çocuklara iman esaslarının öğretimi

advertisement
ÇOCUKLARA İMAN ESASLARININ ÖĞRETİMİ
Prof. Dr. Mehmet Emin AY
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Öğretim Üyesi
İnsandaki din duygusu ile, dinlerin kök ve başlangıçları hakkında eskiden beri söylenegelen şeyler
vardır. İster emniyet, ister bağlanma, hangi içgüdü ile açıklanırsa açıklansın, insan, -fıtratı gereği- gerek
şuurlu, gerekse şuursuzca, inanmak ve mutlaka bir inanç sahibi olmak zorundadır. Çünkü “din” denilen
realite, insanın düşünce, irade, his, vicdan ve davranış gibi, bütün kaabiliyet ve temayüllerine hitap
etmektedir. Bu özelliğiyle o, insanın aklına ve gönlüne hitap eden ilim, felsefe ve sanat gibi, yalnız bir
cephesine yönelmiş değildir. Bilakis din, insanın bütün benliğine yönelen ve tesir eden bir şuurdur (1). Bu
nedenle, denilebilir ki, insanoğlu bilim ve teknik alanında ne kadar ilerlerse ilerlesin, geçmişte olduğu
gibi, bugün de, gelecekte de dinsiz yaşayamayacaktır. Aksine, onun dine olan ihtiyacı daha da artarak
devam edecektir.
Hemen her dinde, çeşitli şekillerde görülen ibadetler, inanç duygusunun eseri ve neticeleridir. İnanç
olmadan, ibadetin varlığı düşünülemez. Bu itibarla, görülen ve görülmeyen herşeyin bir yaratıcısı
olduğuna, kâinatı yaratan ve yöneten “Yüce Kudret”in varlığına ve birliğine iman, hem İslam akidesinin
hem de diğer hak dinlerin temelini teşkil etmektedir.
İslam dini açısından iman esasları bir bütün halinde ele alındığında, temelinde “Allah'a İman Esası”nın
var olduğu görülecektir. Allah'a iman, inanç sistemine bir temel teşkil ettiği gibi, İslam dininin akide ve
amel yönüyle de en önemli konusu olmaktadır. Zira, diğer iman esaslarının (meleklere, kitaplara...) hepsi
Allah'a iman ile alakalıdır
Allah'a iman duygusunun diğer bir açıdan önemi, insan ile yaratıcısı arasında bir bağ teşkil etmesinden
dolayıdır. Zira yeryüzünün en şerefli varlığı insandır (2). İnsanın da en şerefli azası, “nazargâh-ı ilâhi”
olması hasebiyle, kalbidir (3). Kalbin sahip olduğu en “değerli” varlığı ise, Allah'a olan inancıdır, imanıdır.
Nitekim, bir defasında, Hz.Peygamber'e, “Amellerin en faziletlisi hangisidir?” diye sorulduğunda “Allah ve
Resulüne imandır” cevabını vermiştir (4). Bu tebliğde, başta Allah'a iman olmak üzere, diğer iman
esaslarının öğretimi hususunda dikkat edilmesi gereken noktalar üzerinde durulacaktır. Ancak, iman
esaslarının öğretimi konusunun, daha ziyade ailede yerine getirilmesi gereken bir husus olması yönüyle,
ifadelerimizin genellikle aile-içi eğitim ile alâkalı olacağını şimdiden belirtmeliyiz. Yeri gelmişken, aile
ortamında gerçekleştirilmesi gereken din eğitiminin öneminden de kısaca bahsetmek istiyoruz.
İnsanoğlunu, mensubu bulunduğu toplumun dinine yönelten, ona gerek kültürel gerekse terbiyevî
anlamda büyük oranda tesir eden aile müessesesi, din eğitimi ve öğretiminde ayrı bir önem taşımaktadır
(5). Aile ortamında verilen din eğitimi tarzının, sonraki yıllarda çocuğu dinden uzaklaştıran ya da dinî
değerlere bir daha kopmamak üzere bağlayan iki yönünün bulunması bakımından oldukça önem arzettiği
söylenebilir. Ailenin, çocuğa dinî formasyon kazandırılmasında en önemli faktör olduğu eskiden beri
bilinmektedir (6). Ailenin çocuk eğitiminde bu denli önemli oluşu, gerek Kur'an ayetleri, gerekse
Hz.Peygamber'in hadislerinde de vurgulanmıştır (7). İslam eğitimcileri de bu iki kaynak doğrultusunda
ailenin, çocukların dinî eğitiminden sorumlu olduğunu ifade etmişlerdir (8). Batılı psikolog ve pedagogların
da, eğitimde ailenin önemine özellikle dikkat çektiklerine şahit olunmaktadır (9). O halde “nasıl bir din
eğitimi?” sorusuyla karşı karşıyayız. Konuyu daha da özelleştirirsek soruyu şu şekilde sormalıyız:”İman
esaslarını nasıl bir metodla öğretelim ki, çocuk eğitiminde en önemli ortamı teşkil eden ailede,
çocuklar sağlam ve tutarlı bir inancın sahibi olabilsinler?” İşte, aşağıda bu sorunun cevabı aranmaya
gayret edilecektir. Şimdi, “Amentü Esasları” olarak da bilinen iman esaslarının öğretimi konusuna geçmek
istiyoruz.
1
1. ALLAH'A İMAN ÖĞRETİMİ
Bilindiği üzere, Allah'ı bilmek, tanımak, kalb ile tasdik, dil ile ikrar, İslam akidesinde, bir kişinin mümin
olmasının ilk ve vazgeçilmez şartıdır. Ne var ki, insanların, ancak beş duyu organıyla algılayabildikleri
varlıklar hakkında bilgi sahibi olabilmeleri ve bu özelliğin çocuklar için de geçerli olması, mücerred bir
kavram olan Allah'a iman öğretiminde bir zorluğa sebebiyet vermektedir. Ancak, bu zorluğa rağmen, iman
öğretiminin ihmal edilemeyeceği de bir gerçektir. Pedagog Rousseau'nun, bu konudaki görüşü ise dikkate
şayandır: “Bize, doğru olmamızı, birbirimizi sevmemizi, daima iyi ve merhametli davranmamızı, herkese,
akrabamıza ve düşmanlarımıza bile vaadlerimizi tutmamızı emreden, insan mukadderatına hükmeden bir
Hakim-i Mutlak bulunduğunu çocukların bilmesi icap eder.”(10)
Herşeyin bir yaratıcısı ve idare edicisi olduğuna inanmanın, bu yaşlardaki çocukların psikolojik
yapılarına da uygun olduğunu söyleyebiliriz (11). Her şeyden önce, çocuk, düşünmeden, şüphelenmeden ve
itiraz etmeden inanmaya hazır olduğundan, söylenenlere içtenlikle inanmaktadır Buna sadece dilin kabul
edip inanışı değil, aynı zamanda ruhun da kabulü ve inanışı gözüyle bakılmaktadır. Zira çocuk, inanmakla
kendini güçlenmiş ve Allah'a yakınlaşmış hissetmektedir (12).
Bu yaşlardaki çocukların kolay inandıkları, kendilerine anlatılanları, olduğu gibi kabul ettikleri
bilinmektedir. Büyüklere sorduğu sorular, onun öğrenme merakını ve olumlu yaklaşımını gösterir.
Anlatılanları dinlemeye ve kabul etmeye hazır olduğundan, ona doğru ve anlaşılır bilgiler vermek gerekir.
Allah'ın yüceliği, çocuğun sevdiği herşeyi O'nun yarattığı, iyiliklerin ve güzelliklerin sahibi olduğu
anlatılarak iman öğretimine başlanabilir (13). Çocuğun, bebekliğinden itibaren duymuş olduğu “Hû hû hû
Allah / Sen uykular ver Allah” şeklindeki ninniler, “Allah kazadan belâdan esirgesin” / “Allah uzun
ömürler versin” / “Allah yardımcın olsun” / “Allah korusun” gibi dualar, çocuğun merak ettiği Allah
hakkında sorular sormasına
zemin
hazırlamaktadır. İşte, bu soru sorma çağında çocuklara Allah
anlatılırken birtakım hususlara dikkat edilmelidir ki, aşağıda bunlara değinmek istiyoruz.
a. Allah Sevgisi Esas Olmalıdır
Çocuklara her zaman ve her hususta sevgi ile davranılması İslamî prensiplerden biridir. Kur'an-ı
Kerim'de baba-oğul ilişkisini içeren ayetlere bakıldığında, her defasında, babanın oğula hitap tarzının,
“Yavrucuğum / Oğulcuğum” şeklinde olduğu görülecektir (14). Aynı özellik hadislerde de göze çarpmakta
ve Hz.Peygamber'in (sav), bütün çocuklara karşı, “Yavrucuğum” şeklinde sevgi ve şefkat ifadesiyle hitap
ettiği görülmektedir (15). İslam eğitimcilerinden İmam Gazâlî, Feridüddin Attar ve Keykavus da,
çocuklara yönelik yazmış oldukları müstakil eserlerde, nasihatlerine, “Ey sevgili ve aziz oğlum / Yavrum /
Oğlum / Ciğerparem / Ey aziz can / Biricik yavrum / Ey sevgili evladım” gibi sevgi ve şefkat yüklü
ifadelerle başlamışlardır (16). Yıllar sonra Rousseau'da da aynı hitap şeklini görmekteyiz. “Emil” adlı
eserinde o da, “Azizim Emil / Sevgili Emil / Sevgili çocuğum Emil” gibi ifadeler kullanmaktadır. Bütün bu
örnekler çocuğa sevgiyle hitab etmenin, önce ona sevgiyle yaklaşarak gönlünü kazanmanın gereğine işaret
etmektedir (17).
