ıı. hafta ilkçağ ekonomileri

advertisement
ÜNİTE 2

İLKÇAĞ EKONOMİLERİ

İLK MEDENİYETLERDEN KLASİK DÖNEME
İLK ÇAĞ EKONOMİLERİ
–
–
–
–
–
–
–
Mezopotamya Mısır
Medeniyetin Yayılması
Yunan Ekonomisi
İlkçağ Ekonomilerinde Değişme ve Gerileme
ROMA İMPARATORLUĞUNUN EKONOMİSİ
Genişleme Döneminde Roma Ekonomisi
Roma Ekonomisinin Gerilemesi ve Çöküşü


Tarihin başlangıcındaki Sümer
toplumundan, Ortaçağa kadar uzanan
Roma İmparatorluğuna kadar geçen
yaklaşık 3500 yıllık bir süre genel olarak
İlkçağ olarak adlandırılmaktadır.
Doğal olarak, bu toplumların bütün
özellikleriyle birbirine benzemesi
beklenemez. Bunlar arasında büyük farklar
olabilir.



Ancak, bütün bu eski çağ toplumlarının en
belirgin ve ortak özelliği tarımsal
karakterleridir. Marjinal prodüktivitesi çok
düşük tarımsal nüfusun, tarım dışı nüfusu
besleme kapasitesi ise çok sınırlıydı.
Yine bu toplumların ortak bir özelliği de
doğal afetlere, kuraklık v.s. gibi dış
etkenlere karşı çok kırılgan olmalarıydı.
Bu ünitede bu çağın toplumlarının iktisadi
yapılarını ve özelliklerini yukarıdaki
perspektif çerçevesinde ele almış olacağız.
İLK MEDENİYETLERDEN KLASİK DÖNEME
İLK ÇAĞ EKONOMİLERİ
– Neolitik tarım yöntemleri nüfus kitlelerinin sürekli
bir yerleşim alanı oluşturmalarına dünyanın
büyük bir bölümünde imkan vermiyordu.
– Yalnızca yıllık su baskınlarının tarlaları verimli
hale getirdiği bazı nehir vadilerinde sürekli tarım
yapılabiliyordu.
– Tarımın ilk geliştiği bölgelerden yalnızca iki
vadi böyle bir imkanı sağlıyordu: Fırat ve
Dicle nehirleri arasındaki bölge
(Mezopotamya)
ve Mısır’ın Nil Vadisi


Ancak, bu bölgelerden yararlanılabilmesi
için kanallar, bentler ve göletler
yapılmalıydı. Çünkü her iki vadi de hem sık
sık su baskınlarına uğruyor, hem de
ürünün olgunlaşma döneminde yağmurlar
tamamen kesiliyordu.
Öte yandan bu bölgelerdeki nehirler ve
vadiler doğal bir ulaşım ve taşıma aracı
oluşturuyordu.


Bir kez sulama tesisleri kurulduktan sonra
toprağın yüksek verimliliği daha fazla
yiyecek yetiştirmeye imkan veriyor ve bu
fazlalık hem ticaretin gelişmesini, hem de
çiftçilik dışı mesleklerle uğraşan din
adamlarının, yöneticilerin, esnaf ve
tüccarın ortaya çıkmasını mümkün
kılıyordu.
Mezopotamya ve Mısır bu özellikleriyle
şehir inkılabının da öncüleri oldular ve ilk
şehirlerle birlikte ilk medeniyetler de bu
bölgelerde ortaya çıktı.
Mezopotamya
Mezopotamya


M.Ö. 6 000 ile 3 000 yılları arasında ortaya
çıkan bir dizi sosyal değişim ve teknik
ilerleme küçük neolitik yerleşim yerlerinin
şehirlere dönüşmesini sağladı.
Bu dönemde ortaya çıkan en önemli teknik
ilerlemeler




yazının icadı,
bakırın eritilmesi ve dökülmesi,
hayvan gücünün saban ve tekerlekli araçlara
koşulması,
yelkenli gemilerin ve çömlekçi tekerleğinin
bulunmasıydı.


Şehirlerin ortaya çıkması, çok sayıda
insanın çabalarının koordinasyonunu
mümkün kılacak bir sosyal organizasyona
gerek gösteriyordu.
Bu işbirliği olmaksızın teknik hünerlerin
geliştirilmesi mümkün olamazdı. Daha
önemlisi Mezopotamya vadisinin ekimi için
zorunlu olan sulama sistemleri büyük
ölçekli bir sosyal dayanışma olmaksızın
gerçekleştirilemezdi.


Böylece neolitik köyün basit
organizasyonu, ilk şehirlerin sosyal
hiyerarşisine dönüştü.
Daha 3000’lere gelmeden
– köleler,
– kiracı çiftçiler,
– esnaf,
– tüccar,
– din adamları
– ve yöneticiler ayrı sosyal gruplar olarak ortaya
çıktı.

İlk Sümer kayıtları, Mezopotamya
bölgesindeki verimli topraklarda bazı
bağımsız şehir devletlerinin doğduğunu
göstermektedir.


