Atatürk ve Galileo 10 Kasım pazartesi günü İstanbul’da idim ve kızımı işe bırakmak için sabah yoldaydım. Saat dokuz civarında kızım, “baba 5 dakika sonra duracağız değil mi?” dedi. “Kızım tabi ki duralım da, burası ana arter ve trafik hızla akıyor, nasıl duracağız” dedim. Çünkü o sırada, Birinci Çevre Yolunda ve Çağlayan Adliye Sarayının hizasındaydım. Saat tam dokuzu beş geçe Birinci Çevre Yolundan Levent’e doğru dönmüştüm ki birden tüm arabalar dörtlülerini yakarak durdu ve herkes arabadan çıkarak sirenler eşliğinde saygı duruşuna başladı. Gerçekten çok etkilendim ve duygulandım, sesim boğuklaştı, gözlerim buğulandı. Arkamı ve önümü düşündüm, binlerce araba aynı anda durmuş ve 76 yıl önce ölmüş bir insan için hiçbir zorlama olmadan; sevgiyle, minnetle ve özlemle dünyevi işlerini tamamıyla unutmuş ve o bir dakikayı sadece bir insana adamıştı. Hiçbir zorlama yoktu, öylesine gönülden işte!.. Ellibeş yıllık ömrümde yaşadığım en etkileyici 10 Kasımdı. Tüm Türkiye’yi düşününce milyonlarca araç durmuştu belki ama İstanbul’un en işlek yerinde, her türlü kaza olasılığına rağmen, herkes o hızla akan trafikte aynı anda nasıl durmuştu?.. Bu nasıl bir etkileşim ve nasıl bir sinerjidir, dondum kaldım. Bu dünyada hiçbir ölümlüye böyle bir şey nasip olur mu bir daha?.. Hiç sanmam!.. Belki 2000 öncesi olsa diyeceğim ki biraz da mahalle baskısındandı, bu benzersiz sevgi ve saygı. Oysa şimdi Atatürk’e hakaret etmek statü kazanma aracı olmuşken, Ata’nın bayraklarını taşımak suç olmuşken, bu sevgi ve saygı çok daha anlamlı ve görkemli. Görkemli olduğu kadar da bu ülke için bir umut, hem de çok güçlü bir umut!.. Zaten eğer söz konusu olan sadece bir kişiye “kişilik” olarak duyulan saygı ve sevgi olsa, Atam da bir ölümlü olarak hiçbir ölümlüye nasip olmayan bu inanılmaz ayrıcalığa sahip olamazdı. Atam artık bir insan değil, o bu ülkenin büyük bir kesiminin yaşam şeklinin simgesi!.. Benim de dahil olduğum bu zümrenin içindeki her kişiyle birlikte nefes alan ölümsüz bir yaşam biçimi ideali!.. Taa 670 yılından beri süregelen Türk’lüğün İslamiyet’le olan uyuşmazlığında; Yavuz Sultan Selim’le başlayan Türk düşmanlığının evet yanlış duymadınız Türk düşmanlığının kırılma noktası!.. Türk’lüğü küçümsemeyi bitirip; köhnemiş imparatorluğun küllerinden kurduğu bir Cumhuriyet ile, Türklüğü yeniden "Yavuz" öncesine ve hatta 670 öncesine döndürme zihniyetinin lideri o!.. Zaten o yüzden layık görülmüştür kendisine, "Atatürk" isminin verilmesi. Kabul etseniz de, etmeseniz de o artık bir idealdir!.. O yüzdendir, nefret edeninin çok olması. Çünkü ondan nefret edenler ne Türk kelimesini ağızlarına alabilirler ne de Atatürk. Bugün ona "Mustafa Kemal" diyenler, emin olun yarın Vahdettin’in subayı diyeceklerdir. Demokrasiyi durağa geldiğinde inilecek tren olarak görenler, hiç şüpheniz olmasın ki konjonktürü gözleyecek ve günü geldiğinde Atatürk'ü İslam düşmanı ve vatan haini ilan edip gıyabında yargılamaya bile kalkacaklardır. Bu savaş, 670 yılından beri sürüyor. Olaya buradan bakmazsanız çok yanılırsınız!.. Bu sadece ümmet