tc gazi üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü tarih anabilim dalı

advertisement
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TARİH ANABİLİM DALI
YAKINÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI
OSMANLI BELGELERİ’NDE OSMANLI DEVLETİ’NİN BASRA
POLİTİKASI
(1878-1907)
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Gülsenem GÜNDÜZ
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Mustafa TURAN
Ankara
2010
JÜRİ ÜYELERİNİN İMZA SAYFASI
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü’ne,
Gülsenem GÜNDÜZ’e ait “OSMANLI BELGELERİ’NDE OSMANLI
DEVLETİ NİN BASRA POLİTİKASI (1878-1907)” adlı çalışma, jürimiz
tarafından Yakınçağ Tarihi Bilim Dalı’nda YÜKSEK LİSANS TEZİ olarak kabul
edilmiştir.
Başkan …………………………………………….
Üye ………………………………………………..
Üye ………………………………………………..
Üye ………………………………………………..
Üye ………………………………………………..
ÖNSÖZ
Bu araştırmada, 1878-1907 yılları arasında “Osmanlı Belgeleri’nde Osmanlı
Devleti’nin Basra Politikası” incelenmektedir. Adı geçen konuda şimdiye kadar
yapılan çalışmalara göz atıldığında, konuya ilişkin araştırma ve çalışmaların yeterli
düzeyde olmadığı dikkati çekmektedir.
Bu cümleden olarak, Yakınçağ Yüksek Lisans eğitimimiz sürerken, hangi
konuda çalışma yapmam gerektiğini, başka bir deyişle hangi konunun bana cazip
gelerek tez konumu oluşturacağı konusunda hiçbir fikrim bulunmamaktaydı.
Araştırma yapacağım konuyu belirleme aşamasında birçok farklı konuda
araştırma yaptık. Değerli hocam, Prof. Dr. Mustafa TURAN’ın önerileri ve yol
göstericiliği bana bu konuda çok yardımcı oldu. “Osmanlı Belgeleri’nde Osmanlı
Devleti’nin Basra Politikası (1878-1907)” başlıklı konuyu seçmekte ilk başta
tereddüt ettim. Çünkü, bu konuda fazla bir çalışma yapılmamıştı ve yapılan
çalışmalarda sınırlı sayıdaydı. Konu ile ilgili yapılan çalışmalar ve özellikle belgeler
beni bu konuyu çalışmaya yöneltti.
İlk önce bu konuda yazılmış olan eserleri ve yapılan tezleri inceledim. Daha
sonra uzun bir süre Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan bu konu hakkındaki
belgeleri inceledim ve tasnife tabî tuttum. Bu belgelerin incelenmesi ve
değerlendirilmesi tamamlandıktan sonra tez yazımına başladım.
Çalışmamı sürdürürken, atalarımızın Basra’nın coğrafyasından, Basra’daki
Osmanlı idaresine kadar nasıl emek verdiklerini anlamak mümkün olmuştur.
Özellikle Basra’da büyük devletlerin çıkar çatışmaları çalışmamızın temel konusu
olmuştur.
Bu araştırmaya yönelmemde benden desteğini esirgemeyen değerli hocam,
Prof. Dr. Mustafa TURAN teşekkür ederim ayrıca çalışmam boyunca benden
ii
yardımı esirgemeyen, Yeniçağ Tarihi Yüksek Lisans öğrencisi kardeşim Murat
GÜNDÜZ’e de teşekkürlerimi sunmayı bir borç bilirim.
Gülsenem GÜNDÜZ
iii
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ ......................................................................................................................... 1
I. BÖLÜM
BASRA’NIN COĞRAFYASI VE STRATEJİK ÖNEMİ ................................... 22
1.1. BASRA’NIN SINIRLARI ............................................................................... 22
1.2. BASRA’NIN TİCARÎ BAKIMDAN ÖNEMİ ............................................... 29
1.3. BASRA’NIN SOSYAL VE KÜLTÜREL AÇIDAN ÖNEMİ ...................... 45
II. BÖLÜM
OSMANLI’NIN BASRA POLİTİKASI................................................................ 56
2.1. MİDHAT PAŞA’NIN BAĞDAT VALİLİĞİ................................................. 56
2.2. 93 HARBİ.......................................................................................................... 62
2.2.1. Savaşın Sebepleri ........................................................................................ 62
2.2.2. Savaşın Sonuçları ve Berlin Antlaşması ..................................................... 66
2.3. OSMANLI-İNGİLİZ MÜCADELESİ ........................................................... 69
2.4. OSMANLI’NIN DEMİRYOLLARI PROJELERİ....................................... 79
2.5. OSMANLI DEVLETİ’NİN BASRA’DA DİĞER DEVLETLERLE
İLİŞKİLERİNDEN KESİTLER ........................................................................... 86
III. BÖLÜM
OSMANLI DEVLETİ'NİN BASRA POLİTİKASI VE ALMANYA
3.1. TÜRK-ALMAN İLİŞKİLERİ ........................................................................ 94
3.1.1. Bismarck Dönemi ....................................................................................... 94
3.1.2. Wilhelm Dönemi......................................................................................... 95
3.1.3. Abdülhamid’in Almanya’ya Yakınlaşma Nedenleri................................... 98
3.1.4. Almanlara Demiryolu İmtiyazının Verilmesi .......................................... 100
IV. BÖLÜM
OSMANLI DEVLETİ'NİN BASRA POLİTİKASI VE İNGİLTERE
4.1. İNGİLTERE’NİN BASRA’YA YERLEŞMESİ ......................................... 118
4.1.2. İngiltere’nin 1877 Sonrasındaki Politikası................................................ 125
4.2.1. İngiltere’nin Basra’da Demiryolu Politikası ............................................. 129
4.2.2. Kuveyt Sorunu .......................................................................................... 133
iv
4.2.3. İngiltere’nin Pan-İslamist Politikaya Bakışı ............................................. 139
SONUÇ................................................................................................................... 146
KAYNAKÇA ......................................................................................................... 150
EKLER................................................................................................................... 159
ÖZET.................................................................................................................... 176
ABSTRACT ......................................................................................................... 177
v
KISALTMALAR DİZİNİ
a.g.e.
: Adı geçen eser
a.g.m.
: Adı geçen makale
a.g.mad.
: Adı geçen madde
C.
: Cilt
S:
: Sayı
s.
: Sayfa
no
: Numara
TTK
: Türk Tarih Kurumu
y.
: Yayınları
TDVİA
: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
MEBİA
:Milli Eğitim Bakanlığı İslam Ansiklopedisi
çev.
: Çeviren
İÜEF
: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
İİBF
: İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
YTY
: Yeni Türkiye Yayınları
BOA
: Başbakanlık Osmanlı Arşivi
GİRİŞ
Basra 1 , Irak sınırları içerisinde Bağdat’ın 420 km. güneydoğusunda, Dicle ve
Fırat nehirlerinin birleştiği noktanın 50 km. güneybatısında yer almaktadır. Şehir,
Keldanîler zamanında “Tederon”, Sasânîler devrinde “Vehiştâbâd Erdeşir” diye
bilinmekte olup, Arapların “Hureybe” dediği harabelerin üzerinde Hz. Ömer’in emri
ile Utbe Bin Gazvan tarafından 637 yılında tekrar kurulmuştur 2 . Ancak, adı geçen
bu Basra şehri bugünkü Basra’nın 25 km. uzağında bulunmakta olup, daha sonra
halk bu eski Basra’yı terk ederek bedevî saldırılarına karşı daha emniyetli bulduğu
ve su ihtiyacını daha rahat karşılayabildiği Basra’ya yerleşmeye başlamıştır. Bu yeni
Basra’ya yerleşme 1494-1495 tarihlerinde tamamlanmıştır.
Hz. Ömer zamanında Basra, İslâm ordusu için bir ordugâh olarak
kullanılmış, Basra’dan Medain’e, Fars’a, Hindistan’a ve Çin memleketlerine fetih
için hareket edilmiştir. Yine halifenin emri ile şehir Ebû’l harba b.Asım Delef’in
marifetiyle kamıştan yapılan kulübelerden meydana getirilmiştir. Şehrin planı bu
dönemde genel olarak çizilmiş ve bu planda her caddeye yirmişer zirâ (1 zirâ = 1
arşın = 68 cm, mimarî arşın ise 76 cm.) ve sokaklar yedişer zirâ olarak
belirlenmiştir. Meydanlarsa 40 zirâ eninde taksim edilmiş ve şehrin ortasında cami
için geniş bir alan bırakılmıştır. Daha sonra bu bölgede büyük yangınlar çıktığından
Hz. Ömer’in emri ile üç odadan fazla ve yüksek binalar olmamak şartı ile evler
yapılmasına izin verilmiştir 3 .
Şehrin imarının bu şekilde düzenlenmesinden sonra Basra’ya kırk aşirete
mensup insanlar yerleştirilmiş, şehrin artan nüfusuna Fars, Sicistan ve Kirman gibi
doğu vilayetlerinde yapılan fetihler sonucu kitleler halinde, Müslüman olan veya
esir alınan İranlılarda katılmıştır. Nüfus özelliklerinin bu şekilde değişmesi bu eski
1
“Basra” şehri adını üzerinde bulunduğu zeminin tabiatından almıştır. Al-Basra : “Yumuşak, küfeki
taşı” anlamına gelmektedir. Bkz. Besim Darkot – M. Tayyib Gökbilgin, “Basra”mad., C.II, İA, MEB
y., İstanbul-1961, s.320.
2
Abdülhâlik Bakır, “Basra”mad., C..V, İA, TDV y., İstanbul-1992, s.108-109.
3
Cengiz Eroğlu v.d., Osmanlı Vilayet Salnâmelerinde Basra, Global y., Ankara-2005, s.37.
2
garnizondaki Arap nüfusunun askerî özelliklerini kaybetmesine neden olmuş, şehir
süratle gelişen bir şehir halini almış, coğrafî konumu ticarî aktivitesini daha da
arttırmıştır 4 .
Hz. Osman’ın son günlerinde Basra önemli olaylarla da karşılaşmış,
halifenin 656 yılında şehit edilmesi olayına Basra’dan bir grup isyancı da katılmıştır.
Bundan başka, Hz. Ali’nin halifeliği döneminde Basra’da Cemel Vak’âsı
gerçekleşmiş, çoğunluğu Kûfelilerden oluşan Hz. Ali komutasındaki yirmi bin
kişilik orduyla Hz. Zübeyr, Hz. Talha ve Hz. Ayşe idaresindeki otuz bin kişilik
kuvvet karşı karşıya gelmiştir. Basra, Şiî Kûfeliler karşısında Sünniliğin merkezi
olma vasfını daima korumuştur. Yine bu bölgede Kerbelâ Olayı’nın gerçekleşmesi
Irak halkı üzerinde Emevîlere karşı büyük bir kini de beraberinde getirmiş, toplum
içerisinde gizli gizli Emevî aleyhtarı gruplar ve örgütlenmeler ortaya çıkmaya
başlamıştır 5 .
Emevîler döneminde Basra’nın önemi daha da artmış, Fars, Sistan ve
Horasan Basra’ya bağlı olarak idare edilmiştir. Emevî Devleti’nin doğu toprakları
Irak’tan yönetilmekteydi. Dolayısıyla Irak’ta otorite sağlanamaması ve muhalif
girişimlerin durdurulamaması halinde devletin doğu topraklarında önemli sorunlar
ortaya çıkabilirdi. Bunu önlemek için Emevî yönetimi eyalet valiliği sistemini
hayata geçirmeye çalışmıştır. Merkezî Kûfe olan bu idarî sistem Basra, Umman,
Bahreyn, Kirman, Horasan ve Maveraünnehri içerisine almaktaydı. Bunlardan
Basra, Arap kabileleri için “Hums” denilen beş bölgeye ayrılmıştı:
1) Ehlü’l-aliye (Kureyş, Kinâne, Becile, Has’am, Kays Aylân, Müzeyne, Esed)
2) Temimî
3) Bekir bin Vâil
Abbasîler döneminde
4) Abdülkays
5)Ezd 6 .
Basra ciddi bir direnişle karşılaşmadan ele
geçirilmiştir. Bağdat’ın kuruluşundan sonra siyasî ve idarî önemini kaybetmekle
beraber, Basra medeniyet açısından en parlak dönemini Abbasîler döneminde
4
Bakır, a.g.mad., s.109.
Kadir Mısırlıoğlu, Mısır Meselesi veIrak Türkleri, Sebil y., İstanbul-1994, s.44.
6
Bakır, a.g.mad., s.110.
5
3
yaşamıştır. Daha önce şehrin etrafında bir sur yokken Halife Ebû Câfer el-Mansûr
şehrin etrafını surlar ve hendeklerle çevirtmiştir. Abbasîler döneminde Basra, dış
mahallesi olan al-Ubulla ile beraber Çin’e kadar uzanmakta olan Arap deniz
ticaretinin antreposu olmuştur. Şehri nehre bağlayan büyük kanallar Nahr al-Uballa
ve Nahr Ma’kîl taşımacılığa elverişli olarak Basra’da kollara ayrılmaktaydı. Şehrin
batısında “Mir-bâd al-Basra” denilen kervanların konakladığı büyük bir bölge
mevcuttu. Diğer bir ticaret merkezide Aşşâr limanı yakınında bulunan Ululla
kasabası idi 7 .
Basra zaman zaman iç ve dış tehditler mahiyetinde syreden politik olmaktan
ziyade sosyal konulu kanlı olaylara da sahne olmuştur. Zutlar 820-835 yıllarında
şehre hakîm olmuş, daha sonra Zencîler Basra şehrini yağmalamışlardır. 899-945
yılları arasında Karmatîlerin saldırısına uğrayan Basra 923’te Berîdîlerin, 947
yılında Büveyhîlerin egemenliğine girmiştir. Selçuklular devrinde şehrin ikta
edildiği emir tarafından yönetilmiştir. Şehrin merkezî yönetimden çok uzak bölgede
yer alması ve çok önemli iktisadî kaynaklara sahip olması zaman zaman burayı bazı
dış tehlikelere Harâce ve Müntefik gibi bazı bedevî kabilelerin saldırılarına marûz
bırakmıştır 8 .
Abbasî Devleti’nin merkezî otoritesinin zayıflaması ile birlikte başlayan
kargaşa dönemin sonunda şehir ilmî ve kültürel açıdan hızlı bir düşüş göstermiştir.
Timur, Irak’ı istilâ ettiğinde Basra ve Cezayir’i Bağdat’a bağlamış ve idaresini
torunu Mirzâ Ebûbekir’e vermiştir. daha sonra Basra’da idare Karakoyunlular,
Akkoyunlular ve Safevîlerin eline geçmiş, bu suretle Moğol ve Türk hükümetleri
döneminde istikrarlı bir idare kurulamamıştır 9 .
Irak’ta bulunan Safevîlerin Osmanlı ordularıyla ilk temasları Yavuz Sultan
Selim döneminde olmuştur. Hatta Irak’ın kuzey kesiminde bulunan bazı önemli
7
Darkot – Gökbilgin, a.g.mad., s.321.
Bakır, a.g.mad., s.110-111.
9
Darkot – Gölbilgin, a.g.mad., s.322.
8
4
şehirler (Musul, Şehrizor, Kerkük, Erbil) Yavuz döneminde Osmanlı hakimiyetine
girmiştir 10 .
Yavuz’un vefatından sonra tahta geçen Kanûnî döneminde devlet batıda
Avusturya, doğuda ise Safevîlerle mücadele etmek zorunda kalmıştır. Sadrazam
İbrahim Paşa, 6 Ağustos 1534’te Tebriz’e girmiştir 11 . Ancak Irak’a yöneleceği
sırada orduda baş gösteren disiplinsizlik üzerine Kanûnî’den yardım istemiştir.
bunun üzerine Kanûnî İstanbul’dan hareket ederek Irak seferini tamamlamış, Irak’ın
idaresini de Akkoyunlu hanedanından Murad Bey’e verilmiştir 12 .
Basra, Osmanlı toprakları arasına 1538’de katılmıştır. Ancak daha 1534
senesinde Kanûnî’nin Bağdat’ta bulunduğu sırada Basra hakimi Megamis-oğlu
Raşid bizzat Bağdat’a gelerek Osmanlı’ya itaat ettiğini bildirmiştir. Daha sonra oğlu
Mani veziri Mir Mehmed’i Kanûnî’nin İstanbul’a dönüşünde yanına göndermiş,
şehrin anahtarını da takdim etmiştir. Bunun üzerine hutbe ve sikke padişah namına
olmak şartıyla vilayet yine Megamis-oğlu’na bırakılmıştır 13 .
