Siyasi İlimler Türk Derneği VI

advertisement
Siyasi İlimler Türk Derneği VI. Lisansüstü Konferansı
1 Kasım 2008
Bildiri Özetleri
İstanbul Bilgi Üniversitesi, İstanbul
Ad ve Soyad: Ali Aslan
Tebliğ Başlığı: Cumhuriyet Dönemi Türk Dış Politikası: Konstruktivist Bir Bakış
Tebliğ Özeti: Konstruktivizm devletlerin dış politika pratiklerinin sadece enstrümantal
amaçların gerçekleştirilmesini değil, aynı zamanda devletlerin uluslararası alanda kendilerini
“biri” olarak inşa etmelerini de kapsadığını iddia etmektedir. Tebliğ, bu perspektiften
Cumhuriyet dönemi Türk dış politikasının bir okumasını sunmayı amaçlamaktadır.
Ad ve Soyad: Çağlar Özbek
Tebliğ Başlığı: Yabancı Uyruklu Göçmenlerin Farklılaşan Kimlik Tanımlamaları
Tebliğ Özeti: Genel olarak, doğduğu toprakları çeşitli nedenlerden dolayı terk ederek, farklı
bir ülkede yaşam alanı yaratma çabası olarak tanımlanan uluslararası göç, yeni bir olgu
olmamakla beraber, 21. yüzyılda geldiği nokta göz önüne alınırsa oldukça farklı bir boyut
kazanmıştır. Artık uluslararası göçler ve göçmenler, salt mülteci, kaçak işçi, sığınmacı, vb.
olarak kalmamakta, değişen düzen ile beraber farklı sınıflandırmalara da tabi olmaktadırlar.
Bu tanımlamalardan biri olan “emekli göçleri”, Türkiye açısından genel olarak gelişmiş Batı
Avrupa ülkelerinden gelen, belirli bir refah seviyesine ulaşmış göçmenlerden oluşmaktadır.
Bu şekilde göç eden göçmenler, yerleştikleri ülkede mülk satın alma ya da kiralama yoluyla
yaşamlarını geçirmektedirler. Bu yeni düzenin yeni toplumlarında bireyler, modern ulusdevletin öngördüğü şekliyle türdeş değildir, belirli bir toprak parçasına bağlı değildir, ulusötesi ve sınırlar arası hareketlilikler oldukça yüksektir.
Modern öncesi dönemlerin yerleştirdiği “tekil” kimlik anlayışı, yaşanan hızlı toplumsal
değişimlerle, göçlerle ve ulus-ötesi hareketlerle birlikte yerini “çoğul” bir kimlik anlayışına
bırakmıştır.
Günümüzde de yabancı göçmenlerin yurttaş kimliğinin belirleyici öğelerinin milliyet, din ve
etnisite olduğu gözlenmektedir. Ancak günümüzde artık çok-kültürlülüğün, küreselleşmenin
ve sınırlar arası çizginin bulanıklaşması neticesinde farklı tanımlamalar da ortaya çıkmaktadır.
Yurttaşlık bilinci ve göçmen kimliği de, ulus-devletlerin geçirdiği dönüşüm ve uluslararası
göçlerin kazanmış olduğu yeni biçim ölçüsünde değişim göstermektedir. Çalışma, Muğla
ilinin Marmaris ilçesinde 167 kişiyle gerçekleştirilen TÜBİTAK araştırmasından elde edilen
verilere dayanmaktadır.
Ad ve Soyad:Halit Cagri Secilir
Tebliğ Başlığı: Soğuk Savaş Döneminde Türk Dış Politikası’nda İsrail’in Önemi
Tebliğ Özeti: II. Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle Ortadoğu'da hakim olma egemen olma
yarışı ortaya çıkmıştır. Özellikle II. Dünya Savaşı'ndan soma dünya iki kutuplu sistem
ekseninde hareket etmeye başlamış; sol ve liberalizm diyebileceğimiz kesin çizgilerle dünya
birbirinden ayrılmıştır. Bu dönemde solun yani komünizmin liderliğini Sovyet Rusya;
liberalizmin liderliğini ise; ABD yapmaktadır. Dünya bu iki süper güç olan devletin ve bu
süper güçlerin yanında yer alan devletlerin arasında bölünmüş ve iki kutuplu sistem
uluslararası ilişkilerde egemen olmaya başlamıştır. Bu iki kutup sıcak çatışmalara varacak
şekilde birbirleriyle çatışmışlar; 1980'lere kadar sert iki kutuplu sistem dediğimiz sistemi
egemen kılmışlardır.
Türkiye; II. Dünya Savaşından sonra Batı Bloğu İçinde yer almış; ancak İsrail ile olan
ilişkilerine; ABD ve Avrupa dışında bir politika geliştirmek durumunda kalmıştır. Burada bu
politikanın nedenleri ve dönemin Türk dış politikası genel çerçeveleriyle anlatılacak; ve
dönemi etkileyen olaylar ayrıntılı olarak irdelenecektir.
Ad ve Soyad: Deniz Can Beken
Tebliğ Başlığı: Potansiyel Suçlular: Sol Mahkûm Çocukları Örneği
Tebliğ Özeti: Ülkemizde siyasi suçtan dolayı mahkûm olmuş kişilerin çocuklarına ve birinci
dereceden akrabalarına bazı kısıtlamalar uygulanmaktadır. Güvenlik nedeniyle bazı
meslekleri seçemiyor ve yaşamları boyunca bu kişilerin çocukları oldukları için
etiketleniyorlar. Resmi kurumların hepsinde ebeveynlerinin işledikleri suçların yasal
ifadeleriyle karşılaşıyorlar.
Bu konuyu sol mahkûm çocukları üzerinden ele almak istiyorum. Daha önce “Yalnızlığın
Tezahürleri: Sol Mahkûm Çocukları Örneği” adı altında sol mahkûm çocuklarının yaşam
algılılarını ve tarzlarını çalıştığım için sol mahkûm çocukları üzerinden daha kolay
betimleyebileceğimi düşünüyorum.
Bu bağlamda; 1979-82 dönemi arasında solcu kimliği ile yaptığı eylemlerin sonucunda
yakalanmış ve suçlu bulunmuş kişilerin bugün 20-30 yaşları arasında olan çocuklarının
meslek seçerken ve hayatlarını sürdürürken ebeveynlerinden kaynaklı olarak karşılaştıkları
engellerin kişisel hak ve hürriyetler etrafında değerlendirmeyi ve bunların bir betimlemesinin
yapılmasının insan hakları tartışmalarının farklı bir boyutunu oluşturacağını düşünüyorum. O
günün çocukları, bugünün yetişkinleri yaşamlarını sürdürmeye çalışırken anne ya da
babalarının işledikleri suçlar yüzünden asker, polis olamıyorlar. Vukuatlı nüfus örneği
aldıklarında ebeveynlerinin işlediği suçlar ve cezalar ile ilgili yaptırımlar dip not olarak
kâğıdın altına düşülüyor. Bunlar yalnızca örneklerin ikisi, kısaca bu çocuklar/yetişkinler
potansiyel suçlu olarak görülüyor. Hem de bu durum yalnızca suç işleyen kişilerin çocuklarını
değil aynı zamanda suçlu olanların birinci dereceden akrabası olan kişilerin hayatlarını da
etkilemekte. Bu durumu; “suçluluk”, “insan hakları” ve “potansiyel suçluluk” kavramlarından
hareketle Türkiye’de potansiyel suçluların yurttaşlığı ve iktidar biçimlerini bu durumda ki
işleyişleri üzerinden incelemeyi ve betimlemeyi planlamaktayım. Bu betimlemeyi yaparken
araştırma konusunun özelliklerini taşıyan insanlarla görüşeceğim. Bu kişilerle görüşülmesi;
yaşanılan durumun nelerin göstergesi olduğuna, sadece devletin niteliği olmasının dışında
ilgili kesimin bunu karşılayış şekillerinin, bu toplumda bir kesim insanın nasıl var olduğuna
ışık tutabilmesi, ipuçları verebilmesi açısından önemlidir
Ad ve Soyad: Elif Şimşek
Tebliğ Başlığı: Gürcistan Müdahalesinin Öteki Nedenleri: Rus Dış Politikasında Yeni
Açılımlar
Tebliğ Özeti: Dağılmanın ardından SSCB’nin ardılı sıfatıyla yeni dünya düzenine
eklemlenmeye başlayan Rusya’nın Yeltsin tarafından dizayn edilen siyasi ve ekonomik
transformasyonunun rotası Putin iktidarıyla radikal bir değişime uğramıştır. Gürcistan
müdahalesi bu değişiminin orta vadede ilk sembolik ve somut uluslararası izdüşümüdür.
Rusya bu müdahaleyle; 11 Eylül’den sonra “Fundamentalist (Köktenci) İslam-öteki”ye karşı
başlatılan asimetrik savaş pratiğine dayalı tek hegomon inisiyatifindeki dünya sisteminin
yerini alacak ve kendisini yeniden yeni dengeleyici ve ABD ile eşit ağırlıktaki öteki süper güç
olarak kabul ettirmek istediği yeni bir döneme sembolik başlangıç yapmayı amaçlamıştır.
Gürcistan müdahalesi üzerine yapılan analizlerin çoğu, Federasyonun; başta Güney Kafkasya
olmak üzere yakın çevresinde, devletin kendi âli menfaatleriyle uyuşmayan batı/NATO
yanlısı her hangi bir eğilime, gerekli koşullar altında, orantısız güç kullanımını da içeren her
türlü cevabı ivedilikle vereceğini vurgulamıştır. Bu çerçevede Rusya’nın, kendisine dayatılan
Kosova’nın bağımsızlığının uluslararası alanda tanınmasının rövanşını, Güney Osetya ve
Abhazya üzerinden, gene benzer nitelikte bir uluslararası hukuk ihlali ile aldığı sonucu doğru
fakat eksiktir. Gürcistan’ın toprak bütünlüğüne yapılan askeri müdahalenin görünmeyen öteki
faktör ve dinamiklerinin de değerlendirmelerin içerisine katılması gerekmektedir. Putin
dönemiyle birlikte başlayan değişim ve Yeltsin döneminde göz ardı edilen ülke tarihinin
geleneksel dış politika araç ve amaçları bu müdahalenin öteki nedenlerinin başında yer
almaktadır. Özellikle Putin’in başkanlıktaki ikinci döneminde itibaren Rusya’nın soğuk
savaşta Birleşik Devletlerin galibiyeti nedeniyle kaybettiği uluslararası prestiji, yeniden imal
edilmeye/kurgulanmaya başlamıştır. Ancak, uluslararası arenadaki tarihsel ve coğrafi önemi
göz önüne alınarak ülkenin geleneksel olarak uluslararası bir güç olduğu yeniden vurgulansa
da Rusya, yeni dünya düzeninin kendisine uygun gördüğü “hegomondan sonra gelen ikinci
ülke” rolünden rahatsızlık duymaktadır. Bu nedenle Rusya 1453’te Bizans İmparatorluğunun
yıkılmasının ardından III. Roma söylemiyle başlattığı ve önce Napolyon Savaşları’ya
ardından da Hitler’e karşı Leningrad Savunması’yla tekrarladığı “kurtarıcı ve savunucu”
rolüyle pekiştirdiği tarih-yapıcılığına yeniden soyunarak soğuk savaş sonrası indirgendiği
ikincilikten sıyrılmayı amaçlamaktadır. Bu amaca uygun olarak tek hegomon altında oluşan
yeni sistemi, bir kutbunu kendisinin oluşturacağı şekilde ve soğuk savaş sırasında kutubu
oluşturan ideolojinin yerini etki alanı/nüfuz çevresi ile ikame etmek suretiyle iki kutuplu hale
getirmeye çalışmaktadır.
Ad ve Soyad: Ercan GEÇGİN
Tebliğ Başlığı: Türkiye’de Cumhuriyet ve Seksen Sonrası Dönemlerin Siyasal Söylem
Karşılaştırması
Tebliğ Özeti: Türkiye, Cumhuriyet’in ilk yıllarında ulusun inşası doğrultusunda ve Kemalist
düşünce formu çerçevesinde yukarıdan aşağıya her bakımdan şekillendirilmeye çalışılırken
kuşkusuz bu inşada en fazla etkilenen siyasal alan olmuştur. Yeni devleti kuran resmi
ideolojinin bu yıllarda benimsemiş olduğu siyasal söylem, genel olarak “Türklük” ve “halk”
kavramları etrafında seslendirilen ve korporatist düşünceden türevlenen bir anlayıştı.
Türkiye’yi ‘imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kütle” olarak görme arzusunda olan bu
düşünce uzun süre egemen söylem olarak varlığını sürdürmüştür. Arkeolojik tetkik
çerçevesinde bu dönemin egemen söylemi irdelendiğinde, gerek tarihsel gerekse o dönemin
dünya sisteminde anlaşılabilir bir yeri olduğu görülebilmektedir.
Neo-liberalizmin ve buna paralel bir düşünce hegemonyası olarak genişleyen
postmodernizmin Türkiye’nin siyasal karşılığını bulan “merkez siyaset”i ve bununla
diyalektik şekilde büyüyen “kimlik siyaseti” olmuştur. Küreselleşmenin kendi dinamiği içinde
“yerel”i de yeniden üreten ve “glokalleşme” olarak adlandırılan bu süreç siyasal alanda
“merkez” ve “kimlik siyaseti” şeklinde izdüşümünü bulmuştur.
Yukarıdan aşağıya inşa edilmeye çalışılan Cumhuriyet dönemi egemen söylem ile 1980
sonrası konjonktürde ise aşağıdan yukarıya doğru inşa bulan ve mikro siyaset doğrultusunda
anlam kazanan siyasal söylem arasında bir karşılaştırma yapmak bu çalışmanın genel amacını
teşkil etmektedir. Her iki dönemin siyasal söylem üzerinden diğer toplumsal ve siyasal
bağlamlarına gidilerek sonuçları itibariyle toplumsal sınıfın öznelliği konusundaki ideolojik
benzerliklere dikkat çekilecektir.
Ad ve Soyad:Gökşen Aydemir
Tebliğ Başlığı: Türkiye’de Politik Konjonktür Dalgalanmaları Kapsamında Seçmen
Davranışlarının Analizi ( 1987-2007)
Tebliğ Özeti: Seçmen davranışları politik, ekonomik, sosyolojik ve psikolojik faktörden
etkilenmektedir.
Seçmen davranışları yeni politik ekonomi teorisinin en önemli
konularındandır. 1980‘li yıllarda seçmenlerin ekonomik motivasyonu ile ilgili bir literatür
gelişmeye başlamıştır. Bu literatür seçmenlerin politik iktidarların makroekonomik
performanslarına ne şekilde tepki vereceğini analiz etmektedir. Türkiye’de seçmenlerin hangi
unsurlar doğrultusunda oy verdiği büyük önem taşımaktadır. Türkiye’de politik iktidarlar
partizan olmaktan öte fırsatçı bir yapıya sahiptirler. Farklı ideolojik görüşe sahip olan politik
partiler birbirini etkilemektedirler. Bu nedenle tüm politik partiler birbirine benzemektedirler.
Seçmenler irrasyonel ve geçmişe dönük oylama yaptıkları için bu politik partilere oy vermeye
devam edeceklerdir. Bu anlamda seçmen tercihleri dalgalı bir yapıya sahiptir. Seçmenlerin
oylamalarını bu şekilde yapmalarının nedeni bilgilenme maliyetlerinin yüksekliğidir. Ancak
yapılan ampirik çalışmalarda seçmenlerin ekonomik motivasyonu ile ilgili güçlü ekonometrik
kanıtlara ulaşılamamıştır. Bu anlamda seçmenlerin davranışlarını etkileyen ekonomi dışı pek
çok etken vardır. Seçmen davranışları ile ilgili modellere ekonomi dışı etkenlerin dahil
edilmesi ile birlikte daha güçlü sonuçlara ulaşılabilecektir
Ad ve Soyad: GÜLAY ATAR
Tebliğ Başlığı: Demokratik Katılım ve Denetleme Aracı Olarak “Kamu Harcama Analizi”
Tebliğ Özeti: Toplumda karar vericiler ve özellikle halk tarafından, kamu kurumlarının
yaşadığımız bölge ya da daha geniş anlamda ülke içerisinde kamu kaynaklarının hangi sorun
ya da ihtiyaçlarının giderilmesi için kullanıldığının bilinmesi demokrasilerde önemli bir
katılım aracı olacaktır. Kullanım alanlarına göre kamu harcamalarının, özellikle eğitim, sağlık
ve altyapı (içme suyu, yol, kanalizasyon) alanlarında yoğunlaşması toplum içerisinde
ekonomik gelişmişlik düzeyinin tespiti ve yoksulluğun giderilmesi için izlenmesi ve analiz
edilmesi gereken önemli bir etkendir.
Kamunun çeşitli kaynaklardan (Genel Bütçe, Döner Sermaye, Belediye, Sosyal Yardımlaşma
ve Dayanışma Vakıfları, Yeşil Kart uygulamaları… vb) yaptığı harcamaların analiz edilmesi,
izlenmesi; yerel uygulayıcı ve karar verici birimler (Belediyeler, Valilik, İl Özel İdaresi) ile
yerel sivil toplum kuruluşları (STK) nezdinde bilinir hale gelmesi, toplam kamu kaynağının
ihtiyaç duyulan alanlara aktarılabilmesi için gerekli koşullardan bir tanesidir.
Yerel yönetim kurumları ve sivil toplum kuruluşları tarafından yapılacak olan kamu harcama
analizi, bir coğrafi alanda, bir bütçe döneminde, kamu kaynaklarından fonksiyonel bütçe
kalemleri itibariyle hangi hizmet alanlarına ne kadar harcama yapıldığının ortaya konması için
yapılan sosyal ve finansal bir analizdir. Yerel karar alıcı ve uygulayıcılar tarafından yapılacak
olan finansal analizinden sonra ikinci aşamada, hem yerel yönetimlerin hem de yerel halkın
(STK aracılığı ile) kamu kaynağının hangi alanlarda kullanılmasının bölge açısından daha
gerekli olduğuna dair ortak bir karar verme süreci oluşturabilmelerine imkân tanınmış
olacaktır. Halkın karar verme süreçlerine katılımının sağlanması, kamu harcamalarının
şeffaflığı ve izlenebilirliği sayesinde, kamu kaynağının ihtiyaç duyulan alanlara ve gerçek
ihtiyaç sahiplerine ulaştırabilmesinin de yolu açılacak ve bu kaynağı kullanan yerel yönetim
birimlerinin saydam, hesap verebilir olması sağlanacaktır.
