Yıldızların Tayfsal Sınıflaması

advertisement
GİRİŞ
Yıldızların Doğduğu Yer
Orion
Hubble Uzay Teleskobu'nun bulanık görüntü özünün, sekiz yıl
önce, düzenlenen olağanüstü başarılı bir uzay seferiyle,
düzeltilmesiyle birlikte astronomi araştırmaları için yeni bir
dönem başlamış oldu. 29 Aralık 1993 tarihinde, göyüzünün en
parlak bulutsusu olan Orion Bulutsusu'nu araştırmak üzere
yönlendirilen Hubble, bulutsuyla ilgili birçok gizemin ortaya
çıkarılmasını sağladı.
OrionYıldızları da bizler gibi doğar, yaşar, yaşlanır ve ölürler. Yıldızları oluşturan ham
madde ise, yıldızlararası boşlukta bulunan gaz ve tozdur. Bu gaz ve tozun daha yoğun
bulunduğu bölgelere ise bulutsu ismi verilir. Bulutsular, evrendeki temel madde olan
hidrojenin dışında, daha ağır elementleri de içerirler. Bu ağır elementler, daha önce
yıldızların içinde üretilmişler ve bir süpernova patlaması ya da diğer nedenlerle uzaya
savrulmuşlardır. Yani bu olayı, çok büyük bir ölçekte gerçekleşen bir geri kazanım olarak
düşünebiliriz.
Yıldızları oluşturan bu yoğun gaz ve toz bulutları, çok düşük sıcaklıklarda
olmalarından dolayı, karanlık bulutsu olarak adlandırılılar. Tipik bir karanlık bulutsu,
birkaç bin güneş kütleseni içerir ve yaklaşık 30 ışık yılı çapında (1 ışık yılı yaklaşık 10
trilyon kilometredir) bir hacim kaplar. Bulutsunun içerisindeki madde, yaklaşık %74
hidrojen, %25 helyum, ve %1 daha ağır elementlerden oluşur. Kızılötesi dalgaboyuda
yapılan gözlemler, böyle bir bulutsunun sıcaklığının yaklaşık 10 Kelvin (-263°C) olduğunu
gösteriyor.
Bulutsunun bu kadar soğuk olması, içerisindeki atomların çok yavaş hareket etmeleri
demektir. Eğer, herhangi bir şekilde, bulutsunun içerisindeki bir gaz ve toz yığını,
çevresindeki maddeden daha yoğun bir hale gelirse, kütle çekiminin etkisiyle, bu yığınla
birlikte, çevresindeki madde de sıkışmaya başlar.
Sıkışmanın etkisiyle giderek yoğunlaşan gaz ve toz bulutunun merkezindeki sıcaklık
kritik değere ulaştıktan sonra (10 milyon Kelvin) nükleer füzyon başlar. Bu sırada, hidrojen
atomları, helyum atomlarına dönüşürken, büyük miktarlarda enerji serbest kalır.
Merkezden kaynaklanan bu enerji içeriden dışarıya doğru bir basınç yaratarak, bulutun
daha fazla sıkışmasını engeller. Yeni bir yıldız doğmuştur.
Bu nükleer fırının etrafını saran gaz ve toz bulutu ise açısal hızından dolayı bir disk
halini alır. Daha sonra, bu madde, yıldızdan kaynaklanan yoğun ışınımın yarattığı basınçtan
dolayı uzaklaşarak yeniden yıldızlararası boşluğa dağılır ve içerisideki parlayan kütle açığa
çıkar.
Kışın, kuzey yarımkürede gökyüzünün en parlak ve belki de en romantik takımyıldızı
olan Orion, binlerce yıldır gözlemciler için ilgi çekici bir hedef olmuştur. Milattan önce
2000 yıllarında Yunanlılar takımyıldızı oluşturan yıldızları birleştirmiş ve bunun bir avcıya
benzediğine karar vermişlerdir. Orion bulutsusu avcının belini temsil eden üç yıldızın
altında, avcının kılıcını oluşturan üç ışıklı noktadan ikincisi olarak göze çarpar. Bulutsu,
gaz ve toz karışımı yapısıyla, 56 trilyon kilometre uzunluğunda bir alan boyunca
yayılmaktadır ve çerisindeki genç yıldızlar sayesinde parlamaktadır.
