1.8. GEZ*

advertisement
YAZILI ANLATIM TÜRLERİ
1. DÜŞÜNCE DEĞERİ
OLAN YAZILAR
1.1. GEZİ
1.2. ANI
1.3. GÜNLÜK
1.4. İNCELEME
1.5. BİYOGRAFİ
1.6. OTOBİYOGRAFİ
1.7. BİBLİYOGRAFİ
2. BÖLÜM SONU
SORULARI
1. DÜŞÜNCE DEĞERİ OLAN YAZILAR
1.1. GEZİ YAZISI
Bir yazarın yurt içinde ve yurt dışında gezip gördüğü yerlerin ilgi
çekici özelliklerini anlattığı yazı türüdür. Gezi yazıları gezip görmenin, iyi bir
gözlemin ürünüdürler. Gezi yazılarının tarihi çok eskidir. İnsanlar hep uzak
ülkeleri, uzak ülkelerin doğasını, insanlarını, bu insanların yaşayış biçimlerini
ve yarattıkları kültür eserlerini merak etmişlerdir. Bir nedenle başka ülkelere
giden kişilerle karşılaştığımızda, onları soru yağmuruna tutmamız bundandır.
Günümüzde televizyon görüntüleri dünyanın birçok kültürünü yanı başımıza
getirdiği halde, hâlâ gezi anılarını dinlemenin ya da okumanın tadı başkadır.
Gezi yazılarının çok yönlü anlatım olanakları vardır. Uzunluğu çoğu
zaman kitap olacak kadardır. Gazetenin iç sayfalarından birinde dizi halinde
günlerce yayınlandığı da olur. Okuyucunun sıkılmadan, merakla okuduğu bir
yazı türüdür.
Gezi yazısı yazarken ilgiyi uyanık tutmak, okuyucuda okuduğu
yerleri görme isteği uyandırmak çok önemlidir. Gezi yazarlığı ayrı bir ustalığı
gerektirir. Yazar gezdiği yerlerin ilginç özelliklerini hemen fark edecek kıvrak
bir zekâya ve kültür birikimine sahip olmalıdır.
Gezi yazısı ile röportaj arasındaki
farklar
Gezi yazılarıyla röportaj birbirine
karıştırılmamalıdır. Gezi yazısında ilgi
çekici yerler anlatılır. Röportajda
olduğu
gibi,
sorunları
deşmek,
arkasındaki
sorunları
duyurmak,
kamuoyu
oluşturmak
amacı
güdülmez. Gezi yazıları bir bakıma
anıya ve günlüğe de benzer fakat
onlardan ayrı bir yazı türüdür.
Gezi yazısının belirleyici özellikleri şunlardır:
• Gezi yazılarında çoğu kez kronolojik zamanlı plân uygulanır. Gezi için yapılan
hazırlıklar; yolculuk, yolculuk sırasında görülen ilgi çekici olaylar; varış, varıştaki ilk
izlenimler...
• Gezi yazılarında da kendinden önceki söylenmişlerden, yazılmışlardan ayrı olmak
önemlidir. Aynı yerler daha önce de başkaları tarafından görülmüş, yazılmış olabilir.
İkinci gidişte görülenlerle, ilk gidişte görülenler arasındaki farklara bile değinmek
gerekir. Bu da gezi yazılarının zamanla tarihsel belge olduğunu ortaya koymaktadır.
• Yazar anlattıklarının doğruluğunu; konuşma ile bilgi toplama ve fotoğraflarla
desteklemeli, anlattıklarını bir mantık çerçevesine oturtabilmelidir. Her anlattığı, önceki
anlattıklarıyla çelişmemelidir.
• Gezi yazılarında yazar; açıklayıcı anlatım, öyküleyici anlatım, betimleyici anlatım ve
tartışmalı anlatım gibi bütün anlatım yollarından yararlanır. Ayrıca okuyucuya
değişikliği gösterebilmek için örnekleme, karşılaştırma, tanık gösterme gibi nesnel
verilerden de yararlanabilir.
• Resim kullanılmalıdır.
Gezi Yazısı Örneği
ÜSKÜP’TE TÜRK EVLERİ
Üsküp Türk kesiminde, beni hep sıcak bir Anadolu havası kucakladı. Çocukluk
günlerimin taş döşeli sokaklarından birisine benzer bir sokaktan geçerken sordum:
İsminin Evliya Çelebi Sokağı olduğunu söylediler. Evlerin kapıları, pencereleri, perdeleri,
boyaları beni bırakmıyorlardı. Büyük kervansarayların, yıkılmış camilerin, hamamların
karşısında durdum –“Burası Demirciler çarşısıdır. Devamı bizi Kazancılar çarşısına
götürür. Sonra yolumuzun üzerinde Bit Pazarı var!” dediler.
Demirciler çarşısı, Kazancılar çarşısı, Bit Pazarı bugün Anadolu’da hemen
hemen her şehirde rastlayacağımız yerler! Demirciler ve Kazancılar Çarşısına hâkim olan
kurşunlu han 400 yıldan beri ayakta. Muslihiddin Abdülgani isimli bir müezzin
yaptırmış.Molla Muslihiddin, II. Selim’in âlimlerinden. Kurşunlu Han, iki katlı. İçerisinde
64 odası var. Muhteşem kapısı enikli bir kapı. Merhum Arif Nihat Asya’yı hatırladım.
Kitaplarından birine enikli Kapı ismini vermişti. Hana gelen kervanlar için büyük kanatlar
açılıyormuş. Yolcular için ise, sadece küçük kapı!... Anadolu’da hala enikli kapılar vardır.
Kurşunlu Han, Osmanlı İmparatorluğu’nun (ondan önce Selçukluların) bize gurur veren
eserlerinden biri. Han içerisinde, yolcuların 100 kadar hayvanını barındıran bir de ahır
yapılmış.
İmparatorluk Türkiye’sinde bu hanlarda, Müslüman ve
Hıristiyan farkı gözetilmeden bütün yolcular parasız olarak üç gün
yer, içer, yatar, kalkar, hasta yolcular için hekim ve ilaç
bulundurulurmuş.