Bu şehir devletleri arasında toprağın ve
su kaynaklarının kontrolü için sürekli
savaşlar oluyordu.
Ayrıca, bu zengin şehirler, dağlık
bölgelerde ve çöllerde yaşayan yarı
göçebelerin sürekli saldırısı, tehdidi
altındaydı. Bu mücadeleler,
Mezopotamya hayatının değişmez bir
özelliğiydi.



Uzak mesafeli ticaret
Mezopotamya’da önemli
ve hayati bir rol
oynuyordu.
– Madenler,
– kereste
– ve diğer
hammaddeler
Suriye, Kıbrıs, Anadolu
ve daha uzak
bölgelerden ithal
ediliyordu. Ticari
koloniler
oluşturulmuştu.
Ticaret yollarının
korunması ve açık
tutulması için savaşlar
bile yapılıyordu.



Hukuk kuralları oldukça gelişmiş ticari
ilişkilere temel olabilecek ölçüde karmaşık
bir düzeye ulaşmıştı.
Tüccar ve temsilcileri, borçlu ve alacaklılar,
toprak sahibi ve kiracılar arasındaki
sözleşmelerin esasları ayrıntılı şekilde
düzenlenmişti.
Gümüş, para şeklinde olmasa bile bir
değişim aracı ve değer ölçüsü olarak
kullanılıyordu.
Mısır
Mısır


Mısır’ın gelişmesi Mezopotamya’nın
gelişmesi ile paralellikler göstermekle
birlikte, önemli bir fark vardı.
O da aşılmaz çöllerle Mısır’ın istilalara
karşı korunmuş olmasıydı. Bu nedenle
barbar istilası Mısır için ciddi bir
problem teşkil etmiyordu.



Mezopotamya’da topraklar özel
mülkiyet altındayken Mısır’da firavun,
tüm Mısır topraklarının sahibiydi. Bu
toprakları kullananlar ise kiracı
durumundaydı.
Vergiler ya da kiralar tüm ekili
topraklardan düzenli bir şekilde
firavun adına toplanıyordu. Kamu
binalarında binlerce insan
çalıştırılıyordu.
Ekonomik hayat merkezi olarak
kontrol altındaydı. Ticaret, firavunun
adamlarının tekelindeydi.
Mezopotamya’da olduğu gibi bağımsız
bir zengin tüccar sınıfı doğmamıştı.


Mısır’da üretim, büyük ölçüde merkezi
bürokrasi tarafından planlanıyordu.
Bazı değerli mallarda hükümet, tam bir
tekel kurmuştu ve üreticiden sabit bir
fiyatla satın aldığı bu malları içerde ve
dışarıda daha yüksek fiyatlarla
satıyordu.
Medeniyetin Yayılması

Mezopotamya ve Mısır kendi özgün
medeniyetlerini geliştirirken, yarı göçebe çiftçilik
ve hayvancılığa dayanan neolitik köy hayatı
dünyanın daha geniş bir alanına yayılmağa
başladı.


Avrupa’da Tuna Vadisi’ne kadar, Afrika’nın kuzey
kıyısı boyunca İspanya’ya ve Batı Avrupa’nın yakın
bölümlerine doğru genişledi.
Amerika bu gelişmeden etkilenmedi. Çok daha sonra
Orta ve Güney Amerika’da bağımsız olarak ortaya
çıkan tarım, Avrasya ve Afrika’dakinden daha farklı
bitkilere ve hayvanlara dayanıyordu.

4. binyıl boyunca Ortadoğu’da çiftçiler
– ürün rotasyonu,
– nadasa bırakma
– ve hayvan pisliği, kül ve deniz kabukları ile
toprağı gübreleme gibi


verimliliği artırmayı sağlayan tedbirleri
öğrendiler.
Böylece iki büyük nehir arası vadileri
çevreleyen topraklarda daha fazla yiyecek
üretildi ve yerleşik bir hayat tarzı
yaygınlaştı.


Sürekli köyler teşekkül ettikten sonra
ticaret yollarının kesiştiği noktalarda ya
da idari ve dini merkezlerde yeni
şehirler kuruldu.
Kuzey Mezopotamya’da, Suriye’de,
Filistin’de, Anadolu’da ve İran
platosunda 4. binyılın sonlarında
şehirler görülmeye başlandı.
Yunan Ekonomisi


Yunanistan’ın toprağı dağlıktı. Bu yüzden deniz ana
ulaşım yoluydu. Bu coğrafi durum hem Yunanlıları
denizciliğe teşvik etmiş, hem de küçük bağımsız
şehir devletlerinin teşekkülünü desteklemiştir.
İlk Yunan tüccarları, esas olarak Doğu
medeniyetlerinin gelişmiş merkezleri ile Akdeniz
çevresinin geri kalmış ülkeleri arasında aracı rol
oynadılar. Lidyalılardan öğrenilen para, ticarette
büyük bir kolaylık sağladı.

Gümüş paralar yalnız dış ticarette değil, içerde de
değer ölçüsü olarak önem kazandı ve Yunan
şehirlerinde pazar ekonomisinin ve ihtisaslaşmanın
gelişmesini teşvik etti.
Atina'da basılmış bir madenî para, üzerinde baykuş simgesi


Yunan tarımında başlangıçta çiftçilik ve
hayvancılık, toprak kullanımının ana
şekilleriydi. Toprak kıt bir faktör haline
geldikçe, verimli otlaklar ekilmeye başlandı
ve yalnız dağlık araziler otlak olarak kaldı.
Ancak, elverişli bütün topraklarda ekim
yapıldığı halde, pek çok şehir, sakinlerine
yeterli hububat arzını
gerçekleştiremiyordu.