Ad ve Soyad: Kadir Turgut
Tebliğ Başlığı: Milliyet ve Dil, İran’da Türkçe ve Türklük
Tebliğ Özeti: Devlet ve millet kimliklerinin temel yapı taşlarından biri olan ‘dil’in sosyal ve
siyasal yansımaları farklı olabilmekte. Bir dilin hakim yada resmi oluşu kadar kısıtlanması da
kimlik oluşumuna etki etmektedir. Tebliğimizde sunacağımız örnekte İran’da yaşayan ve
farklı dilleri konuşan toplumların, özellikle de Türklerin İranlılık kimliğine ne kadar
katıldıkları ve Türklüklerini ne ölçüde yaşayabildikleri ve gösterebildikleri incelenecektir.
Ad ve Soyad: Metin Aysel
Tebliğ Başlığı: Avrupa Birliğinin Kurumsal Yapısı ve Sorunları
Tebliğ Özeti: Birleşik Avrupa’nın gerekliliği fikri tarihsel süreç içerisinde çok kimseler
tarafından dile getirilmiş ve şartların elverdiği ölçüde de girişimlerde bulunulmuştur. Bu
gereklilik, içinde bulunan koşulların parametrelerinine bağlı olarak süreklilik göstermiştir.
Geride bırakılan iki Dünya Savaşı’nın vermiş olduğu zararın büyüklüğü ve hafızalarda
bıraktığı acıların bir daha tekrarlanmaması isteği, “Birlik” fikrine olan inancın daha da
güçlenmesinde önemli bir rol oynamıştır. Ancak Avrupa Birliği gelişim sürecini henüz
başarıyla tamamlayamamış ve bu süreçte de zaman zaman sorunlar yaşamaktadır. Bundan
dolayıdır ki, yapısal eksiklikler, kurumların demokratik işleyiş ve meşruiyet sorunu, kurumsal
olarak Avrupa Birliğinin halka karşı tutumu ve Hükümetlerle olan ilişkileri, karmaşık
bürokratik isleyişi ve şeffaflık gibi konularda suçlamalarla karşı karşıya kalmaktadır.
Avrupa Birliğinin kurumsal yeteneğinin arttırılması için yapılması gereken girişimlerin
başında Anayasa gelmektedir. Ancak kimi nedenlerle bazı ülkelerde Anayasanın
halkoylaması sonucu reddedilmesi, Birliğin karşısına önemli ve çözülmesi gereken bir sorun
olarak çıkmaktadır.1990’lı yıllarda hem Birliğin krizlere karşı dayanıklılığını arttıracak
gerekli reformların yürürlüğe konulmaması hem de genişleme konseptinin planlı olarak buna
uyumlu hale getirilmemesi Anayasa krizinin arkasından gelen hatalar zinciri olarak
görülmektedir.
Üye ülkelerinin artan biçimde çıkarlarının farklılığı, Birlikle ilgili kararların alınmasında ve
uygulanmasında Birliğin kendine özgü prensipleri ve yapısı “sui generis” önemli rol
oynamaktadır. Birlikle ilgili kararların alınmasında oybirliği faktörü her zaman sağlanamadığı
için kararlar müzakereler yoluyla alınmakta ve bütün ülkelerin karar alma sürecine katılmaları
sağlanmaktadır.
Avrupa Birliğinin genişlemenin yanında, kurumsallaşması yani derinleşmesi de birlikte
yürümektedir. Böylece Komisyon, Avrupa parlamentosu ve Avrupa mahkemesi bu süreçle
güçlenmektedir. Fakat Hükümetler, Bakanlar konseyinin de üzerinde ve son söz hakkına
sahiptir. Dolaysıyla Birliğin siyasal sistemi içinde yapılanan yatay ve dikey karar
mekanizmalarının hiyerarşik düzeni yeterince saydam değildir.
Ad ve Soyad: Volkan TOPÇU
Tebliğ Başlığı: Globalleşme ve Yerelleşme Ekseninde Şehirleri Anlayabilmek: İstanbul
Örneği
Tebliğ Özeti: Globalleşme en genel ifadeyle; ekonomik, sosyal, teknolojik, kültürel, politik
ve ekolojik açılardan global bütünleşmenin, entegrasyon ve dayanışmanın artması anlamına
gelmektedir. Diğer yandan globalleşmeyi tarihin akışı içinde ortaya çıkan bir olgu olduğu
kadar; uluslararası ticaretin yaygınlaşması, emek ve sermaye hareketlerinin artması, ülkeler
arasındaki ideolojik kutuplaşmanın sona ermesi, teknolojideki hızlı değişim sonucunda
ülkelerin gerek ekonomik, gerekse siyasal ve soysa-kültürel açıdan birbirlerine yakınlaşmaları
olarak da tanımlayabiliriz. Yerelleşme kavramının da aynı sebeplerden ötürü doğduğunu
söyleyebiliriz. Tüm bu kavramların iç içe geçmişliği günümüzdeki basit şehir anlayışının
değişmesine ve yeni kavramlarla bu anlayışın gelişmesine neden olmuştur. Bilgi iletişim
ağlarının çoğalması, uluslar arası sermayenin her yere dâhil olmaya çalışması gibi faktörler
artık şehirlerin yalnız bir altyapı sorunu ile değil, aynı zamanda ülkede ve yurtdışında marka
olabilme rekabetiyle uğraşmasını da zorunlu kılmaktadır.
Dünya ölçeğinde 1980’lerden itibaren ekonomik kavramların değişmesine ve yeniden
şekillenmesine neden olan faktörler, yalnız şehir anlayışının değişimini değil aynı zamanda
şehir yönetimi anlayışının değişimini de tetiklemiştir. Şehir yöneticileri artık rekabet edebilen
ve marka olabilen şehirler meydana getirme isteğindedirler. Böylelikle şehirler, kendi ülke
yönetimlerini aşarak uluslar arası bir takım anlaşmalar yapmakta, yurt dışı ilişkilerini bu
anlaşmalar üzerinden devam ettirmektedirler. Tüm bu yeni açılımlar kentler diplomasisi adı
altında yeni ilişki biçimlerini de ortaya çıkarmaktadır.
Yaşanan tüm yeni süreçler, ülkemizde de şehir yöneticilerini hareketlendirmiş ve artık yeni
bir paradigma ile şehirleri yönetme arzusuna girmişlerdir. İşte tam burada, belki de ülkemizin
görünen yüzü olan İstanbul’u incelemekte yarar vardır. On dört milyonluk nüfusu, ülkenin
finans merkezi, kültürel zenginliği ile İstanbul’u bu yeni süreçte anlamaya çalışmak ve onu en
iyi şekilde yönetmek aynı zamanda ülkenin de görünümünü değiştirecektir. İstanbul artık yeni
sorumluklarla baş başadır.
Ad ve Soyad: Abdurrahman YAZICI
Tebliğ Başlığı: Hukûk-ı Aile Kararnâmesi (1917)’nin Osmanlı Devleti’ndeki Gayri
Müslimlerin Hukûkî Statüsü’ne Etkisi
Tebliğ Özeti: Tebliğimiz iki bölümden oluşacaktır. Birinci bölümde, Tanzimat sonrası
Osmanlı devletindeki hukukî durum görülmeye çalışılarak, gayri Müslimlerin (zımmî) hukukî
statüleri özellikle Cemaat ve Konsolosluk Mahkemeleri bağlamında ele alınacaktır. İkinci
bölümde ise, 1917 tarihli Hukuk-ı Aile Kararnâme’sinin hazırlanış süreci ele alınarak getirmiş
olduğu yenilik ve değişikliklerin Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan gayri Müslimlerin
hukukî haklarında ne gibi değişiklikler yaptığı görülmeye çalışılacaktır. İlgili kararnamenin
zımmîlerin statüleri konusunda getirdiği menfî/müspet sayılabilecek hükümler incelenerek
kararnâme, “millet sistemi”, “çok hukukluluk”, “zımmîlerin statüsü” bağlamlarında ele
alınacaktır. Tebliğimizde kararnâmenin gayri Müslimlerin statüleri konusunda getirdiği
yenilikler, kararnâmenin Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra da uygulanmaya devam
ettiği, Sûriye, Ürdün, Lübnan, İsrail gibi devletlerdeki uygulamalarıyla tebliğdeki iddialar
desteklenecektir.
Ad ve Soyad: Ahu SUMBAS
Tebliğ Başlığı: Antakya’daki Etno-dini Kimliklerin Siyasal Hayatta Yansımaları
Tebliğ Özeti: Bu çalışmanın temel amacı, Antakya merkez ilçesi örneği üzerinden etno-dini
kimliklerin siyasal hayat üzerindeki etkilerini incelemektir. Farklı etno-dini kimliklere sahip
bireylerin (Nusayriler, Arap-Sunniler, Türk-Sunniler, Arap-Hristiyanlar, Yahudiler) siyasal
tercihleri, siyasal hayata katılımları, grupların siyasal hayattaki ilişkilerde birbirlerine
bakışları, davranışları ve bu durumun Antakya’nın siyasal hayatı üzerindeki etkileri bu
çalışmanın cevaplmaya çalışrığı sorulardır. Çalışma ağırlıklı olarak alan çalışmasına
dayanmaktadır. Anket temel veri toplama aracı olarak kullanılmakla beraber, konunun ve
bölgenin hassasiyeti göz önünde bulundurularak derinlemesine mülakat ve gözlem teknikleri
yardımcı veri toplama araçları olarak kullanılmıştır. Antakya merkez ilçesinde, 322 kişi ile
anket, 18 kişiyle derinlemesine mülakat gerçekleştirilmiştir. Hoşgörü kenti olarak bilinen
Antakya’da farklı gruplar arasında hem sosyal hem ekonomik hem de siyasi ilişkilerde
görünmeyen bir sınırın olduğu ve etno-dini kimliklerin kişilerin siyasal hayattaki tercih,
davranış ve kabüllerini farklı yönde etkilediği görülmüştür. Sonuç olarak, yüzyıllardır barışın
hakim olduğu bu bölgede siyasal hayattaki bir dengenin varlığının belkide bir hoşgörü kenti
yarattığı iddia edilebilir!
Ad ve Soyad: Ali Kaya
Tebliğ Başlığı: Mülteciler:İnsan Haklarının Kör Noktası
Tebliğ Özeti: Tebliğim konusu ulus devlet merkezli egemen insan hakları söylemini
sorunlaştırmaya yönelik bir tartışma olacaktır. Ulus devlet merkezinde tanımlanan insan
hakları söyleminin aslında gerçekte insan haklarını değil vatandaş haklarını gündeme
getirdiği savunulacaktır. Mülteciler sorunu bu hakim insan hakları anlayışını tehdit
etmektedir. Mültecilik sorunu ulus devlet çerçevesindeki normatif siyasal ve hukuki yapısının
askıya alındığı ve modern devletin keyfi şiddetin görünür hale geldiği bir noktada ortaya
çıkmaktadır.Modern devletin egemen olmasını ve şiddeti tekelinde tutmasını sağlayan
mekanizmalar mülticeler gibi hukuksal ve siyasal boşlukların olduğu kör noktalarda
üretilmektedir. Ancak tam da bu noktalarda birey vatandaşlık kimliğinden sıyrılarak
insanlığına dönmektedir. Zizek’in ifadesiyle belirtecek olursak bir insanın, "ancak onu belli
bir vatandaşlığa bağlayan sosyo-politik kimliği ortadan kalktığı zaman tam anlamıyla bir
insan olur, ama böylelikle -aynı hareketin sonucu olarak- insan olarak kabul edilmekten ya da
insan muamelesi görmekten de mahrum kalır".
Ad ve Soyad: Ali Kaya
Tebliğ Başlığı: Mülteciler:İnsan Haklarının Kör Noktası
Tebliğ Özeti: Tebliğim konusu ulus devlet merkezli egemen insan hakları söylemini
sorunlaştırmaya yönelik bir tartışma olacaktır. Ulus devlet merkezinde tanımlanan insan
hakları söyleminin aslında gerçekte insan haklarını değil vatandaş haklarını gündeme
getirdiği savunulacaktır. Mülteciler sorunu bu hakim insan hakları anlayışını tehdit
etmektedir. Mültecilik sorunu ulus devlet çerçevesindeki normatif siyasal ve hukuki yapısının
askıya alındığı ve modern devletin keyfi şiddetin görünür hale geldiği bir noktada ortaya
çıkmaktadır.Modern devletin egemen olmasını ve şiddeti tekelinde tutmasını sağlayan
mekanizmalar mülticeler gibi hukuksal ve siyasal boşlukların olduğu kör noktalarda
üretilmektedir. Ancak tam da bu noktalarda birey vatandaşlık kimliğinden sıyrılarak
insanlığına dönmektedir. Zizek’in ifadesiyle belirtecek olursak bir insanın, "ancak onu belli
bir vatandaşlığa bağlayan sosyo-politik kimliği ortadan kalktığı zaman tam anlamıyla bir
insan olur, ama böylelikle -aynı hareketin sonucu olarak- insan olarak kabul edilmekten ya da
insan muamelesi görmekten de mahrum kalır".
Ad ve Soyad: Aylin Kılıç
Tebliğ Başlığı: ORGANİZMACI TOPLUM ANLAYIŞI VERSUS SÖZLEŞMECİ
KURAM
Tebliğ Özeti: Antik Yunan’dan günümüze siyasal düşüncenin serüveninde, devlet-bireytoplum ilişkisinin/çatışmasının iki temel eksen etrafında ele alındığını görmek mümkündür.
Bunlardan biri, devleti en üst ve nihai erek olarak tanımlayan, bireyleri onun
parçaları/atomları olarak değerlendiren “organizmacı” anlayış; diğeri ise bireye öncelik
vererek, toplumu ve devleti bireysel iradelerin biraraya gelmesiyle açıklayan “sözleşmeci”
kuramdır. Siyaset felsefesinin ezeli ve ebedi konularına kaynaklık eden bu iki yaklaşım,
liberal-demokrasi ile otoriter-totaliter sistemlere de zemin oluşturmaktadır.
Bireyi, organik bir bütün olan toplumun bir uzvu olarak kavrayan, özerkliğini reddeden
organizmacı görüşte devlet, kendisini oluşturan insanlardan ayrı ve bağımsız bir varlık olarak
değerlendirilmektedir. Bu anlayış, kör bir “birlik” ve “bölünmez bütünlük” tutkusunu,
özgürlük karşıtlığını beslediği ölçüde faşist ve totaliter yönetimlere kaynaklık etmektedir.
Düşünsel izlerini Platon, Aristoteles, Salisbury’li John, Bodin, Hegel, Comte, Spencer,
Durkheim’ın siyaset teorilerinde bulabileceğimiz, organizmacı anlayışın karşısında,
Demokritos, Sofistler, Epikürcüler, Locke’un kuramlarında görebileceğimiz, devletin görev
ve amacının, kendisini oluşturan bireylerin özgürlüklerini korumak olduğunu vurgulayan
sözleşmeci yaklaşım bulunmaktadır.
Siyasal iktidarın kökenini, toplumu oluşturan bireyler arasında yapılan bir sözleşme ile
açıklayan bu anlayışta devlet, yapay bir kurum olarak görülmektedir. Yöneticiler, siyasal
iktidarın kullanıcıları olarak toplum karşısında eylemleri açısından sorumluluk
yüklenmektedirler. “Parçacık” değil, düşünen ve eyleyen irade sahibi özne olarak bireyin
yaşam hakkı, düşünce ve ifade özgürlüğü onun devredilemez, vazgeçilemez haklarıdır, ki
tarihsel olarak bu nedenle sözleşmeci anlayış, baskı rejimleri karşısında bir özgürlük bayrağı
olarak ortaya çıkmıştır. Zira devlet, devredilemez haklarına müdahale etti mi, yetkisinin
sınırlarını aşmıştır. Bu durumda halk direnir ve yasama yetkisini geri alabilir. Sözleşmeci
anlayışın devlet ve toplum karşısında bireye öncelik veren yaklaşımı, çoğulcu demokrasinin
de temellerini oluşturmaktadır.
Ad ve Soyad: Bahar Şahin
Tebliğ Başlığı: Yoksulluk ve Toplumsal Dışlanma’yı Zorunlu Göç ile Birlikte Düşünmek:
İstanbul, Diyarbakır ve Mersin’den Örnekler
Tebliğ Özeti: Yoksulluk ve toplumsal dışla(n)ma, kuşkusuz bir arada var olan, birbirini
besleyen olgulardır. Yoksulluğun salt ekonomik bir kategori olarak ele alınamayacağı, bir
olgu olarak yoksulluğu ve öznel yoksulluk hallerini biçimlendiren bir dizi toplumsal yapı,
süreç ve dinamiğin var olduğu yoksulluk literatüründe giderek daha çok vurgulanmaktadır.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Göç Araştırmaları ve Uygulama Merkezi bünyesinde son üç yıldır
gerçekleştirdiğimiz bir dizi “zorunlu göç” araştırmasında karşılaştığımız çeşitli durumlar,
Türkiye özelinde söz konusu bu yapı, süreç ve dinamiklerin kaçınılmaz biçimde, ülkede
1990’lardan itibaren yaşanan iç göçle ve onun yol açtığı sonuçlarla bağlantılı olduğunu ortaya
koymuştur. Tebliğ, bu sonuçların analizi ile birlikte, özellikle literatürde kent yoksulluğu
olarak geçen kavramın İstanbul, Diyarbakır ve Mersin’de yaptığımız araştırmaların verilerine
dayanarak Türkiye’deki karşılığını tanımlamayı; zorunlu göç mağduru Kürt kökenli kent
yoksulları özelinde yoksulluk ve toplumsal dışla(n)ma tartışmasına etnik kimlik ve
milliyetçilik kavramlarını da dahil eden bir perspektif geliştirmeyi amaçlamaktadır.
