Bekir ERTÜRK

advertisement
İÇİNDEKİLER
KISALTMALAR
ÖNSÖZ
IV
V
GİRİŞ 2
A. MÜSTAKİL SURE TEFSİRİ HAKKINDA BAZI AÇIKLAMALAR ____________ 2
B. HUCURAT SURESİ HAKKINDA YAPILAN ÇALIŞMALAR _________________ 3
BİRİNCİ BÖLÜM
4
SURENİN GENEL MUHTEVASI VE BAZI KAVRAMLAR
4
A. SURENİN GENEL MUHTEVASI _________________________________________ 4
1. Nüzulü _____________________________________________________________________
1a. Mushaftaki Yeri __________________________________________________________
1b. İndiği Yer _______________________________________________________________
2. İsmi _______________________________________________________________________
3. Konusu ____________________________________________________________________
4. Bir Önceki Sure İle İlişkisi ____________________________________________________
4
4
4
5
5
5
B. SURE İÇERİSİNDEKİ BAZI KELİME VE ISTILAHLARIN ANLAMI _________ 6
İKİNCİ BÖLÜM
11
SURENİN TEFSİRİ 11
A. PEYGAMBER EFENDİMİZE SAYGI ____________________________________ 12
1. Allah ve Rasulünün Önüne Geçmemek _________________________________________
2. Peygamberin Yanında Yüksek Sesle Konuşmamak _______________________________
3. Şanına Yakışır Tarzda Hitap Etmek ___________________________________________
4. Peygambere Saygının Alimlere Yansıması_______________________________________
5. İnsanlara Karşı Saygılı Davranmak ____________________________________________
12
15
17
19
20
B. DUYULAN HABERİN DOĞRULUĞUNU ARAŞTIRMAK __________________ 22
1. Fasığın Haberinin Güvenilirliği _______________________________________________ 23
C. BARIŞ VE KARDEŞLİK _______________________________________________ 24
1. Müminlerin Kardeşliği_______________________________________________________
2. Kardeşliğe Zarar Veren Amiller _______________________________________________
2a. Alay Etmek _____________________________________________________________
2b. Ayıplamak _____________________________________________________________
2c. Kötü Lakap Takmak _____________________________________________________
2d. Sû-i Zanda Bulunmak ____________________________________________________
2e. Kusur Araştırmak _______________________________________________________
2f. Gıybet Etmek ___________________________________________________________
2g. Irkçılık Yapmak_________________________________________________________
26
28
29
30
31
33
35
36
38
D. İMAN VE İSLAM _____________________________________________________ 41
E. GAYB _______________________________________________________________ 47
SONUÇ
49
KAYNAKÇA 52
2
KISALTMALAR
Bkz.
bakınız
a.g.e
adı geçen eser
a.y.
aynı yer
c.c.
celle celâlüh
c.
cilt
s.
sayfa
Ank.
Ankara
AÜİF
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Çev.
Çeviren
vb.
ve benzeri
terc.
terceme eden
(s.a.v.)
Sallallahu Aleyhi ve Selem
r.a.
Radiyallahu anh
ts.
tarihsiz
K.A.V.
Kur’an Araştırmalar Vakfı
DİBY.
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
y.y.
yayınları
3
ÖNSÖZ
Allah Teala, Kur’an’ı bir nur olarak göndermiştir. Onun isimlerinden biri de
nurdur. Nur ışık demektir. Ancak bu ışık, fiziki manada bir ışık değil, manevi
manadadır. Bütün cihan onunla aydınlanmış, bütün insanlar onunla doğru yolu
bulmuştur. Çünkü O, doğru yola çağıran ve insanları karanlıktan nura çıkarandır. O’na
sarılan, O’nun ışığında yürüyen,fert ve toplumlar mutluluğa ulaşmışlar ve dünyan en
bahtiyar insanları olmuşlardır. O’ndan yüz çevirenler ise büyük hezimete uğramışlardır.
Kur’an’da Yüce Allah insanların huzurlu yaşamaları için en güzel yolları
göstermiştir. Bunu yirmi üç sene boyunca Hz. Peygamber (s.a.v.)’e tedricen indirmiş ve
müminlerin birlik ve beraberlik içinde, kardeşçe yaşamalarını istemiştir. Nitekim bütün
sure ve ayetlerin genel maksadı budur. Her sure ve ayet kendi içerisinde bir mesaj taşır.
Benim çalışacağım sure ise ‘’Hucurat Suresi’’dir. Bu sure, ahlaki prensipleri içeriri.
Bu sebeple ‘’Ahlak Suresi’’ adı verilmiştir. Yeterli ahlaki kuralları içinde barındırması,
müminlerin Peygambere karşı ve müminlerin birbirlerine karşı nasıl davranması
gerektiğini açık bir şekilde ifade eder.
İnsan, sosyal bir varlıktır. Tek başına yaşaması fıtratına uygun değildir.bu
sebeple yaşamı boyunca, ikili ilişkiler içinde olacaktır. Bu bir kural çerçevesinde
işleyecektir. Kuralları koyan Allah’tır. Onlara uyduğu takdirde insan huzur bulur. İşte
‘’Hucurat Suresi’’ fert ve toplumun huzura kavuşmasını ahlaki değerlere uymaya
bağlamaktadır.
Bu sure özellikle insanlar arası ilişkiler ve genel ahlaki ilkeleri işlediği için
tezin adını ‘’Hucurat Suresinin Sosyal Hayata Etkisi’’ şeklinde uygun gördüm.
Hazırlık yaparken esas aldığım herhangi bir tefsir kitabı olmadı. Ama farklı tefsirlerden
faydalandım. Ayetlerin nüzul sebeplerine bakarak, ayetin ayetle, sonrada ayetin hadisle
tefsiri metodunu takip etmeye çalıştım. Tezi, giriş ve iki bölün olarak hazırladım. Giriş,
müstakil sure tefsirleri hakkında kısa bir açıklama ve sure hakkında yapılmış diğer
çalışmaların listesinden ibarettir. Birinci bölüm, surenin genel muhtevasını içermektedir.
İkinci bölüm ise, ‘’Surenin Tefsiri’’ ana başlığı şeklindedir.
4
Bu tezi hazırlamada, başta bizlere yardım ve desteğini esirgemeyen
müdürümüz Zeki Yavuzyılmaz Bey’e, tez danışmanım Abdurrahman Bey’e ve dini
ilimleri sevmeme ve bu sahada yetişmeme vesile olan tüm hocalarıma ve çalışmamda
bana yardımcı olan herkese şükranlarımı arz ederim.
Bekir ERTÜRK
Trabzon- 2005
5
GİRİŞ
A. MÜSTAKİL SURE TEFSİRİ HAKKINDA BAZI AÇIKLAMALAR
Müstakil sure tefsiri hakkında açıklamalara geçmeden önce, ayetin ve buna
bağlı olarak da surenin ne anlama geldiğini bilmek gerekir.
Ayet, lügatte; mucize, alamet, ibret, hayret edilecek şey, burhan, delil,
Kur’an’ın tümü veya belli bölümleri anlamına gelir.1
Ayet, ıstılahta ise; surelerin iççinde evvelinden ve sonundan kesik olan, bir
veya birkaç cümleden mürekkeb bir kelamdır.2
Sure, lügatta; yüksek mevki,3 ıstılahta ise; ayetlerden meydana gelen başı ve
sonu bulunan müstakil Kur’an parçası demektir.4
Bir kısım müfessirler, Kur’an’ın tamamını bir kısmı da bazı sureleri tefsir
etmişlerdir. Müstakil sure tefsiri yapılmasının bir takım sebepleri vardır:
1. Surelerin fazileti hakkında hadis-i şeriflerin varid olması.
2.
Namaz sureleri gibi müminlerin sık sık okumak zorunda oldukları
surelerin açıklamalarını öğretmek için.
3.
Bazı surelerin tefsir edilmesiyle maksadın belli ölçüde elde edileceği
düşünülmüş olabilir. Mesela, Fatiha suresi. Bu sure ‘’Kur’an’ın Esası’’ veya ‘’Vâfiye’’
olarak isimlendirilmiştir.
4.
Bazı müfessirler de Kur’an’ın tamamını tefsir etmeye ömürlerinin
yetişmeyeceğini düşünerek, sure tefsirine yönelmiş olabilirler5.
Bu kelimelerin her biri için bkz. Bakara, 2/ 23-24, 164,248; Müminun, 23/50; Rum, 30/22; Şura, 26/158;
Al-i İmran, 3/45; Maide, 5/114; En’am, 6/58; İsra, 17/ 88.
2
Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usulü, Ankara, 1993, T.D.V.Y. s.55.
3
el-İsfehani, Hüseyin İbn Muhammed İbn Ragıb, el-Müfredat fi garibi’l-Kur’an, İstanbul, 1986, s. 361.
4
Yıldırım, Suat, Kur’an-ı Kerim ve Kur’an İlimlerine Giriş, Üçüncü Baskı, İstanbul, 1989, s.52.
5
Baş, Erdoğan, Müminler Arası Beşeri Münasebetler, Erkam Yayınları, İstanbul, 1998, s.12
1
6
B. HUCURAT SURESİ HAKKINDA YAPILAN ÇALIŞMALAR
1. Tefsir-i Sure-i Hucurat / Cevdet Paşa
2. Hâşiye ala Tefsiri Suret-i Yasin ve’l-Feth ve’l-Hucurat /Sâdi Çelebi
3.
Kur’an’ın 20. Asra Göre Anlamı, Kaf, Hucurat, Feth Ve Muhammed
Sureleri / M. Kazım Öztürk
4.
Hucurat Suresi Manası Ve Tefsiri / M. Kemal Pilavoğlu
5.
Menhecün Terbeviyyün li Mücteme’in Misaliyyin / Abdullah Ömer el-
6.
Teemmülat fi sureti’l-Hucurat6 / Muhammed Cum’a Abdüssamed Âbid
Emin
6
a.g.e., s.13.
7
BİRİNCİ BÖLÜM
SURENİN GENEL MUHTEVASI VE BAZI KAVRAMLAR
A. SURENİN GENEL MUHTEVASI
1. Nüzulü
1a. Mushaftaki Yeri
Hucurat suresi resmi sıraya yani Hz. Osman mushafına göre 49.uncu, nüzul
sırasına göre ise 106’ıncı suredir. Resmi sıraya göre Fetih, nüzul sırasına göre de
Mücadele suresinden sonra gelmektedir.18 ayettir.7
1b. İndiği Yer
7
Cerrahoğlu, s. 79,87.
8
Hucurat suresi Medenidir. 8 Ancak 13. ayetin Mekki olduğuna dair bazı
rivayetler vardır.9
2. İsmi
Bu sure adını dördüncü ayette geçen Hucurat (odalar) kelimesinden almıştır.
Sureler isimlerini ya içerdikleri bir kelimeden veya ifade ettikleri manadan alırlar. 10
Nitekim, ihtiva ettiği ahlaki konulardan dolayı bazıları bu sureye ‘’Ahlak Suresi’’ adını
da vermişlerdir.11
3. Konusu
Sure, müminlerin başta Allah’a ve Rasulüne karşı tutum ve davranışlarını
düzenlemekte ve onlara bazı terbiye kuralları öğretmektedir. Ayrıca müminlerin
birbirlerine karşı ve diğer toplumlara karşı davranış ve tutumlarının sınırlarını
belirlemektedir.
4. Bir Önceki Sure İle İlişkisi
Fetih suresinin son kısmı, Peygamber (s.a.v.)’in ahlak ve terbiyesiyle yetişecek
olan müminlerin gelecekleri ile ilgili olarak sona ermiştir. Bu sure ise; müminlerin iyilik
ve refahını artıracak olan güzelliklerden söz etmekte Allah ve Rasulüne karşı uyulması
gereken adetlerin öğretilmesiyle başlamaktadır. Önceki sure müminlerle kafirler
arasındaki dış ilişkilerle ilgili yol göstermeleri ihtiva ettiği halde, bu sure yalnız
müminler arasında eğitim, öğretim ve cemiyet nizamı gibi iç münasebetleri
düzenlemektedir. Onun için önceki surelerde kafirlerle savaş konu edildiği halde, bu
surede yol kesenlerle savaş zikredilmektedir. Netice olarak bu sure, özellikle bize şunu
gösteriyor ki, herhangi bir fetihten sonra ilk önce dikkat edilmesi gereken şey, iç
Kurtubi, Ebu Abdillah Muhammed İbn Ahmed, el-Câmi’ li ahkami’l-Kur’an, Darul İhya ve’t-Turasul
Arabi, Beyrut, 1985, c.16, s. 300, c.7, s.184
9
Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Feza Yayıncılık, İstanbul, ts.
10
Cerrahoğlu, s.59.
11
Sabuni, Muhammed Ali, Safvetü’t-tefasir, Dokuzuncu Baskı, Kahire, ts. c.3, s.230.
8
9
düzenlemelere dikkat etmek ve fethedilen yeni memleket halkının, İslam’ın feyz ve
bereketinden istifade etmeleri için terbiyelerine özen göstermektir.12
Müfessirlerin çoğuna göre Hucurat suresi, mufassal surelerin birincisidir.
Mufassal sure ise, fıkıh kitaplarımda açıklandığı üzere, namazlarda okumanın müstehap
olduğu surelerdir.13
B. SURE İÇERİSİNDEKİ BAZI KELİME VE ISTILAHLARIN
ANLAMI
Allah (c.c.) :Allah kelimesinin kökü ilahtır. İlah da hayret etti manasına gelen
elehe fiilinin mastarıdır. Müşrikler, Allah kelimesini eşi ve benzeri olmayan gerçek
ma’bud için kullanırlar.14
Istılah da ise; Allah yüce yaratıcının e büyük ve en geniş manalı ismi, mutlak
varlığın adı, uluhiyyet sıfatlarını kuşatıcı, rubûbiyyet özellikleri ile muttasıf ve
kendisinden başka ilah olmayan tek hakiki
varlıktır. 15 Allah ismi herhangi bir
kelimeden türememiştir. Allah’ın hususi bir ismidir. Hiç kimse bu isimle
isimlendirilemez.16 Bu lafız, surede ta’zim için gelmiştir. Rasulullah (s.a.v.)’in Allah’ın
yanında yüksek şerefini ve yüce özelliğini bildirmek için gelmiştir.17
Anet: Anet kelimesi, nete fiilinin mastarı olup, bir şeyin bozulması, günah
işlemek, helak etmek veya olmak, insana zorluk ve darlık isabet etmek, sıkıntı anlamına
gelir.18
A’rab: A’rab kelimesi, arebe kökünden müştaktır. Fasih Arapça konuşmak,
açık net bir şekilde ifade etmek manalarına gelir.19 Surede kastedilenler ise, Beni Esed b.
Huzeyme kabilesidir. Arapların genelini kapsamaz.20
Elmalılı, c.7, s. 184-185.
İbn Aşur, Muhammed et-Tahir, Tefsiru’t-tahrir ve’t-tenvir, Tunus, 1984, c.26, s.215.
14
Zemahşeri, Ebu’l Kasım Carullah, el-Keşşaf an hakaiki’t-tenzil ve uyuni’l ekâvil fi vucûhit-te’vil,
Birinci Baskı,Beyrut, 1995, c.2, s.477.
– Meryem, 19/65, ‘’Hiç onun adıyla anılan birini biliyor musun?’’ ayetine bu anlamı vermiştir.
15
Sabuni, a.g.e., c.1, s.24-25.
16
Topaloğlu, Bekir, T.D.V. Ansiklopedisi, Allah mad. İstanbul, 1989, c.2, s.471.
17
Alûsi, Ebi’l Fazl Şihabeddin Seyyid Muhammed el- Bağdadi, Ruhul Meani fi tefsiri’l Kur’an’il-azim
ve’s-seb’il-mesani, Daru’l-Fikir, Beyrut, 1997, c.14, s.200.
18
a.g.e., c.14, s.222.
12
13
10
Bağy: Bu kelime bagaye fiilinin mastarıdır. Zina 21 ve zulüm 22 etmek, aşırı,
haksız davranmak 23 , Allah’ın hükümlerini yerine getirmeyip aşırı giden, fesad,
saldırgan anlamlarına gelir.24
Cihad: Cihad kelimesi, fiâl kalıbından cehede kökünden türemiştir. Gayret
etmek, çaba sarfetmek, zahmet çekmek, canını, malını ortaya koymak,25 düşmana, nefse
ve hevaya karşı mücadele etmektir.26 Allah uğrunda, O’na yakışır şekilde cihad etmek
anlamına gelir.27
Fısk- Füsuk: Bu kelime, fesaka fiilinin mastarıdır. Emr-i ilahiyi ter ile isyan
edip, hak yoldan çıkma, yahut zina ve fücur eylemek, 28 yalan söylemek manalarına
gelir.29 Terim olarak fısk, ya itikatta ya da amelde olur. İtikadi fısk ya küfürdür, yahut
da bid’atttir. Gerek amelinde, gerekse küfre varmamak şartıyla itikadında fıska düşene
fasık denilmiştir. Bu çeşit fıska, fısk bi’l-bid’a, büyük günahlardan birini işlemek veya
küçük günah işlemeyi terk etmeyip onda ısrar etmeye fısk bi’l-masiye, Hz. Peygamber
(s.a.v.)’e isnad ederek yalan söylemesi, hadis uydurması şeklindeki fısk çeşidine ise,
kizb ale’r-Resul denir. Sözüyle islami esaslara aykırı hareket eden ravinin hadisi delil
olarak alınmaz, terkedir. Bir kısım alimler ise, (Buhari, Şeyhi el-Humeydi, Ahmed b.
