italyan krallığı`nın doğu akdeniz politikası

advertisement
T.C.
EGE ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER ANABİLİMDALI
İTALYAN KRALLIĞI’NIN
DOĞU AKDENİZ POLİTİKASI ( 1861–1913)
(Yüksek Lisans Tezi)
MÜMTAZ ONUR GÜRER
Danışmanı:
Prof. Dr. Engin BERBER
İZMİR - 2007
Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğüne sunduğum “İtalyan
Krallığı’nın Doğu Akdeniz Politikası (1861–1913)” adlı yüksek lisans tezinin
tarafımdan bilimsel, ahlak ve normlara uygun bir şekilde hazırlandığını, tezimde
yararlandığım kaynakları bibliyografyada ve dipnotlarda gösterdiğimi onurumla
doğrularım.
Mümtaz Onur GÜRER
İÇİNDEKİLER
Sayfa No.
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
……………………………………………..………………………………………..I
……………………………………………………………………………………………...III
KISALTMALAR
………………………………………………………………………V
TABLOLAR LİSTESİ
GİRİŞ
……………………………………...…………………………………...VI
…………………………………………………………………….……………………..….1
I. BÖLÜM: NAPOLEON BONAPARTE (NAPOLYON BONAPART)
DÖNEMİNDE AVRUPA VE VİYANA KONGRESİ (1815) .......................7
A. Napolyon Döneminde İtalya Yarımadası’nın Durumu ………………………………..……..9
B. Viyana Kongesi (1815) Kararları ve Alınan Kararların Sonuçları
…………………..10
II. BÖLÜM: İTALYAN BİRLİĞİ’NİN KURULMASIYLA (1815-1870)
SONUÇLANAN SÜRECE ÖZLÜ BAKIŞ
...........…………………….13
A. Piemonte - Sardunya Krallığı’nın Yükselişi
………………………………………………14
B. Il Risorgimento (Yeniden Yükseliş) Hareketi ve İtalyan Birliği’nin Kuruluşu ......…….18
III. BÖLÜM: İTALYA KRALLIĞI’NIN DOĞU AKDENİZ POLİTİKASI ...............23
A. Osmanlı Devleti, Trablusgarp ve Bingazi
………….....................................................24
B. İtalya’nın Trablusgarp ve Bingazi’ye İlgisinin Siyasi Nedenleri
………………….28
C. İtalya’nın Trabusgarp ve Bingazi’ye İlgisinin Ekonomik Nedenleri
D. İtalya’nın İşgal öncesi Trablusgarp'ta Etkinlik Kurma Çabaları
……………..49
……………….….70
E. Trablusgarp Savaşı Öncesi İtalya ve Büyük Güçler …………………………………..…77
F. Trablusgarp Savaşı ( 1911-1912) ve Doğu Akdeniz’in Savaş Alanı Oluşu …..…...91
G. Barış Arayışları ve Ouchy Antlaşması
SONUÇ
……………………………………………..143
…………………………………………………………………………………………….161
I
EKLER
…………………………………………………………………………………………….163
Ek-1: Krallık Dönemi İtalyan Tarihi Kronolojisi (1861–1913)
………………...163
Ek-2: İtalyan Birliği’nin Kurulmasından Önce İtalya Yarımadası’nda Bulunan
Krallıklar
…….………………………………………………………………..….177
Ek-3: 1859 Yılı’nda Piemonte – Sardunya Krallığı
…………..……………….…….178
Ek-4: Roma ve Venedik’in Dâhil Olmadığı Birleşik İtalya Krallığı’nın
Kuruluşu
….………………………………………………………..…………….179
Ek-5: 1866 Yılında İtalya Krallığı
……..…..……...…………………………………......180
Ek-6: 1870 Yılında Venedik ve Roma’nın da Birliğe Katılmasının Ardından İtalyan
Birliği’nin Tamamlanması
Ek-7: İtalyan Birliği’nin Kurucuları
…..…………………………………………………..181
…..…………….………………………………… 182
Ek-8: Avusturya’ya Karşı İtalyan-Fransız Dayanışması
...………...……………...183
Ek-9: Libya Haritası ………………………………………………………...……………….184
Ek-10: Trablusgarp Savaşı’nda Kullanılan İtalyan Uçakları
…………….......185
Ek-11: Trablusgarp Savaşı’nda Kullanılan Bombardıman Balonları
.….…...186
Ek-12: Bombardıman Balonlarının Saldırı Rotaları ……………………………..188
Ek-13: İtalyan Bombardımanı Sonrası Ölen Sivil Araplar …………………..……...189
Ek-14: Trablusgarp Savaşı’nda İtalyan Birlikleri
Ek-15: Türk ve Gönüllü Arap Birlikleri
………..…………………..……...190
…………………………….………...……..193
Ek-16: Trablusgarp’a giden gönüllü Türk Subayları ………………………………....195
Ek-17: Banca Di Roma’nın Trablusgarp’taki Şube Binası ……………………….....197
Ek-18: 1861-1913 Yılları Arasındaki İtalyan Başbakanları …………………...……..198
Ek-19: 1861-1913 Yılları Arasındaki İtalyan Dış İşleri Bakanlşarı ………………...200
Ek-20: İsim Dizini
KAYNAKLAR
……………………………………………………………..203
……………………………………………………………………..…..206
II
ÖNSÖZ
Yüksek lisans ders aşamasında gördüğüm Avrupa Devletler Sistemi ve Doğu
Sorunu Dersi’nde araştırma konusu olarak seçtiğim İtalya’nın Doğu Sorunu’na Bakışı
başlıklı konumu araştırırken edindiğim bilgiler ve bu araştırmayı büyük keyif alarak
yapmam beni konu hakkında daha derinlemesine bir çalışma yapmaya sevk etti. Bu sebeple
birliğini sağlayıp; Avrupa’nın Büyük Güçleri’nin arasına girmesinin ardından Osmanlı
Devleti’ni paylaşma yarışında pay kapmaya çalışan İtalyan Krallığı’nın Trablusgarp ve
Bingazi Bölgeleri’ni işgaliyle başlayan, Beyrut Şehri’ni bombardımanı, Çanakkale
Boğazı’na saldırısı, Ege Denizi’ndeki On iki Ada’yı işgali ve son olarak Anadolu
Kıyıları’na saldırısıyla devam eden 1861-1913 yılları arasındaki Doğu Akdeniz
Politikası’nı incelemeye karar verdim.
Bu amaçla İtalyan Devlet Arşivi’nde konu ile ilgili belgeleri taradım. Ayrıca bu
döneme tanıklık etmiş gerek Osmanlı gerekse yabancı diplomat, siyaset adamı, asker ve
yazarların anılarından yararlandım. Ayrıca konuyla ilgili yazılmış olan İtalyanca ve diğer
Batı Dilleri’ndeki eserlerden inceledim. Bu kaynaklar aracılığıyla Trablusgarp Savaşı’nı ve
bu savaş bağlamında İtalyan Krallığı’nın Doğu Akdeniz Politikası’nı konu ile ilgili olarak
daha önce yapılmış olan çalışmalardan farklı olarak İtalya’nın bakış açısıyla
değerlendirmeye çalıştım.
Öncelikle bu çalışmayı gerçekleştirmemde fikirleriyle ufkumu açan, yol
göstericiliği ile kaynaklara ulaşmamı, onları derlememi ve doğru bir şekilde aktarmamı
kolaylaştıran, sabrı ve anlayışıyla beni motive eden ve çalışmamın başından beri bana her
konuda desteğini esirgemeyen hocam Prof. Dr. Engin Berber’e şükranlarımı sunuyorum.
İtalya arşiv kaynaklarını araştırırken yaptığı yardımlar için Napoli Devlet Arşivi görevlisi
Dr. Laura Mazzarotta’ya; yabancı dillerdeki kaynaklara ulaşmam konusunda bana yol
gösteren Bristol Üniversitesi İtalyanca Bölümü Başkanı Dr. Charles Burdett’e teşekkür
ediyorum. Ankara’daki üniversite kütüphanelerindeki kaynak taramalarında bana sabırla
yardım eden kardeşim Yiğit Anıl Gürer’e, desteğe ihtiyaç duyduğumda her an yanımda
III
olan aileme teşekkürü bir borç biliyorum. Son olarak tez çalışmam boyunca bana her türlü
desteğini esirgemeyen, notlarımı derlemem ve daktilo etmem konusunda bana sabır ve
özveriyle yardım eden sevgili nişanlım Sinem Muradaermiş’e binlerce kez teşekkür
ediyorum ve bu çalışmayı ona adıyorum.
Mümtaz Onur GÜRER
Bornova – İzmir, 24 Ekim 2007
IV
KISALTMALAR
ACS
: Archivio Centrale Dello Stato (Devlet Merkez Arşivi)
AMAE
: Archivio Del Ministro Degli Afferi Esteri (Dış İşleri
Bakanlığı Arşivi)
Bkz.
: Bakınız
Çev.
: Çeviren
s.
: Sayfa
ss
: Sayfa Aralığı
(t.y.)
: Tarih Yok
(y.y.)
: Yayınevi Yok; Yayın Yeri Yok ( Kullanıldığı yere göre )
V
TABLOLAR LİSTESİ
Sayfa No
Tablo-1
1910-1913 Arası İtalya’nın Dış Ticaret Değerleri (USD)
Tablo-2
Yıllar Bazında İtalyanların Göç Hareketleri ……………………………....56
Tablo-3
1861-1880 Yılları Arasında İtalya’daki Başlıca Sektörlerin
Gelişme Oranları (Milyon Liret)
Tablo-4
……………….53
……………………………………....59
Birliğin Sağlanmasının Ardından Geçen İlk 50 Yıllık Süre
İçinde (1862-1912) Genel Bütçe İçinden Yapılan Harcamalar (%) ……....61
Tablo-5
Ülkelerin Nüfuslarına Göre Yaptıkları
Savunma Harcamaları (Liret)
Tablo-6
…………………………………….….62
Deniz Kuvvetlerine Sahip Devletlerin Donanmalarının
Silah Güçleri ……………………………………………………………...63
VI
GİRİŞ:
İstanbul’un fethinin ardından Akdeniz’deki üstünlüğü de ele geçiren Türkler,
Avrupa’da Akdeniz temelli ticareti benimsemiş ve bu yolla zengin olmuş başta İtalyan şehir
devletlerinden Venedik ve Ceneviz olmak üzere diğer birçok Avrupalı devletin de önünü
kesmişlerdi. Bu durum, bu devletlerin Doğu’nun zenginliklerine ulaşmak için başka yollar
aramalarına neden olmuştu. 15. ve 16. yüzyıllarda coğrafya bilgisinin büyük ölçüde
gelişmesiyle Christoph Colomb (Kristof Kolomb) (1451-1506), Vasco Da Gama (Vasko Da
Gama) (1469-1524), Amerigo Vespucci (Ameriko Vespuçi) (1454-1512) , John Cabot
(1450-1498) ve Ferdinand Magellan (Ferdinand Macellan) (1480-1521) gibi denizcilerin
önderliğinde uzun süreli ve mesafeli gemi yolculukları yapılmaya başlanmıştı.
Doğu’nun gizemli dünyasına ve zenginliklerine ulaşmayı amaçlayan bu seferler
sonunda yeni coğrafyalar keşfedilmiş, keşfedilen yeni bölgelerden Avrupa’ya taşınan ham
madde, altın ve gümüş gibi madenlerin sayesinde zenginleşen Avrupa’da büyük çaplı
ekonomik ve sosyal değişim yaşanmaya başlamıştı. Asya, Afrika ve Latin Amerika’da
keşfedilen bölgelerdeki doğal zenginliklerin üzerinde Avrupalı devletlerin hak iddia
etmeleri ve bu bölgeleri ilhak yoluyla ele geçirmeleriyle birlikte sömürgecilik (Fr:
Colonialisme, İng: Colonialism) adı altında yeni bir siyasi ve ekonomik süreç ortaya
çıkmıştı.
Bu süreci başlatan fitili ateşleyen Portekiz ve İspanya, 1494 yılında Christoph
Colomb’un ilk yolculuğunun ardından yaptıkları Tordesillas Antlaşması’yla hayali bir
çizgiyle ikiye böldükleri Hıristiyan olmayan dünyanın batısında kalan her yerin İspanya’ya,
doğusunda kalan her yerin ise Portekiz’e ait oluğunu kabul etmişlerdi.1
Bu iki ülkenin başlattığı sömürgecilik akımının ikinci halkasını Fransa ve Hollanda
oluşturmuş, üçüncü aşamasında ise İngiltere’nin üstünlüğü görülmüş ve doğudan batıya
kadar geniş bir coğrafyada sömürgelere sahip olan İngiltere Üzerinde Güneş Batmayan
İmparatorluk olarak anılmaya başlamıştı.
1
Philip E. Steinberg, Lines of Division, Lines of Connection: Stewardship in the World Ocean, New
York: Geographical Review, Vol. 89, No.2, Oceans Connections, Nisan 1999, s. 256.
1
Sonraları, Rusya ve siyasal birliklerini tamamlayan İtalya ve Almanya da sömürge
arayışına girmiş ve gözlerini henüz hiçbir devlet tarafından sömürgeleştirilmemiş olan
Osmanlı Devleti’ne dikmişlerdi. Bunu sonucu olarak temeli Avrupalı eski Büyük Güçler ile
yenileri arasında Avrupa’nın Hasta Adamı olarak nitelendirilen Osmanlı Devleti’ni
paylaşmaya dayanan; Eastern Question (Doğu Sorunu) tabiri ortaya çıkmış ve bu soruna
çözüm arayışları -ki çözüm Osmanlı Devleti’ni tarafların ortak çıkarlarına uygun olarak
paylaşmaktı- Kırım Savaşı’ndan itibaren üç tarafa ayırabileceğmiz Büyük Güçler arasında
temel tartışma konusu olmuştu.
Bu üç taraftan ilki Sıcak Denizlere İnme Politikası’nı, ömrü Baltık Denizi’nden
Büyük Okyanus’a kadar sağlam temeller üzerinde genişlettiği ülkesinin sınırlarını sıcak
güney denizlerine indirmeye yetmeyen; ancak bu tutkusunu Rus Çarlğı’nın bir dünya gücü
olabilmesi için ana hedef olarak tayin eden Çar I. Petro (1682-1725)’dan beri temel ilke
olarak benimsemiş Rusya; İkincisi gerek Afrika ve Asya’daki sömürgelerine giden yolu
güvenlik altına almak isteyen, gerekse Osmanlı Devleti gibi büyük ve her açıdan verimli bir
bölgenin paylaşımından aslan payını kaparak; hızla gelişen Rusya’nın Osmanlı toprakları
üzerindeki hâkimiyetiyle kendilerine tehdit oluşturmasından çekinen İngiltere ve Fransa;
Üçüncüsü ise siyasal birliklerini kurduktan sonra geç başladıkları sömürgecilik yarışının
sonlarında
diğer
güçlere
yetişmeye
ve
henüz
Büyük
Güçler
tarafından
sömürgeleştirilmemiş Osmanlı topraklarından aslan payını kapmak isteyen Almanya ve
İtalya idi.
Büyük Güçlerden her birinin Osmanlı Devleti’nde kendi özel çıkarları vardı; fakat
güçlerin çıkarlarının çatışmadığı durumlarda önemli sürtüşmeler olmamıştı. Doğrudan
Büyük Güçler’in eylemlerinin veya dolaylı bir şekilde Balkanlar’daki milli grupların,
Osmanlı hükümetinin ya da Osmanlı Devleti’ne tabi yöneticilerin eylemlerinin sonucu
olarak, bu çıkarlara ve çıkar alanlarına tecavüz edildiğinde Doğu Sorunu krizleri
derinleşmişti.Osmanlı Devleti birçok baskıya karşı zayıf durumda oluşu da bu krizlerin
etkisini güçlendirmişti. Yüzyılın başında, kendi sınırları içindeki milliyetçi bağımsızlık
hareketlerine ve Avrupa’nın emperyal hırsına karşı kendi içinde bir savaş yürüten Osmanlı
Devleti’nin bir tek kozu vardı. Bu koz, Büyük Güçler’in, Osmanlı Devleti’nin siyasal bir
2
yapı olarak hayatta kalmasına yönelik genel arzularıydı; zira Osmanlı Devleti’nin toptan
dağılması Avrupa devletleri için kötü bir seçenekti. Bunun yanında Osmanlı Devleti’nin
hayatta kalmasının maliyeti de az değildi.
Osmanlı Devleti’nin dağılmasını engelleyemeyeceklerini anlayan ve dağılmayı
engellemenin maliyetinin her geçen gün arttığının farkına varan İngiltere ve Rusya’nın
monarkları Kral VII. Edward ile Çar II. Nikola’nın Haziran 1908’de Reval’de buluşması,
Doğu Sorunu’nun iki büyük tarafının aralarındaki ayrılıları unutup Osmanlı Devleti’nin
parçalanması konusunda antlaşmaya varabileceklerini Osmanlıların aklına getirmişti.
Özellikle 1878’deki Berlin Kongresi’nden sonra, parçalanma korkusu Osmanlıların
aklından hiç çıkmamıştı. Berlin Kongresi’nde Büyük Güçler, Kırım Savaşı’nın ardından
1856’da toplanan Paris Konferansı’nda kabul ettikleri Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü
koruma ve iç işlerine karışmama ilkelerini terk etmişlerdi.2 Avrupa’nın iki büyük gücünün
bu tutumu Avrupalı diğer güçleri de harekete geçirmişti. Bu devletlerden biri de birliğini
ancak 1860 yılında sağlayabilmiş olan İtalya idi. 3
İtalya, sömürge yarışına Avrupa’nın diğer Büyük Güçleri’ne nazaran çok geç
başlamıştı. Fransa’nın Tunus’u işgali, İtalya’nın bu bölgedeki umutlarını kırınca, İtalya
sömürgecilik yarışında Fransa’nın bayrağı ele geçirip Akdeniz’i Fransız Gölü haline
çevirmesinden korktuğu için4 kendine sömürge alanı olarak Osmanlı Devleti’nin Kuzey
Afrika’da kalan son toprak parçası durumundaki Trablusgarp ve çevresini seçmişti.
Trablusgarp’ta uzun vadeli ve kalıcı ticari çıkarlarını bahane eden İtalya, diplomatik
manevralar yoluyla bu bölgeyi işgal etmesi konusunda Büyük Güçler’in de desteğini
almıştı.
Eylül 1911’de İtalya, Türklerin Arap kabilelerini silahlandırarak İtalya’ya karşı
düşmanca saldırılarda bulunduklarını bahane ederek bir kriz başlatmıştı. Osmanlı Devleti,
İtalya’nın Trablusgarp’taki çıkarlarını korumak için bölgeyi işgal etmek istediğini belirten
ültimatomu reddedince, İtalya Osmanlı Devleti’ne karşı savaş ilan etmişti. Denizden
2
Marian Kent, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, (Çev: Ahmet Fethi), İstanbul: Tarih
Vakfı Yurt Yayınları,1999, s.1.
3
Matthew Smith Anderson, The Eastern Question 1774-1923, Londra: Macmillan,1966, s.143.
3
yapılan bombardımanın ardından İtalyan birlikleri, Trablusgarp’a çıkmış ve bölgeyi işgal
etmişlerdi. Zayıf bir mukavemetle karşılaşan İtalyan birlikleri Trablusgarp’ın ardından
sırasıyla Tobruk, Hums, Derne ve Bingazi5’yi de ele geçirmişlerdi. İşgali izleyen aylarda
İtalyan kuvvetleri’nin kıyı şeridindeki sayıları, 35.000’e ulaşmıştı.6 Ancak İtalya’ya karşı
cihat ilan eden Osmanlı Devleti, Enver Bey ve Mustafa Kemal önderliğinde örgütlediği
Arap kabileleri ve 5.000 kişilik düzenli birlikleri yardımıyla, İtalyan kuvvetleri’nin iç
bölgelere ilerlemelerini engellemişlerdi. Gösterilen mukavemet karşısında da İtalyan
birlikleri kıyı şeridinden iç kısımlara doğru sadece birkaç kilometre ilerleyebilmişlerdi.
Trablusgarp’ta bunlar yaşanırken patlak veren Balkan Savaşı Osmanlı Devleti’ni İtalya ile
Ouchy (Uşi) Barış Antlaşması’nı imzalamak zorunda bırakmıştı.
Bu Antlaşmayla birlikte Osmanlı Devleti Trablusgarp ve Bingazi’nin bağımsızlığını
tanıdığını ilan ederken; İtalya da aynı anda bölgeyi işgal ettiğini belirtmişti. Ancak İslam
Dini’nin bölgede yaşayan Müslüman Berberiler ve Araplar üzerindeki birleştirici rolü
burada yaşayan halkların İtalya’ya karşı Osmanlı Devleti zamanında ilan edilen cihadı
sürdürmelerine neden olmuştu. Neticede Türklerle İtalyanlar arasında imzalanan antlaşma
bölgede barışı sağlamaktan çok Trablusgarp’ta 20 yıl sürecek sömürge savaşının
başlatmıştı.7
Tezimizin amacı kendine sömürge alanı olarak belirlediği Osmanlı Devleti’nin
Kuzey Afrika’daki son toprak parçası olan Trablusgarp ve çevresini ele geçirmekle
başlayıp ardından da etki alanını Osmanlı’nın Akdeniz kıyılarına doğru genişletmeyi
amaçlayan İtalya’nın Doğu Akdeniz Politikası’nı incelemektir. Zira Büyük Güçlerin en
zayıfı durumunda olmasına karşı İtalya’nın Trablusgarp ve çevresinin işgal edilmesi
temelinde izlediği Doğu Akdeniz Politikası parçalanmanın eşiğinde olan Osmanlı
Devleti’ne beklide son darbeyi indirecek olan Balkan Savaşları ile başlayan ve Birinci
Dünya Savaşına kadar uzanan sürecinde tetikleyicisi olmuştur. Zira İtalya ile Osmanlı
4
Ernest N. Benett, With The Turks in Tripoli, Londra: Methuen & Co. Ltd, 1912, s.2.
Bölgenin antik çağlardaki ismi Sirenika idi. Bu sebeple bölge bu adla da bilinir.
6
Lisa Anderson, The State and Social Transformation in Tunusia and Libya 1930-1980, Princeton:
Princeton University Press, 1987, s.130.
7
Edward E. Evans, The Sanusi of Cyrenica, Oxford: Clarendon Pres, 1949, s.114.
5
4
Devleti arasındaki savaştan yararlanan Balkan Devletleri İtalya’nın da desteğiyle Osmanlı
Devleti’ne karşı birleşip ona savaş açmışlardır. Bunu yanında İtalya’nın Osmanlı Devletini
barışa zorlamak için savaşı Doğu Akdeniz’e doğru yayması ve Ege Denizi’nde bulunan
Oniki Adayı işgali ise günümüzde de devam eden Türkiye ile Yunanistan arasındaki adalar
sorununun temelini hazırlamıştır.
Büyük Güçlerin en zayıfı olmasına rağmen özellikle Osmanlı toprakları üzerinde
izledi sömürge politikası ile çok hassas temeller üzerinde yükselen Avrupa siyasi dengesini
bozan bir aktör olan İtalya’nın Doğu Akdeniz Politikası ile ilgili araştırmalarımız sırasında
kaynaklara ulaşma konusunda yaşadığımız bazı sıkıntılar oldu. Bunların başında da
kütüphanelerimizde konu ile ilgili mevcut kaynakların oldukça sınırlı olması geliyordu. Bu
sebepten çalışmamızda daha çok yabancı kaynaklardan yararlanma yoluna gittik. Özellikle
İtalyan Başbakanları Francesco Crispi ve Giovanni Giolitti’nin anıları dönemi siyasi
atmosferini anlama konusunda bize yardımcı oldu. Ayrıca Trablusgarp Savaşı sırasında
Osmanlı Devleti’nin Viyana Büyükelçisi olan Alexander Mavroyeni’nin kitap haline
getirdiği resmi yazışmaları da Trablusgarp Savaşı’nın yanında savaş boyunca verilen
diplomatik mücadeleyi takip etmemiz konusunda bize yol gösterdi. Ayrıca İtalyan arşivleri
ve İtalyanca yazılmış eserlerde kaynak konusundaki sıkıntılarımızı giderdi.
Anlatım planı açısından üç bölüme ayırdığımız çalışmamızın ilk bölümünde
İtalya’nın birliğini sağlanması için dönüm noktası niteliğinde olan Napoléon (Napolyon)
Savaşları’nı ve sonrasında gerçekleşen Viyana Kongresi ve kongrede alınan kararların
İtalyan devletlerine etkisine bakılacaktır.
İkinci bölümde Risorgimento (Yeniden Yükselik) Hareketi çevresinde ve PiemonteSardunya Krallığı’nın öncülüğünde gerçekleşen İtalyan Birliği’nin kurulması sürecinin
üzerinde durulacaktır.
Üçüncü ve son bölümde ise İtalya Krallığı’nın Doğu Akdeniz Politikası
çerçevesinde gelişen Trablusgarp Savaşı ve İtalya’nın Osmanlı Devleti’ni barışa zorlamak
için Çanakkale Boğazı’na, Ege Adaları’na ve Beyrut’ta yaptığı saldırılar ile Balkan
Savaşı’nın başlaması üzerine Trablusgarp’taki savaşı sonlandırmak için taraflar arasında
imzalanan Ouchy (Uşi) Barış Antlaşması’na giden süreç ele alınacaktır.
5
Bu bağlamda çalışmamız birliğini sağlamasının ardından geç kaldığı sömürge
yarışında diğer devlerlere yetişmek isteyen İtalya’nın başta Trablusgarp olmak üzere
Osmanlı Devleti’nin Doğu Akdeniz kıyılarına yönelik olarak izlediği politikaları ve
tarihimizin bir parçası olan Trablusgarp Savaşı ile İtalya’nın bu savaşı başlatma nedenleri
hakkında yapılacak olan araştırmalara herhangi bir katkı sağlayabilecek olur ise amacına
ulaşmış olacaktır.
6
I. NAPOLEON BONAPARTE (NAPOLYON BONAPART) DÖNEMİNDE
AVRUPA VE VİYANA KONGRESİ (1815)
14 Temmuz 1789 tarihinde Fransa’da Kralın Ulusal Meclis’i ortadan kaldırmaya
hazırlandığı yönündeki söylentiler kalabalık bir halk kitlesinin baskı ve işkencenin sembolü
haline gelen Bastille zindanlarına saldırmasına yol açmıştı. Paris’te başlayan bu ayaklanma
zamanla banliyölere oradan da kırsal kesime yayılmış ve daha sonra bütün Avrupa’da bir
bomba etkisi yaratacak olan, Konvansiyon Meclisi’nin 21 Eylül 1792’de Fransa’nın bir
Cumhuriyet olduğunu ilan etmesinin ardından Kral XVI. Louis (Lui) (1754-1793)’nin Dr.
Guilloitine’in (Giyotin) insan başı kesen makinesinin yardımıyla 21 Ocak 1793’te vatana
ihanet suçundan idam edilmesiyle son bulan kitlesel hareketin fitilini ateşlemişti. Bunu
takip eden zaman içinde Fransa’nın devrim orduları, Belçika ve Batı Almanya
topraklarında, devrimci ilkeleri yayarak, hızla Ren’e kadar ilerlemişlerdi. Bu yolla Fransız
Devrimi’nin ilkeleri Avrupa’nın diğer devletlerine de yayılmaya başlamış ve Avrupa’nın
mevcut siyasi haritasında değişime yol açacak hareketler ortaya çıkmıştı.
Fransız birlikleri ülke dışında ilerlerken, ülke içinde ise birbirine düşman siyasal
klikler arasında çatışmalar yaşanmaya başlamıştı. Bunun üzerine Konvansiyon 1795’te
Fransa için yeni bir anayasa hazırlamış ve bu anayasayla doğan Direktuvar Hükümeti,
ülkeyi dört yıl yönetmişti. 1799’da yapılan hükümet darbesi, genç ve başarılı bir general
olan Napoléon Bonaparte (1769-1821)’ı iktidara getirmişti. Kral yanlılarının İngiliz
desteğiyle kendisine karşı hazırladığı bir komplonun açığa çıkarılmasını fırsat bilen
Napoléon, kralcıların buna benzer girişimlerini önleme gerekçesiyle Mayıs 1804’te kendini
imparator ilan ettirmiş ve Papa’nın da katıldığı bir törenle taç giymişti. 8
Fransa’da devrimin patlak vermesi başta Kuzey Amerika’daki kolonilerini 1776
yılında yayımlanan Bağımsızlık Bildirgesi’yle kaybeden İngiltere olmak üzere Avrupa
monarşilerinde tedirginlik yaratmıştı. Buna ek olarak Kurucu Meclis’in her halkın kendi
kaderini belirleme hakkına sahip olduğunu ilan etmesi üzerine krallıkların devrime karşı
8
William McNeil, Dünya Tarihi, (Çev: Alâeddin Şenel), 9. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi, Mart 2005, ss.
661-662.
7
olan kaygıları da artmıştı. Napoléon’un 1804 yılında kendisini kral seçtirmesine rağmen
Avrupa monarşileri Napoléon’u hâla Fransız Devrimi’nin temsilcisi olarak görüyorlardı. Bu
nedenle, İngiltere çok geçmeden Avusturya, Rusya, İsveç ve Napoli’nin yer aldığı bir
koalisyon oluşturmayı başarmıştı. Ancak Napoléon koalisyon ordularıyla girdiği
çarpışmalarda büyük başarılar elde etmişti. Her ne kadar İspanyol donanmasının da
yardımıyla denizlerde üstünlüğü ele geçirip doğrudan İngiltere’ye saldırma planları
Trafalgar Deniz Savaşı (Ekim 1805)’nda uğranan ağır yenilgiyle son bulsa da; büyük
ordunun göstermiş olduğu hatırı sayılır başarılar sonucu Avusturya’yı dize getirip, Temmuz
1806’da
Alman
prensliklerini
Fransız
korumasındaki
Ren
Konfederasyonu’nda
birleştirmişti. Ayrıca Fransız birlikleri Prusya ve Rusya’yı da çarpışmalarda ağır yenilgilere
uğratmıştı.
1810 yılına gelindiğinde Kara Avrupası’nda hegemonyayı ele geçiren Napoléon
gücünün doruğuna ulaşmış bulunuyordu. Ancak Napoléon’un Avrupa’da çizdiği yeni siyasi
harita, Fransız Devrimi’nin taşıdığı düşüncelerin ve Fransız boyunduruğuna karşı gelişen
direnişlerin etkisiyle hemen her yerde milliyetçiliğin yükselmesine zemin hazırlamıştı.
1812 yazında Rusya’ya karşı başlattığı seferden Moskova’ya kadar ulaşmasına karşın,
amansız kış koşullarından dolayı tam bir bozgun içinde geri çekilmek zorunda kalmıştı. Bu
ağır yenilgi Avrupa halklarının cephelerini yönünü Fransa’ya çevirmelerinde önemli bir
dönüm noktası olmuştu. Koalisyon güçleriyle birleşen ve özgürlükleri için ayağa kalkan
halkların da yardımıyla Napoléon yenilgiye uğratılmıştı ve hızlı bir çöküşün ardından
6 Nisanda imparatorluktan çekilmeyi kabul ederek Elbe Adası’na sürgüne gönderilmişti.
Aslında Napoléon Fransız Devrimi’nin ilkelerinin gerçek mirasçısıydı. Evlilikten,
mirasa ve sınıf ayrımının ortadan kaldırılmasına kadar birçok konuda kanunlar çıkartmıştı.
Bu kanunlar devrim ordularının zaferi üzerine Fransa’nın etkisi altına giren öteki ülkelerin
hukuk reformu girişimleri için de uygun bir örnek olmuştu.9
9
McNeill, s. 662.
8
A. Napoléon Döneminde İtalya Yarımadası’nın Durumu
Napoléon Savaşları öncesi dönemde İtalya Yarımadası’nda farklı şehir devletlerinin
oluşturduğu birlikten uzak bir yapı hâkimdi. Ayrıca, Almanya’da olduğu gibi İtalya’da da
Avusturya’nın mutlak bir hâkimiyeti söz konusuydu. Avusturya’nın bölgedeki üstünlüğü
Napoléon’un Avusturya’ya karşı kazandığı büyük zaferin ardından İtalya Yarımadası’na
girmesiyle ile Fransa’ya geçmişti. 16 Mayıs 1796'daki Paris Barış Antlaşması ile de
bugünkü İtalya'nın Piemonte Bölgesi’ni de içine alan Savoie Krallığı ile komşu olmuştu.
Venedik Cumhuriyeti’ni de eline geçiren Napoléon, daha sonra bu bölgeyi Milano Düklüğü
karşılığında Avusturya’ya vermişti.
Napoléon'un İtalya'ya girmesi ile Fransız Devrimi’nin etkileri tüm yarımadada
kendisini hissettirmişti. Fakat Napoléon'un Mısır Seferi (1798-1799)’ni fırsat bilen Avrupa
devletleri, İngiltere ve Rus ile birlikte ittifak kurarak İtalya’daki Fransız ordusunu geri
çekilmek zorunda bırakmışlardı.
. Ancak 1804 yılında Napolèon, Fransa’da krallığını ilan etmesinin ardından
İtalya’yı yeniden işgal etmiş ve 1805 yılında da İtalya Kralı unvanını almıştı. Napolèon’un
İtalya Kralı olmasının ardından Papa'nın kontrolü altındaki bölgeler yeniden oluşturulmuş;
Büyük Toscana Düklüğü, Etruria Krallığına dönüştürülürken; Lucca, Massa, Piombino ve
Carrara Düklükleri, Napoléon'un kız kardeşi Eloise'nin, Napoli Krallığı ise erkek kardeşi
Joseph'in himayesine verilmişti. Yalnızca Sardunya ve Sicilya Adaları, Savoie ve
Bourbonlar’a bırakılmıştı. Ancak Napoléon'un Ruslara karşı yapmış olduğu 1813 Liepzig
ve 1815 Waterloo Savaşları’nı kaybetmesiyle İtalya tekrar Avusturya’nın kontrolü altına
girmişti.10
10
Christopher Duggan, A Concise History of Italy, Cambridge: Cambridge University Press, 1994, ss. 3540.
9
B. Viyana Kongesi (1815) Kararları ve Alınan Kararların Sonuçları
Napoléon Savaşları yüzünden Avrupa'nın bozulan siyasal durumunu düzenlemek ve
Avrupa'nın gelecekte alacağı durumu belirlemek amacıyla tüm Avrupa devletleri Napoléon
Savaşları’ndan en çok zarara uğrayan ülke olan Avusturya’nın önderliğinde Viyana'da
büyük bir kongre toplamışlardı. Kongreyi dört büyük devlet, İngiltere, Rusya, Avusturya ve
Prusya yönetmişlerdi. Avusturya Şansölyesi Prens Clemens von Metternich (Meternih)’in
(1773-1859) başkanlık ettiği kongreye Osmanlı Devleti katılmamıştı. Kongreye önderlik
eden Büyük Güçler’den her biri Avrupa’nın siyasi haritasını kendi çıkarlarına uygun olarak
tekrar çizmek istiyordu. Özellikle birçok konuda Avusturya ile Rusya’nın çıkarları
çatışıyordu.
Rusya I. Petro zamanından beri Avrupa’nın bütün sorunlarına ortak olmayı
benimseyen bir politika izlemişti. Bu sebepten Rus Çarları ve Çariçeleri Avrupa
devletlerinin içinde bulundukları savaşlara ya da antlaşmazlıklara bir şekilde taraf olma
çabası gösteriyorlardı. Ancak, konferansın baş mimarı Metternich, Rus Çarı I. Alexander
(Aleksandır)’ın (1777-1825) Avrupa’ya Napoléon’un yaptığından daha kökten bir biçimde
yeni düzen verme düşüncesinden ve Avusturya içinde yaşayan Slavlara etki
edebileceğinden çekiniyordu. Bu yüzden savaşın yenik tarafı Fransa’yı asi Rusya’nın
karşısına bir güç olarak bırakmıştı.11 İki büyük güç arasında bu çekişmeler yaşanırken
Prusya da kendi önderliğinde bir Alman birliği kurulması için çabalıyordu. İngiltere ise
Napoléon
Savaşları’nın
getirdiği
devrimci
ruhu
kendi
toprakları
içinde
nasıl
sindirebileceğini araştırıyordu.
Bütün bu tartışmalar ve çekişmeler içinde tamamlanan konreden Avrupa’nın siyasi
haritasını yeniden çizen şu kararlar çıkmıştı:
11
-
Fransa'nın ele geçirmiş olduğu yerlerin hepsi elinden alınmayacak.
-
Belçika ve Hollanda birleştirilecek ve Nederland Devleti kurulacak.
-
Germen Konfederasyonu oluşturulacak.
-
İsveç ve Norveç Krallıkları birleştirilecek ve İsveç-Norveç Krallığı kurulacak.
McNeill, s. 664.
10
-
İsviçre; 22 kantondan meydana gelen bağımsız ve sürekli tarafsız bir devlet
haline gelecek.
-
Avusturya, Doğu Galiçya'yı, Lombardiya ve Venedik'i alacak.
-
Napoléon'un hükümetlerine son verdiği hükümdarlar ve krallar tekrar ülkelerine
ve tahtlarına sahip olacaklar.
-
Fransa, devrimden önceki sınırlarına çekilecek.
-
Varşova Büyük Dükalığı ile Finlandiya, Rusya'ya verilecek.12
Görüldüğü üzere kongrede İngiltere, Rusya, Prusya ve Avusturya’nın kendi
çıkarlarına göre ve bu çıkarların uyuşması oranında yeni bir düzen kurmaya yönelik
kararlar alınmıştı. Kongrede Fransız Devrimi’nin Avrupa'ya yaydığı insan ve vatandaşlık
haklarından hiçbirisi, yani hürriyet, milliyet ve eşitlik prensipleri göz önünde tutulmayıp,
sırf siyasal emel ve istekler üzerine kararlar verilmişti. Oysa Fransız Devrimi’nin ruhu
Napoléon’a karşı savaşan koalisyon güçlerinin halklarını da büyük ölçüde etkilemişti.
Bundan dolayı Viyana Kongresi kararları Avrupa’da düzenin tekrar sağlanması konusunda
yeterince başarılı olamamış ve kongreye katılan devletler alınan kararları yürütebilmek,
Avrupa düzenini korumak, krallık rejimine karşı yapılacak devrim hareketlerini bastırmak
ve Avrupa'yı mutlak krallık rejimiyle yönetmek için aralarında yaptıkları bazı antlaşmalar
sonucunda Avrupa’da Restorasyon Devri denen dönem başlamıştı. Bu dönemde Büyük
Güçler, Viyana Kongresi kararlarını yürütmek amacıyla, iki ayrı bağlaşma kurmuşlardı.
Bunlardan ilki, sürgünde bulunan Napoléon'un Fransa'da tekrar iktidara gelmesiyle
Avrupa'nın üç büyük devleti Rusya, Avusturya ve Prusya’nın bir araya gelip oluşturduğu
Kutsal İttifak adındaki örgütlenmeydi. Esas amacı Fransız Devrimi'ne karşı bir tepki olarak
mutlakıyetçiliği güçlendirmek olan bu örgütlenmeye Fransa da sonradan katılmıştı.
Kutsal İttifak’ın yetersizliği üzerine Metternich'in önderliğinde İngiltere, Rusya,
Avusturya ve Prusya arasında Dörtlü İttifak adında; devrimci düşüncelerin yayılmasını
silah gücüyle engellemeyi ve her türlü özgürlük hareketini bastırmayı amaçlayan yeni bir
örgütlenmeye gidilmişti. Fakat Metternich Sistemi olarak ta adlandırılan bu örgütlenme
12
Anderson M.S., ss. 112-117.
11
özgürlük düşüncesini geniş ölçüde benimsemiş bulunan Avrupa toplumlarında otoriteye
karşı bir tepki meydana getirmişti. Mutlakıyet yönetimlerine karşı güçlenen liberal tepki
Avrupa'yı sarsmış, mutlakıyetçi devletlerin karşısına bütün bir Avrupa halkı çıkmıştı.13
Bunun yanında Viyana Kongresi sonunda alınan kararları uygulamaya geçirmek
için yapılan çalışmalar, Almanya’yı tek bir devlet olarak birleştiremediği gibi; siyasal
bakımdan bölünmüş İtalya’yı, bir kez daha Avusturya’nın ve Papalık’ın etkisine bırakmıştı.
Oysa Napoléon Döneminde birçok farklı şehir devleti çeşitli cumhuriyetlerin çatısı altında
birleşmiş ayrıca Napoléon’un 1805’te kendini İtalya Kralı ilan etmesiyle bütün Orta ve
Kuzey İtalya’da Fransız egemenliğinin kurulmasının yanı sıra bu süre içinde feodal
kalıntıların çoğu ortadan kaldırılmış; hukuk, eğitim ve ulaşım alanlarındaki atılımlarla hızlı
bir toplumsal gelişme sağlanmış ve Papalık’ın bölgedeki siyasal etkinliği de geçmişe
nazaran azalmıştı.14 Ancak, Napoléon Dönemi boyunca gelişen milliyetçilik fikirlerinin
yanında İtalya’daki liberal ve özgürlükçü hareketler de Avusturya’nın bölgedeki hâkimiyeti
sürecince artış göstermişti. 1830 yılında Bologna, Modena ve Parma kentlerinde başlayan
ayaklanmalar, askeri bir eşgüdüm sağlayamadığından Avusturya birliklerince kısa sürede
bastırılmıştı. Bütün bu olumsuz gelişmelere rağmen her geçen gün liberal fikir akımlarının
da etkisiyle gücünü arttıran muhalefetin yanında özellikle İtalya’nın kuzeyi belirgin bir
ekonomik gelişme süreci içine girmişti. Cenova ve Milano Avrupa’nın önde gelen finans
merkezleri arasına girerken, Piemonte ve Lombardiya’da sanayi hızla gelişmiş, Toscana
canlı bir ticaret merkezi haline gelmişti.15 Bu ekonomik canlanmanın etkisiyle liberal
çevrelerin
Avusturya
yönetimi
üzerindeki
baskıları
da
artmıştı.
Avusturya
hegemonyasından kurtularak İtalya’nın birliğini sağlama düşüncesi geniş bir destek
bulmaya başlamıştı. Bu gelişmelerden rahatsızlık duyan Avusturya’nın İtalya’ya müdahale
yolunu seçmesi ise Avusturya’ya olan tepkinin daha da artmasına yol açmıştı. Bunu üzerine
Piemonte-Sardunya Krallığı Avusturya’ya karşı savaş ilan etmişti. Avusturya’yı İtalya
topraklarından çıkarmayı planlayan bu harekete; Sicilya Krallığı’nın da kurduğu orduyla
13
McNeill, s. 664.
Antonio Gramsci, Il Risorgimento, Torino: Einaudi, 1974, s. 127.
15
Luigi Preti, La Storia D’Italia, London: Secker & Warburg, 1968, s. 80.
14
12
destek vermesiyle gücünü arttıran birlikler Parma ile Modena’yı ele geçirmişti. Bunu
takiben Toscana ve ardından da Roma’da demokratik yönetimler kurulmuştu. Fakat bu
yönetimler aralarında ortak bir birlik kurmayı başaramadan Avusturya’nın saldırılarıyla
karşılaşan cumhuriyetler bu saldırılarına dayanamayıp sırayla yıkılmışlardı. Ama İtalya’yı
birleştirmeyi amaçlayan hareketlerin Fransız yönetiminin altında ulaşılabilir bir hedef
olarak güç kazanması, İtalya toplumunda silinmez bir iz bırakmıştı. Böylece daha sonra
kurulacak olan İtalyan Birliği’nin temelleri de güçlenmişti.
II. İTALYAN BİRLİĞİ’NİN KURULMASIYLA (1815-1870) SONUÇLANAN
SÜRECE ÖZLÜ BAKIŞ
Tek dil, tek din, tek mezhep ve tek bir etnik yapıya sahip İtalyan halkının; Roma
İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra tekrar tek bir devletin çatısı altında toplanması 19.
yüzyıl’ın ikinci yarısına rastlamıştı. Roma İmparatorluğu’nun çöküşüyle birlikte Orta
Çağ’ın feodal yapısı içinde yarımadada irili ufaklı birçok devlet kurulmuştu. Kuzey
İtalya’da Fransız etkisi altında Savoie Hanedanı’nın yönettiği Piemonte ve Cenova
Devletleri vardı. Onların komşuları olan Venedik her ne kadar bağımsız bir politika takip
edebiliyor gibi görünse de kuzeyindeki Avusturya ve güneyindeki Papalık Devleti’nin
baskısı altındaydı. Bunlara ek olarak bir de Akdeniz’deki Venedik topraklarını teker teker
ele geçiren ve Balkanlar üzerinden Venedik’e dayanan Osmanlı Devleti’ni de eklemek
gerekir. Papalık Devleti’nin egemenliği altındaki Orta İtalya’da bu devletten başka Floransa
ve Toskana Devletleri vardı. Güney İtalya’da ise Sicilya ve çizmenin topuğunu elinde
bulunduran ve İspanya’nın vasalı durumundaki Napoli Krallığı hüküm sürmekteydi.
Tüm bu devletlerin çoğu zaman birbirleriyle savaş içinde olmaları yanında 16. ve
17. yüzyıllarda Fransa ile İspanya’nın; 17. yüzyılda Fransa ile Avusturya’nın İtalyan
toprakları üzerinde birbirleriyle savaşmaları yanında 19.yüzyılın başlarında Napoléon’un
bölgeyi işgal etmesi, İtalya’yı iyice zayıf düşürmüştü.16 Ancak İtalya bu zayıflığını kısa
16
M. Danon, Nations D’Histoire Des Peuples Modernes, Paris, (t.y.), s. 123.
13
zamanda üzerinden atarak ayağa kalkacaktı. Çünkü İtalya’da ortaya çıkan bir düşünce
akımı Avrupa tarihinin dönüm noktası olmuştu. Antik Yunan ve Roma dünyasının yeniden
araştırılarak Avrupa için bir model oluşturması ve hayatın her alanında bir ilerlemeye yol
açan Rönesans Hareketi İtalya’da bu sırada başlamıştı. Rönesans Avrupa için ilerlemenin
ve zenginleşmenin başlangıcı olmuştu. Ancak tüm İtalya’yı birleştirebilmiş milli ve
merkezi bir otoritenin olmayışı İtalya’nın Rönesans’ın nimetlerinden diğer Avrupa
ülkelerine nazaran daha az yararlanmasına sebep olmuştu. Her ne kadar önceleri
hümanizmin önderlerinden şair Petrarch (1304-1374) 14. ve politik kuramcı Machiavelli
(1469-1527) 16. yüzyılda İtalya’nın birleşmesi gerektiği üzerinde durmuşlarsa da onların
bu arzusu ancak 1870’de gerçekleşebilmişti.
1789 Fransız Devrimi’ne kadar bölünmüş yapısını koruyan İtalya’da, Güney İtalya
tamamen İspanya’nın, Kuzey İtalya ise Fransa ve Avusturya’nın vasalları durumuna
gelmişti. Kendisi de Floransa’dan Korsika’ya göçmüş bir İtalyan olan Napoléon Bonaparte,
Avusturya’yı güneyden vurmanın en elverişli yolunun onun İtalya’daki vasallarına
saldırmak olduğunu görmüş ve 1797’de Alpler üzerinden İtalya’ya girmişti. Arcole, Rivoli,
Marengo ve daha pek çok savaşta Avusturya’yı mağlup eden Napoléon ilk kez tüm
İtalya’yı birleştirebilmişti; ancak bu birleşme Fransız bayrağı altında olmuştu.17
A. Piemonte-Sardunya Krallığı’nın Yükselişi
Piemonte-Sardunya Krallığı adından da anlaşılacağı gibi İtalya Yarımadası’nın
doğusunda bulunan Sardunya Adası’yla; yine yarımadanın kuzeybatısında bulunan
Alessandria, Asti, Cuneo, Novara, Torino ve Vercelli şehirlerini içine alan 25.399
kilometre karelik yüz ölçüme sahip ve adı Dağ Eteği manasına gelen Piemonte Bölgesi’nin
yönetimini elinde bulunduran ve çeşitli hanedanlar egemenliğinin ardından 1700 yılından
sonra Savoie Hanedanı’nın yönetimine giren krallıktı.18 Krallık gerek Fransa’ya komşu
oluşu yüzünden gerekse geçiş yolları üzerinde olduğundan tarih boyunca Fransa’nın
kontrolü altında kalmıştı. Özellikle Napoléon Döneminde Avusturya’ya karşı taarruzun ana
17
Oral Sander, Siyasi Tarih -İlk Çağlardan 1918’e, İstanbul: İmge Kitabevi, 9. Baskı, 2001, ss. 219-220.
14
merkezi olan Piemonte Krallığı Napoléon’un iktidarı boyunca Fransa’nın işgali altında
kalmıştı.19 Bu dönemde krallık içinde yayılan Fransız Devrimi’nin düşünceleri özellikle
liberal ve entelektüel sınıfı derinden etkilemişti. Bu sınıflar içinde yurttaşlık ve milliyetçilik
düşünceleri oldukça geniş bir taraftar bulmuş bu da işgalcilere karşı birleşik İtalya fikrini
güçlendirmişti.
Napoléon Dönemi boyunca Fransız bayrağı altında olsa da bir birlik kurabilmiş olan
İtalya; Napoléon Savaşları’ndan sonra toplanan Viyana Kongresi’nde alınan kararları
uyarınca mutlakıyetle yönetilen yedi hükümete ayrılmış ve baskıcı bir yönetim altına
girmişti. Zaten, Viyana Kongresi’nin baş mimarı Metternich siyasi olarak bölünmüş bir
İtalya’yı daha kolay kontrol altında tutacağına inanıyordu. Birleşik bir İtalya’yı
Avusturya’nın bölgedeki çıkarlarına ve hâkimiyetine bir tehdit olarak gören Avusturya
Şansölyesinin konuşmalarında İtalya’dan bahsederken “İtalya bütün bir coğrafi bölgeyi
tanımlayan bir kelime değildir.” ifadesini kullanması bu düşüncesinin bir yansımasıydı.20
Bu dönemde Avusturya’nın bölgedeki hâkimiyetine ve baskıcı yönetimlere karşı en
güçlü tepki Piemonte’den geliyordu. Zira Piemonte gerek Fransa sınırında bulunmasından
gerekse diğer İtalyan devletlerine göre hem ekonomik hem de kültürel yönden daha
gelişmiş bir yapıya sahip olmasından dolayı işgal karşıtı örgütlenmeler en çok bu krallıkta
görülüyordu. Bu örgütlerin başında da, Carbonaria21 adındaki gizli örgüt geliyordu. Kuzey
İtalya’da örgütlenip daha sonra güneydeki Papalık devletlerine ve Napoli Krallığı’na kadar
yayılan örgüt baskıcı yönetime karşı en büyük zaferini 1820 yılında Napoli’de çıkan
ayaklanma sonrası Kral I. Ferdinando (1751-1825)’yu bir anayasa sözü vermek zorunda
bırakmasıyla sağlamıştı. Her ne kadar bu ayaklanma, Ferdinando’nun Avusturya’yı
yardıma çağırmasının ardından Avusturya ordularının isyanı kanlı bir şekilde bastırmasıyla
son bulmuş olsa da İtalyan milliyetçilerinin birlik duygularını daha da canlandırmıştı.
Avusturya karşıtı ve bağımsızlık yanlısı benzer bir ayaklanma Napoli’nin hemen ardından
18
http://www.regione.piemonte.it , Erişim Tarihi: 18.07.2007.
Liddell B.H. Hart, Strateji Dolaylı Tutum, (Çev: Selma Koçak), Ankara: Doruk Yayımcılık, 2003, ss.
161-163.
20
Danon, s. 124.
21
İtalyanca kömürcüler anlamına gelmektedir.
19
15
1821 yılında Piemonte’de çıkmış ancak bu ayaklanma da Napoli’deki benzeriyle aynı hazin
sonu paylaşmıştı.22 Bunu yanında 19. yüzyılın başlarında İtalyan Birliği fikri sadece
entelektüeller, liberaller ve burjuva sınıfı tarafından desteklenirken, Carbonaria
Örgütü’nün çalışmaları sonucu birlik fikri halkın alt kesimlerine kadar yayılmıştı.
Carbonaria Örgütü çalışmalarını sürdürürken Piemonte de her geçen gün gücünü ve
bölgedeki etkinliğini arttırmaya devam ediyordu. Piemonte küçük bir devlet olmasına
karşın Orta Çağ’dan bu yana istikrarlı bir gelişme göstermekteydi. Piemonte’ye benzer bir
yapıya sahip olan Sicilya Krallığı ise Sicilya Adası’yla çizmenin güney kesiminde
Napoli’yi de kapsayan bölgede egemenliği elinde tutuyordu. Her ne kadar diğer devletlere
nazaran daha bağımsız bir yapıya sahip olsa da, coğrafi olarak Avrupa’nın iç kesimlerine
uzak olduğundan ve etrafı Papalık devletleri ile sarıldığından Avrupa’da gelişen kültürel,
siyasi ve sosyal olaylara Piemonte kadar erken dâhil olamıyordu. Piemonte ise Fransa ile
sınır komşusu olmanın sağladığı avantajla sadece Fransa’daki kültürel hareketlerden
etkilenmekle kalmıyor, Avusturya’nın baskı alanına da diğer devletlere nazaran daha az
giriyordu. Ayrıca, Fransız Devrimi’nin getirdiği milliyetçilik kendini en çok Piemonte
içinde hissettiriyordu.
Piemonte’yi diğer İtalyan devletlerinden ayıran başka bir özelliği de yöneticilerinin
Avusturya tarafından atanan Habsburg Hanedanı’na mensup olmamalarıydı. Zira Toscana,
Parma ve Modena Düklüğü gibi İtalyan devletlerini yöneten monarkların hepsi Habsburg
Hanedanı’nın üyeleri idiler. Bu sebepten bu devletler üzerinde Avusturya’nın mutlak
baskısı ve kontrolü söz konusuydu. Bunu yanında Piemonte, İtalyan devletleri arasında
askeri açıdan da Avusturya’ya karşı mücadele edebilecek gücü olan yegâne orduya sahipti.
Piemonte’nin bu yapısı onu diğer devletlerarasında İtalyan Birliği’nin kurulması konusunda
öncü devlet konumuna getirmişti.23
1848 yılına gelindiğinde, Viyana Kongresi’nin Avrupa’da yeni bir düzen kurmak
amacıyla toplanmasının üzerinden 33 yıl geçmişti. Geçen zaman içinde Napoléon Savaşları
boyunca Avrupa’ya serpilen milliyetçilik tohumları filizlenmiş ve sarmaşık gibi Avrupa’nın
22
23
Danon, s. 124
Oğuz Karakartal, Türk Kültüründe İtalyanlar, İstanbul: Eren Yayıncılık, 2002, ss. 22-25.
16
Büyük Güçleri’ni sarmıştı. Fransız Devrimi’nin fikir akımları -özellikle milliyetçilik
düşüncesi- çok uluslu imparatorluklar için adeta bir kâbus haline dönüşmüştü.
Milliyetçilik
hareketlerinin
zirveye
ulaştığı
bu
ortamdan
İtalyan
devletlerinin
etkilenmemeleri düşünülemezdi. Zira Avrupa’da imparatorluklara karşı özgürlük elde
etmek amacıyla yapılan 1830 Devrimleri’nin başarısızlığı Avrupa imparatorlukları içinde
yaşayan topluluklarda hayal kırıklığından çok baskıcı yönetimlere karşı nefretin artmasına
sebep olmuştu. Bu topluluklar 1830 Devrimleri’nin başarısızlığını çeşitli ayaklanmalar ve
kitlesel hareketlerle telafi etmeye çalışmışlarsa da istedikleri amaca ulaşamamışlardı. On
sekiz yıl boyunca baskı rejimlerine karşı duyulan öfkeyle kurtulan saatin zembereği
sonunda boşalmış ve Avrupa’da 1848 Devrimleri’nin çanları çalmaya başlamıştı.
Avrupa’nın çok uluslu devletlerinde ayaklanmalar olurken İtalyan Yarımadası’nda
buna kayıtsız kalmamıştı. 1815-1848 tarihleri arasında Piemonte tarafından desteklenen pek
çok ayaklanma Avusturya orduları tarafından bastırılmıştı. Bunun üzerine Fransa’da
geçirdiği gençlik çağı boyunca Fransız Devrimi’nin liberal, özgürlükçü ve milliyetçi
fikirleriyle beslenmiş olan Piemonte Kralı Carlo Alberto (1798-1849) artık Avusturya savaş
açmanın zamanının geldiğini düşünerek bu devlete saldırmıştı. Bu cesur hareketten
etkilenen Papalık, Toscana ve Napoli Devletleri de kendi ordularını Piemonte’ye yardıma
göndermişlerdi. Savaşın başında İtalyan birliklerinin gösterdiği başarıya karşın daha sonra
yapılan bazı hatalar ve İtalyanlar arasında çıkan antlaşmazlıklar sonucunda Avusturya
karşısında yenilgiye uğrayan Piemonte ile yapılan barış antlaşmasıyla mevcut durum
yeniden kurulmuştu.
1848 yenilgisini sindiremeyen İtalyanlar bir yıl sonra 1849’da barışı bozmuşlar ve
Avusturya’ya savaş açmışlardı. Ancak yapılan Novare Savaşı’nda alınan ağır yenilgiden
sonra İtalyanlar yeniden barış istemişlerdi. Bu olaylar üzerine Kral Carlo Alberto tahttan
oğlu II. Victor Emmanuel (1820-1878) lehine feragat etmişti. Bütün bu gelişmeler
yaşanırken İtalya’nın birleşme mücadelesine iki önemli karakter daha dâhil olmuştu.
Bunlardan ilki, sonraları İtalyan Birliği’nin kurucusu olarak anılacak olan Piemonte
Başbakanı Kont Camillo di Cavour (1810-1861), diğeri ise Fransa Kralı III. Napoléon
(1808-1873)’du.
17
B. Il Risorgimento (Yeniden Yükseliş) Hareketi ve İtalyan Birliği’nin Kuruluşu
Carlo Alberto’nun oğlu II. Victor Emanuel’in adına tahtından feragat etmesinin
ardından Kont Camillo Benso di Cavour’un da başbakan olmasıyla birlikte Piemonte içinde
İtalyan Birliği’nin kuruluşundaki öncü devlet olma fikri iyice gelişmişti.Piemonte’nin
ticaret ve endüstri alanında izlediği yapıcı ve esnek politikalara ilaveten yaptığı ticari
Antlaşmalarla Piemonte bölgedeki ticari rolünü oldukça arttırmıştı. Bunun yanında Kral
Victor Emanuel’in devlet yönetimini parlamento ile paylaşması yasamanın istikrarlı bir
şekilde işlemesini sağlamanın yanında ülke içinde ayaklanmalara da engel olmuştu. Hem
bölgede hem de Avrupa içinde söz sahibi bir devlet olabilmek için ekonomik ve bilimsel
gelişmenin ve ilerlemenin önemini çok iyi kavramış olan Cavour’un 1852’de başbakanlığa
atanması da Piemonte’nin İtalyan Yarımadası’ndaki yükselişine büyük bir ivme
kazandırmıştı. Cavour’un izlediği uzlaştırmacı politika ve Teorik liberalizm ile pratik
Makyavelizm uygulamaları ulusal birliği gerçekleştirilmesinde büyük etkiye sahip
olmuştu.24
16. yüzyıldan başlayarak Piemonte’yi yöneten Savoie Hanedanı’na hizmet etmiş
olan ve köklü bir geçmişe sahip Cavour Ailesi’nin bir üyesi olan Camillo Benso genç yaşta
girdiği ordudaki görevleri dolayısıyla gerek İtalya içinde gerekse İtalya dışına yaptığı
gezilerde birçok ülkeyi ve Cenova, Paris ve Londra gibi Avrupa’nın kültür merkezlerini
ziyaret etme fırsatı bulmuştu. Bu ziyaretleri sırasında gördükleri onun siyasi dünyasını
etkileyecek fikirler edinmesine ve gözlemlerde bulunmasına olanak vermişti. Piemonte’nin
o zamanki başkenti Torino’ya döndüğünde Fransız Devrimi’nin görüşleriyle donatılmış
durumdaydı. Cavour Ailesi’nin Savoie Hanedanı’na yakınlığı ona parlamentoya giriş
olanağı sağlamıştı. Böylece gençlik yıllarında itibaren ilgi duyduğu siyasetin içine girmiş
ve devlet adamlığı kariyeri de başlamıştı. Sırasıyla Tarım, Ticaret ve Finans Bakanlıkları
görevlerinin ardından Kral II. Victor Emanuele’in desteğiyle 1852 yılında Piemonte’nin
Başbakanlığı’na atanmıştı. Bundan sonra da İtalyan Birliği’nin kuruluşunun en ateşli
destekleyicisi durumuna gelmişti. Aslında Cavour’un özgür ve birleşik İtalya fikri 1830’da
24
Karakartal, s. 30.
18
görevli olarak gittiği Cenova’da katıldığı İtalyan düşünce adamı ve İtalyan Birliği’nin fikir
babası sayılan Giuseppe Mazzini (1805-1872)’nin önderi olduğu Carbonaria Örgütü’nün
toplantıları sayesinde güçlenmişti. Mazzini’nin kurucusu olduğu Giovine Italia (Yeni
İtalya) adlı gizli örgüt ve önderi olduğu Il Risorgimento (Yeniden Yükseliş) Hareketi
sayesinde birleşik ve özgür İtalya fikri geniş kitleler tarafından benimsenmişti. Carbonaria
Örgütü içindeki çalışmaları yüzünden tutuklanan Mazzini 1831 yılında serbest
bırakılmasının ardından Marsilya’ya gitmişti. Marsilya’da geçirdiği iki yıllık süre boyunca
İtalyan devletlerini yabancı devletlerin egemenliğinden kurtarıp bağımsız bir cumhuriyet
çatısı altında birleştirmeyi amaçlayan Giovine Italia Örgütü’nün temellerini de burada
atmıştı. Bu örgütün düşünce temelinde İtalya’yı Papa ya da Kralın değil ancak bir halk
hareketinin kurtaracağı inancı yatıyordu. İtalyan devletleri içinde kısa sürede örgütlenen
Yeni İtalya’nın üye sayısı iki yıl içinde 60.000’e ulaşmıştı. II. Victor Emmanuel, Cavour ve
Mazzini’nin yanında Giuseppe Garibaldi (1807-1882)’nin de katılımıyla birleşik İtalya’nın
kare ası oluşmuş oldu. İtalyan Birliği’nin kılıcı olarak ta adlandırılabilecek olan Garibaldi
Piemonte donanmasında görev yaptığı 1833-1834 yılları arasında, İtalyan milliyetçiliğinin
önderlerinden olan Mazzini’yle Fransız Sosyalist düşünür Saint Simon’un görüşlerinden
etkilenmişti. 1834 yılında Piemonte’nin başlattığı ayaklanmaya katılan Garibaldi hareketin
başarısız olması sonucu Fransa’ya kaçmıştı. Fransa’dan sonra sürgün olarak Uruguay’da
yaşayan Garibaldi bu dönem boyunca baskıcı güçlere karşı verilen mücadelelere katılmıştı.
Özellikle Uruguay donanmasının hizmetinde geçirdiği süre boyunca gerilla savaşı
konusunda oldukça deneyim kazanmıştı. 1848 Devrimleri’nin başlamasının ardından
İtalya’ya dönen Garibaldi; burada Avusturya birliklerine karşı verilen mücadelenin içinde
yer almıştı. Gerilla savaşı konusunda büyük bir usta olan Garibaldi, İtalyan Birliği’nin
sağlanmasına propagandacı olarak da büyük katkıda bulunmuştu. Halktan biri olarak,
kitleleri yeni yurtseverlik düşüncesi etrafında harekete geçirmeyi, Cavour’dan ve
Mazzini’den çok daha iyi biliyordu.25 Fikir yönünden Mazzini ve Cavour, Siyasi Yönden
25
Sergio Romano, Histoire de L’Italie du Risorgimento a Nos Jours, Editions Du Seuil, 1977, ss. 21-22.
19
II. Victor Emanuele ve askeri yönden Garibaldi tarafından desteklenen Il Risorgimento bu
kişilerin etrafında oluşan bir hareketti.
Il Risorgimento Hareketi 19. yüzyılda İtalyan’ın bir bayrak altında birleşmesini ön
gören bir hareket olmanın yanı sıra kökleri 1789 Fransız Devrimi’ne kadar uzanan bir
geçmişe sahipti. Ayrıca bu hareketi, sadece İtalyan Birliği’ni kurmayı amaçlayan bir fikir
akımı olarak görmekte son derece yanlış olur. Zira bu hareketin esas amacı yabancı
devletlerin kontrolünden arınmış özgür, liberal ve anayasal bir İtalya kurmak ve İtalyan
halkını da bu amaç etrafında birleştirmekti. Bu hareketin savunucuları birliğin ancak kişi
hak ve özgürlüklerinin anayasal garanti altına alınması durumunda güçlü bir yapıya sahip
olabileceği fikrinde birleşmişlerdi. Bunun yanında Il Risorgimento Hareketi, 1815-1848
yılları arasındaki yabancı egemenliğine karşı yapılan özgürlükçü ayaklanmaların temel
dayanak noktası olmuştu. Ancak bütün bu ayaklanmalar İtalyan Birliği önündeki en büyük
engel olan Avusturya’yı bertaraf etmeye yetmemişti. İtalya’nın yabancı bir gücün desteği
olmadan tek başına Avusturya’yı yenemeyeceğini anlayan Cavour bu amaçla önce Fransa
ile daha sonra da Prusya ile anlaşmıştı.
Cavour’un destek alacağı ilk güç olan Fransa’nın başında o zamanlar Napoléon
Bonaparte’ın yeğeni III. Napoléon bulunuyordu. Amcasının düşüşünden sonra Fransa’dan
ayrılmak zorunda kalan III. Napoléon uzun yıllar İtalya’da sürgün hayatı yaşamıştı. Hatta
bu dönemde Carbonaria Örgütü’ne bile katılıp 1831 yılında Papalık’a karşı girişilen
ayaklanmada da yer almıştı. Bu yüzden İtalya’nın içinde bulunduğu mücadeleye yabancı
değildi. Diğer taraftan Fransa’nın kuzeyinde de durum İtalya’dakinden farklı değildi. Zira
bu bölgede dağınık halde bulunan Alman Presnslikleri’ni de bir bayrak altında birleşme
düşüncesi sarmıştı. Bu durum Fransa için bir tehdit demekti. Bunu gören III. Napoléon,
birleşik İtalya’nın Avusturya’yı zayıflatacağını ve gelecekte oluşabilecek bir Alman
Birliği’ne karşı Fransa’ya destek verebileceğini düşünüyordu. Bu sayede III. Napoléon da
bu mücadele içindeki yerini almıştı.
Avusturya karşısında yalnız Cavour uluslararası alanda sesini duyurmaya çalışırken,
1853 yılında Kırım Savaşı’nın başlamasıyla beklediği fırsat ayağına gelmişti. Fransa’nın ve
diğer Avrupa devletlerinin desteğini almak için Cavour İngiltere’den aldığı 25 milyon
20
frankla kurduğu 15.000 kişilik kuvvetiyle26 Rusya’ya karşı oluşturulan İngiltere-FransaOsmanlı Koalisyonu’nun içinde yer almış ve savaş sonunda toplanan Paris Konferansı’na
Avusturya’nın itirazlarına rağmen diğer İtalyan devletlerinin de desteğiyle bütün İtalya’nın
temsilcisi olarak katılmıştı. Konferans boyunca İtalya’nın birleşme davasını Avrupa
devletlerine anlatmaya çalıştıysa da istediği başarıyı elde edemeyen Cavour; İtalyan
Birliği’nin ancak İtalya’nın içsel dinamikleriyle ve Fransa’nın desteğiyle gerçekleşebileceği
fikriyle ülkesine geri dönmüştü. Ülkesine döner dönmez diğer İtalyan devletleri ve
Fransa’nın desteğini alan Cavour 1859’da Avusturya’ya savaş açmıştı. Savaş sonunda
Avusturya, Venedik ve Lombardiya’dan çıkarılmıştı. Bunun üzerine Prusya, Avusturya’ya
destek için bir ordu hazırlamaya başlamıştı. Bu durumu haber alan III. Napoléon, kurulacak
bir Prusya-Avusturya ittifakının Fransa’yı güç duruma sokacağını anladı. Ayrıca Piemonte
Avusturya’ya karşı beklenilenin üstünde bir başarı göstermekle kalmamış diğer İtalyan
devletlerinin de desteğinin sağlamıştı. Bu da Fransa için tehdit oluşturabilecek birleşik bir
İtalya anlamına geliyordu. Bütün bu gelişmeler üzerine III. Napoléon Piemonte’ye verdiği
desteği çekip Avusturya ile barış yapma yolunu seçti.
Avusturya’ya karşı yalnız kalan Piemonte’de yalnızca Lombardiya’yı alarak barışı
kabul etmek zorunda kalmıştı. Her ne kadar Piemonte’nin kazançları az da olsa bu zaferden
cesaret alan pek çok İtalyan devleti kendi istekleri ile Piemonte’ye katılmışlardı. İtalya
Yarımadası’nda böylece Papalık’ın elindeki Roma, Avusturya’nın elindeki Venedik ve
İspanya’nın kontrolündeki Napoli dışındaki tüm İtalya birleşmiş oldu.
