toplumsal yapı kavramının genel çerçevesi

advertisement
TOPLUMSAL VE EKONOMİK YAPININ KAVRAMSAL ÇERÇEVESİ
içindekiler
Toplumsal Yapı Kavramının Genel Çerçevesi
Toplumsal Yapı İle İlgili Sosyal Teoriler
Toplumsal Yapıyı Oluşturan Unsurlar
Ekonomik Yapı Kavramının Genel Çerçevesi
GİRİŞ
Sosyal bir varlık olan insan, yaratıldığından beri sürekli olarak başkalarıyla birlikte
yaşamaya gereksinim duymuştur. Sürekli bir arada yaşayan ve varlıklarını sürdürebilmek için
birbirlerine muhtaç olan insanlar, temel ihtiyaçlarının giderilmesinde ve sosyal sorunlarının
çözümlenmesinde sosyal ve ekonomik alanda değişik vasıtalar, yöntemler, örgütlenme ve
düşünme biçimleri ortaya koymuş ve belirli mekânlarda bir topluluk oluşturmuşlardır. Farklı
mekânlarda farklı medeniyetler kuran bu insan toplulukları, zamanla toplumlaşarak farklı
sosyo-ekonomik modeller ve örgütler meydana getirmişlerdir. Farklı iç düzene ya da yapıya
sahip olan toplumlar, iç ve dış şartlara bağlı olarak kendi içinde de değişebilmektedir. Bu
bağlamda toplumsal yapı kavramı, toplumsal değişimi, değişim sürecini ve hızını açıklayan
önemli bir araçtır (Gökçe, 1996:2). Toplumsal yapı; insanların, sosyal işbirliği neticesinde
meydana getirdikleri ve toplumun sosyal, kültürel, siyasi ve ekonomik gelişimi ile birlikte
gittikçe karmaşık hale gelen bir örgütlenme biçimidir. Toplumsal yapı, kendi içinde karmaşık
özellikler taşımaktadır. Bu bağlamda bu ilk bölümde toplumun ve ekonominin yapısal
özellikleri değişik açılardan irdelenecektir. Toplum ve ekonomi modelleri çerçevesinde tarihsel
süreç içinde değişik kuramlar ve uygulamalar anlatılacaktır.
TOPLUMSAL YAPI KAVRAMININ GENEL ÇERÇEVESİ
Toplum
Toplum, belli bir coğrafya parçası üzerinde yer alan, üyeleri arasında sıkı bir etkileşim
ve iş bölümü olan bir insan topluluğudur. Daha geniş bir ifadeyle toplum; temel ihtiyaçlarını
karşılamak için örgütlenmiş, aralarındaki sosyal etkileşim ve iletişimi düzenleyen kaideleri ve
kurumlar bazında ilişkileri olan, benzerlerinden görecede olsa farklı özellikler taşıyan, hem
biyolojik hem de kültürel olarak kendisini yenileyecek mekanizmalara sahip olan çok sayıda
insanın oluşturduğu bir birlikteliktir. Geniş anlamda toplum, insan ırkını bir bütün olarak ele
almaktadır. Dar anlamda bir toplum ise, modern ulusları oluşturan milyonlarca insan arasında
değişen herhangi bir topluluktur. Örneğin insan topluluğu olarak Zulu, Eskimo, Arnavut, Hint,
Türk, Kürt, Laz veya Çerkez toplumu, bu anlamda bir toplumdur. Ayrıca dar anlamda toplum,
yaş ve cinsiyet grupları, sosyal sınıflar, meslek grupları ve topluluklar gibi büyük bir çeşitlilik arz
eden küçük gruplaşmaları da içermektedir (Arslantürk-Amman, 2008:201-203).
Fert ve Grup İlişkileri Açısından Toplum
Grup, kişilerden toplum ise gruplardan oluşmaktadır. Buna göre herkes, bir biçimde
toplumdaki temel gruplardan birine katılmaktadır. Gruplar ve dolayısıyla insanlar da bu
bütünlük içinde birbirleriyle karşılıklı bağımlılık içinde olurlar. Özellikle tarihi boyutuyla
topluluktan farklı olarak toplum, daha çok kentsel ve endüstriyel şartların belirlediği
kanunların ve diğer resmi kuralların oluşturduğu büyük kitledir. Burada sosyal ilişkiler daha
resmidir ve kişisellikten uzaktır (Fichter, 1997:53-60).
Toplumun özelliklerini dört ana başlıkta belirleyebiliriz (Seyyar, 2007:1034):
1.) Toplumdaki insanlar, demografik bir birimdir. Toplum, bu anlamda nüfustur.
2.) Ortak bir coğrafi mekânı paylaşan bir ulustur. Ancak, bir ulus içinde bazen farklı
etnik gruplar, yani topluluklar olabilmektedir. Dolayısıyla, toplum, her zaman bir ulus değildir.
3.) Sosyolojik olarak toplum, fonksiyonel olarak farklılaşmış temel altı kurumdan
oluşmaktadır. Bu altı sosyal kurum; aile, din, ekonomi, siyaset, eğitim ve boş zaman
değerlendirmedir.
4.) Kültürel boyutuyla toplum, birbirine benzer gruplardan oluşan, fonksiyonel
farklılaşmalara rağmen, örgütlenmiş ve işbirliği halinde bir sosyal birimdir. Ancak, sosyal
dayanışma ve sosyal ilişkiler açısından toplum, topluluktan (birincil gruptan) ziyade ilişkilerin
daha çok formel (resmi) olduğu “ikincil grup” niteliği taşımaktadır. Nitekim toplum, tarım
topluluğundan sanayi toplumuna geçiş sürecinde kentsel toplumları belirleyen kanunların ve
diğer resmi sosyal normların çerçevesinde oluşmuştur.
Toplumsal Yapı Çözümlemesinin Unsurları:
1)
Doğal çevre
a) Fiziki çevre
b) Biyolojik çevre
c) Coğrafi çevre
2)
Sosyal Çevre
a) Nüfus
b) Sosyal hayat alanı
3) Birey / Fert
4) Kültür çevresi
a)
b)
c)
d)
Statü
Rol
Kimlik
Grup dinamikleri
5)
Sosyo kültür çevresi
a) Aksiyona ait aletler
b) Temsili aletler
c) Zihni aletler
6)
Tabiat üstü çevre
a) Dünya görüşü
b) Duygu ve düşünceler
Hakim Değerler
Tabiat üstü çevre
Anlamlar dizisi
Sosyo- kültür çevre
Normlar
Kültür Çevresi
Asli elemanlar
Doğal çevre
Temel Toplumsal İşlevler
1)
2)
3)
4)
5)
Neslin sürdürülmesi
Yeni nüfusun toplumsallaşması
Yaşamın anlamı ve amacı
Mal ve hizmetlerin üretimi ve dağılımı
Düzenin korunması
Bir Toplumun Başarması Gereken Sorunlar
1- Biyolojik üreme
2- Üretim ( iktisat sistemi )
3- Rol dağıtımı
4- Statü Farklılaşması
5- Meşruiyet
6- İletişim
7- Hedef ve amaç sistemi
8- Duygu ve heyecanların düzenlenmesi
9- Sosyalleştirme
10- Sapkın davranışların kontrolü
Siyasi bütünleşme
Toplum Modelleri
Dünden bugüne değişik türlerde ortaya çıkan bazı toplum yapılarının özelliklerini daha
iyi anlayabilmek için, bir takım kriterlere göre toplumsal modeller oluşturulmuştur. Toplum
çeşitleri ile ilgili dört model üzerinde kısaca duralım (Seyyar, 2007:1033):
1.) Sosyal Bakımdan Toplumların Tasnifi: a) Geleneksel toplum b) modern toplum c)
Otoriter toplum d) Asosyal toplum e) Sosyal toplum. F)Post-modern toplum
2.) Siyasi Bakımdan Toplumların Tasnifi: a) Bağımsız toplum b) Federal toplum c)
Demokratik toplum d) Totaliter toplum e) Açık toplum f) Kapalı toplum
3.) İktisadi Bakımdan Toplumların Tasnifi: a) Gelişmiş (Zengin) toplum b) Gelişmekte
olan (yoksul) toplum
4.) Kültürel Bakımdan Toplumların Tasnifi: a) İlerici toplum b) Gerici toplum c) Dışa
Açık veya Kapalı toplum d) İlkel toplum e) Dindar toplum f) İdeal toplum g) Ahlaklı-ahlaksız
toplum h) Çoğulcu toplum veya çok kültürlü toplum. Çok kültürlü toplum, farklı kültürel
unsurların (dini ve etnik grupların) yan yana yaşadığı ve farklılıkların sosyal yapıyı zenginleştirici
unsurlar olarak övüldüğü bir toplum tipidir Bu toplum tipinde asimilasyon politikalarına yer
verilmemektedir. Dolayısıyla dini ve etnik gruplar, kültürel kimliklerini koruyabilmektedir.
Toplumsal Yapı
Herhangi bir sosyal grubun, sıkı sosyal münasebetler sonucunda meydana getirdiği
ilişkiler ağı olan toplumsal yapı, içinde sosyal olay ve ilişkilerin meydana geldiği, kurumların yer
aldığı bir sistemdir. Bu sosyal sistem, kurumların bütünleşmesiyle oluşmaktadır. Toplum
üyelerinin sosyal ahlak esaslarını genelde gönüllü olarak sosyal hayatlarına aksettirmeleri
neticesinde toplumsal yapı ortaya çıkmaktadır (Arslantürk-Amman, 2008:241-255).
Toplumsal yapı, makro ve mikro boyutuyla da ele alınabilmektedir (Seyyar, 2007:939):
1.) Makro boyutuyla (geniş anlamda) toplumsal yapı; sosyal hayatın ve sosyal sistemin
hemen her alanına yönelmektedir. Bu kapsamda toplumsal yapının içinde iktisadi yapı, sosyoekonomik nüfus kategorileri, siyasi otorite ve egemenlik yapısı, iskânlaşma, demografik yapı,
din, dil ve ırk farklılıkları yer alabilmektedir.
2.) Mikro boyutuyla (dar anlamda) sosyal yapı; sosyal ilişkileri sadece dar çerçevede
ele alan bir anlayıştır. Burada örneğin sosyal ağ içinde yer alan fertlerin, ailelerin, grupların,
cemaatlerin ve diğer kurumların rolleri söz konusudur.
Toplumsal yapı, sosyolojik bir kavram olarak daha çok sosyal hayat tarzının istatistiki
yönlerini ele almaktadır. Bir başka ifadeyle, toplumun sosyal yapısı incelenirken, toplumun
nasıl olması gerektiği konusu değil, daha çok fiili durumu incelenmektedir. Ancak, toplumun
kültürel yapısı söz konusu olduğunda, sosyal davranış biçimlerini düzenleyen bazı ahlaki
kuralların da gündeme gelmesi söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla sosyal düzenin korunmasına
yönelik olarak da bunların tavsiyesi de bazen kaçınılmaz olmaktadır. Aslında kültür, sosyal
ahlak ve mekân faktörleri hesaba katılmadan, bir toplumun hakiki yapısını ele almak ve
değerlendirmek mümkün değildir.