Hanbel gb.) hiçbir surette kabul etmezler.30
Gayb: Kişinin gıyabında olan her şey gaibdir. Yani bilemeyeceği her şey. 31
Bütün bunlar insan içidir. Allah’a hiçbir şey gizli kalmaz.32
İbrahim, Mustafa Ahmed Hasan, ez-Ziyat, Hamit Abdülkadir, Mu’cemu’l-vasit, İstanbul, 1989 s. 590591.
20
Alusi, a.g.e., c.14, s.250.
21
Nur, 24/32.
22
Kasas, 28/76.
23
İbn Manzur, Ebul Fadl Cemalüddin, Lisanül Arap, Kahire,ts. c.1, s. 323.
24
Kurtubi, a.g.e., c.16, s.316.
25
İbn Manzur, a.g.e., c.1, s. 7-8.
26
Alusi, a.g.e., s.253.
27
Hac, 22/78.
28
Koçyiğit, Talat, Hadis Istılahları, İkinci Baskı, AÜİFY, Ankara, 1985, s.112.
29
Kurtubi, a.g.e., c.16, s.314.
30
Uğur, Müçteba, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, T.D.V. Ankara, 1992, s.97.
31
İbn Manzur, c.5, s.3321.
32
Sebe, 34/3, ٍ‫ل ذَ َّرة‬
ٍُ ‫ٍُمثْقَا‬
ِ ‫ﻵ يَ ْع ُزبُ ٍ َع ْنه‬
19
11
Gıybet: Bir kişinin işlemiş olduğu bir şeyi arkasından konuşmak. Buda, orada
bulunmayan bir kişinin arkasından kötülüğünden bahsetmek, işittiği zaman üzüntü
duyacağı bir şeyler konuşmak, her ne kadar bunlar o kişide bulunsa bile ayıbı sabit olan
bir bu ayıbından dolayı kötülemek, bir kimsenin arkasından hoşlanmayacağı bir şey
söylemek demektir.33 Aynı kökten gelen iğtiyab kelimesi de: Bir kimsenin gizlediği ve
başkalarının duymasını istemediği ayıplarını zikretmek demektir.34
Hücre: Bu kelime hacere kökünden türemiş olup oda manasındadır.35 Etrafı
duvarlarla çevrilerek, içine girilmekten men olunan arazi parçası demektir.36
İman: Küfrün zıddıdır. İnanmak, doğrulamak, tasdik etmek, manalarına
gelir.37 Istılah olarak; Hz. Peygamber (s.a.v.)’in getirdiği şeraite sağlam bir şekilde ve
gönül huzuru ile tabi olmak, Allah’ı ve Peygamberi dil ile ikrar, kalp ile tasdik edip
emirlerine uymak demektir.38
İslam: Selime kökünden türemiş olup if’al babının mastarıdır. Tehlikeden,
şerden kaçınmak, arınma, suçtan uzak olma, itaat gösterme manalarına gelir. İslam,
lisanla iman ise kalple olur.39 Zahirde Peygamberimizin getirdiği şeyi kabul etmek, iç
alemde ise ölüm ve esir düşme korkusuyla müslüman olmaktır.40
İsm: Helal olmayan bir şey yapmaktır. Esime fiilinin mastarıdır. Günah,
masiyet, kötülük, suç anlamına gelir. 41 Ayrıca cezayı gerektiren günah anlamına da
gelir.42
Lâkab: Bu kelime lakabe kökünden türemiş olup, bir kimseye asıl isminden
başka bir isim takmak demektir. Soyad manasına da gelir.43 Lakab kelimesi hem övmek,
hem de yermek için kullanılabilir.44
Elmalılı, c.7, s.209.
el-Mucemü’l-vasit, s.667.
35
İbn Manzur, a.g.e., c.2, s.782.
36
Beyzavi, Nasiruddin Abdullah b. Ömer, Envarü’t-tenzil ve esrarü’t-te’vil, Beyrut, 1988, c.2, s.415.
37
İbn Manzur, a.g.e., c.1, s.140.
38
Zemahşeri, a.g.e., c.1, s.16.
39
İbn Manzur, a.g.e., c.3, s.2080.
40
Kurtubi, a.g.e., s.348.
41
İbn Manzur, a.g.e., c.1, s.28.
42
Alusi, a.g.e., c.14, s.236.
33
34
12
Küfür: Nimeti örtmedir. Şükrün zıddıdır. Örtme, gizleme, Allah’ı inkar etme,
mukaddesâta küfretme, kafir olma, nankörlük etme vb. manalara gelir. 45 Tarla ekip
dikmek, kifr tabir edilir. Çünkü bu işle uğraşan çiftçi,toprakla tohumun üzerini örter.
Kur’an-ı Kerim’de küfür kelimesi aynı zamanda ekinci 46 manasında kullanılmıştır.
Ayrıca bilerek inkar, reddetme ve Allah’ın nimetlerini örtmektir.47
Minnet: Bu kelime menne fiilinin mastarıdır. Cömert, iyi niyetli, yumuşak
huylu olmak, iyilikte bulunmak, karşılıksız vermek,48 bol lütufta bulunmak,49 nimet50
manalarına gelir. Ayrıca bir iyiliği başa kakmak manasına da gelir.51
Nebe: Haber, bilgi, duyuru, ilan manalarına gelir.52 Doğru ve yalana ihtimali
olan sözler diye tanımlanır.53
Nebz: Nebeze fiilinin mastarıdır. Atmak, fırlatmak, anlaşmayı bozmak,
küçümsemek, hor görmek, kötü lakapla çağırma, kötü lakap takma anlamındadır.54
Nida: Sesi yükseltmek ve bağırıp çağırmak
55
manalarına gelir. Ayrıca
muhataba, tembih edilen şeylere ve onların önemine dikkat çekmek.56
Suhriyye: Alay etme, küçük görme, ayıpları ortaya çıkarma,
57
insanın
kardeşiyle alay etmesi, ona şefkat gözüyle bakmaması, kendisine iltifat etmemesidir.
Takdim: Bir şeyi öne geçirmek, öne almak, önüne geçirmek manalarına
gelir.58 Bazen kadm, takdim ve tekaddüm kelimeleri aynı59 anlamda kullanılmıştır.
43
a.g.e., s.848.
Elmalılı, c.7, s.206.
45
İbn Manzur, a.g.e., c.5, s.3897.
46
Ateş, a.g.e., s.589. ‫ﺃﻋﺠﺏﺍﻠﻜﻓﺎﺭﻨﺒﺎﺘﻪ‬
47
Alusi, a.g.e., s.224.
48
İbn Manzur, a.g.e., c.6, s.4278.
49
ْ َ‫ٍاّللٍُ َعل‬
‫لَقَدٍْ َم َّن ه‬
Al-i İmran, 3/164.
ٍَ‫ؤمنِين‬
ِ ‫ىٍال ُم‬
50
Alusi, a.g.e., s.253
51
Bakara, 2/264 ‘’Başa kakmak ve eziyet etmekle sadakalarınızı boşa çıkarmayın’’
52
İbn Manzur, a.g.e., c.6, s.4315.
53
Cürcani, Ali İbn Muhammed, et-Ta’rifât, Beyrut, 1983, s.96
54
Kurtibi, a.g.e., c.16, s.328.
55
Bakara, 2/171.
56
Alusi, a.g.e., s.199.
57
Kurtubi, a.g.e., s.324.
44
13
Takva: Koruma, muhafaza, himaye, tehlikeden sakınma vb. manalara gelir.
Takva herhangi bir tehlikeden değil, Allah’ın azabından ve insanı bu azaba sürükleyen
günahlardan korunma anlamındadır.60 Ayrıca bütün kötülüklerden temizleme anlamına
da gelir.61
Tecessüs: El ile dokunmak, yoklamak, bilgi elde etmeye çalışmak, gizli gizli
izlemek, casusluk yapmak, ispiyonlamak, biri için haber toplamak anlamlarına gelir.62
ayrıca müslümanların ayıplarını araştırmak şeklinde de söylenir.63
Zann: Şüphe, kanaat, araştırmaya muhtaç bir düşünce anlamlarına gelir. 64
Zann kuvvet kazanınca ilim, zayıflık kazanınca da vehim olur. Bazen de zann, ilim ve
kesin bilgi ifade eder.65 Ayrıca töhmet 66 manasına da gelir.
er-Razi, Ebu Abdullah Muhammed İbn Ömer, Mefatihu’l Gayb, (Terc.) Akçağ Yayınları, Ankara, 1995,
s.20, s.224; Alusi, a.g.e., s.199.
59
Maide, 5/80 ‘’Kendileri için yapıp gönderdiği ne kötüdür’’ Hud, 11/98 ‘’(Firavun), kıyamet günü
kavminin önünde gidiyor’’
60
Ateş, a.g.e., s.1.
61
Kurtubi, a.g.e., s.308
62
Elmalılı, c.7, s.208.
63
Alusi, a.g.e., c.14, s.236.
64
İbn Manzur, a.g.e., c.4, s.2762.
65
Bakara, 2/46.
66
Kurtubi, a.g.e., s.332.
58
14
‫‪İKİNCİ BÖLÜM‬‬
‫‪SURENİN TEFSİRİ‬‬
‫ٍواتَّقُ‬
‫َياٍأَيُّ َهاٍالَّذِينَ ٍآ َمنُ َ‬
‫واٍاّلل ِإ َّن َّ‬
‫س ِمي ٌعٍ َع ِلي ٌمٍ‪َ ٍٍ1‬ياٍأَيُّ َهاٍ‬
‫ٍََّ‬
‫ٍو َر ُ‬
‫واٍَلٍتُقَ ِده ُمواٍ َبيْنَ ٍ َيدَي ِ َّ ِ‬
‫ٍاّللٍَ َ‬
‫سو ِل ِه َ‬
‫ٍاّلل َ‬
‫الَّذِينَ ٍآ َمنُ َ‬
‫ض ُك ْمٍ‬
‫ٍو ََلٍتَ ٍْ‬
‫ص ْو ِ‬
‫واٍَلٍت َ ْرفَعُواٍأَ ْ‬
‫ج َه ُرواٍلَهٍُ ِب ْالقَ ْو ِلٍ َك َج ْه ِرٍ َب ْع ِ‬
‫ص َوات َ ُك ٍْم فَ ْوقَ ٍ َ‬
‫يِ َ‬
‫تٍالنَّ ِب ه‬
‫ِل َب ْعض ٍأَنٍتَ ْح َب َ‬
‫ولٍ‬
‫ٍر ُ‬
‫ٍوأَنت ُ ْم ٍََل ٍت َ ْشعُ ُرونَ ٍ‪ِ ٍٍ 2‬إ َّن ٍالَّذِينٍَ َيغُضُّونَ ٍأ َ ْ‬
‫س ِ‬
‫ص َواتَ ُه ْم ٍ ِعندَ َ‬
‫ط ٍأ َ ْع َماٍلُ ُك ْم َ‬
‫َّ‬
‫ٍمنٍ‬
‫ٍامتَ َحنَ ٍَّ‬
‫ٍوٍأ َ ْج ٌرٍ َع ِظي ٌٍمٍ‪ِ ٍٍ3‬إ َّنٍالَّذِينٍَ يُنَاد ُون ََك ِ‬
‫اّللٍِأ ُ ْولَئِ َكٍالَّذِينَ ْ‬
‫ٍاّللُ قُلُوبَ ُه ْمٍ ِللت َّ ْق َوىٍلَ ُهمٍ َّم ْغ ِف َرة ٌ َ‬
‫َو َر ْ‬
‫ص َب ُرواٍ َحتَّىٍتَ ْخ ُر َج ٍ ِإلَ ْي ِه ْم ٍلَ َكانَ ٍ َخي ًْراٍلَّ ُه ْمٍ‬
‫اءٍال ُح ُج َرا ِ‬
‫ت ٍأ َ ْكث َ ُر ُه ْم ٍََل ٍ َي ْع ِقلُون‪َ ٍ 4‬و َل ْو ٍأَنَّ ُه ْم ٍ َ‬
‫َو َّ‬
‫اّللٍُ َ‬
‫ورٍ‬
‫غفُ ٌ‬
‫َّر ِحي ٌمٍ‪ٍ 5‬‬
‫‪1. Ey iman edenler! Allah'ın ve Resûlünün önüne geçmeyin. Allah'tan korkun.‬‬
‫‪Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.‬‬
‫‪15‬‬
2. Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin.
Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına
varmadan amelleriniz boşa gidiverir.
3. Allah'ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah'ın kalplerini
takvâ ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.
4. (Resûlüm!) Sana odaların arka tarafından bağıranların çoğu aklı ermez
kimselerdir.
5. Eğer onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, elbette kendileri için
daha iyi olurdu. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.67
A. PEYGAMBER EFENDİMİZE SAYGI
Hucurat suresinin ilk beş ayeti, Peygamberimize karşı nasıl davranılması
gerektiğine dair birtakım edep kurallarını içermektedir. Bu kurallar; hiçbir hususta
Allah’ın ve Rasulünün önüne geçemez. Peygamberle yüksek sesle konuşmama, hitab
ederken edeple çağırmadır. Ayrıca bu ayetler üç kural getirmiştir:
a. Peygamberin huzurunda, ondan önce bir şey söylememek ve yapmamak.
b. Huzurunda, gerek kendisiyle, gerek başkalarıyla konuşurken saygılı olmak,
yüksek sesle konuşmamak.
c. Onu çağırırken edeple çağırmak, dışarıdan bağırmamak, ona karşı saygılı
davranmaktır. 68
1. Allah ve Rasulünün Önüne Geçmemek
‘’Ey iman edenler! Allah'ın ve Resûlünün önüne geçmeyin. Allah'tan korkun.
Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.’’
Bu ayetin nüzul sebebiyle ilgili çeşitli rivayetler vardır:
67
68
Hucurat, 49/1-5.
Ateş, Süleyman, Kur’an Ansiklopedisi, İstanbul, c.8, s.422.
16
a. Beni Temim’den Rasulullah’a bir heyet gelmişti. Hz. Ebu Bekir (r.) Kaka b.
Ma’bed’i onlara emir yap dedi. Hz. Ömer’de Akra b. Habis’i emir yap dedi. Ebu Bekir:
‘’Sırf bana muhalefet etmek istedin’’ dedi. Ömer de: hayır sana muhalefet etmek
istemedim dedi. Münakaşa ettiler, sesleri yükseldi bundan dolayı birinci ayet inmiştir.
Fakat yine Buhari’nin rivayetine göre; bu münakaşa bundan sonraki ayetinde nüzul
sebebi olmuştur.69
b. Bazı kimseler kurban bayramı günü Rasulullah (s.a.v.)’den önce kurban
kesmişlerdi. Peygamber (s.a.v.) onlara yeniden kesmelerini emretti.70 Bu ayet indi.
c. Rasulullah (s.a.v.) Medine’de oturmaya başladıktan sonra kendisine uzak
yerlerden elçiler geliyor, pek çok mesele soruyor ve çok konuşuyorlardı. Bazen de Hz.
Peygamber (s.a.v.) sözlerine başlamadan evvel konuşmaya başlıyorlardı. 71 Bu sebeple
ayet inmiştir. Zikredilen nüzul sebeplerinin hepsi mantıken doğrudur. Ancak bunların
hangisinin hakiki nüzul sebebi olduğunu yüce Allah daha iyi bilir. Muhakkak ki ayet,
Hz. Peygamber (s.a.v.)’den önce bir iş yapmak, yahut bir mesele hakkında hüküm
vermek isteyenlerle ilgilidir. Herhalde Peygamber (s.a.v.)’in huzurunda bir mesele
görüşülmüş veya bir olayın hükmü sorulmuş, henüz o cevap vermeden önce bazı
kimseler konu hakkında fikir beyan etmişlerdir. Edebe aykırı olan bu davranışı da Allah
yasaklamıştır.
Peygamberin önüne geçmeme nasıl olur.
1. Kitap ve sünnete uygun olmayan söz söylememek.72
2. Herhangi bir mesele hakkında Allah ve Rasulünün
hüküm vermesini
beklemek, verilen hüküm hakkında fikir beyan etmemek.73
3. Allah’ın kitabını birinci, Peygamberin sünnetini de ikinci kaynak olarak
kabul etmek.74
Buhari, Ebi Abdillah Muhammed b. İsmail, el-Camiu’s Sahih, İkinci Baskı, Çağrı Yayınları, İstanbul,
1992, Tefsir 1.