İtalyan Birliği yönünde Cavour’un attığı bu büyük adımı 1860 Mayısında Romana,
Lombardiya ve Venedik’ten gelen gönüllülerin Cenova’da toplanmasıyla oluşturduğu Kızıl
Gömlekliler adı verilen birlikleriyle Piemonte’ye destek için ayaklanan Napoli halkına
yardım etmek üzere Sicilya’ya giden Garibaldi takip etmişti. Yetersiz sayıdaki askeri
gücüne rağmen Garibaldi’nin gerilla mücadelesindeki başarısı ve isteklendirme gücüyle
Kızıl Gömlekliler önce Sicilya’yı sonra da Napoli’yi ele geçirip ve bu devletleri Piemonte
Kralı II. Victor Emmanuel’e bağlamışlardı. Böylece İtalya Krallığı 17 Mart 1861’de
26
Karakartal, s. 22.
21
Torino’da toplanan ilk İtalyan Parlamentosu’nun aldığı karala resmen kurulmuş ve
Piemonte-Sardunya Kralı II. Victor Emanuele İtalya Kralı, Kont Camillo Benso di Cavour
da İtalya Başbakanı ilan edilmişti.
İtalya Krallığı kurulmuştu. Ancak İtalyan Birliği tam olarak sağlanamamıştı.
Avusturya kontrolündeki Venedik ve Fransa kontrolündeki Roma hâla birliğe dâhil değildi.
Bu iki bölgeye yapılacak saldırının Fransa’yı ve Avusturya’yı İtalya’ya karşı harekete
geçireceğinden çekinen Cavour temkinli davranmayı tercih etmişti. Ancak Garibaldi ve
emrindeki radikal güçler güneyden kuzeye doğru herekte geçmek ve Roma’yı işgal etmek
için hazırlık yapmaya başlamışlardı. Roma’ya yapılacak bir saldırının Fransa’nın tepkisini
çekeceğine inanan Cavour böyle bir müdahaleye karşıydı. Bu da Garibaldi ile Cavour’un
arasının açılmasına neden olmuştu.27
Katoliklik’in savunucusu politikasını yürüten Fransa ise gereğinden fazla
büyüdüğünü düşündüğü İtalya’nın Papalık’ı da alarak Avrupa’da söz sahibi bir devlet
olmasından çekiniyordu. Papalık’ın ortadan kalması III. Napoléon’un Katoliklik’in
savunucusu politikasını da sona erdirirdi. Bu nedenle Fransa Papalık’ı korumak için bu
devlete asker göndermişti. İtalya’nın bu iki bölgeyi de kendi sınırları içine katıp birliğini
tamamlaması kader ve amaç ortağı Prusya’nın sayesinde gerçekleşmişti. Çünkü
Avusturya’yı Alman Birliği önünde en büyük engel olarak gören Prusya 1866 yılında
Avusturya’ya savaş açmıştı. Avusturya savaşta tarafsız kalması, Prusya ise kendi yanında
savaşa katılması karşılığında İtalya’ya Venedik’i vaat etmişti. İtalya bu savaşta kader ortağı
Prusya’nın yanında yer almayı tercih etmişti. İtalyan birliklerinin savaşta pek başarı
gösterememelerine rağmen Prusya Savaşı kazanmış ve Venedik İtalya Krallığı’nın kontrolü
altına girmişti.
1870 yılında ise Prusya İtalya’nın tam birliğini oluşturması önündeki ikinci büyük
engel olan Fransa’ya savaş açmıştı. Fransız birlikleri cephede ağır kayıplar vermeye
başlayınca III. Napoléon Roma’da bulunan Fransız birliklerini yardıma çağırmıştı. Fransız
birliklerinin ülkeden çekilmesi üzerine savunmasız kalan Roma ve Papalık devletleri 20
27
George Macaulay Trevelyan, Garibaldi and The Thousand, New York: Longman, 1948, ss. 50-52.
22
Eylül 1870’de İtalya tarafından işgal edilmişti.28 Ekim 1870’de yapılan oylama ile İtalyan
Birliği’ne katılan Roma’nın Temmuz 1871’de İtalya Krallığı’nın başkenti ilan edilmesiyle,
İtalya’nın yeniden dirilişi gerçekleşmişti. Cavour, Mazzini ve Garibaldi de bu devletin
kurucuları olarak tarihteki yerlerini almışlardı.
III. İTALYA KRALLIĞI’NIN SÖMÜRGE ARAYIŞI VE
DOĞU AKDENİZ POLİTİKASI
Sınır ve toprak birliğini meydana getiren İtalya bunun doğal sonucu olarak kendini
çok sayıda sorunla karşı karşıya bulmuştu. Piemonte'nin rast gele yürürlüğe koymuş olduğu
idari, yargı ve mali konularla ilgili uygulamalar, İtalya'nın ekonomik bakımdan daha güçlü
olan kuzeyi ve ortası ile Mezzogiorno (İtalya’nın güneyi) arasındaki farkı daha da açmıştı.
19. ve 20. yüzyılda özellikle köylü ve en fakir sınıfın oluşturduğu halk kitlesi Amerika'ya
doğru büyük bir göç hareketi başlatmıştı. Bu göç hareketi İtalya için büyük bir iş gücü
kaybı olsa da halk kitlelerinin ekonomik sıkıntılar yüzünden girişecekleri iç isyanlara engel
olmuştu. Özellikle Roma'nın İtalya Birliği’ne dâhil edilmesinden sonra İtalya, dünya
devletlerine göre ekonomik ve sosyal bakımdan çok önemli bir büyümeye sahne olmuştu.
Yeni hükümet izlediği akılcı dış politikalarla da yeni kurulan devlet, yabancı saldırılara
karşı kendini güvence altına almıştı. Daha sonra ise çoğunlukla dış destek ile kurulan ve bir
ülkenin en önemli gereksinimleri olan tren yolu ağı ve ana sanayilerin gelişmesi de
hızlanmıştı.29 Gelişen ekonomisine paralele olarak artan askeri gücüyle Büyük Güçler
arasına girmeyi başaran İtalya’nın sağladığı gelişimle doğru orantılı olarak ham madde ve
ucuz iş gücü ihtiyacı da artmıştı. Bu da onu sömürge aramaya itmişti. Gerek coğrafi olarak
İtalya’ya
yakınlıklarından
gerekse
Avrupalı
diğer
devletler
tarafından
sömürgeleştirilmediğinden Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’daki toprakları İtalya
28
Benito Mussolini ile Papa XI. Pius arasında 11 Şubat 1929'da bağımsız Vatikan Kent Devleti’nin varlığına
izin veren Laterano Antlaşması imzalandı. Bunun karşılığında Papalık ta İtalyan Krallığı'nı tanıdı Bkz.: John
Cornwell, Hitler's Pope: The Secret History of Pius XII, New York: Viking, 1999, s. 114.
29
Benedetto Croce, A History of Italy 1871-1915, (Çev: Cecilia M. Ady), New York: Russell & Russell Inc.,
1963, ss. 78-79.
23
tarafından sömürgeleştirebileceği bir bölge olarak algılanmıştı. Ayrıca Balkanlar’ın batı
kesimi özellikle Arnavutluk, İtalya’nın gözünde doğal etki alanı niteliğindeydi. Bu amaçla
İtalyan yöneticiler Arnavutluk’u Osmanlı Devleti’nin elinden almak için fırsat
kolluyorlardı. Bu noktada İtalya’nın en büyük rüyası Avusturya’yı Dalmaçya’dan çıkarıp
bu bölgenin tamamına egemen olmaktı. Böylece Adriyatik Denizi’nin hem doğusunda hem
de batısında etkin güç konumuna gelecekti.30
Ancak bu bölge üzerinde egemenliği İtalya’ya bırakmak istemeyen başka devletler
de vardı. Zira Fransız Devrimi’nin getirdiği milliyetçilik fikri sadece İtalya ve Almanya’yı
etkilememişti. Güneydeki Slav toplulukları da bu akımdan paylarına düşeni almışlardı.
Özellikle Osmanlı Devleti’nden bağımsızlıklarını kazanan Yunanistan, Sırbistan ve
Karadağ da Adriyatik’in batısına egemen olmak istiyorlardı. Kırım Savaşı’nda istediği
başarıyı sağlayamayan Rusya ise bütün Slavları bir çatı altında birleştirmeyi öngören
Panslavizm akımı aracılığıyla sıcak denizlere inmeyi planlıyordu. Bu yolda kendine destek
sağlamak için de bu devletlere destek veriyordu. Bütün bu gelişmeler üzerine İtalya
kendine sömürge alanı olarak Osmanlı Devleti’nin egemenliği altında olan Kuzey
Afrika’nın doğu kıyılarını belirlemişti.
A. Osmanlı Devleti, Trablusgarp ve Bingazi
Bugün Libya adıyla anılan ülke, Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp Vilayeti Bingazi
Müstakil Sancağı ve Fizan Bölgesi’ni kapsamaktadır.
Trablusgarp, 1510’da İspanyol işgaline uğramış; 1530’da da Saint Jean
Şövalyeleri’nin eline geçmişti. İşgal altında yaşamak istemeyen Trablusgarp halkı 1519’da
İstanbul’a bir heyet göndermiş ve ülkelerini haçlılardan kurtarılarak Osmanlı topraklarına
katılmasını istemişlerdi.31 Trablusgarp’ta yerleşen bu şövalyeler Mekke’ye hacı götüren
gemilere de rahat vermemekteydiler. Kanuni Sultan Süleyman (1495-1566) hem
Trablusgarp halkının isteklerine cevap vermek hem de Mekke’ye hacı götüren gemileri
30
Alexander Mavroyeni, Contributions a L’Histoire du Proche-Orient Textes et Documents Officiels
1911-1912, İstanbul: Archiviste du Trone Ecumenique, 1950, ss. 267-270.
31
İsrafil Kurtcephe, Türk-İtalyan İlişkileri 1911-1916, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1995, ss. 4-5.
24
şövalyelerden korumak için; Kaptan-ı Derya Sinan Paşa (?-1562)’yı, Trablusgarp’ı
İspanyollardan alması için görevlendirmişti. Ünlü Türk gemicisi Turgut Reis (14851565)’in
de katıldığı seferle Trablusgarp 15 Ağustos 1551 yılında İspanyollardan alınmıştı.32 Eyalet
olarak teşkilatlandırılan Trablusgarp Valiliği’ne de Murat Ağa getirilmişti. Trablusgarp
Türklerin eline geçince Türk denizcileri için Cezayir ve Tunus’tan sonra üçüncü bir
korsanlık merkezi olmuştu. Burada üstlenen Türk denizcileri Akdeniz’in bir Türk Gölü
olarak kalmasında ve Kuzey Afrika’daki Müslümanları hedef alan haçlı saldırılarının
önlenmesinde önemli roller oynamışlardı.
Kuzey Afrika’daki Cezayir, Tunus ve Trablusgarp Türkler tarafından ele
geçirildikten sonra, bu bölgeler ilk yıllarda müşterek daha sonraları ise ayrı birer eyalet
olarak yönetilmiş ve bunların tümüne Garp Ocakları adı verilmişti. Garp Ocakları
içerisinde hükümete en bağlı olanı ise Trablusgarp idi. Trablusgarp uzun müddet yarı
bağımsız sayılabilecek şekilde Karamanlı Dayılar tarafından idare edilmişti. Buradaki
dayılar denizcilerden olmayıp kuloğlu denilen ve Turgut Reis zamanında Trablusgarp'a
yerleşmiş olan yeniçeri oğullarından ve çoğu Rumeli ve Ege Bölgesi halkından oluşuyordu.
Bu grup içinde yerli halk pek azdı.33 Trablusgarp’ta Birinci Osmanlı Devri olarak
tanımlanan bu dönem 1712’de Karamanlı Sülalesi’nin işbaşına gelmesiyle sona ermişti.
Trablusgarp’ta görev yapan yeniçerilerinin teşkil ettiği kuloğullarına mensup olan Ahmet
Bey’in valiliğe gelmesinden sonra Osmanlı merkezi idaresinin Trablusgarp'taki gücü
sarsılmaya başlamış ve aradaki bağın giderek zayıflamasıyla Osmanlı hâkimiyeti şekli bir
bağlılığa dönüşmüştü. Karamanlılar Döneminde Trablusgarp, adeta bağımsız bir devlet
görünümündeydi. Trablusgarp valileri yabancı devletler ile savaş ve antlaşmalar
yapmaktaydı.34 Bu durum Osmanlı Devleti’nin kontrolü tekrar ele geçirdiği 1835 yılına
kadar sürmüştü.35 19. yüzyılın başına gelindiğinde Trablusgarp, iktidar kavgaları ve
yabancı devletlerin baskılarıyla karşı karşıya kalmıştı. Trablusgarp’ta üstlenen korsanların
32
Mebrure Değer, Dr. Hüseyin Hüsnü Bey’in Not Defterinden Trablusgarp Savaşı, İstanbul, 1998, s. 1.
Hale Şıvgın, Trablusgarp Savaşı ve 1911-1912 Türk - İtalyan İlişkileri, Ankara: Türk Tarih Kurumu
Yayınları, 1989, ss. 2-14.
34
Kurtcephe, ss. 4 -5.
35
Evans, s. 91.
33
25
faaliyetlerinden zarar gördüklerini iddia eden İngiltere, Fransa, Amerika Birleşik Devletleri
ve Sardunya Krallığı36güçlü donanmaları sayesinde Trablusgarp üzerinde kurdukları baskı
sonucunda önemli tavizler koparmışlar ve ülkeyi adeta yabancı konsoloslar idare etmeye
başlamıştı.371830’da Fransızların Cezayir’i işgali, sürmekte olan iktidar kavgaları ve
yabancı devletlerin Trablusgarp’a gösterdikleri ilgi Osmanlı Devleti’nu harekete geçirmişti.
Babıâli, Trablusgarp’ın da Cezayir gibi işgal edilebileceği ihtimaline karşı Trablusgarp’ta
merkezi otoriteyi yeniden kurma kararı almıştı. Bu maksatla 1835’te Çengeloğlu Tahir Paşa
(?-1847) komutasında Trablusgarp’a kuvvet sevk edilmişti. 27 Mayıs 1835’te şehre
çıkartma yapan Türk kuvvetleri, Bingazi dâhil olmak üzere Trablusgarp’ta merkezi
hükümetin hâkimiyetini yeniden kurmuşlardı.38 Bundan sonra dört sancak ve on beş
kazadan oluşan bir vilayet şeklini alan Trablusgarp’ın başına uygun bir vali ya da general39
tayin edilene kadar işleri yürütmek üzere Necip Paşa Beylerbeyi Kaymakamı olarak
atanmıştı.40 1879 yılında vilayet halini alan Bingazi, 1888 yılında Trablusgarp’tan ayrılarak
doğrudan İstanbul’a bağlı bir sancak halini almıştı.41
1835’te başlayan Osmanlı hâkimiyetinin ikinci devresinde Osmanlı Meclisi’ne altı
milletvekili gönderen Trablusgarp ve iki milletvekili gönderen Bingazi42 doğrudan
İstanbul’a bağlı olarak yönetilmişti. Trablusgarp kıyılarından Büyük Sahra’ya kadar uzanan
geniş topraklar üzerinde Osmanlı hâkimiyetini yeniden tesis etmek Trablusgarp valilerinin
başlıca uğraşı olmuştu. Özellikle Sultan II. Abdülhamit (1876-1909) Osmanlı hâkimiyetinin
Afrika içlerinde yaşayan zenci kabilelere doğru genişletilmesi ve İslamiyet’i bu insanlar
36
İtalya’nın birliğini sağlamasından önce de Trablusgarp üzerinde çıkarları vardı. Bu sebeple Sicilya Krallığı
bu savaşa sekiz savaş gemisi, 96 denizci ve altı topla katılmıştı. Trablusgarp’ın Osmanlı Devleti’ne vilayet
şeklinde bağlanmasından sonra da Mazzini gibi İtalyan milliyetçileri bölgenin İtalyan kolonisi olması
gerektiğini savunmuşlardı. Bkz.: William C. Askew, Europe and Italy’s Acquisition of Libya 1911-1912,
Durham: Duke University Press, 1942, ss. 11-12.
37
Askew, s. 6.
38
Kurtcephe, ss. 4-5.
39
Anderson, Lisa, s.89.
40
Kurtcephe, ss. 4-5.
41
Evans, s. 94.
42
Askew, s. 6. Trablusgarp Milletvekilleri; Merkez Sancağından: Sadık Bey, Ferhad Efendi ve Mahmut Naci
Bey, Cebeli-Garbi Sancağı’ndan: Süleyman El Baruni Efendi, Homs Sancağı’ndan: Mustafa Bin Gaddare
Bey, Fizan Sancağı’ndan: Cami Bey. Bingazi Milletvekilleri ise Ömer Mansur Paşa ve Yusuf Şetvan Bey idi.
26
arasında yayılmasını sağlamak için büyük gayret göstermişti. Cezayir’in işgalinin ardından
etki alanının Sahra’ya doğru genişletmek isteyen Fransa karşısında Osmanlı Devleti
Trablusgarp’ın güney sınırlarını mümkün olduğu kadar derinleştirme yoluna gitmişti. Bu
amaçla Fizan’ın en güneyindeki Tibetsi ve Burko Bölgeleri’ndeki Yekubu Kabilesi reisi
Mino Toki 500 kuruş maaşla kaymakam tayin edilmişti. Sonraları bu bölgeye bir hükümet
konağı yapılmış içine de bir jandarma müfrezesi konarak Osmanlı Devleti’nin bu
bölgelerdeki varlığı şeklen teyit olunmuştu.43 Osmanlı Devleti daha sonraları bölgedeki
yerli kabile reislerine ve şeyhlere daha fazla yetki vermeye başlamıştı. Yetkileri artan bu
kişilerin merkezi otoriteyle bağları da güçlenmişti.44
Devlet idaresinin güçlenmesiyle birlikte Trablusgarp’ta kültür ve medeniyet
anlamında da önemli atılımlar olmuştu. 1877 yılında yayımlanan salnameye göre bölgede
Trablusgarp Askeri Rüştiyesi, Homs Rüştiye Okulu, Trablusgarp merkezinde on beş erkek
ve bir kız ilkokulu ve bu ilkokullarda 810 erkek ve 30 kız öğrenci bulunuyordu. Bölgenin
gelişmesine paralel olarak Avrupalıların da Trablusgarp ve çevresindeki etkinliklerinde
artış olmuştu. Trablusgarp merkezinde İngiltere, Fransa, Hollanda Başkonsoloslukları;
İtalya, Belçika ve Yunan Konsoloslukları ile Avusturya ve İspanya Viskonsoloslukları’nın
bulunması bunun en önemli göstergesiydi. Ayrıca daha sonraları kurulan Trablusgarp
Belediyesi şehri 22 mahalleye ayırmış ve mahalle sakinleri tarafından her mahalleye bir
muhtar seçilmişti. Bunun yanında şehir halkının seçtiği 20 temsilciden oluşan bir de
Belediye Meclisi kurulmuştu. Böylece belediye aracılığıyla şehrin sağlık, temizlik, yangın
söndürme, caddelerin aydınlatılması ve halka açık yerlerin kontrolü de sağlanmıştı.
Bkz.: Celâl Tevfik Karasapan, Libya, Trablusgarp, Bingazi ve Fizan, Ankara: Resimli Posta Matbaası Ltd.
Şirketi, 1960, s. 102.
43
Karasapan, s. 148. Afrika’nın sahipsiz Orta ve Güney bölgelerine yayılan Avrupa devletlerinin rekabeti
neticesinde Berlin’de toplanan kongrede tanınmış herhangi bir devletin resmen ve filen işgali altına girmemiş
bulunana Afrika Bölgelerini kuvvet ve idaresine sokan ilk devletin bu toprak üzerindeki egemenliğinin
tanınması kabul edilmişti. Bunun neticesinde Avrupa devletleri çok az bir kuvvetle bile Afrika’da çok geniş
toprak parçalarını ele geçirmişler ve bayraklarını diktikleri her yerin kendilerine ait olduğunu iddia etmişlerdi.
Fransızların Trablusgarp’ın güneyinde de böyle bir oldu bitti yapmalarını önlemek için Sultan Abdülhamit,
1908 yılında Yıldız Sarayı’ndan Bingazi Mutasarrıfı ve Kumandanı Hilmi Paşa’ya bir telgraf çekmiş ve acele
bir kadro teşkiliyle bir jandarma müfrezesi refakatinde Küfre Vahası’nda bir kaymakamlık kurulmasını ve
buraların Osmanlı hâkimiyetinde olduğunu göstermek üzere hükümet konağı edinilecek bir binaya Osmanlı
Sancağı’nın çekilmesini bildirmişti. Bkz.: Karasapan, s. 176.
27
Meşrutiyetle beraber Trablusgarp’taki sosyal hayatta da gelişmeler olmuştu. Şehirde iki
sinema salonu, üç otel, 87 kahvehane ve 20 kadar içkili yer açılmış, biri Türkçe diğerleri
Arapça olmak üzere sekiz gündelik gazete yayınlanmaya başlamıştı. Bu gazetelerin basımı
sanatlar okulu matbaası ve 1860 yılında kurulan Vilayet Basımevi’nde yapılmaktaydı.
Ayrıca şehirde biri devlet tarafından yaptırılmış 250 yataklı, diğeri belediye tarafından
açılmış olan 50 yataklı ve üçüncüsü İngiliz misyonerleri tarafından idare edilen on yataklı
üç hastane vardı. Bu hastanelerdeki doktorların çoğu Türk olmakla beraber birkaç Yunanlı
doktor da bu hastanelerde görev alıyordu. Hükümetin Trablusgarp’a sağladığı en büyük
hizmetlerden biri de Abumilyana ve Ayn-i Zare’de açtıkları artezyen kuyularıyla şehre
içme suyu sağlamak olmuştu. Görüldüğü üzere Tunus, Cezayir ve Mısır’ı kaybeden
Osmanlı Devleti benzer bir durumla Trablusgarp’ta da karşılaşmamak için bölgede mutlak
hâkimiyetini tesis ettiği 1835 yılından itibaren bu bölgenin de Osmanlı Devleti’nin diğer
herhangi bir parçası gibi imar ve kalkınma hareketlerinden faydalandırmaya çalışmıştı.45
B. İtalya’nın Trablusgarp ve Bingazi’ye İlgisinin Siyasi Nedenleri
İtalya, sömürgecilik yarışına birçok Avrupa devleti’ne göre geç başladığından46
İtalyan devlet adamları, dış politikanın temel eksenine birliğini kuran İtalya’yı kolonilere
sahip olma yoluyla Büyük Güçler’den biri haline getirebilmek üzerine oturtmuşlardı.
Ancak bu tarihte İtalyan sermayesi, ülke dışında yatırım olanakları arayacak kadar artık
değer üretmiyordu. Bu sebepten İtalyan devlet adamlarının İtalya’yı kolonyal bir güç haline
getirmeye çalışmalarındaki amaçları ekonomik olmaktan öte ulusal bilinci güçlendirmek ve
birliğini yeni sağlamış olan ülkeyi manevi bir bütün olarak ulus haline getirmek
44
Anderson, Lisa, s.78.
Karasapan, ss. 162-166.
46
Sömürgeciliğin Avrupa’da hız kazanması 1890 yılına rastlar bu yıldan itibaren 15 yıl süreyle sömürgecilik
Avrupa devletlerinin resmi siyaseti haline gelmişti. İtalya’yı ise bu yarış dışında bırakan bu tarihte Doğu
Afrika’nın kaderini tayin eden İngiliz - Alman antlaşması ile Batı Afrika’yı taksim eden Franszı - İngiliz
antlaşmalarının yapılmış olmasıydı. Bkz.: Abdurrahman Çaycı, Büyük Sahra’da Türk - Fransız Rekabeti
(1858-1911), Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1995, s. 73.
45
28
yönündeydi.47 İtalya’nın yayılmacı devlet yapısı diğer Büyük Güçler’i taklit eder şekilde
geliştiğinden ve o dönemde Büyük Güç olmanın şartı, sömürgeye sahip olmaktan
geçtiğinden; İtalya için sahip olunan sömürgenin Afrika’da ya da başka bir coğrafi bölgede
olması önemli değildi. İtalya’nın bu sonradan görme sömürge arayışı, onun henüz büyük
bir güç olmadığının en büyük göstergesiydi.48
Bu noktada, İtalya’nın bir sömürge imparatorluğu olabilmesi için iki hedefi
gerçekleştirmesi gerekiyordu:
- Adriyatik’te Hâkimiyet
- Anadolu’da Etki Alanı Kurmak
Adriyatik’te hâkimiyetin yolu, Dalmaçya’da ve Arnavutluk’ta hâkimiyet kurmaktan
geçiyordu. İtalya’nın bu bölgelerde hâkimiyet kurması durumunda Adriyatik bir İtalyan
Gölü haline gelecekti. Bu bölgede kurulacak bir hâkimiyet İtalya’ya Kuzey Almanya ve
Sırbistan’ın doğusunu da kontrol etme olanağı verecekti.
Anadolu’da etki alanı kurma, İtalya için Anadolu kıyıları üzerinde hâkimiyet
anlamına geliyordu. Bu ise İtalya’nın Boğazlar ve Süveyş Kanalı’na giden yollar üzerinde
hâkimiyet kurması anlamına geliyordu.
Ancak İtalya’nın bu iki hedefine ulaşması için önündeki en büyük engel Büyük
Güçler idi. Zira Büyük Güçler’in bu bölgelerdeki çıkarları İtalya’nın üzerindeydi. Bu
sebeple bu bölgelerde kurulacak bir İtalyan hâkimiyetine tamamen karşıydılar.49 Avrupa
Devletler Sistemi içinde -Osmanlı Devleti’nin bile ardından- ikinci derecede devlet50
durumunda olan İtalya’nın bu tip bir hâkimiyet üzerinde ısrar etmesi de beklenemezdi.51
Bununla
birlikte
dünyada
sömürge
arayışına
girmiş
tek
güç
İtalya değildi. Almanya, Belçika, Birleşik Devletler ve Japonya da kendilerine sömürge
47
Bu konuyla ilgili Massimo D’Azeglio “İtalya kurulmuştur, şimdi sıra İtalyan ulusunu yaratmaktadır”
demişti. Bu söze La Grande Proletaria si é mossa ( Büyük Proleterya Uyandı ) nutkunun yazarı Giovanni
Pascoli’nin cevabı ise “Libya Savaşı ile İtalyan Ulusu da yaratılmıştır.” olmuştu. Bkz.: Sergé, s. 22.
48
Eugene Staley, War and The Private Investor, Doubleday, Doran & Company, Inc., New York, 1935,
Bölüm 1,ss. 4 -7
49
Giuseppe De Luigi, Il Mediterraneo nella Politica Europea, Napoli: Jovane, 1925, s. 427
50
Orhan Koloğlu; Osmanlı -İtalya Libya Savaşı’nda İttihatçılar, Masonlar ve Sosyalist Enternasyonal,
Ankara: Ümit Yayıncılık, 1999, s. 27.
51
De Luigi, s. 427.
29
arayan ülkelerdi. Bu ülkelere ek olarak İspanya da daha önce Güney Amerika’da kurduğu
sömürge düzeninin bir benzerini Afrika’da kurmak istiyordu. Sömürge edinme konusunda
boş durmayan Danimarka Bengal Körfezi’ndeki Nicobar Adası’nda; İngiltere Arap
Denizi’ndeki Socotra’da; İsveç ise Batı Hint Adaları’ndaki San Banthelemy’de koloni
kurma çabasına girmişlerdi. Ayrıca Mısır Hidivi İsmail Paşa (1830-1895), fildişi ticaretini
Kahire’ye çekmek için egemenlik sahasını Sudan’dan Zanzibar’a kadar bütün Doğu
Afrika’ya yaymak için yoğun çaba içine girişmişti.52 Bu sebepten İtalya, dış politikasındaki
yönünün Kuzey Afrika’nın doğusunda yeni sömürgeler elde edip Akdeniz’de etkin bir güç
olma şeklinde belirlemiş ve gözünü coğrafi olarak en kolay ulaşabilecekleri bölge olan
Tunus’a dikmişti.
Ancak İtalya’nın Akdeniz üzerindeki egemenlik konusunda iki büyük devletle
-İngiltere ve Fransa- ile savaşması gerekmişti. 18. ve 19. yüzyıl boyunca Akdeniz’in hâkim
iki gücü Fransa ve İngiltere idi. Her ne kadar coğrafi olarak bir Akdeniz ülkesi olmasa da
İngiltere’nin bu deniz üzerinde mutlak bir hâkimiyeti söz konusuydu. Fransa ise 1830’da
Cezayir’i ve 1881’de Tunus’u işgal ederek İngiltere’den sonra Akdeniz’in ikinci hâkim
gücü durumuna gelmişti. İtalya ise bir Akdeniz ülkesi olmasına rağmen bu denizde bir
üstünlük kuramamıştı. İtalya’nın Akdeniz’deki durumuyla ilgili olarak İngiliz Manchester
Guardian gazetesi, “Akdeniz her şeyden önce, İtalya’nın denizidir. İtalya’nın bütün kıyıları
bu denize bakmaktadır. Bu sebepten, bu deniz bizim (İngiltere’nin) değil İtalya’nındır. Bu
deniz İspanya ve Fransa’nın da değildir. Ancak İngiltere, Cebelitarık’ı, Port Said’i ve
Malta’yı elinde bulundurarak İtalya’nın bu denize giriş ve çıkışı engellemektedir. Bu
sebepten, İtalya iki tarafında birer kapı bulunan bir adanın ortasında sıkışıp kalmış
durumdadır. İtalya’nın bu durumu bahçeli evi olan bir adamın iki kapılı evinin anahtarının
her ikisinin de bir yabancının cebinde olmasına benzemektedir. Adam, güzel bir günde
bahçesine çıkmak istediğinde yabancı kapıların her ikisini de kilitleyerek adamı eve
hapsedebilmektedir.” şeklinde bir makale yayınlamıştı.53
52
53
Glen J. Barclay , The Rise and Fall of The New Roman Empire, New York: St. Martin’s Pres, 1973, s.20
De Luigi, s. 427.
30
1868 yılında -Süveyş Kanalı’nın açılmasından bir yıl önce- Akdeniz’in önemi
Amerika Kıtası’nınkini aşmıştı. Bu konuyla ilgili olarak Almanya Şansölyesi Otto von
Bismarck (1815-1898), Mazzini’ye yazdığı bir memorandumda “Ortada bir gerçek vardır.
O da Almanya ve İtalya’nın doğal birlikteliği ve İtalya ile Fransa’nın doğal rekabetidir.
Zira İtalya ile Fransa arasında hâkimiyet konusunda değişmez bir rekabet vardır. Bu
rekabetin temelinde de Akdeniz yatar. Akdeniz İmparatorluğu Akdeniz’de sahip olduğu kıyı
şeridinin uzunluğu Fransa’nınkinin 12 katı olan İtalya’nın olmalıdır” demişti.
Bu sebeple Roma İmparatorluğu’nun eski bir vilayeti olan Tunus54, coğrafi
bakımdan İtalya’ya yakınlığı yanında sürekli artmakta olan İtalyan nüfusunun yerleşmesi
için de elverişli bir bölge idi. Zira birliğini sağlamasının ardından İtalya’nın sürekli artan
nüfusu yüzünden işsiz kalan halkının bir kısmı başta Birleşik Devletler olma üzere yabancı
ülkelere göç etmekteydi.55 Ancak göç İtalyanlar gittikleri ülkelerde de çok iyi hayat
koşulları sağlamıyordu. İtalyan göçmenler göç ettikleri ülkelerin büyük şehirlerindeki belli
semtlerde gettolar kurmuşlardı.56 Bu ülkelerde yaşayan İtalyanların kültürel kimliklerini
korumak için kilise ve kültürel organizasyonlar seferber olmuşlardı.57 Zira İtalya Kralı
I.Umberto’nun (1844-1900) emriyle oluşturulan bir komisyon, 1891 tarihinde ülke dışında
yaşayan İtalyanların yaşayışları üzerine yaptığı bir araştırma sonucunda İtalyan
göçmenlerin gittikleri ülkelerde iki nesilden fazla kalırlarsa ulusal kimliklerini yitirme
tehlikesiyle karşı karşıya kalacakları fikrini ortaya atmıştı. Komisyonun raporunda ayrıca
son sekiz yıl içinde dünyada İtalyanca konuşulan alandaki %55 oranındaki artışa karşılık,
Rusça konuşulan alanda %133, Almanca konuşulan alanda %73, İspanyolca konuşulan
alanda ise %71 oranında bir artış olduğu belirtilmişti.58
54
Kuzey Afrika yaklaşık olarak 500 yıl Roma İmparatorluğu’nun egemenliği altında kalmıştı. İmparator
Agustus döneminden itibaren Kuzey Afrika ile Roma İmparatorluğu arasında kurulan ilişkiler,
İmparatorluğun yıkılmasının ardından Napolili, Floransalı ve Cenevizli tüccarların Afrika’daki krallıklarla
ticari ilişkilerini sürdürdükleri Orta Çağ boyunca da devam etmişti. Ayrıca İtalyan kâşifler Finati ve Minutoli
1815 ve 1820 yıllarında Sudan’a giren ilk Avrupalılardı. Bkz.: Barclay, s.12.
55
Şıvgın, ss. 2-14
56
New York’ta Brooklyn, Buenos Aires’te La Boca, Londra’da Clerkenwell’de.
57
Romano, ss. 101-102.
58
R.J.B. Bosworth., Italy, the Least of the Great Powers: Italian Foreign Policy before the First World
War, Oxford: Oxford University Press, 1981, ss.77-90.
31
İtalyan göçmenlerinin kimliklerine karşı bir diğer tehdit ise nüfusunun sekizde birini
İtalyanların oluşturduğu Arjantin’den gelmişti. Arjantin, İtalyan sanayinin üretim fazlası
ürünlerinin satışı için uygun bir alandı ve dünya üzerinde İtalya’nın dengeli bir ticaret şansı
yakaladığı birkaç ülkeden biriydi. Ancak, Arjantin hükümetinin ülkesinde yaşayan
İtalyanların Arjantin vatandaşlığını kabul etmeleri aksi takdirde sınır dışı edilecekleri
konusunda yaptığı açıklamanın ardından hükümet 1911’de Arjantin’e yapılan İtalyan
göçünü yasaklandığını ilan etmişti.59
İtalyan göçmenlerin gittikleri ülkelerde karşılaştıkları bu durumlar İtalya’da
milliyetçi ve sosyalist hareketlerin yükselmesine sebep olmuştu. Bu hareketler içinde
milliyetçilik, liberal fikirlerin bir aracı olarak göçmenlerin yabancı ülkelere değil, İtalya’nın
elde edeceği sömürgelere yerleştirilmesi konusunda halk desteğinin alınmasını sağlamıştı.60
Bu yolla İtalya yöneticiler geç kaldığı sömürge yarışına arkasında bir halk desteğiyle
başlamayı amaçlamıştı.61
Mazzini’ye göre; İtalya için başarının kanunu, sadece modernleşme yolunu açmış
bir İtalya olmak değil, bunun yanında gerçek ulusal sınırlarına ulaşmış, kolonileşmeyi
gerçekleştirebilecek -ki ilk hedef Tunus olmalıdır- ve tıpkı Roma’nın kartallarının yaptığı
gibi Akdeniz’e hâkim olacak derecede güçlü bir İtalya kurmak olmalıydı.62 Bu sebeple,
Amerika’nın ardından Tunus’a da yoğun bir İtalyan göçü başlamıştı. İtalya, çoğunlukla
amele ve ziraat işçisi olarak Tunus’ta yerleşen İtalyanlara ekonomik faaliyetlerde
bulunmaları için her türlü yardımda da bulunmuştu. Ancak İtalya’nın Tunus’u
sömürgeleştirme konusunda önünde Fransa gibi güçlü bir engel vardı. Zira Fransa 16..
59
Bosworth, s.338. Bu durum, diplomasiyi kullanarak ve bu ülkedeki yerel konsoloslukları güçlendirmeye
yoluyla Arjantin’i Kanada ya da Avustralya benzeri bir koloniye çevirmeyi planlayan İtalyan siyasetçilerini
de hayal kırıklığına uğratmıştı.. Bkz.: Claudio G. Segrè, Fourth Shore The Italian Colonization of Libya,
Chicago: The University of Chicago Press, 1974, s. 10.
60
Zaten İtalya için sömürge emperyal çıkarlara hizmet eden bir alandan çok, dışa göç eden fazla insan
gücünün İtalya’ya gelir sağlamak için toplandığı bölge demekti. Bkz.: Sérge, s. 4. Çünkü köylü İtalyan
göçmenleri daha önce İtalyan tüccarların yaptığı gibi gititkleri yerlerde İtalyan kültürünü yayabilecek
sermayeye ve kültürel birikime sahip değillerdi. Bu sebeple İtalya için en uygun sömürge alanı coğrafi ve
tarihsel olarak ta kendine yakın olduğu için ileride İtalya’nın bir parçası haline gelebilecek olan Kuzey Afrika
bölgesiydi.
61
Romano, ss. 101-102
62
Romano, s. 82
32
yüzyıldan beri ticaret münasebetlerinin bulunduğu Cezayir’i Batı Akdeniz’de stratejik bir
mevkii elde etmek amacıyla 1830 yılında ele geçirdikten sonra Tunus’la ilgilenmeye
başlamıştı.63 Viyana Kongresi sırasında Tunus’ta 2000 Fransız’a karşı 10.000 İtalyan
yaşamasına rağmen İtalya, Fransa’ya karşı giriştiği Tunus’u kapma mücadelesinde baştan
beri fazla bir şansa sahip değildi.64 Çünkü Cezayir’in komşusu olup Osmanlı Devleti’ ne
bağlı, fakat çok geniş bir özerkliğe sahip olan Tunus’u uydusu haline getirmeyi amaçlayan
Fransa, bölgede meydana gelen en küçük bir gelişmeyi dahi dikkatle izliyordu.65 İtalya’nın
Tunus üzerinde hâkimiyet kurabilmesi için önünde iki yol vardı. İlki, bölgesel ve sınırlı -ki
sınırlar müzakereler yoluyla belirlenmişti- ikincisi ise; Roma İmparatorluğu fikri temelli
evrensel ve sınırlı olmayan. Cavour Nice’i Fransa’ya bırakırken ilk yolu seçmişti. Mazzini
ise uyguladığı politikalarda ikinci yolu benimsemişti. Ancak Avrupa’nın içinde bulunduğu
siyasi atmosfer İtalyanların duygusal düşünce temelli Tunus’un Roma İmparatorluğu’nun
eski bir toprağı olduğu ve İtalya’nın bu bölge ile tarihi ve kültürel bağlarının bulunduğu
fikrini gerçekleştirmesine olanak verecek durumda değildi.66 Çünkü ne dünya siyaseti
Roma İmparatorluğu zamanındaki gibiydi ne de İtalya Avrupalı diğer devletler arasında
Roma İmparatorluğu’nun mirasçısı olduğunu savunacak kadar güçlü bir devletti. İtalya’nın
Tunus üzerindeki emelleri konusunda Büyük Güçler’in desteğine ihtiyacı varken Büyük
Güçler’den İngiltere ve Almanya da Tunus konusunda siyasi çıkarlarına daha uygun olduğu
için; Fransa’nın yanında yer almışlardı.67
Özellikle Almanya Berlin Kongresi esnasında Fransa’nın Tunus üzerindeki
emellerini tahrik etmeye başlamıştı. Bismarck, Fransa’nın Alsace-Lorraine’i (Alsas Loren)
kolay unutmayacağını ve Fransa’nın ilk fırsatta intikam alacağını biliyordu. Fransa’ya
Alsace-Lorraine’nin acısını unutturmak için Fransa’yı Tunus’u almaya teşvik etmişti.68
Ayrıca Fransa Tunus’u alırsa burada gözü olan İtalya ile arası bozulacak ve bu da
Almanya’nın işine yarayacaktı. Almanya’ya karşı harekete geçmeye kolay kolay teşebbüs
63
Şıvgın, ss. 2-14.
Barclay, s. 20.
65
Kurtcephe, s. 9.
66
Croce, ss. 260-262.
67
Askew, s. 4.
64
33
edemeyecekti. Çünkü böylece Fransa’nın gözü Avrupa dışına çevrilmiş olacaktı. Bismarck
Fransa’yı Tunus’u almaya teşvik ederken bir yandan da “İtalya ve Fransa Akdeniz’deki
menfaatleri için birbirleri ile ortaklığa girişemezler. Akdeniz akraba arasında taksimi
mümkün olmayan bir mirastır. Akdeniz saltanatı İtalya’ya aittir.” diyordu. Bu suretle
Almanya İtalya ve Fransa’yı Akdeniz’de karşı karşıya getirerek hem Fransa’yı Avrupa
dışında meşgul etmek hem de İtalya’ya hoş görünmek ve kendi yanına çekmek
istiyordu.Fransa İngiltere’den de Tunus’u almak konusunda teşvik görmüştü. Çünkü Fransa
Mısır ile ilgilenmesinden dolayı İngiltere’ye cephe almıştı. Üstelik İngiltere 1877-1878
Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından imzalanan Ayastefanos Barışı’ndan yararlanarak Kıbrıs’a
girmişti. Bu sebeple bu iki devlet antik Kartaca’nın uzantısı olan Tunus’un hâkimiyeti
konusunda Fransa’nın yanında yer almışlardı.69
Almanya ve İngiltere’nin Tunus’u Fransa’nın nüfuz bölgesi olarak kabul ettiklerini
açıklamaları, İtalya’yı Tunus’a sahip olma hayallerinden vazgeçirmeye yetmemişti.
İtalya’nın önüne iştahını kabartacak bir lokmanın sürülmesi gerekiyordu. İşte bu lokma
Trablusgarp olmuştu. İlk defa Berlin Kongresi sırasında İtalya’nın dikkatleri Trablusgarp’a
çekilmeye çalışılmıştı. İtalya’ya açıktan bir teklif yapılmamıştı. Delegelerin birçoğu İtalyan
kamuoyunu tatmin etmek için Trablusgarp’ta hareket serbestliği tanınması fikrini
savunmuşlardır.70 İtalya, İngiltere ve Almanya’nın bir oldu bittiyle Tunus’u Fransa’ya
bırakmaları karşısında askeri ve ekonomik gücünün yetersizliği yüzünden çaresiz
kalmıştı.71 Politik savaşı da kaybetmiş görünen İtalya, bundan sonra nasıl bir sömürge
politikası izlemesi gerektiğini düşünmeye başlamıştı. Zira ülke içinde Tunus’un
kaybedilmesinden doğan tepkilerin yarattığı siyasal çalkantılar başlamıştı. İtalyan
hükümetinin bu çalkantıları sona erdirmesi ve bundan sonra İtalyan halkına Trablusgarp’ı
sömürgeleştirmek fikrini kabul ettirmesi gerekiyordu. Ayrıca Tunus üzerindeki iddialarını
sürdürerek politik yollardan çıkarlar elde edilebilirdi. Nitekim İtalya, Berlin Kongresi’nden
68
Karasapan, s. 152.
Askew, s. 4.
70
Karasapan, s. 154.
69
34
sonra da 1881’de Fransız işgaline kadar Tunus’a sahip olma hayallerini gerçekleştirmeyi
düşledi. İtalya Kralı Humbert (1844-1900), 1881’de Sicilya’ya yaptığı bir seyahatte,
Tunus’ta yerleşmiş olan İtalyanlardan oluşan bir heyeti Palermo’da kabul etmişti. Onlara
hitaben yaptığı konuşmada Tunus’tan Roma İmparatorluğu’nun bir eyaleti olarak
bahsetmişti. Bu konuşma ve sınır olayları Fransa’yı harekete geçirmişti. Fransa, Krumir
Kabilesi’nin Cezayir’e tecavüz ettiğini bahane ederek 4 Nisan 1881’de Tunus’a saldırmış
ve Tunus Beyi Muhammed Sadık, 12 Mayıs 1881’de Bardo Antlaşması ile Fransız
hâkimiyetini tanımak zorunda kalmıştı.72
Tunus’un Fransa tarafından işgaline Osmanlı Devleti ve İtalya itiraz etmişlerdi.
Özellikle Tunus’ta birçok yatırımlar yapan ve bu toprakları kendi müstakbel sömürgesi
olarak gören İtalya, Fransız işgalinden sonra da elde ettiği haklardan kolay kolay
vazgeçmeye yanaşmamıştı. Bu sebeple Tunus’ta Fransız-İtalyan nüfuz çekişmesi 1900
yılında iki ülke arasında yapılan ve İtalya’nın Tunus üzerindeki Fransız hakimiyetini
tanıdığı antlaşmaya rağmen 1919’a kadar sürmüştü.73
İngiltere’nin Mısır’a ve Fransa’nın Tunus’a yerleşmesi üzerine İtalya Akdeniz’de
iki önemli üssü İngiltere ve Fransa’ya kaptırdığını, kendisinin de emperyalist bir siyaset
takip etmesi gerektiğini, kendisini saran çemberin daha daralmasını istemediğini ve
kendisine de Bâbali tarafından bir vilayet olarak idare edilen Trablusgarp ve Bingazi’ den
başka bir yer kalmadığını, bu toprakların İtalyanlara kalması gerektiğini ve bunun için de
büyük Avrupa devletlerinin Tunus ve Mısır’ı işgallerindeki sebeplerinden birini aramak
71
Crispi anılarında Tunus’un Fransa tarafından işgalinin İtalya’yı Akdeniz’de izole bir hale getirdiğini
belirtmişti. Bkz.: Thomas Palamenghi Crispi, The Memoirs of Francesco Crispi, Cilt:2, Londra: Hodder and
Stoughton, 1912, s.442.
72
Gerçekte Fransa’nın sınır ihlalinin bahane ederek Tunus’a saldırmasının hem hukuksal hem de mantıksal
açıdan hiçbir tutarlılığı yoktu. Zira Osmanlı yönetimi boyunca Garp Ocakları diye adlandırılan bu ülkeleri
birbirlerinden ayıracak kesin sınırlar tespit edilmemişti. Bu bölgede iklim şartlarının elverisizliği yüzünden
nüfusun büyük çoğunluğu Kıyı şeridi boyunca yerleşmiş oldukları için Osmanlı Devleti bu bölgelerde
nüfusun en yoğun olduğu yerleri yönetim merkezleri yapmıştı. İşte Cezayir, Tunus ve Trablusgarp merkez
yapılan üç şehirdi. Diğer şehirlerde bu üç şehre uzaklıklarına göre kendilerine en yakın olan şehre yönetsel
olarak bağlanmışlardı. Bu sebeple halkının büyük çoğunluğu aynı etnik kökenden olan aynı dini inanca sahip
ve aynı dili konuşan Osmanlı Kuzey Afrikası’nda belirlenmiş bir sınır olmadığı için Fransa’nın ileri sürdüğü
gibi bir sınır ihlalide söz konusu değildi. Bkz.: Anderson, Lisa, s.46.
73
Kurtcephe, ss. 10-11.
35
gerektiğini düşünüyordu.74 İtalya ayrıca Avrupa diplomasisinde ikinci derece bir devlet
olmaktan kurtulması ve söz sahibi olabilmesi için kendisinin de sömürgeler elde etmesi
gerektiği inancındaydı. İtalya bu düşüncelerini gerçekleştirmek amacıyla bütün dikkatlerini
Mısır ve Tunus arasındaki Trablusgarp ve Bingazi topraklarına çevirmişti. İtalya kendi
ülkesinin güneyine isabet eden ve ilerisi için stratejik bir köprü vazifesi görebilecek olan bu
yere mutlaka sahip olmak gerekiyordu. 75
İtalya’nın 1881’de Tunus’un işgalinin ardından izlediği dış politikanın temelinde
hep Trablusgarp meselesi olmuştu. İtalya askeri bir zafer ve kolonicilikten kendine uygun
bir pay görmek için can atıyordu ama 1896’de Adowa (Adua) askeri felaketinin kötü
anılarında hiçbir İtalya’nın aklından silinmemişti.76 Bu felaketin temelinde de İtalya’nın
engellenemez emperyal ihtirasları yatmaktaydı. Çünkü Trento ve Trieste’yi Avusturya’nın
ellerine bıraktıktan sonra yönünü Afrika’ya çeviren İtalya,77 1885’te Eritre Kolonisi’nin
oluşacağı merkez olarak gördüğü Kızıldeniz’deki Massawa Limanı’nın işgal etmek için
harekete geçmişti. Afrika Boynuzu’nun diğer tarafında da özel şirketlerin Assaba civarında
ektikleri İtalyan çıkarlarının tohumları, 1905’te Somali kolonisi olarak meyve vermişti.78
Ancak Assaba gibi küçük ve verimsiz alan İtalya’nın artan nüfus sorununa bir cevap
vermekten çok uzaktı.79 Bu sebeple İtalya’nın Sicilya kökenli Başbakanı Francesco Crispi
(1819-1901) egemenlik sahasını Habeşistan yönünde geliştirmek ve bu bölge üzerinde
İtalyan egemenliği kurmak için harekete geçti. Ancak Crispi’nin yöntemi, zamanlama ve
uygulama açısından yetersizdi. Çünkü Crispi bu bölgeye İtalyan köylülerinin yerleştirmeyi
düşünmüştü. Ama bölgenin sahip olduğu kaynaklar İtalya’nın istediği oranda verim elde
etmesine yetecek ölçüde değildi. Bu sebeple İtalyan köylülerinin Habeşistan’a
yerleştirilmesi düşüncesi mantığa aykırıydı. Ama Crispi, amacına ulaşmak için tüm araçları
74
Crispi, s. 458.
J.L. Miége., L’Impérialisme Colonial Italien de 1870 a nos jours, Paris, 1968, s. 91.
76
Timothy W. Childs, Italo-Turkish Diplomacy and The War Over Libya 1911-1912, Leiden: E.J. Brill,
1990, ss. 29-30.
77
Çaycı, s. 57.
78
Bosworth, ss. 11-13.
79
Barclay, s. 20.
75
36
kullanmıştı;80 16.500 askerden oluşan birlik Habeşistan İmparatoru Menelik himayesi
altındaki yaklaşık 100.000 kişilik düzenli ordu tarafından Adowa’da yenilgiye uğratılınca
ve tek bir savaşta, 6.000 asker gibi -Risorgimento’nun tüm savaşlarından daha fazla- bir
kayıp verilince İtalya’nın emperyal hedefleri de sekteye uğramış oldu.81
Adowa mağlubiyeti sonunda sekteye uğrayan ekonomik gelişimin etkisiyle İtalyan
yönetici sınıfı İtalya’nın Büyük Güç rolünün içini dolduramamıştı.82 Ayrıca Tunus’un
kaybının ardından gelen bu mağlubiyet yönetici sınıfta ulus fikri konusunda bir korkunun
ve güvende olmama hissinin oluşmasına yol açmıştı. Bunun yanında, İtalya’nın hâla içerde
ve dışarıda düşmanları bulunuyordu. Bunların başında gelen Papa, oluşturulmaya çalışılan
ulus devleti şeytanın bir eseri olarak niteliyordu. Prensler, hâkimiyetlerini kaybettikleri eski
bölgeleri tekrar ele geçirmek için fırsat kolluyorlardı. Avusturya, Lombardiya ve Venedik’i
hâla elinde tutuyordu. Katolik krallıklar, Romalı rahip sınıfının kendi rahip sınıflarını
görmezden gelmesini istemiyorlardı. Fransa III. Napoléon Döneminde güney komşusunu
koruduğu ve onunla anlaşmış olduğu için pişmanlık duyuyordu. İtalyan yöneticiler eğer
İtalya’ya karşı olan bütün bu güçler onu çökertmek için birleşirlerse, İtalya’nın birliğini bir
nesilden fazla koruyamayacağını biliyorlardı. Bu durum İtalya’yı Avrupa’nın en devrimci
ulusu haline getirmişti. Bu yolla İtalya dış tehditlere karşı içerde birliğini sağlamıştı. İtalya,
mevcut bu tehlikeye karşı birliğini korumak ve uluslararası alanda yalnız kalmamak için de
kendisine dış destek sağlayacak güç olarak gördüğü Almanya ve Avusturya’yla 28 Mayıs
1882’de imzaladığı Üçlü İttifak Antlaşması’na daha çok bağlanmıştı.83 Daha çok savunma
amacına yönelik olan bu antlaşmaya göre şayet İtalya kendi tahriki olmadan Fransa’nın
hücumuna maruz kalırsa, Almanya ve Avusturya ona bütün güçleriyle yardım edeceklerdi.
Eğer Almanya Fransa’nın hücumuna uğrarsa, İtalya aynı şeyi yapacaktı. Fakat saldırı
80
Bosworth, ss. 11-13.
Menelik İtalyanlara karşı yaptığı bu savaşta Rusya’dan silah ve mühimmat konusunda büyük yardım
almıştı. Habeşistan Kralı Menelik’e kişisel olarak 80.000 tüfek hediye eden Çar II. Nikola ayrıca Habeşistan’a
Fransız Somalisi üzerinden 100.000 tüfek ve on iki milyon adet mermi göndermişti. Bu yardımın temel
nedeni Fransa’nın Afrika’daki yayılmacı politikasına karşı İngiltere’yi destekleyen İtalya’ya karşı Ege
Denizi’nden Himalayalara kadar uzanan bölgedeki İngiliz çıkarlarına karşı tehdit oluşturan Rusya’nın tavır
alması yatmaktaydı. Bkz.: Barclay, s. 32.
82
Bosworth, ss. 11-13.
83
Romano, s. 91.
81
37
Almanya’dan gelirse İtalya tarafsız kalacaktı. Eğer Avusturya’yla Rusya çatışırsa, saldıran
taraf kim olursa olsun İtalya tarafsız kalacaktı.84
Bu antlaşma yoluyla dış tehditlere karşı güvenliğini sağlayan İtalya, iç politikada da
rahat hareket etme olanağı bulmuştu. Zira İtalya birliğini yeni kurmasından kaynaklanan
bir takım iç sorunlarla karşı karşıyaydı. Özellikle iç politikanın oluşturulması konusunda
Sosyalistler ile Liberaller arasında büyük oranda bir rekabet vardı. İçeride bu sorunlarla
uğraşan yöneticiler dış politikaya yeterince ağırlık veremiyorlardı. Bu da zaten geç
başlanmış olan sömürge yarışında İtalya’yı daha da geride bırakıyordu. Bunun sonucunda
İtalyan yöneticiler kader ortağı olarak gördüğü Almanya’nın içinde bulunduğu Üçlü İttifak
Antlaşması’na taraf olarak dış politikadaki başarılarıyla -özellikle sömürge elde etme
konusunda- iç muhalefetin baskılarından kurtulup halk desteğini sağlamayı amaçlıyorlardı.
Bu amaçlarına da Tunus ve Habeşistan’da uğradıkları başarısızlığı Trablusgarp’ta elde
edeceği başarılarla telafi ederek ulaşmayı planlamışlardı.85 Üçlü İttifak Antlaşması’yla
kendini güven altına alması İtalya’ya sömürge imparatorluğu kurma yolunda daha saldırgan
politikalar izleme olanağı vermişti. Özellikle Crispi, dış politikada birliğin yükselişini
koruyacak kesin hareketler yapmıştı. Bunun uzantısı olarak ta Akdeniz’de yayılma
politikası gütmeyi tercih etmişti. Ama bu amaca ulaşmak Crispi’nin düşündüğü kadar kolay
değildi. Çünkü Avrupa’da dengeleri bozacak herhangi bir duruma tamamen karşı olan
Büyük Güçleri’in hepsinin düşüncesi barışın korunması yönündeydi. Ancak Crispi
Afrika’nın Akdeniz kıyılarında kesinlikle bir İtalyan kolonisi bulunması gerektiğini
savunuyor ve Trablusgarp’ı Güney İtalya’da sıkıntı içinde yaşayan halkın isteklerini
karşılayacak Yeni İtalya’nın kurulabileceği alan olarak görüyordu.86 Milliyetçiler ise
Trablusgarp’ı basit fakir siyahî bir kara parçası olarak görüyorlar ve bir Avrupa devleti’nin
canının istediği gibi girip hüküm sürebileceğine inanıyorlardı. Ama İtalyan yöneticileri
Trablusgarp’ın Osmanlı Devleti’nin bir vilayeti olduğunu ve Osmanlı Devleti’nin de hâla
Avrupalı güç olduğunu biliyorlardı. Bunun yanında Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğü
84
Çaycı, s. 58.
Romano, s. 140.
86
Crispi, s. 466.
85
38
Avrupa’daki barış ve denge için gerekli bir unsurdur. Bu sebeple Crispi’den sonra başbakan
olan Giovanni Giolitti (1882-1922) ve onun Dışişleri Bakanı Antonio San Giuliano
(1852-1914) Trablusgarp’ın önce diplomatik daha sonra askeri yönden kazanılması
gerektiğine inanmışlardı.87 Bu yüzden bölgeyi işgal konusunda Büyük Güçler’in de
desteğini almak için elinden gelen çabayı göstermişlerdi. İtalya’nın Üçlü İttifak’a
girmesinde, Tunus meselesinden dolayı Latin Kız Kardeş’i Fransa’ya karşı meydana gelen
küskünlüğün yanında Fransa ve İngiltere’yi Trablusgarp’ı kapabilecek tehlikeli birer rakip
olarak görmesinin de büyük rolü olmuştu. İtalya, Üçlü İttifak Antlaşması ile Almanya ve
Avusturya’ya Kuzey Afrika’daki emellerini kabul ettirmek için gerekli zemini hazırladığına
inanmıştı.88
Bunun yanında Tunus konusunda izlediği dış siyasetin yetersizliğinden ders alan
İtalyan hükümeti, Dış İşleri Bakanlığı’nın yapısında da bazı değişikliklere gitmiş ve
sömürgelere sahip olma yoluyla white man’s burden’ı (Beyaz Adamın Gücü) göstermek
için bakanlık içinde, özerk ofislerden ayrı olarak birkaç bölümden oluşan Bakanlık Genel
Direktörlüğü adında bir yapılanma kurmuştu. Bu direktörlüğün içindeki bölümlerin
görevleri şu şekilde paylaştırılmıştı:
Genel Sekretere bağlı olan birinci bölüm; hesaplar, ödemeler, diplomatik varlıkların
genel yönetimiyle ilgileniyordu. İkinci bölüm ise personel ve törensel konularla, arşiv ve
kütüphane ile ilgileniyordu. Asıl önemli bölüm Siyasi İlişkiler Genel Direktörlüğü’ne bağlı
olan üçüncü bölümdü. Avrupa, Afrika, Uzakdoğu ve sömürgecilik ilişkileriyle ilgilenen
bölümlere ayrılan bu bölüm, diplomatik konuları günlük olarak takip ediyordu. Dördüncü
bölüm ise yabancı ülkelerdeki İtalyanların durumlarıyla ilgileniyordu. Ticari İlişkiler Genel
Direktörü’ne bağlı beşinci ve altıncı bölümler, ticari ve finansal konular ile ilgileniyorlardı.
Yedi ve sekizinci bölümler ise ulusalcılık, emeklilik ve miras sorunlarıyla ilgileniyordu.
Bütün bu konseylerden ayrı olarak yapılanmış olan Contenzioso Diplomatico (Diplomatik
87
Bosworth, ss. 144-147.
Çaycı, s. 58. Salisbury, 4 Ağustos 1890 tarihinde Crispi’ye yazdığı mektupta İtalya’nın Fransa’nın
Trablusgarp’ı işgal edeceği yönündeki sıkıntısının yersiz olduğunu belirtmiş ve Fransa’nın Tunus’ta
uyguladığı işgal yöntemini Trablusgarp’ta uygulama imkanının olmadığının altını çizmişti. Bkz.: Crispi, s.
454.
88
39
Servis) daha yaşlı devlet adamlarından oluşuyor ve hükümetee danışmanlık görevi
yapıyordu.89
Bütün bu alt yapı çalışmalarının ardından 1910 yılı başından itibaren İtalyan
hükümeti ve basını Trablusgarp ile ilgili emellerinden resmen bahsetmeye başlamışlardı.
İtalyan basını Osmanlı Devleti aleyhine yoğun bir kampanya başlatmış ve burada Osmanlı
yöneticilerinin İtalyanlara çok kötü davrandığını Trablusgarp’ın ekonomik yönden geri
kaldığını, buradaki İtalyan menfaatlerinin korunmadığını diğer başka devletlerin buraya göz
koymasına tahammül edemeyeceklerini söylemeye ve bu şekilde İtalyan halkını savaşa
hazırlamaya çalışmışlardı. Bunların neticesi olarak İtalyan kamuoyunda bir an önce
Trablusgarp’ın işgali konusunda şiddetli bir istek uyanmaya başlamıştı.90
İtalyan hükümeti için Trablusgarp her şeyden öte Amerika’ya yapılan göçe son
verecek bir iskân alanıydı. Bilhassa Sicilya’dan yapılan göçlerin yönü Trablusgarp’a
çevrilebilirdi. Aynı zamanda el değmemiş bakir bir alan olan topraklar, zengin hammadde
kaynaklarıyla gelişen İtalyan sanayine büyük destek sağlayacaktı. 1896 Adowa
mağlubiyetinin yarattığı kötü tesirler de, kolay kazanmayı umdukları Trablusgarp zaferiyle
silinebilecekti.91 İtalya’nın Trablusgarp’ı işgali milliyetçiler açısından moral yönünden
İtalyan Birliği’nin güçlenmesi ve ulus bilincinin yerleşmesi anlamına gelirken92; İtalyan
endüstrisi ve finans piyasası için ise bu tip bir hareket, savaşa bağlı olarak ekonominin
canlanması anlamına geliyordu. Emperyalist bir devlet olmak Risorgimento sonrası
İtalya’nın başlıca raisons d’etre (varlık sebebi)’lerinden biri haline gelmişti. Eğer İtalya
Büyük Güç olarak hareket edemezse ve İtalya’nın diplomatik yanlışlıkları ortaya çıkarsa,
bu yurtiçindeki bir ulusal devrimle sonuçlanabilirdi. Böyle bir devrime karşı olan
muhafazakârlar ve emperyalistler yeni bir Roma İmparatorluğu kurma hayalindedirler.
Liberaller kendi ülkelerindeki modern gelişimin Floransa ve Venedik’le eş değer
89
Bosworth, ss. 115-117.
Şıvgın, s. 38.
91
Kurtcephe, s. 60.
92
Giustino Fortunato’ya göre; Trablusgarp Savaşı İtalyan gençlerini İtalyan ulusu kimliği çevresinde
birleştirmişti. Bu sayede Kuzey ile Güney arasındaki ekonomik, kültürel ve bölgesel farklılıklar İtalyan
üstkimliği altında yok olmuştu. Bkz.: John A.Trayer, Italy and the Great War: Politics and Culture, 18701915, Winsconsin: University of Wisconsin Press, 1964, s. 242.
90
40
medeniyetler yaratmasını umuyordu. Bu sebepten İtalya, bir sömürge elde edip büyük güç
olduğunu kanıtlamalıydı.93 İtalya’nın bir sömürgeye sahip olma düşüncesi Trablusgarp’a
müdahaleyi destekleyen Liberal ve Muhafazakâr basından da destek görmüştü. Bu basın
organlarında, 1911 Temmuzunda Avrupalı diğer güçlerinin Trablusgarp’a göz diktikleri
gibi konular belirmeye başlamıştı. Basında, Fransa’nın Tunus’un doğu kısmında ilerlemeyi
ve Trablusgarp’ın stratejik vahâlarını ele geçirmeyi; İngiltere’nin de Mısır’ın batı
kısmından Bingazi’nin içine doğru ilerlemeyi planladıklarına dair haberler yer alıyordu. 94
Ayrıca Almanya ve Avusturya’nın İtalya’nın etkisinin azaltacak yeni bir gemi hattı
yarattıkları hakkında ya da Anglo-Alman karışımı kapitalistlerin önemli bir toprak parçası
elde ettikleri söylentileri de basında geniş yer kaplıyordu. İtalyan hükümeti ise bütün bu
söylentileri ve iddiaları reddetmekle meşguldü.95 Aslında Trablusgarp’ın İtalya için önemi
ekonomik olmaktan çok stratejşkti.96 Çünkü Adriyatik tarafı Avusturya’nın Tiren Denizi ve
Akdeniz tarafı Fransa’nın kontrolünde olan İtalya belki de dünyanın çember içine alınmış
yegâne ülkesiydi.97
1911 yılının Temmuz ortasında, Congresso delgi Italiani all’Estero (Yurt Dışında
Yaşayan İtalyanlar Kongresi)’da, milliyetçi politikacı Luigi Federzoni (1878-1967) İtalyan
hükümetinin Trablusgarp’taki haklarını ve çıkarlarını korumak için enerjik bir hareket
temenni eden bir önerge sunmuştu. Yazar ve siyasetçi Enrico Coradini (1865-1931)’ye
göre; Trablusgarp’ın işgali İtalyan ulusuna dünyaya ve kendine karşı yeniden bir dirilme
sağlayacak ve İtalya’yı Akdeniz’i yöneten diğer güçlere karşı daha güçlü ve sağlam bir
pozisyona getirebilecekti. Buna ek olarak, Guiseppe Piazza La Tribuna’da, Giuseppe
Bevione La Stampa’da düşüncelerini “…1911 yazı süresince İtalya ülkenin tüm politik ve
kültürel çevrelerine bulaşan, savaş sever bir milliyetçilik dalgasıyla yıkanmıştı. Sabırsız ve
heyecanlı sesler bu milliyetçilik düşüncesi etrafında toplanmışlar, kararlı bir hükümet
adımı talep ediyorlardı ki bu adımla İtalya Avrupa Güçleri tarafından daha fazla ihmal
93
Bosworth, ss. 5-9.
Childs, ss. 40-41.
95
AMAE, no: 42, pos.17A, f.644.
96
Askew, s.5.
97
Barclay, s.40.
94
41
edilmeyecek ve Akdeniz’de bir koloni sahibi olmak kendisinin uluslararası politikadaki
ağırlığı hissedilecek ve aynı zamanda Adowa yenilgisinin utancını yok edilecekti ki bu da
İtalyan dış politikasının öncelikli hedefleri arasındadır.” şeklinde dile getirmişlerdi.98
Trablusgarp’a karşı iyi bir plan yapılmadan gerçekleştirilecek bir saldırının İtalya’ya
zarar vereceğinin farkında olan Giolitti, Parlamento’daki bir konuşmasında, politikasını az
ve öz olarak…”Yeniden yapılanma sürecindeyiz, ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasi
durumuna bağlı olarak çözmemiz gereken bazı sorunlarımız var. Güneyi kurtarmalıyız, işçi
sınıfının ilerleyişini sağlamalıyız. Vergi reformunu düzenlemeliyiz ve tüm bunlar eğer barış
politikasını sürdürmezsek, imkânsızdır” şeklinde açıklamıştı.99 Diğer taraftan Giolitti,
İtalya’nın Trablusgarp’ı işgali ve buraya İtalyanların istihtamıyla içerideki Sosyalist
Parti’nin ve radikal sol eğilimli grupların hareketlerini egellenmiş olacağını düşünmüştü.100
Ayrıca İtalya’nın kuruluşunun 15. yıldönümüne yaklaşırken, zengin ve birleşik bir ulus
olarak güçlendirmeyi umarak Sosyalistler ve Katolikler gibi devlet işlerine tam katılımı
olmayan grupların da politik arenaya katılımını sağlamaya çalışmıştı. Giolitti, ordunun da
kendisinin bütünleştirici programını destekleyeceğini umuyordu. Anti-militarizmden de
militarizm de hoşlanmıyordu, bütçede gereksiz silahlanmaya yer ayırmayı reddederken,
modern ve etkili bir ordunun gerekliliğinin farkındaydı.101 Çünkü İtalya Büyük Güçler
arasında askeri açıdan en zayıf devlet konumundaydı. Avrupa’nın Hasta Adamları’ndan bir
olan Avusturya’nın bile birçok konuda İtalya üzerinde etkisi bulunuyordu ve hâla İtalya
için bir rakip durumundaydı. Ayrıca Adriyatik’in iki gücü arasındaki donanma yarışında
Avusturya’nın gözle görülür üstünlüğü söz konusuydu. Avusturya Trieste’de 1910 yazında
iki zırhlı savaş gemisi inşa etmeye başlamış ve birinin üretimini 1911’de, diğerininkini ise
1912’de tamamlamıştı. İtalya ilk zırhlı savaş gemisi, Dante Alighieri’nin inşasına 1909’da
başlamış ama inşasını 1913’e kadar bitirememişti.102
98
Childs, ss. 40-41.
John Whittam, The Politics of the Italian Army, 1861-1918, Londra: Croom Helm, 1976, s. 146
100
Salvatore Saladino, Italy From Unification to 1919 Growth and Decay of a Liberal Regime, New
York: Thomas Y. Crowell Company, 1970, s.120.
101
Whittam, s. 146
102
Avusturya’nın İtalya’ya karşı bu üstünlüğü Birinci Dünya Savaşı süresince de devam etmiştir. Savaş
boyunca Doğu Cephesi’nde verdiği kayıplara ve inanılmaz eşitsizliklere rağmen, Avusturya 1918 Ekim’ine
99
42
Tüm bunlara rağmen, Avrupalı devlet adamlarında İtalya’nın Büyük Güçler’den biri
olduğu görüşü hâkimdi. Zira İtalya her zaman bu Büyük Güçler’in konseyine dâhildi.