Emir Raşid ilk zamanlarda devlete itaat etmişse de daha sonra isyan etmiş,
1546 senesinde Bağdat valisi Ayas Paşa tarafından yapılan seferle ayaklanma
bastırılmıştır. Ayas Paşa’ya Bağdat yönetimine ilâveten Basra’nın yönetimi de
verilmiştir 14 . Bu tarihten itibaren siyasî olarak Osmanlı Devleti’ne bağlanan Basra
İran ile yapılan 1555 Amasya Antlaşması ile de Osmanlı topraklarına ilhâk
edilmiştir 15 .
10
Sinan Marufoğlu, “Osmanlı Döneminde Güney Irak’ta Devlet-Aşiret İlişkileri”, Irak Dosyası I,
Tatav y., İstanbul-2003, s.317.
11
Feridun Emecen, “Sultan Süleyman Çağı ve Cihan Devleti”, Genel Türk Tarihi, C.VI, YTY,
Ankara-2002, s.26.
12
Ömer Faruk Yılmaz, “Kanûnî Sultan Süleyman’ın Irakeyn ile IV. Murad’ın Bağdat Seferi”, Irak
Dosyası I, Tatav y., İstanbul-2003, s.204-205.
13
Darkot – Gölbilgin, a.g.mad., s.322.
14
Darkot – Gölbilgin, a.g.mad., s.322.
15
Amasya Antlaşması Osmanlı Devleti ile Safevîlerle yapılan ilk antlaşma olması bakımından
önemlidir. Bu antlaşmaya göre, Bağdat, Basra, Van, Şehrizor, Erzurum, Kars, üzerindeki Osmanlı
hakimiyeti Safevî Devleti tarafından kabul edilmiştir.
5
Osmanlı Devleti’ne Irakeyn Seferleri’nin en büyük kazancı Bağdat ve
civarının Osmanlı hakimiyetine alınmış olmasıdır. Böylece Bağdat-Basra ve Halep
ticaret yolu kontrol altına alınabilmiştir 16 . Irakeyn Seferleri neticesinde Basra’nın
Osmanlı hakimiyetine girmesi Hint Okyanusu’nda Portekizlilere karşı verilen
mücadelede önemli bir üs ve önemli bir mevkî elde edilmesi anlamına
gelmekteydi 17 .
Irak’ın fethi Akdeniz ve Hint Okyanusu’ndaki tüm ticarî sevkıyatın
denetiminin Osmanlıların eline geçtiğinin göstergesidir. Böylece, İpek yolu
üzerindeki ticarî hakimiyet tartışmasız bir şekilde Osmanlıların eline geçti ve bu
sahada Avrupalıların rekabet gücü kırılmıştır 18 .
Bu cümleden olarak daha XV. ve XVI. yüzyıllarda en büyük deniz
imparatorluklarından birini kurmuş olan Portekizliler Avrupa’dan Hindistan’a erişen
ilk Avrupalı millet olmuş ve Hint okyanusu’nun stratejik noktalarını tutarak oralarda
adeta tek egemen güç haline gelmiştir. Ancak kendilerine karşı yönelen ilk etken
kuvvet ne Memlûkler ne de İslâm devletleri olmuştur. Müslümanların koruyucu
sıfatını üzerinde taşıyan Osmanlı Devleti ilk kuvvet olarak Portekizlilerin karşısına
çıkmıştır. Böylece Hint Okyanusu’nda ve ona bağlı iç denizlerde bir Osmanlı –
Portekiz rekabeti doğmuştur 19 .
Doğu’nun kıymetli ticarî malları Hint okyanusunu aşıp, Basra Körfezi
yoluyla Bağdat-Halep-Suriye limanlarına geliyordu. Diğer bir yol ile de
Kızıldeniz’in iki yanını teşkil eden Arabistan ve Afrika sahillerindeki şehirlere
varıyor ve oradan da İskenderiye’ye ve diğer Akdeniz limanlarında toplanıp
Avrupa’ya sevk ediliyordu 20 .
16
Emecen, a.g.m., s.26.
Mehmet Öz, “Osmanlı Siyasî Tarihi”, Tarih El Kitabı, Grafiker y., Ankara-2004, s.130.
18
Robert Mantran, “Irak”, C.V, İA, TDV y., İstanbul-1999, s.91.
19
Salih Özbaran, “XVI Yüzyılda Basra Körfezi Sahillerinde Osmanlılar: Basra Beylerbeyliğinin
Kuruluşu”, İ.Ü.E.F. Tarih Dergisi, S:25, İstanbul-1971, s.51.
20
Turgut Işıksal, “Arşivlerimizde Osmanlıların Süveyş Tersanesi ve Güney Denizleri Politikasına
İlişkin En Eski Belgeler”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, S: 22-27(1969), s.54.
17
6
Portekizlileri Hindistan’a sonra da Uzakdoğu’ya götüren sebepler bunun gibi
hem iktisadî ve hem de dinî idi. Batı Afrika Guiné’si altını, Asya’nın baharatı ile
geçmişlerinden akıp gelen haçlılık ruhu ve efsanevî Preste Joao’yu bulma arzusu
idi 21 .
Neticede 1503 yılından itibaren güney denizlerinde Portekiz imparatorluğu
doğdu. Doğuda ticareti kendi egemenliğine almak isteyen Portekizliler, Memlûk
Devleti ile çatışmıştır. Çünkü doğu yollarının önemli bir kısmı Mısır Memlûklarına
aitti. Memlûk Devleti Selman ve Hüseyin Reislerin kumandasındaki Mısır
donanması 1515 yılında yapılan deniz savaşında Kızıldeniz’in ağzını kapatarak
ticaret yolunu kapatmaya çalışan Portekizlilere yenildi. Böylece Portekizliler, Hint
Okyanusu kıyılarındaki ticarî ve stratejik yerlere daha sağlam bir şekilde
yerleşmiştir. Daha sonra Cidde Limanı’na doğru nüfuzlarını arttırmışlardır 22 .
Hindistan’dan ve diğer yönlerden gelen doğu ticaretinin önemini ve sağladığı
faydaları taktir eden Osmanlı Devleti 1517’den sonra meydana getirdiği durgunluk
devresini bertaraf ettikten sonra bu ticareti canlandırmaya karar vermiştir. bunun için
altın ve baharat ticaretini teşkilatlandırmaya çalışmıştır. Bu hususta yapılan ilk
hareketler Kızıldeniz’de hakimiyeti kontrol ettikten sonra emniyetin teessüsüne
çalışmaktı. Osmanlı’nın doğu ile temaslarıyla ilgili bu politikalarına karşı en büyük
rakipleri yukarıda da belirtildiği gibi doğu ticaretinin tekelini elinde bulundurdukları
iddiasında bulunan Portekizliler idi 23 .
Portekizliler bu tarihlerde İranlıların hakimiyetinde olan Hürmüz’ü kuşatmış
ve burada Portekiz garnizonunu kurmuş bulunuyordu. Böylece Basra Körfezi’nin
giriş ve çıkışını kontrol altına almışlardı. Tüm bu olanlara karşı sessiz kalan İran
şahı karşısında, Portekizlilerin tesiri 1521 yılına gelindiğinde Bahreyn ve Al-Hassa
bölgelerinde de hissedilmiştir. Bu yerlerin hakimi olan Mükrim öldürülmüş,
kuvvetleri mağlup edilmiş ve Bahreyn vergiye bağlanmıştır. 1529 yılında Basra
21
Özbaran, a.g.m., s.51-52.
Işıksal, a.g.m., s.54.
23
Özbaran, a.g.m., s.62.
22
7
hakimi Raşid ibn Megamis ile Kurna hakiminin (Cezayir bölgesi, Fırat ve Dicle’nin
birleştiği yer) çekişmesin fırsat bilen Portekizliler, Basra’yı talan etmiştir. Aynı yıl
Bahreyn hakimi Reis Bahaeddin vergisini ödemeyerek Portekizlilere isyan etmiştir.
Portekizliler bu isyana müdahale etmişlerse de başarılı olamamışlardır.
Osmanlı Devleti Baharat yolunu ele geçirmek ve Kızıldeniz’de hakimiyet
kurabilmek için Kızıldeniz’de Memlûklerden kalan donanmayı onarmışlar ve
Süveyş Tersanesi’ni yenilemişlerdir. Portekizlilerle ilk karşılaşma 1525 yılında
gerçekleşmiştir. Selman Reis’in kumandasında bulunan gemi sayısı yirmi olmasına
rağmen istenilen barı sağlanamamıştır. Osmanlı Devleti ikinci büyük harekatını
Portekizlileri Hindistan’dan atmak amacıyla hazırlamıştır. Osmanlı’nın seksen
parçadan oluşan filosunun büyük kısmı Hindistan’a kadar gitmiştir. Ancak Hintliler,
Türk donanmasına yardım etmemiş, büyük toplar götürüldüğü halde ordunun
hedeflerinden biri olan Diu Kalesi alınamamıştır. Mevsimin geçmesi, Hintlilerin
tutumu, Portekiz filolarının bu durumdan cesaret alarak yakın sulara kadar ilerlemesi
Osmanlıların geri dönmelerine sebep olmuştur. Bu nedenle Süveyş’in stratejik
önemi nedeniyle alınması zorunlu hale gelmiştir 24 .
1534’de Irak-ı Acem ve Irak-ı Arap bölgelerini ele geçirip varlıklarını Basra
körfezi’nde hissettirmeye başlayan Osmanlı Devleti, 1546 yılında Basra şehrini
alarak Hindistan deniz yolunun bir parçasını teşkil eden Basra körfezi’ne açılmış
oldular. Osmanlılar bu bölgelere Safevîlere karşı üstünlük sağlamak, Basra
Körfezi’ne inmek, Kızıldeniz hakimiyetini pekiştirmek ve dolayısıyla da Hindistan’a
doğru uzanan Uzakdoğu hakimiyetinde daha etkili olabilmek için gelmişlerdir.
Basra Körfezi’nde kuvvetli bir durumda bulunarak Hindistan yolunu tıkayan
Portekizliler bölgedeki Müslümanlara ve her yıl Uzakdoğu’dan deniz yoluyla gelen
hacı adaylarına çeşitli zulümler yapıyorlardı. Hilafet makamını elinde bulunduran
Osmanlı Devleti bu sefer için kendini görevli saymıştır 25 .
24
25
Işıksal, a.g.m., s.55.
Mustafa L. Bilge, “Basra Körfezi”mad., C.V.,İA, TDV y., İstanbul-1992, 115.
8
Hindistan tarafından gelen ticaret malları Basra’ya ve oradan da nehir
gemileriyle Fırat üzerinden Birecik’e varıyor, sonra da Trablusşam, Halep, ve
İskenderun’a naklediliyordu. Böylece zor ve sıkıntılı Uzakdoğu kara ulaşımı yerine
daha uygun yol kullanılmaya başlanmış oluyordu. Osmanlıların Bağdat’ı alması
üzerine bölgedeki Arap şeyhleri sırasıyla bağlılıklarını arz etmişlerdir. Katif,
Bahreyn ve Lahsa de elçiler göndererek padişaha boyun eğdiklerini bildirmişlerdir.
1550’de Basra’da Basra Beylerbeyi Ali Paşa’nın Katif Kalesi’ne toplar yerleştirerek
Portekizlilere karşı kaleyi müstahkem hale getirmesiyle iki kuvvet Basra Körfezinde
karşılaşmış oldu.
Osmanlılar Basra’yı aldıktan sonra, Hürmüz’ün Portekiz kumandanı
vasıtasıyla Portekizlilere yaklaşmak istemişlerdi. Ancak bu siyasi bir sonuç
vermemişti. Kızıldeniz’de hakimiyet kurmuş olan Osmanlıların 1550 yılında Katif’i
de ele geçirmeleri rakipleri için alarm oldu. Hindistan Genel Valisi D.Afonso de
Noronha, Türklerin çok yaklaştığını tehlikeli görerek onlara karşı aktif politika
güdülmesini istedi ve Katif üzerine Portekiz saldırısı gerçekleşti. Bölge tahrip edildi.
Ancak burada asker bırakmadı. 26
Osmanlılar Habeşistan ile de ilgilenmişler ve buranın fethine uğraşmışlardır.
Osmanlıları Habeşistan’a iten sebepler şüphesiz yalnız altın meselesi değil idi. Diğer
bir sebepte, doğu ticareti tekeli meselesi idi. Hint Denizi’nde Portekiz üstünlüğüne
bir son vermek için Piri Reis ve Seydi Ali Reis idaresinde donanmalar sevk edilmiş,
fakat donanmayı teşkil eden gemilerin teknik kifayetsizliğinden dolayı başarıya
ulaşamamıştır. Osmanlı bu durumu telafi etmek için, Habeşistan’ı alarak burada
hakimiyet kurmaya yönelmiştir. Kızıldeniz’de ve Hint Denizinde sahilleri olan bu
ülkeyi ele geçiren devlet doğu Afrika ve Hindistan arasında sahiller boyunca cereyan
eden doğu ticaretine ciddi müdahalelerde bulunabilir ve bu ticarete tamamen hakim
olabilirdi. Diğer bir hususta, bu bölgede gelecekleri tehlikede olan Müslümanların
26
Salih Özbaran, a.g.m.,s.61.
9
son yıllarda içinde bulundukları zor durum idi. Böyle bir gayeye yönelmiş bulunan
hareket 1554-1555’te başlamıştır. 27
Bunun üzerine Osmanlılar 1552’de önce Maskat sonra sonra da Hürmüz
üzerine sefer düzenledi. Sefer istenilen başarıyı veremediği gibi üstelik Türk
donanması Basra’da kilitli kaldı. Bunun sonucunda Piri Reis idâm edildi. Ardından
Murat Reis ve Seydi Ali Reis’in Osmanlı gemilerini Kızıldeniz’e getirme çabaları
neticesiz kaldı.
Osmanlılar açık deniz gemicileri değildi. kullandıkları gemiler Akdeniz tip
olup küreklerle gidiyordu. Osmanlıların kadırga ve çektirileri Portekiz karavelleri
gibi günlerce denizlerde kalamazdı. Osmanlı Portekiz çekişmesi XVII. yüzyılın ilk
senelerine kadar sürmüştür. En şiddetli devrelerini Sadrazam Sokullu Mehmed
Paşa’nın döneminde görmüştür. Uzun süren İran harpleri (1577-1589) ve daha sonra
Avusturya savaşları (1593-1606) sırasında binlerce kilometre uzunluğundaki
cephelerde bulunan kalelerin ve orduların devamlı barut, silah ve diğer malzemelerin
sebep olduğu büyük masraflar devleti çok sarsmıştır. Devlet bütün gücünü ve
dikkatini buralarda topladığından Süveyş’teki ve Basra Körfezi’ndeki donanmalara
gerekli paraları ayıramamış ve güney denizlerindeki mücadeleyi rakiplerine
bırakmak mecburiyetinde kalmıştır. Ancak 1630 yılına kadar baharat yolundan
faydalanmayı sürdürmüştür.
Osmanlı Devleti, XVI. yüzyılda Süveyş Tersanesi’nin bakımı ve
onarımını politikası haline getirmiştir. Kızıldeniz’de hakim güç olabilmek Süveyş
Tersanesi’nin güçlü olmasına bağlı idi. Bu konuda 1532-1533 yıllarında Mısır
Beylerbeyi Hadım Süleyman Paşa’nın adamı Ali Çelebi ile İstanbul’a gönderdiği bir
mektupta Süveyş İskelesi’nde tamiri emir olunan gemilerin onarılması, Süveyş
donanmasının eksik ve gediklerinin tamamlanması için gelen ferman aynen icraata
geçirildiği ve masraflarını gösteren defterin İstanbul’a getirildiği ve denilenlerin
yapıldığı ve yapımda Ali Çelebi’nin yararlıkları görüldüğü ve bu sebeple
27
Salih Özbaran, Yemen’den Basra’ya Sınırdaki Osmanlı, Kitap y., İstanbul-2004, s.62.