Ad ve Soyad: Bayram SİNKAYA
Tebliğ Başlığı: Devrimci Ordu – Siyaset İlişkisi Bağlamında İran’da Asker – Sivil İlişkileri
Tebliğ Özeti: Bu tebliğin amacı İran’da asker-sivil ilişkilerini, özellikle İran siyasetinde
Devrim Muhafızları’nın rolünü devrimci ordu-siyaset ilişkisi bağlamında incelemektir.
İran’da asker-sivil ilişkileri genellikle sorunsuz olarak bilinmesine karsın, devrimi ve
kazanımlarını korumakla yükümlü Devrim Muhafızları’nın sivillerin kontrolündeki hükümet
ile ilişkileri dönem dönem farklılıklar göstermiştir. Devrimin ilk yıllarında hükümet ile
çekişme içinde olan Devrim Muhafızları İslamcı elitlerin siyasi güçlerini pekiştirmeleriyle
birlikte hükümete bağımlı ve bağlı hale gelmiştir. 1990’larda hükümet ve Devrim Muhafızları
arasında başlayan çekişmeler Hatemi hükümetleri döneminde ciddi çatışmalara dönüşmüştür.
1999 Temmuz’unda patlak veren öğrenci olayları üzerine hükümete “muhtıra” veren Devrim
Muhafızları 2004 yılında yeni acılan uluslararası havaalanını hükümetin iradesi hilafına işgal
etmiştir. Bu dönemde Devrim Muhafızları’nın eski üyelerinin siyasete ilgisi de ciddi şekilde
artmış; nihayet Ahmedinecad hükümetinde Devrim Muhafızları’nın ağırlığı nedeniyle Iran
siyasetinin “militerlestigi” iddia edilmeye başlanmıştır. Tabiatıyla bu dönemde - Devrim
Muhafızları ilişkisi çatışmadan işbirliğine dönüşmüştür. Devrim Muhafızları’nın hükümet ile
ilişkilerinin sürekli değişmesinin altındaki dinamikler nelerdir? Devrim Muhafızları’nın İran
siyasetindeki ağırlığı son dönemde niçin bu kadar artmıştır? Bu tebliğde Devrim Muhafızları siyaset ilişkisindeki değişikliklerin İran siyasetinin ve Devrim Muhafızları’nın devrimci
niteliği ile açıklanabileceği iddia edilmektedir. Nitekim diğer büyük devrimlerden sonra da
ordu-siyaset ilişkileri benzer bir seyir göstermiştir. Devrimin kendine has dinamiklerinden
dolayı gelişen her asamda, ordunun ideolojik kimliği ve birlikteliği ile sivil siyasetçilerin
ideolojik nitelikleri ve güçlerinin karşılıklı etkileşimleri ordu-siyaset ilişkisinin seyrinin
değişmesine ve yeni şekiller almasına neden olmaktadır. İran’da Devrim Muhafızları-siyaset
ilişkisinin değişmesinin nedeni de her aşamada devrimci ordunun ideolojik ve kurumsal
birlikteliği/niteliği ile sivil siyasetçilerin ideolojik tutumları ve güçleri arasındaki dengenin
değişmesinden kaynaklandığı iddia edilmektedir.
Ad ve Soyad: Burak Tamaç
Tebliğ Başlığı: Sosyal Devlet Krizi ve Üniversiteler Bağlamında Yunanistan Örneği
Tebliğ Özeti: Temelleri 1883 Bismark Almanyası’nda sosyal sigorta uygulamasıyla atılan ve
II. Dünya Savaşı sonrası altın yıllarını yaşayan sosyal devlet; özünde toplumsal eşitsizliklerin
minimum seviyeye indirilmesini, herkese eşit bir eğitim sağlanmasını hedef alan ve sosyal
çelişkilerin giderilmesi ile sosyal adaletin gerçekleştirilmesine öncelik tanıyan bir devlet
modelidir. Ancak bu devlet modelinin uygulanması1980’lerde hızla gelişen küreselleşmenin
yoğun etkisiyle sekteye uğramıştır.
Küreselleşme–Sosyal Devlet arasındaki girift ilişki bağlamında sosyal devletten vazgeçilmeye
başlandığından itibaren eğitim sistemi de yeni uygulanmaya başlayan neo-liberal politikaların
hedefi olmuştur. Bunun yanı sıra devletin temel görevleri arasında yer alan eğitim hizmeti
bireyin maddi gücüyle ifade edilmeye başlanmıştır. Nitekim bu nedenle üniversitelerdeki
eğitim anlayışı birey üzerinden ifade edilmeye başlanmış ve bu şekilde gerek sosyal gerekse
siyasal hayattan sterilize edilmiştir.
Sosyal devlet anlayışının terk edilmeye başlanması ve neo-liberal anlayışın devlet
politikalarında egemen olmaya başlamasıyla birlikte hızla eğitim anlayışlarında gözlemlenen
bu değişiklik tüm Avrupa ülkelerinde -merkez ve çevre ülkeler- görülmektedir. Ancak
küreselleşme olgusunun etkisiyle yıpranmasına rağmen hala devam eden demokrasi
anlayışının köklü olduğu ülke örneklerinde bu değişim aynı hızla gerçekleşmemektedir. Bu
bağlamda demokrasi kültürünün beşiği olarak kabul gören Yunanistan incelenmeye değer bir
örnektir.
Bu çalışmada; sosyal devlet anlayışının eğitim sistemi üzerindeki etkisinin incelenmesinin
ardından, bu ilişki küreselleşme olgusuyla ele alınıp neo-liberal ekonomik politikalar
bağlamında irdelenmeye çalışılacaktır. Ayrıca bu süreci diğer Avrupa ülkelerine göre farklı
yaşayan ve eğitim sistemindeki sosyal devlet anlayışıyla hala bu bağlamda örnek
oluşturabilecek olan Yunanistan “son kale” olarak irdelenmeye çalışılacaktır.
Ad ve Soyad:
H. BURÇ AKA
Tebliğ Başlığı: Karadeniz Bölgesi için Güvenlik Modeli Arayışı ve Türkiye
Tebliğ Özeti: Devletlerin güvenliklerini kendi imkânlarıyla sağlaması günümüzde çok
mümkün görünmemektedir, çünkü devletler karşılaştıkları tehditlerin üstesinden gelebilecek
yeterli askeri, siyasi veya ekonomik güce sahip değillerdir. O nedenle devletler kendilerine
yönelen tehditlerin ve karşılaştıkları risklerin üstesinden gelmek için diğer devletlerle
güvenlik alanında işbirliği yapabilmektedir. Böylece devletler karşılaştıkları güvenlik
sorunlarıyla daha etkin mücadele etme şansına sahip olmaktadırlar. Türkiye’nin bulunduğu
coğrafyanın güvenlik açısından ne denli istikrarsız olduğu ezberi hatırlandığında Türkiye’nin
güvenliği için bölgesine özgü güvenlik modeli arayışlarına girmesi kaçınılmazdır. Bilindiği
üzere Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafyanın batısı güvenlik açısından şimdilik daha az
sorunlu görünmektedir. Batı komşuları ile AB mekanizması sayesinde ilişkilerini daha ılımlı
götürmektedir. Diğer yandan Türkiye’ye yönelen ve yönelebilecek en önemli tehditler
(ayrılıkçı terör, bağımsız Kürt devleti kurulma ihtimali, İran’a olası müdahile) söz konusu
Orta Doğu’dan kaynaklanmaktadır. Ancak bölgede yaşanan belirsizlikler, ABD gibi Dünya
siyasetinin belirleyicilerinin baskıları bu bölgede güvenlik modeli arayışlarının şimdilik erken
olacağını göstermektedir. Bunun yanı sıra son zamanlarda uluslararası arenada yaşanan
gerginlikler ve çatışmalar Türkiye’nin kuzey ve doğu bölgesinde güvenlik istikrarı sağlaması
gerektiğinin sinyallerini vermektedir. Bu bölgede tesis edilecek uygun bir güvenlik işbirliği
modeli Türkiye’nin yararına, olası işbirliklerinde Rusya faktörünü dışlayan veya “ona
rağmen” tesis edilen bir güvenlik işbirliği ise ölü doğan bir bebek olacaktır. Elbette
Türkiye’nin bir NATO üyesi ve ABD’nin bölgede önemli müttefiki olması, AB’ye tam üye
olmak için müzakerelerin cereyan ettiği gerçekleri gözardı edilemez. Söz konusu bu
gerçekler doğrultusunda Türkiye için en uygun bölgesel güvenlik işbirliği seçenekleri
tartışılıp değerlendirilecektir.
Ad ve Soyad: Burcu Çulhaoğlu
Tebliğ Başlığı: Turk Siyasi Partilerinin Yunan-Turk Iliskilerindeki Rolu: 1999 Helsinki
Zirvesi’nden sonra Ne Degisti?
Tebliğ Özeti: Turkiye’ye Avrupa Birligi adayligi taniyan 1999 Helsinki Zirvesi’den sonra
ozellikle Yunan-Turk iliskileri, Kibris sorunu ve Turkiye-Avrupa Birligi gibi genelleksel
‘hassas’ siyasi alanlarda Turkiye dis politikasinda onemli degisimlerin oldugu gozlenmistir.
Bu calisma AB adayliginin Turkiye’deki siyasi partilerin eylem ve soylemleri uzerindeki
etkisini, baska bir degisle “Turk siyasi partilerinin Yunan-Turk iliskilerindeki rolunu” 1999
koalisyon hukumeti (DSP-MHP-ANAP) ile 2002 tek-parti AKP hukumetinin temel TurkYunan anlasmazliklarina, yani Ege ve Kibris sorunlarina yaklasimlarini karsilastirmali olarak
analiz etmeyi amaclamaktadir.
Bu calismaya gore, Turkiye’de, temel milli konular uzerindeki kamuoyu baskisi, secim
sistemlerindeki yuksek oy degiskenligi ve partilerdeki yuksek oy bolunmesi yuzunden
Yurkiye’deki siyasi partiler secim bildirgelerinde dis politika ile ilgili kesin bir soylem
belirtmemeyi tercih etmektedirler. Siyasi partilerin kamudaki Turk-Yunan iliskilerine dair
soylemleri partinin hukumette veya mauhelefette olmasina gore degismektedir. Beklenildigi
uzere, hukumetteki partinin siyasi yelpazedeki yeri dis siyaseti belirlemede yada da dis siyaset
degisiminde onemli degildir, diger bir degisle partiler milli menfaatlerinde gerektirdigi
gundemi takip etmektedirler. Diger yandan, tek-parti hukumetleri dis siyaset degisiminde
koalisyon hukumetlerine gore daha aktif bir rol ustlenmektedirler.
1999 Helsinki Zirvesi sonrasi yasanan bu degisimi analiz edebilmek icin, siyasi partilerin parti
programlari, hukumet programlari, secim bildirgeleri ve parti liderlerinin kamuoyundan yer
alan bazi soylemleri (temel olarak Turkish Daily News olmak uzere, Turkiye’deki gazeteler)
incelenecektir.
Ad ve Soyad: Volkan Yılmaz
Tebliğ Başlığı: TOKİ’nin Kurumsal Dönüşümü ve Neoliberalizm Bağlamında Türkiye’de
Konut Politikaları
Tebliğ Özeti: Bu tebliğ, Toplu Konut İdaresi (TOKİ) bağlamında Türkiye’de formel konut
politikalarının 2000li yıllarda geçirdiği dönüşüm ve kurumsallaşmaya odaklanacaktır.
Bilindiği gibi 1950lerden itibaren iç göç dalgalarıyla tetiklenen hızlı kentleşmeye rağmen,
Türkiye’de kapsamlı bir konut politikası hiçbir zaman geliştirilememiştir. Yeniden dağıtımcı
formel konut politikasının alternatifi olarak ortaya çıkan gecekondulaşma, yerel yönetimler
eliyle ve hamilik temelinde ortaya çıkmıştır. Helin Özge Burkay’ın işaret ettiği gibi, 1980li
yıllarla beraber devletin ve medyanın gecekondulaşmaya yaklaşımı olumsuz bir hal almıştır.
Bu bağlamda, 1984 yılında TOKİ’nin ortaya çıktığını görmekteyiz.
Fakat TOKİ’nin bugünkü görünürlüğü kazanması ve devletin konut piyasasındaki tek yetkili
ve sorumlu kurumu haline gelmesi 2000li yıllardaki yasal değişikliklerle mümkün olmuştur.
2001 yılında Toplu Konut Fonu’nun kaldırılmasını takiben, 2003 yılında yapılan yasal
değişikliklerle TOKİ’nin mali yapısı yeniden şekillendirilmiştir. TOKİ’nin devlet bütçesinden
ve Toplu Konut Fonu’ndan gelen kaynakları kaldırılarak, kurum kar amaçlı projelere
yönlendirilmiştir. Bu dönemde Arsa Ofisi ve Gecekondu ve Mesken Müdürlüğü tüm yetki ve
sorumlulukları ile TOKİ’ye devredilmiştir. Konut piyasasında devletin yetki ve
sorumluluklarının TOKİ’nin kurumsal şemsiyesi altında merkezileşmesine paralel olarak,
TOKİ’nin mali olarak bürokrasi ve yerel yönetimlerden özerkleşmesi süreci nihayete
erdirilmiştir. Bu bağlamda TOKİ’yi, David Harvey’nin yeni kentsel yönetişimin öngördüğü
girişimciliğinin en önemli ayağı olarak işaret ettiği “kamu-özel sektör işbirliği” kavramı
çerçevesinde incelenmesi mümkün bir kurum olarak görmek mümkün.
Bu tebliğde yukarıda kısaca özetlenen TOKİ’nin geçirdiği kurumsal dönüşüm,
neoliberalizmin sosyal politikaya etkileri bağlamında incelemeye tabi tutulacaktır. Tebliğ
“devletin güvenilirliği ile özel sektörün verimliliğinin” buluşması olarak sunulan TOKİ’nin,
neoliberal iktisat politikaları ile uyum içerisinde oluşan sosyal politika paradigmasının
Türkiye’de kurumsallaşmasının bir örneği olarak değerlendirilebileceğini iddia etmektedir.
Ad ve Soyad: Burcu Çıngay
Tebliğ Başlığı: Küreselleşme Öncesi Türkiye’de Sınırötesi Etkileşimler ve Tüketim
Toplumunun Oluşumu
Tebliğ Özeti: Türkiye tarih yazımında, ekonomik politikalar açısından ithal ikameci olarak
tanımlanan 1960-1980 arası dönem pek çok açıdan 1980 sonrası dönemden kopuk bir
süreçmiş gibi incelenmektedir. Ekonomik çalışmalarda öncelik ithal ikamecilik ve kalkınma
politkalarına verilirken, sosyo-politik çalışmalar yükselen sol hareket ve siyasi kutulaplaşma
üzerine odaklanmıştır. Böylece, Türkiye tarihinde 1960-1980 arası sanki sonraki süreçten ayrı
bir dönem gibi algılanır hale gelmiştir. Bu çalışmanın temel amacı, bu türden çizgisel tarih
yazımına eleştirel yaklaşarak söz konusu dönemin ekonomik ve sosyal açıdan 1980 sonrası
“liberal dönüşümü”nü hazırladığına dikkat çekmektir. Diğer bir deyişle bu dönem dünya
kapitalist sistemine üretim ve tüketim kalıplarıyla entegrasyon açısından 1980 sonrasıyla
devamlılık arz eden bir süreçtir. Bu bağlamda, bana göre 1960’lı ve 1970’li yılların ithal
ikame dönemini, genellikle çalışmalarda atlanan kapitalist tüketim toplumunun oluşumu ve
gelişimi bağlamında incelemek 1980 sonrası dönüşümünü daha anlaşılır kılacaktır.
Bu noktada, Türkiye’de otomobil üretimi 1960’ların ve 1970’lerin üretim ve tüketim
kalıplarını en iyi örnekleyen modellerden biridir. Şöyle ki, otomobil üretiminin ülke içine
transferi ile üretim modelleri, teknolojileri, know-how, nitelikli işgücü ve diğer yan sanayi
imkanları da transfer edilmiştir. Bunun yanısıra, İkinci Dünya Savaşı sonrası yüzünü batıya
dönen ve karayolu taşımacılığına öncelik veren Türkiye’de, otomobil tüketimi ve otomobille
kurulan yeni yaşamlar (otomobilleşme), üretimin yurt içine transferi ile kentli üst orta sınıflara
yayılarak tüketim toplumunun gelişimine ivme kazandırmıştır. Bu bağlamda, bu çalışma,
Türkiye’de otomobilleşmenin yayılmasını, sosyo-ekonomik dönüşümleri gündelik yaşam
kültüründe değişikliklerle birleştiren bir perspektiften inceleme yöntemini kullanmıştır.
Ad ve Soyad: Caner Sancaktar
Tebliğ Başlığı: “Kosova’nın Bağımsızlığı: Uluslararası Hukukun Krizine Bir Örnek”
Tebliğ Özeti: Tebliği üç alt başlıktan oluşmaktadır: (1) Uluslararası hukukun tanımı, (2)
Kosova’nın bağımsızlık sürecinin uluslararası hukuka aykırılığı, (3) Uluslararası hukukun
krizi ve krizin nedenleri. Bu üç alt başlık bağlamında yazılacak ve sunulacak olan tebliği
çerçevesinde kısaca uluslararası hukukun tanımı yapılacak; Kosova’nın bağımsızlık süreci ve
bu sürecin uluslararası hukuka aykırılığı açıklanacak ve nihayet uluslararası hukukun içinde
bulunduğu krizin nedenleri analiz edilecek ve tartışmaya sunulacaktır.