Bir yıldızın rengi sıcaklığına bağlıdır. Güneş, sarı renkli ortalama bir yıldız olup,
yüzey sıcaklığı sıcaklığı 5.800°C'dir. Avcı'nın sol dizini oluşturan Rigel, mavi-beyaz renkli
bir yıldızdır ve yaklaşık 10.000 °C'de parlamaktadır. Rigel gibi büyük kütleli, sıcak
yıldızlar yakıtlarını çok hızlı yaktıkları için kısa sürede kendilerini tüketirler.
Büyük kütleli yıldızlar yaşamlarının son evrelerinde helyumu karbona, karbonu da
demire dönüştürürler. Daha sonra bunlar, yaşlı ve şişman Betelgeuse gibi kırmızı dev
haline gelirler. Avcının sağ omuzunda yer alan Betelgeuse soğuktur; yüzeyindeki sıcaklık
sadece 3000°C'dir. Bir yıldızın içindeki nükleer fırın söndüğü zaman, çekim kuvveti
yıldızın çökmesine ve büzülmesine neden olur. Bu hızlı büzülmeden dolayı serbest kalan
enerji, büyük bir patlamayla sonuçlanır ve bir "süpernova" olarak ortaya çıkar. Patlama
eğer bir gaz ve toz bulutunun yakınında gerçekleşirse, şok dalgaları bu bulutu sıkıştırıp
yoğunlaşmasını sağlayabilir ve yıldız oluşum döngüsü böylece sürüp gider.
Hubble'la yapılan ilk gözlemler, Orion'la ilgili gizemin ortaya çıkarılacağı konusunda
oldukça ümit vermiştir. Hubble'ın ilk görüntüleri, bilinmeyen bir dizi parlak cisimle
doludur. Dağınık bir şekilde yerleşmiş bu düzensiz noktaların, aynı Galileo'nun,
teleskobundaki mercekte bulunan hava kabarcıklarını Jüpiter'in uyduları zannetmesi gibi,
önceleri teleskobun optik alıcılarındaki bozukluktan kaynaklandığı düşünülmüştür.
Houston Üniversitesi'nde çalışmalarını sürdüren ve yaklaşık 30 yıldır Orion
Bulutsusu üzerinde çalışan Robert O'Dell, bu cisimlerin, genç yıldızların etrafında dolaşan;
gaz ve toz karışımı içeren gezegen sistemleri olabileceğine karar vermiştir. Eğer O'Dell
haklıysa, evrenin başka bir yerinde yaşam bulunması olasılığı artıyor demektir. Çünkü
sadece gezegenler, DNA oluşumu ve çoğalması için gerekli yoğunluğa sahiptir ve bilindiği
kadarıyla yaşam için uygun sıcaklıklar sadece gezegenlerde bulunur.
Robert O'Dell, Hubble'la yapılan gözlemlerde hiçbir yanıltıcı cisme rastlanmadığını,
Orion'u olduğu gibi gözlemlediklerini ancak beklenmedik bazı bulgularla karşılaştıklarını
belirtiyor.
Bulutsunun merkezinin bir bölümüne yapılan ilk sağlıklı gözlem sonucunda 110
yıldız ortaya çıkarıldı ve bir sürprizle karşılaşıldı. Bunların 56'sı ince ve küresel bir bulut
katmanıyla çevriliydi. Daha önce belirlenen parlak nesneler bu çatlak görünüşlü cisimlerdi.
O'Dell, bunlardan başka, teleskobun keskin gözünün bile farkedemediği, yakın yıldızların
az miktarda aydınlattığı birkaç cisim daha gözlemlemeyi başardı.
Bulutlar her ne şekilde açıklanırsa açıklansın, bunların içinde bulunan yıldızlar -ve
tüm diğer yıldızlar- Orion'daki gaz moleküllerinden Güneş Sistemi'mizdeki gezegenlere
kadar tüm maddelerin asıl kaynağını oluşturur.
Galaksimizin sarmal kolları içinde dağılmış pek çok yıldız toplulukları olmasına
rağmen, hiçbiri Orion Bulutsusu kadar "canlı" değildir. Bize uzaklığı yaklaşık 1500 ışık yılı
olduğu halde, kışın çıplak gözle bile gökyüzünde kolaylıkla fark edilebilir.