10
mükâfatlandırılması istemiyle cevap mektubu gönderilmiştir. 28 Bu mektuptan da
anlaşılacağı üzere Osmanlı Devleti Süveyş Tersanesi’nin onarımı ve bakımı ile
yakından ilgileniyor ve Portekizlilerle mücadele de buranın stratejik önemini
olduğunu kabul ediyordu.
1564 yılına gelindiğinde Osmanlı Devleti’nin Yemen taraflarını elinde
tutabilmek amacıyla çeşitli tedbirler aldığı görülüyor. Yemen Kızıldeniz girişinde
adeta bu denizin güneyde giriş kapısı niteliğinde bir stratejik bölge olduğunu burada
belirtmek gerekir. Portekizlilere karşı güvenlik açısından 1564 yılına ait bir
fermanda:
“Yemen Beylerbeğine Hüküm ki
Hint ülkelerinden gelen tüccar gemilerine Portekizlilerin zarar ve ziyan etmekde
devam ettiği bildirildiğinden Süveyş Kapudanlığı Sefer Reis’e sancakla verilmiş
olup donanmamla Aden’e gönderilmiştir. Allahın yardımıyla o tarafları ele
geçirebilmek için mevsim kollamak gerektiğinden donanmada olan askerin yiyecek
sıkıntıları olursa bu emri alınca adı geçen donanmayla o taraflara geldiğinde her
türlü ihtiyaçlarını karşulayup undan ve buğdaydan veresin” 29 ifadesi yer
almaktadır. Belgeden de anlaşılacağı üzere bu tarihte Yemen ve Aden’in hakimiyet
mücadelesi Osmanlı ile Portekiz arasında çekişme mevzuudur. Osmanlı kendi
hakimiyetinde bulunan bu bölgelerin Portekizlilerin eline geçmesini engellemek için
çok önemli askerî tedbirler almaktadır.
Diğer bir belgede Süveyş Kanalı’nın açılması ile ilgili olarak araştırma
yapılmasının emredildiği 17 Ocak 1568 tarihli belgedir. Sokullu Mehmed Paşa’nın
Süveyş Projesi
28
30
olarak da bilinen bu proje yarım kalmış hayata geçirilememiştir.
Işıksal, a.g.m. ,57-58.
Işıksal, a.g.m, s.59.
30
Akdeniz ve Kızıldeniz arasında dar kara parçasının bulunduğu yerden kanal açılması fikri ilk kez
II.Selim zamanında Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa tarafından 1570 tarihinde ortaya atılmıştır.
Sokullu zamanında Osmanlı Devleti’nin Asya’daki Müslüman devletlerle iyi ilişkileri vardı.
Sumatra’daki Açe hükümdarı Sultan Alaaddin, Sultan Süleyman Han’dan Portekizlilere karşı yardım
istemiş, fakat Zigetvar Seferi sebebiyle yardım gönderilememiştir. Daha sonra Sokullu, padişahın
isteği doğrultusunda ilk iş olarak Açe Sultanlığına 1568’de yardım gönderdi. 1568-1569 yıllarında
29
11
Ancak bunun XVI. yüzyıl gibi bir tarihte düşünülmesi dahî ilginçtir. Bu yıllarda
Portekizliler Müslümanların kutsal şehri olan Mekke, Cidde ve Cidde karşısındaki
adalarda ve yakınlarındaki demir yerlere üslendiler. Cidde’ye gelen ticaret
eşyalarına, hacı adaylarına zarar vermeye başladılar. Müslümanların halifesi olarak
bu duruma bir son verilmesi ve Portekiz’in bütün Arabistan’dan kıyılarından, Afrika
sahillerinden, hatta Hindistan’dan atmak için hazırladıklarını, Kızıldeniz’le
Akdeniz’i birleştirme projesinin detaylarını kapsamaktadır. Ancak Akdeniz’de
yapılan büyük deniz hareketleri ve Kıbrıs Seferi dolayısıyla bu proje
gerçekleşememiştir. O sıradaki Osmanlı Devleti idare edenlerin düşünüş ve
fikirlerini yansıtması bakımından da ayrıca önemlidir. Belge şu şekildedir.
“ Mısır Beylerbeyisine hüküm ki
Bizden gelen atalarımız şerefli ve şanlı günlerinde Doğu ve Batıdaki doğru yoldan
ayrılmış sayısız ülkeleri kılıçlarının hakkıyla ele geçirip Osmanlı Devleti’ne
katmışlardır.Bir çok namlı sultanların ve bu ulu hakanların öğücü Mekke ve
Medine’nin hizmetkarlığı ile olup Tanrıya şükürler olsun ki bu mutluluk bana kısmet
olmuştur. Memleketin düzen ve güvenlik içinde bulunması benim en büyük
emelimdir.
Fakat
Hindistan
taraflarından
Mekke
ve
Medine’ye
gelen
Müslümanların yolları kesildikten başka İslam devletlerinin kafirlerin buyruğu
altında bulunmaları da uygun görülmemektedir. Tanrının yardımına güvenip Hint
ülkelerinin kafirlerden kurtarılması ve Mekke ve Medine taraflarında düşmanla
işbirliği yapan bozguncuların yok edilmesi o taraflara gitmem kararlaştırılmıştır. Bu
seferler için çok sayıda gemiye ihtiyaç olduğundan donanmayı Süveyş Deryasına (
Kızıldeniz)e geçirmek için bir kanal açılması çok uygundur. Bu emir elinize geçince
hiçbir şekilde gecikmeyip, en bilgili mimarları ve mühendisleri ve becerikli adamları
işe koşup Akdeniz ile Kızıldeniz arasında araştırmalar yapıp kanal açmak için en
uygun yer neresidir ? ve uzunluğu ne kadar olur, kaç gemi geçebilir? Hepsini
bildiresin ki ona göre hazırlıklar yapıp, kanalı açıp Allahın yardımıyla
tamamladığında inşallah o ülkeye savaş kısmet olup hem kutsal toprakların
bu birlikler çeşitli faaliyetlerde bulundular. Portekizlilerin Müslümanlara karşı yaptıkları baskıları
etkisiz hale getirmek ve Habeş, Hicaz ve Yemen’in emniyetini sağlamak için Süveyş Kanalı’nın
açılması faydalı görülmüş, Aralık 1568’de Mısır Beylerbeyine bir ferman gönderilmiştir.
12
etrafındaki doğru yoldan ayrılanlardan temizlenmesi hem de Hindistan’ın
Portekizlerden alınması kısmet olup işlerimizin defterlerinde yazılmış ola” 31
1620’lere gelindiğinde Osmanlı’ya bağlı Bağdat Valisi Yusuf Paşa’nın İran
destekli Bekir Subaşı tarafından öldürülmesi ve yerine Bekir Subaşı’nın geçerek
valilik iddia etmesi üzerine patlak veren İran-Osmanlı gerginliği ve Irak’ın İran
hakimiyetine geçişi üzerine 1625’de birinci, 1629’da ikinci kuşatma gerçekleşmiş;
ancak başarısız olunmuştur. IV. Murad bizzat kendisi 8 Mayıs 1638’de İstanbul’dan
hareketle Bağdat Seferine çıkmıştır. 32
15 Kasım 1638 tarihinde Bağdat’ı Sultan Murad ve Osmanlı askerleri şehri
kuşatma altına aldı. 24 Aralık 1638 tarihinde Bağdat tekrar Osmanlı hakimiyetine
alındı. 17 Mayıs 1639 yılında Kasr-ı Şirin Antlaşması imza edildi. Bu anlaşma iki
devlet arasında asırlar boyu geçerli olacak sınırı belirlemiş olması bakımından
önemlidir. Ayrıca Bağdat’ın Osmanlılara ait olduğu bir kez daha kabul edilmiştir.
Antlaşmaya göre; Bağdat Basra ve Şehrizor havalisinden mürekkep bölge
Safevîlerin hakimiyetinde kalacaktı. Ayrıca Safevîler gerek Irak topraklarına ve
gerekse Kars, Ahıska ve Van taraflarına saldırmayacaklardı. 33
Irakta nüfuz sahibi Yeniçeri ağaları, Bedevî Arap Kabileleri ve Kürtlerin
çıkardığı bir takım karışıklıklar bölgedeki huzur ortamını kargaşa ve düzensizliğe
bıraktı. 34 Osmanlı Devleti’nin batı sınırları ve politikasına ağırlık verdiği bir
dönemde merkezden uzak Osmanlı eyaletlerinde bir takım zorbaların türemesine ve
aşiret ayaklanmasına fırsat verilmek zorunda kalınmıştır. Bu zorbalardan Müntefik
Şeyhi Man’î ve Huzeyfe Hanı Ferecullah Basra’ya hakim olmuştur. Daha sonrada
İranlılar Basra’yı ele geçirmiştir.
31
Işıksal, a.g.m., 60-61.
Mantran, a.g.mad, s.91.
33
Ömer Faruk Yılmaz, “Kanuni Sultan Süleyman’ın Irakeyn ile IV. Murat’ın Bağdat Seferleri” , Irak
Dosyası I.,Tatav y.,İstanbul-2003, s.209-211.
34
Mantran, a.g.mad, s.91.
32
13
1699 Karlofça Antlaşması’ndan sonra Daltaban Mustafa Paşa Bağdat
Beylerbeyliğine tayin edilmiştir. Daltaban Paşa’nın ilk icraatı Basra’nın yeniden
Osmanlı hakimiyetine alınması olmuştur. Basra üzerine hareket edilmiş ve İran
nüfuzu kırılmaya çalışılmıştır. Yeni bir savaşı göze alamayan İran, Basra’nın
anahtarlarını Osmanlı padişahına göndermiş, böylece Basra’da yeniden Osmanlı
hakimiyeti sağlanmıştır. (1701) 35 . Bölgede yeniden Osmanlı hakimiyeti sağlanınca
imâr ve inşâ faaliyetlerine başlanmış Basra ve Bağdat eski görkemine
kavuşmuştur. 36
1704’te Hasan Paşa Bağdat Valiliğine, oğlu Ahmed Paşa Basra Valiliğine
getirilmiştir. Böylece Basra ve Bağdat’ta Kölemenler dönemi başlamış; 1831 yılına
kadar da bu ailenin yönetiminde kalmıştır.
37
Süleyman Paşa ve oğlu dönemi Bağdat
ve Basra refah dönemidir. Aşiret ayaklanmaları durdurulmuş, kanun hakimiyeti
sağlanmış, ticaret geliştirilmiştir. Bölge Yakındoğu ve Ortadoğu’nun en gözde
toprakları haline getirilmiştir. İngilizlerin bölgeye ticarî amaçla gelmeleri de bu
dönemde olmuştur(1763). Süleyman Paşa’nın valiliğinin hemen ardından bölgede
Vehhâbî saldırıları ve işgalleri başlamıştır ve Osmanlı Devleti buraya kölemen
dışında başka valiyi göndermek istemiş; ancak Fransa’nın müdahalesi ile buraya
Küçük Süleyman Paşa tayin edilmiştir.(1808) 38
1816 yılında Bağdat Valiliğine son kölemen asıllı vali Davud Paşa atanmış,
1821’de başlayan İran saldırıları ve bu dönemde geri püskürtülmüştür. Davud Paşa
döneminde Kölemen Ocağı yeniden canlandırılıştır. Davud Paşa’nın Rus Harbi’nin
çıktığı bir dönemde merkeze asker göndermemesi, İstanbul’dan bölgeye gönderilen
Başdefterdar Sadık Efendi’yi öldürtmesi üzerine Davud Paşa’nın halli için Halep
Valisi Ali Rıza Paşa görevlendirilmiştir. Ali Rıza Paşa buradaki Kölemen idaresini
yıkarak, 17 Eylül 1831 yılında Irak’ı tekrar merkezî hükümete bağlamıştır. Irak
35
İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C. IV/1, 4. b, TTK y., Ankara 1988, s.219.
Mantran, a.g.mad., s.91.
37
İ. Hakkı Uzunçarşılı, a.g.e., s.219.
38
Mantran , a.g.mad., s.91.
36
14
böylece 1918 yılına kadar doğrudan merkezî hükümete bağlı olarak idare
edilmiştir. 39
Mısır, Mehmed Ali Paşa döneminde, askerî ve siyasî başarılarıyla, Osmanlı
Devleti’nin zayıflamasının verdiği avantajla özel hukukî bir statüyle yönetilir hale
gelmişti 40 . Adı geçen Paşa döneminde, kanalın açılması yönündeki çalışmaların
başlatılması ile ilgili Fransız baskısı, yine Mehmet Ali Paşa’nın kanaldaki gerekli
teknik incelemelerin yaptırılması bahaneleri ile oyalanmıştır. Mehmed Ali Paşa
kanalın açılmasını istememiştir. O’nun görüşüne göre kanalın açılması Mısır’ın
geleceğini olumsuz etkileyebilirdi.
Mehmed Ali Paşa, Boğazların Osmanlı Devleti’nin sonunu getirdiği
düşüncesi ile Mısır’da açılacak muhtemel kanalın da Mısır için gelecek zamanda
büyük sorunlar doğuracağını görüşündeydi. Mehmed Ali Paşa’dan sonra işbaşına
geçen oğlu I. Abbas (1848-1854) ve ondan sonra görevi devralan Said Paşa (18541863) zamanında kanal açma girişimleri başlamıştır. 41
Osmanlı Devleti’nin “Eyalet-i Mümtaze” olarak isimlendirildiği Mısır
eyaleti, Mehmed Ali Paşa idaresinde kısmen bağımsız hale geldikten sonra, İsmail
Paşa döneminde İngilizlerin ekonomik işgaline girmiştir. 42
Kahire’de Fransız Konsolosu M. Ferdinand dö Leseps Süveyş Kanalı’nın
açılması meselesini incelemiş, kendinden önce yapılan çalışmaları da gözden
geçirerek gerekli ön hazırlığı yapmış, kanal açmak amacıyla Mısır Valisi Mehmed
Said Paşa’dan 30 Teşrin-sânî 1854’de ilk resmî izni koparmıştır. Said Paşa
tarafından Leseps’e Süveyş Kanalı’nın hafriyatı için bir şirket kurulmasına müsaade
39
M. Cavit Baysun , “Bağdat”mad., C.II, İA, MEB y., İstanbul-1961, s.209-210.
Mehmed Ali Paşa, Abdülaziz zamanında parasal gücünü de kullanarak, Osmanlı Devleti’nden
bağımsız davranmaya başlamış, Sultan Abdülaziz’e ve sadrazamlara değerli hediyeler vererek Mısır
Hidivliği’ni elde etmiştir. Veraset Fermanı ile Mısır’ın Veraset yolu ile babadan oğula yönetimin
geçmesini sağlamış, Mısır’ın muhtariyet haklarını teminat altına alarak Mısır’a özerk bir yapıya
kavuşturmuştur. Bkz. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, , C.VIII, TTK y., Ankara 1998, s.87.
41
Tayyar Arı, Geçmişten Günümüze Ortadoğu, Alfa y., İstanbul-2005, s.95.
42
Dilek Güldeş, “Urabi Paşa Hareketi ve İngilizlerin Mısır’ı İşgali”, Marmara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul-1999, s.85.
40
15
verilmiştir. Bunun üzerine III. Napolyon da, Mehmed Said Paşa’ya Lejyon Don Ör
Nişanı’nın Büyük Kordonu’nu vermiştir. 43 İmtiyazlar 5 Ocak 1856’da genişletilerek
devam etmiştir. 44
Bu iki imtiyaz Said Paşa tarafından verilmiştir. Bu kanalın açılması için
Osmanlı Devleti’nin merkezinin her hangi bir müsadesi alınmamıştır.imtiyaz
Abdülaziz döneminde onaylanacaktır. Bab-ı Ai’nin müsadesi alınmadan ilk kazma
25 Nisan 1859 tarihinde vuruldu. 45
Kanûnî döneminden bu yana Fransız - Osmanlı dostluğu devam ede
gelmiştir. Bu ilişki Fransız İhtilali döneminde “milliyetçilik” akımının Osmanlı
Devleti’ne girmesine sebep olmuştur. Osmanlı Devleti bir devletti ve birçok
milletten oluşuyordu. Fransa’nın Habsburg Hanedanıyla olan mücadelesi, O’nu
Osmanlı Devleti’ne yakınlaştırmıştır. 46
XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren Hindistan’a el atan İngiltere’nin Arap
Yarımadası ile temasları XVII. yüzyıl başlarına kadar iner, asıl olarak da XVIII.
yüzyıl sonlarıyla XIX. yüzyıl başlarına tesadüf eder. İngiltere bir yandan HindistanSüveyş yolunu kontrol altında tutabilmek ve Uzakdoğu’dan gelip, Ortadoğu ve
Avrupa’ya giden ticaret trafiğine el koymak maksadıyla Babü’l Mendeb Boğazı’nı
kontrol etmek isterken, diğer yandan da Basra Körfezi’ni elde tutmak gayesini
taşıyordu. Bağdat hattı Kuveyt’le birleşir ve Kuveyt üzerinde İngiltere hakimiyeti
kurulur ise, İngiltere Atlas Okyanusu-Kap-Kızıldeniz- Süveyş yollarından ayrı
olarak Basra-Kuveyt-Bağdat hattına sahip olacaktı. Böylece Uzakdoğu’ya giden
yolların en kısası olan bu yolu istediği zaman açıp kapama hakkına sahip olacaktı. 47
43
Süleyman Kâni İrtem, Osmanlı Devleti’nin Mısır Yemen Hicaz Meselesi, Temel y., İstanbul1999,s.37.