Bazı şehirler bu problemi ihtisaslaşma
yoluyla çözümlediler. Toprakların büyük bir
bölümünü bağcılığa ve zeytinciliğe
ayırdılar.
Zeytinyağı ve şarap ticareti yoluyla daha
fazla tahıl elde edebildiler. Daha sonraki
yüzyıllarda zeytincilik ve bağcılık tipi tarım,
Akdeniz dünyasının büyük bir bölümüne
yayıldı.


Pazar için zeytinyağı ve şarap üreten
bölgelerle tahıl fazlası bulunan bölgeler
arasındaki değişim, klasik dünyanın
ekonomik temelini teşkil etti.
İhtisaslaşmanın büyük önem kazandığı bu
ekonomi tipi, hiç şüphesiz şehirlilerin
normal olarak yiyecekleri için kendi
çevrelerindeki topraklardan yararlandıkları
Doğu medeniyetlerinin ekonomik
yapısından önemli bir farklılık gösteriyordu.



M.Ö. 800-500 yılları arasında ihtisaslaşma
ve işbölümü arttı. Hem iç hem de
uluslararası ticaret gelişti ve bunu da para
ekonomisinin yaygınlaşması izledi.
M.Ö. 5. yüzyılda Atinalıların Persleri
yenmeleri ile Atina’nın altın çağı başladı.
Atina tüm Yunan dünyasına hükmeder
hale geldi.
Ekonomik olarak da giderek büyüyen iç
ticarete ve uluslararası ticarete dayanan
bir refah dönemi başladı.



Buğday, kereste, esir ve bazı lüks mallar ithalatı
gümüş, zeytinyağı, çanak çömlek ve diğer
ihracat mallarıyla karşılanıyordu.
Atina parası, ayarı ve ağırlığıyla uluslararası bir
ödeme aracı oldu. Atina barbar devletlerle ve
Karadeniz bölgesindeki Yunan şehirleri ile
yürütülen çok karlı bir ticarette hemen hemen
tekel durumuna geldi.
Şehrin giderek daha bağımlı hale geldiği tahıl
ithalatının kesintisiz olarak sağlanabilmesi için
çeşitli düzenlemeler yapıldı ve bu ticaret koruma
sistemi altına alındı.


Atina’nın ekonomik refahının en önemli
nedeni, üretim faktörleri üzerinde etkin bir
mülkiyet hakları sistemi kurmayı ve buna
uygun bir hukuki çerçeve meydana
getirmeyi başarmasıydı.
Atina tipi polis, bir yandan modern iktisadi
sistemin temelinde yatan fiyat tayin edici
pazarların, öte yandan da uluslararası
ticaretin gelişmesinin ilk örneğini vermiş
oldu.


M.Ö. 334’te Makedonyalılar, İskender’in
önderliğinde, Türkistan, Mısır ve
Hindistan’a kadar fetihlere giriştiler. Bütün
Yakındoğu’yu ve Ortadoğu’yu ellerine
geçirdiler.
İskender’in ölümünden Roma dönemine
kadar geçen ve Helenizm dönemi adı
verilen bu üç yüzyıllık sürede, Yunan ve
Doğu medeniyetlerinin karışmasından
oluşan yeni bir medeniyet anlayışı doğdu.
Helenistik Krallıklar

Helenistik çağda ekonominin en göze
çarpan özelliği, üretim ve bölüşüm
üzerinde Doğu’ya özgü devlet kontrolü
uygulamasının benimsenmesiydi. Öte
yandan İskender’in fetihleri ile gerçekleşen
coğrafi yayılma, Helen dünyasının
Hindistan ile doğrudan ticaret ilişkileri
kurmasını sağladı. Çin ile ticaret de önem
kazandı.
İlkçağ Ekonomilerinde Değişme ve
Gerileme

Buraya kadar İlkçağ ekonomilerinin
başarılarını özetledik. Ancak ne kadar
başarılı olursa olsun bu ekonomiler
eninde sonunda değişme, gerileme ve
çöküşün acı tadını tatmak zorunda
kaldılar. Bu değişme ve gerilemenin
ekonomik nedenleri nelerdi?





Tarımın ortaya çıkışından sonra nüfus önemli
ölçüde artmaya başlamıştı. Bu nüfus artışını
destekleyici yönde bir ekonomik genişlemenin iki
kaynağı vardı:
bir yandan tarıma açılabilecek yeni toprak ve
kaynaklar üretime sokuluyordu,
öte yandan da tarımda gerçekleştirilen teknolojik
değişmelerle prodüktivite artışı sağlanıyordu.
Fakat bu kaynaklardan birincisinin nihai bir sınırı
vardı. Çünkü yeni toprak ve kaynak arzı bir
ölçüde sürekli olabilirdi.
Aynı şekilde ikinci kaynağın, yani teknolojik
değişmenin, nüfus artışına paralel bir verim
artışını sağlayacak ölçüde gelişmesini garanti
edecek bir mekanizma mevcut değildi.