İtalyan delegasyonu olmadan hiçbir uluslararası konferans düzenlenmezdi. İtalya’nın
gücünün ve öneminin abartılmış olması, 1860’dan 1915’e kadarki Avrupa diplomasisinin
yaptığı uygulamaların doğal bir sonucuydu. Zira İtalya’nın Cavour’dan bu yana Avrupa
işleri içinde sürekli yer alma temelinde yükselen dış politikasının sonunda Avrupa
devletlerinde İtalya’ya karşı “Eğer komşun İtalya’yı ciddiye alıyorsa ve komşun bir Büyük
Güç ise, o zaman aslında İtalya da Büyük Güç’tür.” şeklinde bir düşünce ortaya
çıkmıştı.103
İtalya’nın Avrupa devletleri arasındaki bu imajına karşılık iç siyasette büyük
eksiklikleri vardı. Bu eksikliklerin başında da siyasi kurumların yerlerine tam olarak
oturmamış olması geliyordu. Anayasa krala geniş yetkiler tanımıştı, ama bunları genelde
kullanmıyordu. Parlamento’nun gücü üzerine ciddi sınırlamalar mevcuttu. Bakanlar
Kurulunun dış politikadaki rolünde de belirsizlikler vardı. Posta ve telgraftan sorumlu veya
kamu işlerinden sorumlu bakanlar ne sosyal, ne entelektüel ne de ideolojik olarak dış
işlerden sorumlu elitlerin içerisinde kabul görmüyordu. Ayrıca İtalyan devlet adamları
İtalyan diplomasisini İtalyan ordusunun ve donanmasının yetersizliklerini dikkate alarak
oluşturmayı başaramamışlardı.104 İtalyan iç siyasetindeki bu tablo içinde Başbakan Giolitti
kilit adam rolündeydi. Politik, askeri, milliyetçi ve diplomatik tarafların baskısı altındaki bu
atmosferde Giolitti karanlıktan bir sıçramayla kurtulma planını ortaya koymuştu. Bu plan
çerçevesinde Sosyalistler ve Radikaller gibi kendisini destekleyen geleneksel anti-militarist
grupları kızdıracağının farkında olmasına rağmen, askeri harcamaların artırılmasına
isteksizce de olsa razı olmuştu. İtalya’da yönetimde askerlerden ziyade sivillerin etkin
olduğunu göstermeye karar veren Giolitti, İtalya’nın ilk sivil savaş bakanını atamış ve
kadar askeri yönden İtalya’ya karşı kendini savunabilmişti. Birinci Dünya Savaşı’ndaki performansı
İtalya’nın Büyük Güçler arasında en zayıf olan Avusturya ile bile eşit seviyede olmadığını göstermişti. Bkz.:
Bosworth, s. 5
103
Bosworth, s. 6.
104
Bosworth, ss. 16-20.
43
ordunun yönetimini incelemek üzere soruşturma komisyonu kurmuştu.105 Ayrıca hem
Sosyalistler hem de Katolikler’in yönetime katılması için çaba göstermişti.106
İç politikada bunlar yaşanırken dış politikada da Büyük Güçler arasında çatışmaya
yol açabilecek gelişmeler yaşanıyordu. Giolitti bu gelişmeler arasında İtalya’nın çıkarına en
fazla hizmet edecek yolu bulma çabasındaydı. Zira Fas üzerinde Agadir Krizi Fransa ve
Almanya arasında Temmuzdan önce bir savaş tehlikesi yaratmıştı.107 Çünkü Almanya
Fas’ta Fransa’nın koruyuculuğunu kabul ederse; Mısır’da da İngiltere’nin koruyuculuğunu
kabul etmek zorunda kalacaktı. İngiltere’nin Mısır üzerindeki himayesini kabul etmek ise
İtalya’nın Trablusgarp’taki egemenliğini tanımak anlamına gelecekti. Ancak Almanya
Kuzey Afrika’daki mevcut düzenin bu şekilde değişmesine henüz hazır değildi.108
Akdeniz’de, muhtemelen de Ege’ye sıçrayabilecek bir savaş Fransız-Alman düşmanlığını
yeniden alevlendirebilir ve bir Avrupa Savaşı’nı kışkırtabilirdi. En azından, bir Türkİtalyan Savaşı, yirmi yıldır İstanbul’un desteğini almaya çalışan Almanları kızdırabilir ve
Avusturyalıları alarma geçirebilirdi. Giolitti, Üçlü İttifak’ın her zaman sadık destekçisiydi
ve yaşanan olaylar karşısında son derece zor bir durumda kalmıştı.109 Trablusgarp’a
yapılacak müdahaleye karşı olmasına rağmen gerek iç gerekse dış dinamiklerin zorlaması
karşısında çaresiz kalan Giolitti, dış ilişkileri İtalya içinde yaşanan sorunlara çözüm için bir
araç olarak kullanmıştı.110 İtalya’nın birliğini sağlamasının ardından İtalya içinde ortaya
çıkan siyasal, sosyal ve kültürel amaçlı bazı örgütlenmeler de İtalyan kültürünün yayılması,
yurt dışında yaşayan İtalyanların kültürel kimliklerinin korunması ve İtalya’nın sömürge
edinmesi konusunda çalışmalar yapmışlardı.111 İtalya’nın sömürgecilik yarışına girmesiyle
105
Whittam, s. 146.
Fabio L.Grassi, İtalya ve Türk Sorunu 1919-1923 Kamuoyu ve Dış Politika, (Çev: Nevin Özkan-Durdu
Kundakçı), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2003, s. 13.
107
Whittam, ss. 165-166.
108
Blunt, s. 776.
109
Whittam, ss. 165-166.
110
Barclay, s.28.
111
Miége, s.28. İtalyanlar İstanbul’da da 1863 tarihinde burada yaşayan İtalyanları bir araya toplamayı ve
birlik meydana getirmeyi amaçlayan Societa Operaia’yı (İşçi Örgütü) kurmuşlardı. Kurum kendi lokalinde
İtalyanca dersler vererek İtalyan çocuklarının hem kendi dillerinde öğrenimlerini sürdürmelerini sağlamak
hem de İtalyanca’nın Fransızca karşısında gerileyişini durdurmayı amaçlamıştı. 1870-1912 yılları arasında
106
44
birlikte bu organizasyonlar İtalya dışındaki bölgelerde İtalya’yı temsil etme görevini de
üstlenmişlerdir. Zamanla bu örgütlerin İtalyan hükümeti üzerinde özellikle İtalya’nın
sömürge elde etmesi konusunda baskıları oluşmaya başlamıştı. İtalya’nın mutlak suretle
sömürge elde etmesi gerektiğine inanan ve İtalyan siyaseti ile dış politikasını etkileyen bu
örgütlerin önde gelenleri; Dante Alighieri Society (Dante Alighieri Derneği), Italian
Geographical Society (İtalyan Coğrafya Derneği), Lega Navale Italiana (İtalyan Denizcilik
Birliği)) ve Istituto Coloniale Italiano (İtalyan Sömürge Enstitüsü) idi.112
Bu gruplar içinde Dante Alighieri Society ( Dante Alighieri Derneği) Roma’da 1889
yılında kurulmuştu. Dernek resmi olarak İtalyan dilini ve kültürünü korumak için
kurulmuştu. Ama içeriği siyasiydi. İtalyan dili ve kültürüne yardım Avusturya’nın terra
irredenta italianita (vaat edilmiş İtalyan toprakları)’yı bozma girişimlerini durdurmaya
yönelikti. Derneğin isminin seçilişi Avusturya’ya ve her zaman liberal toplumun arkasında
Özgür Masonlar’ın113 gizli bir eli olduğundan şüphelenen Vatikan’a bir karşı çıkıştı.
Dante114 İtalyan Birliği’nin idollerinden biri olarak seçilmişti. Yazıları, Fiume’nin batısında
Istria’daki Quarnaro nehrinin İtalya’nın sınırını belirlediğini kanıtlamak için araştırılmıştı.
Trentino, Venedik ve Dalmaçya’ya olan ilgi örgütün temeliydi.115
Dernek kendisini irredentism ile sınırlamamış, İtalyan dış politikasına italianita’yı
yayma ve koruma konusunda destek vermişti. Kuruluşundan itibaren resmi olarak
desteklenen
derneğin
destekçileri
milliyetçi
şair
Giosue
Carducci (1835-1907);
finansmancısı Londra doğumlu Musevi Ernesto Nathan (1845-1921) ve 1896-1904 yılları
arasında İtalyan Özgür Masonların Grandmaster’ı ve 1917-19 yılları arası Roma Valisi ve
büyük Giuseppe’nin116 oğullarından birisi olan Menotti Garibaldi’ydi (1840-1903).
kurdukları çeşitli İtalyan kız ve erkek ortaokul ve liseleri ile geniş kitlelere açılmışlardı. Bkz.: Karakartal, s.
24.
112
Bosworth, ss. 49-67.
113
Merkezleri Selanik’te bulunan İtalyan masonları Osmanlı Devleti’nde de çok kuvvetli bir rol oynamıştı.
İtalyan masonları Osmanlı Develeti içinde İtalyan dilinin öğretilmesinde ve yayılmasında öncülük
yapmışlardı. Ünlü İtalyan mimar, mühendis, doktor ve müzisyenlerin yanı sıra İttihat ve Terraki yönetiminin
bazı üyelerini de mason localarıyla bağlantısı bulunmaktaydı. Bkz.: Karakartal, s. 28.
114
İtalyan ve Dünya edebiyatının en ünlü yazarlarından birdir. La Divina Comedia (İlahi Komedi) en ünlü
eseridir.
115
Bosworth, s. 49.
116
İtalyan Birliği’nin kurucularından Giuseppe Garibaldi.
45
Derneğin sağa doğru dönüşü 1896 ile 1903 arası ikinci başkan olan Pasquale Villari
(1826-1917) tarafından doğrulanmıştı. Güney İtalya’daki zavallı yaşama koşullarıyla
ilgilenmesine rağmen, Villari Sosyalizm düşmanıydı. Villari’nin yönetiminde, dernek üye
sayısını 18.000’e yükseltmiş ve 241 grup organize etmişti. Villari göç sorunun farkındaydı.
“Uluslar, organizmalar gibidir.” diyen ve Sosyal Darwnisim’i savunan Villari’ye göre
kontrol edilemeyen göç, italianita’nın yaşayan bir parçasının yok edilmesi demekti.
Villari’den sonra derneğin başına geçen Boselli’nin liderliğinde dernek büyümeye
devam etmiş ve 1911’de üye sayısı 50.000’e ulaşmıştı. Daha çok dış ilişkilerle ilgilenen
yönetici sınıfın görüşlerini yansıtan bir grup olarak çalışan ve kültürel konulara ağırlık
veren dernek siyasi alanda sınırlıydı ve Alman eşdeğeri Pangerman League (Pangermen
Ligi) kadar etkili değildi. Dernek italianata’yı güçlendirmek için öğütler verip; göçlerin
neden olduğu vatansever kayıpları hatırlatırken diğer kuruluşlar okullar için bağışlarda
bulunuyor ve İtalyan göçmenler için koloniler kurmaya çalışıyorlardı. Dante Alighieri
Derneği’nin İtalyan siyasetindeki rolü siyaset yapan hükümeti, destekleyen kamuoyu
şeklinde idi.117
İtalyan siyasetinde baskı unsuru olan diğer bir kuruluş ise 1867’de Floransa’da
kurulmuş olan Italian Geographical Society (İtalyan Coğrafya Derneği) idi. Derneğin
amacı bilinmeyen bölgelere keşifler düzenleyerek bilimsel gelişmeyi sağlamaktı. Kendi
türünde diğer organizasyonlarla olan uluslararası bağlantılarıyla gurur duyan örgüt
liderliğini genelde aristokrat ve akademik ellere bırakmıştı. 1880’lerde emperyalizmin
yükselişiyle dernek dikkatini İtalya’nın isteklerine çevirmişti. Dernek, Harrar, Somaliland
ve Juba nehrinde bilimsel amaçlı araştırma yapma misyonuyla nüfuz elde etmişti. 1906’da
topluluk aktif bir siyasi olan AntoniodiSan Giuliano’yu başkan seçerek, politikaya bir adım
atmıştı. Daha öncesinde derneğin siyasetle hiç bu kadar yakın bir bağı olmamıştı. Derneğe
1904 Kasımında katılmış olan San Giuliano derneğin hemen sömürgeci programa
yoğunlaşmasını istemişti. Mayıs 1906’da ilk toplantısına başkanlık ederken, San Giuliano
derneğin amaclarını, “Keşifler düzenlemek, bilimsel ve pratik olarak bu bölgelerde
117
Bosworth, ss. 51-52.
46
İtalya’nın çıkarları üzerine çalışılmak ve basını kullanarak yayılmak…”118 olarak
belirlemişti. San Giuliano’ya göre dernek, İtalyan kamuoyuna önem vermeli ve ülkeyi
ulusal çıkar sorunlarına karşı sevgi ve saygınlık ile geliştirmeliydi. Ulusların güç ve refah
için bu gösterişli savaşında İtalya geride kalmamalıydı. Ona göre İtalya’nın bilimsel
keşifleri için en rahat alanlar Küçük Asya, Mezopotamya, Ege Adaları, Habeşistan, Eritre,
Yemen, Benadir, Trablusgarp ve Bingazi idi. San Giuliano bu yolla dili çok açık olmasa da
İtalya’nın emperyalist isteklerinden bahsetmişti.119
İtalya’da hükümet üzerinde baskı gücü olan bir diğer kuruluş 1897’de kurulmuş
olan Lega Navale Italiana (İtalyan Denicilik Birliği) idi. Birliğin kurulmasını teşvik eden
şey, Adowa Savaşı ve sonrasındaki gelişmelerdi. Savaşın İtalya’nın yenilgisiyle
sonuçlanmasından sonra İtalyan halkını garip bir ümitsizlik duygusu sarmış ve ordunun
etkinliğine olan kamuoyu inancı sarsılmıştı.120 İşte bu atmosfer içinde birlik “Otuz milyon
insanın hayatında bir koloni yenilgisi sadece bir kaza olabilir. Yol ve yöntemi değiştirmek
yeterlidir.” düşüncesini savunmuştu. 121 Birlik hükümet kararlarında etkili olacak bir sivil
toplum kuruluş eksikliğini gidermişti. Kuruluşun yaptığı, milliyetçi, entelektüellerin
düşüncelerini asla anlamayan, sadece İtalya’nın güçlü olması ve anti-sosyalist olması
konusunda açık olan yönetici sınıfın düşüncelerini yansıtmaktı.
Birlik Eritire Valisi Ferdinando Martini’nin (1785-1873), Eritire Platosu üzerinde
yeni bir Toscana şehri yaratmaya çalıştığı başkent Asmara’da bir konferans düzenlemişti.
Kral Victor Emmanuel III (1869-1947) başkan olarak katıldığı konferansta, Dışişleri,
Donanma, Eğitim, Tarım, Sanayi ve Ticaret Bakanları onursal başkanlığı paylaşmışlardı.
Diğer gruplarında desteklediği konferansın hazırlıklarına dışişleri bakanlığı içerisindeki
Sömürgecilik Ofisi’nin başkanı Giacomo Agnesa, San Giuliano, Primo Levi ve Baron
Giorgio Sonnino da yardım etmişlerdi. Tüm İtalyan vatandaşlarının Eritre’yi ziyaret
etmesini kolaylaştıracağı umulan konferansın; ayrıca Adowa’daki askeri olayların neden
118
Bosworth, s. 53
M. Carazzi, La Società Geografica Italiana e L’esplorazione Coloniale in Africa 1867-1900, Firenze:
La Nuova Italia, 1972, ss. 75-80.
120
Barclay, s. 36.
121
Bosworth, s. 55.
119
47
olduğu
özgüvensizliği ve kuşkuculuğu ortadan kalkacağı beklenmişti. Konferansta
tartışılması gereken konuların başında İtalyan Afrikası’yla olan ilişkilerde göç sorunu
gelmişti. Eritre’nin tarımsal ve ticari gelişimi diğer konuları oluşturmuştu. Konferansta
ayrıca kamuoyuna sömürgecilik konusunda propaganda yapılması kararı da alınmıştı.
İtalya’nın önde gelen gazeteleri de konferansı izlemek için muhabirlerini göndermişlerdi.
Roma Ticaret Odası, İtalyan Ticaret Bankası ve Banca d’Italia gibi finans kurumları da
konferansı desteklemişlerdi.122
Konferansta alınan başlıca karar, İtalya’nın sömürgecilik hareketlerini düzenlemek
için1906 yılında Fransa’daki yönetici elit arasında sömürgecilik coşkusunu yaratmayı amaç
edinmiş olan Parti Colonial (Sömürge Partisi)’in bir benzeri olan Roma merkezli Istituto
Coloniale İtaliano (İtalyan Sömürge Enstitüsü)’yu kurmak olmuştu.123 Ayrıca Enstitü
Romolo Gessi (1831-1881), Carlo Piaggia (1827-1882), Pellegrino Matteucci (1850-1881)
gibi pek çok kâşifi de kara kıtanın bilinmeyen bölgeleri hakkında keşifler yapmaları
konusunda desteklemişti.124 Yerel şubelerinin kendi yetkilerine sahip olduğu kuruluşun;
sömürgecilik alanında bir uzman olan Renato Paoli yönetiminde Rivista Coloniale adında
yayınladığı aylık bir gazetesi de vardı. Enstitü bir kitle organizasyonu değildi, Roma’daki
toplantısına 229 kişi katılmıştı. Enstitüyü önemli bir baskı grubu kılan üyelerinin dış
politikayı oluşturanlarla olan yakınlığıydı.
Enstitünün öncülüğünde 1908 Ekiminde Roma’da toplanan Yurtdışındaki İtalyanlar
Kongresi’nde, her geçen yıl gittikçe artan İtalyan göçüne çözüm arayışları bulunmaya
çalışılmıştı. Bu sorunun çözümüne yönelik olarak, Enstitüye devlet desteği verileceği
kararlaştırılmış ve Tittoni İtalyan diplomatlarının kuruluşun aktivitelerine destek vereceğini
açıklamıştı. Kuruluş Dante Alighieri Derneği ile yurtdışındaki İtalyan okullarını araştırmak
üzere bir komisyon kurmuştu. Enstitünün bir baskı grubu olarak İtalyan siyasetine tesiri
daha çok botanikçi, arkeolog, avukat ve ekonomist gibi entellektüel üyelerinin etkisi
oranında olmuştu. Kuruluş’un üyelerinden bazıları her ne kadar İtalya’nın ekonomik
122
Angelo Del Boca, Gli Italiani in Africa Orientale, Roma-Bari : Laterza, 1976, s. 440.
Kent, s. 68
124
Segrè, s. 9.
123
48
emperyalizm’ine katılan bazı önemli iş adamları ise de, kuruluş iş ve finans dünyasının bir
sözcüsü değildi. Genel olarak üyeleri önemli politikacılardan ziyade entellektüellerden
oluşan kuruluş 300 üyeli küçük ve elit bir grup olarak kalmıştı. Enstitü, İtalyan halkından
bir çıkar grubunu temsil etmiyordu, ama İtalya’nın yeni bir sömürgecilik, emperyalizm ve
dış politikaya ihtiyacı olduğunu düşünen liberal yönetici sınıfın genel görüşlerini
benimsiyordu.125
C. İtalya’nın Trabusgarp ve Bingazi’ye İlgisinin Ekonomik Nedenleri
Birliğini sağlamasının ardından ekonomik olarak da bir atılım gerçekleştiren
İtalya’nın Cavour Döneminden itibaren İtalya’nın temel siyaseti tarım toplumundan sanayi
toplumuna geçebilmek olmuştu. Cavour Büyük Güçler arasında yer almanın temel şartının
sağlam bir ekonomiye sahip olmak olduğunu biliyordu. Bu yüzden, sanayileşmeye ve
sanayi için gerekli olan hammadde ile mamül ürünlerin ülke içinde aktarımını sağlayacak
olan demiryollarına çok büyük önem vermiş ve bu konuda büyük yatırımlar yapmıştı. 1861
yılında İtalya çevresindeki demiryollarının uzunluğu 2.273 km iken demiryollarının
uzunluğu sırasıyla; 1871 yılında 6.710 km’ye; 1881 yılında 9.506 km’ye, 1891 yılında
13.964 km’ye, 1901 yılında 16.451 km’ye çıkartılmıştır.126 Bu dönem içinde demiryollarına
yapılan yatırım otoyollara yapılandan daha fazla idi. Çünkü gerek ekonomistler, gerekse
siyasetçiler demiryollarının otoyollardan daha önemli olduğunun farkındaydılar. Ayrıca
birçok finansör demiryollarına yatırım yapmaya hazırdı.
Demiryollarındaki ilerlemeye paralel olarak sanayileşme de hız kazanmıştı.
İtalya’nın birliğinin sağlamasıyla beraber toprak sahibi soylular yavaş yavaş şehirleşme
yolunu seçmeye başlamışlardı. Bu da soyluların sahip oldukları toprakları halka satmalarına
sebep olmuştu. İtalya’nın birliğini sağlaması sırasında 188.000 hektarlık alanın 104.000
hektarlık (yaklaşık %55’lik) kısmı soylulara; 28.000 hektarlık (yani %15’lik) kısmı ise
şehirli nüfusa aitti. Kalan %30’luk kısım ise ölü araziydi.
125
Bosworth, ss. 65-67.
Romano, s. 23. 1901 yılında Fransa 39.613 km, İngiltere 36.920 km, Almanya 54.976 km uzunluğunda
demiryolu ağına sahipti.. Bkz.: Romano, s. 23.
126
49
Ancak 20. yüzyılın başında, şehirli nüfusun sahip olduğu toprak alanı 75.000
hektara (yani %40) yükselmişti. Boş araziler 13.000 hektara düşerken soyluların sahip
oldukları alan da 40.000 hektara düşmüştü.127 Böylece İtalya’da kapitalizme geçişte
başlamıştı. Kapitalizme bu hızlı geçiş 20. yüzyılın başlarında İtalya’da ekonomik ve soysal
sıkıntıların ortaya çıkmasına neden olmuştu. Çünkü tarımdan sanayiye yapılan hızlı geçiş
sonunda işsiz kalan birçok köylü kendilerine yeni iş olanakları bulmak için göç etmeye
başlamıştı.128 Sonnino’nun dediği gibi; “İtalya 20. yüzyılın başında eski feodalitenin ve yeni
kapitalizmin bir arada bulunduğu bir toplumdu.”129
Büyük Güçler arasında İtalya’nın büyük güç olarak unvanını iki faktör koruyordu;
1912’de 35 milyona ulaşan nüfusu ve İtalya’nın coğrafi önemini gösteren tarihi. Diğer
kriterler açısından 1860 ile 1914 arasında İtalya’nın rolü büyük bir güçten ziyade küçük bir
Balkan ülkesi ya da bir sömürgeden farksızdı. 1896 ile 1907 arasındaki önemli ekonomik
gelişmelerden sonra bile, İtalya’nın iktisadi göstergeleri Büyük Güçler’inkilerle mukayese
kabul etmiyordu. Yarımada sanayileşmenin temel yakıtı kömür arzında yetersizdi.
Hidroelektrik gelişimi İtalya’nın, özellikle de kuzeyinin enerji ihtiyacının cevabı
niteliğindeydi. Ama hidroelektrik enerjisi İtalyan donanmasının yakıtını oluşturmuyor ve
İtalyan demiryollarının savaş zamanındaki seferlerinde pek yardımcı olamıyordu. Birinci
Dünya Savaşı’ndan önce, İtalyan enerji ihtiyacının %88’i kömür yoluyla karşılanırken,
sadece %3,4 hidroelektrikten sağlanıyordu. İngiltere, İtalya’nın kömür ihtiyacının %90’ını
karşılıyordu. İngiltere’ye olan bu bağlılık neticesinde İtalya’nın diplomatik kararlarında
İngiltere’nin de görüşü etkili oluyordu.130 İtalya’da hızla gelişen metalurji sektörü ise
Alman finansmanıyla 1894’te Milano’da kurulmuş olan Banca Commerciale (Ticaret
Bankası) gibi yatırım kuruluşlarının elindeydi.131 Her ne kadar Alman Genel Kurmay
Başkanı Helmuth von Moltke (1848-1916), ”Daha fazla kale inşa etmeyin, demiryolları
127
Emilio Sereni, Histoire du Paysage Rural Italien, Paris: Juliard, 1965, s.274.
Almanya ve İngiltere’de ise sanayileşme İtalya’ya nazaran daha köklü ve sağlam bir şekilde geliştiği için;
bu iki ülkede işsizlik yüzünden yurt dışına göç olayı yaşanmamıştı. İtalya’da ise sanayileşm hızlı nüfus
artışıyla paralellik gösterememişti. Bkz.: Segrè, s. 9.
129
Lucilla Franchetti, La Sicilia del 1876, Florence: Vallecchi, 1975, s. 45
130
Bosworth, ss. 2-4.
131
Saladino, s. 111.
128
50
inşa edin!” demiş olsa da demiryolları kömüre ihtiyaç duyuyordu. Bu sebeple banka yan
kuruluşu olan Sociéta Commerciale d’Oriente (Doğu Ticaret Şirketi) aracılığıyla Osmanlı
Devleti’nden Karadeniz’deki Ereğli Kömür madenlerinin işletim hakkını almaya ve bu
kömürün taşınması için madenlerle liman arasında demir yollarını inşa etme konusunda
ayrıcalık sağlamaya çalışmıştı.132 Bu konuda başarılı olamayan İtalya elektrikli demiryolu
çalışmalarına girmiş ancak 1914’den önce İtalya’nın elektrikli demiryolu denemeleri
stratejik kullanımdan ziyade birkaç sanayi hattıyla sınırlı kalmıştı. İngiltere, İtalya’ya
kömür göndermekteyken bile, demiryolları İtalya’yı Büyük Güçler arasında bir sanayi
istasyonu olmaya götürememişti. Yarımadanın zorlu arazi koşullarıyla savaşarak ilerleyen
İtalyan demiryolları ağı 1914 yılında hâla tamamlanmamıştı. Dış yardımla finanse edilen
demiryolu yapımı İtalyan hatlarının askeri değerini düşürüyordu. Hiç kuşku yok ki,
Moltke’nin söylemine rağmen, 1914’deki İtalyan stratejisiler hâla Avusturya sınırındaki
kalelerin tamamlanmasını hayal ediyordu. Kömür kaynaklarının azlığına karşılık, İtalya
özellikle Elba Adası’ndaki demir kaynaklarına sahipti ve İtalyan hükümeti hemen bunun
ekonomik
ve
stratejik
avantajını
kavramıştı.
İtalya’nın
demir-çelik
üretimi
İngiltere’ninkinin sekizde biri, Almanya’nın on yedide biri ve Belçika’nınkinin beşte
ikisiydi.133
Enerji konusundaki bu sıkıntılara rağmen İtalya’da makine sanayinin gelişmesiyle
birlikte, büyük makine parklarına sahip birçok fabrika kurulmuştu. 1852 yılında Cenova’da
kurulmuş olan ve 19. yüzyılın sonlarına doğru hızla gelişen Giovanni Ansaldo Şirketi deniz
araçları ve gemiler için kazan ve motor üretimi yapıyordu. 1880 yılında firmanın gemi
motoru üreten fabrikasında bine yakın işçi çalışıyordu. Ansaldo Şirketi ilerleyen yıllarda
elektrik, maden ve metalurji sanayi için da ağır sanayi ekipmanları üretmeye başlamıştı.
1886 yılında Milano’da kurulmuş olan Ernesto Breda Firması da buna benzer bir üretim
şekli izlemekteydi. 1899 yılında Torino’da kurulmuş olan Fabbrica Italiana Automobili
Torino (Torino İtalyan Otomobil Fabrikası) FIAT otomotiv şirketi ise geçen zaman içinde
132
Louis A. Cretella, Italo - British Relations in The Eastern Mediterranean 1919 - 1923, New York:
Garland Publishing Inc., 1991, s. 4.
133
Bosworth, ss. 2-4.
51
İtalyan Sanayi’nin bir devi haline gelmişti. FIAT’ın kurulmasından 9 yıl sonra Camillo
Olivetti Piemonte’de İtalya’nın ilk daktilo üretim tesisini kurmuştu. Demir ve çeliğe
duyulan ihtiyacı arttıran diğer bir sektör ise gemi inşa sektörüydü. İtalya’nın deniz
ticaretine ve ulaşımına dayanan bir büyüme istemesi bu sektörün gelişmesine sebep
olmuştu. Ancak demirin eritilmesi için gerekli olan kömüre bağımlılık İtalya’yı demir
çeliğe dayalı ağır sanayisini geliştirmesi konusunda zora sokmuştu. Her ne kadar elektrik
enerjisi kullanılarak demirin eritilmesiyle çelik elde edilmeye çalışılmışsa da bu yolla elde
edilen çeliğin maliyetinin fazla oluşu nedeniyle -dünya çelik fiyatlarının %35 üstünde- bu
fikirden vaz geçilmişti.134 Bununla birlikte kömüre olan bağımlılığın azaltılması için
özellikle hidroelektrik üretimini arttırma konusundaki çalışmalar sonucunda 1901-1910
yılları arasında İtalya’nın hidroelektrik üretimi 67 milyon kw’tan 752 milyon kw’a
çıkmıştı. Elektriğin kullanımındaki artışla beraber elektrikli ürünlerin üretilmesinde de artış
olmuştu. Bu ürünleri ihtiyaç duyduğu kauçuk sağlamak için de daha sonraları otomobiller
ve bisikletler için lastik tekerlek üretecek olan Pirelli Kauçuk Şirketi kurulmuştu.
Giolitti zamanında yaşanan bütün bu endüstriyel ve ekonomik gelişmelere rağmen;
İtalya’nın ekonomik durumu güven altında değildi, dış problemlerinin başında bütün
Avrupalı ticari ortaklarıyla olan ilişkilerinde ödemeler dengesinde açık vermesi, iç
problemlerinin başında ise sanayileşmedeki zayıflığı geliyordu. Uluslararası ekonomik
sistemde İtalyan ekonomisine güven veren faktörler, görünmeyen kalemler olan turizm
gelirleri ve İtalyan göçmenlerin para havaleleri olarak görünmekler beraber, bunlar da savaş
çıkması durumunda kesilecekti. İtalya içinde ise 1890’lardaki skandallarla bankacılık
sistemi çökmüş ve yeniden Alman himayesi altında kurulmuştu. Bu durumda İtalya’nın
bağımsızlığında bazı kısıtlamaların işaretini veriyordu.135 İtalyan ekonomisi, on yıllık bir
büyümeden sonra, 1907’de daralmış ve ondan sonra ise toparlanması çok yavaş bir seyir
izlemişti. Bunun temelinde de İtalya’nın Avrupa’nın diğer Büyük Güçler’inin 17. ve 18.
yüzyıllarda yaşadığı Kapitalizm’e geçişi ve onun kurumları olan düzenli ordu, ulusal vergi
sistemi ve birleşik pazarı oluşturmayı ancak 19. yüzyılın sonlarında gerçekleştirmiş
134
135
Saladino, s. 111.
Bosworth, ss. 2-4.
52
olmasıydı.136 Özellikle ödemeler dengesindeki negatif seyir. İtalyan ekonomisini kötü
yönde etkilemeye başlamıştı. Hükümet bütçe açığını görünmeyen kalemler olan turizm ve
yurt dışındaki İtalyanların İtalya’ya gönderdikleri dövizlerle kapatıyordu.137
Tablo-1: 1910 - 1913 Arası İtalya’nın Dış Ticaret Değerleri ( USD )
Ülke
1910
1911
1912
1913
İthâlat
289.746
288.914
294.479
264.660
İhracat
164.581
184.754
219.191
221.147
Toplam Ticaret
454.327
433.668
513.670
485.807
İthâlat
524.634
550.159
626.284
612.690
İhracat
293.139
301.249
328.236
343.444
Toplam Ticaret
817.773
851.408
954.520
956.134
İthâlat
333.957
327.182
289.591
283.356
İhracat
218.296
206.168
222.570
231.481
Toplam Ticaret
552.253
533.350
512.161
514.837
İthâlat
476.269
509.831
577.130
591.776
İhracat
210.356
222.797
264.406
226.050
Toplam Ticaret
686.625
732.628
841.536
817.826
Avusturya
Almanya
Fransa
İngiltere
136
137
Anderson, Lisa, s. 18.
Bosworth, ss. 204-207.
53
Amerika Birleşik
Devletleri
İthâlat
363.968
415.280
515.347
522.722
İhracat
263.816
247.230
261.938
267.892
Toplam Ticaret
626.784
662.510
777.285
790.614
Toplam İthâlat
3.245.976
3.389.296
3.701.922
3.645.639
Toplam İhracat
2.079.977
2.204.273
2.396.927
2.511.639
Toplam Ticaret
5.325.953
5.593.569
6.098.849
6.157.278
Kaynak: S. B. Clough, The Economic History of Modern Italy, New York: Columbia University
Press, 1964, s.379.
1911’de sanayideki istihdam tarımdaki istihdamın yarısından azdı ve birçok sanayi
şirketleri küçük ölçekli ve yereldi.138 İtalya’nın ekonomisi 1911’de en kötü yılını
geçirmişti. Üstelik monarşi veya askeriyeye benzer bir şekilde, İtalyan endüstrisi, artan
katılımlarına karşın, hâla yeterli büyümeyi yakalayamamıştı. Yurtiçinde endüstriyel
krizlerle yüzünden ekonomideki gelişme oranı 1907’den sonra hızlı bir düşüşe geçmişti.
Grevler artmaya başlamış ve 1906’da kurulmuş ve İtalya’daki sekiz milyon işçinin %40’a
yakın bir bölümünün üye olduğu Confederazione Generale del Lavoro (Genel İşçi
Konfederasyonu), 1909’da radikal söylemlerin kuşatması altına girmişti.139 Giolitti’nin
geçmişteki sosyal politikaları tarafından desteklenen İtalyan sosyal ve ticari hareketleri aşırı
uçlar tarafından tehdit altındaydı. 1908-1909 arası grev sayısı düşmüşken, 1910-11 arası
grev sayısında tekrar artış olmuştu.
138
139
Bosworth, ss. 2-4.
Bosworth, s. 28.
54
1887’de yapılan vergi tarifeleriyle ilgili düzenlemeler, güneyin yağ, şarap, meyve
ve sebze gibi tipik tarım ürünlerine sert bir darbe indirmişti. Kuzey İtalya’daki üreticiler bu
ürünleri seralarda yetiştirdikleri için, güneyin mamullerine ihtiyaç duymuyorlardı. Ayrıca
Kuzey İtalya’nın halkı toprağa yapılan yatırımlar konusunda birleşmişlerdi. Endüstriyel
kalkınmanın hemen öncesinde Po ve Midi Ovaları’nda iki farklı tür ürünün üretilme eğilimi
vardı. Kalkınma dönemi boyunca, sermaye, pazar, iletişim ve hidroelektrik potansiyelleri
hep kuzeyde bulunmuştu.140 İtalyan sermayesi de yatırımlarını büyük oranda kuzeye
yapıyordu. 1905’te hizmete giren Simplon Tüneli, 1898’de açılan Torino Fuarı, 1902’de
kurulan Bocconi Ticaret Üniversitesi ve 1919’de açılan Milano Fuarı kuzeye yapılan
yatırımlara verilebilecek örneklerdi.141
Endüstriyel yapının gelişmesiyle beraber şehirlerdeki nüfusta da kayda değer bir
artış olmuştu. İtalya’nın 1881’de 26.801.154 olan nüfusu; 1911’de 35.845.048’e
ulaşmıştı.142 1800 yılında km2’ye 63,2 kişi düşerken; 1861 yılında bu sayı 87 kişiye
çıkmıştı. 1861-1911 yılları arasında ise nüfus yoğunluğu km2’ye 87 kişiden 123 kişiye
çıkmıştı.143 Nüfusu 20.000’in üzerinde olan yerleşimlerin oranı %27,7’den %31,3’e
çıkmıştı. Ayrıca Milano, Torino, Cenova, Napoli ve Roma’nın nüfusları toplamının, genel
nüfusa oranı da %5’ten %7,7’ye yükselmişti. Böylece şehirlerde yaşayan nüfusun genel
nüfusa oranı %59’a ulaşmıştı. Şehirlerdeki bu gelişme özellikle Lombardiya, Piemonte,
Ligueri Bölgeleri’nin oluşturduğu Endüstri Üçgeni’ndeki yerleşimlerde ortaya çıkmıştır.
Lombardiya’da yüzyılın sonunda endüstride çalışan nüfus toplam nüfusun %41’ini,
Ligueri’de %40’ını ve Piemonte’de %31’ini oluşturmaktaydı. Şehirleşmeyle birlikte gelişen
burjuva sınıfı sayesinde şehirlerdeki hayat dinamiği de artmıştır. Mimari, dekorasyon,
gazetecilik, basın-yayın, eğitim, spor ve gastronomi gibi sosyal ve kültürel aktiviteler
şehirlerde her geçen gün gelişmeye başlamıştı.144
140
Barclay, s.19.
Romano, s. 146
142
Askew, s. 25.
143
Segrè, s.6.
144
Romano , s.147.
141
55
Ekonomik ve sosyal yapıda meydana gelen bu köklü değişiklikler siyasi alanda da
kendini göstermişti. Merkezi otorite belli bölgelerde eski mafya örgütlenmelerinin ve
feodal kalıntıların siyasi yapısına karşı iktidar boşluğu yaşanmaya başlamıştı. Bunun
temelinde kapitalizm ile feodal yapı ve gelenekler arasındaki sıkışıklık ve bu sıkışıklığın
uzantısı olan gelir uçurumundan doğan düzensizlik yatmaktaydı. Zira İtalya’nın birliğini
sağlaması ve feodalitenin yerini alan burjuvazi bu düzensizliği ortadan kaldıramamıştı. Bu
durumun en çok görüldüğü yer ise İtalya’nın güneyi idi. Zaten İtalyan Birliği kurulurken
kuzeyin öncülüğünde gelişen yapılanmayı ve kuzeyin ortaya koyduğu farklı öncelikleri
güney kısa zamanda içine sindirememişti.145 Bu yapısal bozukluğun hükümet tarafından
düzeltilememesi ülke dışına göç eden İtalyanların sayısının gün geçtikçe artmasına ve
İtalya’nın nüfusunun da her geçen gün azalmasına sebep olmuştu.146 1887’de 200.000 kişi
İtalya’dan göç etmişken, bu sayı 1896’da 300.000’e, 1901’de 602.669’e 1910’da ise147
651.475’e148 çıkmıştı. İtalya’dan Avrupa’ya ve deniz aşırı ülkelere doğru gerçekleşen bu
kitlesel göç dalgası modern çağın en büyük insan hareketi olmasının yanında insanlık
tarihinin de en büyük göç dalgalarından biriydi.149
Tablo-2: Yıllar Bazında İtalyanların Göç Hareketleri
YILLAR
GÖÇ EDEN
İTALYANLARIN SAYISI
GERİ DÖNEN
İTALYANLARIN SAYISI
1861 - 1870
121.040
-----
1871 - 1880
117.596
81.832
1881 - 1890
187.920
-----
1891 - 1900
283.473
-----
145
Romeo Rosario, Risorgimento e Capitalismo, Bari: Laterza, 1970, s. 29.
John Davis, Italy in The Ninteenth Century, Oxford: Oxford University Press, 2000, ss. 255-263.
147
Robert Foester, The Italian Emigration of Our Times, Cambridge: Harvard University Press, 1919, ss.
46-53.
148
Askew, s. 24.
149
Foester, ss. 46-53.
146
56
1901 - 1910
602.669
-----
1911 - 1920
382.807
-----
1921 - 1930
257.844
137.814
1931 - 1940
70.265
58.986
1941 - 1950
163.539
63.801
1951 - 1960
300.651
141.561
Kaynak: Clough, s.381.
Bu göç dalgasının içinde Calabria nüfusunun %40’ını; Abruzzi %43’ünü; Basilicata
ise %38,5’ini, 1909-1912 arasındaki dönemde kaybetmişti.150 Göç eden nüfusun genç,
sağlıklı ve yetişkin olduğu dikkate alınınca, kayıp daha da vahimdi. Özellikle büyük toprak
sahipleri ve ordu göç dalgası sonucunda genç ve sağlıklı nüfusun kaybedilmesinden
oldukça şikâyetçiydi.151 İtalya’nın mevcut sömürgeleri olan Eritre ve Somali’nin yerleşime
uygun olmadığı anlaşılmıştı. Çünkü bu bölgelere yüksek oranda bir yerleşimin
sağlanabilmesi için bu bölgelere büyük yatırımlar yapılmasına ihtiyaç vardı. Ancak finansal
kaynaklar açısından kısır olan İtalya’nın bu tür yatırımlar yapması, yapsa bile bu
yatırımların kısa vadede karşılıklarını alaması da oldukça zordu.152 İki sömürgeden daha iyi
ve eski olan Eritre’de, yaşayan 72.500 İtalyan’ın çoğu bürokrat ve askerdi.153 Ayrıca 1902
yılında Eritre’deki 126 çiftlikten sadece 62’sinde tarım yapılıyordu. Bunun yanında
Eritre’de tarımın yapıldığı yüksek platolarla ürünlerin satıldığı Massawa’daki pazar
arasında bağlantı zor olduğu için çiftçiler ürünlerini satmakta güçlük çekiyorlardı. Ayrıca,
bölgede su sıkıntısı vardı ve içme suyu Napoli’den gemilerle taşınıyordu. Bu da halkta
150
Saladino, s.114.
İtalya Büyük Güçler arasında en az nüfusa sahip olanıydı. İtalya’nın 26 Milyon olan nüfusuna karşın;
İngiltere 28 milyon; Fransa 38 milyon; Almanya 39 milyon ve Rusya 73 milyon nüfusa sahipti. Göç
dalgasıyla birlikte nüfus oranındaki artış İtalya’nın askeri gücünü ve iş gücüne bağlı üretimini de olumsuz
yönde etkilemişti. Bkz.: Barclay, s. 13.
152
Sergè, s. 4.
153
Miége, ss. 250-251.
151
57
moral bozukluğuna neden oluyordu.154 Bu sebeple Eritre’de tarımsal üretimde bir artış
yerine sivillerle ordu temsilcileri arasında yürütülen bürokratik iç savaş vardı.155
Kitlelerin kısa süre içinde gerçekleştirdiği bu göçlerden farklı sektörler etkilenmekle
birlikte, şüphesiz en ağır darbeyi çalışan insan gücünün azalması yüzünden156 tarım sektörü
almış157ve İtalya Avrupa’nın doğal bahçesi olma özelliğini de yavaş yavaş yitirmeye
başlamıştı.158Ancak kapitalistleşme sürecinin bu ilk evresinde tarım sektörü dışındaki bazı
sektörlerde göz ardı edilemeyecek olumlu gelişmeler olmuştu.
Bu sektörlerin başında da hizmet ve ulaşım sektörleri gelmekteydi. 1860 ile 1880
arasında geçen 20 yıllık dönemde demiryolu ağı 2404 km’den 9260 km’ye çıkmıştı.
Otoyolların uzunluğu 22.500 km’den 35.000 km’ye yükselmiştir. Posta ofislerinin sayısı
1632’den 3328’e; posta çeklerinin hareketi ise 22 milyon liretten 484 milyon lirete çıkmıştı.
Telgraf hatlarının uzunluğun ise 9900 km iken büyük bir artışla 26.000 km’ye ulaşmıştı.
Altyapı hizmetlerindeki bütün bu gelişmeler İtalya’da Sanayi Devrimi’nin ilk
basamaklarını oluşturmuştu.159 Ancak İtalya’nın kurumsal yapısı henüz sanayi devrimini
gerçekleştirebilecek düzeyde gelişmemişti. Demiryolları, otoyolları ve ordu, polis, eğitim
ve iletişim gibi temel hizmetleri ile daha çok 19. yüzyıl devletlerine ait bir yapısı vardı.
Bunun yanında ülkede vergi düzenlemelerinin yardımıyla ancak birkaç endüstri kolu
gelişebilmişti. Bütün bu eksikliklerine rağmen, ilk Giolitti (1892-1893) ve son Crispi
(1893-1896) Dönemlerinin banka skandallarının ardından, geliştirilen yeni kredi sistemi
daha güçlü ve kaliteliydi. Bu gelişmeler İtalya’nın yükselişe geçtiğini gösteren kanıtlar
niteliğindeydi. Bunun yanında yüzyılın başında kurulan yeni hükümet, daha geniş, daha
anlayışlı ve topluluğun isteklerine daha fazla öncelik veren bir yapıya sahipti.160 1860-1880
154
Segrè, s. 14.
Saladino, s. 114.
156
Ancak bu göç dalgası ortaya paradoksal bir durum çıkarmıştı. Zira bir taraftan hatırı sayılır orada
İtalya’nın ülkeyi terk etmesiyle İtalya’nın tarım ve sanayide ihtiyaç duyduğu işgücü oranında bir düşüş
olurken; diğer taraftan da bu göçmenlerin gittikleri ülkelerden İtalya’ya gönderdikleri dövizlerle ulusal gelirde
önemli bir artış meydana gelmişti. Bkz.: Romano, ss. 93-95.
157
Romano, s. 65
158
Segrè, s. 7.
159
Romeo, s.133.
160
Romano, ss. 145-146.
155
58
yılları arasında özellikle Kuzey İtalya’da gerçekleşen altyapı ile ilgili sektörlerdeki
gelişmelere ilişkin veriler aşağıdaki tablodaki gibiydi.161
Tablo-3: 1861-1880 Yılları Arasında İtalya’daki Başlıca Sektörlerin Gelişme
Oranları (Milyon Liret)
1861
1865
1870
1875
1880
27
34
46
52
49
100
126
170
192
181
Ticaret
352
366
517
666
763
Artış Yüzdesi
100
104
175
189
217
Kredi
7
23
38
57
77
Artış Yüzdesi
100
328
543
814
1100
Sigorta
4
5
6
8
10
Artış Yüzdesi
100
125
150
200
250
1063
1066
1349
1519
1359
100
100
126
143
127
Denizyolu
Taşımacılığı
Artış Yüzdesi
Endüstriyel
Üretim
Artış Yüzdesi
Kaynak: Romeo, s.142.
Bütün bu göstergeler bir yandan ülkenin kalkınma düzeyinde bir artış olduğunu
işaret ederken diğer taraftan farklı bir gerçekliği gözler önüne sermekteydi. Yüzyılın
sonunda, kişi başına düşen mili gelir ortalama olarak İngiltere’de 1.300 liret, Fransa’da
6.500 liret, Almanya’da 3.900 liret iken İtalya’da 2.500 liret idi. Bu rakamlar ise İtalya’nın
20. yüzyılın başında ekonomik olarak hâla Büyük Güçler arasında yer almadığını
göstermekteydi.162 İtalya’nın Düyun-ı Umumiye’deki (Osmanlı Kamu Borçları Kurumu)
161
162
Romeo, s.142.
Romano, ss. 105-106.
59
üyeliği de güçsüz bir üyelikti. İtalya’nın üyeliği Osmanlı Devleti’nde gerçek anlamda
finansal yatırımlar yapması için bir üyelik olmayıp, sadece İtalya’nın büyük bir güç olarak
sayıldığını gösteren bir üyelikti. Avrupalı devletlerin işsizlik, nüfus artışı ve yeni pazarlar
bulma sorunlarına sömürge çözümünü kökleştirdiği ve dünyanın paylaşılmasının neredeyse
tamamlandığı bir dönemde, İtalya bu alanda daha bir adım bile atmamıştı.163 İtalyan
ekonomisinin bu durum köylülerin ve işçilerin sol akımlara yönelmelerine zemin
hazırlamıştı. İleriki dönemlerde kuzey merkezli Liberal İtalya için büyük bir sorun teşkil
edecek Sosyalist ve Sendikal hareketler böylece toplum içinde filizlenmişti.
Ülkede sol hareketlerin gelişmesi üzerine, sağcı ve milliyetçi tarafın İtalyan
hükümeti üzerindeki baskısı 13 Haziranda Giuseppe Bevione’nin Trablusgarp’ın İtalyan
göçünün açıkça çözümü olduğunu iddia eden Giolitti’ye Açık Mektup başlıklı uzun
makalesinin yayınlamasıyla daha da artmıştı. Doğrudan Giolitti’nin adres gösterilmesiyle,
Bevione Birleşik Devletler’in göç duvarlarının yükseltileceği günün çok uzak olmadığını
belirtiyordu. Bevione uygun bir yer hazırlamak, denizin ötesi kıyısında uzandığı konusunda
teşvik etmişti. Bevione makalesini “…Oradaki sorununuz ne olursa olsun, en kısa zamanda
harekete geçilmeliydi. Bu Akdeniz Afrika’sı büyük istekler uyandırmaktadır… Eğer
Almanya Afrika İmparatorluğu’nun kapısını Trablusgarp’ta açmaya karar verirse, büyük
bir Anglo-Alman savaşı görürüz; ama sonuç ne olursa olsun, Trablusgarp bizim açımızdan
kayıp olacaktır. Her koşulda tembelliğimiz, yapmış olduğumuz antlaşmalara rağmen
İngiltere ve Fransa’ya kendilerini yeni birer rakip olarak görme hakkını veriyordu.
Trablusgarp’a kim giderse gitsin, el ve ayağı bağlayan bağın kapatılması gibi İtalya’nın
Akdeniz’deki ebedi hapsi olacaktı. Bugün Osmanlı Devleti filosuz, ama bir tane hazırlıyor.
Birkaç yıla kadar, denizlerdeki güvenliğini sağlamış olan Trablusgarp’ı rahatça işgal
etmek mümkün olamayabilir. Şu an tam zamanı, başarı olasılığı yakında azalabilir,
Saygıdeğer Giolitti.”164şeklinde sonlandırmıştı..
Aslında Bevione’nin makalesi çok önemli bir gerçeği yansıtmaktaydı. Çünkü göç
olgusu İtalya için büyük bir sorun olmanın ötesinde bitmeyen bir kâbus gibiydi. Çünkü ülke
163
164
Koloğlu, s. 35.
Childs, s. 42.
60
dışına göç eden İtalyanlar Avrupalı diğer göçmenler gibi ne kolonileşebiliyorlardı ne de
gittikleri yerlere tam anlamıyla uyum sağlayabiliyorlardı. Özellikle yoğun oranda İtalyan
nüfusuna sahip Birleşik Devletler’de İtalyan göçmenler yerleştikleri gettoların dışına
çıkamıyorlardı. Bu ülkelerde yaşayan İtalyan göçmenler İtalya dışında bir İtalya
kurmuşlardı.165 İtalyan-Amerikan ilişkilerini inceleye bir öğrencinin yorumuna göre ise
“İtalyanlar Amerikan rüyasının kâbusuydu.” 166Bütün bunlar bir arada değerlendirildiğinde
İtalyan için göçe bir yön vermek şarttı. Bunun içinde hükümetin önünde iki yol vardı; ya
ülke içindeki yatırımları arttırmak ya da İtalyan göçünün yöneleceği yeni topraklar bulmak.
Çünkü Birleşik Devletler ve Arjantin Hükümetleri kendi ülkelerine yapılan İtalyan göçünü
durdurma eğilimindeydiler.
Bu göç dalgasını kontrol altına almak hem de ileride ortaya çıkailecek bir sömürge
savaşında başarılı olabilmek için hükümet yapılan yatırımların önceliklerinde de bazı
değişiklikler yapmıştı. Çünkü Giolitti sadece devleti yönetmiyordu. Aynı zamanda ülkeyi
politik ve kültürel yönden de yenilemeye çabalıyordu. Bunun için eğitimden sağlığa,
vergiden yargıya bir yok alanda yatırımlar yapılmıştı. Uluslararası sistemde etkin bir güç
olabilmek için hükümet, ordu ve donanmaya bütçe içinden ayırdığı payı arttırmıştı.
Aşağıdaki tabloda yıllar içinde hükümetlerin yatırım önceliklerinin yüzdesel değerlerini
göstermekteydi.
Tablo-4: Birliğin Sağlanmasının Ardından Geçen İlk 50 Yıllık Süre İçinde
(1862 - 1912) Genel Bütçe İçinden Yapılan Harcamalar (%)
1862 – 1896
1897 - 1906
1907 - 1912
Kamu Harcamaları ve
Genel Yönetim Giderleri
59
59
45
Savunma Giderleri
24
21
27
Adalet ve Polis
2
2
2
165
166
Romano, ss. 93-95.
Saladino, s. 105.
61
İktisadi Yatırımlar
13
15
19
Diğer Harcamalar
2
3
7
TOPLAM
1000
100
100
Kaynak: Romano, ss. 21-22.
Ancak İtalya’nın 19. ve 20. yüzyıllar arasında genel bütçe içinden savunmaya
ayırdığı pay 246 milyon liret tutarındaki pay oldukça fazla bir miktar olarak görünmekle
birlikte; Avusturya’nın aynı konuya harcadığı 430 milyon, Fransa’nın harcadığı 649 milyon
ve Britanya’nın harcadığı 938 milyon liret dikkate alındığında bahsedilen rakamın
Avrupa’nın Büyük Güçleri arasına girmek isteyen bir ülke için son derece az olduğu
anlaşılmaktaydı.
20. yüzyıl’ın başında dünyadaki etkin güç merkezlerinin nüfusları ve yaptıkları
savunma harcamaları karşılaştırıldığında ortaya aşağıdaki tablo çıkmaktaydı.
Tablo-5: Ülkelerin Nüfuslarına Göre Yaptıkları Savunma Harcamaları ( Liret)
Nüfus
Savunma Harcamaları
Rusya
120.000.000
875.730.000
Birleşik Devletler
76.303.387
673.400.000
Almanya
49.421.803
677.223.000
Britanya
42.422.000
938.184.000
Avusturya
41.359.204
430.667.063
Fransa
38.457.000
649.496.036
İtalya
31.006.970
246.000.000
Osmanlı Devleti
24.028.900
103.487.438
İspanya
18.618.086
114.940.351
İsviçre
3.100.000
26.033.748
Kaynak: Romano, ss. 153-155.
62
İtalyan ordusu Birinci Dünya Savaşı öncesi dönemde ülkenin güvenliğini sağlamak
için yeterli kapasiteye sahipti. Ancak Avrupa’da cereyan eden can alıcı olaylar konusunda
yetersiz olduğu aşikârdı. Bu noktada İtalyan ordusunun işlevsel olarak yetersiz olduğu göze
çarpmaktadır. İtalya’nın büyük ümit bağladığı donanması da 20. yüzyılın başında hâla
Batılı deniz güçleri arasında son sırada yer almaktaydı.167
Tablo-6: Deniz Kuvvetlerine Sahip Devletlerin Donanmalarının Silah Güçleri
Britanya
Savaş Gemisi
69
Kruvazör
157
Torpido
34
Toplam
260
Fransa
38
55
21
114
Rusya
33
31
9
73
İtalya
16
21
17
54
Almanya
31
34
4
69
A.B.D.
28
34
-
62
Japonya
8
24
2
34
Kaynak: Romano, ss. 153-155.
1911’de Giolitti İtalya’sı krizde ya da krize yakındı. Bu koşullar altında, az bir
maliyetle gerçekleştirilecek bir sömürge savaşı 1914 öncesi Avrupa’sı içerisinde bir çözüm
olarak görülmüştü.168 Bunun için de İtalya Tunus’un kaybedilmesinden ve Eritre ile
Somali’deki başarısızlıklardan sonra kendilerine sömürge alanı olarak seçtikleri
Trablusgarp ve Bingazi’yi barışçı yollarla işgal etmek için bu bölgeye ekonomik olarak
yatırımlar yapmaya başlamıştı. Zira bu bölge Tunus’tan daha verimli olmasa da en az onun
kadar verimli topraklara; aynı iklim şartlarına, aynı madenlere sahipti.169
Trablusgarp’ı ziyaret eden Giornale di Scilia gazetesi’nin sosyalist yazarı De Felice
7-8 Ocak tarihli makalesinde Trablusgarp’ı tarım için son derece elverişli olduğunu
yazmıştı. Ayrıca Trablusgarp’ın Fas, Tunus ve Cezayir’le karşılaştırıldığında Afrika’dan
167
Romano, ss. 153-155.
Bosworth, ss. 149-150.
169
Askew, s. 9.
168
63
ayrı Avrupa’ya daha yakın hatta Sicilya’ya benzeyen bir iklime sahip olduğunu
belirtmişti.170 1903 yılında kurulmuş olan ve İtalyan milliyetçilerinin savaş çığlıklarını
yükselttikleri ilk örgüt olma özelliğine sahip Regno (Krallık) Hareketi’nin kurucusu Enrico
Corradini (1865-1931)171 ise bölgenin milyonlarca insanın rahatlıkla yaşayabileceği bir yer
olduğunu yazmış ve Trablusgarp’ta üç milyon hurma ağacı olduğunu belirtmişti.172 Buna
ek olarak İtalyan hükümetinin bölgeye üç milyon badem, üç buçuk milyon zeytin ve üç
milyon meyve ağacı diktirdiğini ve dut ağacı yetiştirip ipekçilik yapmayı planladığını
belirtmesi173 ve hükümet yanlısı gazetelerin Trablusgarp’ı sahip olduğu kaynakları öven
tutumları, İtalyanların bölgeye yerleşme umutlarını arttırmıştı. Ayrıca bazı yazarlar
Bingazi’nin Roma ve Bizans’ın tahıl deposu olduğunu ayrıca zengin sülfür, fosfat ve yeraltı
su kaynaklarına sahip olduğunu iddia etmekteydiler. İtalya dışındaki bazı araştırmacılar da
Trablusgarp hakkında İtalyan tezini destekleyen haberlere yer vermekteydiler. Bu
kaynaklara göre Fransa ve İngiltere’nin Mısır, Tunus ve Cezayir’de başardıklarını
İtalya’nın da Trablusgarp’ta başarmaması için hiçbir sebep yoktu. Ayrıca bu kaynaklara
göre Fransa’nın Tunus’ta tarımı geliştirebilmesi burada yaşayan İtalyanlar sayesinde
olmuştu. Bir Fransız araştırmacıya göre de İtalyanlar için Trablusgarp ve çevresi dünya
üzerindeki cennetti.174
Ancak bu bölgede araştırma yapan tarafsız bazı bilim adamları bölgenin aslında
büyük oranda tarıma elverişli olmadığını belirtmişlerdi. Buna ek olarak bazı bilim adamları
bölgede zeytinciliğin bile yeterli oranda verimli olamayacağını dile getirmişlerdi.175
Bölgede inceleme yapan bilim adamlarının araştırmaları sonucunda Trablusgarp toprağının
tarım için yeterli oranda verimli olmadığı; Bingazi’nin ise Trablusgarp’a nazaran daha
verimli topraklara sahip olmakla beraber, su kaynakları bakımından Trablusgarp’ın
gerisinde olduğu ortaya çıkmıştı.176 Su kaynaklarının daha zengin oluşu sebebiyle gezgin
170
Segrè, s.24.
Askew, s. 24.
172
Segrè, s. 24.
173
Askew, s. 9.
174
Segrè, s. 25.
175
Bennett, ss. 7-15.
176
Karasapan, s. 168.
171
64
olarak yaşayan ve hayvancılıkla uğraşan bedeviler ve şehirlerde tarım, ticaret ve zanaatla
uğraşan hadarlardan oluşan yaklaşık milyonluk bölge nüfusunun üçte ikisi Trablusgarp
çevresinde ve kıyı şeridinde yaşamaktaydı. Buna ek olarak Fizan’daki vahâların çevresi ve
Bingazi’deki Jabal Al-Akdar (Yeşil Dağ) bölgesi nüfusun diğer kısmını barındıran
alanlardı.177
Bölgede yetişen ürünlere gelince; Trablusgarp’ın bazı kısımlarında arpa, buğday,
patates, bezelye, fasulye ve çeşitli sebzeler, bazı kısımlarında da safran, kına, az miktarda
tütün üretilmekteydi. Ayrıca nemin yeterli olduğu bölümlerde zeytin, incir, armut, şeftali,
badem ve dut gibi meyveler yetiştirilmekteydi. Derne civarında muz yetiştiriciliği
yapılırken; portakal, kayısı ve kavun ise Trablusgarp çevresinde yetiştirilmekteydi. Ayrıca
koyun, keçi, deve, sığır, at ve eşek gibi çiftlik hayvanlarının yetiştirilmesi de Trablusgarp
çevresinde görülmekteydi. Bunun yanında Derne ve Bingazi’de yapılan arı ve ipek böceği
yetiştiriciliği de bir diğer çiftçilik koluydu.178 Çoğunlukla bölgede yaşayan Yunanlıların
yaptığı süngercilik kıyı şeridinde yapılan önemli bir ekonomik faaliyetti. Bölgede sülfür ve
fosfat olduğuna dair söylentiler olmasına rağmen; ticari değere sahip olan saptanmış tek
maden ise tuzdu. Sanayileşme ise neredeyse yok denilecek kadar azdı. Dokumacılık, deri
işçiliği, kuyumculuk ve deve kuşu tüyü işlemeciliği çiftçilik ve balıkçılık dışındaki
girişimcilik faaliyetleriydi.179
Bu dönemde Osmanlı Devleti ile Trablusgarp’taki ticari ilişkilerini geliştirmesini
istediği İtalya arasındaki ticari ilişkilerde önemli bir artış olmuştu. Osmanlı Devleti’nin
Kuzey Afrika’daki toprakları ile İtalya arasındaki ticaret oranı 1910 yılında 1909’dakine
göre %59 artmıştı. Ayrıca İtalya’nın Trablusgarp’a ihracatı aynı dönemde %66 artmıştı.180
İtalya’ya Trablusgarp’tan çiftlik hayvanları, deri, yün, yumurta, sünger, fildişi ve kına gibi
ürünler alırken; bu bölgeye un, pirinç, şeker, pamuklu ürünler, çay ve zeytinyağı ihraç
etmekteydi.181 Bölgeyle olan bu ilişkilerini savaş nedeniyle zedelemek istemeyen İtalya
177
Anderson, Lisa, ss. 36-37.
Karasapan, s. 168.
179
Askew, s. 10.
180
Childs, s. 30.
181
Askew, s. 10.
178
65
askeri bir hareket yerine pasif işgal yoluyla bölgeyi ele geçirmeyi tercih etmişti. İtalya, bu
amacına ulaşmak içinde bir Katolik bankası olan ve Vatikan’ın finans kaynağı
durumundaki Banco di Roma’yı kullanmıştı.182 1880’de aristokrat ruhban sınıfının
fonlarıyla kurulan Banco di Roma İtalya’daki ilk gelişimlerini Roma’da başlatmıştı. 1891’e
kadarki başkanları arasında dikkat çeken Romolo Tittoni, 1903’te ise Ernesto Pacelli idi.
1900 sonrası daha küçük bir Katolik bankasını da bünyesine katan Banco di Roma
İtalya’nın sanayi gelişimi içinde yayılarak; İtalya’nın ulusal sınırlar dışında yatırım alanları
aramaya başlamıştı. Önemli ölçüde İtalyan göçmen nüfusunun bulunduğu İskenderiye’de
bir ofis açmış ve 1905’de Habeşistan Bankası’nın kuruluşuna da katılmıştı. Ayrıca 1906’da
Malta’da bir şube açmış ve Tangiers’de Fas Devlet Bankası’nın kuruluşunda yer almıştı.
Banco di Roma Trablusgarp ile ilgilenmeye başlamadan bir sene önce, 1907’de
Trablusgarp vilayetinde önemli yatırımlara başlamıştı.183
Banka bölgede araziler satın alarak, tarımsal ve endüstriyel girişimi destekleyerek,
İtalyan yanlısı müşteriler oluşturmayı amaçlayan kurnaz bir politika gütmüştü. Bu olay bazı
tarihçilere
tarafında
İtalyan
ekonomik
emperyalizminin
ilk
belirtileri
olarak
değerlendirilmişti.184 Ancak İtalyan endüstrisi bölgeye yapılacak yatırımlar konusunda pek
hevesli bir tutum sergilememişti. Böylece, Trablusgarp için İtalya’nın izlediği politika
ekonomik olmaktan öte siyasi bir hal almıştı.185 Gerçekte Banco di Roma klasik anlamda
bir yatırım bankası olmanın ötesinde Roma Katolik Kilisesi’nin İtalyan Devlet sistemi
içindeki gizli eli konumundaydı. Roma Katolik Kilisesi hem küçük yerel bankalar ve
kooperatifler aracılığıyla, hem de başta Banco di Roma olmak üzere büyük temsilcilikler
vasıtasıyla 1905’te Trablusgarp ile ilgilenmeye başlamış ve 1907’de bazı yatırımlar
yapmıştı.186 İtalya’nın maliyesinde önemli bir rol oynamaya başlayan banka, 1910’a
gelindiğinde, Trablusgarp ve Mısır’daki önemli çıkarlarıyla ve Anadolu’da daha fazlasını
182
Romano, s.140.
Bosworth, ss. 139-141. Bankanın İstanbul’daki ilk şubesi 1909 yılında Galata’da Union Han’da
kurulmuştu. Banka 1919 yılında İstanbul’da başka bir şube daha açmıştı. Bkz.: Karakartal, s. 34.
184
R. A. Webster, L’Imperialismo Industriale Italiano Studio sul Prefascismo 1908 - 1915,
Torino:Einaudi, 1974, s. 39.
185
Romano, s. 140.
186
Childs, s. 30.
183
66
elde etme hırsıyla İtalyan emperyalizminin gerçek temsilcisi, hatta sürükleyicisi konumuna
gelmişti. Bankanın başkan yardımcısı Romolo Tittoni, İtalyan Dış İşleri Bakanı Tomasso
Tittoni’nin (1855-1931) kardeşiydi ve Tittoni’nin bakanlığı sırasında, doğal olarak banka
ile hükümet arasında sıcak bir kardeşlik ilişkisi kurulmuştu.187
Bu yakın ilişkilerin sonucu olarak banka Trablusgarp’ta edineceği ayrıcalıklar
karşılığında bölgeye yatım yapmayı kabul etmişti. Bu amaçla, bölgeye Banco di Roma
tarafında bir un değirmeni, bir buz makinesi, bir zeytinyağı presi gönderilmişti.188 Banka
ayrıca bölgeye bir tane sabun fabrikasıyla, bir tanede makine mağazası açmıştı. Bunun
yanında sahilde ve iç kesimlerde bulunan toplam dokuz yerleşime bankanın şubeleri
açılmıştı. Banka Trablusgarp’ta yaşayan yerli halka ve yabancı yatırımcılara kredi vererek
bölge ekonomisini canlandırma yoluna gitmişti. Türk yetkililerinin karşı çıkmalarına ve
hukuksal düzenlemelere rağmen banka bölgede postaneler, okullar ve yurtlar açmıştı.
Ayrıca Roma medeniyetine ait kalıntıları incelemek için de bir arkeolojik kazı heyetini
bölgeye göndermişti. Bölgedeki İtalyan nüfusunun oldukça az olmasına rağmen banka
Trablusgarp’a 1911 yılına kadar dört ila beş milyon dolar para göndermişti. Bunun yanında
bankanın hükümet destekli deniz yolu firması Trablusgarp ile diğer ülkeler arasındaki
taşımacılık hizmetleri konusunda da önceliği ele geçirmişti. 189
Banca d’Italia da bölgede bazı girişimlerde bulunmuş ama Banco di Roma ile
yarışamamıştı. Yerel Türk yetkililerinin kuşkularına rağmen, Banco di Roma bazı
demiryollarını, Trablusgarp Limanının inşasını, kıyı ticaret hizmetlerini, tarımsal
gelişmeleri, hidrolik işleri ve hatta zeytinyağı üretimini finanse etmişti.
Dünya geneline bakıldığında, Büyük Güçler’in sömürgeciliğini taklit etmek isteyen
İtalya’nın çabaları karşısında bu göstergeler çok küçük kalıyordu. Trablusgarp’taki İtalyan
Genel Konsolosluğu’ndan Pestalozza’nın San Giuliano’ya gönderdiği raporunda belirttiği
üzere, elde edilen yetersiz bilgiler ışığında, Trablusgarp’a en fazla İngiltere’den ithâlat
yapıldığını, bunu sırasıyla İtalya, Avusturya, Osmanlı Devleti, Fransa, Almanya ve
187
Askew, s. 28.
Anderson, Lisa, s. 112.
189
Staley, ss. 4 -7.
188
67
Tunus’un takip ettiğini bildirmişti. En fazla ihracat yaptığı ülkelerin başında ise yine
İngiltere, daha sonra sırasıyla Osmanlı Devleti, Fransa, Malta, Birleşik Devletler,
Yunanistan ve İtalya geliyordu. Sekiz adet İtalyan bankası ve bunların ticari ilişkiler
Trablusgarp’ta bulunuyordu. Ama içlerinde en önemlisi Banco di Roma’ydı. Ayrıca iki
İngiliz, iki Türk, bir Yunan, bir de Fransız bankası bulunuyordu. 22 adet dış ticaret
temsilcisi arasında yedi İtalyan, yedi İngiliz, beş Fransız, üç Alman ve iki Avusturyalı
bulunuyordu.190 Rekabetin her zaman farkında olan İtalyan kamuoyunda Osmanlı
hükümetinin bölgede Alman, Fransız, İngiliz ya da Avusturya yatırımlarını tercih
edebileceği dedikoduları dolaşmaya başlamıştı.191
Giolitti de yıllardır Kahire’de yaşayan çok güvendiği doktor arkadaşını Enrico
Insabato’yu (1878-1963) 1911 yazında Banco di Roma’yı raporlaması için gazeteci
sıfatıyla Trablusgarp’a göndermişti.192 Insabato, Banco di Roma’nın İtalyan konsolosluk
temsilcileri tarafından İtalyan milliyetçilerine karşı desteklendiğini, bütün yatırım ve
ticaretin boğaz kesme yarışıyla ele geçirilmeye çalışıldığını rapor etmişti. Bu taktikler doğal
olarak hem Arap yerliler hem de Maltalı, Yunan ve Yahudi tacirler üzerinde derin bir
küskünlük yaratmıştı. Insabato’nun raporuna göre Osmanlı memurları, bu halklar
üzerindeki İtalya’ya karşı hoşnutsuzluğu fırsat bilmişlerdi ve yerli halkın İtalyanlara karşı
bir ayaklanma veya isyan olasılığı bastırılamazdı. Banco di Roma’nın çeşitli aktivitelerinin
aslında ekonomik kriterlere uygun olmaması, özellikle de Banco di Roma’nın yüksek
fiyatlarla toprak edinmeye başlamasından sonra her İtalyan faaliyetine karşı Osmanlı
otoriteleri tarafında şüphe ve güvensizlik yaratmıştı.193
Insabato, raporunu İtalyan halkına karşı herhangi bir başkaldırı olamamasının tek
nedeni, Sünusilerin194 liderinin hâla iyi niyetli olmasındadır diye sonuçlandırmış ve
190
Askew, s. 30.
