Oryantalistik Hadis Ara*t*rmalar*n*n Tarihi ve Kültürel Arka

advertisement
İslam Dünyasında Modernleşme
1. Ders
Modernizm / Çağdaşlaşma
• Modernizm Avrupa aydınlanma dönemi sonrası dönem için
anahtar kavramlardan biridir.
• 17. yüzyılda ortaya çıkan bu düşünce akımı, İslam
dünyasındaki laik çevrelerde Batı standartları ve değerlerine
ulaşma, İslamcı çevrelerde ise Batı kültür ve medeniyetine
denk ve alternatif bir medeniyeti temsil etme biçiminde
anlaşılmıştır.
• Modernizm, geçmişten gelen her şeye karşı olma vasfının da
öne çıkmasıyla birlikte modernizmin batılı savunucuları
objektif bilimi, bağımsız sanat anlayışlarını, evrensel ahlak ve
hukuku geliştirmeyi hedeflemişlerdir.
• Bu nedenle aydınlanma döneminde öne çıkan eşitlik, hürriyet,
insan zekasına olan güven ve evrensellik gibi kavramlar
modernizm için vazgeçilmez kavramlar olmuştur.
• Dolayısıyla modernizmi aydınlanmanın bir devamı olarak
görmek mümkündür.
• Modernizm İslam dünyasında Batı’daki gibi entelektüel bir
hareket olarak 19 ve 20. yüzyıllarda Müslümanların Batı ile
teması sonucu ortaya çıkan bir harekettir.
• İslam dünyasının Batı ile teması sonucu bir yanda
muhafazakârlık ve laiklik diğer yanda bu iki zıt anlayıştan
gelenekçiliğe yakın bir anlayış olan ihyacılık akımı ortaya
çıkmıştır.
Tecdit / Islah
• İslam dünyasında tecdit yenileme, ıslah ise yeniden
şekillendirme (reform) anlamında kullanılmaktadır. Her iki
tabir de İslam toplumunda bidat ve hurafeleri tasfiye edip asıl
kaynaklara dönme amacını ve sürekli yenilenmeyi ifade
etmektedir. Reformun taşıdığı olumsuz anlamlardan
kurtulmak için teceddüt kavramı da kullanılmıştır. Bu kelimede
dinin özünü koruma kaydıyla yenilenme vurgusu ön plandadır.
• Tecdit, İslâm düşüncesinde yapısal bir unsur olarak dinle hayat
arasındaki irtibatı canlandırmayı ifade eden terim olarak da
nitelendirilebilir.
• Dinin tecdidi, “dinde değişiklik yapılarak bazı unsurların
çıkarılıp yeni bazı unsurların eklenmesi şeklinde dinin yeniden
tanımlanması” (reform) anlamında olmayıp “zaman içerisinde
zayıflayan dinle irtibatın yeniden güçlendirilmesi” demektir.
• Nitekim “tecdîdü İbrâhîm li-binâi’l-Kâ‘be” ifadesi Kâbe’nin
yıkıldıktan sonra eski yerinde ve aslına uygun biçimde yeniden
inşasını anlatır. Buna göre yenileme, dinin kendisinde değil
insanların dinle irtibatı noktasında kavranmış, zaman
içerisinde dinle dindarlar arasında ortaya çıkan gevşemenin
aşılarak dinle irtibatın yeniden güçlendirilmesi için
kullanılmıştır.
• Tecdit, hem ilgili olduğu rivayetler hem terimin muhtevasının
tayininde tutulan yol bakımından İslâm toplumunda ilmin ve
ulemanın konumunu dile getiren önemli bir terimdir ve zaman
içerisinde ortaya sorunların çıkacağını, bu sorunların tecdit
sürecinde ehil kimseler tarafından çözülebileceğini ifade
etmektedir.
• Bu tavır Hz. Muhammed’in son peygamber, İslâm’ın son din ve
Kur’an’ın son kitap olmasıyla doğrudan alâkalıdır; çünkü artık
yeni bir peygamber, din ve kitap/vahiy gelmeyeceğine göre bu
durum mevcudun yeterli görülmesini, ancak bunun etkin
varlığının zaman içinde zaafa uğraması ihtimalinin
bulunduğunun farkına varılmasını ifade etmektedir.