44
Karal, a.g.e., s.92
45
İrtem, a.g.e, s.37-38.
46
Yusuf Akçura, Osmanlı Devleti’nin Dağılma Devri, TTK y., Ankara-1988, s.56.
47
İ.Süreyya Sırma, Osmanlı Devleti’nin Yıkılışında Yemen İsyanları, İstanbul-1994, s.87-90.
16
İngiltere, 1801yılından itibaren Aden ve Yemen bölgeleriyle aktif olarak
ilgilenmeye başlamıştır. Osmanlı Devleti için Yemen 1839’da mesele haline
gelmiştir. Bu dönemde İngiltere Bâb-ı Âlî’den Aden’de bir kömür deposu yapma
iznini koparmıştır. İngiltere aynı zamanda Aden’i işgal etmiştir. 1857 yılında da
Babü’l Mendeb Boğazı’nda bulunan stratejik Perim Adası’nı işgal etmiştir. Bundan
sonra
İngiltere
Yemen’in
kuzeydoğusuna
doğru
genişlemesini
sürdürmüştür.Yemenli şeyhleri kendi lehine kazanmak yolunda bazı faaliyetlere de
girişmiştir. 48
XIX. yüzyıl boyunca , İngiltere başta olmak üzere bütün batılı güçler,
Osmanlı hakimiyetinde bulunan Arap Yarımadası ve Kızıldeniz sahilleri ile alâkadar
olmuşlardır. Batılı güçlerin bölgeye taarruzları askerî, siyasî, kültürel ve diplomatik
olmuştur. İngilizler yakın aşiretlerle birebir temas kurmuş bölgeye çok sayıda casusu
göndermişlerdir. Bölgedeki kabile liderlerine ileriye yönelik vaatler ve paralar
önermişlerdir. Bölge aşiretleri arasında husûmeti körükleyerek büyük paralar
harcayarak onlara silah temini dahî sağlamışlardır.
Osmanlı Devleti, İngiltere Devleti ve Araplar arasında çıkan anlaşmazlıkların
kökeninde stratejik bölgelerin kontrolü ve halifelik makamının siyasi üstünlüğünden
dolayı çıkan anlaşmazlık vardır. 1870’lerde İngiltere Asya, Hindistan ve
Ortadoğu’daki çıkarlarını Osmanlı Devleti’ni destekleyerek koruma yerine kendisi
için önemli olan Osmanlı bölgelerini, doğrudan kontrol altına alarak koruma
düşünceleridir. Aynı zamanda İngiltere Arap hilafetini gündeme getirmiş, II.
Abdülhamid’in hassas olduğunu bildikleri için, zaman zaman O’na bir şey
yaptırtmak istediklerinde el altından Arap hilafeti ile korkutmak istemişlerdir. 49
1869’da Süveyş Kanalı’nın açılması ile İngiltere’nin ilgisi büsbütün bu
bölgeye kaymıştır. Fakat daha öncesinde İngiltere’nin bu bölge ile ilgisi olmuş ve
Fransa bu tutum karşısında İngiltere’yi Mısır bölgesinden uzaklaştırmayı düşünerek
Napolyon 19 Mayıs 1798 sabahı Toulon Limanı’ndan 600 gemi ile hareket etmiştir.
48
49
Sırma ,a.g.e, s. 90.
Azmi Özcan, İngiltere-Arap Hilafeti ve Osmanlı Devleti (1876-1908), İstanbul-1995, s.93.
17
Taşıdığı kırk bin asker ile 1 Temmuz sabahı İskenderiye’ye gelmiştir. Mısır Valisi
olan Ebûbekir Paşa, Fransız işgali neticesinde yapacağı pek fazla bir şey yoktu.
Mısır, o dönemde resmen Osmanlı toprağı sayılıyordu. Fakat Mısır’da hakim güç
Memlûklerdi.
Fransızların Mısır’a ayak basmaları neticesinde muhtemel bir saldırıya karşı
hazır bekleyen İngiliz donanması, Fransız donanmasını Abahur’da yakmıştır. 50
İngiltere ve Rusya , Fransız işgaline karşı menfaatleri gereği Osmanlı Devleti
yanında yer aldılar. Akka’da Osmanlı Nizâm-ı Cedid ordusuna, Bonapart’ın ordusu
yenildi. Fransa Mısır’ı boşalttı. Osmanlılar ile Fransa arasında El-Ariş Antlaşması
imzalanmıştır (1801). Bu anlaşma ile Mısır tekrar Osmanlı idaresine girmiştir.
İngiltere de böylece Fransa’yı doğu ticaret yolları güvenliği hususunda saf dışı
bırakmıştır.
Kızıldeniz’de stratejik mevki olan Basra-Kuveyt ve Akabe Arabistan
Yarımadasının iki tarafında bulundukları gibi, Basra Körfezi ve Kızıldeniz su
yollarının en uç noktasındadır. Kuveyt, Irak kıtasının Hint denizine açılan bir
koridoru, Akabe de Kızıldeniz’de Şam-Mekke hattının çıkış noktasıdır. Bu bölgelere
hakim olacak güçler, Arap Yarımadasını kontrol edebileceği gibi, Suriye ve elCezire’de hakim olan devletlerin de bütün kuvvetlerini denize çıkarmaları bu suretle
mümkün olabilirdi. 51
İngiltere Süveyş Kanalı’nın Fransa tarafından açılmasına sıcak bakmamıştır.
İngiltere’nin elinde bulunan gemilerin niteliği ve bunların sağlayacağı ticarî
imkânlara, Fransa damgasını taşıyacak kanalın açılması ile tehlikeye düşebilirdi.
Fransa başarısı ile açılmış bir kanalın Fransa kontrolü ile kullanılması ve İngiltere
için rekabette olduğu Fransa açısından bir kazanımdı. 52
50
Akçura, a.g.e., s.67.
Danyal Bediz, “ Süveyş Kanalı’nın Önemi”, DTCFD, C. IX, S:3, Ankara-1951, s.330-331.
52
A. Haluk Dursun, “Akabe Meselesi”, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü,
Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul-1994, s.14.
51
18
İngilizler kanal açılmadan önce Mısır’a demiryolu projesi önerisinde
bulunmuşlardır. Bu İngiliz projesi, Kahire’yi Süveyş ve İskenderiye’ye bağlayan bir
demiryolu hattıdır. İngiliz hükümeti 1844’te, Hindistan ordusunun eski subayı
Thomas Warhorn’un fikrinden esinlenerek, Mehmed Ali Paşa’ya projeyi
sunmuştur. 53
Mısır Valisi İsmail Paşa borçları sebebiyle kendine ait senetleri satışa
çıkartmış, İngiltere bu senetlerin Fransa tarafından alınmasına diplomatik baskı
yoluyla engel olmuştur. Bu sırada Fransa ve Almanya arasında ilişkiler gergin
olduğu bu dönemde Fransa’nın İngiliz siyasî desteğine ihtiyaç duyması nedeniyle,
Fransa kendine teklif edilen senetleri almakta çekimser davranmıştır. 54
İngiltere, Hicaz Demiryolunun bir parçası olan Akabe hattının, ileri de Mısır
ve Süveyş Kanalı’nın ehemmiyeti ve dokunulmazlığı noktasında tehlikeli sonuçlar
doğurabileceği, aynı zamanda bu nedeniyle Kızıldeniz’deki kuvvet dengelerinin
değişip Yemen’deki İngiliz çıkarlarının da zarar görebileceğini düşünüyordu. 55
Süveyş Kanalı’nın açılmasındaki pahalı davetler ağır harcamalar, Hidivlerin
şahsî lüks harcamaları, Mısır’ı borç batağına itmiştir. Malî sıkıntı içinden nasıl
çıkacağını bilmeyen Hidiv, Süveyş Kanalı’nın sahibi olduğu 177.602 hissesini önce
Fransa’ya satmak istemiş, ancak İngilizler bu fırsatı kaçırmadan Raçild Bankası
vasıtasıyla İngiliz Konsolosu Fransa’nın verdiği miktarın fazlasına hisseleri satın
almıştır. Hidiv’e bir çek vermek suretiyle hisse senetleri yüz milyon franka
İngiltere’nin eline geçmiştir. 56
Süveyş Kanalı açılması 57 ve İngiltere’nin kanal senetlerini alması ile
Akdeniz’de güç dengeleri değişmiştir.
53
Akdeniz, Atlas Okyanusu ile Hint
Gilbert Sinoue, Kavalalı Mehmed Paşa, çev:Ali Cevdet Akkoyunlu, Doğan y.,İstanbul-1999,s.398.
Abdurrahman Çaycı, Büyük Sahra’da Türk -Fransız Rekabeti, TTK y., Ankara-1995, s.56.
55
Dursun, a.g.e, s.47-48.
56
İrtem, a.g.e, s.50.
57
Süveyş Kanalı 17 Kasım 1869’da deniz trafiğine açılmış olup, kanal işletim müsaadesi 99 yıllığına
verilmiştir.
54
19
Okyanusu’nda sıcak bir denize dönüşmüş, bu da İngiltere’nin Ön Asya politikasını
değiştirmesine neden olmuştur. Bu tarihe kadar Malta ve diğer durak niteliğindeki
noktaları İngiliz dış politikasında önem kazanırken artık Süveyş Kanalı ve
çevresindeki bölgeler İngiltere için daha fazla önem kazanan bölgeler olmuştur. 58
Mısır maliyesini kontrol etmek için oluşturulan Duyûn-ı Umûmîye sandığı
Fransız, Avusturyalı, İtalyan ve sonraları da İngiliz , Alman bir de Ruslar idare
etmekteydi. Maliyedeki yabancı kontrolü Mısır’da iç huzuru bozmuştur. Mısır’daki
İngiliz ve Fransız kontrolü yabancı düşmanlığını arttırmıştır. Bu düşmanlık fikrinin
destekçileri Türk ve Çerkez subayları olmuştur. Ancak Albay Arabi Türk ve Çerkez
askerlerinin himaye edildiği propagandası ile bir takım siyasi olaylara neden
olmuştur. Osmanlı’nın ikna yöntemiyle ve bastırmak amacıyla gönderdiği askerî
heyetlere İngiltere ve Fransa karşı çıkmıştır. İngilizler Mısır’daki olayların Osmanlı
Devleti tarafından kontrol altına alınmasını istemedikleri gibi Ali Nizami Paşa ve
Derviş Paşa heyetlerine de karşı çıkmışlardır. 59
İngiltere 1882 yılında Mısır’ı işgal etmiştir. Osmanlı bu aşamadan sonra
Mısır’ın boşaltılması için mücadelelere başlamıştır. İngilizler her ne kadar Mısır’a
yerleşme niyetinde olmadıklarını söyleseler de Mısır Hidivi’ni kullanarak işgali
durumu idare etmekteydiler. Mısır ordusu ve maliyesi İngiliz denetmenlerce
yönetilmeye başlamıştır. Daha önce Fransa ile birlikte yürüttükleri Mısır maliyesine
de tedbirler alarak yalnızca Mısır malî müşavirler atanmıştır.
İngiltere yönetimi, Mısır meselesinde antlaşmaya razı geldiğinden iki devlet
arasında (Osmanlı-İngiltere) 1885 yılında Mısır’ın boşaltılmasını hususunda
görüşmeler başladı. İngilizler bu sayede Mısır’ı boşaltarak Osmanlı Devleti ile
işbirliği yapmak, böylece diğer Avrupa devletleri baskısından kurtulmak ve Avrupa
58
Dursun, a.g.e, s.14.
Süleyman Kızıltoprak, “Mısır’ın İngiltere Tarafından İşgali ve Osmanlı Devleti’nin Diplomasi
Mücadelesi (1882-1887)”, Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Enstitüsü
Yayınlanmamış Doktora Tezi , İstanbul-2001, s.295.
59
20
devletlerini bu meseleden uzaklaştırmak ve Mısır’da avantajlı duruma gelmek
istiyorlardı. 60
İngiltere’nin Mısır’daki diğer bir politikası da Akabe üzerindeki hakimiyet
mücadelesidir. Osmanlı yönetimi, Akabe ve Vech bölgelerinin Hicaz Vilayetine
bağlı olduğunu savunmalarına karşılık İngilizler, bu duruma karşı çıkarak söz
konusu olan bölgenin Mısır Hidivliği’ne ait olduğunu ileri sürmüşlerdir. Osmanlı
Devletine göre İngiltere’nin Akabe Körfezi sahillerinin nereye ait olduğuna
müdahale etmesinin esas sebebi, Hindistan yolu üzerindeki Süveyş Kanalı’nın
öneminden kaynaklanmaktaydı. 61
1841 yılında Osmanlı-Mısır arasında yapılan savaştan sonra Mısırlıların
Hicaz’dan geri çekilmesine rağmen 1890’a kadar Sina Çölü’nde ve sınırın doğu
yakasındaki Kızıldeniz taraflarında bulunan Akabe, Nuvaybe ve Vech bölgelerinde
kalmaya devam ettikleri görülüyor. Hakim oldukları bölge eski Mısır hac yolunun
Sina’dan, Hicaz, Mekke ve Medine’ye gidiş hattıdır. Sultan Abdülhamid Hicaz
üzerindeki hakimiyetini çoğaltmak istediğinde, Mısır’ın emniyetini sağlamak için
yaptıkları garnizonları geri çekmelerini istemiştir. 1890’daki bu talep 1892’ye kadar
yerine getirilmemiştir.
Osmanlı Devleti’nin Kızıldeniz’deki hakimiyetini arttırmak için Hicaz
Demiryolunun bir parçası olarak, Akabe Körfezine kadar uzanan bir bağlantı
kurulması gündeme gelmiştir. Hem ticarî kapasite artacak, hem de askerî ulaşım
kolaylaşacak ve böylece stratejik önemi de artacaktı.Bu demiryolu hattı yapıldığı
takdirde her sene Hicaz ve Yemen’e asker erzak ve teçhizat sevki için Süveyş
Kanalı’na ihtiyaç ortadan kalkacak buraya ödenen binlerce lira hazineye kalacaktı.
Süveyş Kanalı Hicaz ve Kızıldeniz sahillerine nüfûz ve hakimiyetini kolayca
yayma imkanları ile birlikte bölgeyi denetleme üstünlüğü de sağlıyordu. Osmanlı
Devleti’nin Hicaz ve Yemen yaptığı asker ve malzeme sevkıyatı bile Süveyş Kanalı
60
61
Dursun, a.g.e, s.41.
Dursun, a.g.e, s.42.
21
vasıtasıyla sağlanıyordu. Bir savaş veya iç karışıklık sırasında İngiltere’nin Süveyş’i
kapaması Osmanlı Devleti’nin Hicaz ve Yemenle irtibatının kesilmesi demekti. 62
Sina Yarımadasının güvenliğinin sağlanmasını Mısır ve Süveyş’in güvenliği
için vazgeçilmez gören İngilizler bölgedeki sınır anlaşmazlığında ısrarcı olmuşlardır.
Almanlar savaş gemisinin demiryolu çalışmalarına olası bir saldırı ihtimali üzerine
Akabe Limanı’na gelmesi ile mesele daha da büyümüştür. Daha sonra İngiliz savaş
gemilerinin bölgeye gelmesi ve Sultan II. Abdülhamid, Almanlardan beklediği
siyasi desteği de göremeyince İngiliz notası üzerine Osmanlı askeri daha önce
kontrolü sağladığı Akabe ve Taba’dan çekilmek zorunda kalmıştır.