Ad ve Soyad: ÇİĞDEM SAĞIR
Tebliğ Başlığı: Küreselleşme Çağında İslam ve Sekülerleşme Tartışmalarının Yeniden
Analizi
Tebliğ Özeti : Bu yazı genel olarak politik söylemde “İslam ve sekülerleşme” tartışmasının
dinamiklerini analiz etmeyi amaçlıyor. Aydınlanma projesi ile birlikte kimliğini “modern”
seküler terimlerle yeniden kuran “Batı” düşüncesi, bügün İslam’ın sekülerleşmesi
tartışmalarında, yaygın/hakim Oryantalist özselci söylemi yeniden üretiyor. Samuel
Huntington ve Bernard Lewis çizgisindeki bu yaklaşım, İslam’ı homojen bir unsur olarak ele
alıyor ve buradan hareketle İslam’ın sekülerleşemez karakterine vurgu yapıyor. Bu yaklaşım,
küreselleşmeyi homojen bir kutuplaşma olarak tanımlayan “medeniyetler çatışması” tezinin
sekülerleşme bağlamında tartışılmasını yansıtıyor. Bu tartışma hakim bir “küreselleşme”
mantığını yansıtır. Buna göre “evrensel” olarak kabul edilen değerler yanında “tikel” olarak
kabul edilen “kültür” olarak adlandırılır.
Bu yazının amacı, seküler dünya görüşünün İslamı fundamentalizm/köktencilik ve
extremism/aşırıcılık ile tanımlayan bu homejenleştirici politik söylemsel çerçevenin
dinamiklerini analiz etmeyi içeriyor. Bu çerçevede, İslamı kültürel bir yapı olarak tanımlayan
liberal çokkültürcü söylemler eleştirel bir yaklaşımla ele alınacaktır. Bu paralelde, dini
inanışın ve ideolojilerin homojen bir kültürel yapı olarak tanımlanamaz karakteri, Olivier
Roy’un argumanları bağlamında tartışılacaktır.
Ad ve Soyad: Demet Parlak
Tebliğ Başlığı: 1978–1979 Ekonomik Krizinin Ücretli Emek ve Sermaye Üzerine Etkileri
Tebliğ Özeti: Bu çalışmada öncelikle, 1971 askeri müdahalesinden sonra ülkenin içinde
bulunduğu siyasi ve sosyal bunalıma ek olarak özellikle 1970’lerin sonlarında yoğunlaşan
iktisadi krizin iç ve dış dinamikleri neden ve sonuçlarıyla ele alınacaktır. İlk aşamada, göç
oranının yükselmesi, şehir yaşantısına uygun olarak geliştirilen tüketim alışkanlıklarının
değişmesi ve eğitim düzeyinin yükselmesi sonucunda bir ücretle geçimini sağlayan sınıfın
nicel ve nitel gelişimiyle beraber çoğalan işçi hareketleri irdelenecektir.
İkinci olarak, istikrarsız siyasi yapının palyatif önlemlerle sistemin içinde bulunduğu
tıkanıklığı geçiştirmeye çalışması sonucunda etki alanı genişleyen krizin; üretim faktörleri
olarak ifade edilen işçi sınıfı ve sermaye sınıfı üzerindeki yansımaları incelenecektir. Söz
konusu ekonomik krizin sistemin artık değişimini gerekli kılması, İthal ikameci sanayileşme
modelinin olanaklı kıldığı yüksek ücret ve adil sayılabilecek gelir dağılımını aksine çevirecek
politikaları da beraberinde getirmiştir.
Ürettiği artı değerden daha fazla pay almaya çalışan, dolayısıyla yüksek ücret talebinde
bulunan örgütlü işçi sınıfı bu dönemde iş yasasının kendisine tanıdığı imkânlar doğrultusunda
ücretlerin sınırlandırılması politikasını engellemeye çalışmıştır. Sermaye sınıfı ise dışa
açılmak, döviz sorununa çözüm bulmak ve rekabet edebilmek için işgücünün değerinin
düşürülmesinden yana tavır almıştır. Bu çalışmanın amacı ise, 1970’lerin sonlarındaki
ekonomik, siyasi ve toplumsal bunalımın yoğunlaştırdığı emek-sermaye mücadelesinin nasıl
yürütüldüğünü ve nasıl sonuçlandığını araştırmaktır.
Ad ve Soyad:Duru ŞAHYAR AKDEMİR
Tebliğ Başlığı: Laiklik ve İnsan Hakları
Tebliğ Özeti: Laiklik kavram olarak ruhban sınıfına ait olmayan düşünce ve yaşam alanını
tanımlamak için kullanılır. Bu anlamda değerlendirdiğimizde dünyada laik tutumlu bir din
olması söz konusu değildir. Ancak buna rağmen her nedense toplumlar daima laiklik ve din
arasında kalmakta, laiklik dinsizlik gibi anlaşılmaktadır. Oysaki bireysel bir kavram olan din
ve toplumsal bir kavram olan laiklik hiçbir zaman karşı karşıya getirilmemesi gereken
kavramlardır. İoanna Kuçuradi’ ye göre ‘ahlak sistemleri –ister dinle ilgili olsunlar, ister
olmasınlar, hepsi- kişilere neyin iyi neyin kötü olduğunu, dolayısıyla yapılması-yapılmaması
gerektiğini öğretmek, böylece de kişilerin başkaları ve kendileriyle ilişkilerinde
değerlendirmelerini ve eylemlerini belirlemek isteyen bir grupta geçerli kılınmış norm
bütünleridir. Laiklik ise herhangi bir ahlakta yer alabilecek ilkeler türünden bir ilke değildir.
O, bir devlette hukuksal ilişkilerin düzenlenmesiyle ilgili bir ilkedir’.
Hukuk oluşturmada insan haklarının belirleyici olmasının olmazsa olmazı ise laikliktir.
Laiklik, hem farklı din ve inançlar arasında devletin tarafsızlığını öngörmesiyle toplumsal
barışa katkıda bulunur, hem de siyaseti dünyevileştirerek onu somut sorunlar, çekişmeler ve
uzlaşılar alanına taşır.
Ad ve Soyad: Gülnur Elçik-Gülkızılca Yürür
Tebliğ Başlığı: Biyolojik İkizlikten Toplumsal İkizliğe
Tebliğ Özeti: Bilim insanları, kültürün ve biyolojik yapının bireyin ‘belirlenmesi” üzerindeki
etkisini karşılaştırmalı olarak araştırmak için çeşitli yöntem arayışlarını hiç bırakmadı. çünkü
bireyin biricikliğini hangi etkilerin belirlediği sorusunun cevabı, bireyi değiştirmek için de
kullanılabilecek araçlara kapı açacaktı. Bu noktada beden, toplum, kişisel algı ve kararların
etkileşimiyle biçim alan birey üzerine yöneltilecek asıl soru; bu etkileşim ağının saptanabilir
akışlarının olup olmadığı sorusudur. İnsan benliğini biçimlendiren mekanizmaların işleyişini
anlamak, özellikle genetik mühendisliğinin önemli bir üretim alanı haline geldiği
zamanımızda, hatırı sayılır toplumsal iktidara hükmetmek anlamına gelebilir.
Bu tip araştırmalarda, ilk bakışta insana "aynı kişiden iki tane" varmış izlenimi veren ikizler
sıklıkla kullanılmaktadır. Özellikle, ayrı ortamlarda, farklı yaşam alışkanlıklarının takip
edildiği kültürel çevrelerde yetişen ikizler, genetik kodun ve beden özelliklerinin bireyi ne
derece belirlediğini tespit etmek için pek çok araştırmayla takip edilmiştir. Gerek biyolojik
kodların ikizlerin karakterleri arasındaki yakınlığın incelenmesi açısından tıbbi bir çekim
alanına girmesi, gerekse ikizlerdeki görüntü benzerliğinin bu yakınlığın bir beklentiye
dönüşmesi nedeniyle sosyolojik bir takım tahlilleri devreye sokması; ikizliği tıbbi-sosyolojik
bir inceleme alanına dahil ediyor.
Sonuç olarak bu çalışma; ikizliğin sabit klişelere sıkıştırılarak anlatılan ve anlaşılan bir
toplumsal olgu olduğundan yola çıkarak, ikizlerin bu kategorilere verdikleri tepkiyi, yani
burada örülen etki-tepki ağlarını ele alacaktır . Biyolojik ikizliğe toplumsal bakışın ne derece
tek tipleştirici, mistifiye edici ve dışlayıcı olduğunu tartışmak, toplumsal ikizliği çeşitli
bileşenleriyle anlamak, başka aynı kılma ve bireysel farklılıkları dışlama mekanizmalarını
anlamamızı da sağlayabilir.
Ad ve Soyad: Emine Beyza Satoğlu
Tebliğ Başlığı: Anadolu Kaplanları: Kayseri Örneği’nde Küresel Rekabete Esnek Uyum
Tebliğ Özeti: Bu tebliğ öncelikle yeni dünya ekonomisine ve buna bağlı olarak ortaya çıkan
uluslararası liberal piyasa modellerine yerelde verilen tepkileri ve adaptasyon sürecini dikkate
alarak Türkiye İmalat Sanayii verileri üzerinden “Anadolu Kaplanları” olarak bilinen 1980
sonrası ihracata dayalı büyümede aşama kaydetmiş, sanayileşme yolunda ilerlemiş ve
bölgesel bir dönüşüme yol açmış Anadolu illerini ve geçirdikleri dönüşümü incelemeyi
amaçlamaktadır. İkinci olarak bu sunumda, küresel süreçlerle ilintili olarak ortaya çıkan
Anadolu dönüşümünün sosyo-iktisadi ve kurumsal boyutları bahsedilen illerin tipik bir
örneğini teşkil eden Kayseri üzerine yoğunlaşarak ele alınmaya çalışılmıştır.
İstatistikî veriler ışığında; Denizli, Gaziantep, Kahramanmaraş, Kayseri, Konya ve Malatya
olarak sınıflandırılan “Anadolu Kaplanları” özellikle imalat sanayiinin emek yoğun
sektörlerinde, devlet desteğinden bağımsız, daha çok kendi dinamiklerine dayanan ve 1980
sonrası küresel liberal piyasa sistemine geçiş ile ortaya çıkan göreceli bir adaptasyon
başarmışlardır. Bu eklemlenmede Anadolu’da yaygın Küçük ve Orta ölçekli işletmeciliğin ve
aile firmalarının küresel dinamiklerle Esnek Üretim Modelleri ekseninde örtüşen yapısı
dikkate değerdir. Kayseri imalat sanayi firmaları geleneksel toplumsal ilişki ağları ve
kamusal, özel ve geleneksel kurumlardaki yerellik unsurları ile değişen rekabet koşullarına
uyum sağlamışlardır. Ayrıca, Kayseri örneğinde yerel elitler arasındaki enformel ilişkilerin ve
1980 sonrası daha özerk bir yapı kazanan yerel yönetimlerin yerel ilişkilerdeki rollerinin
esneklik unsurunu güçlendirici etkisi gözlemlenmiştir. Konu yerelin küresele olan
eklemlenmesi ve geleneksel toplumlardaki sosyal ilişkilerin rekabetçi piyasa ekonomisinde
iletişim ve dönüşüm ağlarını artırmadaki artan etkisini göstermektedir.
Ad ve Soyad: Enes Eryılmaz
Tebliğ Başlığı: David Hume’un Politikasında Yasaların Rolü
Tebliğ Özeti: Yasalar, Hammurabi Kanunları’ndan bugüne kadar hep en çok tartışılan
konulardan biri olmuştur. Bazı insanlar hâkimiyetlerini devam ettirebilmek için yasaları
kullanmıştır, başkaları da halka rağmen bazı imtiyazlar elde edebilmek için yasaları yürürlüğe
koymuştur. Belki de, bazıları gerçekten insani nedenlerle yasa yapmayı istediler, fakat
diğerleri baştan çıkarıcı ve korkunç eylemlerle kanunları yozlaştırdılar. Her halükârda, krallar,
hükümdarlar ve diktatörler bir şekilde kalabalıklara hükmettiler. Modern zamanlara
geldiğimizde ise, devrimlerin etkisi ile çok güçlü bir hukuk devleti söylemi beliriyor. İşte bu
noktada Anglo-Saxon Geleneği’nde yasaların önemi üzerinde duran David Hume ile
karşılaşıyoruz. Bu bildirinin amacı, Hume’un siyaset felsefesinde yasaların görevini
araştırmaktır. Hume’un siyaset yazıları bu amaca uygun olarak incelendi. Birinci mesele,
kanunların tabiatının ne olduğunu anlamak. İkinci bölümde ise esas soruna odaklanacağım:
kanunların amaçlarının ne olduğu ve topluma ne kazandırdıkları üzerine. Sonuç olarak elde
edilen bulgular ve genel ilkeler şunlardır: İnsan doğası kötüdür ve özellikle de siyasi alana
girdiğinde daha kötüdür. Bunu önüne geçmek için yasalar yapılmalıdır. Fakat yasayı nasıl
yapacağımız ciddi bir tartışma konusudur. Ancak Hume’a göre, bu problem çok sayıda
deneme yanılma ile, tecrübe ile üstesinden gelinebilecektir. Her ne kadar bu bir güçlük olsa
da, kanunların hiç olmadığı ve tamamen idarecinin başına buyruk davrandığı bir durumdan
iyidir. Ayrıca, yasamadaki sorunların üstesinden gelmek için iki ayrı, ama birbirine denk
yasama organı oluşturmalıyız. Kanunlar ile siyasi güç sınırlandığı zaman, özgürlük, güvenlik
ve erdemli bir toplum için gerekli şartlar sağlanmış olur. Netice olarak hukuk, toplumun
sürekliliği için ve politik alanda egemenlerin tahakkümünü engel olmak için vazgeçilmez bir
önceliktir.
Ad ve Soyad: Enis Memişoğlu
Tebliğ Başlığı: “FIRLATILMIŞ MEDENİYET PROJESİ YA DA TEKNİK BİR SORUN
OLARAK BERABER YAŞAMAK”
Tebliğ Özeti: Batı’nın Yunan’dan itibaren hakikatini bulmaksızın onu bilmek adına öne
sürdüğü bir yöntem ve teknik olarak devlet, en başından beri aradığı ve gerçekleştirmeyi ümit
ettiği hakikatin ve Varlık’ın yerine ikame etmiştir. Aradığı hakikati önce hayat olarak doğru
tanımlamasına rağmen, bu hayatı birlikte yaşama problemi olarak görmek yerine, birlikte
yaşamanın temeli olan (ve herkes için aslında dışlanmadan gerçekleşebilecek olan) yaşam
formlarını çıplaklaştırıp, toplumsal normlara hariç ve toplumdan gayri kılmayı tercih etmiştir.
Ve şurası bir gerçek ki, eğer modern toplum bir proje olarak başladıysa, her ne kadar bu
projenin temelinde ve gerisinde muhtelif düşünürler ve kanaat önderleri bulunsa da, bir tanesi
var ki, onun projesi sadece teorik olarak temel oluşturmakla kalmayıp, fiili anlamda da insan
hakları evrensel beyannamesini ve o temelde kurulan her anayasayı önceledi. Bu düşünür
Kant’tan başkası değildi.
Kant felsefesi, uygulanamazlığında ve açmazlarıyla modern toplumun yasalarının kurumsal
işleyişine teorik olarak bir istisna oluştururken; pratik olarak da, teorisinin getirdiği açmazları,
modern toplumların anayasalarının uygulanamadığı tıkanıklık noktalarında fiilen
emsalleştirmiştir. Bu çerçevede, amacımız, modern devletin ontolojik anlamda
sorunsallaştıramadığı “beraber yaşama” sorununun, Kant tarafından temeli atılan medeniyet
projesi dahilinde ne ölçüde devam ettirilip ettirilmediğini iki örnek metni üzerinden anlamaya
çalışmak olacaktır.
Ad ve Soyad: Eren AĞIN
Tebliğ Başlığı: Alternatif Medya: İmkânlar, Sorunlar ve Düşler
Tebliğ Özeti: Alternatif medyaların kamuoyu oluşturma, toplumsal muhalefetin
güçlendirilmesi, suskunluk sarmalının kırılması, sistem karşıtı düşüncenin geliştirilmesi,
kapitalist ve hiyerarşik ilişkilerin deşifre edilmesi, bağımsız ve özgür bir yayıncılığın
oluşturulması gibi toplumsal işlevleri vardır. Bu noktada, alternatif medyaların örgün ve
yaygın eğitimdeki eksikliklerin giderilmesinde, toplumsal kalkınmanın sağlanmasında, dünya
ve ülke sorunlarına karşı bilinçli bireylerin yetiştirilmesinde, yetişkinlerin yaşamlarındaki
yeni gereksinimlerin karşılanmasında dikkate değer bir konumda yer aldığı görülmüştür.
Alternatif bir eğitim ve alternatif bir medya için her şeyden önce eleştirel ve özgür düşüncenin
gelişimi gereklidir. Bu eleştirel düşünce, basın-yayın ve düşünce özgürlüğünden insan ve
hayvan haklarına, ırkçılık-milliyetçilik karşıtlığından kadınların, işçilerin, öğrencilerin ve
eşcinsellerin örgütlenme haklarına kadar uzayıp giden bir dizgeyi barındırmaktadır.
Türkiye’de halen yayın hayatına devam eden farklı siyasi görüşteki 26 alternatif medyanın
(gazete, dergi, radyo, internet medyaları) görüşlerine dayanarak alternatif medyaların yaşadığı
sorunlardan mücadele biçimlerine dek uzanan bir tartışma zemini ortaya koyulmaya
çalışılacaktır.