Bosworth, ss. 139-141.
192
Koloğlu, s. 14.
193
Childs, ss. 30-36.
194
Sünusiler Kuzey Afrika’da ve Yemen’de son derece etkin olan bir tarikattır. Tarikatın kurucusu ve
peygamber soyundan gelen. Bkz.: Karasapan, s. 171 Muhammed Bin Ali Es- Sünusi 1791’de Cezayir’de
doğmuştur. Fas’ta tahsilini tammaladıktan sonra, 1830’da Mekke’ye gitmiş ve 1843’e kadar orada kalmış ve
burada Sünusi tarikatını kurmuştur. 1855’te Bingazi’de Carabub’a yerleşen Es-Sünusi 1859’da orada
ölmüştür. Yerine geçen oğlu Muhammed El-Mehdi zamanında tarikat, Trablusgarp ve çevresi ile Orta
191
68
“…Eğer ileride biz hepsini karşımıza alırsak, Trablusgarp ve Bingazi’de yaşamak bizim
için imkânsızlaşır. Ve eğer İtalyan hükümeti askeri müdahalede bulunursa, bu durumda
karşımızda sadece 10-15.000 askerden oluşan Türk ordusu değil, bütün halk, özellikle
Bingazi silahlandırılır.”195 Diye eklemişti. Insabato, Arap nüfusunun
silahlı direnişi
tahmininde yanılmamıştı. Ama öngörüleri Roma’da korku yaratmamıştı. Hatta, bu raporu
bahane gösteren Banco di Roma Trablusgarp’taki yatırımlarını korumak ve bölgede sahip
olduğu arazilerin değerlerini yükseltmek adına mevcut hükümete baskı yapıp; İtalya’nın
Trablusgarp’ı işgal için harekete geçmesine ön ayak olmuştu.Bu noktada dar bir boğazdan
geçmek zorunda kalan İtalyan hükümeti, bir taraftan tam olarak hazırlanmadan girişeceğin
bir seferden kazançsız çıkacağını düşündüğü için Trablusgarp’a müdahaleden kaçınırken,196
diğer taraftan da Banco di Roma’nın, İtalyan hükümetini Trablusgarp’taki hisselerini
Avusturyalı, Alman ve İngiliz finans kurumlarına devretmekle tehdit etmesi,197 hükümeti
bankanın
çıkarlarını
koruma
bahanesiyle
Trablusgarp’a
müdahale
etmekten
alıkoyacağından, sömürgeleştirebileceği son toprak parçasını da elinden kaçıracağı
düşüncesine sevk etmişti. Bütün bu gelişmeler sonucunda İtalya gerekli hazırlıkları
tamamlamadan Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmişti.198
Banco di Roma ise Trablusgarp’ta dört yıl aktif olarak hizmet verdikten sonra,
bölgedeki bütün haklarını Alman bir gruba satmıştı. Banka, İtalya’nın Trablusgarp’ı
işgaliyle beraber işgalden önce uğradığı zararın karşılaması talebinde bulunmuştu. Bu
durum İtalyan sermayesinin ne denli kırılgan olduğunun ve Bankanın siyasetle olan yakın
ilişkisinin somut bir göstergesiydi.199
Afrika’da süratle yayılmıştır. Sünusilik esas itibariyle İslam’ın özüne dönmeyi öngören bir inanıştır. Bu
sebeple gayr-ı Müslimlere özellikle de Kuzey Afrikayı işgal eden Hıristiyanlara karşıdır. Bkz.: Çaycı, s. 22.
Sünusilik’in Kuzey Afrika’da benimsenmesinin en önemli sebebi ibadet konusunda çöl halkının kolayca
uygulayabileceği basit esaslara bağlı kalmasıdır. Namazın yalnız farzlarını kılmak, günde bir defa yalnız
sabahleyin abdest alıp diğer vakitlerde temiz bir taşa veya tuğlaya değmek suretiyle teyemmümle yetinmek,
ezanda ve Kur’an-ı Kerim okuyuşlarında müzik ve ahenge itibar etmemek gibi uygulamalar bunlara örnek
olarak verilebilinir. Bkz.: Karasapan, s. 172.
195
Archivo Del Ministro Delgi Affari Esteri (AMAE), no: 42, pos: 17A, f. 641.
196
Staley, ss. 4 -7.
197
Koloğlu, s. 16.
198
Staley, ss. 4-7.
199
Romano, s. 140.
69
Ancak Trablusgarp’a yapılan bütün yatırımlara rağmen İtalya bölgeden istediği
verimi alamamıştı. İtalya’nın Kuzey Afrika’daki bu yeni kolonisi ana kara için ekonomik,
askeri ve stratejik olarak çok önemli bir değer ifade etmediği gibi ticari amaçla
kullanılabilinecek yeterli oranda mineral kaynaklarına da sahip değildi. Buna ek olarak
İtalya, Osmanlı Devleti zamanında işleyen Sudan-Libya ticaret yolunu da200yeterli oranda
kullanamamış ve Sahra ticaretini İngiltere ile Fransa’ya kaptırmıştı. 201
D. İtalya’nın İşgal öncesi Trablusgarp'ta Etkinlik Kurma Çabaları
Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan İtalyanların sayısı ve Osmanlı Devleti
içindeki etkinlikleri İtalyan Birliği’nin sağlanmasının ardından artmıştı. Osmanlı Devleti
içinde yaşayan İtalyanlar, İngiltere’nin Afrika’daki kolonilerinde yaşayan Hintliler gibi
sosyal yaşam içinde tüccarlık, işletmecilik ve küçük ölçekli sanayicilik gibi görevlere
sahiplerdi. Bunlar içinde bazıları yaptıkları işlerde uzmanlaşarak ve ellerine geçirdikleri
fırsatları akıllıca değerlendirerek sosyal hiyerarşi içindeki basamakları hızlı bir şekilde
tırmanmışlardı. Osmanlı Devleti’ndeki Galata Bankerleri gerçekleşen bu sosyal sıçramaya
verilebilecek en güzel örnekti. Ayrıca İtalyanca, Akdeniz çevresinde yaşayan farklı
toplulukların aralarındaki iletişimi –özellikle ticari- sağlamak için yüzyıllardık kullandıkları
ortak dildi. Örneğin, Mısır’da 1871’e kadar İtalyanca posta servisinin kullandığı resmi
dillerden biriydi.202 İtalyanlar Tunus’ta da İtalyan kültürünü yaymak için yoğun çaba
200
Osmanlı Devleti’nin 19. yüzyılın ortalarından itibaren Trablusgarp Bölgesi’nde asayişi sağlamasını
ardından bölgedeki kervan seferleri de büyük önem kazanmıştı. Kervanların coğraf, bakımdan en kısa yol
olan Tablusgarp’a Sudan mallarıyla gelmeleri, Avrupa ülkelerine ait gemilerin Trablusgarp’a muntazam
seferler yapmalarına yol açmıştı. Böylece Trablusgarp ile Sahra ve Sudan arasında gittikçe yoğunlaşan önemli
bir ticaret oluşmuştu. Sudan, genellikle silah ve cephane, kağıt, ayna ve maden işleri, giyecek eşyası, pamuklu
ince kumaş, şeker, çay, esans, kaba çuha, kamçı başı ve boncuk ithal etmekte; buna mukabil de fildişi,
balmumu, altın tozu, devekuşu tüyü, bir nevi lüks kâğıt yapımında kullanılan Halfa otu ve bilhassa esir ihraç
etmekteydi. (Esir ticareti resmi olarak Cezayir ve Tunus’ta 1846; Trablusgarp ve çevresinde ise 1857 yılında
yasaklanmıştı. Buna rağmen bu ticaret 1890’ların ortalarına kadar devam etmişti. Bkz.: Anderson, Lisa, s.
105.) Bkz.: Çaycı, ss. 11-17. 1877 yılında Trablusgarp’a Avrupa ülkelerinden 24.779 Osmanlı altını değerinde
ithâlat yapılmış, Trablusgarp’tan ise Avrupa’ya 37.970 Osmanlı altını değerinde ihraç ürünü gönderilmişti.
Bkz.: Karasapan, s. 164. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin 1875 yılında katıldığı Uluslararası Philedephia
(Filedelfiya) Fuarı’nda sergilediği aralarında altın, gümş işleri, tekstil, deri, incir, hurma, zeytin yağı ve
meyve’nin bulunduğu 138 çeşit ürün Trablusgarp’ta üretilmekteydi. Bkz.: Anderson, Lisa, s. 105.
201
Segrè, ss. 26-27.
202
Romano, ss. 93-95.
70
harcamışlardı. O kadar ki Tunus Beyi Sadık Paşa bile 1864’te Paris ziyaretinde İtalyanca
konuşmuştu.203
İtalya’nın Doğu Akdeniz’e olan bu belirgin ilgisi yüzünden Büyük Güçler’in Doğu
Akdeniz’deki toprakların büyük çoğunluğuna sahip olan Osmanlı Devleti’nu dolaylı olarak
yönetmek için kurdukları komitelerin içinde yer almaya özen göstermişti.204 Bu komitelerin
başında da Düyun-ı Umumiye gelmekteydi. 1881 yılında İtalya Düyun-ı Umumiye
idaresinde yer verilen altı yabancı devletten biriydi. Bunun yanında, İtalya 1897’de Girit’in
özerkliği ile ilgili varılan antlaşmanın gözetim işinde ve 1903’de Makedonya’daki
karışıkların önlenmesinde diğer Büyük Güçler’le birlikte yer almıştı. Ayrıca 1908 yılında
diğer Büyük Güçler’in çoktandır sahip oldukları Osmanlı Devleti’nin tamamında kendi
posta sistemini örgütleme hakkı İtalya’ya da verilmişti.
18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın başında Osmanlı Devleti’ne yönelik İtalyan
politikası en basitinden katılım politikasıydı. Sonnino’nun daha sonra yumuşatarak
tanımlayacağı gibi O tutti, o nessuno (ya İtalya’ya bir yer verilmeli, ya da hiçbir Büyük
Güç Osmanlı güneşinde ısınmamalı). Bu yüzden, en zayıf Büyük Güç olmanın azmiyle,
İtalyan liderler Balkan ya da Doğu Akdeniz meselelerinde her uluslararası konferansa
katılmaya, her uluslararası komisyona girmeye ve her şeyden önce gerçek ya da görünür
avantaj sağlayan her işin bir parçası olmaya çalışmışlardı. 1892’de Düyun-ı Umumiye
İdaresi başkanlığının üyeler arasında dönüşümlü olmasını öneren İstanbul’daki İtalyan
Büyükelçisi Alessandro Guiccioli’nin (1880-1959) planı, bütünüyle İtalyan Dış
Politikası’na özgüydü. Bu planda, İtalya’ya, Osmanlı tahvillerinin en azına sahip olmasına
rağmen eşitlik tanınacaktı. Guiccioli, 1882’den beri İtalya’nın müttefiki olan Almanya’yı,
sonunda reddedilen planı desteklemeye ikna edecek kadar da becerikliydi.
Büyük Güçler’in Osmanlı Devleti içinde daha az ilgi duydukları alanlarda İtalya,
kendi payını istemede Büyük Güçler’le eşit ölçüde gayretli ve ustaydı. Birliğini
sağlamasından önce bile, bazı İtalyan devletleri Anadolu’ya ve Kuzey Afrika’ya ilgi
göstermişlerdi. Örneğin Napoli-Sicilya uzun süreden beri Tunus, Trablusgarp ve
203
204
Karasapan, s. 154.
Askew, s. 4.
71
İskenderiye’de diplomatik ve mali ilişkilere sahipti. Gelecek için daha önemlisi, 1815’te
Viyana’daki barış görüşmelerine katılan devletler tarafından Cenova’ya verilmiş olan ve
Doğu Akdeniz’deki eski Ceneviz emperyalizminin görevini miras alan Piemonte’ydi.
1819’da Osmanlı Devleti ile diplomatik ilişkiler kuran Piemonte, 1823’te Osmanlı Devleti
ile ticari bir antlaşma imzalamıştı. 1824’te Piemonte İstanbul’dan geçen uluslararası deniz
taşımacılığında Avusturya, Rusya ve Britanya’dan sonra dördüncü sıradaydı. 1837’de
Rubattino Denizcilik Şirketi, Doğu Akdeniz seferlerine resmen başlamıştı.205
Deniz taşımacılığında oldukça gelişmiş durumda olan İtalya aynı başarıyı
sanayileşme konusunda gösterememişti. Bu yüzden deniz taşımacılığından sonra İtalya için
tarım hem ekonomik hem de sosyal gelişimi sağlayan temel sektördü. Bunun neticesinde
İtalyan yöneticiler İtalya’da sanayiyi geliştirirken toprakla uğraşan İtalyanları da iskân
edecek bir yer arayışı içine girmişler ve bu iskânın gerçekleşebileceği yer olarak ta
Trablusgarp ve çevresini seçmişlerdi.206 Federigo Garlanda, Mario Morassso ve Enrico
Corradini gibi militan milliyetçilerinin, İtalyan kültürü, İtalyan ruhu ve İtalyan ahlakı
birleşiminden oluşan İtalyan ulusu yaratma çabaları, milliyetçi basından ve yazarlardan da
destek bulunca İtalya’nın Trablusgarp’a müdahalesi kaçınılmaz olmuştu.207
Ancak maneviyat şemsiyesi altında şekillenen ulus bilincinin gerçekleşmesi için
maddi desteğe de ihtiyaç vardı. Bu bağlamda, barışçıl müdahale fikri ortaya çıkmıştı. Bu
fikir yoluyla İtalya, İngiltere’nin Mısır’da ve Fransa’nın Tunus’ta yaptığı gibi savaş
yapmadan Trablusgarp’ı kendi ülkesine katmayı planlamıştır.208 Bu konuda Dış İşleri
Bakanı Tittoni’nin Mayıs 1905’te İtalyan Senatosu’nda yaptığı konuşma kayda değerdir.
Tittoni konuşmasında; İtalya’nın Trablusgarp’ı işgal konusunda bir hazırlığının
bulunmadığını belirtmiş, böyle bir durumun ancak şartların bunu zorunlu kılması
durumunda gerçekleşeceğini söylemiştir. Buna ek olarak Tittoni, “Biz, herhangi bir gücün
205
Romano, ss. 93-95.
Miége, ss. 16-17.
207
Bu yazarların arasında Enrico Corradini İtalya’nın Trablusgarp’ı işgal etmesi fikrinin en ateşli
savunucusuydu. Ona göre Kuzey Afrika yeni bir risergimento’nun başlaması için Trablusgarp’ın işgali ilk
adımdı ve İtalyan işgaliyle birlikte Trablusgarp Akdeniz’in en güzel şehirlerinden biri olacaktı. Bkz.: Askew,
s. 25.
208
Askew, s. 27.
206
72
bölgede etkinliğini arttırmasına tamamen karşıyız. Biz bölgede mevcut olan ekonomik,
tarımsal ve endüstriyel yatırımlarımızı gelecekte de geliştirme yoluna gideceğiz.” demişti.
Bunun üzerine İtalya Trablusgarp’a yaptığı ticari yatırımlarını arttırmıştı. Bölgede
okullar ve sağlık kurumları açmış; deniz yolu taşımacılığını geliştirmişti. Bunu takip eden
süreçte İtalya’nın bölgedeki ekonomik yayılmacılığı hız kazanmıştı. Hükümet tarafından da
desteklenen bu yayılmacı hareket sayesinde İtalya Osmanlı Devleti’nden Trablusgarp için
bazı ayrıcalıklar elde etme fırsatını da yakalamıştı.209
Zaten Trablusgarp ve Bingazi, daha İtalyan Birliği kurulmadan çok önce 1830’lu
yıllarda İtalyan milliyetçilerinin önde gelenlerinden biri olan Mazzini tarafından İtalyan
milletine bahşedilmiş terra promessa (vaad edilmiş toprak) olarak nitelendirilmişti. İtalyan
Birliği kurulduktan sonra işbaşına gelen hükümetler bu toprakları ilgi alanları olarak kabul
etmişlerdi. Bu ilginin bir sonucu olarak Trablusgarp ticaretinde İtalyanlar büyük paya sahip
olmuşlardı. Sadece İtalyan gemicilerinin Trablusgarp ve Bingazi sahillerinden her sene elde
ettikleri süngerin tutarı 2,5 milyon frank değerindeydi. İtalyanlar, öncelikle Trablusgarp’ın
deniz ticaretine el atmışlardı. 1876 yılında Trablusgarp limanına giriş çıkış yapan 191.910
tonluk 659 yelkenli ve vapurdan İtalyan bandıralı olan 99’u 55.678 tonla ilk sırada yer
almıştı. İkinci sırayı alan İngiltere ile aralarında 2567 tonluk bir fark vardı.210
1873 yılında Osmanlı topraklarında mülk edinme hakkını da elde eden İtalya,
Trablusgarp ve Bingazi’de siyasi emellerini gerçekleştirmek için 1890’lı yıllarda önemli
miktarda İtalyan sermayesini müstakbel sömürge topraklarına akıtmaya başlamıştı. İktisadi
yönden güçlenme kisvesi altında Trablusgarp’a sahip olmak düşüncesinin yattığını fark
eden Osmanlı hükümeti, mümkün mertebe İtalyanlara arazi ve mülk satılmasının önüne
geçmeye çalışmıştı.211 Trablusgarp’ta İtalyanların mülk edinmelerine tamamıyla karşı olan
Vali İbrahim Paşa, görev süresi boyunca bu satışları önlemek için yoğun çaba saffetmiş
hatta İtalyanlara toprak satan yerli halktan kimseleri hapse atmakla tehdit etmişti.212
İtalyan hükümeti, daha önce fertler vasıtasıyla yürüttüğü arazi ve mülk edinme
209
Staley, ss. 4-7.
Şıvgın, s. 23.
211
Kurtcephe, ss. 12-19.
210
73
faaliyetlerini sonraları Banco di Roma aracılığıyla yürütmek istemişti. Osmanlı
hükümetinin Banco di Roma’nın ticari bir kuruluş olarak arazi ve mülk satın
alamayacağını, bu tür faaliyetlerin ancak şahıslar tarafından yürütülebileceğini ileri sürmesi
üzerine banka müdürü Bresciani adına arazi ve mülk alımına başlanmıştı. Ayrıca banka,
taşınmazlarını rehin alarak karşılığında kredi verdiği halk borcunu ödenmeyince de rehin
aldığı taşınmaza sahip oluyordu. Bütün icraatı, İtalyan siyasi gayelerini gerçekleştirmeye
zemin hazırlamak olan banka, satın alımlarda değerinden çok para verdiği gibi, aldığı
taşınmazın tapulu olup olmadığına da dikkat etmiyordu. Bu çalışmalara ek olararak
İtalyanlar, Trablusgarp’ta 1876’dan itibaren dış hatlarda oluşan bir deniz yolu acentesi
kurdukları gibi iktisadi bakımdan Trablusgarp’a hakim olmak yerine halk nazarında
İtalya’yı hoş göstermek için posta ve taşımacılıkla da ilgilenmişlerdi.
Ayrıca Banco di Roma Müdürü Bresciani vasıtasıyla 1908 Martında yapılan
başvuruda haberleşmeye yardımcı olmak maksadıyla vilayet sahilleri arasında bir vapur
çalıştırmayı arzu ettikleri belirtilmişti. Şayet kendilerine izin verilirse Osmanlı postalarının
ücretsiz olarak taşınacağı vaat edilmişti. Trablusgarp Valisi’nin bu istekleri reddetmesi ve
Sadaret’e çektiği telgraflarla bankanın bu faaliyetlerinin ticari değil, siyasi gayelere hizmete
yönelik olduğunu bildirmesine rağmen uzlaşma yolunu tercih eden Babıâli’ nin vapur
işletmesine izin veren kararı, 21 Nisan 1908’de Trablusgarp’a ulaşmıştı. Osmanlı
Devleti’nin bu
tavizkar tutumu sayesinde İtalyanlar, Trablusgarp’ta nüfuzlarını
güçlendirmelerine yardımcı olacak bir deniz ulaşım hattı kurmayı başarmışlardı. Bunun
yanında İtalyalar borçlandırmanın Avrupa emperyalizminin Osmanlı Devleti’ne giriş
vasıtalarından birisi olduğunun farkındaydılar. Zira Osmanlı Devleti sınırları içinde çalışma
izni olan Avrupa bankaları devlete ve fertlere borç para vermek suretiyle onları önce
borçlandırıp sonra iflasa sürüklüyorlardı. Trablusgarp’a girişte İtalyan emperyalizmi de
aynı yolu izlemişti. Diğer sömürgeci devlet ve şirketlerin vasıtası durumundaki bankaların
Osmanlı Devleti’ni ve halkını borçlandırmakla ekonomik ve siyasi çıkarlar elde ettiklerini
gören İtalyan hükümeti de, Trablusgarp ve Bingazi üzerinde nüfuz kurabilmek için Banco
212
Evans, s. 107.
74
di Roma’yı kullanmayı kararlaştırmıştı.
Gerçekten de banka işgal öncesi faaliyetleri sonucu Trablusgarp’ın iktisadi hayatına
egemen olmuştu. Asıl parsayı toplama işi savaş hazırlıkları ile başlamıştı ve Trablusgarp
mücadelesi boyunca da devam etmişti. Birçok İtalyan iş adamı ve şirket, ordunun
ihtiyaçlarını karşılamak için açılan ihalelere girmiş ve çok uygun fiyatları vermelerine
rağmen hiçbir ihaleyi kazanamamışlardı. Gerçekte ihalelerin açılması görünüşü
kurtarmaktı. Zira savaşı çıkartanlarla savaştan yararlanmak isteyenler ayın kişilerdi. Bu
yüzden baştan beri Banco di Roma’dan başka kimsenin kazanma şansı yoktu. Savaş
boyunca ordunun tüm ihtiyaçlarını bu kuruluş karşılamıştı.213
Banka ile hükümet arasındaki yakın ilişkiyi ve bankanın Trablusgarp’a
müdahaledeki rolünü yazar, siyasetçi ve akademisyen Profesör Antonio Salvemini
(1873-1957), Come Siamo Andati in Libia? (Libya’ya Nasıl Gittik?) adlı eserinde kilise
yanlısı hiciv gazetesi Bastane’den “Hükümetin Trablusgarp Savaşı için karar almasını
sağlayan kişinin Pacelli olduğunu bilmemiz gerek. Bir gün Bay Pacelli Paris’e çok sevgili
arkadaşı özellikle dış politika alanında güçlü siyaset adamı Paris Büyükelçisi Banco di
Roma’nın hissedarı ılımlı kişi Giolitti’nin akıl hocalığını yapan Tommaso Tittoni ile
buluşmaya gider. Pacelli Tittoni’ye şunları söyler:
‘Banco di Roma’nın biz hissedarlarına bir Alman şirketi tarafından Trablusgarp ve
Bingazi’deki mülklerimizi satmak istersek, geçerli olabilecek çok avantajlı bir teklif yapıldı.
Bana yapılan bu mali teklif hafife alınarak reddedilecek türden değil. Biz Banco di
Roma’nın hissedarları olarak bu görkemli işi yalnızca bir şartla reddederiz. Bu da İtalyan
hükümetinin Trablusgarp ve Birngazi’yi fethetmek üzere derhal karar almasıdır. Bu tür bir
girişim bizim için çok kolaydır. Askeri bir gezinti, basit bir donanma gösterisi yeterli
olacaktır. Çünkü kim olursa olsun kendilerini Türklerden kurtaracak kişiyi bekleyen
Araplar İtalyanları bağırlarına basacaklardır.” şeklinde bir alıntı yapmıştı. Ayrıca,
İtalya’nın Trablusgarp’ı ele geçirmemesi durumunda bir yıl sonra Almanların bu topraklara
sahip olacaklarını söylemişti. Salvemini ise Almanlarda böyle bir fikrin hiç olmadığını
213
Kurtcephe, ss. 12-19.
75
savunmuş ve Almanların Trablusgarp’a girmesi tehlikesinin çok yakın olduğuna herkesi
inandıran Banco di Roma’nın yetkililerinin ilişkileri ve tavsiyeleri doğrultusunda savaşa
karar verildiğini ve Arapların kurtarıcıları olan İtalyanları bağırlarına basmak için nasıl
beklediklerinin görüldüğünü anlatmıştı.214
Trablusgarp’ta ekonomik egemenliğin yanında sosyal ve kültürel olarakta bir yer
edinmek isteyen İtalya bölgede okullarda okuyan yerli çocuklara Türk düşmanlığına karşı
İtalyan sevgisi aşılamayı amaçlamıştı.215 Trablusgarp’ta açılan ilk İtalyan okulu Fransızlarla
birlikte işletilen Saint Josef Rahibeler Okulu idi. Bunu diğer okulların açılması takip
etmişti. 1900 yılında Trablusgarp vilayetinde İtalyanlara ait okulların sayısı dördü ortaokul
ve biri lise olmak üzere beşi bulmuştu. 1911 yılına gelindiğinde bu okulların sayısı on’a
çıkarılmıştı. Bu okullarda Arap çocuklarına İtalyan dili öğretilmekte ve İtalyan hayat tarzı
benimsetilmeye çalışılmakta idi.216 Savaş öncesi işgali kolaylaştırmak için Arapları kendi
yanına çekmeye çalışan İtalyan hükümeti217bu amaçla Bingazi’de Sünusi Tarikatı’nın önde
gelenleriyle bağlantı kurmaya çalışırken, İtalyan ajanları da Kahire İslam Üniversitesi’nde
okuyan öğrencileri kendi taraflarına çekmeye çalışmışlardı. Bu faaliyetlerinde İtalya’ya en
büyük desteği de Dante Alighieri Derneği vermişti.218
Trablusgarp halkına hoş görünmek ve İtalyan idaresinin sunacağı hizmetler
vasıtasıyla halkı cezp etmek isteyen İtalyanlar, ülkenin önemli yerleşim merkezlerinde,
hastane, dispanser ve postahaneler açmışlardı. Burada verdikleri karşılıksız hizmetler
vasıtasıyla halk nazarında itibar kazanmayı, halkı yanlarına çekmeyi ve Osmanlı yönetimi
aleyhine çevirmeyi amaçlamışlardı. İtalyanlar Trablusgarp’ta aynı amaca hizmet eden ikide
gazete çıkarmışlardı. İtalyanlar, bu yöntemi Birinci Dünya Savaşı sonrası Anadolu’da da
izlemişlerdi.219
İtalyanlar, Trablusgarp’ı işgale kalkışırken kendilerini bekleyen en büyük
tehlikenin, Türk kuvvetlerinin göstereceği mukavemetten ziyade Arapların direniş
214
Sergé, s. 24.
Şıvgın, ss. 23-24.
216
Kurtcephe, s. 17.
217
Crispi, s. 474.
218
Askew, ss. 41-42.
215
76
harekâtına iştirak etmeleri olduğunun farkındaydılar. Bu nedenle öncelikle askeri gücün
yanında propaganda silahını da kullanmışlardı. İtalyanlar Bingazi’nin fiili hakimi olan Şeyh
Ahmet Sünusi’nin karşılarında duran en büyük engellerden biri olduğunun da
farkındaydılar. Şeyhin İtalyanlara karşı olumlu veya olumsuz tavrı, savaşın gidişatı
konusunda etkili olabilirdi. Bu gerçeği nazarı itibara alan İtalyan hükümeti, Sünusi Şeyhi’ni
elde etmek maksadıyla İtalya Kralı adına çok kıymetli hediyeler göndermişti. Ne var ki,
Şeyh Ahmet Sünusi, İtalya Kralı’nın gönderdiği hediyeleri, kabul etmeyip iade edilmek
üzere getirenlerle birlikte Bingazi ordugâhına göndermişti. Daha sonra bu hediyeler, Enver
Bey tarafından İtalyanlara iade edilmişti. Uğradıkları başarısızlıklara rağmen İtalyanlar,
yılmadan Arapları yanlarına çekmek maksadına yönelik teşebbüslerini sürdürmüşlerdi.
İtalyanlar para, unvan ve makam vaat etmiş, yayınlanan beyannamelerle halk üzerinde
psikolojik baskı kurmaya çalışmışlardı.
Nitekim bu ısrarlı çabaların sonucunda bazı
kabileler, silahlarını bırakarak İtalyanlara teslim olmuşlardı.220
E. Trablusgarp Savaşı Öncesi İtalya ve Büyük Güçler
İtalya’nın sömürge konusundaki çıkarları onun Fransa ile stratejik çıkarları ise
Avusturya ile karşı karşıya gelmesine sebep olmuştu. Bunun yanında İtalya’nın Fransa’nın
müttefiki olan Rusya ve Avusturya’nın müttefiki olan Almanya ile de ilişkileri tam olarak
güven içinde değildi. Sadece İngiltere ile Doğu Afrika üzerindeki karşılıklı çıkarlarından
kaynaklanan dostluk ilişkileri vardı.221 Fransa’nın Tunus’u işgalinden sonra gözünü
Trablusgarp’a
diken
İtalya,
yukarıda
sayılan
nedenlerden
dolayı
bu
amacını
gerçekleştirmek için Büyük Güçler’in hepsinin desteğini alması gerektiğinin farkındaydı.
Bunun için de Büyük Güçler’le kendine hareket serbestliği tanıyan bir dizi gizli anlaşmalar
yapmıştı.
İngiltere ve İtalya 1887’de aralarında inter alia (iki taraflı) bir antlaşma
yapmışlardı. Bu antlaşmaya göre İtalya, İngiltere’nin Mısır’daki faaliyetlerini takviye
219
Kurtcephe, s.18.
Kurtcephe, ss. 161-170.
221
Barclay, s. 38.
220
77
edecek, İngiltere de üçüncü bir devletin istilası halinde İtalya’nın Kuzey Afrika’daki
bilhassa Trablusgarp ve Bingazi’deki faaliyetlerine destek verecekti. 1901 yılında İtalyan
Dışişleri Bakanı olan Prinetti, İngiltere’yi Trablusgarp’ın kendileri için ne kadar önemli
olduğu konusunda ikna etme yoluna gitmişti. Prinetti, İngiliz Büyükelçisiyle yaptığı
görüşmede İtalya’nın Trablusgarp’ı İngiltere’nin Mısır’ı ve Kıbrıs’ı işgal ederken izlediği
yolla işgal etmek istediği konusunda bilgi vermiş; ancak bu tip bir işgalde Osmanlı Devleti
ile bir anlaşmaya varılıp varılamayacağı konusunda da oldukça kararsız olduğunu dile
getirmişti. Prinetti, uzun uğraşların ardından, 1887 antlaşmasına ek olarak İngiltere’den
Trablusgarp’taki mevcut düzende herhangi bir değişikliğin İtalya’nın çıkarlarıyla uyumlu
olacağını belirten bir bildiri elde etmeyi başarmıştı.222 Bir müddet sonra Avusturya bu
antlaşmaya katılmıştı. Bu suretle İtalya daha 1887’de Trablusgarp üzerindeki ihtiraslarını
iki büyük devlete zımnen kabul ettirmişti.223
1886 yılında da İtalyan Dış İşleri Bakanı Robilant’ın Üçlü İttifak’la başlattığı
müzakereler 20 Şubat 1887’de hayata geçirilmiş ve Üçlü İttifak 1892’ye kadar
uzatılmıştı.224 Ayrıca Almanya-İtalya arasında gizli bir antlaşma yapılmıştı. Bu antlaşmaya
göre şayet Fransa Trablusgarp veya Fas’a ne şekilde olursa olsun el uzatacak olursa ve
İtalya bu yüzden savaşa girerse Almanya müttefikine savaşa girmek suretiyle yardım
edecekti. Böylece Almanya da İtalya’nın Trablusgarp üzerindeki ihtiraslarını tanımıştı.
1891’e gelindiğinde Üçlü İttifak Antlaşması’na taraf olan devletler antlaşmayı altı
yıl için yenilenmişlerdi.. Antlaşmaya yeni hüküm olarak ta “Almanya ve İtalya Kuzey
Afrika’da yani Bingazi, Trablusgarp ve Tunus’ ta mevcut düzenin korunmasına çalışacaktı.
Bunun gerçekleşmeyeceğine karar verilirse, Almanya, İtalya’nın işgal dâhil her hareketini
takviye edecek, bu konuda İngiltere’nin de desteğinin sağlanmasına çalışacaktır.” maddesi
getirilmişti.225 Ancak İtalya Üçlü İttifak’ı yenileyen bu antlaşmadan Avusturya adına
dikkate değer bir şey kazanmamıştı. Çünkü Avusturya sadece İtalya’nın Kuzey Afrika’daki
isteklerini korumak ya da desteklemek zorunda olmaması şartıyla bir antlaşmada
222
Childs, ss. 1-11.
Askew, s. 16.
224
Childs, ss. 1-11.
223
78
uzlaşmıştı.226
14 Ekim 1900’de İtalya Dışişleri Bakanı Marquis Visconti Venosta ve Fransız
Büyükelçisi Barrére arasında Fransa’nın Fas, İtalya’nın Trablusgarp’taki haklarına ait gizli
bir antlaşma yapılmıştı. Bu antlaşmaya göre Fransa Fas’ta yeni menfaatler ettiği takdirde
karşı tedbir olarak İtalya, Trablusgarp’ta harekete geçebilecekti. Bu antlaşma ile İtalya,
Fransa’nın Fas’taki hareket serbestliğine karşılık Trablusgarp’ta hareket serbestliği
kazanmıştı. Osmanlı Devleti ise bu antlaşmadan ancak bir yıl sonra haberdar olabilmişti.
İtalya, Fransa’yla Kuzey Afrika konusunda antlaşmaya vardıktan sonra, Trablusgarp
üzerinde daha rahat hareket etmeye başlamıştı. Zira Fransa’nın desteği ve müdahalesizliği
olmadan İtalya’nın Kuzey Afrika’da ilerlemesi oldukça zordu. 1901 Antlaşması’nda
belirtilen İtalya’nın Trablusgarp’a, Fransa’nın Fas’a işgalinden sonra gitmesi,227 koşulu
1902’de “Bu durumun diğer tarafın müdahelesi olmadan da gerçekleşebileceği…” şeklinde
değiştirilmişti.228 Ayrıca antlaşmaya eklenen bir harita ile Trablusgarp ve çevresinin
hudutları belirlenerek ileride bu hususta bir anlaşmazlık çıkması ihtimaline karşı da önlem
alınmıştı.229
Büyük Güçler arasında en zayıfı olduğu için kendisini Trablusgarp’a bağımsız
olarak müdahale edebilecek kadar yeterli görmeyen İtalya; izlediği denge politikasının
doğal sonucu olarak çeşitli antlaşmalar yoluyla hem İttifak devletlerinin gözüne girmiş hem
de İtilaf devletlerinin doğrudan düşmanlığını üzerine çekmemiş hatta İngiltere ve Rusya ile
yakınlaşmıştı. İtalyan diplomasisinin bu tutumu Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcına
kadar devam etmişti. Ancak Avusturya ve Alman kamuoyları İtalya’nın bu antlaşmayla
Fransa’ya yakınlaşıp Üçlü İttifak’tan koptuğu fikrine kapılmışlardı. Bunun üzerine Prinetti
22 Mayıs 1902’de İtalyan Palamentosu’nda yaptığı konuşmada, “Antlaşmaya taraf olan
devletleri herhangi bir saldırıya karşı ortaklaşa savunma amacını taşıyan Üçlü İttifak
Antlaşması yıllardır olduğu gibi gelecekte de bu amaca hizmet edecektir. Antlaşmanın
225
Crispi, ss. 446-447.
Childs, ss. 1-11.
227
Eugene Anderson, The First Moroccan Crisis 1904-1906, Connecticut: Archon Boks, 1966, s. 20.
228
Anderson, Eugene, s. 24.
229
Çaycı, s. 120.
226
79
hiçbir maddesi Fransa’ya karşı doğrudan ya da dolaylı bir saldırıyı öngörmediği için
İtalya’nın Latin kız kardeşi ile dostane ilişkiler kurmasının antlaşmayı zedeleyici bir yanı
yoktur.” demişti.230
1902’de Fransa ile İtalya arasında bir antlaşma daha yapılmıştı. Buna göre; Fransa
Almanya ile savaşa girerse, İtalya tarafsız kalacak buna mukabil Fransa İtalya’ya
Trablusgarp’ta tanıdığı hakları Fizan’ da da tanıyacaktı.1902’de Prinetti’nin yoğun
çabalarının ardından; Avusturya İtalya’ya gizli bir beyanname vermişti. Buna göre;
Avusturya doğudaki mevcut düzenin korunmasını istemesine rağmen Trablusgarp ve
Bingazi’de bir menfaati olmadığı için İtalya burada kendi menfaatleri icabı bir tedbir
almaya kalkarsa Avusturya ona bu konuda güçlük çıkarmayacaktı.
İtalya bir taraftan Avusturya ile bu antlaşmaları yaparken diğer taraftan da
Rusya’nın desteğini almanın yollarını arıyordu. Zira Avusturya İtalya ile Rusya’nın
Balkanlar’daki ortak düşmanıydı. Çünük Avusturya’nın Balkanlar’daki ilerleyişi Rusya’yı
rahatsız ediyordu. İtalyan kamuoyu ise Avusturya’nın yayılmacılığına karşıydı ve buna
düşmanca bakıyordu. Bu etkenlerin bir araya gelmesiyle 1909’da Rusya ile İtalya arasında
Racconigi Antlaşması yapıldı. Buna göre İtalya Rusya’nın Boğazlar’daki, Rusya’da
İtalya’nın Trablusgarp’taki menfaatlerini tanıyordu. Ayrıca İtalya Rusya’nın Balkan
politikasını desteklemeyi taahhüt ediyordu. Taraflardan biri Balkanlar konusunda bir
üçüncü devletle bir antlaşma yaparsa buna diğer taraf da katılacaktı.231 Bunun yanında eğer
Balkanlar’da
bir
ayaklanama
olursa
her
iki
devlet
milliyetçilik
ilkesini
destekleyeceklerdi.232 Ayrıca iki devlet ne İtalya’nın ne de Rusya’nın Osmanlı Devleti ile
bir diğerinin katılmadığı bir antlaşma imzalamamaları konusunda da anlaşmışlardı.233
İtalya’nın Avrupalı diğer devletlerle yapmış olduğu bu antlaşmalar çok gizli
tutulmuştu. İtalya Balkanlar’da mevcut düzenin korunması konusunda hem Avusturya hem
de Rusya ile yaptığı antlaşmalar birbirleri ile çelişme halindeydi. İtalya sadece kendi
230
Anderson, Eugene, s. 30.
Şıvgın, ss. 2-12.
232
Milliyetçilik ilkesinin desteklenmesi Avusturya içinde yaşayan Ortodoks Slavlar’ın bağımsızlık
duygularını kamçılayacağından en çok Rusya’nın işine yarayacaktı. Tarihi düşmanı Avusturya’nın bu yolla
zayıflaması da kuşkusuz en fazla İtalya’nın çıkarına olacaktı.
231
80
çıkarlarını garanti altına almayı düşünmüştü.234 Bütün bunlara rağmen; İtalyan hükümeti,
gizli antlaşmalarla Trablusgarp üzerindeki hak iddialarını Büyük Güçler’in hepsine
görünürde kabul ettirmişti. 1911 Martından itibaren savaş hazırlıklarını hızlandırılması
kararlaştırıldığı sırada Başbakan Giolitti, işgale politik zemin hazırlama görevini Dışişleri
Bakanı San Giuliano’ya vermişti. Hükümet, diplomatik hazırlıklar için Haziran-Eylül arası
süreyi kullanmayı planlamıştı. Diplomatik hazırlıklar tamamlandıktan sonra savaşın tarihi
tespit edilecekti.235 İtalya’nın Osmanlı Devleti’ne karşı politikası bu dönemde ihtiyatlıydı.
Tittoni Kuzey Afrika’daki Osmanlı yetkililerinin İtalyanlara ayrımcılık yaptığını ve bunun
kabul edilemez olduğunu iddia ediyordu. Ama İtalya’nın Osmanlı Devleti’nin herhangi bir
parçasında işgale kalkışmayacağını da tekrarlıyordu.236
İtaya’nın Trablusgarp konusunda harekete geçiren olay 26 Nisan 1911’de Fransız
ordusunun Fas’a girmesi ve İspanyolların da Laraş’a asker çıkarmaları olmuştu. Bu durum
İtalya’nın yanın sıra Fas’tan pay kapmaya çalışan Almanya’yı da telaşlandırmıştı. Bunun
üzerine Almanya, 1 Temmuz 1911’de Fas’taki çıkarlarını korumak bahanesiyle Panther
adlı bir savaş gemisini Fas’ın liman şehri Agadir’e göndermişti. Cebeli Tarık Boğazı’nı
tehdit edebilecek bir mevkide Almanya gibi güçlü bir devletin yerleşmesini istemeyen
İngiltere’nin de olaya karışması Fas meselesini, Avrupa barışını tehdit eder bir mesele
haline getirmişti. Ancak Bu dönemde yeni bir düşman edinmek istemeyen ve Fransa ile bir
savaşa henüz hazır olmayan237Almanya, İngiltere’nin de engellemesi ile Fas konusundaki
aşırı isteklerinden vazgeçmişti.238 Bunun üzerine İtalya ve Almanya ile Fransa, Fas
konusunda antlaşmaya varmışlardı. Bu antlaşma üzerine Agadir Limanı’na gönderdiği
Panther adlı savaş gemisini 1 Temmuzda geri çekmişti.239 Fransa da coğrafi olarak Fas’a
kendisinden daha yakın olan ve bu ülkede ticari faaliyetleri bulunan İspanya’ya bir miktar
233
Childs, ss. 1-11.
Şıvgın, ss. 2-12.
235
Kurtcephe, ss. 37-38
236
Childs, ss. 1- 11.
237
Wilfrid Scawen Blunt, My Diaries Being a Person Narrative of Events 1888-1914, Londra: Martin
Secker, 1932, s.777.
238
Barclay, s. 46.
239
Segrè, s. 21.
234
81
toprak vererek bu ülkenin mutlak hâkimi konumuna gelmişti.240
Fas konusunda Fransa ile Almanya’nın antlaşmaya varması ve Fransa’nın Fas
üzerindeki himayesinin tanınması İtalyan kamuoyunda Fas’ın da Fransa tarafından kapılmış
olduğunun anlaşılması bir anda hükümeti devirecek kadar şiddetli bir tesir yapmıştı.241
Çünkü İtalya, Kuzey Afrika’da kurulmuş olan Kartaca’nın Roma İmparatorluğu’nu tehdit
ettiği gibi; Kuzey Afrika’da kurulacak olan mutlak bir Fransız egemenliğinin de kendisini
tehdit edeceğinden korkuyordu.242 En ılımlı İtalyan gazeteleri bile Fransa ile Almanya
arasında bir antlaşmaya varılmadan İtalya’nın Trablusgarp’a zaman geçirmeksizin bir an
önce harekete geçmesini isteyen yayınlara başlamışlardı. Gazeteler, Fas meselesinin
Avrupalı devletlerini meşgul edeceğini, Trablusgarp’ı işgali için zamanın geldiğini ve
durumun çok müsait olduğunu ileri sürüyorlardı. Bu gelişmeler ve kamuoyunun baskısı
üzerine İtalyan hükümeti de uzun zamandır hazırlanan ihtiraslarını açığa vurmaya mecbur
kalmıştı.243
Bu zaman kadar Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruyan bir politika
güden İtalya’nın bu politikasından vaz geçmesinin ve Trablusgarp’ı işgal hazırlıklarını
arttırmasının başlıca dört nedeni vardı:
Öncelikle, İtalya Trablusgarp’ın Osmanlı Devleti’ndne ayrılmasının Balkanlar’da
düzen bozucu bir etki yapmayacağı yanlış düşüncesi içindeydiler; İkincisi, İtalya 1911’de
Fransa’nın Fas’ta bir sömürge devleti kurduğunu görmüştü ve Akdeniz güç dengesinin
korunması için ellerindeki Libya çekini hemen nakde döndürmeleri gerektiğine
inanmıştı;244 Üçüncü olarak, İtalyan yönetimi 1911’de eğer İtalya Trablusgarp’ı işgal için
hareket geçmezse, Büyük Güçler’den birisinin kendisinden önce davranacağı korkusunda
kapılmıştı; Dördüncü ve son olarak, 1911’deki İtalyan iç siyasi dinamiği ülke yöneticilerini
240
Askew, s. 187.
Segrè, s. 21.
242
Giovanni Giolitti, Memorie Della Mia Vita, Manza: Roma, 1945, s.254.
243
Barclay, s. 44.
244
Almanya 1887, Fransa 1900 ve 1902, Avusturya ve İngiltere 1902 ve Rusya 1909 yıllarında İtalya’ya
bedeli Trablusgarp olan açık tarihli bir çek vermişlerdi. İtalya’da bu çeke tarih olarak 1911 yılını yazmıştı.
Bkz.: Askew, s. 267.
241
82
başarılı bir koloni savaşı yapmaları konusunda ikna etmişti.245 İtalya’nın Trablusgarp’a
yönelik emellerine karşı Büyük Güçler’in tavırları da çok negatif değildi. Zaten Büyük
Güçler’i Trablusgap’ın işgaline razı etmek İtalyan diplomasisinin en önemli hedefiydi.
Özellikle Rusya İtalya’nın Trablusgarp’ı işgalini destekleyen devletlerin başında
gelmekteydi. Zira 5 Ekim 1908’de Avusturya Bosna-Hersek’ i işgal etmesinin ardından
aynı gün Bulgaristan Prensi de İstanbul’a telgraf çekerek bağımsızlığını ve krallığını ilan
etmişti.246 Bosna-Hersek’ in Avusturya tarafından ilhakından sonra buna en fazla karşı olan
Rusya ve İtalya birbirlerine daha fazla yaklaşmışlardı. Almanya ve Avusturya ile müttefik
olan İtalya, emperyalist emellerini gerçekleştirebilmek için ikiyüzlü bir politika izlemiş; bir
taraftan Üçlü İttifak’ın üyeleri olan Almanya ve Avusturya’ya isteklerini kabul ettirirken
diğer taraftan da antlaşmalarla birtakım tavizler koparmıştı. İtalya, Racconigi
Antlaşması’yla da Rusya ile ilişkilerini güçlendirmişti.247 Bununla birlikte, İtalya gelecekte
bu bölgede etkinliğini arttırmayı planlarken; Rusya ise Pan-Slavizm politikası içinde
Balkanlar’daki
yayılmacılığını
arttırmak
ve
gelecekte
Boğazlar’a
hâkim
olmak
istemekteydi.248 Ancak Rusya’da diğer Büyük Güçler gibi Osmanlı Devleti’ni gücendirmek
istemediği için bu niyetini saklı tutmuştu. Osmanlı Devleti’nin Viyana Büyükelçisi
Alexander Mavroyeni Bey’in anılarında aktardığı üzere, Rusya bir yandan Trablusgarp
konusunda İtalya ile ilişkilerini sağlam tutmak isterken diğer taraftan da Fransa, İngiltere,
Almanya ve Osmanlı Devleti’nin kendisine cephe almasını istememekteydi.249 Ayrıca
Rusya İtalya’nın Trablusgarp’ı işgal etmesi durumunda karşısına Osmanlı Devleti’nin
paylaşılması meselesi çıkmasından ve Büyük Güçler’in Balkanlar’a müdahalelerini
gerektirecek bir durumun oluşmasından çekiniyordu.250 Zira bu dönemde dış işlerinde Çin
ve İran ile sorun yaşayan Rusya; Doğu’da bu sorunlarla uğraşırken Balkanlar’da bir
245
Childs, ss. 1-11.
Şıvgın, s. 15.
247
Askew, s. 21.
248
Barclay, s. 24.
249
Mavroyeni, s. 176.
250
Kurtcephe, s. 40. Rusya’nın İtalya’nın Trablusgarp’ı işgalini desteklemesinin en önemli nedenlerinden
biride İtalya’nın Trablusgarp meselesi ile uğraşırken Balkanlara pek fazla zaman ayıramayacağı ve bu
bölgedeki etkinliğini kaybedeceğini düşünmesiydi. Bkz.: Askew, s. 57.
246
83
karışıklık çıkmasını hiç istemiyordu.251
Avusturya’da ise İtalya’nın müttefiki olmasına rağmen Trablusgarp Savaşı
konusunda iki görüş vardı. Avusturya Genel Kurmay Başkanı Hötzendorf İtalya’nın büyük
bir milli amaç peşinde gittiğini Trablusgarp Savaşı’ndan sonra İtalya’nın Avusturya’nın
İtalyan olan kısımlarını ele geçireceğini ve Adriyatik egemenliğini ele alacağını ve
Balkanlarda kendi etkisini artıracağını, bunun için İtalya’nın Trablusgarp Savaşı’nı
önlemek gerektiği görüşündeydi.252
Ancak Osmanlı Devleti’nin Viyana Büyükelçisi Mavroyeni Bey’in anılarından
anlaşılacağı üzere Dışişleri Bakanı Aehrenthal ise bu görüşe karşıydı. “İtalya ile
Trablusgarp konusunda antlaşmamız var.” diyor ve İtalya’nın Trablusgarp’a gidişinin
engellenemeyeceğini düşünüyordu. Bu sebeple Avusturya İtalya’nın Trablusgarp Savaşı’nı
büyük bir ihtiyat ve endişe ile izlemiş, savaşın Osmanlı Devleti’nin diğer kısımlarına
özellikle Balkanlara sirayet etmemesine dikkat etmiş ve bu konuda İtalya’nın hareketlerini
elinden geldiğince sınırlandırmaya çalışmıştı.253 Viyana’daki İtalyan Büyükelçisi Avarna,
Avusturya Dışişleri Bakanı Aehrenthal’a harekâta geçiş sebeplerini anlatırken harekâtın
sadece Trablusgarp’a hasredileceğine, Balkanlarda aksi tesir yaratacak her türlü harekâttan
kaçınacaklarına dair teminat vermişti.254
Mavroyeni 10 Ağustos 1912 tarihinde Osmanlı Hariciye Nazırı Gabriel
Noradonkyan
Efendi
(1852-1942)’ye
yazdığı
mektupta
Avusturya’nın
İtalya’nın
davranışlarına karşı tepkisiz kalışının nedenlerini üç maddede sıralamıştı.
“1. İtalya ile Avusturya müttefiklerdi.
2. Avusturya için İtalya, Osmanlı Devleti’nden daha değerli bir ortaktı. 1902’den
beri Avusturya ve Avrupalı diğer güçler İtalya’nın Kuzey Afrika’daki hareketlerini
destekliyordu
3.
Avusturya’nın
Balkanlar’daki
çıkarlarını
korumak
için
İtalya’nın
düşmanlığından çok müttefikliğine ihtiyacı vardı. Zira Avusturya Balkanlar’da birincil rolü
251
Blunt, s.758.
Askew, s. 21.
253
Mavroyeni, s. 200.
252
84
üstlenmek ve Balkanlar’da Rusya’nın himayesinde Karadağ ve Bulgaristan’ın oluşturduğu
Ortodoks kutba karşı Katolik Makedonlar, Arnavutlar ve Rumenlerin koruyuculuğunu
üstlenmek istiyordu.”255
Fransa ise 1900 ve 1902 Antlaşmaları’na sadık kalarak İtalyan tasarılarını
desteklemiş ve genel olarak savaş süresince İtalya’dan yana bir tavır ortaya koymuştu.
Fransız gazeteleri de hükümetlerine paralel olarak İtalya’nın Trablusgarp’ı işgal niyetlerini
haklı ve mazur göstermişlerdi.256 İtalyan hükümeti de Trablusgarp hakkındaki isteklerini
kabul ettirme konusunda Fransa’dan yana hiç bir endişe duymuyordu.257 Çünkü İtalya,
Fas’ın işgali karşısında sessiz kalmakla kendisine düşeni yapmıştı. Şimdi yükümlülüğünü
yerine getirme sırası Fransa’daydı.258 Fransa’nın İtalya’ya verdiği desteği Fransız
Büyükelçisi M. Barrére “İtalya Trablusgarp ile ilgili emellerinde Fransa’yı yanında
bulacaktır.”
şeklindeki
açıklamasıyla
pekiştirmişti.259
Fransız-İtalyan
ilişkilerinin
gelişmesinde önemli bir rol oynayan Delcassé de Tittoni’ye “Fransa’nın kalbi İtalya ile
birliktedir.” demişti.260 İtalya’nın Paris Büyükelçisi Tittoni, Eylül 1911’de Fransa Dışişleri
Bakanı De Selves ile görüşmüştü. Fransız Bakan, İtalya’nın Trablusgarp’ta yapacağı
harekât için Fransa’nın kayıtsız şartsız İtalya’nın yanında olduğu teminatını vermişti. Hatta
De Selves, daha da ileri giderek o sırada Osmanlı Devleti’nin Fransa’yla yapmak istediği
borç antlaşmasının, Trablusgarp meselesi İtalya lehine halledilinceye kadar Fransız
hükümetince yapılmayacağını söylemişti.261 Ancak çizilen bu tablonun aksine Fransız
devlet adamları içinde Fransız idaresi Tunus’a sağlam bir şekilde yerleşemeden İtalya’nın
Trablusgarp ve çevresini işgalini tehlikeli bulanlar da vardı. Bu devlet adamları İtalya’nın
sadece Bingazi’ye yerleşmesini arada mutlaka bir tarafsız bölge bulunmasını istiyorlardı. 262
254
ACS 12/13, no:417, 03.10.1911.
Mavroyeni, ss. 281-285.
256
Crispi, ss. 473-474.
257
William Yale, The Near East A Modern History, New York: The University of Michigan Press, 1958, s.
176.
258
Yale, s. 176.
259
Anderson, Eugene, s. 20.
260
Giolitti, ss. 264-265.
261
Kurtcephe, ss. 39- 40.
262
William Yale, The Near East A Modern History, New York: The University of Michigan Press, 1958, s.
176.
255
85
Almanya için ise durum biraz daha karmaşıktı. Almanya gizli antlaşmalarla
Trablusgarp’ta İtalyan nüfusunu tanımıştı. Ancak Almanya’nın, hem İtalya’nın müttefiği
olması hem de Osmanlı Devleti içinde Bağdat demiryolu gibi ekonomik menfaatlere sahip
olması
durumunu
nazikleştiriyordu.
Aslında
İtalya’nın
Trablusgarp’a
yönelmesi
Almanya’nın işine geliyordu. Böylelikle İtalya, Akdeniz’de olduğu gibi Afrika’da Fransa
ile karşı karşıya gelecek ve iki devletin çıkarları çatışmaya başlayacaktı. 263 Bununla birlikte
Trablusgarp meşguliyeti, İtalya’yı Adriyatik’ten uzaklaştıracak ve bunun bir sonucu olarak
da Almanya’nın hiç arzu etmediği müttefikleri İtalya ile Avusturya arasında sürtüşme de
sona erecekti. Bunun için Almanya Osmanlı Devleti’ne karşı da dost görünümünü
sürdürmekte ve onu kırmaktan da kaçınmaktaydı. İki tarafı da idare etmek istemekteydi.264
Zira Mavroyeni Bey’in anılarında belirttiği üzere Viyana’daki Alman Büyükelçisi ile
yaptığı görüşmede Büyükelçi Mavroyeni Bey’e Almanya’nın Osmanlı topraklarında başta
demir yolları olmak üzere birçok yatırımının bulunduğunu; bu sebeple de Osmanlı
Devleti’nin toprak bütünlüğüne her zaman saygılı olduklarını belirtmişti.265
Almanya, İtalya’nın Trablusgarp’a yapacağı çıkarmayı ertelemesini ve İtalya’nın
Kuzey Afrika’yı alarak Osmanlı Devleti’nin çökme riskini üzerine almaktansa, Osmanlı
Devleti’nin başka nedenlerden çökmesine kadar beklemesini öneriyordu. Ama İtalya’nın
hazırlıksız savaşa girdiği bir günde frene basmak için çok geçti.266Diğer taraftan
Almanya’nın siyasi alanda etkili büyükelçisi Baron Marshall von Biberstein, Sadrazam
Hakkı Paşa (1863-1918)’yı İtalya’nın Trablusgarp’taki isteklerine karşı daha az düşmanca
yaklaşımlar uygulaması hususunda ikna etme teşebbüsünde bulunmuştu. Eğer İtalya’nın
istekleri iktisadi ise, Hakkı Paşa demiryolları, yollar, limanlar, madenler yapılmasına izin
vermeye hazır olduğunu belirtmişti. Bu esnada Marshall aynı gün De Martino ve San
Guiliano’yu Trablusgarp’ın İtalya tarafından işgalinin Osmanlı Devleti’nde bir devrimi
tetikleyebileceğine, Jön Türk rejimini devirebileceğine, yabancılara karşı düzensizliğe ve
Doğu Sorunu’nun tekrar açılabileceğine yol açacağı konusunda ikna etmeye çalışmıştı.
263
Barclay, s. 40.
Askew, s. 48.
265
Mavroyeni, s. 160.
264
86
Marshall ayrıca İtalya’nın askeri harekâttan kaçınması öğüdünü vermişti.267 Ancak İtalyan
tarafı Trablusgarp’ta Fransız tehdidi olduğu konusunda ısrarlıydı ve Almanya’nın desteğini
bekliyordu. İtalya’nın bu talebine karşılık Almanya; Kuzey Afrika’da mevcut durumun
değişmesi durumunda İtalya lehine bir tutum izleyeceği belirtmişti.268
Trablusgarp’ın işgali konusunda Berlin Kongresi’ne kadar Osmanlı Devleti’nin
toprak bütünlüğü prensibini Yakın Doğu ve Akdeniz siyasetinin esası olarak kabul eden
İngiltere’nin tutumunda önemli bir değişiklik olmuş ve İngiltere Osmanlı topraklarının
paylaşımını hedef alan yeni bir siyaset izlemeye başlamıştı. Çünkü 19. yüzyılda dünyanın
en gelişmiş endüstrisine sahip olan İngiltere 1838 Türk-İngiliz Ticaret Antlaşması’yla
edindiği kapütilasyonlar sayesinde büyük bir pazar konumunda olan Osmanlı
topraklarından istifade etme olanağına kavuşmuştu.269 Bu önemli siyasi ve ticari çıkarları
sebebiyle İngiltere 1839 Mısır Krizi’ne müdahale ederek Mısır’da Mehmet Ali Paşa’nın
bağımsız bir devlet kurmasına engel olmuştu. Bunun yanında Osmanlı Devleti ile
8 Temmuz 1883’te imzaladığı Hünkâr İskelesi Antlaşması’yla kendine bir saldırı olduğu
taktirde Osmanlı Devleti’nin Boğazlar’ı kapatacağı garantisini alarak, Boğazlar sorununun
kendi lehine halletmiş olan Rusya’nın karşısına dikilerek 1841 de Boğazlar’ı uluslararası
bir garanti altına almış; Kırım Savaşı’nda da Türk ordularının yanında savaşa katılmıştı.
Fakat 1869 yılında, Süveyş Kanalı’nın açılması, İngiltere’nin bütün dikkatini bu noktada
toplamıştı. Zira kanalın açılmasıyla Akdeniz’deki stratejik ve ticari yoların bütün ağırlığı
kanal bölgesine geçmişti. Süveyş Kanalı, İngiltere’nin Hindistan’la olan bağlantısının
hayati bir noktası haline gelmişti. Bu dönemde Osmanlı Devleti’nde yapılan ıslahatların
başarılı olmadığı devletin çökmesinin kaçınılmaz olduğu İngiliz devlet adamlarınca
görülmüştü. Böylece İngiltere bu ayakta tutulması imkânsız enkazı korumaya çalışmak
yerine, İngiliz menfaatlerini gözetecek şekilde Osmanlı Devleti’nin paylaştırılması yoluna
gitmiş ve ilk olarak ta baskı yoluyla stratejik yönden büyük öneme sahip olan Kıbrıs’a 1878
yılında geçici olma kaydıyla yerleşmişti. Bunu takiben de Avrupalı diğer devletlerin
266
ACS 17/36, no: 200, 23.09.1911
Crispi, s. 441.
268
Yale, s. 176.
267
87
Akdeniz’deki mevcut düzenin değişimine tepki göstermemeleri için, İngiltere Berlin
Kongresi’nde Avusturya
Bosna-Hersek’e; Fransa’yı da Tunus’a yerleşme konusunda
teşvik etmişti. Fransa’da İngiltere’den aldığı destekle 1881 yılında Tunus’u işgal etmişti.
İngiltere ise Fransa’nın hemen ardından 1882 yılında Mısır’ı ele geçirmiş ve Cebelitarık,
Malta, Kıbrıs, Süveyş ve Aden zincirini tamamını kontrolü altına alarak Hindistan yolunun
güvenliğini sağlamıştı.270
İngiltere’nin desteği olmadan Akdeniz’de yaşam şansı bulamayacağını anlayan
İtalya271, Üçlü İttifak’ın üyesi olmasına rağmen İngiltere ile dostane ilişkiler kurmaya
çalışmıştı. İtalyan devlet adamlarında Afrika’dan pay kapabilmek ve Akdeniz’deki
çıkarlarını koruyabilmek için İngiltere ile dost olmak gerektiği kanaati varmışlardı. 1882’de
Mısır’a yerleşen İngiltere, Nil’in kaynaklarının Fransa’nın eline geçmesine engel olmak
için İtalya’yı Habeşistan’ı işgale teşvik etmişti. Bu tarihte başlayan İtalyan-İngiliz
yakınlaşması 1887’de yapılan bir gizli antlaşma ile pekiştirilmişti.272
Zaten İngiltere, Mısır’a yerleştiği tarihten itibaren Osmanlı Devleti’nin toprak
bütünlüğünü koruma politikasına son vermişti. İngiltere savaştan az önce İtalya’ya destek
vaat etmemesine rağmen, işgalden vazgeçirmek için de herhangi bir teşebbüste
bulunmamıştı. Böylece bir yandan Akdeniz’in bir Fransız Gölü haline gelmesini
engellerken diğer taraftan da savaş sırasında İtalya’yı gücendirip onu büsbütün
Almanya’nın kucağına atmak istememişti.273 İtalya’yı Fransa’ya karşı denge unsuru olarak
kullanan İngiltere’nin bu konuyla ilgili düşüncesini en iyi yansıtan örnek, İngiliz Başbakanı
Lord Salisbury’nin, İtalyan Başbakanı Crispi’nin Trablusgarp’ın İtalya’ya ait olmasına
yönelik mektubuna verdiği cevap olmuştu. Bu mektupta Salisbury, ”Akdeniz’in bir Fransız
gölü haline gelmemesi için, Trablusgarp’ın İtalya tarafından işgali, Avrupa’nın
menfaatlerine çok uygundur. İtalyan hükümeti, Trablusgarp’ı elde edecektir. Ancak geyik
269
Barclay, ss. 22-23.
Çaycı, ss. 55-57.
271
Bir yarımada ülkesi olan İtalya Batı’da Cebelitarık boğazı; Doğu’da ise Süveyş kanalı ile Akdeniz’in bütün
çıkışlarını kontrol altına almış olan İngiltere ile Jeopolitik durumu icabı iyi ilişkiler kurmak zorundaydı. Bkz.:
Çaycı, s. 119.
272
Kocabaş, Süleyman, Tarihte ve Günümüzde Türkiye’yi Parçalama ve Paylaşma Planları, İstanbul:
Vatan Yayınları, 1999, s. 226.
270
88
kurşun menziline girdikten sonra ateş edilmelidir ki, kaçıp kurtulmasın!” demişti.274
İtalyan’nın Londra Büyükelçisi Marquis Francavilla Imperiali’de (1874-1940)
İngiltere Dışişleri Bakanı, Edward Grey (1862-1933) ile yaptığı görüşmede, Grey’e
Osmanlı İmparatoluğu’nun İtalya’nın Trablusgarp’taki ekonomik faaliyetleri sürekli
engellediğini, böyle devam ederse İtalya’nın müdahalede bulunabileceğini söylemişti.
26 Temmuzda gerçekleşen bu görüşmede Grey, İtalya’nın istediği diplomatik desteği de
vaat etmişti. Grey, gerçekten Trablusgarp’ta İtalyanlar diğer devletlerin vatandaşlarına göre
haksız muameleye uğramaları ve durumun barış yoluyla çözülmemesi yüzünden İtalya
harekete geçmek zorunda kalırsa, İngiltere’nin buna mani olmayacağı gibi diplomatik
destek vereceğini, hatta gerekirse Babıâli’yi bu konuda İtalya’dan başka türlü bir tutum
beklememesi konusunda uyaracağını belirtmişti.275 Grey, Imperiali’ye İngiltere’nin tam
desteği isteniyorsa İtalya’nın harekete geçmek için hukukunun açık biçimde ihlal edildiği
anı beklemesi gerektiği şeklinde bir tavsiyede de bulunmuştu. Grey, bu tavsiyeye uyulması
halinde İngiliz hükümeti gibi İngiliz kamuoyunun da İtalya’yı destekleyeceğini ummuştu.
16 Ağustos 1911’de Grey ile Imperiali ikinci kez Londra’da bir araya gelmişlerdi. Buna
göre, eğer İtalya, kendi tebaasını Trablusgarp’ta diğer devletlerin tebaalarından daha kötü
bir durumda görmesinden dolayı bir protestoda bulunacak olursa İngiltere İstanbul’da
İtalya’ya diplomatik destek sağlayacaktı.276 Alman-İngiliz ilişkilerinin gerginleştiği bir
sırada yapılan İtalyan başvurusuna tam destek vaat eden Grey’in, 16 Ağustos görüşmesinde
tavrı değişmişti. Fas meselesi ile Trablusgarp meselesi arasındaki ilişkiyi ileri süren İtalyan
büyükelçisine Grey’in “Fas dağılmaktadır, hâlbuki Trablusgarp Osmanlı Devleti’nin bir
parçasıdır ve o dağılmakta değildir.” şeklinde bir cevap vermesi bu tavır değişikliğinin bir
göstergesiydi. Bu tavır değişikliğinde İngiltere Maliye Bakanı Loyd George’un savaş
tehdidi karşısında Almanya’nın uzlaşmacı bir siyaset izlemeye başlaması rol oynamıştı.
Ayrıca İngiltere işi ağırdan alarak Trablusgarp topraklarından Mısır lehine tavizler
273
Barclay, s. 39.
Crispi, s. 453.
275
Askew, ss. 49-50.
276
Crispi, s. 454.
274
89
koparmayı düşünmekteydi.277
26 Eylülde Londra’daki Osmanlı Büyükelçisi, Dışişleri Sekreteri Sir Arthur
Nicolson’ı Roma’da İngiltere’nin korumasını rica etmek için aramıştı. Ama Nicolson buna
karşı çıkmıştı. Ertesi gün, 27 Eylülde, Nicolson Londra’daki İtalyan Büyükelçisi Imperiali
tarafından ziyaret edilmişti. Imperiali kendi ülkesinin Trablusgarp ve Bingazi’yi işgal
girişimi hakkında Nicolson’a bilgi vermişti. Nicolson’un tepkisi, bunun bir savaş hareketi
olduğu yöndeydi. Nicolson’a birkaç gün sonra Grey’den gelen gizli mektupta Eğer Türkler
İtalyan saldırısı karşısında İngiltere’ye yaklaşırsa, onlara İtalya’nın müttefiklerine
başvurmaları önerilmesi gerektiği belirtilmekteydi. Grey ayrıca İngiltere’nin ve Fransa’nın
İtalya’yı engellememesinin de çok önemli olduğunu eklemekteydi.278 Esas itibariyle
İngiltere Akdeniz’de mevcut durumun korunması taraftarıydı.279 Ancak, bu dengenin
bozulması durumunda İtalya lehine bir değişikliği öngörmüştü. İngiltere şarta bağlı bu
tutumuna İtalya ile 12 Mart 1902’de imzaladığı antlaşmada da yer vermişti.280
Aslında yaptığı bu gizli antlaşmalar İtalya’ya kendisini Trablusgarp’ta güven altına
alacak pek bir şey sağlamamıştı. Sadece müttefiki Almanya’dan Fransa’nın Trablusgarp’a
gitmeyeceğine dair açık; İngiltere’den ise üstü kapalı bir garanti almıştı. Avrupalı devlet
adamalarının İtalya’nın Trablusgarp’taki isteklerine karşı bakış açısı, bu isteklerin Osmanlı
Devleti çökmeden gerçekleşemeyeceği yönündeydi. Böyle bir durum oluştuğunda da,
İtalya’ya karşı verilen sözlerin tutulmayacağı ise aşikârdı. Bu sebeple İtalya işgal
çalışmalarını yürütürken oldukça tedbirliydi. Çünkü bu dönemde Osmanlı Devleti’nin
bütünlüğünün korunması Avrupalı diğer devletlere nazaran oldukça zayıf olan İtalya’nın
çıkarınaydı. Zira Büyük Güçler’in en zayıfı olarak bağımsız hareket edemeyen İtalya
Trablusgarp Savaşı sırasında, savaştan önce de olduğu gibi, İtalyan siyasetinin dayanak
noktası olan bazı Büyük Güçler’den önce hareket etme tarzını izlemiş ve faits accomplis
(oldu bitti) politikasını sürdürmüştü. İtalya’nın Büyük Güçler’in en zayıfı olduğu gerçeği
277
Kurtcephe, ss. 38-39.
