Evrim Görüşünün Tarihî Gelişimi | Sorularla Evrim

advertisement
Evrim Görüşünün Tarihî Gelişimi
By:
Mar 19, 2011
Bugün dünyada yaşayan canlılar arasındaki akrabalığın derecesi “Her tarafımızı kuşatmış bu
ve sebebiyle geçmiş ve gelecekteki hadiselerin yorumunu yapan Evrim Teorisi neyi tahmin
“evrim” düşüncesi, insanlık tarihi kadar eskidir.
ediyor? ‘Rastgele mutasyon,
seleksiyon katsayısı’ gibi bir
avuç dolusu varsayım öne
1- Batı’daki Görüşler
sürerek, zaman içinde gen
frekanslarındaki değişiklikleri
Yunan filozoflarından Empedocles (MÖ 492-432), bütün
inceliyor. Bu büyük Evrim
varlıkların hava, su, toprak ve ateş gibi dört unsurun belirli
oranlarda birleşmesiyle meydana geldiğini belirtmiştir. Bitkilerin Teorisi’nin içeriği gerçekten
bu mu?”
tomurcuklanmayla çeşitli hayvanları verdiğini ileri sürmüştür.
(G. L. Miklos).
Ona göre kan, insan hayatının ana taşıyıcısı ve düşünmenin
merkezidir.
Heraclitus ise, MÖ 570’li yıllarda bütün canlıların değişerek yeni şekiller verdiğini belirtmiştir.
Anaximander (MÖ 610-545), tabiat üzerine yazdığı kitabında, yok olanın var, var olanın da yok
olamayacağına yer verir. Eşyanın hava, toprak, su ve ateş olmak üzere dört ana unsurdan
şekillendiğine temas eder. Anaximander’in Darwin’den 24 yüzyıl önce ileri sürdüğü evrim düşüncesine göre, canlılar sudan hasıl olmuştur. Bir kısmı karaya çıkarak ortama uymuş ve orada
çoğalmıştır. Ona göre insan, kurbağalar gibi daha basit formlardan meydana gelmiştir.
MÖ dördüncü yüzyılda (MÖ 384-322) yaşamış olan Aristo, kendisinden önce gelen bazı
filozoflar gibi, varlıkların toprak, su, hava ve ateş olmak üzere dört unsurdan meydana geldiğine
inanmaktadır. O, çevresindeki canlılarla ilgilenmiş, “Hayvanlar Hakkında Araştırmalar” adlı
eserinde hayvanların hayatından bahsetmiş, birçok memeli-kuş-sürüngen-balık ve omurgasız
hayvana yer vermiştir. “Hayvanlarda Üreme” adlı eserinde de hayvanların nasıl meydana
geldiklerini ve ürediklerini açıklamıştır. “Hayvanların Kısımları” adlı eserinde ise, hayvanların
çeşitli organlarından ve özellikle sinirler ve kaslardan bahsetmiştir. Aristo, canlılığın temelinde
sadece maddi sebeplerin değil, bunun dışında “canlı cevher” olarak bahsettiği ruhun rolüne
dikkati çekmiştir. “De Anima” adlı eserinde, bitkilerde beslenme ve çoğalmayı idare eden basit
ruhtan, hayvanlarda hisleri idare eden hayvani ruhtan, insanda da şuur ve zihni idare eden insani
ruhtan söz etmiştir. O, cansız maddelerden canlıların meydana geldiğine inanmaktadır. Bununla
beraber, canlılarda ve bunların organlarındaki nizamın ve işleyiş tarzının, tesadüfün ve
gelişigüzelliğin ya da plânsızlığın eseri olmadığına, bütün bunların bir gayeye ve hedefe göre
plânlı yapılışın eseri olduğuna dikkati çeker ve bunu yapanı da “tabiat” olarak adlandırır1.