70
et-Taberi, Ebi Cafer Muhammed b. Cerir, Camiu’l-beyan an te’vili’l Kur’an, Darü’l-fikir, Beyrut, 1999,
c.13, s.151
71
Alusi,a.g.e., c.14, s.202.
72
Merağı, Ahmed Mustafa, Tefsiru’l-Merağı, Daru’l-Fikir, ts. c.9, s.20-21.
73
Zemahşeri, a.g.e., c.4, s.2.
69
17
4. ‘’Onlar Allah’ın sözünün önüne geçmezler ve onun buyruğu ile hareket
ederler’’75 mealindeki ayet gereğince.
5. Peygamber (s.a.v.)’in meclisinde bir mesele cereyan ettiğinde O’ndan önce
cevap vermemekle, O’nun da hazır bulunduğu bir yemeğe, O’ndan evvel başlamamakla
ve bir yere giderken, mecbur kalmadıkça, önünde yürümemekle olur.76
Ey iman edenler!
Ayet nida ile başlıyor. Buradaki hikmet şudur; muhataplara yöneltilecek olan
sözün önemini, dikkat ve özenle dinlenmesi gerektiğini hatırlatmaktadır. 77 Kur’an-ı
Kerim’in gayesi, insanların hidayete ermesi ve iman nimetine nail olmasıdır. Onun
bütün beyanları bu gayeyi gerçekleştirme istikametindedir. Kur’an-ı Kerim’de en çok
hitap ‘’Ey iman edenler’’ şeklinde vaki olmuştur. Bunların adedi seksen sekizdir. Bu
hitab-ı ilahi Müslümanların akıbetinin güven ve emniyet içinde olacağını, kıyamet
gününde onlara cehennem azabına karşı eman verileceğini müjdelemektedir. Ayrıca
‘’mümin’’ ismi, isim ve sıfatların en şereflisidir.78
Ashab-ı kiram bu ayet indikten sonra daha dikkatli davranış sergilemiş, hiçbir
hususta Allah’ın ve Rasulünün önüne geçmemeye ve kimseyi de geçirmemeye gayret
sarf etmişlerdir. Mesela Peygamber (s.a.v.), Muaz İbn Cebel’i Yemen’e veli olarak
göndermek istediğinde kendisine: ‘’Ne ile hüküm vereceksin?’’ diye sormuş, O da
‘’Allah’ın kitabıyla’’ cevabını vermiş. ‘’Şayet onda bulamazsan?’’ sorusuna:
‘’Peygamberin sünnetiyle.’’ ‘’Onda da bulamazsan?’’ sorusuna da: ‘’kendi görüşüme
göre içtihat ederim’’ karşılığını vermiştir.79 Görüldüğü gibi Muaz (r.a.) kendi görüşüne
Allah’ın Kitabını ve Peygamberin sünnetini takdim etmiştir. Şayet kendi görüşünü öne
geçirseydi, Allah ve Rasulünün önüne geçmiş olurdu.80 Rasulullah (s.a.v.)’e bir kavim
geldiği zaman, nasıl selam vereceklerini öğretmek üzere Hz. Ebu Bekir onlara, bir adam
Mevdudi, Ebu’l Âlâ, Tefhimü’l-Kur’an, (terc. kurul) İstanbul, 1991, c.5,s.434.
Enbiya, 21/27.
76
Bursevi, İsmail Hakkı, Ruhu’l-Beyan, İstanbul, y.y. h.1389,c.9, s.62.
77
Elmalılı, c.7, s.187.
78
Çelik, Ömer, Altınoluk Dergisi, mak. ‘’Kur’an’da Müminlere Hitap’’ Kasım 2003, s.39.
79
Tirmizi, Ebu İsa Muhammed İsa es-Sevr, Sünen, İkinci Baskı, Çağrı y.y. İstanbul, 1992.
80
İbn Kesir, İmam-ı Hafız İmadüddin Ebu’l-Fida İsmail; el-Kuşeyri, Tefsiru’l Kur’an’il Azim, Birinci
Baskı Daru’l-Hadis, Kahire, 1988, c.4,s.207.
74
75
18
gönderir ve Hz. Peygamberin yanında sükunet ve vakar üzere bulunmalarını isterdi.81
Yine bu ayet indikten sonra sahabe, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kendilerine sorduğu bazı
sorulara, iyi bildikleri halde Allah ve Peygamberin önüne geçme korkusuyla cevap
vermekten sakınmışla ‘’Allah ve Rasulü daha iyi bilir karşılığını vermişlerdir. Nitekim
Veda Haccı’nda Hz. Peygamber (s.a.v.) ashabına ‘’Bu ay hangi aydır? diye sormuş,
onlar da Peygamber (s.a.v.)’in başka bir isimle isimlendireceğini zannederek ‘’Allah ve
Rasulü daha iyi bilir’’ deyip susmuşlardı. Bunu üzerine Hz. Peygamber ‘’Zilhicce değil
mi?’’ buyurunca onu tasdik etmişlerdi. ‘’Bu belde hangi beldedir?’’ ve ‘’Bu gün hangi
gündür?’’ sorularına da aynı şekilde Peygamber (s.a.v.)’in başka bir isimle
isimlendireceğini zannederek cevap vermekten kaçınmışlar ve susmuşlardır.
İşte bu edep, terbiye ve takvadan öyle bir tablodur ki, müslümanlar, o ilahi
seslenişi, o ilahi tevcihatı ve o takva işaretini duyduktan sonra, bu noktaya
gelmişlerdir.82
Özet olarak Allah’ın ve Rasulünün izin vermediği konularda söz söylemek ve
hüküm vermekten kaçınmak ve bu hususta Allah’tan korkmak gerekir. Çünkü O,
söylenen sözleri en iyi işiten ve bu sözlerle ne kastedildiğini en iyi bilendir. Hatta bu
sözler kalplerin ta derinliklerinde olsa bile.
Saygın bir kişilik ancak Allah’a ve Rasulüne mutlak itaatle kazanılır.
2. Peygamberin Yanında Yüksek Sesle Konuşmamak
‘’Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin.
Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın; yoksa siz farkına
varmadan amelleriniz boşa gidiverir.’’
Yüce Allah bu ayette, insanlara seslerini Hz. Peygamber’in sesinden fazla
yükseltmemelerini ve ona birbirlerine bağırdıkları gibi bağırmamalarını emretmiş, aksi
takdirde amellerinin boşa gidebileceğini haber vermiştir. İşte bu ikinci bir edeptir ki,
Allah (c.c.) onunla, müminleri terbiye etmektedir. Bu sebeple peygamberi çağırma ve
81
82
Ebu Hayyan, Muhammed İbn Yusuf; el- Endelüsi, el-Bahru’l-muhit, Beyrut, 1983, c.8, s.106.
Kutub, Seyyid, fi Zilali’l Kur’an, (terc. kurul) Hikmet Yayınları , İstanbul, ts. c.13, s.489.
19
ona hitap etme belirli kurallara göre olmalıdır. Ona gayet yumuşak sözle hitap edilmeli,
‘’Ya Muhammed’’ yerine ‘’Ya Rasulallah’’ veya ‘’Ya Nebiyyallah’’ diye
çağırılmalıdır.83
Bu ayetin iniş sebebi olarak şu hadise zikredilir:
Sahabeden Sabit İbn Kays (r.a.) biraz ağır işittiği için, konuştuğu zaman
insanlar beni duymaz diye yüksek sesle konuşuyordu. Haz. Peygamberle konuştuğunda
da farkında olmayarak yüksek sesiyle onu rahatsız ederdi. Bundan dolayı ayet
inmiştir.84
Bundan sonra, sahabe çok dikkatli davranmış, herhangi bir saygısızlık
yapmamaya ve yaptırmamaya gayret göstermişlerdir. Hz. Ebu Bekir Hz. Peygamber’e
‘’Vallahi bundan sonra seninle ancak sır arkadaşı gibi veya fısıltı ile konuşacağım’’
diyerek saygısını ifade etmiştir. Hz. Ömer’den rivayet edildiğine göre bir defasında O,
Rasulullah (s.a.v.)’in mescidi yanında iki kişinin seslerini yükselttiklerini işitmiş ve:
‘’Siz şu anda nerede bulunduğunuzun farkında mısınız? Eğer siz Medineli olsaydınız
mutlaka canınızı yakardım’’ buyurmuştur. 85 Bu hadise sahabenin Hz. Peygamber’e
karşı nasıl saygılı olduklarını gösterir.
Ayet indikten sonra, Sa’d b. Kays (r.a.) evinde oturmuş, evine kapanmış ‘’Ben
cehennemliklerdenim’’ diyerek kendini hapsetmişti. Bunun üzerine Sa’d bu sözleri Hz.
Peygamber’e haber vermiş, Peygamber (s.a.v.) de ‘’Hayır O, cennetliklerdendir’’
buyurmuştur.86
İşte o sakındırmaya ve tatlı seslenişe kapılan kalpler böyle titremişler, böyle
kendilerinden geçmişler ve farkına varmadan amellerinin yok olmasından korkarak
Rasulullah (s.a.v.)’in huzurunda böyle bir edep tavrı takınmışlardır.
Peygamberimize öldükten sonra hürmet etmek hayatta iken hürmet etmek
gibidir. O’nun sözleri diri halindeki gibi dinlenmelidir. Kur’an okunduğu zaman nasıl
83
Taberi, a.g.e., c.13, s.52.
el-Vahidi, Ebu Hasan Ali b. Ahmed, Esbâbı’n-nüzul, (terc. kurul) İkinci Baskı, s.208.
85
İbn Kesir, c.4,s.208.
86
Buhari, a.g.e., Tefsir.
84
20
dinlemek gerekiyorsa hadis okunduğunda da aynı şekilde dinlemek gerekir. Çünkü o da
vahiydir. Bu konuda Allah (c.c.) ‘’O, arzusuna göre de konuşmaz. O, (bildikleri)
vahyedilenden başkası değildir87 buyurmuştur.
Peygamber efendimize, salatu selam getirmek, ona saygı ve hürmetin bir
göstergesidir. Yüce Allah, bunu şu ayette emretmiştir: ‘’Allah ve melekleri,
Peygamber'e çok salevât getirirler. Ey müminler! Siz de ona salevât getirin ve tam bir
teslimiyetle selam verin.’’
88
Peygamber efendimiz de kendisine salatü selam
getirmemizi istemektedir. ‘’Kim bana bir defa salatu selam getirirse, bu sebeple Allah
Teala da ona on misli merhamet eder’’ ‘’ Kıyamet gününde insanların bana en yakın
olanları bana en çok salatu selam getirenleridir.’’ 89 Rasulü Ekrem’e salatu selam
getirmek Allah’ın rahmetini ve meleklerin dua ve istiğfarını kazanmaya vesiledir.bu
tavsiyelere uymak için onu çok sevmek gerekir. Zira insan sevdiğini dilinden düşürmez;
onu her fırsatta anar ve saygıların en yücesi ile yad eder.
3. Şanına Yakışır Tarzda Hitap Etmek
‘’Allah'ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar, şüphesiz Allah'ın kalplerini
takvâ ile imtihan ettiği kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.’’90
Yüce Allah bu ayette, Rasulullah’ın huzurunda seslerini kısanların kalplerini
takva için halis kıldığını, temizlediğini bildirmekte, ayrıca bu edep ve diğer itaatlerine
karşılık, onlara büyük bir sevap vereceğini bildirmektedir.
İlk iki ayete bakıldığında, bir sakındırma söz konusudur. Bu ayette ise teşvik
vardır.
Ayetle ilgili nüzul sebebi olarak, Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer’in Rasulullah
(s.a.v.) ile ancak sır arkadaşı gibi konuşmaya karar vermeleri üzerine, kendilerini övmek
87
Necm, 55/3-4.
Ahzab, 33/56.
89
Tirmizi, Vitir, 21.
90
Hucurat, 43/3.
88
21
için indiği rivayet edilmiştir. Bununla birlikte bu övgü, Hz. Peygamber’le ilişkilerde
edebe riayet eden herkese şamildir.91
Takva, ahlaki bir kavramdır. Erdemli bir kişide bulunması gereken bir haslettir.
Yüce Allah’ın kalpleri takva ile imtihan etmesi onları itaate ve takvaya
hazırlaması, günahlardan uzaklaştırması, iyice temizlemesi, hakiki manada intihan
etmesi, ihlaslı hale getirmesidir.92
Günahlardan temizlenmiş kalpte, takva hasleti bulunur. Allah ve Rasulüne
karşı sevgi ve saygı duyan bir kalp, imtihanı kazanmış ve başarıya ulaşmıştır.
‘’(Resûlüm!) Sana odaların arka tarafından bağıranların çoğu aklı ermez
kimselerdir. Eğer onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, elbette kendileri
için daha iyi olurdu. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.’’93
Yüce Allah bu ayette, Rasulüne karşı, edep kurallarına uymayanları ‘’aklı
ermez kimseler’’ olarak vasıflıyor.
Ayette zikredilen odalardan maksat Peygamber (s.a.v.)’in ailesinin kaldığı
yerlerdir. Dokuz adetti. Her birinde hanımları kalıyordu. Hurma dallarından yapılmıştı.
Kapılarının üzerinde siyah kıldan yapılmış çullar vardı… Abdülmelik’in oğlu Velid
zamanında onun emriyle Rasulullah’ın mescidine katılmıştır.94
Bu odalar yıkılıp mescide katılınca insanlar göz yaşı dökmüşlerdir. Aynı gün
Said İbm el-Müseyyeb de şöyle dedi: ‘’Keşke onları olduğu gibi bıraksalardı da yeni
yetişenler ve hariçten gelenler Peygamber (s.a.v.)’in hayatında ne kadar sade yaşadığını
görselerdi.
Çünkü
bunları
görmek
insanları
vazgeçirebilirdi.95
Ayetlerin nüzulü ile ilgili rivayetler şunlardır:
İbn Aşur, c.22, s.233.
Taberi, a.g.e., c.13, s.156.
93
Hucurat, 49/4-5.
94
Alusi, a.g.e., c.14, s.209.
95
Elmalılı
91
92
22
mal
çoğaltma
sevdasından
Hz. Peygamber, odalarından birinde istirahat ederken, bir kısım insanların
dışarıdan seslenerek kendisini rahatsız etmeleri üzerine inmiştir.96
Siyercilerin çoğu bu bağıranların Ben-ü Temim kabilesinden olduklarına dair
ittifak halindedir. Bu kimseler, Hz. Peygamber’e ‘’Ya Muhammed, Ya Muhammed’’
diye münasebetsizce seslenerek dışarı çıkmasını istemişlerdir…97
Bu ayetler, o zamanki Arapların, özellikle de çöl bedevilerinin davranışı
hakkında bir fikir vermektedir. Onlar öyle pek görgü kuralları filan bilmezler, büyüklere
saygı göstermezler, senli benli ve kabaca davranırlardı. Genellikle vahşi tabiat şartları
içinde büyüyen, eğitim görmemiş insanların ahlak ve davranışı böyledir. Elbette
ayetlerin getirdiği görgü kuralları yalnız o zamanki insanlar için değil, en medeni
toplumlar içinde geçerli görgü kurallarıdır. Büyüğe karşı saygılı davranmak, onun
huzurunda yüksek sesle konuşmamak, bir bilgini veya lideri evinin dışında kaba bir
tarzda bağırmamak, istirahat zamanında kimseyi rahatsız etmemek insanları özen
göstermesi gereken terbiye ve nezaket kurallarıdır.98
Medeni olmayan arap toplumunda, terbiye kuralları teşekkül etmemişti.
Bundan yoksundular. Hz. Peygamberle görüşmeye geldiklerinde onun dinlenmeye
ihtiyacı olup olmadığını düşünmeksizin, sürekli kendileri ile ilgilenmesini isterler ve
gece-gündüz demeden kendisini rahatsız ederler… Hz. Peygamber bu olaydan müthiş
derecede rahatsız olmasına rağmen, halim tabiatı dolayısıyla bir şey demiyordu. Fakat
sonunda Allah (c.c.), müdahale edip Hz. Peygamber dışarıya çıkıncaya kadar kendisini
beklemelini emrederek bu kimselere yol göstermiştir.
4. Peygambere Saygının Alimlere Yansıması
Alimler, bilginler Peygamberin varisleridirler.99 Bundan dolayı ona gösterilen
saygının alimlere de gösterilmesi gerekir. Çünkü onlar, diğer insanlar gibi değillerdir.
Yüce Allah, bilenlerle bilmeyenlerin eşit olmadığını, 100 iman edipte kendilerine ilim
96
Vahidi, s.259.
Razi, a.g.e., c.20,s.200.
98
Ateş, Süleyman, Kur’an Ansiklopedisi, Kur’an Araştırma Vakfı, İstanbul, ts. c.8, s.422.
99
Ebu Davud, Süleyman İbn el-Eş’as, es-Sicistani, Sünen, İkinci Baskı, İlim,1, İstanbul, 1992.
100
Zümer, 39/9.