Bu nedenlerle artan nüfusa, ekonomik
imkanların ayak uydurması bazen başarılı
olmuş ve bu ekonomiler önemli ölçüde
gelişme gösterebilmişlerdir.
Ancak eski toplumların nüfus artışına her
zaman aynı başarılı cevabı verdikleri
söylenemez.
Bu yüzden de nüfus artışı ve bunu izleyen
azalan verim hadisesi, geçmiş
ekonomilerin çöküşünün ilk hazırlayıcısı
olmuştur.
ROMA İMPARATORLUĞU’NUN EKONOMİSİ


Roma İmparatorluğu’nun
çekirdeğini oluşturan
Roma şehir devleti
başlangıcında aristokratik
bir karakter arz ediyordu.
Roma toplumu, başında
bir kral ve yönetimi elinde
bulunduran askeri patrici
zümresi ile küçük toprak
sahipleri, kiracı çiftçiler,
esnaf ve tüccarın meydana
getirdiği pleb sınıfından
meydana gelmekteydi.


Roma şehir devleti önce diğer İtalyan
şehirlerini egemenliği altına aldı. En büyük
siyasi rakibi Kartaca’yı bertaraf ettikten
sonra bir Akdeniz imparatorluğu haline
geldi.
Böylece bir şehir devletinden bürokratik bir
imparatorluğa geçilmiş oldu. Aşağı yukarı
İlkçağ’da oluşan bütün uygar dünya,
Roma’nın hakimiyeti altına girdi.


Büyüyen imparatorluğun askeri temelini
genişletme çalışmaları, pleb zümresinin de
giderek artan ölçüde askeri kadrolara
girmesine ve böylece siyasi temsil hakkına
kavuşmasına yol açtı.
Ancak siyasi yapı demokratik bir nitelik
kazanmadı. Zenginleşen plebler, devletin
idaresinde patricilerin arasına katılarak
etkinlik kazanabildi. Böylece siyasi yapı
aristokrasiden oligarşiye dönmüş oldu.
Genişleme Döneminde Roma Ekonomisi
Nüfus


İmparatorluğun nüfusu 2. yüzyılda en
yüksek düzeyine ulaşmıştı. Bu tarihten
itibaren Batı Roma’nın yıkılışına kadar nüfus
düştü. İmparatorluğun son döneminde
kronik bir nüfus yetersizliği olduğuyla ilgili
kanıtlar çok fazladır.
İmparatorluğun nüfusu 2. yüzyılın ortasında
60 milyon civarındaydı. Ortalama nüfus
yoğunluğu 16 kişi idi. İtalya, imparatorluğun
en yoğun nüfuslu bölgesi olmakla birlikte
nüfusu 6 ya da 8 milyonu aşmıyordu.

Ölüm oranı yüksek, hayat süresi
kısaydı. Yetişkinler için ortalama hayat
süresi 30-35 yıldı. çocuk ölüm oranı
çok yüksekti. Nüfusun büyük bir
bölümü kırsal bölgelerde yaşıyor ve
toprakta çalışıyordu. Gelirler geçimlik
bir düzeyde bulunuyordu.
Tarım



İmparatorluk nüfusunun büyük bir bölümü tarımla
uğraşıyordu. Tahıllar yaygın üretimi yapılan ürünlerdi.
İmparatorlukta deniz yoluyla yürütülen uzak mesafeli
ticaret, mahalli ihtisaslaşmaya imkan veriyordu.
İmparatorluğun genişlemesiyle yeni fethedilen
bölgelerden Roma’ya bol ve ucuz olarak hububat akması
üzerine İtalya’da karlı olmaktan çıkan tahıl üretiminin
önemi azalırken, geniş alanlar hayvancılığa ayrılmış,
verimli topraklarda ise bağcılık ve zeytincilik önem
kazanmıştı.
Tarımsal ihtisaslaşmanın diğer önemli bir örneği Sicilya,
Kuzey Afrika ve Mısır’daki buğday tarımıydı. Bu bölgelerin
tahıl tarlaları, Roma ve İstanbul’u besliyordu.


Teknik açıdan Roma tarımı geriydi. Kölelik
yeniliği önleyici bir faktördü. Ancak işgücü
fazlalığının emekten tasarruf sağlayıcı yenilikleri
gereksiz kıldığı söylenemez. Aksine
imparatorluğun son döneminde şiddetli bir
işgücü kıtlığı çekiliyordu.
İtalya’nın kırsal nüfusu büyük ölçüde kendi sahibi
ya da kiracısı oldukları toprakları işleyen
bağımsız köylülerden oluşuyordu. Pön Savaşları
ve özellikle de Anibalin seferleri, bu sosyal
yapıda önemli bir değişmeye yol açtı.


Askeri seferlere katılan
köylüler topraklarını terk
ederek tarım yapmaktan
vazgeçtiler. Böylece
zenginler, bu toprakların
büyük bir bölümünü
Latifundia (geniş
topraklar) denen
çiftliklerine kattılar.
Bu büyük işletmelerde
piyasaya dönük olarak
kar amacıyla üretim
yapılıyor ve işgücünün
büyük bölümü kölelerce
sağlanıyordu.