Theophrastus (MÖ 380-287), Aristo ile aynı dönemde yaşamıştır. Aristo, “zoolojinin kurucusu”
kabul edilebilir. Theophrastus da bir bakıma “botaniğin kurucusu”dur. Eflatun ve Aristo’dan ders
alan Theophrastus, bitkilerin çeşitli kısımlarından bahsetmiştir.
MS birinci yüzyılda Plinius (MS 23-79), “Tabiat Tarihi” adlı 37 ciltlik seride, o güne kadar
yapılmış çalışmaların özetini vermiştir. Plinius, kâinatı “bir yaratıcının eseri” olarak görmüştür.
MS ikinci yüzyılda Galen, canlı hayvanlar üzerinde deneyler yaparak, kalp, kan hareketleri ve
sinir fizyolojisi hakkında önemli tespitlerde bulunmuştur.
Batı’da Orta Çağ boyunca ilim ve fende büyük bir duraklama olmuştur. Sarton, modern zooloji
ve biyoloji sahasındaki çalışmaların bilhassa 17’nci yüzyıl sonlarından itibaren Müslümanların
tesiriyle başladığını belirtir2.
Lamarck ve Darwin’den önce 17 ve 18’inci yüzyılda yaşayan ve onlara fikir ortamı
hazırlayanların başında J. Ray (1627-1705), Buffon (1707-1788), E. Darwin (1731-1802),
Cabanis ve Linnaeus (1707-1778) gelir.
1.1- Lamarckizm
Fransız biyoloğu Jean Baptise de Lamarck (1744-1829), 1809’da
“Philosophie Zoologique” (Zoolojinin Felsefesi) isimli bir kitap
yayınladı. Lamarck kitabında, türlerin sabit olmadığını, basit
yapılı canlıların uzun süreli bir evrimleşme neticesi daha
kompleks yapılı canlılara dönüştüğünü savunuyordu. Onun
düşüncesi, “çevre şartlarındaki bir değişikliğin o muhitte yaşayan
bir hayvan türünde meydana getireceği değişme ihtiyacına göre,
yeni alışkanlıkların kazanılacağı” esasına dayanmaktaydı. Bu
yeni alışkanlıklar da, içten gelen hislerin gayretiyle doğuyordu.
Lamarck’ın bu görüşü iki madde hâlinde ifade edilebilir:
1. Kullanma ve kullanmama kanunu.
Lamarck (1744 - 1829)
Lamarck’a göre vücudun fazla kullanılan organları gelişip büyüyecek, kullanılmayan organlar ise körelecek veya ortadan kalkacaktır.
2. Kazanılan özelliklerin kalıtımı.
Kullanmayla gelişen veya kullanmamayla körelen organlar kalıtım yoluyla yavrularına
geçmektedir. Ona göre yılanların ataları kısa vücuda ve ayaklara sahipti. Gerektikçe yeryüzünde
sürünerek hareket ediyorlardı. Dar aralıklardan geçebilmek için vücutlarını gererek uzatıyorlardı.
Sürünerek ve kıvrılarak hareket ettiklerinden ayaklarını kullanamıyorlardı. Uzun bir süre
sonunda kullanılmayan ayaklar körelerek kayboldu ve vücutları bugünkü uzunluklarına ulaştı.
Lamarck’ın bu konuda diğer bir örneği, zürafalardır. Zürafaların atası, geyiğe benzeyen ve boynu
uzun olmayan bir tip idi. Ortamda kâfi miktarda ot bulunmadığından bu hayvan ağaç yaprakları
yemeye mecbur kalmış ve alt yapraklar bittikçe daha yüksekteki yapraklara erişmek için
çabalamıştır. Bunun neticesi olarak boynu uzamış, bu uzama nesilden nesile daha fazla artmış ve
böylece bugünkü zürafa meydana gelmiştir (Şekil 5.1). Fakat bu teori, aynı çabayı gösteren,
Meselâ keçilerin boylarında uzamanın olmayışını izah edememektedir (Şekil 5.2).