mi, millet mi ya da Pantürrkizm mi, Panislamizm mi tartışması değildir. Bu, tıpkı Galileo'nun Hristiyan’lığa yaptığını, bir bilim adamı olmamasına rağmen bir adamın İslam’a yapmaya cesaret etmesidir. Ve, başarmıştır da!.. Başarısının kanıtı da hep söyleyegeldiğim Cumhuriyetin İslam anlayışıdır... Ve de bu anlayışı hala yaşatmaya çalışan milyonlar… Bu yüzdendir, bazılarınca ona duyulan nefret ve gizli düşmanlık!.. Yani olay evrenseldir aslında. Ve tüm dünya da bunu gördüğü için, Atatürk yeryüzünde yaşayan en evrensel kişiler arasındadır. Atatürk'ün gerçek isteğinin, laiklikden çok sekülarizm olduğuna inanırım ben. Ama o günün şartlarında yapacağı bir geçiş hamlesiydi laiklik!.. Çünkü laiklik ve İslam bile bir arada olmuyordu. Ancak zorlama bir laiklik ile gelebildik bu günlere. Sekülarizm ve İslam ise şimdilik bir ütopya… O ütopyayı başaracak bir toplum oluyorduk aslında yavaştan… Ama 2000’li yıllarda geri devrim hızlanınca; laik Türkler, sekülerliğin gölgesinde bir dini hoşgörüye evrilmeyi bıraktılar sanki... Çünkü, din pek çoğu için özgürlüklerini yok eden ve yaşamı karartan bir kavram haline gelmişti!.. Ben ilkokulda iken, Atam vatanı kurtaran kahramandı. Ortaokulda, soyal yaşamda devrimler yapan bir devrimciydi, ek olarak!.. Lisede ve üniversitede ise, devrimleri artık ideolojik bir yaklaşımla değerlendirebiliyordum!.. Ama Üniversite’nin son yıllarından itibaren olgunlaşma sürecimde farkettim ki, yaptığı devrimler İslam’ı reforma zorlayan evrensel bir girişimdir!.. Ve 2000’den sonra herkes daha da belirgin olarak fark etti ki, “hala diğer İslam toplumları gibi karanlıklar icinde değilsek, hala özgürsek ve hala İslam’ın bir reform şansı varsa ve de hala dünyevi zevklerimizi yaşayabiliyorsak, bunlar hep onun devrimleri sayesinde” Sanmayın ki, bu satırların yazarı ırkçıdır, ulusalcıdır v.b... Benim için, bu dünyada iki tür insan ya da iki tür ırk vardır. İyi insan ve kötü insan!.. Bundan başka, inandığım en yüce iki değer de özgürlük ve sevgidir. Dinleri ya da aşırı milliyetçiliği eleştirmemin sebebi de bu değerlerle bir araya gelmelerinin neredeyse imkansız olduğundandır!.. Ama bütün bunlar konjonktürel gerçekleri görmemi de engellemez. Bu yüzden de; bu dünyada uluslar, milletler, dinler var ise ve bunlar arasında yaşamsal bir rekabet söz konusuysa, hümanist karakterlerimi kaybetmeden milliyetçiliği savunurum yeri gelince!.. Atatürk’ün bence en önemli öngörüsü, bu Cumhuriyet “muassır medeniyetler” düzeyine çıkacaksa, bunun dinde reform olmadan olamayacağını öngörmesidir!.. Ve yine önemle vurguluyorum, Galileo başta olmak üzere Histiyanlığı reforma zorlayan bilim insanlarından yaklaşık 400 yıl sonra bir adamın, o yüce insanın, ”Atamın” çıkıp bu reformu İslam için yapmaya cesaret etmesi, dünya tarihinin en önemli olaylarından biridir!.. Ve hala özgürsek, hala umutluysak, hala karanlığa düşmüyorsak, hala şu kelebek kadar ömrümüze sığdırabildiğimiz zevklerimiz ve mutluluklarımız varsa; senin sayende yüce insan, sen hep bizimle varol!.. NOT: Bu yazı, 2014 yılının 10 Kasım’ında yazılmıştır.