İnanç duygusunun temeline bakıldığında, iki esas duygu görülecektir. Allah sevgisi ve Allah korkusu
(18). Bu duygular aynı zamanda ibadete yönelten faktörlerdir (19). Ancak bizim için sözkonusu olan, henüz
ibadet ile mükellef olmayan çocukta bu iki duygunun nasıl etki bıraktıklarıdır. Yerli-yersiz yapılan Allah
korkusu telkinlerinin çocuk ruhunda birtakım olumsuz sonuçlara yol açtığı belirlenmiştir (20). Bu nedenle,
denilebilir ki, ilk yaşlardan itibaren başlatılması gereken iman esasları öğretiminde Allah sevgisi esas
olmalıdır. Zira, henüz mücerred kavramların, suç ve cezanın, günahın ne demek olduğunu kavrayamayan
küçük yaştaki çocukların, hayatlarında önemli bir rol oynayan korku duygusunun, “Allah korkusu” şekline
dönüştürülmesi ve ebeveynin bundan faydalanma yoluna gitmeleri yanlış bir tutumdur. Daha önemlisi,
çocuğun ilk eğitimcisi olan anne babaların, çocuğun herhangi bir hatalı hareketini gördüklerinde “Allah
seni taş yapar/ Gözünü kör eder/ Cehennemde yakar”vb. ifadelerle vazgeçirmeye çalışmaları, çocuğun
ruh sağlığı ve gelecek hayatı için son derece zararlıdır. Herşeyden önce, çocuğa Allah Tealâ'yı sadece
“cezalandıran, azab veren biri” olarak tanıtmak, İslam akidesine ve eğitim ilkelerine ters düşmektedir.
2
Çünkü, Allah Tealâ'nın, “Celâl” (zâlimleri kahreden, kötüleri cezalandıran) sıfatları yanında, pekçok
“Cemâl”(kullarını
seven,
koruyan)
sıfatları
da
vardır
(21).
Gerçekte
kullarını
çok
seven
ve
“sayılamayacak” kadar nimetler veren (22) Allah Tealâ'yı, çocuğun henüz işlenmemiş, temiz ve saf
zihninde, “kızan, azab veren, cezalandıran” biri olarak şekillendirmenin hiçbir doğru tarafı yoktur. Şurası
unutulmamalıdır ki, çocuk ruhunu Allah korkusuyla disipline etmek, belki -bir müddet için- mümkündür;
ama bu, kalıcı olmadığı gibi, birtakım zararlı sonuçlar da doğuracaktır. Oysa, çocukların disipline
edilmesinde başvurulacak en tutarlı ve sağlıklı metod Allah sevgisine dayalı bir öğretimdir (23).
Öte yandan, insandaki duyguları ve bunların nasıl geliştiğini inceleyen Psikanaliz de insanda en temel
duygunun sevgi ve bağlanma duygusu olduğunu ileri sürmektedir. Gerçekte iman, ümit ve korku
duygularını bir arada ihtiva eden bir kavramdır. Kur'an-ı Kerim'de, müminlerin vasıfları anlatılırken, onların
hem Allah'ın rahmetini ümid ettiklerinden hem de azabından korktuklarından bahsedilmektedir (24).
Nitekim iman duygusu, sevgi ve korkudan kaynaklanarak (25), sonradan ümit, bağlanma ve hayranlık
duygularına dönüşmektedir (26). Duygusal gelişmenin, zihinsel gelişmeden önce olduğunu tesbit eden
psikologlar, herşeyden önce, çocuğun kalbini kazanarak ondaki güven, ümit ve bağlanma duygularını
geliştirmenin gerekli olduğunu ortaya koymuşlardır. Bu nedenle, özellikle 3-8 yaşları arasında verilecek din
eğitiminde, Allah'a iman öğretimi söz konusu olduğunda çocuklara Allah sevgisine dayalı bir öğretim
metodu tercih edilmeli, Allah korkusu, ancak vicdan gelişiminin başladığı 8-10 yaşlarından sonra bahse
konu olmalıdır. Öte yandan, lise öğrencileri üzerinde yapılan bir araştırmada da gerek öğretmenler,
gerekse
öğrencilerin,
çocukluk
yıllarında
ailede
gerçekleştirilen
din
eğitimi-öğretiminde,
Allah
korkusundan ziyade, Allah sevgisinin esas olması gerektiği hususunda görüş birliği içinde oldukları tesbit
edilmiştir (27). İki örnek aktarmak istiyoruz.
Bir din görevlisi, 3-4 yaşındaki kızına, bir kandil gecesinde dini konularda bilgi vermek ister. En
çok herşeyi yaratan Allah'ı, sonra da bize iyi ve güzel davranış şekillerini öğreten Peygamberimizi
sevmemiz gerektiğini söyleyince, çocuk:
--“Ben Peygamberi Allah'tan daha çok seviyorum” der. Babası şaşkınlıkla sebebini sorunca,
--“Annem bana, “Allah yalan söyleyeni cehennemde yakar” dedi. Allah'ın cehennemi varmış,
Peygamber'in cehennemi olmadığı için ben onu daha çok seviyorum” cevabını verir.
***
Altı yaşlarında bir oğlan çocuğu, yaramazlık yaptığı zaman mütemadiyen, “Allah seni sevmez,
cehennemde yakar” telkinleriyle vazgeçirilmeye çalışılmaktadır. Bir sabah kahvaltısında çocuk
birden bire,
--“Baba, bizim köyde de Allah var mı?” diye sorar. Çocuğun bu sorusunu merak eden babası:
--“Oğlum Allah her yerde vardır; ama niçin soruyorsun?” deyince çocuk:
--“Eğer bizim köyde Allah yoksa, oraya gidecektim de…” cevabını verir (28).
b. Tedrîcilik Esasına Uyulmalıdır
Allah'a iman öğretiminde uyulması gereken esaslardan biri de tedrîciliktir. Eğitim-öğretimde kolaydan
zora doğru, azar azar, derece derece ilerlemenin önemi tartışılmaz. Bu metodun Kur'an ve Sünnet'te de
yeterli derecede örnekleri vardır. Bu itibarla, Allah hakkında sorular sormaya başladığı devreden itibaren
kısa ve doğru bilgiler, çocuğun anlayabileceği cümlelerle verilmelidir. Bunu yaparken, ona soru sorma
imkânı da tanınmalıdır. Verilecek cevapların sade, sıkıntısız, laubalilikten uzak, ciddi, kısa ve tereddüde
meydan vermeyecek şekilde olmasına dikkat edilmelidir (29).
“Herkese
derecesine
göre
davranılmasını”(30)
emreden
Hz.Peygamber,
ayrıca,
“İnsanlara
anlayabilecekleri seviyede konuşunuz”(31) tavsiyesinde bulunmaktadır. Öte yandan, her hususta prensip
olarak kabul edilebilecek, “Kolaylaştırınız; güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz; nefret ettirmeyiniz”(32)
hadisinin de, iman esaslarının öğretiminde gözönünde tutulması gerekir. Allah'a iman öğretiminde
3
tedrîcilik prensibine örnek olması bakımından Sehl b. Abdullah et-Tüsterî'nin bir hatırasını nakledebiliriz.
Ünlü mutasavvıf şöyle anlatır:
“Henüz üç yaşlarında idim. Gece kalkıp, dayım Muhammed b. Sivar'ın namaz kılışını
seyrederdim. Birgün dönüp bana şöyle dedi:
--“Seni yaratan Allah'ı hiç anmaz mısın?” Ben de:
--“Nasıl anayım?” dedim. Bunun üzerine dayım:
--“Gece yattığın zaman, dilini hareket ettirmeden kalbinle üç defa “Allah şahidimdir, benimle
beraberdir ve beni görüyor” de!” dedi. Ben de bu güzel söze bir kaç gece devam ettim, sonra
durumu dayıma bildirdiğimde bana:
--“Onu her gece yedi defa söyle” diye tavsiyede bulundu. Dediği şekilde bir süre daha devam
ettikten sonra durumu kendisine bildirince, bu defa,
--“Onu, her gece on defa söylemeğe devam et” dedi. Devam ettim. Bu sözün tatlılığını
kalbimde hissetmeye başladım. Bir yıl geçtikten sonra dayım bana:
--“Sana öğrettiğim o sözü hafızanda tut ve kabre girinceye kadar devam et; şüphen olmasın ki,
o sana, dünyada da, ahirette de fayda verir dedi. Ben de yıllarca devam ettim. Bu defa onun
tatlılığını iç alemimde iyice hissetmeğe başladım. Sonra, birgün dayım:
--“Ey Sehl! Allah'ın beraber olduğu, şahidi bulunduğu ve nazar ettiği bir kimseye, hiç günah
işlemek yakışır mı?” dedi...”(33)
Rousseau'nun, “Hareketlerinde, düşüncelerinde, fazilet işlemelerinde, hatta eğlenceleri arasında,
Hâlik'ı daima şahit bulundurmalarına, sırf Allah'ı sevdiklerinden dolayı, iyiliği gösterişsiz yapmalarına,
ileride zararları ödeneceğinden, fenalığa şikâyet etmeden dayanmalarına, huzuruna çıktıkları vakit, gönül
rahatlığı
ile
görünebilmek
için
hergünkü
yaşayışlarında,
Allah'ı
göz
önünde
bulundurmalarına
alıştırınız”(34) ifadeleriyle ana babalara yaptığı tavsiyeleri, Sehl et-Tüsteri'nin dayısının, tedîrici bir
şekilde uyguladığını ve bunda da başarılı olduğunu görmekteyiz.
