerine kaydırılmıĢtır. Bu
180
çalıĢmalar kapsamında müze müdürlükleri tarafından, il güvenlik mensuplarının,
örenyerlerinde ve yakın çevresinde oturan vatandaĢlarımızın, illerdeki ilk ve orta
dereceli okul öğrencilerinin bilgilendirilmesi de sağlanmaktadır.
Türkiye ‘de müzecilikle ilgili konular ve sorunlar çeĢitli zaman ve zeminlerde
birçok kereler konuĢulup görüĢüldüğü halde, sempozyum kapsamındaki ilk
toplantı 14–15 Ekim 1993 tarihlerinde, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı himayesinde,
Deniz Müzesi Komutanlığı‘nca, Ġstanbul ‘daki müzeler ile, ilgili kuruluĢların
katılımıyla Kuzey Deniz Saha Komutanlığı‘nda ―I.Müzecilik Sempozyumu‖ adı
altında düzenlenmiĢtir.
Müzecilik ve sorunlarının konuĢulup görüĢüldüğü bu sempozyumda verilen
bildiriler Deniz Müzesi Komutanlığı‘nca bir kitap haline getirilmiĢtir.
Müzecilik açısından muhakkak ki son derece yararlı olan bu ilk
sempozyumun düzenlenmesinde emeği geçen birkaç ismi burada anmakta fayda
vardır. O tarihlerde Kuzey Deniz Saha Komutanı Koramiral Salim DerviĢoğlu idi.
Demiz Kıdemli Albay Ahmet Denizci Deniz Müzesi Komutanı, Deniz Kıdemli
BinbaĢı Faik Celep Deniz Müzesi Komutanlığı Müzecilik ġube Müdürü, Deniz
YüzbaĢı Haldun Apak Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Basın Yayın ve Müze ġubesi
Müdürü olarak görevli idiler.
Ġkinci müzecilik sempozyumu, seminer olarak isimlendirilmiĢtir. Müzeciliğin
çeĢitli boyutlarının ve sorunlarının ele alındığı ve çok sayıda müzeci, araĢtırmacı
ve öğretim üyesinin katıldığı ―II. Müzecilik Semineri‖ 19–23 Eylül 1994 tarihleri
arasında bu defa Ġstanbul ‗da Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanlığı‘nca
düzenlenmiĢtir.
Askeri müze tarafından, bir kitap haline getirilen değerli bildirilerin sunulduğu
bu seminerde, baĢta Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanı P.Kd. Albay ġevket
Keskin olmak üzere, müzenin öteki kıymetli uzmanları ve personeli ev sahipliği
yapmıĢtır.
1996 yılı Türk müzeciliğinin 150. yılı idi. 150. yıl münasebetiyle Kültür
Bakanlığı‘na bağlı müzeler ile diğer müzelerde kutlamalar yapılmıĢtır. Bu
müzelerin baĢında Ankara ve Ġstanbul Müzeleri gelmektedir.
Kültür Bakanlığı‘nca valiliklere bir genelge yapılarak 15. yılın anlam ve
önemine uygun bir Ģekilde kutlanması talimatı verilmiĢ, müzelerce konferanslar
düzenlenmiĢ, gezi ve slâytlı gösteriler yapılmıĢtır. Ankara‘daki kültür müdürlüğü ve
181
müzelerce düzenlenen kutlamalar bir program dâhilinde 23–29 Eylül 1996 tarihleri
arasında hafta düzeyinde tertiplenmiĢtir.
150. yıl kutlamaları dolayısıyla Kültür Bakanlığı‘na bağlı müzeler ve
örenyerleri ücretsiz ziyaret edilmiĢtir. Yine aynı Bakanlıkça, gümüĢ ve bronz
olmak üzere bir hatıra madalyonu bastırılmıĢtır. Madalyon‘un bir yüzünde Fethi
Ahmet PaĢa‘nın portresi, diğer yüzünde ise Bakanlığın amblemi bulunmaktadır.
150. yıl kutlamaları çerçevesinde, Ġstanbul Askeri Müze ve Kültür Sitesi
Komutanlığı tarafından, artık geleneksel bir hale gelmeye baĢlayan müzecilik
sempozyumlarının üçüncüsü düzenlenmiĢtir. ―KuruluĢunun 150 nci Yılında Türk
Müzeciliği Sempozyumu III.‖ adı verilen bu bilgi Ģöleni, üniversitelerin ilgili
bölümlerinden öğretim üyeleri, müzeciler ve koleksiyoncuların katılımıyla 24–26
Eylül 1996 tarihleri arasında Askeri Müze Kültür Sitesi konferans Salonu‘nda
yapılmıĢtır.
Sempozyumda: eski eserler ve müzecilikle ilgili yasal düzenlemeler,
Müzeler, bilim kuruluĢları, koleksiyoncular, antikacılar ve müzayede Ģirketleri
arasındaki iliĢkiler ile çağdaĢ müzecilik uygulamaları, olarak üç ana baĢlık altında
36 bildiri verilmiĢtir.
Ayrıca ―Türk Müzeciliğinin 150. yılında DeğiĢen Kültür Politikaları Ġçerisinde
Sistemin Müze ve Müzecilerimize YaklaĢımı ― konulu bir panel de düzenlenmiĢtir.
Sempozyuma, Askeri Müze ve Kültür Sitesi Komutanı P.Kd. Albay ġevket
Keskin ve ekibi ev sahipliği yapmıĢ, açılıĢ ve kapanıĢ konuĢmalarını Genelkurmay
Askeri Tarih ve Stratejik Etüt BaĢkanı Korgeneral Alper Akseli yapmıĢtır.
Sempozyum bildirileri Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt BaĢkanlığı
tarafından bir kitap halinde yayınlanmıĢtır.
182
183
6.MÜZELER
6.1.T.C.CumhurbaĢkanlığı’na Bağlı Müzeler:
Atatürk Müze KöĢkü271:
27 Aralık 1919‘da Ankara‘ya gelen Mustafa Kemal, önce Ziraat Okulu‘nu
daha sonra da Ġstasyon ġefi KöĢkü‘nü hem konut hem de çalıĢma yeri olarak
kullanmıĢtır. Bu binaların Ata‘nın çalıĢma ve dinlenmesi için yetersiz olmaları
nedeniyle uygun bir konut arayıĢı içine girilmiĢ, daha sakin ve huzurlu bir ortamda
yaĢamasını sağlamak amacıyla bağlar bölgesi Çankaya‘daki bağevi Ankara
ġehremaneti (Belediyesi) tarafından 30 Mayıs 1921‘de Mustafa Kemal‘e armağan
edilmiĢtir. Bağevi, ağaçlar arasında, kuzeyinde Ankara‘ya hâkim büyükçe bir terası
bulunan, dikdörtgen planlı, küçük bir yapıydı. Zemin katında, ortasında fıskiyeli,
sekizgen bir havuzu ve iki yanında birer odası olan merkezî bir taĢlık, aynı plana
sahip üst katta ise bir orta hol ve iki yanında birer oda bulunmaktaydı. 1923‘te Gazi
Mustafa Kemal‘in Latife Hanım ile evlenmesinden sonra ailenin günlük yaĢamı için
yetersiz olan bağevinin büyütülmesi çalıĢmalarına baĢlanmıĢtır. Mimar Vedad
(Tek) tarafından hazırlanan ve uygulaması 1924 yılında tamamlanan projeye göre
eski bağevine, güney cephesine bitiĢik ve tüm bina boyunca uzanan batı ucu
yarım sekizgen bir kule kitlesi ile biten iki katlı yeni bir bölüm eklenmiĢtir. Bu
eklentinin alt katı yemek salonu ve mutfak ofisi; üst katı ise banyo, yatak odası ve
Latife Hanım için çalıĢma odası olarak düzenlenmiĢtir. Bu katta daha önce yatak
odası olarak kullanılan bölüm düzenlenerek geniĢ bir kütüphane ve çalıĢma odası
haline getirilmiĢtir. Ayrıca, zemin katta kuzey cephede giriĢin önüne rüzgârlık
yapılmıĢ, elçi kabul odası olarak düzenlenen kuzeydoğu köĢesindeki oda yarım
sekizgen biçimli bir çıkma ile geniĢletilmiĢtir. Bağevi döneminde taĢlıkta bulunan
havuz kaldırılmıĢ ve bu yer giriĢ holü olarak düzenlenmiĢtir. ÇalıĢmalar sırasında
KöĢk‘ün doğusuna mutfak ve çamaĢırlık içeren, tek katlı yeni bir servis binası
yapılmıĢ ve bir servis merdiveni ile KöĢk‘e bağlanmıĢtır. Bu düzenlemelere bağlı
olarak ortaya çıkan statik problemleri çözmek ve konfor koĢullarını iyileĢtirmek
amacıyla 1926 yılında yeniden onarımlar yapılmıĢ, yapıya kalorifer tesisatı
döĢenmiĢtir. Aynı dönemde Ata‘nın manevi evlatları için çamaĢırhane ve mutfak
kitlesinin üzerine 6 oda ile bir banyodan oluĢan yeni kat eklenmiĢtir. 1930 yılında
271
http://www.tccb.gov.tr/sayfa/cumhurbaskanligi/yerleskeler/muze_kosk/
184
ise, üst katta güneybatı köĢesinde bulunan kuleli bölüm Ata için bir çalıĢma odası
olarak yeniden düzenlenmiĢtir. 1932 yılında hemen yanda inĢa edilen Pembe
KöĢk‘e taĢınıncaya kadar Ata‘nın evi olan, KurtuluĢ SavaĢı ve Cumhuriyet‘in ilk
yıllarında çok önemli olaylara tanıklık eden, Mustafa Kemal Atatürk‘ün,
Cumhuriyet‘in kurulması dâhil, devrimleri planladığı bu yapı 1950 yılında müze
olarak kullanıma açılmıĢtır. Yapıda ve eĢyada hızlanan bozulmaları durdurabilmek
amacıyla 2002–2007 yılları arasında büyük bir bakım ve onarım çalıĢması
baĢlatılmıĢ, bu çalıĢmalarla birlikte yapının bir müzeden çok, kullanıldığı
dönemdeki doğal durumunu yansıtan bir ‗konut‘ olarak sergilenmesi için gerekli
düzenlemeler yapılmıĢtır. Restorasyon çalıĢması tamamlanan Atatürk Müze KöĢkü
19 Nisan 2007‘de tekrar ziyarete açılmıĢtır.
Rüzgarlık ve GiriĢ Holü: KöĢk‘ün giriĢindeki rüzgârlık, 1924 yılında Vedad
(Tek) tarafından eklenmiĢtir. Rüzgârlıktan ulaĢılan bugünkü giriĢ holü, bağevi
döneminde ortasında sekizgen bir mermer havuz bulunan büyükçe bir taĢlıktı.
1924 yılında yapılan yeni düzenleme ile havuz kaldırılmıĢ ve taĢlık bugünkü
durumuna dönüĢtürülmüĢtür.
YeĢil Salon: GiriĢin sağındaki bu oda, 1924 yılındaki yeni düzenlemeye
kadar elçi kabul salonu ve Atatürk‘ün çalıĢma odası olarak kullanılmıĢ, 1924‘te
konuk kabul salonuna dönüĢtürülmüĢtür. Bu dönüĢümde kullanılan hâkim rengin
yeĢil olması nedeniyle ‗YeĢil Salon‘ olarak anılmaktadır. Birçok yazarın anılarında,
Latife Hanım‘ın bu salonda verdiği çay davetlerinden söz edilmektedir.
Yemek Salonu ve Radyo-Sigara Salonu: 1924‘te bağevinin güneyine
eklenen bölümün zemin katında yer almaktadır. Yemek salonunun giriĢinin tam
karĢısında çini kaplı büyük bir Ģömine ile iki yanında kemerli vitray pencereler
bulunmaktadır. Duvarlarının alt bölümlerindeki ahĢap lambriler üst kenarı türkuaz
renkli çinilerin oluĢturduğu bir silme ile tamamlanmıĢtır. Duvarların üst bölümleri
ise bordo renginde düz olarak boyanmıĢ, tavanlar geometrik desenlerle
bezenmiĢtir. Yemek salonu mimari düzenleme ile bütünleĢecek biçimde, büyük bir
yemek masası, vitrin ve büfelerle döĢenmiĢtir.KöĢk‘teki en eski eĢyalardan olan,
kapitone maroken koltuk takımı, radyo ve sigara bölümü olarak kullanılmıĢ olan ve
yemek salonuna açılan sekizgen kulenin zemin katında yer almaktadır. Görkemli
yemek
salonu,
ülke
sorunlarının
uzun
akĢam
sofralarında
tartıĢılarak
çözümlenmesine tanıklık ettiği için Ata‘nın en önemli çalıĢma mekânı olarak da
tanınmıĢtır.
185
Elçi Kabul Salonu: Bağevi döneminde küçük bir oda olan bu yer, 1924
yılında kuzey duvarının
yıkılarak
yarım
sekizgen planlı bir kitle ekiyle
büyütülmesinden sonra elçi kabul salonu olarak kullanılmıĢtır. Salonda Mısır Hıdivi
Abbas Hilmi PaĢa tarafından armağan edilen sedef kakmalı bir yazı masası,
kanepe, koltuklar ve büyük bir dolaptan oluĢan bir takım ile Atatürk‘ün daha önce
kullandığı farklı nitelikli bir yazı masası bulunmaktadır.
Üst Kat Hol: Üst kattaki çeĢitli odaları birbirine bağlayan orta mekândır.
Bağevi döneminde mekânın ortasında bulunan ve alt kat taĢlığı ile görsel iliĢkiyi
sağlayan açıklık 1924‘teki düzenleme sırasında kaldırılmıĢtır. Salonun kuzey
cephesindeki balkon etkileyici bir Ankara manzarası sunmaktadır. Salonda
sergilenen ve Ata‘nın hemen her gün dinlenmek amacıyla kullandığı bilardo
masası KöĢk‘e getirtildiğinde önce bu mekâna yerleĢtirilmiĢ, döĢemede oluĢan
statik sorunlar nedeniyle daha sonra alt kat giriĢ holüne taĢınmıĢtır.
Kütüphane
ve
ÇalıĢma
Odası:
Kütüphane
yapının
en
görkemli
mekânlarından biridir. Odanın tavanı zengin geometrik ve bitkisel motiflerle
bezenerek çok sayıda buzlu ampulle aydınlatılmıĢ, batı duvarındaki ahĢap kemerli
soba niĢi türkuaz renkli çinilerle bezenmiĢ, tüm duvarlar ahĢap sabit kitap
dolaplarıyla donatılmıĢtır. Gazi Mustafa Kemal‘in bilgi ve kültür altyapısını nasıl
oluĢturduğunu gösteren, birçoğunda kendi el yazısı ile aldığı notları üzerinde
barındıran çok sayıda kitap bu raflarda yer almaktadır. Atatürk‘ün Büyük Nutuk‘u
kaleme aldığı çalıĢma masası ve koltuğu bu odanın en önemli eĢyalarıdır.
Kütüphanenin güneyindeki kapı ile geçilen mekân 1930 yılında Ata için
düzenlenmiĢ çalıĢma odasıdır. Bu oda Türkiye‘deki modern mimarinin baĢlangıcı
sayılabilecek, çok özgün niteliklere sahip ‗art-deco‘ tarzında düzenlenmiĢtir. Bu
düzenleme sırasında 1924‘te Osmanlı üslubunda bezenmiĢ olan tavan beyaz boya
ile kapatılmıĢ, metal öğeler sarı, diğer tüm mimari öğeler ile masa ve mobilyalar
siyah beyaz renkler kullanılarak bütünleĢtirilmiĢtir. DöĢeme, yere serilen beyaz bir
ayı postu ile tamamlanmıĢtır.
Yatak Odası ve Banyo: Bağevinin güneyine 1924 yılında eklenen kitlenin
üst katında, alttaki yemek salonunun üzerinde yer almaktadır. Güney duvarında,
ortada çini kaplı bir Ģömine ve iki yanında birer büyük pencere bulunmaktadır.
Odanın batı duvarındaki kapı ile 1930‘da düzenlenen çalıĢma odasına geçiĢ
sağlanmıĢtır. Büyük pencereler, pastel renkli duvarlar ve son derece yalın bir
biçimde bezenmiĢ tavan ile aydınlık ve huzurlu bir dinlenme ortamı sağlanmıĢtır.
186
Odanın döĢenmesinde son derece seçkin, ancak yalın ve gösteriĢsiz mobilyalar
kullanılmıĢtır. Yatak odasından geçilen özel banyo, beyaz renkli fayans kaplı
zemini ve duvarları, aynı renkteki küveti, alafranga tuvaleti, lavabo ve bidesi ile çok
gösteriĢsiz bir mimariye sahiptir. Bu mekân Ata‘nın temizliğe düĢkünlüğünü ve
titizliğini göstermesi açısından ilginçtir.