62
Ufuk Gülsoy, Hicaz Demiryolu, Eren y.,İstanbul-1994, s.47.
I. BÖLÜM
BASRA’NIN COĞRAFYASI VE STRATEJİK ÖNEMİ
1.1. BASRA’NIN SINIRLARI
Basra, Bağdat’ın 420 km. güney doğusunda, Dicle ve Fırat nehirlerinin
bitiştiği noktanın 50 km. güneybatısında yer alır 63 . Basra, 637 yılında Hz. Ömer’in
emriyle Utbe bin Gazvan tarafından askerî amaçlarla kurulmuştur. Osmanlı
Devleti’ne geçişi ise, Kanunî Sultan Süleyman’ın 1534 yılında Tebriz Seferi
sırasında Basra Beyi Raşid Magamis’in Osmanlı hakimiyetini kendi rızası ile kabul
etmesi ile olmuştur 64 .
Osmanlı hakimiyetinde iken güçlenen bazı yerel güçler -özellikle Basra
Körfezi ve Irak üzerinde- Osmanlı-İran rekabetinin yoğunlaştığı iki dönemde (15871620 arası ile 1736-1747) devlete karşı ayaklanmışlardır. Osmanlı Devleti Basra
Körfezi’nin tamamını kendi mülkü saymakla birlikte, İran’ın bölgedeki fiili
mevcûdiyetinden dolayı adeta iki taraf arasında her hangi bir anlaşmaya bağlı
olmayan sessiz bir ittifak doğmuştur. Körfezin batı sahilleri Osmanlı’ya doğu
sahilleri İran toprağı olarak kabul edilmiştir. Osmanlı Devleti, Körfez’deki bütün
adaları kendi toprağı kabul etmekle birlikte, fiili durum anlatılandan öteye
gidememiştir. 65
Osmanlı yönetiminde Basra, bazen Bağdat’a bağlanmış, bazen de “Ocaklık”
ve “Mülkiyet” şeklinde bir vilâyet olarak teşkilâtlandırılmıştır. Bu dönemde Basra
beylerbeyi Bağdat beylerbeyinin kumandası altında seferlere katılmıştır. Basra
63
Abdülhâlik Bakır, “Basra” mad., C.V, İA, TDV y., İstanbul-1992, s.108.
Salih Özbaran, Yemenden Basra’ya Sınırdaki Osmanlı, Kitap y., İstanbul-2004, s.148.
65
BOA, MD, Nr.3, Hüküm 367.
64
23
beylerbeyleri Arap kabileleri ile olan mücadeleler yüzünden görevlerinde uzun süre
kalamamışlardır.
Kanunî dönemine ait beylerbeyliğin ilk teşkilâtını gösteren (1552) tarihli
Mufassal Basra vilâyeti tahrir defterlerine göre Basra; Garrâf, Zekiye, Şerez, Sadr,
Süveyb, Maharzi, Kapan ve Katif Livaları ile; Şimâl, Cenûb, Aşşar ve Kurna
nahiyelerinden meydana geliyordu. 1572 yılındaki Ruûs Defteri’nde ise, Garrâf,
Hemmar, Medine, Kurna, Rahmaniye, Zekiye, Fethiye, Sadr-ı Süveyb, Turre-i
Cezayir, Zernuk, Ebû Arbe, Maadân, Kinkibad, Vakı, Caruz, Taşköprü, Akçakale,
Arca, Maharzi, Şerir ve Remle adlarında yirmi bir sancağı görülmektedir. 66
Kanûnî döneminde gerçekleştirilen Irakeyn Seferleri’yle beraber Irak beş
ayrı eyalete bölünmüştür. Eyaletler ve bunlara bağlı sancaklar şunlardır:
1.) Basra Eyaleti: Kabban, Zekiye, Sehloğlu, Sadr-ı Süveyb, Garrâf,
Rahmâniye, Ceziretü’l-Mihrizi, Beni Hamid, Şatiha, Surûş, Hammar, Şatt-ı Ebû
Garbe, Mâ’den, Tavîl.
2.) Musul Eyaleti: Musul, Bacvanlı, Tikrit, Eski Musul, Horen, Bane.
3.) Şehrizor Eyaleti, Erbil, Kesaf, Acur, Benköle, Şehr-i Bazâr, Berman,
Cebel-i Hamrin, Mavran, Hazermend, Baf, Dulcuran, Brend, Merkave, Belkas, Harir
Me’â Rodin, Oşni, Bel-u Tarı, Kal’â-i Gazi Keşan, Seyid Burencin.
4.) Bağdat Eyaleti, Hile, Zengiabâd, Cevazir, Ramahiyye, Cengula, Karadağ,
Dentenek, Semavat, Beyat, Derne, Debela, Vasıt, Kernet, Demirkapı, Kazaniye,
Geylan, Al-Sayıh, İmadiye.
5.) Ahsa Eyaleti: Lahsa,Uyun, Katif, Safva, Bender Garif. 67
Bunlardan Basra eyaleti dört sancağa ayrılmıştır. Bunlar şu şekildedir. 68
1-Basra Merkez; Kuveyt Kazası, Kurna Kazası.
66
Yusuf Halaçoğlu, “Basra” mad., C.V, İA, TDV y., İstanbul-1992, s.112.
Halil İbrahim Görür, “II.Abdülhamid Döneminde Irak’la İlgili Layihalar”, Dumlupınar Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kütahya-2009, s.47.
68
Bu konuda geniş bilgi için bak. Cengiz Eroğlu vd., Osmanlı Vilayet Salnamelerinde Basra, Global
y., Ankara-2005, s.93-117.
67
24
Basra-Merkez: Fav Nahiyesi, Ebu’l-Hasip, Şattü’l-Arap, Zübeyr, Harise Nahiyesi.
Kurna’ya bağlı nahiyeler; Beni Mansur, Medine,Neşve, Dir.
2-Muntefik Sancağı; Hey Kazası, Şatra Kazası, Sûkü’ş-Şüyûh Kazası.
3-Amara Sancağı: Duveric Kazası, Şatra Kazası, Zübeyr Kazası.
4-Necid Sancağı: Katif Kazası, Katar Kazası.
Osmanlı idaresi, Basra’da XVIII. yüzyılda müstakil bir eyalet olarak ortaya
çıkmıştır. 1702 yılında Basra eyaleti sekiz sancaktan oluşmaktadır. Bunlar: Paşa
Sancağı (Basra); Kıyab; Badiye (Mukataa); Sabusne, Gaffât, Mensûr ve Batna;
Seremle; Şuş (Mukataa); Gazan, Resle ve Safiye; Ceğar Sancaklarıdır 69 . Bu
taksimat XIX. yüzyılın son çeyreğine kadar sürmektedir.
1884 yılında Basra’da idarî taksimat değişmiştir. Buna göre; Merkez Sancak
(Basra) dışında, Amara, Necid ve Muntefik Sancaklarından oluşan bir vilayet haline
getirildi. Bu dönemde Basra sancağı, Merkez kaza (Basra) ile birlikte toplam üç
kazaya ayrılmaktadır. Bunlar da; Basra, Kurna ve Kuveyt kazaları idi. Basra
kazasının merkezi Basra kasabası idi ve bu kazaya bağlı 5 nahiye bulunmaktaydı.
Bunların isimleri şunlardır: Fav, Ebu’l-Hasip, Şattü’l-Arab, Zübeyr ve Harise’dir. 70
Basra, XIX. yüzyılın ikinci yarısında Süveyş kanalının açılması, Körfez
ticaretinin yeni şartlar altında gelişmesi ve özellikle Midhat Paşa’nın Bağdat valiliği
döneminde devlet nüfûzunun kuvvetlenmesi ile yeniden gelişme imkânı bulmuştur.
Vilayet
1. Halep
2. Bağdad
3. Basra
4. Beyrût
5. Suriye (Şam)
6. Musul
69
70
Eroğlu, a.g.e., s.13.
Eroğlu, a.g.e., s.14.
Sancak
3
3
4
4
3
3
Kaza
22
12
23
23
17
17
Nahiye
24
14
15
15
8
29
Nüfusu
994.604
850.000
200.000
400.000
604.170
300.280
25
Tablo 1: 1895 Yılı İtibariyle Vilayet ve Sancakların İdarî Taksimatları 71
1. Basra
2. Bağdat
3. Musul
4. Halep
5. Suriye
6. Beyrût
Vilayet
Sancak
Kaza
1. Basra
2. Müntefik
3. Necid
4. Amarâ
1. Bağdat
2. Divâniye
3. Kerbelâ
1. Musul
2. Kerkük
3.Süleymaniye
1. Halep
2. Urfa
3. Maraş
1. Şam-ı Şerif
2. Kerek
3. Hama
4. Havran
3
3
2
1
11
3
3
5
5
4
13
4
4
9
3
3
6
8
16
4
6
17
13
4
9
13
6
32
12
28
10
6
12
7
1. Beyrût
2. Akka
3. Trablus
4. Lazkiye
5. Nablus
3
3
3
3
2
8
4
6
17
7
Nahiye
Köy
(Sayısı)
121
6
69
14
1147
1163
1084
2022
1319
459
400
35
317
381
adettir*
353
256
672
1440
238
adettir*
Tablo 2: 1908 Yılı İtibariyle Salnâmelerdeki Bilgilere Göre Irak ve Suriye’deki
İdarî Konum 72
Basra Sancağı’na bağlı bir kaza ve Osmanlı – İngiliz ilişkilerinde de kilit
noktalardan bir yer olan Kuveyt, Şattü’l-Arap deltasının güneyinde derin bir
körfezin çevresinde XVII. yüzyılda kurulmuştur. Kuveyt Haliç’i denilen bu körfez
doğu-batı doğrultusunda uzunluğu 80, kuzey-güney doğrultusunda genişliği 20
kilometreyi bulan büyük bir girinti meydana getirmiştir. Haliç’in karşısında ve orta
71
Remzi Kılıç, “Irak ve Suriye’nin Tarihî Coğrafyası ve XIX. Yüzyıl Sonu İtibariyle İdarî Konumu”,
Türk Kültürü, C:XXXVIII, S:441(2000), s.19.
72
Kılıç, a.g.m., s.20.
26
yerde birincisi daha büyük olan Feyleke ve Mesken Adaları bulunur. Dolaylısıyla
Kuveyt’e üç ayrı kanaldan girilebilmektedir 73 .
El-Mıntıkatü’ş-Şarkıyye idarî bölgesi de denilen ve doğuda Basra
Körfezi’ne, kuzeyde Kuveyt civarında Katif’e, batıda Devmad, Kariye ve Şa’b
dağlarına, güneyde Katar Yarımadası’na kadar uzanan ve yaklaşık 180
kilometrekarelik bir araziyi kaplayan Vahalar Bölgesi olan Basra’nın başka bir
kazası da Lahsa’dır. 74 Sadece Türkçe kaynaklarda Lahsa, diğer kaynaklarda ise,
Ahsa olarak bu bölge isimlendirilmiştir.
Basra’nın diğer stratejik bölgelerinden birisi de Necid Sancağı’dır. Hicaz ile
Irak arasında kalan bölgeye Necid dendiği gibi, XIX. yüzyıldan itibaren bir siyasî
coğrafya olarak kuzeyden Cebelişemmer (Beriyyetüşşam) ve Nüfûd Çölü, batıdan
Hicaz, güneyden Rub’ulhâlî Çölü, doğudan Dehnâ Çölü ve Ahsa’nın arasında kalan
bölge olarak da tanımlanır. Burası Necid Sancağı’nın da sınırlarıdır 75 .
Katar, güneyden Suûdi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin çevirdiği,
Basra Körfezi’nin güneybatısında, Arap Yarımadası’nın kuzeydoğu sahilinde
Bahreyn ve Bahrü’l-Benat Körfezleri arasında kuzeye doğru uzanan yarımada
üzerinde kurulmuş Basra’nın önemli kazalarından biri idi. 76 Katif Kazası, Basra
Körfezi’nin kıyısında bulunan Basra’nın önemli bir yerleşim merkezidir 77 . Bahreyn
Kazası ise, adını en büyük adası olan Bahreyn Adası’ndan almaktadır. Suudi
Arabistan’ın doğu kıyılarına 24, Katar’ın batı kıyısına 28 km. uzaklıktadır. Diğer
önemli adaları ise, Ümmüna’san, Muharrak, Cide, Ümmüsabban, Nebî Salih, Sâye,
Hasife’dir 78 .
73
Sırrı Erinç, “Küveyt” mad., C..XXVII, İA, TDV y., Ankara-2003, s.35.
Mustafa L. Bilge, “Lahsa” mad., C.XXVII, İA, TDV y., Ankara-2003, s.59.
75
Zekeriya Kurşun, “Necid” mad.,C.XXXII, İA, TDV y., İstanbul-2006, s.491.
76
Zekeriya Kurşun, “Katar” mad., C.XXV, İA, TDV y., Ankara-2002, s.29.
77
Mustafa L. Bilge, “Katif” mad., C.XXV, İA, TDV y., Ankara-2002, s.44.
78
Mustafa L. Bilge, “Bahreyn” mad., C.IV, İA, TDV y., İstanbul-1991, s.492.
74
27
Basra bölgesinin iklimine gelince, Basra (merkez) ve çevresi kışları soğuk,
yaz aylarında ise şehirde kavurucu bir sıcaklık vardır. Sıcaklıklar ancak kuzey
rüzgarları ile serinler, güney rüzgarları ise yakıcıdır. Kuveyt bölgesi ise sıcak ve
kurak bir çöl ikliminin etkisindedir. Yaz ve ilkbahar kuraklığın en şiddetli görüldüğü
mevsimlerdir. Kışlar ılık geçer, ülkede devamlı su sağlayan kaynaklar ve sürekli
akan akarsular yoktur. Bu sebeple su ihtiyacı araştırma yaptığımız dönemde dikkate
alındığında hafifçe tuzlu su bulunan kuyulardan elde ediliyordu 79 .
Lahsa’nın coğrafyasını ise, yeraltında oluşan su birikintilerinin oluşturduğu
vahalar kaplar, genellikle düz ve çöl bir bölgedir 80 . Necid bölgesinde çöl iklimi
hakimdir. Üç taraftan çöllerle çevrili bu büyük alan içinde volkanik lav akıntıları
bulunan sıradağlardan oluşur. Cebelişemmer’den güneye Vadi’d-devasir Sir’e doğru
tedrici olarak alçalan geniş bölge Aliyetü’n-necd ,Tuveyk ve Arme dağlarını içine
alan kısım da Sâfiletü’n-necd adıyla anılır. Necid bölgesinin kuzey doğu bölgesinde
yalnız ilkbaharda yeşillenen geniş vadiler bulunur. 81 Katar ise, genelde çöl ikliminin
hüküm sürdüğü alçak kumlu tepelerden oluşan bir arazi yapısına sahiptir. 82
Bahreyn Adaları’nın yer yapısını, eski deniz depolarının sonradan
yükselmesiyle meydana gelen kalkerli bir taban ve bunun üstünü örten kumlu
birikintiler oluşturur. Kumlarla kaplı geniş düzlükler arasında yer yer kayalıklara da
rastlanır. Adaların iç suları çok sığ olduğundan bazı yerler doldurarak arazi elde
edilmiş bu şekilde Bahreyn ve Muharrak adaları arasında da bir yol bağlantısı
kurulmuştur. Adaların iklimi sıcak ve rutubetli olup yoğun buharlaşma sebebi ile
hava nispeten nemlidir. Yaz aylarında kavurucu sıcaklık kış aylarında yerini
yumuşak bir iklime bırakır. Yeraltı sularının zenginliği ve kuyuların bolluğu
sayesinde yeşil bir bitki örtüsü meydana getirmiştir. Tatlı su, denizden fazla uzak
olmayan noktalarda artezyen kuyularından fışkırır. 83
79
Erinç, a.g.mad., s.35-36.
Mustafa L. Bilge, “Lahsa” mad., s.59.
81
Kurşun, “Necid” mad., s.491.
82
Kurşun, “Katar” mad., s.29
83
Mustafa L. Bilge, “Bahreyn”, s.492.
80
28
Basra’nın stratejik önemi, Basra Körfezi’nden ileri gelmektedir Buranın
denize açılan kapı olması her dönemde stratejik olarak değerinin artmasına neden
olmuştur. Körfezin önemi Süveyş Kanalının açılması ile de daha fazla artmıştır.