Galileo 1610 yılında teleskobunu Orion takımyıldızına çevirdiğinde bulutsuyu nasıl
olduysa farketmedi. Aynı yıl, bir amatör astronom olan Fransız hakim Nicolas-Claude
Fabri de Peiresc, Galileo'dan aldığı bir teleskopla bulutsuyu keşfetti. Bir teleskoptan
bakıldığında, bulutsu renksizmiş gibi görünür çünkü içerdiği azot ve hidrojen'den dolayı
kırmızı renkli olan dış kısımlar parlak olmadığı için gözlerimiz tarafından algılanamaz.
Bulutsu, aslında çoğunlukla hidrojenden oluşmuş olup daha az miktarda olmak üzere
helyum, karbon, azot ve oksijen içeren sıcak ve parlayan bir gaz bulutudur. Bu gaz bulutu
kendisinden daha geniş ve karanlık bir gaz ve toz bulutunun içinde bulunur. Su ve
karbonmonoksit de dahil onlarca sayıda molekülün varlığı, bu gaz ve toz bulutunun
yıldızların oluştuğu maddeyle yüklü olduğunu gösteriyor.
Bulutsunun aydınlık kısmının topografyası oldukça düzensizdir. İçerdiği sıcak
gazlardan gelen morötesi ışınlar özellikle moleküler bulutun ince olduğu yerlerde
bulutsunun genişlemesine yol açmaktadır.
Orion'a baktığımızda aynı bizim Güneş Sistemi'mizin de bir zamanlar içinde yer
aldığına benzer bir "yıldız fabrikası" görüyoruz. Orion Bulutsusu'ndaki yıldızların
çoğunluğu, 300 000 ile 1 milyon yaşındadır ve genç olanları genellikle kırmızı renkli ve
küçük kütlelidir. Bir kıyaslama yapacak olursak, bizim ortayaşlı güneşimiz 4.5 milyar
yaşındadır.
Trapezium olarak adlandırılan dört büyük kütleli yıldız bu yıldız fabrikasının çarpan
kalbini oluşturuyor. En büyükleri olan Teta 1C Güneş'ten 20 kat daha fazla kütleye sahiptir
ve 100 000 kere daha parlaktır. Bu yıldız tek başına bütün bulutsuyu aydınlatabilir.
Trapezium'u oluşturan ve bir milyon yaşından daha yaşlı olmadıkları tahmin edilen
yıldızlardan kaynaklanan morötesi ışınlar, çevrelerinde bulunan maddenin gökkuşağı
renklerinde parlamasına yol açmaktadır.
Trapezium'un dışında, bu yıldız fabrikası, oluşumlarının değişik aşamalarında olan
yaklaşık 70 000 yıldız daha içermektedir. Bulutsu, bu haliyle, gökadamızdaki bilinen en
yoğun yıldız kümelerinden birisine sahiptir.
1995 baharında, uzay teleskobu yönünü dört defa daha Orion Bulutsusu'na çevirdi ve
15 farklı bölgesinin değişik fotoğraflarını çekti. Uzun çalışmalar sonucunda bu görüntüler
birleştirilerek bulutsunun tutarlı bir görüntüsü elde edilebildi.
O'Dell'in söylediğine göre, bulutsu oldukça karmaşık ve şiddet dolu bir yer. Şok
dalgaları, Orion bulutsusunun son gizemlerinden birisidir. Astronomlar, şok dalgalarına
yeni oluşan yıldızlardan fışkıran gazların sebep olduğuna inanıyorlar. Gaz fışkırmalarının,
yıldız oluşturan gaz bulutundaki manyetik alandan kaynaklandığı düşünülüyor. Bulut, kütle
çekimi sayesinde sıkıştıkça, manyetik alan da bir miktar sıkışıyor ama belirli bir yere kadar
sıkışıyor. Bu sınıra ulaştığında, manyetik enerji dönen kütlenin dışına taşmaya başlıyor ve
yolu boyunca gaz parçacıklarının çok yüksek hızlara ulaşmasına sebep oluyor. Manyetik
enerjinin dışarı taşması için en uygun yer ise kutuplar. Bu nedenle, bu fışkırmalar yeni
doğan yıldızların manyetik kutupların yerlerini gösteriyor olabilir.