Misafir Yatak Odası: KöĢk‘ün eski bağevi bölümünde, kuzey cephesinde
bulunan ve güzel bir Ankara manzarasına sahip olan bu oda misafir yatak odası ve
dinlenme odası olarak kullanılmıĢtır. Duvarlarındaki kerpiç sıvaları, sıvalar
üzerinde bulunan çeĢitli dönemlerde yapılan bezeme katmanları, değiĢmeyen
pencere oranları gibi pek çok niteliği ile yapının bağevi dönemine iliĢkin önemli
bilgileri saklamaktadır.
Sergi Salonu: 1924 yılında yapılan düzenleme sırasında kaldırılan eski
mutfak ile diğer servis mekânlarının yerine inĢa edilmiĢ olan mutfak ve çamaĢırlık
bölümüdür. Zaman içinde özgün yapısını tümüyle yitirdiği için son onarım
sırasında bu bölüm, ara duvarlar kaldırılarak sergi salonuna dönüĢtürülmüĢtür.Bu
salonda Müze KöĢk‘ün mimarisi ve tarihî geliĢimi, son dönem onarımı ve
düzenlemesine iliĢkin bilgiler ile Atatürk‘ün yaĢamı ve kullandığı eĢyalar
sergilenmektedir
6.2.Türkiye Büyük Millet Meclis’ine (T.B.M.M.) Bağlı Müzeler:
Milli Saraylar Dairesi BaĢkanlığı‘na Bağlı Müzeler
KurtuluĢ SavaĢı Müzesi: Ankara Ulus Meydanı‘nda yer alan KurtuluĢ
SavaĢı Müzesi‘nin plânı Vakıflar Genel Müdürlüğü mimarlarından Salim Bey
tarafından yapılmıĢtır. Bina, 23 Nisan 1920 ile 15 Ekim 1924 tarihleri arasında
Büyük Millet Meclisi olarak kullanılmıĢ, önce 23 Nisan 1961‘de Türkiye Büyük
Millet Meclisi Müzesi adı ile, 23 Nisan 1981‘de de KurtuluĢ SavaĢı Müzesi ismi
ile ziyarete açılmıĢtır. Koridorun solunda 1918-1923 tarihleri arasındaki olayları
tanıtılmakta, sağ tarafında ise Meclis çalıĢmaları birinci ve ikinci dönem
milletvekillerine ait fotoğraf, yağlı boya tablo, belge ve hatıra eĢyalar
sergilenmektedir. Sivas Kongresi‘nde kullanılan masa, Erzurum Kongresi‘nde
kullanılan mühür, KurtuluĢ savaĢı‘nda kullanılan telefon santrali, bazı savaĢ araç
ve gereçleri ile Gümrü AntlaĢması sırasında Kâzım Karabekir PaĢa‘ya armağan
edilen gümüĢ yemek takımı, KurtuluĢ SavaĢı‘nin çeĢitli dönemlerine ait
187
fotoğraflar, Cumhuriyetin ilanından sonraki ilk Bakanlar Kurulu üyelerinin
fotoğrafları bulunmaktadır. Meclisin 23 Nisan 1920‘de toplandığı ve ilk hali ile
sergilenen Meclis Toplantı Salonu‘nda baĢkanlık ve divan üyelerinin, arkasında
eski yazı ile ―Hakimiyet Milletindir‖ yazısı yer alan kürsüsü vardır. Mustafa Kemal
Atatürk‘ün çalıĢma odası ise Reis Odası (MeclisBaĢkanı) olarak ilk hali ile
korunmuĢtur.
Ankara-KurtuluĢ SavaĢı Müzesi (1961):
Bugün
KurtuluĢ SavaĢı
Müzesi olarak
isimlendirdiğimiz Ankara‘nın
Ulus
Semtindeki I.T.B.M.M. binası Ġttihat ve Terakki Cemiyeti kulübü olarak kullanılmak
amacıyla 1915-1920 yılları arasında inĢa edilmiĢtir. Binanın mimarı olan Hasip Bey
KurtuluĢ SavaĢında Ģehit düĢmüĢtür.
23 Nisan 1920 tarihinde ilk Türkiye Büyük Millet Meclisinin burada açılmıĢ
olması, KurtuluĢ savaĢına ait birçok önemli kararın burada alınmıĢ olması ve 29
Ekim 1923 tarihinde cumhuriyetin burada ilan edilmiĢ olması bakımından bu bina
cumhuriyet tarihi açısından bir sembol niteliğindedir.
Meclis, ikinci binasına taĢındığı 15 Ekim 1925 tarihine kadar çalıĢmalarını
burada sürdürmüĢtür. Daha sonra Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezi olarak
kullanılmak üzere tahsis edilen bina, aynı zamanda yeni açılan hukuk mektebi
tarafından da kullanılmıĢtır.
1952 yılında binanı boĢaltılmasının ardında, 15 Haziran 1952 tarihli
Bakanlar Kurulu kararı ile Milli Eğitim Bakanlığına devredilmiĢtir.
1957 yılında müzeye dönüĢtürülmesine karar verilen yapı, 23 Nisan 1961
tarihinde törenle ziyarete açılmıĢtır.
Müzenin ilk müdürü 20.2.1957-16.8.1961 tarihleri arasında görev yapan
Kemal Güngör‘dür.
Kemal Güngör, 1914 yılında Denizlinin Acıpayam Ġlçesi, YeĢilyuva köyünde
doğmuĢtur. Ġlkokulu YeĢilyuva Köyünde, orta öğrenimini denizlide tamamlamıĢ,
daha sonra Erzurum ve Ġstanbul öğretmen okullarında okuyarak 1935 yılında
mezun olmuĢtur.
MuĢ Ġlkokulunda öğretmenlik yapan Kemal Güngör okumaya olan merakı
dolayısıyla D.T.C,F, Antropoloji ve Etnoloji bölümünde de okuyarak, 1940 yılında
buradan mezun olmuĢ ve aynı yıl Halk Partisinde iĢe baĢlayarak, burada folklor ve
müze bölüm Ģefliği ve müfettiĢlik görevini sürdürmüĢtür.
188
Kemal Güngör 18.8.1944 tarihinde Ankara Etnografya Müzesi Müdür
yardımcılığına atanarak müzeler teĢkilatına katılmıĢ, Bergama‘daki Etnografya
Müzesinin teĢhir tanzimi iĢinde görevlendirilmiĢ, daha sonra Eski Eserler ve
Müzeler Genel Müdürlüğünde uzman olarak görev almıĢ ve anıtkabir müzesi
müdür vekilliğini de yapmıĢtır.
Eski Türkiye Büyük Millet Meclisi Binasının müze haline getirilmesinde
yorulmadan çalıĢmıĢ olan kemal Güngör, kendi ifadesiyle ―Türk ulusu ve aziz
Atatürk‘ün ülkülerinin gerçekleĢtiği milli bir anıt olan bu müesseseyi, onun
vasiyetini yerine getiren Ģanlı ordumuzla, devrimci ve Atatürkçü Türk geçliğine
armağan ediyoruz‖ diyerek çalıĢma heyecanını ortaya koymuĢtur.
Kemal Güngör, Denizli‘de izinli bulunduğu sırada 16 Ağustos 1961 tarihinde
erken yaĢta yaĢamını yitirmiĢtir.
I.T.B.M.M. binasının müze yapılmasından sonra, 1981 yılında II. T.B.M.M.
binasının da müze yapılmasıyla her iki müze ―KurtuluĢ SavaĢı ve Cumhuriyet
Müzeleri Müdürlüğü‖ olarak tek müdürlük yönetimi altında birleĢtirilmiĢtir.
Bu müzede Kemal Güngör‘den sonra Rıza Onaran, Osman Aksoy, Mustafa
Süel, Yılmaz ġimĢek ve Mehmet Yılmaz müdür olarak görev yapmıĢlardır.
6.3. T.C. BaĢbakanlığı’na Bağlı Müzeler
Ġstanbul Türk ĠnĢaat ve Sanat Eserleri Müzesi(1967):
1697-1702 yılları arasında inĢa ettirilmiĢ Osmanlı çağı eserlerinden olan
SaraçhanebaĢın‘daki Amcazade HüseyinpaĢa Külliyesi 1960‘lı yıllarda restore
edilmiĢ ve 1966 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğünün aldığı kararla müze haline
getirilmiĢtir.
Müze için külliyenin medrese odaları ve dershaneden yararlanılmıĢ,
kütüphane kısmına müzenin idari kısmı yerleĢmiĢ, medrese avlusuna büyük taĢ
mimari eserler yerleĢtirilmiĢ, Sübyan Mektebi bölümünde de bir yapı arĢivi
meydana getirilmiĢtir. Müze 13 Mayıs 1967 tarihinde devlet bakanı Hüsamettin
Atabeyli tarafından ziyarete açılmıĢtır.
Selçuklu ve Osmanlı dönemi Türk mimari elemanlarından çeĢitli örneklerin
sergilendiği müze 1976-1983 yılları arasında kapalı kalmıĢ, gerekli onarımların ve
düzenlemelerin yapılmasında sonra 1984 yılında tekrar ziyarete açılmıĢtır.
Özellikle; tuğralar, çiniler ve ölçü aletlerinden meydana gelen koleksiyonların
189
müzenin önemini artırmaktadır. Müze Vakıflar Genel Müdürlüğüne bağlıdır. Bu
müzede, Ayasofya Müzesi Müdürlüğünü de yapmıĢ olan Erdem Yücel‘de görev
almıĢtır.
Ġstanbul-Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi(1969):
Vakıflar Genel Müdürlüğüne bağlı olan Türk Yazı Sanatları Müzesi 1969
yılında Ġstanbul‘da Vatan Caddesindeki Sultan Selim de Medresesi (Halıcılar
KöĢkü Medresesi)‘nde kurulmuĢtur.
Kanuni Sultan Süleyman bu binayı babası Yavuz Sultan Selim‘in hatırasına
Mimar Sinan‘a yaptırmıĢtır. Daha sonra, 1943 yılından beri Belediye Kütüphanesi
olarak kullanılmakta olan Beyazıt Külliyesi‘nin medrese kısmının onarılması ve
müzeye dönüĢtürülmesinin ardından buraya taĢınan müze, 1984 yılında Türk Vakıf
Hat Sanatları Müzesi adı altında yeniden ziyarete açılmıĢtır. Tezhipli Kur‘anlar,
levhalar, padiĢah yazıları, Sakal-ı ġerif ve Muhafazaları ve Kabe örtüsünün de
bulunduğu müzede Filibeli Arif, ġefik, Sami Hafız Tahsin Hilmi, Hafız Osman,
Yesarizade Mustafa Ġzzet Efendi gibi tanınmıĢ Türk hattatlarının yazılarından
örnekler yer almakta ve sergilenmektedir.
Tarihçi ve yazar Ġbrahim Hakkı Konyalı Vakıflar Genel Müdürlüğünde görev
aldığı yıllarda bu müzenin kurulabilmesi için çok çaba sarf etmiĢtir. Vakıflar
depolarında yığınlar halinde kendi kaderine terk edilmiĢ olan Kuran-ı Kerimler,
levhalar ve diğer el yazması eserler ile hat sanatı örnekleri onun tarafından tasnif
edilerek ve değerlendirilerek Yazı Sanatları (Türk Vakıf Hat Sanatları ) Müzesinin
kuruluĢu gerçekleĢtirilmiĢtir.
Ġstanbul-Halı-Kilim ve Düz Dokuma Yaygılar Müzesi(1979):
Ġstanbul Halı, Kilim ve Düz Dokuma Yaygılar Müzesi 1979 yılında
Ġstanbul‘da Sultanahmet Camisinin MüĢtemilatında ziyarete açılmıĢ ve 1982
yılında geniĢletilmiĢtir. Burada, Ġstanbul ve Anadolu‘daki Camiler den toplanan
halılar,
uĢak
halıları
ve
Osmanlı
Saray
kilimleri
gibi
değerli
eserler
sergilenmektedir. Müze daha sonra, Sultanahmet Camisi Hünkâr kasrı içinde yer
alan ―Halı Müzesi‖ ve Sultanahmet Camisi Sultan Mahfili altındaki fil ahırları olarak
yapılmıĢ yapı içinde yer alan ―Kilim ve Düz Dokuma Yaygılar Müzesi‖ olarak iki
bölüme ayrılmıĢtır. Her iki müzede Vakıflar Genel Müdürlüğüne bağlıdır.
190
6.4.T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na Bağlı Müzeler272
Bursa Müzesi(1903)
Ġstanbul Türk ve Ġslam Eserleri Müzesi (1924)
Anadolu Medeniyetleri Müzesi (1921)
Antalya Müzesi (1922)
Sivas Müzesi(1923)
Ġstanbul-Topkapı Sarayı Müzesi ( 1924)
Adana müzesi(1924)
Ġzmir-Bergama Müzesi( 1924)
Ġzmir Müzesi ( 1925)
Ġzmir Atatürk Ve Etnografya Müzesi(1941)
Ġzmir Etnografya Müzesi(1988)
Edirne Müzesi (1925)
Konya Müzesi (1926)
Amasya Müzesi (1926)
Tokat Müzesi (1926)
Ankara Etnografya Müzesi (1927)
Ġzmir- Selçuk Efes Müzesi(1930)
Kayseri Müzesi (1930)
Afyon Müzesi(1931)
Van Müzesi( 1932)
Sinop Müzesi(1933)
Konya-Ereğli Müzesi (1968)
Bitlis- Ahlat Müzesi(1971)
Samsun Müzesi (1968)
Çorum Müzesi (1968)
Mersin-Tarsus Müzesi (1970)
Malatya Müzesi (1971)
NevĢehir- Ürgüp Müzesi(1971)
Çankırı Müzesi(1972)
Aydın-Millet Müzesi(1973)
Bolu Müzesi (1975)
272
Önder, 1992: 68-256
191
Ġstanbul Divan Edebiyatı Müzesi―Galata Mevlevi Hanesi‖(1975)
Adıyaman Müzesi(1978)
Ankara Resim ve Heykel Müzesi (1980)
UĢak- Atatürk ve Etnografya Müzesi(1981)
Bilecik- Söğüt Müzesi (1981)
Ankara Cumhuriyet Müzesi (1981)
Çorum- Alacahöyük Müzesi(1982)
Muğla- Milas Müzesi(1983)
Denizli- Atatürk ve Etnografya Müzesi(1984)
Çanakkale-Bigalı-Çamçayla Atatürk Müzesi(1984)
Amasya- Hazeranlar Konağı Müzesi(1984)
Erzurum-Atatürk Evi Müzesi(1984)
Isparta Müzesi (1985)
Rize-Atatürk Müzesi (1985)
Antalya-Atatürk Evi Müzesi(1986)
Mersin-Silifke Atatürk Evi Müzesi (1987)
Antalya- Alanya Atatürk Evi ve Müzesi (1987)
Ġstanbul- Mozaik Müzesi (1987)
NevĢehir-HacıbektaĢ Arkeoloji ve Etnografya Müzesi (1988)
Ġstanbul-Ayasofya Müzesi(1934)
Diyarbakır Müzesi (1934)
Ġzmir-Tire Müzesi(1935)
Manisa Müzesi(1935)
Çanakkale Müzesi(1936)
Niğde Müzesi(1936)
Ġstanbul Resim ve Heykel Müzesi (1937)
Ġzmit(Kocaeli) Müzesi(1938)
Erzurum Müzesi(1942)
Kastamonu Müzesi (1943)
Gaziantep Müzesi(1944)
Kütahya Müzesi(1945)
EskiĢehir Müzesi (1945)
Isparta Yalvaç Müzesi (1947)
KahramanmaraĢ Müzesi (1947)
192
Hatay (Antakya) Müzesi (1948)
ġanlıurfa Müzesi (1948)
Burdur Müzesi (1956)
Ġstanbul Rumelihisarı Müzesi (1958)
Ġstanbul Yedikule Müzesi
Kars Müzesi (1959)
Bursa-Ġznik Müzesi (1960)
Karaman Müzesi (1962)
Antalya-Side Müzesi (1962)
NevĢehir-HacıbektaĢ Müzesi (1964)
Muğla–Bodrum Su Altı Arkeoloji Müzesi (1964)
Elazığ Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi (1965)
Konya –AkĢehir Atatürk Müzesi (1966)
Çorum-Boğazköy Müzesi (1966)
Ankara- Gordion Müzesi (1966)
Tekirdağ Müzesi(1967)
Ġstanbul-Adam Mickiewicz Müzesi (1984)
NevĢehir Müzesi (1967)
6.5.Üniversite Müzeleri273
Ġstanbul-Tıp Tarihi Müzesi(1933):
Türkiye‘nin ilk Tıp Tarihi Müzesi Ġstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi,
Deontoloji Ana Bilim Dalı ve Tıp Tarihi Bilim Dalı bünyesinde 1933 yılında
kurulmuĢtur. Müzenin ismi sonraları, değerli tıp tarihi Profesörü Ord. Prof. Dr.