Kolaydan zor olana doğru bir yol izleyeceğimize göre, dil gelişimine paralel olarak, öncelikle çocuğa
“Allah” kelimesi, İslam'ın tevhid inancını içeren “Kelime-i Tevhid” ve “Kelime-i Şehadet”i, bunun yanında
“İslam'ın Şartları” ile “iman edilmesi gereken” hususları belirleyen “Amentü” metnini ezberletmekle,
iman esasları öğretimine başlanabilir.
Konuşmaya başladıktan itibaren, kendilerine öğretilen kelimeleri ezberlemede çocuklar için herhangi
bir zorluk yoktur. Onlar yakınlarının ilgisini çekmek için bol bol konuştukları bu devrede, dinî nitelikli
kelime ve cümleleri, duaları, zevkle tekrarlayıp duracaklardır. Nitekim günümüzde Anadolu'da halen
devam etmekte olan “soru-cevaplı öğretim”in faydalı olduğunu pekçok yetişkin ifade etmektedir (35). Öte
yandan, Hz. Peygamber'in konuşmaya başlayan çocuklara, birtakım dinî nitelikli cümleler ve ayetler
ezberlettiğine dair rivayetler de (36) gözönüne alındığında, çocuğun dil gelişimiyle birlikte konuşmaya
başladığı çağdan itibaren dinî eğitimin de gündeme gelebileceği, Allah'a iman hususunda çeşitli telkinlerin
de bu dönemden itibaren başlatılabileceği sonucuna ulaşılabilir. Bu bağlamda, Hz.Peygamber'in, fıtratla
ilgili hadislerinden birinde “…Çocuğun bu (fıtrat) hali konuşma çağına kadar devam eder. Sonra artık
ebeveyni onu yahûdi, hristiyan veya mecusileştirir” ifadesini (37) zikretmemiz, dil gelişimiyle birlikte, din
eğitiminin de başlatılmasının önemini ortaya koyacaktır. Nitekim 3-4 yaşları, hem Hz.Peygamber'in
sünnetine, hem de pedagojik realiteye uygundur (38).
c. Çocuk Egosantrizminden Faydalanılmalıdır
Önce egosantrizm kavramını kısaca açıklamak icab etmektedir. Egosantrizm, “Çocuğun çevresini
keşfettiği, bu çevrenin, kendisi için yaratıldığı inancını taşıdığı ve başka kimselere aldırış etmediği bir
dönem” olarak nitelendirilmektedir. Yine egosantrizm'in, genellikle 2-6 yaşlarındaki çocuk üzerinde etkili
4
olduğu ve bu dönemde çocuğun kendisi ile kendi dışında olanları ayıramadığı (39), ifade edilmektedir.
Egosantrizm dönemindeki çocuk, dünyayı yalnız kendi bakımından görmektedir. Ona göre, çevresindeki
herşey, sadece “onun için” vardır. Bundan dolayı çocuk, konuşmalarında hep kendisinden bahseder,
oyuncaklarıyla başkasının oynamasına izin vermez. Anne babasının, yalnız kendisiyle ilgilenmesini bekler
ve bu yüzden, yeni doğan kardeşini kıskanır, onu istemez. Yine bu duygunun tesiriyle çocuk herşeyin ona
hizmet için yaratıldığına ve herşeyin bir gayesi olduğuna inanır. İşte, bu duygularla yüklü çocuğa, etrafında
gördüğü tüm varlıkların ona faydalı olması amacıyla Allah tarafından yaratıldığı, anlatılmalıdır. Bu konuda
Kur'an-ı Kerim'deki ayetler çocuğun dikkatini çekecektir (40). Bunun yanında, Allah'ın, yarattığı varlıkları
sevdiğinden, özellikle çocukları daha çok sevip, onları, melekleri vasıtasıyla kötülüklerden koruduğundan
bahsedilmelidir. Bu şekilde yapılan açıklamalar, çocuğun egosantrik duygularına hitab ettiği için, oldukça
hoşuna gidecektir. Ayrıca, Allah'ın, insana çeşitli güzelliklerde “sayılamayacak” kadar nimetler sunduğu,
yanlış davranışları hemen cezalandırmayıp, tevbe edilmesi için zaman tanıdığı, iyi ve beğenilen
davranışlara kat kat mükafatlar verdiği ve O'nun bizim Yüce Rabbimiz olduğu da anlatılmalıdır (41).
Bu arada cennet motifi de uygun bir şekilde kullanılabilir. Çocuğun arzu ettiği herşeyin, cennette Allah
tarafından onlara verileceği ve bu dünyada güzel davranışlarda bulunanların cennette çeşitli mükafatlara
kavuşacağı da anlatılabilir.
Çocukça isteklerinin yerine getirilmesi arzusunda olan çocuk için dua da önemli bir sığınaktır. Dua
etmekle o, bir bakıma rahatlamakta ve huzur bulmaktadır. Zaman zaman çocuklar, gerçekleşip
gerçekleşmeyeceğine bakmaksızın “Allah'ım bana…. ver” diyebildikleri gibi, zaman içinde dua
anlayışlarında -aşağıdaki örnekte olduğu gibi- gelişmeler de olabilmektedir.
Annesi
ilkokul
birinci
sınıftaki
çocuğuna
Allah’a
dua
etmesini,
Allah’tan
herşeyi
isteyebileceğini söylemiş. Çocuk bir elektronik uçak oyuncağı istiyormuş. Duasını annesine şöyle
anlatmış:
--“Biliyorum, Allah bana gökten oyuncak atacak değil. Ama senin kalbine, “çocuğuma bir
elektronik uçak alayım” isteği verebilir, sen de bu oyuncağı bana alırsın”(42).
Görüldüğü üzere, çocuk duayı egosantrik arzuları için bir “vasıta” olarak görmektedir. Ancak burada
önemli olan, çocuğun her konuda ve her isteğinde, Allah'a yönelmesini sağlamaktır. Bu nedenle, anne
babalar, çocuğa her zaman için, Allah'a dua etmesini tavsiye etmeli ve ezberleyeceği kısa duaları ona
öğretmelidirler. Böylece çocuk, küçük yaştan itibaren dualar ile Allah'a yönelip bağlandığı gibi, istek ve
arzularını O'na büyük bir içtenlikle arzettiği için ruhî yönden de huzur içinde olacaktır.
Uykudan önce çocuğa, “Allah'ım! Beni, annemi, babamı, kardeşlerimi ve bütün müminleri Sen koru”
şeklinde dua etmesi tavsiye edilmeli ve böyle yaptığı takdirde, meleklerin onu sabaha kadar koruyacağı
anlatılmalıdır. Bunun olumlu tesirleri çocukta kısa süre sonra görülecektir.
Allah'a iman öğretimi, belirli bir dönemde başlar -ki biz bunun konuşma çağıyla beraber başlaması
gerektiğinden bahsettik- ancak bu öğretim kısa sürede bitmez. Şöyle ki, çocuğun zihnî gelişimi paralelinde,
sorduğu sorulara almış olduğu cevaplar, onun inancında pekişmeye vesile olacaktır. Bunun yanında, somut
düşünceden soyut düşünceye ulaşmasıyla birlikte Allah tasavvurunda da değişmeler olacaktır. İşte, bütün
bu sebeplerden dolayı öğretim sürecinin tüm çocukluk yılları süresince devam edeceğini ve ebeveynin bu
konuda duyarlı davranması gerektiğini ifade etmeliyiz.
Okuma yazma çağıyla birlikte, öğretilen duaların yazılması ve anlamlarının çocuk tarafından
ezberlenmesi de Allah'a iman konusunda yeni bir dönemin başlangıcı demektir. Sözgelimi, İhlas sûresi'nin
çocuk tarafından anlamıyla birlikte ezberlenmesi, onun Allah ile ilgili bilgilerine zenginlik kazandıracaktır.
Allah'ın görünmez oluşu, etrafımızda varlığına inandığımız, ancak göremediğimiz şeylerden örnek verilerek
açıklanabilir. Rüzgarı, kokuyu göremediğimiz halde bunları nasıl hissediyorsak Allah'ı da öylece içimizde
hissedebileceğimizden bahsedilebilir.
5
İlkokul çocuklarının Allah inançlarının pekiştirilebilmesi için dikkat edilecek hususlardan biri de, onlara
olumlu sözler ve örneklerle yaklaşılmaya çalışılmasıdır. Çocukları günahlarla, yasaklarla, cehennemle
korkutmak yerine, onları olumlu ve yol gösterici bazı örneklerle aydınlatmak daha uygun olur. Olumlu bir
yaklaşımla Allah inancı pekiştirilmeli ve nihayet Allah'ın gören, işiten, bilen bir varlık olduğu, bütün
insanların ve çocukların her tür davranışlarını gördüğü ve bildiği tekrar hatırlatılarak onlara
konuşmalarında ve davranışlarında dikkatli ve ölçülü olmaları gerektiği de ikaz edilmelidir (43). Öte
yandan, yeri ve zamanı gelince Allah korkusundan da bahsedilebilir. Zira Allah korkusu, çocuğun
kötülüklerden ve yanlışlardan uzak kalmasına yardımcı olacaktır. Allah'ın, hiç kimsenin göremiyeceği
günahları ve yanlış davranışları da göreceğini, O'ndan hiçbir şeyin saklanamayacağını, bu nedenle,
çocuklara hangi durumda olursa olsun kötülüğe meyletmemesi gerektiği anlatılmalıdır (44).