İmparatorluk döneminde de küçük üretici
köylü nüfus azalmaya devam etti. Onları
topraklarından koparacak bir sefer yoktu.
Ancak ağır vergileme aynı etkiyi yaptı.
İmparatorlukta temel vergi ekili arazi
üzerindeydi. Şartlara göre nominal değeri
değişmeyen sabit bir miktar olarak tespit
edilmiş olan bu vergi, ürün hava şartları ya
da insani tahribatla yok olsa da
ödenmeliydi.


Enflasyonun, sabit bir verginin reel olarak
değerini düşürmesi beklenebilirdi. Ancak 3.
ve 4. yüzyıllardaki enflasyon, artan ölçüde
ayarı bozulan gümüş paralardaydı.
Vergiler ise değeri değişmeyen altın para
ile tarh edilmişti. Böylece köylüler, altın
olarak sabit kalan vergiyi gümüş parayla
değerlendirildiğinde daha fazla olarak
ödemek zorundaydılar.


Ayrıca pek çok köylü vergi dışında
toprakları için kira ödüyordu. Bütün bu
ağır ödemeler, köylünün durumunu
oldukça kötüleştirmişti.
Son çare olarak köylü, vergisini ödemek
için işletmesini satıyor ve başkasının
toprağında kiracı olarak çalışıyor;
karşılığında da nakdi ve ayni ödemelerde
bulunuyor ve bazı hizmetler icra ediyordu.
Şehirler


Roma uygarlığı bir şehir uygarlığı idi. Şehirlerin
önemli bir fonksiyonu mahalli yönetim merkezleri
olmalarıydı. Kırsal çevrenin ürünlerinin satıldığı
bir pazar durumunda olan şehirler buna karşılık
onların bazı basit mamul mal ihtiyaçlarını
sağlıyorlardı. Bazı şehirler ise askeri bir
fonksiyona sahipti.
En büyükleri dışında tüm şehirlerde tarım önemli
bir ekonomik faaliyetti. Şehir nüfusunun önemli
bir bölümünü tarım işçileri oluşturuyordu.
Şehirlerin çoğunluğu büyükçe köylerden ibaretti.
Ortalama şehir büyüklüğü 6 000 kişiden fazla
değildi.


Roma şehri, dönemin şartlarına göre
oldukça büyük bir şehirdi. Nüfusu
muhtemelen yarım milyonla bir milyon
arasındaydı.
Şehir esnafı Roma halkının bazı basit
mamul mallar için olan talebini
karşılıyordu. Ancak önemli bir mal ihracı
söz konusu değildi. Bu yüzden şehir
halkının gerek duyduğu tahıllar, zeytinyağı
ve şarap vergi gelirleriyle karşılanıyordu.
Ticaret


Roma İmparatorluğu gibi büyük ölçekli
siyasi-ekonomik birliklerin sağladığı ticari
avantajlardan Roma vatandaşları da
yararlandı. Ticaret, imparatorluğa hayatiyet
kazandıran ve zenginliğinin temelinde yatan
unsurdu.
İyi düzenlenmiş yollar, ulaşıma elverişli
nehirler ve hepsinden de önemlisi Akdeniz,
ticareti ve mal hareketlerini teşvik ediyordu.


Ancak imparatorluğun büyük bir
bölümünde geçerli olan geçimlik
ekonomi büyük bir ticaret hacminin
doğmasına imkan vermiyordu.
Bu yüzden ticaret, Roma’nın
ihtiyaçlarının sağlanması dışında büyük
ölçüde zengin kesimin lüks ihtiyaçları
ile ordunun taleplerini karşılamaya
yönelikti.


İmparatorluk geniş bir yol ağına sahipti. Daha
çok askeri amaçlarla düzenlenen bu yollar
üzerinde malların hareketi yavaş ve yüksek
maliyetliydi. Deniz trafiği önemliydi. Bu trafik
rüzgar gücünün sağladığı imkanlara bağlı olarak
yelkenli gemilerle yürüyordu.
Ancak, yılın üçte birinde gemiler limanlarda
bekliyordu; kalan üçte birinde ise denizler
tehlikelerle doluydu. Bu yüzden trafik yazın 4
ayında yoğunlaşıyordu. Gemiler küçüktü, pek
azının kapasitesi 200 tonu aşıyordu. Gemicilik
karlı bir iş de değildi.


Akdeniz ticaretinin en önemli kalemi tahıldı.
Diğer önemli kalemler zeytinyağı ve muhtemelen
şaraptı. Mısır ve Kuzey Afrika buğdayın ana
kaynağıydı. Zeytinyağı büyük ölçüde Güney
İspanya’dan gelmekteydi. İnşaat malzemeleri,
özellikle de mermer, Mısır, Anadolu ve
Yunanistan’dan geliyordu.
Kara ticareti daha değerli mallarla sınırlıydı.
Çanak çömlek, cam eşya, kaliteli yün, çeşitli süs
eşyaları kara taşımasının yüksek maliyetlerini
kaldırabilen başlıca mallardı. Odun ve kereste
yalnız inşaat faaliyetlerinde değil, yakıt olarak da
kullanılıyordu.