Ad ve Soyad: Erhan Akdemir
Tebliğ Başlığı: 11 EYLÜL 2001 VE 11 MART 2004 TERÖRİST SALDIRILARININ
ARDINDAN İSLAM’IN AVRUPA’DA ALGILANIŞI
Tebliğ Özeti: Soğuk Savaş sonrasında uluslararası güvenliğin gündemi çevresel bozulma,
organize suç, insan kaçakçılığı ve terörizmi de içeren bir dizi yeni tehdit tarafından
doldurulmuştur. Klasik savunma yöntemlerinin kullanılması bu tehditlerle baş edebilmek için
yeterli olmadığından, uluslararası politikanın aktörleri bu yeni tehditlerin yıkıcı etkilerine
daha açık hale gelmişlerdir. Şimdiye kadar bir benzeri daha yaşanmamış olan 11 Eylül 2001
saldırıları ve 2004’te Madrid metrosunda gerçekleşen patlamalar ise, Avrupa Birliği (AB)
karar alıcılarını tehdit algılamaları üzerinde yeniden düşünmeye zorlamıştır. Avrupa devletleri
arasında Soğuk Savaş dönemi boyunca genellikle operasyonel stratejiler üzerine inşa edilmiş
girişimler, bahsi geçen saldırıların ardından karmaşık ve çok çeşitlilik içeren hukuki bir
zemine taşınmıştır. Özellikle 11 Eylül saldırılarının ardından AB’nin terörizmle mücadele
politikası hukuki, ekonomik, diplomatik ve idari önlemleri içeren şiddetli bir değişim geçirmiş
ve bu süreç Madrid saldırılarının ardından daha da hız kazanarak devam etmiştir.
Günümüzde özellikle Amerika'daki 11 Eylül saldırılarının ardından, Batı-dışı dünyanın ve
özellikle İslâm toplumlarının bir uluslararası terörizmi yayma merkezi olarak algılanması bu
radikal düşünce tarzının iyice güçlenmesine de yol açmıştır. Ayrıca, Avrupa'nın bir refah
adası olarak korunması kaygısı, Avrupa'daki radikal sağ hareketlerin AB politikalarını
etkilemesindeki temel faktörlerden bir tanesi olmuştur. Hatta bu kaygı sadece AB bağlamında
değil, AB üyesi ülkelerin kendi siyasal yelpazelerinin tümünü etkileyen bir duruma da
gelmiştir. Bu çerçevede, "aşırılar"ın yanı sıra Avrupa sağının bütünü, AB fikrine, özellikle bu
"yabancı", “İslamcı” ve "yozlaştırıcı" sızıntılara olanak tanıdığı gerekçesiyle yüklenmektedir.
Irkçı dayanaklara sahip bu radikal sağ akımların sözcüleri, yabancı istilası karşısında Avrupa
kültürünün kendini savunması gerektiğini de düşünmektedirler.
Ad ve Soyad: Ertürk Demirel
Tebliğ Başlığı: Bir Ağıtın Giriş Sözleri: Elveda Yasa!
Tebliğ Özeti: Yasanın temel veya temelsizliği, varlikların sözle temsil edilmesi ve bireylerin
yasakoyuculukla temsil edilmesi sorununa kadar izi sürülerek Hırant Dink vakası üzerinden
epistemolojik ve ontolojik veçhelerle tartışılacaktır. Varlık olumsallıkla mamul, çoğul ve
tikeldir, ama varolması için sınırlanması, bir forma kavuşturulması gerekir. Oysa söz
belirlenimli, tümel ve tektir. Sözün varlığı temsil gücü, onun belirlenimsiz ve çoğul olanı tek
bir göndermeye indirmesi veya indirgemesinden kaynaklanır. Aynı şekilde, tebanın çoğulluğu
yasakoyucunun verdiği yargıyla tekleştirilir. Varlığın neliğinin sözün içinde yittiğini
savunmak mümkün olduğu gibi, yasanın ötekileri dışlayarak tek yetke sahibi olduğu iddia
edilebilir. İnsan sözü, epistemolojik görevini yerine getirebilmek için ontolojik olumsallığı
feda ediyor olabilir. Dink'in güvercin metaforuyla ontolojik statüsünü feda etmesi de belki
buna yorulabilir.
Sözün temeli olan kavram görüngüleri bir yordam içinde birleştirir. Varlığı insanlar için
görünür kılan da zaten adlandırılabilirliğidir. Yasanın tebayı adlandırması, onları çağırması da
aynı yolla onları vatandaş kılar. Ama varlık aynı zamanda tikeldir, ki sözün ve yasanın
tümelliği, evrenselliği, bahsi geçenlerin adlandırılamayan kısmını dışta bırakarak şiddet
uygular. O zaman vatandaşları tek bir yargı etrafında birleştirmeyi amaçlayan yasanın
temeliyle, görüngüleri tek bir kavram etrafında birleştirmeyi amaçlayan logosun temelinde
şiddet ve meşruiyet sorunsalı vardır.
Yasanın yasal olduğu nasıl meşrulaştırılabilir? Yasanın temeli gerekçelendirilebilir mi? Yasa
ötekini olumsuzlar mı? Yaşa şiddetin ta kendisi, meşrulaştırılamayan bir baskı aracı olabilir
mi? Daha da önemlisi, siyasetin agorasında konuşamayan ötekilerin sessizliğini dile getirebilir
mi? Yoksa başka, ötekilerin suskunluğunu kendi temelsizliği olarak mı görmek zorundadır?
Bu sunumda Plato, Aristotle, Kant, Wittgenstein ve Habermas göndermeleriyle bu sorulara
cevap aranacaktır.
Ad ve Soyad: Esin Gözükara
Tebliğ Başlığı: Siyasi Arenadaki ‘Terazi’: Siyasetin Yargısallaşması
Tebliğ Özeti: Bu makalenin temel amacı genel anlamda siyasetin yargısallaşması ve Anayasa
Mahkemesi’nin Türkiye’nin demokratikleşme sürecine olan etkisini incelemektir. Makalede
ileri sürülen temel argüman ise Türkiye’de politikanın yargısallaşmasının seküler ve
muhafazakar olarak adlandırılan iki dünya görüşünün birbiriyle çatışması ile yakından ilişkili
olduğudur. Bu iki dünya görüşü ya da modernite arasındaki gerginlik sosyolojik düzeyde gizil
ve/veya açık bir şekilde bir süredir devam etmektedir. İşte bu politik atmosfer içinde,
Türkiye’de Anayasa Mahkemesi açıkça politik bir pozisyon almakta ve bu pozisyonun
sınırları içinde hareket etmektedir. Elbette bu durum Türkiye’de demokrasinin konsolide
olması sürecine her zaman katkıda bulunmayabilir. Yaygın olarak kabul edilen görüşe göre
bir devletin anayasası o devletin en önemli belgesidir çünkü devletteki aktörlerin eylemlerine
limit koymak için gerekli olan güç dengesi anayasada belirlenir. Dolayısıyla anayasalar
doğaları gereği politiktir ve Anayasa Mahkemesi’nin Türkiye’nin siyasi yelpazesinde
kendisine yer bulması da oldukça normal gözükmektedir. Yargının siyasi alana sıkça
müdahale etmesi dünya çapında yükselen bir eğilimdir ancak Anayasa Mahkemesi’nin
aktivizmi daha derin bir analizi zorunlu kılmaktadır. Makalenin ilk bölümünde ‘(siyasetin)
yargısallaşması’ teriminin anlamı kısaca irdelenmeye çalışılacaktır. Bu açıklamadan ve
Anayasa Mahkemesi hesaba katılmadan Türkiye’deki yargısallaşma sürecine değindikten
sonra, makalenin ikinci bölümünde Türkiye’deki yargısallaşma sürecinin gerçek yapısını
anlamak için Anayasa Mahkemesi’ni ve onun yapısını derinlikle incelemek yerinde olacaktır.
Son bölümde ise, Anayasa Mahkemesinin parti kapatma kararları ve 367 kararından hareketle
Anayasa Mahkemesi’nin Türkiye’deki demokratik konsolidasyon sürecine olan etkisine
yönelik birkaç sonuç çıkarılmaya çalışılacaktır.
Ad ve Soyad: Esra Kaya
Tebliğ
Başlığı:
SOSYAL
GÜVENCESİZLİK
ÇAĞINDA
GÜVENLİĞİN
ÖZELLEŞTİRİLMESİ
Tebliğ Özeti: Küreselleşme olgusunun ortaya çıktığı ve yaşanmaya başlandığı 1970’lerle
birlikte, güvenlik alanında yeni aktör ve arayışlar belirmiştir. Özellikle ulus devletin merkezi
silahlı bürokrasinin karşısında bir güç olarak telakki edilen, özel askeri şirketler ve özel
güvenlik şirketleri bu alanda yaşanan değişimin dikkat çekici iki öğesi olarak durmaktadır.
Küresel ve bölgesel düzeyde yaşanan çatışma ve savaşlarda kullanılan paralı askerler ve özel
ordular; modern ulus devlet formunun çözüldüğünü göstergeleyen unsurlar arasında
sayılmaktadır. Gündelik yaşamı düzenleyen asayiş uygulamalarında etkisi ve sayısı artan özel
koruma hizmetleri ise kamusal hizmetlerin özelleştirilmesi politikalarıyla birlikte
yorumlanmaktadır. Tıpkı eğitim, sağlık, ulaşım gibi yurttaş-devlet ilişkilerinin tanımlandığı
temel hizmet kategorilerinde yaşanan hızlı dönüşüm gibi güvenlik alanı da büyük bir
dönüşümün içinden geçmektedir. Yurttaş-devlet ilişkisini esas alan bir yaklaşım ve modelden,
tüketici ve müşteri taleplerine/ihtiyaçlarına dayanan bir modele geçiş güvenlik
uygulamalarının bütününe sirayet etmektedir.
Bu tebliğde ise özel koruma ve güvenlik şirketleri temel alınarak güvenliğin özelleşmesi
süreci ve piyasaların hakim aktör haline gelişi söylemsel düzeyde ele alınacaktır. Serbest
piyasa ilişkilerinin ve iktisadi teşekküllerin asayiş alanında aktör haline gelmesini olumlu
karşılayan yaklaşımlar irdelenecektir. Bu yaklaşımların kullanıldığı argümanlar ve dayanaklar
aracılığı ile özel güvenliğin meşruluk kaynakları, iddia edilen açılımlar ortaya konulacaktır.
Bu anlamda bahsi geçen yaklaşımlara rengini veren düzlem neo-liberal uygulamalar ve
enstrümanlardır. Esneklik, kamunun yetersizliği yada eksiklikleri, yönetişim,
yerellik/öznellik, sivil toplum, rekabet, demokratikleşme, küreselleşme ve onu çevreleyen
zaruriyetler gibi bir dizi kavram güvenliğin özelleşmesi bağlamında dile getirilmektedir.
Sonuç olarak bu tebliğ özel güvenliğin meşrulaşmasında kullanılan meşruluk kaynakları ve
argümanlar aracılığıyla, özel güvenliğin güvenlik alanında yarattığı dönüşümün izini sürmeyi
hedeflemektedir.
Ad ve Soyad: Esra Yıldız
Tebliğ Başlığı: 12 Mart Sonrası, “Kadınların Kapatılması” ve “Hapishane” Konularının
Kadın Sanatçıların Çalışmalarında Sorunsallaştırılması
Tebliğ Özeti: “12 Mart sonrası, kadınların kapatılması ve hapishane konularının kadın
sanatçıların çalışmalarında sorunsallaştırılması” başlıklı bildiride,
Nil Yalter’in La
Roquette, Kadınlar Hapishanesi (La Roquette, Prison des Femmes, 1974), Gülsün
Karamustafa’nın Duvarlar Örülürken (2003), Canan Şenol’un Bir Bardak Sıcak Şekerli Su
(2002), Dök Asidi Haydar (2005) gibi kadın sanatçıların çalışmalarında, görsel düzlemde
“kadınların kapatılması” ve “hapishane” konularının nasıl ele alındığının, kimlik ve toplumsal
cinsiyet tartışmalarıyla bağlantılı olarak
açıklanması amaçlanmaktadır. Foucault’nun
kapatılma, iktidar mekanizmasında hapishanelerin yeri, iktidar odakları ve panoptikon
üzerine görüşlerinden yola çıkılarak ve 12 Mart dönemi sonrasından günümüze Türk siyasal
hayatında geçirilen değişimler paralelinde konunun kadın sanatçıların çalışmalarında nasıl
irdelendiği üzerinde durulacaktır.
Ad ve Soyad: Faruk TAŞKIN
Tebliğ Başlığı: MERKEZİ TÜRKİYE KOLEJİ ve ETKİLERİ
Tebliğ Özeti: Amerikan Board’ın Türkiye topraklarında açtığı üniversite düzeyindeki ilk
kolej 1876 yılında Antep’te kurulan Merkezi Türkiye Koleji’dir. Kolej, bütün ırktan ve dinden
insanlara açık olduğunu belirtmiştir. Kolejin, Ermeniler üzerinde önemli bir etkiye sahip
olduğu net olarak görülmektedir. Çünkü kolejde okutulan ders kitapları vasıtasıyla Ermeliler,
Ermenice, Ermenistan tarihi ve coğrafyası ile Ermeni edebiyatını öğrenmekteydiler. Bu
bölgede yaşayan Ermenilerin, Ermenice yerine Türkçe konuşmaları kolejin resmi dilinin
Türkçe olmasına neden olmuştur. Ermeniler, kolej sayesinde dünyaya açılmışlar ve ayrıca
Ermeniceyi de öğrenmişlerdir.
Kolejden mezun olanlar Türkiye’nin yanı sıra Mısır, İngiltere, Almanya, İsviçre ve Amerika
gibi birçok bölgelerde çalışmışlardır. Özellikle Osmanlı devletinin geri kaldığı sağlık ve
eğitim alanlarında çalışmaları etkinliklerini daha da arttırmıştır. Mezunlar arasında doktor,
eczacı, diş hekimi, avukat, mühendis, öğretmen, vaiz gibi mesleklere sahip insanlar
bulunmaktaydı. Yine koleje değişik bölgelerden ve farklı etnik-dini yapıya sahip öğrencilerin
gelmesi hem coğrafi açıdan hem de dinsel açıdan geniş bir yelpazeye ulaşmasını sağlamıştır.
Kolej arazisinin Müslümanlar tarafından bağışlanması misyonerler için önemliydi. Çünkü
bölge halkı tarafından kabul görmek yaptıklarının onaylanması anlamına gelmekteydi.
Kolejden yetişen öğrenciler sayesinde bölgede birçok modern sağlık ve eğitim kuruluşları
kurulmuştur. Kolejden mezun olanlar Maraş, Sivas, Antep, Kilis, Saimbeyli, Kessab, Halep,
Gurun, Urfa, Siverek, Diyarbakır, Birecik, Mardin. Garmouch, Beytaş, Fartuslu, Adıyaman,
Mersin, Suriye, Adana, Dörtyol, Talas, Nevşehir, Zeytun, Kahire vb. Ayrıca Antep kolejinin
mezunları Londra, Kahire, Beyrut ve Almanya’nın farklı şehirlerinde de görev yapmışlardır.
Misyonerler için ise Merkezi Türkiye Koleji, Harvard ve Yale Üniversitelerinin New
England’da üstlendiği görevi Ortadoğu’da üstlenecekti.
Ad ve Soyad: Feyzullah Yılmaz
Tebliğ Başlığı: “Muhafazakâr” Siyaset & Liberal Entelektüel “İttifakı”: Atilla Yayla
Üzerinden Bir Değerlendirme
Tebliğ Özeti: Entelektüeller neden ve kim için düşünce ve fikir üretirler? Gramsci’ye göre,
bir sosyal sınıfa “organik” bir şekilde bağlı olmak, entelektüellerin fikir ve düşünce üretmeleri
için en önemli motivasyon aracıdır. Buna ilave olarak, her sosyal sınıf, kendi hegemonya
mücadelesi çerçevesinde kendi organik entelektüellerini yaratmalı ve geliştirmelidir, çünkü
organik entelektüeller, o sosyal sınıfın hegemonik düzenine karşı yöneltilen eleştirilere
cevaplar üretirler ve aynı zamanda da o sosyal sınıfın ideolojisini geliştirirler.
Türkiye’de son zamanlarda, bir siyasi parti (AKP) ile bir entelektüel grubu (Liberaller)
arasında yaşanan ilişkilere yönelik olarak, yoğun tartışmalar yaşandı. 2002 yılında iktidara
gelen ve muhafazakâr olarak kendisini tanımlayan bir siyasi parti, kendilerini liberal olarak
tanımlayan entelektüeller tarafından açık bir şekilde desteklendi. Bu süreçte ortaya konan
çalışmaların birçoğu bu ilişkiyi “ilginç” ve hatta “garip” buldu. Bu ilginçliği veya garipliği
anlayabilmek ve açıklayabilmek için farklı açıklama modelleri geliştirilmeye çalışıldı, fakat
kanaatimizce bu açıklama modelleri bizim meseleyi anlayabilmemizi sağlayabilmekten
ziyade, bizi onun kökenlerinden uzaklaştırmaya yaradı.
Bu çalışmada ise, önceki bakış açılarından farklı olarak, bu ilişkiyi açıklamada Gramscian bir
bakış açısı, özellikle “organik entelektüel” kavramı çerçevesinde, kullanılacaktır. Ampirik
kaynak olarak ise önemli bir liberal entelektüelin, Prof. Dr. Atilla Yayla’nın, muhafazakâr
olarak bilinen bir ulusal gazetede, Zaman Gazetesi, 2002 yılından bu yana yayınlanan
makaleleri kullanılacaktır.
Çalışmanın temel sorunsalı, muhafazakâr bir siyasi partiye, liberal entelektüeller tarafından
yapılan bu desteğin arkasındaki etkenlerin neler olduğu ve bu desteğin nasıl ve neden
gerçekleştiğidir.
Ad ve Soyad: Fulya Gökcan
Tebliğ Başlığı: Avrupalılaşma sürecinde Türkiye’de sivil-asker ilişkileri
Tebliğ Özeti: Askerin Türk siyasetindeki etkin rolü, Türk demokrasisinin pekişmesi adına bir
tehdit olarak algılanmaktadır. Sivil- Asker ilişkilerinin bu problemli doğası Avrupa Birliği
tarafından da sıkılıkla eleştirilmiştir. Mevcut durum, güvenlik sektörünün demokratik
denetimini vurgulayan Copenhagen Kriterleri’ne de ters düşmektedir. AB tarafından
yöneltilen bu eleştiriler ışığında, sivil- asker ilişkilerini şekillendiren bir takım yapısal ve
yasal reformlar gerçekleştirilmiştir. Özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde bu
reform süreci hız kazanmıştır. Bu çalışma kapsamında, AB’ne uyum çerçevesinde ve AKP
hükümeti döneminde artarak gerçekleştirilen reformların mevcut sivil-asker ilişkilerine
etkileri araştırılacaktır. Bu araştırma kapsamında şu sorulara yanıtlar aranmaktadır:
•AB destekli reform süreci Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çeşitli konulardaki söylemini nasıl
etkilemiştir.