Toplumsal Yapının Unsurları
1)
2)
3)
4)
5)
6)
Fiziki unsur
Demografik unsur
Ekonomik unsur ve sosyal organizasyonlar
İktisadi hayatın işleyişi
Kültür unsuru
Sosyal ilişkiler
Toplumsal Düzen
Toplumsal düzen, fertlerin menfaatlerinin uzlaşması veya yerleşik sosyal değerlerin bir
sonucu olarak, toplum içinde sürekliliğini muhafaza ederek var olan düzenli münasebetler
sistemidir. Bir toplumdaki üretim güçleri ve üretim ilişkileriyle din, hukuk, eğitim gibi
kurumların karşılıklı olarak oluşturdukları uyumlu bir bütün olan toplumsal düzen, insanların
toplum içinde güven içinde yaşayabilmelerini sağlamak amacıyla sistemli bir şekilde
oluşturulan kurallar bütünüdür. Toplumsal düzenin, hem insan ahlakında hem de sosyal
davranış bağlamında normatif düzeyde temellendirilmesi gerekmektedir. İnsanların bir arada
yaşama ihtiyacı, sosyal-psikolojik bir ihtiyaçtan olduğu kadar iktisadi bir gereklilikten de
kaynaklanmaktadır. Bundan dolayı fertler, kendi sosyal çevrelerinde öyle bir toplumsal düzen
kurmalılar ki bu düzen, onların kendi aralarındaki sosyal ilişkilerini ve işbirliklerini en iyi şekilde
yerine getirecek esaslara sahip bulunsun.
Aksi takdirde toplumsal düzensizlik ortaya çıkabilmektedir. Toplumun üyeleri arasında
uzlaşma ve sosyal dayanışma eksikliğinin bir neticesi olarak fertlerin temel sosyo-kültürel ve
ekonomik ihtiyaçları dahi karşılanamaz hale gelir. Bu bağlamda sosyal düzensizlik, toplumsal
yapının zayıflaması veya çökmesi anlamına gelmektedir. Sosyal düzen ne kadar güçlü hale
getirilirse toplumsal yapı da o oranda sağlıklı bir şekilde işler. Dolayısıyla sosyal düzenin
işlevselliğini korumak adına sosyal hayatta geçerli olan kaidelerin ve değerlerin korunması ve
geliştirilmesi gerekmektedir. Toplumsal düzenin sarsıntıya uğraması halinde ortaya çıkabilecek
olası sonuçlar şunlardır (Seyyar, 2007:862):
1.) Sosyal kurumlar, hiçbir zaman birbirleriyle tam bir uyum sağlayamadıkları ve bir
mekanizmanın veya idare biçiminin işleyiş tarzı, fertlerin ekseriyetini hiç bir şekilde tatmin
edemediği için, toplumda belli bir dereceye kadar aksama meydana gelir.
2.) Böyle olunca, sosyal bütünleşme tam olarak sağlanamamış olur, toplum hayatında
ciddi anlamda devlet-millet kaynaşmasında bir eksiklik ortaya çıkar
3.) Bir toplumun ve(ya) devletin kaideleri ve nizamları, fertlerin saadet içinde
yaşamalarını sağlayamıyorsa, şahsi moral bozuklukları yaygınlaşır, neticede bundan bütün
toplumsal yapı da etkilenir ve çeşitli kurumlar çözülmeye başlar.
4.) Nihai kurumsal çöküş, kendisini; ailenin bozulması, kötü alışkanlık, sosyal ahlak
esaslarının uygulanmaması gibi sosyal sorunlarla gösterir.
Toplumsal Olgu ve Olay
Toplumsal (sosyal) olgu, aynı nitelikteki sosyal olayların somut durumların genel bir
ifadesidir. Genellikle başlangıç ve bitiş zamanı bilinmeyen, nerede başlayıp nerede bitebileceği
kesin olarak tespit edilemeyen sosyal oluşumlar, toplumsal olguyu yansıtmaktadır. Bir başka
deyişle zaman içerisinde insanların oluşturduğu toplumla ilgili değişim, toplumsal olguyu ifade
etmektedir. Tek tek meydana gelen sosyal olayların bütününe toplumsal olgu diyebiliriz.
Toplumsal (sosyal) olay, belirli bir zaman diliminde ve yerde ortaya çıkan ve çoğu kez bir
kereye mahsus olan bir oluştur. Örneğin Ali ile Fatma’nın evlenmesi bir sosyal olaydır. Sosyal
olgu ise başlangıç ve bitişi ortaya çıktığı, mekân kadar net ve somut olmayan, bünyesinde
birçok benzer nitelikteki olayı kapsayan sürekli olaylar dizisi ve genel olarak bir süreçtir.
Örneğin bir yılda tüm evlilik olayları veya evlenenlerin sayısı veya boşanma oranları, toplumsal
olgudur (Seyyar, 2007:902).
Toplumsal Değişim
Toplum, statik bir yapı olmadığına göre sürekli olarak sosyal değişime tabidir.
Toplumun temel yapısındaki değişim, her alanda kendisini gösterebilmektedir. Bu anlamda
toplumsal değişim, toplumsal yapıdaki zamanla ortaya çıkan değişik yöndeki farklılaşmaların
bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Toplumun milli ve manevi değerlerinde, fiziki-mimari
yapı özelliklerinde (yerleşme, barınma, mesken, konut, şehirleşme), sosyal ilişkiler ve davranış
kalıplarında (komşuluk, akrabalık), sosyal ahlak esaslarının algılanış biçiminde ve sosyal
tabakalaşmada olumlu veya olumsuz değişiklikler meydana gelebilmektedir.
Toplumsal değişme, toplumları daha fazla sosyal bütünleşmeye, sosyal gelişmeye, orta
sınıflaşma sürecine ve refaha yönlendirebiliyorsa olumlu olarak değerlendirilmektedir. Böyle
bir sosyal değişme, aşağı seviyelerden daha üst seviyelere doğru akan sosyo-kültürel aşamalar
silsilesidir ve bu süreç, toplumsal gelişme olarak tanımlanabilir. Olumsuz sosyal değişim ise,
toplumların bozulmasına, sosyal gerilemesine ve dejenerasyonuna sebebiyet verebilmektedir
(sosyal çözülme).
Toplumsal değişmeyi meydana getiren veya etkileyen faktörler (Seyyar, 2077:855):
1.) Fiziki-tabii coğrafi çevre (enerji kaynakları ve doğal zenginlikler)
2.) Biyolojik-tıbbi faktörler (biyolojik katılım; tıptaki gelişmeler ve gen teknolojisi)
3.) Teknolojik faktörler (üretim ilişkisi ve vasıtalardaki farklılıkların yanında havacılık ve
telekomünikasyon alanlarındaki gelişmeler)
4.) Sosyo-kültürel faktörler (kültürel ilişkilerdeki farklılıklar ve fertlerin istek ve
kararlarındaki değişim)
5.) Siyasi faktörler (Karizmatik veya otoriter liderlerin toplumu yönetmesi; darbeler
veya ihtilaller)
6.) Ahlaki faktörler (ahlaki erozyon veya faziletli-ideal gelişmeler)
7.) İlmi faktörler (bilimsel gelişmeler ve bilginin pratik hayatta uygulanması)
8.) Değişik düşünce akımları faktörleri (Örneğin: ideolojik görüşlerin toplumda revaç
görmesi)
9.) Çatışma ve ihtilafların ortaya çıkması
10.) İhtiyaçların ve(ya) beklentilerin artması veya değişmesi
11.) Toplumsal zeka ve sosyal sermaye
12.) Töre, örf, âdet ve gelenekler
13.) Ekonomik modellerin veya üretim sistemlerinin değişmesi
Genelde toplumların en yüksek değişim esnekliği; bilim, ekonomi ve teknolojide
olurken, en düşük esneklik kültürel ve dini alanda olmaktadır. Mesela bir insan, demode olmuş
motorlu vasıtasını değiştirmeyi kolaylıkla kabul edebilirken; dünya görüşünü, hobilerini,
tuttuğu futbol takımını ve(ya) dini inançlarını kolay kolay değiştirmemektedir. Bir toplumda
değişim esnekliğinin hemen hemen sıfır olduğu noktalardan değişime zorlamak, ancak kültür
emperyalizmi veya resmi ideolojileri savunan devletlerin baskısı ile mümkün olabilmektedir.
TOPLUMSAL YAPI TEORİLERİ
Sosyal teoriler, toplumsal yaşamın ve sosyal olayların özelliklerinin araştırılmasında
ortaya çıkan kuramsal yaklaşımlardır. Toplumsal yapıyı farklı şekillerde açıklayan sosyal
teorilerin boyutlarını dört ana başlıkta toplamak mümkündür (Seyyar, 2008:523):
1.) Bilişsel Boyut: Toplumsal yapı ile ilgili bilgi oluşturmaya yönelik varsayımdır.
2.) Duygusal Boyut: Toplumsal yapıya yönelik kişisel tecrübelerin, değerlerin, fikirlerin,
dünya görüşlerinin teorileştirilmiş yönüdür.
3.) Aksettirici Boyut: Toplumsal yapıyı etkileyen değişim dinamiklerinin veya bu yapıda
ortaya çıkan olayları daha kolay anlamamızı sağlayan yansıtıcı varsayımlar ve paradigmalardır.
Burada sosyal teori, hem bir araç hem de toplumsal yapının bir parçasıdır.
4.) Normatif Boyut: Toplumsal yapının nasıl olması gerektiğine dair açık ve gizli
varsayımlara dayanan hipotezlerdir.
Toplumsal Değişim Teorileri
Toplum yapısındaki farklılaşmayı değişim ekseninde izah eden birçok sosyal teori
mevcuttur. Bunlardan en önemlilerini tanıyalım (Seyyar, 2007: 855):
1.) Telik Sosyal Değişim Teorileri: Entelektüel planlama, bilinçli ve sistematik
çabalamaların sonucunda ulaşılması mümkün olan olumlu bir toplumsal değişimi öne süren bir
görüştür. Telik, entelektüel olarak planlanan ve yönlendirilen ilerleme veya bu yöntemle
neticeye ulaşma anlamına gelmektedir.
2.) Determinist Toplumsal Değişim Teorileri: Toplumsal değişimin sebebi, insan
düşüncesi ve maksadından çok belli sosyal ve(ya) doğal güçlerdir. Determinist sosyal teorilerin
başında Otomatik Değişim Teorisi, Ekonomik Determinizm Teorisi (Çatışmacı Toplumsal
Değişim Teorisi) ve İdeolojik Determinizm Teorisi gelmektedir.
a) Otomatik Değişim Teorisi’ne göre: Toplumsal değişimin determinist doğası,
toplumsal değişmenin iktisadi faktörlerce otomatik olarak belirlenmiştir. Otomatik değişim,
bilinçsiz ve irrasyonel bir süreçtir. Planlı olmaktan çok bir ihtiyaç karşısında halkın davranışında
meydana gelmektedir. Toplumsal değişim konusunda laissez-faire (bırakınız yapsınlar-bırakınız
geçsinler) tutumu burada açıkça görülmektedir.
b) Ekonomik Determinizm Teorisi (Çatışmacı Toplumsal Değişim Teorisi): Sosyal olguları
daha fazla doğalcı terimlerle yorumlamaktadır. İki sınıflı Marksist çatışma modellerinden
menfaat çatışmalarına ve çatışmaların kurumlaştırılması, çatışma ve istikrarın birbirini
tamamlayıcı olduğu tezlerine kadar olan konuları içermektedir. Marks'a göre, toplumsal
düzen, her biri özgün bir üretime tekabül eden dört ana evreden geçti. Beşincisi, son ve ideal
safhadır, oluşum halindedir ve ortaya çıkması kaçınılmazdır. Bu beş safha, asyatik (ilkel bir
toplumun toplumsal düzeni), eski toplumsal düzen (özel mülkiyetin, ticaretin, ataerkil aile
yapısının ve köleliğin geliştiği bir toplum yapısı), feodal, kapitalist ve komünist safhadır.
c) İdeolojik Determinizm Teorisi: Burada, toplumsal değişimin faktörleri daha çok
kültürel unsurlardır. Toplumsal değişim, soyut materyalist unsurlar ve faaliyetlerin etkisinden
çok düşüncelerin, ideallerin, örf ve âdetlerin, sosyo-kültürel ve dini değerlerin etkisi altında
kalmaktadır.