A.Süheyl Ünver ve Prof. Dr. Bedii ġehsuvaroğlu Tıp Tarihi Müzesi olmuĢtur. Ġkinci
bir tıp tarihi müzesi de 1985 yılında CerrahpaĢa tıp fakültesi bünyesinde açılmıĢtır
Abant Ġzzet Baysal Üniversitesi (Bolu):
Doğa Tarihi Müzesi, Biyoloji Bölümü Herbaryumu.
Anadolu Üniversitesi (EskiĢehir):
ÇağdaĢ Sanatlar Müzesi, Cumhuriyet Tarihi Müzesi, Eğitim Karikatürleri
Müzesi, Fen Fakültesi Herbaryumu, Jeoloji Müzesi ve AraĢtırma Laboratuarı,
Ziraat Fakültesi Tarım Müzesi.
273
Onur, 2009: 7-129
193
Ankara Üniversitesi:
Oyuncak Müzesi, Veteriner Tarihi Müzesi, Jeoloji Müzesi, Biyoloji Bölümü
Herbaryumu, Zooloji Müzesi, Ziraat Fakültesi Tarım Müzesi, Türk Ġnkılap Tarihi
Müzesi.
Atatürk Üniversitesi (Erzurum):
Böcek Müzesi, Biyoloji Bölümü Herbaryumu.
Boğaziçi Üniversitesi (Ġstanbul):
Kültür Mirası Müzesi.
Bozok Üniversitesi (Yozgat):
Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi.
Dicle Üniversitesi (Diyarbakır):
Biyoloji Bölümü Herbaryumu.
Düzce Üniversitesi( Düzce):
Bitki Müzesi.
Ege Üniversitesi (Ġzmir):
Tabiat Tarihi Müzesi, Eczacılık Fakültesi Herbaryumu.
Erciyes Üniversitesi (Kayseri):
Gevher Nesibe Tıp Tarihi Müzesi.
Gazi Üniversitesi (Ankara):
Resim Heykel Müzesi, Mesleki Eğitim Fakültesi Müzesi, Somut Olmayan
Kültür Mirası Müzesi, Biyoloji Bölümü Herbaryumu.
Gaziantep Üniversitesi:
Gaziantep Kültürü Müzesi.
GaziosmanpaĢa Üniversitesi (Tokat):
Herbaryum.
Hacettepe Üniversitesi (Ankara):
Sanat Müzesi, Mehmet Akif Ersoy Müze Evi. Herbaryum.
Ġnönü Üniversitesi (Malatya):
Özel Ġsmet Ġnönü Müzesi, Herbaryum (Bitki ve Mikromantar Müzesi.)
Ġstanbul Üniversitesi (Ġstanbul):
Zooloji Müzesi, Jeoloji Müzesi, Onkoloji Enstitüsü-Radyoloji Müzesi,
CerrahpaĢa Tıp Fakültesi Tarihi Müzesi, Eczacılık Fakültesi Herbaryumu, Fen
Fakültesi Herbaryumu, Orman Fakültesi Herbaryumu.
Ġstanbul Teknik Üniversitesi:
194
Doğa Tarihi ve Bilim Müzesi, Açık Hava Müzesi, Doğa-Çevre Bilim Parkı,
Bilim Merkezi.
Karadeniz Teknik Üniversitesi (Trabzon):
Orman Fakültesi Orman Botaniği Anabilim Dalı Herbaryumu.
Marmara Üniversitesi(Ġstanbul):
Herbaryum.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (Ġstanbul):
Resim ve Heykel Müzesi.
Niğde Üniversitesi:
Ak Medrese Müzesi
Osmangazi Üniversitesi (EskiĢehir):
Mühendislik Fakültesi Hesap Araçları Müzesi.
Orta Doğu Teknik Üniversitesi (Ankara):
Bilim ve Teknoloji Müzesi, Arkeoloji Müzesi.
Trakya Üniversitesi (EDĠRNE):
Sultan 2. Beyazıd Külliyesi Sağlık Müzesi,
ÇağdaĢ Resim ve Heykel Müzesi.
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi:
Mühendislik Fakültesi Maden Topografyası Müzesi.
Ülkemizde bulunan vakıf üniversitelerine bağlı müzeler de Ģunlardır:
BaĢkent Üniversitesi (Ankara):
Abdurrahim Tuncak Atatürk Müzesi.
Bilgi Üniversitesi (Ġstanbul):
Santral Ġstanbul ÇağdaĢ Sanatlar Müzesi.
Kadir Has Üniversitesi (Ġstanbul):
Rezan Has Müzesi.
Sabancı Üniversitesi (Ġstanbul):
Sakıp Sabancı Müzesi.
Yeditepe Üniversitesi (Ġstanbul):
Eczacılık Müzesi Bitki Müzesi.
Askeri Yüksek Öğretim Kurumlarındaki Müzeler ise;
Gülhane Askeri Tıp Akademisi:
Tıp Tarihi Müzesi.
Hava Harp Okulu Komutanlığı:
195
Havacılık Müzesi.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti‘nde bulunan Yakın Doğu Üniversitesi‘nde Otomobil
Müzesi, Sanat Müzesi vardır.
6.6. Kamu Kurumlarına Bağlı Diğer Müzeler274
Ankara Anıtkabir ve Müzesi (1953):
Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu, Büyük Önder Mustafa kemal (Atatürk) ün
ölümünden sonra, onun Ģanına uygun bir anıt mezar yaptırılması düĢünülmüĢ ve
bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir prensip kararı alınmıĢtır.
Bu amaçla açılan ve 94 projenin katıldığı uluslar arası proje yarıĢmasında
ilk üç sırayı alan Ġtalyan Mimar Foschimi, Ülman Krüger ile Prof. Emin Onat ve
Doçent Orhan Ardanın birlikte hazırladıkları projeler arasından; Türk sanatçılar
Emin Onat ve Orhan Ardanın projeleri takdire layık görülmüĢ ve Bakanlar
Kurulunca da onaylanmıĢtır.
Anıtkabir inĢası için uygun görülen Ankara Rasattepe (diğer ismiyle
BeĢtepeler) de yer alan Frig çağına
ait Tümülüslerin kazıları inĢaatın
baĢlamasından önce yapılarak tamamlanmıĢtır.
Anıtkabir projesi 700.000m2 lik bir alanı kapsamaktaydı.
Kabir olma özelliğinin yanında baĢlı baĢına muhteĢem bir anıt niteliğindeki
Anıtkabirin yapımının tamamlanmasının ardından, o zamana kadar geçici kabir
olarak kullanılan Ankara Etnografya Müzesinden alınan Atatürk‘ün naĢı 10 Kasım
tarihinde büyük bir törenle buraya defnedilmiĢtir.
Konumuzun esasını teĢkil eden Anıtkabir Müzesi de iĢte bu kompleks
içerisinde, anıtın Çankaya cephesine bakan Misak-ı Milli Kulesi ile inkılap kulesi
arasında yer almaktadır.
Atatürk‘e ait Çankaya KöĢkündeki ve Ziraat Bankası kasalarındaki onun
bizzat kullandığı kiĢisel eĢyalar, hatıra eĢyaları, belgeler, fotoğraflar vb. bu müzede
sergilenmiĢ ve müze 1960 yılında ziyarete açılmıĢtır.
Önce Milli Eğitim Bakanlığının, sonra Kültür Bakanlığının sorumluluğunda,
müzeler teĢkilatına bağlı olan müze, son olarak Genelkurmay BaĢkanlığının
sorumluluğuna verilmiĢtir. Kuleler arasında sergilenen Atatürk‘e ait makam
274
Gerçek, 1999: 441
196
arabaları ile cenazesinin Ġstanbul‘dan Ankara‘ya nakli esnasında kullanılan araba
da müzelik olma özelliğini kazanmıĢtır. Genelkurmay BaĢkanlığına bağlanmadan
önce Anıtkabir Müzesinde Ġdris Özmen ve Yüksel TaĢ uzun yıllar müdürlük
yapmıĢlardır.
Alagöz Karargâh Müzesi(1968):
Ankara Polatlı, Alagöz Köyü‘nde bulunan, Atatürk‘ün Sakarya SavaĢı‘nı
idare ettiği Çiftlik evidir. Bina evin sahibi Türkoğlu ailesi tarafından 1965 yılında
Milli Eğitim Bakanlığı‘na devredilmiĢtir. Anıtkabir Müze Müdürlüğü tarafından
düzenlenerek 10 Kasım 1968 tarihinde müze olarak hizmete açılmıĢtır. Daha
sonra 1982‘de Genel Kurmay BaĢkanlığı‘na bağlı Anıtkabir Komutanlığı‘na
devredilmiĢtir. 1983 yılından bu yana Karargâh Müzesi olarakhizmetvermektedir.
Türkiye Tabiat Tarihi Müzesi(1968):
Ülkemizde ilk ve en kapsamlı Tabiat Tarihi Müzesi Ankara‘da kurulmuĢtur.
Maden Tetkik Arama Enstitüsü Genel Müdürlüğüne bağlı müze, Genel Müdür
Doç.Dr. Sadrettin Alpan zamanında 8 ġubat 1968 tarihinde törenle ziyarete
açılarak
hizmete
girmiĢtir.
Arkeolog
Erfun
Kaptan
yıllarca
bu
müzenin
müdürlüğünü yapmıĢtır. Müzede Maden Tetkik Arama Enstitüsünün yapmıĢ
olduğu jeolojik, minerolojik ve paleontolojik araĢtırma ve çalıĢmalara yer verilmiĢtir.
Ayrıca yer bilim fakültelerinin yapmıĢ olduğu bilimsel ve teknik araĢtırmalar,
materyaller müzede bulunmaktadır.
Müzedeki baĢlıca eserler arasında Fransa
Tabiat Tarihi Müzesi‘nin armağanı, 15 milyon yıl önce Fransa‘da yaĢamıĢ ilk fil
örneği olan Trilophodon angustidesin fosil iskelet kalıbı, Ankara civarında 193
milyon yıl önce yaĢamıĢ 1,5 m. çapındaki dev mürekkep balığı fosili, 25 bin yıl
önce batı Anadolu‘da yaĢamıĢ insanların ayak izleri fosilleri, Türkiye‘de bulunan
değerli ve az değerli taĢ örnekleri, Sivas-Yıldızeli‘ne düĢen meteorit parçası ve
Ay‘dan getirilen aytaĢı bulunmaktadır. Müze, üniversiteler ve yer bilimleri ile ilgili
tüm kuruluĢların bilimsel ve teknik çalıĢmalarına, ortaöğretim kurumlarına, teknik
ve bilimsel materyal temin edilmesinde yardımcı olmaktadır.
Meteoroloji Müzesi:
Sanatoryum Caddesi‘nde bulunan müze, KurtuluĢ SavaĢı sırasında Genel
Kurmay BaĢkanlığı olarak kullanılan tarihi bir binada yer almaktadır. Müze iki
bölümden oluĢmaktadır. Birinci bölüm, Atatürk‘ün kaldığı ve KurtuluĢ SavaĢı‘nda
197
askeri plânları hazırladığı ―Atatürk Odası‖, ikinci bölümde ise meteorolojik
parametrelerin ölçümünde kullanılan alet ve cihazlar sergilenmektedir. Müze,
meteorolojik alet ve cihazların zaman içerisinde teknolojik geliĢmeye paralel
olarak değiĢimini yansıtan bir biçimde düzenlenmiĢtir. Ayrıca eski Türkçe ile
kayıtları yapılan rasatlarda bu müzede sergilenmektedir.
Milli Mücadelede Atatürk Konutu ve Vagonu(1964):
Eski adı ile Direksiyon Binası olarak bilinen yapı, Anadolu-Bağdat
demiryolunun yapımı sırasında, 1890 yılında Almanlar tarafından yapılmıĢtır. 24
Aralık 1964‘te, Atatürk‘ün anısını yaĢatmak amacı ile müze olarak düzenlenerek
ziyarete açılmıĢtır. Özgün kilit kemerli, köĢeleri taĢ dekorlu ve ahĢap çatı saçaklı
taĢ bina, iki katlıdır. Müzenin ikinci katında Atatürk‘ün kabul odası, çalıĢma
odası, yatak odası ve banyosu bulunmaktadır. Atatürk‘e ait özel eĢyalarla o
günün özelliklerini taĢıyan mobilyalar olduğugibikorunmaktadır. Binanın alt katı
Demiryolları Müzesi olarak düzenlenmiĢ olup beĢ bölümden oluĢmaktadır. Bu
müzede , 1856 yılından günümüze, demiryolları ile ilgili belgeler, hatıra
madalyaları, o dönemde kullanılan makaslar, ray örnekleri, yemekli ve yataklı
vagonlarda kullanılmıĢ olan gümüĢ servis takımları gibi eĢyalar sergilenmektedir.
Ayrıca Osmanlı döneminde kullanılan mühür, diploma, kimlik kartları, biletler,
TCDD‘nin tren iĢletmeciliğinde kullandığı lokomotif plâkaları, haberleĢmelerde
kullanılan telefon ve telgraf makineleri sergilenmektedir.
Alman Demiryolları
Ġdaresi tarafından TCDD ilk Genel Müdürü Behiç Erkin‘e armağan edilen buharlı
lokomotif maketi, Sultan Abdülaziz‘e Ġngiliz hükümeti tarafından armağan edilen
altın kaplama minyatür vagon, Sultanın özel vagonunda kullandığı sedef kakmalı
çalıĢma masası, duvar saatleri ve 1925 yılında Atatürk‘ün Samsun-ÇarĢamba
demiryolu hattının temel atma töreninde kullandığı kazma, kürek müzenin en
önemli eserleri arasında yer almaktadır. Atatürk‘ün 1935-1938 yılları arasında
yurt gezilerinde kullandığı özel vagonu da müzenin yanında raylar üzerinde
sergilenmektedir.
TCDD Müzesi ve Sanat Galerisi:
Ankara Gaz kompleksi içerisinde ―Ankara Oteli‖ adı ile 1924 yılında
yapılan, ancak demiryolu idari binası olarak kullanılan iki katlı taĢ bina, 1990
yılında restore edilmiĢ ve giriĢ katı Sanat galerisi, ikinci katı da Demiryolları
Müzesi olarak ziyarete açılmıĢtır. Sanat Galerisinde belirli aralıklarla ulusal ve
198
uluslar arası çeĢitli sergiler düzenlenmektedir. GeniĢ sofaya açılan yüksek
tavanlı büyük salon ile sekiz farklı büyüklükte odadan oluĢan müzede ise; geçen
yüzyıldan günümüze değin trenin serüveni grafik illüstrasyonlarla gösterilmekte,
demiryollarında kullanılan her tür teknik ve etnolojik malzeme de tarihi geliĢimi
içerisinde sergilenmektedir. Müzede sergilenen semaverler, pirinç yazı takımları,
ahĢap sedefli mobilyalar, biletler, sağlık malzemeleri, yol ölçüm aletleri,
madalyalar, Ģiltler ve özgün buharlı lokomotif plakaları T.C.D.D bünyesinden
temin edilmiĢtir.
T.C. Ziraat Bankası Müzesi:
Birinci Ulusal Mimarlık Dönemi yapılarından olan T.C.Ziraat Bankası
Genel Müdürlük binası, Ġtalyan Mimar Guiliano Mongeri tarafından 1926-1929
yıllarında yapılmıĢtır. Bina, bankanın 118. kuruluĢ yıldönümünde, 20 Kasım
1981‘de müze olarak düzenlenerek hizmete açılmıĢ olup, Türkiye‘nin ilk banka
müzesidir. T.C.Ziraat Bankası Müzesi koleksiyonları arasında; Mithat paĢa‘nın
Memleket sandıkları‘nın kurulması için sadaret Makamı‘na yazdığı mektuplar,
Memleket sandıkları‘ndan Ziraat Bankası‘na geçiĢ Nizamnamesi, Emniyet
Sandığı‘nın kuruluĢunda yazılan mektup ve belgelerle ġûra Devlet Reisi Mithat
PaĢa‘ya ait 1.No.lu hesap sayfası bulunmaktadır. 1863-1867 yıllarında açılan
ġarköy ve Tavas Memleket sandıkları‘nda kullanılmıĢ standart ölçü ve Ģekle
göre yapılmıĢ bölmeli sandıklar, 1889 yılında Sivrihisar Sandığı‘nın açılıĢından
itibaren kullanılan mıhlı para kasası ve Bergama ġubesi‘nden gelen demir kasa
da bu müzede teĢhir edilmektedir. Ayrıca tarihi değer taĢıyan teftiĢ defterleri,
imza sirküleri, bugünkü fotokopinin yerini tutan haberleĢme kopya defterleri,
tasarruf ve tevdiat hesabı cüzdan örnekleri, makbuzlar ve fiĢ dip koçanları gibi
örnekler sergilenmektedir. Bunların yanı sıra müzede, banka binası için 1928‘de
özel olarak yapılan Ġbrahim Çallı‘nın ―Harman‖ ve Namık Ġsmail‘in ―Gazi Mustafa
Kemal Çiftçiler Arasında‖ isimli yağlıboya tabloları yer almaktadır.
Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu Müzesi:
Cumhuriyet döneminde çocuklara ve ailelere bakım, eğitim, sağlık ve
kültür hizmetleri sunan ilk kurum olan Çocuk Esirgeme Kurumu (Himaye-i Etfal
Cemiyeti), KurtuluĢ savaĢı‘nda öksüz ve yetim kalan çocukların korunması,
bakımının sağlanması, eğitilmesi ve yetiĢtirilmesi amacıyla 30 Haziran 1921‘de
Atatürk‘ün önderliğinde kurulmuĢtur. Çocuk esirgeme Kurumu‘na ait tarihsel
doküman ve malzemenin sergilendiği müze, özellikle çocuklara, gençlere
199
Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze değin süren geliĢmeleri sunmak amacı ile
kurulmuĢtur. Ayrıca müzenin bir bölümü çocuklara yönelik bir kütüphane ve
kültür merkezi olarak hizmet vermektedir.
TRT Müzesi:
TRT Müzesi, 22 Ağustos 1994‘te Türkiye‘de radyo ve televizyon
yayıncılığının öncüsü olan TRT her türlü belge, görsel, iĢitsel materyali bir araya
toplamıĢ ve ulusal yayıncılığımızın geçmiĢini belge ve kanıtlarla gelecek
kuĢaklara tanıtmak amacı ile açılmıĢtır.
Müzede Ankara, Ġstanbul ve Ġzmir
Radyolarında kullanılmıĢ olan ses teçhizatı ile ―Radyo ve Gösterim Stüdyoları‖
oluĢturulmuĢ, ayrıca iki renkli televizyon yayınlarında kullanılan cihazlardan da
bir ―Televizyon Stüdyosu‖ kurulmuĢ ve halkın ziyaretine açılmıĢtır.
Askeri Müze:
Dünya üzerinde halen mevcut Askeri Müzelerin zenginliğini ve büyüklüğü;
o ülke insanlarının, o ülke milletlerinin tarihi geçmiĢi, sosyal ve ekonomik yapısı
teknik geliĢimi. Askeri baĢarıları, yenilgileri, zaferleri ve kahramanlıkları için birer
ölçü teĢkil etmektedir. Bu bakımdan Türk Askeri Müzesi, dünya askeri müzeleri
arasında muhakkak ki ilk sıralarda yer alan. Önde gelen müzelerden biridir.
Aslında Türk Askeri Müzesinin nüvesi Osmanlı Ġmparatorluğunun kuruluĢu
döneminde oluĢmuĢtur. Osmanlılar, daha YeniĢehir. Bursa ve Edirne gibi
yönetim
merkezlerinde
hüküm
sürdükleri
zamanlarda,
çağlarının
ve
büyüklüklerinin ölçeğinde hazine denilen koleksiyonlar meydana getirmiĢler,
gerek ata yadigârı ve gerekse ganimet olarak ele geçirdikleri kıymetli eĢyaları
buralarda toplanmıĢlardır. Osmanlıların, kendilerine ait ve ayrıca savaĢlarda ele
geçirdikleri her türlü değerli silah, araç eve ve gereçleri belli bir yerde
toplanmaları esas olarak Sultan II. Mehmet‘in (Fatih) Ġstanbul‘u fethinden sonra
olmuĢtur. Aya Ġrini Kilisesi Fatih tarafından Cebehane (silah deposu) yapılmıĢtır.
Bu toplama ve biriktirme geleneği Fatih Sultan Mehmet‘ten sonra da devam
etmiĢ ve günümüze kadar gelmiĢtir.
O zaman için müze kelimesi bilinmese de, müze denilmemse de ve ziyarete
açık olmasa da, aya Ġrini‘deki bağımsız binasıyla bu Cebehaneye ülkemizin ilk
müzesi, daha doğrusu en eski müze deposu dememiz yanlıĢ olmayacaktır.
Sultan III. Ahmet(1703-1730) zamanında Cebehanenin ele alındığı ve
burada bir askeri müzenin kurulmasının planlandığı anlaĢılmaktadır. Bu dönemin
yenilik hareketleri çerçevesinde 1726 yılında Cebehanedeki silah, araç eve
200
gereçlerin bir düzene sokulduğunu, tasnif edildiğini b ve buraya Dar-ül Esliha
adının verildiğini görüyoruz. I. Abdülhamit zamanında Osmanlı ordusunda görevli
bulunan Fransız Baron de Tott Askeri Müze ve eserler hakkında bilgi vermiĢtir.
Dar-ül Esliha, III. Selim (1789-1807) ve Sultan II. Mahmut (1808-1839)
zamanlarında ortaya çıkan yeniçeri ayaklanmaları sırasında saldırıya uğramıĢ ve
kısmen de yağma edilmekten kurtulamamıĢ; özellikle yeniçeriliğin kaldırılması
sırasında,
1826‘da,
buradaki
silah
ve
gereçlerin
kendilerine
ait olduğu
gerekçesiyle, yeniçeriler tarafından çok değerli eserler tahrip edilmiĢ ve
yağmalanmıĢtır. Bu olaylar olmasaydı bugün herhalde daha zengin bir müzeye
sahip olacaktık. Söz konusu olaylardan sonra kapatılan ve geliĢmesi yavaĢlayan
bu kuruma Harbiye Aambarı denilmeye baĢlamıĢtır.
Sultan
Aabdülmecid
döneminde
81839-1861)
ve
Tophani-i
Amire
müĢirliğine atanan Ahmet Fethi PaĢa zamanında canlandığını gördüğümüz
Harbiye Ambarı, burada antik eserlerin toplanmaya baĢlamasıyla yeniden
gündeme gelmiĢtir.
Antik eserlerin sayıca giderek artması sonucundan müzeyi iki bölüm
halinde düzenlemek gerekmiĢ ve daha önce de belirtildi gibi Mecma-i Asar-ı Atika
ve Mecma-i Esliha-i Atika bölümleri ortaya çıkmıĢtır. Aya Ġrininin alt ve üst
galerilerinin ön kısımlarının camekânlarla örtülmesi sonucunda kazanılan sergi
mekânlarında daha çok askeri eserler sergilenmiĢ, askeri kıyafetlerin teĢhiri için
Ahmet
Fethi
PaĢanın
büyük
gayretleriyle
Avusturya‘da
özel
mankenler
yaptırılmıĢtır.
Tophane-i Amire MüĢiri olarak unvanı, sıfatı ve makamı çok daha yüksek
olmasına rağmen Ahmet Fethi PaĢayı hem ilk Arkeoloji Müzesinin hem de ilk
Askeri Müzenin kurucusu ve ilk müdürü olarak kabul etmek yanlıĢ olmayacaktır.
Bu dönemde, Ġstanbul Sultanahmet Meydanı‘nın kenarındaki Ġbrahim PaĢa
sarayında ―Elbise-i Atika‖ya da ―Kıyafethane‖ adıyla bilinen eski Osmanlı
kıyafetlerinin sergilendiği bir müzenin de bulunduğunu görüyoruz. ―Yeniçeri
Müzesi‖ (Musee des Janissaires) adı da verilen bu müzeye ait eserler daha sonra
aya Ġrini‘deki askeri müze bölümüne taĢınmıĢtır.
Askeri
müze
bölümünün
tarihi,
arkeolojik
eserlerin
1880
yılında
tamamlanan ÇiniliköĢk‘e taĢındığı zamana kadar Arkeoloji Müzesinin tarihi ile
paralel
olarak
geliĢmiĢtir.
ÇiniliköĢke
taĢınma
olayından
sonra
özellikle
yabancıların arkeolojik eserlere daha fazla önem vermeleri, müze yönetiminin
201
Arkeoloji Müzesine geçmesi, askeri müzenin müdürsüz kalması, aya Ġrinideki
müzeye olan ilginin azalmasına sebep olmuĢtur. Askeri Müzenin tarihçesi bundan
sonra Arkeoloji Müzesinin geliĢmesi ve tarihçesi gibi pek parlak olmamıĢ ve adeta
emekleyerek yoluna devam etmek zorunda kalmıĢtır.
Sultan II. Abdülhamit zamanında, 1905 yılında, Harbiye ve Topçu
Okulunda Topçuluk ve silah bilgisi dersleri veren Ahmet Muhtar PaĢa, batıdaki
müzeler ayarında yeni bir askeri müzenin kurulabilmesi amacıyla bir rapor
hazırlamıĢ ve tophane müĢiri Zeki PaĢaya sunmuĢ, rapor uygun görülerek yeni bir
müze kurulması için PadiĢahtan onay çıkmıĢ ve ön çalıĢmaları yapmak için orduda
görevli alman askeri uzman Gronakov PaĢa ile Alman Mühendis- Mimar Yasmund
görevlendirilmiĢtir.
Yapılan çalıĢmalar sonunda yeri bir müzenin kurulması için ilk adım
atılacakken, II. Abdülhamidin yersiz kuĢku ve çekingenliği nedeniyle, böyle bir
müzenin küçük bir örneğinin Yıldız Sarayı bahçesinde kurulmasını istemesi
üzerine, Ferik Mahmut ġevket PaĢanın baĢkanlığında bir heyet çalıĢmalara
baĢlamıĢ ve Yıldız Sarayında küçük çapta bir silah müzesi kurulmuĢtur. Ancak bir
süre sonra Esliha Müzesi de denilen bu müze kapatılmıĢ ve içindeki eserler Maçka
kıĢlasına taĢıttırılmıĢtır.
1908 yılında ilan edilen MeĢrutiyet döneminde,
Mühendishane-i Berri-i
hümayun nazırı olan Ahmet Muhtar PaĢa ile Tophane MüĢiri Topçu birinci Feriki
(Orgeneral) Ali Rıza PaĢayı yine bir askeri müze kurma çabası içerisinde
görüyoruz. Bununla ilgili olarak padiĢahtan ikinci bir ferman daha çıkarılmıĢ,
yukarıda ismi geçen iki paĢa baĢta olmak üzere öteki ilgililerden oluĢan bir çalıĢma
grubu oluĢturulmuĢ, bu arada Ġstanbul ve Ġstanbul dıĢındaki tarihi topların ve
silahların toplanmasına da önem verilmiĢtir. Yapılan bütün iyi niyetli çalıĢmalara
karĢın, askeri müze için uygun bir binanın bulunamayıĢı, ülkenin o zaman içinde
bulunduğu sosyal ve ekonomik koĢulları nedeniyle yeni bir müze binasının da
inĢaatına olanak bulunmayıĢı, askeri müzeyi daha bir süre daha Aya Ġrini‘nin
rutubetli ortamında kalmaya mahkûm etmiĢtir. Ülkede birtakım siyasi çekiĢmeler,
içte ve dıĢta meydana gelen olaylar, II. Abdühlamit‘in tahttan indiriliĢi, yönetim
kadrolarındaki değiĢiklikler askeri müzenin geliĢimini de önlemiĢtir. Avrupa‘da
uzun süreler bulunmuĢ, Almanya, Avusturya ve Fransa‘daki müzeleri ve sanat
kurumlarını gezip görmüĢ, aydın ve yenilikçi bir kiĢi olan Mahmut ġevket PaĢanın
Harbiye Nazırlığına getirilmesinden sonra askeri müze konusunun yeniden
202
gündeme geldiğini, Mahmut ġevket PaĢanın, askeri müzeyle ilgili çalıĢmalarını
daha önce bilip takdir ettiği Ahmet Muhtar PaĢayı isabetli bir kararla ve tam
yetkiyle Esliha-i e Askeriye Müzesinin Müdürlüğüne tayin ettirdiğini görüyoruz.
Ahmet Muhtar PaĢa, askeri müzenin yeniden ayağa kaldırılmasını, derlenip
toplanmasını, zenginleĢtirilmesini sağlamıĢ tanımıĢ ve bu iĢe gönül vermiĢ değerli
müzecilerimizden biridir. Sultan Abdülaziz(1861-1876) döneminde görev yapan
müze müdürü Ahmet Muhtar PaĢadan baĢka müzede, bir binbaĢı, bir yüzbaĢı, bir
sanayi Mülazımı (teğmen) ve iki hizmetli sivil eleman görev yapmakta idiler. Ahmet
Muhtar PaĢa çoğu zaman kendi kiĢisel çabasıyla birçok bilgi, belge ve arĢiv
malzemesiyle, silah araç ve gereçleri müzeye kazandırarak, bugün ele geçirilmesi
olanaksız
olan
son
derece
değerli
eserlerle
müzeyi
zenginleĢtirmiĢtir.
Kapatıldıktan sonra Maçka kıĢlasına konulmuĢ olan Yıldız Silah Müzesinin eserleri
Aya Ġrini‘ye getirtilmiĢtir. Müzeye getirilmemiĢ olan çeĢitli yerlerdeki topların,
hazineye gelir temin etmek üzere bir Alman Yahudisine hurda demir fiyatına,
hükümetçe satılması giriĢimi Ahmet Muhtar PaĢanın gayretleriyle önlenmiĢ ve
bunlar müzeye mal edilmiĢtir.
Askeri Müzenin zenginleĢmesine dolaylı olarak katkıda bulunan kiĢilerden
birisi de Sultan Abdülaziz‘dir. Abdülaziz, Ġmparatorluğun çöküĢ dönemlerinde
yeniden bir hamle yaparak ordunun ve donanmamızın tekrar güçlenmesini
sağlamıĢ ve özellikle kara denizde savunma gücümüzü kuvvetlendirmiĢtir.
Yine teknolojiye göre ülkemizde yeni silah fabrikaları onun zamanında
kurulmuĢ, öte yandan Ġngiltere‘den ve Amerika‘dan yeni silahların alınması
sağlanmıĢtır Abdülaziz‘in annesi Pertevniyal Sultan, kendi kiĢisel serveti ile orduya
çok sayıda silah satın almıĢtır. ĠĢte Aya Ġrini‘nin bu yeni ve modern silahları alamaz
duruma gelmesinden dolayı, modern yeni bir silahhane ( silah deposu)
yaptırılmasına karar verilmiĢ, bu amaçla maçkadaki harbiye mektebi yıktırılarak, o
zaman için mükemmel denilebilecek ve 15 milyon silah ve yedek parçalarını
alabilecek büyüklükte yeni bir silahhane yaptırılmıĢtır. Mabeyn-i Hümayun baĢ
mimarı Serkis Balyan tarafından inĢa edilen bina 1874 yılında tamamlandıktan
sonra Aya Ġrini‘deki müzede bulunan yeni silahlar da buraya nakledilmiĢtir.
Pertevniyal Sultan tarafından bu yeni silahhane için satın alınan Henri
Martini cinsi beĢbin tüfek sonraları Valide Sultan ĢeĢhaneleri Ģeklinde ün
yapmıĢtır.
203
Aya Ġrin‘deki askeri müzenin yeniden düzenleme ve teĢnir- tanzim
çalıĢmaları az sayıdaki personeli dolayısıyla yavaĢ yürümüĢ ve 1916-1917
yıllarında tamamlanmıĢtır.
Ġlk zamanlar müzenin aylık ödeneği 500 kuruĢ idi. Ziyaretçilerden giriĢ
ücreti 4 kuruĢ, Cuma günleri ise 2,5 kuruĢ alınıyor ve bu gelir de müze için
harcanıyordu. Ayrıca atıĢ poligonunda 1 kuruĢ karĢılığı kuru sıkı atıĢ yaptırılarak
müzeye gelir sağlanıyordu. Osmanlı Ġmparatorunun davetlisi olarak 1918 yılında
üç gün için Ġstanbul‘a gelen Avusturya- Macaristan Ġmparatoru ġarl ile
Ġmparatoriçe Zita Aya Ġrini‘deki Esliha-i Askeriye Müzesini de gezmiĢ ve burada
konuklara Mehter-i Hakani Mızıkası tarafından bir gösteri düzenlenmiĢtir.
Dünyanın en eski askeri bandosu niteliğinde olan Mehterhane-i Hakani ve yeniçeri
kıyafetleri giydirilmiĢ bir birliğin bu gösterileri gelenek halinde günümüze kadar
devam etmiĢ ve halen de etmektedir.
Askeri müze, faaliyetlerini 1940 yılında kadar Aya Ġrini binasında
sürdürmüĢ, 1939 yılında baĢlayan ikinci dünya savaĢı tehlikesi dolayısıyla müze
kapatılmıĢ, eserler 1940 yılında Niğde‘ye gönderilerek orada depolanmıĢ, bir kısım
eser de Ankara‘da sarı kıĢlaya getirilmiĢtir.
Ġstanbul‘un fethinden buyana hesap ettiğimiz taktirde Aya Ġrini kilisesi
askeri müze eserlerine neredeyse beĢ asır süresince kesintisiz olarak ev sahipliği
yapmıĢ ve askeri müze 1940 yılında bir daha dönmemek üzere bu binadan
ayrılmıĢtır.
Bundan sonraki dönemlerde, Askeri müzeye ve müze eserlerine layık
görülen muamele maalesef içler acısıdır. Güvenlik gerekçesiyle yer değiĢtiren
müze eserleri harbin sonunda 1949 yılında Ġstanbul‘a geri getirilir, aradan geçen
zaman zarfında sandıklar içerisindeki eserlerin zaten bakımları da yapılmamıĢtır.