Kurşunlu Han’ın çatısını kaplayan kurşunları, Bulgarlar
sökerek götürmüşler. Yugoslavlar Kurşunlu Han’ı bir süre hapishane
olarak kullanmışlar. Sonra onarıp müze haline getirmişler. Han, çok
akustik olduğu için, şimdi zaman zaman orada konserler
veriliyormuş. Kurşunlu Han’ı dolaşırken yaşlı bir Üsküp Türk’ünün
kahkahası hala kulaklarımda: “Evlatçığım, bir zamanlar bu handa
Osmanlı’nın atları kişner, eşekleri anırır, koyunları melerdi. Şimdi
ise burayı adını bilemediğim çalgıların gürültüleri dolduruyor.
Atların, eşeklerin ruhlarına Mevlüt mü okuyorlar acaba?”
Yugoslavlar, Üsküp’teki kervansaraylarımızı onararak ticaret
merkezleri haline getirmişler. Bit Pazar’ında İsa Bey vakfiyesinden
olan iki kervansaray daha var: Sulu Han ve Kapan Han. Sulu Han’ın
Bütün Odaları Mağaza Olarak Kullanılıyor. Günün her saatinde
renkli ve hareketli.
Kapan Han’ın birinci katında bakırcılar, kalaycılar, demirciler çalışıyorlar.
İkinci katında ise sıra sıra avukat yazıhaneleri var. Hanın beş yüz yıllık şadırvanı,
yapıldığı gibi: Sağlam ve güzel.
Kurşunlu Han karşısında, yerden birkaç karış yükseklikte kalan temeller
Kazancılar Camii’ ne aitmiş. Bir şehidin kesilen veya koparılan kolları gibi duruyorlar
toprakta. Hanın, hemen yakınında, kubbeleri çöken, duvarları yer yer yıkılan bir hamam
harabesi hıçkırıyor. İsmi Şengül Hamamı.
Hemen hemen bütün Anadolu illerinde gördüğümüz Bit Pazarlarının bir
benzeri de aynı isimle Üsküp’ te beni dost duygularla karşıladı. Küçücük dükkânlarından,
taşlı sokaklarına bizim türkülerimiz yayılıyor. Bir Sivas türküsü, bir Gaziantep halay
havası, sıcak bir selam gibi… Erkek ve kadın kazağı satan dükkânlar, renkleriyle,
desenleriyle Anadolu’yu sergiliyorlar adeta.
Atlara, arabalara koşum takımları hazırlayan eller, bizim ellerimiz. Vitrinleri
süsleyen yazmalarla Anadolu Türkmen kadınlarının başlarındaki yazmalar birbirlerine ne
kadar benziyorlar.
Bit Pazarı’nda 15. yüzyılda, İsa bey tarafından yaptırılan mükemmel bir Çifte
Hamam, artık hamam olmaktan çoktan çıkmış. Uzaktan sadece kubbeleri görünüyor.
Etrafını tamamen kargacık burgacık dükkânlar çevirmiş. Boş, bakımsız, virane Çifte
Hamam, utancından dövünüyor., kendisini herkesten gizliyor gibi geldi bana.
Bit Pazarı çevresinde, iki katlı eski Türk evleri gördüm. Hepsi de artık son nefeslerini
güçlükle alıyorlardı.
Pazarın Murat Paşa Camii, çarşı esnafı için yapılmış. Cami 19. Yüzyıl başlarında
yılınca, Üsküp Türkleri, onu yeniden onarmışlar. 1963 depreminde minaresinin şerefeden
sonrası yıkılmış ve yarım minare öylece kalmış.
500 yıl önce, Molla Müslihiddin tarafından yaptırılan Dükkâncık Camii, eski
Üsküp’ü bir kuğu güzelliğiyle süslüyormuş. Bir yürek kadar sıcak, bir şiir kadar güzel olduğu,
camiin ayakta kalan kısımlarıyla da belli. Dükkâncık Camii 1963 yılındaki büyük depremde
hemen hemen bütünüyle yıkılmış. Şimdi sapasağlam ayakta kalan mahzun minaresidir.
Dükkâncık Camii’nin çatlamış duvarlarından, her gün birkaç taş daha, toprağa gözyaşları gibi
dökülüyor. Dükkâncık camii çöken bir imparatorluk gibi. Çaresiz kalmış. Bitmiş. Terk
edilmiş…
Mustafa Paşa Camii, Üsküp Kalesi’nin kuzeyinde ve bir tepe üzerinde. Tek kubbeli
ve revaklı bir camii. 1492 yılında Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış. Kapısı, mihrabı,
minberi tamamen mermer. Duvarları iki metre genişliğinde olan camiyi 37 pencere
aydınlatıyor. Caminin hemen yanında, Mustafa Paşa’nın küçük, şirin bir mermer türbesi var.
459 yıllık türbe, son depremden büyük zarar görmüş. Çatlayan, yarılan duvarları, birkaç yıl
daha ancak ayakta durabilir.
Caminin bahçesinde öyle güzel, öyle ince, öyle süslü bir Evlât-ı Fatihan mezarı var
ki tam bir sanat şaheseri. Yahya Kemal Beyatlı’nın annesi, İsa Bey Camii’nde yatıyor.
Üsküp’ün cemaati en çok olan camilerinden İsa Bey Camii, Bursa camilerine ne kadar çok
benziyor. Duvarları üç sıra tuğla, bir sıra taşla örülü…. Bursa’daki Muradiye, İstanbul’daki
Murat Paşa camilerini hatırlatıyor. Çift Kubbeli camiyi, 17 pencere aydınlatıyor. Yahya
Kemal’in doğduğu evi, çocukluk günlerini yaşadığı muhiti görmek istedim. Koca mahalleden
etrafta tek ev olsun yoktu. Yeni bir kültür sitesi ve tiyatro binası, bütün bir mahalleyi rahatlıkla
altına almıştı.
Yavuz Bülent Bakiler
1.2. ANI
Yazar kendi başından geçen olayları ya da kendi yaşadığı
dönemde ortaya çıkan kültürel, sosyal, siyasal ... olayları ve teknolojik
gelişmeleri kendi gözlemlerine ve görüşlerine bağlı kalarak anlatırsa
anı dediğimiz bir yazı türü ortaya çıkar. Yazar bu olaylar karşısındaki
duygularını okuyucularıyla paylaşmak ister.