Diğer önemli bir ticaret konusu kölelerdi. Önceleri
fetihlerle çok sayıda sağlanıyordu. Ancak imparatorluk
nihai sınırlarına ulaşınca köle arzı daraldı ve fiyatları
yükseldi. Köleler büyük çiftliklerdeki işgücü ihtiyacının
önemli bir bölümünü karşılıyordu. Zenginler çok sayıda
köleye sahipti.
Roma İmparatorluğu’nun kapsadığı coğrafi alanın
genişliği ve bu bölgelerin ürünlerinin çeşitliliği ona otarşik
bir ekonomik yapı kazandırmış olmakla birlikte, toplumun
aristokrat kesimi Uzakdoğu’nun lüks mallarına aşırı bir
talep göstermekteydi. Suriyeli ve daha sonra Yahudi
tüccarlar, Batılı müşterilerine Doğu’nun ipek, baharat ve
süs eşyaları gibi lüks mallarını sağlıyorlardı.


Ancak, Avrupa’daki bölgeler, Doğu’dan ithal
ettikleri bu lüks mallara karşı kıymetli madenler
dışında ihraç edebilecekleri bir fazlaya sahip
değillerdi. Bu yüzden ticaret açıklarını Doğu’da
daima aşırı bir talebi olan altın ve gümüş gibi
madenlerden yapılmış paralarla ödüyorlardı.
İmparatorluk, Avrupa’da komşusu barbar
kavimlerle ticareti teşvik etmiyordu. Askeri ve
stratejik önemi olan malların imparatorluk dışına
gönderilmesi yasaktı. Bu bölgede çoğu Roma
ihracatı lüks nitelikteydi. Çanak çömlek ve bronz
eşyalar en çok ticareti yapılan mallardı. Bu
ticaret karşılığında imparatorluğa barbar
dünyadan hayvan, orman ürünleri ve en önemlisi
de köle geliyordu.

Roma bu gelişmiş ticarete aracılık edebilecek
istikrarlı ve sağlam bir para düzeni kurmuştu.
Roma’nın altın parası Aureus, gümüş parası ise
Denarius idi. Ayrıca daha küçük değerli bakır
paralar bulunuyordu. Bu paraların ayar ve
ağırlığında uzun süre önemli bir değişme
olmamıştı.
İmalat Faaliyetleri



İmparatorlukta önemli sanayi dallarından biri yaygın
inşa faaliyetlerinden ötürü taş ocağı işletmeciliğiydi.
Diğer önemli bir sanayi kolu da madencilikti.
Kurşun, boru yapımında, bakır ve kalay, bronz
yapımında; altın ve gümüş ise para basımında
kullanılıyordu.
Diğer gelişmiş bir sanayi kolu çanak çömlek sanayii
idi. Bazı malların saklanması ve taşınması için gerek
duyulan kapların imali, bu imalat kolunun büyük bir
gelişme göstermesine yol açmıştı.
Önemli sanayi kollarından bir diğeri olan dokuma
daha çok bir ev endüstrisi durumundaydı. Ancak,
bazı gelişmiş dokuma imalat merkezleri de
bulunmaktaydı.


Roma dünyasını meydana getiren Doğu ve
Batı bölgeleri arasında imalat
faaliyetlerinin gelişme düzeyi bakımından
önemli bir farklılık görülüyordu.
Doğu eyaletleri zengin bir sınai geleneğe
sahip mamul mal üreticisi bölgelerdi. Buna
karşılık imparatorluğun Avrupa’daki Batı
eyaletleri, daha çok hammadde yetiştiricisi
bölgeler durumundaydı.



Büyük şehirlerde aynı meslekten esnaf grupları
loncalarda toplanmıştı. Collegia adı verilen bu
dernekler, ekonomik olmaktan çok sosyal
amaçlı kuruluşlardı. Sosyal dayanışma,
yoksullara yardım, ölen üyelerin dini
merasimlerinin icrası bu amaçların
başlıcalarıydı.
Roma dünyası, insan faaliyetinin diğer
alanlarında oldukça başarılı olmasına rağmen,
sınai teknoloji alanında hareketsiz kalmıştı.
Bu teknolojik kısırlık, İlkçağ medeniyetlerinin
kültürel parlaklığıyla tam bir çelişki
göstermektedir. Bu konuda ilginç bir örnek su
değirmenleridir. Romalılar su değirmenlerinden
haberdardılar. Fakat, çok az su değirmeni inşa
ettiler. Bunun yerine insan ve hayvan gücüne
dayanan değirmenleri daha yaygın olarak
kullandılar.

Roma’nın bu teknolojik başarısızlığının
açıklaması onun sosyo-ekonomik yapısında
yatmaktadır. Çoğu üretken faaliyetler,
köleler ya da köleden farklı olmayan
köylülerce yapılıyordu. Onlar, teknolojik
gelişmeyi başarma imkanına sahip olsalar
bile, daha yüksek bir gelir düzeyi ya da daha
az çalışma şeklinde ortaya çıkacak teknolojik
ilerlemenin nimetlerinden yararlanma
şansına sahip değillerdi.