97
23
verilenlerin derecelerinin daha üstün olduğunu haber vermiştir. 101 Şüphesiz Allah ve
O’nun melekleri, göklerde ve yede bulunanlar, hatta yuvasındaki karıncalar ve balıklar,
insanlara hayır öğreten kimseye salavat getirirler.102
Mümin kendi görüşünü, beğenisini, aklını ve fikrini Peygamberden ve
hocasından üstün göremez. O, gördüklerine teslimiyet göstererek hizmet ve sohbette
edebi muhafaza edecektir. ‘’Allah ve Rasulünün önüne geçmeyin’’ emri, alimler için de
geçerlidir. Bundan dolayı, alimlerin önünden yürümemek gerekir.103
Bazı alimler vardır ki, ilim öğrenmek gayesiyle hocalarının kapısına kadar
giderler, edeplerinden kapıyı çalamazlar, hocaları dışarıya çıkıncaya kadar beklerlerdi.
Ebu Ubeyd Kasın İbn Selem; hiçbir alimin asla kapısını çalmadım, bu beş ayetten
dolayı, onlar çıkıncaya kadar sabrettim.104
Bütün bu ifadeler, alimlere karşı saygılı olmanın gerekliğine dairdir. Bu da Hz.
Peygamber’e gösterilen hürmetin yansımasından ibarettir. Nasıl ki O’nun önüne
geçmek, O’ndan izinsiz hüküm vermek, O’nun yanında sesi yükseltmek ve O’na sıradan
bir insan gibi seslenmek uygun görülmemişse, alimlere de hoş karşılanmamıştır. O
halde O’na gösterilen saygının, O’nun varislerine de yansıması gerekir.
5. İnsanlara Karşı Saygılı Davranmak
Hz. Peygamber’in ümmeti olarak inananlar, kendi aralarında birbirlerine karşı
saygılı olmalıdırlar. Bunu hem Allah (c.c.), hem de O’nun elçisi istemektedir. İyiliklerin
yapılması, kötülüklerin terk edilmesi, 105 inananların birlik ve beraberlik içerisinde
olmaları 106 talep edilerek erdemli bir toplum teşekkülü hedeflenmiştir. Saygı ve
hürmetin olmadığı bir toplumda birlik ve beraberlikten söz edilemez.
101
Mücadele, 58/1.
Tirmizi, İlim, 19.
103
Bursevi, c.9, s.62-62.
104
Bursevi, a.g.e., c.9,s.69.
105
Nahl, 16/90.
106
Al-i İmran, 3/103.
102
24
Yüce Allah, inananların kendi aralarında oldukça merhametli, kafirlere karşı
daima şiddetli olduklarını bildirmiştir.107
Müminler birbirlerini çağırırlarken de en güzel tabirler ve simlerle
çağırmalıdırlar. ‘’Siz Peygamberi birbirinizi çağırır gibi çağırmayın’’ 108 mealindeki
ayetten, inananların birbirlerini edebe uygun olmayan lakap ve tabirlerle çağırabileceği
anlamı çıkarılamaz. Çünkü Yüce Allah, ‘’Birbirinizi çirkin lakaplarla çağırmayın’’109
buyurarak, kötü lakap takmayı yasaklamıştır. Ayrıca O, bir müminin diğer bir mümini
ayıplamasını, ona hakaret etmesini edebe aykırı davranmasını da yasaklamıştır.
Allah (c.c.) inananlar arsındaki münasebetin güzel olmasını istemiştir. ‘’Güzel
bir söz söylemek ve affetmek peşinden eziyet gelen sadakadan iyidir’’110 buyurmuştur.
Allah (c.c.) sadece insanlara karşı değil herkese hatta, ilahlık iddiasında
bulunan Firavun’a karşı bile güzel ve yumuşak söz söylemeyi tavsiye etmiştir.111
Saygı ve sevginin esaslarından biri de, küçüklere merhamet, sevgi, büyüklere
de itaat ve saygıdır. ‘’Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize de saygı
duymayan bizden değildir’’ 112 ilkesi bunun veciz bir beyanıdır. Büyüklere saygı ve
hürmet göstere kimseler, şu müjdeye mahzar olurlar: ‘’Herhangi bir genç yaşından
dolayı bir ihtiyara hürmet ederse, Allah Teala da, ihtiyarlığında kendisine hürmet
edecek kimseler yaratır.’’113
Neticede Yüce Allah, vahiy göndererek iki önemli ve evrensel değere dikkat
çekmiştir:
Medeni inceliklerin, bütün topluluğa yayılması; köylünün, bedevinin,
şehirlerden uzak yaşayanların da uygarlıktan nasiplendirilmesi, bütün ümmetin
medenileşmesi gereklidir.
107
Fetih, 48/29.
Nur, 24/63.
109
Hucurat, 49/11.
110
Bakara, 2/263.
111
Taha, 20/44.
112
Tirmizi, Birr, 15.
113
Tirmizi, Birr, 75.
108
25
Hz.
Peygamber’in,
Allah
katındaki
yeri
ve
değerinin
çok
yüksek
olduğu,herkesin bu idrak içinde olması gerektiği…
B. DUYULAN HABERİN DOĞRULUĞUNU ARAŞTIRMAK
ٍ‫علَىٍ َما‬
ْ ُ ‫صيبُواٍقَ ْو ًماٍ ِب َج َهالَةٍفَت‬
َ ٍ‫ص ِب ُحوا‬
ِ ُ ‫َياٍأَيُّ َهاٍالَّذِينَ ٍآ َمنُواٍ ِإنٍ َجاء ُك ْمٍفَا ِس ٌقٍ ِبنَ َبأٍفَتَ َب َّينُوا أَنٍت‬
ْ َ‫ٍاّللِ ٍلَ ْو ٍي ُِطيعُ ٍُك ْم ٍ ِفيٍ َك ِثير ٍ ِ همن‬
َّ ‫سو َل‬
ٍ‫ٍاْل َ ْم ِر ٍلَ َع ِنت ُّ ْمٍ َولَ ِك َّن‬
ُ ‫ٍر‬
َ ‫ َوا ْعلَ ُمواٍأ َ َّن ٍ ِفي ُك ْم‬6ٍ َ‫فَ َع ْلت ُ ْم ٍنَاد ِِمين‬
َّ
ٍ‫ص َيانَ ٍأ ُ ْو َلئِ َكٍ ُه ُم‬
ُ ُ‫ٍو ْالف‬
ْ ‫ٍو ْال ِع‬
َ ‫اّللٍَ َحب‬
ِ ْ ‫َّبٍ ِإلَ ْي ُك ُم‬
َ َ‫سوق‬
َ ‫ٍو َك َّرهٍَ ِإ َل ْي ُك ٍُم ْال ُك ْف َر‬
َ ‫ٍوزَ يَّنَهٍُفِيٍقُلُو ِب ُك ْم‬
َ َ‫ٍاْلي َمان‬
َّ ‫ٍو‬
8‫ح ِكي ٌٍم‬
َّ
ِ َّ َ‫ٍفَض ًًْلٍ ِ همن‬7‫الرا ِشد ُون‬
َ ٍُ‫اّلل‬
َ ٍ‫عٍِلي ٌم‬
َ ً‫ٍونِ ْع َمة‬
َ ‫ٍاّلل‬
6. Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu
araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman
olursunuz.
7. Hem bilin ki, içinizde Allah'ın elçisi vardır. Şayet o, birçok işlerde size
uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize
sindirmiştir. Küfrü, fıskı ve isyanı da size çirkin göstermiştir. İşte doğru yolda olanlar
bunlardır.
8. Bu, Allah'tan bir lütuf ve nimettir. Allah alîmdir, hakîmdir.114
Yüce Allah, fasığın getirdiği haberin araştırılmasını emretmektedir. Çünkü her
duyulan şey, çoğu kere doğru olmuyor, insanların kafası karışıyor. Bu sebeple
düşmanlık zuhur ediyor. Bundan dolayı inananlar, fasığın getirdiği haberlere karşı
uyanık olmalı, duyduğu her haberi kesinmiş gibi kabul etmemeli, onları araştırmalıdır.
Bu gün buna dünden daha fazla ihtiyacımız vardır. İletişimin en yaygın olduğu bir
asırda yaşıyoruz. Haber yapmanın, hele yalan haber yapmanın çok kolay olduğu ve
okuyanları negatif yöne sürüklediği bir gerçektir.
Ayetin nüzul sebebi olarak tefsircilerin çoğu, Velid b. Ukbe hakkında ittifak
etmişlerdir.
114
Hucurat, 49/ 6,7,8.
26
Peygamber (s.a.v.), Velid b. Ukbe’yi Beni Mustalik kabilesine zekat toplamak
için göndermişti. Velid, onların bir yerde toplanmış olduklarını görünce, irtidat
ettiklerini vr kendini öldürmek için bir araya geldiklerini zannetti. Halbuki onlar,
Velid’i karşılamak için toplanmışlardı. Bu durumdan heyecanlandı, korktu, yanlarına
varmadan Hz. Peygamber’e döndü ve olup bitenleri kendisine haber verdi. Peygamber
de bu haberi araştırması için Halid b. Velid’i Beni Mustalik kabilesine gönderdi ve
acele etmemesini de kendisine tembihledi. Halid (r.a.) beraberindeki heyetle geceleyin o
kabileye ulaştı. Durumlarını araştırdı. Velid’in anlattığı gibi olmadığını gördü. Vakit
geçmeden Hz. Peygamber (s.a.v.) döndü ve durumu kendisine bildirdi. Peygamber
(s.a.v.) de ‘’Tebeyyün Allah’tan, acele ise şeytandandır’’115 buyurdu.
Fasık, hurmanın kabuğunu yarıp çıkmasıdır. Istılahta ise, şeriatı kabul ve ikrar
ettikten sonra, onun bir ısım veya bütün hükümlerini ihlal edene denir.116
Bir önceki ayetlerle ilişki açısından değerlendirme yapıldığında şu sonuçlar
ortaya çıkar:
Daha önceki ayetler, Allah’a ve Rasulüne saygı ve hürmet göstermeyi
emretmektedir.
Bu ayetler ise fasığın getirdiği haberin araştırılmasını emretmektedir.
1. Fasığın Haberinin Güvenilirliği
İslam alimleri bazı hususlarda, fasığın getirdiği haberleri kabul etmemişlerdir.
Bunlar, daha çok hukuki ve dini nitelikli olan haberlerdir. Şehadet, rivayet, bir insana
hak ispatı vb. gibi.117 Çünkü haber emanettir, fısk onu bozar. Onun için bu zikredilen
hususlarda fasığın getirdiği haber doğru olsa bile yine de araştırılması gerekir.118
115
Tirmizi, Birr, 66.
Ragıb, a.g.e., s.572.
117
Ebu Bekir Ahmed İbn er-Razi Cassas, Ahkamu’l Kur’an, Beyrut, ts. c.5, s.278.
118
Razi, a.g.e., c.20, s.207.
116
27
Yüce Allah, yalan söylemesi muhtemel olduğu için, fasığın getirdiği haberin
araştırılmasını emretmiştir. Çünkü yalan, etrafa fitne salar. Fitne ise (adam)
öldürmekten daha büyük (bir günah)tır.119
Bütün bunlar müslüman bir toplumun yalan haberlerle bozulmasına işaret
etmektedir.
Fasığın kabul edilen haberi ise, ikrarı, hediye konusundaki haberleri ve izin
vermesidir.120 Fasık lafzını Velid b.Ukbe’ye tahsis edilmesi uzak bir görüştür. Çünkü
Velid, o konuda zan ve tahmine göre hareket etmiş ve neticede hata etmiştir. Hata eden
kişiye fasık denmez. Ku’an’da bir çok yerde fasık kelimesiyle imandan çıkan kimse
kastedilmişken hata yapan Velid’e nasıl fasık denilebilir? Kavmin kendisini
öldüreceğine dair yorum yapmış ve içtihat etmiştir.121
C. BARIŞ VE KARDEŞLİK
ْ َ‫ان ِمن‬
ْ ‫علَى‬
َ ٍ ‫َو ِإن‬
ْ ‫ص ِل ُحوا ٍ َب ْيٍَن ُه َما ٍفَإِن ٍبَغ‬
ٍ‫ٍاْل ُ ْخ َرى‬
ٍِ َ ‫طائِ َفت‬
ْ َ ‫ٍال ُمؤْ ِمنِينَ ٍا ْقتَتَلُوا ٍفَأ‬
َ ‫َت ٍ ِإ ْحدَا ُه َما‬
ُ ‫ٍوأ َ ْق ِس‬
َّ ‫فَقَاتِلُواٍالَّتِيٍت َ ْب ِغيٍ َحتَّىٍت َ ِفي َءٍ ِإلَىٍأ َ ْم ِر‬
ٍ‫طواٍ ِإ َّن‬
ٍْ َ‫ٍاّللٍِفَإِنٍف‬
ْ َ ‫اءت فَأ‬
َ ‫ص ِل ُحواٍبَ ْينَ ُه َماٍ ِب ْال َع ْد ِل‬
ْ ‫إِنَّ َما‬
ٍ‫ٍاّلل لَعَلَّ ُك ْم‬
ْ َ ‫ٍال ُمؤْ ِمنُونَ ٍإِ ْخ َوة ٌ ٍفَأ‬
ٍََّ ‫ٍواتَّقُوا‬
َ ‫صٍِل ُحوا ٍ َبيْنَ ٍأَخ ََو ْي ُك ْم‬
9
ْ ُّ‫اّللَ ٍي ُِحب‬
َّ
ٍَ‫ِطين‬
ِ ‫ٍال ُم ْقس‬
ٍ 10ٍ َ‫ت ُ ْر َح ُمون‬
9. Eğer müminlerden iki gurup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin.
Şayet biri ötekine saldırırsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla
savaşın. Eğer dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın.
Şüphesiz ki Allah, âdil davrananları sever.
10. Muhakkak, müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını
düzeltin ve Allah'tan korkun ki size rahmet olunsun.122
119
Bakara, 2/217.
Razi, a.g.e., a.y.
121
Razi, a.g.e., s.205.
122
Hucurat, 49/9,10.
120
28
Dokuzuncu ayetin nüzul sebebi olarak, şu hadise zikredilir: Enes (r.a.)
Peygamber Efendimize : ‘’Ey Allah’ın Rasulü, Abdullah b. Ubey’e gitseniz’’ der. O da
bu söz üzerine yola çıkar ve Abdullah b. Ubey’e ulaşır. O sırada hoş olmayan bir koku
hissedilir. Abdullah burnunu tutar ve der ki: ‘’Git başımdan vallahi merkebinin (idrar)
kokusu beni gerçekten rahatsız etti’’ dedi. Bunun üzerine Ensardan Abdullah b. Revaha:
‘’Vallahi, Rasulullah (s.a.v.)’in merkebinin kokusu senden daha hoştur’’ dedi.
Abdullah’a kendi kavminden birisi kızdı. Derken kavga çıktı, sopalı yumruklu. 123
Kur’an’da barış sulh ve silm kelimeleriyle ifade edilir. Sulh, barış içinde olmak
ve iki taraf arasındaki fesadı kaldırıp iyi geçinmektir. Silm ise, barışmaya denir. 124
Sulh, savaş karşıtı olarak uzlaşma olduğu gibi bir topluluğun üyeleri arasında,
özellikle de uluslar arasında anlaşmadır.125
‘’Ey iman edenler! Hepiniz tam bir teslimiyetle ve bütün varlınızla barışa ve
selamete giriniz, kamil müslümanlar olunuz. Şeytanın adımlarına uymayınız. İnsanları
yoldan çıkaran kafirlerin ve sapıkların siz ve hareketlerine uymayınız, isyan, bölücülük
ve şeytanın yollarına sapmayınız. Çünkü o şeytan size daima açık bir düşmandır.
Bundan dolayı ey müminler! Allah’ın emirlerine boyun eğmekle, mükemmel bir İslam
yurdu meydana getirin. Aranızda isyandan kavga ve anlaşmazlıktan, birbirinize
eziyetten eğrilikten, Allah’ın ve kullarının haklarına tecavüzden, kısaca Allah rızasına
aykırı hareketten eser bulunmasın. Herkes güven, karşılıklı sevgi, rahatlık ve tam bir
huzur içinde vazifeleriyle meşgul olsun, geleceğine ve ahirete tam bir sevinçle yürüsün
ve bunu bozacak fesatlara meydan verilmesin. Size beyineler, yani aklınızı erdirecek
açık deliller geldikten sonra da kusur eder, barışa ve selamete girmekten yüz
çevirirseniz, biliniz ki, Allah azizdir ve hakimdir... İnsanların barış ve selametle, İslam
nizamı ile yaşaması da hikmetindendir. Aziz olan Allah, bu nizama karşı gelen ve
şeytanın yollarına sapıp, tevhid ve barış hükümlerini bozmaya çalışan günahkarların
haklarından gelir...126
123
Vahidi, s.326.
. Elmalılı, c.2, s.66.
125
Halil Uysal, İnsan ve Toplum Bilimleri Sözlüğü, Uysal Kitabevi, Konya, 1896, s.280.
126
Elmalılı, c.2, s.66,67.