Aya Ġrini kilisesinin o zaman için çok bakımsız ve rutubetli oluĢu nedeniyle
müzenin tekrar burada açılması uygun görülmemiĢ ve sandıklar daha önce
sözünü ettiğimiz Maçka silahhanesinin bodrumuna yerleĢtirilmiĢtir. Ġçerisinin
düzeniyle baĢlı baĢına büyük bir müze olan bu binanın olduğu gibi korunarak
askeri müzeye dönüĢtürülmesi planlanmıĢtır
Ama bakımsızlık nedeniyle bina harap olmuĢ binanın camekânları yağmur
sularını geçirir hale gelmiĢti. Milli Savunma Bakanlığı 250.000 lira sarfederek bu
camekânların
onarımını
yaptırmıĢtır,
ancak
kabul
heyetinin,
müteahhidin
204
kusurlarını tespit etmesi nedeniyle ve mahkeme kararıyla müteahhide 17.000
liralık daha ek tamirat yaptırılmıĢtır.
Bu önlem alındıktan sonra silahhanenin, batıdaki modern askeri müzeler
ayarında bir askeri müzeye dönüĢtürülmesi amacıyla bir mimari proje yarıĢması
düzenlenmiĢ ve burada kazanan ilk üç dereceye 16.00lira ödül dağıtılmıĢtır.
Kazanan projeye göre, binadaki tadilat için yıkımlar baĢlamıĢ ve yıkımlar dört
duvar kalana kadar devam etmiĢtir.
Uygulanacak ödül kazanmıĢ planı çok ayrıntılı ve pahalı bulan milli
savunma bakanlığının ilgili dairesi yeni bir plan hazırlatmıĢ ve bunun ilk kısmının
uygulanması için 650bin liraya ihalesini yapmıĢtır.
Yeni projeye göre yapılan sözkonusu inĢaat 1955 yılında tamamlanmıĢtır.
Bütün bu geçen yıllar içerisinde askeri müze eserleri de inĢaat halindeki binanın
bodrumlarına atılmıĢ ve adeta kaderine terk edilmiĢtir. Tam iĢler yoluna girecekken
talihsizlik yine bu müzemizin peĢini bırakmamıĢ ve müze haline getirilmiĢ binanın
Ġstanbul
Teknik
Üniversitesine
bağlı
Maden
Fakültesine
verilmesi
kararlaĢtırılmıĢtır. Bir söylentiye göre, iĢgüzar bir kiĢi zamanın baĢkanı Adnan
Menderesi (oy toplama amacıyla) ikna ederek bu binanın Teknik Üniversiteye
verilmesini sağlamıĢtır. O zamanın parasıyla bir milyon liraya yakın masraf
edilerek yapılan yeni inĢaatı teknik üniversite beğenmemiĢ ve yapılacak
değiĢiklikler için yıkım iĢi tekrar baĢlamıĢtır.
Maçka silahhanesinden de atılan, tarihimizin gurur kaynağı askeri müzenin
değerli eserleri kamyonlara yüklenerek yine yola çıkmıĢ ve yeni bir müze
yapılıncaya kadar kaydı ile spor ve sergi sarayının karĢısında bulunan Harbiye
Mektebinin jimnastik hanesine taĢınmıĢtır. Ahmet Fethi PaĢa tarafından
Avusturya‘da yaptırılan mankenler bu taĢınmalar sırasında kırılıp bozulmuĢtur.
Kırılan bozulan mankenlerin yenileri yapılabilirdi. Ama bu kadar ihmal ve
vurdumduymazlık sonucu bozulup yok olan eserler nasıl yerine konulacaktı? Ġkinci
dünya savaĢı yıllarında baĢbakanlıkta arĢiv uzmanı olarak görevlendirilen ünlü
tarihçi, araĢtırmacı ve yazar Ġbrahim Hakkı Konyalı bu sıralarda askeri müze
eserlerinin tasnifi iĢini de üzerine almıĢtır. O sıralarda bodrumların bir kısmını su
basmıĢ ve bir kısım eser sular içerisinde çürümektedir.
Esasen daha önceden de çürümeye baĢlamıĢ bir takım müzelik eĢya;
miğferler, kılıçlar vb. Marmara denizinin ortasına dökülmüĢtür. Bunların arasında
Yavuz Sultan Selimin Mısır seferinden getirdiği Firavunun kılıcı ile Necmeddin
205
Eyüb‘ün kılıçları da bulunmakta imiĢ. Konyalı, bu arada denize dökülmek üzere
ayrılan malzemeler o arasında Orhan Gazinin miğferini de bulup kurtarmıĢtır.
Ġbrahim Hakkı Konyalı, çalıĢmaları sırasında, bir sabah tesadüfen, eski bir
takım evrakın da balyalanarak Ġzmit kağıt fabrikasına gönderilmek üzere
hazırlandığını nöbetçilerden öğrenmiĢ ve hemen ilgililere koĢarak belge
niteliğindeki bu evrakın kurtarılmasını sağlamıĢtır. Daha önce gidenler için artık
zaman çok geçtir. Çürüdü diye atılan müzelik eserler ise çoktan denizin dibini
boylamıĢtır.
ĠĢte bu çalıĢmalar sırasında müzenin en eski ve en değerli eserlerinden
dört tanesi Ġbrahim Hakkı Konyalı tarafından keĢfedilmiĢtir. Bu dört eser Ģunlardır.
1)Osmanlı imparatorluğunun ikinci hükümdarı Orhan Gazinin miğferi
(miğfer üzerinde ―Allah mülkünü ve devletini ebedi kılsın‖ ibaresi yazılıdır.) 2)
Peygamberimizin sancaktarı Ebu Eyyup Ensari‘nin Türbe Sancağı, 3) Selahattin
Eyyubi‘nin babası Necmeddin Eyyubi‘nin kılıcı, 4) Hind Hükümdarı Bahaeddin
Hanın miğferi ve zırhı.
Harbiye mektebinin jimnastik salonunun onarım ve müzeye dönüĢtürme
çalıĢmaları 1959 yılı ortalarına kadar sürmüĢ ve askeri müze bu yeni binasında 31
Ağustos 1959 tarihinde ziyarete açılmıĢtır. 1940 yılında kapatılan Aya Ġrini‘deki
Askeri Müzenin kapanmasından bu yana 19 yıl geçmiĢtir. Bu 19 yıl, Türk
müzeciliği için hem büyük bir kayıp, hem de büyük bir ayıptır. Bu zaman içerisinde
gelmiĢ geçmiĢ Türkiye cumhuriyeti hükümetleri, kendi Ģanlı tarihimizin elle tutulur
belgelerini içerisinde saklayan bir askeri müze kurma gücünü kendilerinde
bulamamıĢ ve çoğu madeni olan son derece nadir ve değerli eserler adeta
kaderine terk edilmiĢtir. Biz, bu kusur ve ihmalin hiçbir geçerli mazeretini kabul
edemiyoruz.
Harbiye Mektebi jimnastik hanesinde açılmıĢ olan askeri müzenin yeterli
gelmediği zamanla anlaĢılmıĢ ve 1966 yılında Harbiye Binasının askeri müze
haline getirilmesine karar verilmiĢtir.
1841 yılında inĢa edilmiĢ olan Harbiye Binasının, askeri müze haline
dönüĢtürülmesi için açılan proje yarıĢmasını ĠTÜ öğretim üyesi Prof. Dr. Nezih
Eldem kazanmıĢ ve restorasyon ve dönüĢüm çalıĢmaları 1967 yılında baĢlamıĢtır.
Binanın batı bloğu ve kuzey bloğunun inĢaat ve onarımı 1983 yılında
tamamlanmıĢ; diğer bölümlerindeki çalıĢmalar ise1991 yılında bitirilmiĢtir. TeĢhir
tanzimi yapılan müze 10 ġubat 1993 tarihinde ziyarete açılmıĢtır. Bugün müzede
206
mevcut eserler, Osmanlıların (daha sonra Türkiye Cumhuriyetinin) yüzyıllar önce
eski eser toplamaya verdikleri önemin bir göstergesidir. Örnek olarak ikinci
Osmanlı Sultanı Orhan Gaziye ait iĢlemeli savaĢ miğferi dünyanın en eski Osmanlı
eseri kabul edilebilir. Bu da, gerek ata yadigârı gerekse tarihi eserlerin
toplanmasında
gösterilen
özen
olarak
nitelendirilsin.
Askeri
müzenin
zenginleĢtirilmesinde Osmanlıların katkısının açık ifadesidir.
Müze koleksiyonlarındaki kıymetli eserleri rastgele sayarak, müzenin
değere daha iyi anlaĢılacaktır.
BaĢta, Yavuz Sultan Selim doğudan, Kanuni Sultan Süleyman batıdan çok
sayıda ganimet eĢyayı müzeye kazandırmıĢtır.
1289 yılında yazılmıĢ Selçuk Kur‘anı kerim-i gazi Evranos Beyin zırhı, Mihal
Gazinin kılıcı, XIII. yy. ait Ġlhanlı miğferi, Yakup Çelebinin kalkanı, Bizanslıların
Haliç‘e gerdikleri zincir, Mısır ve Kölemen Hükümdar‘larının eĢyaları, Fatih Sultan
Mehmet, Yavuz ve Kanuni devirlerine ait silahlar ve askeri malzeme, Kanuni
Sultan Süleyman‘ın kılıçları, kösler. IV. Sultan Mehmet‘in kılıcı, köprülü Mehmet
PaĢanın çakmaklı tüfekleri, Alemdar Mustafa PaĢanın kavuğu, savaĢ ve fetih
konularına ait tablolar, askeri kıyafetler, çeĢitli Türk ve yabancı ülke bayrakları, II.
Abdülhamit‘e ait çadırlar. Gazi Muhtar PaĢanın elbisesi, Yunanlıların Ġzmir‘de
hükümet konağına çektikleri, üzerinde kraliyet tacı bulunan sancak, Yunan ordusu
baĢkomutanı Trikopisin kılıcı, niĢanları ve apoletleri, Yunanlılara ait sancaklar,
Harbiye Nazırı ve Sadrazam Mahmut ġevket PaĢa ve Yaveri Deniz Üsteğmeni
Ġbrahim Beyin Beyazıt‘tan Babialiye giderken 14 Haziran 1913 tarihinde suikasta
uğrayıp öldürüldükleri sarı renkli tarihi otomobil değerli eserler arasında yer
almaktadır.
Atatürk‘ün de içinde olduğu harbiye binasının restore edilip müze haline
getirilmesiyle hem çağdaĢ anlamda bir askeri müze binasına kavuĢulmuĢ, hem de
tarihi bir binanın ayağa kaldırılıp korunması ve binaya da bir iĢlev kazandırılması
sağlanmıĢtır. Müze koleksiyonlarında mevcut bulunan elli binin üzerindeki eserden
ancak beĢte birine yakın bir kısmı sergilenebilmektedir. Askeri müze ve kültür
sitesi halen büyük bir kompleks oluĢturmaktadır. Müzeyle birlikte toplantı ve
konferans salonları, Sergi salonları ve 500 kiĢilik konser salonu ile tam bir kültür
kurumu halindedir. Müzede, kimyasal bakım restorasyon ve konservasyon
laboratuarı ve atölyeleri mevcuttur.
207
Askeri müze bugün, yanlı tarihimize ve ülkemize yakıĢan, Ġftihar edilecek ve
parmakla gösterilecek tertipli düzenli ve güzel müzelerimizden burudur. Bu
müzemiz geçmiĢteki çektiği acılardan arınmıĢ ve sanki huzura kavuĢmuĢ gibidir.
Deniz Müzesi (1897):
Yurdumuzda kurulmuĢ en eski müzelerden biri de deniz müzesi Bahriye
Müzesi‘dir. Deniz müzesi, Sultan II. Abdülhamit‘in iradesi ve izni ile Ġstanbul‘da
KasımpaĢa Tersanesindeki (Tersane-i Amire- Bugünkü TaĢkızak Tersanesi)
NakkaĢhanede 31 ağustos 1897 tarihinde o zamanın Bahriye Nazırı (Deniz
Kuvvetleri Komutanı) Bozcadalı Hüseyin Hüsnü PaĢa tarafından kurulmuĢtur. Bu
müzenin kuruluĢunda ve geliĢmesinde, deniz subayı ressam ve yazar Süleyman
Nutku Beyin, Hakkı Beyin, Amiral Mehmet Hikmet Beyin, Bahriye Nazırı Cemal
PaĢanın ve yine bir deniz subayı ve ressam olan Ali Sami Boya‘ın da baĢarılı
gayret ve hizmetleri dokunmuĢtur. O zamanlar müzeye ilk isim olarak Müzehane-i
Hümayun adı verilmiĢtir.
1917 yılında tanınmıĢ ressam ve deniz subayı Ali Sami Boyar Deniz
Müzesi Müdürlüğüne tayin edilmiĢtir. Deniz Müzesinin geliĢmesinde önemli rol
oynayanlardan biri olan Boyar‘ı daha sonraki yıllarda da çeĢitli müzelerde müzeci
olarak görüyoruz. 1919 yılında Sarayburnu‘ndaki harab durumda olan Topkapı
Kayıkhanesi‘nde bulunan taht kayıkları ve öteki hünkar kayıkları da müzeye
nakledilerek deniz müzesi zenginleĢtirilmiĢtir.
Deniz müzesi de askeri müze gibi sık sık yer değiĢtiren müzelerimizden biri
olmuĢtur. Müze eĢyası II. Dünya savaĢında güvenlik gerekçesiyle Anadolu‘ya
Konya‘ya taĢınmıĢ, savaĢın bitiminden sonra 1946 yılında Bahriye nezaretine yani
bugünkü Kuzey Deniz Saha Komutanlığına geri getirilmiĢtir.
Deniz müzesinin 1948 yılında, cemaatinin çok azaldığı ve adeta metruk bir
hal almıĢ olduğu ileri sürülen Dolmabahçe Camii‘ne taĢınmasına karar verilmiĢ ve
27 eylül 1948 tarihinde bu camiye taĢınarak Deniz Müzesi ve ArĢiv Müdürlüğü
adıyla yeniden düzenlenmiĢ ve baĢına da müdür olarak tarih meraklısı, hukukçu –
deniz subayı Haluk ġehsuvaroğlu atanmıĢtır, ġehsuvaroğlu sonraki yıllarda
Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğünü de yapmıĢtır.
1950 yılında Milli Saraylar Müdürlüğüne ait Dolmabahçe Sarayının garaj ve
kayıkhanesi
devredilmiĢtir.
ile
buradaki
saltanat
ve
piyade
kayıkları
deniz
müzesine
208
Dolmabahçe camiinde bulunan müze müdürlüğü idari kısmı ve kütüphane bu
binaya taĢınmıĢtır. Binanın garaj kısmında yapılan değiĢiklikle ait ve üst salonlara
8 kayık yerleĢtirilmiĢtir. Bu kısımlar Müze kayıklar salonu adıyla 1952 yılında
ziyarete açılmıĢtır. KasımpaĢa‘da bir binada bulunan arĢiv defterleri kayıkhane
kısmının üst katındaki bir odaya taĢınarak buraya yerleĢtirilmiĢtir.
Kayıkhane binasının 1956 yılında istimlaki üzerine, kütüphane, arĢiv ve
idari kısım 1956 yılı kasım ayında Dolmabahçe Sarayı MüĢtemilatından olan
Ağalar Dairesine; Saltanat ve Piyade Kayıkları da yine kasım 1956‘da
Dolmabahçe Sarayı eski mutfaklarına taĢınmıĢtır.
Deniz müzesinin, Dolmabahçe camisi içindeki eserleri, buranın 1960 yılında
Yassı ada Ġrtibat Kuruluna verilmesi nedeniyle boĢalmıĢtır. O zamanki müze
müdürü Deniz ikmal kıdemli yüzbaĢı Faruk Erus‘un gayretleriyle BeĢiktaĢ‘taki boĢ
bulunan maliye binasının müzeye verilmesi sağlanmıĢ ve bina içerisinde gerekli
değiĢiklik ve düzenlemeler yapılmıĢtır.
Deniz müzesi nihayet, Ġstanbul BeĢiktaĢ‘ta tanınmıĢ Türk denizcisi, kaptanı derya Barbaros Hızır Hayrettin PaĢanın türbesi ve heykelinin yakınındaki eskiden
maliye binası olan bugünkü binasına 27 eylül11961 tarihinde taĢınmıĢtır. Önceleri
müzeye sığmayan birçok eser belediyeden kiralanmıĢ bir depoya konulmuĢtur.
Deniz müzesi 7 Temmuz 1970 tarihinde kayıklar galerisinin de eklenmesiyle daha
geniĢ mekânlara kavuĢmuĢtur.