Anı türünde yazar kişisel öykülerinin yanı sıra belli bir dönemi
kişisel aynasından yansıtır. Yazar, anılarını yazarken, anlattığı dönemle
ilgili tüm yazılı kaynaklardan, canlı kaynaklardan, fotoğraf... gibi
belgelerden yararlanır. Bu nedenle anı türündeki bir yazı tarih bilimine
de kaynak olur; fakat yazar, yazdıklarını yüzde yüz belgelendirmek
zorunda değildir. Kimi anılarda yazar, geçmişi yönlendiren olayları,
ünlü sanatçı ya da politik kişileri anlatır. Önemli kişilerin anlatıldığı
anılara anı portre denir.
Anı türünün belirleyici özellikleri şunlardır:
• Anılar iddia ve ispat yazıları değildir.
• Anılarda yaşanmakta olan değil, yaşanmış
olaylar anlatılır..
• Geçmişi anlattığı için tarihe ışık tutar. Kimi
olaylar tarihi olaylardır.
Anı Örneği
AİLEMİN KÖKENİ - İSTANBUL KOLU - EYÜB’DEKİ EV HESAPLAMAYA GELMEZ - KARA DELİK
En uzak anılarımdan, ama ilk ikisine oranla epeyce uzun bir
aralıkla ayrılan, üçüncüsünü anlatacağım. Yalnız, başlangıç olarak, bir
parçacık ailemin tarihini özetleyeyim: Uşakîzade… Evet, ta Türklüğün
göbeğinden; karışıksız, bulanıksız, katıksız Türk kanından, ta Uşak’tan
geldik. O Uşak’tan ki ben ona uzaktan âşıkım. Uzaktan diyorum ve bunu
derken utancımdan kızarıyor, büyük acımdan kıvranıyorum. Dünyanın
dört bir ucunu bucağını dolaşmaya fırsat bulan, öğrenmek isteği ve
araştırma eğilimlerini ülke ülke dolaştıran ben; kanımın kaynağına, te
şuracıktaki Uşak’a kadar gitmeye vakit bulamadım. Bunu açık yürekle dile
getirirken bu dile getirişin yanına konacak bir özür-neden bulamıyorum.
(Bu yazıdan sonra o günahı giderdim. H.Z.)
Uşak’tan gelen bu ailenin sürekli olarak Uşakîzade adını
taşımamış olduğunu söylemeye gerek yok. Ailenin asıl adı Helvacızade.
Uşak’ın önceleri en büyük ticaretlerinden birinin oluşturan helvacılığın en
büyük ocağına sahip olan Helvacızade’ler yalnız bununla yetinmeyerek,
başka işler arasında özellikle halıcılıkta da bir yer tutmaktaydılar.
Uşak’ın en eski ve en zengin ailelerinden biri olan
Helvacızade’lerin zamanla kimi vakit yükselmeden, kimi vakit düşmeden
meydana gelen değişmeler zincirini izlemeyerek sadece şunu belirteceğim
ki, bu ailenin bir dalı İzmir’e gelip de burada sadece helvacılıkla uğraşmaya
başlayınca – Helvacızade sanını taşımayı sürdürürlerken- halk arasında
Uşaklılar… Uşaklıgil… diye anıla anıla, sonunda Uşaklılar sanından pek
küçük bir uzaklaşmayla, Uşakîzadeler sanıyle anılmakta gecikmemişler.
Ama bir zaman –ki o zamana ben tanık oldum- İzmir ve dolaylarının, belki
bütün Türkiye’nin en büyük halı ticaretevi, bütün Avrupa halı sergilerinde
en yüksek ödülü alan halı ticaretevi büyük babamınki idi. Başta uşak olduğu
halde Gördes’in, Kula’nın, Demirci’nin tezgahları hemen bütünüyle burası
için işlerdi ve evin resmi imzası Helvacızade idi. Bugün de gözlerimin
önündedir: Paris’in 1869 genel sergisinde altın madalya için verilen belgede
bu san, tuhaf bir imlâ ile: “Elvagi-zade” diye yazılıydı.
Anadolu’nun birçok yerlerinde olduğu gibi İzmir’de de aile adları,
hemen bütünüyle denecek kadar, dedelerin sanat ve ticaretlerinden
alınmıştır. Salepçizadeler, İplikzadeler ve başkaları daha doğru bir
Türkçeyle Salepçi oğulları, iplikçilerinkiler, Limoncularıngil… diye
anılmaya başlayarak böylece son biçimlerini almışlardır.
Büyükbabamın elinde ticaret yeri öyle büyük bir önem kazanmış ve
öyleme bir genişlemiş ki, bu gelişme çevresine daha bir geniş yer vermek için
İstanbul’da bir şube açmaya gerek görülmüş ve bu şube, anaparasıyla birlikte
babama, Hacı Halil Efendi’ye verilmiş.
İşte Uşak’tan İzmir’e sarkan Helvacızadeler’in bir kolu da
büyükbabamın en büyük oğlu olan babamla İstanbul’ a gelmiş oluyor ve ben,
babamın üç çocuğundan en küçüğü – ailenin bu kolu İstanbul’a uzandıktan
sonra- İstanbul’da doğuyorum. Eyüb’de Balcılar yokuşunda… Bir kez
büyüklerimden biri beni ta oraya kadar götürerek: “-İşte doğduğun ev…” diye o
yeri göstermişti. O zaman eski, kararmış yüzüyle yıkılmaya yüz tutmuş görünen
bu ev şimdi de orada mıdır, şimdi de Eyüb’ün balcılar Yokuşu o adı taşıyor mu,
bilmiyorum.
Burada ne kadar bir süre kaldık, onu da bilmiyorum. Herhalde pek az
kalmış olacağız ki, asıl evimizin yapılışı zamanına kadar ailenin kiracı olarak
oturduğu Sepetçiler’de bulunan konakta geçen ilk yılları bile
anımsayamıyorum.
Doğumunun en gerçek tarihi olarak ailece 1284 (1886) yılı
yazılmıştır. Buna göre demek oluyor ki bugün… Yok, bu hesabı yapmamak
daha doğru olur.