3.) Devri Toplumsal Değişim Teorileri: Devirli-döngüsel-dönemsel-çevrimsel toplumsal
değişim teorisi, toplumsal değişimin devri doğasına "ilmi" olarak ortaya atan görüştür. "Tarih
tekerrür eder" sözü, genelde bu teorik yaklaşımı ifade etmektedir. Devri Sosyal Değişim
Teorilerini iki ana grupta inceleyebiliriz:
a) Biyolojik Devri Teorisi: Buna göre; toplumsal gelişme ve üstün medeniyetler, üstün
ırkların bir eseridir.
b) Kültürel Devri Teorisi: Bu görüşe göre; her medeniyet, benzer doğum, olgunlaşma,
gerileme ve ölüm merhalelerinden geçmektedir. Her medeniyet bir dönemde belirli bir yönde
gelişmekte böylece lineer bir süreç izlemektedir. Fakat zamanla iç ve dış sebeplerden dolayı
yönünü değiştirmekte ve yeni bir sürece girmektedir. Bu yeni süreç de belirli bir noktada
duraksamakta ve diğeri onun yerini almaktadır. Bu tür seri dönüşler ve kaymalardan sonra bir
medeniyet yönünü tersine çevirmekte ve ilk evreye geri dönerek evrimini tamamlamaktadır.
Yapısalcılık (Strüktüralizm)
Yapısalcılık, bütün sistemlerin ve kurumların mutlak, değişmez temel yapılardan
meydana geldiğini ileri süren ve bu bağlamda sosyal gerçekliğin yapısal belirleyicilerini
inceleyen bir teoridir. Yapısalcı antropolojinin en önemli isimlerinden olan Claude LeviStrauss’a (1908 - 2009) göre yapısalcılık, yüzeydeki bir takım toplumsal olayların altında yatan
bazı kuralların veya kanunların oluşturduğu bir başka sistemi ve(ya) yapıyı arama esasına
dayanan bilimsel bir yöntemdir. Sosyal bilimlerin yanı sıra matematikten sibernetiğe kadar
geniş bir alanda etkisini gösteren yapısalcı yaklaşımlar, bazen bilimsel yöntemden çok bir teori,
araştırma yönelimi, çözümleme biçimi veya bir felsefe olarak da takdim edilmektedir
(Arslantürk-Amman, 2008:437).
Yapısalcılar; bir şeyin hem birimlerine hem de bütünlüğüne ilişkin özellikleri ile birlikte
ele alınması durumunda yeterince anlaşılabileceğini düşünürler. Yapı kavramı bir düzenin yada
bütünün parçaları ve öğeleri arasındaki yasallık gösteren durağan bağlar ve karşılıklı ilişkiler
olarak tanımlanabilir.
Yapı kavramıyla ilgilenenler yasallık, biçim, zorunlulukla ilgilenirler. Bu bakış açısından
bütünün parçalardan önce geldiği, parçalardan ayrı olarak kendi başına incelenmesi gerektiğini
bununda olanaklı olduğunu iddia ederler.
Bütün, sistem, denge, tutarlılık, devamlılık, istikrar, düzenlilik, uyumluluk, tekrarlanma,
süreklilik, kendi kendi düzenleme, mekaniklik, organizma, yasallık, biçimsellik, zorunluluk, öğe,
parça, kurum, birim, ilinti, ilişki bağı, bağıntı, bağlılık, etkileşim, birlikte değişim, küme,
gereksinim, ortak gereksinim, işlev, temel işlev, model kavramıyla anlamaya çalışıyorlar.
Yapısalcıların temel kaygıları anlaşılabilirlik. Bunun için soyut kavramlar üretirler. Bu soyut
kavramlardan genellemeler üretirler. Görüntü ile yada ampirik veriler ile kısıtlı kalmazlar.
Atomistik yaklaşımlara karşı çıkarlar. Bütüncül olarak değerlendirilebilirler.
Yapısalcılar bir olgunun açıklanmasında maziye başvurmak yerine yapıları ve yapılar
arasındaki ilişkileri ön plana çıkarırlar. (Türkiye’nin yapısını anlamak için Osmanlı
İmparatorluğunun yapısını anlamak gerekir). Ancak yapısalcılar buna başvurmaz şu anki
yapıyla ilgilenirler. Genel anlamıyla görelide olsa kalıcılık arz eden bütünlükleri ifade eder.
Bütünün önceliği ve önemi;
 Parçalara indirgenemez
 Bir denge halini yansıtır,
 Kendine has özellikleri var,
 Bütün özeliklerini parçalara yansıtır
 İlişkinin taraflardan önemlidir,
 Parçaların bütün içinde taşıdığı yer doğa açısından ele alınır
 Parçalar diğer parçalar ve bütünle ilişkileri açısından ele alınır
 Parçaların tek başına izole bir biçimde ele alınamaz
 Parçalar tek başına değişemez,
 Toplum hareket halindedir, bu bir yapısal harekettir.
Yapısal yaklaşımlara göre; toplumsal yapıyı din, sosyal sınıf, kültür ve meslek dalları gibi
unsurlar oluşturmaktadır. Bütün bu sosyo-kültürel unsurlar, insanların tutum ve davranışlarını
etkilemektedir. Sosyal ilişkilerin yapısal düzenlemelerle veya kurumlarla yakından ilgili
olduğunu ileri sürenlerin başında Fransız sosyolog Aguste Comte (1798-1857) ve Alman
sosyalist düşünür Karl Marx (1818-1883) gelmektedir (Bottomore-Nisbet, 1990:572-574).
Yapısalcılığa Karşı Çıkanların En Temel Eleştirileri
♦ Bireylerin ve toplumsal sınıfların bilinçli ve amaçlı davranışlarının yapısal
belirleyicilik savıyla çözümleme dışında bırakılmasıdır. İnsansız ve aktörsüz bir
çözümleme vardır. Hümanizm karşıtı olarak değerlendirilirler
♦ Yapısal çözümlemeler genel olarak zamansız bir nitelik taşırlar ( tarihselcilik karşıtı )
♦ Yapısal çözümlemelerde bulguların ( görüntülerin ) temel bir araç olmadığı
görülmektedir. ( ampirizm karşıtı )
♦ Toplum bilimcileri arasında toplum yapısı farklılaşmaktadır. Toplumsal yapıyı her şey
olarak gören yapısalcılar, toplumsal yapıyı hiçbir şey olarak gören sosyologlar
♦ Toplumsal yapıya örgütlenmiş insan ilişkileri olarak bakarlar.
♦ Toplumdaki başlıca kurumsal yapıların ve kümelerin, karşılıklı ilişkilerinden
oluştuğunu söyleyen sosyologlar.
♦ Toplumsal yapıyı rol ve sosyal statü kavramları çerçevesinde değerlendiren
sosyologlar.
Son Dönem Yapısalcıların Yaklaşımları
Bir sistemin;
a)
b)
c)
d)
e)
Birliğini koruma
Hedeflerine ulaşma
Üyeleri tatmin
Değişime uyum
Çevreye uyum gibi temel sorunları ve işlevleri vardır.
Fonksiyonalist/İşlevselci Teori
♦ Toplumu yaşayan bir organizmaya benzetir.
♦ Bu organizmayı oluşturan tüm parçaların organizmanın hayatiyetine katkıda bulunan
bir işlev üstlendiğini ileri sürer.
♦ Organizmayı oluşturan parçalar bir sistem oluştururlar.
♦ Aralarında anlamlı bir ilişkiler bağı vardır.
♦ Birinde olan değişikli diğerlerini de etkiler.
♦ İşlevini yitiren parça bir kuşaktan diğerine geçemez.
♦ Bir sosyal kurum varlığını sürdürebiliyorsa onun mutlaka üstlenmiş olduğu bir işlev
vardır.
William James, James B. Angell ve John Dewey gibi Amerikan
filozoflarının ve eğitimcilerinin oluşturduğu ekoldür. Fonksiyonalistler, yapısalcıların görüşlerine karşı
çıktılar; onlara göre bilincin ne olduğundan çok, ne için olduğunu bilmek önemlidir. Yani bilincin amacı
ve işlevini bilmek asıl amaç olmalıdır.
Bunlara göre insan davranışlarını anlamak için sadece bilinç olaylarını çözümlemek yoluyla
incelemek yeterli değildir. Bilinç incelenmelidir ama bunun yanında insanın çevresine uyumunda
yardımcı olacak, öğrenme gibi duyum davranışları da incelenmelidir. İşlevselcilik davranışı, çevreye
uyum süreci olarak tanımlamıştır. Bu ekolün amacı algılama, düşünme, duygulanma gibi içsel
eylemlerin, hayatta karşılaşılan çeşitli problemlerin çözümlenmesine nasıl yardım ettiğini açıklamaktır.
İşlevselciler eyleme ve yararcılığa dönüktür. Fonksiyoncular, yöntem olarak içgözlem ve gözlemi
kullanmışlardır. Davranışları özel olarak da öğrenmeyi açıklamaya çalışmışlardır.
Yapısal Fonksiyonalizm (İşlevselcilik)
Sosyolojide makro kuramlar içinde yer alan fonksiyonalizm; toplumu, kültürel ve sosyal
bir bütünlük içinde ele alan, kültürel ve sosyal unsurların işlevlerini ve gayelerini araştıran bir
bilim dalıdır. Aynı zamanda fonksiyonalizm, bir kurumun veya birimin içinde yer aldığı sosyal
veya kültürel bir sistemde oynadığı rol ve işleyiş ile varlığının neticelerini açıklamaya çalışan
işlevsel bir teoridir. Sosyolojide fonksiyonalist teorinin çerçevesini kısaca şu şekilde
belirleyebiliriz: Toplum, birbiri içine girmiş karşılıklı fonksiyonel bir bağlantı içinde bulunan
unsurların oluşturduğu sistemler bütünüdür. Sosyolojik anlamda toplum, belirlenmiş
davranışlardan ibaret olan bir sosyal sistem iken kültür de kurumlar sistemidir. Toplumun en
önemli fonksiyonu bütünleşmek ve kaynaşmaktır. Değerler sistemi ise toplumsal birliğinin
oluşmasına katkı sağlamaktadır.
Sosyal felsefede işlevselcilik ise, yerleşmiş insani gelenek veya kanunların bir bütün
olarak toplumun faydasına katkıları bağlamında açıklanmaktadır.