Bu noktada son olarak şunu ifade etmeliyiz ki, günümüzde TV kanallarında gösterimde olan çeşitli çizgi
filmlerde “Tanrı” kavramı çeşitli tanrılar şeklinde, oldukça çarpık bir zihniyetle sunulmakta ve müslüman
çocuklarda sağlıklı bir Allah inancının teşekkülüne engel olunmaktadır. Bu konuda anne babaların duyarlı
olması, sözkonusu yayınların çocuk ruhunda yapacağı tahribatın önüne geçilmesi gerekmektedir. Çocuklar
ya bu tür filmleri izlemekten alıkonulmalı, ya da animist düşünce ürünü olan ve çoktanrılı bir dünya
görüşünü yansıtan bu filmlerin gerçekdışı olduğu çocuklara net ifadelerle anlatılmalıdır.
2. MELEKLERE İMAN ÖĞRETİMİ
Amentü metninde yer alan iman esaslarının ikincisi olan meleklere iman öğretimi hususu da, Allah'a
iman konusu gibi hassas bir meseledir. Çünkü melekler de gözle görülemeyen soyut varlıklardır. Kur'an ve
hadislerde, meleklerle ilgili verilen bilgiler ise daha ziyade yetişkinlerin anlayabilecekleri niteliktedir. Bu
durumda problem, meleklere iman öğretimi yapılırken öncelikle, çocukların zihin gelişimine uygun
ifadelerle konunun anlatılıp, kavratılmasıdır. Bu nedenle, önce, çocukların ilgisi konuya yöneltilerek
onların meleklerle ilgili sorular sormasına zemin hazırlanmalıdır. Bunun için de, günlük hayatta zaman
zaman bahse konu olan, “Melek gibi insan” / “Melek gibi kadın” / ”Seni melekler korumuş” gibi
ifadelerden yola çıkarak, meleklerin iyilik sembolü varlıklar olduğu ve onların özellikle çocukları
kötülüklerden ve tehlikelerden korudukları anlatılabilir. Çocuklardaki egosantrik duygular, meleklerinde
onlar için yardımcı olduğu, çocukları, Allah ile birlikte meleklerinde sevdiği düşüncesinde olumlu rol oynar,
böylece çocuk Allah'ın,melekleri, çocukları kötülüklerden korusunlar diye yarattığı fikrine ulaşır. Özellikle
küçük yaştaki çocuklar için bu düşünce oldukça normal ve aynı zamanda faydalıdır da.
Meleklere iman öğretiminin Allah'a iman öğretimiyle beraber başlatılmasında herhangi bir mahzur
yoktur. Ancak bu süreci, özellikle çocukların hayal dünyasında bir genişlemenin, zenginleşmenin yaşandığı,
çocuğun tabiatüstü güçlerin varlığına ilgi duyduğu, hikâye ve masallardan özellikle zevk duymaya başladığı
3-4 yaşlarında başlatmakta isabet vardır. Yaşına paralel olarak artık meleklerin Kur'an ve hadislerde
zikredilen özelliklerinden de bahsedilebilir. Bu anlamda, meleklerin, yemek, içmek, evlenip çoğalmak,
erkek ya da dişi olmak, uyumak, yorulmak, genç veya ihtiyar olmak gibi insana mahsus özellikleri olmadığı
anlatılabilir. Ancak, onların “nur”dan yaratılmış olduklarını uzun açıklamalarla anlatmaya gerek yoktur.
Zira çocuksu duyguları, meleklerin mahiyeti hakkında fikir yürütmek yerine, çocuğa bu tabiatüstü
varlıkların varlığına inanarak rahatlamayı tercih ettirecektir. Bu nedenle, çocuklara, meleklerin Allah'a
daimi olarak ibadet eden, ona hiçbir zaman karşı gelmeyen varlıklar olduğu anlatılmalı, eğer insanlar da
ibadetlerine devam edecek olurlarsa, meleklerin derecesine yükselecekleri telkin edilmelidir.
Gerek Kur'an-ı Kerim'de, gerekse hadislerde, meleklerin bazı özelliklerinden bahsedilir. Onların, Allah'ın
emri ve isteği doğrultusunda, istedikleri şekle girebilme ve tekrar eski hallerine dönebilme özelliğine sahip
(45), ikişer, üçer, dörder kanatlı (46) ve uzun mesafeleri kısa sürede katedebilen, insanlar için zor olan
işleri ise, kolaylıkla başarabilen varlıklar olduğu görülmektedir (47). Ancak, bu bilgilerin çocuklara
anlatımında dikkat edilmesi gereken husus, onların melekleri antropomorfist (insanbiçimci) bir anlayışla
algılamalarına fırsat verilmemelidir. Zira gerek bu duygu gerekse toplumumuzda var olan, meleklerin
6
kanatlı kadın biçimindeki resimleri sebebiyle, çocuklar melekleri bu tarz bir biçimde algılama temayülü
gösterebilirler. İşte bu noktada, onlara, meleklerin insanüstü varlıklar olduğu ve insanlara benzemeyeceği,
insanlara benzediği takdirde, onların insanlardan farkı olmayacağı, halbuki meleklerin, insanları koruyan,
onlara iyi ve güzel olan şeyleri ilham eden varlıklar olduğu anlatılabilir. Bu bilgilere ilave olarak, büyük
melekler ve görevlerinden de kısaca bahsedilmelidir. Cebrâil, Mikâil, Azrâil ve İsrâfil
adlı dört büyük
melek, Kirâmen Katibîn, Hafaza ve Münker-Nekir melekleri ve görevleri, çocuklarla basit bir anlatımla
anlatılmalıdır. Böylece onlara melekler konusunda temel bilgiler verilmiş olmalıdır.
Yukarıda zikredilen bilgilerin 3-7 yaş arası çocuklar için yeterli olacağı söylenebilir. Vicdan duygusunun
gelişimiyle beraber, bir diğer ifadeyle, 7-8 yaşlarından itibaren melek kavramıyla beraber çocuklara şeytan
kavramından da bahsetmek uygun olacaktır. Hz.Peygamber'in, melek ve şeytan ile ilgili hadisi, bu yaştaki
çocukların anlayabileceği niteliktedir. Aynen aktarılabilecek hadis şöyledir: “Şeytan da melek de
insanoğluna sokularak onun kalbine birtakım şeyler getirir. Şeytanın işi, kötülükle korkutup hakkı
yalanlamaktır. Meleğin işi ise iyiyi tavsiye edip, hakkı tasdik etmektir. İçinde böyle bir şey hisseden,
bilsin ki, o melektir. Bundan dolayı Allah'a şükretsin. Kim de içinde kötülüğe çağıran bir ses duyarsa bilsin
ki, o şeytanın sesidir. O halde şeytandan koruması için Allah'a sığınsın” (47a). Bu hadis-i şerif’ten
hareketle, ailede anne babalar çocuklarının okullarda da öğretmenler öğrencilerinin ayetler ve hadislerden
bahisle, meleklerle ilgili bilgilerini pekiştirebilirler. Zaman zaman içimizde hissettiğimiz iyi duyguların ve
düşüncelerin, bize Allah Teala tarafından ve melekleri yardımıyla ilham edildiği çocuklara anlatılabilir.
Onlara, içlerinde iyi duygular, güzel düşünceler bulduklarında, meleklerin, kendileriyle ilgilendiklerini
bilmeleri ve o duygu ve düşüncelerini mümkün olduğu kadar devam ettirmeye çalışmaları tavsiye
edilebilir. Kötü düşünce ve hayallere daldıklarında ise, kendileri ile şeytanın ilgilendiğini hatırlayarak, bir
an önce bu duygulardan uzaklaşmaları ve arınabilmeleri için gayret etmeleri gerektiği anlatılabilir. Kötü
duygu ve düşüncelerden arınabilmek için de, her işe başlarken, şeytandan Allah'a sığınmak maksadıyla
“Eûzu besmele” çekmek gerektiği onlara sık sık telkin edilmelidir (48). Küçük yaşlardan itibaren Allah'a
sığınmayı itiyad haline getirmiş ve bu amaçla Eûzu besmeleye dilini alıştırmış kimselerin, eşya ve olayları
algılama ve değerlendirme noktasında daha isabetli davrandıkları da bir gerçektir. Bu alışkanlığın ise ancak
ilk çocukluk yıllarında kazanılması mümkündür.
Bir sıkıntısı olan insanın, yalnızca Allah'tan yardım dilemesi ve gönlüne ferahlık vermesi için dua etmesi
halinde, Allah'ın kendilerine melekleri aracılığıyla yardımcı olacağı, Kur'an'daki çeşitli ayetlerden
anlaşılmaktadır (49). O halde, çocuklara da aynı şeyler tavsiye edilebilir. Bir sıkıntıları olduğunda, Allah'a
sığındıkları takdirde, O'nun, iyilik sembolü sayılan melekleri aracılığıyla kendilerine yardımcı olacağı
anlatılabilir.
3. KİTAPLARA İMAN ÖĞRETİMİ
“İman esaslarından üçüncüsünü, “Mukaddes Kitaplar” olarak bilinen, Tevrat, Zebur, İncil ve Kur'an'a
iman teşkil eder. Bu kitaplar, Allah Teala tarafından, peygamberleri aracılığıyla insanlara gönderilen
hidayet rehberleridir. Diğer iman esaslarına nazaran çocuklara öğretimi daha kolay sayılabilir. Zira, tahrif
edilmiş şekliyle de olsa Tevrat ve İncil ile birlikte, vahyedildiği gibi muhafaza edilen Kur'an-ı Kerim, şu
anda elimizde mevcuttur. Bu anlamda, çocuklara öğretimi yapılacak olan konu, somut olarak
görülebilmekte, tanıtılabilmekte, okunuşu dinletilebilmektedir.
Kitaplara iman konusu öğretilirken, çocukların yanlış anlamalarını önleyebilmek için önce herhangi bir
kitap ile kutsal kitapları birbirinden ayırdedici iyi bir tanım yapılmalıdır. Böylece, küçük yaştaki
çocukların, herhangi bir kitap ile kutsal kitapları birbirine karıştırmasına meydan verilmemiş olur (50).