(…)
Halit Ziya Uşaklıgil
1.3. GÜNLÜK
Yazarların kendi kendileriyle dertleşme, hesaplaşma, konuşma
isteklerini kâğıt üzerinde yapmalarından doğmuş yazılardır. Bu nedenle
yayımlanmak amacı güdülmez, fakat yazarın ilerlemiş yaşlarında ya da yazar
öldükten sonra bir şekilde yayımlanır. Günümüzde kimi yazarlar günlüklerini
yayımlamak için de yazarlar.
Günlüklerde yazarın kendisini buluruz. Yaşadığı günler içindeki
sevincini, öfkesini, kaygılarını, umutlarını içtenlikle anlatır. Günlükler, yazarın
yaşadığı dönem için önemli bir belgeseldir de aslında. Yazarın sözünü ettiği
olaylar artık tarih olmuştur.
Günlüğün belirleyici özellikleri şunlardır:
• Günlükler iddia ve ispat yazıları değildir.
• Günlüklerde yaşanmakta olan anlatılır.
• Yayımlandığında, artık geçmişi anlattığı için bu yazılar da tarihe ışık tutar.
Kimi olaylar tarihi olaylardır.
Cuma, 9 Ocak
Bugün hava yağmurlu ve puslu… Saat 2’ye 5 var… Bu âna kadar
defterimi açamadım. Hâlim bir tuhaf…
Bugün anladım ki, beni delikten çağırdıkları, meydancı gelip “Bir
isteğin var mı?” diye sorduğu, berberin tıraşa geldiği, hâsılı insanlarla
temas ettiğim an, üstüme acayip bir uyuşukluk, sinsi bir donukluk,
anlatılmaz bir garipseme hissi çöküyor. Hayret! Bir aylık yalnızlığın
tesirine bakın! Hayırdır inşallah; nereye gidiyorum?
Perşembe, 15 Ocak
suratlı…
Şiir kitabımı bitirdim; ve güya rahat bir nefes aldım. Hava
Saat üç buçuk… Gaz sobam trampet çalıyor. Yevmiyemin 40’ıncı
gününe rastlayacak olan 20 Ocak Salı gününün iple çekiyorum.
Cuma, 16 Ocak
Allah… Başka tek kelime söyleyemeyecek hâldeyim.
Necip Fazıl Kısakürek
1.4. İNCELEME
İncelemenin kapsamı çok geniştir. Her yazı türünün inceleme ile bir
bağlantısı vardır. İnceleme bilgisi olmadan makale, fıkra, eleştiri, gezi,
röportaj, anı gibi yazı türleri yazılamayacağı gibi; öykü, roman, tiyatro gibi
gözlem gücünün kullanıldığı sanatlı yazı türlerinde de başarılı olunamaz;
konferans, açıkoturum, panel, sempozyum, açıklama (brifing) gibi sunuşlar
yapılamaz; tutanak, rapor gibi yazışmalar yazılamaz.
İncelemeyi eser oluşturma yöntemi dışında, ayrı bir uğraşı alanı
olarak da kullanıyoruz. Bu alanda çalışanlar; olmuş olayları, oluşturulmuş
eserleri değerlendirirler ki, bu konuda verilmek istenen de budur. İncelemeye
monografi de denir. İnceleme sözlü ya da yazılı yapılabilir. Kalıcı olması için
yazılı olması ve bir düzen içinde verilmesi sağlıklıdır. İncelemenin biçimi
eserin türüne göre de değişir. Bu anlamda bir makale, bir şiir, bir roman, bir
senaryo... incelenebilir, sonuç her birinde kendine özgü bir düzen içinde
yazılır. İncelemeyi yapan kişi teknik olarak yer yer makale gibi, yer yer söyleşi
gibi yazma olanağına sahiptir.
İnceleme yazıları eleştiri yazılarıyla
karıştırılmaktadır. Eleştiri yaparken inceleme
yöntemlerinden yararlanılır, fakat incelemede
eleştirme amacı güdülmez. Yalnızca incelemesi
yapılan kişinin dünyaya ve olaylara bakış açısı
yakalanmaya çalışılır. İncelemede önemli bir
kişinin, bir dönemin yalnız bir özelliği üzerinde
durulur. Bir sanatçıdaki hem yalnızlık duygusu,
hem ilerici kişilik aynı incelemede ele
alınamaz. İncelemesi yapılan, her ne ise, bir
bütün olarak ele alınmalı, sonuca öyle
varılmalıdır. Bir sanatçıdaki yalnızlık duygusu
hakkındaki yargı, o sanatçının bütün eserleri
incelenmeden
verilemez.
Bir
roman
inceleniyorsa yarısı incelenip, yarısı inceleme
dışı bırakılamaz. İncelenen konu daha önce
başkaları tarafından incelendi ise, onların da
gözden geçirilmesi gerekir.
İncelemede
eleştirme amacı
güdülmez!
İncelemede bir yöntem belirlemek
gerekir. Bu yöntem incelenen eserin türüne
göre ayrılık gösterebilir. Bir makale ile bir
romanın, bir roman ile bir şiirin
incelenmesi aynı sorularla olamaz. Söz
gelimi; bir makale incelemesinde ana
düşünce, yardımcı düşünceler ele alınırken;
romanda ana olay; ikinci derecedeki,
üçüncü derecedeki olaylar ve bu olayları
yaşayan kahraman, ikinci derecedeki,
üçüncü derecedeki kahramanlar; olayın
geçtiği yer, zaman... ele alınır. Şiir
inceleniyorsa nazım türü, nazım biçimi,
ölçüsü, uyağı ele alınır. Fakat incelenecek
yazının türü ne olursa olsun sözcük bilgisi,
cümle bilgisi gibi gramer incelemeleri
yöntem olarak biraz daha birbirine yakındır.
Kitap incelemesi için hazırlanmış bir plân
şöyledir:
A: Dış Yapı İncelemesi
Yerleştirme:
•Eserin adı, bir eserden alındı ise kaynağının
adı, kaynaktaki sayfa numaraları, basıldığı yer,
yıl; boyutları.
•Eserin
yazarı,
yazarın
sanatı,
sanat
yaşamındaki evreler; varsa, çevirmeni.
•Eserin yazıldığı dönem, yazarı etkileyen,
eserine yansıyan önemli olaylar.
•Eserin türü.