Fonksiyonalizmin etkileri psikolojiye de yansımıştır. Fonksiyonel psikoloji; ruhu,
organizmanın bir parçası olarak gören teoridir. İşlevsel teori, darvinist görüşlere
dayanmaktaydı (survival of the fittest = çevreye en iyi uyum sağlayan kişinin hayatta
kalabilmesi). 19. asırda William James (1842–1920) tarafından ortaya atılan bu teori
kapsamında, hayvanlar üzerinde zeka testleri uygulanarak, deneylerle hayvanların nasıl
öğrendiklerini ve problemleri nasıl çözdükleri ile ilgili çalışmalar yapılmıştır. Fonksiyonel
psikoloji, özellikle davranışçılık ekolünün doğmasına yardımcı olmuştur (Seyyar, 2008:327).
Yapısal fonksiyonalizm ise, toplumsal yapı ve bununla birlikte bu yapı içerisinde
gerçekleşen toplumsal olayların ve ilişkilerin anlaşılması noktasında ileri sürülen modellerden
birisidir. Bir başka deyişle; toplumsal yapıyı oluşturan unsurların işlevlerini açıklamaya ağırlık
veren teorik bir yaklaşımdır. Toplumu fonksiyonel bir bütün olarak kabul eden yapısal
fonksiyonalizm, toplumsal yapıyı ahenkli bir bütün olarak görmektedir. Buna göre; topluma
ait maddi ve manevi değerler, hayati önem arz etmekte ve işlevsel olarak sosyal barışı
sağlamaktadır. Her yapının bir fonksiyonu vardır. Fonksiyon, yapı içindeki dinamik süreci
yansıtmaktadır. Fonksiyonlar geçerliliğini korudukça ve korundukça yapı da, sürekli olarak
gelişebilmektedir. Dolayısıyla önceden belirlenen bu fonksiyonlar, hem bu yapıların ortaya
çıkmasını hem de gelişmesini sağlamaktadır (Seyyar, 2008:327).
Aguste Comte ile başlayıp Herbert Spencer (1820 – 1903) ile devam eden fonksiyonalist
teorilerin temeli, toplumun yaşayan bir organizma olduğuna ve birbirlerine bağımlı
parçalardan meydana gelmiş bir sistem olarak toplumun görünebilirliğinin sağlanabileceğine
dayanmaktadır. Spencer, canlı varlıklarla toplum arasında bir paralellik kurmuş, biyolojik ve
sosyal sistemler arasındaki benzerlikleri ortaya çıkartmış ve toplumu bir organizmaya
benzetmiştir. Buna göre; toplum, yaşayan bir sosyal organizmadır. Toplumsal yapı içinde her
bir parça (unsur), bir fonksiyona veya gayeye hizmet etmektedir. Bir parçanın değişime
uğraması ile diğer parçalar da bundan etkilenmekte ve neticede toplumsal yapının bütünü
değişebilmektedir (Arslantürk-Amman, 2008:438).
Sosyal Alışveriş (Mübadele) ve Aksiyon Teorisi
Yapısal fonksiyonalizm, toplumsal gelişim sürecinde insanın bireysel tercihlerini ve
eylemlerini ön planda tutmadığı için yapısal gelişimlerin açıklanmasında etkin olamamıştır.
Sosyal alış-veriş ve sosyal aksiyon teorileri, bir taraftan sosyalleşmenin temelinde karşılıklılık
ilkesinin yer aldığını, diğer taraftan da insanın yapmış olduğu faaliyetlerinin anlamlar ve
motifler tarafından yönlendirildiğini ileri sürmektedir.
Sosyal alışveriş teorisi, insanlar arasındaki etkileşimin ödül ve cezaya dayalı olarak
gerçekleştiğini ve karşılıklı değişim ile oluşturduğunu ileri süren rasyonel ve antropolojik odaklı
mikro sosyolojik yaklaşımdır. Mübadele teorisyenleri, toplumsal iletişim ve etkileşimin
ekonomik alışverişe benzediğini ileri sürmektedirler. Ancak, toplum hayatında gerçekleşen
karşılıklı mübadelede hem maddi hem de maddi olmayan unsurlar değiştirilmektedir.
Toplumsal yapı böylece sosyal alış-veriş süreçleri sonucunda ortaya çıkmaktadır. İnsan
davranışlarının karmaşıklığını fazla dikkate almayan sosyal alışveriş teorisi, özellikle tutum ve
davranışlarının kaynağı üzerinde duran sosyal aksiyon teorisi tarafından geliştirilmiştir.
Sosyal aksiyon teorisi ise özne olarak fert üzerine odaklanmaktadır. Buna göre insan,
toplumsal yapı ve kültür tarafından kısıtlanmayan, gönüllü davranışlar sergileyen, nesnelere ve
olaylara bir anlam veren ve belli bir maksatla hareket eden bir varlıktır. Bu teoriye göre;
bireysel eylem (aksiyon), toplumu meydana getiren insanların benimsedikleri dünya görüşü ile
yakından ilişkilidir. İnsanlar, sahip oldukları dünya görüşlerinden fiil ve hareketlerini
yönlendirecek motif, amaç ve anlamları elde etmektedir (Seyyar, 2007:841).
Genel Özellikler
1) Toplumsal yaşamın çok yönlü toplumsal etkileşimden yararlanmayı yansıttığı ve
bunların insanları toplumsal ilişkilerinden ödül elde etme anlayışı içerisine
soktuğu ifade edilmektedir. İnsan hazlarının çoğu kaynağını diğer insanların
davranışlarından alır.
2) İnsanların aradığı birçok ödülün yalnızca toplumsal etkileşimle elde
edilebileceği düşünülür.
3) İnsanlar diğer insanlarla olan ilişkilerini sürekli yeniler. İnsanlar başkalarıyla yeni
toplumsal ilişkilere girer. Çünkü insanlar yeni toplumsal ilişkilerin
ödüllendirileceğini düşünürler.
4) İnsanların davranışlarıyla, başkalarıyla ilişkileriyle bir karşılık vardır.
5) Toplumsal alışveriş insanlar arası statü farklılıkları yaratır.
Çatışma Teorisi
Fonksiyonalist yaklaşımlar; toplum içinde güç, statü, mal ve mülk yönünden farklı
grupların veya sınıfların olabileceği ve bundan dolayı da toplumsal hayatta grup veya sınıflar
arası anlaşmazlıkların, mücadelelerin ve çatışmaların ortaya çıkabileceğini görememiştir.
Bilindiği gibi çatışma, toplumdaki kişi veya gruplar (sınıflar) arasında meydana gelen
anlaşmazlıklar, uyuşmazlıklar, çekişmeler, münakaşalar ve(ya) çarpışmalardır. Genel anlamda
çatışma; kişinin kendisiyle, başkasıyla veya mensubu olduğu grubuyla veya toplumuyla
anlaşamamasıdır. Bunun sonucunda çoğu zaman toplumsal barış yara almakta ve savaşa kadar
gidebilen sosyal çalkantılar meydana gelebilmektedir.
Çatışmacılar toplumu; gücü elde edebilmek için savaşım veren gruplardan oluşan bir
arena olarak görürler.
Çatışma neden ve nasıl ortaya çıkmaktadır? Çatışmanın gizli veya aleni (somut) olarak
ortaya çıkması süreçlerinde algılama ve duygular açısından şekillenen belirtilerin yanında
tutum ve davranışları ana başlıklar halinde inceleyelim (Seyyar, 2007:186):
1.) Gizli Çatışma: Potansiyel çatışmaya yol açabilecek riskler. Örneğin: menfaat ve
hedeflerdeki farklılıklar, potansiyel bir çatışma için risk teşkil etmektedir.
2.) Algılama Çatışması: Sosyal münasebet ve sosyal iletişim çerçevesinde algılamadaki
farklılıklar veya mesajlara verilen farklı anlamlardan ötürü ortaya çıkan çatışmadır.
3.) Hissedilen Çatışma: Tarafların, konuları farklı algılamaları sonucunda çatışmaya yol
açabilecek karışık-olumsuz hislere kapılmaları. Örneğin: öfke, kin, kırgınlık, düşmanlık.
4.) Açık Çatışma: Kişinin, barışçı olmayan davranışları sonucunda çatışmanın fiili olarak
ortaya çıkmasıdır.
5.) İletişim Çatışması: Sosyal iletişim kapsamında ortaya çıkan çatışma. İnsan ilişkilerinin
iyi olmadığı yerlerde ve ortamlarda, bir başka ifadeyle dedikodunun, fitnenin, kıskançlığın ve
çekememezliğin hakim olduğu sosyal çevrede meydana gelen çatışmadır.
Genel Özellikleri
1) Toplum birbirleriyle savaşım veren grupların yada çıkarların bir sistemini
temsi eder.
2) Toplumda ter alan insanların istediklerini ve elde edebilmek için çaba sarf
ettikleri bir çok temel çıkar vardır.
3) Toplumsal yada sınıf çatışmaları belli organizasyona ve toplumsal koşullar
gereğince meydana gelir.
4) Toplumsal çatışma, monopolleşme ve kaynakların kıtlığından doğar.
5) Toplumsal yapıların dinamizminin kaynağı, toplumsal yapının kendi içinde
doğal olarak yarattığı çatışmadır.
6) Çatışma ve çelişki, toplumsal birim ve unsurlar arasında devamlı vardır.
7) Çatışma toplumun amaçlarını yerine getirmesine ilerlemesine katkıda bulunan
kaçınılmaz bir olgudur.
8) Bir toplumdaki her öğe toplumun değişmesine katkıda bulunur.
9) Çatışma yok edilemez. Toplumdaki zorlamalar çatışmayı çatışma ise toplumsal
değişmeyi meydana getirir.
10) Çatışma toplumun bütünü için fonksiyoneldir.
11) Toplumsal çatışma, toplumsal adaptasyon ve toplumsal evrimin daha fazla
ilerlemesine katkıda bulunur.
12) Toplumda zorlamaya dayana bir denge vardır.
Büyük boy teoriler içinde yer alan ve sosyolojik bir bakış tarzı olan çatışma teorisi,
toplumsal yapılanmaya dair gerçekçi yaklaşımlar sergilemektedir. Buna göre; bütün
ekonomik, sosyal, siyasi kurum ve süreçlerin yanında; kültür, sanat ve bilim faaliyetleri, o
toplumda var olan sınıf ya da grupların karşılıklı anlaşma, uzlaşma veya yardımlaşmaları
sonucunda ortaya çıkmış değildir. Çatışma teorisine göre, taraflar arasında değişik
düzeylerde sürekli olarak tekrarlanan sosyal çatışmalar sayesinde toplumsal yapı ve düzen
yeniden şekillenmektedir. Çoğulcu bir toplumda zıtlaşan sınıflar arasında sosyal çatışmalar
sürekli olarak var olacağından toplumsal değişim de ivme kazanacaktır. Bu anlayışa göre
toplum, organik bir bütün olmaktan çok, bir süreçtir. Sosyal değişimin ‘motoru’ olması
dolayısıyla çatışma gerekli bir olgudur (Arslantürk-Amman, 2008:444).
Sembolik Etkileşimcilik
Sembolik etkileşimcilik toplumu bireylerin gündelik yaşamdaki sembolik etkileşimlerinin bir
ürünü olarak ele alır. Sembolik etkileşimciliğin sosyolojideki gelişiminde C.H Cooley ve W.I. Thomas’ın
önemli katkıları olmakla birlikte George Herbert Mead (1863-1931) bu yaklaşımın kurucusu olarak
kabul edilir.