Kanaatimizce, çocuklara kutsal kitapların adları küçük yaştan itibaren soru-cevap metodu ile
öğretilmeli, ancak tahrif edilmeleri noktasında detay bilgilere girilmemelidir. Özellikle Kur'an-ı Kerim
hakkında çocuklara verilecek bilgilerin, teorik bilgilerden ziyade, onun Kur'an'a yaklaşmasını, ısınmasını ve
nihayet okumaya çalışmasını sağlayan bilgiler olmasına dikkat edilmelidir. Bu amaçla Kur'an-ı Kerim'in
7
güzel sesli kişlerce okunan teyp ve video bantları çocuklara dinletilmeli veya izletilmelidir. Kur'an'ın
manevî ve lâhutî cazibesi küçük yaştan çocukların kulağında yer etmelidir. Çocukluk yıllarında okunan
Kur'an'ı dinlemek onların ruhlarında bir rahatlama meydana getirdiği gibi, “Mushaf” adı verilen kitap
halindeki varlığı da dinî ilgi ve uyanışlarına vesile olmaktadır.”Ömer'in Çocukluğu” adlı eserinde,
çocukluğunda Kur'an okurken hissettiği duyguları Muallim Naci şu ifadelerle dile getirmektedir:
“Bir gece babam, 'Mushaf-ı Şerif'i al da buraya getir' dedi. Aldım, öpüp başıma koyduktan sonra
kabından çıkardım, yanına götürdüm. Kendisi de büyük bir saygı ile aldı, öptü, başına
koydu.'Dersini bul' diye bana verdi. Açtım, buldum. 'Dersin Tarık suresiymiş oku Ömer'im' dedi.
Eûzu Besmele’den sonra sure-i şerif'in başından, heceleyerek bir-iki kelime okudum. Pek iyi
okuyamıyordum. Kendisi ağır ağır okumaya başladı. Ben de onunla bir ağızdan okudum. O kutsal
sözleri yedi sekiz kez tekrarladık. Ben artık oraya kadar doğru olarak okumaya başladım.
Ezberlemiştim. Sanırım dersim o kadarmış. Surenin alt tarafını okuduğumuzu hatırlamıyorum.
Babamın, o kutsal sözleri okurken duyduğum sesi hala kulağımdadır. Ben, sekiz on kez okudum.
Babam:'Aferin oğlum! Daha güzel okumağa çalış. İnşaallah, siz benim gibi kalmazsınız, Kur'an-ı
Kerim'in manasını da güzelce anlarsınız' dedi. Annem ise sevinç gözyaşlarını dökmeye başladı.
Ben, bir babama, bir anneme baktım. Gönlümü garip bir duygu kapladı. O, ne sevinç, ne de
üzüntüydü. Yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim'i öpüp başıma koyarak yerine götürdüm”(51).
Kitaplara iman öğretimi konusu gerçekleştirilirken özellikle Kur'an'a karşı saygılı davranma konusu da
gündeme getirilmelidir. Kur'an'a abdestli olarak dokunulması, öpülerek saygı gösterilmesi telkin
edilmelidir. Ancak küçük yaşlarda kazandırılacak bu özellik hususunda anne ve babalar duyarlı olmalı,
Kur'an'a saygı konusunda okuldaki öğretmenler de aynı tavrı ve telkini devam ettirmelidirler. Yetişmekte
olan nesillere Kur'an-ı Kerim'i tanıtmak, okunuşunu öğretmek, kısa surelerin manasını anlatmak, din
eğitiminin başarısı açısından çok önemlidir (52).
4. PEYGAMBERLERE İMAN ÖĞRETİMİ
Allah'a iman ile beraber O'nun, insanları hidayete ulaştırmak için gönderdiği peygamberlere de
inanmak, iman esaslarından birini teşkil etmektedir. Peygamberlere iman öğretimi konusu, iman esasları
içinde en kolay olanıdır denilebilir. Zira peygamberler, tarih içinde yaşamış, ve hayatları, mücadeleleri,
tarihî vesikalara kaydedilmiş kimselerdir. Özellikle son peygamber Hz.Muhammed, (sav) hayatı en ince
teferruatına kadar bilinebilen ve
her insanın, kendisine yönelik birşeyler bulabileceği müstesna bir
şahsiyettir.
Peygamberlere iman konusu çocuklara yine soru cevap metoduyla, peygamberimiz Hz.Muhammed'den
başlamak suretiyle öğretilebilir. Daha sonra Kur'an-ı Kerim'de ismi ve kıssaları geçen peygamberlerden
bahsedilebilir. Özellikle Hz.İbrahim ve oğlu Hz.İsmail'in başından geçenler, Hz.Yusuf'un ibretli kıssası,
Hz.Musa ve kardeşi Hz.Harun'un Firavun ile olan mücadeleleri... İşte bunlar, çocukların ilgi ve merakla
dinleyebileceği, yaşanmış hadiselerdir. Bütün bunlar, onların anlayış ve kavrayış seviyelerine uygun bir
anlatımla anlatıldığı takdirde, çocuklar tarafından rahatlıkla kavranılabilecek ve peygamberlere iman
öğretiminde istifade edilebilecek kaynaklardır. Özellikle, Hz.Peygamber'in çocuklara gösterdiği ilgi, şefkat
ve sevgi örneklerle zenginleştirilerek verilebilir. Peygamber'in kendi çocukluğu nasıl geçmiştir? Ne gibi
olaylarla karşılaşmıştır? Çocukluğundaki davranışları nasıldı? Bu ve bunun gibi konulara yer verilebilir.
Peygamber olduktan sonra, çocuklarla ilişkilerine ayrıntılıbir şeklilde yer vermek, çocuklarda peygamber
sevgisinin uyanması ve pekişmesi bakımından faydalıdır (53).
Peygamberlere iman öğretimi konusuna konuşma çağıyla birlikte soru-cevap metoduyla başlanılabilir.
İlk zamanlar “Kimin ümmetisin?” sorusunun cevabı, ancak kuru taklitten ibaret iken, özellikle 3-4
yaşlarında, hikâye ve masallara ilgi duyulan çağda daha bir anlam kazanarak “Hz.Muhammed” cevabı,
artık, hakkında bazı şeyler bilinebilen şahsiyet haline gelir. Özellikle okul öncesi dönemde başkalarını
taklide özenen çocuk, bu devrede, bir yandan sosyal bir fert olmayı öğrenirken, aynı zamanda, en küçük
8
ayrıntısına kadar kopya edeceği bir modele de ihtiyaç duyar (54). Ayrıca, çocukların manevî hayatlarında,
anlatılan hikâye ve menkıbelerin onların ruhî tecrübelerini ve dinî şuurun gelişmesini de etkilediği bir
gerçektir (55). Öteden beri, eğitim-öğretimde “Kıssayla Eğitim” metodundan faydalanılmaktadır. Çünkü
anlatılan kıssadaki renkli anlatım ve zengin dekor havası, çocukları büyük ölçüde etkilemektedir. Hikayede
geçen ideal kahraman, çocuğun ruhuna işlemekte ve onun benliğinin adeta bir parçası olmaktadır.
Neticede çocuk, hikâyenin kahramanına özenmekte ve onun gibi hereket etme isteği duymaktadır. Öte
yandan, çocukların dinî hikaye ve menkıbelerden zevk aldıkları ve bunların yıllar geçmesine rağmen
unutulmadığı da bir gerçektir. Bu zevki, Necip Fazıl bir çocukluk hatırası olarak anlatır:
“Yatakta büyükbabamla beraberim ve hep kürkünün içindeyim. İlk dinî telkinlerimi ondan
aldım. Yatakta ondan dinî menkıbeleri dinliyorum. İşte, üçüncü katta, bizim yatak odamızın
karşısındaki büyük yatak odasında, kocaman bir ceviz karyolada büyükbabamın yanında ve
kürkünün içindeyim. Hazret-i Ali'ye, onun misalsiz kuvvet ve şecaatine dair bir menkıbe dinlemiş
bulunuyorum. Soruyorum:
-- Büyükbaba! Hazret-i Peygamber mi daha kuvvetliydi, Hazret-i Ali mi?
Beş yaşındaki çocuk saffetinin içinden fışkıran bu sual, büyükbabama, hem çocuklara hem de
büyüklere verilebilecek cevapların en güzelini verdiriyor:
-- O kimseyle ölçülmez, Onda peygamber kuvveti vardı. Büyükbabamın ‘Onda peygamber
kuvveti vardı’ sözünü hecesi hecesine hiçbir an unutmadım”(56).
O halde, çocukların hikâye ve masallara ilgi duydukları 3-4 yaşlarından itibaren dinî hikâye ve
menkıbelerden bölümler okunmalıdır. Peygamberlere iman öğretimi konusunda, Kur'an'da geçen
peygamberlerin hayatlarını ihtiva eden çocuk kitapları, oldukça faydalıdır. Peygamberlerin inançları
uğruna çektikleri sıkıntı ve eziyetlere karşı sağlam bir irade ve metanetle göğüs germeleri, gerektiği
zaman mucizeler göstermeleri ve sonuçta Allah'ın yardımıyla başarıya ulaşmaları...bütün bunlar, çocuk
ruhunda
derin ve olumlu izler bırakacaktır. Özellikle Hz.Peygamber'in hayatı, çocukluğu, mucizeleri,
savaşları... çocuklar için zevkle dinlenen konulardır. Mekke'den Medine'ye hicret esnasında mağarada
gizlenmeleri olayını dinleyen pekçok çocuk, Peygamber'in görülmesine engel olmak için ağ ören örümceğe,
yumurta yapan güvercine minnet duygularıyla sevgi beslemekte ve günlük yaşantısında onları koruyup
gözetmektedir.