B: İç Yapı İncelemesi
• Eserin konusu
• Eserin teması
• Eserdeki dünya görüşü
• Eserdeki hayal örgüsü
• Eserin bölümleri
• Ana düşünce (olay), yardımcı düşünceler
(olaylar)
• Eserde altı çizilecek diğer düşünce, olay,
benzetme, sembol... vb.
• Eserin anlatım özellikleri
• Kullanılan sözcüklerdeki öznellik - nesnellik;
sözcükler arası soyut – somut ilişkiler;
sıfatların, zarfların, bağlaçların kullanımı;
kurduğu tamlamaların özellikleri...
• Eserde sözdizimiyle sağlanan iç ahenk (Şiir
için: ölçü, uyak, alliterasyon, asonans...)
İyi bir incelemede, incelenecek mataryele bol
bol Kim/ Ne, Kimden/Neden, Niçin, Nasıl,
Nerede, Ne zaman... vb. sorular sormalıyız.
İnceleme plânı, incelemeyi yapan kişinin
araştırma boyutuna ve isteğine bağlı olarak
ufak tefek ayrılıklar göstermekle birlikte, ortak
ilkelere uymalıdır:
İnceleme yazılarında uyulacak ilkeler
şunlardır:
•Düşünsel plân uygulanmalıdır.
•Bol doküman incelenerek sonuca ulaşılmalıdır.
• Nitelik olarak belirtilen her özellik örneklerle
desteklenmelidir.
•Konu dışına çıkılmamalıdır.
•İnceleme sonucu elde edilen bilgileri herkese
benimsetmek gibi bir amaç güdülmemelidir.
•İnceleme
bittikten
sonra
yapılan
değerlendirmede yazar, incelemeden elde ettiği
sonuçları belirtmelidir. Her incelemede ele
alınan konunun bir yönü aydınlatılmış olur.
İnceleme yapmak, inceleme yazılarını okumak
bizim de ufkumuzu açar. Söz gelimi edebiyat
eserlerini
incelemek
bizim
edebiyat
kültürümüzü arttırır, edebiyat eserlerine, sanata
bakış açımızı etkiler.
İnceleme Örneği
ÂDİLE AYDA: BÖYLE İDİLER YAŞARKEN
İSMAİL PARLATIR
Âdile Ayda, Böyle idiler yaşarken... (Edebî Hâtıralar). Ankara 1984. 279 s.
Edebiyat anıları dizisine son günlerde yayımlanan Âdile Ayda'nm Böyle idiler
yaşarken... adlı kitabı da eklendi. Edebiyat dünyamızın yirmi seçkin sanatçısı ile ilgili anılar
ve yorumlar değişik görüş açılarından kaleme alınmış; ayrıca önceki yıllarda Halide Edip,
Yahya Kemal ve Yakup Kadri ile yapılan ve değişik gazetelerde yayınlanan görüşmeler de
"Üç Edebî Görüşme" başlığı altında kitabın sonuna eklenmiş.
Edebiyat anılarının kaleme alınması ve okuyucuya sunulması, gerek sanatçı gerek
eser gerek sanat anlayışı gerek edebiyat akımları açısından oldukça dikkate değer nitelik
taşır. Üstelik bir edebî tür olarak da edebiyat dünyasında yerini alır.
Anı türünün bizde uzun bir geçmişi yok. XX. yüzyılın başlarında ortaya konulan
ilk ürünler daha çok otobiyografi (autobiographie) niteliğinde kendini gösterir. Ahmet
Rasim'in Gecelerim (1896), Fuhş-i Atik (1922), Muharrir - Şair - Edîb (1924), Falaka
(1927)'sı;, Halit Ziya'nın Kırk Yıl (1936), Saray ve Ötesi (1940-1942); Hüseyin Cahit'in
Edebî Hatıralar (1935)'ı; Halide Edib'in Mor Salkımlı Ev (1963)'i; Yakup Kadri'nin Gençlik
ve Edebiyat Hatıraları (1969) gibi kitaplar bu türün ürünleri olarak karşımıza çıkar.
Anıların bir başka yansıtılışı ise anı - portre (portrait souvenir) yoluyla gerçekleşir. Bu türün bizde en önde gelen örnekleri
arasında Yahya Kemal'in Siyasî ve Edebî Portreler (1968)'i; Refik
Halit Karay'ın Tanıdıklarım (1919)'ı; Yusuf Ziya Ortaç'ın Portreler
(1960)'i; Samet Ağaoğlu'nun Babamın Arkadaşları (tarihsiz, 3. b.,
1969) ile Âşinâ Yüzler (1965)'i sayılabilir.
Anıların dile getirilişinde karşımıza çıkan bir yol da görüp
işitilenler ile yaşanılan ve duyulanların aktarılışıdır. Bu yolda
röportajlar, edebî sohbetler ve değişik sanatçılara ilişkin anılar
yoğunluk kazanır. Söz gelişi, Ruşen Eşrefin Diyorlar ki (1918),
Abdülhak Şinasi Hisar'm Yahya Kemal'e Veda (1959), Halit Fahri
Ozansoy'un Edebiyatçılar Geçiyor (1939, bu kitap daha sonra 1970'te
Edebiyatçılar Çevremde adıyla yayınlandı), Fikret Âdü'in Aşmalı
Mescit 74 (1933), Mustafa Baydar'ın Edebiyatçılarımız ne Diyorlar
(1960), Oktay Akbal'm Şair Dostlarım (1964), Mehmet Şeyda'nın
Edebiyat Dostları (1970) ve "Varlık"ın çıkardığı Edebiyatçılarımız
Konuşuyor (1953) adlı kitaplarını buna örnek olarak gösterebiliriz.
Âdile Ayda'nın Böyle idiler yaşarken... adlı edebiyat anıları bu türün değişik
özelliklerini bir arada toplamış. Aile çevresinden okul çevresine, okul çevresinden
gazeteciliğe, gazetecilikten yazarlığa ve meslek çevresine kadar uzanan geniş bir anı
kadrosu ve zengin bir malzeme ile okuyucu karşısına çıkıyor Âdile Ayda. Bu anıların
eskiliği, aile ocağı ile dikkat çekiyor. Bunda yazarın babası Sadri Maksudi'nin geniş bir
çevre ile diyalogda olmasının payı büyük; nitekim "Bu kitabın bazı sahifelerinde,
rahmetli babamın gölgesi, arka planda da olsa, sık sık kendini göstermektedir" (Önsöz, s.
