osmanlı mahkemes - profdrabdullahdemir.net

advertisement
Medeni Yargılamaya Ait İlkeler
PROF.DR.ABDULLAH DEMİR
Medeni Yargılamaya Ait İlkeler
Açıklık (Alenîlik)
 Yargılamanın temel ilkelerinden birisi olan yargılamanın
açıklığı, isteyen herkesin duruşmaları ve davanın diğer
aşamalarını izleyebilmesi anlamına gelmektedir.
 Ancak genel ahlaka ve kamu güvenliğine ilişkin durumlar
söz konusu olursa duruşmaların bir kısmı ya da tamamı gizli
olarak yapılabilir.
 Yargılamanın herkese açık olması, insanların adalete olan
güvenini artırdığı gibi hâkimlerin daha dikkatli görev
yapmalarını da sağlamaktadır.
 Yargılamada açıklık ilkesi Mecelle’de “Hâkim muhakemeyi
alenen icra eder. Fakat kable’l-hüküm ne vechile
hükmedileceğini ifşâ etmez.” şeklinde düzenlenmiştir.
 Yargılama ve kararın açıklanması (tefhimi) insanlara açık bir
şekilde yapılmakla birlikte hükmün müzakeresi gizli yapılır.
 Hâkimin bilirkişi, müftü, müşavir gibi kimselerle müzakere
etmesi ve görüş alış verişinde bulunması gizli olmaktadır.
 Çünkü bu müzakerelerin insanların gözü önünde yapılması,
mahkemenin saygınlığını zedeleyebileceği gibi hâkimin
bilgisizlikle suçlanmasına da yol açabilir.
 Osmanlı mahkemesinde yargılamanın açıklığı ilkesi,
şühudü’l-hal denilen şahitler ile sağlanmaktadır.
 Bazı şer’iye sicillerinde şühudü’l-hal olarak kaydedilen
kişilerin sayısı otuzu bulmaktadır.
 Kazasker, müftü, müderris, emekli kadı gibi saygın
kişilerin de şühudü’l-hal olarak tayin edildiği
görülmektedir.
 Bu kurumunun başlıca amacı, hâkimleri denetlemektir
 Şühudü’l-hal, davadaki şahitlerden farklıdır.
 Şahitler tarafların beyanlarının doğru veya yanlış olduğuna
yönelik şahitlik yaparken, şühudü’l-hal olan kişiler yargılamanın
usûlüne uygun ve adaletli bir şekilde yapılması için gözlemci
olarak bulunurlar.
 Şühudü’l-hal kurumu bazı yönlerden jüri sistemine
benzemektedir.
 Her iki kurumda da vatandaşlar içerisinden seçilen bazı
kimselerin yargılamaya katılması söz konusudur.
 Ancak jüri olarak seçilen kimseler hâkimin karar vermesinde
doğrudan etkili olurken, gözlemci ve danışman olarak görev
yapan şühudü’l-hal ise dolaylı olarak yargılamayı etkilemektedir
Hızlılık
 Osmanlı mahkemesinde “geç gelen adalet zulümdür”
kaidesi gereğince yargılamanın en kısa sürede
tamamlanması amaçlanmıştır.
 Tek dereceli ve tek hâkimli olarak teşkilatlandırılmış
olan şer’iye mahkemesi, formaliteden uzak, oldukça
sade ve hızlı bir yargılama usûlü ile çalışmıştır
 Anlaşmazlığın sulh yoluyla çözülmesinin teşvik
edilmesi ve tarafların sulh olmaları da yargılamanın
daha kısa sürede sonuçlanmasını sağlamaktadır.
 Yerli ve yabancı araştırmacılar, şer’iye sicillerinde yaptıkları
incelemelerde, davaların çoğunluğunun bir-iki celsede
karara bağlandığı sonucuna ulaşmaktadır.
 16-18. Yüzyıllar arasında Osmanlı ülkesinde bulunan
Avrupalı gezginler de aynı değerlendirmeyi yapmaktadırlar:
 “Dünyada sulh ve ceza mahkemelerinin bu derece hızla
sonuçlandığı başka bir ülke yoktur, zira burada en büyük
davalar ancak üç veya dört gün sürmektedir.”