Aslında zürafaların, iddia edildiği gibi, uzun boylu ağaçları değil, küçük boylu olanları tercih
ettiği, günümüzde yapılan bilimsel yayınlarda belirtilir. Nitekim Uppsala Üniversitesi
zoologlarından Robert Simmon, 1996 yılında yayınladığı bir makalesinde, zürafaların kurak
mevsimlerde bile alçak çalılardan beslendiğini dile getirmektedir3.
1.2- Lamarckizm’in Kritiği
Şimdiye kadar yapılan denemelerde, ortam şartlarının değişmesiyle hasıl olan değişikliklerin
yavrulara olduğu gibi geçmesi mümkün olmamıştır. Bu hususta ilk deneme 1887 yılında August
Weismann tarafından yapılmıştır. O, 20 döl boyunca fare kuyruklarını kestiği hâlde 21’inci dölde
farelerin yine birinci döldeki gibi uzun kuyruklu olduğunu görmüştür.
Lamarck’ın ileri sürdüğü değişiklik, fenotipik farklılıklardır. Yani modifikasyonlardır.
“Modifikasyonların kalıtımla ana babadan yavrularına nakledileceği” fikri üzerine kurulan
Lamarck’ın hipotezi, temel genetik kaidelerine uymadığı için geçerliliğini yitirmiştir.
Şekil 1. Lamarck’ın ileri sürdüğü; “kullanılan organların geliştiği, kullanılmayanların köreldiği”
görüşü, fenotipteki değişiklikleri yansıtmaktadır. Bunlar modifikasyonlardır. Modifikasyonlar
ise, kalıtımla ana babadan yavrularına nakledilmez.(Fotoğraf:wikipedia)
Şekil 2. Zürafa boynunun besin temini için uzadığını ileri süren Lamarckizm, aynı harekete
maruz kalan keçilerde boynun niçin uzamadığını izah edememektedir.
1.3- Charles Lyell
On sekizinci yüzyılın ortalarında, yüksek dağların tepesinde bulunan fosillerden bazılarının günümüz denizlerinde yaşayan
canlılara benzerlik gösterdiği ifade ediliyordu. Birçok fosil
hayvan grubunun ise yaşamadığı belirtiliyordu. Bu fikri
savunanlardan Leonardo da Vinci, canlıların yalnız bir defada
yaratıldığına, bazılarının zamanla nesli tükenerek ortadan
kalktığına işaret etmişti. O zamanda düşünürlerin genel kanaati,
“canlılığın zaman zaman teşekkül ettiği, bazılarının ateş, su ve
diğer tabii afetlerle yok olduğu, yeni gelenlerin ise organizasyon
bakımından, kendilerinden öncekilerden daha gelişmiş
bulunduğu” yönünde idi. Bu teoriye “Katostrofizm (Tufan)
Teorisi” denir. On dokuzuncu yüzyıl başında Katostrofizm
Teorisi yerine, “Üniformitarizm Teorisi” ileri sürüldü. Bu teoriyi
savunanlardan Charles Lyell, 1830 yılında neşrettiği Principles
Charles Lyell (1797 - 1875)
of Geology kitabında, canlıların büyük afetlerle değil, uzun
sürede çevre şartlarının zorlamasıyla değişikliğe uğradığını savundu. Nuh Tufanı’nın gerçeküstü
olduğunu ileri sürdü. Bu kitabın Darwin üzerinde büyük tesiri olmuştur.
1.4 - Charles Darwin
“Darwinizm’in ana fikri bir cümlede özetlenebilir: ‘Tabiî
seleksiyon, evrimci değişmenin yaratıcı gücüdür.’ Hiç
kimse uygun olmayanın elimine edilmesinde seleksiyonun
negatif rolünü inkâr edemez. Ancak Darwinciler bununla
yetinmeyip, tabiî seleksiyonun uygun olanı yarattığını da
söylemektedirler”
( S. J. Gould).