Eğer, şok dalgaları, yeni doğmuş yıldızlardaki aktif kuvvetlerin varlığı anlamına
geliyorsa, bu yıldızların çevresindeki gaz ve tozdan oluşan diskler gezegenlerin oluşumuna
dair en büyük kanıttır. Bu disklerin incelenmesi bize, Güneş Sistemi'mizin nasıl oluştuğu
konusunda bilgi verebilir.
Bu gaz ve tozlardan oluşan diskler Immanuel Kant'ın 1755 yılında ortaya attığı
hipotezini doğruluyor gibi görülüyor. Hipoteze göre dönen gaz bulutu bir merkezde sıkışır
ve yıldız oluşumunu sağlar. Arta kalan maddeler ise dönmeye devam ederek gezegenleri
oluşturur.
Yıldızları çevreleyen diskler genellikle küresel değil düzdürler. (Eğer bir bulutsu
gezegen oluşturacaksa, dönüyor olmak zorundadır ve döndükçe de bir disk halini alır.) Bu
disklerden bazıları dairesel görünürler, çünkü cismin görünüşü bakış açısına göre değişir.
Diğerleri ise damla şeklindedir. Bunun nedeni, maddenin, Trapezium yıldızlarından
kaynaklanan güçlü yıldız rüzgarları tarafından üflenmesidir.
Bazı diskler Güneş Sistemi'mize oranla çok daha büyüktür. Bir tanesinin çapı Güneş
Sistemi'ninkinin yaklaşık 7.5 katıdır. Merkezinde ise bizim güneşimizin üçte biri kütleye
sahip kırmızı ve sönük bir yıldız vardır.
Çevrelerinde disklere sahip olan yıldızların pek çoğu muhtemelen kendi
gezegenlerini oluşturacaklar. Henüz, yıldızlar çok genç oldukları için, yıldızlardan herhangi
birinin çevresinde gezegen sistemine rastlanmadı. Ancak, benzer çalışmalar gökadamızda
pek çok yerde gezegenlerin olma ihitimalini kuvvetlendiriyor. Şimdiye kadar, binlerce
yıldızın aynı anda ve çok büyük kümeler içinde doğdukları düşünülüyordu. Fakat
Arizonadaki Kitt Peak Ulusal Gözlemevi'ndeki astronomlar yeni kızılötesi teleskoplarını
Orion Bulutsusu'ndaki bir bölgeye çevirdiklerinde sadece 10-15 yıldızın bulunduğu
kümelerde de yıldızların oluşabildiğini gözlemlediler. Bizim gökadamız Samanyolu'nda
birçok yıldız bu şekilde oluşuyor olabilir. Gözlenen yıldızların hemen hemen hepsi gaz ve
tozdan oluşan bir diske sahiptir ve herbiri bizim Güneş Sistemi'mize benzer bir sistem
olabilirler.
BÖLÜM – I
Yıldızların Oluşumu
Bir yıldızın oluşumu iki şeye ihtiyaç vardır. Bunlar; Madde ve Maddeyi yüksek
yoğunluklara ulaşana kadar sıkıştıracak bir mekanizma. Madde uzayda olçukça fazladır. Bu
maddeler hemen hemen tümüyle çok küçük miktarlarda diğer elementler ve küçük toz
parçacıkları ve uzaysal çöplükler ile karışmış durumda bulunan hidrojen gazından
oluşmaktadır. Bazı bölgelerde gaz düzgün bir biçimde dağılmış durumda iken diğer bazı
bölgelerde de yoğunlaşmalar görülür. Maddenin toplandığı yerlerde kütle çekimi daha
kuvvetlidir. Bu nedenle de gaz kendi kendini daha da sıkıştırarak yüksek yoğunluklara
çıkara bilir. Sonuçta tek başına Kütle Çekimi, Gaz’ı yüksek yoğunluklara ulaşana kadar
sıkıştıracak bir mekanizma olabilir.
Yoğun, yeni doğmuş bir yıldızın çekirdeğinin çapı bir ışık yılının yarısında daha
küçüktür. (2R  4,05 trilyon kilometre) Ama bu boyut olgunlaşmış bir
yıldızın
boyutlarından milyonlarca kat daha büyüktür. Kütle Çekimi ile birleşen bir çok fiziksel
kuvvet, bu ilkel yıldız çekirdeğinin yapısını ve karakterini belirler. Sonuçta gaz bulutu
kendi çevresinde dönmekte olup manyetik kuvvetler tarafından da gittikçe sıkıştırılır.