124
29
Sulh her zaman hayırlıdır.127
Bu ayetlerden anlaşılacağı üzere Yüce Allah, inananların daima barış içerisinde
ve kardeşçe yaşamalarını128 istemektedir. Bundan dolayı kardeşliğe zarar veren her türlü
fitne ve fesadı yasaklamıştır. Kavga eden taraflar bir devlet içinde iki aile, iki aşiret, iki
kabile ve iki kent olabileceği gibi, iki bağımsız devlette olabilir.
Devlet, kendi bünyesinde çıkan olaylara, bizzat kendisi müdahale eder. Devlet
müdahale edinceye kadar diğer müslümanların olayı yatıştırmaya, saldırgana mani
olmaya çalışmaları gerekir.129
İç ve dış barışın sağlanması için, sulh yapılması, saldıranla kendisine
saldırılanın arasını bulma, barışmayıp saldırıyı devam ettirene karşı takınılacak
tutumlar ve adalet prensibine göre davranma birer hukuki ve ahlaki kuraldır.
Allah adaletle hükmetmeyi emretmiştir. ‘’Allah size mutlaka emanetleri ehli
olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi
emreder.’’130
1. Müminlerin Kardeşliği
‘’Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve
Allah'tan korkun ki esirgenesiniz.’’131
Yüce Allah, bir önceki ayette asilere karşı takınılacak tavrı bildirdikten sonra,
inananları birlik, beraberlik ve kardeşçe yaşamaya davet etmektedir.
‘’Ancak
müminler
kardeştir’’
ayetinden
maksat,
yeryüzündeki
tüm
müslümanları evrensel bir ailenin bireyleri olarak ilan etmektir. Bu kardeşlik örneği hiç
bir dinde yoktur.132
127
Nisa, 4/128.
Enfal, 8/1.
129
Ateş, a.g.e., c.8, s.520,521.
130
Nisa, 4/58.
131
Hucurat, 49/10.
132
Mevdudi, a.g.e. c.5, s.447.
128
30
İslam tarihi ibret ve ders verici kardeşlik örnekleriyle doludur. En güzel
kardeşlik örneği ise, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in muhacir ile ensarı kardeş ilan etmesinde
görmekteyiz. Buna İslam tarihinde muâhât ( karşılıklı olarak birbirini kardeş kabul
etmek) denir. Bu gönüllü anlaşmanın ilkelerine göre, maddi refah içinde bulunan
Medineli müslümanlar, Mekkeli bir muhacir ailesini yanına alarak, her iki aile de
beraber çalışacaklar elde ettikleri kazancı aralarında paylaşacaklar ve hatta birbirlerine
varis de olabileceklerdi.133
Kur’an-ı Kerim bu kardeşlik örneğini şöyle bildirir:
‘’Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan
kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde
bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine
tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.
Bunların arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş
imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma!
Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!’’134
Peygamber (s.a.v.) de kardeş olmayı tavsiye etmiş ve buna zarar veren amilleri
yasaklamıştır.
‘’Zandan sakının, zira zan sözün en yalanıdır. Birbirinizin kusurlarını
araştırmayın, gizli sırların peşine düşmeyin, birbirinize buğz etmeyin. Ey Allah’ın
kulları! Kardeş olun.’’135
‘’İslam kardeşliği ve onun sevgisi her şeyin üzerindedir.’’136
‘’Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona haksızlık etmez ve hor bakmaz.’’137
Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, Çev. Salih Tuğ, 5. Baskı, İrfan Yayınları, İstanbul, 1990,
c.1, s.181.
134
Haşr, 59/9-10.
135
Buhari, Nikah, 45.
136
a.g.e., Salat, 80.
137
Ebu Davud, Edep, 38.
133
31
‘’Birbirinizi sevme, birbirinize acıma ve gelip gitmede müminlerin misali tek
bir cesedin misali gibidir. Onun bir uzvu dertlenince cesedin diğer tarafları ona
katılır.’’138
Bu gün müslümanların içinde bulunduğu duruma baktığımızda birlik,
beraberlikten uzak, kardeşçe duyguların yok olduğu bir durum karşımıza çıkmaktadır.
Bu da inanan toplumlarda kırılma ve yenilginin tezahürüyle sonuçlanmaktadır.
Yapılması gereken, yeniden bir diriliş ve sahabe örneğinden yola çıkarak birlik,
beraberlik ve kardeşçe duyguların temellerinin atılmasıdır. Ancak Kur’an ve sünnet
ışığından yararlanılarak erdemli bir topluma ulaşılabilir.
2. Kardeşliğe Zarar Veren Amiller
َ ُ‫ٍيَاٍأَيُّ َهاٍالَّذِينَ ٍآ َمن‬
ٍ‫ساء‬
َ ٍ‫واٍَلٍيَ ْسخ َْرٍ َقو ٌمٍ ِ همنٍقَ ْوم‬
َ ‫ساءٍ ِ همنٍ ِنه‬
َ ِ‫ٍو ََلٍن‬
َ ‫ع‬
َ ‫سىٍأَنٍ َي ُكونُواٍ َخي ًْراٍ ِ هم ْن ُه ْم‬
ُ ‫س‬
ٍ‫وق‬
ٍ َ ‫ٍو‬
ُ ُ‫س ٍا َِل ْس ُمٍ ْالف‬
ِ ‫َل ٍتَنَابَ ُزواٍبِ ْاْل َ ْلقَا‬
َ
َ ُ‫ٍو ََل ٍت َ ْل ِم ُزواٍأَنف‬
َ ‫ع‬
َ ْ‫ب ٍ ِبئ‬
َ ‫س ُك ْم‬
َ ‫سىٍأَنٍيَ ُك َّن ٍ َخي ًْرا ِ هم ْن ُه َّن‬
َّ ‫ٍو َمنٍلَّ ْمٍ َيتُبْ ٍفَأ ُ ْو َل ِئ َكٍ ُه ُم‬
11ٍ َ‫ٍالظا ِل ُمون‬
ِ ‫ٍاْلي َم‬
ِ ْ َ‫َب ْعد‬
َ ‫ان‬
11. Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar,
kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar
kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla
çağırmayın. İmandan sonra fâsıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar
zalimlerdir.
Bu ayetle ilgili olarak bir çok nüzul sebebi rivayet edilmiştir.
1. Temim oğullarından bir kısım insanların, Bilal-i Habeşi, Selman Farisi,
Ammar, Habbab ve Füheyre gibi bazı sahabeleri alaya almaları üzerine inmiştir.139
2. Peygamber (s.a.v.)’in zevcelerinden bir kısmının boyu kısa olan diğer bir
zevcesini yani Ümmü Seleme’yi ayıplamaları üzerine inmiştir.140
138
Buhari, Edep, 27.
Kurtubi, a.g.e., c.16, s.113.
140
Vaidi, s.264.
139
32
3. Bir defasında Safiye binti Huyey, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e geldi ve
kadınların kendisini Yahudi kızı diyerek ayıpladıklarını bildirdi. Peygamber (s.a.v.) de:
‘’Babam Harun, amcam Musa ve eşim de Muhammed’dir deseydin ya’’ buyurmuştur.
Ayet bu olay üzerine inmiştir.141
Bu ayette üç şeyi yasaklamaktadır: Alay etmek, ayıplamak, kusur aramak ve
kötü lakap takmak.
2a. Alay Etmek
Bir müminin diğer bir mümini alaya alması, onu küçümsemesi ve hakir
görmesi haramdır. Zira, hakarete uğrayan kümse Allah katında daha sevimli ve
mertebesi daha üstün olabilir.142 Allah (c.c.) bütün alay çeşitlerini men etmiştir. Hiçbir
mümin diğer bir mümini fakirliği veya işlediği günahından dolayı alaya alması helal
değildir.143
İslam, ideal cemiyet nizamı, yüce bir edep ve ahlaka sahiptir. Bu nizamda her
ferdin bir şahsiyeti vardır ki, buna dokunulamaz. Ferdin haysiyeti, toplumun
haysiyetidir. Herhangi bir ferde tecavüz bizzat insanın kendine tecavüzü gibidir. Çünkü
İslam toplumu bir bütündür…144
Müminlerin birbirlerine karşı davranışlarında, aralarında hiç kimseyi alaya
almamaları, Allah’ın emrettiği hususlardan bir tanesidir. İnsanlarla alay etmek, onları
küçük görmek demektir. Halbuki insanları küçük görmek dinen yasaklanmıştır.
Peygamberimiz (s.a.v.) ‘’Bir kişiye müslüman kardeşini küçük görmesi şer olarak
yeter’’145 buyurmuştur.
Yüce Allah ‘’İnsanları diliyle çekiştiren, kaş ve gözüyle işaretler yapıp alay
eden her fesad kişinin vay haline’’ 146 buyurarak alaycı insanların akıbetinin kötü
141
Kurtubi, a.y.
Gazali, Ebu Muhammed et-Tusi, Kimyay-ı Saadet, Terc. A. Faruk Meydan, İstanbul, 1981, s.344.
143
Taberi, a.g.e.,c.13, s.169.
144
Kutup, a.g.e., c.13, s.500.
145
Müslim Ebu’l-Hüseyn Müslim İbn el-Haccac, Sahih, Birr, 32, İstanbul, 1992.
146
Hümeze, 104/1.
142
33
olacağını ‘’alay edene elem verici azap verileceğini’’ 147 ve bunun kafirlerin bir vasfı
olduğunu148 bildirmiştir.
Ayette geçen kavm kelimesi aslında kaimin çoğuludur. İş gören, kendini
savunmaya kalkışabilecek erkek topluluğu demektir.149
2b. Ayıplamak
‘’ Kendi kendinizi ayıplamayın’’ ayeti kardeşliği bazen ikinci etkendir.
Lezm, kusur, araştırmak gıybet etmek, 150 ayıplamak, kaş-göz işaretleriyle
yermek, incitmek, bir insanın yüzüne karşı eğlenmek 151 veya onu dil ile yaralamak
manasına gelir.152
Taberi, bu ayeti ‘’kendi kendinizi öldürmeyin’’ 153 ayetiyle izah eder ve
‘’bazınız bazınızı öldürmesin’’154 demektir.
Kurtubi ise: ‘’kendi kendinize selam verin’’ 155 mealindeki ayetle açıklar ve
‘’bazının bazınıza selam versin’’156 demektir.
O zaman ‘’kendi kendinizi ayıplamayın’’ demek, biriniz diğerinizi ayıplamasın
demek olur. Çünkü kardeşin kardeşi ayıplaması kendisine döner. Bu urumda ayıplayan,
dolaylı olarak ayıplanan durumuna düşer.157
Alusi, ‘’birbirinizi ayıplamayın, sonra ayıplanan kendiniz olursunuz’’
demiştir.
147
Tevbe, 9/79.
Bakara, 2/212.
149
Elmalılı, c.7, s.205.
150
Ragıb, 686.
151
Hümeze, 104/1.
152
Zemahşeri, c.5, s.13.
153
Nisa,4/29.
154
Taberi, c.13.
155
Nur, 24/61.
156
Kurtubi, c.16, s.214.
157
Razi, c.20, s.226.
158
Alusi, c.14, s.230.
148
34
158
Bir insanın annesine sövmesi büyük günahlardandır. Bu nasıl olur diye soran
sahabeye Hz. Peygamber: ‘’Bir insan başkasının annesine söverse, o da onun annesine
söver. Dolayısıyla kendi annesine sövmüş olur’’159 cevabını vermiştir. Bir insan kalbi
kötülükle dolu olmadıkça başkasına bir şey söylemez. Bu bakımdan kişinin kalbinin
kötülükle dolu olması bile başlı başına bir kusurdur. Dolayısıyla nefsini kötülüğün
yuvası haline getiren bir kimse, başkalarını tenkit ederse, onları da kendisini tenkit
etmesi için davet etmiştir.
İnsanları alay etmeye iten psikolojik faktör içinde, büyüklenme, kendini
beğenme, karşısındakini küçük görme ve kusurlu görme gibi hal ve duygulardır.
‘’Biriniz diğerinizi karalamayın’’ şeklindeki cümlenin lafzi karşılığı ‘’kendi kendinizi
karalamayın’’ şeklindedir.
Müminlerin kardeş olduğu ilan edildikten sonra birinin diğerini karalaması,
kişinin kendini karalaması gibi kabul edilmiştir.160
Mümin müminin kardeşidir. Bundan dolayı onun bir ayıbı ortaya çıkarsa onu
örtmelidir. Eğer böyle yaparsa Allah da onun ayıbını örter. Kim bu vasfa haiz olursa,
toprağa gömülmüş ola bir kız dirilmiş gibi olur.161
2c. Kötü Lakap Takmak
‘’Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın’’ ayeti, kardeşliği bozan üçüncü
etkendir. Bu ayet Beni Seleme kabilesi hakkında inmiştir. Peygamber (s.a.v.) bize elçi
olarak geldiğinde her birimizin iki veya üç adı vardı. Bir defasında Hz. Peygamber bir
adama ‘’ya falan, ya fulan’’ diye seslenmeye başladı. Orada bulunan insanlar da ‘’öyle
demeyin ya Rasulallah, o bu isimden hoşlanmaz’’ dediler. Bunun üzerine de kötü
lakaplarla çağırmayı yasaklayan ayet indi.162
Müslim, İman, 146.
Karaman, Hayrettin, Kur’an Yolu, Türkçe Meal ve Tefsiri, DİBY. Ankara, 2004, c.5 s.48.
161
Ebu Davud, Edeb, 38.
162
a.g.e., Edeb, 63.
159
160
35
Yasaklanan lakap, hoşa gitmeyen, kusur ortaya koyan, yere ve onur kıran
lakaplardır. Sevilen ve şeref veren lakaplar ise yasak değildir. Müminin mümin
üzerindeki hakkından biri de onu en sevdiği ismiyle çağırmasıdır.163
‘’İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir.’’
Bu ayetle ilgili olarak çeşitli izahlar yapılmıştır:
1. İman ile fıskın bir arada bulunması çirkin kabul edilmiştir. Çünkü iman,
fıska mani olur.
2. Müslümanların, Yahudilikten dönüp iman edenlere hakaret etmesini dile
getirir. Şöyle ki, bazı müslümanlar, yeni islama girenlere ya Yahudi, diye hitap etmişler,
Yüce Allah da bu tür ifadeleri yasaklamıştır. Sanki ‘’iman etmiş bir insanı fısk ile
anmanız ne çirkin bir iştir’’ demektir.
3. Bu ifade ile her halde, fasık olan mümin olarak kabul edilmemiştir.164
Bir mümine kötü dilli olmak ve bu özelliğiyle etrafa ün salmak yakışmaz.
Fakat başkalarıyla alay etmek ve onlara kötü lakaplar takmakla ünlü olmak, her
bakımdan bir kafire yakışır. Oysa bir müminin Allah’a, O’nun Rasulüne ve ahirete
inandıktan sonra bu tür kötü vasıflarla meşhur olmasından, ölmesi daha hayırlıdır.165
Bir mümine fısk işlemek yakışmaz. Bu onun için çirkin bir iştir. Bundan dolayı
‘’ İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven
onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır’’
166
karıştırmamayı teşvik etmektedir.167
‘’Kim tevbe etmezse işte onlar zalimdirler.’’
Bu ayeti iki şekilde açıklamak gerekir:
Zemahşeri, c.4, s.14.
a.g.e., a.y.
165
Mevdudi, a.g.e., c.5, s.450.
166
En’am, 6/82.
167
Razi, a.g.e., c.20, s.228.
163
164
36
mealindeki ayet, imana zulüm
1. Alay etmek, ayıplamak, çirkin lakap takmak günah olduğu için bunlara tevbe
etmek vaciptir. Kimde tevbe etmezse, işte o zalimdir. Çünkü yaptıklarıyla hem insanlara,
hem de kendi nefsine zulmetmiş olur. Dolayısıyla da ahiret azabını hak eder.168
2. Ayette zikredilen yasaklar, küçük günahlardır. Bir defa yapmakla zalim veya
fasık olunmaz. Ancak kim bunları terk etmez, işlemeye devam eder ve adet haline
getirirse zalim olur.169
İnsana fısk sıfatı kazandırabilecek olan her tür günahlara dalmamak gerekir.
Şayet dalınırsa, vakit kaybetmeden tevbe etmek gerekir.
2d. Sû-i Zanda Bulunmak
َّ ‫ض‬
َّ ٍ ٍَ‫يراٍ ِ همن‬
ُ‫َياٍأَيُّ َهاٍالَّذِينَ ٍآ َمن‬
ٍ‫واٍو ََل ٍ َي ْغتَب‬
َّ ‫ٍالظ ِهن ٍ ِإ ْث ٌمٍ َو ََل ٍت َ َج‬
ْ
ُ ‫س‬
ً ‫واٍاجتَ ِنبُواٍ َك ِث‬
َ ‫الظ ِهن ٍ ِإ َّن ٍ َب ْع‬
َ ‫س‬
ُ‫ٍواتَّق‬
َّ ‫واٍاّللَ ٍ ِإ َّن‬
َّ
ٌٍ ‫ٍاّللَ ٍت َ َّو‬
‫اب‬
ً ‫ض ُكمٍ َب ْع‬
ُ ‫بَّ ْع‬
َ ُ‫ضاٍأَي ُِحبُّ ٍأَ َحدُ ُك ْم ٍأَن َيأ ْ ُك َل ٍلَ ْح َم ٍأَ ِخي ِه ٍ َم ْيتًاٍفَ َك ِر ْهت ُ ُموه‬
ٍ 12ٍ‫َّر ِحي ٌم‬
12. Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı
günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin.
Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde
Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.
Yüce Allah, bu ayetle kardeşliği yok eden üç davranışı yasaklamıştır:
Sû-i zanda bulunmak, kusur araştırmak ve gıybet etmek.
‘’Zan’’ kelimesi ima ve işaretle hasıl olan ve hakikat ifade etmeyen bilgiye170
denir. Kur’an-ı Kerim’de ‘’ Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan,
haktan (ilimden) hiçbir şeyin yerini tutmaz. Allah onların yapmakta olduklarını pek iyi
bilendir’’ 171 buyurulmaktadır. Bu ayetten de anlaşıldığı gibi zan, kesin bilgi ifade
etmeyip sadece sanmaktan ibarettir.
İbn Aşur, a.g.e., c.26, s.250.
Razi, a.y.
170
Ragıb, s.472.
171
Yunus, 10/36.
168
169
37
Burada ‘’kesiran’’ denmekle hayırlı olan zanlar hariç tutulmuştur. 172 Bundan
bazı zanların günah, bazı zanların ise günah olmadığı neticesi çıkmaktadır. Bu sebeple,
ya kötü olur, ya iyi. Bu ayette yasaklanan kötü zandır. Çükü bunda günaha girme
korkusu vardır. Kaçınmak gerekir. Hakkında kesin bilgimiz olmayan bir kimseye, 173
sû-i zanda bulunmak haramdır.çünkü bu töhmete sahip olmaktadır. Töhmet ise,
kaçınılması gereken bir durundur. Ancak açıkça günah işleyenler hakkında sû-i zanda
bulunmak müstesnadır.174
Sû-i zandan sakınmak bir görev olduğu gibi insanların sû-i zannına vesile
olabilecek hareketlerden sakınmak da bir görevdir. Çünkü başkalarına sebep olmak, o
işi yapmış gibi olmak sayılır.
Peygamber (s.a.v.)’in hanımlarından Hz. Safiye diyor ki:
‘’Rasulullah (s.a.v.) Üsame İbn Zeyd’in evinde itikafa girmiştir. Geceleyin
kendisini ziyarete gittim ve onla sohbet ettim. Sonra da kaklım eve döndüm. Rasulullah
(s.a.v.) de beni uğurlamak için kalktı. Bu esnada ensardan iki kişi yoldan geçerken
Rasulullah’ı görünce koşmaya başladılar. Peygamber (s.a.v.) onlara: ‘’Ağır gidin, O,
Huyey’in kızı Safiyye’dir’’ buyurdu. O iki adam: ‘’Sübhanallah! Ya Rasulallah!’’
dediler. Hz. Peygamber de onlara şöyle dedi: ‘’Şeytan insanın vücudunda kanın
dolaştığı gibi dolaşır. Bundan dolayı kalbinize bir şey (veya şer) atmasından
korktum.’’175
Hz. Peygamber (s.a.v.) gecenin karanlığında hanımını uğurlarken, kendisini
hanıyla beraber görenleri durdurmuş, yanındaki kadının yabancı birisi olmayıp kendi
hanımı olduğunu kendilerine bildirerek onların sû-i zanna kapılmasına mani olmuştur.
Zannı hüküm itibarıyla dört kısımda incelemek mümkündür.
1. Mubah olan zan: Bir insanın dünya işlerini ve rızkını kazanma yollarını
düşünmesi gibi.
172
Razi, c.20, s.229.
İsra, 17/36.
174
Kurtubi, c.16, s.217.
175
Ebu Davud, Edeb, 81.
173
38
2. Vacip olan zan: Kat-i delil bulunmayan ameli meselelerde zanni delil ile
amel etmek gibi.
3. Haram olan zan. İlahi meselelerle Peygamberliğe ait meselelerde zan
haramdır. Bunlara kat-i olarak inanmak gerekir.
4. Mendup olan zan: Zannedilende fısk zahir olursa şerrinden korunmak
maksadıyla sû-i zanda bulunmak menduptur.176
2e. Kusur Araştırmak
‘’Birbirinizin kusurunu araştırmayın.’’
Hz. Peygamber (s.a.v.) kusur araştırma hususunda şöyle buyurmuşlardır:
‘’ Ey dilleriyle iman etmiş, ancak iman kalplerine tam olarak yerleşmemiş
olan insanlar! Müslümanlara eziyet etmeyin, onları ayıplamayın, kusurlarını
araştırmayın, küm bir müslüman kardeşinin kusurunu araştırırsa, Allah da onun
kusurunu araştırır. Fakat Allah kimin kusurunu araştırırsa evinin içinde bile olsa onu
rezil eder. Bu hadisi rivayet eden Abdullah İbn Ömer (r.a.) bir gün Kabe’ye bakıp şöyle
demiştir: ‘’Nede büyüksün. Sana karşı hürmet de çok büyük, fakat Allah indinde
müminin şerefi senden çok daha büyüktür.’’177
Tecessüs lafzı, daha çok kötülükleri, kusurları araştırmak için kullanılan bir
tabirdir. Müminlerin eksikliklerini bulmak, açık delil ve işaretler elde ederek zan ve
yakin delil meydana getirmektir.178
Bir insanın kusurunu araştırmak onun şeref ve haysiyetini ayaklar altına almak
demektir. Halbuki İslam, insanların bütün haklarını koruma altına almıştır.
‘’Birbirinize haset ve buğz etmeyiniz, birbirinize sırt çevirmeyiniz. Biriniz
diğerinizin alış-verişi üzerine fiyat artırmasın. Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona
zulmetmez, ona yardımını esirgemez, onu küçük düşürmez. (Göğsünü işaret ederek üç
Baş, a.g.e., s.121.
Tirmizi, Birr, 85.
178
Elmalılı, .7, s.208.
176
177
39
defa) takva işte buradadır. Bir insana müslüman kardeşini küçük görmesi şer olarak
yeter. Müslümanın müslümana karşı malı ve ırzı haramdır.’’179
İşte bu hadis, bir müslümanın kusurunu araştırmanın ne kadar çirkin bir iş
olduğunu göstermektedir. Bundan dolayı başkalarının kusurlarını araştırmaktan
vazgeçmek gerekir. Herkesin kendi hata ve eksiklerini düzeltme yoluna gitmesi lazımdır.
Şüphesiz kusur ve ayıpların peşine düşüp onları açığa vurmak İslam
toplumunda huzursuzluk meydana getiren bir ok kötülüklere sebep olur. Bu da
müminler arasındaki kardeşliği zedeler. Toplumda birlik kurulmaz.
Allah’ın emrettiği her şey, insanlar arası ilişkileri düzenler ve barışı sağlar.
İlişkilerin düzenli hale gelmesi ise din ve dünyanın selameti demektir.180
2f. Gıybet Etmek
‘’Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin.’’
‘’Gıybet’’ bir müslümanın diğer bir müslümanı arakasından hoşuna
gitmeyecek şekilde anmasıdır. Hz. Peygamber’e eziyet nedir? diye sorulmuş O da:
‘’Kardeşini hoşlanmayacağı bir şeyle zikretmendir. Şayet söylediğin şey onda varsa
gıybet; yoksa iftira etmiş olursun’’181 buyurmuştur.
Hadis-i şerifte geçen ‘’zikr’’ anma, gerek açık bir şekilde, gerekse mecaz
yoluyla olsun fark etmez. Yani sadece dil ile anmaktan vazgeçmek yetmez. İşaret gibi
açık olmayan yollarla da gıybet etmekten sakınılmalıdır. Hoşlanmayacağı bir şeyle
anma demek, genel bir ifadedir. Bu ifade bir müslümanı dininde, dünyasında, ahlakında
vb. her hususta eziyet etmemeyi gerektirir.182
Gıybet; gıybet edilene ulaşılmazsa, gıybet sahibi hem kendisi; hem de gıybetini
ettiği kimse hakkında tevbe ve istiğfarda bulunmalıdır. Bu tür gıybette tevbe ve
179
Müslim, Birr, 32.
Cassas, Ebu Bekr Ahmed İbn er-Razi, Ahkamu’l Kur’an, (Muhammed es-Sadık) Beyrut, ts. c.5, s.290.
181
Ebu Davud, Edeb, 37.
182
Alusi, c.14, s.238.
180
40
istiğfarın yeterli olduğunu söyleyenler gibi, mutlaka helalleşmesi gerektiğini
söyleyenler de vardır.
Gıybet, ölü kardeş eti yemek kadar kötüdür. Bu kadar çirkin bir adetten
müminler uzak durmalıdır.
Müminin şerefi koruma altındadır. İşte bu ayet şeref ve haysiyetin
dokunulmazlığına işaret eder. 183 Peygamberimiz (s.a.v.) kim bir müslümana şeref ve
haysiyetine dokunulduğu zaman yardım etmezse, yardıma muhtaç olduğu bir anda da
Allah ona yardım etmez. Kim de ırz ve namusuna dokunulduğu zaman bir mümine
yardım ederse, yardıma muhtaç olduğu bir anda Allah da ondan yardımını esirgemez.184
Bitin Müslümanların birbirlerine karşı malı, ırzı, (şahsiyeti ve şerefi) ve kanı
haramdır.185
Şu kimselerin gıybetinim yapılmasında her hangi bir mahsur yoktur:
1. Zalimin gıybeti yoktur. Mesela zulme uğramış birisi, kedisine zulmeden
kişiyi hakime şikayet edebilir ve bu gıybet sayılmaz.
2. kötülüklerle meşhur olan birisinin, kötülüğüne mani olmak için gıybeti
yapılabilir.
3. Müftüden fetva sormak için, bir insandan bahsetmek gıybet sayılmaz.
4. Şahitleri be hadis ravilerini araştırmak, onları cerh ve ta’dile tabi tutmak
gıybet sayılmaz.
5. Fasık olanların gıybeti yoktur. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.v.)’in
şöyle dediği rivayet edilmiştir: ‘’Kim üzerinden haya örtüsünü atarsa, artık onun gıybeti
olmaz. 186
Elmalılı, c.7, s.209-210.
Ebu Davud, Edeb, 36.
185
a.g.e., a.y.
186
Beyhaki, Ebu Bekr Ahmed İbn Hüseyin, es-Sünenü’l-Kübra, Daru’l-Fikir, ts. c.10, s.210.
183
184
41
Gıybet, fertler ve aileler arsındaki bağları koparır ve onları birbirine düşman
eder.
‘’O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok
esirgeyicidir.’’187
‘’Tevvab’’ ismi, tevbesi çok manasında mübalağa ism-i fail olup üç özellik
taşır.
1. Kendisine tevbe eden ve yönelen kullar çok demektir.
2. Tevbeleri öyle çok kabul eder ki, bu tevbe ile her günahı affedebilir. Hiç bir
günahkarın tevbe ile affolunmayacak herhangi bir günahı düşünülemez. Zira en büyük
günah şirktir. Tevbe ve iman ile Allah onu da affeder. ‘’Allah kendisine şirk
koşulmasını asla bağışlamaz188 mealindeki ayet, tevbe etmeyenler hakkındadır.
3. Tevbeyi kabul etmede çok isteklidir. Öyle ki, tevbe eden bir günahkarı hiç
günah işlememiş gibi yapıp rahmetiyle mutlu kılar. Tevbeyi kabul, rahmetinin eseri
olduğu gibi, gıybeti, kötü zannı ve kötü ahlakı yasaklaması da rahmetinin eseridir.189
2g. Irkçılık Yapmak
ُ ‫ىٍو َجعَ ْلنَا ُك ٍْم‬
ٍ ‫ارفُواٍإِ َّن ٍأ َ ْك َر َم ُك ٍْم‬
ُ َّ‫ٍيَاٍأَيُّ َهاٍالن‬
َ َ‫ًاٍو َقبَائِ َل ٍ ِلتَع‬
َ ‫شعُوب‬
َ َ ‫ٍوأُنث‬
َ ‫اس ٍإِنَّاٍ َخلَ ْقنَا ُكمٍ ِ همنٍذَ َكر‬
َّ َ‫ِعند‬
ٍ 13ٍ‫ير‬
ٍََّ ‫ٍاّللٍِأَتْ َقا ُك ْمٍ ِإ َّن‬
ٌ ‫ع ِلي ٌمٍ َخ ِب‬
َ ‫ٍاّلل‬
13. Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle
tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en
değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden
haberdardır.
Hucurat suresi Medine’de inmiş olmasına rağmen, bu ayetin üslup bakımından
Mekki ayetlere benzediği için Mekke’de de nazil olduğu rivayet edilmiştir. Ancak her
187
Hucurat, 49/12.
Nisa, 4/48.
189
Zerkeşi, Bedrüddin Muhammed İbn Abdillah, el-Burhan fi Ulumi’l-Kur’an, Beyrut, 1988, c.1, s.252.
188
42
ne kadar Mekki de olsa hükmün Medeni olduğu ve bu yüzden Medeni bir sureye
yerleştiği söylenmiştir. Ayetin nüzul sebebi olarak şu olay nakledilir:
Mekke’nin fethedildiği gün Hz. Peygamber (s.a.v.) Bilal-i Habeşi’ye Kabe’nin
damına çıkarak ezan okumasını emretti. Bunun üzerine bazı kimseler kendi kendilerine
söylenmeye başladılar. Attab İbn Useydi ‘’Allah’a şükürler olsun ki, babamın ruhunu
aldı da bu günü görmedi’’ dedi. Haris İbn Hişam: Muhammed bu kara kargadan başka
ezan okuyacak kimse bulamadı mı? Süheyl İbn Amr: ‘’Allah, bir şeyi değiştirmek
isterse değiştirir’’ ve Ebu Süfyan da bir şey söylemekten korkuyorum . Zira semanın
Rabbi kendisine haber verir’’ dedi. Ebu Süfyan’ın dediği gibi oldu. Cebrail (a.s.) bu
sözleri Peygamber (s.a.v.)’e haber verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber kendilerini
çağırarak, bu tür söz sarf edip sarf etmediklerini sordu. Onlar da gizlemeyip ikrar ettiler.
Bu hadise üzerine on üçüncü ayet indi.
Önceki ayetlerde hitap, inananlara iken, bu ayette hitap insanlığa edilmiştir.
Böylece bütün insanların eşitliği vurgulanmış ve üstünlüğün ancak takva ile olacağı
bildirilmiştir.
İslama göre bütün insanlar Hz. Adem’den meydana gelmiştir. Adem ise
topraktan yaratılmıştır. Konu ile ilgili olarak Peygamberimiz (s.a.v.) insanlara şöyle
hitap etmiştir:
‘’Ey insanlar: Allah sizden cahiliye devrine ait olan kibri ve neseplerinizle
övünmeyi kaldırmıştır…bütün insanlar Adem’in çocuklarıdır. Allah Ademi de topraktan
yaratmıştır.’’190
Adem (a.s.)’ın topraktan yaratıldığını Yüce Allah şöyle haber verir: ‘’Allah
nezdinde İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra
ona "Ol!" dedi ve oluverdi.’’191
Tarihin başlangıcından bu zamana kadar bütün insanlar Hz. Adem ve
Havva’nın torunlarıdır. Kök itibarıyla hepsi aynı babaya mensup olduklarından sanki bir
190
191
Tirmizi, Tefsir, 49.
Al-i İmran, 3/59.
43
akraba gibidirler. Bundan dolayı hiç kimsenin başkalarına karşı kibirlenmeye ve kendini
üstün görmeye hakkı yoktur. Bir erkekle bir dişiden yaratılıp, kabile ve kavimlere
ayrılma, dağılmak ve savaşmak için değil, tanışıp yardımlaşarak daha büyük ve daha
güzel toplumlar meydana getirmek içindir.
‘’Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır.
Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.’’192
Ayetteki, ‘’etka’’ kelimesinin içerdiği takva kavramı, evrensel değerleri
erdemleri edinme ve bunların zıtlarından titizlikle kaçınma ve sakınmayı ifade
etmektedir. Bütün insanların aslı birdir. Aynı madenden ve maddeden yaratılmışlardır.
Hem kök hem de biyolojik özellikleri farklı değildir. Bu yönden bir üstünlük veya
aşağılık söz konusu olamaz. Kök itibarıyla kardeş olan insanlar bir çok hikmet yanında
farklı kimliklerle tanınıp tanışmaları için gruplara ayrılmışlardır. Her grup
başkalarından farklı, kendi aralarında ortak özelliklerine dayalı olarak birleşir ve
dayanışırlar. Bu birleşme ve dayanışmada temel unsur dindir. Dini bir olanlar birbirini
kardeş bilirler ve genellikle diğer özelliklerdeki ortaklık bu özel bağın üstüne çıkamaz.
