Av Ali YILDIRIM | MUHAMMED (Hakan BİLBAY)

advertisement
MUHAMMED (Hakan BİLBAY)
Açıklama: .......
Kategori: İktibas
Eklenme Tarihi: 29 Şubat 2008
Geçerli Tarih: 19 Temmuz 2017 04:39
Site: Av Ali YILDIRIM
URL: http://www.avaliyildirim.comhaber_detay.asp?haberID=87
Kapı aralık, bir çift göz beni seyrediyormuş.
Farkında değildim.
Akşam etüdünden hemen önce öğretmenler odasında yalnızdım.
Sıradan bir el alışkanlığıyla bir sigara çıkardım, yaktım.
İki nefes çektim.
Günlerdir, izmaritlerle doldukça nöbetçi öğrencilerin boşaltıp suya tuttuğu, ıslak getirip masaya
koyduğu, tekrar kül konuldukça dibinde çamurlaşıp külden katı bir tabaka olan kül tablasına
indirdim.
Aniden kapı açıldı.
Kısa boylu, zayıf, nedendir bilmem dudakları çokça kırmızı, saçları okula getirilen berber
tarafından bazı ince hatlar bırakılmak suretiyle üç numarayla kesilmiş, okulun verdiği ceketin
içinde omuzları yokmuş gibi duran, taktığı kravatından günün mönüsü okunabilen, gözleri
şaşkın bir halde hızlı adımlarla Muhammed girdi içeri.
Ne oldu Muhammed demedim.
Şaşırmadım.
Çünkü Muhammed di bu.
Yapardı bunu.
Girerdi öğretmenler odasına şöyle bir bakardı.
“Gel oğlum buraya.”
“Ne oldu Muhammed?”
Ne işin var burada?” bu cümlelerin hiç birini duymazdı.
Belki duyardı ama duyduğunu belli eden hiçbir emare göstermezdi.
Biraz etrafa baktıktan sonra, çarpar kapıyı çıkardı.
Bir defasında yazılının tam ortasında kalktı, geldi yanıma.
“N’oldu Muhammed?”
“Çişim var.”
“Çok mu acil?”
“Çok acil”
“Hadi git öyleyse” gitti Muhammed.
Yazılıya tekrar dönmedi.
Dışarıda Beden Eğitimi dersindeki çocuklara takılıp unutmuştu yazılıyı.
Beden Eğitimi dedim de aklıma geldi.
Bir defasında Beden Eğitimi dersinde futbol topu patlamış. Sıkıştırmış öğretmeni Muhammed’i.
“Sen mi patlattın topu?”
“Vallaha hocam ben patlatmadım.”
“Doğru söyle oğlum yoksa kötü olur.” Muhammed patlamış:
“Orospu çocuğuyum ki ben patlatmadım hocam.”
Harbi çocuktu vesselam.
Sabahları tel örgüyle çevrilmiş bahçenin kapısında bekleşir çocuklar.
Öğretmenler servisten inince çevirirler öğretmenlerin etrafını.
Her biri ayrı ayrı “Günaydın Hocam” Hoş geldiniz Hocam” der.
Ah! O Y.İ.B.O.’da sıradanlığı aşmak ne zordur.
Günaydın Hocam dışında bir cümle kurabilmek için başlayanlar vardır söze;
“Hocam bir şey söyleyebilir miyim?”
“Söyle yavrum”
“Günaydın Hocam.”
Herkese tek tek, ayrı ayrı günaydın denilir.
Birisinin gözüne bakarak günaydın deme.
Gün hakikaten o gün aydınlanmaz o çocuk için.
İşte böyledir sabah okula gelişler.
Muhammed ne yapardı.
Bahçe kapısından girince koşar gelir tutar ceketin bir yanından, biraz aralayıp kafasını karnıma
yaslar.
Hiçbir şey söylemez.
Bacaklarıma çarpa çarpa yürür kafası karnımda.
Biraz yürürüz kaldırır kafasını bakar gözlerime uzaklaşır sonra yanımdan.
Sırasına girer, andımızı okumak için beklerdi.
Çıkış ziliyle beraber Muhammed yanımda biterdi.
Yine konuşmazdı.
Yine ceketimin arasında karnıma yaslamış kafasını bacaklarıma çarpa çarpa bahçe kapısına
kadar yürürdü.
Bazen durup omuzlarından tutardım.
“Hadi söyle Muhammed.”
Muhammed, Mahsun Kırmızı Gül’e ait olduğunu sandığım meşhur türküsünü burnundan
söylerdi.
İlla burnundan söylemesi var ya!
“Bir topum olsaydı oynardım elbet.
Bir babam olsaydı gülerdim elbet…”
Yetimlik bir çocukta bu kadar mahzun durabilirdi ancak.
Türkü bitince bir şey söylemezdim.
Kısa bir süre birbirimize bakardık.
Ben dönüp kapıdan çıkardım.
Diğer çocuklarla beraber Muhammed kapıda kalırdı.
Sınır orasıydı.
Ne çabuk öğrenirdi Y.İ.B.O.’da çocuklar hayatta ki sınırları.
Muhammed girdi içeri. Bana baktı. (Bakışlarında hiçbir anlam yoktu. Hayır hayır Muhammed
böyle bakardı zaten. Bir bakışında o kadar çok anlam vardı ki. Hiç birini seçemediğimden öyle
gelirdi bana.)
Yavaşça aldı sigarayı, hışımla bastırdı kül tablasına.
Bir daha baktı bana.
Döndü arkasını çıktı. Ben dona kaldım.
Neden yapmıştı bunu şimdi. Belki sevdiğini kaybetme korkusu.
Kaybedecek o kadar az şeyi vardı ki.
Sekizinci sınıftan mezun olduğu gün elinde karnesi; sekiz yıllık yatılılıktan çıkış bileti. Bahçede
geldi yanıma.
Sarıldı. Bende onu kucakladım.
“Hadi son bir kez Muhammed.” Dedim.
“Bir topum olsaydı oynardım elbet.
Bir babam olsaydı gülerdim elbet…” hıçkırıklar genzini kapamıştı. İlla burnunu….
Söyleyemiyordu artık.
Hiçbir şey söyleyemedim.
Zaten ne az cümle kurmuştuk kalpten kalbe uzun sohbetlerde.
Ben bahçe kapısından çıktım.
Bu defa oda çıktı kapıdan.
Bir Ford transitle tozlu yollarda, berrak gözleri arkada, gitti…
Gözden kayboldu.
Hakan Bilbay
29/10/2005
Download