 Sözkonusu gezginlere göre bunun sebebi sade ve hızlı
yargılama usûlü, caydırıcı cezalar, etkili polis metotları ve
kasame gibi kolektif cezalandırma metotlarıdır.
 Osmanlı mahkemesinin hızlı ve az masraflı çalışma sistemi,
dönemin diğer hukuk sistemlerinden daha ileri seviyededir.
 Joseph Schacht bu hususu vurgulamak için “Osmanlı
İmparatorluğu’nda onaltıncı yüzyılda hukuk nizamı, sadece birlik
arzetmesi bakımından bile olsa, çağdaş Avrupa’da hâkim olan
hukuk düzeninden çok üstündü” demektedir.
 Bu sebeple bazı Avrupa devletleri Osmanlı yargı sistemini
incelemek ve kendi yargı sistemlerini buna göre düzenlemek için
bazı teşebbüslerde bulunmuşlardır.
 Sözgelimi İngiltere Kralı VII. Henry, İngiliz mahkeme teşkilatında
yapacağı reforma örnek olması için Osmanlı yargı sistemini
incelemek üzere Kanuni döneminde Osmanlı ülkesine bir heyet
göndermiştir
Dürüstlük Kuralı
 Dürüstlük kuralı, “bir subjektif hakkın veya imkânın, hürriyetin,
yetkinin kötüye kullanılmaması veya vaz’ olunma veya tanınma
amacına uygun kullanılması”dır.
 Bu kurala göre, davanın hakkaniyete uygun olarak açılması ve
yürütülmesi, tarafların iddia ve savunmalarında doğruyu
söylemesi, tanıkların yalan söylememesi, usul hukukunun
taraflara tanıdığı yetki ve imkânların kötüye kullanılmaması
gerekmektedir.
 Dürüstlük kuralı İslam yargılama hukukunda da geçerlidir. Hâkim,
diğer mahkeme görevlileri, taraflar ve tanıklar iyiniyetle hareket
etmek, hak ve adaletin ortaya çıkması için çalışmak, hukukun
tanıdığı imkânları kötüye kullanmamak zorundadır
 Hâkim yargılama sırasında hak ve adaletle karar vermek için
elinden gelen gayreti göstermelidir.
 Hz. Ömer’in Ebu Musa el-Eş’arî’ye gönderdiği mektupta geçen
“Sana bir dava getirildiğinde onu iyice anlamaya çalış” cümlesi
bunu ifade etmektedir.
 Yargılamada diğer mahkeme görevlileri, taraflar ve şahitler de
dürüstlük kuralına uygun hareket etmelidir.
 Mahkeme görevlilerinin yargılamanın seyrini olumsuz etkileyecek
davranışlarda bulunmaları yasaktır.
 Sözgelimi naibin keşif sırasında delilleri doğru tespit etmemesi ya
da şahitlerin yalan beyanda bulunmaları dürüstlük ilkesine
aykırılık teşkil eder
Sözlülük
 Davanın açılması, tarafların beyanları, delillerin ileri sürülmesi,
delillerin değerlendirilmesi ve karar aşamaları sözlü olarak
gerçekleştirilmektedir.
 Ancak az görülmekle birlikte yazılı olarak da dava
açılabilmektedir.
 Mesela, aşağıdaki ifadelerden Kazaskerlik mahkemesinde yazılı
olarak da dava açılabildiği anlaşılmaktadır: “… sahib-i arzuhâl …
nâm kimesne mahfel-i şer’iyyâtta ... arzuhâl mantûkunca…”
 Şer’iye mahkemeleri hukuk davalarının yanında ceza ve idare ile
ilgili davalara da bakmaktadır. Bu tür davalarda da sözlülük ilkesi
esas alınmaktadır.
Adâlet
 Adalet ve eşitlik İslam yargılama hukukun önemli bir ilkesidir.
 Usûlüne uygun bir yargılamada mahkeme görevlileri ve taraflar,
adalet ve eşitlik prensiplerine uygun hareket etmek zorundadır.
 İslam hukukuna göre hâkimin taraflar arasında her bakımdan
eşitliği sağlaması vaciptir.
 Kur’an’da kadıların ehliyetli kimselerden seçilmesi, mahkemede
adalete uygun karar verilmesi ve kanun önünde tarafların eşit
tutulması emredilmektedir:
 “Şüphesiz Allah size emanetleri layık olan ehil kimselere vermenizi,
insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adalete uygun hüküm
vermenizi emreder.”