Crispi, s. 450.
279
Askew, s. 14. Crispi’nin anılarından da anlaşılacağı üzere İtalya Akdeniz’deki mevcut düzenin korunması
ve Fransa’nın Akdeniz’deki etkinliği arttırmaması konusunda İngiltere’nin garantisini istemişti. Bkz: Crispi,
s.437.
278
90
Birinci Dünya Savaşı sonrası toplanan Paris Konferansı’nda Anadolu’nun paylaşımı
konusunda da görülmüştü.281
F. Trablusgarp Savaşı ( 1911-1912) ve Doğu Akdeniz’in Savaş Alanı Oluşu
İtalyan hükümeti 1910 yılı başında henüz Trablusgarp’a karşı askeri bir harekâta
girişmeyi düşünmüyordu. 14 Şubat 1910’da İtalyan Dışişleri Bakanı Guicciardini
(1910-1911) Parlamento’da bir soruyu cevaplandırırken, Kuzey Afrika’daki Osmanlı
topraklarının İtalya için Akdeniz dengesi bakımından önemli olduğunu, bu yüzden Osmanlı
Devleti’nin bütünlüğüne saygı gösterilmesi ve bunun sağlanılmasının İtalyan dış siyasetinin
değişmez temelli bir ilkesi haline geldiğini söylemişti. Guicciardini’nin bu sözleri
İtalya’nın o tarihte izlediği Trablusgarp siyasetinin ifadesiydi. İtalyan hükümeti, Osmanlı
Devleti’ne güven vermeyi ve diğer emperyalist devletlere karşı Trablusgarp’ı korumayı
düşünmüştü. Ayrıca Tunus sınırını güneye ve doğuya doğru genişletme girişimlerinde
bulunan Fransızlara dur demek istemişti.282.
İtalyan hükümeti, Trablusgarp’ı işgal için zemin oluşturma çabalarını ekonomik
faaliyet kisvesi altında açıktan açığa sürdürme politikasına 1911 yılında hız vermişti.
İtalyan hükümeti, İtalya’nın Osmanlı Devleti içindeki tüm faaliyetlerinin ekonomik çıkar
elde etmek için yaptığı kanaatini uyandırıp siyasi, askeri, kültürel ve ekonomik tedbirler
almasına engel olmak gayesini takip etmişti. Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu
ekonomik siyasi ve askeri durum da İtalyanların bu faaliyetlerini kolayca yapmalarını
sağlamıştı. Osmanlı devlet adamlarının yönetimdeki yetersizlikleri de buna eklenince
İtalya’nın işi daha da kolaylaşmıştı.283 1911 Eylülünün ikinci haftasından itibaren
İtalya’daki askeri hazırlıklar iyice açığa vurulmuştu. Bunun yanında, İtalya’nın işgal
hazırlıkları da açıktan açığa basına yansımaya başlamıştı.284 Gerçi bu yılın başında henüz
savaşa karar verilmiş değildi. İtalyan hükümeti diplomatik yollardan Trablusgarp’ı almayı
280
Çaycı, s. 120.
Childs, ss. 1-11.
282
Koloğlu, s. 15.
283
Kurtcephe, s. 32
284
Şıvgın, s. 33.
281
91
umuyordu. Temel stratejisi ülkenin Avrupa’daki topraklarını Rusya ve Bulgaristan’a karşı
korumak olan Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp için savaşı göze alamayacağı düşüncesi,
İtalyan siyasi ve askeri çevrelerinde kabul görmüştü.285 Ayrıca İtalyanlar Türklerin kötü
idaresinden bıkmış olan Trablusgarp ve Bingazi halkının, İtalyan idaresini kabule hazır
oldukları düşünüyorlardı. Bu sebeple Bosna-Hersek’in Avusturya tarafından ilhakında
olduğu gibi bir işgalin gerçekleştirebilineceği umuyorlardı.
Trablusgarp’ın işgali konusunda İtalyan hükümetinin üzerindeki esas baskı unsuru
İtalyan kamuoyu idi.286 1911 yılı İtalya’da birliğin kurulmasının 50. yılına rastlamaktaydı.
Bu sene ülkede büyük bir milli heyecan yaratılmaya çalışılmıştı. Kalabalık göç dalgalarına
rağmen hâla yüksek olan ülke nüfusunun dinamikliği ve iyi yönetimi sayesinde hükümet,
tarım ve sanayiyi önemli ölçüde geliştirmişti. 1911 Martında tekrar işbaşına gelen tecrübeli
devlet adamı Giolitti bir dizi reform hareketine girişmiş287 ve işçilerin çalışma koşullarının
iyileştirilmesi, emeklilere ayrılan fonların arttırılması, haftalık dinlenme günlerinin
düzenlenmesi gibi Sosyalist kanadın isteklerine uygun ve halk kitlelerini devrimci
hareketlerden uzak tutacak yenilikleri gerçekleştirmişti.288 Ancak sağ kanattaki milliyetçi
istekleri de tatmin etmek gerekiyordu. 1910’da kurulan İtalyan Milliyetçi Derneği
emperyalist özellikte bir milliyetçilik akımını temsil ediyordu. Milliyetçilerin Floransa’daki
ilk kongresinde Trablusgarp’ın işgali konusunda hükümetten ciddi talepleri olmuştu.289
Trablusgarp’ın işgalinin İtalyan Milliyetçileri’nin kalbinde ayrı bir yeri vardı.
285
Bennett, s. 21.
19. yüzyılın sonlarında sanayileşmeyle birlikte bilimin ve teknolojinin gelişmesinin yanı sıra artan sermaye
birikimi Avrupa’da refahın da artmasına sebep olmuştu. Bunun sonucu olarak ta eğitim öğretim gelişmiş,
okuryazar oranı artmış ve yayın organları çoğalmıştı. Bütün bu gelişmelerin neticesinde de Avrupa’da
hükümetler üzerinde etkili bir kamuoyu meydana gelmişti. Toplumun piskolojisini ifade eden bu kamuoyu,
her şeyden önce milliyetçiydi. Büyük Güçler’de milliyetçi görüş, genellikle devletin kudretini göstermek,
prestijini temin etmek yabancı nüfusuna itimatsızlık, milli karakteri diğer devletler nezdinde teyit etmek
şeklinde kendini göstermektedir. Bu milliyetçilik akımının neticesi olarak Büyük Güçler sömürge sahibi
olmayı bir saygınlık ve büyük devlet olmanın doğal bir sonucu olarak algılamışlardır. Sömürgecilik
taraftarlarının sloganı, İngiltere’de İngiliz ırkının üstünlüğü, Almanya’da Alman ırkının yaşamsallığı, Fransa
ve İtalya’da ise, Büyük devlet olma sorumluluğu olarak kendini göstermiştir. Birliğinin sağlamasının ardından
İtalyan hükümetleri için sömürge elde etmek ve İtalya’yı kamuoyunun gözünde Büyük Güçler’den biri haline
getirmek birincil öncelikli hedef olmuştur. Çünkü hükümetler ancak bu yolla kamuoyu üzerindeki
hâkimiyetlerini tesis edebilirlerdi. Bkz.: Çaycı, s. 72.
287
Kurtcephe, s. 32
288
Saladino, s. 105.
286
92
15.yüzyıldan itibaren 400 yıldan fazla bir süre İtalyanlar için Osmanlı Devleti doğuyu
simgeleyen bir isim olmuştu. Türkler daha sonraları Batılı bir millet olmak için ne kadar
gayret sarf ettilerse de Avrupa’da yüzyıllardır benimsenmiş olan barbar, kışkırtıcı ve uygar
olmayan milet imajını silememişlerdi.290 İtalyan sosyalistleri ise aralarında bir birlik
olmamasına rağmen, genelde bu savaşa karşıydılar. Onlara göre, İtalya açısından stratejik
bir değeri olmayan ve dünyanın en fakir coğrafyalarından biri olan Trablusgarp’ın işgali ne
İtalyan devletine ne de İtalyan işçi ve köylülerine bir kazanç sağlayacaktı.291 Sosyalistlerin
ana fikri ulusal bağımsızlık ilkelerine dayanarak daha yeni kendi birliğine kavuşmuş
İtalya’nın, topraklarının bir kısmı hâla Avusturya işgali altındayken ve ekonomisi sömürge
savaşına girmek için gerekli olan silahlanmayı gerçekleştirecek seviyeye ulaşmamışken
mevcut kaynakların savaş yerine ülke içindeki geri kalmışlığa ve başta göç olmak üzere
toplumsal sorunları çözmeye yönelik harcamalarda kullanılması yönündeydi.292 Ayrıca,
İtalya’daki sermaye birikimi ne İngiltere’deki ne de Fransa’daki gibi hem içeriye hem de
dışarıya yetecek derecede büyük değildi.293 Ayrıca Sosyalistlere göre sermayenin amacı
Trablusgarp Savaşı’nda işçi sınıfını kurban etmekti.
Genç Benito Mussolini (1884-1945), sol kanadın yayın organı olan Lotta di
Classe’nin Ağustos sayısında “…Eğer anavatanımız para ve kan için yeni kurbanlar
istiyorsa, Sosyalist ilkeleri benimsemiş olan proletarya buna genel bir grevle cevap verir.
Uluslararasındaki savaş sınıflar arasındaki savaş olur…” sözlerini kaleme almıştı. Bunu
yanında, İtalyan sosyalistlerinin karşı oldukları bir diğer konu da Trablusgarp’a tarım için
giden köylülerin hangi entellektüel birikimleriyle orada yaşayan Araplara medeniyet
götürecekleriydi.294 Ayrıca 1896 Adowa yenilgisi. İtalya’da orduya bir güvensizlik
yaratmıştı.295 Zira ilkel ve sömürge olmaya müsait bir topluk karşısındaki yenilgi, esasen
sömürgecilik geleneğini kaybetmiş olan İtalyan toplumunu büsbütün çekingen davranmaya
289
Askew, s. 26.
Kurtcephe, s. 32.
291
Askew, s.43-54.
292
Gaetano Arfé, Storia del Socialismo Italiano, Torino: G. Einaudi Edizzione, 1977, s. 45.
293
Koloğlu, s. 38.
294
Thayer, s. 242.
295
Kurtcephe, ss. 30-37.
290
93
yöneltmişti. Çünkü Habeşistan seferine, burjuvazi ve büyük sermayenin desteği alınmadan
tamamen siyasal bir kararla gidilmişti. Zafer kazanılsaydı belki herkes bunu
benimseyecekti. Oysa kanlı yenilgi, sorumluluğun tamamen hükümete yüklenmesinde en
sağdan en sola kadar bir uzlaşma oluşması sonucunu yaratmıştı. Sosyalist milletvekili
Andrea Costa’nın Aralık 1895’te Parlamento’daki “Afrika için ne tek adam, ne tek
kurşun…” sözlerini herkes tarafından benimsenmişti.296 Ama bütün bunlara rağmen
Sosyalistlerin içinde dahi savaşı destekleyenler vardı.297
Bu savaş psikozu içerisinde, savaşa karşı muhalif bir ses duyulmuştu. Anayasa
Hukuku Profesörü ve milletvekili Gaetano Mosca (1858-1941), 19-21 Eylül tarihleri
arasında, La Tribuna’da Trablusgarp Savaşı ile ilgili düşüncelerine yer verdiği bir yazı
dizisi yayınlanmıştı. Yazısında Osmanlı Devleti’nin elinde kalan vilayetlerinden birini
savaşmadan bırakmayacağına dikkat çeken Mosca, çatışmanın sadece Trablusgarp’ta askeri
bir yoldan çözülemeyeceğini öngörmüş ve Osmanlı ordusunun kendi vilayetlerindeki etkisi
konusunda hükümeti uyarmıştı. Mosca ayrıca Trablsgarp’taki Arapların Türklerin tarafına
geçmesi riskinin, uzun, zor ve pahalı bir savaşa sürükleyeceğini belirtmişti. Son olarak,
Mosca Osmanlı Devleti barış yapsa bile, bölgedeki Arapların kesinlikle gerilla savaşına
devam edeceklerini belirtmişti.298
Savaş karşıtı kesimin uyarılarına rağmen milliyetçilerin ve kamuoyunun baskısına
Giolotti’nin 1911 Martından itibaren askeri hazırlıklara gizlilik içinde hız vermesine sebep
olmuştu. Siyasal baskılarla Trablusgarp’a sahip olamayacakları kanaatine varan Giolotti,
önce girişilecek işgal hareketinin politik zeminini hazırlamayı, sonra askeri harekâtı
başlatmayı planlamıştı. Bu maksatla İtalyan Genelkurmayı’na askeri hazırlıkları
tamamlama, Dışişleri Bakanı San Giuliano’ya da işgale diplomatik yollardan zemin
hazırlaması emrini vermişti. İtalyan hükümeti, işgal için gerekli her türlü hazırlıkları
sürdürürken Osmanlı Devleti’nu kuşkulandırmamak için gizlilik esasına riayet etmeye
çalışmıştı. Oysa İtalya’da resmi yalanlamaları havada bırakan gelişmeler olmaya
296
Koloğlu, s. 37.
Bunlar Arturo Labriola, Paolo Orano ve Angiolo Olivetti gibi devrimci sendikacılardı. Onlara göre savaş
Italyan Proleteryası’nı ayaklandırakı ve bu yolla İtalya’da devrim olacaktı. Bkz.: Sergé, s. 21.
297
94
başlamıştı. Emperyalizmi proletarya sınıfının baş belası olarak nitelendiren Sosyalistler,
Trablusgarp’a asker sevki aleyhine gösteriler düzenliyor ve hükümeti kınayan sloganlar
atıyorlardı. Bu gelişmeler üzerine Başbakan Giolitti ve Dış İşleri Bakanı San Guiliano, 18
Eylülde Roma’dan ayrılarak Piemonte Bölgesi’ne gitmişlerdi. Trablusgarp’ı işgalinden
bahsedildiği bir sırada karar verici iki önemli kişinin Roma’dan ayrılmaları Babıâli’yi
şüphelendirmemek için düzenlenmiş bir tedbirdi. İtalyan Dışişleri Bakanı’nın Roma’dan
ayrılmadan önce birkaç aydır boş bulunan Derne ve Bingazi’ye konsoloslar tayin etmesi
işgal hazırlıklarının bir parçasıydı. Derne Konsolosluğu’na getirilen Piyacindini, üç sene
önce de aynı görevde bulunmuş ve bir İtalyan misyonerin öldürülmesinden dolayı ortaya
koyduğu sert tavrın, İtalya ile Osmanlı Devleti arasında ilişkilerin gerginleşmesine yol
açması üzerine görevden alınmıştı.299
İtalyan Dışişleri Bakanı San Giuliano da 9 Haziran 1911’de Parlamento’da yaptığı
konuşmada Türk-İtalyan ilişkilerine de değinmişti. İtalya’nın diğer devletler gibi Osmanlı
Devleti’nin toprak bütünlüğüne saygılı olduğunu söyleyen bakan, cümlelerini Osmanlı
hükümetine birtakım mesajlar verecek şekilde seçmişti. İtalyan Dışişleri Bakanı, 20
Haziran 1911’de Türk-İtalyan ilişkilerinin gidişatı hakkında gazeteciler tarafından yönetilen
bir soruyu cevaplandırırken yine dostluktan dem vurmuştu. Bakan, Osmanlı Devleti’nin
Avrupa siyasi dengesinde büyük rol oynayan önemli bir devlet olduğunu belirttikten sonra
“...Trablusgarp’ta bulunan İtalyanların iktisadi faaliyetlerine yardımcı olmaya mecburuz.
Devletimizle Osmanlı Devleti arasında mevcut olan dostça münasebetler, bu vazifemizi
kolaylıkla ifa edebileceğimiz ümit ediyoruz.” demişti.300
Bütün bu gelişmeler olurken San Giuliano, Giolitti ile 14 Eylülde gizlice görüşmüş
ve ikili Kasımda askeri hareket konusunda antlaşmaya varmışlardı. Ancak ertesi gün, San
Giuliano fikrini değiştirmiş ve Giolitti’ye yazdığı yazıda işgalin Ekimde denizler sakinken
ve uluslararası ortamda Fas üzerinde Fransız-Alman müzakereleri sürerken yapılmasının
298
Childs, ss. 58-59.
Kurtcephe, s. 51.
300
Şıvgın, s. 33.
299
95
daha avantajlı olduğunu ileri sürmüştü.301 Bu sırada İstanbul’daki İtalyan Askeri Ateşesi De
Martino 17 Eylüldeki raporunda Trablusgarp’ta sürekli olarak bulunan Osmanlı asker
sayısının 3.000 adamdan fazla olamayacağına inandığını belirtmişti. 20 Eylülde San
Giuliano Fas üzerinde Fransız-Alman Antlaşması’nın sonuçlandığını duyduktan sonra,
meslektaşlarına “Bu saati ve tarihi iyi hatırlayın: Bugün Trablusgarp’a sefere karar
verdiğimiz gündür.” demişti.302
Osmanlı hükümetine göre ise her türlü iktisadi imtiyazı elde eden İtalya’nın
Trablusgarp’ı işgali için ortada bir sebep yoktu. Üstelik İtalya’nın teşebbüse geçmesine
mani olacak başka etkenler de vardı. Osmanlı Devleti’nin müttefiki Almanya, İtalya’nın
işgale kalkışmasına kesinlikle müsaade etmeyecekti. Tunus meselesinden dolayı araları
açılan Fransa’nın İtalya’nın bir zamanlar göz diktiği ve hâla hak iddia ettiği Tunus’a komşu
olmasını istemeyeceği açıktı. Bingazi’nin Mısır’a ilhakını arzu eden İngiltere’nin de bu
taleplerinden vazgeçip İtalya’ya davetiye çıkarması beklenemezdi. Avusturya ise zaten
İtalya’nın baş düşmanı idi. Bu şartlarda İtalya’nın işgale kalkışması mümkün değildi.
İtalya’nın bu hazırlıkları olsa olsa Avusturya’ya karşı olabilirdi.303
Osmanlı kamuoyunda savaşa ihtimal vermeyenlerin en güvendikleri dayanak
İtalya’nın Doğu ile yaptığı ticareti tehlikeye atamayacağı düşüncesi idi. İtalya’nın 1888’de
Osmanlı Devleti’ne yaptığı ihracat tutarı 490.000, ithalât tutarı ise 335.000 lira iken, 1909
senesinde gelindiğinde ihracat tutarı 2.450.000’ne, ithalâtı ise 1.007.000 liraya yükselmişti.
1909’dan itibaren İtalya, Osmanlı Devleti ile ilişkilerini daha da güçlendirmişti. Türk
limanları İtalyan tüccarlarıyla dolup taşıyordu. Osmanlı Devleti’nin dış ticaretinde İtalya,
İngiltere, Almanya ve Avusturya’dan sonra geliyordu. İtalya’nın Osmanlı Devleti’ne sattığı
malların tutarı 79.000.000 altın franga ulaşmıştı. İtalya, son yıllarda Osmanlı Devleti ile
ticari ilişkilerini en çok geliştiren ülkeler arasında Almanya’dan sonra ikinci sırayı almıştı.
Son bir yıl içerisinde Osmanlı Devleti’ne ihracatı beş kat artmıştı. Bu ticaretin her geçen
gün İtalya’nın lehine artış göstereceği ortadaydı. Ayrıca çok sayıda İtalyan işçisi Osmanlı
301
ACS 17/36, no: 4728/945, 14.09.1911.
ACS, no: 4486/874, 17.09.1911.
303
Kurtcephe, s. 45.
302
96
topraklarında faaliyet sürdüren İngiliz, Fransız ve Almanlara ait şirketler bünyesinde
demiryolu yapımında çalışıyorlardı. İtalya, Osmanlı Devleti’ne savaş açtığı takdirde ticari
ilişkiler tamamen kesileceği gibi sayıları binleri bulan işçileri de sınır dışı edilecekti.
Osmanlı siyasi ve askeri çevreleri, 1911-1912 yılı bütçesi 336.051.200 frank olan İtalya’nın
kendisine milyarlarca franga mal olabilecek bir savaşa girişmesi ihtimalini çok zayıf
buluyorlardı.304
Osmanlı hükümeti ve kamuoyunda bu hava hâkimken, Dış İşleri Bakanı San
Giuliano 24 Eylülde Londra, Paris, Madrid, Berlin, Viyana ve Saint Petersburg’taki İtalyan
Büyükelçilerine Trablusgarp’taki İtalyan halkını tehlikeye sokan fanatizm patlaması
olduğuna dair bir suçlamayı yaymıştı. Bunun sonucunda hükümetin oradaki İtalyan halkını
korumak için harekete geçmek zorunda olduğunu bildirmişti. San Guiliano, Giolitti’ye Kral
Victor Emmanuel III’ ün onayını almak üzere Osmanlı Devleti’ne 24 saatlik kesin uyarı
gönderilmesinin uygun olacağını belirten bir telgraf taslağıyla göndermişti. Giolitti 24
Eylülde hiçbir değişiklik yapmadan taslağı aynen onaylamıştı.305 İtalyan Dışişleri Bakanı,
tüm argümanları son kararında toplamış; askeri ve donanma güçlerinin hazırlıkları bir an
evvel başlanması kararlaştırılmıştı. Böylece eğer saldırı kararı alınırsa, diğerlerinin
diplomatik müdahalesi için zaman kalmayacaktı. Büyük olasılıkla antlaşmazlığı barışçıl bir
şekilde çözülebileceği umuluyorken, San Giuliano gerekli hazırlıkların hazırda tutulmasının
Osmanlı Devleti’nu İtalya’nın isteklerini savaşmadan yerine getirmesinde ikna edici
olacağını ileri sürmekteydi. San Guiliano eğer cesur bir harekâta başlanacaksa, hem
Trablusgarp hem de Bingazi’ yi ele geçirmeyi kapsayacak bir harekât olması gerektiğini
belirtmişti. Geçmişe bakıldığında, 1909’da Avusturya’nın Bosna-Hersek’i işgalinden sonra
yaptığı gibi Osmanlı Devleti ile olası bir anlaşmaya ulaşılabileceğini düşünmüş ve306İtalyan
hükümeti 23 Eylül 1911’de Osmanlı hükümetine bir nota vermişti. Bu notada özetle, İttihat
ve Terakki Cemiyeti’nin Trablusgarp ve Bingazi’ye adamlarını göndererek yerli halkı
304
Çaycı, s. 58., Karakartal, s. 30. İtalya Kraliçesi’nin Roma’da sofrasında bulunan şair ve diplomat Abdülhak
Hamit Tarhan O sarayda gördüğümüz merasim ve dostane tavır iki ay sonra İtalya’nın Trablusgarp’a
saldırıda bulunacağını aklımızın ucuna bile getirmemişti demişti. Bkz.: Karakartal, s. 31.
305
Segrè, s. 20.
306
Childs, s. 51.
97
İtalyanlar aleyhine kışkırttığı ve İtalyanların tehlikeye maruz bulundukları, bundan dolayı
bölgeyi terk etmek zorunda kaldıkları iddia edilmişti. Osmanlı Devleti da bu notaya yine bir
notayla cevap vererek İtalyan halkının Trablusgarp ve Bingazi’de hiçbir şekilde tehlike
altında olmadıkları ve hükümetin her zaman vazifesini yapmaya muktedir olduğu bunun
için endişe etmemelerini istemişti.307
23 Eylül tarihli İtalyan notası alındıktan sonra Osmanlı hükümeti, Londra, Paris ve
Berlin büyükelçilerine, İtalyan notasına verilen cevapla birlikte gönderdiği telgrafta
“İtalya’yı bir antlaşma yoluna getirmek için elden gelen ve gelmeyen her şeyi yapmak
gerekir. Zira karaya asker çıkararak veya başka bir suretle İtalyanlar savaşa başlarlarsa iç
durumumuz çok korkulacak bir biçim almak tehdidini göstermektedir.” demişti.308
Berlin Büyükelçisi Osman Nizami Paşa, hükümetten aldığı talimat gereğince Alman
hükümetinin İtalya’nın Trablusgarp politikasına dair düşüncelerini öğrenmek üzere bazı
teşebbüslerde bulunmuştu. İtalya’nın Berlin Büyükelçisi ile yaptıkları görüşmede de bu
hususta elçi kendisine hükümetinden herhangi bir talimat gelmediğini, İtalya’nın en büyük
korkusunun Trablusgarp’ı Fransızlara kaptırmak olduğunu söylemişti.
Osmanlı hükümeti, İtalya’nın Fransa’dan kuşkulandığı için Trablusgarp meselesini
alevlendirdiği iddiasının doğruluk derecesini anlamak maksadıyla Fransız hükümetine de
başvurmuştu. Ancak Fransız Dışişleri Bakanlığı, bu iddiaları kesinlikle yalanlamıştı. Paris
Büyükelçisi Rıfat Paşa, Rus Büyükelçisi Isvolski ile görüşmüş ve Trablusgarp meselesinde
Rusya’nın nasıl bir tavır takınacağını sormuştu. Isvolski, sorunun, Rus hükümetini taraf
tutacak kadar ilgilendirmediğini ancak olayın Balkanlar’daki tepkileri hususunda Osmanlı
Devleti’nin Rusya’ya güvenebileceğini söylemişti. Rus Büyükelçisi, bu sözleriyle
devletinin tarafsız bir politika izleyeceğini, fakat sorunun Balkanlar’a yansımasını da arzu
etmediğini anlatmak istemişti.
Sadrazam
Hakkı
Paşa’ya
göre
Trablusgarp
307
Meselesi,
Almanya’nın
Fas
Blunt anılarında, Trablusgarp’ta ne Arapların ne de Türklerin yabancılara karşı bir düşmanlık
beslemediklerini, Trablusgarp’ın yerli halkı tarafından da İtalyanlara herhangi bir ters davranışta
bulunulmadığını belirtmiş; Kuzey Afrika’da fanatismin olmadığını belirten yazar çölde Sünusiler’in karıştığı
bazı çatışmaların yaşandığını ancak özellikle ekonomisi ticarete bağlı olan Fizan Bölgesi’nde; halkın para
kazanmaktan başka derdi olmadığını eklemişti. Bkz.: Blunt, s.781.
98
Meselesi’nde takip ettiği hareket tarzının bir neticesiydi. O halde bu meseleyi çözümlemek
de Almanya’ya düşüyordu. Ona göre Almanya müttefiki İtalya üzerindeki nüfuzunu
kullanarak Trablusgarp’ı işgal düşüncesinden vazgeçirmeliydi. Ancak Almanya Hakkı
Paşa’nın bu iddiasını şiddetle reddetmiş ve asıl sorumluluğun İttihat ve Terakki’ye ait
olduğunu, zira daha önce defalarca Trablusgarp’ta İtalyanları rahatsız edici davranışlardan
kaçınılmasını öğütlemesine rağmen sözlerine itibar edilmediğini söylemişti. Ancak
sadrazam, ne olursa olsun, Almanya’nın bu işte arabuluculuk yapmasını istemiş ayrıca
İtalya’nın istediği her türlü imtiyazları vermeye hazır olduklarını belirtmişti. Zira savaşı
sonuna kadar Almanya, İtalya ve Osmanlı Devleti’nin dostu ve yardımcısı görünüp
çıkarlarını koruma politikasını sürdürmüştü.309 Büyük Güçler aracılığıyla yapılacak
uzlaşma çabalarının başarısızlığının ortaya çıkmasıyla, 3 Ekimdeki Babıâli’de Roma’yla
direk temasa geçmeye karar verilmişti.310
Osmanlı hükümeti bir taraftan İtalya’yı işgal fikrinden vaz geçirmek için her yolu
denerken, diğer taraftan da İtalyan işgaline karşı tedbirler alam yoluna gidiyordu. Bu
tedbirlerin başında da denizden gelebilecek saldırılara karşı önlemler alıp bölgenin
savunmasını güçlendirmenin yolları aramak gelmişti. Zaten İtalya’nın Tunus’la ilgili
niyetlerinin ortaya çıkmaya başlamasının ve İtalya’nın Tunus’u Fransa’ya kaptırmasının
ardından Trablusgarp’ın da benzer bir işgale maruz kalmaması için Osmanlı Devleti
bölgede bir dizi tedbir almıştı. Bu amaçla Osmanlı Sultanı’na Alman Kurmay Subay Von
Der Goltz (1843-1916) tarafından 1885 yılında detaylı bir rapor sunulmuştu. Ayrıca
Osmanlı Devleti İtalya’ya karşı diğer Büyük Güçler nezdinde bir denge politikası gütmüştü.
Osmanlı İmpartorluğu’nun bu çalışmaları İtalya’yı 1890’larda Trablusgarp yerine
Habeşistan’da sömürge aramaya yönlendirmişti.311 Bunun yanında Sultan Abdülhamit’in
özel çabasıyla Trablusgarp ve çevresindeki sahil kentlerinde silah depoları, kışlalar inşa
ederek ve bölgedeki aşiretlerden Doğu Anadolu’daki Ermeni tecavüzlerine karşı kurduğu
Hamidiye alaylarına benzer silahlı birlikler oluşturarak ayrıyetten kısıtlı olanaklarından
308
Kurtcephe, s. 58.
Kurtcephe, s. 59.
310
Childs, ss. 71-74.
309
99
ayırabildiği kaynaklarla iktisadi ve eğitim amaçlı yatırımlar yaparak bölgeyi içerden
kuvvetlendirmeye çalışmıştı.312 1880’lerdeki İngiliz-Fransız ve Fransız-İtalyan siyasal
çekişmeleri sebebiyle başarılı görünen Abdülhamit’in politikası, 1899’dan itibaren İngiltere
ve Fransa’nın yakınlaşıp antlaşma yapmaları ve 1902’de İtalya’nın da buna katılmasının
sağlanmasıyla etkinliğini kaybetmişti.313
İtalyan tarafı ise Trablusgarp’ın işgalinin kolay olacağı Türklerin kendilerinin üstün
kuvvetleri karşısında pek az mukavemet edebileceği düşünüyordu. Fakat buna rağmen,
İtalya bu savaşa bir işgal savaşı gibi değil de sanki büyük bir Avrupa devletiyle savaşa
giriyormuş gibi hazırlanmış, bütün deniz kuvvetlerini ihtiyatlar da dahil olmak üzere
hepsini istihdam etmişti. Hatta kiraladığı ticaret gemilerini de savaş için hazır hale
getirmişti.
Eylül ayında İtalya tarafından bu hazırlıklar artık açıktan açığa yapılırken, Osmanlı
Devleti’ nin yegâne tedbiri savaştan önce Trablusgarp’a gönderilen Derne gemisi
olmuştu.314 İtalyanlar Derne gemisinin Trablusgarp’a gitmesine mani olmak istemişler
ancak henüz savaş ilan edilmediğinden Derne gemisini yakalamak ve tevkif etmek
milletlerarası hukuk kaidelerini çiğnemeden mümkün değildi. Bu sebeple, İtalyan hükümeti
donanmadan eğer gemi savaşın ilanından evvel yakalanacak olursa bir bahane uydurularak
onun tevkif edilmesini istemişti. İtalyan hükümeti Derne gemisini yakalamak için çok
çeşitli alternatifler düşünmüştü. 25 Eylülde iki İtalyan gemisine (Roma, Napoli) Derne
gemisini yakalamaları emri verilmişti. Onun için bu gemiler Trablusgarp önünde Derne
gemisini beklemeye başlamışlardı.Bu sırada yaklaşmakta olan bir geminin üzerindeki
yazının HAMİTAZ olarak okunması ve içinden Almanca sesler gelmesi üzerine İtalyanlar
bu geminin Derne olmadığına karar vermişlerdi. 26 Eylül günü Derne gemisi Trablusgarp
Limanı’na girdikten sonra bile limanda Derne gemisini arayan Roma gemisi de onu
bulamamıştı. Geminin limana yanaşmasının ardından bir gün içinde yerli Arapların da
311
Koloğlu, s. 12.
Kocabaş, s. 227.
313
Koloğlu, s. 12.
312
100
gayretleriyle yük boşaltılmış ve taşınmıştı.315 Geminin yükünü boşaltmak için bütün halk
adeta seferber olmuştu. Şehrin eşrafı bile cephane sandıklarını omuzlarında taşımışlardı
Silah ve cephanelerin bir kısmı Aziziye Sarayı’na ve kalan kısımları da topçu kışlasına
konmuştu.316 Derne gemisi,12.500 mavzer tüfeği, 600 sandık mavzer cephanesi, 500 çuval
un, 500 çuval peksimet ve 200 asker elbisesi getirmişti.317
Derne gemisinin getirdiği silah ve cephane hakkında, İtalyan istihbaratına çok
değişik bilgiler gelmişti. İtalyanların para ile elde ettikleri bilgiler birbirlerini tutmuyordu.
En az 12.000, en fazla 60.000 tüfek geldiğini ileri sürenler vardı. İtalyanlar, eldeki bilgileri
değerlendirdikten sonra Derne gemisiyle 2.000.000 mermi geldiği kanaatine varmışlardı.
Bu küçümsenecek bir rakam değildi. Bunun gibi birkaç parti silah ve cephane gelmesi
halinde İtalya’nın Trablusgarp’ı işgali çok güçleşecekti. Derne gemisi malzemesini
boşalttıktan sonra mürettebatı tarafından terk edilerek batırılmış ve Trablusgarp İtalyanlar
tarafından işgal edildikten sonra yüze çıkarılarak İtalyan donanmasına Bingazi adı ile dahil
edilmişti. Üzerindeki HAMİTAZ yazısının ise, Derne ve Hamburg isimlerinin alt alta
yazıldığı fakat sonra boyayla bazı harflerin değiştirilerek Hamitaz haline getirildiği
anlaşılmıştı. Bu geminin gönderilmesi, bu ufak tedbirin alınması dahi, İtalya basınında
Osmanlı Devleti’ne karşı fırtınalar kopmasına, Trablusgarp’taki İtalyan tebaa arasında suni
bir panik yaratılmasına sebep olmuştu.318
Osmanlı Devleti’nin savunma tedbirlerini arttıracağından çekinen İtalyan hükümeti
uzun zamandır hazırlanmakta olduğu savaşı başlatmak zamanının geldiğine hükmederek
Osmanlı Devleti’ne 28 Eylül 1911’de bir nota vermişti. Bu notada özetle; Osmanlı
Devleti’nin Trablusgarp ve Bingazi’nin ilerlemesi için hiçbir şey yapmadığı, bu bölgenin
İtalya kıyılarına yakınlığı dolayısı ile kendileri için hayati önem taşıdığı, bu bölgeye
medeniyet götürülmesinin zorunlu olduğu, fakat bu konudaki İtalyan fikir ve görüşlerinin
314
Derne gemisi, İtalyanların 23 Eylül tarihli notalarının tebliğ edilmesinden bir gün önce yani, 22 Eylül’de
harbiye nezaretinin İstanbul’dan Trablusgarp’a gitmek üzere yola çıkardığı silah ve cephane yüklü bir
gemidir.
315
Şıvgın, ss. 66- 69.
316
Childs, s. 28.
317
1911-1912 Osmanlı-İtalyan Harbi ve Kolağası Mustafa Kemal, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik
Etüt Başkanlığı, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1985, s. 30.
101
Osmanlı Devleti tarafından tasvip edilmediği ve İtalya’nın buradaki teşebbüslerinin de
inatla engellendiği, şimdiye kadar Trablusgarp ve Bingazi’ de İtalyanların meşru
faaliyetlerine karşı daimi bir düşmanlık göstermiş olan Osmanlı Devleti’nin şimdi kendi
haysiyet ve menfaatleri ile ters düşmeyecek bütün iktisadi imtiyazları vermeye hazır
olduğunu, bu konuda İtalya ile antlaşma yapmak istediğini, ancak İtalyan hükümetinin
yapılacak olan bu antlaşmayı geçmişte yapılanları göz önünde bulundurarak faydasız
gördüğünü, hatta daimi bir ihtilaf ve kavgaya sebebiyet vereceği ve bundan dolayı İtalyan
hükümetinin böyle bir şeye yanaşmayacağını, ayrıca Trablusgarp ve Bingazi’deki İtalyan
konsolos ve memurlarının buradaki Osmanlı askeri ve memurları tarafından İtalya aleyhine
tahrik edildiğini ve bunun çok vahim sonuçlar doğuracağını, bu durumun yalnızca İtalyan
tebaası için değil diğer yabancı tebaa için de tehlike teşkil ettiğini ve bundan dolayı
İtalyanların vapurlara binerek Trablusgarp’tan ayrılmaya başladıklarını, ayrıca asker
nakleden geminin gönderilmesinin tehlikeli olacağını Osmanlı Devleti’ne bildirmesine
rağmen, geminin Trablusgarp’a gelmesinin durumu bütün açıklığıyla ortaya koyduğunu,
bundan doğacak zarara karşı İtalyan hükümetinin tedbir almak zorunda olduğu bildirilmişti.
Ayrıca bu notada; İtalya’nın kendi haysiyet ve menfaatinin teminine mecbur olduğu ve
bunun için İtalya’nın Trablusgarp ve Bingazi’ye askeri işgale karar verdiği, bundan başka
yapacağı bir şey kalmadığı bildiriliyordu ve buradaki Osmanlı memurlarının işgale
muhalefet etmemeleri istenmişti. Bundan başka notada buradaki durumu tespit etmek için
işgalden sonra iki devlet arasında antlaşmaya ihtiyaç olduğu ve İtalyan elçiliğinin bu notayı
Osmanlı hükümetine tebliğ tarihinden itibaren yirmi dört saat zarfında bu konuda bir cevap
almaya mecbur edildiği, aksi takdirde İtalyan hükümetinin hemen işgali gerçekleştireceği
bildirilmişti.
İtalyan Maslahatgüzarı Martino 28 Eylül günü saat 13:00 sıralarında Sadrazam
Hakkı Paşa’ya bu ültimatomu tebliğ etmişti. Bunun üzerine Hakkı Paşa Mabeyn-i
Hümayun’a giderek diğer vekiller ile birlikte olağanüstü bir meclis toplamış ve İtalya’ya
verilecek cevabı hazırlamıştı.
318
Childs, s. 28.
102
Osmanlı hükümeti İtalyan notasına 29 Eylül 1911’de cevap verdiği cevapta;
Trablusgarp ve Bingazi’nin geri kalmasının kendilerinden önceki idarenin eseri olduğu,
bundan dolayı Meşrutiyet Hükümetinin muhatap olmayacağı, bununla birlikte, Osmanlı
hükümetinin son üç sene zarfında Trablusgarp ve Bingazi’de İtalyan teşebbüslerine
düşmanlık göstermediği bilakis İtalya’nın buradaki faaliyetlerine bu bölgenin ilerlemesi
gözüyle baktığı, bu konuda kendine yapılan tekliflere iyi niyet gösterdiği ve kabul ettiği ve
İtalya ile münasebetlerin devamından hiçbir şekilde geri kalınmadığı, bu bölgenin gelecekte
İtalya’nın iktisadi faaliyetlerine geniş bir saha açacak şekilde bayındırlık imtiyazı verilmesi
hakkında İtalya’ya yapılmış olan teklifin bu iyi hislerin neticesi olduğu, Osmanlı
Devleti’nin bu teklifi, kendi menfaat ve haysiyetini, yürürlükte olan ve diğer devletlerle
yapılan antlaşmaları göz önünde bulundurmakla birlikte yapmasının iyi niyetinin ifadesi
olduğu bildirilmişti. Trablusgarp ve Bingazi’ deki asayişin temini konusunda ise, Osmanlı
Devleti’nin durumu tamamıyla takdir edebilecek mevkide bulunduğu, burada oturan İtalyan
ve diğer yabancı tebaanın endişelerine sebep olacak hiçbir olayın olmadığı, bu bölgede
heyecan ve tahrikten eser bulunmadığı, asker ve diğer Osmanlı memurlarının asayişi
sağlamak hususunda görevlerini yaptıkları bildirilmişti. Ayrıca bu notada; Trablusgarp’a
gönderilen nakliye gemisinin 23 Eylül tarihinde, notanın tebliğinden önce yola çıkarıldığı
ve bundan başka hiçbir gemi gönderilmediği, zaten içinde asker bulunmayan geminin
Trablusgarp’a gidişinin buradaki asayişin bozulmasına sebep olmayacağı ve şimdiki
ihtilafın İtalya’nın Trablusgarp ve Bingazi’ deki iktisadi menfaatlerinin teminatının
yokluğundan ibaret bulunduğu bildirilmiş ve İtalyan hükümeti askeri işgale teşebbüs
etmezse Osmanlı hükümetinin kendi toprak bütünlüğü bozulmamak şartıyla İtalyan
hükümetine istediği iktisadi imtiyazları vereceğini bu konuda İtalya’dan şartlarını
bildirmelerini istedikleri belirtilmişti. Osmanlı hükümetinin görüşmeler sırasında buradaki
askeri kuvvetini arttırmayacağı, İtalya’nın bu şartları kabul edeceğini ümit ettikleri ilave
edilmişti.319
Babıâli’nin notasını verdiği gün yani 29 Eylül 1911’de saat 14.30’da İtalya da
319
Şıvgın, ss. 35-38.
103
Osmanlı Devleti’ne savaş ilanı notasını vermişti.320 İtalya’nın harp ilan eden notasını
İtalyan Büyükelçiliği baş tercümanı Mabeyn-i Hümayun da vekiller heyeti toplantısında
bulunan Sadrazam Hakkı Paşa’ya tebliğ etmişti.
İtalya’nın Osmanlı Devleti’ne harp ilan eden 29 Eylül 1911 tarihli notasında özetle;
İtalyan isteklerinin gerçekleştirilmesi konusunda İtalya’nın Osmanlı Devleti’ne verdiği
sürenin İtalya’nın hoşuna gidecek bir cevap gelmeden sona erdiği, bu cevabın
gelmemesinin, İtalyan hak ve menfaatlerinin korunması konusunda Osmanlı Devleti ve
memurunun kötü niyetli ya da aciz olduklarını gösterdiği, İtalya’nın hak ve menfaatlerinin
şeref ve haysiyetinin müdafaasını iktidarın hak ve menfaatlerinin şeref ve haysiyetinin
müdafaasını iktidarın elindeki vasıtalarla doğrudan doğruya sağlamak zorunda oldukları,
bunun sonucu uzun zamandan beri Osmanlı Hükümet ve memurunun İtalya’ya karşı takip
ettiği hareketin acı fakat kaçınılmaz bir neticesi olduğu, iki ülke arasındaki dostluğun bu
suretle kesildiği ve İtalyan hükümetinin bu andan itibaren kendisini Osmanlı Devleti ile
harpta saydığı, Roma’daki Osmanlı Maslahatgüzarı’na da pasaportlarının verileceği kendi
pasaportlarının da gönderilmesini istediklerini belirtilmişti. Ayrıca İtalya’da oturan
Osmanlı tebaasının mal ve can emniyetlerinin temin edileceği ve İtalya’da oturabilecekleri
de ilave edilmişti.
İtalya, savaş ilan etmesine gerekçe olarak Babıâli’nin cevabi notasının İtalyan
taleplerine uygun olmamasını göstermişti. Hâlbuki İtalya’nın harp ilan etmesinin Türklerin
cevabi notasıyla ilgili olmayıp çok önceden planlanan tarihe yapıldığını gösteren pek çok
delil mevcuttu. Birincisi, Osmanlı Devleti’nin cevabi notası henüz İtalya’ya ulaşmışken
yani İtalyanlardın verdikleri 24 saatlik zaman henüz dolmamışken İtalya’nın savaş ilanı
notası tebliğ edilmişti. İkincisi 25 Eylül 1911’de İtalya’da seferberlik emri yayınlanmıştı.
Bu emirde seferberliğin ilk günü 28 Eylül 1911 olarak tespit edilmişti. Silâh altında
bulunan 1890 doğumlular ile birlikte seferi kolordunun birliklerini teşkil edecek olan 1888
doğumlular 23 Eylül günü silâhaltına çağrılmışlardı. Bunların birliklerine dağıtımı 26 Eylül
günü tamamlanmıştı. Burada da açıkça görüldüğü gibi seferberliğin ilk gününden iki gün
320
Evans, s. 109.
104
evvel askerlerin kolorduya iltihak etmesi, İtalyan hükümetinin işgale çok evvelden
hazırlanmış olduğunu gösteriyordu. 321 Üçüncüsü İtalya, Osmanlı Devleti’ne henüz savaş
ilan etmeden Adriyatik sularında ve Preveze’de de Türk-İtalyan Savaşı başlamıştı.322
Zaten İtalyan donanması Ağustosun son günleri boyunca düzenli manevralar
yapmaya başlamış; Eylülün ilk yarısında da saldırı için yerini almıştı. Ardından donanma
filoları benzin rezervleri bulunmayan çeşitli limanlara dağıtılmıştı.323 Giolitti Genel
Kurmay Başkanı General Pollio’ya Trablusgarp’a saldırı için yaklaşık olarak ne kadar
askere ihtiyacı olduğunu sorduğunda aldığı 20.000 cevabına karşı bu sayının iki katı kadar
askerin hareket zamanı geldiğinde hazır olacağını söylemiş ve Eylül ortasında İtalyan
Genel Kurmayına Trablusgarp’a sefer için hazırlanılması emrini vermişti.324
İtalya Trablusgarp’ı işgal için bütün imkânlarını seferber etmesine karşın Osmanlı
Devleti’nin bölgeyi savunmak için imkânları son derece kısıtlıydı. Sadrazam Hakkı Paşa
göreve geldiği ilk günden itibaren İtalya’nın Trablusgarp ve Bingazi’yi istila fikrinde
olduğunu bakanlar kurulunda defalarca tekrarlamıştı. Buna rağmen burada bulunan
muntazam askeri birliklerden dört tabur çekilerek Yemen’e sevk edilmiş,325 Abdülhamit
devrinde Kuloğulları’ndan teşkil edilen Hamidiye taburları Sultan Abdülaziz devrinde
dağıtılmıştı.326 Kuloğullarının silahlandırılması için muhafaza edilen 40-50.000 kadar
Martin ve Scheider marka tüfek yenilenmek için İstanbul’a gönderilmiş ancak yerine
yenileri verilmemişti.327
Bütün bu yetersizlikler yüzünden savaş tamamıyla Türklerin aleyhine şartlar altında
başlamış idi. Öncelikle dünyanın üçüncü büyük deniz gücü konumunda olan İtalyan
donanması Osmanlı donanmasından kat kat güçlüdü. Donanmadaki bazı gemiler dünyanın
en yeni, en hızlı ve en iyi silahlanmış deniz araçlarıydı. Bu deniz gücüne güvenen İtalya,
321
Şıvgın, ss. 35-38.
Barclay, s. 51
323
Segrè, s. 23.
324
Giolitti, s. 270.
325
Kocabaş, s. 232.
326
Karasapan, s. 192.
327
Kocabaş, s. 232. Ahmet Emin Yalman’a göre; Eğer, Trablusgarp’taki kuvvetler Yemen’e gönderilmemiş
olsa idi, İtalyanlar Trablusgarp’a asker çıkartamayacaklardı. Bkz.: Ahmet Emin Yalman, Yakın Tarihte
Gördüklerim, Cilt: I, İstanbul : Rey Yayınları, 1970, s. 187.
322
105
geçmişte İspanya, Britanya, Hollanda ve Fransa’nın yaptığı gibi uzak denizlerde sömürge
elde edebileceğine inanıyordu.328 Buna karşılık Trablusgarp’ta sadece birkaç binlik bir Türk
kuvveti bulunuyordu ve cephanesi yoktu. Buraya deniz yolundan asker silah ve cephane
gönderilmesi hemen hemen imkânsızdı. Fakat bütün bu olumsuz şartlara rağmen, Osmanlı
Devleti Trablusgarp’ı göz göre göre düşmana savaşmadan teslim edemezdi. Bu hem
kamuoyunda hoş görülmez, hem de Osmanlı Devleti’nde pay almak için pusuda bekleyen
devletlere kötü örnek olurdu.
İttihat ve Terakki Cemiyeti de savaşta tamamen mukavemetten yana idi. İttihat ve
Terakki beyannamesinde “İki devlet arasında hal-i harp zuhur ettiği takdirde millet bütün
vesaitini yekvücut olarak düşmana karşı istimal edecektir.” denmekteydi.
İttihat ve Terakki’nin Trablusgarp’ta İtalyanlara karşı mukavemet istemesinin
sebebi hem kendi vatanperverlik duygularının icabı hem de halkın vatanperverlik
duygularına seslenerek, kaybetmekte oldukları itibarı ve inisiyatifi yeniden ele almak
imkânının doğmasıydı. Kamuoyu İttihat ve Terakki tarafından İtalyan saldırısına karşı
direnmeye ve vatanın şerefinin korunmasına teşvik ediliyor ve bu hareketle de İttihat ve
Terakki yeniden liderliği ele geçirme imkânına kavuşuyordu.
Şeyhülislam Cemalettin Efendi ise, İttihat ve Terakki’nin savaşı boşu boşuna sırf
kendi menfaatlerini düşünerek uzattığını, hâlbuki harbin uzamasının can ve mal kaybından
başka bir işe yaramayacağının aşikâr olduğunu hiç olmazsa bazı şartlarla Trablusgarp
İtalyanlara teslim edilmek ve Bingazi’yi kurtarmak şartıyla İtalyanlarla sulh yapılmasının
ülke için en hayırlı iş olacağını belirtmişti.329
İstanbul’da bu tartışmalar sürerken Trablusgarp’ta da gelecek bir İtalyan saldırısına
karşı tedbirler alınıyordu. 26 Eylül günü Trablusgarp ufuklarında savaş gemilerini
görülmeye başladığı haberlerinin İstanbul’a ulaşması üzerine Trablusgarp’ta kumandan
vekili olarak bulunan Miralay Neşet Bey’e Harbiye Nezaretince kuvvetlerini şehrin dışına
çekerek burada müdafaaya hazırlanması emri verilmişti. Neşet Bey gelen emir üzerine
kuvvetlerini içeriye çekmeye başlamış ve karargâhını Trablusgarp şehrinin 40 km kadar
328
329
Barclay, s. 14.
Şıvgın, ss. 66-69.
106
güneyindeki Aziziye kasabasına taşımıştı.330 Bu sayede askeri birliklerin İtalyan toplarının
menzili dışına çıkması sağlanmışsa da bu hareket İtalyanların kıyı şeridinde hiçbir direnişle
karşılaşmamalarına ve bu bölgeyi kolayca geçmelerine olanak sağlamıştı.
İtalya savaş ilanının hemen ardından 30 Eylülde şehrin teslimini isteyerek kıyılarını
abluka altına aldığını bildirmişti. Trablusgarp, Malta telgraf hattı kopartılmış; Derne’deki
telsiz bağlantısı da kesilmiş bulunduğundan bölgenin dış dünyayla ilişkisi de kesilmiş
durumdaydı.331 1 Ekim günü sabahleyin beyaz bayrak çekmiş bir İtalyan torpidosu, limanda
demirli bulunan Sayyad-ı Derya gambotuyla Derne vapuruna dışarı çıkarak teslim
olmalarını teklif etmişti. Bu gemilerden Sayyad-ı Derya karaya oturmak, Derne ise kendi
kendini batırmak suretiyle düşman eline geçmekten kurtulmuştu. Aynı gün, İtalyan
donanmasına ait iki gemi Derne şehrini topa tutmuş, bombardıman sırasında atılan 80 top
mermisi ile asker ve sivillerden ölenler olmuştu. Yine 1 Ekim günü, İtalyan amirali
tarafından gönderilen bir heyet, Vali Vekili Defterdar Besim Bey’e gelerek şehrin teslimini
istemişlerdi. Komutanlık buna oyalayıcı bir cevap vermiş ve şehri teslim yetkileri
bulunmadığı, ancak İstanbul’dan gelecek emre göre hareket edileceği ileri sürülerek süre
istemişlerdi. 2 Ekim günü öğleden sonra Amiral Thaon de Revel (1857-1948), beraberinde
iki İtalyan subayı ve bir sivil ile karaya çıkmış ve bombardımana gerek kalmadan şehrin
teslimini istemişlerdi.
Amiral Farevelli’nin ültimatomunda şu isteklerini belitmişti:
1. Şehrin teslimi hususunda İstanbul’dan cevap gelene kadar İtalyan gemilerinin
kıyıda serbestçe demir atması ve hiçbir tecavüze uğramadan gidip gelmeleri sağlanmalı,
2. İtalyan gemilerinin güvenliği açısından, bütün istihkâmlar, bataryalar ve savunma
vasıtaları kullanılmayacak hale getirilmeli,
3. İtalyan subayların, tedbirlerin alınıp alınmadığını denetlemelerine izin
verilmelidir.
İtalyanların söz konusu istekleri, Türk yöneticilerince şehrin teslimi manasında
değerlendirildiği için kabul edilmemişti. Hükümetin emri olmadıkça böyle önemli bir
330
331
Karasapan, s. 203.
Askew, s. 33.
107
konuda karar verme yetkisine haiz olmadıklarını iddia eden Türk yetkililer, İtalyan
önerilerinin İstanbul’a iletilmesini istemişlerdi. İtalyan isteklerinin reddi manasına gelen bu
cevabın Amiral Farevelli’ye ulaşmasından kısa bir süre sonra, saat 15:30’da Amiral gemisi
Benedetto Brin’den atılan ilk mermiyle bombardıman başlamıştı.
İtalyan bombardımanı başladığı sırada Trablusgarp’ta çok az sayıda asker vardı.
Kuvvetlerin çoğunluğu bir gün önce Harbiye Nezareti’nin emri gereğince başlarında Fırka
Kumandanlığı’na vekâlet eden Neşet Bey komutasında şehri terk ederek Aziziye’ye doğru
yola çıkmıştı. Bu durum da halk arasında şehrin teslim edileceği korkusunu doğurmuştu.
Bunun üzerine şehir dışında bulunan gönüllüler, işgal sırasında ailelerinin başında
bulunmak için birliklerinden ayrılarak şehre gelemeye başlamışlardı. İtalyanlar para ile elde
ettikleri işbirlikçileri vasıtasıyla sokaklarda tellallar çağırtılarak mavzerlerin tanesini 10
frank karşılığı alacaklarını duyurmaktaydılar. Ümitsizlik içerisindeki halk, ellerindeki
tüfekleri İtalyanlara satmıştı. 4 ve 5 Ekim günleri satılan silahların sayısı 10.000’i
aşmıştı.Vali Vekili Besim Bey, bu gelişmeler karşısında şehirde hükümet otoritesini
kurabilmek için Neşet Bey’den kuvvet göndermesini istemişti. Besim Bey’in ısrarları
karşısında daha önce Trablusgarp’tan çekilmiş olan merkez taburu tekrar şehre
gönderilmişti. Taburun gelmesiyle birlikte çok kısa bir süre de olsa şehirde sükûnet
sağlanabilmişti. Neşet Bey, sıkıyönetim için gerekli emri vermiş ise de uygulanması
mümkün olmamıştı. Trablusgarp’ta Osmanlı egemenliği fiilen sona ermek üzereydi. Her
şeyin çığırından çıktığını ve sıkıyönetim uygulanmayacağını gören Neşet Bey,
Trablusgarp’ta bulunan Merkez Tabur Kumandanlığı’na düşman karaya çıktığında
mukavemet edilmemesi emrini vermişti. Böylece Trablusgarp şehrinde Osmanlı egemenliği
son bulmuştu. İşgal için gayet müsait olan bu durumdan yararlanmak isteyen Amiral
Farevelli, bir taraftan karaya asker çıkartmak için emir verirken, diğer taraftan Roma’ya
çektiği telgrafla yardımcı kuvvetler gönderilmesini istemişti. 5 Ekim günü Albay Umberto
Cagni komutasındaki deniz birliği Trablusgarp’a sevk edilmişti. Şehri işgal eden İtalyan
birlikleri hemen hemen hiçbir direnişle karşılaşmadı. Tahkimatlarla binaların üzerine
İtalyan bayrağı çekilmişti. 5 Ekim sabahı başlayan işgal akşama doğru tamamlanmıştı.
Amiral Borea Ricci Trablusgarp şehri valisi, Albay Cagni de İşgal Kuvvetleri Komutanı
108
olarak görevlendirilmişlerdi. İtalyan Valinin ilk işi halk nazarında meşru göstermek ve
halkı itaate davet etmek maksadıyla Trablusgarp halkına hitaben bir beyanname
yayınlamak olmuştu.332 Kısa bir sürede Trablusgarp’a asker sevkini tamamlayan İtalya’nın
20 Ekim 1911’de Trablusgarp’ta 800 subayı, 2.200 askeri, 2.500 havan topu ve çok sayıda
cephanesi bulunuyordu.333 İtalya daha sonra bölgeye takviye kuvvet olarak 35.000 asker,
6.000 at, 103 ağır top ve dört uçak göndermişti.334
Trablusgarp’ta bu olaylar sürerken bölgenin diğer şehirlerinde de işgal hareketleri
hızla devam ediyordu. İtalyanlar Tobruk, Derne, Bingazi ve Homs şehirlerinin teslimini
istemelerine karşı aldıkları ret cevabı üzerine sırasıyla 4 Ekim, 16 Ekim, 17 Ekim ve 20
Ekimde de bu şehirleri işgal etmişlerdi.335
Aslında İtalyan kuvvetlerinin Trablusgarp ve çevresini kısa sürede işgal edecekleri
beklenen bir gelişmeydi. Çünkü İtalya ile Osmanlı Devleti arasındaki savaşın, Osmanlılar
açısından çok ümitsiz şartlar altında meydana geleceği savaşın başından belliydi. Hükümet
Trablusgarp’a bir ordu gönderecek güce sahip değildi. Oradaki kuvvetlere silah ve cephane
yollamak ise oldukça güçtü. Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa (1856-1913) İstanbul’da
bulunan bütün üst düzey subayları Harbiye’ye toplayarak verdiği konferansta, ”Arkadaşlar,
devlet ve ordu bugünlerde herhangi bir harbe hazırlanmış durumda değildir. Ordumuz
zayıftır, silahları eksiktir, mühimmatımız tamam değildir. Donanmamız ise yok denecek
derecededir. Trablusgarp denizaşırı bir ilimizdir. Burayı korumak için oraya kuvvet
gönderme olanaklarından mahrumuz. Denizaşırı olduğundan nakliyat ta denizden
yapılacaktır. Denizden yapılacak bu nakliyatı korumak için tek bir zırhlı kruvazörümüz
yoktur. Nakliyat girişimi, düşmanın ağzına bir lokma atmak demektir. Bu hale göre, takdir
edersiniz ki arkadaşlar, Trablusgarp bugün kapanın elinde kalır.” şeklinde yaptığı
konuşmada Trablusgarp konusunda Osmanlı Devleti’nin çaresizliğini özetlemişti.336
332
Kurtcephe, ss. 79-84.
Şıvgın, ss. 60-63.
334
Kocabaş, s. 238.
335
Anderson, Eugene, s. 125.
336
1911-1912 Osmanlı-İtalyan Harbi ve Kolağası Mustafa Kemal, s. 33.
333
109
Ancak 1908 Devrimi’yle başa gelen Jön Türk Hareketi Osmanlı topraklarında
Büyük Güçler’in sömürgeci tutumlarına izin verme niyetinde değildi. Osmanlı Devleti’nin
Bosna-Hersek’i kaybettiği gibi Trablusgarp’ı da kaybetmesini istemiyorlardı. Bu yüzden,
Jön Türk Hareketi Trablusgarp’a İtalyan faaliyetlerini engellemek için yeni görevliler
göndermişti.337 Aslında Jön Türklerin Trablusgarp’la ilişkileri, buranın Fizan’la birlikte,
Abdülhamit Rejimi’ne karşı olanların sürgün yeri olmasından dolayı çok eskilere
dayanıyordu.338 Buraya memuriyet kisvesi altında sürgün edilmiş olan devrimci memur ve
subaylar İtalya’nın bölgedeki iktisadi nüfuzuna karşı oldukları kadar, vilayetin batı ve
güney hudutlarının Fransızlar tarafından devamlı ihlali karşısında hareketsiz kalmasından
da memnun değillerdi.339 Beyaz ve Hıristiyan İtalyanlara karşı doğal bir nefret duyan
Berberi ve Arap kabilelerini Avrupa’nın en zayıf Büyük Gücüne karşı örgütlemek bu
görevliler için hiç zor olmamıştı.340 Hıristiyan Avrupalılara karşı Araplar ve Türkler ırk
birliğinden çok din birliği oluşturmuşlardı.341 Oluşan bu birlik sayesinde Araplar, Hıristiyan
İtalyanlara karşı Müslüman Türklerin yanında yer almayı tercih etmişlerdi. Böylece İslam
inancı bölgedeki direnişin temel direği olmuştu.342 Bunun yanında özellikle Trablusgarp
Valisi Müşir Recep Paşa (1842-1908) Abdülhamit’in bölgeye sürdüğü yurtsever aydınları
himaye etmiş ve onların imparatorluğun bu ihmal edilmiş köşesinde varlıklarından
faydalanmış ve bölgede devlet idaresini sağlamlaştırmıştı.343
Ayrıca Trablusgarp’a gidecek olan subaylara başta Harbiye Nazırı Mahmut Şevket
Paşa olmak üzere gizli olarak her türlü yardımı yapacaklarını vaat etmişlerdi. Mahmut
Şevket Paşa, devletin İtalya ile topyekûn bir savaşa giremeyeceğini, fakat vatanın bir
parçası elden giderken de sessiz kalınamayacağını belirtmiş ve Trablusgarp’ı mahalli
kaynaklarıyla savunacaklarını açıklamıştı. Harbiye Nazırı’nın planına göre Trablusgarp’a
gönüllü gitmek isteyecek subaylar, gizlice yola çıkacaklar, ancak Osmanlı Devleti resmen
337
Thomas Nelson Page; Italy and The World War, Charles Scribner’s Sons, New York, 1920, Bölüm 9, ss.
14-16.
338
Koloğlu, s. 18.
339
Çaycı, s. 137.
340
Blunt, s. 777.
341
Evans, s. 103.
342
Anderson, Lisa, s. 118.
110
savaş ilan ettiğinde açıktan her türlü desteğe mahzar olacaklardı. Şayet mesele görüşmeler
yoluyla halledilirse, mesuliyet subayların şahıslarına ait olacaktı. Ayrıca hükümet
Trablusgarp’a gidecek subaylara dört kat maaş ve ayrıca 100 lira yol parası vereceğini
bildirmişti.
Trablusgarp’ta müdafaa fikrinin uyanması ve hükümete kabul ettirilmesi insana
Kuvay-ı Milliye’nin başlangıcı hissini vermekteydi. Meşrutiyet’in ilanında önemli rolleri
olan Osmanlı ordusunun genç subayları gönüllü olarak Trablusgarp’a gitmişler ve bu
konuda hükümeti de ikna ederek onun gizli desteğini sağlamayı başarmışlardı.
Trablusgarp’a giden subaylar arasında; Binbaşı Enver Bey, Kolağası Mustafa Kemal
(Atatürk), Yüzbaşı Fuat Bey (Bulca), Yüzbaşı Nuri Bey (Conker), Eşref Bey (Kuşçubaşı),
Binbaşı Ali Fethi Bey (Okyar, Paris Askeri ataşesi), Halil Bey ( Enver Bey’in amcası), Nuri
Bey (Enver Bey’in kardeşi), Ekrem Bey (Müşir Recep Paşa’nın oğlu), Albay Neşet Bey
gibi isimler vardı.344
Fethi Bey, Le Temps ile Ekimde yaptığı röportajda gönüllü Türk Subayları’nın
Trablusgarp’ı
kolay
kolay
İtalyanlara
bırakmayacaklarını
açıkça
belirtmiş
ve
“…Trablusgarp surlarının altına güçlerimizi yerleştirerek İtalyanları beklemek ve ülkede
açık bir savaş önermek delilik olur. Türklerin en önemli özelliği inatçı ve sabırlı
olmalarıdır. İtalyanlar ne düşünürse düşünsün, biz Araplar ile işbirliğine güveniyoruz.
Bizim için önemli olan nokta, bu yardımcı birlikleri başarılı bir şekilde organize etmektir.
Teslim olmadan, Trablus’un işgalinden sonra savaşacağız. Trablusgarp’taki cephane ve
silahlarımız daha iç kısımlara çoktan yüklendi. Güçlü birliklerimiz Tunus sınırında
Güney’de konuşlandırıldı. Birkaç hafta içerisinde 10.000 düzenli bölük ve yirmi veya otuz
bin silahlı Arap toplayacağız. Ancak bundan sonra gerçek savaş başlayacak. Önce geri
çekileceğiz, ama sonrasında saldırıya geçebilecek güçte olacağız… Küçük ve aralıksız
saldırılarla düşmana dinlenme fırsatı vermeyeceğiz…”demişti. Fethi Bey’in açıklamaları
özellikle de insan sayısı göz önünde bulundurulduğunda aşırı iyimser olmasına rağmen,
343
344
Karasapan, s. 165.
1911-1912 Osmanlı-İtalyan Harbi ve Kolağası Mustafa Kemal, s. 34.
111
savunma stratejisinin mantığını açıkça ortaya koymuştu.345
Bu stratejinin temelinde de yukarıda sayılan İttihat ve Terakki yanlısı subayların
komitacılık konusundaki deneyimlerine olan güvenleri yatıyordu. Zira Osmanlı Devleti
içinde yaşayan Balkan Ulusları gelişen milliyetçilik akımı çerçevesinde Osmanlı
Devleti’nden ayrılıp bağımsız birer devlet kurma yolundaki emellerini gerçekleştirebilmek
için komite adı verilen bir dizi gizli teşkilat kurma yoluna gitmişlerdi. Osmanlı Devleti
sınırları içinde yaşayan Bulgarların, Rumların, Arnavut ve Sırpların komiteleri vardı.
Bunun yanında; İtalya’nın birliğini sağlamasında büyük payı olan Carbonaria Örgütü de
Balkan Komitecileri’nin örgüt yapısıyla büyük benzerlik göstermekteydi.346 Osmanlı
ordusunun genç subayları Makedonya’daki komitelere karşı savaşırlarken; bu grupların
izledikleri örgütlenme ve savaş taktiklerini de öğrenmişlerdi. Daha sonraları İttihat ve
Terakki Partisi içinde gelişen ve Carbonaria benzeri Jakoben milliyetçiliği etrafında
örgütlenmiş bir özel harekât timi olan Fedailer Örgütü yukarıda bahsedilen paramiliter
komiteci örgütlenmenin bir uzantısı olarak ortaya çıkmıştı.
Trablusgarp Savaşı’nda Arapları İtalyanlara karşı örgütleyen Ali Çetinkaya
(1878-1949), Enver Bey (1881-1922) ve Mustafa Kemal (1881-1938) gibi subayların
komiteciliğin örgüt yapısından yararlanmaları; özellikle Ali Çetinkaya’nın Fedailer
Örgütüne mensup olması tesadüf değildi. Ayrıca Teşkilatı Mahsusa’nın ilk başkanı olan
Süleyman Askeri (1884-1915), 1911’de İtalyan’ların Trablusgarp’ı işgal etmelerinin
ardından, yerli halkın direnişini örgütleyen ekibin içinde yer almıştı. Süleyman Askeri daha
sonra Balkan Savaşı sırasında Batı Trakya’ya gitmiş, burada Geçici Türk hükümetinin
kurulmasını sağlayanlar arasında yer almış ve Geçici Türk hükümetinin başkanı olmuştu.347
Gerilla savaşı konusunda deneyimli bu subayların bölgeye ulaşmaları direnişin
güçlenmesinin temel taşını oluşturmuştu. Ancak bu subayların Trablusgarp’a ulaşmaları
hiçte kolay olmamıştı. Zira bölgeye deniz yolundan ulaşım imkânsız olduğu için bu isimler
Osmanlı Ajansı’nın savaş muhabiri kimliğiyle Mısır ve Tunus üzerinden Trablusgarp’a
345
346
Childs, s. 74.
Karakartal, s. 27.
112
gitmişlerdir. Bu yolculuklar sırasında özellikle Tunus üzerinden bölgeye ulaşmak isteyen
Türk subaylarından bazıları dil bilmemeleri ve kimliklerini iyi saklayamamaları yüzünden
Fransız yetkililerince yakalanmışlardı.348 Türk subaylarının Trablusgarp’a gitmelerinden
rahatsız olan ve bunu her fırsatta engellemeye çalışan İtalya, Tunus ve Mısır üzerinden
Trablusgarp’a yapılan geçişler konusunda Fransa ve İngiltere’yi kınamıştı.349
Gazeteci Mustafa Şerif takma adıyla yola çıkan Mustafa Kemal350 ve arkadaşları da
347
Muradoğlu, Adullah; Sömürge Savaşı Osmanlı Toprakları’nda Sürüyor, Yarın Dergisi, sayı: 233, s. 27.
Temmuz 2006
348
Kurtcephe, s. 92. Tunus’ta yakalananlar arasında Paris’te Kızılay Başkanı olan Prof. Dr. Besim Ömer;
Prof. Dr. Akil Muhtar ve Dr. Nihat Reşat Bey de vardı. Bu üç doktar Fransız Kızılhaç’ında satın aldıkları iki
ambulansı Marsilya üzerinden Tunus’a oradan da Trablusgarp’a götürmeye çalışırken Tunus sularına
girmeden İtalyanlar tarafından üzerlerinde kaçak para bulundurdukları ve subay oldukları iddiasıyla
yakalanmışlardı. Tunus’ta doktar olduklarını ıspatlamak için Tunus Hükümeti tarafından sınava tabi tutulan
bu görevliler daha sonra serbest bırakılmış ve sınırdan geçerek Aziziye’ye ulaşmışlardı. Bkz.: Değer, s. 11.
349
Başta San Giuliano olmak üzere İtalyan hükümeti ve diplomatları Fransa ve İngiltere’ye Türk subaylarının
Trablusgarp’a geçişlerini önlemek için Mısır ve Tunus sınırlarının kapatılması konusunda baskı yapmışlardı.