Müzede; Barbaros, Turgut Reis gibi ünlü Türk denizcilerinin sancakları,
armalar, denizci kıyafetleri, denizcilikle ilgili tablolar, eski devirlerde gemilerin
burunlarına konan ve Kuruçe adı verilen armalar, kayık denmeyecek kadar büyük
ve ihtiĢamlı saltanat kayıkları, IV. Sultan Mehmet‘e ait saltanat kayığının kıymetli
taĢlar. Sedef ve fildiĢi iĢlemeli köĢk kısmı, Abdülaziz‘e ait 13 çifte saltanat kayığı
modeli, ceylan derisi üzerine çizilmiĢ ve 1962 yılında Türk denizcilerinde Ġbrahim
Kaptan tarafından yapılmıĢ Avrupa haritası (bu harita çok değerli olup,
yeryüzündeki bu tip haritalardan ikincisidir. Birincisi Venedik Müzesindedir.
Topkapı Sarayındaki Piri Reisin haritası eskilik bakımından üçüncü sırayı alır. Her
üç harita da ceylan derisi üzerine yaptırılmıĢtır) . Piri Reisin dürbünü, Usturlab-ı
Kitab-ı Bahriyesi, yine tarihi kayıklar galerisinde Sultan Abdülmecid‘e, Sultan
Abdülaziz‘e, Sultan Abdülhamid‘e ve Sultan ReĢat‘a ait saltanat kayıkları, sultan
IV. Mehmet‘e (avcı Mehmet) ait saltanat (tenezzüh kadırgası (bu kadırganın boyu
40 metre, eni 5.90 metre, derinliği 2.40 metre olup 24 çifte küreği vardır. Ağırlığı
209
ise tam 140 tondur. Her kürekte 3 kiĢi olmak üzere 144 kiĢinin kürek çektiği bu
muhteĢem kadırga müzenin en değerli eserlerindendir)
19.yy‘a ait 24 metre boyunda, 1.75 metre eninde 7 çifte saltanat kayığı,
Sultan Abdülmecid‘in 13 çifte köĢklü, Sultan ReĢat‘ın 10 çifte, köĢklü saltanat
kayıkları, 1890 yılında batan Ertuğrul gemisinin 525 subay, astsubay ve erine,
1940 yılında batan refah gemisinin 167 kiĢilik mürettebatına, 1941 yılında batan
Atılay denizaltısının 38, 1953 yılında Çanakkale‘de nara burnu ü önünde batan
Dumlupınar denizaltısının 81 kahraman denizcisine ait hatıralar, II. Mahmut
zamanında yaptırılmıĢ mahmudiye kalyonuna ve kırım savaĢına ait eĢyalar.
Atatürk‘ün Ertuğrul yatına ait kamara ve içinin eĢyası ile Atatürk‘ün kullandığı
sandallar ve daha birçok kıymetli eser sergilenmektedir. Müzedeki eser sayısı altı
binin üzerindedir. . Ayrıca 1100 cildin üzerinde kitabı olan bir kütüphanesi ile
18000 bahriye defterinden oluĢan bir arĢive sahiptir.
Müze Genelkurmay BaĢkanlığına bağlıdır. Yine Genel Kurmay BaĢkanlığı
Deniz Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde hizmet veren; daha çok Donanma
Komutanlığı ile ilgili hatıra eserlerin bulunduğu Gölcük Müzesi ile Nusrat Mayın
gemisine ait yapay eĢyalar ile Çanakkale savaĢına ait eserlerin sergilendiği
Çanakkale Deniz Müzesi diye iki müze daha bulunmaktadır.
Deniz Müzesinin geliĢmesine katkısı olanlardan biri olan Ali Sami
Boyarın
kısaca hayat hikâyesinden burada bahsetmek istiyoruz.
Aslında bir deniz subayı olan Boyar değerli bir ressam ve müzecimizdir.
Bahriye Mektebinde okuyan Boyar 9 Nisan 1901 tarihinde bu okuldan teğmen
olarak mezun olmuĢtur. Onun yaptığı resimleri görüp beğenen Bahriye Nazırı
Hasan Hüsnü PaĢa, Boyarın Sanayi-i Nefise Mektebinde de okumasına izin
vermiĢ ve bu sayede Ali Sami 1908 yılında bu okuldan da mezun olmuĢtur. Ali
Sami Sanayi-i Nefise Mektebindeki baĢarısından dolayı Bahriye Nazırlığınca 1910
yılında resim eğitimi yapmak üzere Paris‘e gönderilmiĢ, orada iki yıl kaldıktan
sonra dönmesi gerekirken, üstün baĢarısı nedeniyle görev süresi iki yıl daha
uzatılmıĢtır.
Yurda döndükten sonra, 22 Temmuz 1914 ‗de kendi isteğiyle askerlik
görevinden emekli olan Ali Sami Boyar, o zamanki Bahriye Nazırı Cemal PaĢa ve
diğer yüksek rütbeli görevlilerin tavsiyeleri üzerine Bahriye (deniz) Müzesi
Müdürlüğü görevine getirilmiĢtir. Müdürlük görevi sırasında müzedeki eserlerin
tasnifini yapmıĢ ve Bahriye (deniz) Müzesinin katalogunu hazırlamıĢtır.
210
Boyar 1922 yılından sonra Evkaf Müzesi (Türk ve Ġslam Eserleri Müzesi)
Müdürlüğü görevine getirilmiĢtir. Ali Sami, Cumhuriyet dönemi ilk pullarımız ve
kağıt paralarımızın ressamı sıfatıyla ve bunların basılmasına nezaret etmek üzere
1925 yılında iki defa Londra‘ya gitmiĢ ve orada eserlerini de sergilemiĢtir.
Londra‘dan dönüĢte yeniden Türk Ġslam Eserleri Müzesi Müdürlüğünde
bulunan Boyar 1935 yılında Atatürkün emriyle kurulan Ayasofya Müzesi
müdürlüğüne atanmıĢtır.
Halide Edip Adıvar‘ın kız kardeĢi Belkıs hanımla evli olan ali Ssami Boyar
23 Eylül 1967 tarihinde 87 yaĢındayken ölmüĢtür.
Deniz müzesinin ilk müdürü, Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü
PaĢanın damadı Bahriye Mirlivası Hikmet PaĢa, Müdür yardımcısı ise Bahriye fen
komisyonu üyesi sağ kolağası (deniz kıdemli yüzbaĢı) Süleyman Nutku Beydir.
Ġstanbul Tanzimat Müzesi (1952):
Dolmabahçe Sarayının inĢaatı sırasında Abdülmecit tarafından yaptırılan,
BeĢiktaĢ‘taki Ihlamur Caddesi sonunda yer alan ve Ihlamur KöĢkleri diye anılan iki
kasır Tanzimat Müzesi olarak hizmet vermektedir. Tanzimat devrinde yapılmıĢ
olan bu iki köĢk, Cumhuriyetin ilanından sonra, Milli Saraylar Ġdaresine geçmiĢ,
bazen ikametgâh olarak kullanılmıĢ ve uzun zaman bakımsız kalmıĢtır. 1950
yılında köĢklerin, Tanzimat Dönemini canlandıracak bir müze haline getirilmesi
düĢünülmüĢ, zamanın Ġstanbul Valisi ve Belediye BaĢkanı Fahrettin Kerim Gökay
tarafından T.B.M.M. baĢkanlığından karar çıkartılarak 1951 yılında binaların
Ġstanbul Belediyesine devrettirilmesi sağlanmıĢtır. Yapılan çalıĢmalar sonunda bu
iki köĢk 15 Ekim 1952 ÇarĢamba günü saat 17‘de Tanzimat Müzesi adıyla ziyarete
açılmıĢtır.
Tanzimat Döneminin ileri gelen Ģahsiyetlerine ait kiĢisel eĢya, belge tablo,
fotoğraf, mektup vb. eĢyalar bu müzede teĢhir edilmektedir. ReĢit Saffet Atabinen
ve Ġstanbul eski Milletvekili Salih Fuat Keçeci ellerindeki eserleri bu müzeye
bağıĢlamıĢlardır. Müze Ġstanbul BüyükĢehir Belediyesi BaĢkanlığına bağlıdır.
YeĢil Efendi Osmanlı Evi Müzesi(1984):
EskiĢehir‘in Odunpazarı Semti, Dede Mahallesinde YeĢilefendi Sokaktadır.
Buna, 19.yy‘nın ikinci yarısında inĢa edilmiĢ bir sivil mimarlık örneğidir ve
cumhuriyet dönemi birinci devri milletvekillerinden Halil Ġbrahim Sipahiye ait
bulunmaktaydı.
211
Burası Müze Ev olarak 1984 yılında ziyarete açılmıĢtır. EskiĢehir Müzesi
Müdürlüğüne bağlı olan bu müze daha sonra Özel Ġdare Müdürlüğünün
sorumluluğuna devredilmiĢtir.
Konya–Koyunoğlu ġehir Müzesi(1956):
Konya‘daki önemli müzelerden birisi de büyükĢehir belediyesine bağlı
olarak hizmet veren Koyunoğlu ġehir Müzesidir. Müze Ġzzet Koyunoğlu isimli
hayırsever bir Konyalının Evini ve eski eser koleksiyonlarını Konya Belediyesine
bağıĢlamasıyla kurulmuĢtur.
60 yıl boyunca gezdiği gördüğü yerlerden topladığı her türlü eski eseri
biriktirip bir koleksiyon ve daha sonra da bir müze meydana getiren Ġzzet
Koyunoğlu kimdir ve bu müze nasıl meydana gelmiĢtir? Ahmet Ġzzet Koyunoğlu
Konya‘da 1900 yılında dünyaya gelmiĢtir. Ġlk tahsilini Mahalle Sübyan mektebinde
yapmıĢ, sonra Ġstanbul‘a giderek burada Halkalı Ziraat Mektebinde okumuĢ ve
mezun olmuĢtur. Okul dıĢında çalıĢarak kendini yetiĢtiren Koyunoğlu, yedek subay
olarak yaptığı vatani görevi sırasında kurtuluĢ savaĢına katılmıĢ, Sakarya ve
Dumlupınar
muharebelerinde
yararlıklar
göstermiĢ,
bu
nedenle
Ġstiklal
Madalyasıyla ödüllendirilmiĢtir. Koyunoğlu askerlikten sonra, Devlet Demiryolları
Genel Müdürlüğünün çeĢitli birimlerinde görev almıĢ, bu arada 1928 yılında üç yıl
süreyle Almanya‘ya incelemeler yapmak üzere gönderilmiĢtir. Son olarak
baĢmüfettiĢlik görevini de yürüten Koyunoğlu 1956 yılanda emekli olmuĢtur.
Konya‘da Üçler Mezarlığının arkasında, Topraklık Semtinde, Kerimdede ÇeĢme
Mahallesinin Koyunoğlu Sokağındaki XVII. yy.a ait eski bir Türk evinde kurulan
müze ve kütüphanede yer alan eserler, 1913 yalında toplanmaya baĢlamıĢtır.
Önceleri Cöng denen edebiyatla ilgili dergilerin toplanmaya baĢlamasıyla
oluĢan koleksiyon, daha sonra geniĢlemiĢ, tarih öncesi çağlardan Selçuk ve
Osmanlılara kadar çeĢitli dönemlere ait taĢ, seramik, cam eserler, mezar taĢları
lahitler, heykeller, heykelcikler, kitabeler, sütun baĢlıkları ve sütunlar, etnografik
eserler, ev eĢyaları, koĢum takımları, el iĢlemeleri, kadın ve erkek giyim eĢyası,
askeri kıyafetler, fermanlar, halılar, yazmalar, sikkeler, kristaller, hat sanatı
örnekleri, el yazması kitaplar ve daha birçok çeĢitli eĢya koleksiyonlar içersinde
yer almıĢtır.
Bu
değerli
müzenin
sahibi
ve
kurucusu
Koyunoğlu‘nun
soyu
Karakoyunlulara uzamaktadır. Esasen Anadolu Selçuklularının tanınmıĢ siması
Sahib-i Ata Fahrettin-i Ali sülalesinden gelmektedir. Mevcut eserlerinin yüzde beĢi
212
ecdadının yadigârı, geri kalanı ise, hayatı boyunca kendi topladığı, satın aldığı,
diyar diyar gezerek araĢtırıp bulduğu objelerden oluĢturulmuĢtur. Koyunoğlu
Kütüphanesi 1954 yılında CumhurbaĢkanı Celal Bayar‘ın arzusu üzerine halka
açılmıĢtır. ÇalıĢtığı sürece koleksiyonlarını bilim adamlarına ve araĢtırmacılara her
zaman açan Koyunoğlu, 1956 yılında emekli olduktan sonra müze ve
kütüphanesini halkın hizmetine de sunmuĢtur. Kendi sağlığında ziyaretçilerden
ücret almamıĢ, müzeyi çoğu zaman bizzat tendi gezdirmiĢ ve ayrıca ziyaretçilere
ikramda bulunmuĢtur.
Koyunoğlu‘nun sağlığında, müzesindeki koleksiyonlara yurt içinde ve yurt
dıĢından yüksek rakamlar önerilerek birçok talip çıkmıĢ; bu anlamda Amerika,
Hollanda ve Danimarka‘dan önemli ve cazip teklifler gelmiĢtir. Ama tüm yaĢamı
boyunca uğraĢıp didinerek topladığı, evladı gibi bakıp koruduğu bu eserlerin ve
müzenin dağılıp yok olmasına onun gibi bakıp koruduğu bu eserlerin ve müzenin
dağılıp yok olmasına onun gönlü razı olmamıĢ ve hiçbir maddi karĢılığa tenezzül
etmeden evini, müzesini ve kütüphanesini Konya Belediyesine hibe etmeye karar
vermiĢtir.
Ancak, Koyunoğlu‘nun iki Ģartı vardır. Birincisi, yeni bir müze binası
yapılarak koleksiyonlar daha geniĢ ve modern mekânlarda teĢhir edilecek, ikincisi,
tarihi bir sivil mimarlık örneği olan evi ve müĢtemilatı restore edilerek Konya Evi
Ģeklinde muhafaza edilecektir. Aslında Ģart koĢulmasa da zaten mantıken
yapılması gereken de bu değil midir?
Dört yıl süren sayım ve tespit çalıĢmalarından sonra müze ve kütüphane, 4
Temmuz 1973 tarihinde Konya Belediye BaĢkanı Yılmaz Kulluk, belediye hukuk
danıĢmanı, noter ve öteki davetlilerin hazır bulunduğu bir törenle belediyeye
resmen hibe edilir. A.Ġzzet Koyunoğlu, canı gibi sevdiği müze ve kütüphanesinin
emin ellerde bulunmasından dolayı mutludur.
Kendi
ifadesiyle
―varlığını,
vatana
ve
millete
verebilmenin
huzuru
içerisinde‖dir. Koyunoğlu‘nun bağıĢladığı evi belediye tarafından restore ettirilmiĢ
ve bu evin doğu kısmına da üç katlı yeni bir müze binası yaptırılarak buraya
Koyunoğlu ġehir Müzesi adı verilmiĢtir. Koyunoğlu‘nun kitapları, yazma ve basma
eserler müzenin üst katına konularak bir kütüphane meydana getirilmiĢ, daha
sonra
Konyalı
Selçuk
Es‘in
bağıĢladığı
kitaplarda
buraya
eklenmiĢtir.
Kütüphanenin bitiĢiğinde Mehmet Önderin bağıĢladığı Mehmet Önder Kütüphanesi
ve ArĢivi de ayrı bir bölüm olarak yer almaktadır.
213
Koyunoğlu Müzesi 1984 yılanda zamanın Vali ve Belediye BaĢkanı Lütfi
Tuncer tarafından yeni binasında hizmete açılmıĢtır.
1960 yıllarda müzesine 80 milyon TL. Değer biçilen, ama onun satmaya
yanaĢmadığı ve kendi ifadesine göre ―Müzeyi satmaya kendimi selahiyetli
bulmadım. Burası bir barajdır. DıĢ ülkelere pek çok eser kaçırılıyorlar. Ben ise
halkın elinde bulunanları değerini vererek alıyor ve böylece bu değerli eserlerin
yurdumuzda kalmasını sağlıyorum‖ dediği değerli koleksiyonlar hem ülkemize
zengin bir müze kazandırmıĢ ve hem de izzet Koyunoğlu‘nun adının örnek bir kiĢi
olarak yaĢatılmasını sağlamıĢtır.
Ülkemizde, Koyunoğlu gibi, bu tür hayırlı ve yararlı hizmeti dokunan
insanlarımız ne yazık ki pek fazla değildir. Türk müzeciliğine fedakârca hizmet
eden gelmiĢ geçmiĢ hayırsever müzeciler arasında, Ahmet Ġzzet Koyunoğlu‘da
Ģüphesiz ki ön sıralarda yerini almıĢ bulunmaktadır.
Koyunoğlu Müzesinde
Gürbüz Alp ve onun ölümünden sonra eĢi Ayhan Alp Müze Müdürü olarak görev
yapmıĢlardır.