Uykudan önce dinlediği sıcak ve tatlı ifadelerle yüklü bir peygamber kıssası, çocuğun ruhunu saracak,
kalbine peygamber inancı ve sevgisinin yerleşmesine vesile olacaktır.
5. AHİRETE İMAN ÖĞRETİMİ
İman esaslarından bir diğerini teşkil eden Ahirete iman konusu öğretimi en zor olan hususlardan biridir.
Ancak, ahiretle ilgili anlatılanlara inanma noktasında çocukların herhangi bir tereddütleri söz konusu
değildir. Çocuğun ahiret inancına yönelik sorularına da bu nazarla bakılmalıdır. Zira çocuk bu soruları,
inancını pekiştirmek için sormakta ve “kolay inanırlık” özelliğiyle anlatılanlara da “şüphe etmeden”
inanmaktadır. Ancak ahiret hayatına yönelik bilgiler daha ziyade sem'iyyat ve menkûlat türünden olduğu
için (57), Allah'ın ve Hz.Peygamber'in bildirdikleri ile yetinmek mecburiyeti vardır. Burada önemli olan,
ahirete ilişkin sorularda çocuğun seviyesine uygun ve anlaşılabilir cevaplar vermektir.
İlk çocukluk yıllarında çocukların ahiret hayatına yönelik sorular sormasına sebep olan en önemli olay,
karşılaştıkları ölüm hadiseleridir. Ölüm, çocukları hem derinden etkileyen hem de bunun izahını yapmaya
çalıştıkları, onunla birlikte herşeyin bitmemesi gerektiğine inanma ihtiyacı hissettikleri bir hadisedir. Zira
insanda yaratılıştan var olan bir “ebedi olma” arzusu mevcuttur. İşte, açıklama ihtiyacı hissederek
sordukları sorulara verilecek makul ve anlaşılır cevaplar, çocuklara ahirete iman öğretiminde en önemli
noktayı teşkil eder. Verilecek cevaplarda kullanılacak misaller ve öğretimin yapılacağı zaman ve mekân,
anlatılanların etkisini pekiştirecektir (58). Ancak, gerek ailede, gerekse okullarda yapılacak öğretimde
9
ahiret hayatı ile ilgili konularda teferruat bilgiler vermekten kaçınılmalıdır. Bu dünyanın geçici olduğu ve
burada bir sınavdan geçtiğimiz söylenebilir. İnancımıza göre ölüm bir son değil, yeni ve ebedî bir hayatın
başlangıcıdır. Çocuklara bu konu tabiattan ve çevremizdeki olaylardan örnekler gösterilerek kavratılabilir.
Tıpkı bitkilerin ve ağaçların ilkbaharda yeniden ve daha bir gür şekilde canlanmak üzere, güz mevsiminde
yapraklarını dökerek kış uykusuna daldıkları gibi, insanlar da kabirde geçici bir süre kalacaklardır. Sonra
cennet veya cehennemde sonsuz bir hayat için yeniden canlanacaklardır. Dünyadaki hazırlık ve
davranışlarına göre cennet veya cehenneme gideceklerdir. Çocuklara, dünyada iken iyi olan ve iyilik yapan
insanların, öldükten sonra cennete gidecekleri ve orada en çok sevdikleri insanlarla birlikte olacakları,
kötü kimselerin ve kötülük yapanların ise cehenneme gidecekleri ve yaptıklarının cezasını orada
çekecekleri söylenebilir. Ancak, küçük yaştaki çocuklara, kıyametle ilgili detay bilgiler ve ahiret aleminde
karşılaşılacak olaylar ile cehennem ahvali hakkında uzun uzadıya bilgiler vermeğe gerek yoktur. Cennetin
iyi, güzel ve Allah'ın nimetleriyle dolu, rahat ve huzur içinde yaşanabilecek bir yer, cehennemin ise, kötü
insanların gidecekleri ve cezaların çekildiği bir yer olduğunu bilmeleri yeterlidir (59). Bu bilgilere ek
olarak, sınavlarda başarılı olan kimselerin çeşitli ödüllere hak kazandıkları, kötülük yapanların ise,
cezalarını çekmek üzere hapishanelere konuldukları örneği de verilebilir.
Çocukların en çok merak ettikleri ve çoğu zaman da korktukları şeylerden biri de mezardır. Onlar, ölüm
olayı ile birlikte ruhun cesetten ayrıldığını kolaylıkla kavrayamazlar. Toprağın altına gömülen ve orada tek
başına terkedilen ölüyü canlı olarak tahayyül edebilirler. Gecenin karanlığında ve kışın soğuğunda toprak
altında nasıl kalabilecekleri zihinlerinde çözemedikleri problem olarak uzun süre devam eder. Hatta,
bazen kendilerinin, ölmüş ve mezarlıkta tek başına kalmış olduklarını düşünürler. Daha çok gece vakti,
yatağa girdiklerinde ve uyumadan önce bu düşünceler bir kabus gibi üzerlerine çöker ve müthiş korkuya
kapılırlar. O korku ile yatağın içerisinde gizlenmeye çalışırlar. Hele aile çevresinde veya halk arasında,
kabirde, Münker ve Nekir adlı meleklerin ölüyü sorgulamaları ile ilgili olarak ve abartılarak anlatılan:
“Sorgu melekleri, sorularına doğru cevap veremeyenlere, elindeki demir topuzla vurunca, yedi kat yerin
dibine sokar, sonra çeker çıkarır, yeniden vurur!...” gibi ifadeleri hatırladıkça dehşete kapılırlar (60).
Oysa, Hz.Peygamber'in kabir hayatı ile ilgili ifadesinde “kabrin, ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da
cehennem çukurlarından bir çukur” olduğu ifadesiyle yetinilmektedir (61). Dolayısıyla, çocuklara kabirden
bahsedilince abartılı ve korku veren ifadeler yerine, iyi insanlar için kabrin bir cennet bahçesi olacağı
hususu üzerine dikkatler yoğunlaştırılmalıdır. Kabir azabı ve cehenneme yönelik bilgilerin ise, sonraki
yıllarda, özellikle vicdan duygusunun gelişiminden sonra verilmesinde fayda vardır.
Ahirete iman konusu öyle bir şekilde anlatılmalıdır ki bu, çocukta ümit ve yaşama sevincinin artmasına
yardımcı olmalıdır. Sevdiklerine, güzelliklere, ruh ve beden bakımından haz duyduğu bütün arzularına
ebedî alemde kavuşacağını düşünerek daima ümitli ve mutlu olabilsin (62). Bu dünyada elde etmek
istediklerine çalışarak ve helal yoldan kavuştuğu takdirde, ahiret aleminde da daha güzellerine ve iyilerine
kavuşabileceğine inanabilsin. Bu hayatın, bilinen hazları ve mutluluklarının geçici olduğu telkin
edilmelidir. Asıl önemli olan, bu hayatın ötesinde gerçek mutluluğun tadılacağı bir hayatın daha var
olduğunun ve orada Mutlak Hakim olan Allah Teâlâ'nın huzurunda iyilerin mükâfatlandırılacağı, kötülerin
ise cezalandırılacağının çocuklara ve gençlere anlatılması gerekmektedir. Bu duygu ve inancın
kazandırılmış olması, aynı zamanda onlara önemli ölçüde sorumluluk duygusunun kazandırılmış olması
demektir (63). Öte yandan, ebedî alemin varlığına inanan insanların, bu dünyada gerçekleşemeyen
ümitlerini ve arzularını sürekli olarak baskı altında tutma yerine, bunların ebedî alemde gerçekleşeceği
ümidiyle ruhen rahatladıkları da bilinen bir gerçektir.
Ahirete iman konusu, insanın özellik ve temayüllerine göre işlenirse, çok geniş imkanlar ve müsbet
sonuçlar doğurur. Sonsuz kemal ve güzelliğe ulaşmak için,sürekli çaba ve gayret sarfetmesine yardımcı
olur. Ahirete iman duygusu insanlara iyilik, güzellik ve doğruluk istikametindeki konularda devamlılık
sağlarken, kötülük, çirkinlik ve yanlışlıklar karşısında direnme ve dayanma gücü sağlar. Nefsine ve
isteklerine meşru olan tatmin yollarını gösterir. Düşebileceği geçici başarısızlık ve tatminsizliklerden
bunalıma düşmesini önler (64).
10
6. KAZA VE KADER'E İMAN ÖĞRETİMİ
Yetişkinlere olduğu kadar, çocuklara da anlatılması ve öğretimi zor olan konulardan biri de kaza ve
kadere iman öğretimidir. Aynı zamanda Kelâm ilminin de üzerinde en çok tartıştığı meselelerden biri olan
bu konuda asıl problem çocuklara ne zaman ve ne kadar bilginin verilmesi meselesidir. Zira, burada
zorluk, hem konunun anlaşılmasında farklı düşüncelerin sözkonusu olması, hem de
kaza ve kader
konusunun diğer bazı iman esasları gibi soyut bir nitelik arzetmesidir. Yine de yerli yerinde kullanılacak
ifadelerle bu esasın da öğretimi mümkündür.
Öncelikle dikkat edilmesi gereken nokta, kaza ve kader konusuna, iman esasları öğretimi sürecinin en
sonunda yer vermektir. Amentü metninde en sonda yer alan bu konu, aslında insan zihnini çeşitli
boyutlarıyla zorlayan ve bazen içinden çıkılmaz sorularla karşı karşıya bırakan bir özelliğe de sahiptir.