Dinin insana kazandırmak istediği en önemli değer ahlaktır, takvadır…193
Allah katında takvadan başka üstünlük ölçüsü yoktur. O, bütün insanları takva
ölçüsüne göre değerlendirir…
İslam ırkçılığı ve ırkçılıkla övünmeyi kesinlikle yasaklamış ve adeta ona harp
ilan etmiştir. Bunu
bütün insanlığı tek bir sancak altında toplamak amacıyla
yapmıştır.194
Peygamberimiz (s.a.v.) Veda Hutbesi’nde: Bütün insanlığa şöyle seslendi:
‘’Ey insanlar: Şunu iyi biliniz ki, Rabbimiz birdir. Babanız birdir. Arabın başka
ırka, başka ırkın araba, beyazın siyaha, siyahın beyaza dindarlık ve ahlaki üstünlüğü
dışında bir üstünlüğü yoktur. Dinleyin! Bu ilahi gerçeği size tebliğ ettim mi, bildirdim
192
Hucurat, 49/13.
Kur’an Yolu, c.5, s.49.
194
Kutup, c.13, s.508.
193
44
mi? ‘’Hep birden ‘’Evet’’ dediler. ‘’Öyle ise burada olanlar olmayanlara bildirsin’’195
buyurdu.
Konu ile ilgili olarak Peygamber efendimiz (s.a.v.):
‘’Irkçılık yapan, ırkçılık uğruna savaşan ve bu yolda ölen bizden değildir.’’196
‘’Ümmetimde cahiliyyeye ait dört haslet vardır ki, bütünüyle onu terk
edemezler. Bunlar, haseb ve neseple övünmek, insanlarla alay etmek, yıldızların
kaymasını yağmur yağacağına yormak, ölünün arkasından bir şekilde ağıt yakmak’’197
buyurmuştur.
Irk, nesep ve soyla övünme, kardeşliği zedeleyen davranışlardandır. İşte Allah
bu tür düşünceyi yasaklıyor ve tek bir güç olmayı emrediyor.
D. İMAN VE İSLAM
ْ ‫ت‬
ُ ‫ٍاْلي َم‬
ٍ‫ٍوإِن‬
ِ َ‫ٍٍقَال‬
ُ ‫ٍاْلَع َْر‬
ِ ْ ‫َاٍولَ َّماٍيَ ْد ُخ ِل‬
َ ‫انٍفِيٍقُلُوبِ ُك ْم‬
َ ‫واٍولَ ِكن قُولُواٍأ َ ْسلَ ْمن‬
َ ُ‫ابٍآ َمنَّاٍقُلٍلَّ ْمٍتُؤْ ِمن‬
ْ ‫إِنَّ َم‬14ٍ‫ٍر ِحي ٌم‬
َّ ‫ش ْيئًاٍإِ َّن‬
َ ٍَ‫ٍاّلل‬
ٍ َ‫اٍال ُمؤْ ِمنُونَ ٍالَّذِين‬
ٍْ َ ‫سولَه ٍََُلٍيَ ِلتْ ُكمٍ ِ هم ْنٍأ‬
ٍَّ
َ ٍ‫ع َما ِل ُك ْم‬
ُ ‫واٍاّللَ َو َر‬
َّ ‫ور‬
ٌ ُ ‫غف‬
ُ‫ت ُ ِطيع‬
َّ ‫س ِبي ِل‬
َّ ِ‫آ َمنُوا ٍب‬
‫ٍاّللِ ٍأ ُ ْولَئِ َك ٍ ُه ٍُم‬
ُ ‫ٍو َر‬
َ ٍ ‫ٍوأَنفُ ِس ِه ْم ٍفِي‬
َ ‫سو ِل ِه ٍث ُ َّم ٍ َل ْم ٍيَ ْرتَابُوا َو َجا َهد ُوا ٍبِأ َ ْم َوا ِل ِه ْم‬
َ ِ‫اّلل‬
ْ ِ‫ٍو َماٍف‬
َّ ‫ٍو‬
ٍُ‫اّلل‬
ٍَّ ‫ٍو‬
ِ ‫س َم َاوا‬
َّ ‫اّللُ يَ ْعلَ ُم ٍ َماٍفِيٍال‬
َّ ‫ال‬
ِ ‫يٍاْل َ ْر‬
َ ‫ض‬
َ ‫ت‬
َ ‫ ٍٍقُ ْل ٍأَتُعَ ِله ُمونَ ٍا َّّللَ ٍبِدِي ِن ُك ْم‬15ٍ َ‫صا ِدقُون‬
َّ ُ‫علَي َْك ٍأ َ ْن ٍأ َ ْسلَ ُمواٍق‬
ٍ‫علَ ْي ُك ْم‬
ٍَّ ‫ي ٍ ِإس ًَْل َم ُكمٍ َب ِل‬
َ ٍ ‫ِب ُك ِهل‬
َ ٍ ‫ٍاّللُ َي ُم ُّن‬
َ ٍ‫لٍَل ٍت َ ُمنُّوا‬
َ ٍ َ‫ َي ُمنُّون‬16‫ع ِلي ٌٍم‬
َ ٍ ‫ش ْيء‬
َّ َ‫عل‬
17ٍ َ‫صا ِدقِين‬
َ ٍ‫انٍ ِإنٍ ٍُكنت ُ ْم‬
ِ ‫ْلي َم‬
ِ ْ ‫أ َ ْنٍ َهدَا ُك ْمٍ ِل‬
14. Bedevîler "İnandık" dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama "Boyun eğdik"
deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve elçisine itaat ederseniz,
Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
15. Müminler ancak Allah'a ve Resûlüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye
düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır. İşte doğrular ancak
onlardır.
İbn Hanbel, Ahmed Muhammed , Müsned, Çağrı Yayınları, İkinci Baskı, İstanbul, 1992, c.5, s.411.
Ebu Davud, Edeb, 112.
197
Müslim, Cenaiz, 29.
195
196
45
16. De ki: Siz dininizi Allah'a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah göklerde olanları
da bilir, yerde olanları da. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.
17. Onlar İslâm'a girdikleri için seni minnet altına sokuyorlar. De ki:
Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Eğer doğru kimselerseniz bilesiniz ki, sizi
imana erdirdiği için asıl Allah size lütufta bulunmuştur198
14. ayetin nüzul sebebi:
Mücahit bu ayetin, Medine^ye komşu olan Beni Esed İbn Huzeyme kabilesi
hakkında indiğini zikretmektedir. Bu kabilenin ileri gelenleri, ganimet veya dünyalık bir
şey elde etmek için müslüman olmuşlar, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e ‘’biz sana aile
efradımızla geldik, üstelik falan ve falan kabile gibi de seninle savaşmadık’’ demişlerdi.
Bu sözleriyle sadaka talep ediyorlar, müslüman olmalarını da Peygamber (s.a.v.)’in
başına kakıyorlardı.199
Bu ayet, müslüman olup da henüz imanın yüksek zevkine erecek kadar terbiye
almamış olanlardan bahsetmektedir. Gaye, bu terbiyeyi onlara öğretmektir.200
Yerleşim bölgeleri dışında
göçebe olarak yaşayan arap kabileleri Hz.
Peygamber’e geliyor, sosyal yardımlardan pay almak için kendilerine boyun eğiyor,
teslim oluyorlardı. Bu davranışlarını ‘’iman etmiş olmak için’’ yeterli saymaları
kendilerini mümin olarak göstermeleri üzerine bu ayetler gelmiştir.201
Bu ayette bedevilerin, ölüm korkusundan veya mal talep etmek için iman
ettikleri anlaşılmaktadır. Bu da münafıkların sıfatıdır. İmanın hakikati kalp ile tasdiktir.
İslam ise; Peygamber’in getirdiğini zahirde kabul etmektir. Bunun da kanı korumaktan
başka bir faydası yoktur.202
‘’İman’’ gönül rızası ile Peygamber (s.a.v.)’in getirdiği şeraite tabi olmak,
Allah ve Rasulünü dil ile ikrar, kalp ile tasdik edip emirlerine uymak demektir.
198
Hucurat, 49/ 14,15,16,17.
Alusi, c.14, s.250.
200
Elmalılı, 7/214.
201
Zemahşeri, c.4, s.366.
202
Kur’an Yolu, c.5, s.51.
199
46
‘’İslam’’ ise, imanla aynı manada olduğu gibi bazen de sadece dil ile ikrar
etmek manasındadır.203
‘’İman’’ tasdiktir. ‘’İslam’’ ise, barışa girmek ve kelime-i tevhidi ortaya
çıkararak müminlerle harp etmekten kaçınmaktır.
Dil ile ikrar, kalp ile hem fikir uyum içinde olmazsa bu islamdır. Kalp, lisanla
hem fikir olursa, o imandır. Lügat açısından manaları bu şekildedir. Istılahi manada ise,
iman ve İslam aynı anlamdadır.204
Yüce Allah bedevilerin halini, bu ayette açık bir şekilde ortaya koyduktan
sonra onları kendisine ve Hz. Peygamber’e karşı itaat etmeye davet etmektedir. Onların
itaat üzere bulunmaları demek, günahlarına tevbe etmeleri, kalplerini imana bağlamaları
ve bunun gereği ile amel etmeleridir. Eğer bunları yaparlarsa Allah tevbelerini kabul
eder ve kendilerini bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.205
Bu ayette, bir eğitim metodu öğretilmektedir. Şöyle ki, bedevilere açıkça ‘’siz
yalan söylediniz’’ buyurulmayıp ‘’iman etmediniz’’ denmek suretiyle güzel bir terbiye
örneği verilmiştir. Eğitim metodunda bu önemlidir. Peygamber (s.a.v.) de bu örneği
bizar kendisi uygulamıştır.
Rafi İbn Amr el Gıfari (r.a.) başından geçen şu hadiseyi nakleder:
‘’Henüz çocuk iken hurmalarımızı (veya ensarın hurmalarını) taşlardım.
Bundan dolayı beni Hz. Peygamber (s.a.v.)’in huzuruna götürdüler ve bana: ‘’ Ey oğul!
Hurmaları niçin taşlıyorsun?’’ dedi. ‘’Ben onları yiyorum, yemek için taşladım’’ dedim.
Bunu duyunca ‘’hurmaları taşlama, diplerine düşenleri ye’’ buyurdu. Daha sonra başımı
okşadı ve ‘’Allah’ım onun karnını doyur’’ diye dua etti.206
Bu hadiste Peygamber (s.a.v.) insanların karşısına doğrudan bir takım yasaklar
çıkarmamıştır. Mesela izinsiz olarak hurma ağacını taşlamanın ve dökülenleri yemenin
Zemahşeri, a.y.
en-Nesefi, Ebi’l Berekat Abdullah b. Ahmed b. Mahmud, Medariku’t-tenzilve hakaiku’t-te’vil, Daru’l
Kitabi’l Arabi, Beyrut, ts. c.3, s.401.
205
Zemahşeri, c.4, s.367.
206
İbn Mace, Ebi Abdullah Muhammed İbn Yezid, Sünen, İkinci Baskı, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992,
Ticaret, 67.
203
204
47
haramlığından bahsetmemiştir. Utanmıyor musun? veya Ayıp değil mi? gibi anlamlara
gelebilecek bir ifade kullanmamıştır. Peygamber efendimiz bu tür ifadeleri ile,
olumsuzluktan değil, olumlulardan hareket etmiştir. Yani yasak koyarak değil, insan
için meşru sayılabilecek alternatifler getirerek olayı en kestirme yolla çözüme
kavuşturmuştur.
Yüce Allah, bedevileri terbiye etmektedir. Sanki onlara şöyle sesleniyor: ‘’Siz
iman ettiğinizi söylüyorsunuz, halbuki gerçek müminler Allah’a ve Rasulüne iman
ederler, sonra bu istikamet üzere devam ederler, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda
cihat ederler’’bu şekilde onların bulundukları hali değiştirmeleri istenmiştir.
15. ayette, müminlerin vasıfları veciz bir şekilde bildirilmiştir. ‘’Müminler
ancak Allah’a ve Rasulüne iman eden, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda malları
ve canlarıyla cihat eden kimselerdir. İçleri ve dışları bir olanlar, işte bunlardır.
Allah (c.c.) bu ayette, ‘’iman ettik’’ diyen, ancak imanı kalplerine tam
manasıyla yerleştirememiş olan bedevilere, gerçek müminlerin, Allah’ı ve Peygamber’i
tasdik eden, sonra da Allah’ın vahdaniyeti ve Peygamber (s.a.v.)’in nübüvveti
konusunda şüphe etmeyen, kendilerini Allah’a ve Peygamber’e itaate gerekli kılan,
bütün farzları eksiksiz olarak yerine getiren, mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda
cihat edenler olduğunu haber vermiştir.207
Gerçek iman, Allah’ı ve Rasulünü gönülden tasdik etmektir. Bu, öyle bir
tasdiktir ki, ona hiçbir şek ve şüphe karışmaz. Bu tasdik kararsızlık ve endişeye, duygu
ve heveslere, kalpleri ve şuuru sarsan hiçbir sarsıntıya mahal vermeyen kesin,
değişmeyen ve güven verici bir tasdiktir. Allah yolunda can ve malla cihat böyle bir
imandan doğar.208 Müminlerin diğer bir vasfı da doğru sözlü olmalarıdır. ‘’İşte onlar
sadıklardır’’ ayetinin manası; iman davasında sadık, verdikleri sözlere, kalpleriyle ve
fiilleriyle bağlılık gösteren samimi müslümanlardır.209
207
Taberi, c.13, s.186.
Kutup, c.13, s.510.
209
Elmalılı, 7/217.
208
48
Yüce Allah doğru sözlü olanları, bu sıfatı taşıyanları övmüştür. ‘’Doğru
erkekler ve doğru kadınlar….İşte Allah, bunlar için bir mağfiret ve büyük bir mükafat
hazırlamıştır.’’210
Huzurlu bir toplumun teşekkülü, ancak gerçek müminler sayesinde vuku
bulacaktır.
16. ayette ‘’Allah göklerde ve yerde olanları bildiği halde Allah’a dininizi
öğretmeye mi kalkışıyorsunuz? Allah her şeyi bilmektedir.’’
Bundan önceki ayet indiğinde bedeviler, hem dilleriyle hem de kalpleriyle
iman ettiklerine yemin ettiler. Ancak bu ayette iddialarında yalanlandılar.211
Yüce Allah bu ayette onlara sanki şöyle sesleniyor:
‘’Ey Muhammed! O iman ettik deyip, iman kalplerine yerleşmemiş olanlara
söyle ki: Ey insanlar: Siz dininizi Rabbinize mi öğretiyorsunuz? Halbuki Allah yerde
ve göklerde olanı bilir. Yani sizin mümin olduğunuzu öğretmeye kalkıştığınız Allah,
yedi kat göklerde ve yedi kat yerde olan her şeyi çok iyi bilendir. O’na hiçbir şey gizli
kalmaz. Nasıl oluyor da ona dininizi öğretmeye kalkıyorsunuz? Size bir çok şey gizli
kalabilir. Ancak O’na kalmaz. Allah her şeyi, olanı ve olacağı bilir.212
Bu ayet, bedevileri şiddetle kınamaktadır. Aynı zamanda yolundan vazgeçip
bulundukları halin dışında söz söylememeleri hususunda bedevilere bir ihtardır.213
17. ayeti ‘’boyun eğmelerini sana bir iyilik yapmış gibi gösteriyorlar.’’ Onlara
şöyle şöyle de: ‘’Teslim olmanızı bana yapılmış bir iyilik saymayın! Eğer dürüst
olacaksanız, asıl Allah sizin için iman yolunu açarak O size lütufta bulunmuştur.
Esed oğullarına mensup olan bedeviler Hz. Peygamber’e: ‘’Biz başkaları gibi
seninle savaşmadık ve savaşmadan iman ettik’’ diyerek onu minnet altına sokmaya
210
Ahzab, 33/35.
Kurtubi, c.16, s.228.
212
Taberi, c.13, s.187.
213
Elmalılı, a.y.
211
49
çalışmışlardı. Bu sebeple ayet inmiştir. 214 Bundan dolayı kendilerine sanki şöyle
söylenmek istenmiştir. ‘’Siz müslümanlığınızı bana sayıp dökmeyin, bilakis siz Allah’a
minnet etmelisiniz. Çünkü O, size doğru yolu göstermiştir.215
Yüce Allah burada ‘’Allah sizi imanla rızıklandırarak minnet altına sokuyor’’
demiyor. Açık mucizelerle ve Peygamber göndermekle sizi doğru yola iletiyor’’
buyuruyor. Ayrıca Allah (c.c.),
müslüman olduk iddianıza göre size lütufta
bulunmuştur. Öyleyse bu sizin için bir nimettir. Çünkü gerçekten iman etmişseniz
cehennemden kurtulursunuz.216
Bütün insanlar Allah’a minnettar olmalıdırlar. Çünkü Yüce Allah insanlara
hem doğru yolu göstermiş, hem de onlara sayılamayacak kadar nimetler bahşetmiştir. O,
doğru yolu terk ettikleri zaman peygamberlerle
ve kitaplar göndermek suretiyle
insanları hak yola çağırmış ve kendilerine ebedi hayatta kurtuluşun yollarını
göstermiştir. Kur’an-ı Kerim’de her millete bu yolu gösteren Peygamberler ve uyarıcılar
gönderildiği ifade edilmektedir.