Bu süreçte semboller ve ya simgeler, şeyler ile bu şeylere atfettiğimiz anlamları temsil
ettiklerinden dolayı kritik bir öneme sahiptirler. Nitekim bir sembol bir nesne veya olayı sadece temsil
etmez aynı zamanda onu belirli yönlerde tanımlar. Örneğin, masa denince zihnimizde sadece belirli
bir forma sahip olan bir nesne değil aynı zamanda üzerinde yemek yenen, yazı yazılan ya da başka bir
faaliyet yapılan bir şey şekillenir. Bu bağlamda “masa” belirli bir şekle sahip olan nesne ile bu nesneye
atfettiğimiz anlamı temsil eden bir semboldür.
İnsanlar arasında her türlü anlamlı iletişimi sağlayan semboller dilsel anlamları temsil eden
sözcükler olabileceği gibi nesne, işaret, jest, mimik, el-kol hareketleri gibi dilsel olmayan anlamları da
temsil edebilirler. Ancak dil sembolik etkileşimin en önemli ve en güçlü aracıdır. Yine de insanlar arası
anlamlı etkileşim yüz yüze olmayabilir fakat mutlaka semboller aracılığı ile olur. Örneğin, bir insanı
görmedi-ğimiz hâlde bize postaladığı bir mektuptan ne demeye çalıştığını yorumlarız. İnsanlar
sembolleri kullanarak anlamlı bir toplumsal dünya kurarlar.
Ancak sembolik etkileşimciliğe göre anlamlar nesnelerin içinde içkin değildir. Şeyleri temsil
eden anlamlar/semboller gündelik yaşamda toplum üyelerinin etki-leşimi esnasında ortaya çıkarlar.
Anlamlar etkileşim sürecinde ortaya çıktıklarından dolayı sabit ve değişmez nitelikte değillerdir.
Toplumsal uzlaşı ve yorumlama süreçlerinde devamlı olarak değişirler. Bu süreçte toplumsal düzen
veya toplumsal dünya her gün yeniden şekillenerek ortaya çıkar.
Diğer sosyolojik yaklaşımlarla karşılaştırıldığında sembolik etkileşimcilik toplumsal dünyanın
şekillenmesinde bireyi daha aktif olarak değerlendirir. Toplumu alt sistemlerin ya da alt-üst şeklindeki
yapıların etkileri açısından ele almaya çalışan işlevselcilik ya da Marxizm gibi makro boy sosyolojik
yaklaşımlardan ayrılır. Bu yaklaşımların aksine sembolik etkileşimcilik toplumun aktif, yapıcı, yaratıcı
ve yorumlama kabiliyeti olan insan özneler tarafından gündelik yaşamda sembolik etkileşim ve
iletişim aracılığıyla her gün nasıl inşa edildiğini yorumlamaya çalışır. Sembolik etkileşimcilik bu açıdan
da toplumun, onu oluşturan bireylerden bağımsız bir gerçekliği olmadığını bu nedenle de
sosyologların toplumsal eyleme aktör tarafından atfedilen anlamı yorumlamakla işe başlaması
gerektiğini düşünen Weber’in yaklaşımına daha yakın durur.
Genel Özellikleri
1) Hayvanların aksine insanlar düşünme kapasitesine sahiptir.
2) Düşünme kapasitesi toplumsal etkileşime göre biçimlenir.
3) Toplumsal etkileşimde insanlar kendi büyüme kapasitesini, alıştırma yaparak
gelişmesini sağlayan sembollerin ve anlamların içeriğini öğrenirler.
4) Semboller ve anlamlar açıkçası insan, aksiyon, ve etkileşimlerinden, devam
etmesine izin verilir.
5) İnsanlar kendi yorumlamaları temeli üzerindeki etkileşim ve aksiyonda
kullandıkları sembolleri ve anlamları değiştirme yeteneğini sahiptirler.
Bağımlılık Kuramları
Bağımlılık teorisini savunanlar dünyadaki ileri kapitalist ülkeleri sosyo ekonomik ve
siyasal üstünlükleri diğer gelişmekte olan toplumları sömürerek elde ettikleri ve üçüncü
dünya ülkelerinin kendilerine bağılı kaldıkları görüşünden hareket ederler. Yani bir taraftan
merkez ülkeler diğer taraftan çevre ülkeler mevcuttur ve çevre ülkeler merkez ülkelere
bağımlıdırlar.
Üçüncü dünya ülkeleri kendi geleneksel toplumsal örüntülerini sürdürdüklerinden
dolayı az gelişmişlik çemberinde kalmadılar aksine batı kapitalizminin kendilerini
sömürmelerini engellemediklerinden dolayı az gelişmiş ülke pozisyonuna düşmüşlerdir.
Temel amaçları eşitlik ve demokrasi temelinde bir ilişki sistemi kurmaktır.
Temel İlgi Konuları
12345-
Düşünme kapasitesi
Düşünme ve etkileşim
Anlamları ve sembolleri öğrenme
Aksiyon ve etkileşim
Tercih yapma
TOPLUMSAL YAPIYI OLUŞTURAN UNSURLAR
Fertlerin Tutum ve Davranışları
İnsanların tutum ve davranışları, toplumsal yapının özelliklerini göstermesi açısından
önemli unsurlardır. O halde tutum nedir, davranış nedir? Aralarında nasıl bir ilişki vardır?
Tutum, sosyal çevre etkisi ve sosyalleşme sürecinde öğrenmeyle elde edilen, belli bir süre
devam eden ve çoğu kez yanlı olan eğilimlerdir. Bu yönüyle tutum, bir insana atfedilen ve
onun psikolojik obje ile ilgili düşünce, duygu ve davranışlarını düzenli bir biçimde oluşturan
bir ön eğilimdir. Geniş anlamda tutum; bir takım insan, nesne veya konular hakkında olumlu
olumsuz duyguları işaret eden tepkilerin
Davranış (tavr-ı hareket) ise kişilerin, belirli uyarılara karşı gösterdikleri aktif veya
pasif tepkilerin bütünüdür. Sevinmek, gülmek, ağlamak, kızmak, bağırmak gibi hareketlerin
hepsi bu anlamda bir davranış biçimidir. İnsanın, sosyal olayların ve çevre şartlarının
karşısında sahip olduğu bir takım hal ve hareketleri (sosyal davranışı) göstermektedir.
Sosyolojide davranış, sosyal faaliyetlerin psikolojik neticeleridir veya kişilerin (bir olguya veya
olaya) subjektif bir anlam vererek sergiledikleri kişisel tavırlardır. Bazı davranışlar ölçülebilir
(Örnek: jest, mimik, kan dolaşımı, gülmek vb.) olmakla birlikte bazıları subjektif oldukları için
doğrudan ölçülemezler (Örnek: ağrı, ıstırap, aşk, kıskançlık, nefret vb.). Bazı davranışlar,
toplumdan topluma farklı değerlendirilir. Mesela bazıları iyi (sosyal) bazıları ise kötü (asosyal)
olarak kabul edilir.
Topluluklar
Bir sosyal süreç olarak topluluk, insanların bir araya geldiği ve bütünleştiği belli bir
dereceye kadar güvenlik içinde yaşadıkları en küçük bölgesel gruptur. Bir toplumsal yapı
olarak topluluk; aynı toprak parçası üzerinde, aynı dili konuşan, aynı töreleri paylaşan, az çok
aynı duyguları taşıyan ve hemen hemen aynı tutum ve davranış biçimlerini sergileyen, sosyal
dayanışma içinde bulunan bir sosyal grup, kabile veya kavimdir. Toplumdan farklı olarak,
daha çok modernleşme öncesi Avrupa’nın tipik köylü insanlarını belirleyen topluluk; küçük,
içine kapalı ve yüz yüze temaslara ve ağırlıkla akrabalığın ortaya çıkardığı yoğun kişisel ilişkiler
ağından oluşan cemaattir. Topluluk bazen etnik, ırki veya dini benzerliklere dayalı gevşek
sosyal kategoriler için de kullanılmaktadır. Örneğin: Yahudi topluluğu veya zenci topluluğu
gibi (Fichter, 1997:66).
Topluluk, kısaca şu unsurlardan oluşmaktadır (Fichter, 1997:64 ):
1.) İnsanlar arası sosyal ilişkiler sıkı ve yoğundur
2.) Özellikle grup olaylarında kişiler sosyal duyarlıdır
3.) Grup üyeleri manevi değerlere önem vermektedir
4.) Genelde sosyal sorumluluk hakimdir
Değişik mekan-bölge ve farklı iştigal alanları bakımından topluluklar değişik türde
ortaya çıkabilmektedir. Topluluk çeşitlerini bu anlamda dört ana kategoriye ayırabiliriz
(König, 2000:188-191):
1.) Temel hizmet topluluğu, yani köy topluluğu
2.) "İkincil fonksiyonlu" topluluk (Örnek: küçük kasaba). Burada üretilen temel ihtiyaç
maddelerinin, etraftaki kırsal bölgelerden toplanması ve diğer bölgelere dağıtılması söz
konusudur.
3.) Endüstriyel topluluk: Alışveriş ve ticaret merkezi olmasının yanında aynı zamanda
imalat merkezi olarak da hizmet veren bir topluluk.
4.) Özgün bir ekonomik temelden yoksun topluluk yani; ekonomik varlığını sürdürmek
için diğer topluluklara bağlı olan bir topluluk. Bu topluluk daha fazla eğitim, siyaset, dinlenme
ve eğlence gibi sosyo-kültürel merkezli bir yapıya sahiptir.
Sosyal Gruplar
 Sosyal grup (toplumsal küme) faaliyetlerinde birbirini göz önünde bulunduran,
aralarındaki sosyal etkileşim sebebiyle başkalarından ayırt edilen, iki veya daha çok kişiden
meydana gelen bir topluluktur. Sosyal grup aynı zamanda belli bir hedefi gerçekleştirmek
için toplanmış, üyelerinin karşılıklı ilişkiler sonucu ortaya çıkmış, birbirine ortak değerlerle
bağlı, çok işlevli, somut bir sosyal birimdir. Sosyal grupların varlığı açıkça olmasa da, genelde
kolayca tanınır veya bilinir. Ortaklaşa paylaşılan mekân veya benzer bedensel özellikler,
grubun tanınmasını kolaylaştırmaktadır. Grup üyeleri sosyal rollerini oynar ve böylece grup,
varlığını korur. Karşılıklı sosyal temas, sürekli olarak korunduğu için belirli davranış normları
oluşmaktadır. Ortak geçmiş, ilgi, menfaat veya değerler geçerliliğini koruduğu için grup
üyeleri bir veya birkaç hedefi esas almaktadır. Türkiye doğumlu Ermeniler, bir sosyal grup
olmakla birlikte ortak bir geçmişe sahiptir. Hobi, spor, işçi, işveren, girişimci, gençlik,
özürlüler veya kadın derneklerine üye olanlar, bu anlamda sosyal grup kategorisine
girmektedir (Fichter, 1997:53-60).