Yetişkinleri bile, anlama noktasında aciz bırakan ve belki de sağlıklı bir neticeye ulaşmak insan için
mümkün olmayacağı için, bu konu üzerinde tartışmada bulunmak, Hz.Peygamber (sav)'in -aşağıda
aktarıldığı üzere- kesin tavrıyla yasaklanmıştır.
“Bir gün, kader konusunda tartışmakta olan sahabileri gören Hz.Peygamber onlara şöyle çıkıştı: Siz
bununla mı emrolundunuz? Yoksa ben size bunun için mi gönderildim? Sizden öncekiler bu konuda
tartışmaya başladıkları zaman helâk olmuşlardır. Bir daha sakın bu konu üzerinde tartışmayınız!” (65).
Burada kader ve kaza kavramları üzerinde uzun bilgiler vermek yerine, hayrın ve şerrin Allah'tan
geldiğine inanmak anlamındaki kaza ve kadere imanın, insan için taşıdığı sosyal-psikolojik değerden kısaca
bahsetmek istiyoruz.
Kaza ve kadere iman, insana, kainatta olup biten herşeyin, Yüce Yaratıcının bildiği bir hikmeti
olacağını öğreterek, başına bir zarar geldiğinde hemen feryadı basarak isyan etmesini önler. Başarı ve iyilik
dokunduğu zaman da herşeyi unutarak şımarmaz; başarısını şükürle, başka insanlarla paylaşarak arttırır ve
yerli yerinde sevinir. Böylece insanı başarısızlık, fakirlik ve hastalık gibi durumlarda, bütün tedbirleri
aldıktan sonra, feryattan, isyandan ve ümitsizlikten kurtarır. Başarı ve iyilik esnasında da şımarmaktan,
gururdan uzak tutarak,dengeli ve mutedil bir insan olmasını sağlar (66).
Kur'an-ı Kerim'de, “Yeryüzünde olan ve sizin başınıza gelen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu
yaratmadan önce o kitapta bulunmasın. Şüphe yok ki, bu, Allah için kolay birşeydir. Böyle olması ise,
kaybettiğiniz şeylere üzülmemeniz ve Allah'ın size verdiklerine de şımarmamanız içindir. Zira Allah
kendini beğenip öğünen kimseleri sevmez” (67) buyurularak, insanın ne kaybettiklerine üzülmesinin, ne
de elde ettiklerine aşırı derecede sevinerek şımarmasının doğru olduğu vurgulanmakta ve her hususta
Allah'ın takdirinin sözkonusu olduğuna dikkat çekilmektedir.
Kaza ve kadere iman konusunda üzerinde hassasiyetle durulacak noktalardan bir de tevekkül anlayışının
doğru bir şekilde yorumlanmasıdır. Zira, sağlıklı bir tevekkül anlayışına sahip insan, kaza ve kader
konusunu anlama ve anlatma noktasında önemli bir mesafe kaydetmiş demektir. Böylesi bir tevekkül
anlayışında ise aslolan, kul olarak üzerine düşen yapıldıktan sonra sonucun ümitle beklenmesidir. Ümit ise,
kaza ve kadere imanın insana sağladığı psikolojik bir rahatlığın sonucudur. Zira “İslam'da kaza, kader ve
tevekkül inancı aslında bütün işlerde ümidin, başarının, azim ve kararın temelini oluşturur” (68).
İslam'ın öğrettiği kaza ve kader inancını bu şekilde ele almak, yetişmekte olan nesillere,
karşılaşacakları her iş ve olayda destek ve başarı temin edecektir. İyi ve doğru anlaşılan kader inancı,
başarı seviyesini gittikçe yükseltmeye yardımcı olacaktır. Başarısızlık durumlarında ümitsizliğe düşmeden
yeni hamleler yapmanın önşartlarını hazırlayacaktır.
Ebedî âlem inancı da bu dünyada gerçekleşmeyen ümitlerin ve arzuların insanı sürekli baskı altında
tutmasını önler. Tedavi imkanı olmayan bir hastalığa, sakatlığa düşen insanı ve yakınlarını teselli ederek
hayata bağlamanın yolları bulunur. Kaza-kader, tevekkül ve ahiret inancı, birbirlerini tamamlayarak,
insanın kâinattaki canlı ve cansız bütün varlıklarla ilişkilerini uyumla ve başarıyla sürdürmesine yardımcı
11
olur. İnsanı yalnız Allah'a kul, ama diğer varlıklar karşısında hür kılarak kişiliğini bulmasını sağlar. Yalnız
O'na kul olmasını ve yalnız O'ndan yardım isteyerek hayatını sürdürmesini öğretir ki, günümüzde insanların
en çok muhtaç olduğu şey budur (69).
Bütün bu aktarılanlar, özellikle sosyal-psikolojik açıdan kaza ve kader inancının insan için önemini
ortaya koyan ifadelerdi. Şimdi ise, bu kavramların çocuklara ve özellikle temel eğitim çağındaki çocuklara
anlatılması ve öğretilmesi konusu üzerinde durmak istiyoruz. Aslında, her ne kadar, kaza ve kadere iman
konusu, iman esaslarının öğretim sürecinin son safhalarında yer almalıdır kanaatini yukarıdaki
ifadelerimiz arasında zikrettikse de, Allah'a iman öğretimi konusu ele alınırken, etrafımızda olup biten
olayların, Allah'ın, bizim detaylarını bilemediğimiz geniş bilgisi dahilinde gerçekleştiği, her olayın, önceden
Allah tarafından planlandığı ve zamanı gelince de yine O'nun tarafından yaratıldığı, çocuklara anlatılabilir.
Bu, aynı zamanda kader ve kaza kavramlarının kısa bir tanımı demektir. Çocukların, Allah'ın herşeyi bilen,
herşeye gücü yeten “Mutlak Hakim” oluşuna inanmaları, onların kader ve kaza hakkında anlatılanlara da
kolaylıkla inanmalarını sağlar. Zira çocuktaki kolay inanırlık özelliği onun, kendisine anlatılanlara
şüphelenmeden ve itiraz etmeden inanması hususunda, önemli bir rol oynar. Burada dikkat edilmesi
gereken husus, çocuğa verilen bilgilerin, anlaşılabilir ifadelerle aktarılmasıdır. İlk çocukluk yıllarında bu
kadarla yetinilmesi yerinde bir davranış olurken, son çocukluk yılları adı verilen 7-12 yaşları arasında,
çocuklara bu kez kaza ve kader kavramları, yine anlayabileceği bazı misaller yardımıyla öğretilebilir.
Temel eğitim dönemini de içine alan son çocukluk yıllarında, çocuklar, etrafta olan bitenlerin nasıl
gerçekleştiği, insanların nelere gücünün yettiği, nelere muktedir olamadığı gibi hususlarda artık mantık
süzgecinden geçirdiği fikirler üretmeğe başlar. Kaza ve kader kavramları bu dönemde önem kazanır. Eğer
yerli yerinde bir öğretim söz konusu olursa, tevekkül anlayışı ile bütünleşen kaza ve kader inancı, çocuğa,
hayata ümitle bakmayı, başarısızlıklar karşısında ise yılgınlığa düşmeden metaneti öğretir. Bu da sonraki
hayatı için çocuk açısından son derece önemli bir kazanç demektir.
Konuyla ilgili eserlerde, temel eğitim çağındaki okul çocuklarına kader ve kaza kavramlarının örnekler
yardımıyla anlatılması tavsiye edilmektedir. Bu örneklerden birini aktarmak istiyoruz.
“Duvar takvimlerinde bazan, “Bugün güneş tutulacaktır” / “Bu gece ay tutulması olacaktır” / “En uzun
gün” / “En kısa gün” / “Ramazan Bayramının 1.günü” gibi önceden yazılmış ifadeler görürüz. Gerçekten
de o günlerde ay veya güneş tutulur, günlerin veya gecelerin en kısası en uzunu olur. Ramazan veya
Kurban Bayramı başlar. Pekiyi, çocuklar söyleyin bakalım: Ayın veya güneşin tutulması, takvimi
hazırlayanlarca oraya yazıldığı için mi gerçekleşmektedir? Çocukların cevapları dinlenmeli, eğer, “o
olaylar, takvimi hazırlayanlar yazdığı için gerçekleşti.” diyenler olursa hemen şöyle bir soru
yöneltilmelidir. Diyelim ki öyle, biz de kendimize göre bir takvim hazırlasak ve rasgele günlere: “Ay
tutulacak” yahut “Bugün Ramazan Bayramının başlangıcı” diye yazsak, gerçekten ay tutulur, bayram
yapılır mı?” Böyle bir soruya çocuklar “Hayır” cevabını verince, hemen arkasından şu açıklamaya
geçilmelidir. “O halde takvimi hazırlayanlar ayın tutulacağını veya bayramların başlayacağını bir yıl
öncesinden nasıl bildiler de oraya yazdılar? Kendilerinde var olan bilgileri sayesinde ay tutulacağını veya
bayram yapılacağını tespit ettiler ve ona dayanarak yazdılar değil mi?... İşte çocuklar, Allah Teâlâ Hz.leri
de, bizim ne zaman, hangi anne ve babadan olacağımızı, kaç yılında nerede doğacağımızı sınırsız bilgisi ile
önceden biliyordu. Hatta sizin gelip bu sınıfta benim öğrencim, benim de sizin öğretmeniniz olacağımı
biliyordu. Bütün bunlar bizim kaderimizde vardı. İşte biz buna kader diyoruz. Kaderimizde olanın bu
şekilde gerçekleşmesine ise kaza diyoruz (70).