Eğitimine tıpla başlayıp papaz okuluyla devam eden Charles
Darwin (1809-1882), 1831 yılında Güney Amerika ve Pasifik
adalarını “Beagle” adlı gemiyle beş yıl dolaştı. Seyahat boyunca
karşılaştığı hayvan türlerini inceledi. Seyahat hatıralarını, “Bir
Tabiatçının Beagle ile Seyahati” adlı kitapta toplayarak 1839
yılında yayınladı.
Charles Darwin
1838-1841 yılları arasında Darwin, Jeoloji Cemiyeti sekreterliği
yaptı. Bu sırada Darwin, Jeolog Charles Lyell’in düşüncelerinden
etkilendi.
Charles Darwin’in fikirleri üzerine asıl önemli tesir icra eden,
Thomas Robert Malthus’un insan nüfusu hakkındaki bir
incelemesidir. Bu incelemesinde Malthus, “hayatın bir
mücadeleden ibaret olduğu” fikrinden hareket ediyor, insan
nüfusunun gıda kaynaklarından daha süratli bir şekilde artmakta
olduğuna dikkati çekiyor, ancak bu artışın savaş/kıtlık/hastalık
gibi sebeplerle belli bir seviyede tutulduğunu ve nüfus-gıda dengesinin sağlandığını ileri sürüyordu. Malthus’un bu düşüncelerini
kendi müşahedelerine tatbik eden Darwin, “Tabii Seleksiyon”
(Doğal Ayıklama) fikrini benimsedi. Buna göre, canlılar
dünyasında devamlı bir hayat kavgası vardır. Bu kavgada tabii
seleksiyon, kuvvetlileri hayatta bırakmakta, zayıfları ise
Türlerin Kökeni (The Origin
elemektedir.
of Species) isimli kitabın
1859 yılında basılan
nüshasının ilk sayfası
1.5- Darwinizm
“Bir zamanlar ‘tabiî seleksiyon’ fikri herkese basit geliyordu. Tabiat, uygunun yaşamasını
sağlamakla mükâfatlandırırken, uymayanı ise yok olmayla cezalandırıyordu. Ancak uygunun ne
olduğunu tanımlamaya sıra gelince problem ortaya çıktı. Böylece tabiî seleksiyon, en uygunun
hayatta kalması ve üremesi lehinde davranmaktadır. En uygun olanlar da en fazla üreyenlerdir.
Görüldüğü gibi bu mantık, bizi basit bir daireye sokmaktadır. Bu daireden çıkmak için ‘Evrim
neyi evrimleştirir?’ sorusuna cevap bulmak zorundayız (A. Koestler).
Darwin’in, canlıların çeşitliliği hususunda getirdiği farklı yaklaşım sebebiyle “evrim” kelimesi,
Darwinizm’le eş anlamlıdır. Darwin 1859 yılında neşrettiği “Origin of Species” (Türlerin
Kökeni) adlı eserinde, mevcut türlerin, vaktiyle yaşamış türlerin değişmesiyle hasıl olduğunu
ileri sürmüştür. Darwin Teorisi’nin dayandığı faraziyeleri şöyle sıralamak mümkündür:
1. Belli bir ortamda bir türün fert sayısının değişmezliği
Belli bir ortamda yaşayan, belli bir türe ait olan canlı sayısı, değişmeden, uzun yıllar hemen
hemen aynı kalır. Hâlbuki her canlı grubu çok sayıda yavru hasıl eder… Meselâ bir dişi sirke
sineği (Drosophila melanogaster) yaz aylarında 700 yumurta bırakır ve her sinek aşağı yukarı üç
hafta yaşar. Bunların 350’sinden dişi hasıl olur. Üç hafta sonra bunların sayısının:
1. haftada bir dişi ve bir erkek , 2. haftada 350 dişi ve 350 erkek, 3. haftada 122 bin 500 dişi ve
122 bin 500 erkek sinek olması gerekir. Fakat ortamdaki sinek sayısı hiçbir zaman bu sayıya
ulaşamaz. Öyleyse bunların belli bir ortamda sürekli artmasını önleyen bir veya birkaç sebep
olmalıdır.