Örneğin Bâb-ı Âlî, 1871’de Yemen vilayetine gönderdiği bir yazıda, Süveyş
Kanalı’nın açılmasıyla Bahriye Nezareti’nin Basra Körfezi ve Kızıl Deniz’e daha
kolay ulaşabileceği ayrıca Basra Tersanesi’nin ıslahı ve Kızıl Deniz’de liman ve
üslerin kurulmasıyla devletin Arap Yarımadası sahillerinde gücünü göstereceği
belirtiliyordu. Böylece bölgedeki Arap şeyhlerinin devlete bağlılığı pekişecekti. 84
1871’den 1892’lere kadar Osmanlı Devleti’nin Basra’da uyguladığı politika
bir tarafdan bölgede söz sahibi İngilizler ile fazla problem yaratmamak; İngiliz
nüfûz alanlarının genişlemesini önlemek olarak özetlenebilir. Örneğin Ağustos 1892
ortalarında İngiliz Konsolosu, Basra vilayetine gelerek, Casim b. Sani ve Nasır elMübarek’in ittifak yaparak Bahreyn’e hücum etme isteğinde olduğundan söz
etmiştir. İngiltere’nin buna razı olmadığı yönündeki düşüncesini ve resmi notasını
vermiştir. Konu hakkında Basra valiliğinden bilgi alınmış, deniz saldırılarının
önlenmesi konusunda Necid sahillerindeki vapur kaptanları, Bahriye Kumandanlığı
ve Necid Mutasarrıflığı’na talimatlar verildiğini belirttikten sonra ilgili şeyhleri de
uyardığını ifade etmiştir. Konu II. Abdülhamid’e de bildirilmiş, o da, bölgede uzun
zamandan beri devam etmekte olan benzeri karışıklıklara karşı derhal ciddi
tedbirlerin alınarak konuya özen gösterilmesi emrini vermiştir. Buda o sırada takip
edilen hassas siyaseti göstermektedir. 85
Osmanlı ile İngiltere arasında “Zubara” adlı bölgede çekişme konusu olan
alanlardandır. 1890’lardan itibaren Zubara konusunda yapılmış olan yazışmalarda
İngiltere sürekli Osmanlı Devleti’nin bölge üzerindeki hakimiyetini inkâr etmiş
ancak bölgeye kimin hükmettiğine dair bir ifade kullanılmamıştır. Başka bir ifade ile
Zubara’ya ne kendilerinin ne de himayelerindeki Bahreyn’in hükmettiğini
söylemişlerdir. Buna karşılık Zubara ilgilerinin, Bahreyn’i tehdit edeceği yönündeki
endişeden kaynaklanmaktadır.
84
85
BOA, İMM 1661, LEF 5.
BOA, İ.HUS, 1310 M/168.
29
1.2. BASRA’NIN TİCARÎ BAKIMDAN ÖNEMİ
Osmanlı Devleti’nin Irak fethinden sonra, Basra’nın idarî, iktisadî ve sosyal
hayatını tanzim etmek için bütün arazi tahrire tutulmuş, çeşitli oranlarda vergiler
tespit edilmiştir. Ancak Basra’nın arazileri yerli halka terk olunmuştur. Buna
karşılık, salyane olarak hükümete % 10 vergi ödemişlerdir. Bununla beraber arazi
sahibi ölürse ve varisi yoksa devlet araziyi askerî sınıfına veya yüksek makamlı
memurlara verirdi. Karşılığında divan, “öşür” diye bilinen vergi alırdı. Ancak Basra
eyaleti zaman zaman iltizam suretiyle de beylerbeyine tevcih olunmuştur. Malî işleri
de baş muhasebe kalemi tarafından denetlenirdi. Basra eyaletinin geliri bir milyon
akçeye kadar ulaşabilirdi. 86
Osmanlı güney sınırında yer alan Mısır, Habeş, Yemen, Basra ve Lahza gibi
Arap topraklarındaki iltizam uygulaması ise bu bölgelerin fetihleri ile eş zamanlıdır.
Basra eyaletinin Osmanlı’ya katılmasından 5 yıl sonra yapılan tahrire göre (15511552 tahrire) Basra ve Katif’te klâsik timar sistemi yerine iltizam sistemi
uygulamaktadır ve bu sistemle en başta buradaki yönetici ve askerîlerin maaşlarının
ödenmesi amaçlanmıştır. 87
Osmanlı Devleti’nin Basra’da uyguladığı iltizam sistemi hakkında Salih
Özbaran şunları ifade ediyor: “…askeri hizmetleri içün kendisine tımar verilen tımar
sipahi ayni olarak vergiyi toplar, savaşta hazır cebelü bulundururdu. Oysa salyaneli
eyaletlerde gelir kaynakları gelir kaynakları sipahilere tımar olarak dağıtılmamıştır.
Buradaki beylerbeyleri topladıkları gelirlerden eyaletleri için gerekli askeri, idari ve
sosyal harcamaları yaptıktan sonra irsaliye denen belirli bir ortağı merkeze
göndermekle yükümlüydü”. 88
86
Nilüfer Bayatlı, “XVI. Yüzyılda Basra Eyaleti’nin Osmanlı Devleti İçin Önemi”, Türk Dünyası
Araştırmaları Dergisi, S:114 (Nisan 2003), s.92.
87
Özbaran, a.g.e., s.182-187.
88
Özbaran, a.g.e., s.191.
30
Basra’nın önemi, nehir nakliyatından deniz nakliyatına geçiş noktasında yer
almış bulunmaktadır. Basra Limanı’nın ihracatı arasında hurma başta gelir. Basra
Limanı’nın ihracatı arasında hurma başta gelir ve ayrıca buradan, huhubat, yün, keçi
kılı, deri, susam ihraç olunur; buna mukabil, Hindistan’dan ve daha seyrek olarak
Avrupa’dan gelen vapurla, memleketin muhtaç olduğu mamûl eşyayı Basra’ya
çıkarmışlardır. Kara nakliyatı İngilizlerin yapmış olduğu demiryollu sayesinde
gelişmiştir. 89 Basra ve civarında Cezayir, Hüveyza ve İran, Dızfül, Şüşter Hint
mallarının dağıtımında merkez rolü oynamakta idiler. Basra’dan Hürmüz’e at ihracı
yaygındır. 90
Basra Limanı, körfezdeki med ve cezir hareketlerinden faydalanmıştır.
Şattü’l-Arap’ın genişliği burada 500 m.yi bulmakla birlikte; tesirini yalnızca Şattü’lArap’ta değil, Fırat ve Dicle’de de hissettiren med hareketlerinin faydası yalnız
gemilerin sahile yanaşmasında değil, aynı zamanda 24 saatte 2 defa suların seviyesi
yükseldiği için nehrin iki kıyısında uzanan hurmalıklar da bu sayede kendiliğinden
sulanabilmektedir. 91
Dicle, Fırat ve bu iki nehrin birleşmesiyle oluşan Şattü’l-Arap ile İran
tarafındaki Karın Nehirleri ticaret de çok önemli bir konuma sahipti. Çünkü bu
nehirler gemilerin işlemesine elverişli idi. Şattü’l-Arap Nehri, Basra’nın körfezle ve
denizaşırı uzak bölgelerle olan ticaretini sağlamaktaydı. Asrın sonlarına doğru
bölgede kendini iyice hissettirmeye başlayan İngiltere’nin Şattü’l-Arap’ta vapur
işletme imtiyazını alması, bu bölgede ticarî trafiği sıklaştırmıştır. İran, Almanya ve
Rusya’da bu nehirde gemi işletme imtiyazını alınca bölgede çok sayıda yabancı
acente kurulmuştur. Ticarî trafiğin bu şekilde yoğunlaşması üzerine, İngiliz girişimi
ile seyr ü sefain şartlarını ıslah için bir komisyon oluşturulmasına ilişkin
mukavelename hazırlanmıştır, ancak I. Dünya Savaşı’nın başlaması üzerine
89
Besim Darkot – M. Tayyib Gökbilgin, “Basra”mad. , C.II, İA, MEB y., İstanbul-1961, s.327.
Bayatlı, a.g.m.,s.100
91
Darkot-Gökbilgin, a.g.mad. ,s.327.
90
31
onaylanmamıştır. İngilizler XX. yüzyıl başlarında Karın Nehri’nde gemi işletme
imtiyazını İranlılardan almayı başarmıştır 92 .
Basra’nın önemli kazalarının ticarî önemlerine gelince; Kuveyt ve Kuveyt
Körfezi’nin önemi Osmanlı Devleti’nin büyük ticarî merkezleriyle Hindistan
arasında yapılan ticaretin XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tonajları giderek
artan gemilerin girişlerine uygun olmayan Basra nehir limanından Kuveyt’e
yönelmesi sonucu artmıştır. Zamanla Kuveyt bütün kuzeydoğu Arabistan’a hizmet
eden en büyük liman ve antrepo durumuna gelerek ekonomik, stratejik ve
dolayısıyla politik önem kazanmıştır 93 .
Ayrıca Kuveyt, Bağdat demiryollarının güneyde bitiş noktası olarak da
düşünülmüştür. II. Abdülhamid döneminde düşünülen ve Almanya’nın da
desteklediği bu düşünce maalesef Abdülhamid döneminde hayata geçirilememiştir.
1907 yılında Sadaret’e ulaşan aşağıda vereceğimiz rapor niteliğindeki belgeden
İngiltere’nin niyetleri ve niçin projeye engel olduğunu anlayabiliriz. Bu konuda
İngiliz Şarkiyatçı Archibald Dunn şunları söylüyor:
“…Önerilen Bağdat Demiryolu’nun uç noktasının Basra Körfezi’ndeki bir
liman olacağı hususunu da unutmamak gerek, ancak liman liman ya, hangi liman ?
Almanya hükümeti bu limanın Küveyt olması dileğini izhar etmişlerdir. Ne var ki,
Küveyt İngiliz himayesindedir ve Abdülhamid’in kendi toprağı üzerindeki her türlü
talebini geri çevirmekte olup hiçbir imtiyaz tanımamaktadır. Dolayısıyla Padişah’ın
yada Kayser’in Küveyt toprağı üzerindeki her türlü niyetine karşı direnme hakkımız
bakidir.
…Almanya’nın
Basra
Körfezi
üzerindeki
söz
konusu
konumunu
sağlamlaştırma girişimi korkmamız gereken en ciddi tehlikedir.” 94
92
Davut Hut, “XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Basra Gümrüğü”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi,
S:3 (2000), s.128.
93
Cevdet Küçük, “Küveyt” mad.,C.XXVII, İA, TDV y., Ankara-2003, s.35.
94
Archibald Dunn, “Basra Körfezi’ndeki İngiliz Çıkarları”, Çev: Zekeriya Kurşun, Türk Kültürü
İncelemeleri Dergisi, S:3,2000, s.301-302.
32
Yine Dunn’un raporundan bir kesiti daha sunalım:
“…Lord Curzon ‘Her hangi bir yabancının Basra Körfezi’nde bir yer
edinmesine razı gelecek her hangi bir İngiliz temsilcisini vatanına ihanet suçuyla
suçlamaktan çekinmem.
…Captain Mahon ‘ister resmi bir düzenleme sonucu olsun, ister halen siyasi
ve askeri kontrolün ardında yatan yerel ticari çıkarların ihtimali yüzünden olsun,
Basra Körfezine tanınacak imtiyazlar Büyük Biritanya’nın, Uzakdoğu’daki,
denizlerdeki egemenliğini, Hindistan’daki siyasi konumunu ve her iki yerdeki ticari
çıkarlarını ve Avrasya ile olan imparatorluk bağlarını tehlikeye düşürecektir.”
95
demektedir.
Necid bölgesinde ise, çöllerin büyük yer kaplamasından dolayı çoğunlukla
devecilik ve koyunculukla uğraşan bir ticarî yapısı vardır. Hayvancılığa dayalı
ekonomileri görülmektedir. Ancak çöllerle çevrili vaha ve vadilerde yaşayıp, ziraatla
uğraşan ve yerleşik bir nüfusa da sahiptir 96 .
Katar kazası da geçimini çoğunlukla hayvancılıkla sağlamaktadır. Balıkçılık,
inci
avcılığı,
küçükbaş
hayvancılığın
yanında
yapılan
diğer
ekonomik
etkinlikleridir 97 . Katar hakkında arşivimizde bu bilgiyi doğrulacaktır:
“Umman ve Bahreyn arasında bulunup siyasi ve bölgesel açıdan önem
taşıyan Katar arazisi taşlık olup, su bulunmaması dolayısıyla, ahalisi altı yüzü aşan
yelkenli gemi ile sedef ve inci avıyla uğraşmakta ve toplam nüfuzu 15.000 civarında
bulunmaktadır.” 98
Lahsa’nın ekonomisi de geniş ölçüde tarıma ve ziraata dayanmaktadır.
Osmanlı Devleti önceleri, bölgeye vergileri düzenlemek ve toprağı geliştirmek için
timar ve iltizam karışımı bir uygulama getirmiş, 1580’lerden sonra yalnız iltizam
95
Dunn, a.g.m.,s.302.
Kurşun, “Necid” mad., s.491-492.
97
Kurşun, “Katar” mad., s.29.
98
BOA, Y.A. Res., 94,10.
96
33
sistemine geçerek bunu yaklaşık üç asır devam ettirmiştir. Lahsa Sancağı’nın
Osmanlı hazinesine hiçbir zaman faydası olmamış, aksine özellikle son yıllarda
devamlı şekilde devletten yardım görmüştür. Mutasarrıfların başlıca görevi Bâb-ı
Âli’den
gelen
emirler
çerçevesinde
bütçeyi
gelir-gider
durumuna
göre
denkleştirmekti. Uzak köylerden zekat ve öşür tahsili çok zordu 99 . Dolayısıyla,
kazaların ve genel olarak Basra’nın ekonomisini tarım ve hayvancılık meydana
getiriyordu diyebiliriz.
Basra’nın ticarî yolları üzerinde de durmak gerekir. Özellikle limanların
önemi Hindistan ile Avrupa arasındaki merkez olma ve transit özelliği göstermesi
bakımından değer taşımaktadır. Doğudan gelen mallar Basra’ya geliyor, buradan
kervanlar ve daha öteden Kızıldeniz’den gemilerle Akdeniz’e taşınıyor, oradan
Anadolu ve Avrupa içlerine ulaşıyordu.
Basra Körfezi’nde limanlarla denizyolu ile yapılan ticarette limanların
tamamı körfezin kuzeyinden, güneyindeki Hürmüz Boğazı’na kadar olan coğrafyada
bulunmaktadır. Limanların önemli bir kısmı İran kıyılarında (Harc, Çark, Kays,
Keşim Adaları, Bender-i Rih, Bender-i Cassim, Bender-i Abbas, Taherî, Keç,
Maşûr, Lince, Ebu’ş-Şehr, Kinikun, Deylem Limanları) yer almaktadır. Kuveyt,
Katif, Bender-i Havs, Şarca, Re’sûl-hayme gibi limanlar Basra Körfezi’nin batısı ve
Arabistan Yarımadası kıyılarında yer almaktadır. Bahreyn ise körfezin en büyük
adası durumundadır. Bahreyn özellikle XIX. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı
Devleti ile İngiltere arasında yoğun bir hakimiyet mücadelesine sebep olmuştur
100
.
Basra Sancağı’na bağlı bir kaza olan Kuveyt Emirliği ise, 1914’te İngiliz himayesine
girecektir.
Basra Körfezi’nin bütün limanlarının 1907 yılında ihracatı da şu şekilde
özetlenebilir 101 :
99
Bilge, “Lahsa” mad., s.60.
Hut, a.g.m., s.123.
101
Dunn, a.g.m., s.304.
100
34
İhracat
Toplam İhracat (sterlin )
Birleşik Krallık
163,716
Hindistan
745, 142
Almanya
14,747
İthalat
Birleşik Krallık
Toplam İthalat (sterlin )
788,114
Hindistan
1,034,821
Almanya
23,078
Bahreyn’den Basra’ya külliyetli miktarda şahî kumaş ve karışık emtia geldiği
görülmektedir. Eylül-Ekim ve Kasım aylarında yoğunlaşan ve ithalata bakılırsa
Bahreyn’in özellikle İran ve Hindistan’dan gelen kumaşın dağıtım noktalarından biri
olduğu ortaya çıkmaktadır. Basra’dan Bahreyn’e ise önemli miktarda hurma ihraç
edilmiştir.