Buna karşılık küçük bir imtiyazlı sınıfın
üyeleri, kendilerini savaşa, yönetim işlerine,
sanata, bilime ve gösteriş tüketimine
hasretmişlerdi. Üretim araçları ile ilgilenmek
için ne gerekli tecrübeye, ne de herhangi bir
isteğe sahiptiler.
Bu nedenle Roma gibi köleliğe dayalı bir
toplumda büyük sanat ve edebiyat
şaheserleri ortaya konabilirdi, ancak
ekonomik büyüme başarılamazdı.
Roma İmparatorluğu’nun Gerilemesi ve
Çökmesi


M.S. 3. yüzyıla kadar Roma’nın askeri
üstünlüğü tartışma götürmezdi. Hatta
5. yüzyılın başlarında bile küçük Roma
birlikleri, büyük barbar ordularını
mağlup edebiliyordu.
Fakat, üstünlük marjı giderek
daralıyordu. Barbarların artan askeri
yetenekleri, Roma’nın mukayeseli
üstünlüğünün azalmasına yol açıyordu.


Askeri üstünlükteki bu nisbi düşüşle birlikte
imparatorluğun masrafları da artmaktaydı.
Roma’nın barbar kavimlerle olan sınırlarının
korunması artan bir mali yükün doğmasına
neden oluyordu.
Barbarların istilalarını önlemek için verilen haraç
miktarları artırılmış, askeri masraflar olağanüstü
ölçüde yükselmişti. Öte yandan artan savunma
ihtiyaçları, eyaletler üzerindeki imparatorluk
kontrolünün daha da sıklaştırılmasını
gerektirdiğinden bürokrasi hem güç kazanmış,
hem de kadrosu genişlemişti.


Harcamalar böylece artar ve vergi ihtiyacı
yükselirken, verginin kaynağı süratle aşınıyordu.
İçteki siyasi karışıklıklar, sınırdaki güvensizlikler
iktisadi faaliyetlerin felce uğramasına yol açmıştı.
Tarlalar işlenemiyor, atölyeler işletilemiyor,
ocaklar çalıştırılamıyordu. Karayolları bakımsızdı,
denizler korsanlarla doluydu, ticaret sekteye
uğramıştı.
Ekonomik faaliyetlerdeki bu gerilemenin
beraberinde getirdiği kıtlıklar ve salgınlar,
savaşlardan daha fazla olarak insanların kırımına
yol açıyordu. Böylece imparatorlukta bir işgücü
kıtlığı da doğmuştu.


Ticaretin sekteye uğraması şehirlerin gerek
duydukları malları temin etme ve ürettikleri
malları satma imkanlarından mahrum kalmaları
sonucunu doğurmuştu. Ürettikleri malları
satamayan şehir sanayileri üretimlerini
azaltmıştı.
Öte yandan Doğu ile yapılan dış ticaretin sürekli
açık vermesi, bu açığın kıymetli maden ihracı ile
karşılanmasını gerektiriyordu. İmparatorluk
karşılaştığı yeni mali güçlükler karşısında bu
ticareti sürdürme imkanından da yoksun
kalmıştı. Böylece bir yandan şehir ile kır, öte
yandan da bölgeler arasındaki ekonomik
bağımlılık, yerini bölgesel yeterliliğe bırakmıştı.


İmparatorluk karşılaştığı bu problemlerin
üstesinden gelebilmek için sonuçta
ekonomiyi daha da zor şartlara iten çeşitli
tedbirlere başvurdu. Öncelikle artan gelir
ihtiyacını karşılayabilmek için vergiler
ağırlaştırıldı.
Ağır ve çoğu zaman da adaletsiz
vergileme, köylülerin ve esnafın
durumunun kötüleşmesine ve zengin ile
yoksul arasındaki mesafenin açılmasına
neden oldu.


İmparatorluğun, karşı karşıya olduğu mali
problemi çözmeye vergi gelirleri yetersiz kalınca,
bir çare olarak paranın ayarıyla oynayarak
değerini sürekli düşürdü.
Üçüncü yüzyıl boyunca süren bu ayarlamalar,
yüzyılın sonunda denarius’un satın alma gücünün
enflasyondan önceki değerinin yüzde birine
düşmesine yol açtı. Buna karşılık fiyatlar ve
ücretler üzerinde kontrol getirilerek duruma bir
çözüm getirilmeye çalışıldı; ancak bu da başarısız
oldu.


Enflasyon, bakır paralar tamamen değersiz hale
gelinceye kadar devam etti. Dördüncü yüzyılın sonunda
çok az gümüş ve bakır para basıldı. Sonuçta imparatorluk
tamamıyla altın bir para sistemine geçti. İmparatorluğun
çöküş döneminde iki önemli ekonomik problem enflasyon
ve para ayarının bozulmasıydı.
Bu hızlı enflasyon karşısında bir çare olarak devlet,
vergileri ürün ya da hizmet şeklinde toplama yoluna gitti.
Vergiler ayni olarak toplanınca, ödemeleri de ayni yapma
zorunluluğu doğdu. Askerler ve memurlar maaşlarını ve
bir kısım şehir halkı sosyal yardımlarını ayni şekilde
almaya başladılar. Böylece piyasa ekonomisi kaynak
dağılımını düzenleme, para ise bir değişim aracı olma
fonksiyonunu önemli ölçüde kaybetti.