Ancak bu iki ülke Osmanlı Devleti ile olan ilişkilerini tamamen koparmamak için Osmanlı Devleti’ne yardım
ettiklerini bu yolla gösterme yoluna gitmişlerdi. İtalya’nın ve özellikle Tunus’ta yaşayan İtalyanların
baskılarına rağmen Mısır ve Tunus üzerinden Trablusgarp’a Türk subaylarının, gıda ve yardım
malzemelerinin geçişi engellenememişti. Askew, s. 147. İtalyan-Fransız ilişkilerini gerginleştiren bir diğer
olay da Compagnie General Transatlantique firmasına ait Carthage ve Compagnie de Navigation Mixte
firmasına ait Manouba adlı iki Fransız posta gemisinin, Marsilya Tunus güzergâhında seferlerini yaparken
sırasıyla 16 ve 18 Ocak tarihlerinde İtalyan savaş gemileri tarafından durdurulup; mürettebatlarıyla birlikte
Cogliari’ye götürülmüştü. Bu gemilerden Carthage’a kargosunda Trablusgarp’ta İtalya’ya karşı savaşan Türk
birliklerine götürülmek üzere bir uçak taşıdığı iddiasıyla durdurulmuştu. Aslında geminin taşıdığı uçak bir
Fransız vatandaşına aitti. Gemi, Fransız hükümetinin uçağın ya da motorunun hiçbir suretle Türklere
verilmeyeceğini garanti etmesiyle serbest bırakılmıştı. Manouba olayı ise, geminin taşıdığı Kızıl Ay mensubu
olduklarına dair kimlikleri olan 29 Türk’ün Trablusgarp’a İtalyanlara karşı savaşmaya giden Türk subayları
oldukları iddiasıyla durdurulması sonucu gelişmişti. Bu iki olay Fransız - İtalyan ilişkilerini oldukça kötü
yönde etkilemişti. Çünük uluslararası Lahey Konvansiyonu’nun XI. Maddesi uyarınca bu tip gemilerin yasal
izin olmaksızın durdurulması ve aranması yasaklanmıştı. Zira olay sonrasında Lahey Divanı İtalya’nın
Fransa’ya Cathage olayı için 160.000, Manouba olayı için ise 4.000 frank tazminat ödemesine karar vermişti.
İtalya’nın bu tutumu karşısında gerilen ilişkiler San Giuliano ve Giolitti’nin Fransa’dan özür dilemeleri ve
dostane ilişkilerini yeniden inşa etme konusundaki isteklerini belirtmeleri sonrasında tekrardan eski haline
dönmüş gözükse de Fransız devleti ve kamuoyu İtalya’nın bu tutumunu sonraki dönemde de unutmamıştı.
Bkz.: Geoffrey Miller, Straits, The Origins of The Dardanelles Campaign, Resurgambooks: Yorkshire,
1995, Bölüm: 7, s. 4. Latin kız kardeşler arasındaki bu çatışma kuşkusuz en çok Avusturya ve Almanya’nın
hoşuna gitmişti. Poincaré ve Tittoni arasındaki kişisel çekişmeyi fırsat bilen bu iki ülke İtalya’yı Fransa’dan
tamamen koparmak için yoğun çaba içine girmişlerdi.Ancak Rusya’nın arabuluculuğu ve Fransa ile İtalya
içindeki siyasi ve entelektüel çevrelerin çabalarıyla Trablusgarp savaşı sonrasında Fransız-İtalyan ilişkileri
eski haline dönmüştü. Bkz.: Askew, s. 158.
350
Mustafa Kemal Trablusgarp’a savaştan önce 1908 yılında bir isyanı bastırmak için görevli olarak
gönderilmişti. Aslında Mustafa Kemal’in Trablusgarp’a gönderilmesindeki amaç onu uzaklaştırmaktı. Zira
İttiat ve Terakki’nin Selanik’teki toplantısında alınan kararla Mustafa Kemal’e Trablusgarp’a gideceği
bildirilmişti. Bkz.: 1911-1912 Osmanlı-İtalyan Harbi ve Kolağası Mustafa Kemal, s. 12.
113
çok zor bir yolculuğun ardından Mısır’a ulaşmışlardı. Mustafa Kemal Mısır’da iken, Mısır
Hidivi Abbas Hilmi Paşa ile görüşmüş ve onun manevi desteğini sağlamıştı. Bu arada
buradaki Sünusiler’den Mısır’a göndermek üzere gönüllüler toplamışlar ve bu gönüllülerle
birlikte iki gün sonra Tobruk dışındaki Türk karargâhına ulaşmışlardı.
Trablusgarp’a varan Mustafa Kemal, Kasım ayı süresince Arap önderleriyle
görüşmelerde bulunmuştu. Burada görüldüğü gibi, Mustafa Kemal Sünusiler’i ve yerli
Arapları teşkilatlandırmak gibi çok önemli bir görevi yüklenmişti. Onun teşkilatçılıktaki
başarısı Sünusiler’in ve diğer yerli Arap kabilelerinin savaşın sonuna kadar Türklerin
yanında yer almalarını sağlamıştı.Gönüllü Türk subaylarının Trablusgarp’ta gösterdikleri
olağanüstü çalışma ve çaba sayesinde bölgede hiç yoktan bir direnme gücü meydana
getirilmiş ve Trablusgarp savunması üç ana bölgeye bölünmüştü:
1. Trablus Komutanlığı: Komutanı Kurmay Albay Neşet
2. Bingazi Komutanlığı: Komutanı Kurmay Binbaşı, (sonra Yarbay) Enver
3. Derne Komutanlığı: Komutanı Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal (daha önce Ethem
Paşa idi.)
Enver Bey Trablusgarp’ta tamamen Müslüman olan Arapları itaat altına alabilmek
için halifenin damadı olduğunu, buraya onun elçisi olarak geldiğini ilan etmeyi lüzumlu
görmüştü. Bu büyük ölçüde onun işini kolaylaştırmıştı. Halifenin damadının cihada iştirak
etmiş olması, Arap halkın üzerinde çok büyük bir etkiye yol açmıştı.
Trablusgarp direnişinin önde gelen kahramanlarından ve Abdülhamit Devri’nde
tutuklandıktan sonra Tanzimat’la birlikte özgürlüğüne kavuşan Süleyman El-Baruni İtalyan
işgaline karşı direnişi organize etmek için çalışmalara başlamıştı. El-Baruni (1871-?),
düşman işgalinden uzak bölgelerde gönüllüler toplamayıp ihtiyaç duyulan erzak tedarikini
gerçekleştiriyordu.351 Al-Baruni İtalyanlar Trablusgarp’a gelmeden önce de bir kabile gücü
oluşturarak onlara karşı koymak istemiş ama Osmanlı hükümetinin savaş öncesi İtalya’yı
kızdırmayı istememesi yüzünden bu hareket durdurulmuştu.352 Derme çatma meydana
getirilen Türk-Arap kuvvetleri İtalyanları bir yıl süren savaşta kıyı şeridinden İtalyan
351
352
Anderson, Eugene, s. 126.
Childs, s. 89.
114
toplarının atış sahasından içeriye geçirmemişlerdi. Osmanlı Devleti, Trablusgarp ve
Bingazi’ye silah ve cephane gönderebilmek için her yolu denemiş, elindeki bütün imkânları
kullanmıştı. Bingazi ve Trablusgarp’ta Arapların sahilden iç kısımlara ilerleyen İtalyan
birliklerine yaptığı ani baskınlar sonucunda İtalyan silah ve cephanesi hatta pek çok
yiyecek ve giyim eşyası ele geçirilmişti. Hatta cephe gerilerinde baskının ertesi günü
pazarlar kurulmuş ve baskında ele geçirilen ganimetler bu pazarlarda satılmıştı.
Savaş sırasında Mısırlıların gösterdikleri yardımlar da dikkate değerdi. Erkan-ı
Harbiye Dairesi 3. şubeden Trablusgarp Komutanlığı’na gelen bir telgrafta Mısır’da
Trablusgarp için müdafaa-i vataniye cemiyetlerinin kurulduğu, bunların Trablusgarp’a
gönüllü ve erzak gönderecekleri, Mısır Fevkalade Komiseri’nin da onlara yardımcı olacağı
belirtilmiş ve Mısır komiserliği ile ve Fethi Bey’le erzak vs. gönderilmesi hususunda irtibat
kurmaları istenmişti. Ayrıca Mısır’dan bir miktar paranın da gönderilmiş bulunduğu
bildirilmişti.
Türk subaylarının direniş güçlerinin başına geçmesinden sonra İtalyan işgal
kuvvetlerine karşı düzenli saldırılar başlamıştı. İlk düzenli Türk saldırısı 23 Ekim 1911’de
yapılmıştı. İtalyan istihkâmlarına iki koldan saldıran Türk birliklerine Neşet Bey ve Ali
Fethi Bey kumanda ediyorlardı. Saldırıyı haber alan Trablusgarp halkı da arkadan hücuma
katılmışlardı. Çarpışmalar sonunda İtalyan birlikleri çok ağır zayiat vererek ileri mevkileri
terke mecbur olmuşlardı. İki gün aradan sonra Neşet Bey, yeniden saldırı emri vermişti.
İtalyanlar bu saldırıda 30 subay, 321 asker kaybetmişler, 16 subay ve 142 İtalyan askeri de
yaralanmıştı. Ortada kesin bir zafer olmadığı halde bu saldırılar İtalyanların gözünü
korkutmuştu. Telaşa kapılan İtalyan hükümeti, geriye dönüş köprülerini atma için 5 Kasım
1911’de ilhak kararnamesini yayınlamıştı.353
Balkan Savaşları patlak verince Enver Bey ve arkadaşları İstanbul’a dönmüşler, ama
daha sonra Mısır Genel Kurmay Başkanı olacak olan Aziz Ali-Al Mısrı (Bey) gibi Arap
asıllı bazı Teşkilat-ı Mahsusa mensupları bölgede kalmışlardı. Onların kurdukları direniş
353
Kurtcephe, s. 93. Enver Bey Balkan Savaşı’na gitmeden önce Aziz Al-Masri’yi ziyaet tmiş ve onu
İtalyanlara direniş konusunda desteklemişti. Sünusi Tarikatına bağlı Arap kabileri de Enver Bey’ye
mücahidlerin desteği konusunda arka çıkmışlardı. Bkz.: Evans: ss. 115-116.
115
örgütü de 1920’lere kadar ayakta kalmıştı.
İtalyan hükümetinin ve halkının Trablusgarp’ı işgal planlarını yaparlarken dikkate
almadıkları bir nokta vardı. O da Trablusgarp’ın tarihi geçmişinin ve mevcut durumunun
Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’daki diğer iki vilayetinden daha farklı olmasıydı. Zira
Tunus ve Mısır Fransa ve İngiltere’nin işgalinden önce de yıllarca neredeyse bağımsız bir
şekilde yönetilmişlerdi. Bunun tersine, Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp üzerindeki
kontrolü 1911 yılında İtalyan işgali sırasında daha fazlaydı ve bölgedeki yerli halk ile
Türkler arasındaki bağ Tunus’ta ve Mısır’da yaşayan yerli halkınkinden daha fazlaydı.354
İtalyanlar savaştan önce Trablusgarp ve Bingazi’ye adamlarını göndererek yerli
halkı Türklere karşı kışkırtmaya çalışmışlar, “Türkler size medeniyet namına hiçbir şey
yapmadı. Sizi her yönden geri bıraktı. Biz gelince size medeniyet ve bolluk getireceğiz.”
propagandasını yapmışlardı.355 Arapların Trablusgarp’ta yaşayan İtalyanlara karşı
tutumlarının oldukça iyi olmasından cesaret alan356 İtalyanlar Trablusgarp’a gittiklerinde
Arapların kendilerini bir kurtarıcı gibi karşılayacaklarını ummuşlar, Arapların Türk
idaresine karşı ayaklanarak kendilerine öncülük edeceklerini sanmışlardı.357 Fakat bunun
tam tersi olmuştu. Arapların ancak çok az bir kısmı İtalyanların yanında yer almış, büyük
çoğunluğu İtalyanlara karşı bağımsız tek Müslüman devlet olan Osmanlı Devleti’nin
yanında yer almışlardı. Bu da Sünusiler’in hilafet rejimine bağlılıklarının en büyük
göstergesiydi.358 Bunun yanında Kuzey Afrika’da yaşayan gezici bedevi kabileleri için
İslamiyet birliğin yegâne yoluydu. Akrabalık bağları ve yaş hiyerarşisi üzerine kurulu bir
yönetim sistemleri olan göçebe bedevileri İslamiyet’ten ve bağlı bulundukları tarikatın
öğretilerinden uzaklaştırmak çok zordu.359 İtalyanların yerli halkın dinlerine hürmetkâr
görünmeleri onlara gıda dağıtmaları, işgalde palmiye ağaçlarına zarar verdirmemeleri ve
kadınlara hürmetkâr davranmaları gibi yollarla kendi tarlarına çekme gayretleri de işe
yaramamıştı. Ayrıca işgalin kendilerine karşı değil Türklere karşı yapılmakta olduğu
354
Childs, s.12.
Kurtcephe, ss. 93-95.
356
Bennett, s. 45.
357
Karasapan, s. 203.
358
Evans, s. 92.
355
116
konusunda Arapları ikna edebilmek için çok çalışmışlar ama bunda da inandırıcı
olamamışlardı.
Recep Paşa zamanında Trablusgarp’ta bulunan ve burayı iyi tanıyan bir kişinin Jön
Türk gazetesi’ne gönderdiği bir yazıda Trablusgarp halkının hemen hemen hepsinin
Müslüman olduğu ve halifeye son derece bağlı oldukları ve hemen hemen hepsinin bir
tarikata mensup bulunduklarını bu tarikatlardan en önemlisinin Sünusilik olduğunu,
bunların teşkilatlarının yalnız Trablusgarp’ta değil; Fizan, Çad, Fas ve Mısır’da ve bütün
Kuzey Afrika’da yerleşmiş olduğunu, Sünusiler’den başka Selamiyeler, Alusiler, Pesaviler
ve daha pek çok İslam cemiyetlerinin bulunduğu ve bunlar tarafından İtalyanlara karşı
mukavemet etmek için Babıâli’ye teklif yapıldığını, tarikat reislerinin bir kelimesi bile
bunların bütün halkı savaşa amade bir duruma getirebileceğini söylemişti.
Yüksek bir ruh ile savaşa girişen mücahitler kafilesi Kuzey Afrika’da büyük nüfus
sahibi olan Sünusiler’in de katılmasıyla büyük ölçüde güçlenmişti. İtalyanlar Şeyh
Sünusi’yi elde etmek için çok uğramışlar fakat muvaffak olamamışlardır. Sünusiler
üzerinde Türk subaylarının propagandası daha etkili olmuştu.360 Zaten Sünusiler daha 1835
yılında Osmanlı Devleti’nin bölgede mutlak hâkimiyetini kurmasının ardından devletçe
desteklenmiş ve bölgenin yönetiminde önemli kademelere getirilmişlerdi. Ayrıca önde
gelen birçok Sünusi ailesi çocuklarını Türk geleneklerine göre yetiştirmekteydi. Böyle bir
durum içinde İtalyanların Sünusiler’i kendi taraflarına çekmeleri son derece güçtü.361 Zaten
Ahmed İbn-i Seyyit Muhammet eş Şerif el Sünusi İslam âlemi için İtalyanlara karşı cihat
ilan etmişti. İlk cihat çağrısını diğerleri izlemişti. Mart 1912 başlarında Şeyh Muhammed
imzasıyla Trablusgarp halkını cihada çağıran bir beyanname yayınlanmıştı. Yine aynı
günlerde Sünusi büyük şeyhi Ahmet Şerif imzasıyla Araplara hitaben cihada çağrıda
bulunan bir beyanname daha yayınlanmıştı. Bu cihat ilanı Trablusgarp dışındaki
359
Anderson, Eugene, ss. 45-46.
Zaten Sünusi Tarikatı bölgede 1856 yılında Sultan Abdulmecid’in yayınladığı bir fermanla vergi
konusunda ayrıcalıklı bir statü kazanmışlardı. Ayrıca tarikat mensuplarından bağış toplama konusunda da
Sünusi Şeyhlereine Padişah tarafından yetki verilmişti. Bu fermanın ardından Sultan Abdülmecid’in kardeşi
Abdülaziz’in yayımladığı fermanla da Sünusi Tarikatı’nın bölgedeki ayrıcalıkları genişletilmişti. Bkz.: Evans,
ss. 91-92.
361
Anderson, Lisa s. 92.
360
117
Müslümanlar üzerinde beklenen etkiyi göstermemiş fakat Trablusgarp ve çevresinde büyük
ve şiddetli bir tesir uyandırmıştı. Sünusiler ve bunlar gibi saf ve temiz Arap kabileleri Türk
subaylarının kumandası altında İtalyanları sahilden içeri sokmamışlardı ki, neredeyse şehit
olmak için yarışmışlardı.362
Sünusi tarikatının nüfuzu sadece Kuzey Afrika’da etkili değildi tarikatın etki alanı
Yemen’e kadar uzanıyordu. Yemen’de İtalyanlarla işbirliği yapan Seyyid İdris, ihanetini
halk nazarında haklı göstermek için İtalyanlardan aldığı silah ve cephanelerin Şeyh Ahmet
Şerif tarafından gönderildiğini iddia etmişti. İdris’in Sünusi şeyhinin adını kullanarak
İtalyanlarla işbirliği yaptığı haberi Trablusgarp’a ulaşır ulaşmaz Şeyh Ahmet Sünusi, İslam
âlemine karşı vuku bulan taarruzlara karşı bütün Müslümanların, büyük bir İslam devleti
olan Osmanlı Devleti’nin çatısı altında toplanmaları ve düşmana karşı cihat etmeleri
gerektiğine dair Yemen halkına hitaben bir beyanname kaleme almıştı.
İtalyanlar savaş boyunca Arapları Türklere karşı kışkırtmaktan geri durmamışlardı.
Halka zaman zaman uçaktan bu yolda bildiriler atmışlardı. Yine ordugâha atılan bir bildiri
üzerine Arap halkı adına İtalyan hükümetine hitaben yazılan bir telgrafta, “Dün tayyareniz
vasıtasıyla Trablusgarp halkına hitaben ordugâh merkezimize attırdığımız beyannameyi
Türk kardeşlerimizle bir araya gelerek okuduk. Sizin beyannamede söylediğiniz sözleri
cevaplandırıyoruz. Biz Türklerin ecdadımızı katlettiklerine dair bir vaka hatırlamıyoruz. Bu
konuda kimseye şikâyette bulunmadık. Bilakis bu muameleyi sizde gördük. Askerleriniz bir
yaşındaki çocuklarımızı ve kadınlarımızı bile öldürdüler. Ve işkencelere maruz bıraktılar.
Bunları görmeseydik sözlerinize inanabilirdik. Camilerimizi içinde ibadet yapıldığı sırada
başlarına yıktınız Türklerin savaşta bizi ileri sürdüklerini kendilerinin geri planda
kaldıklarını söylüyorsunuz. Biz onlarla yekvücuduz. Aynı vatanın evladıyız. Ayrımız
gayrimiz yoktur. Şu kadar ki onlar bizim kıymetli muallimlerimiz olduğu için onların
mevcudiyetlerini korumak zorundayız. Onların öğrettikleri harp usulü sayesinde 500 kişilik
362
12 Mart 1912’de Türk ve Araplardan oluşan bir güç İtalyanlar üzerine bir saldırıda bulunmuş ve İtalyan
resmi kayıtlarına göre 1000 İtalya’nı öldürmüşlerdi. Bkz.: Evans, s. 112. Dr. Hüseyin Hüsnü Bey de
anılarında bu olaya yer vermiş 1000 İtalya’nın yanında Yüzbaşı Ali Efendi ile Mülazım Mustafa Efendi’nin
de aralarında bulunduğu 130 Müslüman’ın şehit olduğunu belirtmişti. Bkz.: Değer, s. 41.
118
bir kuvvetle bir alayınızı mağlup ettik.” denmişti.363
Trablusgarp ve Bingazi’de İtalyan işgalinden kısa bir müddet sonra Türklerin
toparlanıp şiddetli bir mukavemete başlamaları hatta bazı yerlerde hücuma geçmeleri
düşmana baskınlarıyla pek çok zayiat verdirmeleri İtalyanları endişeye sevk etmişti.
İtalyanlar sayı ve kuvvet bakımından çok geride olan Türk-Arap mücahitleri karşısında
düştükleri bu durumun öcünü almak için pek çok günahsız Arap’ı işkenceyle
öldürmüşlerdi. İtalyanların Türk-Arap kuvvetleri karşısında başarısızlığa uğramaları ve bu
durumun dünyanın gözünde İtalyan ordusunun zayıflığına verileceği korkusu İtalyan
kamuoyunda şiddetli bir rahatsızlık yaratmıştı.
Ekim sonlarında İtalyanların Trablusgarp’taki askeri durumları siyasi durumlarını
da çok zor bir safhaya sokmuştu. İtalyan kamuoyunda Trablusgarp Harekâtı konusunda
değişik
görüşler
ortaya
atılmaya
başlanmıştı.
Birçokları
harekâtın
tamamen
durdurulmasından yanaydı. Bir kısmı Trablusgarp’ın silahlı işgaline karşı çıkıyor ve
İtalya’nın da İngiltere’nin Mısır’da ve Fransa’nın Tunus’ta yapmış olduğu gibi hileli
politikayla Trablusgarp’ı alması gereğini savunuyorlardı. Bu durum İtalyan kamuoyunda
Trablusgarp ve Bingazi için besledikleri emellerin bir an önce gerçekleştirilmesi arzusunu
uyandırmıştı. İtalyanlar, milletin moral durumunu yükseltmek ve askeri başarısızlıklarından
dolayı, diğer devletlerin araya girerek uzlaştırıcı bir antlaşma yapılması isteklerini önlemek
için Trablusgarp ve Bingazi’nin İtalya’ya ilhakını istiyorlardı. İtalya’nın ilhak kararını ilan
etmesinden önce, Osmanlı Devleti, onun böyle bir şey yapacağından şüphelenmişti. Fakat
savaş sahasından Osmanlı subaylarının zafer haberleri geldikçe İtalya’nın buna cesaret
edemeyeceğini düşünüyordu. İtalyanlar gerçekten de mantıkla bağdaşmayan bir tarzda,
askeri başarısızlıkları arttıkça taleplerinden vazgeçecekleri yerde daha artırmışlardı.
Osmanlı Devleti İtalya’nın ilhak niyetini önceden sezdiği için 2 Kasım 1911’de
bunu bir genelgeyle protesto etmiş ve böyle bir karar alınırsa, kararın Osmanlı Devletince
tanınmayacağını bildirmişti. Fakat İtalya, her şeye rağmen, 5 Kasım 1911’de ilhak iradesini
363
Şıvgın, ss. 88-89. Sünusiler’in direnişe katkıları, Ouchy Barış Antlaşması imzalanana kadar kesintisiz
sürmüştü. Osmanlı kuvvetleri Trablusgarp’ı terk ettikten sonra direniş Sünusiler tarafından 1931 yılına kadar
devam ettirilmişti. Bkz.: Askew, s. 189.
119
ilan etmişti. Bu ilhak kararnamesinde özetle şunlar belirtmişti; ”Trablusgarp ve Bingazi’nin
başlıca kentlerinin elimize geçmiş olması, silahlarımızın sürekli başarıları, orada
topladığımız ve oraya göndermek üzere olduğumuz üstün kuvvetler, Osmanlı Devleti’nin
bundan böyle her türlü mukavemetini etkisiz kılmıştır. Faydasız kan dökülmemesi için yerli
halkın kafasından her türlü tereddüdü kaldırmak gerekir.
Kralın buyruğu ile Trablusgarp ve Bingazi büsbütün ve değişmez olarak İtalya
Krallığı’na katılmıştır. Osmanlı Padişahına sözde de olsa oralarda bir hak tanıyan başka
türlü bir antlaşma, ilerisi için tehlikeli ve sonu gelmeyen bir geçimsizlik kaynağı olurdu. Bu
ilhak kararnamesi İtalya menfaatleri Avrupa ve hatta Osmanlıların menfaatleri için de
faydalıdır.Balkanlar’daki mevcut düzenin korunması ile Osmanlı Devleti’nin esas mevkiini
muhafaza bakımından da bu teklif faydalıdır. Trablus ve Bingazi işi ortadan kalkınca diğer
işler de Osmanlı Devleti’ni büyük ölçüde tatmin etmeye hazırız. Ancak eğer Osmanlı
Devleti, bunu kabul etmez de mukavemette direnirse, sulh yolundan vazgeçer ve elimizdeki
bütün vasıtaları kullanırız. Avrupa devletlerinin de bu teklifleri Osmanlı Devleti’ne kabul
ettireceklerini ümit ederiz.” 364
Osmanlı hükümeti İtalya’nın ilhak iradesini 7 Kasım 1911’de protesto etmişti.
Protestosunda bu durumun Paris ve Berlin Antlaşmaları’ndaki Osmanlı toprak
bütünlüğünün korunması maddesine aykırı olduğunu ve bu antlaşmalara imza koymuş olan
devletlere karşı bu antlaşmaların İtalya tarafından çiğnenmiş olacağını belirtmişti. Ancak
Osmanlı Devleti’nin protestosu Büyük Güçler nezdinde hiçbir etki yapmamıştı. Hatta onun
en çok yardım beklediği Almanya bile Osmanlı Devleti’nden yana olmamıştı.
İlhak kararı Osmanlı Devleti üzerinden İtalya’nın beklediği etkiyi yaratmamış,
sadece kendi kamuoyunu bir ölçüde tatmin etmişti. Trablusgarp ve Bingazi’de savaş, ilhak
hiç olmamış gibi daha da şiddetlenerek devam etmişti. İtalya ise Trablusgarp’ta
başarısızlığa uğradıkça savaşın başındaki yumuşak tutumunu sertleştirmeye başlamıştı.
İtalyanlar Osmanlı esirlerini gemilere bindirerek onlara her türlü işkenceyi yapıyorlar,
bunların bir kısmını İtalya’ya gönderiyorlar fakat gidenlerden bir daha haber
364
Şıvgın, s. 93.
120
alınamıyordu.365 Blunt anılarında, Türk ordusunda gönüllü olarak hizmet veren iki İngiliz
subayın İngiliz Daily Mirror gazetesine gönderdikleri telgrafa yer vermişti. Bu telgrafta
İngiliz subaylar Türk birlikleri ile birlikte Trablusgarp dışındaki bir vahayı İtalyanlardan
geri aldıklarında, İtalyanlarca camilerde öldürülmüş yüzlerce kadın ve çocuk cesediyle
karşılaştıklarını yazmışlardı. Ayrıca Blunt anılarında İtalyan askerlerinin bu davranışlarının
Hıristiyanlığın temel değerleriyle çatıştığını ve dünyada Hıristiyanlara karşı tepkiye yol
açtığını yazmıştı.366 Ünlü Fransız yazar Pierre Loti de; 10 Aralık 1911’de Le Figaro
gazetesinde çıkan yazısında İtalyan askerlerinin Trablusgarp’ta savunmasız sivil halka karşı
şiddet uyguladığını ve masum insanları acımasızca öldürdüğünü, suçsuz Arapların
uluslararası hukuka, Lahey Antlaşması’nın kesin hükümlerine aykırı şekilde toptan kurşuna
dizildiklerini yazmıştı.367
Vladimir Ilyiç Lenin de Pravda’da 28 Eylül 1912’de İtalya’nın Trablusgarp’taki
yerli halka karşı takındığı acımasız tutumu “Savaşın başında İtalyanların karaya
çıkardıkları 1.200 kişilik kuvvet Arapların saldırısıyla karşılaştı ve 600 asker bu çatışmada
öldü. Medeni ve anayasal bir ulus olan İtalyanlar bu saldırının öcünü almak için kadın ve
çocuklarında içinde bulunduğu 3.000 Arabı acımazca öldürüp 1.000 Arabı da astılar.”
şeklinde anlatmıştı.368
Zaten İtalyan işgalinin uluslararası hukuk açısından da bir geçerliliği yoktu. Çünkü
İtalya’nın topraklar üzerindeki kontrolü tam değildi ve savaş boyunca da hiçbir zaman tam
olmamış, daha geniş alanlar hep Osmanlı Devleti’nin yönetimi altında kalmıştı. Örneğin,
Osmanlı Posta Servisi etkinliğini normal bir şekilde sürdürmüştü. Normal şartlar altında,
bir işgal savaş sonunda kaybeden devletin toprak kaybettiğini yapılan antlaşmada kabul
etmesiyle meşru hale gelir; bu durumda ise Osmanlı Devleti hiçbir zaman işgali kabul
etmemişti. Büyük Güçler’in hiçbiri de işgali Osmanlı Devleti’nin İtalya’ya karşı askeri
365
Şıvgın, ss. 97-98.
Blunt, s. 783.
367
Pierre Loti, Can Çekişen Türkiye 1914, (Çev: Fikret Şahoğlu), İstanbul: Tercüman gazetesi Yayınları,
(t.y.), ss. 43-49.
368
Vladmir Ilyic Lenin, Tük - İtalyan Savaşı’nın Sonu, Pravda, Sayı: 129, 28 Eylül 1912.
366
121
direnişi sürdürdüğü süre boyunca tanımamıştı.369
İtalya, Trablusgarp ve Bingazi’yi kısa zamanda işgalinin ardından beklenenin aksine
bir durumla karşılaşmıştı.370 Zira karşısında büyük bir direniş bulmayı beklemeyen İtalya
küçük ama etkili bir müdafaayla karşılaşmıştı. Bu direnişin ardından İtalya’da Doğu
Akdeniz’de güçlü bir deniz gücü olmayan Osmanlı Devleti’nin dış yardım alması
durumunda İtalya’yı tehdit edebileceği fikri uyanmıştı.371İtalya, Trablusgarp’ın kıyı kesimi
boyunca önemli noktalara asker çıkartmada kısmen başarılıydı. Ancak Osmanlı güçleri
tamamen yenilmemişti. Çıkarmanın ardından İtalya’nın kıyı boyunca bazı topraklardan
başka kontrolü altında toprak olduğunu söylemek güçtü. Bundan da öte, 1879’dan beri
Avusturya işgali altında bulunan ve nüfusunun büyük çoğunluğu Hıristiyanlarla karışmış
olan Bosna-Hersek’teki durumdan farklı olarak, Kuzey Afrika’daki vilayetlerin tamamı
Müslümandı. İstanbul’da ülkenin bütünlüğünün korunmasının İslamcı gelenekçiler
tarafından girişilen Osmanlıcılık İdeolojisiyle sağlanacağını düşünen rejim taraftarları, dar
al-islam’ı (İslam toprakları) oluşturan toprakları bırakmaya yanaşmamışlardı. Bu yüzden
İtalya, Avusturya’nın Bosna-Hersek’te ilerlediği gibi Trablusgarp’ta ilerleyememişti. Bu da
Osmanlı Devleti’nin cesaretlendirmişti. Ayrıca Osmanlı Devleti için Balkanlar’dan farklı
olarak nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan Trablusgarp ve çevresini işgalci bir devlete
karşı örgütlemek daha kolaydı.372 Ayrıca bölgede yaşayan Arapları İslami kurallara karşı
çok hassaslardı, özellikle de Müslüman olamayan bir yönetime karşıydılar. Ama İtalyanlar
bunun fark etmemişlerdi. İtalyan’ın Trablusgarp’taki savaş yönetimi ilerleyen günlerde
savunmaya dönüşmüştü. İtalyanlar kasabalar ve vahâlar içerisinde kısılmışlardı. Düşman
ise çok hareketli ve yakalanması zordu, çok çabuk ortadan kaybolup, yeniden
gruplaşabiliyordu. Böyle bir düşmana karşı hantal İtalyan birliklerinin şansı çok düşüktü.373
General Brusati, 19 Kasım 1911’deki Victor Emmanuel III’e gönderdiği
memorandumda durumu “Savaşın sonu yakın görünmüyor. Türkler her zaman siyasi
369
Childs, ss. 89-90.
W.K. McClure, Italy in North Africa, Darf Publisher, London, 1985, ss. 35-38
371
Thomas Barclay, The Turco - Italian War and Its Problems, Houghton Mifflin Company, Boston, 1914
s. 113.
372
Childs, s. 83.
370
122
olarak izlediği çizgiyi askeri alanda da izliyorlar. Zaman kazanma için Trablusgarp’taki
Türk-Arap birlikleri birbirlerini destekliyor. Bizim birliklerimiz ilerlediğinde iç taraflara
çekiliyorlar ve Tunus Mısır’dan gelen kervanlara karışıyorlar. Türklerin söylediğine göre
İtalya çok önemli bir yeri vurmayı başaramadığı sürece savaş bitmeyecekti. Maalesef
düşmanın önemli noktaları, görünüşe göre, askeri hazırlıklardan ziyade diplomatik
hazırlıklarla korunmaktadır. Türkler bizi neredeyse tamamen izole edilmiş ve çekingen
olarak görmekte ve bizi Afrika kıtasında neler olduğuyla ilgilenmiyormuş gibi
göstermektedirler. Bu durumda maalesef biz de Osmanlı Devleti’nin Balkan vilayetlerinde
yeni olaylar çıkana kadar orduyu hazır tutarak beklemek zorundayız.” şeklinde
anlatmıştı.374
Aslında İtalya, Osmanlı güçlerine Tunus ve Mısır’dan gelen takviyeler konusunda
savaş boyunca İngiltere ve Fransa’yı protesto etmişti. Bunun üzerine İngiltere ve Fransa bu
trafiği kesmek için ellerinden geleni yapacaklarına söz vermişti. Ancak sınırlar sömürgeci
güçlerin tahmininden daha geçirgendi ve Müslüman Tunuslular ve Mısırlılar sınırlardaki
Türk birliklerine sempati duyuyorlardı.
İtalyan işgalinden sonra Trablusgarp Valisi olacak olan işgal kuvvetleri komutanı
General Giovanni Caneva (1854-1943) ise Adowa Felaketi’nin tekrarlanmasında
kaçınıyordu. Kasım başında gönderdiği raporunda Trablusgarp’taki Arap yerlilerin
Türklerin İtalyan işgalinin kesin olmadığı ve barış sonucunda geri çekilecekleri
propagandalarıyla ikna edildiğini belirtmişti. Bu durumda, Caneva, askeri bir hareketten
ziyade siyasi bir hareketin tercih edilmesi gerektiğini belirtmiş ve İtalya’nın gelecekte barış
içinde yöneteceği bir halkla savaşarak bu halka yabancılaşmaması gerektiğini savunmuştu.
Caneva’nın çözümü bekleme oyunu uygulamaktı. Sonuç olarak, Caneva Osmanlı
Devleti’nin sallanan ekonomisinin savaştan vazgeçmeye zorlayacağına inanıyordu, ayrıca
düşman yerli nüfusa karşı uzun bir savaşın İtalya’nın kendi birliğini de tehdit edebileceği
hususunda uyarmıştı. Ama Giollitti ve San
Giuliano böyle bir öneriyi hoş
karşılamamışlardı. İtalyan kamuoyunun görüşünü yansıtarak, hükümete içeride ve dışarıda
373
374
Askew, s. 56.
ACS 17/35, no: 593, 19.11.1911.
123
itibar getirecek saldırgan bir harekât istediklerini belirtmişlerdi.375
Aralıkta işgal Trablusgarp’ın 17 metre iç kısmına Ayn Zara’ya kadar yayılmıştı.
Bingazi’de ise işgal Bingazi’yle sınırlı kalmıştı, iç taraflar Sünusiler’in elindeydi. Bu şartlar
altında, İtalyanlar Osmanlı Devleti’nin daha kırılgan bir noktasına çarpma kararını
vermişlerdi. Böyle önemli bir noktaya saldırması için İtalya’nın Büyük Güçler’le bir
uzlaşma içerisinde olması şarttı ama İtalya böyle bir antlaşmanın kolay olmayacağının
farkındaydı. Öncelikle, Avrupa kamuoyu İtalya’nın Trablusgarp Seferi’ne olumlu
bakmıyordu. 1911’deki Avrupa hükümetleri her zaman kamuoyuna karşı sorumlu değildi,
önemli olan Avrupa’daki bakanların tavrıydı. San Giuliano’nun duruşundaki en önemli
sorun Üçlü İtilaf Antlaşması’ndaki yedinci maddenin yorumlanmasında Viyana’daki
Aehrenthal’ın kendisine katılıp katılmayacağıydı. Bu maddede; “İtalya veya Avusturya
Balkanlar’daki veya Osmanlı Devleti’nin Adriyatik’teki ve Ege’deki kıyı ve adalarında
mevcut durumun değişmesini gerekli gördüğünde, taraflar birbirleriyle bir uzlaşmaya
ulaştıktan sonra harekete geçeceklerdir” deniyordu.376 San Giuliano Ege’de askeri
operasyonları ve adaların işgalini barış aracı olarak görmüştü.377 Ancak İtalyan
hükümetinin Ege’ye yaklaşımları hakkında Roma’da iki görüş belirmişti. Bir grup
düşmanın üzerine etkin bir şekilde savaşarak gidilmesi gerektiği fikrini savunurken; diğer
grup ise bunun yaratacağı diplomatik sorunlara dikkat çekiyordu.378Ancak savaş İtalya için
gittikçe kötüye gidiyordu. Kötü giden savaş atmosferinde İtalyan milliyetçilerinin tek
avuntusu ise, ülkelerinin savaşta uçak kullanmanın öncüsü oluşuydu.379 Ayrıca bazı asker
mektuplarında yer alan ve Trablusgarp’ı Amerika kadar zengin ve bereketli gösteren
ifadeler İtalyan milliyetçilerinin işgal konusundaki şevklerini arttırmıştı. Popüler bir İtalyan
şarkısı olan Tripoli, bel suol d’amore (Güzel Trablusgarp’a Doğru) Trablusgarp’ın bir
cennet olduğunu dile getiriyordu. Resmi törenlerde bu şarkıyı söyleyen askerler kampların
375
Askew, s. 56.
Childs, ss. 101-103.
377
ACS 24/62/2, no: 87, 08.04.1911.
378
Childs, ss. 116-117.
379
Ancak gerçekte İtalyanlar savaşta kullandıkları uçaklardan ve zeplinlerde de istedikleri oranda verim
sağlayamamışlardı. İtalyan uçaklarının attıkları bombaların etkileri çok tahrip edici olmuyordu. Ayrıca
İtalyanların yaptıkları hava bombardımanı bazen sivil halka da zarar verebiliyordu. Bkz.: Bennett, s. 58,115.
376
124
içinde, Trablusgarp’taki durumun ülkelerinde söylenilenler olmadığını dile getiren.
Oh iniqua, oh infame Turchia
L’hai ucciso il mio amato consorte
Ma quando ebbi L’annuuncio di morte
Un dolore provai da morir
Comanda Cristo oppure il padrone
Maledetta sia sempre la guerra.380 gibi şarkılar söylüyorlardı ve her geçen gün Arap
kurşunlarından ziyade koleradan ölen İtalyan askerlerinin sayısı artıyordu.381
İtalya Trablusgarp’ı işgal etmek için 100.000 askerini seferber etmişti. Ama İtalya
için savaşın kazanılması sanıldığı kadar kolay değildi. Zira büyük filolarla okyanusları
aşabilen Avrupa orduları için çölde savaşmak tamamen yabancılık çektikleri bir olguydu.
Çıkarmanın ardından geçen bir aylık sürede karşılaşılan temel sorun, çölü ve vahâları çok
iyi bilen Arapların İtalyan birliklerinin arkalarından yaptıkları saldırılardı. Bu saldırılar
karşısında İtalyan birlikleri oldukça sıkıntılı anlar yaşamışlardı. Araplar kendi ülkelerinde
savaşmanın bütün avantajlarını işgalci güçlere karşı kullanmışlardı. İtalyanlar ise savaşı
Roma’daki bürokratların telgraflarına göre yönettikleri için Araplar karşısında istenilen
başarıyı sağlayamıyorlardı. Crispi gibi İtalya’yı Büyük Güçler arasına sokmak için
çabalayan Giolitti, bu uğurda bir sömürgeye sahip olmak için işgal konusunda sabırsız
davranmış ve iyi düşünüp doğru hareket edememiştir. İtalya’nın Trablusgarp’a müdahale
konusunda en büyük hatası da bu olmuştu.382
Bunun yanında Avrupalı Türk dostu entelektüeller İtalya’nın Trablusgarp’ta
yaptıklarını haksız buluyor ve İtalya’nın Trablusgarp’ta masum halka karşı yaptıkları
yüzünden dünya kamuoyunda Avrupa’nın imajını zedelediğine ve İslam dünyasında
Hıristiyanlara karşı nefretin uyandığına inanıyorlardı. Özellikle İngiliz entelektüeller
bünyesinde hatırı sayılır oranda Müslüman topluluk barındıran Birleşik Krallık’ın
380
İblis, Alçak Türkler / Benim Sevgili Arkadaşımı Öldürdün / Ölüm Haberini Aldığımda / Ölüme Denk Acı
Çektim / İsa mı Yönetiyor Bizi, Yoksa Patronlar mı?/ Güneş Görünmeyecek Kadar / Yeryüzünü Kanla
Sıvayan Savaşa Lanet Olsun
381
Barclay, Thomas, s.113.
382
Romano, s. 142.
125
Trablusgarp’ta yaşananlara tepkisiz kalmasını eleştirmiş ve ileride ülke içinde yaşayan
Müslüman halkların buna tepki gösterebileceklerinin altını çizmişlerdi.383 İtalyan
ilerleyişinin durması ve Trablusgarp’taki Arap isyanı İtalyan kamuoyunda şok etkisi
yaratmıştı.384
İtalyan ordusunun başarısızlığa uğramasının bir nedeni de ordu içinde ordunun
temel yapısından kaynaklanan iç çatışmaların varlığıydı. Bu çatışmaların temelinde de
kuzey ile güney kökenli subaylar arasındaki kültürel ve yapısal farklılıklar yatmaktaydı. Bu
da ordu içindeki düzeni ve istikrarı zedeliyordu.385
Ayrıca bazı İtalyan gözlemciler, İtalya’nın Trablusgarp’taki askeri yetersizliğinde
Fransız Yabancı Lejyonleri ya da İngiliz Hindistan Ordusu gibi denizaşırı durumlarda
savaşmak üzere yetiştirilmiş ve uzmanlaştırılmış bir gücünün olmamasının da rol
oynadığına dikkat çekmekteydiler.386 Bunun yanında İtalyanların işgal sırasında bir noktada
toplanıp işgali buradan genişletmek yerine sahil boyunca dağılmaları da az sayıda gerilla
savaşçısının 100.000 kişilik İtalyan ordusunu sahilde kıstırmasına sebep olmuştu.387
İtalyanlar bu başarısızlıkları üzerine savaşın başında savaşın sadece Trablusgarp ve
Trablusgarp sularında olacağını, Avrupa’ya sıçratılmayacağını söylemelerine ve bu konuda
Avrupa devletlerine teminat vermelerine rağmen, Adriyatik’te ve Ege Denizi’nde
girişimlerde bulunmaktan geri kalmamışlardı.388
İtalyanlar savaşı Ege kıyılarına götürmek niyetinde olduklarını önce Avusturya’ya
bildirmişlerdi. Avusturya Dışişleri Bakanı ise, bunun Üçlü İttifak Antlaşması’na aykırı
olduğunu ve Avusturya menfaatlerine zarar vereceğini ileri sürerek İtalya’nın bu fikrini
kabul etmemişti. İtalya ise, Osmanlı Devleti’nu barışa zorlamak için Ege’deki iki üç adanın
383
Blunt, ss. 866-868.
Childs, s. 86.
385
Barclay, Thomas, s. 19.
386
Childs, s. 74. Her ne kadar birçok Avrupalı sömürgeci devletin Doğu Afrika’da yaptığı gibi İtalyanlar da
1882’de işgal ettikleri Eritre’den askere alıp eğittikleri bölge yerlilerini düzenli kuvvetler haline getirerek
Askari adını verdikleri bu kuvvetleri İtalyan subaylar komutasında Trablusgarp ve Bingazi’de Türk-Arap
kuvvetlerine karşı kullanmışlarsa da oldukça atik, uyanık, yapılı ve iyi birer savaşçı özelliğine sahip bu
kuvvetlerden bekledikleri verimi alamamışlardı. Bkz.: McClure, ss. 142-145.
387
Kocabaş, s. 240.
388
ACS 16/30, 02.11.1911.
384
126
işgal edilmesinin ya da Anadolu limanlarından herhangi birine çıkarma yapmasının Üçlü
İttifak’a aykırı olmayacağı hususunda ısrar etmişti. Almanya ise böyle bir müdahalenin
sadece savaş alanının genişleyeceği tehlikesine dikkati çekmişti. İtilaf Devletleri
cephesinde ise; Fransa’da barışı kabul etmeyen Osmanlı Devleti’ne karşı İtalya’yı serbest
bırakmak fikri hâkimdi. İngiltere ise her zaman olduğu gibi bu İtalyan hareketinin kendi
menfaatlerine zarar vermemesine önem veriyordu. Rusya ise, İtalya’nın 7 Kasım 1911’de
yaptığı bu konudaki başvurusuna fazla muhalefet etmemişti. İtalya’nın savaşı yayma
konusuna esaslı muhalefet sadece Avusturya’dan gelmişti. Avusturya Dışişleri Bakanı
Aerenthal sırf geçici bir işgal söz konusu olsa bile, kendi görüşünde ısrar etmişti. Hatta
savaşın Suriye gibi başka sahâlara yayılması ve bu bölgeyle olan ticareti etkilemesi
durumunda İslâm dünyası ile Avrupalılar arasında sorunların çıkabileceğini belirtmişti.389
İtalya, Büyük Güçler’in onayını alırken özellikle Balkanlar’daki mevcut düzenin
değişmesini istemeyen Avusturya ve Rusya’nın isteği üzerine savaşın Trablusgarp’la sınırlı
kalacağını taahhüt etmekle beraber Adriyatik sahillerinde bulunan Osmanlı donanmasına
ait gemilerin İtalyan şehirlerini bombalayabileceğini de göz önünde bulundurmuştu. İtalya
savaşı Osmanlı Devleti’nin diğer sahillerine götürme konusunda kendisine en fazla
muhalefet eden Avusturya’nın da muhalefetini kırınca 1912 Şubat başlarında Beyrut’un
bombardıman edilmesine karar vermişti.390
İtalyan hükümetini, İzmir, Antalya veya Mersin’e yerine Beyrut’a yönelten sebep,
her şeyden önce Beyrut bir Osmanlı şehri olmasına karşın Fransız nüfusunun yoğun olduğu
bir bölge olma özelliğine sahip olmasıydı. Ayrıca Beyrut’ta çok sayıda Avrupalı yaşıyordu.
Aynı zamanda Beyrut, bütün ilahi dinlerce kutsal sayılan Kudüs’ün bir kapısı
durumundaydı. İtalyanların Beyrut’u bombalamaları, yalnız Osmanlı Devleti’ne değil,
Avrupalı diğer devletleri de rahatsız edecek ve Büyük Güçler Babıâli üzerinde baskı
yaparak Osmanlı Devleti’ni barışa zorlayacaklardı. Beyrut’un bombardımanı sonrası
İtalya’nın asker çıkarmasını ve Kudüs’ü ele geçirmesini diğer Hıristiyan ülkeler
389
390
Askew, s. 192.
Şıvgın, s. 100.
127
istemeyecekler ve savaşı sona erdirmek için ellerinden geleni yapacaklardı.391
Bu amaçla İtalyanların iki zırhlı kruvazörü ile iki nakliye gemisi Beyrut Limanı’na
gelerek limanda bulunan Avnillah korveti ile Ankara torpido botunun teslimini talep etmiş
alınan olumsuz yanıt karşısında da gemilere ve ardından şehre top ateşi başlamıştı.392
Bombardıman sonucunda 15 kişi şehit olmuş 100 kişi de yaralanmıştı.393 Osmanlı hükümeti
Beyrut’un bombalanmasından bir gün sonra bir açıklama yapmıştı. Yapılan açıklamaya
göre, Babıâli, Beyrut’a yapılan tecavüzden dolayı ülkenin her tarafında meydana gelen
heyecan ve galeyanı göz önünde bulundurarak can güvenliklerini sağlamak için Beyrut,
Suriye, Halep vilayetleriyle Kudüs-ü Şerif sancağı dâhilinde bulunan İtalyanların, bu
kararın ilanından itibaren beş gün zarfında ülkeyi terk etmelerini istemiş, ülkeyi terk
etmeyenlerin ise sınır dışı edileceklerini bildirmişti.394 Ayrıca İtalyan gemilerinin Türk
sularına girmesine izin verilmemiş ve Türk sularındaki İtalyan gemileri de tevkif edilmişti.
İtalyan gazetecilerinden ve sağlık idaresinde görev yapan İtalyan memurlardan da ülkeyi 24
saat içerisinde terk etmeleri istenmişti. Bunun yanında İtalyan mallarının da protesto
edilmişti. Bu propagandalar Ouchy antlaşmasına kadar devam etmiş antlaşmadan sonra ise
Osmanlı hükümeti Banco di Roma’nın İstanbul şubesinden 320.000 altın borç almıştı.395
İtalyan hükümeti, Beyrut bombardımanının Osmanlı Devleti üzerinde İtalyan
emellerini kabul ettirmek bakımından hiçbir tesiri olmadığını görünce Büyük Güçler’e
başvurup barış için aracılık etmesini istemişti. Fakat İtalya ileri sürdüğü şartlardan da
kesinlikle taviz vermek istemiyordu. Devletler İtalya’nın isteği üzerine araya girip 16 Nisan
1912’de Osmanlı Devleti’nden barış hakkındaki düşüncelerini sormuşlardı. İki gün sonra,
Osmanlı Devleti cevap vermeden İtalya o sırada beklenmeyen bir hareket yapmış ve 18
Nisan 1912’de Çanakkale Boğazı’na doğru harekete geçmişlerdi. Hareket günü çok iyi
seçilmişti. O gün Osmanlı Meclis-i Mebusanı açılacaktı. Babıâli’nin meşgul olduğu bir
günde girişilecek bir saldırı herkesi şaşkına çevirecek ve bu da İtalyan donanmasının işini
391
Kurtcephe, s. 106.
Şıvgın, ss. 100-102.
393
Barclay, Thomas, s. 55.
394
Childs, s. 123.
395
Karakartal, ss. 31-32.
392
128
kolaylaştıracaktı. Bunun yanında İtalyanlar, Türklerin kendilerini izlemelerini önlemek
için adaları ve Çanakkale Boğazı’nı birbirine bağlayan telgraf kablolarını keserek
saldırılara baskın niteliği kazandırmak istemişlerdir.396 18 Nisan sabahı erken saatlerde 24
parça gemiden oluşan İtalyan filosunun Çanakkale Boğazı önüne gelmesi üzerine düşmanın
niyetini anlayan Türk donanması, hemen ticaret gemilerinin geçişi için bırakılan mayınsız
alanı da mayınlamıştı. Boğaz’ın girişinde bulunan tabyalara ateş açan İtalyan filosuna
istihkâmlardan açılan ateşle cevap verilmişti. Üç saat süren karşılıklı ateş sonunda Boğaz’ı
geçemeyeceğini anlayan İtalyan donanması geri çekilmek zorunda kalmıştı.397 Bu olay
İtalyan donanmasının kendinden daha güçsüz bir kuvvet karşısında yaşadığı ilk başarısızlık
değildi. İtalya 1866 yılında da Avusturya’ya karşı giriştiği savaşta deniz gücünü kullanmış
ama beklenen başarıyı elde edememişti.398
Savaşın başından beri olduğu gibi, İtalya’nın bu hareketinde de mantıksızlık vardı.
Çünkü devletler İtalya’nın isteği hatta yalvarması üzerine araya girmişlerdi. İtalya sadece
bu devletlere nezaketsizlik yapmakla kalmamış aynı zamanda onların menfaatlerine de
zarar verecek bir iş yapmıştı. Çünkü bu devletlerin hepsinin de Boğazlar üzerinde
menfaatleri vardı. Osmanlı Devleti Çanakkale’ye bir taarruz vuku bulursa, Boğazlar’ın
kapatılacağını ilan etmişti.399
396
Mavroyeni, s.221.
Kurtcephe, ss. 109-119.
398
İtalya ile Avusturya arasındaki savaşın özelliği, açık denizde gerçekleşen ve buhar gücüyle çalışan, zırhlı
ve ağır silahlarla donatılmış gemilerin katıldığı modern çağın ilk deniz savaşı olmasıydı. Her ne kadar
Amerikan iç savaşında da buhar gücüyle çalışan zırhlı ve silahlı gemiler savaş aracı olarak kullanılmış olsa
da; bu gemiler açık denizde muharebe etmekten ziyade Kıyılardaki askeri sığınakları ve depoları
bombalamışlardı. Ancak ağır silahlı ve zırhlı modern deniz araçlarının kullanılmış olduğu bu savaş uygulanan
savaş taktikleri açısından 400 yıl öncersinin deniz savaşlarından bir farklılık göstermemişti. Avusturya
donanmasını komuta eden Amiral Tegetthoff’un düşman gemilerinin yakalanıp batırılması emrini yerine
getirmek için düşmana doğrudan saldıran Avusturya donanması karşısında şaşkına uğrayan İtalyan donanması
komutanı Amiral Persano’nun verdiği yanlış talimatlar yüzünden ortaya çıkan karışıklıkta İtalyan zırhlı
gemilerinden biri Avusturya donanmasına ait ahşap bir gemi tarafından batırılmıştı. Ayrıca donanmanın
amiral gemisi durumunda olan Persano’nun gemisi de aldığı yara sonucunda batmıştı. Avusturya donanması
ise bu savaşta hiçbir kayıp vermemişti. Böylece dünyanın en güçlü donanmalarından birine sahip olan İtalya
Büyük Güçler’in en zayıf donanması karşısında başarısızlığa uğramıştı. Bkz.: Barclay, Thomas, s. 17.
399
Şıvgın, ss. 102-106.
397
129
İtalya’nın Çanakkale harekâtından şu beklentilerle gerçekleştirmişti:
1. İtalya’nın Ege Denizi’nde muharebe etmeye tamamen serbest ve her şeyi
yapmaya muktedir olduğunu devletlerin rekabetine güvenen Osmanlı Devleti’ne göstermek
istemesi,
2. Osmanlı Devleti’nu korkutarak onu bir an önce kendi istekleri doğrultusunda
barışa zorlamak,
3. Osmanlı Devleti’ne beş büyük devletin barış için aracı olduğu bir sırada Osmanlı
Devleti’ni uykuda avlamak ve harekâtı meclisin açıldığı güne rastlatarak mebusları
etkilemek.
Fakat daha sonraki olaylar gösterecektir ki, İtalya, Çanakkale bombardımanından
beklediği neticelerden hiçbirini görememiş, Osmanlı Devleti’ni korkutamamıştı. Çanakkale
bombardımanı İtalya’nın istediği barış için ne kadar faydasızsa Avrupa devletleri için de o
kadar zararlıydı ve bu hareket hiçbir Avrupa devletince takdirle karşılanmamış aksine bu
devletlerde kızgınlık doğurmuştu. Çünkü Osmanlı Devleti İtalya’nın bu hareketine karşılık
daha önce ilan ettiği gibi Boğazlar’ı gemi geçişine kapatmıştı. Boğazlar’ın kapatılması
özellikle Rusya’nın buğday ticareti sekteye uğratmıştı.400 Boğazlar’ın kapatılmasının
Büyük Güçler’in çıkarlarına zarar vermesinin yanı sıra böyle bir durum Balkanlar
Devletleri’ni de rahatsız etmişti. Hatta Rusya’nın Balkanlar’a müdahalesine bile gündeme
getirmişti. Zira Kasım başında Romanya Kralı Carol Avusturya Şansölyesine Boğazlar’ın
kapatılması ya da bloke edilmesi durumunda kendilerinin tarafsız kalamayacağını hatta
Rusya ile bir antlaşma bile yapabileceklerini belirtmişti.401 Savaş zamanında Osmanlı
Devleti’nin Viyana Büyükelçisi olan Mavroyeni’de anılarında Rus Dışişleri Bakan
Sazanoff’un Romanya’nın Osmanlı Devleti ile İtalya arasında barışın sağlanması için her
türlü diplomatik çalışmaya hazır olduğunu belirttiğini aktarmıştı.402
İtalya’nın Boğazlar’a müdahalesi Avusturya’nın da tepkisine yol açmıştı. İtalyan
Dış İşleri, İtalya’nın Boğazlar’a yaptığı saldırının sebebi olarak Türklerin Boğazlar dışında
400
Barclay, Thomas, ss. 55-56.
Askew, s. 195.
402
Maroyeni, s.223.
401
130
bir harekât hazırlığında olduğunu belirtse de, bu beyan Avusturya’yı tatmin etmemiştir.
Ayrıca, Boğazlar kapatıldığı sırada Avusturya gemilerinden bazıları Karadeniz’de
kalmışlardı; Avusturya Hükümeti, daha fazla zarar görmemek için Boğazlar’ın bir an önce
açılmasını talep etmişti. Aynı şeklide Akdeniz’de bulunan Rus ticaret gemileri de dönüş
yolları kapanmış olduğundan Portsait ve Suriye limanlarında Boğazlar’ın açılmasını
bekliyorlardı.
Bu gelişmeler Büyük Güçler’in Boğazlar’ın açılması konusundaki girişimlerine de
hız vermişti.403 Bir İngiliz ticaret heyetinin şikâyeti üzerine İngiltere Dışişleri Bakanı Grey
de uluslararası deniz ticareti daha fazla zarar görmeden Boğazlar’ın açılmasını Osmanlı
hükümetinden istemişti. Bu talepler karşısında hükümet, Boğazlar’ı trafiğe açma kararı
almıştı. 23 Nisan günü Boğaz’da bulunan mayınlar toplanmaya başlamıştı.404
Trablusgarp’ta köşeye sıkışan İtalya’nın Boğazlar’a karşı yaptığı saldırıdan da
istediği sonucu elde edememesi üzerine bir kez daha barışı sağlamak için Büyük Güçler’in
desteğini almak zorunda olduğunu anlamıştı. Bu sebeple ilk olarak Boğazlar üzerinde en
fazla çıkarı olan ülke durumundaki Rusya ile yakınlaşma yoluna gitmişti. Rus-İtalyan
yakınlaşması Boğazlar üzerinde muhtemel bir Rus hâkimiyeti kurulabileceğinden çekinen
Avusturya’yı ve Hindistan yolunun güvenliğini yaşamsal derecede önemli sayan
İngiltere’yi korkutmuştur.405 Zira bu yakınlaşmayla paralel olarak Rusya Karadeniz’deki
donanmasını güçlendirme yoluna gitmişti.
İtalya’nın Rusya’yı Avusturya’ya karşı Balkanlar’da da desteklemesi İngiltere’nin
İtalyan-Rus birlikteliği konusunda endişelerini arttırmıştı. Çünkü bütün Büyük Güçler
Trablusgarp Savaşı’nın Balkanlar’ı da hareketlendirmesinden korkuyorlardı.406 Zira
İtalya’nın Trablusgarp Savaşı’nda galip gelmesi Avrupa’daki Osmanlı hâkimiyetinin sonu
anlamına geliyordu. Bu durumda da Avusturya ve Rusya’nın Balkanlar’da hâkimiyet
kurmak için mücadeleye girmesi kaçınılmazdı. Böyle bir müdahaleye de Avrupalı diğer
güçlerin seyirci kalması olanaksız olduğundan bu durum bir Avrupa Savaşı’nın başlangıcı
403
Kurtcephe, ss. 109-119.
Askew, ss. 205-206.
405
Barclay, Thomass. 39.
404
131
anlamına geliyordu. Bu da İtalya’nın ulusal onurunu yeniden inşa etmesinin ağır
bedeliydi.407
Bu konuyla ilgili olarak İngiliz Büyükelçisi Grey, “Avusturya’dan ve Almanya’dan
ayrı olarak Sofya ve İstanbul ile ikili ilişkilere girmek Rusya ve İngiltere adına büyük hata
olur. Bu tür bir tavır, Avusturya ve Almanya’nın diplomatik olarak bize karşı bir tutum
sergilemelerine sebep olur. Balkanlar konusunda Büyük Güçler’in iki gruba bölünmesi
tarafları zayıflatıcı bir durum meydana getirir. Rusya’nın Avusturya ile çatışması
durumunda Fransa muhtemelen Rusya’yı destekler bir tavır takınacaktır.” demişti. Bu
açıklamadan 5 gün sonra Grey, Türk-İtalyan Savaşı’nın bitmesi konusunda Büyük
Güçler’in birlikte hareket etmeleri gerektiğini düşündüğünü belirtmişti.408
Nisan 1912’ye gelindiğinde; Rusya, Bulgaristan ve Sırbistan arasında bir dizi gizli
antlaşma yapıldığı ortaya çıkmıştı.409 Osmanlı Devleti’nin Boğazlar’ı kapalı tutması
özellikle
Fransa
ve
İngiltere’nin
durumu
acil
ve
gerçek
bir
tehlike
olarak
değerlendirmelerine yol açmıştı.410 Bu iki devletin Boğazlar konusundaki tutumu ise
İtalya’yı Osmanlı Devleti ile Fransa ve İngiltere’nin yakınlaşacağı konusunda endişeye
düşürmüştü. Bu sebepten Boğazlar’a saldırı konusunda beklediği oranda etkili
olamamıştı.411 Buna karşılık İtalya’nın Rusya ile yakınlaşacağından ve bunun Boğazlar ve
Balkanlar üzerindeki Rusya’nın hâkimiyet emellerini arttıracağından korkan İngiltere ve
Fransa İtalya’ya çok fazla baskıda bulunamamıştı. Büyük Güçler arasındaki bu ikileme
dayalı ilişkiler yumağı ileride ortaya çıkacak olan Dünya Savaşı’nın da ilk işaretleriydi.
Savaşı Akdeniz dışına yaymayı aklına koyan İtalya Trablusgarp Savaşı’nın daha
başında Kızıldeniz’e de gemi ve asker göndermişti. Çünkü buraya Eritre’nin tam karşısına
isabet eden Osmanlı topraklarından bir tehlike gelebileceğinden endişe etmekteydi.412
Ayrıca İtalya Trablusgarp Savaşı sonrasında Büyük Güçler’e, bu bölgeden sonra işgal
406
Miller, ss. 6-7.
Barclay, Thomas, s. 40.
408
Miller, ss. 6-7.
409
Mavroyeni, s. 324.
410
Miller, ss. 6-7.
411
Askew, s.196.
412
Şıvgın, s. 102.
407
132
sahasını Osmanlı Devleti’nin Kızıl Deniz’deki kıyılarına ve Yemen’e doğru genişleteceğini
ilan etmişti.413 İtalya 1885 yılında Massaua’yı işgal için bir çıkarma yapmıştı. İtalya’nın
Kızıldeniz Politikası’nı Bakan Pasquale Stanislao Mancini (1817-1888) Parlamento’da
yaptığı konuşmada, “Kızıldeniz’de İtalya Akdeniz’in anahtarını bulacaktır.” şeklinde
açıklamıştı. Ona göre; İngiltere’nin Kızıldeniz’deki hâkimiyeti Perim, Aden, Mısır ve
Süveyş Kanalı’nı işgal ederek kırılmalıydı.
414
Bunun yanında İtalya, Osmanlı Devleti’ni
barışa zorlamak için Ege Denizi’nde faaliyete geçirmeye kararlaştırdığı Nisan ayında,
Kızıldeniz’deki faaliyetlerine de hız vermişti. Ceziretü’l-Arabiye adı da verilen
Kızıldeniz’deki adalara ve bazı limanlara karşı saldırılar düzenlenmişti. 21 Temmuz
1912’de bir İtalyan filosu, açık liman şehir olarak ilan edilmiş olan savunmasız Hudeyde
şehrini hedef olarak seçmiş, şehirde çok sayıda Türk askeri birliğinin toplanmasını öne
sürerek şehri topa tutmuştu.415 Oysa ki şehirde asayişi sağlamakla görevli küçük bir
Jandarma müfrezesinden başka askeri kuvvet yoktu. İtalyanların maksadı, halkı galeyana
getirip şehirde bulunan yabancılara saldırtmaktı.416 Bununla birlikte İtalya Müslüman
hacıların hacca giderken kullandıkları bir Kızıldeniz limanı olan Cidde’ye askeri
operasyonlara başlamıştı. Ancak, İngiltere, Fransa ve Rusya içerisindeki Müslümanların bu
harekete karşı gösterecekleri tepkilerden korktukları için İtalya’yı dinsel öğeleri hedef
almaktan kaçınması konusunda uyarmışlar ve benzer bir davranışın tekrar edilmesinin
engellenmesini talep etmişlerdi.417
İtalya’nın Kızıldeniz’e geçmesiyle birlikte Osmanlı siyasal çevrelerinde de
alınabilecek karşıt önemleler konusu tartışılmaya başlanmıştı. Akla gelen önlemlerden biri
İtalya’nın can düşmanı olan Habeşistan ile Osmanlı Devleti’nin ittifak yapmasıydı.418 Fakat
Babıâli, savaşın başında, diplomatik girişimlerle savaşı sona erdireceğini düşündüğünden
413
Miller, s.3.
Segrè, s. 11.
415
Barclay, Thomas, s. 54.
416
Kurtcephe, ss. 131-137.
417
Childs, s. 94.
418
Zira Osmanlı Devleti 1901-1902 arasında İtalya’nın Trablusgarp’ı işgal etmek için Sicilya’da hazırlık
içinde olduğu haberini alınca Abdülhamit Habeşistan İmparatoru II. Menelik nezdinde bir Türk askeri heyeri
göndererek onu İtalya aleyhine tahrik etmiş, bunu sonucunda ortaya çıkan Habeş-İtalyan harbi tehlikesi
sonucunda İtalya Trablusgarp’a saldırmaktan vazgeçmişti. Bkz.: Kocabaş, s. 229.
414
133
Habeşistan ile ittifak fikrine karşı çıkmıştı. Osmanlı hükümetinin savaşı barışçı yollardan
bir an önce sona erdirme çabaları bir sonuç vermeyince Habeşistan’ı İtalya aleyhine sevk
etmek fikri tekrar gündeme gelmişti.
Habeş hükümetinin İtalya’ya savaş ilanıyla Eritre’ye saldıracağı muhakkaktı.
Habeşistan’da nüfusun beşte birinin Müslüman olmasına karşın bu ülkeyle kurulacak ittifak
hemen duygulara hitap edilerek değil, ancak askeri ve siyasi yollarla olabilirdi. Sacriye
Kaymakamı Mahmud Bey’in kardeşi Habeş Hükümdarı’nın başyaveriydi. Onun vasıtasıyla
Habeş Hükümdarı’yla irtibat kurabilirdi. Sacriye Kaymakamı ve Şeyhülmeşayihi
Habeşistan’a gönderilebilirdi. Bunun için de beş yüz liraya ihtiyaç vardı. Ancak bu sırada
Habeşistan’da Menelik’in hastalanmasından dolayı meydana gelen karışıklıklar yüzünden
hazırlanan bu plan uygulamaya konulamadı.
Osmanlı Devleti’ni Habeşistan’dan uzak durmaya iten başka sebepler de vardı. Bir
Osmanlı devlet memurunun Habeşistan’ı İtalya aleyhine teşvik için teşebbüste bulunduğu
duyulursa İtalya’nın, bunu savaşı yaymaya bir vesile olarak kullanıp Yemen sahillerindeki
savunmasız adalara, Asir ve Hicaz sahillerine saldırma ihtimali vardı. Babıâli, Habeşistan
ile ittifak hususunda birtakım bilgiler toplanmış ise de Habeş hükümeti nezdinde herhangi
bir teşebbüse geçmemişti. İtalya’yı çok güç durumlara düşürebilecek ittifak projesi,
Osmanlı hükümetinin savaşı sona erdirmek için barış yolunu tercih etmesi yüzünden tatbik
edilememişti.419
İtalyanların
Kızıldeniz’deki
hareketleri
İngilizlerce
ve
Fransızlarca
hoş
karşılanmadığı için İtalya barış antlaşmasına kadar bu bölgede ufak çaplı bombardımanlarla
ve ablukalarla yetinmek zorunda kalmıştı.420 İtalya’nın Büyük Güçler tarafından
engellenmesinden dolayı Kızıldenız’deki faaliyetlerini istediği gibi gerçekleştirememesiyle
birlikte; Yemen’deki İtalyan destekli isyanlar ve Kızıldeniz’deki Osmanlı limanlarına
saldırılar Osmanlı Devleti’ni o kadar meşgul etmişti ki, Trablusgarp sorunu ikinci plana
atılmıştı.421
419
Kurtcephe, ss. 131-137.
Askew, s. 189.
421
Childs, s. 121.