• Bu sebeple yenileme düşüncesi başından itibaren İslâm
toplumu ve düşüncesinde meşrû ve gerekli görülmüştür.
• Bir hadiste,
»‫«إن هللا يَ ْبعَث لهذه األمة على رأس كل مائة سنة من يجدد لها دينها‬
• “Allah her yüzyılın başında bu ümmete dinlerinde yenileme
yapacak birini gönderir.” denilmiş (Ebû Dâvûd, “Melâĥim”, 1),
bu hadis hem klasik hem çağdaş âlimler tarafından tekrar
edilmiştir. Tecdit kelimesinin bugünkü anlamını kazanmasında
bu hadisin tayin edici bir rolü olmuştur.
• XIX. yüzyıla kadar müceddit olarak adlandırılan kişilerin en
önemli özellikleri, ortaya çıkan sorunları kalıcı biçimde ve bir
yönteme bağlı şekilde halletmeleridir.
• Bu husus, İslâm toplumunda ortaya çıkan meselelerin aşılarak
daha önce sorun gibi görünen birçok unsurun, toplumun
kendine has varoluşunu değiştirmeden onun kültürü ve
hayatının parçası haline getirilmesiyle gerçekleşmiştir.
• Bu süreçte müceddit yeni bir şey getirmemekte, ancak dinle
hayat arasına girerek bunları birbirinden uzaklaştırdığı kabul
edilen bir gelişmeyi eğer dinin aleyhine ise açığa çıkarmakta,
aleyhinde değilse dinle irtibatı içinde temellendirip
meşruiyetini göstermektedir.
• Başta hadislerin yazılması ve sahâbeyle ilgili tavrın tashihi
(Ömer b. Abdülazîz) olmak üzere fıkıh usulünün tedvini (İmam
Şâfiî), fıkhın sistematik bir ilim haline getirilmesi (İbn Süreyc),
akîdenin temel çerçevesinin doğru şekilde çizilmesi (Ebü’lHasan el-Eş‘arî), fıkıhla hadisler arasındaki irtibatın
temellendirilmesi (Bâkıllânî - Ebü’t-Tayyib Sehl es-Su‘lûkî - Ebû
İshak el-İsferâyînî), tasavvuf, kelâm ve felsefe arasındaki
ihtilâfın açığa çıkarılarak bunlar arasında iletişim ve hiyerarşik
irtibatın kurulması (Gazzâlî) gibi adımlar, müceddit diye
nitelendirilen kişilerin başarılarını gösteren ve bunun
üzerinden tecdidin muhtevasını belirleyen faaliyetlerdir.
• Müceddit ve tecditle ilgili talep ve müzakereler Müslümanların
kendilerini rahat hissetmedikleri zamanlarda daha fazla dile
getirilmiş ve daha fazla etkin olmuştur. Osmanlı Devleti’nin güçlü
olduğu, ülkede istikrar ve refahın yaygın bulunduğu dönemlerde
tecdit konusunun bir mesele haline gelmemesi bu yönden önem
taşır.
• Buna karşılık Rus istilâsına uğramış Kazan gibi bölgelerde, İngiliz
işgalinin görüldüğü Hindistan’da (Şah Veliyyullah ve Hâlid elBağdâdî) ve istilâya mâruz kalan Afrika’nın iç ve orta bölgelerinde
(Osman b. Fûdî) mücedditlerin yetiştiği ve tecdit fikrinin canlı
tutulduğu takip edilebilir.
• Osmanlı topraklarında tecdit ve mücedditle ilgili tartışmaların daha
çok Mısır ve Kuzey Afrika gibi bölgelerde ön plana çıkması
(Cemâleddîn-i Efgānî ve Muhammed Abduh), merkezdeki
tartışmaların ise XX. yüzyılın ilk çeyreğinde ciddi biçimde başlaması,
bütüne yönelik meselenin halledilmesinin hayli zor olduğu
durumlarla doğrudan alâkalı bulunduğunu göstermektedir.