 Adalet ve eşitlik hadislerde de üzerinde hassasiyetle
durulan bir konudur. Mesela, tanınmış bir aileye mensup
olan Fatıma bint Esved isimli kadının hırsızlık suçu sabit
olduğunda cezalandırılmaması için araya girenler olmuştur.
 Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Sizden öncekileri Allah bu
yüzden helak etti. Aralarında mevki sahibi birisi suç
işlediğinde onu bıraktılar, zayıf işlediğinde ise onu
cezalandırdılar. Allah’a yemin ederim ki Muhammed’in kızı
Fatıma hırsızlık yapsaydı, mutlaka onun elini de keserdim”
buyurmuş ve o kadını cezalandırmıştır
 Hâkim eşitlik ve adalet ilkesi gereği tarafları aynı anda
huzuruna almalı, taraflardan birisine öncelik tanımamalıdır.
 Ancak taraflardan birisi orada olmadığında, diğer tarafın
mahkemeye önce gelmesinde sakınca yoktur.
 Mahkemeye gelen tarafların hâkime selam vermeleri doğru
bir davranış değildir. Hatta taraflar selam verseler bile
hâkim selamı almaz.
 Buna rağmen taraflar “selamün aleyküm” diyerek selam
verseler, hâkim “ve aleyküm” cevabıyla yetinmelidir.
 Şahitlerin ise selam vermelerinde ve hâkimin de şahitlerin
selamını almasında sakınca yoktur
 Mahkemede hâkim, tarafları aynı seviyede olan
yerlerde bulundurmalı, birisini daha yükseğe veya
daha yakına oturtmamalıdır.
 Aynı şekilde hâkim taraflardan birisi ile dava konusu
dışında sohbet etmemeli, hal-hatır sormamalıdır.
 Ancak taraflardan birisi huzurda korku içerisinde
kalmışsa, hâkim onu sakinleştirebilir ya da derdini
anlatamıyorsa konuşmasına yardım edebilir
 Avrupalı gezginlerin hatıralarında yazdıkları da bu
tespitlerle aynı paraleldedir.
 Bu gezginlerden birisi din ayrımı yapılmaksızın ve herhangi
bir avukata ihtiyaç duyulmadan herkesin davasını hakime
kolaylıkla anlatabildiğini söylemektedir:
 “Din ayrımı yapılmaksızın Müslüman, Hristiyan veya Yahudi
herkes, gerçeği müdafaa etmek için bir avukatın güzel
konuşmasına ihtiyaç duyulmaksızın davalarını bu hâkimlere
izah edebiliyordu”
Beraet-i Zimmet İlkesi
 Beraet-i zimmet ilkesine göre esas olan kişinin suçsuz ve borçsuz
olmasıdır.
 Birisinin suçlu ya da borçlu olduğu iddia ediliyorsa, iddia sahibi
tarafından ispatlanmalıdır.
 Beraet-i zimmet ilkesi, “eşyada aslolan ibahedir” küllî kaidesinin ve
istishab delilinin yansımasıdır.
 Bu ilkeye göre ceza hukukunda her insan aksi ispatlanana kadar
suçsuz sayılırken, borçlar hukukunda borçlu olduğu ispatlanana
kadar her insan borçsuz kabul edilmektedir.
 Beraet-i zimmet ilkesinin eş anlamlısı “masumiyet karinesi”
kavramıdır.
 Mecelle de “beraet-i zimmet asıldır” kaidesinde bu kavramı tercih
etmiştir
 Beraet-i zimmet ilkesine göre yargılama hukukunda ispat
yükü davacının üzerindedir.
 Borçsuzluk asıl olduğuna göre bir kişinin borçlu olduğunu
iddia eden, onu ispatlamalıdır.
 Çünkü iddia sahibi iddiasını ispatlayacak delili göstermek
durumundadır: “Beyyine müddei için, yemin münkir
üzerinedir”.
 Beraet-i zimmet ilkesine göre Padişah ya da başka bir
devlet adamı, suçu ya da borcu ispat edilmemiş olan bir
kimseye zorla ceza veremez veya onu borç altına sokamaz.
Download