420
134
Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp’ta direnişe devam etmesi İtalya’yı Osmanlı
Devleti üzerinde baskı kurmak için başka yollara sevk etmişti. Bunu sonucunda Kasım
ortasında, İtalya savaşı Ege’ye yayma tehdidini uygulama taktiğini başlatmıştı. İstanbul
tehdidi ilk olarak Viyana’dan duymuştu, Osmanlı Askeri Ataşesi 17 Kasımda İtalya’nın
Tobruk’taki askeri merkezinden bir filosunun Ege Denizi’ndeki Osmanlı liman ve adalarına
harekâta hazırlandığını rapor etmişti.422
Trablusgarp’a karşı yaptığı harekette istediği başarıyı elde edemeyen İtalya,
Osmanlı Devleti’ni barışa zorlamak için savaşı Ege Adaları ve Anadolu sahillerine
kaydırmayı amaçlamıştı. İtalya’nın bu çabasının temelinde başlıca şu nedenler yatmaktaydı:
1. Trablusgarp ve Bingazi’ye yardım için giden veya gönderilen insan ve malzeme
akışını önlemek,
2. Türklerin morallerini bozarak barışa zorlamak ve İtalyan isteklerinin kabulünü
sağlayacak kuvvetli bir koza sahip olmak,
3. Savaşın uzamasından dolayı İtalyan kamuoyunda meydana gelen hoşnutsuzluğu
gidermek,
4. Balkanlar’daki mevcut düzenin bozulmasını istemeyen Büyük Güçler’in,
Osmanlı hükümeti üzerinde baskı yapmalarını sağlamak,
5. Anadolu üzerinde nüfuza sahip olabilmek için önemli bir mevki elde etmek,
6. Doğu’da İtalyan ticaretine karşı başlatılması düşünülen boykotu önleyebilecek bir
baskı oluşturmak.
Osmanlı hükümetince yapılan değerlendirmelere göre İtalya’nın Akdeniz’deki
adalar, Selanik, İzmir, Beyrut Limanları ve Çanakkale Boğazı’na saldırabileceği tahmin
edilmekteydi. İtalya’nın savaşı Akdeniz ve Ege Denizi’ne kaydırma planını Büyük
Güçler’e bildirmeye hazırlandığı 1911 Ekim ayı ortalarında, Osmanlı hükümeti, bunun
mümkün olamayacağı kanaatindeydi. Selanik Limanı’na karşı girişilecek bir saldırı,
İtalya’nın taahhütlerine ters düşecekti. Böyle bir teşebbüs Avusturya’nın şiddetli
muhalefetiyle karşılaşacağından İtalya’nın Selanik’e saldırma ihtimali yoktu.423 Çünkü
422
423
Childs, s. 82.
Kurtcephe, ss. 101-106.
135
Avusturya’nın ürünlerini pazarlamak için denize açılan kapısı Selanik Limanı’ydı.424
Mavroyeni de anılarında Avusturya’nın Selanik’e yapılacak bir harekete karşı olduğunu
belirtmişti.425 İzmir Limanı’nın bombalanmasına, bu şehirde büyük çıkarları bulunan
İngiltere rıza göstermezdi. İtalya, Beyrut Limanı’nda Fransız savaş gemileri bulunduğu için
saldırıya geçmeyi aklının köşesinden bile geçiremeyecekti. Geriye, İtalya’nın askeri
harekâta kalkışacağı bölge olarak adalar ve Çanakkale Boğazı kalıyordu. Osmanlı
hükümeti, savunma tedbirlerini söz konusu yerlerde almayı düşünmüştü.426
Avusturya Dışişleri Bakanı Aerenthal, böyle bir teşebbüsün Balkanlar’daki mevcut
düzeni bozacağını ve 1887 tarihli Üçlü İttifak Antlaşması’nın 7. maddesiyle tespit edilmiş
Avusturya menfaatlerine zarar vereceğini ileri sürerek karşı çıkmıştı. Bu sebepten İtalya
Ege Denizi’ne yönelik faaliyetlerini gizli tutmuştu. Mavroyeni Bey Viyana’da Baron
Müller’e İtalya’nın niyeti ile ilgili bir bilgisi olup olmadığını sorduğunda da aldığı cevap,
böyle bir durumun söz konusu olmadığı şeklinde olmuştu.427 Bundan sonra İtalya Dış İşleri
Bakanı San Giuliano, Aerenthal’i razı etmek için yoğun bir çaba harcamıştı. İki taraf
arasında cereyan eden diplomatik temaslarda İtalyanlar, Osmanlı hükümeti’ni zorlamak
için, Ege Denizi’ndeki birkaç adanın işgal edilmesinin veya sahil kentlerinden birine
çıkartma yapmanın Üçlü İttifak’a aykırı olamayacağını ileri sürmüş, hatta Rodos ve On iki
Ada’nın Avrupa’da değil, Asya’da bulunduklarını iddia etmişlerdi.
Rus Dışişleri Bakanı Sazanof ise İtalya’yı bu hareketini teşvik etmekle kalmamış,
İtalya Osmanlı Devleti’ni bir iki hayati noktasından vurursa Rusya’nın memnun olacağını
ve bunun Rus isteklerine sürekli muhalefet eden Türklerin burnunu sürteceğini söylemişti.
Fransa ve İngiltere’nin de yaklaşımları farklı değildi. Fransız hükümeti, Osmanlı
Devleti, barışa yanaşmadığına göre, İtalya’nın hareket serbestliğine sahip olması
gerektiğini düşünmekteydi. İngiltere de, İtalya’nın girişeceği harekât çıkarlarını
zedelemediği sürece Adaların işgali ve Türk şehirlerinin taciz edilmesinde bir mahzur
görmüyordu.
424
Barclay, Thomas, s. 48.
Mavroyeni, s. 204.
426
Kurtcephe, ss. 101-106.
425
136
Bu durumda İtalyan isteklerine sadece Avusturya muhalefet ediyordu. Aerenthal,
Müslümanların Avrupa devletlerine karşı ayaklanabileceklerini ileri sürerek geçici bile olsa
adaların işgaline karşı çıkmaktaydı. Buna rağmen Üçlü İttifak Antlaşması’nı yenilememe
tehdidinde bulunan İtalya, Avusturya’nın direnişini yumuşatmayı bilmişti. Üstelik Dış İşleri
Bakanı Aerenthal’in 17 Şubat 1912’de ölümü ve yerine geçen Berchtold’un, Avusturyaİtalya ilişkilerini düzeltme eğiliminde olması, işi daha da kolaylaştırmıştı. Avusturya,
işgalin geçici olması kaydıyla On iki Ada’nın işgaline razı olmuştu.428
İtalyan donanması, aylardır beklenen harekâtı nihayet Nisan ortasında başlatmıştı.
İlk iş olarak adalarla İstanbul’un bağlantılarını kesmek yoluna giden İtalya 15 Nisan günü
Sakız’da bulunan telsiz tesisleri top ateşiyle tahrip etmişti. Bunu diğer adaların kablolarının
kesilmesi takip etmişti. Amirall Amero komutasındaki bir İtalyan filosu Rodos’u
Anadolu’ya ve Kerpe Adası üzerinden Girit’e bağlayan telgraf kablolarını kesmiş ve 18
Nisanda Sisam önlerine gelmişti.429 Adanın merkezine saldırtan İtalyan filosu, limanda
bulunan İhsaniye gambotunu batırmış, Osmanlı askeri kışlasını da topa tutmuştu. Aynı filo,
daha sonra Marmaris Körfezi’nin güneydoğusunda bulunan telgraf-telefon istasyonunu
tahrip etmiş ve 23 Nisanda Çeşme’deki telgraf istasyonunu bombalamıştı.
İtalya’nın bu saldırısının ardından Fransa ve İngiltere, İtalya’nın Boğazlar’a ve ticari
çıkarları bulunan Ege’deki en önemli limanlardan biri olan İzmir’e saldırmayacağını garanti
etmesini istemişlerdi.430 Doğrudan doğruya Anadolu’ya yapılacak bir hareketin İngiltere ile
Fransa’yı kızdıracağını anlayan İtalya coğrafi açıdan işgale en müsait olan Stampalia
adasını 28 Nisanda işgal etmiş ve burayı ileriki saldırıları için üs yapmıştı. 431
Stampalia’nın işgalinden sonra 3 Mayısta Rodos rdından da diğer adalar buralarda
zaptiye neferlerinden başka asker bulunmadığı için kolaylıkla İtalya tarafından işgal altına
alınmışlardı. İtalyan hükümeti işgalden hemen sonra adaların vapurlarına İtalyan bayrağı
çekileceğini, yabancı devletlerle haberleşmede İtalyan posta pulları kullanılacağını, işgal
427
Mavroyeni, s. 188.
Kurtcephe, ss. 101-106.
429
Askew, s. 206.
430
Mavroyeni, ss. 213-214.
431
Miller,s.8.
428
137
edilen adalar arasındaki haberleşmede ise posta pulu yerine cemaat mühürleri
kullanılacağını, Osmanlı Devleti’nden ithal edilecek eşyanın %11 gümrük vergisine tabi
olacağını, buna karşılık Yunanistan’dan ithal edilecek malların gümrük vergisine tabi
olmayacağını bildirmişti.432
Adaların işgali konusunda önceden haberleri olan İngiltere ve Fransa her ne kadar
sömürgelerine giden yolda İtalya’nın söz sahibi olmasından yana değilse de San
Guliano’nun adaların işgalinin geçici olduğuna dair verdiği güvence üzerine İtalyan
işgaline ses çıkarmamışlardı.433 Avusturya ise daha işgalden önce İtalyan niyetlerinden
haberi olduğundan Üçlü İttifak Antlaşması’nın kendine tanıdığı hakları savaştan sonra
isteyeceğini İtalya’ya bildirmişti.
Avusturya, adalardaki İtalyan işgalinin yerli halk arasındaki Yunan harekâtını
kamçılayacağını ve bundan dolayı İtalyanların tahliyesinden sonra adalarda muhtar bir
idare kurulması gerekebileceğini belirmişti. Almanya’yı da İtalyan işgalini sınırlandırmaya
teşvik etmişti. Almanya da tahliyeden sonra adaların Osmanlı Devleti’ne iadesinin zor
olacağını düşünüyordu. Rusya ise adalarla fazla meşgul değildi. Onun bir Avrupa meselesi
olduğunu düşünüyordu. Adaların Osmanlı Devleti’ne iadesine fakat burada muhtar bir
idarenin kurulmasına taraftardı.434
Aslında bakacak olursak, Büyük Güçler’den hiçbiri İtalya’nın Akdeniz’de
güçlenmesini istemiyorlardı. Her ne kadar bu güçler İtalya’nın adaları işgaline karşı sert bir
tepki vermemişse de bu devletler için İtalya Akdeniz’de kontrol edilmesi gereken bir güçtü.
İtalya’nın Akdeniz’deki durumunu en yakından izleyen devlet ise İngiltere idi. Zira
donanmasının büyük kısmını Kuzey Denizi’ne kaydırmış olan İngiltere’nin Akdeniz’deki
etkinliğini arttırabilmesi için bu denizde yeni bir donanma teşkil etmesi gerekiyordu. Bunun
içinde önünde iki seçenek vardı.
432
Kurtcephe, s. 124.
Childs, ss. 136-137.
434
Şıvgın, ss. 107-112.
433
138
Bu seçeneklerden ilki donanmaya ayırdığı bütçeyi arttırmak, ikincisi ise Avrupa’nın
diğer iki büyük deniz gücü olan Almanya ve Fransa ile antlaşma yapmak ya da işbirliğine
girmekti.
Mevcut durum içerisinde İngiltere için ilk seçeneğin gerçekleşmesi oldukça zordu.
Bu durumda İngiltere’nin önünde değerlendirmesi gereken tek seçenek kalmıştır; Almanya
veya Fransa ile işbirliği yapmak. Bu iki ülke arasında İngiltere’nin işbirliği içine girme
ihtimali olan tek ülke Fransa idi. Çünkü Almanya donanmasını güçlendirerek İngiltere’nin
denizlerdeki üstünlüğüne son vermeye çalışmaktaydı. İngiltere bir yandan Fransa ile
Akdeniz konusunda ortak hareket etmenin yollarını ararken bir yandan da içerideki Fransa
karşıtı muhalefeti muhtemel bir işbirliği konusunda ikna etmeye çalışıyordu.435 Blunt’ın
anılarında belirttiği üzere; bu dönemde Almanya ile İngiltere arasında bir savaşın patlak
vermemesinin nedeni İngiltere’nin ekonomik yönden Almanya’nın ise deniz gücü açısından
bu tip bir mücadeleye hazır olmayışıydı.436
Fransa’nın Fas’ı işgali ve İtalya’nın genişlemeye yönelik hareketi Akdeniz’deki
mevcut durumu tamamen değiştirmişti. Fransa, İtalya’nın müttefiklerinin Akdeniz’deki
güçlerini arttırmak için yoğun çaba gösterecekleri bu sebeple de Fransa’nın sadece savaş
sırasında değil, barış zamanında da etkin bir deniz gücüne sahip olması gerektiğini
hissetmişti. Bu yolla Osmanlı ve diğer devletler Akdeniz’deki dominant gücün Fransa
olduğunu anlayacaklardı. İngiltere içinde Akdeniz stratejik bir bölgeydi. Zira Mısır’ın ve
sömürgelerine giden yolların güvenliğini sağlayabilmesi için İngiltere’nin Akdeniz’deki
mutlak hâkimiyeti şarttı. İngiltere, her zaman Akdeniz’in hâkimi olarak adlandırıldığından
onun gözünde Akdeniz çok önemli bir yere sahipti. Fransa ve İngiltere, Akdeniz’deki
hâkimiyet için Üçlü İttifak’la bir savaşın başlaması durumunda Fransa Akdeniz’deki
güçlerini korurken; İngiltere, Kuzey Denizi’nin ve İngiliz Kanalı’nın güvenliğini
sağlayarak Alman filolarının Akdeniz’e geçişini engelleyecekti. Fransa ayrıca Süveyş
Kanalı’nın güvenliğini sağlayacaktı. Çünkü İngiltere için Mısır’ın güvenliği ülkede bulunan
435
436
Askew, s. 217.
Blunt, s. 776.
139
İngiliz yöneticileri ve askerlerinden çok Akdeniz üzerindeki hâkimiyetle sağlanabilirdi. Bu
sebeple İngiltere’nin Akdeniz üzerindeki bağlantıları büyük önem taşımaktaydı.437
İtalya’nın ise Avrupa politikasını belirleyen temel unsur Üçlü İttifak Antlaşması
iken, Akdeniz politikasını belirleyen temel unsur İngiliz-Fransız antlaşmasıydı. Bu
sebepten, Akdeniz’deki fansız üstünlüğünü engellemek için Avusturya ile bir ittifak yoluna
gitmek İtalya için en mantıklı seçenekti.438
Osmanlı Devleti açısından ise, birkaç safha geçirmiş olan Trablusgarp Savaşı Rodos
ve adaların işgaliyle yeni bir safhaya girmiş bulunuyordu. Hükümete göre İtalya
Trablusgarp’a karşı Rodos’u rehin almıştı ve barış zamanı gelince Trablusgarp’a karşılık
Rodos’u Osmanlı Devleti’ne iade edecekti. Gerçektende Rodos ve On iki Ada’nın işgali
İtalya’ya Trablusgarp için pazarlık imkânını vermişti. Rodos ve On iki Ada’nın tahliyesi
karşısında Trablusgarp ve Bingazi’nin tahliyesini istemişlerdi.439 İtalyan gazeteleri
Rodos’un işgalini İtalyan donanmasının çok büyük bir zaferi olarak yansıtmışlardır. Bu
işgalin İtalya seferinin en parlak hareketlerinden biri olduğunu yazmışlardı. Oysa adalarda
daha önce de değinildiği gibi Osmanlı askeri kuvveti yoktu. Sadece Rodos’ta 1200 kişilik
bir askeri kuvvet bulunuyordu. İtalyanlar Rodos’a ilk etapta 9000 asker çıkarmışlardı.
Ancak adalardaki kuvvet dengesizliği ve yerli halkın katkıları440 düşünülecek olursa, bu
işgale büyük bir zafer denilemezdi. İtalya Avrupa devletlerine adaları geçici olarak işgal
ettiğini ilan etmişti. Fakat adaları tahliye etmeye pek de niyetli değildi.
Adaların İtalya tarafından işgal edilmesine en çok Yunanistan sevinmişti. Çünkü
İtalya ona savaş bitince adaları hediye edecekmiş intibaını vermeye çalışmıştı. Bu sebeple
adalarda yaşayan ve nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan Rumlar İtalyan askerlerini
kurtarıcıları gibi karşılamışlardı. İtalya’nın gerçek niyeti ise savaş zamanı ada halkının
437
Miller, ss. 9-12.
Askew, s.229.
439
Şıvgın, ss. 107-112.
440
Gerçektende İtalyan işgali sırasında Türk askerlerinin en büyük düşmanı yerli Rumlardı. Türklere yiyecek
vermedikleri gibi adanın bütün halkı İtalyanlara yardımcı olmak için adeta seferber olmuşlardı. Türkleri
gözetmek için tepelerde sabahlara kadar nöbet tutuyorlar, en küçük bir hareketi bile İtalyanlara haber
veriyorlardı. Bkz.: Kurtcephe, s. 123.
438
140
yüzüne gülmek savaştan sonra da buraya yerleşmekti.441 Bir müddet sonra İtalyanların
gerçek niyeti anlaşılınca Rumlar ile İtalyanlar arasındaki samimiyet sona ermişti. Adalıların
çeşitli vesilelerle istedikleri Yunanistan ile birleşmek emelleri İtalyanlarca şiddetle
reddedilince, Lipsos ve Stampalia hariç Rodos ve diğer on adanın temsilcileri Haziranının
ilk günlerinde Patmos’da Saint-Jean manastırında toplanarak 17 Haziran 1912’de muhtar
bir Ege Devleti’nin kurulmasını ve Yunanistan’la birleşmek istediklerini ilan etmişlerdi. Bu
delegelerin hiçbiri halk tarafından seçilmemişti. Kendi şahsi istekleriyle toplantı
yapmışlardı. General Ameglio derhal bu sahte kongreyi dağıtarak bazı kimseleri tevkif
ettirmişti. Bir müddet umumi toplantıları yasaklamıştı Bu suretle artık Rodos ve On iki Ada
halkıyla İtalya arasındaki Türklere karşı tahrik politikası sona ermiş polis rejimi başlamıştı.
İtalyanlar Trablusgarp, Bingazi, Derne, Tobruk ve Homs’da yerli ve Türklere
bildiriler atarak On iki Ada’nın işgal edildiğini buradaki Türklerin mağlup ve esir
edildiklerini kendilerinin de boşuna direnmemelerini ihtar etmişlerdi. Fakat İtalyanların Ege
Denizi’ndeki harekâtı Trablusgarp ve Bingazi’deki gönüllü Türk subayları üzerinde hiçbir
tesir yapmamıştı.442 On iki Ada’nın işgaliyle İtalya, Osmanlı Devleti’ne istediğinden daha
az zarar vermişti. İtalyanlara göre; adalar Türklerle pazarlık için iyi bir araç olacaktı. Ancak
Türkler etnik olarak Yunan, ekonomik olarak ta o derece değerli olmayan bu adaların
kaybına büyük bir tepki göstermemişlerdi. Bunun üzerine, İtalyan Genel Kurmay Başkanı
Alberto Pollio (1852-1914), Osmanlı Devleti’ne karşı topyekûn bir savaşa girişilmesi
gerektiği fikrini ortaya atmıştı. Ona göre bir İtalyan kuvveti İzmir’e çıkmalı ve İtalya askeri
gücünü Türklere göstermeliydi.
443
Bunun için hazırlıklara başlayan İtalyanlar,
Trablusgarp’ta ilk defa bir savaş aracı olarak kullandıkları uçaklardan bir kısmını adalara
getirmişti. Bu uçakların Ege sahilleri üzerinde uçuşlar yapması hem halkın maneviyatını
sarsmış, hem de İtalyanların Anadolu’yu işgale hazırlık yaptığı şeklinde yorumlanmıştı.444
Çanakkale Boğazı’nın bombardımanından ve Ege Denizi’ndeki adaların işgalinden
beklediği sonucu elde edemeyen İtalya’nın tekrar saldırıya geçerek Osmanlı Devleti’nin
441
Askew, s.207.
Şıvgın, ss. 107-112
443
ACS 17, no: 4466, 25.06.1911
442
141
başkentini zorlayacağına ilişkin belirtiler kuvvetlenmeye başlamıştı. İtalya, Çanakkale
Boğazı’nın kapatılmasına yol açacak hareketlere girişerek Avrupalı devletlerini bu soruna
bulaştırmak istemiş ve bu maksadına nail olmuştu. Fakat Avrupa devletlerinin arabuluculuk
girişimlerine rağmen Osmanlı Devleti, bir türlü Trablusgarp ve Bingazi’yi terk etmeye
yanaşmamıştı. Bu durumda İtalyan donanmasının Boğazlar’a yeni bir saldırı ihtimali
artmaktaydı. Zira Boğazlar’ın ilk kez kapatılmasından dolayı Büyük Güçler’in uğradıkları
zararın toplamı 250.000.000 frank civarındaydı. İtalya’nın saldırısı halinde Osmanlı
Devleti, Boğazlar’ı tekrar kapatacak ve bu da Büyük Güçler’in ikinci kez göze
alamayacakları bir gelişme olacaktı.
Mayıs 1912 sonlarına doğru İngiltere’nin Karadeniz’de bulunan gemilerine bir an
evvel Boğazlar’dan çıkmaları için emir verildiğinin duyulması, Osmanlı Harbiye
Nezareti’nde İtalyan saldırısının yakında başlayacağı kanısını güçlendirmişti. Ancak
beklenen saldırı hemen gelmemişti. Yaklaşık bir ay sonra 17 Temmuzu 18 Temmuza
bağlayan gece İtalyan donanması Çanakkale Boğazı’nı ikinci kez geçme denemesine
girişmişti. Gece yarısı başlayan saldırıya beş İtalyan zırhlısı katılmıştı. Bir düşman
filosunun Boğaz’a girdiği haberi alınır alınmaz Türk istihkâmlarından düşman filosu
üzerine ateş açılmıştı. Yarım saat kadar süren karşılıklı ateş sonunda Boğaz’ı
geçemeyeceğini anlayan İtalyan filosu geri çekilmek zorunda kalmıştı.
İtalyanların iki kere Çanakkale Boğazı’nı geçmeye teşebbüs etmeleri, Osmanlı
siyasi ve askeri çevrelerinde, Boğaz’ın geçilmesi halinde İstanbul’un işgal edilebileceği ve
belki de Rumeli’nin tamamen elden çıkabileceği ihtimalini akla getirmişti. Bu ihtimali göz
önünde bulunduran Osmanlı hükümeti, 18 Nisan 1912’deki ilk İtalyan saldırısından hemen
sonra Boğazlar’ın savunmasını güçlendirmek için harekete geçmişti. Bu maksatla
Almanya’dan çok sayıda torpil ve top satın alındığı gibi Boğazlar’ın savunmasını yapmakla
görevli askeri birliklerin sayısını artırma yoluna da gidilmişti. Ayrıca Harbiye ve Bahriye
Nezaretlerince, İtalyan saldırısının kazandırdığı veriler doğrultusunda yeniden Boğazlar’ı
savunma planları hazırlanmıştır. İtalyan donanması, Çanakkale Boğazı’nı geçmeye
444
Kurtcephe, ss. 124-130.
142
kalkışmasaydı bütün bu tedbirlere gerek duyulmayacaktı. Diyebiliriz ki, 1912’de
İtalyanların Çanakkale Boğazı’nı geçme teşebbüsleri, 1915’deki “Çanakkale Zaferi” ne
zemin hazırlayan bir gelişme olmuştu.445
G. Barış Arayışları ve Ouchy (Uşi) Antlaşması
İtalya 1912 Kasımı ortalarından itibaren Avrupa devletleri’nden Osmanlı Devleti ile
barışı sağlama konusunda arabuluculuk yapmalarını istemiş ve bu amaçla Fransa ile
İngiltere’ye başvurmuştu. İngiltere, Türklerin bu sırada barışa yanaşmayacaklarını ve
arabuluculuk işinde Büyük Güçler’in hep birlikte hareket etmeleri gerektiğini belirtmişti.
Osmanlı hükümetinin İtalya’nın Osmanlı limanlarına ve Boğazlar’a bir saldırısı halinde
Boğazlar’ı kapatacağını ilan etmesi üzerine telaşa kapılan Rusya ise Osmanlı Devleti ile
barış yapılması konusunda İtalyan istekleri doğrultusunda çalışmaya başlamıştı.446 Çünkü
Rusya’nın dış borçlarını ödediği tahıl ihracatının tamamı ve genel ihracatının yüzde 37’si
bu sulardan geçiyordu.447 Mavroyeni Bey de anılarında Rus yetkililerin kendisiyle barış
görüşmelerinin başlatılması konusunda görüştüğünü belirtmişti.448
Rusya tarafından öne sürülen barış teklifi özetle; Trablusgarp’taki Türk askerlerinin
geri çıkarılması, Trablusgarp’taki İtalyan egemenliğinin bütün devletlerce tanınması ve
diğer hakların savaştan önceki durumuna getirilmesi ve devletlerarasındaki antlaşmalarla
çözümlenmesi şeklinde idi. Ancak bu. Antlaşma şartları Osmanlı Devleti’nı yok varsayarak
ve tamamen İtalyan menfaatleri göz önüne alınarak hazırlanmıştı. Bu sebepten Osmanlı
kamuoyunda Rusya’nın bu girişimi bir Haçlı ordusu hazırlığına benzetilmişti.449
İngiltere ise, yalnız bir devletin değil de hep birlikte araya girilerek Osmanlı
Devleti’ni barışa mecbur etmenin en doğru yol olduğunu düşünmüştü. Çünkü ona göre,
yalnız İngiltere, Fransa ve Rusya’nın araya girmesi Türk düşmanlığını üzerine çeker ve bu
da Almanya’nın işine yarardı. İngiltere arabulucu olarak Almanya ve Avusturya’nın da yer
445
Kurtcephe, ss. 109-119.
Mavroyeni, ss. 200-201.
447
Childs, ss. 104-105.
448
Mavroyeni, s. 180.
449
Askew, s. 239.
446
143
almasının doğru olacağını söylemişti.
Fakat bu devletler, araya girmenin nasıl olacağı konusunda ortak bir karara
varamamışlardı. Önce İtalya’ya mı, yoksa Osmanlı Devleti’ne mı yoksa her ikisine birden
mi başvurulacağı veya şartları kendileri hazırlayıp Osmanlı Devleti’ne tebliğ mi edileceği
şeklinde tartışmaları olmuştu.450 Osmanlı hükümeti Trablusgarp’ta herhangi bir şekilde
Padişahın sözde de olsa hükümranlığını tanımak ve yerli halkın manevi bağlarının
sarsılmamasını sağlamak şartıyla barış görüşmelerine hazır olduğu söylemiş ve
İngiltere’nin arabuluculuk yapmasını istemişti. Ancak İtalyan hükümeti ileride birtakım
güçlükler doğuracağından, sözde de olsa Padişahın hükümranlık hakkını tanımaya
yanaşmamıştı. İtalyan hükümeti, Halife’nin ruhani egemenliğini tanıma, Düyun-ı
Umumiye’nin Trablusgarp ve Bingazi’ye ait borçlarını ödeme ve kapitülasyonları
kaldırmayı karşılığında Osmanlı hükümetinin bu iki toprak parçasını kendisine terk
etmesini istemişti.451 Babıâli’nin, Padişahın hükümranlık haklarının tanınması hususunda
ısrar etmesi ve İtalya’nın da bunu kabule yanaşmaması, henüz barış zemininin oluşmadığını
ortaya koymuştu. Büyük Güçler, bu şartlarda arabuluculuk yapmaya yanaşmamışlardı.
Aslında, Büyük Güçler’in arabuluculuk yapmalarını hem İtalya, hem de Osmanlı
Devleti istiyordu. Fakat Rusya haricinde diğer devletler, savaşı sona erdirmeye pek hevesli
değillerdi. Gerçekte savaşın onlara bir zararı dokunmamış, aksine ekonomik çıkarlar
sağlamıştı. İngiltere, İtalya’ya binlerce ton kömür satmış, Fransa, Almanya ve Avusturya
ise silah ve cephane satımı yoluyla milyonlarca frank kazanmıştı. Ancak 1912 Şubatına
gelindiğinde Avrupa siyasi çevrelerinde İtalya’nın savaşı Ege Denizi’ne yayacağı ve
Boğazlar’a saldıracağı söylentileri dolaşmaya başlayınca, Rusya’nın arabuluculuk önerisi
de diğer Büyük Güçler tarafından kabul görmüştü. Çünkü hiçbir Büyük Devlet savaşın
Balkanlar’a sıçramasını ve Doğu Sorunu’nun tekrar alevlenmesini arzu etmemişti. İngiltere
beş Büyük Devlet’in birlikte ve savaşan her iki tarafa ayrı ayrı başvurarak savaşın sona
erdirilmesine çalışılması fikrini ortaya atmıştı.452
450
Şıvgın, ss. 123-125.
Mavroyeni, s. 204.
452
Askew, ss. 190-202.
451
144
Osmanlı devlet adamları barış istemekte fakat bunu kâğıt üzerine döküp
sorumluluğu almaktan kaçınmakta idiler. Bunun halkın üzerinde kendileri hakkında
yapacağı kötü tesirden korkuyorlardı.
453
Çünkü Trablusgarp’taki bir avuç Türk askeri,
İtalya’nın kat kat üstün ve tam teçhizatlı ordusuna rağmen, olağanüstü başarılar göstermiş
ve düşman ancak bazı noktalarda kıyı şeridinden 4-5 km uzaklıkta bulunan Seydi-ElMısri’ye
ve
güneyde
20
km
kadar
içeride
kalan
Sıvani-Beni-Adem’e
kadar
ilerleyebilmişlerdi.454 Bu durum Osmanlı kamuoyunda da coşkuyla karşılanmıştı. Fakat
Osmanlı Devleti’nin deniz gücü, donanması olmadığından İtalyanları tamamen denize
döküp savaşı sona erdirememişti. Bu durumda savaş uzayıp gidiyordu. Savaşın uzaması,
zaten zayıf olan Osmanlı maliyesine önemli bir yük getirmişti. Ayrıca yakında çıkması
muhakkak olan Balkan Savaşı tehlikesi de Osmanlı devlet adamlarının büyük bir kısmında
İtalyanlarla barış görüşmelerine başlamak hususunda bir arayış meydana getirmişti.
18 Haziran 1912’de Rusya, Fransa ve İngiltere’nin İstanbul ve Roma elçileri
Osmanlı ve İtalyan Dışişleri Bakanları ile görüşüp arabuluculuk teklifinde bulunmuşlardı.
Bunun sonucu olarak Osmanlı hükümeti ile İtalya arasında bir mütareke yapılması
hususunda ön görüşmelere girişilmişti. Lozan’da iki devlet 12 Temmuz 1912’de savaşa son
vermek için, resmi olmayan görüşmelere başlamışlardı. Görüşmeler başladığında, henüz
Mehmed Sait Paşa kabinesi iktidarda idi. Osmanlı Devleti adına Şuray-ı Devlet Reisi Sait
Halim Paşa (1863-1921) ile İtalyan temsilcileri Giuseppe Volpi (1877-1947) ve Guido
Fusinato (1860-1913), Lozan’da buluşup görüşmelere başlamışlardı.455
Sait Halim Paşa, Trablusgarp’ın özgürlüğü İtalyanlar ise, İtalya’ya katılması
üzerinde konuşmuşlardı. 19 Temmuzda İtalyan delegeleri Sait Halim Paşa’ya Rodos ve On
iki Ada konusunda şu üç şıkkı teklif etmişlerdi:
453
Şıvgın, ss. 125-131.
Karasapan, s. 204.
455
Osmanlı Devleti ile Sociéta Generale aracılığıyla ticaret ilişkileri olan ve devlet kademelerinde bir çok
kişiyi tanıyan Volpi, resmi görüşmeler başlamadan önce Türk tarafının nabzını yoklamak ve barış
konusundaki fikirlerini öğrenmek için Haziran ayında Talat ve Asım Beylerle görüşmüştü. Bu görüşmeler
sonunda Volpi, Roma’ya Türk tarafının Trablusgarp’a özerklik verilmesi, yerl halktan oluşan bir ordu
454
145
-
Adaların İtalyan hâkimiyetine terki.
-
Muhtariyet verilmesi.
-
Yerli halka birtakım garantiler tanımak suretiyle Adalar’ın Osmanlı Devleti’ne
iade edilmesi.456
Ancak Mehmed Sait Paşa İtalya’nın bu tekliflerini kesin bir dille reddetmişti. 17
Temmuzda Sadrazam Mehmed Sait Paşa görevden çekilmiş ve 21 Temmuz 1912’de
sadrazamlığa Ayan Reisi Gazi Ahmet Muhtar Paşa (1839-1919) getirilmişti.
Gazi Ahmet Muhtar Paşa, Osmanlı Devleti’nin mecbur kalmadıkça, bir savaşa
girmesine taraftar değildi. Bundan dolayı baştan beri, Trablusgarp Savaşı’na karşı çıkmıştı.
Sadrazam Mehmed Sait Paşa İtalya’nın Osmanlı İmparatoluğu’na kesin uyarı verdiği
günlerde bazı devlet ileri gelenlerini toplamış ve fikirlerini sormuştu. Burada bulunan Ayan
Reisi Gazi Ahmet Muhtar Paşa, mevcut şartlar altında İtalya ile savaştan kaçınmak lazım
geldiğini bu sebepten meselenin barış yolu ile çözümlenmesi gerektiğini burada
mukavemetin cinayet olduğunu söylemişti. Gazi Ahmet Muhtar Paşa, savaşın başından beri
Trablusgarp’ın nasıl olsa, elden çıkacağına kanaat getirmiş bulunuyordu.457 Yeni kabineyi
teşkil edecek kişilerle bir toplantı yapan Ahmet Muhtar Paşa; bu toplantıda, vekiller
heyetinin kesin olarak kuruluşu, istifa eden kabinenin düşme sebepleri, memleketin iç ve
dış durumu görüşülmüştü. Trablusgarp Savaşı’nın son durumu ile Rumeli’deki
ayaklanmanı sebepleri ve bunun için alınacak tedbirlerin mahiyetini ve bunlardan ne gibi
sonuçlar alınmış olduğunu öğrenmek üzere sekreterlik dairesinden Erkan-ı Harp Reis
Vekili Hadi Paşa ile Trablusgarp’a asker sevkine görevli bir kurmay subay çağrılarak
yaptıkları açıklamalar dinlenmişti. Subayların raporlarından Akdeniz’in kapalı olması
yüzünden Trablusgarp’a muntazam bir şekilde asker ve savaş malzemesi gönderilmesi
mümkün olmadığı, yalnız orada İtalyanlar ile çarpışmakta olan az sayıda asker ile kalabalık
bir Arap topluluğunun beslenmeleri ve harbin devamı için lüzumlu para ve erzak ile savaş
malzemesinin Tunus ve Mısır yolu ile bazı yabancı vasıtalarla, gönderilmesine çalışmakta
kurulması ve İtalya’ya ticari öncelikler sağlanması konusunda görüşe sahip olduklarını belirtmişti. Bkz.:
Askew, s. 238.
456
Askew, s. 214.
146
ve bu işler için de ayda 180-200.000 lira kadar bir para harcanmakta olduğu anlaşılmıştı.
Hadi Paşa ise, bir seneye yakın bir süredir devam eden Trablusgarp Savaşı nedeniyle
Çanakkale Boğazı’nı ve Akdeniz’deki Osmanlı sahillerinin mühim noktalarını İtalyan
saldırısından korumak ve bir taraftan da Arnavutluk ayaklanmasını bastırarak Rumeli’de
karışıklık çıkmasına meydan vermemek için nizamiye ve redif (yedek) askerlerinin
hepsinin silâh altına alındığı bunlardan bir kısmının Boğaz etrafına, diğer kısmının ise,
diğer mühim noktalara yerleştirildiğini artık Anadolu’da silâh altına alınacak bir tek asker
kalmadığını söylemişti.
İtalyanlarla gayri resmi olarak müzakere eden Sait Halim Paşa’nın, 28 Temmuzda
Lozan’dan geri çağrılması ve görüşmelere bir süre ara verilmesinin ardından nihayet yeni
Hükümetin seçtiği elçilerden Sofya Büyükelçisi Nabi ve Çetine Elçisi Rumbeyoğlu
Fahrettin Beyler İtalyan temsilcileri ile 13 Ağustosta İsviçre’de Caux (Ko)’da
buluşmuşlardı. Gayri resmi görüşmelere tekrar ve daha ciddi olarak başlanılmıştı. 19
Ağustosta Osmanlı Hariciye Nazırı Gabriel Noradonkyan Efendi bu kararı İstanbul’da
bulunan Büyük Güçler’in elçilerine açıklamıştı. Bununla birlikte müzakerelerin içeriği çok
gizli tutulmuştu.17 Ağustos 1912’de İtalyanlar, Osmanı Devleti barış şartlarını kabul
etmezse Osmanlı Devleti’nin başka taraflarına saldıracaklarını, artık Avrupa devletlerinin
menfaatlerine aldırış etmeyeceklerini söylemişlerdi. Osmanlılar ise, bunun Paris ve Berlin
Antlaşmaları’ndaki Osmanlı toprak bütünlüğünün korunması maddelerine aykırı olduğunu
ve bu konuda Avrupa devletlerine başvurabileceğini bildirdi. İtalya buna şiddetle karşı
çıkmıştı.458
Türk tarafı uyuşmayı esas olarak Trablusgarp’ın muhtariyetini ilanının gerekliliğini
ileri sürmüştü. Bu suretle hem İtalya’nın haysiyet ve itibarı korunacak, hem de Osmanlı
hükümeti Trablusgarp’ı düşmana terk etmiş görünmeyecekti. İtalyanlar ises Trablusgarp’ın
iç kısmı için Türklerle on yıllık bir antlaşma yapılarak Padişahın Trablusgarp’a dini bir
temsilci göndermesini, bu temsilcisinin maaşının vakıflar hâsılatından ödenmesini ve
Trablusgarp gelirlerinin beşte birini de Düyun-ı Umumiye’ye karşılık olmak üzere tahsis
457
458
Şıvgın, ss. 132-133.
Şıvgın, ss. 132-136.
147
edilmesini istemişlerdi. Bir diğer öneri de Fizan’ı uzun müddet işgal etmemeyi taahhüt
ederek Padişaha sadık kalmak isteyen Araplara bir sığınma bölgesi bırakılması esasını
içeriyordu. İtalya Başbakanı Giolitti, Padişahın bir dini temsilci bulundurması ve Düyun-ı
Umumiye’ye bir hisse ayrılması önerilerine razı olmuş, fakat diğer önerileri ilerde birçok
ihtilafa sebep olacakları gerekçesiyle kabule yanaşmamıştı.
Meclis-i Vükela 5 Ağustos 1912’de barış şartlarını belirlemek üzere toplanmıştı.
Mehmed Sait Paşa Hükümeti tarafından İtalya ile ne gibi esaslar üzerine barış
imzalanacaklarını araştırma maksadıyla oluşturulan komisyonun bir benzeri yeni kabine
tarafından da oluşturulmuştu. Bu komisyon beş ayrı barış paketi sunmuştu:
1. İtalya’nın Trablusgarp ve Bingazi sahillerinde donanmanın yardım ve himayesi
ile zapt ve işgal eyleyebileceği mahallelerin, Osmanlı Devleti’nce İtalya’nın askeri işgali
altında kalabileceğinin kabul edilmesi.
2. Bingazi sahillerine karşılık, Trablusgarp vilayetinin bilinen sınırlarıyla ve
halkının rızasıyla veya rızası alınmaksızın zabtı hakkı İtalyanlara ait olmak şartıyla hali
hazırı üzere İtalya’ya terki. Bingazi Sancağı Osmanlı idaresinde bırakılarak Trablusgarp
halkının kendi yerlerinde kalıp İtalya tabiyetine kabul edilmesi veyahut Bingazi sancağına
ve Osmanlı topraklarının istedikleri yerine göç etmekte ve eski tabiyetlerini korumakta
serbest bırakılmaları.
3. Trablusgarp ve Bingazi’ye Padişahın hükümranlığı altında muhtariyet verilmesi
ve kurulacak beyliğin başına geçecek beyin yerine çocuklarının geçme hakkına sahip
olması, ilmiye sınıfına mensup memurların eskiden olduğu gibi Makam-ı Mesayih
tarafındna tayin olunması, diğer memurların ise bey tarafından seçilmesi ve memleketin
savunması için yerli halktan milis kuvvetlerinin teşkil edilmesi.
4. Daha önce Mehmed Sait Paşa Kabinesi tarafından Sait Halim Paşa vasıtasıyla
teklif edilmiş olduğu üzere Trablusgarp ve Bingazi sahillerinde mevcut limanlardan başka
yerler seçilmek şartıyla liman tesisine müsait bir noktanın İtalya’ya terki ile diğer sahil ve
iç bölgelere Padişahın hükümranlığı altında olarak muhtariyet verilmesi.
5. Trablusgarp vilayetinin mevcut sınırlarıyla, fakat halkın İtalya tabiyetini kabul
veya Bingazi Sancağı’na ve Osmanlı topraklarının sair kısımlarına göç etmekte serbest
148
bırakılması şartıyla, İtalya’ya ve buna karşılık Masawa ile Eritre’nin İtalya tarafından
Osmanlı hükümetine terki ve Bingazi’ye Padişahın hükümranlığı altında muhtariyet
verilmesi.
Barış görüşmeleri sırasında bu beş barış paketinden önce birincisi teklif edilerek
İtalyanlara kabul ettirilmeye çalışılacaktı. İtalyanların kabule yanaşmamaları halinde
sırasıyla diğer barış paketleri gündeme getirilecekti. Yalnız bu beş barış şeklinden
birincisinin kabul ettirilmesine imkân bulunamayacağı kesinlikle anlaşılmadıkça ondan
sonrakinin teklif edilmemesine son derece itina gösterilecekti. Bu beş şekilden hangisi
barışa esas olursa olsun İtalya’nın işgal ettiği adaların tümünü kayıtsız şartsız Osmanlı
hükümetine iadesini İtalyan hükümeti taahhüt etmelidir. Buna karşılık Osmanlı hükümeti
adalar hakkında kanunlara karşı gelenler için umumi af ilan edecekti.459
İtalyanlar barış görüşmeleri tekrar başlamadan önce giriştikleri diplomatik
temaslarla Osmanlı hükümetinin ileri süreceği barış şartları hakkında fikir sahibi
olmuşlardı. Babıâli’nin masaya getireceği şartları aşağı yukarı öğrenen İtalyan hükümeti,
bu bilgiler ışığında tavrını belirlemiş, barış görüşmelerine katılacak murahhaslara Türklerin
barış yapmayı çok arzu ettiği söylenmiş ve bu yüzden görüşmeler sırasında çok katı
davranmaları talimatı verilmişti.
13 Ağustos 1912’de İsviçre’nin Caux şehrinde Türk ve İtalyan delegeleri
görüşmelere başlamışlardı. Nabi Bey önce birinci barış paketini sunmuştu. İtalyanların bu
öneriye ihbar etmemesi üzerine ikinci öneri paketi açılmıştı. Bu öneri de ilhak kararına
aykırı bulunmuştu. Bunu takiben Türk delegeleri üçüncü barış paketini de açmışlardı. 27
Ağustosa kadar tartışmalar bu üç değişik öneri üzerine cereyan etmişti. İtalyanlar, birinci ve
ikinci Türk önerilerine ilhak kararının geri alınmasının İtalya için manevi bakımdan intihar
demek olacağını, bunun sonucunda ülkede ayaklanma çıkacağını ve belki de hanedanın
devrileceğini ileri sürerek karşı çıkmışlardı. Başlangıçta üçüncü öneriyi incelemeye değer
bulan İtalyan delegeleri, kısa bir süre sonra fikir değiştirerek bunun da ilhak kararına aykırı
olduğunu iddia etmişlerdi.
459
Kurtcephe, ss. 207-208.
149
Giolitti’nin iddiasına göre, Osmanlı hükümeti, üçüncü öneriyi sunmakla bütün
Trablusgarp’ı İtalyanlara bırakmak niyetinde olduğunu göstermiş ve Nabi Bey,
Hükümetinin tek isteğinin Türk kamuoyunu kandırabilmek için böyle bir formüle razı
olduğunu söylemişti. Osmanlı delegelerinin, dışişleri bakanlığına gönderdikleri telgraflarda
Giolitti’nin iddiasını doğrulayacak bir ifade bulunmamaktaydı.
Osmanlı Devleti’nin önerilerine karşılık olarak İtalyanlar, bir antlaşmaya
varılabilmesi için şu üç şartın yerine getirilmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdi:
1. Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp üzerindeki hâkimiyetinden vazgeçmesi
istenmeyecek ve buna karşılık İtalya’nın ilhak kararını geri alması için ısrar edilmeyecek,
2. Her iki devlete de antlaşmayı iç siyasetleri bakımından milli haysiyet ve
şereflerine dokunmayacak biçimde yorumlama imkânı tanınacak, ancak bu yorulmama iki
devlet arasında bir antlaşmazlık doğuracak nitelikte olmayacak,
3. Derhal ateşkes ilan edilecekti.
İtalyanların ortaya attıkları bu öneriler, her iki tarafında işini kolaylaştırmaya
yönelikti. Fakat bundan sonra da tarafların arasındaki görüş ayrılıkları devam etmişti. Türk
tarafının ileri sürdüğü üç barış önerisini de incelemeye değer bulmayan İtalyan delegeler,
ilhak kararından taviz vermemekte kararlı olduklarından muhtariyet fikrine de
yanaşmamışlardı. Türk tarafı da İtalyanların ileri sürdüğü barış şartlarını kabule
yanaşmamıştı. Bu sebepten görüşmeler kesilme tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştı.
Görüşmelerin kesilmesini istemeyen Giolitti, tehlikeyi görünce, İtalyan delegelerle bizzat
görüşmek istemişti. 25 Ağustosta Torino’da Gioliitti ile İtalyan delegeler buluşarak
izleyecekleri hareket tarzını ele almışlardı. 27 Ağustos 1912’de görüşmeler tekrara
başlamış, Türk delegeler, dördüncü önerilerini açıklamışlardı. İtalyanlar, bu öneriyi de ilhak
kararnamesiyle bağdaşmayacağı gerekçesiyle reddetmişlerdi. Bunun üzerine Nabi Bey
tarafından son Türk önerisi okunmuştu. Bu öneri de diğerleri gibi ilhak kararnamesine
aykırı olduğu ve ayrıca Masawa ve Eritre’nin İtalya tarafından terkini gerektirdiği
bahanesiyle geri çevrilmişti. İtalyanlar tüm Türk önerilerini reddetmekle inisiyatifi ele
geçirip barış şartlarını dikte ettiren taraf olmak istiyorlardı. Türk tarafının masaya getireceği
önerisi kalmayınca İtalyanlar , karşıt öneriler ortaya atmıştı. Bu öneriler:
150
1. Osmanlı hükümeti, İtalya’nın hükümranlık hakkını tanımaksızın Trablusgarp ve
Bingazi’nin muhtariyetini ilan edecek,
2. Padişah, maaşı mahalli gelirlerden karşılanmak üzere yerli halkın ileri
gelenlerinden bir şahsı, vekili olarak tayin edecek,
3. İtalyan kamuoyunun bu durumu himaye ve metbuiyet addetmemesi için
padişahın vekili Hıdiv veya Bey gibi bir ünvana haiz olmayacak ve vakıflar, Düyun-ı
Umumiye, Reji gibi kurumlarda be Osmanlı menfaatlerinin korunması vazifesiyle mükellef
bulunacak,
4. İtalyan hükümeti, Osmanlı Devleti’nce verilecek muhtariyeti nazarı itibar
almayarak Trablusgarp ile Bingazi’yi hükümranlık hakkına dayanarak idare etmek üzere
kanun ve nizamnameler koyabilecek ve aynı zamanda tayin edilecek Osmanlı vekilini de
tanıyacaktı.
Meclis-i Vükela, 8 Eylül 1912 tarihli oturumunda son İtalyan önerilerini görüştü ve
bu önerilere verilecek cevabı kararlaştırdı.
1. Osmanlı Devleti, Trablusgarp ve Bingazi’ye muhtariyet vermeye
mütemayildir. Padişahın hâkimiyeti altında ve İtalyan hâkimiyetini tanımamak ve buna
itiraz dahi edilmemek kaydıyla geniş bir muhtariyet ile idare hakkını haiz bir vali tayin
edilmeli,
2. Padişah fermanı ile valiye gerekli her türlü yetki verilecek ve İtalyanların talebi
gereğince Vali, Vakıflar, Düyun-ı Umumiye ve Reji gibi çıkarlarını koruyacaktır. Şimdiden
bunların yıllık tutarları belirlenmeli,460
3. Padişahın, Mısır’da olduğu gibi bir komiser ve şer’i mahkemelerin reislerini
tayin hakkı olmalı,
4. Valinin ve bütün memurların maaşları mahalli gelirlerden karşılanmalıydı.
Muhtariyete ilişkin Türk ve İtalyan önerileri incelendiğinde, iki tarafında farklı
beklentileri
olduğu
görülmektedir.
İtalyanlar
göstermelik
bir
muhtariyet
arzu
etmekteydiler.Onlara göre böyle bir şekil, Osmanlı Devleti’nin haysiyet ve itibarını
460
Evans, s. 113.
151
koruyacağı gibi Müslüman halkın gözünde Trablusgarp ve Bingazi’yi İtalyanlara bırakmış
olma töhmetinden de kurtaracaktır. Osmanlı hükümeti ise daha geniş bir muhtariyet peşinde
koşmakta ve Mısır benzeri bir idarenin tesisine çalışmaktadır. Bu gerçekleştirildiği takdirde
devletin maddi ve manevi çıkarlarının korunacağına inanılmaktaydı.
Savaşın başında kendisi için fazla bir masraf gerektirmeyeceği, buna karşılık büyük
masraflara katlanmak zorunda kalacak olan İtalya’nın barış isteyeceğini zanneden Osmanlı
hükümeti, Çanakkale saldırısı ve adaların işgali üzerine fikrini değiştirmişti. Türk devlet
adamları savaş uzadıkça adaların iadesinin güçleşeceğine kanaat getirmişlerdi. İtalya ise
kısa sürede sonuçlandırmayı umduğu savaşın gittikçe uzamasından ve İtalyan kamuoyunun
gösterdiği tepkilerden dolayı, Osmanlı Devleti’ne bazı tavizler vererek savaşı bir an önce
bitirmek istemişti.461
Aslında Büyük Güçlerve İtalya Trablusgarp ve Bingazi, askeri ve ekonomik
bakımdan Osmanlı Devleti için hiçbir kıymet ifade etmediği halde bu toprakları İtalya’ya
vermemek için diretmesine anlam veremiyorlardı.. Ancak Osmanlı kamuoyu için bu
toprakları vatanın bir parçası olarak görülüyordu. Bu sebepten Trablusgarp ve Bingazi’nin
para karşılığı İtalya’ya verileceği söylentileri bile büyük tepkilere yol açmıştı. Ülke sınırları
içerisinde Arap unsuru önemli bir yer tutuyordu. Ortada bir mecburiyet yokken Arap halkın
yaşadığı Trablusgarp ve Bingazi’nin İtalya’ya verilmesi, Arapların devlete olan güvenlerini
sarsabilirdi. Trablusgarp ve Bingazi, düşman istilasına maruz kalan Osmanlı merkezi
yönetimine bağlı Müslümanların yaşadığı topraklardı. Cezayir, Tunus ve Mısır işgal
edilmişti. Fakat buralar doğrudan Osmanlı Devleti tarafından yönetilmiyordu. Aradaki bağ,
şekli bir bağımlılıktan öte gitmiyordu. Oysa Trablusgarp ve Bingazi’nin durumu farklıydı.
Bu iki toprak parçası 1835’ten beri Osmanlı merkezi yönetimine bağlıydı. Bu toprakların
düşmana terk edilmesi, İslâm dünyası’nda büyük tepkilere yol açabilir ve Osmanlı
Hilafetinin manevi itibarı zaafa uğrayabilirdi. Bu ihtimalleri göz önünde bulunduran
Babıâli, hiç olmazsa görünüşü kurtarabilmek için Padişahın hükümranlık haklarının
devamını sağlamak hususunda ısrar etmişti.462 Blunt anılarında, “Eğer Türkler İtalya ile
461
462
Kurtcephe, ss. 208-215.
Kurtcephe, ss 171-176.
152
barış yapmayı kabul ederlerse Enver Bey Sünusiler’in de desteğiyle Trablusgarp’ta
hükümdarlığını ilan eder ama bu durum Osmanlı Padişahının Afrika’da Halifelik
makamından kaynaklanan saygınlığını yitirmesine neden olur.” demişti.463
Türk ve İtalyan delegeler 3 Eylül 1912’de Caux’dan Ouchy’ye geçmiş ve
müzakerelerine burada devam etmişlerdi. Bu arada Balkanlar’da olduğu kadar
devletlerarasındaki ilişkiler de değişiyordu. İtalya barışın bir an önce bitmesini istiyordu
Almanya’da bir an önce savaşın bitmesi için Osmanlı Devleti’ne telkinlerde bulunuyordu.
Almanya’nın barış istemesinin asıl sebebi İtalya ile Avusturya arasındaki düşmanlıktı.
Almanya savaş dolayısı ile bu düşmanlığın uzamasından korkuyordu. Aslında savaşın bir
an önce bitmesi Osmanlı menfaatlerine de uygundu. Balkan savaşı kapıya dayanmıştı.
Müzakerelerin uzaması ve 8 Ekimde Karadağ’ın Osmanlı hükümetiyle diplomatik
münasebetlerini kesmesi ve Bulgaristan ile Sırbistan’ın genel seferberlik ilan ettiklerine
dair haberlerin Avusturya basınında çıkması üzerine464, İtalyanlar Ouchy’deki Türk
delegelerine bir kesin uyarı vererek, teklif edilen şartlar dâhilinde antlaşmanın
imzalanmasını istemişlerdi. Diğer yandan Osmanlı tarafı antlaşmayı imzalamazsa,
İtalya’nın başka yerlere saldıracağı söylentisi yayılmıştı. Bu durumda bilhassa,
Balkanlardaki vaziyetini gittikçe ciddileşmesi üzerine Osmanlı hükümeti İtalyan tekliflerini
kabul etmek zorunda kalmıştı.
Zira bu sıralarda Rusya’nın da vesayeti ve himayesi altına giren Venizelos’un faal
politikası ile Yunanistan, Sırbistan ve Bulgaristan arasında 23 Şubat 1912’de Balkan
Devletleri ittifakı antlaşması imzalanmış ve bu devletlerarasında ileride çıkabilecek
antlaşmazlıklar için Rusya hakem yapılmıştı. Bu antlaşmaya İşkodra ile Yenipazar’ın
kendisine verilmesi vaadiyle birkaç ay sonra Karadağ da girmişti. Bu sırada
Arnavutluk’taki ayaklanma da genişlemiş, Arnavut asileri Üsküp yakınlarına kadar
sarkmışlardı.465 Hatta Manastır’da valiyi tutuklamışlardı.466 Bu devletlerin her an Osmanlı
Devleti’ne karşı savaş açmaları bekleniyordu. İtalyanların da Balkan ülkelerinin yarattıkları
463
Blunt, s. 811.
Mavroyeni, s. 321.
465
Karasapan, s. 211.
464
153
kargaşadan yararlanarak Osmanlı sahillerine asker çıkartmayı tasavvur ettiği ve özellikle
Dedeağaç’a çıkartma yapacağı öğrenilmişti. İtalyan kuvvetinin Dedeağaç’ı ele geçirmeleri
durumunda, İtalya Anadolu’nun Rumeli ile bağlantısını keserek Balkan devletlerinin
saldırısına yardımcı olabilir ve bu da mukavemeti çok güçleştirebilirdi. Bu ihtimale karşı
bir tedbir olarak Boğaz’da ve sahil kesimlerinde çok sayıda asker bulundurmak
gerekiyordu. Bu çareye başvurulması halinde de Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ve
Karadağ sınırlarında bulunan birliklerden yararlanmak mecburiyeti vardı. Bu büyük bir
riski göze almak demekti. Balkanlarda Osmanlı ordularının sayılarının azalması, savaşın
başlaması halinde Balkan devletlerine karşı galip gelmek bir tarafa savunma yapılmasına
bile mani olabilirdi. Barışı zorunlu kılan bir diğer sebep de Balkanlar’da savaşın
başlamasından sonra İtalya’nın savaş öncesi kabul edeceği barış şartlarını reddederek
Trablusgarp ve Bingazi’ni kayıtsız şartsız kendisine terkin edileceği idi. Eğer İtalya ile
derhal bir antlaşma yapılmazsa sonuçta Trablusgarp, Bingazi, Ege Adaları ve bütün
Rumeli’yi kaybetme tehlikesi vardı. Ayrıca Mavroyeni Asım Bey’e yazdığı 22 Temmuz
1912 tarihli telgrafta İtalyan donanması’nın Ege Denizi’ndeki varlığı Osmanlı donanmasını
denize açılamaz hale getirdiğini. Bu yüzden İtalyanların On iki Ada dışındaki adaları işgal
etmeseler dahi bu adaların Yunanistan tarafından işgal edilebileceği tehlikesinin olduğunu,
bu adaların Yunanistan tarafından işgali siyasi olarak engellense bile adalarda yaşayan
halkın ayaklanarak Osmanlı Devleti’nden kopmak isteyebilecekleri belirtmişti.467
Özellikle İtalyan Kralı ile Karadağ Prensi arasındaki akrabalık bağları İtalya’nın bu
ülkeye verdiği desteğin artmasına neden olmuştu. Bütün bu gelişmelerin sonunda beklene
olmuş ve Karadağ 8 Ekim 1912’de Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmişti. Bunu
Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan’ın Osmanlı Devleti’ne savaş ilanları izlemişti. İki
cephede birden savaşan Osmanlı Devleti kendisi için daha önemli olan Balkanlar’daki
savaşı sürdürebilmek için İtalya ile Ouchy Antlaşması’nı imzalamıştı. Bu antlaşmanın
466
467
Mavroyeni, s. 252.
Mavroyeni, s. 261.
154
hemen ardından Üçlü İttifak’ın bitimine iki yıl kala taraflar arasında yapılan antlaşmayla
dördüncü kez yenilenmişti.468
15-18 Ekimde iki taraf delegeleri Ouchy’de bir gizli antlaşma ile onun eklerini
teşkil eden barış antlaşmasını ve üç protokol imzalamışlardı.469 18 Ekimde imzalanacak
olan barış antlaşması yayınlanacak olan antlaşmaydı. Ve 11 maddeden ibaretti. Gizli
antlaşma ise, 15 Ekimde imzalanmıştı. Bu antlaşma Trablusgarp’a tayin edilecek kadı, vs.
hakkında olup, aşağıdaki 11 maddeden oluşuyordu;470
1. Madde: Osmanlı hükümeti, bu antlaşmanın imzasından itibaren üç gün zarfında
Trablusgarp ve Bingazi ahalisine hitaben bir Padişah fermanı yayınlatacaktır.
2. Madde: Bu antlaşma ile kararlaştırılmıştır ki, Naibüssultan diye adlandırılacak ve
Padişahı temsil edilecek zat ile tayin edilecek dini görevliler için İtalyan hükümetinin onayı
alınacaktır.
3. Madde: İtalyan hükümeti, adı geçen Padişah fermanının yayınlandığı tarihten en
geç üç gün sonra bir emir yayınlatacaktır.
4. Madde: Osmanlı hükümeti, İtalyan askerince işgal olunup Osmanlı Devleti’ne
iade olunacak olan adalar halkına atlaşmanın imzası tarihinden itibaren yedi gün zarfında
bir Padişah iradesi ile bir umumi af ilan edecektir.
5. Madde: Tarafların her birince adı geçen üç ek yayınlanır yayınlanmaz antlaşma
metni delegelerce imzalanacaktır.
6. Madde: Bu antlaşma metni ile şurası kararlaştırılmıştır ve şart koşulmuşturki,
Osmanlı hükümeti, Trablusgarp ile Bingazi’ye silah, mühimmat ve asker göndermemeyi
taahhüt eder.
7. Madde: İtalyan hükümeti, Balkan sorunun Osmanlı çıkarlarına en uygun bir
şekilde çözümlenmesi hususunda Osmanlı Devleti’ne her türlü yardımda bulunmayı ve
gerek Balkanlarda gerekse Akdeniz’deki mevcut düzenin korunmasına çalışmayı taahhüt
eder.
468
Childs, ss. 115 116.
Askew, s.243.
470
Şıvgın, ss. 140-149.
469
155
8. Madde: Osmanlı hükümeti, Seyyid İdris ve taraftarları için bu gizli antlaşmanın
imzalanması müteakip kendilerine yapılacak tebligat tarihinden itibaren yedi gün zarfında
bir umumi af ilan edecektir.
9. Madde: Taraflar akdedilen bu antlaşmayı, Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na
götürülene kadar gizli tutmayı taahhüt ederler.
10.Madde:
Osmanlı
hükümeti,
barış
antlaşmasının
onuncu
maddesinde
kararlaştırılmış olan yıllık taksitini sermayeye çevirmek isterse, İtalyan hükümeti
tebliğinden itibaren on beş gün zarfında Osmanlı Düyun-ı Umumiye veznesine nakit olarak
ödemeyi taahhüt eder.
11. Madde: Trablusgarp ve Bingazi’nin yerli halkından olup, bugün Osmanlı
topraklarında bulunan ve bir de Osmanlı Devleti’ne diğer kısımları ahalisinden olup da
Trablusgarp ile Bingazi’de geçici veya daimi surette ikamet edenler, Osmanlı vatandaşlığı
haklarını koruyacaklardır.471
Padişahın temsilcisi ile naipler tayin edilmeden İtalya’nın onaylaması gerekiyordu.
Padişah Trablus ve Bingazi’ye muhtariyet verdiğini açıklayan bir fermanı üç gün içinde
yayınlayacaktı. İtalyan Kralı ise, fermanın yayınlanmasından en geç üç gün sonra
Trablusgarp ve Bingazi’de genel af ilan edecek,472 din işlerinde özgürlük tanıyacak,
padişahın Halife olması dolayısıyla Trablusgarp’ta bir temsilcisi (Naib-i Sultan)
bulunacaktı.473 Vakıflara saygı gösterilecek naiplerin aylıkları mahalli vergilerle
ödenecekti. Yerli işler için hiçbir yetkisi olmayan Naib-i Sultanın seçilmeden önce de
İtalyanlarca onaylanması gerekiyordu. Yine bu iradeden en çok üç gün sonra padişah
iradesi yayınlanacak ve adalar halkına bazı haklar ve umumi af ilan edecekti. Bu belge
yayınlanır yayınlanmazsa açık antlaşma imzalanacaktı. 474
Açıklanması planlanan barış antlaşması metni ise şu hükümlerden oluşmuştu:
1. Madde: Osmanlı Devleti ile İtalya arasında barış yapılmıştır. Her iki hükümet de
bu antlaşmanın imzalanmasını müteakip aynı anda çarpışmayı son vermeyi taahhüt ederler.
471
Kurtcephe, ss. 219-220.
Şıvgın, ss. 140-149.
473
J.A.R. Marriotti, The Makers of Modern Italy, Oxford: Oxford University Press, 1931, s. 170.
472
156
2 Madde: İşbu antlaşmanın imzasını takiben Hükümetlerden her biri, yani Osmanlı
hükümeti Trablusgarp ile Bingazi’den İtalyan hükümeti de Ege Denizi’nde işgalinde
bulundurduğu adalardan subay, asker ve memurlarını çekme hususunda emir vermeyi
taahhüt ederler.
3.Madde: Savaş esirleri ile rehineler mümkün olan en kısa sürede değiştirilecektir.
4. Madde: İtalyan hükümeti, çarpışmalara iştirak eden Trablusgarp ve Bingazi halkı
ve Osmanlı hükümeti de aynı durumda bulunan Adalar ahalisi haklarında bir umumi af ilan
etmeyi taahhüt ederler. Adi suçlar umumi affa dâhil değildir. Bununla birlikte hangi sınıf
veya mevkide bulunursa bulunsun hiçbir şahıs savaş sırasında icra ettiği siyasi ve askeri
faaliyetten veyahut açıkladığı fikirlerden dolayı, şahsı, emvali ve hukukundan istifadesi
itibariyle takip edilmeyecek ve cezalandırmayacaktır.
5. Madde: Savaş ilanından önce taraflar arasında yapılmış olan ‘muahedat ve
mukavelat’ ile her türlü taahhütler tekrar yürürlüğe girecek ve iki Hükümet ile vatandaşları
arasında savaştan evvel mevcut olan vaziyet aynen yeniden tesis edilecektir.
6. Madde: İtalyan hükümeti, diğer devletler ile yürürlükte olan ticaret
antlaşmalarını yenilediği sırada, Osmanlı Devleti ile Avrupa Devletler Hukuku esası
üzerine bir ticaret antlaşması yapmayı taahhüt eder, yani Osmanlı Devleti’ne
kapitülasyonlar ve bugüne kadar yapılmış antlaşmalarla kayıtlı olmayarak bütün iktisadi
serbestîsini ve bütün Avrupa devletleri benzeri ticaret ve gümrüğe ilişkin maddeleri
uygulama hakkı vermeye muvafakat eyler.
7. Madde: İtalyan hükümeti, Osmanlı Devleti sınırları içerisinde posta haneleri
mevcut olan diğer devletler posta hanelerini lağvettikleri zaman, kendisi de posta haneleri
lağvetmeyi taahhüt eder.
8. Madde: Babıâli, Osmanlı Devleti’nde yürürlükte olan uhud-ı atika usulüne son
vermek ve yerine devletler hukuku usulünü uygulamak üzere ilgili olan Büyük Güçler ile
bir Avrupa konferansında veya başka bir şekilde müzakerata girişmek niyetinde
bulunduğundan İtalyan hükümeti, Babıâli’nin bu niyetinin haklı olduğunu tasdik ederek bu
474
Askew, s. 244.
157
hususta her türlü yardımda bulunacağını şimdiden beyan eyler.
9. Madde: Osmanlı Devleti, kendi idare ve dairelerinde çalışıp da savaş ilanıyla
sınır dışı etmeye mecbur olduğu İtalyan vatandaşlarına mevkilerini iadeye hazır olduğunu
beyan eyler.
10. Madde: İtalyan hükümeti, savaş ilanından evvelki üç seneden her biri zarfında
Trablusgarp ile Bingazi gelirlerinden Düyun-ı Umumiye’ye tahsis edilmiş olan meblağın
ortalama miktarına eşit bir meblağı Osmanlı hükümeti hesabına, her sene Osmanlı Düyun-ı
Umumiye veznesine ödemeyi taahhüt eder.
11. Madde: Bu antlaşma imzalandığı gün yürürlüğe konacaktır.475
Nihayet 1 yıl 16 gün süren Trablusgarp Savaşı Tarihe Ouchy Barış Antlaşması
adıyla geçen Türk-İtalyan Antlaşması, İtalyan hükümetinin Babıâli’ye tanıdığı sürenin son
günü olan 15 Ekim 1912 Salı günü imzalanmasıyla sonuçlanmıştı. Antlaşmaya göre
Osmanlı Devleti Trablusgarp ve Bingazi’deki askerini çekecek, buna karşılık İtalya Rodos
ve Oniki Ada’yı iade edecekti. Ancak bu arada Balkan Savaşı’nın çıkması yüzünden Rodos
ve Oniki Ada’nın Yunanistan’ın işgaline uğramaması için savaş bitene kadar İtalya’nın
elinde kalmasına karar verilmişti. Fakat İtalya bunu fırsat bilerek savaş bittikten sonra da
buraları Osmanlı Devleti’ne iade etmemişti. Yani Osmanlı Devleti Ouchy Antlaşması ile
Trablusgarp ve Bingazi ile birlikte resmen olmasa da fiilen Rodos ve Oniki Ada’yı da
kaybetmişti. Antlaşmayı takiben 16 Ekimde İtalya Kralı tarafından Trablusgarp ve Bingazi
halkına’na umumi af ilan eden, dini hürriyet özgürlüğü veren ve yerli halka göstermelik
olarak yönetime katılma hakkı tanıyan emirname de imzalanarak yürürlüğe girmişti. Aynı
gün yayınlanan Padişah iradesiyle de Rodos ve Oniki Ada halkına umumi af ilanıyla bir
takım haklar verilmişti. Kamuoyundan gerçekleri gizlemeye yönelik bu kararlar
açıklandıktan sonra 18 Ekimde 1912’de barış antlaşması ilan edilmişti. Antlaşma daha
açıklanmadan 16 Ekimde Rusya, İtalya’nın Trablusgarp ve Bingazi üzerindeki hâkimiyetini
tanıdığını duyurmuştu. Onu 17 Ekimde Avusturya, 18 Ekimde Almanya ve 19 Ekimde
Almanya ve 19 Ekimde İngiltere izlemişti. Birkaç gün sonra da Fransa tanımıştı. Antlaşma
475
Kurtcephe, ss. 218-219.
158
4 Aralıkta İtalyan Palamentosu tarafından 14 Aralıkta da İtalyan Senatosu’nca onaylanmış
ve 16 Aralıkta kanun halini almıştı. 476
İki antlaşma metni karşılaştırıldığında, açık antlaşma metninde açıklanmasında
mahzur görülmeyen hükümlerin yer aldığı görülmektedir. Gizli antlaşma metninde ise üç
ayrı eki yayınlayacak olan devletler, bunun bir pazarlık sonucu olduğunu gizleyerek
görünüşü kurtarmaya çalışmaktadırlar. Osmanlı Devleti açısından bazı hususların gizli
tutulması son derece önem taşıyordu. Savaşın başından beri Babıâli’nin en büyük korkusu,
İtalya’nın isteklerini kabul etmesi halinde Arapların ve ülke içerisindeki Müslüman unsurun
göstereceği tepki idi. Eğer savaşın başında İtalya 1912 Ekiminde benimsenen şekli, kabule
yanaşmış olsaydı kuvvetli bir ihtimalle savaş bu kadar uzun süre devam etmeyecekti. Barış
görüşmelerinin seyri dikkatle takip edildiğinde görülür ki, Babıâli’yi barışa zorlayan asıl
neden Balkanlar’daki Osmanlı aleyhtarı gelişmeler değildi; cephanesizlik, parasızlık,
ulaşım imkânsızlığı, Rodos ve Oniki Ada’nın işgal edilmesi ve diğer adaların da işgal
etmesiyle karşı karşıya kalması, Çanakkale Boğazı’nın saldırıya uğraması ve bunun
İstanbul’un işgal edilebileceği ihtimalini doğurması Said Paşa Kabinesini barış
görüşmelerini başlatmaya itmişti.