‘’ Biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Her millet için
mutlaka bir uyarıcı (peygamber) bulunmuştur.’’217
‘’Biz, bir peygamber göndermedikçe (kimseye) azap edecek değiliz’’ 218
buyurulmaktadır.
Bütün insanlar Allah’a minnettar olmalıdırlar. Çünkü onlara sayılamayacak
kadar nimetler bahşetmiştir. ‘’ O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah'ın nimetini
sayacak olsanız sayamazsınız.’’219
En büyük nimet hidayet nimetidir. Onlar bu nimete şükran borçlarını cennetle
hatırlayacaklardır. ‘’…Hidayetiyle bizi (bu nimete) kavuşturan Allah'a hamdolsun!’’220
derler.
214
Taberi, c.13, s.187.
Zemahşeri, c.4, s.218.
216
Razi, c.20, s.245.
217
Fatır, 35/24.
218
İsra, 17/15.
219
İbrahim, 14/34.
215
50
Müminler Peygamber (s.a.v.)’e minnet borçludur. Çünkü Allah’ın hidayetini
onlara O, ulaştırmıştır. 221 Bu sebeple O, bir elçi ve aracıdır. Aynı zamanda O,
inananlara kitap ve hikmeti öğretmiş ve onları kötülüklerden arındırmıştır.
‘’Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden
arındıran, size Kitab'ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resûl
gönderdik.’’222
‘’Peygamber (s.a.v.) bütün insanlığa gelmiştir.’’223
Peygamber (s.a.v.) aynı zamanda
müminlere karşı çok şefkatli ve çok
merhametlidir. O, ümmetinden hiçbir kimsenin sıkıntıya düşmesini istemez. Yüce Allah,
bunu Kur’an-ı Kerim’de şöyle haber verir: ‘’ Andolsun size kendinizden öyle bir
Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün,
müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.’’224
Bu sebeple, müminler, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e karşı minnettar olmaları
gerekir. Çünkü O, müminlere kendi canlarından daha yakındır.225
E. GAYB
َّ ‫ٍو‬
18ٍ َ‫يرٍ ِب َماٍتَ ْع َملُون‬
َّ ‫ْبٍال‬
ٌ ‫ص‬
ِ ‫ٍِو ْاْل َ ْر‬
ِ َ‫اّللٍُب‬
َ ‫يَ ْعلَ ُمٍ َغي‬
َ ‫ض‬
َ ‫س َم َاوات‬
َّ ‫ٍٍإِ َّن‬
ٍَ‫ٍاّلل‬
18. Allah göklerin ve yerin gizlisini bilir. Allah bütün yaptıklarınızı
görmektedir.
Yüce Allah bedevilerin iç yüzünü ortaya koyarak sanki şöyle sesleniyor: ‘’Ey
bedeviler! Allah’a hiç bir şey gizli kalmaz. Kimin doğru sözlü, kiminde yalancı
olduğunu O, ortaya çıkarır. Zira, O,kimin islama isteyerek, kiminde peygamber ve
A’raf, 7/43.
Şura, 42/52.
222
Bakara, 2/151.
223
Enbiya, 21/107.
224
Tevbe, 9/128.
225
Ahzab, 33/6.
220
221
51
ordusundan korkarak girdiğini çok iyi bilir. Çünkü Allah gizli açık yaptığınız her şeyi
bilir…226
Yüce Allah göklerin ve yerin gaybını bilir. Bundan dolayı sizin içinizi ve
dışınızı da bilir. Müslümanlığınızda doğru olup olmadığınızı, kalplerinizde iman ve
doğruluk bulunup bulunmadığını ve niyetlerinizden neler geçirdiğinizi tamamen bildiği
gibi, alemde, göklerde ve yerde neler olacağını ve sizlerin nelerle karşılaşacağınızı da
çok iyi bilir. Ayrıca Allah bütün amellerinizi görür. Her ne yaparsanız görür. Hiç birini
kaçırmaz. Bundan dolayı siz de içinizi ve dışınızı düzelterek ona göre korunup ona göre
çalışınız…227
Allah’ın ilmi her şeyi kuşatmıştır. ‘’O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını
bilir. Yani ona hiçbir şey gizli kalmaz. 228 Gaybı Allah’tan başka kimse bilmez ve onlar
ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.229 Allah Teala kalplerin içinde ne varsa onu da
hakkıyla bilendir.230
Allah’ın razı olduğu Peygamberler, gayba muttali olabilirler. ‘’O, bütün
görülmeyenleri (gaybı) bilir. Gaybına kimseyi muttali kılmaz. Ancak bildirmeyi
dilediği peygamber bunun dışındadır.231Evliyanın, kahinlerin ve müneccimlerin gaybı
bilmesi imkansızdır232 Ancak Allah’ın bildirmesiyle gayba muttali olabilirler.233
226
Taberi, a. C.13, s.187.
Elmalılı, c.7, s.218.
228
Bakara, 2/255.
229
Neml,27/65.
230
Fatır,35/38.
231
Cin,72/26.
232
Zemahşeri,a,g,e,c,4,s,150.
233
Razı,a,g,e,c,20,s,250.
227
52
SONUÇ
Hucurat suresinde erdemli ve ihlaslı bir toplumun temelleri atılmakta, böyle
bir toplumun oluşumunda rol alacak insan tipinin profili çizilmektedir.
Sağlam bir toplumun temelleri ancak imanlı insanlarla atılacaktır. Yüce Allah,
bu surenin 14.15.16.17. ayetlerinde imanın nasıl olması gerektiğini açık bir şekilde
insanlara öğretmiştir. Ayetlerde belirtildiği üzere imanlı insan, kendini davasına tam
manasıyla adamış, yalnız dil ile değil, kalp ve bütün uzuvlarıyla Allah’a bağlı ve
Peygambere itaat noktasında ahlakın zirvesinde bir şahsiyettir. Mümin şek ve şüphesiz
Allah ve Rasulünün bütün buyruklarına boyun eğer. Gerekirse mal ve canından hiçbir
endişeye kapılmadan vazgeçer.
İnanan kişi ve toplumlar, imanın kendilerine büyük bir nimet olduğunun
farkında olmalı ve davranışlarını ona göre şekillendirmelidirler.
Yüce Allah, 1.2.3.4.5. ayetlerde, imanın gereği olarak Peygamber (s.a.v.)’e
saygı ve hürmette kusur edilmemesini emretmiştir. O’ndan gelen buyruklara boyun
eğilmesini, neden ve niçinin araştırılmamasını bildirmiştir. O’na karşı en ufak yanlış bir
davranışın Allah’a itaatsizlik olduğunu bilmeli ve mümin ona göre yapılanacağını
unutmamalıdır.
Allah (c.c.), ‘’Farkında olmadan amelleriniz boşa gider’’ kelamıyla bize,
Peygamber’e yapılan hürmetsizliğin, amelleri boşa çıkaracağını,
saygı ve hürmet
olmadan imanın kamil olamayacağını anlatmıştır.
Yüce Allah, 6.7.8.11.12.13. ayetlerde kardeşliği ve toplumların birlik ve
beraberliğini bozacak bir takım tutum ve davranışları belirttikten sonra, müminlerin
bunlardan uzak durmalarını istemiştir. Yasaklanan bu davranışları ele alacak olursak:
Yalan haber; fertler arası ilişkileri zayıflattığı gibi, toplum düzenini de sarsar.
Bundan dolayı haberin nereden kaynaklandığını, kimin bu haberi yaydığını araştırmak
gerekir. Bunun aksi bir davranış, kişiyi ve toplumu fitneye götürür. Fitne ise, adam
öldürmekten daha kötüdür.
53
Alay etmek; kendini büyük görmek demektir. Büyüklük ise Allah’a mahsustur.
Bunun için böbürlenmek yasaklanmıştır.
Bir müslümanı ayıplamak bütün toplumu ayıplamak gibidir. Müminler, bir tek
vücut gibidir. Bu vücudun organları da bütün müminlerdir.
Kötü lakap takmak; ahlaki değildir. Takılanı hem üzer, hem de yanındakilere
karşı utandırır.
Sû-i zan; günaha götürür ve iftira ihtimali taşır. İsabet ederse gıybet olur.
Bunların ikisi de Allah’ın yasakladığı fiillerdir. Mümin başkaları hakkında ancak hayır
düşünmelidir.
Kusur araştırmak da yasaklanmıştır. Peygamber Efendimiz ‘’Kim bir miminin
kusurunu araştırırsa, Allah da onun kusurunu ortaya çıkarır ve ocağının başında da olsa
onu rezil eder’’ buyurmuştur.
Gıybet; bir mümini arkasından hoşuna gütmeyecek şekilde anmaktır. Şayet
söylediği onda varsa gıybet, yoksa iftira etmiş olur. Bu o kadar çirkin bir harekettir ki,
Allah (c.c.) onu ölü kardeş eti yemeğe benzetiyor. Bu kötü davranışta bulunanlar tevbe
etmekle ve gıybetini yaptığı kimseden helallik dilemekle temizlenebilirler.
Toplumun birlik ve beraberliğini bozabilecek en büyük tehlike ırkçılık ve
milliyetle övünmedir. Yüce Allah bunu yasaklamıştır.
Bütün bu davranışlar; kişileri birbirine düşürür, toplum düzenini dinamitler ve
kardeşlik duygularını öldürür. Bunlar yerini saygı, sevgi, hoşgörü ve anlayışa
bırakmalıdır. Aksi halde, ahlaki değerlere sahip bir toplumun teşekkülü düşünülemez.
Müminler arası ilişkilerin nasıl olması gerektiğini anlattıktan sonra 9.10.
ayetlerde inanan iki toplum arasında oluşacak bir problemin çözümünde sulh ve adalet
prensibine göre hareket edilmesi istenmektedir. Bir toplumda meydana gelen isyan
hadisesinin çözümünde de aynı prensipler ölçü alınmalıdır. Bu da fert ve toplumlar
arası huzur ve sosyal dengeyi sağlayacaktır. Bundan hareketle müminler, birbirleriyle
54
kardeş olduğunu bilmeli ve kardeşliği bozacak her türlü davranışın toplumun temellerini
sarsacağını unutmamalıdır.
Özetle, Hucurat Suresi’nde tam bir iman olmadan ahlaklı insan olunamayacağı
ve imanlı insanlar olmadan sağlam bir toplumun temellerinin atılamayacağı
bildirilmektedir. Tuğlalardan birinin eksikliği nasıl ki binayı yıkıma hazırlarsa, iman ve
ahlak eksikliği de toplumu felakete sürükler ve bu felaket o toplumun sonu olur.
‘’Şüphesiz Allah Göklerin ve yerin gaybını bilir. Allah yaptıklarınızı
görendir’’(Hucurat, 49/17)
55
KAYNAKÇA
ALÛSİ, Ebi’l Fazl Şihabeddin Seyyid Muhammed, Ruhul Meani fi tefsiri’l Kur’an’ilazim ve’s-seb’il-mesani, Daru’l-Fikir, Beyrut, 1997.
ATEŞ, Süleyman, Kur’an Ansiklopedisi, K.A.V. İstanbul, ts.
BAŞ, Erdoğan, Müminler Arası Beşeri Münasebetler, Erkam Yayınları, İstanbul, 1998.
BEYHAKİ, Ebu Bekr Ahmed İbn Hüseyin, es-Sünenü’l-Kübra, Daru’l-Fikir, ts.
BEYZAVİ, Nasiruddin Ebu Said Abdullah b. Ömer, Envarü’t-tenzil ve esrarü’t-te’vil,
Beyrut, 1988.
BUHARİ, Ebi Abdillah Muhammed b. İsmail, el-Camiu’s Sahih, İkinci Baskı, Çağrı
Yayınları, İstanbul, 1992.
BURSEVİ, İsmail Hakkı, Ruhu’l-Beyan, İstanbul, ts.
CASSAS, Ebu Bekr Ahmed İbn er-Razi, Ahkamu’l Kur’an, tah. Muhammed es-Sadık
Beyrut, ts.
CERRAHOĞLU, İsmail, Tefsir Usulü, ,Diyanet Vakfı Yayınları, Dokuzuncu Baskı,
Ankara, 1993.
ÇELİK, Ömer, Altınoluk Dergisi, mak. ‘’Kur’an’da Müminlere Hitap’’ Kasım 2003.
EBU DAVUD, Süleyman İbn el-Eş’as, es-Sicistani, Sünen, İkinci Baskı, İstanbul, 1992.
EBU HAYYAN, Muhammed İbn Yusuf; el- Endelüsi, el-Bahru’l-muhit, Beyrut, 1983.
ELMALILI, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Feza Yayıncılık,
İstanbul, ts.
GAZALİ, Ebu Muhammed et-Tusi, Kimyay-ı Saadet, Terc. A. Faruk Meydan, 2004.
HAMİDULLAH, Muhammed, İslam Peygamberi, Çev. Salih Tuğ, 5. Baskı, İrfan
Yayınları, İstanbul, 1990.
İBN AŞUR, Muhammed et-Tahir, Tefsiru’t-tahrir ve’t-tenvir, Tunus, 1984.
İBN HANBEL, Ahmed Muhammed , Müsned, Çağrı Yayınları, İkinci Baskı, İstanbul,
1992.
İBN KESİR, İmadüddin Ebu’l-Fida İsmail, Tefsiru’l Kur’an’il Azim, Birinci Baskı
Daru’l-Hadis, Kahire, 1988.
İBN MACE, Ebi Abdullah Muhammed İbn Yezid, Sünen, İkinci Baskı, Çağrı Yayınları,
İstanbul, 1992.
56
EL-İSFEHANİ, Hüseyin İbn Muhammed İbn Ragıb, el-Müfredat fi garibi’l-Kur’an,
İstanbul, 1986.
KARAMAN, Hayrettin, Kur’an Yolu, Türkçe Meal ve Tefsiri, DİBY. Ankara, 2004.
KOÇYİĞİT, Talat, Hadis Istılahları, İkinci Baskı, AÜİFY, Ankara, 1985.
KURTUBİ, Ebu Abdillah Muhammed İbn Ahmed Ensari, el-Câmi’ li ahkami’l-Kur’an,
Darul İhya ve’t-Turasul Arabi, Beyrut, 1985.
KUTUB, Seyyid, fi Zilali’l Kur’an, (terc. kurul) Hikmet Yayınları , İstanbul, ts.
MERAĞI, Ahmed Mustafa, Tefsiru’l-Merağı, Daru’l-Fikir, ts.
MEVDUDİ, Ebu’l Âlâ, Tefhimü’l-Kur’an, (terc. kurul) İstanbul, 1991.
MÜSLİM Ebu’l-Hüseyn Müslim İbn el-Haccac, Sahih, İstanbul, 1992.
EN-NESEFİ, Ebi’l Berekat Abdullah b. Ahmed b. Mahmud, Medariku’t-tenzilve
hakaiku’t-te’vil, Daru’l Kitabi’l Arabi, Beyrut, ts.
ER-RAZİ, Ebu Abdullah Muhammed İbn Ömer, Mefatihu’l Gayb, (Terc.) Akçağ
Yayınları, Ankara, 1995.
SABUNİ, Muhammed Ali, Safvetü’t-tefasir, Dokuzuncu Baskı, Kahire, ts.
ET-TABERİ, Ebi Cafer Muhammed b. Cerir, Camiu’l-beyan an te’vili’l Kur’an,
Darü’l-fikir, Beyrut, 1999.
TİRMİZİ, Ebu İsa Muhammed İsa, Sünen, İkinci Baskı, Çağrı y.y. İstanbul, 1992.
TOPALOĞLU, Bekir, T.D.V. Ansiklopedisi, Allah mad. İstanbul, 1989.
UĞUR, Müçteba, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, T.D.V. Ankara, 1992
UYSAL, Halil, İnsan ve Toplum Bilimleri Sözlüğü, Uysal Kitabevi, Konya, 1896.
EL-VAHİDİ, Ebu Hasan Ali b. Ahmed, Esbâbı’n-nüzul, (terc. kurul) İkinci Baskı.
YILDIRIM, Suat, Kur’an-ı Kerim ve Kur’an İlimlerine Giriş, Üçüncü Baskı, İstanbul,
1989.
ZEMAHŞERİ, Ebu’l Kasım Carullah, el-Keşşaf an hakaiki’t-tenzil ve uyuni’l ekâvil fi
vucûhit-te’vil, Birinci Baskı,Beyrut, 1995.
ZERKEŞİ, Bedrüddin Muhammed İbn Abdillah, el-Burhan fi Ulumi’l-Kur’an, Beyrut,
1988.
57
Download