Trabzon (Ayasofya) Müzesi (1964):
Trabzon Ayasofya Müzesi aslında, mimari özelliği dikkate alınarak anıt
müze haline dönüĢtürülen bir Bizans çağı kilisesidir ve I:Manuel Komneos (12381263) zamanında inĢa ettirilmiĢtir.
Kilisenin batı tarafındaki çan kulesi ise daha sonraki asırlarda, 1427 yılında
yaptırılmıĢtır. Kilisenin kuzeyinde, daha erken bir döneme ait üç apsisli bir Ģapel
kalıntısı
da
bulunmaktadır.
Trabzon,
Fatih
Sultan
Mehmet
tarafından
Fethedildikten sonra Ayasofya Kilisesi de camiye dönüĢtürülmüĢ ve vakıf eser
haline getirilmiĢtir. 19.yy.da harab bir hale gelen cami 1864 yılından sonra, Bursalı
Rıza Efendinin gayretleriyle iyi bir onarımdan geçirtilmiĢtir. Birinci Dünya SavaĢı
zamanında depo ve askeri hastane olarak hizmet vermiĢ olan bina sonradan
yeniden cami olarak kullanılmıĢtır.
Cumhuriyetten sonra Vakıflar Genel Müdürlüğünün sorumluluğuna geçen
bina 1958-1962 yılları arasında bu müdürlük ve Edinburg Üniversitesinin iĢbirliği ile
esaslı bir restorasyon görmüĢ ve 1964 yılından sonra da anıt müze olarak hizmete
sokulmuĢtur.
Trabzon Müzesinde müdürlük yapanlar arasında Mahir Akturan
Necmettin Akgündüz ve AyĢe Vesim de bulunmaktadır.
Eski Kız Meslek Lisesi binası (Kostaki Konağı ) 1987 yılında müze olarak
kullanılmak üzere Kültür Bakanlığına tahsis edilmiĢtir.
214
Trabzon‘daki Atatürk KöĢkü ve Müzesi Trabzon Belediyesine bağlıdır. 1903
yılında inĢa edilmiĢ olan bina Soğuksu tepesinde, çam ormanlarıyla çevrili bir
bahçe içinde ve Ģehre hakim bir yerde bulunmaktadır. 15-17 Eylül 1924
tarihlerinde Trabzon‘u ilk defa ziyaret eden Mustafa Kemal bir gezinti sırasında bu
köĢkü de görüp beğenmiĢ ve burada bir süre dinlenmiĢtir.
Atatürk 26-29 Kasım 1930 tarihlerinde ikinci defa Trabzon‘a geldiğinde bu
köĢkte ağırlanmıĢtır. Atatürk‘ün beğendiği bu köĢk daha sonra Trabzon il özel
idaresince 2 Mayıs 1931 tarihinde hazineden satın alınarak, il daimi encümeninin
18 Mayıs 1931 tarih ve 361 sayılı kararıyla Atatürk armağan edilmiĢtir. Üçüncü
defa 10-11 Haziran 1937 tarihlerinde Trabzon‘a gelen Atatürk yine bu köĢkte
kalmıĢtır. Atatürk‘ün ölümünden sonra kız kardeĢi Makbule Boysana kalan köĢk,
17.4.1943 tarihinde Trabzon Belediyesi tarafından kamulaĢtırılmıĢtır. Gerek
mimarisi ve gerekse tarihi önemi nedeniyle değiĢik bir sivil mimari örneği olan bina
Trabzon Belediyesince müze haline getirilmiĢtir.
Ġstanbul (Tevfik Fikret) AĢiyan Müzesi (1945):
AĢiyan Müzesi, Rumelihisarı‘nda Kayalar mevkiinin üst kısmındaki sırtta yer
alan bahçe içinde üç katlı ahĢap bir binadır. Bu bina Edebiyat-ı Cedide Ģairlerinden
Ribabı ġikeste‘nin yazarı Tevfik Fikret‘in yaĢadığı evdir. 1867 yılında Ġstanbul‘da
doğan ünlü Türk Ģairi Tevfik Fikret aĢiyan adını verdiği bu evde yaĢamıĢ ve 19
Ağustos 1915 tarihinde 48 yaĢında iken ölmüĢtür.
Tevfik Fikret‘in ölümünden sonra, onun anılarıyla dolu olan binanın
baĢkalarına satılarak kaybolmasına razı olmayan Ġstanbul Belediyesi, içindeki
kiĢisel eĢyalarıyla birlikte AĢiyanı eĢi Nazmiye Hanımında satın almıĢtır. BaĢka
eserler ve belgelerle de zenginleĢtirilen bina, Tevfik Fikret‘in ölümünün 30.
yıldönümünde 19 ağustos 1945 Pazar günü saat 17 de müze olarak halkın
ziyaretine açılmıĢtır. Binanın giriĢ katı salonları Abdülhak Hamit Tarhana ait
eserlere, üst kat salonları ise Tevfik Firkete ait eserlere tahsis edilmiĢtir Müze
Ġstanbul BüyükĢehir Belediyesine bağlıdır.
Ġstanbul ġehir Müzesi (Belediye Müzesi) (1945):
Ġstanbul Saraçhanedeki Bozdoğan Kemeri altında, XVII. Yüzyılda Mimar
Davud Ağa tarafından yapılmıĢ ve Gazangerağa Medresesi olarak bilinen bir
medrese yer almaktadır. Uzun yıllar bakımsız kalmıĢ bulunan bu değerli Osmanlı
Mimari Anıtı, 1944-1945 yıllarında Ġstanbul Belediyesi tarafından aslına uygun
215
olarak restore ettirilmiĢ ve 1929 yılında Beyazıd Medresesinde kurulmuĢ olan
Ġnkılâp müze ve kütüphanesinin müze kısmındaki eserler buraya nakledilmiĢtir.
Ġstanbul‘un fethinden sonraki tarihi, kültürü ve sanatını tanıtmak amacıyla
burada oluĢturulan müze, teĢhir ve tanzimini takiben belediye müzesi adı altında 1
ġubat 1945 PerĢembe günü saat 15‘de törenli ziyarete açılmıĢtır.
Müzede, Beykoz cam eserleri, çiniler, Avrupa cam ve porselenleri, el
iĢlemeleri, çatmalar, kadifeler, yazmalar, kumaĢlar, nazar boncuğu koleksiyonu,
yazı, cilt, tezhip, kağıtçılık ve kağıt boyama sanatı örnekleri, yazı takımları, sedef
ve fildiĢi eser örnekleri, lüleler, demir, pirinç, bakır, iĢçiliği örnekleri, kahve
takımları, sünnet takımları, karagöz, kukla ve ortaoyunu malzemeleri, kanuni
sultan Süleyman Barboras Hayrettin PaĢanın portreleri, Fatih Sultan Mehmet‘in
portresi ve eski Ġstanbul manzaralarından oluĢan fotoğraflar, 1927 yılında
Ġstanbul‘a ilk gelen piyano sergilenmektedir.
Müze, Ekim 1968‘de Yıldız Sarayı ikinci avlusunda ve Hasbahça içinde yer
alan Güzel Sanatlar binasına ve marangozhaneye taĢınmıĢtır. Müze Ġstanbul
BüyükĢehir Belediye BaĢkanlığı‘na bağlıdır.
Ġstanbul-Atatürk Müzesi(1942):
1942 yılında Belediye tarafından Tahsin Uzel‘den satın alınan Atatürk
inkılâp müzesi Ġstanbul un ġiĢli semtinde Halaskargazi Caddesinde bulunan üç
katlı bir binadır.
Mustafa Kemal Milli Mücadeleden önce, 1918 yılı aralık ayından itibaren bir
yıl süreyle kiraladığı bu evde 5,5 ay kadar oturabilmiĢ ve 16 Mayıs 1919 tarihinde
ordu müfettiĢliği göreviyle samsuna gitmek üzere buradan ayrılmıĢtır. Onarımı
yapılan söz konusu bina 15 ağustos 1942 tarihinde Pazar günü saat 17 de müze
olarak halkın ziyaretine açılmıĢtır. Bina, 1955–1956 yıllarında 16.000 tl. Sarf
edilerek yeniden esaslı bir Ģekilde tamir görmüĢtür.
Müzede, istiklal savaĢına ait krokiler, belgeler, Atatürk‘e ait eĢyalar ve
elbiseler sergilenmektedir. Müze, Ġstanbul BüyükĢehir Belediye BaĢkanlığına
bağlıdır.
Çanakkale Harp Hatıraları Müzesi(1971):
1914-1915 yıllarında Çanakkale SavaĢlarında Ģehit düĢün askerlerin
anısına görkemli bir anıt yapılması için baĢlatılan kampanya sonucunda 19541960 yılları arasında Gelibolu Yarımadasında bir ġehitler Anıtı inĢa edilmiĢtir.
Settul Bahir Köyü Hisarlık Tepesinde yer alan 42m. Yüksekliğindeki anıtın dört
216
ayağından kuzey batıdakinin altında bulunan ―L‖ biçimli salon Çanakkale Harb
(Hatarıları) Müzesi olarak tanzim edilmiĢ ve 1971 yılında ziyarete açılmıĢtır.
Ġstanbul Hava(cılık) Müzesi (1971): Türkiye‘de havacılık tarihi konusunda bir
müze kurulması fikri ilk defa 1970 yılında esas olarak gündeme gelmiĢtir. Ġzmir
Cumaovası havaalanında kullanılmayan uçaklar, uçak maketleri ve havacılıkla ilgili
çeĢitli eĢyalardan oluĢan objelerin yer aldığı ilk Havacılık Müzesi 1971 yılında
kurulmuĢtur. Daha sonraki yıllarda söz konusu eserler Ġstanbul‘a taĢınarak modern
bir hava müzesi kurulması çalıĢmaları baĢlatılmıĢtır. Nihayet Ġstanbul YeĢilköy‘de
1985 yılında çağdaĢ bir Hava Müzesinin açılıĢı gerçekleĢtirilmiĢtir. Hava(cılık)
Müzesi Genelkurmay baĢkanlığına bağlıdır.
Ġstanbul-Karikatür ve Mizah Müzesi(1975):
Türkiye‘nin ilk Karikatür Müzesi, Karikatürcüler Derneği tarafından 1975
yılında Ġstanbul TepebaĢında kurulmuĢtur. Müze binası 1980 yılından sonra
belediye tarafından yıktırılmıĢtır. Halen Saraçhane, Bozdoğan Kemeri altındaki
XVI.-XVII. Yy. yapılarında Gazanfer Ağa Medresesinde Karikatür ve Mizah Müzesi
adı altında Ġstanbul BüyükĢehir Belediyesine bağlı olarak hizmet görmektedir.
6.7.Özel ve Kültür-Sanat Vakıflarına Bağlı Müzeler275
Ġstanbul- Sadberk Hanım Müzesi(1980):
Türkiye‘nin en eski ve en ünlü iĢadamı olan Vehbi Koçu‘n 1973 yılında
kaybettiği eĢi Sadberk Hanım‘ın adını taĢıyan ve onun anısına kurulan Vehbi Koç
Vakfı Sadberk Hanım Müzesi, Sarıyer sahilindeki Azaryan Yalısında hizmet
vermektedir. Müze 1980 yılında açılmıĢtır.
Sadberk Koç, yaĢamı boyunca eski eserlere büyük ilgi duymuĢ ve seçkin bir
koleksiyona sahip olmuĢtur. Onun bu kiĢisel koleksiyonu müzenin çekirdeğini
oluĢturmuĢtur. Daha sonra eser sayısı artmıĢ, 1983 yılında ünlü Hüseyin KocabaĢ
koleksiyonunun da satın alınmasıyla Sadberk Hanım Müzesi en önemli özel
müzelerden biri haline gelmiĢ, arkeolojik ve etnografik eserlerden oluĢan obje
sayısı on bini geçmiĢtir.
Bu müzenin ilk müdürü, eski müzeci olan Çetin Anlağa‘ır. Müze daha
sonraki yıllarda yurtdıĢı sergiler için eser göndermeye baĢlamıĢtır.
275
Gerçek,1999:465
217
Koleksiyonları Sadberk Hanım Müzesine kazandırılıp değerlendirilen
Hüseyin KocabaĢ ve değerli koleksiyonundan yeri gelmiĢken burada biraz söz
etmek yararlı olacaktır.
Esas mesleği ticaret olmasına rağmen, Hüseyin KocabaĢ eski eserlere olan
merakı yüzünden,1919 yılından itibaren ve daha 10 yaĢında bir çocuk iken, bu
koleksiyonu oluĢturmak için eser toplamaya baĢlamıĢtır.
Türkiye‘nin eserce en zengin koleksiyoncularından biri olan Hüseyin
KocabaĢ, sağlığında bu koleksiyonu için, Ġstanbul‘da NiĢantaĢı‘ndaki bir apartman
katını tahsis etmiĢ ve adeta özel müze halindeki bu koleksiyonun haftada bir gün
meraklılarına ve bilim adamlarına gezdirip göstermiĢtir.
218
219
7.TÜRK MÜZECĠLĠĞĠ’NĠN KURULUġUNDAN BUGÜNE MÜZECĠLER
VE MEVZUATLAR
276
7.1. Müzeciler
Ülkemizde müzeciliğin baĢlangıcında ve ilk müzenin kurulmasında emeği
geçen, baĢarılı çalıĢmaları ve yardımları görülen, destek veren müzecilerle,
müzeci niteliğini kazanmıĢ
kiĢilerin, Ülkemizdeki müzelerin kurulmasında,
meslekten olsun olmasın canla baĢla çalıĢan, katkıda bulunan. emeği geçen ve
Türk müzeciliğini yüceltmeye gayret eden kiĢilerle bunların bir kısmının yaĢam
öykülerini, Ayrıca, kısmen de daha sonraki dönemlerde tespit edebildiğimiz
kadarıyla Türkiye müzelerinin geliĢtirilmesinde ve çağdaĢlaĢtırılmasında ekipleriyle
birlikte çaba göstermiĢ olan müze yöneticilerinin secilmiĢ isimleri bulacağınız bu
bölüme ustalara saygıyı bir borç hatta bir minnetin ifadesi olarak tezimize koymayı
düĢündük. Her birinin hayatı ve müzecilik yaĢantısı ayrı ayrı yüksek lisans tez
konusu olabilecek kadar yüklü ve hatırat doludur.
AHMET FETHĠ PAġA (1801-1858):
ĠBRAHĠM ETHEM PAġA(1818-1893):
OSMAN HAMDĠ BEY (1842-1910):
HALĠL EDHEM BEY(1861-1938):
EDHEM HAMDĠ ELDEM (1882-1957):
GUSTAVE MENDEL(1873-1938):
THEODOR MAKRĠDĠ (1872-1940):
AZĠZ OGAN(1888-1956):
RACĠ TEMĠZER:
TAHSĠN ÖZ (1887-1973):
KENAN ÖZBEL
OSMAN BAYATLI (1892-1958):
ÖMER SELAHATTĠN KANTAR (1878-1943):
MEHMET YUSUF AKYURT:
MEHMET ÖNDER
HAMĠT ZÜBEYR KOġAY (1897- 1984):
276
Gerçek, 1999: 313-400
220
MELĠH ARSLAN
ENVER SAĞIR
DR.ÖNDER ĠPEK
MUSTAFA DEMĠREL
MUSTAFA AKASLAN
HACI ALĠ EKĠNCĠ
7.2.Mevzuatlar
2015 yılı itibariyle Müze, Müzecilik, TaĢınır ve TaĢınamaz Kültür Varlıkları,
Kolleksiyonerlik ve diğer hususları düzenleyen kanun, yönetmelik, yönerge,
milettlerarası sözleĢme, genelge ve müzecilik klavuzu kanun tarihi ve yayım
tarihleriyle birlikte yer almaktadır.