4) derken yazar, bu gerçeği açıkça dile getiriyor.
Bu kitaptaki anıların çoğu, "yarım yüzyıl öncesi"nden başlıyor. Gençlik
yıllarının görkemli günleri ile biraz da genç kızlık cazibesi onun edebî çevre ile kolayca
kaynaşmasını sağlamış. Bir de buna Edebiyat Fakültesi'ndeki görevi eklenmiş. Böylece
yazar, yirmi sanatçı (Abdülhak Hâmit Tarhan, Mehmet Emin Yurdakul, Yahya Kemal
Beyatlı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Fazıl Ahmet Aykaç, Behçet Kemal Çağlar,
Sabahattin Ali, Salih Zeki Aktay, Şükûfe Nihal, Refik Halit Karay, İsmail Hânı i
Danişmend, Abdülhak Şinasi Hisar, Celâl Sahir Erozan, Halide Edip Adıvar, Cevat Fehmi Başkut, Peyami Safa, Orhan Seyfi Orhon, Ahmet Hamdi Tanpınar, Hüseyin Nihal
Atsız, Halide Nusret Zorlutuna) ile ilgili anılarını derlemiş. Öte yanda Halide Nusret
Zorlutuna'nın hayatta oluşunu, kitabın adına uymayan bir ayrıcalık olarak göstermiş
(önsöz, s. 4); ancak, bugün bu şairimizi de yitirdiğimize göre (10 Haziran 1984) Böyle
idiler yaşarken... adına uygun bir nitelik kazanmış oluyor.
(…)
İsmail Parlatır
1.5. BİYOGRAFİ
Biyografi, ünlü sanatçıların, ülkesine ve insanlığa yararı
dokunmuş kişilerin yaşam öyküsünü anlatan eserdir. Bazen bir makale
kadar kısa, bazen bir kitap olacak kadar uzun çalışmalardır.
Biyografiler sayesinde o kişinin sanatı, düşünceleri, yaptığı işler
hakkında bilgileniriz. Biyografiler aynı zamanda iyi bir belgeseldirler.
Bu alanda çalışacaklara ve yaşadığı dönemin özelliklerine kaynaklık
eder.
Biyografileri okumak, kendi deneyimlerimize bir yaşam
deneyimi daha katmak demektir. Onların başarılarının nedenlerini
çözeriz; düşünceleri uğruna, bilgi uğruna, sanat uğruna, nelere göğüs
gerdiklerine tanık oluruz. Kendi düşüncelerimiz, bilgimiz, sanatımız
için nasıl mücadele edeceğimize karar veririz. Biyografide yapılmış
yanlışları görürsek, aynı yanlışları tekrarlamamış oluruz.
Biyografinin belirleyici özellikleri şunlardır:
•Düşünsel planla yazılır.
•Biyografi, belgelere dayanılarak yazılır.
Rivayetlere ve tartışmalara yol açacak bilgilere
yer verilmez.
•Kaynak olarak, eğer yaşıyorsa, ünlü kişinin
kendine ulaşılır; eserleri, anıları incelenir;
değilse onun yakınlarına, onu tanıyanlara
ulaşılır. Varsa daha önce yazılmış biyografi ve
inceleme yazıları incelenir.
•Biyografi yazarı objektif olmak zorundadır.
Kendi sübjektif olamayacağı gibi, derlediği
bilgilerden de sübjektif olanları ayıklar.
Biyografi Örneği
BÖHTLINGK, Otto von (Petersburg 30.05.1815-Leipzig 1.4.1904)
Alman kökenli Hindolog ve Türkolog. XVIII. yüzyıl sonunda Rusya’ya göç eden Lübeckli
bir aileden gelmiştir. Petersburg ve Dorpat’ta öğrenim görmüş, 1833’te Petersburg Üniversitesine
gelmiştir, J. Sekowski ve Mirza Cafer Topçubaşı’nın derslerine devam ederek Arapça, Farsça ve Türkçe
öğrenmiştir. 1835’te Berlin Üniversitesine geçmiş, Bonn Üniversitesinde A. Schlegel ve Lassen’in
yönetiminde Snaskritçe öğrenmiştir. 1838’de Giessen Üniversitesinde doktor sanını kazanmıştır.
5.3.1842’de Petersburg Bilimler Akademisinde Sanskrit uzmanlığına seçilmiş, 4.8.1855’te akademi aslî
üyeliğine getirilmiştir. 1868’de Petersburg’dan ayrılan Böhtlingk, önce Jena’ya, daha sonra da ölümüne
değin yaşadığı Leipzig’e yerleşmiştir. 11.6.1894’te emekliye ayrılmış, 3.9.1894’te Petersburg Bilimler
Akademisinin fahrî üyeliğine seçilmiştir. Akademi, Böhtlingk’e genel kurul toplantılarına katılma ve oy
kullanma hakkını ad vermiştir.
Böhtlingk, Hindoloji alanında Sanskritwörterbuch nebst allen Nachträgen (R.Roth ile
birlikte, 7 cilt, St. Petersburg 1855-1875, yeni bas. 1966)başlıklı anıtsal eserin yazarı olarak tanınmıştır.
Türklük bilimi tarihinde ise Über die Sprache de Jakuten. Grammatik, Text und Wörterbuch. I-II. (St.
Petersburg 1848-1851) adlı eseriyle büyük bir ün almıştır. Bu eserde Türk diyalektleri arasında özel bir
yer tutan Yakutça bilmisel metotlarla ele alınmıştır. Yakutçanın ilk bilimsel grameri olarak bu eser Türklük
biliminde klasik bir çalışma değeri kazanmıştır. Böhtlingk, bu eserini yazarken Alexander Theodor von
Middendorf’un toplamış olduğu veri ve örnekleri değerlendirmiştir. Bk. Middendorf, Alexander Theodor
von.
Böhtlingk’in bu eseri bu güne değin değerini yitirmemiştir. 1964’te yeni baskısı çıktığı gibi,
1989’da Rusça çevirisi de yayımlanmıştır. (O jazyke jakutov. Novosibirsk 1989.644 s.).