Körfez haricinde deniz yoluyla yapılan ticarette ise; Umman, Maskat, Sur,
Yemen, Cidde, Numan, Bombay ve Hindistan ve Amerika olmak üzere toplam
dokuz nokta ile ticarî mübadele gerçekleşmiştir. Umman’ın önemli iskeleleri olan
Maskat ve Sur limanları bugün Umman Sultanlığı içinde; Yemen, Cidde, Numan
limanları Arabistan Yarımadası limanlarında, diğerleri ise tamamen farklı
coğrafyalarda yer almaktadır. Basra’nın Umman ile olan ticareti daha çok Maskat ve
Sur Limanları vasıtasıyla gerçekleştirilmiştir. Bu limanlar, “Hindistan Yolu”
üzerinde bulunması ve ticarî öneminden dolayı, İngiltere tarafından, Basra Körfezi
ile olan ticaretinde bir üst olarak kullanılmıştır. Maskat ve Umman Sultanlığı
1892’de İngiliz himayesine girmiştir 102 .
Basra’da yetiştirilen ürünler, yerel tüketim ve ihracat oranlarını ise tablolar
halinde şu şekilde özetleyebiliriz 103 :
102
103
Hut, a.g.m., s.131.
Eroğlu, a.g.e., s.140.
35
Basra’da Yetişen Hurma Çeşitleri
1. Halavi
2. Sayir
3. Hadravi
4. Öse Ümran
5. Berhi
6. Beryem
7. Süveydan
8. Avit
9. Fersi
10. Eşresi
11. Cevzi
12. Mektum
13. Hesabi
14. Petres
15. Zehdi
16. Kantar
17. Tayyibü’l-isim
18. Şeker
19. Umu’d-dihin
20. Vekü’l-cuma
21. Binti’l-seb
22. Aşkar
23. Asabiu’l-acuz
24. Benati
25. Leylevi
26. Hedl.
Bir bölgenin iklimi nasıl yetiştirilen ürünleri etkilediyse, coğrafyası da
ticaretin seyrini ve şeklini etkilemektedir. Dolayısıyla genel itibariyle karasal iklim
özellikleri görülen ve çöl ikliminin de belirgin olarak görüldüğü Basra’da ticaret
kıyılara taşınmıştır. Basra’da XIX. yüzyılın sonlarında kıyılarda yerli nüfus yalnızca
3-4 bin iken Arap ve Avrupalı tacirlerle birlikte bu sayı çoğu zaman yirmi beş
binlere kadar yükselmekteydi. İran, Hindistan ve Çin ile Kuveyt Limanı arasında
gidip gelen 2000’den fazla yelkenli gemi vardı. Ayrıca Müntefik Sancağı’nın
merkez kazası olan Nasıriyye ve aynı sancağa bağlı Sûkü’ş-Şüyûh, her kazaları ile
Necid Sancağı’na bağlı Katar kazası da yabancı tacirlerin yerleşim alanıydı.
Basra’da tezimizi sınırlandırdığımız dönemdeki ticarî faaliyet olarak
kıyılarda, en çok inci avcılığının dikkati çektiği görülüyor. Bu konuda Zekeriya
Kurşun, Basra vilayeti salnamelerine dayanarak inci avcılığını şu şekilde tanıtıyor:
“İnci Av mahalleri Basra Körfezinin batısındaki Bahreyn, Katıf, Katar ve
Uman karasularıdır. İnci avcılarının bu sularda kullandıkları binlerce gemi, birinci
derecede Bahreyn Adası ikinci Uman ve Katar üçüncüsü Katar de Katıf ve ondan
sonrada Küveyt gemileridir. Bu gemiler bir sene Nisan ortasından Eylül sonuna
kadar, her birinin büyüklüğü ve kapasitesine göre otuz ila yüz kişi arasında değişen
avcıları alarak av yerlerine giderler. Avcıların üçte biri av için denizin dibine
dalmaktadır. Dalgıçların hemen tamamı değişik aşiretlerden ve sahillerde yaşayan
36
halktandır. Bu dalgıçların bir yıllık ihtiyaçlarına yetecek yiyecek vs. kendilerine ve o
bölgelerde
bulunan
bazı
mücehhezler
tarafından
verilerek
hayatlarını
sürdürmektedirler. Av mevsimi sonunda her geminin çıkardığı incinin değerine
kıymet biçilerek, bundan geminin çalışanlarına sponsor tarafından verilen yiyecek
masrafları çıkarılır. Arta kalan kısımda bölgede bilinen dalgıçlık geleneklerine
uygun olarak gemi sahipleri, dalgıçlar ve diğer çalışanlar arasında herkesin
hakkına göre taksim edilir. ancak gemileri o yıl elde ettiği ürün bazen masraflara
yeterli olmayabilir. Bu durumda dalgıçlar ve diğer çalışanlar kendilerine harcama
yapanlara olan borçlarını ertesi yılın ürünlerinden alacakları paydan ödemek üzere
yılın geri kalanı için de yiyecek talep ederler …av sponsorları ve tüccarlar , av
mevsiminde dalgıçlardan satın aldıkları incileri Hindistan’a ve diğer ülkelere
ticaret maksadıyla sevk etmektedirler.” 104
Osmanlı Devleti yine bu dönemde Fırat ve Dicle nehirlerinin çevresindeki
bölgelere kanallar yaptırarak ziraatı geliştirme düşüncesidir. Gerçi bu proje
Almanlara demiryolu imtiyaz antlaşmalarında verilmiştir. Ancak İngilizlerin bu
bölgede tekellerinin kırılması bölgede iki devletin diplomatik olarak karşı karşıya
gelmesine neden olmuştur. Eğer bu proje hayata geçirilmiş olsa idi Mezopotamya
toprakları tekrar ekilecekti. İngilizlerin bu konuda araştırmaları olduğu gibi İngiliz
düşüncesine ışık tutması açısından aşağıda verilen bilgide dikkat çekmektedir.
“ …1903’te Kahire’de yayınlanan Sir William Willcooks’un güzel raporunda
bu işlerin yaklaşık 8.000.000 Sterlin’e mal olacağı ve onlar tarafından sulanacak
topraklardan elde edilecek net gelirin bakım masrafları düşüldükten sonra yılda
2.000.000 alacağı, yani yatırılan sermayenin %25’ini oluşturacağı söylenmektedir.
Öte yandan toprağın Mısır’da sulanan toprakların aynısı olduğu ve 0,404 hektarının
piyasa fiyatının 60 Sterlin olduğu da belirtilmektedir. Toprağın ekiminde
karşılaşılacak başlıca güçlüğün emek sağlamak olacağı bellidir. Ancak buna çare
yok değil. Tabi ülkenin kalkınması İngiltere’nin teşebbüsüne bırakılacak
olursa.Çünkü Hindistan’dan dilediğimiz kadar hamal ve reçber ya da Mısır’dan
104
Zekeriya Kurşun, Basra Körfezi’nde Osmanlı-İngiliz Çekişmesi –Katar’da Osmanlılar-, TTK y.,
Ankara-2004, s.17.
37
fellah getirebiliriz. Bunların çoğu sonunda geldikleri yerin yerlisi olacaklardır.
Almanlar, her zaman ki akıllarıyla, bu bölgenin gelecekteki değerini dikkatle
incelemişler ve ölçmüşlerdir.” 105
Basra bölgesinde ziraî ve hayvanî ürünlerin yanında köle ticareti de
yapılmaktaydı. Basra’nın Bağdat’a bağlı olduğu dönemde gelir getiren bir kaynak
olmasına rağmen Basra’nın vilayet olduğu dönemlerde zenci ticareti yasaklanmıştı.
Ancak elimize geçen belgelerden kaçakta olsa bu ticaretin yapıldığını anlıyoruz.
Aşağıda bunu doğrulayan belge fi 22 C 73 tarihlidir. Belge sadece Basra’yı değil
köle ticaretinin nerelere ve hangi yollarla ulaştığını da bize haber vermektedir. Belge
şu şekildedir:
Mısır, Trablus ve Bağdat taraflarından Akdeniz kıyılarına gelen zenci
kölelerin
hepsinin
köleliğin
kaldırılmasından
dolayı,
kıyıdan
içeriye
salıverilmemesi, köle tacirlerinin köleleri azat etmesi ve azat olan kölelerin
belirlenen bölgelere iaşeleri temin edilerek yerleştirilmesi ( altı haftada) müddetin
bitiminde gelişen hadiselerin merkeze yazılı bildirilmesinin ve burada bulunan
memurlara bildirilmesine …
…Basra Körfezi için belirlenen tarihten itibaren üç ay zaman tayin edilmiştir.
Basra Körfezi’ne gelen esir tacirlerine durum bildirilerek esirlerin salınmasına ve
bunların Bahreyen’e gönderilmesine, gitmeyenlerin iaşelerinin karşılanmasına, bu
işleri yapanların tutuklanmasına ve gerekli açıklamanın merkeze bildirilmesine, altı
hafta zaman dilimi bitiminde hala bu işle uğraşanların İstanbul’a gönderilmesine
.. 106
Belge Hariciye Nezareti ile Basra Tersanesi arasında yazılmış olup iki belge
halindedir. İkinci belge fi gurre Recep 73 tarihini taşımaktadır. Belge Akdeniz ve
Basra Körfezi arasında meydana gelen zenci ticaretini önlemek ve altı hafta içinde
suçluların uyarılması , esirlerin salınması, bu süre bitince de hala bu işle
uğraşanların tutuklanıp İstanbul’a gönderilmesi ile ilgilidir. Belgenin ikinci
105
106
Dunn, a.g.m, s.310-311.
BOA, HRC. SYS 96/21 : 1907. 6.9.
38
bölümünde ise Basra Tersanesi’ne zenci ticaretiyle ilgili konu özetlenmiş ve
tersanede bulunan Binbaşı Ahmed Beye talimatlar veriliyor. Buna göre, altı hafta
boyunca tüccarlar uyarılacak, zenciler serbest bırakılacak, iaşeleri sağlanacak,
müddet bitiminde hala bu işle uğraşanlar tutuklanıp der-saadete gönderilecek ve
sürekli Basra Körfezi’nde devriyeler gezecektir.
Basra körfezi’nde ayrıca deniz korsanlarının ticarî gemilere saldırarak
ticarete zarar vermesi sebebiylede Osmanlı Devleti önlem almak zorunda kalmıştır.
Bu konuda aşağıda sunacağım belge de bu bilgiyi doğrulamaktadır. Belge şu şekilde
özetlenebilir:
Basra Körfezi’nde kain Katif sevahilinde deniz hırsızlarının geçişinden
dolayı emniyet kaçması bahisle bunların def-i mazarratları hakkında memurların
canibinden tedbir alınmasına teşebbüs edilmesi, İngiliz hükümetinden yazı ile
bildirilmiş olduğundan, dıştan birinin karışmasına meydan verilmemek için, adı
geçen sahilde emniyet-i matlubenin emniyetinin sağlanması için istihmâl ve
neticesinin yazı ile bildirilmesine tezkere-i senaveri… 107
Belgeden de anlaşılacağı üzere Basra Körfezi’ndeki deniz hırsızlarının
emniyeti yok edip, Katif sahillerinde emniyet kalmadığından ve buradan geçişler
engellendiğinden durum İngiltere tarafından Hariciye Nezaretine bildirilmiş, konu
hakkında emniyetin sağlanması buraya dışardan müdahale olmaması için gerekli
olan tezkerenin çıkması ve Basra’da bulunan Bahriye Kumandanına durum
bildirilmiş, orada bulunan Bursa Korveti kumandanına altıncı ordu müşirinin
emriyle görevlendirilmesi hakkındaki 3 Teşrin-evvel 04/ 18 Şevval 1295 tarihli
belgedir.
II.Abdülhamid’e ait Basra Vilayetindeki emlâka dair her türlü muamele 1303
(1887-1888) tarihine kadar Bağdat’ta bulunan Emlâk-ı Hümayun İdaresi’nce
gerçekleştirilmiştir. Ancak, zamanla gerek Bağdat gerekse Basra’da padişah
107
BOA, HRC. SYS. 82/33.
39
şahsında toplanan mülklerin giderek artması bunların işletilmesini güçleştirdiğinden,
Basra’da ayrı bir idare kurulmasına karar verilmiştir. Bu kararın verilmesinde
bölgedeki arazilerin çoğunun büyük parçalar halinde bulunması ve ahalisinin büyük
bir bölümünün aşiretlerden oluşması da etkili olmuştur.
Basra’da ayrı bir idarenin kurulmasına ihtiyaç duyulması üzerine burada bir
komisyon teşkil edilmiştir. Bu nedenle hazineden Bağdat şubesine gönderilen
emirde burada yürütülmekte olan emlâk ve kayıt işlemlerine dair bilgilerin Bağdat
şubesinden Basra idaresine devir edilmesi istenmiştir. Ayrıca emlâkların hangi
mevkide olup hangi komisyon tarafından idare edildiği hususunun da beyanı
istenmiştir. Bunun üzerine Hazine-i Hassa’ya bir defter gönderilmiştir. Bu deftere
göre Ammare Sancağı dahilinde bulunan Çahle, Şat,Müşerreh,ve ona bağlı
mukataalar, Malümü’l-Kıt’ât Senevi?, arazisi, Tis’an ve adfiye ?, Felha Düneynat-ı
Gazabe ve Ahder mukataaları Basra Komisyonu tarafından yönetilmiştir. Necid’teki
emlâkın
müstakil
müdiriyet
ile
komisyon
tarafından
idare
edildiği
anlaşılmaktadır. 108
Basra Emlâk-ı Hümayun Komisyonu; İdari mekanizmanın ana gövdesi
komisyon oluşturmaktaydı. Resmi ifadeye göre komisyonun oluşum nedeni,
özellikle bu bölgenin bazı yabancı devletlerin iştahını kabartması sebebiyle
toprakların güvence altına alınması amacıyla padişah mülküne dahil edilmesine özen
göstermek ve gerekeni yapmak olarak açıklamıştır. Söz konusu komisyonun
bunların yanı sıra padişah emlâkının nizamnameye uygun şekilde idaresinin
gerçekleştirilmesini sağlaması gerekirdi. Komisyon; reis, müdür ve azalardan
müteşekkildi. Reis komisyonun her türlü işinden birinci derecede sorumluydu. Bu
bağlamda memurların komisyona düzenli şekilde katılmalarını sağlar ve
görüşmelerini dikkatle takip ederdi. 109
108
Selda Sert, “Bir Toprak Rejimi Olarak Emlâk-ı Hümâyun Basra Örneği” (1876-1909),
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul-2006.,s.49.
109
Selda Sert, a.g.e, s.53.
40
Emlâk-ı Seniyye’nin gelir ve giderlerini kapsayan aylık ve yıllık muhasebe
cetvelleri düzenlenirdi. Bu kayıtlar bir takım tetkiklere tabi tutulduktan sonra
hazırlanan bütçe ile beraber Hazine-i Hassa Nezaretine gönderilirdi. Nezarette de
gerekli incelemeler yapıldıktan sonra padişaha izin alınmak üzere sunulurdu.
Komisyon, senedi ve haritası bulunmayan Emlâk-ı Seniyye senetlerinin
düzenlenmesini, haritaların çizilmesini ve demirbaş defterlerinin muntazam bir
şekilde tutulmasını sağlamakla da vazifeli olup, bu bilgileri Hazine-i Hâssa’ya giden
bu tür evraklar kuyudât kaleminde kayıt edilip saklanırdı. Komisyonun en önemli
vazifelerinden biri de ziraat alanlarının genişletilmesine yönelik çalışmalar yaparak
bunları Hazine-i Hassa Nezaretine bildirmekti.
Komisyonun kararı ve gerek görülmesi üzerine Arazi-i Seniyye’yi dolaşan
müfettişler aşar, ağnam gibi çeşitli Emlâk-ı Hümâyûn gelirlerinin uygun bir biçimde
toplanıp toplanmadığını inceler, sonrasında da varidatın Hazine-i Hassa’ya eksiksiz
bir biçimde toplanıp toplanmadığını inceler, sonrasında da varidatın Hazine-i
Hassa’ya eksiksiz bir şekilde gönderilmesine nezaret ederdi.