•Reform süreci çerçevesinde, sivil- asker ilişkilerinde bir normalleşme sürecine girilmiş
midir?
•AB’ne uyum sürecinde gerçekleştirilen yapısal reformlar ile askerin tavırsal değişimi
arasında bir bağ kurulabilmiş midir?
Söz konusu meselelerin ışığında, bu araştırmanın amacı; 2002 sonrası dönemdeki sivil-asker
ilişkilerinin doğası hakkında kapsamlı bir değerlendirmede bulunmaktır. Ulaşılması planlanan
sonuç, Türkiye’deki sivil-asker ilişkilerinde gerçekleştirilen yapısal ve hukuki değişikliklerin;
demokratik pekişmeyi ve ordunun demokratik yönetimini sağlayacak bir davranışsal değişimi
sağlayıp sağlayamayacağını anlamaktır.
Ad ve Soyad: YONCA GÜNEŞ YÜCEL
Tebliğ Başlığı: GÜNDELİK HAYAT: ÇALIŞ(MAK), OFF’LAMADAN, PUFLAMADAN!
Tebliğ Özeti: Gündelik hayat kavramının modern kapitalist dönemle birlikte tanımlanması ve
kavramsal olarak sosyal bilimler literatüründe yer alması başlı başına tarih kuramına ilişkin
alternatif bir değerlendirmeyi dikkate almamızı sağlamaktadır. Gündelik hayatın, sosyo
ekonomik etkinliğinde üretici olan çalışanların mekân ve zaman ilişkisinin neresinde durduğu
önem taşımaktadır? Modern kapitalizm, insanı tarihe küstürerek, şimdinin geçmişini ve
geleceğini manipülatif bir şekilde üretmektedir.
Gündeliklik, zaman tanımlamasını kapitalizmin getirdikleri ile yapılandırmıştır. Modern
olanın seküler ve ilerlemeci gelişimi zamanı döngüsel bir süreçten birikimsel bir sürece
taşımıştır. Gündelik hayatın sanayi öncesi toplumlarda doğal döngülerle düzeni ya da tekrarı,
sanayileşme sonrası işgücünün verimine ve ölçülebilirliğine ilişkin tekrarına ve
düzenlenmesine evrilmiştir. Günler, haftalar, aylar, iş günleri, iş takvimleri olarak işbölümü
ve üretim kapasitesine, ölçeğine yönelik planlı ve programlanmış seyir ile hareket etmektedir.
İş zamanı, çay zamanı, boş zaman, tatil zamanı gibi özerk kültür haline getirilen çok zamanlı
ve programlı bir gündelik yaşam söz konusudur.
Bu bildiri gündelik hayatın üreticisi ve tüketicisi olan çalışanların, kapitalizmin gündelik
hayata ivme kazandıran etki alanında sınıf kimliğini, farklılaşma eğilimlerini üretim sürecinin
dışında “boş zaman” üzerinde nasıl yapılandırdığı irdelemeyi amaçlamaktadır. Konumuzu
şekillendirecek sorgulamalar, gündelik yaşamın, çalışma kavramı ile olan ilişkisindeki
ücretlendirme, toplumsal konum, sınıf bilinci gibi argümanlarla, kişinin kendisine kalan
zaman olan “boş zamanın” oluşmasında nasıl hızlı ve sistemli bilgi üretmesidir? Boş zaman,
emek ve tüketim alanlarının çakışığının sosyolojik analizini yapmaya açık mıdır? Sonuç
olarak serveti oluşturan çalışma zamanı, serveti koruyan ya da iradi, tercihi bir alan olan “boş
zaman” sanrısı toplumsal denetime ilişkin önemli sorunlardan biri olmaktadır.
Ad ve Soyad: Hakan M. Kiriş
Tebliğ Başlığı: Post – Demirel Dönemde Isparta Özeli Üzerine Bir Değerlendirme
Tebliğ Özeti: Türkiye’de siyasal liderler ile onların memleketleri ve genellikle seçim
bölgeleri arasındaki ilişki karşılıklı etkileşime dayanmaktadır. Bu kapsamda lider, genellikle
kamu politika ve uygulamaları üzerinde etkili olarak kendi seçim bölgesini koruma ve
kollamaya özen gösterirken ilgili yöre seçmeni de, hemşehrilik bağları yanında lidere sahip
çıkmakla, alacağı hizmetin miktarı ve kalitesinde artış sağlayacağını düşünmektedir.
Lidere odaklı siyaset anlayışının etkin olduğu Türk siyasal hayatında Aydınlı Menderes,
Manisalı Bayar, Malatyalı İnönü ve Özal, Rizeli Yılmaz gibi örnekler arasından şüphesiz
önde gelenlerden biri hatta ilki Ispartalı Demirel’dir. Demirel bilindiği gibi, 1965’ten
günümüze uzanan süreçte ülkedeki siyasal olayları yönlendirebilmiş ve böylelikle (iktidardan)
altı defa gidip (iktidara) yedi defa gelmeyi bilmiştir.
Kırk yılı aşkın söz konusu bu dönemde Demirel bir yandan ülke genelini şekillendirirken
diğer yandan memleketi ve seçim bölgesi olan Isparta üzerinde söz sahibi olmuştur. Isparta
seçmeni de Demirel’i aktif siyasal hayatı boyunca büyük oranlarla desteklemiştir. Bu
bağlamda Demirel – Isparta etkileşimi, Türkiye’de alışıldık bir durum olan lider memleketi
olgusunu en belirgin şekliyle ortaya koymaktadır. Avantajları ve dezavantajları ile Demirel,
Isparta siyaseti, ekonomisi ve toplumsal hayatı üzerinde etkili olmuştur. Bugün de Isparta
denince, Demirel’in memleketi karşılığını duymak şaşırtıcı değildir. Bu bakımdan bildiri,
Isparta yerelinde Demirel öncesi, Demirelli yıllar ve Demirel sonrası dönemi değerlendirme
çabasında olacaktır.
Ad ve Soyad: Hasan S Vural
Tebliğ Başlığı: Din Özgürlüğü Laikliğin Neresinde?
Tebliğ Özeti: Din özgürlüğü 19. yüzyıl siyasal reformlarından bu yana Türkiye’de anayasal
haklar katalogunda yer verilen haklardan biridir. Bu tebliğde din özgürlüğüne ilişkin anayasal
güvencenin hukuk ve siyaset kavramlarıyla bir tartışmasını sunacağım. İçtihatta ve ana akım
doktrinde hakim olduğu görülen anlayışa göre din özgürlüğü özünde bir laiklik meselesinden
ibarettir ve din özgürlüğünün güvencesi laikliktir. Ben bu tezin bir eleştirisi ile şunu
savunacağım: Bu anlayış, din özgürlüğünü tamamı ile kavramaya ve ciddi bir güvence
getirmeye müsait değildir. Dahası, anayasada zaten mevcut olan güvence hükümlerinin
hakkını vermeye yetecek yeterlilikte bile değildir. Bir temel hak olarak din özgürlüğü, öz ve
biçim yönünden, laiklik teriminin çok sayıdaki kavramlarından hiçbiri ile ihata edilemez ve
anayasacılığın evrensel ilkelerinin gereklerini karşılayacak düzeyde ciddi bir güvenceye
kavuşturulamaz. Anayasalarda ve anayasamızda bir temel hak olarak ayrıca düzenlenmiş
olması da bu yüzdendir; bu nedenle, ilgili temel hak kuralını ciddiye almak gerekir.
Ad ve Soyad: Hasret Dikici Bilgin
Tebliğ Başlığı: Parti Sisteminin Düşündürdükleri
Tebliğ Özeti: Bu çalışma Türkiye’nin parti sistemindeki dönüşümleri ve bu dönüşümlerde rol
oynayan dinamikleri incelemeyi amaçlamaktadır. Çalışma parti sisteminin özelliklerinin
zaman içinde nasıl değiştiğinin incelenmesiyle başlamaktadır. Sonrasında parti sistemine
hakim olan oy kayganlığı ve istikrarsızlığın nedenleri ve tarihi kökleri üzerinde
durulmaktadır.
Ad ve Soyad: Kaan GAYTANCIOĞLU
Tebliğ Başlığı: Çok Partili Siyasi Hayata Geçiş ve Demokrat Parti
Tebliğ Özeti: Cumhuriyet’in ilanından sonra ilki 1924’te, ikincisi 1930’da tecrübe edilmiş
Çok Partili Siyasi Hayat, kısa sürede başarısız olmuştur. Demokratik rejimlerin galibiyeti ile
sona eren İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye, tekrar Çok Partili Siyasi Hayat’a geçiş için
karar almıştır. Bu kararı takiben CHP’den ayrılan Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat
Köprülü ve Refik Koraltan 1946’da Demokrat Parti’yi kurmuşlardır. Kısa sürede halkın
desteğini arkasına alan Demokrat Parti, 1950 genel seçimleri sonunda iktidara gelmiştir. Celal
Bayar Cumhurbaşkanı, Adnan Menderes ise Başbakan olmuştur. İktidarın ilk yılları, İkinci
Dünya Savaşı’nda kullanılmayan altın ve döviz stokları ile Marshall yardımlarının da etkisiyle
ekonomik anlamda ferahlama ve ilerleme dönemi olmuştur. DP, 1954 seçimlerinden oylarını
arttırarak çıkmıştır. Bu dönemde artan ekonomik bunalım, DP’nin muhalefete karşı
sertleşmesine yol açmıştır. DP, bu dönemde basın, yargı ve üniversiteler üzerinde çok yoğun
bir baskı uygulamasına rağmen 1957 genel seçimlerini de iktidar partisi olarak kazanmıştır.
1958 yılında ‘4 Ağustos Kararları’ olarak bilinen ve bir devalüasyonu içeren ekonomik
önlemler, ülkede sıkıntıların daha da artmasına neden olmuştur. Bu arada Vatan Cephesi’nin
DP’nin himayesinde kurulması ve ülkede cepheleşmeye yol açması, halk arasında kargaşalara
yol açmıştır. Ülke içindeki huzursuzluk, orduya sıçramış ve 27 Mayıs 1960 müdahalesi ile
TSK, yönetime el koymuştur.
Ad ve Soyad: Koray Yılmaz
Tebliğ Başlığı: Sınıf Mücadelesin Yükselen Ölçeği Olarak Yerel
Tebliğ Özeti: Son yirmi, yirmi beş yıl sosyo-mekansal ilişkilerin yeniden ölçeklendirildiği bir
döneme işaret etmektedir. Yeniden ölçeklendirme süreci bir yanıyla ulusal ölçekten, ulus üstü
veya küresel ölçeğe doğru yaşanırken, diğer yandan bölgesel, yerel gibi ulus altı ölçeklerin de
sosyo-mekansal süreçlerde daha önceki dönemlere göre öne çıktığı görülmektedir. Bu yeniden
ölçeklendirme süreci, genellikle teknik ya da organizasyonel bir içerikle ya da analiz birimi
olarak ulus devlet merkeze konarak anlaşılmaya çalışılmaktadır. Ancak bu tarz yaklaşımlar
yeniden ölçeklendirme sürecinin politik-sınıfsal boyutunu ihmal eder niteliktedir. Bu nedenle,
bu sunuşta günümüzde önemi giderek artan yerel ölçek, sınıfsal içeriği ile anlaşılmaya
çalışılacaktır. Bu çerçevede, günümüzde öne çıktığı biçimiyle yerel ölçeğin, kalkınma ve
demokratikleşme söyleminin ötesinde, sermayenin yeniden ölçeklendirme siyaseti
bağlamında anlaşılması gerektiği üzerinde durulacaktır. Sermayenin bu ölçek siyasetinin, sınıf
mücadelesi açısından emek üzerindeki olası sonuçlarına odaklanılacak, bu sonuçlar, “emeğin
ekonomik olarak baskılanması” ve “emeğin ideolojik olarak baskılanması” olarak ortaya
konacaktır. Bu çerçevede, bu sunuşta amaçlanan sermayenin ölçek siyasetinin sınıf
mücadelesi açısından anlamını, sürecin emek üzerindeki etkilerine işaret ederek anlamaya
çalışmak olacaktır.
Ad ve Soyad: MEHTAP TANAR
Tebliğ Başlığı: Diaspora ve Diaspora Ulusçuluğu: Ermeni Örneği
Tebliğ Özeti: Dünyayı uzun sürede "dengede" olduğu bir dönem olan soğuk savaşın
1980'lerle birlikte giderek yumuşamaya başlaması aslında pek çok coğrafya da dondurulmuş
birçok sorunun ortaya çıkmasını da beraberinde getirmiştir. Buzları çözülmeye başlayan bu
sorunların içerisinde mikro ulusçuluklar önemli bir yer tutmaktadır. Ulusçuluğun bir sonucu
olarak ortaya çıkan diasporalar ve diaspora ulusçuluğunu da mikro ulusçuluklar kategorisine
koyacak olursak, 1980lerden sonra bu konudaki akademik çalışmaların belirgin bir biçimde
artması şaşırtıcı değildir.
Söz konusu çalışmalarda genel olarak “diaspora” kavramsal ve anlamsal bir çerçeveye
oturtulmaya çalışılmış; bir topluluğu diaspora olarak tanımlamak için ne gibi özellikleri
taşıması gerektiği üzerinde durulmuştur. Ancak bu özellikler Yahudi deneyimlerinin etkisini
taşımaktadır ve hemen belirtmek gerekir ki ulusçuluk söz konusu olduğunda asgari müşterek
özelliklerden bahsetmek olanaksızdır ve her ulusçuluk kendine özgü özellikler taşımaktadır.
Bu durumu göz önünde bulundurarak, tebliğimde, bir topluluğun diaspora olarak
nitelendirilebilmesi için taşıması gerekli olduğu söylenen özelliklere değinerek oluşturulacak
kavramsal çerçevenin sınırlarının, spesifik olarak Ermeni deneyimleri tarafından nasıl
şekillendirildiği üzerinde durulacaktır. Sonrasında ise makro düzeydeki Ermeni
ulusçuluğundan farklı olarak Ermeni diaspora ulusçuluğunun taşıdığı özelliklere teorik
düzeyde değinilecektir.
Ad ve Soyad: METE BURAK SÖNMEZ
Tebliğ Başlığı: “Sosyal Belediyecilik”: Bir Kavramın Tekâmülü
Tebliğ Özeti: Sosyal politika, bilimler sistematiği içinde ortaya çıkışı yakın zamanlara
rastlayan yeni bir bilim dalıdır. Bu yeni bilim dalının Türkiye’deki uygulanmasında yetkili
kamu yönetim birimi, merkezi idaredir. Bununla birlikte merkezi hükümetin yerel düzeydeki
sosyal politikalarının etkinliği, yerel yönetimlerin dolaylı-dolaysız desteği ile elde
edilebilmektedir. Yerel yönetimlerin, halkın sosyal ihtiyaçlarını yerinde ve doğru olarak
belirlemede ve bu ihtiyaçları doğrudan karşılamada merkezi yönetimlere göre daha avantajlı
bir konumda olduğu söylenebilir.
Sosyal politika aktörü olarak devleti kabul etmek, sosyal devlet ve sosyal politika
kavramlarına yapılan tanımlarla yakınan ilgilidir. Makro perspektifiyle ele alınan sosyal
politika, zenginlerden fakirlere kaynak dağılımında yani sosyal adaletin tesisinde gelirin
yeniden dağılımına yönelik hükümet (devlet) politikalarıdır. Merkezi hükümetler, sosyal
alanda yerel yönetimlerle işbirliği yapmak suretiyle sosyal politikaların yaygınlaşmasına
yardımcı olabilmektedirler. Merkezi ve yerel sosyal politikaların birlikte değerlendirilmesi ile
başta yerel yönetimler olmak üzere yerel STK’lar, özellikle sosyal politikaların gayri maddi
alanlarında ve özellikle sosyal hizmet faaliyetlerinde aktif bir pozisyon alabilirler.
Yerel sosyal politika, mahalli düzeyde yöre sakinlerinin ve STK’ların beceri ve
kaynaklarından yararlanılarak, sosyal hayatın ve gücünün, yerel ekonomik ve sosyal
gelişmeyle desteklenmesini öngören sosyal politikalardır. Burada, yerel yönetimlere sosyal
alanlardan planlama, düzenleme ve uygulama fonksiyonu yükleyen bir yaklaşım söz
konusudur. Yerel yönetimler, sosyal konut, sosyal yardım, sosyal hizmetler, sosyal
danışmanlık, istihdam, yoksulluğun giderilmesi, sağlık, eğitim ve çevrenin korunması gibi
değişik sosyal alanlara ve özellikle dezavantajlı sosyal gruplara yönelik programlar
hazırlamakta ve uygulamaya koymaktadır. Sosyal politikaları yerel düzeyde başarı ile
uygulayan belediyeler, sosyal devlet anlayışının yerel yansıması olarak “sosyal belediye”
ismini almaya haz kazanmaktadırlar.