Kalabalıklar
Kalabalık; fertlerin, tesadüfen bir araya gelmiş olsalar dahi psikolojik güçlerin tesiri
altında kalarak "tek bir varlık" hâlinde ve tek vücut olarak düşünmeleri ve davranmaları
sonucunda meydana gelen topluluktur. Bir başka ifadeyle kalabalık, göreli olarak etkileşim
içinde olmayan ve-fakat "niye orada bulunduğunu" açıklayabilecek kişilerin oluşturduğu bir
sosyal yığındır. Kalabalıklar, ortak bir uyarı sonucunda belli bir yerde toplanmaktalar ve
dikkatlerini bu uyarının yol açtığı ortak duygusal ilgiye yoğunlaştırmaktadırlar ve herhangi bir
anda ortak eyleme geçebilmektedirler. Bir araya gelebilmek için kişilerde ortak bir yönelimin,
duygunun ve(ya) menfaatin olması gerekmektedir. Mesela bir yolcu durağında toplanmış
insan grubu sadece bir fertler kümesi iken, bir kaza anında kişiler arasında ortak bir ilgi ve
gaye (yardım etme) oluşmakta ve bu topluluk, bu esnada kalabalığa dönüşmektedir. Bir
başka ifadeyle; bir topluluk, belli bir etki altında ise ve ortak bir gayesi varsa o zaman o
topluluk, kalabalık kimliğine dönüşmektedir.
Yığınlar
Yığın, fiziki bir ortamda bulunan fakat aralarında karşılıklı bir sosyal münasebet veya
ortak bir özellik olmayan kişilerin oluşturduğu, kategori ve grup arasında bir yerlere
yerleştirilmesi mümkün olan bir bütünlüktür. Bilindiği gibi kategori, bir veya birden fazla
ortak özelliği olan nesneler grubudur. Sosyolojik açıdan yığın veya yığınlaşma, bazen kişilerin
bir kategoriye giriş sürecini de ifade etmektedir. Örneğin: yeni bir eve taşınanlar,
komşularıyla yığınlaşırlar ve komşuluk münasebetleri açısından sosyal kategori haline
dönüşürler. Sosyal yığının özellikleri kısaca şunlardır (Seyyar, 2007:942):
1.) Yığın oluşturan kişiler; oldukça anonimdir, birbirlerine yabancıdır ve birliktelik epey
zayıftır
2.) Yığın, kategoriler gibi örgütlenmemiştir
3.) Fiziki mekân ne denli geniş olursa olsun, sosyal temas son derece sınırlıdır
4.) Yığın içinde olanların davranışlarında kısıtlamalar, düzenlemeler yapmalarını
gerektiren davranış kaidelerinin sayısı çok azdır
5.) Yığınların çoğu bölgeseldir. Yani, fiziki çevre yönden özellikler taşırlar
6.) Yığınların çoğu geçicidir.
7.) Katılım sürekli olarak değişebilir yani; yığın içindeki kişiler değişebilir, girer çıkar
veya birbirlerinin yerine geçebilirler. Örneğin: bir saat süren bir halk konserini dinlemeye
gelen yüzlerce seyirci bu anlamda bir yığın veya kalabalıktır. Komşuluğun yoğun olmadığı bir
apartman dairesi de oturanlar da yığın olarak kabul edilebilir.
Sosyal Sınıflar
Sosyal sınıf; mesleki, iktisadi ve siyasi statüler bakımından benzer pozisyonda olan,
sosyal tarih boyunca her toplumda sınıf olgusunun farklı biçimlerde var olması gerçeğine
rağmen modern anlamda sanayi devriminin bir sonucu olarak ortaya çıkan bir gruptur. Sosyal
sınıf; gelir seviyesi, coğrafi köken, meslek, sosyal münasebet, üye olunan kurum, aile
durumu, oturulan semt, yaşama tarzı, sosyal statü, toplumda gördükleri saygı ölçüsü, kanuni
ve fiili haklar gibi değişik sosyal faktörler bakımından kendi aralarında benzer kriterlere sahip
olan fakat diğer gruplardan birçok yönleriyle ayrılan, aralarında dikey hareketlilik imkânı
bulunan insanların meydana getirdikleri sosyal gruplardan her biridir (Dechmann-Ryffel,
1984:32-34).
Sosyal sınıflarda fert ve ailelerin farklı prestije, imtiyaz ve imtiyazsızlığa ve sosyal güce
göre düzenlendiği hiyerarşik bir sistem ortaya çıkmaktadır. Prestij ile kastedilen kişinin;
toplum içindeki sosyo-kültürel konumu, mesleği, mülkiyet durumu ve refah seviyesi gibi
özellikleridir. İmtiyazdan, örneğin: daha iyi bir eğitim imkânı veya evde bir hizmetçi
bulundurma gibi kişinin hoşuna giden şeylere sahip olması anlaşılmalıdır. Sosyal sınıflar, açık
sınıf grupları ve kapalı sınıf gruplarına göre iki farklı şıkta değerlendirilmektedir: Açık
toplumlarda, kapalı toplumlardan farklı olarak kişiler, doğuştan değil sosyalleşme, eğitim ve
fırsat eşitliği sayesinde sosyal hareketlilikten yararlanabilmektedir.
Sosyal Statüler
Sosyal statü; kişilerin, sınıfların, kategorilerin ve(ya) sosyal grupların, toplum veya
toplumsal yapı içindeki yeridir. Dolayısıyla sosyal statü; belirli bir insana veya gruba,
toplumun diğer üyeleri tarafından yüklenen şeref, paye (rütbe, derece) veya itibardır. Bazen
sosyal statüler, fertlerin veya sosyal grupların, toplum içinde ya doğuştan ya da hak ederek
(kazanarak) elde ettikleri pozisyonlardır.
Sosyal statünün ortaya çıkış şekli (sosyal statü türleri) (Özkalp ve diğerleri, 2006:4546):
1.) Atfedilen-Verilen-Verilmiş Statüler: Bunlar ferdin, kişisel gayretlerinden ve
özelliklerinden ziyade soy, sop, aşiret, din veya mezhep bağlarından ötürü ortaya çıkan ve zor
değişen statülerdir. Doğuştan elde edilen mevkii, kast ve kölelik benzeri toplumlarda görülür
ve genelde biyolojik olarak geçer. Yaş, cinsiyet, soy gibi genetik özellikler bu statü içinde yer
alır.
2.) Başarılan-Hak Edilen-Kazanılmış-Kazanılan-Edinilen Statüler: Bunlar ferdin, eğitim
ve çalışma hayatında gösterdiği şahsi çabalar ve yetenekler sayesinde eldi ettiği statülerdir.
Kişi bu statüyü, bazen yetenek, güzellik ve yaş gibi özelliklerinden dolayı elde edebilmektedir.
Eğitimin, fırsat eşitliğinin ve sosyal hakların sağlandığı toplumlarda bu tür statülerin elde
edilmesi daha mümkündür.
3.) Kilit Statüler: Bir kişinin, toplumda sahip olduğu birden çok statüden birinin,
diğerlere oranla daha dikkate çekmesi ve ön planda olmasıdır.++++
Toplumda muhtelif branşlarda bir takım sosyal mevkilerin bulunması (örnek: çiftçi,
esnaf, sanayici, memur, işçi, işveren, idareci, maliyeci vb.), belirli iktisadi ve sosyal
fonksiyonların ve rollerin yerine getirilebilmesi, fert ve grupların ihtiyaçlarının karşılanması ve
birbirini tamamlayabilmesi açısından zaruridir. Fertler, toplum hayatında birkaç statüye
birden sahip olabilirler. Örneğin: bir kişi hem baba hem öğretmen hem okul müdürü hem
yazar hem de dernek başkanı olabilir. Yüksek sosyal statüler, bazen kişiye sosyal güç ve etki
fırsatı da vermektedir.
Sosyal Roller
Sosyal roller, toplumda kişilerden belirli sosyal olayların karşısında beklenen sosyal
davranış şekilleridir. Sosyal roller, fertlerin içinde bulundukları sosyal statü ile elde ettikleri
haklar çerçevesinde kendilerine yüklenen vazifelerin ve kendilerinden beklenen
fonksiyonların yerine getirilmesidir. Kişinin, grup içindeki yeri ile ilgili olarak kendisinden
beklenen ve umulan bazı hak, görev ve davranışlarıdır. Kısacası sosyal roller, sosyal statüye
uygun davranış biçimlerinin bütünüdür. Roller, kendilerine takdir edilen kıymet bakımından
birbirinden farklıdır. Her rol, kendine takdir edilen kıymetle uyumlu bir sosyal itibar veya
statüye tekabül eder.
Sosyal statü ile sosyal rol arasında sıkı bir bağın olduğu ortadadır. Genelde bir kişinin,
sosyal statüsüne göre belirli şeyleri yapması beklenir veya kişi, statüsüne göre belirli şeyler
yapar. Sosyal statü, sosyal ilişkilerde sahibine yardımcı olur. Sosyal rol ise, daha fazla kişinin
ne yaptığını anlatır. Bir başka ifadeyle, sosyal statülerin gereği olarak yapılan davranışlar,
sosyal rol olduğuna göre rolleri de, statüler belirlemektedir. Kısacası sosyal statüler, insanları
belirli kurallara uymaya zorlamaktadır.
Kültür
İnsanların eğitim seviyesi, medeniyet anlayışı ve dini değerleri toplumun kültürel
yapısını oluşturmaktadır. Bu bağlamda toplumun üyeleri tarafından öğrenilen ve paylaşılan
bir kavram olarak kültürün önemi ortaya çıkmaktadır. Latince’deki “colo” (ekin ekmek, tarım
yapmak) kelimesinden gelen kültür, eski dönemlerde “toprağı işlemek, toprağı mahsul verir
hale getirmek” anlamlarında kullanılmaktaydı. Terim olarak kültür toplumsal yaşam süreci
içinde ortaya çıkan ve bir topluma niteliklerini veren ve başka toplumlarda farklılık gösteren
maddi ve manevi değerlerin bütünüdür. Kültür, bir toplumun tarih içinde üretip koyduğu,
ortaya koyup zamanla milli varlığın bir boyutu haline getirdiği veya onu şuuraltı kazanıma
dönüştürdüğü sosyal ve ahlaki davranış disiplinlerinin ve düşünce ufkunun bütünüdür
(Arslantürk-Amman, 2008:223-225).
Kültürün ana özelliklerini kısaca belirleyelim (Seyyar, 2007:606):
1.) İçgüdüsel veya kalıtımsal olmaktan çok eğitim yoluyla yeni nesle aktarılır ve
öğretilir
2.) Tarihi yönü itibariyle dinamiktir, süreklidir ve nesilden nesile aktarılır
3.) Sosyal yönü açısından örgütlenmiş grup ve toplumların eseridir ve paylaşılır
4.) Ferdi tutum ve davranışlardan farklı olarak ideal veya idealleştirilmiş kaideler
manzumesidir
5.) Manevi ve sosyo-kültürel ihtiyaçlarımızı karşılar ve insanları mutlu eder
Farklı norm ve değerlerden dolayı bir toplumun kültürel yapısında değişik kültürel
anlayışlar ortaya çıkabilmektedir. Bunun yanında toplumsal değişim veya çarpık kentleşme
sürecinde maddi kültür unsurları ile manevi kültür unsurları arasında bazen gecikmeler
meydana gelmektedir (kültürel boşluk). Kültürel boşlukta, maddi kültür unsurlarını oluşturan,
fiziki yerleşme mekânının değişimi, ev şeklinin değişmesi, günlük hayatta kullanılan ev
eşyalarının değişmesi ve meslek değişimi gibi faktörler; değer hükümlerindeki değişimler,
zihniyet ve davranışlardaki değişimleri içeren manevi kültür unsurlarından daha hızlı ve daha
çabuk değişmektedir. Örneğin: köyden kente göç edenler, tam anlamıyla olmasa bile maddi
kültür değişimlerini yaşadıkları halde manevi kültür unsurları bakımından aynı değişiklikleri
yaşamamaktadırlar. Böylece arada bir kültürel boşluk veya kültürel gecikme meydana
gelmektedir.