Hasan Eren
1.6. OTOBİYOGRAFİ
Bir düşünürün, bir sanatçının kendi yaşam öyküsünü anlattığı eserdir. Kaynak
olarak kişi kendini ve aile büyüklerinden aldığı bilgileri kullanır. Otobiyografi yazmak
çok güçtür, çünkü insanın kendinden söz ederken objektif olması zordur.
Otobiyografiler sayesinde o kişinin sanatı, düşünceleri, yaptığı işler hakkında
bilgileniriz. Biyografiler aynı zamanda iyi bir belgeseldirler. Bu alanda çalışacaklara ve
yazarın yaşadığı dönemin özelliklerine kaynaklık eder.
Otobiyografileri okumak, kendi deneyimlerimize bir yaşam deneyimini,
yaşayanın ağzından katmak demektir. Onların; başarılarının nedenlerini çözeriz.
Otobiyografinin belirleyici özellikleri şunlardır:
•Otobiyografi düşünsel planla yazılır.
•Otobiyografi, belgelere dayanılarak yazılır. Rivayetlere ve tartışmalara yol açacak
bilgilere yer verilmez.
•Derlenen bilgiler bilimsel araştırma yöntemiyle bir araya getirilmelidir.
•Biyografi yazarı objektif olmak zorundadır.
Otobiyografi Örneği
HAYATIMIN BAZI SENELERİ
1884 Kânûn-i evvelinin 2 sinde, Üsküp’de İshâkiyye Mahallesi’nde, büyük vâlidem Âdile Hanım’ın
konağında, bu evin cepheye doğru, sağ tarafındaki arka odada, sabaha karşı doğmuşum. Salı günü imiş. Üsküb’e
o gün nâdir görülür bir kar yağmış. 1886 da kardeşim Reşad’ın aynı evde doğmuş olduğunu pek hayâl meyâl
olarak hatırlıyorum. Annemin lohusa yatağı, evin cepheye doğru, sonundaki ön odada idi.
1889 da yeni yaptırmış olduğumuz evde, mektebe başladım. Mektep, Sultan Murad Câmii’nin
mihrâbı arkasında Yeni Mekteb denilir, beşyüz senelik bir vakıftı.
Mektebe başlayışım kadîm an’aneye tamâmiyle uygun oldu. Erkenden muallim-i evvel Sabri ve
muallim-i sânî Ganî efendiler bizim selâmlığa geldiler; çarşıdan bana savatlı bir divit, boyundan geçirilir, sırmalı
bir cüzdanlık alınmıştı. Ganî Efendi kalem açtı, divitin mürekkebine batırdı. Bir Rabb-i yessir yazdı. Sonra
üstüne şeker döktüler, bana o yazının mürekkebini şekerli şekerli yalatdılar.
(…)
Yahya Kemal Beyatlı
1.7. BİBLİYOGRAFİ
Günümüzde bilimde, teknolojide ve sanatta yaşanan gelişmeler sonucu basılı yayın o
kadar arttı ki artık bunların hepsini bir kitapta toplamak mümkün değildir. Günümüzde her bilim
kendi bibliyografisini hazırlamaktadır. Hatta bilimlerin alt kollarının da bibliyografileri
hazırlanmaktadır. Örneğin; Türkiye Türkçesi içinde Anadolu Ağızları ayrı bir çalışma alanıdır.
1867 yılından beri çalışılan bu alandaki basılı yayın adlarını toplama çalışmaları 1940'lardan beri
sürmektedir. Böylece Anadolu Ağızları Bibliyografisi oluşmuştur. Anadolu Ağızlarını
araştıracaklar, bu bibliyografiler yardımıyla alanlarındaki yazılı kaynaklara ulaşmakta güçlük
çekmezler. Ayrıca bir yazarın bütün eserlerinin bibliyografisi hazırlanabilir. Bu anlamda bütün
bilim ve sanat dalları, alt kolları, bilim adamları ve sanatçılar düşünüldüğünde bibliyografi
oluşturmak da ayrı bir bilim alanı olmuştur denilebilir. Bibliyografide eserler yazarların soyadları
göz önüne alınarak alfabe sırasıyla yazılır. Kitap birden fazla yazarlı ise ilk yazarın soyadı dikkate
alınır. Kitap tanıtımında ise: Kitabın adı, yazarın adı, konusu, bölümleri (varsa), cilt sayısı, baskı
sayısı, basım yeri, basım yılı, sayfa sayısı, eserin boyutları, fiatı, resimli olup olmadığı, kapak
kompozisyonu, dizgi, baskı ve kâğıt nitelikleri verilir. Eğer eser bir makale ise: Yazarın soyadı, ön
adı, eserin adı, eserin yer aldığı dergi, kitap vs. adı, basım yeri, basım yılı, eserin yer aldığı
sayfalar, eserin boyutları verilir.
Son zamanlarda kitap boyutlarındaki standart ölçüler kalkmakla birlikte hâlâ kitap
boyutlarını; küçük boy, orta boy, büyük boy olmak üzere üç türde toplayabiliriz. Buna göre roman
ve öykü kitaplarının boyutu küçük, ders kitaplarının boyutu orta, ansiklopedilerin boyutu
büyüktür.
Bibliyografi Örneği
Bir Kitabın Bibliyografi Bilgisi:
Kitabın adı: Söylev (Nutuk)
Yazarın soyadı, ön adı: Kemal ATATÜRK
Konusu: Kurtuluş Savaşı
Cilt: I (1919 - 1920), II (1920 - 1927), III (Vesikalar)
Baskı sayısı: Yedinci Baskı
Basım yeri: Türk Devrim Tarihi Enstitüsü, Devlet Kitapları Müdürlüğü,
İstanbul, Milli Eğitim Basımevi.
Basım yılı: 1967
Sayfa sayısı: IV+1280
Eserin boyutları: Küçük boy
Fiyatı: 800 x 3 = 2400 kuruş
Resimli olup olmadığı: Bir Atatürk resmi var.