Ad ve Soyad:FIRAT MOLLAER
Tebliğ Başlığı: Muhayyileyi Milliyetçiliğe Kaptırmamak
Tebliğ Özeti: Son yıllarda -özellikle Hrant Dink'in öldürülmesinden itibaren- geliştirilen
milliyetçilik eleştirisinin sahip olduğu post-yapısalcı renk, milliyetçiliğin gücünün
anlaşılmasının önünde bir engel teşkil ettiği için, milliyetçiliğin eleştirisi konusunda da belli
zaaflar içermektedir. Liberal solun post-yapısalcı yanılgısı olarak da formüle edebileceğimiz
bu zaaflar (ki anti-milliyetçilik son dönemde "liberal sol" olarak tanımlanan bir akımın
ayıredici özelliği haline gelmiştir), a) politikada tahayyül ve kolektif tahayyülün önemi, b)
mekânın politik bilincin oluşumunda oynadığı rol, c) yerel(ci) politikanın potansiyel gücü ve
d) daha iyi kolektif topluluklar oluşturulabileceği yönündeki politik inanca karşı kuşkucu
yaklaşım olarak özetlenebilir. Bu zaafların zamanımızın akademik ruhu sayılabilecek postyapısalcılıkla bir ilişkisinin olduğu açıktır. Post-yapısalcılık ise tahayyül, mekân, yerel(ci)
politika ve iyi topluluk konusundaki kuşkuları nedeniyle, alternatif topluluk tahayyülü
(üretme) açısından üretken bir teorik saha değildir. Dahası tahayyülümüzü milliyetçiliğe
kaptırmamak, milliyetçiliğin önerdiğinden daha iyi dayanışmalar tasarlayabilmekle
olanaklıdır. Bu durumda, milliyetçilik ve onun eleştirisi bağlamında düşünürken, postyapısalcı yanılgılar üzerinde de kafa yormak gerekir.
Ad ve Soyad: Özgür Deyanç
Tebliğ Başlığı: Refakatsiz Sığınmacı Çocukların Türkiye’deki Durumu
Tebliğ Özeti: Türkiye, 1995’ten bu yana Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne
taraf ülkelerden biridir ve Türkiye bu sözleşme gereğince çocukların sivil, siyasi, ekonomik,
sosyal ve kültürel haklara sahip olduğunu, hiçbir ayrım gözetmeksizin bu haklara saygı
duyacağını ve güvence altına aldığını beyan etmiştir. Korunmaya muhtaç çocuk grupları
içinde yeralan refakatsiz sığınmacı çocuklar da, sözleşme gereği, aynı haklara sahiptirler.
Türkiye’de refakatsiz sığınma arayan çocukların korunmasıyla ilgili yasal düzenlemelere ve
uygulamadaki eksikliklere dair yeterli bir çalışma olmaması ve son yıllarda artan çocuk
başvuruları bu konunun araştırılma nedenlerinden biridir. Çalışmanın diğer amacı,
Türkiye’nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin, refakatsiz sığınma
arayan çocukların korunması ve desteklenmesine yönelik tavsiye kararları doğrultusunda,
Türk mevzuatındaki ve uygulamadaki farkları belirleyerek konuya bir mercek tutmaktır.
Ad ve Soyad: Özgür Taşkaya
Tebliğ Başlığı: Refah Partisi’nin emperyalizm karşıtı ve ırkçı söylemleri
Tebliğ Özeti: 12 Eylül darbesinden sonra 1983 yılında kurulan ve 1998 yılında kapatılana
kadar Türkiye’de “Siyasal İslam”’ın en büyük temsilcisi konumunda bulunan Refah Partisi,
faaliyette bulunduğu süre içerisinde emperyalizm-siyonizm karşıtı bir politika izlemiş ve bu
politika çerçevesinde de parti ileri gelenleri ırkçı birtakım söylemlerde bulunmuşlardır. Bu
çalışma özellikle parti lideri Necmettin Erbakan’ın konuşmalarının da incelenmesiyle Refah
Partisi’nin emperyalizm karşıtlığının, ırkçı söylemler ile beraber, boyutunu ortaya koymayı ve
bunun ne derece doğru olduğunu ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Ad ve Soyad: Pınar Sayan
Tebliğ Başlığı: 21. yy’da Türk Milliyetçiliği ve Sinema
Tebliğ Özeti: Günümüzde milliyetçilik çalışmaları, küreselleşmenin ulus-devletler üzerindeki
etkileri ve vatandaşlık üzerinde yoğunlaşır fakat son dönemde görünürlüğü oldukça artan bir
başka alan da popüler kültürdür. Popüler kültür sadece milliyetçi söylemin yayıldığı değil;
aynı zamanda da kurgulandığı bir alan haline gelmiştir. 21. yüzyılda teknoloji ve
küreselleşmenin etkisiyle futbol, televizyon dizileri, kitaplar, internet siteleri, video klipler,
sinema filmleri, reklamlar; hepsi milliyetçiliğin hem yayıldığı hem kurgulandığı birer alan
haline gelmektedir. Bu çalışma kapsamında, bu geniş alan içerisinde sinema filmleri
incelenecektir. Türkiye’de özellikle son on senede milliyetçi söylem kullanan sinema
filmlerinin sayısı epeyce artmıştır. Bu filmler tek bir çeşit olmadığı gibi söylemleri de tek
değildir. Bu çalışmanın amacı, milliyetçi olarak nitelendirilebilecek sinema filmlerini
belirlemek ve gruplandırmak; filmlere söylem analizi yaparak milliyetçiliğin ideoloji olarak
günümüzde nasıl kurgulandığını ve kaç çeşit milliyetçi söylem olduğunu ortaya çıkarmaktır.
Milyonlarca insan tarafından takip edilmiş bu filmlerin toplumun milliyetçilik algısı üzerine
önemli bir fikir verecekleri düşünülmektedir.
Ad ve Soyad: PINAR TUZCU
Tebliğ Başlığı: Avrupa’da Yükselen Sağ ve Göçmenler: Almanya Örneği
Tebliğ Özeti: 1980’lerden bu yanan dünyada sağın yükselişine tanık olmaktayız. Öte yandan
aynı dönem itibariyle, nüfus hareketliliğinin etkisini ve sonuçlarını gösterdiği 21. yüzyılda,
“göçmen sorunu” olarak adlandırılan problemler demeti zaman zaman sokak çatışmalarına
dönüşerek karşımıza çıkmaktadır. Özellikle Avrupa hem “radikal” sağın yükselişine tanıklık
ederken hem de “göçmen sorunu”nu güncel bir biçimde gündeminde tutmaktadır. Fransa ve
Almanya gibi göçmen ülkeleri olarak bilinen Avrupa ülkeleri sadece sağın radikal bir çizgide
ilerlemesiyle değil ama aynı zamanda tartışma yaratan yeni göç politikalarıyla dikkat
çekmektedir. Özellikle Almanya Hıristiyan Partisinin iktidarından bu yana göçmenlere karşı
geliştirilen yeni uygulamalarla dikkatleri üstüne çekmiştir.
Bu çalışmada Almanya örneğiyle Avrupa’da sağın yükselişi göçmenler ve göçmen politikaları
ekseninde ele alınacaktır. Aynı zamanda sağ mı radikalleşiyor ya da “radikal” sağ mı
yükseliyor soruları ile göçmen ülkesi olduğunu ancak uzun yıllardan sonra kabul etmesi ile
birlikte sağın da iktidarına tanıklık eden Almanya’da göçmen nüfus, milliyetçilik/faşizm, sağ
ve radikal sağ gibi olguların birbirleriyle etkileşimleri ele alınacaktır.
Ad ve Soyad: Şakir Dinçşahin
Tebliğ Başlığı: İkinci Dünya Savaşı Sırasında Türkiye’de Yahudiler
Tebliğ Özeti: Türk toplumunda gayri-Müslim vatandaşların Birinci Dünya Savaşı ve
Kurtuluş Savaşı sırasında işgal güçleri ile işbirliği yaptıklarına dair inanış geçmişten
günümüze kadar gelmektedir. Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında Batı Anadolu’da
Yunanistan’la işbirliği yapan Rumlar ya da Doğu Anadolu’da bir ulus-devlet kurmak isteyen
Ermeniler söz konusu olduğunda bu inanışın tarihsel bir temeli olduğu söylenebilir. Ancak
Türkiye’de yaşayan Yahudiler söz konusu olduğunda herhangi bir ayrılma talebine ya da işgal
güçleriyle işbirliği yaptıklarına rastlamak mümkün değildir. Buna rağmen Türk toplumu ve
hükümetleri tüm gayri-Müslimlerle birlikte Yahudilere karşı da güvensizlik duymuşlardır.
Gayri-Müslimlere karşı Türk toplumsal hafızanın yarattığı bu güvensizlik İkinci Dünya
Savaşı sırasında Türkiye’de azınlıklara karşı çeşitli “önlemler” alınmasına yol açmıştır. Varlık
vergisi, Yirmi Kur’a İhtiyatları ve Vatandaş Türkçe Konuş Kampanyaları tüm azınlıklara
karşı uygulanan “önleyici tedbirler” arasında sayılabilir. Ancak bu çalışmada tek bir azınlık
üzerinde durulacak, alınan “tedbirlerin” Türkiye Yahudileri üzerindeki etkileri incelenecektir.
Ayrıca Nazi Almanya’sından Türkiye’ye ya da Türkiye üzerinden Filistin’e sığınmak isteyen
Yahudi mültecilere karşı Türk hükümetlerinin izlediği siyaset de analiz edilecektir. Bu
çerçevede Necdet Kent ve Selahattin Ülkümen gibi diplomatların görevli oldukları
bölgelerdeki Yahudilere pasaport vererek Türkiye’ye sığınmalarını sağladıkları belirtilecektir.
Ancak bu tutum bir hükümet politikası haline gelmemiştir. 1938 yılında vatandaş olmayan
Yahudilerin Türkiye’ye girişlerini kısıtlayan yeni pasaport yasası kabul edilmiştir. Buna göre
Türkiye’ye sığınmak isteyen Yahudilerden sadece ülkede ihtiyaç duyulan hekim, mühendis,
eczacı ve profesörlerin gelmesine izin verilmiştir. 1941 yılında ise Yahudilerin Türkiye
üzerinden transit geçişini sınırlandıran bir Bakanlar Kurulu Kararı alınmıştır. Bu karar
doğrultusunda Yahudi mültecileri taşıyan Struma (1942) gemisi Türk karasularından
uzaklaştırılmış ve 778 yolcusuyla Karadeniz’de batmıştır.
İşte bu çalışmada, Türk toplumsal hafızasının azınlıklara karşı yarattığı güvensizliğin İkinci
Dünya Savaşı sırasında Türkiyeli olan veya olmayan Yahudiler üzerindeki etkileri dönemin
gazete ve dergilerinde çıkan yazılara, resmi arşivlerdeki evraklara, döneme tanıklık etmiş
kişilerin anı ve biyografilerine referansla incelenecektir.
Ad ve Soyad: F.Seda Kundakcı
Tebliğ Başlığı: “Cumhuriyet Kadını” ve ”İslamcı Kadın”: İnternet Siteleri Üzerinden Bir
Karşılaştırma
Tebliğ Özeti: Toplumsal cinsiyet kavramı, kadın ve erkek arasındaki toplumsal, kültürel,
ekonomik, politik davranış kalıplarının tanımlanması ve farklılıkların ifade edilmesi olarak
tanımlanabilir. Aile ortamı ile başlayan toplumsal cinsiyetin kurgulandığı sürecin, en
sistematik hali devlet kurumları içinde karşımıza çıkar. Devlet, kendi siyasi ideolojisi
çerçevesinde ve bu ideolojiyi en çok simgesel özelliklerle gözler önüne serecek olan kadını
şekillendirir. Bu bağlamda kadın, herhangi bir ideoloji veya devlet sistemi içinde
araçsallaştırılır. Kadının siyasi ideolojinin simgelerinin taşıyıcısı ve aracı olmasını, hem
Cumhuriyet ile hızlanan Türk modernleşmesinde, hem de 1970’ler sonrasında siyasallaşan
İslam ideolojisinde görmek mümkündür.
Türkiye’deki modernleşmeci aydınlar ve yönetimdeki seçkinler, Tanzimat’tan başlayarak
kadın meselesini toplumsal modernleşme projesinin çok önemli bir unsuru olarak tartıştılar.
Kadın toplumun geri kalmışlığının nedeni, çözülmesi gereken bir mesele olarak gündeme
geldi. Terimleri ve çerçevesi çoğunlukla erkekler tarafından tanımlanan bu modernleşmeci
zihniyet kadınları düzeltilmesi gereken bir sorun olarak ele aldı, toplumun geri kalmışlığını
âdeta kadınların cehaletine bağladı. Muhafazakâr ya da ilerlemeci toplumsal projeler, politik
simgelerini hep kadın bedenlerinde ve kendi politik hedeflerine göre kurguladıkları kadın
kimlik ve imgelerinde ifade ettiler. Buradan hareketle makalede ataerkil yapının, çok zıt gibi
görünen ideolojilerde bile ortak bir nokta olarak korunduğu düşüncesi savunulmaktadır.
Bu kuramsal çerçeveye bağlı kalarak, makalede her iki ideolojik yaklaşımı karşılaştırmalı
incelemek amacıyla 6 farklı internet sitesi seçilmiştir. İslamcı kadını temsilen ele alınan
http://www.muslumankadin.com/, http://www.biriz.biz, http://www.esselam.net internet
siteleri incelenmiştir. “Cumhuriyet kadını” tipini temsilen de www.kemalistler.net,
www.kemalistdusunce.com, www.6okemalizm.com sitelerinde özellikle kadın konulu
forumlar ele alınmıştır. Bu internet sitelerinin incelenmesinin nedeni, içerik açısından zengin
bir malzeme sunmaları ve güncellenmeleridir.
Ad ve Soyadı: Sibel Ercan
Tebliğ Başlığı: Lozan Nüfus Mübadelesi’nin Yaşar Kemal’deki İz’i: ‘Fırat Suyu Kan Akıyor
Baksana’
Tebliğ Özeti: Milletlerin ulus bilincini kazanmaya başlamasıyla imparatorluklar yıkılarak
ulus-devlet olma sürecine girmiş, buna Osmanlı İmparatorluğu da eklemlenmiştir. 1923
Lozan Nüfus Mübadelesi, Türkiye ve Yunanistan’ın ulusal devlet olma yolunda uygulanan
önemli bir tarihi olaydır. Bununla birlikte Mübadele, sadece siyasi bir olgu olarak kalmamış,
iki ülkenin edebiyat ve sanat alanlarındaki eserlerine ‘farklı zaman’larda yansımıştır.
Zamansal farklılık iki ülkedeki ‘imge’lerin oluşumunu da etkilemiş, özellikle edebiyatın bu
imgelerin yaratılmasında / pekiştirilmesinde belirgin bir katkısı olmuştur. Bu doğrultudan yola
çıkarak inceleyeceğimiz eser, Yaşar Kemal’in ‘Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana’ adlı
romanıdır. Eserde, Mübadele’nin ertesindeki ilk yıllar konu edilerek, bir Rum gençle Türk
yüzbaşı arasında yaşananlar anlatılır. Kemal’in roman anlayışında toplum gerçekliğinin
önemli bir yeri vardır. Bu doğrultuda yazar, hem siyasi / tarihi bir olgunun akislerinden dem
vurmuş hem de kendi edebi yetkinliğinin belli başlı özelliklerini kullanmıştır. Bu noktada
yazarın uzam olarak ‘ada’yı seçmesi de bir gösterge olarak düşünülebilir. Bununla birlikte
Mübadele ise romanda salt belgesel nitelikli unsurlarla değil; mitsel, destansı öğelerle birlikte
yoğrularak ele alınır. Sonuç olarak yazarın, toplumuza ait bir gerçekliği kendine has üslubuyla
ele aldığını belirtebiliriz.
Ad ve Soyad: Sinem GÖÇ
Tebliğ Başlığı: Yükselen Pazar Ekonomilerinden Çin: Demokrasi Üzerine İnceleme
Tebliğ Özeti: 21. yüzyılda değişen dünya düzeni içinde ortaya çıkan temel dinamikler;
teknolojinin hızla gelişmesi, bilgi toplumunun güçlenmesi, ulusal ekonomi anlayışının
zayıflaması, sınırların giderek ortadan kalkması, sermaye hareketlerinin ve uluslararası
ticaretin artması ve hemen hemen her alanda liberal yaklaşımların benimsenmesidir.
Ekonomiler bu değişim dinamiklerini sürdürülebilir kalkınma, maliyet indirme ve yeni
endüstriyel alanlar yaratma hedeflerine yükselen pazar ekonomileriyle ulaşabilmektedirler.
Yükselen Pazar Ekonomileri, ekonomilerini piyasa ekonomisi anlayışına göre yeniden
yapılandıran ve uluslararası ticaret, teknoloji transferi ve doğrudan yabancı sermaye yatırımı
için imkan sağlayan ekonomilerdir. Global nüfusun yaklaşık ¾’ü yükselen pazar
ekonomilerinde yaşamaktadır. Nüfus artış oranı gelişmiş ülkelere göre daha yüksektir. Bunlar
hızlı büyüyen, mali piyasa denetimi başlangıç aşamasında, mali piyasaları dalgalı olan ve mali
piyasa oyuncuları spekülatif hareket eden ekonomilerdir. Yükselen pazar ekonomilerinin
ayırıcı özellikleri arasında devletin ekonomiye göreceli müdahalesi, demokratik siyasi yapı
yetersizliği, siyasi istikrarsızlık ve bunun yanında hukuki ve yasal düzenlemelerde yoğun
boşluklar, istismar ve kayırmacılık önemli noktalardır. Global rekabet yarışına bu gibi
nedenlerle geride başlayan yükselen pazar ekonomilerinde tüketim talebinin yüksek olması
gelişmiş ülke ekonomileri için çok cazip olmaktadırlar.
Dünya Bankası sınıflandırmalarına göre en büyük beş yeni yükselen pazar ekonomisi Çin,
Hindistan, Endonezya, Brezilya ve Rusya’dır. Bu bildiride yükselen pazar ekonomileri
arasından ilk sıraya yerleşen Çin’in demokrasi anlayışı üzerine bir inceleme yapılacaktır.