EKONOMİK YAPI KAVRAMININ GENEL ÇERÇEVESİ
Ekonomi (İktisat)
Yunanca "oikia" (ev) "nomos" (kaide) kelimelerinden meydana gelmiş ekonomi
kelimesi terim olarak "ev idaresi" (tedbir-i menzil) anlamına gelmektedir. Ekonomi (iktisat);
hayatta orta yolu tutmak, itidal ile hareket etmek, tutumlu olmak, hem cimrilikten hem de
israftan (savurganlıktan) uzaklaşmak ve gereğinden az veya çok harcamaktan kaçınmak
anlamlarına gelmektedir. İsrafın zıddı anlamında iktisat, insanların ve kuruluşların günlük
yaşayışlarında ve ekonomik faaliyetlerinde dikkat etmeleri gereken bir prensiptir. Felsefi bir
yaklaşımla iktisat, sosyo-ekonomik ilişkilerin temel kıstaslarındandır ve bu açıdan
bakıldığında maddi imkânları yani insanın kullanma iktidarına verilen nimetleri (yiyecekiçecek, zaman, sıhhat) faydasız yerlere sarf etmemek ve kanaatkâr olmak anlamına
gelmektedir. Yaygın bir tanıma göre ekonomi, insanların ve toplumların para kullanarak veya
para kullanmadan zaman içinde çeşitli mallar üretmek ve bunları bugün ve gelecekte
tüketmek üzere, toplumdaki fertler ya da gruplar arasında bölüştürmek için kıt üretim
kaynakları kullanmak konusundaki tercihlerdir.
Çağdaş bir yaklaşımla ekonomi; halkın günlük faaliyetlerini, insanların üretim ve
tüketim faaliyetlerini nasıl organize ettiklerini, gelir kazanmalarını, servetlerini, hayatlarını
hangi şartlarda ve nasıl sürdürdüklerini, toplumların nasıl geliştiğini ve medeniyetin nasıl
oluştuğunu inceleyen bir bilim dalıdır. Bir toplumun kalkınması, iktisadi refahı ve maddi
ihtiyaçlarını karşılaması, servet edinmeye bağlı olarak işgücünün çalışması ve kazancını
değerlendirmesi, kıt kaynakların kullanılması, üretim faktörlerinin seçimi, üretilen malların
tüketim maksadıyla toplumun fertleri arasındaki en optimal dağıtımı gibi konular, bu bilim
dalı tarafından ele alınmaktadır. Kısacası ekonomi aşağıdaki konuları incelemektedir (Seyyar,
2007:444):
1.) Belli bir ülkede ya da ülkeler arasındaki üretim-tüketim, alış-veriş ve değiş-tokuş
ilişkilerini incelemektedir
2.) Fert, aile ve toplumların sınırlı imkânlarla gittikçe artan tüketim ihtiyaçlarının nasıl
karşılandığını incelemektedir
3.) Toplumların üretim-tüketim yolundaki tutum ve davranışlarını incelemektedir
(İktisat Sosyolojisi)
Üretim, dağıtım ve tüketim konularını inceleyen bir disiplin şeklinde tanımlanabilen
ekonomi, tüm sosyal bilimler içinde sosyolojiden en çok farklı olanıdır. Para hacmi, üretim
dağıtımı, maliyet hesabı gibi konular tamamen iktisadi ve teknik hususlardır. Ancak bunların
dışında üretim ve tüketim olgusunu etkileyen sosyal faktörler ile çevre-kültür etkileri de söz
konusu olmaktadır. Bir iktisadi faaliyetin oluşumunu ve sonuçlarını iyice anlayabilmek için
ekonomi ile ilgili konuları hem iktisadi bakımdan hem de sosyolojik bakımdan incelemek
gerekmektedir. Bunun yanında iktisadi kararların uygulanma safhasında toplumda sosyal
adalet açısından özellikle gelir dağılımı alanında bazı olumsuzlukların ortaya çıkması
muhtemeldir. Bu durumda sosyal politika araçlarıyla toplumsal barışı bozacak iktisadi
olumsuzlukların giderilmesi yönünde zorunlu müdahalelere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu
bağlamda sosyal politika, iktisadi kararların olumsuz yansımalarını telafi eden düzenleyici bir
rol üstlenmektedir.
Ekonomik Davranışlar, Faaliyetler ve Hareketler
Bir toplumda mal ve hizmetlerin üretilmesi, dağıtımı ve tüketilmesi safhalarına
yönelik tutum ve davranışların bütünü, toplumsal yapının ekonomik boyutunu
yansıtmaktadır. Bir başka ifadeyle ekonomik yapı, ekonomik davranışlar ve faaliyetlerden
oluşmaktadır. İnsanların kıt olan kaynakları iyi ve planlı bir şekilde kullanmak için giriştikleri
bütün faaliyetler, iktisadi faaliyetler olarak tanımlanabilir.
Bu bağlamda iktisadi faaliyetlerin bazı ortak noktalarını bilmekte fayda vardır (Seyyar,
2007:442):
1.) İnsan ihtiyaçlarının karşılanmasına yarayan mal ve hizmetlerin elde edilmesi
2.) Faaliyetlerde emek ve masrafın varlığı
3.) Geleceğe yönelik düşünce ve stratejik planlama
4.) İktisadilik prensibi çerçevesinde, belirli emek veya masraf yapmak suretiyle azami
fayda elde etmek ve belirli gayelere asgari emek sarfıyla veya masrafıyla ulaşmak.
İktisadi faaliyetler çerçevesinde ortaya çıkan tutum ve davranışlar, iktisadi hareketlere
de bir ışık tutmaktadır.
Ekonomik davranış veya faaliyetleri toplu halde yapmayı öngören ve buna binaen
kolektif kendi kendine yardım sistemlerini oluşturmayı hedefleyen örgütlü girişimler, iktisadi
hareketlerin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Sosyal tarih bakımından ekonomik
hareketlerin genel olarak, kooperatifler veya imece şeklinde ortaya çıktığını söyleyebiliriz.
Sosyal boyutlu örgütlü iktisadi hareketler, esasında aksayan piyasa rekabeti mekanizmasını
düzenleme fonksiyonunu yerine getirmek ve bu hareket içinde bulunanların maddi hak ve
menfaatlerini korumak maksadıyla ortaya çıkmıştır.
Kooperatifler, batıda sanayi devrimi şartları içinde ve bu şartlara bir reaksiyon olarak,
önce işçi sınıfının kolektif kendi kendine yardım hareketi şeklinde ortaya çıkan ve giderek
geniş üretici-tüketici ve güçsüz toplum kesimlerini de içine alan, iktisadi-ticari-tüketim-
üretim-konut gibi alanlarda karşılıklı işbirliği-dayanışma ve yardımlaşmayı esas alan sivil
toplum örgütleridir. İlk kooperatif, 1844 yılında 128 İngiliz dokuma işçisinin ortak girişimiyle
(Manchester-Rochdale kasabasında) kurulmuştur (Seyyar, 2007:264).
İmece ise özellikle Türk toplumunda bitirilmesi gereken fakat; sahibi tarafından
becerilemeyen tarla veya ev işlerine komşunun, akrabanın ve bazen de bütün köy ahalisinin
kolektif bir şekilde bedelsiz yardımda bulunmasıdır. İmece, genellikle köylerde ve kırsal
bölgelerde bir ailenin veya bir arada yaşayan topluluğun bazı ortak işlerinin birlikte yapılması
için oluşturulan teşkilattır.
Ekonomi Modelleri
Sosyalizm ve Devlet Ekonomisi
Sosyalizm; iktisadi teşebbüsleri ve teşekkülleri, herkese eşit mal veya ücret vermek
düşüncesiyle devlete aktarılmasını isteyen bir görüştür. Karl Marx (1818-1883) ve Friedrich
Engels (1820-1895) kolektivist (sosyalist) düşüncelerin bir toplumsal düzen, bir iktisadi
doktrin olarak toplum hayatına girmesinin ilk öncülüğünü yapmışlardır. Özellikle Marx’ın,
felsefeci Georg Friedrich Hegel’in (1770-1831) fikirlerinden etkilendiği bilinmektedir. Hegel,
tarihin “diyalektik” bir biçimde ilerlediğini iddia etmiştir. Buna göre; toplumsal değişimin
kaynağı, toplumsal zıtlıklar ve çatışmalardır. Bu çatışmalar tez-antitez şeklinde devam
etmektedir. Bunun sonucunda ister istemez bir sentez ortaya çıkmaktadır. Sentezler ise
toplumların yükselmesini sağlamaktadır. Bu tezi benimseyen Marx, görüşlerinde ağırlıklı
olarak sosyal sınıfların çatışmalarına ağırlık vermiştir (tarihi maddecilik). İhtilalci sosyalizmin
temel fikirlerini ortaya atan Marx, sınıfsız bir toplum meydana getirmek vaadiyle işçi kesimi
ile sermayedarlar (kapitalistler) arasında ortaya çıkacak bir sınıf mücadelesinin sonunda
proletaryayı (işçi sınıfını) iktidara getirmek istemiş ve işçi diktatörlüğünü savunmuştur. Ancak
işçi kesiminin çalışma hayatında genel bir proleterleşmeye gitmesine engel olan, demokratik
nitelikte bir çok sosyal mücadele ve müdahale türleri ortaya çıkmıştır. Örneğin: işçiler, adil
ücret elde edebilmek ve daha iyi şartlar altında çalışabilmek için örgütlenme sürecine girmiş,
taleplerini siyasi partiler aracılığı ile dile getirmiş ve nihayet sosyal yönden duyarlı olan bazı
işverenlerin yanında kilise ve devletin, çalışma hayatına müdahale etmesi gereğini
duymuştur (Grossman, 1986:9—92).
Liberalizm ve Serbest Piyasa Ekonomisi
Liberalizm, devletin iktisadi ve sosyal hayata yönelik müdahalelerini gerekli
görmeyen, devletin ekonomik yaşamdan ve dolayısıyla üretimden elini çekmesini isteyen bir
modeldir. 18. yüzyıl sonları ve 19. yüzyıl başlarında İngiltere'de ortaya çıkan, siyasette ve
iktisatta özgürlüğü savunan doktriner bir akımdır. Liberaller; kamu otoritesinin iktisadi,
sosyal, dini vb. gibi süreçlere müdahale etmesine karşı çıkılmaktadır. İktisadi boyutuyla
liberalizm, sosyalizme bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Çünkü liberal görüş, her tür mülkiyete
ve hür teşebbüse saygı gösterdiği gibi devletin piyasaya müdahalesinin en alt düzeyde
kalmasını istemektedir. Buna bağlı olarak liberal bir devlet, ekonomiye müdahale etmeyen
veya iktisadi hayatın yönlendirilmesine yönelik kamu müdahalesini asgari düzeyde tutan,
piyasada oluşan arz ve talep mekanizmasının iktisadi ve sosyal açıdan en faydalı neticeleri
vereceğine inanan, "Laissez-faire, laissez passer" yani "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler"
ilkesini savunan bir devlet modelidir. Liberal devletin asli görevi sadece mülkiyeti korumak,
genel eğitimi sağlamak, adalet, asayiş ve bayındırlık hizmetleri vermektir (Jandarma Devlet).