İmparatorluk, mali politikalarındaki bu
değişimlere paralel olarak iktisadi faaliyetlerin
cereyan ettiği hukuki çerçeveye de geniş
müdahaleler yaptı.
Bu müdahaleler sonunda sosyal yapı artan
ölçüde katılaşırken, Roma ekonomisinin daha
önce gösterdiği dinamizmin temelinde yatan ve
Roma hukukunda ifadesini bulan mülkiyet hakları
sistemi de geniş kısıntılara uğradı. Bu ise sosyal
hareketliliği sınırlayarak ferdi teşebbüs gücünü
yok etti.


Ekonomik hayatın her yönünü etkileyen bu
müdahaleci iktisat politikası çok çeşitli
bürokratik kontrol mekanizmalarını
kapsıyordu. Öncelikle esnafın ve tüccarın
mesleki özgürlüğü kısıtlandı.
Devlet, başkentin yiyecek ihtiyacını
karşılayan tüccar ve gemi sahiplerini bir
dernek halinde örgütleyerek bazı vergi
bağışıklıklarını da kapsayan ayrıcalıklar tanıdı
ve buna karşılık meşguliyetlerini babadan
oğula geçer hale getirdi.


Yine vergi gelirlerinin daha kolay
toplanabilmesi için her meslekten esnafın bir
esnaf cemiyetine girmesi mecburi kılındı.
Böylece esnaf cemiyetleri resmi birer devlet
organı haline geldi.
Esnaf üyesi bulunduğu bu derneği terk
edemezdi. Bu kişilerin servetlerinin aynı
meslek grubu içinde kalabilmesi için
evlenme hakları da kısıtlanarak çocukların
baba mesleğine devamı zorunlu hale
getirildi.


Aynı bürokratik kontrol mekanizmaları, tarım
sektörüne de uygulandı. İmparatorluk
köylerden şehirlere göçü önlemek ve kırsal
kesimden tahsil ettiği vergileri garanti altına
almak için çiftçileri bulundukları topraklara
bağlayıcı tedbirler getirdi.
Bu uygulama, özellikle latifundiya’larda köle
işgücünün yanında serbest sözleşmeyle
çalışan köylüleri etkiliyordu. Bunlar
sözleşmeli olarak çalıştıkları toprakları terk
edemez oldular


Kolonluk sistemi adı verilen bu uygulamaya
göre topraklarını terk edenler 30 yıl içinde
bulundukları yerlerden zorla eski topraklarına
geri getirtilebilecekti. Böylece hür köylü toprağa
bağlı köylü haline geldi. Zamanla bu kişilerin
şahsi hürriyetlerini kısıcı başka sınırlamalar da
getirildi.
Kolon bir köylüden doğan çocukların aynı
topraklarda kalabilmesi için kolonların evlenme
hakları kısıtlanarak hür bir kadınla ya da
toprakları dışından evlenmeleri yasaklandı. Buna
karşılık daha önce köle durumunda olanlar statü
açısından yükseldi. Böylece hür köylü ile köle
arasındaki fark azaldı ve toplum, Ortaçağın
serflik sistemine doğru kaymaya başladı.



Bütün bu gelişmelerin sonucu olarak Roma
İmparatorluğu gibi dünya çapında bir siyasi-ekonomik
birliğe sahip olmanın vatandaşlarına sağladığı kazançlar
azalırken, vergiler arttı, ticarette elde ettikleri korunma
kayboldu. Bölgesel küçük birlikler Roma
İmparatorluğu’ndan daha fazla güvenlik ve korunma
sağlar hale geldi.
İmparatorluğun koruma fonksiyonunu tam olarak yerine
getirememesi, mahalli güçlerin bu boşluğu doldurmasına;
adli, mali ve hatta siyasi bağımsızlık kazanmalarına
yolaçtı.
Nihayet Batı Roma İmparatorluğu’nun 476’da Cermen
istilacıları karşısında yıkılması, bu süreci tamamlayarak
Batı Avrupa’da küçük ölçekli siyasi-ekonomik birliklerin
Ortaçağ boyunca bin yıl sürecek egemenliğini başlattı.
Batı ve Doğu Roma İmparatorlukları


Yalnız imparatorluğun doğu ve batı bölgeleri farklı bir
gelişme seyri izledi. Doğu imparatorluğu düşmedi. Bu
farklılığın çeşitli nedenleri vardı. Doğu eyaletleri Batı’ya
göre daha zengin ve daha yoğun nüfusluydu. Bu yüzden
savunma harcamalarını ve imparatorluğun bürokratik
yapısının yükünü daha kolaylıkla taşıyabildi. Doğu
eyaletleri, ihraç edilebilir bir tahıl fazlasına ve mamul
mallara sahipti.
Batı Roma İmparatorluğu daha yoksul ve daha seyrek
nüfuslu olmasına karşın daha büyük bir askeri tehdit
altındaydı. Batı, Germenlerin ve 5. yüzyıldan itibaren de
Hunların baskısı altındaydı. İkinci yüzyılın ortalarından
itibaren hemen hemen sürekli savaş vardı. Ayrıca Batı
Roma İmparatorluğu’nun karşı karşıya olduğu sosyal
problemler daha ciddi ve daha derin temellere
dayanıyordu.
Download