Bulutun içinde büzülme ve çökmeye karşı koyan ısı ve basınç vardır. İçeriye doğru etki
eden Kütle Çekim kuvveti yeterince büyük olduğunda bulut büzülmeye ve kendi merkezine
doğru çökmeye devam eder. Bu olay sürerken açığa çıkan nükleer enerji nedeniylede ısı
üretimi meydana gelmektedir. Açığa çıkan ısı kızılötesi ışınım biçimine dönüşür. Büzülen
gaz bulutunun yoğunluğu ve sıcaklığı artar.Dönen bir bulutta merkez etrafında Güneş
sistemi boyutlarında bir gaz ve toz diski oluşabilir.Sonuçta kaçınılmaz olarak merkezde
sıcaklık 10.000.000 C (10 milyon derece santigrad)’ı bulur. Bu sıcaklıkta merkezde
nükleer tepkimeler başlar ve bulut bir yıldıza dönüşür. Bu evre Protostar evresi olarak
adlandırılır.
Oluşabilecek en küçük yıldız Güneşin kütlesinin onda biri kadar olabilir en büyüğü
ise 100 katı olabilir. Onda birinden daha küçük kütleler hiçbir zaman sıcaklığını nükleer
tepkime olabilecek sıcaklığa gelene dek yükseltemezler. 100 katından daha büyük
olanlarda ise kendi ışınımlarının dışarıya doğru etkiyen basıncı ile dağılırlar. Şimdiye kadar
anlattıklarımızdan çıkan sonuç ise bir yıldızın doğumu için gereken süre yıldızı kütlesi ile
değişir. Bir takım hesaplamalar ve ortaya konuşan teorilere göre Güneş’in doğumu
yaklaşık olarak 10 milyon yıl gerektirmiştir. Güneş kütlesinin onda birine sahip kütleli
yıldızların doğum süreleri 100 milyon yıl, Yüz katına sahip bir yıldız içinde 10 bin yıla
gerek vardır.
BÖLÜM – II
Yıldızların Yaşamı
Çağdaş astronomlar hiçbir şeyin gerçek anlamda kalıcı olmadığını, muhakkak her
objenin bir yaşamı ve ölümü olduğu gerçeğini keşfetmişlerdir. On dokuzuncu yüzyılda
yakın yıldızların uzaklıkları ilk kez doğrudan ölçüldüğünde, astronomlar bazı yıldızların,
aynı uzaklıktaki diğer yıldızlardan daha parlak göründüklerini ve dolayısı ile bütün
yıldızların aynı karakteristik ve kimyasal özellikleri taşımadıklarını keşfetmişlerdir.
En önemli buluş ise 1911 yılında Danimarkalı astronom Ejnar HERTZSPRUNG ve
1913 yıllında Amerikalı astronom Henry Noris RUSSEL, birbirlerinden habersiz yapılan
iki araştırma sonucunda çok basit ama halen geçerliliğini koruyan çok önemli bir gerçeği
keşfettiler. HERTZSPRUNG ve RUSSEL yakın yıldızları, renkleri bir eksende, ışıma
güçleri diğer eksende olmak üzere bir diyagrama yerleştirdiklerinde yıldızların çoğunun
diyagonal bir bantta yer aldıklarını gördüler Bunun anlamı; yıldızların renkleri ile ışıma
güçleri arasında bir ilişkinin söz konusu olmasıdır. Bu diyagrama göre ışıma güçleri daha
fazla olan yıldızların renklerinin mavi daha az olanlarının da kırmızı renkte olmasıydı.
Böylece yakın yıldızların bu diyagram üzerinde kırmızıdan maviye doğru değişen
renklerde diyagonal bir bant boyunca dizildikleri gerçeği yadsınamazdır. Eğer böyle bir
durum söz konusu olmasaydı yani eğer belli bir renkteki yıldızların ışıma güçleri
birbirinden çok farklı olabilseydi, o zaman HERTZSPRUNG – RUSSEL diyagramına
yerleştirilen yıldızların, diyagramın her yerine dağılmış olmaları gerekirdi. Yıldızların
çoğunluğunun üzerinde yer aldığı bu diyagonal banda ANA KOL adı verilmiştir. Ana
kolun alt kısmında yer alan yıldızlar kırmızı renkli sönük, üst tarafında yer alan yıldızlar ise
mavi renkli ve çok parlaktır.