Liberal devlet, serbest piyasa ekonomisini savunmaktadır. Serbest piyasa ekonomisi, piyasa
güçlerinin serbestçe hareket edebildikleri, üretim, dağıtım, bölüşüm, yatırım gibi iktisadi
faaliyetlerin serbestçe yapılabildiği, fiyatların arz-talep dengesince belirlendiği ve piyasa
dengesinin oluşumuna dışarıdan müdahale edilmediği, rekabetin olduğu bir ekonomik
sistemdir. Liberalizmde, üretim araçlarının mülkiyeti ve sermayenin büyük bir kısmı belirli
grupların elinde toplanabilmektedir. Dolayısıyla kamusal denetimden uzak olan kartel ve
tröstler, çalışanların ve tüketicilerin menfaatlerini tehdit edebilmektedir. Klasik liberal devlet
modelinde, yardıma ve bakıma muhtaç kişiler sosyal sorunlarıyla yalnız bırakılacakları için
devletin himayesinden uzak kendi hallerine bırakılmaktadır.
Sentezci İktisadi Model ve Sosyal Piyasa Ekonomisi
Sentezci iktisadi model ve buna bağlı olarak ortaya çıkan sosyal piyasa ekonomisi,
sosyal adaletin önemine vurgu yaparak piyasa ekonomisinde adil rekabet ortamında fırsat
eşitliğinin sağlanmasını isteyen bir modeldir. Bu modelde (sosyal) devlet, iktisadi ve sosyal
politikaları birlikte ele almakta ve gerektiğinde iktisadi hayata müdahale etmektedir. Piyasa
ekonomisi modeline "sosyal" kelimesinin eklenmesi ile sağlıklı rekabet ortamına, küçük
girişimcilerin teşvikine, kobi’lerin güçlendirilmesine, tüketici haklarının geliştirilmesine,
dezavantajlı grupların pozitif ayrımcılığına, iş sağlığı ve güvenliğine, iş güvencesine, işsizlerin
sosyal güvenlik kapsamı altına alınmasına ve aktif istihdam politikalarına önem verilmektedir.
Sentezci iktisadi-sosyal modelde hem iktisat hem de sosyal politika önemli bir yer
almaktadır. Bilindiği gibi iktisat, daha çok ekonomik faaliyetlerin işleyişini ve gelirin nasıl
dağıldığını araştırmaktadır. Halbuki sosyal politika, ekonomik faaliyetlerin yanında gelir ve
servet dağılımının ahlaki ve adil esaslara göre nasıl oluşması gerektiği noktası ve bu bağlamda
alınması gereken tedbirler üzerinde durmaktadır. İktisadi boyutuyla sosyal politikanın
ekonomiyi yakından ilgilendiren alanları çok geniştir. Bunların başında gelir ve servet dağılımı
politikası gelmektedir. Buna göre; sosyal adaleti sağlamak amacına uygun olarak birincil ve
ikincil gelir dağılımı politikaları uygulamak, sosyal politikanın iktisadi görevleri ve hedefleri
arasındadır. İktisadi politikaların sosyal boyutlarını ve neticelerini araştıran ve bu politikaların
doğurduğu bazı olumsuzlukları ortadan kaldırmayı amaçlayan sosyal politika, bu
interdisipliner açılımıyla zamanla toplumsal (sosyal) ekonomi olarak da tanımlanmıştır.
Sosyal ekonomi kapsamında sadece kamu ve özel sektör yer almamaktadır. Geniş
açılımlarıyla birlikte sosyal ekonomi, sivil toplumu da aksiyon alanına dahil etmektedir.
Böylece kooperatifler, yardımlaşma sandıkları ve STK’lar şeklinde gönüllü olarak bir araya
gelmeler ve örgütlenmeler yoluyla gerçekleştirilmiş bütün ekonomik faaliyetler, sosyal
ekonominin bir parçasıdır. Bu yeni yaklaşıma göre; sosyal ekonomi, özellikle kooperatifler
aracılığıyla sosyal ve kâr amaçlı sektörde (social-profit sector) gerçekleştirilen iktisadî ve ticarî
faaliyetlerin yanında kar maksadı olmayan sektörde (non-profit sector) sosyal yardımlaşma
sandıkları ve(ya) dernekleri çerçevesinde yer alan ticaret dışı sosyal hizmet ve faaliyetlerin
bütünüdür.
Ekonomiye sosyal politika müdahalesini kabul eden bu sistemde düzenleyici beş ana
ilke vardır (Seyyar, 2008:471):
1.) Tam rekabeti sağlamak için monopol (tekel) denetimi (kartel yasağı)
2.) Piyasa gelir dağılımının maliye politikaları ile düzenlenmesi ve desteklenmesi.
Örneğin: devletin belli piyasalara (örneğin tarım sektörüne) alıcı olarak girmesi ve kaynak
transferinde bulunması veya adil bir vergi sistemi uygulaması (örneğin: artan oranlı vergi
sistemi)
3.) Üretim faktör ve kaynaklarının korunması
4.) Çalışanların ve işsizlerin sosyal güvenliği
5.) Asgari ücret belirlenerek işgücünün konjonktürel dalgalanmalardan korunması
Sosyal piyasa ekonomisinin temel esaslarını teorik olarak belirleyen Alman bilim
adamları Walter Eucken, Franz Böhm ve Alfred Müller-Armack olmuştur. Sosyal politika
alanında bu ekonomik modelin hayata geçirilmesi 2. Dünya Savaşından sonra ilk defa Ludwig
Erhard tarafından sağlanmış ve Karl Schiller tarafından da başarılı bir şekilde devam
ettirilmiştir. Ludwig Erhard, artan refahla birlikte şahsi sosyal sorumluluğun artacağı ve
dolayısıyla devletçe gerçekleştirilen sosyal transferlerin azalacağını düşünmüştü. Ancak,
refahın artmasına karşılık birçok sosyal devletin sosyal harcamalarının oranı % 30’ların
üzerine çıkmıştır. Bu gelişme, küreselleşen dünyada rekabet gücünü ve devletlerin ekonomik
potansiyelini olumsuz yönde etkilemektedir (Thieme, 1994).
ÖZET
Toplumsal yapı, herhangi bir toplumun örgütlenmiş biçimi çerçevesinde sosyal ilişkiler
ağında meydana gelen kültürel unsurların (statü, rol, değerler vb.) yanında biçim ve
maddeden oluşan fiziki unsurların (köy hayatı, şehir hayatı, nüfus vb.) bütünüdür. Toplumsal
yapı, sürekli değişimin etkisi altındadır. Toplumların din, kültür, örf, gelenek ve âdetlerin
yapısına göre ve toplumun bu değerlere verdiği öneme göre sosyal hayatın değişik
alanlarında bazı değişim süreçleri yaşanmaktadır. Toplumsal değişim elastikiyeti veya
esnekliği, sosyo-ekonomik gelişimin de önemli bir aracıdır. Toplumsal yapıya ve sosyoekonomik gelişmeye dair birçok sosyal teori mevcuttur. Hiçbir sosyal teori, kendi başına
toplumsal yapının ve gelişim unsurlarının bütün özelliklerini tam olarak yansıtamamaktadır.
Ancak sosyal teorileri bir bütünlük içinde değerlendirdiğimizde karmaşık gibi görünen sosyal
ilişkileri ve ekonomik davranışları anlamamız mümkün olacaktır.
Toplumsal yapıyı kendi varsayımlarına göre açıklayan sosyal teorilerin başında
toplumsal değişim teorileri, yapısalcılık, yapısal fonksiyonalizm, sosyal alış-veriş, aksiyon
teorisi ve çatışma teorisi gelmektedir. Toplumun özelliklerini anlayabilmek için, onun sosyal
yapısını iyi irdelemek gerekmektedir. Toplumsal yapının içinde başta insanlar ve insanların
tutum ve davranışları yer almaktadır. Bu insanlar, çoğu zaman tesadüfen bir araya gelmiş
değildirler. Tam aksine insanlar, tutum ve davranışlarıyla topluma belirli bir örgütsel çerçeve
oluşturmaktadır.
Bu örgütsel yapı içinde insanlar arası değişik türde ve boyutta ilişki ağları ortaya
çıkmaktadır. İnsanların kültürel, kurumsal, ailevi, etnik, dini, sosyal ve sınıfsal bağlılıkları,
toplumsal yapının özelliklerini belirlemektedir. Toplumsal yapıyı oluşturan, şekillendiren ve
zamanla değiştiren unsurların başında fertlerin, toplulukların, sosyal grupların, kalabalıkların,
yığınların ve sosyal sınıfların tutum ve davranışları gelmektedir.
Demografik ve kültürel özelliklerin yanında sosyal statü ve rollerin de bu bağlamda
düşünülmesi gerekmektedir. Ekonomik modeller ve buna bağlı olarak iktisadi davranışlar,
faaliyetler ve hareketler de toplumsal yapıya damgasını vurmaktadır. Bu bağlamda bu ilk
bölümün en son kısmında sosyalizmin ve liberalizmin ekonomi sistemleri incelendikten sonra
genelde gelişmiş sosyal devletlerin, sentezci bir model olarak benimsedikleri sosyal piyasa
ekonomisi tanıtılmıştır.
YARARLANILAN ve BAŞVURULABİLECEK DİĞER KAYNAKLAR
1.
Arslantürk, Z. ve Amman, M.T. (2008). Sosyoloji, 5. Baskı, İstanbul, Çamlıca Yayınları.
2.
Bottomore, T. Ve Nisbet, R. (1990). Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi, Ankara,V Yayınları.
3.
Dechmann, B. ve Ryffel, C. (1984). Soziologie im Alltag, Weinheim-Basel, Beltz Verlag.
4.
Fichter, J. (1997). Sosyoloji Nedir? 3. Baskı,(Çev. Çelebi, N.),Ankara,Atilla Kitabevi.
5.
Gökçe, B. (1996). Türkiye’nin Toplumsal Yapısı ve Toplumsal Kurumlar, Ankara,Savaş
Yayınları.
6.
Grossman, G. (1986). Ekonomik Sistemler, İstanbul, Okan Yayınları.
7.
König, S. (2000). Sosyoloji, (Çev. Sucu S. Ve Aykaç, O.),İstanbul, Ütopya Kitabevi
Yayınları.
8.
Özkalp E. ve diğerleri. (2006). Davranış Bilimlerine Giriş, T.C. Anadolu Üniversitesi
Yayınları No:1355.
9.
Seyyar, A. (2007). İnsan ve Toplum Bilimleri Terimleri, İstanbul, Değişim Yayınları.
10.
Seyyar, A. (2008). Sosyal Siyaset Terimleri: Ansiklopedik Sözlük, Adapazarı, Sakarya
Kitapevi.
11.
Thieme, H. J. (1994). Soziale Marktwirtschaft; 2. Auflage, München, BeckWirtschaftsberater im dtv.
Download