• Tecdit konusunda yazı yazanların bir kısmının bu alandaki iddia
ve beklentileri önem arz etmektedir. Bu hususta ilk müstakil
eseri telif eden Süyûtî başta olmak üzere ondan önce Gazzâlî,
daha sonra İmâm-ı Rabbânî, Şah Veliyyullah ed-Dihlevî,
Elmalılı Muhammed Hamdi, Said Nursi ve Mevdûdî gibi
müelliflerin yazılarındaki tahliller ve yorumlar bu yönden
dikkat çekicidir.
• Fakat tecdidin gerçekleşip gerçekleşmediği ve bunu kimlerin
gerçekleştirdiği yönündeki soruların cevabını, iddia sahibi
âlimler değil onların yöneldiği insanlar ve o insanların
hayatındaki değişimi kavrayan sonraki nesiller vermektedir.
• Tecdidin sadece ilmî olduğunu vurgulayanlar bulunduğu gibi
(meselâ Mecdüddin İbnü’l-Esîr, Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, Tâceddin
es-Sübkî, Süyûtî) tamamen siyasî olduğunu ifade ederek bu
misyonu devlet adamlarına yükleyen bir görüş de vardır
(Seyyid Şerîf el-Cürcânî). Hadiste bid‘atlara karşı mücadele
etmenin ve sünnetin ihyasının kastedildiğini (Şah Veliyyullah,
Murtaza ez-Zebîdî gibi), tecdidin din ve ilim alanıyla sınırlı
olmayıp her yönüyle hayatı konu edinmesi gerektiğini
(Muhammed Abduh - Reşîd Rızâ, Mevdûdî) söyleyenler de
görülmüştür.
Postmodernizm
• Sosyolojide 1980’li yıllarda kullanılmaya başlayan
postmodernizm modernizm sonrası dönemi ifade etmektedir.
• Kabul edilen yaygın anlayışa aykırı, seçmeci, marjinal, gerçekçi,
diğergam, çoğulcu, özgürlükçü, aklı eleştiren birbirine zıt olan
şeyleri bağdaştıran bir mana ve özellik ihtiva etmektedir. Bu
özellikleriyle modernizmin evrenselci anlayışına karşı çıkmıştır.
• Postmodernistlerin anlayışıyla genel olarak pozitivist, teknoloji
merkezli akılcı ve evrensel kabul edilen modernizm, doğrusal
bir ilerlemeye ve tek gerçek doğrunun varlığına inanan, ideal
sosyal düzenin akılla planlanmasına, üretim ve bilginin
standart haline getirilmesine çalışan bir hareket olarak
tanımlanmıştır.
• Modernizmin evrensel izahlarının yanlışlığının farkına
varılması sonucu, postmodern anlayışın çoğulcu ve farklı
kültürlere karşı daha esnek yaklaşımına geçilmesi teklif
edilmiştir.
• Yine postmodernistlere göre modern olmak, bize macera, güç,
gelişme, dünyayı değiştirme vaat ederken aynı zamanda sahip
olduğumuz her şeyi, bütün bilgilerimizi, varlığımızı yıkmamızı
da ifade eder.
• Modern şartlar ve tecrübeler bütün coğrafi ve etnik sınıf ve
millet farklılıkları, din ve ideoloji ayrılıkları arasındaki sınırları
kaldırır. Bu anlamıyla modernizme bütün insanlığı
birleştirmeye çalışan bir anlayıştır denebilir. Ancak bu birlik
ahenksizliklerin birliğidir. Bu birlik bizi sürekli dağılma
girdabına ve yenilenme ihtiyacına, mücadele ve çatışmaya
belirsizlik ve sıkıntıya sokmaktadır.
Fundamentalizm
• Fundamentalizm İslam dünyasında modernizm karşıtı bir
hareket olarak, dinin temel kaynaklarına dönmeyi savunan
hareketin adıdır.
• Fundamentalizm kavramı ilk olarak 20. yüzyılın başlarında
Amerika'da Evanjelik Protestanlar tarafından kullanılmaya
başlanmıştır. Daha sonra The Fundamentals (esaslar) adlı
kitapçık serisi yayımlamaya başlayan Evanjelikler, İncil’in
modern yorumları yerine esasını, gerçek anlamını ön plana
çıkarmaya çalışmışlardır. Zaman içerisinde değişime uğrayan
bu kavram, dinî metinlerin doğru okunmasından çok, dinîkültürel hareketlerin bir türü olarak görülmeye başlanmıştır.
Download