-4848 Sayılı Kültür ve Turizm Bakanlığı TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun:
Kanun Numarası: 4848 / Kabul Tarihi: 16.4.2003
-2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu: Kanun Numarası: 2863
Kabul Tarih: 23.7.1983 Sayı: 18113
-4434 Sayılı Arkeolojik Mirasın Korunmasına ĠliĢkin Avrupa SözleĢmesi (Gözden
GeçirilmiĢ)'nin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun:
Kanun No. 4434 Kabul Tarihi: 5.8.1999
-Arkeolojik Mirasın Korunmasına ĠliĢkin Avrupa SözleĢmesi:
-Kültür Varlıklarının Kanunsuz Ġthal, Ġhraç ve Mülkiyet Transferinin
Önlenmesi ve Yasaklanması Ġçin Alınacak Tedbirlerle Ġlgili SözleĢme:
-Askeri Müzeler Yönetmeliği: (Tarihi: 30.09.1984-Sayısı: 18531)
-Etnografik Nitelikteki TaĢınır Kültür Varlıkları Hakkında Yönetmelik: (Tarihi:
03.05.1988-Sayısı: 19803)
-Korunması Gerekli TaĢınır Kültür ve Tabiat VarlıklarıKoleksiyonculuğu ve
Denetimi Hakkında Yönetmelik: (Tarihi: 15.03.1984 -Sayısı: 18342)
-Korunması Gerekli TaĢınır Kültür ve Tabiat Varlıklarının Yurt DıĢına Çıkarılması
ve Yurda Sokulması Hakkında Yönetmelik: (Tarihi: 16.02.1984-Sayısı: 18314)
-Özel Müzeler ve Denetimleri Hakkında Yönetmelik: (Tarihi: 22.01.1984-Sayısı:
18289)
-Müzeler Ġç Hizmetler Yönetmeliği: (Bakanlık Makamının 30/04/1990gün, 578
221
sayılı onayıyla yürürlüğe girmiĢtir)
-Define Arama Yönetmeliği: (Tarihi: 27 Ocak 1984,Sayısı: 18294)
-Müzelerle Müzelere Bağlı Birimlerde ve Örenyerlerindeki Kültür
Varlıklarının Film ve Fotoğraflarının Çekilmesi Mülaj ve kopyalarının Çıkarılması
Hakkında Yönetmelik: (Tarihi: 26.01.1984 Sayısı: 18293)
-TaĢınır Kültür Varlığı Ticareti ve Bu Ticarete Ait ĠĢyerleri Ġle
Depoların Denetimi Hakkında Yönetmelik:(Tarihi:11.01.1984,Sayısı: 18278)
-Ulusal Müze BaĢkanlıklarının KuruluĢ ve Görevleri Hakkında
Yönetmelik:(Tarihi: 11.11.2005, Sayısı:25990 )
-Milletlerarası Müzeler Konseyi (ĠCOM)Türkiye Milli Komitesi Yönetmeliği: (Tarihi:
11.12.1970, Sayısı: 13691)
-Vakıflar Genel Müdürlüğü Müzeler Yönetmeliği
-Korunması Gerekli TaĢınır Kültür ve Tabiat Varlıklarının Tasnifi,
Tescili ve Müzelere Alınmaları Hakkında Yönetmelik (Tarih 20.04.2009, Sayısı
27206 )
-Kültür ve Tabiat Varlıklarıyla Ġlgili Olarak Yapılacak AraĢtırma, Sondaj ve Kazılar
Hakkında Yönetmelik (Tarihi: 10.08.1984, Sayısı: 18485)
-Genelgeler
-Kazı ve Yüzey AraĢtırmaları BaĢvurularına ĠliĢkin Genelge
-Müzecilik Klavuzu
222
223
8.SONUÇ
Dünya‘da ve Osmanlı Ġmparatorluğu dönemide dahil olmak üzere
Ülkemiz‘de Müzecilik kronolojisi ile ilgili süreci yazarları tarafından hazırlanmıĢ
birinci elden elde ettiğimiz kaynaklarından aktardığımız bu tezin amacına uygun
olarak Türkiye‘de buluna tüm arkeoloji, sanat tarihi, güzel sanatlar akademileri,
turizm ve seyahat iĢletmeciliği bölümlerinde okutulan Müzecilik derslerine kaynak
oluĢturmasını isteğimiz bir kere daha ifade etmek isterim. Ayrıca bu tezin
Türkiye‘de Müzciliğin üç evresinden birinci olan toplama, (depolama), saklama
(vitrin
düzeyinde)
ve
yorumlama
evrelerinin
ilk
ikisinden
kendi
gayreti,
çalıĢanlarının üstün gayreti ve fedakâr hizmetleri ile geçtiğini ancak yorumlama
evresinde bir miktar geçkalınmıĢ olduğunu görmemizi sağladığını düĢünmekteyim.
Bu nedenle bu tezin amacına uygun olarak yazılmıĢ ilk yazılı kaynak olduğunu
ifade etmek isterim.
Bununla birlikte Arkeoloji etkinliklerinin, Avrupalıların Osmanlılara ait
topraklardan emperyal paylar alma umutlarını meĢrulaĢtırmalarına katkıda
bulunduğunu, buna karĢılık Osmanlıların arkeoloji etkinliklerini de, Avrupalıların
iĢgaline tepkiolarak ve yalnızca eserler üzerindeki haklarının değil, daha da
önemlisi,
toprakları üzerindeki
haklarının
tanınmasını
sağlamak amacıyla
gerçekleĢtirildi. Dolayısıyla müze ve onunla bağlantılı hukuki pratikler, yalnızca
sözel düzeyde kültür mirasının ve tarihin dilini kullanmakla kalmamıĢ, haklı olarak
fiziki olarak fethin ve egemenliğin dilini kullandığına da dikkatimizi çekmiĢtir277.
Sonuç olarak Müzecilik tek baĢına geçmiĢten günümüze eski eserlerin,
kültür emanetlerinin saklandığı ve/veya depolandığı yerler olmanın da ötesinde
birer eğitim ve diplomasi alanları olarak karĢımızda durmaktadır. Kültürel emanetin
toplama, saklama ve yorumlama evrelerinin hızla geliĢim gösterdiği müzelerimiz
kendi kaderine terk edilemeyecek kadar önemli birer kamu kurumu konumundadır.
Aslında son yıllarda özel ve vakıf müzelerinin çokluğu bu sahanın kaderine terk
edilmediğinin en belirgin kanıtıdır. Ve yanı sıra T.C. Kültür ve Turizm
Bakannlığının 2000‘li yıllardan sonra Müzelere yaptığı yatırımlar ve iyileĢtirme
çabaları da göz ardı edilemeyecek kadar dikkat çekicibir noktaya ulaĢmıĢtır. Artık
Türkiye de bulunan kamu, özel ve vakıf müzeleri eski eserlerin toplandığı
saklandığı ve korunduğu yerler olmaktan bu eserlerin yorumlandığı ait oldukları
277
Shaw, 136-137.
224
kültürler ve çıktıkları toprakları için geçmiĢten geleceğe taĢıdıkları değerin
anlatıldığı mekânlar haline nasıl dönüĢtüğünü de görmek mümkündür.
Ayrıca artık kamu alanlarına bina yaparak müze oluĢturmanın etkin ve
verimli bir uygulama olmaktan çıktığını; kent merkezlerinde, ulaĢım ve iletiĢim
sorunları bulunduğu yer itibariyle çözmüĢ alanlarda ―bina yapmadan mekân
üretme tekniği‖ ile müze alanları üretilebileceğinin modern dünyanın bir gerçeği
haline geldiğine de dikkat çekmek isterim. Limanların, istasyonların, metroların,
eski sanayi kuruluĢlarının, terk edilmiĢ ve ekonomik ömrünü tamamlamıĢ fuar
alanlarının yanı sıra yeni inĢa edilen alıĢ veriĢ merkezlerinin (avm) bir katının veya
binanın bir kısmının sanat ve müze mekânı olarak düzenlenmesinin yasal alt
yapısı hazırlandıktan sonra bir zorunluluk haline getirilmeleri suretiyle müze-sergi
iliĢkisi bulunmayan kitleye çeĢitli dönemlerde resim-heykel-islameserleri, sanat
tarihini ve arkeolojiyi ilgilendiren objelerden oluĢan geçici müze uygulamalarının
hayata geçirilmesi de önerilerimizden bir tanesidir.
225
KAYNAKÇA
AkĢin, S., (2001). Ana Çizgileriyle Türkiye’nin Yakın Tarihi 1789-1980 , (Dördüncü
Baskı). Ankara: Ġmaj Yayıncılık.
Aktüre, T.,(1983). Doğa Tarihi Müzeleri. Bilim ve Teknik, 16 (190),1-3.
Artun, A.,(2006). Müze ve Modernlik Tarih Sahneleri – Sanat Müzeleri 1 (1.Baskı).
Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları,56-69.
Arık, M.,(2006). Şırnak ili 2006 Yılı Yüzey Araştırması Sonuç Raporu, (Cizre-Silopi
arkeolojik alan tespiti çalışması günlük notlar) Kültür Varlıkları ve Müzeler
Genel Müdürlüğü, Ankara,
Arık, M.,(2007). Edirne-Kırklareli 2007 Yılı Yüzey Araştırması Sonuç Raporu,
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü, Ankara,
Arık,M.,(2007).
Trakya
Bölgesinde
Definecilik;
İzler
Semboller
ve
Kanunlar,1.Kaynarca Tarih ve Kültür Sempozyumu, 17–18 Ekim 2007,
Kırklareli,
Arık, M.,(2007).
Trakya Bölgesinde İzler ve Semboller, Aktüel Arkeoloji Dergisi
sayı:3 s:98–102.
Artun, A., (2005). Sanatçı Müzeleri (1.Baskı).Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları, 150-154
Artun, A.,(2006). Müze ve Eleştirel Düşünce Tarih Sahneleri – Sanat Müzeleri 2
(1.Baskı). Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları, 11-297
Atasoy,T.,Ertürk, N., (2003). Müzeler ve Müzecilik Bibliyografyası.
Baram,U.,Carroll,L.,(2004)
Kitapyayınevi.15-164
Osmanlı
Arkeolojisi,
(1.Basım).Ġstanbul:
Bayrak,O.,(1966).İstanbulun Tarihi Yerler Klavuzu,(Künyesiz)8-86.
Bayraktaroğlu, S., (2009) Vakıflar Genel
Müdürlüğü Müzeleri. Geçmişten
Geleceğe Türkiye’de Müzecilik II. Eğitim, İşletmecilik ve Turizm
Sempozyumu 21-23 Mayıs 2008, Ankara.(VEKAM-No:16).165
Bilgili, A.E., (2009). Kültür ve Turizm Açısından İstanbul’un Küresel Konumu.
Ġstanbul Kültür ve Turizm Müdürlüğü 2008 Değerlendirmesi.21
Çalıkoğlu, L., (2009). Koleksiyon, Koleksiyonerlik ve Müzecilik, (1.Baskı),Ġstanbul:
Yapı Kredi Yayınları. 7-145.
Çelik,A., (2009). İstatistiklerle İstanbul Kültür 2008 Değerlendirmesi, Ġstanbul
Kültür ve Turizm Müdürlüğü 2008 Değerlendirmesi.211.
Dursun, H.,(2009). Meraklısına Tarihi Bir İstanbul Destinasyonu: Küçük
Meydanlar, Şirin Külliyeler, Kenarda Kalmış Eserler, Ġstanbul Kültür ve
Turizm Müdürlüğü 2008 Değerlendirmesi.307
226
Düzgün, O.,(2008) Sanal Müzecilik ve Müzelerimiz. Geçmişten Geleceğe
Türkiye’de Müzecilik I Sempozyumu 21-22 Mayıs 2007,Ankara. (VEKAMNo:14).217
Gerçek,F., (1999). Türk Müzeciliği,(Birinci Baskı). Ankara: T.C.Kültür Bakanlığı
Yayınları.1-533
Halman, T.S., (2008). Türk Müzeciliğide Devrime Doğru. Geçmişten Geleceğe
Türkiye’de I Sempozyumu 21-22 Mayıs 2007,Ankara. (VEKAM-No:14).5.
Hisar, A.ġ.,(2010).Türk Müzeciliği,(1.Baskı).Ġstanbul: Yapı Kreedi Yayınları.23141.
Ġğdemir,U.,(1991). Yılların İçinden, Makaleler, Anılar, İncelemeler, (2.Baskı).
Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.24.
Ġnalcık,H., (2006).Turkey and Europe in History,(1.Basım). Ġstanbul: Eren
Yayıncılık.13-192.
Kahraman,K., (2009). Milli Sarayların 2008 Değerlendirmesi, Ġstanbul Kültür ve
Turizm Müdürlüğü 2008 Değerlendirmesi.163.
Karlığa,B., (2009). Şehircilik Ruhu ve Medeniyet Şuuru, Ġstanbul Kültür ve Turizm
Müdürlüğü 2008 Değerlendirmesi.15.
Kocapınar, A., (2008) Türkiye‘de Koleksiyonculuk ve Özel Müzeler.Geçmişten
Geleceğe Türkiye’de Müzecilik I Sempozyumu 21-22 Mayıs 2007,Ankara.
(VEKAM-No:14).47
Meydan, S.,(2007). Atatürk ve Türklerin Saklı Tarihi (Birinci Baskı). Türkiye: Truva
Yayınevi,57-84.
Onur, B.,(2009). Üniversite Müzeleri ve Müzecilik, (1.Basım). Ankara: Ankara
Üniversitesi Çocuk Kültür AraĢtırma ve Uygulama Merkezi Yayınları.
Önder, M., (1992). Türkiye Müzeleri, (Üçüncü Baskı), Ankara: Türkiye ĠĢ Bankası
Kültür Yayınları.13-256.
Özveren, E., (2000). Akdeniz’de Bir Doğu, (Birinci Baskı), Ankara: Dost Kitabevi
Yayınları
Paykoç, F., (2009) Müzede DüĢünerek, Dokunarak ve Hissederek Öğrenme,
Ankara.(VEKAM-No:16).113.
Sarı, Ġ.,(2009). UNESCO Dünya Miras Kavramı, Ġstanbul Kültür ve Turizm
Müdürlüğü 2008 Değerlendirmesi.133.
Shaw, M.K.W., (2004). Osmanlı Müzeciliği,(1.Baskı). Ġstanbul: ĠletiĢim Yayınları, 7237.
Su, K., (1965). Osman Hamdi Bey’e Kadar Türk Müzesi, Ġstanbul: ĠCOMTürkiye
Milli Komitesi Yayınları, Sayı:3.
227
ġapolyo, E.B., (1936). Müzeler Tarihi, Ġstanbul: Remzi Kitabevi.
Tan, M.T.,Tarihde Türkler İçin Söylenen Büyük Sözler,Ġstanbul: Ġstanbul
Matbaacılık ve NeĢriyat T.A.ġ.
T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı.(2010). Adınızı Sonsuza Taşımanın Gururlu Yolu,
Ankara. T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı.
T.C.Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü. (2002). Türkiye
Müzeleri. Ankara: T.C.Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel
Müdürlüğü.12-163.
T.C.Milli Eğitim Bakanlığı, (1961). Eski Esreler ve Müzeler Komitesi Raporu,
(Ankara):T.C.Milli Eğitim Bakanlığı, VII. Milli Eğitim ġurası Dokümanları Milli
Eğitim Basımevi. 9-63.
T.C.Silifke Kaymakamlığı Müze Müdürlüğü. (2007). Silifke Müzesi Konferansları,
Kasım 2005-Nisan 2006, (Yayın No:3).Silifke Müze Müdürlüğü Yayınları
T.C.Kültür Bakanlığı, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma BaĢkanlığı.(1989). Eski
Eser Tanımı ve Kaçakçılığın Önlenmesi Semineri Notları, Ankara: 30-108.
Yücel, E., (1999). Türkiye‘de Müzecilik, (1.Baskı), Ġstanbul: Arkeoloji ve Sanat
Yayınları,19-109.
Yılmaz, Z.,(2008). Türkiye Müzeciliği ve Özel Müzelerin Önemi. Geçmişten
Geleceğe Türkiye’de Müzecilik I Sempozyumu 21-22 Mayıs 2007,Ankara.
(VEKAM-No:14).69.
Yıldızturan, M., (2008) Koleksiyonculuktan Müzeciliğe GeçiĢ ve Türk Müzeciliği.
Geçmişten Geleceğe Türkiye’de Müzecilik I Sempozyumu 21-22 Mayıs
2007,Ankara. (VEKAM-No:14).27.
Zilcioğlu, ġ.,Onur,B.,(2008). Çocuk Müzeleri ve Müze Eğitimi, (1.Baskı), Ankara:
Ürün Yayınları.
228
229
EKLER
230
EK-1. Haritalar
Harita 1: Osmanlı Ġmparatorluğu sınırları
Harita 2: Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları
231
EK-2. Resimler
Resim 1:Ahmet Fethi PaĢa
Resim 2: Ġbrahim Ethem PaĢa
232
Resim 3:Osman Hamdi Bey
Resim 4:Halil Edhem Bey
233
ÖZGEÇMĠġ
KiĢisel Bilgiler
Soyadı, adı
: ARIK, Murat
Uyruğu
: T.C.
Doğum tarihi ve yeri
: 14.08.1977-BURDUR
Medeni hali
: EVLĠ
Telefon
: 05434133862
e-mail
: [email protected]
Eğitim
Derece
Eğitim Birimi
Mezuniyet tarihi
Yüksek lisans
Gazi Üniversitesi
2008
Lisans
Adnan Menderes Üniversitesi
2004
Lise
Meram Gazi Lisesi
1994
ĠĢ Deneyimi
Yıl
Yer
Görev
2005-
T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı
Uzman
Yabancı Dil
Ġngilizce
Yayınlar
………………
Hobiler
Seyahat Etmek
Kitap Okumak
GAZİ GELECEKTİR...
MURAT ARIK
ARKEOLOJİ ANABİLİM DALI
ARKEOLOJİ BİLİM DALI
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
YÜKSEK
LİSANS
TEZİ
TÜRK MÜZECİLİĞİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ
MURAT ARIK
AĞUSTOS 2015
ARKEOLOJİ ANABİLİM DALI
ARKEOLOJİ BİLİM DALI
AĞUSTOS 2015
Download