Ad ve Soyad: ŞULE YAYLACI
Tebliğ Başlığı: Türkiye’de ordu ve islam ekseninde siyasal kültür ve demokratikleşme
Tebliğ Özeti: Demokratikleşme çabası içinde olan toplumlarda demokratik ilerleme düzeyi
ve başarısını açıklamak için iki ana akımdan söz edilebilir: rasyonel-tercih(rational-choice) ve
siyasal kültür(political culture). Ekonomik determinist açıklamalarla hareket eden “rasyoneltercih”(rational-choice) akımının demokratik gelişimi tüm boyutlarıyla açıklamaktaki
başarısızlığı, kültürel etmenlerin ve toplumda varolan demokratik değerlerin önemini
vurgulayan siyasal kültür’ün demokrasi çalışmalarında bir etken olarak değerlendirilmesine
yol açmıştır. Almond ve Verba(1963) ile başlayan, ve en son Ronald Inglehart’ın “World
Values Survey” çalışmasıyla empirik sonuçlar doğuran siyasal kültür’ün demokratikleşme
yolunda ciddi etkileri olduğu paylaşılan bir fikirdir. Örneğin, Türkiye’deki siyasal kültürün
özellikleri hakkında önemli ipuçları veren Türkiye Değerler Araştırması’nın sonuçlarına göre
de siyasal kültürün çok önemli bir unsuru olarak görülen “güven” konusunda ülkemizde ciddi
bir sorun yaşanmaktadır. Bu çalışma, yapılan empirik çalışmalardan hareketle Türkiye’deki
siyasal kültür’ün demokratikleşme yolundaki etkisini incelemeyi hedeflemektedir.
Türkiye’deki siyasal kültür çalışmalarında İslam’ın demokrasi ile olan ilişkisi, uyumu bu
bağlamda ciddi tartışma konusudur, ve önemli bir boyutunu oluşturmaktadır. Diğer taraftan,
askerin siyasete müdahalesi ve insanların ordunun yeri hakkindaki fikirleri yine Türkiye için
önem arz etmektedir. Siyasal kültür’e dair yapılan ölçümlerde, ordu ve Islam unsurlarının
yansımasını tespit etmek amacıyla “insanların demokrasiye olan destek ve bağlılıkları” ve
“siyasal özgürlük” kavramları iki ana başlığı oluşturmaktadır. Ayrica, sık sık tartışılan
“Jakoben laiklik” kavramı da hem orduya hem İslam’a atıflar taşıdığı için siyasal kültür
çerçevesinde tartışılması gereken önemli bir boyuttur. Her ne kadar ölçümlerde başlık olarak
yer almasa da, İlter Turan’in vurguladığı gibi farklılıklara tahammül edemeyen ve seçkincilik
anlayışının ağırlığı yönünde bulgular, nüfusun bir kısmının Jakoben yaklaşımlara sahip
olduğunu göstermektedir. Bu sunumda, Ilter Turan’ın çizdiği çerçevede, empirik sonuçlar
üzerinden siyasal kültür, ölçüm kriterleri ve bulgular; ordu, İslam ve Jakobenism çerçevesinde
değerlendirelecektir. Sunumun temel argümanı ise, Türkiye’de tam anlamıyla yerleşmeyen
demokrasinin ciddi ölçüde siyasal demokratik kültür’den etkilendiğidir. Ancak bu etkinin
ekonomik etmenlerin önüne geçtiğini söyleyebilmenin mevcut bulgularla pek mümkün
olmadığı da bir gerçektir.
Ad ve Soyad: Tuğcan Durmuşlar
Tebliğ Başlığı: Dış Politikaların Avrupalılaşması: AB Koşulluluğu ve Türk Dış Politikası
Örneği
Tebliğ Özeti: Avrupalılaşma kavramı 1980’lerden itibaren Avrupa Çalışmaları literatüründe
artan bir şekilde kullanılmaya başlanmış, Avrupa Birliği bütünleşmesinin üye ve aday
ülkelerin ulusal politikaları üzerindeki etkilerini açıklayan kuramsal bir yaklaşımdır. Dış
politika alanında Avrupalılaşma ise, ulusal dış politikaların oluşturulma ve yürütülme
şekillerindeki dönüşüm ve Avrupa siyasa yapımı sisteminden kaynaklanan norm ve
beklentilerin sosyalizasyon yoluyla içselleştirilmesi süreci olarak değerlendirilmektedir. Türk
dış politikasının Avrupalılaşması örneğinde ise, Türkiye’nin mevcut adaylık konumu ve üye
ülkelerin aksine Birliğin karar alma mekanizmalarında yer almayışı dış politika alanında AB
koşulluluk politikasının ödül ve ceza anlayışı çerçevesinde yukarıdan aşağıya bir şekilde
uygulanmasını beraberinde getirmektedir. Bu çalışmada, Türk dış politikasının Türkiye’nin
AB üyeliğine adaylığının ilan edildiği 1999 yılından bu yana AB ekseninde bir dönüşüm
gösterdiği iddia edilmektedir. Bu kapsamda çalışmanın amacı, Türk dış politikasında adaylık
konumunun elde edilmesi ile başlayan son dönemdeki dönüşümü Avrupalılaşma kavramı
çerçevesinde ve neden-sonuç ilişkisi içinde incelemektir. Çalışmanın ilk bölümünde
Avrupalılaşma kavramı, işleyiş mekanizmaları ve yöntemleri üzerinde durulacaktır. Ardından
ulusal dış politikaların Avrupalılaşması incelenecek ve Avrupa Birliği’nin aday ülkelerdeki
ulusal değişimi teşvikinde en temel araç olarak kullandığı koşulluluk politikası irdelenecektir.
Son olarak ise, Türk dış politikasında adaylık sürecinde görülen ideolojik ve kurumsal
değişim ile siyasa çıktılarındaki dönüşüm analiz edilerek nasıl ve ne şekilde bir değişimin söz
konusu olduğu belirlenmeye çalışılacaktır.
Ad ve Soyad: Tuncay Bilecen
Tebliğ Başlığı: Radikal Kuram(lar) Liberal Demokrasinin Meşruiyet Krizine Çare Olabilir
Mi?
Tebliğ Özeti: Kökü Eski Yunan’a kadar uzanan demokrasi kavramı, o günlerde yüklendiği
olumsuz anlamı terk edeli neredeyse iki yüz yıl oldu. “Modernitenin moda kıyafeti olan
demokrasi,” küreselleşme süreci ile birlikte etki alanını genişletirken liberal kuram
çerçevesinde ele alınma eğiliminin de baskın olduğu görülmektedir. Böylece soğuk savaş
döneminin demokrasi söylemleri tekrar gözden geçirilmekte, hâlâ bir konsensüs sağlamayan
demokrasi tanımlarında, liberal demokrasi bağlamındaki tanım arayışları ağırlık
kazanmaktadır.
Zygmunt Bauman’ın deyimiyle, liberalizm bugün basit bir “alternatifi yok” amentüsüne
indirgenmiştir. Bu tür bir argüman, yıllardır süren neoliberal hegemonyanın sonucunda tesis
edilen ideolojik zemini, sorgulamadan kabul eder ve koşullara bağlı bir durumu tarihsel bir
zorunluluğa dönüştürür. Buna göre, neoliberalizm mükemmellikten uzak olabilir, ama
mümkün olan tek sistemdir. Kapitalizmin alternatifsizliği varsayımının bir diğer özelliği ise,
geleceğe yönelik iyimserliğinde yatmaktadır.
Oysa küreselleşme süreci ile birlikte liberal demokrasi ideali ile bugün yaşadığımız biçimi
arasındaki mesafe azalacağına artmaktadır. Günümüzde demokratik değerler açısından
önemli bir sorun olarak görülen; toplumun geniş kesimlerinin siyasal süreçlerden dışlanması,
yurttaşların siyasete olan ilgisinin azalması, katılımın düşmesi, siyasetin uzmanlık gerektiren
teknik bir faaliyete dönüşmesi, medyanın sermayenin güdümündeki yanlı yayınlarının
toplumsal sorunlara özgürce tartışılabilmesinin engellemesi gibi eğilimler neoliberal
politikaların egemenliğini korumasının temel koşulu olarak ortaya çıkmaktadır.
Soyut vatandaş ve parçalanmış birey temelli ve siyaseti sadece çıkar grupları ve partiler
yoluyla temsil edilmesine indirgenmiş geleneksel liberal demokrasinin bir meşruiyet krizi
sorunuyla karşı karşıya olduğu vurgusu son yıllarda sıkça yapılmaktadır. Bu tebliğde; liberal
demokrasinin küreselleşme sürecinde yaşadığı meşruiyet krizine çare olmak üzere üretilen;
“radikal demokrasi”, “katılımcı demokrasi”, “müzakereci demokrasi”, “cumhuriyetçi
demokrasi” gibi açılımların söz konusu krize ne ölçüde çare olabileceği, demokrasi teorisi
çerçevesinde ele alınacaktır.
Ad ve Soyad : Ümit Akçay
Tebliğ Başlığı: Kapitalizm ve Kurumları: Türkiye’de Kapitalizmin Gelişimi ve Devletin
Kurumsal Dönüşümü Arasındaki Bağlantılar
Tebliğ Özeti: Bu çalışmada son otuz yıla yakın bir süredir dünya genelinde yaşanan yeniden
yapılanma sürecinin, özellikle Türkiye özelinde 2001 krizi sonrasında yoğunlaşan yapısal
reformlar bağlamında devletin dönüşümü üzerinden irdelenmesi amaçlanmıştır. Bu amaçla
kavramsal olarak Marksist politik ekonomi yaklaşımı ile eleştirel kurumsalcılık arasında bir
diyalog kurulması önerilecektir. Bu çerçevede öncelikle devletin kurumsal dönüşümü üzerine
ana akım yaklaşımlardan farklılaşması ile öne çıkan ikinci dalga kurumsalcı yaklaşımın
vurgularına yer verilecektir. Ardından bu yaklaşımın, kurumsal dönüşümün sürecini anlamaya
çalışırken nasıl sorusu üzerinden hareket ettiği oranda, dönüşümün nedenlerinden çok
mekanizmalarına eğilmesinin bir sonucu olarak ancak betimleyici düzeyde kalan açıklamaları
nedeniyle eleştirilecek ve bu sorunun aşılması için alternatif bir çerçeve önerilecektir. Buna
göre önerilen çerçeve, ikinci dalga kurumsalcı yaklaşımdan farklı olarak, öncelikle devletin
kurumsal dönüşümü sürecinin gerisinde yatan temel dinamiklerinin açık hale getirilmesi
zemininden hareket edilecektir. Ardından kurumsal dönüşüm sürecinin ancak kapitalist
toplumsal ilişkilerin analizi açısından kritik olan sermaye birikim süreciyle ilişkilendirerek
anlaşılabileceği ileri sürülmektedir. Bu bağlamda sermaye birikim süreci, teknik ve sadece
iktisadi bir süreç olarak değil, yapısal ve kurumsal ilişkilere dayanan ve toplumsal aktörlerin
mücadeleleriyle şekillenen bir süreç olarak tarif edilmektedir.
Çalışmanın sonraki bölümünde ise böyle bir perspektiften bakılarak, Türkiye’de kapitalizmin
gelişimi ve devletin kurumsal dönüşümü arasındaki bağlantılara işaret edilecektir. Bu
bağlantılar ise, gerek kavramsal, gerekse DPT, Hazine ve Merkez Bankası gibi ekonomi
bürokrasisinin temelini oluşturan kurumların dönüşümlerinden olgusal örnekler verilerek
analiz edilecektir. Sonuçta kurumsal dönüşüm sürecinin nedenlerinin toplumsal sınıflar arası
ve sınıf içi güç ilişkilerinde yaşanan bir dönüşüm sürecine paralel olarak geliştiği ileri
sürülecektir.
Ad ve Soyad: Ümit Kurt
Tebliğ Başlığı: Kant’daki Aydınlama ve Özgürlük Kavramları Üzerine Bir Deneme
Tebliğ Özeti: Her bireyin rahatlıkla artiküle ettiği, her platformda üstüne basa basa
vurguladığı, hayatın tüm merkezini kapsayan; ama diğer taraftan önemi, değeri ve nitelikleri
gerçek anlamda içselleştirilmemiş, zihinsel ve entellektüel bir çabanın ürünü olarak
görülmeyerek muğlaklığa terk edilen; her bireyin öncelikle “birey” olmanın farkına varmadan
hoyratça kullandığı bir nosyon özgürlük. İnsanlık tarihinin bütün dönemlerinde; değişik
kavramsallaştırmalar ve paradigmalar çerçevesinde sürekli yeniden tanımlanan bizatihi
“kendisi için kendinde bir öz bilinç” tasavvuru olan özgürlük ve onun parametreleri çoğul
okumalara her zaman açık olagelmiştir. Tarihsel döngü ve gelişim içerisinde ortaya çıkan ve
tüm insanlık tarihini farklı bağlamlarda ve eksenlerde derinden etkileyen liberalizm,
sosyalizm, muhafazakârlık, milliyetçilik, demokrasi gibi özgün epistemolojik temelleri olan
bu geniş yelpazedeki ideoloji ve yaşam biçimlerinin sosyal-toplumsal formasyonlarda en
çarpıcı gönderim noktası özgül içeriklerde de olsa “özgürlük” kavramı ve bu kavramın özüne,
niteliklerine ve değerine yönelik yapılan postülasyonlardır.
Özgürlük ve onun değeri üzerine yoğrulan düşüncelerin, tefekkürlerin ve kurguların
çekirdeği, bizatihi özgürlüğün kendisi onun insan aklını ve rasyonalitesini dünyayı ve
hayatımızı biçimlendirme, onu dönüştürme bağlamında, özgürlüğün zihnimizde yarattığı
eylem alanıdır. Bu minvalde, özgürlüğün ne olduğuna dair gerek büyük tarih felsefelerince
gerekse önemli düşünürler tarafından yapılan tüm ontolojik tanımlamaların temel ekseninde
modernitenin en temel ayaklarından olan “Aydınlanma” ve onun vazettiği parametreler yatar.
Bu yazı ünlü Alman filozof Immanuel Kant’ın modern felsefeye kazandırdığı modernitenin en
önemli sacayağı olan Aydınlanma ve özgürlük kavramları ve bu kavramların birbirleriyle
doğrudan olan ilişkilerine değinmeyi hedefliyor. Ayrıca bunu yapmaya girişirken Kantçı bir
izleği takip ediyor.
Adı ve Soyadı: Veysel Eşsiz
Tebliğ Başlığı: Gerçeklik 0- Diskur 1: Ülke İçinde Yerinden Edilme Sorunu ve Türkiye
Tebliğ Özeti: 6 Mart 2008'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu “Ülke İçinde Yerinden
Edilenlerin Korunması ve Desteklenmesi”ne (A/RES/62/153) ilişkin benimsediği kararda
BM'e üye devletler, ülke içinde yerinden edilen kişilere sağlanan yetersiz destek konusunda
duydukları “derin rahatsızlıkları” yineledi ve uluslararası insan hakları ve insancıl hukukun
ilgili hükümlerini “hatırladığını” bildirdiler.
Söz konusu karar, BM tarafından ülke içinde yerinden edilme sorununa ilişkin olarak kabul
edilen diğer belgelerden pek de farklı bir başlık ve hatta içerik taşımasa da, Türkiye'de
yaşanan yerinden edilme sorunuyla bağlantılı olarak özel bir öneme sahipti: Uzun yıllar kendi
içinde yaşadığı bu sorununu inkar eden, Uluslararası Kızıl Haç Örgütü'nün insani yardımını
reddeden ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne getirilen sayısız davada ciddi yaptırımlar
alan Türkiye, bu denli ciddi eleştirilere maruz kaldığı bu konuun BM gündemine taşınmasını
için sponsor olan devletlerden biriydi.
Büyük çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu bir milyondan fazla kişinin yerinden edilmesi
meselesinde kalıcı ve gerçekçi bir adım atmamış olan Türkiye'nin bu tavrı birçok açıdan
ilginç olmanın yanısıra insan hakları alanında cevaplanması gereken zorlu soruları da ortaya
çıkarmakta: Uluslararası insan haklarında normlarının oluşturulmasında devletlerin attığı
adımlar ne ölçüde memnuniyetle karşılanmalı? Yaşanan bu dönüşümler hakları ihlal edilen
kişilerin sorunlarının çözümünde gerçekten etkili olacak vasıtalar mı yoksa yalnızca bu
ihlalleri gerçekleştiren devletlere uluslararası alanda varolan “yumuşak normları” seçici bir
biçimde uygulayarak bozulan imajlarını tamir etmelerine kerhen aracılık eden belgeler mi?
Bu çalışma Türkiye'nin ülke içinde yerinden edilme sorununda sağladığı giderimlerin kısa bir
analizini yaptıktan sonra, meselenin gecikmiş olarak gündeme gelmesinin ve tanınmasının
olumlu sonuçlarını olduğunu göz önünde bulundurarak, uluslararası aktörlerin azalan
ilgilerini, bunun sonuçlarını ve varolan mekanizmaların kısıtlı doğalarını uluslararası hukuk
ve ilişkiler alanındaki güncel gelişmeler ışığında eleştirel bir biçimde tartışmayı
amaçlamaktadır.
Ad ve Soyad: YaseminKoç
Tebliğ Başlığı: Ütopya mı Kabus mu?: Bellamy’nin ‘Sosyalist’ Ütopyasının Foucaultçu
Analizi.
Tebliğ Özeti: Edward Bellamy, 19. yüzyılın sonlarında Amerika’nın kapitalist sistemine
alternatif olarak Geriye Bakış isimli ‘sostalist’ ütopyasını kurgulamıştır. Bellamy’nin ütopyası
her ne kadar sosyalist olarak kabul edilse de, Foucault’nun terimleriyle analiz edildiğinde
‘Reaksiyonel Modern’ bir görünüm kazanır. Bu çalışmanın amacı da ‘sosyalist’ bir ütopya
olarak kabul edilen Geriye Bakış’ın aslında faşist bir kabusa yaklaştığını ortaya koymaktır.
Böyle bir analizde de Foucault’nun disiplin, cezalandırma ve iktidar kavramları
kullanılacaktır. Bu çalışmanın bir diğer amacı da Bellamy özelinde, Foucault’nun terimleriyle
yapılacak bir analizde sosyalist ütopya tasarlamanın zorluğunu ve hatta belki de
imkansızlığını ortaya koymaktır.
Download