2. Hayat mücadelesi
Darwin’e göre çok sayıda hasıl olan yavruların hepsi ergin hâle geçemez, bir kısmı ölür. Meselâ
sirke sineği yavrularından hepsinin ergin hâle geçmesini önleyen sebepler arasında şunlar
sayılabilir:
1. Aynı yerde ve kendi soyundan olan canlılarla yarışma.
Bu da birkaç tarzda olabilir:
1.1- Yer bulma mücadelesi.
1.2- Besin bulma mücadelesi.
1.3- Eş seçme mücadelesi.
2. Aynı yerde yaşayan ve kendi soyundan olmayan canlılarla yarışma.
2.1- Aynı besini kullanma sebebiyle ortamdaki besinin azalması.
2.2- Aynı yerde yaşayan hayvan türü, diğerinin besinidir.
3- Ortamdaki fiziki ve kimyevi faktörlerin etkisi.
Su baskınları, çok sıcak ve çok soğuk iklimler, ortamdaki canlıları etkileyebilir.
3- Korunma
Her canlıda iki içgüdü göze çarpar.
1- Canlının kendini koruması.
2- Canlının dölünü devam ettirmesi.
4- Tabiî seleksiyon
Hayat mücadelesi sonunda başarılı olanların yaşadığı ve neslinin devam ettiği, ortam şartlarına
uyamayanların ortadan kalktığı kabul edilir.
5- Tür teşekkülü
Darwin’e göre, bir canlı grubunda bazı fertler sahip oldukları özellikler sayesinde birtakım
şartlara, diğer bazıları ise başka şartlara uyarsa, zamanla bunlar arasındaki yapılar o kadar
fazlalaşır ki artık o iki grup ayrı iki tür hâline gelir...
Darwin’in düşünceleri şöyle özetlenebilir:
Olaylar
1-Hızlı çoğalmaya rağmen
belli bir ortamda belli bir
türe ait canlı sayısının az
çok sabit
kalışı.
2- Hayat mücadelesi
ve kalıtımla geçen
varyasyonlar
Tabii seçim
ve ortam değişmesi.
Makenizmalar
Hayat mücadelesi
Tabii seleksiyon
Tür farklılaşmasına sebep
olan değişiklikler
1.6- Darwinizm’in Lamarckizm’den Farkı
Lamarck, evrimin ihtiyaçlar karşısında meydana geldiğini öne sürüyordu. Darwin ise, evrimi
tamamen tesadüfle izah etmektedir. Meselâ Lamarck, zürafa boynunun ortama uymak zorunda
kaldığı için uzadığını söylüyor. Darwin ise, tesadüfen boynu uzun olanların yaşama şansları olduğunu belirtiyordu. Aynı şekilde Lamarck, mağarada yaşayan gözleri kör hayvanların o ortama
uymak zorunda kaldıkları için böyle olduklarını, Darwin ise gözleri kör olanların mağarada
yaşayabildiklerini ileri sürüyor, fakat kör olmanın sebebini açıklamıyordu.
1.7- Darwinizm’in Kritiği
Darwinizm ilim dünyasında bir hayli taraftar bulmuştur. Ancak ileri sürülen hususların pek çoğu
ispat edilemediği için teori seviyesinde kalmıştır. Bilhassa genetik, moleküler biyoloji ve
antropoloji sahasındaki gelişmeler ışığında Darwinizm’in kritiği yapılmaktadır. Bu noktada, ileri
sürülen hususları birkaç madde hâlinde toplamak mümkündür:
1- Bu teoride basitten mükemmele doğru bir gelişme ileri sürüldüğü hâlde, kromozom
sayılarında böyle bir gelişme yoktur. Meselâ tek hücrelilerden Radiolaria’da kromozom sayısı
800 olduğu hâlde, toprak solucanında iki, alabalıkta 80-96, insanda ise 46’dır.