Kapak kompozisyonu: Resimsiz
Dizgi, baskı ve kâğıt nitelikleri:
Bir Makalenin Bibliyografi Bilgisi:
Yazarın soyadı, ön adı: AZMUN, Yusuf
Eserin (makalenin) adı: Türkmen Halk
Edebiyatı Hakkında
Eserin yer aldığı kitap adı: Reşit Rahmeti Arat
İçin
Basım yeri: Türk Kültürünü Araştırma
Enstitüsü Yayınları: 19, seri:I, Sayı: A 2,
Ankara
Basım yılı: 1966
Eserin yer aldığı sayfalar: 32- 83
Eserin boyutları: Orta.
2. BÖLÜM SONU SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi yazılı
anlatımın
kurallarından
değildir?
a. Yalın halk diliyle yazılmalı
b. Anlatım açık olmalı
c. Dilde yetkin olunmalı
d. Yazı sanatlarla süslenmeli
e. Anlatım tutuk olmamalı
2. Aşağıda verilen bilgilerden
hangisi gezi yazısı ile ilgilidir?
a. Bir olay, bir durum; yerinde
gezip görülerek yazılır.
b. Gezi yazılarında çoğu kez
kronolojik
zamanlı
plân
uygulanır.
c. Özgürce seçilen bir konunun
konuşma
havası
içinde
yazılmasıyla oluşur.
d. Çok yönlü anlatım olanakları
yoktur.
e. Perde arkasındaki sorunları
duyurmak amacı güdülür.
3. Aşağıdaki bilgilerden hangisi
anı türü yazılarla ilgilidir?
a. Yazdıklarını yüzde yüz
belgelendirmek zorunda değildir.
b. Politik kişiler anlatılamaz.
c. Yaşanmakta olanlar anlatılır.
d. Yazar kendi gözlemlerine bağlı
kalmaz.
e. Yazarın duyguları okuyucuları
ilgilendirmez.
4. Aşağıdakilerden
hangisi
inceleme
türünün
bir
özelliğidir?
a. İncelemenin biçimi eserin
türüne göre değişmez.
b. İncelemenin biçimi eserin
türüne göre değişebilir.
c. İncelemede önemli bir kişinin
yalnız bir özelliği üzerinde
durulmaz.
d. İnceleme düşünsel plânlı bir
yazı değildir.
e. İncelemede bir yöntem
belirlemek gerekmez.
5. Ünlü sanatçıların, ülkesine ve
insanlığa yararı dokunmuş
kişilerin yaşam öyküsünün bir
araştırmacı tarafından yazıldığı
yazı
türü
aşağıdakilerden
hangisidir?
a. Otobiyografi
b. Bibliyografi
c. Biyografi
d. Anı
e. Özgeçmiş
6.
"Bir
düşünürün,
bir
sanatçının
kendi
yaşam
öyküsünü anlattığı esere .........
denir."
Bu cümledeki boşluğa aşağıdaki
sözcüklerden
hangisi
gelmelidir?
a. Biyografi
b. Anı
c. Özgeçmiş
d. Otobiyografi
e. Günlük
7. … Tüm gece yol alıp, sabaha karşı 03 civarı
Nemrut'a tırmanma, 2150 metre yükseklikte,
sabahın kör saatlerinde yüzlerce İnsan gün
doğumunu bekliyor, battaniyelere sarınmış
olarak. Güneş ortalığı aydınlatsa da dağların
arkasından 5.20 civarı gösteriyor yüzünü...
Sonra herkes 2000 yıl önce yapılmış dağın
tepesindeki heykellere dönüyor, fotoğraf
çektirmeye... Kommagene Kralı'nın ölümsüzlük
isteğine. Kendisinin ve tanrıların heykellerini
yaptırıyor 9 -10 m yükseklikte. Doğu ve batı
sentezi İsteyen Antlochos'un yaptırdığı suni bir
tepenin doğu ve batı tarafına yaptırdığı
muhteşem heykeller…
8. I. Bugün, diğerlerinden daha farklı bir
Bu parça, hangi tür bir yazıdan alınmış
olabilir?
Yukarıda verilen cümlelerden hangisi
bir “günlük”ten alınmış olamaz?
a. Gezi
b. Fıkra
c. Makale
d. Deneme
e. Eleştiri
a. I
gün benim için.
II. Pencerem bir tuvalin çerçevesi gibi, ve
bana bu tablo şimdi sonbaharı anlatıyor.
III. Bana böyle davranmış olması
aramıza bir soğukluk girdiğinin
göstergesi gibi.
IV. Birazdan uyuyacağım ve yarınımın
bugünkü gibi olmasını diliyorum.
V. Aradan yıllar geçmiş olmasına karşın o
üç sözcük aynı ses tonuyla çınlıyor
kulaklarımda.
b. II
c. III
d. IV
e. V
9. 1956'da Konya'nın Bozkır ilçesinin Kovanlık
köyünde doğdum. Gururlarıyla geçinen, yoksul
dağ köylüleridir Kovanlıklılar. Yoksulluğu ve
sefaleti, şan ve şerefe adamışlardır. Böylece
yaşama sevincini yüreklerinde duymuşlardır. Ben
de bu hissiyatla başladım yorgun yaşamıma.
Bu parça aşağıdaki yazınsal
hangisinden alınmış olabilir?
a. Günlük
b. Otobiyografi
c. Eleştiri
d. Gezi yazısı
e. İnceleme
türlerin
10. Yedi yaşımda bile yoktum. Arabaya
binmekten, evden uzaklaşıp değişik yerler
görmekten inanılmaz ölçüde hoşnut olurdum.
Bir gün motora bindirdi babam beni, eski
model bir motora. Yine uzaklaştık evden,
değişik değişik yerler gezdik. Ama bir yer
vardı, bir köprü, bir tren köprüsü. Bu
köprünün altından geçerken sımsıkı sarıldım
babama, bu anı hiç unutmayacağım dedim
içimden, öyle de oldu, ne zaman bir köprünün
altından geçsem bu anı hatırlarım.
Yukarıda verilen parça hangi edebi türün
örneğidir?
a. Günlük
b. Deneme
c. Anı
d. Gezi
e. Makale
CEVAPLAR
1. A
2. B
3. A
4. B
5. C
6. D
7. A
8. E
9. B
10. C
KAYNAK
Canan İleri, Zeliha Güneş, Hülya Pilancı,
Zakine Öztürk Çelik, Sözlü ve Yazılı Anlatım,
Açıköğretim Fakültesi Yayınları, Eskişehir, 1998.
Download