Kaza ve kadere iman öğretimi konusunda son olarak şunlar söylenebilir: Kaza ve kaderin anlaşılmasına
yardımcı olabilecek benzetme ve örnekler yanında, Allah'ın hükmünün, takdirinin değişmezliği ve takdir
olunanın mutlaka gerçekleşeceği hususunda tarihte yaşanmış olan çeşitli hadiselerden bahsedilebilir. Bu
tür örneklerin çocuklar için yeterli olduğu ve detay bilgilere veya yorumlara girilmesinin doğru olmayacağı
kanaatindeyiz.
12
DİPNOTLAR VE KAYNAKLAR
1. Halis Ayhan, “Temel Eğitim ve Orta Eğitimde Din Eğitimi” (tebliğ) Milli Eğitim ve Din Eğitimi Semineri, Aydınlar Ocağı, Ank.1981, s.165.
2. Bakara, 2/31; İsra, 17/70.
3. Buharî, İman 39; Müslim, Müsâkat 107.
4. Zeynuddin ez-Zebidî, Tecrid-i Sarih, (ter:A.Naim) Ank. 1980, I,39
5. Çocukluk yıllarında verilen din eğitimi ve öğretimi ve bu konuda ailenin önemi ve rolü konusunda geniş bilgi için bkz. Resailu İhvani's-Safa,
Beyrut,ts,I,307 vd. Neda Armaner; Din Psikolojisine Giriş Ank.1980, I,89; Kerim Yavuz; Çocukta Dinî Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi,
Ank.1983 s.46,155,156; A.Vergote; Çocukta Din (makale) AÜİFD. Ank.1978,XXII,316; Ünver Günay; Türkiye'de Dinî Sosyalleşme,(tebliğ)
Türkiye 1.Din Eğitimi Semineri, Ank.1981, s.197; Hayati Hökelekli; Ergenlik Çağı Gençlerinin Dinî Gelişimi, (Yayınlanmamış Doktora Tezi)
Bursa, 1983, s.66,67,102,103; Mustafa Öcal; Temel Eğitim ve Orta Öğretimde Din Eğitimi ve Öğretiminde Metodlar, 2.bs. Ank.1990, s.75,76.
Ayrıca örnekler için bkz. M.Nuri Yardım; Edebiyatçılarımızın Çocukluk Hatıraları, İst.1984,s.143 vd.
6. Bkz.A.Osman Özcan; Din ve Ahlak Eğitiminde Ailenin Rolü, Kubbealtı Akademi Mecmuası,sy.4,yıl.1985, s.13; Armaner,age,I,89; Vergote,
agm,XXII,316 Yavuz,age,s.46; Hayrani Altıntaş; Çocukluk Devresinde Ailde Din Eğitimi T1DES,Ank.1981, s.255; Haluk Yavuzer; Çocuk
Psikolojisi,I, İst.1982, 49-52; Hökelekli,ag.tez,s.66 vd. Öcal,age,s.74-77.
7. Bkz.Taha, 20/132; Tahrîm, 66/6; Buharî, Vesaya 9; İbn Mace, Edeb 3; Münavî, Feyzu'l-Kadir, Beyrut 1972,II,538;
8. Bkz. Gazalî, İhya, İst.1321,II,72.
9. Bkz.Louis Kaplan; Mental Health and Human Relations in Education, Newyork 1959, p. 107-122; William F. Bruce; Personal Development,
During Childhood and Adolescence, 1959 p.373; E.B.Hurlock; Development Psychology, New York. 1968, p.169.
10. J.J.Rousseau, Emil, (ter:H.Ülken,A.Ülgener,S.Güzey) İst.1966,s.299.
11. Çocuklardaki egosantrik,animist ve artifisialist duygular için bkz. M.Emin Ay, Çocuklarımıza Allah'ı Nasıl Anlatalım?, 2.bs. İst.1994.s.47-50
12. Yavuz,age,s.42
13. Halis Ayhan, Din Eğitimi ve Öğretimi, Ank.1985, s.110
14. İlgili ayetler için bkz.Ay, age.s.85
15. Bu konudaki hadisler için bkz. Wensick, el-Mu'cemu'l-Müfehres, li elfazi'l-Hadisi'n-Nebevi, Leiden,1943,I,225
16. Bkz. Gazali, Eyyühel Veled (çev.L.Doğan) İst.1963 s.10 vd.; Keykavus, Kabusname, (çev.M.Ahmed) Tercüman 1001 Eser,I,
84,87,91,102,119,199; Feridüddin Attar için bkz.İslam Ansiklopedisi, MEBY.1966,II,6-12
17. Rousseau,age,s.356,382,387,388
18. Neda Armaner; İnanç ve Hareket Bütünlüğü Bakımından Din Terbiyesi, MEBY,İst.1967,s.23.
19. Habil Şentürk; İbadetin Mahiyeti ve Şahsiyet Gelişimindeki Fonksiyonu, DEÜİFD, İzmir 1985, II,224
20. Bkz. Atalay Yörükoğlu; Çocuk Ruh Sağlığı,7.bs. Ank.1984,s.171 vd.; Mualla Öztürk; Din Eğitimi ve Çocuk Ruh Sağlığı (tebliğ)
T1DES,Ank. 1981,s.206.
21. Ayasbeyoğlu, Kur'an'da Allah ve Rabb kelimelerinden sonra en çok anılan kelimelerin, Allah'ın Rahman ve Rahîm sıfatları olduğunu
söylemektedir. Bkz. Nevzat Ayasbeyoğlu; İslamiyet'in Eğitimimize Getirdiği Değerler, MEBY., İst.1968,s.16.
22. Bkz. Bakara 2/207; Maide 5/54; Hacc 22/65
23. Geniş bilgi için bkz. Öcal,age,s.82-85; Ay, age,s.105 vd.; M.Öcal;”Ailede Çocukların Dinî ve Ahlakî Eğitimlerinde Karşılaşılan Problemlerin
Başlıca Sebepleri ve Çözüm İçin Bazı Teklifler” (tebliğ) Aile ve Çocuk Sempozyumu, Bursa 1991,s.9-11.
24. Bakara, 2/218; A'raf, 7/59; Yunus, 10/15; Bu konudaki ayetlerin tamamı için bkz. M.F.Abdulbaki, Mu'cemu'l-Müfehres, İst.ofset ts.”Havf”
ve “Reca” mad.
25. Armaner,age,s.23.
26. Belma Özbaydar, Din ve Tanrı İnancının Gelişmesi Üzerine Bir İnceleme, İst.1980,s.7.
27. M.Emin Ay, Din Eğitiminde Mükâfat ve Ceza, İzmir, 1995, s.176.
28. Ayhan,age,s.198,199.
29. Rousseau,age,s.167
30. Ebu Davud, Edeb, 22
31. Münavî, Feyzu'l-Kadir, III,377
32. Buhari, İlim, 11
33. Abdullah Ulvan, Terbiyetü'l-Evlad fi'l-İslam, Beyrut 1978, I,169
34. Rousseau,age,306
35. Bkz. Beyza Bilgin,”Okul Öncesi Çağı Çocuğunda Din” Kavramlar” Din Öğretimi Dergisi, Ank.1984.sy.8-9,s.26
36. San'anî, Musannef, Beyrut 1970, IV,334.
37. Müsned, IV,24.
38. Bkz. Jacquin Guy; Çocuk Psikolojisinin Ana Çizgileri (ter:M.Toprak), İst 1976, s.23; Özbaydar age,s.21; Yavuz, age,s.41; Halis Ayhan;
Eğitime Giriş ve İslamiyetin Eğitime Getirdiği Değerler, İst.1982, s.236.
39. Bkz. Refia Şemin, Karakter Formasyonu, İst.1973,s.17; Mithat Enç, Ruhbilim Terimleri Sözlüğü, Ank.1974, s.30; R.Alaylıoğlu-F.Oğuzkan
Ansiklopedik Eğitim Sözlüğü, İst.1976,s.27.
40. İnsanoğlunun egosantrik duygularına hitabeden ayetler için bkz. İsra, 17/70; Ra'd, 13/2; İbrahim, 14/32,33/ Nahl, 16/12,13,14; Hacc, 22/65.
41. Ayhan, Din Eğitimi...,s.112,113
42. Bilgin, agm,s.29
43. Öcal, age, s.105.
44. Ayhan, age,s.115
45. Meryem, 19/16,17
46. Fatır, 35/1
47. Mearic, 70/4
47a.Tirmizî, Tefsir, 3.
48. Öcal,age,s.107
49. Bkz.Enfal, 8/12; Ahzab,33/43
50. Öcal,age,s.108
51. Yardım,age,s.44.
52. Ayhan,age,s.153
53. Ayhan,age,s.118
54. B.Ziya Egemen; Terbiye İlminin Problemleri ve Terbiye Felsefesi Ank 1965, s.103,104; Haluk Yavuzer; ”6-12 Yaş Çocukların Psiko-Sosyal
Gelişmesi” Pedagoji Dergisi, İst.1980, s.39
55. Jacquin, age,s.70 vd; Yavuz, age,s.79
56. Yardım,age,s.271.
57. Ayhan,age,s.133.
58. Rousseau,age,s.230
59. Öcal,age,s.112
60. Öcal,age,s.113
61. Tirmizî, Kıyamet,26
62. Ayhan,age,s.140
63. Öcal,age,s.114
64. Ayhan, age,s.141
65. Tirmizî, Kader, 1.
66. Ayhan, age,s.160
67. Hadid, 57/22,23
68. Ayhan, age,s.162.
69. Ayhan, age,s.164,165.
70. Öcal,age,s.115,116; Ayrıca bkz. H.Algül-M.Öcal-O.Çetin, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi, İst.1193, L-II, s.43
Not: Müracaat edilen kaynaklar, ilk geçtiği yerde, baskı yeri ve tarihiyle birlikte verildiğinden dolayı ayrıca bir Bibliyografya tanzim
edilmemiştir.
13
Download