2- Darwin’in bahsettiği şekilde türlerin değişmesi için geçen zaman, bugün dünyanın hesap
edilen yaşından çok daha büyüktür.
3- Ortam şartlarına en iyi uyma “ilerleme” şeklinde olduğu gibi, “gerileme” şeklinde de olabilir.
Mademki tabiatta zayıflar elenmektedir, o hâlde bize göre çok güçsüz gibi görünen türlerin
yaşaması nasıl izah edilecektir? Daha doğrusu kimler zayıftır?
4- Yeni türlerin birbirinden tedricen, yani yavaş yavaş hasıl olduğunu gösteren ara formlar
bulunamamıştır.
5- Her canlının genetik yapısını muhafaza ederek kendi neslinden meydana gelmesinin sayısız
örneği, “bir türün başka bir türden tesadüfen evrimleşerek hasıl olduğu” faraziyesine ters
düşmektedir.
6- Birçok organizmanın, yeryüzüne ilk çıktığı andan itibaren hiç değişmeden günümüze geldiği
görülmüştür.
7- Bir organ tam olarak teşekkül etmediği sürece onun bir fonksiyonu olmadığından, organ tam
teşekkül edinceye kadar canlıya bir fayda sağlayamaz. Darwin bu düşüncenin aksini müdafaa
etmektedir. Ona göre, Meselâ insan gözü, tam teşekkül edinceye kadar geçirdiği farz edilen ara
devrelerde de görevini yapmıştır. Yarım gözün, yarım kalbin ya da yarım kafatasının mükemmel
bir organ gibi nasıl görev yapmış olduğunun açıklanması gerekmektedir.
Darwinizm’e yapılan itirazlardan birisi de, tabii seleksiyonun “yaratıcı güç” olarak kabul
edilmesinedir. Nitekim Gould, bunu şu şekilde dile getirir:
“Darwinizm’in ana fikri bir cümlede özetlenebilir: ‘Tabiî seleksiyon, evrimci değişmenin
yaratıcı gücüdür.’ Hiç kimse uygun olmayanın elimine edilmesinde seleksiyonun negatif rolünü
inkâr edemez. Ancak Darwinciler bununla yetinmeyip, tabiî seleksiyonun uygun olanı yarattığını
da söylemektedirler” 4.
Uygun olanın ne olduğu da tartışmalı bir konudur. Bunu, Koestler şöyle değerlendirir:
“Bir zamanlar ‘tabiî seleksiyon’ fikri herkese basit geliyordu. Tabiat, uygunun yaşamasını
sağlamakla mükâfatlandırırken, uymayanı ise yok olmayla cezalandırıyordu. Ancak uygunun ne
olduğunu tanımlamaya sıra gelince problem ortaya çıktı. Böylece tabiî seleksiyon, en uygunun
hayatta kalması ve üremesi lehinde davranmaktadır. En uygun olanlar da en fazla üreyenlerdir.
Görüldüğü gibi bu mantık, bizi basit bir daireye sokmaktadır. Bu daireden çıkmak için ‘Evrim
neyi evrimleştirir?’ sorusuna cevap bulmak zorundayız!” 5
Prof.Dr. Adem Tatlı
Kaynaklar:
1. Collingwood, R. The Idea of Nature. Oxford. 1954 P. 82.
2. Sarton, G. Introduction to the History of Science.Baltimore. C.III. 2. Kısım. 1927, p.1640.
3. Robert Simmon.The American Naturalist, 1996, V. 148, s. 771-786.
4. Gould, S.J. The Return of Hopeful Monsters. Natural History. 1977, Vol. 86.p.28.
5. Koestler,A. A Swimming Up. New York. Vintage Books. 1978.
Download