Ahmet Muhtar Paşa Kabinesi de aynı gerekçelerle İtalyanlarla görüşmelerin
devamına karar vermiştir. 12 Temmuzda başlayan ve kesintilerle antlaşmanın imzalandığı
15 Ekim 1912’ye kadar süren müzakereler esnasında iki taraf da Trablusgarp ve
Bingazi’nin İtalya’ya verilmesi hususunda antlaşmalarına karşın pes eden taraf durumuna
düşmemek için küçük ayrıntılar üzerinde ısrar etmekten geri kalmamışlardır. 8 Ekim
1912’de ve İtalyanların 15 Ekime kadar antlaşma imzalanmadığı takdirde müzakereleri
kesip savaşı genişletme tehdidinde bulunması Babıâli’yi, daha fazla çıkar elde etmek
amacıyla sürdürdüğü ısrardan vazgeçip bir an önce antlaşma yapmaya sevk etmişti.477
İtalyanlarla Ouchy Antlaşması’nın yapılması Trablusgarp’ta bir yıldır canla başla
savaşan, büyük güçlük ve yokluklara katlanan, yokluktan varlık yaratan, genç vatansever
Türk subayları için tam bir manevi yıkım olmuştu. Barış görüşmelerinin başladığı sıralarda
476
477
Askew, ss. 244-245.
Kurtcephe, s. 220.
159
Trablusgarp’taki Türk subayları bütün Batı Afrika’yı içine alacak bir Türk-Arap
İmparatorluğu’nun projeleri üzerine eğilmişlerdi.
Trablusgarp Savaşı fiilen Ouchy Antlaşması’yla sona ermemişti. Bir süre Osmanlı
Devleti’nde kalan silahlar ve subaylarla organize olan Trablusgarp ve Bingazi yerlileri,
liderleri Seyit Ahmet Şerif El Sünusi yönetiminde savaşı sürdürmüşlerdi.478 Savaş
İtalyanların tahmin ettikleri gibi hemen bitmemişti. Hatta fiili olarak 1917’ye kadar
sürmüştü.
1929’a
kadar
İtalyanlar
ancak
Trablusgarp
ve
çevresinde
kontrolü
sağlayabilmişlerdi. Bu tarihten sonra yavaş yavaş iç kesimlere ilerleyen İtalyanlar; Fizan ve
Bingazi’yi ele geçirmişler ve ancak 1932 yılında bu üç bölgeyi de kontrolleri altına alıp
Libya’nın tamamını kapsayan bir koloni kurabilmişlerdi.479Ayrıca bu savaşla Trablusgarp
Bölgesi’ni kazanan İtalya yuvarlak bir hesapla 750 milyon frank, tüm kuvvetlerinin üçte
birini ve askeri şeref ve siyasal onur ve itibarından da çok şey kaybetmişti.480
478
Sergio Romano, La Quarta Sponda: La Guerra di Libia 1911-1912, Milan: Bompiani, 1977, s. 156.
Burada ironik olan nokta, İtalyan diplomatlarının 1902 yılında iki Sünusi liderleriyle Kahire’de biraraya
gelmelerinin ve İtalyanların Sünusilere bölgedeki amaçlarının Avrupalı diğer güçlerin Trablusgarp ve
çevresini işgal etmeleri olduğunu belirtmelerinin ardından, Sünusi lideri Şeyh Ahmed Al-Şerif Kahire’deki
İtalyan konsolosuna bir mktup yazmış ve İtalya’nın düşmanlarına karşı savaşlarında kullanmaları için silah
yardımı talebinde bulunmuşlardı. Sünusilerle ilişkilerini zedelemek istemeyen İtalya bu teklifi kabul etmiş ve
onlara silah yardımında bulunmuştu. Sünusiler ise bu silahları önce Güney Sirenika’da ve Çad’ta Fransızlara
ardından da Trablusgarp’ta İtalyanlar’a karşı kullanmışlardı. Bkz.: Anderson, Lisa, ss. 110-111.
479
Anderson, Lisa, s.12.
480
1911-1912 Osmanlı-İtalyan Harbi ve Kolağası Mustafa Kemal, s. 132.
160
SONUÇ:
Devlet olma sürecinden ulus olma sürecine geçen İtalya’nın yaşadığı temel sorun
birliğin sağlanmasının ardından farklı çıkar gruplarının ortak bir amaç etrafında
kenetlenememiş olmalarıydı. Bu siyasi grupların kendi siyasi görüşlerini temel alan bir
yönetim kurmak istemeleri, İtalya’nın ulus olma sürecini yavaşlatmıştı. Bu gruplar
arasındaki temel çatışma, demokrasinin kurumları ve bu kurumların birliğinin yeni
tamamlamış olan İtalya’ya uygulanması üzerine olmuştu. Özelikle milliyetçi gruplar
Fransız milliyetçiliğini taklit eden bir politika izlemişlerdi. İtalyan Milliyetçileri yerel
sanayiyi geliştirerek ve büyük bir tarımsal atılım gerçekleştirerek, daha da önemlisi insan
gücü bakımından zengin doğal kaynakları bakımından ise fakir olan bir ulusu, sömürgeci
bir ulus haline getirmek suretiyle mevcut birçok sorunun çözüleceğine inanmışlardı.
Ancak, bu anlayışın hata yaptığı nokta, İtalyan emperyalizminin Avrupalı diğer
emperyalist güçlerle karşı karşıya geleceğini ve bu güçlerle İtalya’nın çıkarlarının
çatışacağını gözden kaçırmış olmasıydı. Ama ne olursa olsun, İtalyan milliyetçileri için
büyük güç olabilmenin ve ulusu bir arada tutabilmenin temel şartı sömürge imparatorluğu
kurma yoluyla emperyalist bir güç olmaktı. Bu sebeple Afrika’da sömürge arayışına giren
İtalya Afrika Boynuzu’nda bulunan Eritre ve Somali’yi işgal etmişti. Ancak bu bölgelerden
hem siyasi hem de ekonomik yönden istediği verimi alamayan İtalya, bunun üzerine
Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’daki topraklarına yönelmişti. Özellikle Tunus’u kendine
işgal sahası olarak belirleyen İtalya bu bölgeyi Fransa’ya kaptırması üzerine işgal yönünü
Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’daki son toprak parçası olan Trablusgarp ve çevresine
çevirmiş ve burayı Avusturya’nın Bosna-Hersek’i işgal ettiği gibi bir oldu bittiyle işgal
etmeyi hedeflemişti. Ancak bölgeye gizlice giden Osmanlı subaylarının önderliğindeki
Türkler ve onların yerel Arap destekçileri İtalya’nın saldırılarını durdurmayı başarmışlardı.
Trablusgarp’a karşı askeri harekât başlattığında Türklerin bu denli başarılı bir
savunma yapabileceklerine ve savaşı bu denli uzatabileceklerine inanmayan İtalya bu denli
uzun bir savaş için de hazırlıklı değildi. İtalyanların çöl savaşları için ne Fransızlar gibi
Lejoner birlikleri ne de İngilizler gibi Gurka askerleri vardı. Trablusgarp Savaşı’nın bu
161
derece uzaması Birinci Dünya Savaşı öncesi İtalya’nın insan ve lojistik kaynaklarının
büyük oranda tükenmesine ve İtalyan Başbakanı Giolitti’nin Birinci Dünya Savaşı öncesi
İtalyan ordusunun savaş kabiliyeti konusunda şüpheye düşmesine neden olmuştu.
Trablusgarp’taki başarısızlıklarını Osmanlı Devleti’nin Doğu Akdeniz’deki diğer kıyılarına,
Ege Denizi’ndeki adalarına ve Boğazlar’a saldırma yoluyla gizlemeye çalışan İtalyan
hükümeti bu çabasında da başarılı olamamıştı.
İtalya’nın, Akdeniz’in bir Fransız Gölü’ne dönüşmesini ve Balkanlar’ın
Avusturya’nın himayesine girmesini engellemye yönelik saldırgan tutumu ve kamuoyunun
hükümet üzerindeki bitmek bilmeyen baskısına ek olarak dış politikasını ve emperyal
hedeflerini Büyük Güçler’in izin verdiği ölçüde gerçekleştirebilir bir durumda olması,
birliğini sağlamasının ardından geçen süre içinde İtalya’nın siyasi manevralarını yaparken
soğuk kanlı kararlar almasına engel olmuştu. Emperyal siyasetini deniz aşırı bölgelerin ham
madde kaynaklarından yararlanmak ve buralarda yeni pazarlar oluşturmak yerine, fazla
nüfusuna yerleşim ve tarım alanı bulmak olarak belirlemiş olan ve sömürgelerinde yapılan
tarımsal aktivitelerde orada yaşayan yerliler yerine İtalyanları çalıştırmayı hedefleyen
İtalya, Balkan Savaşı’nın başlayacağı yönündeki gelişmler üzerine Osmanlı Devleti ile
imzaladığı Ouchy Antlaşması’nın ardından da bölgede tam bir etkinlik kuramamıştı. Bunun
yanında bu antlaşmayla elde ettiği Ege Denizi’ndeki Oniki Ada’yı da kolonisi haline
getirememiş ve II. Dünya Savaşı sonunda Yunanistan’a kaptırmıştır.
Sonuç olarak birliğini kurarken de ekonomisini geliştirirken de başta komşusu
Fransa olmak üzere Büyük Güçler’in desteğine ihtiyaç duyan –ki Üçlü İttifak Antlaşması
bunun göstergesiydi- İtalya’nın 1861-1913 yılları arasındaki Trablusgarp temelli izlediği
Doğu Akdeniz Politikası, İtalya’nın emperyal bir güç olma düşüncenin acemice
uygulamasından ibaretti.
162
EK - 1
KRALLIK DÖNEMİ İTALYAN TARİHİ KRONOLOJİSİ (1861-1913)
17 Mart 1861
Sovie Hanedanı’na mensup Piemonte Kralı II. Victor Emmanuel’in
İtalya Kralı ilân edilmesiyle İtalya Krallığı kuruldu. Bu dönemde
Avrupa’da yaşayan 25 Milyon İtalya’nın 21.777.000’i krallık
toprakları içinde geri kalan kısmı ise henüz İtalya Krallığı’na dâhil
olmamış olan Trente, Trieste ve Roma’da yaşıyordu.
6 Haziran 1861
İtalya Krallığı’nın ilk başbakanı Kont Camillo di Cavour’un öldü.
28 Şubat 1862
Garibaldi önderliğindeki kuvvetler Roma’ya doğru yürüyüşe geçti.
Mart 1865
İtalyan hükümeti Almanya ile bir ticaret antlaşması imzaladı. İki
ülke arasındaki bu ekonomik yakınlaşma daha sonra Avusturya’ya
karşı yapılan gizli bir askeri antlaşmayla sonuçlandı.
19 Haziran 1866
İtalya Avusturya’ya savaş ilan etti.
24 Haziran 1866
İtalyan Orduları Custoza’da yenilgiye uğradı.
21 Temmuz 1866
Garibaldi yönetimindeki gönüllülerden oluşan kuvvetler, Trente’de
Avusturyalılara karşı zafer kazandılar.
3 Ekim 1866
Viyana Barışı. Sadowa’da Almanlara yenilen Avusturya Trente,
Trieste ve Venedik’te halk oylaması yapılmasını kabul etti. Oylama
sonucunda bu bölge 69 oya karşı 641.000 oyla İtalya Krallığı’na
bağlandı.
163
Mart 1867
Garibaldi Roma üzerine yapılacak yeni bir hareketin hazırlıklarını
başlattı.
Ekim 1867
Garibaldi’nin hareketi üzerine Roma’da bulunan Fransız birlikleri
Latium’a yöneldi.
1868
Birliğin sağlanmasının getirdiği ekonomik zorlukların üstüne birde
Avusturya ile savaş gelince İtalya’da finansal sorunlar yaşamaya
başladı. Bunun üzerine Hükümet en kolay gelir elde edebileceği ürün
olan una vergi koydu. Bu uygulama özellikle güneydeki halka büyük
darbe vurdu.
11 Kasım 1869
Victor-Emmanuel’in oğlu Humbert Napoli’de dünyaya geldi.
19 Temmuz 1870
Prusya Fransa’ya savaş ilan etti.
Ağustos 1870
Prusya Fransa arasındaki çatışmaların artması üzerine, Roma’daki
Fransız Birlikleri sınırdaki savunmayı güçlendirmek için Fransa’ya
çağrıldı.
20 Eylül 1870
Fransa iler Prusya arasındaki savaşı fırsat bilen İtalyan hükümeti
Roma’yı işgal etmeye karar verdi.
Ekim 1870
220.000 nüfusa sahip Roma’da şehrin İtalya Krallığı’na bağlanması
ile ilgili olarak yapılan referandum sonucunda 167.000 seçmenin
1.500’ünün red oyuna karşılık 133.000’inin kabul oyuyla şehir İtalya
Krallığı’na bağlandı.
164
1871
Roma’nın da birliğe katılımıyla İtalya Krallığı’nın nüfusu
26.801.000’e milli geliri ise 8 milyar lirete ulaştı.
Mayıs 1871
İtalyan hükümeti Papa’ya geniş yetkiler vermesine rağmen Papalık
İtalyan Devleti’ni tanımayı reddetti.
17 Eylül 1871
Cenis Dağı’nın iki tarafını birbirine bağlayan Fréjus Tüneli açıldı.
30 Haziran 1871
Roma İtalya Krallığı’nın başkenti ilân edildi.
10 Mart 1872
Giuseppe Mazzini Pisa’da öldü.
Temmuz 1873
II. Victor Emmanuel Viyana ve Berlin’e resmi ziyarette bulundu.
Ekim 1874
Genel seçimler yapıldı. Papa 13 Ekimde seçimlere aday ya da
seçmen olarak katılmanın dinen yasak olduğunu belirten bir bildirge
yayınladı.
5 Nisan 1875
Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Joseph II. Victor
Emmanuel’in 1873 yılında Viyana’ya yaptığı ziyarete karşılık olarak
İtalya’yı ziyaret etti. Ancak taraflar arasındaki görüşme Papa
yanlılarının saldırılarından korunmak için Roma yerine Venedik’te
yapıldı.
Mart 1876
Genel seçimler yapıldı. 1874 seçimlerine göre sol grupların oylarında
artış oldu.
165
16 Mart 1876
Maliye Bakanı birliğin sağlanmasının ardından bütçenin ilk kez denk
olduğunu ilân etti.
18 Mart 1876
Andrea Costa ilk sosyalist milletvekili olarak İtalyan
Parlamentosu’na girdi.
5 Kasım 1876
Corriere della Sera gazetesi Milano’da yayın hayatına başladı.
Nisan 1877
İçişleri Bakanı Cumhuriyetçi ve Enternasyonalist kuruluşları kapattı.
9 Ocak 1878
II. Victor-Emmanuel öldü. Yerine oğlu I. Humbert geçti.
13 Haziran -
İtalya Türk-Rus Savaşı’ndan sonra oluşturulan Berlin
13 Temmuz 1878
Kongresi’ne katıldı.
1879
Ülkedeki sol hareketler arttı.
Mart 1880
İşçi Sendikaları Birliği Bologna’da bir kongre düzenledi.
Temmuz1880
Un vergisi kaldırıldı.
24 Nisan 1881
Fransa Tunus’u işgal etti.
12 Mayıs 1881
Fransa, Tunus Beyi ile Bardo Antlaşması’nı imzaladı. İtalya ise
Fransa’nın 30.000 vatandaşının yaşadığı bölgeye karşı
harekete tepki gösterdi.
166
yaptığı
Ekim 1881
I.Humbert Avusturya’ya resmi bir ziyaret düzenledi. Tunus’un işgali
1870’den beri Büyük Güçler arasında bir yer edinmeye çalışan
İtalya’nın bu amacını gerçekleştirmede daha etkin bir politika
izlemesine neden oldu.
Aralık 1881
İtalya’nın nüfusu 28.400.000’e ulaştı. İtalyan hükümeti lireti
konvertibl bir hale getirmek için çalışmalara başladı.
22 Ocak 1882
İtalyan Parlamentosu yeni bir seçim kanunu yürürlüğe koydu.
Böylece seçmen sayısı 500.000’den yaklaşık 2 milyona yükseldi.
22 Mayıs 1882
İtalya Avusturya ve Almanya ile Üçlü İttifak Antlaşması’nı
imzaladı. Böylece Fransa’nın muhtemel bir hareketine karşılık
Almanya ve Avusturya’nın güvencesini sağlamış oldu.
29 Haziran 1882
Garibaldi öldü.
5 Temmuz 1882
İtalya Kızıldeniz’in Afrika tarafında bir İtalyan Kolonisi kurması
için Deniz Akademisi’ni harekete geçirdi.
Mayıs 1883
Agostino Depretis (1812-1887) Hükümeti yenilendi.
Mart 1884
Napoli’de kolera salgını başladı. Salgın yeni gelişmekte olan güney
bölgesine ağır bir darbe vurdu.
5 Şubat 1885
Bir grup İtalyan öncü birliği Kızıldeniz’deki Masawa’yı işgal etti.
Mayıs 1886
Depretis Bağımsız İşçiler Partisi’ni kapattı.
167
26 Ocak 1887
İtalyan askeri güçleri Massawa’dan içerilere doğru ilerlemeye
başladı. Saati şehrini işgal eden İtalyanlar Asmara’da 430 kişi’yi
öldürdüler.
29 Temmuz 1887
Depretis öldü. Depretis’ten boşalan yere Crispi geçti
1 Ekim 1887
Crispi Almanya’da Bismarck’la görüştü.
1888
Crispi bir dizi anayasal reform çalışması başlattı. Dış politikada daha
dinamik bir çizgi izlemeye başladı. Crispi’nin Almanya’da
Bismarck’la görüşmesinin ardından; İtalya Kralı I. Humbert Roma’da
Kayser II. Guillaume ile görüştü.
Şubat 1888
İtalya ile Fransa arasında ticari ilişkileri yeniden geliştirmek için
görüşmeler başladı.
2 Mayıs 1889
Habeşistan Kralı Menelik ile İtalyan hükümeti arasında İtalya’nın
Habeşistan Devleti üzerindeki koruyuculuğunu tanıyan Uccialli
Antlaşması’nı imzalandı.
3 Ağustos 1889
İtalya Kızıldeniz’deki Eritre’yi kolonisi haline getirdi. Daha sonra
etki alanının Somali kıyılarına doğru genişletme çabasına girdi.
1 Ocak 1890
Eritre Kolonisi’nin anayasası bir kararnameyle ilân edildi.
168
Mayıs 1890
Crispi Yönetimi’ne muhalif radikal gruplar Roma’da bir araya
gelerek Roma Paktını kaleme aldılar.
Şubat 1891
Finansal sıkışıklıkların ve borçların artması üzerine Crispi
görevinden alındı. Kral tarafından yeni hükümeti kurma görevi sağcı
Antonio di Rudini’ye (1839-1908) verildi.
6 Mayıs 1891
İtalya Üçlü İttifak’ı yeniledi.
Mayıs 1892
Di Rudini beklenen başarıyı gösteremeyince, kral Giolitti’yi göreve
çağırdı.
14 Ağustos 1892
İşçi Partisi yaptığı kongrenin ardından adını İtalyan Sosyalist Partisi
olarak değiştirdi.
Ekim - Kasım 1892 Giolitti Kral’dan Parlamento’nun feshini ve seçimlerin yeniden
yapılmasını istedi.
18 Ağustos 1893
Fransa’daki D’Aigues-Mortes tuz madenlerinde Frasız ve İtalyan
işçiler arasında ciddi olaylar yaşandı.
Kasım 1893
Giolitti adının karıştığı Banca Romana skandalının ardından
görevinden ayrıldı. Yerine Crispi atandı.
3 Ocak 1894
Sicilya’da köylülerin hükümete karşı ayaklanmasını bastırmak üzere
Crispi adaya 40.000 asker gönderdi. Toscana’da anarşistlerin
gösterisini bastırmak için de bölgede sıkı yönetim ilan etti.
169
17 Temmuz 1894
General Oreste Baratieri (1841-1901) komutasındaki kuvvetler
Sudan’da Kassala’yı işgal ettiler.
13 Ocak 1895
Crispi tarafından kapatılan İtalyan Sosyalist Partisi Parma’da gizli bir
kongre topladı.
Mayıs 1895
Parlamento dağıtıldı ve yeni seçim yapıldı. Sicilya’dan üç faşist
temsilci meclise girdi.
1 Mart 1896
Adowa Savaşı yapıldı.
28 Eylül 1896
İtalya Tunus yüzünden Fransa ile ortaya çıkan antlaşmazlığı çözmek
için üç tane konvansiyon imzaladı. İki ülke arasındaki bu
yakınlaşmayı 1 Ekim 1896 tarihli Deniz Ticaret Antlaşması’nın
imzalanması takip etti.
24 Ekim 1896
Karadağ Prensesi Helen Victo-Emmanuel’in varisiyle evlendi.
25 Aralık 1896
Leonida Bissolita’nın kurucusu olduğu sosyalist Avanti Dergisi yayın
hayatına girdi.
1 Ocak 1897
Crispi Hükümetinin son dönemine katılan Sidney Sonnino
Parlamento yönetimini eleştiren Torniamo allo Statuto (Anayasaya
Geri Dönüyoruz) adlı makalesini yayınladı.
Mart 1897
Genel seçimler yapıldı.
Mayıs 1898
Sosyalist ve Katolik gruplar başta Milano olmak üzere birçok şehirde
hükümet karşıtı gösteriler yapmaya başladı.
170
Kasım 1898
İtalya ile Fransa arasındaki yakınlaşma iki ülke arasında imzalanan
ticaret antlaşmasıyla yeni bir noktaya girdi. Anayasanın ilanının ve
ilk bağımsızlık savaşının 50. yıl dönümü Torino’da büyük bir
coşkuyla kutlandı.
31 Aralık 1899
1898’deki gösterilerde tutuklanan siyasi suçlulara af getirildi.
Mayıs 1900
Luigi Pelloux (1839-1924) muhalefetin artan orandaki baskısı
yüzünden kraldan Parlamento’nun dağıtılmasını istedi.
Haziran 1900
Genel seçimler yapıldı. Seçimler sonunda sosyalist milletvekillerinin
sayısı 16’dan 32’e;aşırı solcuların sayısı ise 67’den 95’e yükseldi.
Pelloux’un bu başarısızlığı üzerine kral hükümeti kurma görevini
eski senatör Giuseppe Saracco’ya (1821-1907)verdi.
19 Temmuz 1900
Bir İtalyan askeri birliği Çin’deki Boxer ayaklanmasını bastıracak
güce katılmak için Napoli’den yola çıktı.
29 Temmuz 1900
I. Humbert Monza’daki bir spor karşılaşması sırasında Amerika
Birleşik Devletleri’nden gelen anarşist Gaetano Bresci tarafından
uğradığı suikast sonucunda öldü.
8-11 Eylül 1900
1900 Sosyalist Parti’nin VI. Kongresi Roma’da toplandı.
Aralık 1900
Liman ve inşaat işçileri genel grev ilân etti.
171
14 Aralık 1900
İtalyan Dışişleri Bakanı Visconti Venosta ile Roma’daki Fransız
Büyükelçisi arasında İtalya’ya Trablusgarp’ta hareket serbestliği
tanıyan bir mektup teatisi gerçekleşti.
Nisan 1901
Köylü Sendikaları’nın hükümet karşıtı hareketlerini engellemek için
Giolitti sendikalar kanununu değiştirdi.
28 Haziran 1902
Üçlü İttifak Antlaşması yenilendi.
6-9 Eylül 1902
Sosyalist Parti’nin VII. Kongresi Imola’da toplandı.
Eylül 1902
Meclis Başkanı Giuseppe Zanadelli (1826-1903) Hükümetin
dikkatini Güney Sorunu’na çekmek ve soruna çözüm bulmak için
çalışmalara başladı.
1 Kasım 1902
İtalyan Dışişleri Bakanı Prinetti ile Fransa Büyükelçisi Barrere
arasında iki ülkenin Fas ve Trablusgarp’taki faaliyetlerini konu alan
mektup teatisi gerçekleşti.
14 Ekim 1903
İtalyan Kralı ve Kraliçesi Fransa’ya resmi bir ziyarette bulundu. Bu
ziyaret iki ülke arasındaki yakınlaşmayı arttırdı.
20 Ekim 1903
Zanadelli’nin rahatsızlanması üzerine kral Giolitti’yi göreve çağırdı.
26 Aralık 1903
Zanadelli öldü.
172
26 Mart
1904 Avusturya İmparatoru II. Guillaume ile İtalyan Kralı III. Victor
Emmanuel Napoli’de bir araya geldiler. Bu dönemde İtalya ile
Avusturya arasındaki ilişkilerde Innsbruck Üniversitesi’ndeki İtalyan
karşıtı olaylar yüzünden gergin bir dönem yaşanıyordu.
27 Eylül 1904
Giolitti, Fransız-İtalyan yakınlaşması konusunda Berlin’in
kuşkularını gidermek için Alman Başbakanı von Bullow’u ziyaret
etti.
Şubat 1905
Hükümet parlamentoya demir yollarının ulusallaştırılması ile ilgili
projesini sundu.
4 Mart 1905
Giolitti görevinden alındı. Yerine Alessandro Fortis geçti.
8 Eylül 1905
Calabre’de meydana gelen deprem ülkenin dikkatini yeniden güneyin
yaşadığı fakirliğe çekti.
30 Ocak 1906
Kral güneyin kalkınmasıyla ilgili bir projeyi parlamentoya sunan
Sidney Sonnino’yu yeniden göreve çağırdı.
Mayıs 1906
Sanino vaad ettiği programda başarılı olamayınca kral Giolitti’yi
yeniden göreve çağırdı.
7-9 Ekim 1906
IX. Sosyalist Kongre Roma’da toplandı.
8 Eylül 1907
Papa modernize’den korunulması gerektiğini anlatan bir bildiri
yayınladı.
173
Aralık 1908
Avusturya’nın Bosna-Hersek’i işgali ile Avusturya-İtalya arasındaki
ilişkiler Parlamento’da tartışılmaya başlandı. Tunus’un Fransız
kontrolüne girmesinin ardından İtalya’nın yanı başındaki BosnaHersek’in de Avusturya gibi bir gücün işgaline uğraması İtalya’nın
çevrelendiği korkusu yarattı.
23 Ekim 1909
Rus Çarı Victor Emmanuel’le görüşmek üzere İtalya’yı ziyaret etti.
Bu görüşmenin ardından iki ülke dışişleri bakanları Tittoni ve
Isvolski Rusya’nın Boğazlar’daki İtalya’nın ise Trablusgarp’taki
çıkarlarını koruyan bir antlaşma imzaladılar.
Aralık 1909
Giolitti’nin yerine göreve Sannino geldi.
Mart 1910
Sannino görevinden ayrıldı. Yerine Luigi Luzzatti atandı.
Temmuz 1910
Parlamento aldığı bir kararla ilköğrenimi zorunlu hale getirdi
Aralık 1910
Hükümet Parlemento’ya seçimlere katılımı arttırmak için her
vatandaşın oy kullanmasını zorunlu hale getiren bir kanun teklifi
sundu. Ancak sağ ve sol kesimler farklı nedenlerden ötürü teklife
karşı çıktılar.
3 Aralık 1910
İtalyan Milliyetçileri’nin ilk kongresi Floransa’da toplandı.
Mart 1911
Luzzatti’nin yerine göreve Giolitti getirildi. Giolitti Hükümete ilk kez
bir sosyalist milletvekili aldı.
174
1 Mart 1911
İtalyan Milliyetçileri’nin haftalık gazetesi L’Idea Nazionale Adoua
Savaşı’nın yıl dönümü olan 1 Martta yayın hayatına başladı.
Mart - Nisan 1911
İtalya’nın birliğini sağlamasının 50. yıl dönümü Torino, Floransa ve
Roma’da çeşitli gösterilerle kutlandı.
4 Haziran 1911
İtalya Kralı Başkent Roma’ya II. Victor Emmanuel’in bir heykelinin
yapılması için talimat verdi. Ayrıca ülkedeki bütün belediyelere de
Risorgimento’nun kahramanları için benzer uygulamaların yapılması
talimatı verdi. İtalya Alplerden geçen Fréjus, Saint-Gothard ve
Simplon Tünelleri ile komşularıyla bağlantısını sağladı.
29 Eylül 1911
Kamuoyunun baskısı ve ülke içindeki milliyetçi grupların çalışmaları
sonucu İtalya Trablusgarp’a saldırdı.
3 - 5 Ekim 1911
Bir İtalyan Filosu Trablusgarp’ı bombaladı.
20 Ekim 1911
İtalyan birlikleri Bingazi’yi işgal etti. Aynı zamanda İtalyan
birlikleri diğer kıyılara da çıkarma yaptı.
23 Ekim 1911
Arap ve Türklerden oluşan kuvvetler İtalyanlara saldırdı.
5 Kasım 1911
İtalya Trablusgarp ve Bingazi üzerinde egemenliğini ilân etti.
Ocak 1912
İtalyan filosu Cathage ve Manouba adlı iki Fransız gemisini
Trablusgarp’taki Osmanlı kuvvetlerine yardım etmek üzere asker ve
uçak taşıdığı gerekçesiyle tutukladı.
175
24 Şubat 1912
İtalyan filosu Beyrut Limanı’nda iki Türk gemisini batırıp şehri
bombaladı.
14 Mart 1912
Antonio D’Alba isimli bir anarşist kral III. Victor-Emmanuel’e
babasının mezarını ziyareti sırasında başarısız bir suikast girişiminde
bulundu.
Nisan - Mayıs 1912 İtalyan Filosu Ege Denizi’nde bulunan 12 Ada’yı işgâl etti.
7 - 10 Temmuz
1912 XIII. Sosyalist Kongre Regio Emilia’da toplandı.
15 - 18 Ekim 1912
İtalya ve Osmanlı Devleti arasında Uşi Barış Antlaşması imzalandı.
Kaynak: Romano, ss. 283-301.
176
EK - 2
İTALYAN BİRLİĞİ’NİN KURULMASINDAN ÖNCE
İTALYA YARIMADASI’NDA BULUNAN KRALLIKLAR
Kaynak: Historical Atlas of The World, New Jersey: Hammond, 1984, s. 30.
-
Kavuniçi renk ile gösterilen bölge: Sardunya Krallığı
Sarı renk ile gösterilen bölge: İki Sicilya Krallığı
Kırmızı renk ile gösterilen bölge: Papalık devletleri
Mavi renk ile gösterilen bölge: Venedik - Lombardiya Krallığı
Yeşil renk ile gösterilen bölge: Toksana Grandüklüğü ve Parma - Modena Düklükleri
177
EK - 3
1859 YILINDA PİEMONTE - SARDUNYA KRALLIĞI
Kaynak: Historical Atlas of The World, New Jersey: Hammond, 1984, s. 30.
178
EK - 4
ROMA VE VENEDİK’İN DÂHİL OLMADIĞI BİRLEŞİK
İTALYA KRALLIĞI’NIN KURULUŞU (1861)
Kaynak: Historical Atlas of The World, New Jersey: Hammond, 1984, s. 30.
179
EK - 5
1866 YILINDA İTALYA KRALLIĞI
Kaynak: Historical Atlas of The World, New Jersey: Hammond, 1984, s. 30.
180
EK - 6
1870 YILINDA VENEDİK VE ROMA’NIN DA BİRLİĞE KATILMASININ
ARDINDAN İTALYAN BİRLİĞİ’NİN TAMAMLANMASI
Kaynak: Historical Atlas of The World, New Jersey: Hammond, 1984, s. 30.
181
EK - 7
İTALYAN BİRLİĞİ’NİN KURUCULARI
GIUSEPPE GARIBALDI ( 1807 - 1882 )
Kaynak: htpp://www.racine.ra.it/.../garibaldi1.jpg
GIUSEPPE MAZZINI ( 1805 - 1872)
Kaynak: htpp://www.liberliber.it
VICTOR EMMANUEL II. (1820 - 1878 )
Kaynak: htpp://www.memo.fr
KONT CAMILLO BENSO DI
CAVOUR ( 1810 - 1861 )
Kaynak: htpp:// www.florin.ms
CHARLES LOUIS NAPOLÉON BONAPARTEE III. (1808 - 1873 )
Kaynak: http://www.reformation.org
182
EK - 8
AVUSTURYA’YA KARŞI İTALYAN - FRANSIZ DAYANIŞMASI
Kaynak: htpp://www.images.funagain.com
183
EK - 9
LİBYA HARİTASI
Kaynak: www.maps.com
184
EK - 10
TRABLUSGARP SAVAŞI’NDA KULLANILAN İTALYAN UÇAKLARI
İtalyan Pilot Carlo Piazza Blériot cinsi tek pervaneli uçağıyla
Kaynak: http://www.raaf.gov.au/airpower/html/publications/pathfinder/2006/Pathfinder_45_May06.pdf
Kaynak: http://www.silab.it/storia/as33/images/p33_03.jpg
185
EK - 11
TRABLUSGARP SAVAŞI’NDA KULLANILAN BOMBARDIMAN BALONLARI
Kaynak: htpp:// www.stereo.pwp.blueyonder.co.uk/.../M1.jpg
Kaynak: htpp:// www.stereo.pwp.blueyonder.co.uk/.../M1.jpg
186
Kaynak:http://www.cigv.it/albums/album33/Alpini_in_navigazione_verso_la_Lybia_001.jpg
İtalyan Balonları Trablusgarp’taki Türk mevzilerini bombalarken
Kaynak: http:// en.wikipedia.org/wiki/Italo-Turkish_War
187
EK - 13
İTALYAN BOMBARDIMANI SONRASI ÖLEN SİVİL ARAPLAR
Kaynak: http://it.wikipedia.org/wiki/Guerra_italo-turca
189
EK - 14
TRABLUSGARP SAVAŞI’NDA İTALYAN BİRLİKLERİ
Kaynak: http://unimondo.oneworld.net/article/view/86934/1/3329
Kaynak: http:// www.carabinieri.it/.../img/1912-1923_2-01.jpg
190
Kaynak: http://www.cigv.it/albums/album33/Alpini_in_navigazione_verso_la_Lybia_001.jpg
Kaynak: http://www.cigv.it/albums/album33/Alpini_in_navigazione_verso_la_Lybia_001.jpg
191
Kaynak: http://www.cigv.it/albums/album33/Alpini_in_navigazione_verso_la_Lybia_001.jpg
Trablusgarp Körfezinde İtalyan Gemileri
Kaynak: http://www.cigv.it/albums/album33/Alpini_in_navigazione_verso_la_Lybia_001.jpg
192
EK - 15
TÜRK ve GÖNÜLLÜ ARAP BİRLİKLERİ
Kaynak: http://www.byegm.gov.tr
193
Kaynak: http://www.byegm.gov.tr
194
EK - 16
TRABLUSGARP’A GİDEN GÖNÜLLÜ TÜRK SUBAYLARI
Kolağası Mustafa Kemal ( Atatürk )
(1881 - 1938 )
Kurmay Binbaşı Enver
( 1881 - 1922 )
Kaynak: http:// www.ataturktoday.com
Kaynak: http:// www.ataturktoday.com
Yüzbaşı Nuri Bey ( Conker )
(1881 - 1937 )
Eşref Kuşçubaşı
( 1873 - 1964 )
Kaynak: http://www.ataturktoday.com
Kaynak: http:// www.ataturktoday.com
195
Binbaşı Ali Fethi Bey ( Okyar)
( 1880 - 1943 )
Ali Çetinkaya
( 1878 - 1949 )
Kaynak: http:// www.ataturktoday.com
Kaynak: http:// www.ataturktoday.com
196
EK - 17
BANCO DI ROMA’NIN TRABLUSGARP’TAKİ ŞUBE BİNASI
Kaynak: http://www.geocities.com/.../fortuna/BancoDiRoma.JPG
197
EK - 18
1861 - 1913 YILLARI ARASINDAKİ İTALYAN BAŞBAKANLARI
ADI
DOĞUMÖLÜM
GÖREVE GELİŞ
TARİHİ
GÖREVDEN AYRILIŞ
TARİHİ
PARTİSİ
Camillo Benso, Count
of Cavour
1810-1861
23 Mart 1861
7 Haziran 1861
Liberal Muhafazakâr
Bettino Ricasoli
( İlk Sefer )
1809-1880
12 Haziran 1861
3 Mart 1862
Liberal
Muhafazakâr
Urbano Rattazzi
( İlk Sefer )
1808-1873
3 Mart 1862
8 Aralık 1862
Demokrat
Luigi Carlo Farini
1812-1866
8 Aralık 1862
24 Mart 1863
Liberal Muhafazakâr
Marco Minghetti
(İlk Sefer )
1818-1886
24 Mart 1863
28 Eylül 1864
Liberal Muhafazakâr
Alfonso Ferrero
La Marmora
1804-1878
28 Eylül 1864
20 Haziran 1866
Liberal Muhafazakâr
Bettino Ricasoli
( İkinci Sefer )
1809-1880
20 Haziran 1866
10 Nisan 1867
Liberal Muhafazakâr
Urbano Rattazzi
( İkinci Sefer )
1808-1873
10 Nisan 1867
27 Ekim 1867
Demokrat
Federico Luigi, Conte
Menabrea
1809-1896
27 Ekim 1867
14 Aralık 1869
Liberal Muhafazakâr
Giovanni Lanza
1810-1882
14 Aralık 1869
10 Temmuz 1873
Liberal Muhafazakâr
Marco Minghetti
( İkinci Sefer )
1818-1886
10 Temmuz 1873
25 Mart 1876
Liberal Muhafazakâr
Agostino Depretis
( İlk Sefer )
1813-1887
25 Mart 1876
24 Mart 1878
Demokrat
Benedetto Cairoli
( İlk Sefer )
1825-1889
24 Mart 1878
19 Aralık 1878
Demokrat
Agostino Depretis
( İkinci Sefer )
1813-1887
19 Aralık 1878
14 Temmuz 1879
Demokrat
Benedetto Cairoli
( İkinci Sefer )
1825-1889
14 Temmuz 1879
29 Mayıs 1881
Demokrat
Agostino Depretis
( Üçüncü Sefer )
1813-1887
29 Mayıs 1881
29 Temmuz 1887
Demokrat
Francesco Crispi
( İlk Sefer )
1819-1901
29 Haziran 1887
6 Şubat 1891
Demokrat
198
Antonio Starabba
Marchese di Rudinì
( İlk Sefer )
1839-1908
6 Şubat 1891
15 Mayıs 1892
Liberal Muhafazakâr
Giovanni Giolitti
( İlk Sefer )
1842-1928
15 Mayıs 1892
15 Aralık 1893
Liberal
Francesco Crispi
( İkinci Sefer )
1819-1901
15 Aralık 1893
10 Mart 1896
Demokrat
Antonio Starabba,
Marchese di Rudinì
( İkinci Sefer )
1839-1908
10 Mart 1896
29 Haziran 1898
Liberal Muhafazakâr
Luigi Pelloux
1839-1924
29 Haziran 1898
24 Haziran 1900
Liberal Muhafazakâr
Giuseppe Saracco
1821-1907
24 Haziran 1900
15 Şubat 1901
Demokrat
Giuseppe Zanardelli
1826-1903
15 Şubat 1901
3 Kasım 1903
Liberal
Giovanni Giolitti
( İkinci Sefer )
1842-1928
3 Ekim 1903
12 Mart 1905
Liberal
Tommaso Tittoni
1855-1931
12 Mart 1905
28 Mart 1905
Liberal Muhafazakâr
Alessandro Fortis
1842-1909
28 Mart 1905
8 Şubat 1906
Liberal
Sidney Sonnino
( İlk Sefer )
1847-1922
8 Şubat 1906
29 Mayıs 1906
Liberal Muhafazakâr
Giovanni Giolitti
( Üçüncü Sefer )
1842-1928
29 Mayıs 1906
11 Aralık 1909
Liberal
Sidney Sonnino
( İkinci Sefer )
1847-1922
11 Aralık 1909
31 Mart 1910
Liberal Muhafazakâr
Luigi Luzzatti
1841-1927
31 Mart 1910
30 Mart 1911
Liberal
Giovanni Giolitti
1842-1928
30 Mart 1911
21 Mart 1914
( Dördüncü Sefer )
Kaynak: http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_prime_ministers_of_Italy
199
Liberal
EK - 19
1861 - 1913 YILLARI ARASINDAKİ İTALYAN DIŞ İŞLERİ BAKANLARI
DIŞ İŞLERİ BAKANI
GÖREVE GELİŞ
TARİHİ
GÖREVDEN AYRILIŞ
TARİHİ
Count Camillo Benso di Cavour
1861
1861
Bettino Ricasoli
1861
1862
Urbano Rattazzi
1862
1862
Giuseppe Pasolini
1862
1863
Emilio Visconti-Venosta
1863
1864
Alfonso Ferrero la Marmora
1864
1866
Emilio Visconti-Venosta
1866
1867
PompeodiCampello
1867
1867
Federico Luigi, Conte Menabrea
1867
1869
Emilio Visconti-Venosta
1869
1876
Luigi Melegari
1876
1877
Agostino Depretis
1877
1878
200
Conte Luigi Corti
1878
1878
Benedetto Cairoli
1878
1878
Agostino Depretis
1878
1879
Benedetto Cairoli
1879
1881
Pasquale Mancini
1881
1885
Agostino Depretis
1885
1885
Conte Carlo Felice Robilant
1885
1887
Agostino Depretis
1887
1887
Francesco Crispi
1887
1891
Antonio Starabba di Rudinì
1891
1892
Benedetto Brin
1892
1893
Barone Alberto de Blanc
1893
1896
Onorato Caetani
1896
1898
Raffaele Cappelli
1898
1898
Felipe Canevaro
1898
1899
201
Emilio Visconti-Venosta
1899
1901
Giulio Prinetti
1901
1903
Tommaso Tittoni
1903
1905
Antonino Paternò-Castello, marchese di San
Giuliano
1905
1906
Conte Francesco Guicciardini
1906
1906
Tommaso Tittoni
1906
1909
Conte Francesco Guicciardini
1909
1910
Antonino Paternò-Castello, marchese di San
Giuliano
1910
1914
Kaynak: http://en.wikipedia.org/wiki/Italian_Minister_of_Foreign_Affairs
202
EK - 20
İSİMLER SÖZLÜĞÜ
II. ABDULHAMİT (1842 - 1918)
: 1876 - 1909 yılları arasında Osmanlı Padişahı.481
ALBERTINI, Luigi (1871 - 1941)
: Yazar, senatör. 1896 - 1900 yılları arasında yöneticilik yaptığı
Corriera Della Sera gazetesi’nin daha sonraki satın aldı. 1900 yılında senatör olarak görev aldı.
BARATIERI, Oreste (1841 - 1901)
: Asker, milletvekili. Gönüllü olarak katıldığı Garibaldi Birlikleri’nin
ardında düzenli orduda yer aldı. 1892 yılında Eritre Valisi olarak atandı. Habeşlilere karşı iki önemli zafer
kazandı. Ancak Adowa mağlubiyetinin ardından askeri mahkemece yargılanıp idama mahkûm edildi.
CAVOUR, Camillo, Benso, Kont (1810 - 1861)
: Asker, Siyaset adamı. Askeri eğtimini tamamladıktan
sonra 1848 yılında parlamentoya girdi. 1850 yılında Tarım, 1851 yılında Finans Bakanlığı yaptı. 1852 yılında
Parlamento Başkanlığı’na seçildi. 1858 yılında III. Napoléon’un desteğiyle Avusturya’ya karşı bir zafer
kazandı. 1861 yılında Birleşik İtalya Krallığı’nın ilk Başbakan’ı oldu.
CORRADINI, Enrico (1865 - 1931)
: Gazeteci, yazar ve siyaset adamı. 1848 yılında siyasete girdi.
Mazzini yanlısı fikirleri yüzünden Torino, Malta, Londra ve Paris’te sürgün hayatı yaşadı. 1859 yılında
İtalya’ya döndü ve Garibaldi’nin birliklerine katıldı. Birleşik İtalya Krallığı’nın kurulmasının ardından, 18871891 ve 1893 - 1896 dönemlerinde Parlamento Başkanlığı yaptı.
DEPRETIS, Agostino (1812 – 1887)
: Siyaset adamı. 1862 ve 1866 yılları arasında Başbakanlık yaptı.
1876 yılında seçildiği Parlamento Başkanlığı görevini ölümüne kadar aralıksız sürdürdü.
ENVER BEY (PAŞA) (1881 – 1922)
: Asker, Siyaset adamı. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurucuları
arasında yer aldı. 1908 - 1909 yılları arasında Cemiyet’in İstanbul Başkanlığı görevini yürüttü. 1909 yılında
Berlin’de Askeri Ateşe olarak görev yaptı. Trablusgarp Savaşı’nın çıkması üzerine burada gönüllü olarak
savaşan subaylar arasına katıldı.482
FEDERZONI, Luigi (1878 – 1967)
: Gazeteci, yazar ve siyaset adamı. 1913 yılında milletvekili seçildi.
Faşizm Döneminde İç işleri ve Sömürge Bakanlığı yaptı. 1929-1934 arası Senato Başkanlığı görevinde
bulundu.
GARIBALDI, Giuseppe (1807 - 1882)
: İtalyan Halk Kahramanı.Kırmızı Gömlekliler adındaki kurduğu
gönüllülerden oluşan düzensiz birlikleriyle İtalya’nın birliğini sağlamasına büyük katkıda bulunmuş İtalyan
Birliği’nin kılıcı olmuştu.
481
Wade Dewood David, European Diplomacy in The Near Eastern Question 1906-1909, Urbana: The
University of Illinois Pres, 1940, s.115.
482
David, s. 115.
203
GIOLITTI, Giovanni (1841 - 1928)
: Siyaset adamı. Siyaset hayatına 1882 yılında milletvekili olarak
başladı. 1892 - 1893 yılları arasında Başbakanlık, 1901 yılındaki Zanadelli Hükümetinde İçişleri Bakanlığı
yaptı. 1914 yılına kadar aralıklarla Parlamento Başkanlığı görevinde bulundu.
GREY, Edward, Sir (1862 – 1933)
: Siyaset adamı. Siyaset hayatına 1885 yılında başladı. 1905 - 1916
yılları arasında İngiltere Dış İşleri Bakanlığı görevinde bulundu.483
HILMI PAŞA, Hüseyin (1855 - 1922)
: Asker, siyaset adamı. 1908 - 1909 yılları arasında İç İşleri
Bakanlığı yaptı. 1909 yılında Sadrazamlığa getirildi. 1912 - 1918 yıllarıarasında da Viyana Büyükelçiliği
görevini yürüttü.484
IMPERIALI, Francavilla (1874 - 1940)
Büyükelçiliği görevinde bulundu.
KAMİL PAŞA (1832 – 1913)
: Siyaset adamı. 1904 - 1910 yılları arasında İtalya’nın İstanbul
485
: Asker, siyaset adamı. 1885 - 1891, 1908 - 1909 ve 1912 - 1913 yılları
arasında ve 1895 yılında Osmanlı Devleti’nde Sadrazamlık görevinde bulundu.486
MAHMUT ŞEVKET PAŞA (1856 - 1913)
: Asker, Siyaset adamı. 1911 - 1912 yılları arasında Osmanlı
Devleti’nde Harbiye Nazırı olarak görev yaptı.
MARTINI, Ferdinando (1841 – 1928)
: Yazar, siyaset adamı. 1892 - 1893 yılları arasında Kamu Bakanı,
1897 - 1900 arasında Eritre Sivil Komseri ve 1915 - 1916 yıllarıarasında Sömürge Bakanı olarak görev yaptı.
MAZZINI, Giuseppe (1805 - 1872)
: Düşünür, siyaset adamı. Carbonaria Örgütü içindeki çalışmaları
yüzünden Marsilya’ya sürüldü. Burada Genç İtalya Örgütü’nü kurdu. Piemonte’nin İtalya içindeki mutlak
hegemonyasına ve monarşiye karşı düşmanlığı yüzünden İtalya içinde kalması yasaklandı. Bu sebeple İngiliz
Dr. Brown sahte kimliğiyle Pisa’ya yerleşti ve ömrünün sonuna kadar oarada kaldı.
MUSSOLINI, Benito (1884 - 1945)
: Siyaset adamı. Sosyalist olarak başladığı siyaset hayatını 1919
yılında Faşist Parti’yi kurarak devam etti. 1943 yılında krallığı kaldırıp İtalyan Halk Cumhuriyetini kurdu.
1945 yılında İsviçre’ye kaçarken partizanlarca yakalanıp kurşuna dizildi.
NICOLSON, Arthur, Sir (1849 - 1928)
: Siyaset adamı. 1906 - 1910 yılları arasında İngiltere’nin St.
Petersburg Büyükelçiliği görevinde bulundu.
SALVEMINI, Gaetano (1873 - 1957)
487
: Tarihçi, şair, siyaset adamı. Giolitti Hükümetine ve Trablusgarp
Savaşı’na karşı giriştiği mücadeleyle adını duyurdu. 1919 yılında parlamentoya girdi. 1925 yılında Faşist
Yönetim’e karşı çıktı ve İtalya’yı terk ederek Paris’e ardından da Birleşik Devletler’e yerleşti. İtalya’da
Faşizm’in yıkılmasından sonra ülkesine döndü ve 1950 yılnda Floransa Üniversitesi’nde ders vermeye
başladı.
483
David, s. 115.
David, s. 115.
485
David, s. 115.
486
David, s. 116.
487
David, s. 116.
484
204
SAİD PAŞA (1838 - 1914)
: 1882 - 1885, 1901 - 1903, 1908, 1911 - 1912 yılları arasında ve 1895 yılında
Osmanlı Devleti’nde Sadrazamlık görevinde bulundu.
SAN GIULIANO, Antonnino Paterno-Castello, Marquis di (1852 - 1914)
: Siyaset adamı. 1882 yılında
milletvekili olarak başladığı siyaset hayatında pek çok bakanlık görevinde bulundu. Ancak bu görevlerin
içinde en önemlisi 1905 - 1906 ve 1910 - 1914 yılları arasında yürüymüş olduğu Dış İşleri Bakanlığı
göreviydi. Ayrıca 1906 - 1909 arasında Londra 1909 - 1910 yılları arasında da Paris Büyükelçiliği görevinde
bulundu.
SARACCO, Giuseppe (1821 - 1907)
: Siyaset adamı. Siyaset hayatına 1851 - 1857 yılları arasında
Piemonte Parlamentosu’nda merkez sol görüşü temsil ederek başladı. Daha sonra senatörlük ve 1887 - 1889
ile 1893 - 1896 yılları arasında Çalışma Bakanlığı görevlerinde bulundu.
SONNINO, Giorgio Sidney (1847 - 1922)
: Siyaset adamı. Siyaset hayatına 1880’de başladı. Pek çok
bakanlık görevinde bulundu. 1906 yılında ve 1909 - 1910 yılları arasında Parlamento Başkanlığı görevini
yürüttü. 1901 yılında Giornale d’Italia gazetesi’ni yayınlamaya başladı. Birinci Dünya Savaşı boyunca Dış
İşleri Bakanlığı görevini yürüttü.
TITTONI, Tommaso (1855 - 1931)
: Siyaset adamı. Siyaset hayatına 1886 yılında milletvekili olarak
başladı. 1902 yılında Giolitti Hükümetinde senatörlük yaptı. 1903 - 1905 yılları arasında Dış İşleri Bakanlığı
görevini yürüttü. Daha sonra Londra Büyükelçisi olarak görevlendirildi. 1906 - 1909 yılları arasında tekrardan
Dış İşleri Bakanlığı görevine getirildi. 1910 - 1916 yılları arasında yürüttüğü Paris Büyükelçiliği görevinin
ardından 1919 yılında bir kez daha İtalya Dış İşleri Bakanı oldu. Birinci Dünya Savaşı sonrasında yapılan
barış antlaşmasında İtalyan Delegasyonu’nun başkanı olarak görev aldı. 1920 - 1929 yılları arasında da
İtalyan Senatosu’nda görev yaptı.
VISCONTI, Venosta Emilio (1829 - 1914)
: Siyaset adamı. 1848 yılında Milano’da Garibaldi’nin
birlikleriyle birlikte ayaklanmalara katıldı. Daha sonra İsviçre’de sürgün olduğu sırada Mazzini’yle tanıştı.
Pek çok hükümet döneminde İtalyan Dış İşleri Bakanlığı görevinde bulundu.
ZANADELLI, Giuseppe (1826 - 1903)
: Siyaset adamı. 1848, 1849 ve 1859 yıllarında doğduğu şehir
olan Bresca’da ayaklanmalara katıldı. 1860 yılında milletvekili seçildi. 1876 yıından itibaren pek çok görevde
bulundu.
Kaynak: Romano, ss. 330-351.
205
KAYNAKLAR
A. Arşiv Belgeleri
Archivo Del Ministro Delgi Affari Esteri (AMAE) (İtalyan Dış İşleri Bakanlığı Arşivi Roma)
No: 42, pos: 17A, f. 641.
Archivo Centrale Dello Stato (ACS) ( İtalyan Devlet Arşivi - Roma)
No: 200, 23.09.1911
No: 4486/874, 17.09.1911
No: 4728/945, 14.09.1911
No: 4466, 25.06.1911
No: 87, 08.04.1911
No: 593, 19.11.1911
B. Kitaplar
Anderson, Eugene, The First Moroccan Crisis 1904-1906, Connecticut: Archon Books,
1966.
Anderson, Lisa , The State and Social Transformation in Tunusia and Libya,
1930-1980, Princeton: Princeton University Press, 1987.
Anderson Matthew Smith, The Eastern Question 1774-1923, Londra: Macmillan,1966.
Arfé, Gaetano, Storia del Socialismo Italiano ( İtalyan Sosyalizmi’nin Tarihi), Torino:
G. Einaudi Edizzione, 1977.
Askew, William C., Europe and Italy’s Acquisition of Libya 1911-1912, Durham: Duke
University Press, 1942.
Barclay, Glen J., The Rise and Fall of The New Roman Empire, New York: St. Martin’s
Press, 1973.
Barclay, Thomas, The Turco - Italian War and Its Problems, Houghton Mifflin
Company, Boston, 1914 .
Benett, Ernest N., With The Turks in Tripoli, Londra: Methuen & Co. Ltd, 1912.
Blunt, Wilfrid Scawen, My Diaries Being a Person Narrative of Events 1888-1914,
Londra: Martin Secker, 1932.
206
Bosworth, R.J.B., Italy, the Least of the Great Powers: Italian Foreign Policy before
the First World War, Oxford: Oxford University Press, 1981.
Carazzi, M., La Società Geografica Italiana e L’esplorazione Coloniale in Africa
1867-1900 (İtalyan Coğrafya Derneği ve Afrika’daki Koloni Keşifleri), Firenze:
La Nuova Italia, 1972.
Childs, Timothy W., Italo-Turkish Diplomacy and The War Over Libya 1911-1912,
Leiden: E.J. Brill, 1990.
Clough, S.B., The Economic History of Modern Italy, New York: Columbia University
Press, 1964.
Cornwell, John, Hitler's Pope: The Secret History of Pius XII, New York: Viking, 1999.
Cretella, Louis A., Italo - British Relations in The Eastern Mediterranean 1919 - 1923,
New York: Garland Publishing Inc., 1991.
Croce, Benedetto, A History of Italy 1871-1915, (Çev: Cecilia M. Ady), New York:
Russell & Russell Inc., 1963.
Crispi, Thomas Palamenghi, The Memoirs of Francesco Crispi, Cilt:2, Londra: Hodder
and Stoughton, 1912.
Çaycı, Abdurrahman, Büyük Sahra’da Türk - Fransız Rekabeti (1858-1911), Ankara:
Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1995.
Danon, M., Nations D’Histoire Des Peuples Modernes (Modern İnsanlık Tarihi),
Paris, (t.y.)
David, Wade Dewood, European Diplomacy in The Near Eastern Question 1906-1909,
Urbana: The University of Illinois Pres, 1940
Davis, John, Italy in The Ninteenth Century, Oxford: Oxford University Press, 2000.
De Luigi, Giuseppe, Il Mediterraneo nella Politica Europea (Avrupa Siyasetinde
Akdeniz), Napoli: Jovane, 1925.
Değer, Mebrure, Dr. Hüseyin Hüsnü Bey’in Not Defterinden Trablusgarp Savaşı,
İstanbul, 1998.
Del Boca, Angelo, Gli Italiani in Africa Orientale (Orta Afrika’daki İtalyanlar), RomaBari : Laterza, 1976.
207
Duggan, Christopher, A Concise History of Italy, Cambridge: Cambridge University
Press, 1994.
Evans Edward E., The Sanusi of Cyrenica, Oxford: Clarendon Pres, 1949.
Foester, Robert, The Italian Emigration of Our Times, Cambridge: Harvard University
Press, 1919.
Franchetti, Lucilla, La Sicilia del 1876 (1876’da Sicilya), Florence: Vallecchi, 1975.
Giolitti, Giovanni, Memorie Della Mia Vita (Hayatımın Hatıraları), Manza: Roma,
1945.
Gramsci, Antonio, Il Risorgimento, Torino: Einaudi, 1974.
Grassi, Fabio L., İtalya ve Türk Sorunu 1919-1923 Kamuoyu ve Dış Politika, (Çev:
Nevin Özkan-Durdu Kundakçı), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2003.
Hart, Liddell B.H., Strateji Dolaylı Tutum, (Çev: Selma Koçak), Ankara: Doruk
Yayımcılık, 2003.
Karakartal, Oğuz, Türk Kültüründe İtalyanlar, İstanbul: Eren Yayıncılık, 2002.
Karasapan, Celâl Tevfik, Libya, Trablusgarp, Bingazi ve Fizan, Ankara: Resimli Posta
Matbaası Ltd. Şirketi, 1960.
Kent, Marian, Osmanlı İmparatorluğu’nun Sonu ve Büyük Güçler, (Çev: Ahmet Fethi),
İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları,1999.
Kocabaş, Süleyman, Avrupa Türkiyesi’nin Kaybı ve Balkanlar’da Panislavizm,
İstanbul: Vatan Yayınları, 1986.
Kocabaş, Süleyman, Tarihte ve Günümüzde Türkiye’yi Parçalama ve Paylaşma
Planları, İstanbul: Vatan Yayınları, 1999.
Koloğlu, Orhan, Osmanlı -İtalya Libya Savaşı’nda İttihatçılar, Masonlar ve Sosyalist
Enternasyonal, Ankara: Ümit Yayıncılık, 1999.
Kurtcephe, İsrafil, Türk-İtalyan İlişkileri 1911-1916, Ankara: Türk Tarih Kurumu
Yayınları, 1995.
Loti, Pierre, Can Çekişen Türkiye 1914, (Çev: Fikret Şahoğlu), İstanbul: Tercüman
Gazetesi Yayınları, (t.y.)
Mariotti, J.A.R., The Makers of Modern Italy, Oxford: Oxford University Press, 1931.
208
Mavroyeni, Alexander, Contributions a L’Histoire du Proche-Orient Textes et
Documents Officiels 1911-1912 (Resmi Belgelerle 1911-1912 Arası Yakın Doğu
Tarihi) , İstanbul: Archiviste du Trone Ecumenique, 1950.
McClure, W.K, Italy in North Africa, Darf Publisher, London, 1985.
McNeil, William, Dünya Tarihi, (Çev: Alâeddin Şenel), 9. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi,
Mart 2005.
Miége, J.L., L’Impérialisme Colonial Italien de 1870 a nos jours (1870’den Günümüze
İtalyan Emperyal Sömürge Tarihi), Paris, 1968.
Miller, Geoffrey, Straits, The Origins of The Dardanelles Campaign, Resurgambooks:
Yorkshire, 1995.
Page, Thomas Nelson; Italy and The World War, Charles Scribner’s Sons, New York,
1920.
Preti, Luigi, La Storia D’Italia (İtalyan Tarihi), London: Secker & Warburg, 1968.
Romano, Sergio, Histoire de L’Italie du Risorgimento a Nos Jours (Risorgimento’dan
Günümüze İtalan Tarihi), Editions Du Seuil, 1977.
Romano, Sergio, La Quarta Sponda: La Guerra di Libia 1911-1912 (Dördüncü Kıyı:
1911-1912 Libya Savaşı), Milan: Bompiani, 1977.
Rosario, Romeo, Risorgimento e Capitalismo (Risorgimento ve Kaptalizm), Bari:
Laterza, 1970.
Saladino, Salvatore, Italy From Unification to 1919 Growth and Decay of a Liberal
Regime, New York: Thomas Y. Crowell Company, 1970.
Sander, Oral, Siyasi Tarih -İlk Çağlardan 1918’e, İstanbul: İmge Kitabevi, 9. Baskı,
2001.
Segrè, Claudio G., Fourth Shore The Italian Colonization of Libya, Chicago: The
University of Chicago Pres, 1974.
Sereni, Emilio, Histoire du Paysage Rural Italien (İtalya’nın Kırsal Kesiminin Tarihi),
Paris: Juliard, 1965.
Şıvgın, Hale, Trablusgarp Savaşı ve 1911-1912 Türk - İtalyan İlişkileri, Ankara: Türk
Tarih Kurumu Yayınları, 1989.
209
Staley, Eugene, War and The Private Investor, Doubleday, Doran & Company, Inc.,
New York, 1935.
Trayer, John A., Italy and the Great War: Politics and Culture, 1870-1915, Winsconsin:
University of Wisconsin Press,1964.
Trevelyan, George Macaulay, Garibaldi and The Thousand, New York: Longman, 1948.
Yale, William, The Near East A Modern History, New York: The University of
Michigan Press, 1958.
Yalman, Ahmet Emin, Yakın Tarihte Gördüklerim, Cilt: I, İstanbul : Rey Yayınları,
1970.
Webster, R.A., L’Imperialismo Industriale Italiano Studio sul Prefascismo 1908-1915
(Faşim Öncesi İtalyan Sanayi Kapitalizmi Üzerine Bir Çalışma 1908-1915),
Torino:Einaudi, 1974.
Whittam, John, The Politics of the Italian Army, 1861-1918, Londra: Croom Helm, 1976.
1911-1912 Osmanlı-İtalyan Harbi ve Kolağası Mustafa Kemal, Genelkurmay Askeri
Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları,
1985.
C. Makaleler
Steinberg, Philip E., Lines of Division, Lines of Connection: Stewardship in the World
Ocean, New York: Geographical Review, Vol. 89, No.2, Oceans Connections,
Nisan 1999
Vladmir Ilyic Lenin, Tük - İtalyan Savaşı’nın Sonu, Pravda, Sayı: 129, 28 Eylül 1912.
D. İnternet Kaynakları
http://www.regione.piemonte.it.
htpp://www.racine.ra.it/.../garibaldi1.jpg
htpp://www.liberliber.it
htpp://www.memo.fr
htpp:// www.florin.ms
210
http://www.reformation.org
htpp://www.images.funagain.com
www.maps.com
http://www.raaf.gov.au/airpower/html/publications/pathfinder/2006/Pathfinder_45_May06.
http://www.silab.it/storia/as33/images/p33_03.jpg
htpp:// www.stereo.pwp.blueyonder.co.uk/.../M1.jpg
htpp:// www.stereo.pwp.blueyonder.co.uk/.../M1.jpg
http://www.cigv.it/albums/album33/Alpini_in_navigazione_verso_la_Lybia_001.jpg
http:// en.wikipedia.org/wiki/Italo-Turkish_War
http://it.wikipedia.org/wiki/Guerra_italo-turca
http://unimondo.oneworld.net/article/view/86934/1/3329
http:// www.carabinieri.it/.../img/1912-1923_2-01.jpg
http://www.cigv.it/albums/album33/Alpini_in_navigazione_verso_la_Lybia_001.jpg
http://www.cigv.it/albums/album33/Alpini_in_navigazione_verso_la_Lybia_001.jpg
http://www.cigv.it/albums/album33/Alpini_in_navigazione_verso_la_Lybia_001.jpg
http://www.cigv.it/albums/album33/Alpini_in_navigazione_verso_la_Lybia_001.jpg
http://www.byegm.gov.tr
http://www.ataturktoday.com
http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_prime_ministers_of_Italy
http://en.wikipedia.org/wiki/Italian_Minister_of_Foreign_Affairs
http://www.geocities.com/.../fortuna/BancoDiRoma.JPG
211
ÖZGEÇMİŞ:
04.03.1982, İzmir doğumlu olan Mümtaz Onur GÜRER, ilk öğrenimini aynı
şehirde, lise öğrenimini ise Aydın Adnan Menderes Anadolu Lisesi’nde tamamlamıştır.
2000 yılında girdiği Dokuz Eylül Üniversitesi, İşletme Fakültesi, Uluslararası İlişkiler
Bölümü’nden 2004 yılında mezun olmuştur.
ÖZET:
İtalya, birliğini sağlamasının ardından Büyük Güçlere göre geç kaldığı sömürgecilik
yarışında daha fazla zaman kaybetmemek için harekete geçmişti.
Bu amaçla ilk olarak Afrika Boynuzu’nda sömürge arayışına giren İtalya burada
istediği sonuca ulaşamayınca, yönünü Afrika’nın kuzeyine çevirmiş ve gözünü 30.000
İtalyanın yaşadığı ve bir zamanlar Roma İmparatorluğu’nun toprağı olan Tunus’a dikmişti.
Ancak Cezayir’in ardından Tunus’a yönelen Fransa, İtalya’nın bu amacına ulaşmasını
engellemişti. Bunun üzerine İtalya Büyük Güçlerin de desteğiyle Osmanlı Devleti’nin Kuzey
Afrika’daki son toprağı olan Trablusgarp ve Bingazi’ye yönelmişti.
İtalya için Trablusgarp ve Bingazi’nin sömürgeleştirilmesi birliğini sağlamasının
ardından İtalyan Halkı’nı bir ulus haline getirmek, her geçen gün artan nüfusu için yerleşim
yeri kurmak ve yavaş olsa da gelişen sanayisi için bir pazar oluşturmanın yanı sıra Büyük Güç
olabilmek adına da oldukça önemliydi. Osmanlı Devleti’nde iktidara gelen İttihat ve Terakki
mensubu yöneticiler için ise bu bölgenin elde tutulması Osmanlı Devleti’nin parçalanmasını
engellemek demekti. Bu noktada Trablusgarp’taki başarı her iki devlet için de ülke içindeki
birliği kuvvetlendirmek demekti.
1911 yılında kısa zamanda bölgeyi ele geçirme amacıyla Trablusgarp’a saldıran İtalya;
gönüllü Türk subaylarının bölgedeki yerli halkı örgütlemesiyle oluşan yoğun direniş
karşısında kıyı şeridinden takılı kalmıştı. Bu başarısızlık yüzünden oluşan iç tepkileri
engellemek isteyen İtalya, Osmanlı Devleti’ni barışa zorlamak için Boğazlara saldırmış ve On
iki Ada’yı işgal etmiş ama istediğini elde edememişti. Ancak Trablusgarp Savaşı, Balkan
Devletleri’ne Osmanlı Devleti’ne saldırmak için bekledikleri fırsatı vermişti. Bu devletlerin
savaş ilanı üzerine Osmanlı Devleti Trablusgarp’ı ve On iki Ada’yı İtalyanlara bırakmak
zorunda kalmıştı.
Büyük Güçlerin en zayıfı olan İtalya’nın emperyal tutkuları sadece Trablusgarp
Savaşı’na değil, Avrupa’da Birinci Dünya Savaşı’na kadar uzanacak olan çatışmalar dizisinin
başlatmıştı.
Anahtar Kelimeler: İtalyan Birliği, Büyük Güçler, Trablusgarp Savaşı, Beyrut
Bombardımanı, Oniki Adanın İşgali
ABSTRACT:
After the unification, Italy began to act in order to take place on the colonialisation
race. As a result of that, she has started to search an area to colonise in African Horn.
However, she couldn’t have a success on it and she started to be interested in North Africa.
Although she had interested in Tunisia where was the part of ancient Roman Empire and has
30.000 Italian habitants, French interests on that region had prevented her to realise that aim.
All that events had directed Italy to Tripoli and Bengazi which are the last areas of the
Otoman Empire in Noth Africa with the support of Great Powers.
Italy aimed to establish a settlement place for her increasing population and to form a
market her industry by colonizing that area. For the Ottoman administrators which were the
members of The Committee of The Union and Progress controlling of that region was a way
to prevent the division of the Empire. At that point an achivement on Tripoli was mean to
force the unity of their nations.
In 1911 Italy had attacked Tripoli in order to occupy the region in a short time. But as
a result of the organised resistance of the natives which had been consisted by the volunteer
Turkish Officers, Italians couldn’t have passed the costal line. In order to prevent the
domestic reactions which helt because of that failure Italy had attacked The Straits and
occupied Dodecanese Islands to force Ottoman Empire for a peace agreement. But Italy
couldn’t reach her aim. However Turco-Italian War had gave the opportunity to Balkan States
to attack The Orttoman Empire and they had started a war against The Otoman Empire. As a
result of that The Otoman Empire had left Tripoli and The Dodecanese Islands to Italy.
The imperial passions of Italy which was the least of the Great Powers had not only
started the Tripoli War but also caused to starte of a series of conflicts which would stretch to
First World War.
Key Words: Italian Unification, Great Powers, Tripoli War, Bombardement of Beirut,
Annexation of Dodacanese Islands.
Download