Bir yıldızın ana koldaki yerini belirleyen en önemli özelliği kütlesidir. Büyük kütleli
yıldızlar daha mavimsi ve yüksek ışıma gücüne sahip, küçük kütleli yıldızlar ise daha
kırmızımsı ve sönüktürler.



Bir yıldızın tayfından o yıldızın tayf ve ışınım sınıfı belirlenebilmektedir.
Yıldızların görünür parlaklıklarını elde edildikten sonra (görünür akısı) bu durumda
yıldızların uzaklıklarını kestirebiliriz.
Bu uzaklık belirleme yöntemine tayfsal paralaks yöntemi denir.
Tayfsal Paralaks'a Örnek




Görünür parlaklığı aşağıdaki değer olan bir G2 Ia yıldızını (süperdev) gözleyelim
o mv = 10 (görünür parlaklık)
Mutlak parlaklığı (H-R diyagramından) Mv = -5 elde edilir.
Yıldız bizden ne kadar uzaktadır?
fakat mv - Mv = -5 + log10(d)
=> log10(d) = 20/5 = 4
=> d = 10,000 pc
Tayfsal Sınıflama = Sıcaklık Sıralaması
Yıldızların Tayfsal Sınıflaması
Tür
O
B
A
Sıcaklık (K)
28000-60000
10000-28000
7500-10000
F
6000-7500
G
5000-6000
K
3500-5000
Özellikler
He II, Si IV, O III
He I, Si II, H I
H I, Fe II, Mg II
Nötr metaller, Fe I,
Örnek
Orionis
Rigel, Spica
Sirius, Vega
Canopus,
zayıf H I ve Ca II
Ca II, Nötr metaller
Nötr metaller,
Polarius
Güneş, Capella
Arcturus, Aldebaran
Moleküler Bandlar,
M
<3500
TiO
Moleküler Bandlar,
TiO,
VO, Nötr Metaller
Betelgeuse,
Antares
BÖLÜM – III
Yıldızların Evrimi
Anakol Evrimi
Yıldızların merkezinde füzyon meydana gelir. H, He 'a dönüştürülür. 4 parçacık 1
parçacığa dönüştüğünden buradaki basınç düşer. Çekirdek büzülerek sıcaklığını artırır.
Bu dış katmanların ısıtılmasına neden olarak bu katmanların dışarıya doğru
genişlemesine neden olur. Anakolda bulunmasına rağmen yıldızlar evrimleşir.
Devler ve Süperdevler
H söndüğünde çekirdek büzülecektir. Sıcaklığın artmasına rağmen He elementini
yakamaz, çünkü ısının 100,000,000 K olması gereklidir. Fakat yüksek sıcaklık
çekirdeği saran kabukta H'nin yanmasını başlatacaktır. Artan basınç nedeniyle yıldızı
saran zarf dışarıya doğru genişleyecektir. Bunun neticesinde bir dev veya bir süperdev
yıldız haline gelecektir.
Dev ve Süperdev Yıldızlar
Genişleyen yıldızlardır: yarıçapları çok büyüktür, büyük ışınım gücüne sahiptir.
Değişkenlik , Kütle kaybı, Çekirdekte çok yüksek sıcaklık
Yıldız Evriminin Zaman Tablosu
Kütle (Mgüneş)
1
5
10
Oluşum (yıl)
1x108
5x106
6x105
Anakol (yıl)
9x109
6x107
1x107
Dev Evresi (yıl)
109
107
106
O-B Yıldız Öbekleri
Yüksek metal bolluğuna sahiptir.Yıldızlararası gaz ve toz bulunabilir. Galaksimizin
spiral kollarında bulunurlar. Genç yıldızlardan oluşur. Her kümede ~100 ile 1000 arası
yıldız bulunur.~100 - 200 pc çapında, Düzensiz biçime sahiptir. Yıldız yoğunluğu ~
0.01 yıldız/pc3 kadardır. Galaksimizde ~80 tane var.
Örnek: Orion O-B Öbeği
Download