Müfettişler, Emlâk-ı Hümâyûn idaresinin kontrol mekanizmasıydı. Şubelerin
talimat ve nizamlara uygun hareket edip etmediği, şubelerdeki defter ve hesapların
istenildiği gibi tutulup tutulmadığı, en önemlisi de emlâk, arazi ve çiftlikât-ı şahane’deki
imâr ve ıslâh faaliyetlerinin nasıl gerçekleştiği ile varidatın arttırılmasına itina edilip
edilmediği gibi hususlarda denetim yapmak başlıca görevleri arasındadır.110
Basra’da işletme kalemleri; 1- Tahrirat Kalemi 2-Muhasebe Kalemi olmak
üzere iki kalemden oluşurdu.
Tahrirat Kalemi; bu kalem Emlâk-ı Hümâyun idaresinin her türlü yazı
işlerinden sorumluydu. Baş katibin idaresinde bulunan kalemde mübeyyiz,
mübeyyiz refiki, emlâk mukayyidi, emlâk refiki, tahrîrât muâvini, refik ve refik-i
110
Selda Sert, a.g.e,s.55.
41
evvel gibi memuriyetler bulunurdu. Ayrıca Devasır, Amiye ve Ammare’de bulunan
Emlâk-ı Hümâyûn’un yazı işleriyle vazifeli vekil ve katiplerde kalemde bulunan
memurlardı. Yazışmaların burada yapılmasının yanı sıra evrakların muhafaza
edilmesi de kalemin sorumlulukları arasında yer alırdı. 111
Muhasebe Kalemi; Emlâk-ı Hümâyûn’un malî kalemi olan bu birim, baş
katip başkanlığında idare edilmekte olup, emri altında refik-i evvel, refik-i sâni,
refik-i. salis, refik, mukayyid ve sandık emini bulunurdu. Tahrirat başkatibi gibi
muhasebe başkatibi de komisyonda aza sıfatıyla görev alırdı. Emlâk-ı Hümayun’a
ait her türlü hesap işlerinin görüldüğü bu kalemde ayrıca şubelerden gelen muhasebe
ve cetveller incelendikten sonra hülâsa pusulaları hazırlanarak komisyona
gönderilirdi. 112
Basra’ya bağlı mukataalar şu şekilde isimlendirilip sınıflandırılmıştır: Ahder
Mukataası, Ebu-hılana Mukataası, Müşerreh Mukataası, Çahle Mukataası, Behese
Mukataası, Şat Mukataası.
Basra Vilayetinin Yıllara Göre Gelir Durumu 113
Yıl
Gelir Kalemi
1306 (1888)
12.590.361
1.922.448
2.434.462
16.947.271
Öşr Hasılatı
Öşr Vergisi
Koyun Vergisi
Diğer Gelirler
Yekûn
1307 (1889)
10.399.333
3.283.748
1.792.152
2.369.140
17.844.373
1308 (1890)
10.249.543
3.467.955
1.910.151
2.539.688
18.167.337
1315 (1897)
10.848.924
3.585.755
1.570.576
2.933.690
18.938.945
Vilayetin Gelir-Gider Durumu 114
Yıl
1888
1889
111
Selda Sert, a.g.e,59.
Selda Sert, a.g.e,62.
113
Eroğlu, a.g.e., s.23.
114
Eroğlu, a.g.e., s.27.
112
Gelir
16.947.271
17.844.373
Gider
6.484.313
6.229.567
1316 (1898)
10.964.261
4.937.066
1.615.700
2.924.439
20.441.466
42
18.167.338
18.938.945
20.441.466
1890
1897
1898
7.495.770
20.483.036
20.441.466
Vilayetin Yıllara Göre Başlıca Gider Kalemleri 115
Gider Kalemi
Dahiliye
Jandarma
Bahriye
Nizamiye Ordusu
Diğer Giderler
1888
(%)
22,73
51,99
0
0
25,28
1889
(%)
21,84
54,1
0
0
26,12
Yıllar
1890
(%)
18,4
45,49
19,87
0
16,24
1897
(%)
6,47
14,18
5,04
47,39
26,91
1898
(%)
0
20,64
4,32
53,2
21,84
Osmanlı Devleti Basra ve çevresinde İngiltere’nin Arap hayvanları ihraç
ettiği görülür. Bu konuda Osmanlı Devleti gerekli zamanlarda kısıtlamalara
başvurmuştur. Bununla alâkalı bir belge şöyledir:
Hariciye Nezaret-i Celilesi’ne 18 Eylül 82 tarihiyle İngiltere Sefaretinden
gelen takrîre göre:
Muhammere-Basra-Faev arasındaki yerlerde, Arap hayvanları nakil ve
ihrâcının yasaklanacağı,Basra mutasarrıfı tarafından İngiltere konsolosuna tebliğ
edilmiştir.Buna göre Dahiliye Nezaretinden alınan emre göre ihrâc edilen hayvanlar
gemilerde muayene olunacak ve içlerinde Arap Hayvanları olursa el konulacaktır.
Böyle bir el koyma durumunda memurlara karşı konulmaması İngiliz Konsolostan
rica edilmektedir. Bu durum, İngiliz sefareti tarafından hakkaniyete aykırı olarak
telâkki olunmakta ve protesto edilmektedir. 116
115
116
Eroğlu, a.g.e., s.28.
TK. HR. TO D.N 261 G.N 15.
43
Basra Vilayeti’nde mukataaların iltizama verilmesi ve vergi bedellerinin
ödenmesi ile alâkalı olarak bir belgeden anlaşıldığına göre teminat akçesi alınarak
verilen mukataalarda usulsüzlükler de olmuştur. Gerek usulsüzlüklerin ve gerekse
mukataaların iltizama verilmesi hususunda bir belgeyi burada zikretmek gerekir.
Belge şu şekildedir:
Dâhiliye Nezareti Mektubi Kalemi’nden,
Basra Vilayet-i Bahriyesi’ne,
Basra Vilâyetinde bazı yerlerde mukataa edilen araziler, gerekli olan teminat
alınmaksızın iltizama verilmiştir. Bu durum neticesinden iltizam bedelinin çoğu,
ziraatla uğraşan çiftçinin ve aşiret reislerinin zimmetine verilmiştir. Meselenin halli
noktasında mahkemeler yetersiz kalmış ve konu, Şûrâ-yı Devlet’te görüşülmüştür.
Şûrâ-yı Devlet Maliye Dairesi’nin 2099 numaralı mazbatasında, konuya
ilişkin olarak alınan kararlardan anlaşıldığına göre;
Vergi borcu olan kişilerin kim oldukları ve borç miktarı tespit edildikten
sonra, kendilerinden tahsilat yapılacaktır. Esas itibarla, vergi kaçırmak suçunun
cezası hapis olmakla beraber, bu tahsilat yapılacaktır. Bu meseledeki mesullerin
memurlar olmasından dolayı vergi borcunun ödenmesine karar verildiği gibi,
ödemelerde de “müsamaha” gösterilmesi kararlaştırılmıştır. Maliyenin zarar
görmesine sebep olan memurlar hakkında ise derhal tahkikat yapılması karara
bağlanmıştır. 117
Basra, Musul, Süleymaniye ve Kerkük Mutasarrıflıklarına gönderilen
telgraflaradan anlaşıldığına göre telgraf direklerinin çalındığı ve buralarda maddi
hasarların verildiği görülmektedir.Aşiretlerin ve eşkiyaların verdiği bu hasarlara da
örnek niteliğinde bir belge burada vermek istiyorum. Çünkü Tezimizle alakalı
araştırma yaparken en çok çıkan belgeler arasında telgraf direklerinin çalınması veya
hasar verilmesine dair belgeye rastladım. Belge şu şekildedir:
117
DH.MKT 780 67 1321.Ş.3.
44
Bağdat Başmüdiriyetinden alınan 178 numaralı 16 Haziran 320 tarihli
telgrafnâme:
Cemcemel ile Süleymaniye arasındaki telgraf hattında bu defa altı direk
çalınmıştır.Çalınan direklerin toplam adedi üç yüzü geçmiştir.Dilekleri çalanların
yakalanabilmesi için bir askeri müfreze teşkil edilmesi gerekmektedir. Ancak
mahalli idarelere bu minvalde yapılan başvurular neticesiz kalmıştır. (290-160)
Bağdat Müdiriyeti’nden alınan 137 numaralı ve 20 Haziran 320 tarihli
telgraf:
Kerbela müdiriyetinden yollanan bu telgraflar, telgraf ve Posta Nâzırı Hasan
Hüseyin imzasıyla 23 Haziran 320 tarihinde Dâhiliye Nezareti’ne bir yazıyla
iletilmiştir.
27 Ağustos 320 tarihli telgraftan anlaşıldığı üzere, Musul Vilayeti,
Süleymaniye ve Kerkük mutasarrıflıklarına ve 12 Fırka Kumandanlığı’na 17 Teşrîni Sânî 319 tarihli birer telgrafname gönderilerek durum bildirilmiş ve gereğinin
mahalli idarece yerine getirilmesi istenmiştir. (bu talebin hangi makamdan geldiği,
yazının silik olmasından dolayı anlaşılamıyordu.) Bu isteğin yerine getirileceği ise,
ilgili makamlar tarafından telgraflarla bildirilmektedir. 118
7 Kanûn-i Evvel 309 tarihinde Yemen, Hicaz ve Trablusgarb Vilâyetlerine,
Meclis-i Vükela kararı olarak bir tahrirat gönderilmiştir. Bu tahrirattan anlaşıldığına
göre, Osmanlı Devleti dâhilinde yabancı gümüş paraların kullanımı yasaklanmıştır.
Ancak adı geçen vilâyetlerin özel konumundan dolayı, buralarda kuşlu riyalin bir
süre daha kullanılmasına ve bu paranın tedricen kaldırılmasına karar verilmiştir.
Buna göre kuşlu riyalin fiyatı 12 kuruş olarak tespit edilmiştir. Bu fiyatın ise
seneden seneye daha da düşürülmesi ve kuşlu riyalin tamamen tedavülden
kaldırılması öngörülmektedir.
Bu tahrirat üzerine Trablusgarp valisi imzasıyla gönderilen 25 Kanun-ı evvel
1309 tarihli belge, Dahiliye ve Maliye Nezaretlerine ulaşılmıştır. Bu belgeden
118
DH.MKT 847 16 1322.S.16.
45
anlaşıldığına göre, Trablusgarb’ta kuşlu riyalin evvelce yoğun bir biçimde
kullanıldığı halde, birkaç seneden beri külliyen tedavülden kalktığı bildirilmiştir.
Daha sonra Sadrazam Cevad imzasıyla Dahiliye Nezareti’ne gönderilen
belgeden ise şunlar anlaşılmaktadır: Yabancı gümüş paralar hakkında yukarıda işaret
edildiği üzere alınan kararlardan sonra, Namık Efendi isimli kişinin mezkur
vilayetlerin durumlarına göre hazırladığı lâyiha uygun olarak Mâliye Nezâretince
yeni düzenleme yapılmıştır. Riyalin fiyatının 12 kuruşa düşürülmesinin, bu
bölgelerden alınan bazı vergilerinde düşmesi anlamına geldiği düşünülmektedir.
Bundan dolayı üç sene için geçerli olmak üzere riyalin fiyatının 16 kuruş olarak
kabul edilmesi uygun görülmüştür. Ayrıca ithalatta bu paranın kullanması
yasaklanırken, ihracatta şimdilik hakiki fiyatlarından işlem yapılması gerekmektedir.
İthalat için her halükârda ya Osmanlı parası ya da altın kullanılacaktır. Aynı belgede
son olarak işaret edilen nokta, mezkûr vilayetlerden Yemen’de, şimdilik Osmanlı
Bankası
marifetiyle
tedrici
olarak
toplanarak
Osmanlı
parasının
ikâme
edileceğidir. 119
1.3. BASRA’NIN SOSYAL VE KÜLTÜREL AÇIDAN ÖNEMİ
Basra’nın, 1552 yılı tahririne göre şehirde, 11’i kalede olmak üzere toplam
20 mahallesi mevcuttur. 15.000 civarında nüfusu olup bunun 5000’i kale içinde
yaşamaktaydı. XVIII. yüzyıla gelindiğinde Basra, beş kapısı olan bir sur içinde
toplam yetmiş mahallede 40.000-50.000 nüfus barındırmaktadır. Kentin sürekli
olarak civarındaki aşiretlerin saldırılarına maruz kalmasından dolayı sık sık görünen
sıtma ve veba salgınları yüzünden, XIX. yüzyılın başlarından XX. yüzyıla değin
nüfusun azaldığı görülüyor. Bazen öylesine salgın hastalıklar yayılıyor ki yerlilerin
başka bir yerleşim merkezine göç ediyor veya bölgenin nüfusu değişebiliyordu. Bu
durumda devlet önlemler almak zorunda kalabiliyordu. Örneğin, 2 Eylül 1305
yılında Basra Valisi Hidayet Paşa kolera illetinin yayılması karşısında Dahiliye
119
DH.MKT 185 26 1311.Ş.14.
46
Nezaretine bilgi veriyor ve alınacak önlem ve uygulanacak yöntem hakkında emir
istiyordu. Belge kısaca şöyle özetlenebilir:
“Basra ve havalisinde meydana gelmiş kolera illetine karşı, burada bulunan
ahali telaşa kapılarak vatanlarını terk etmek durumunda kalmış, bunlara burada
bulunan Hidayet Paşa, terk etmelerini önlemek durumunda kalmış, buradaki
ahalinin göç ettirilmemesi için ve vebanın buraya girmemesi için sadaretden ferman
istemiştir. belge maruz kaydı niteliğindedir.” 120 Bu belgenin, daha öncesinde 49
kişinin imzasıyla yine ne yapılacağına dair Sadaret’ten bilgi istenmiştir.
Yine XIX. yüzyılın sonlarında Basra’da 600’ü kargir, kalanı sârife toplam
2000 ev vardı. 10.000 nüfus yaşıyordu. Basra, Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla
birlikte gelişen bir şehirdir. Böylece körfez ticareti, bu yeni şartlarda yeniden
canlanmaya başlamıştır. Ayrıca Midhat Paşa’nın Bağdat Valiliği zamanında devlet
nüfuzu kuvvetlenmiş, bölgede yeniden bir istikrar sağlanabilmiş ve bu da
demografik yapıya yansımıştır. 1902’de Basra Kazası’nın merkezi olan Basra
Kasabası’nın toplam nüfuzu 50.000’i bulmaktaydı. 1302 Basra Salnamesi’nde bu
durum şöyle özetlenmektedir.
“ Basra Kasabası’nın iki yakası vardır. Birincisi Basra Şehri ki,…Basra
halkının yaklaşık %30’u Sunî ve %50’si Şiî mezhebinden olup, geride kalan halk
Hıristiyan, Musevî ve diğer mezheplerdendir. 800-900 evle, yerel halk ile
yabancıların yaklaşık nüfuzu 35.000 civarındadır…şehrin yakası, Şettü’l-Arap
üzerinde ve ‘Makam-ı Ali” adıyla bilinen yerdir. İçerisinde bir Umman Osmanlı
İdareleri, hükümet eski dairesi,Aşar Nehri’nin üzerinde ahşaptan bir köprü, ticaret
ve bahriye idarehaneleri, bir hamam, bir iptidai Mektebi, bir cami,, yaklaşık dört
yüz dükkan ve 800-900 ev mevcuttur. Ahali ile yabancıların burada yaklaşık nüfuzu
15.000 civarındadır.” 121
120
121
BOA.TK HR TD DN 393.GN7.
Eroğlu, a.g.e.,s.20.
47
Basra’da hadarîler ve bedevîler olmak üzere iki yaşam tarzı sürdürülüyordu.
Hadarîler çöllerle çevrilmiş vaha kenarları ile vadilerdeki su kenarlarında veya deniz
ticaretinde uygun mekânlarda kurulmuş olan şehir ve kasabalarda yaşayan yerleşik
ahalidir.
Bedevîler çöllerde dolaşan ve çoğunlukla devecilik ve koyunculukla uğraşan
konar-göçer Arap aşiretleridir. 122 Hayatlarında hiçbir çatının altına girmeyerek,
ömürlerini kıldan ördükleri çadırların gölgesinde ve develerin sırtında yer
değiştirerek geçirirler. Yalnızca bir kısım zarûrî ihtiyaçlarını gidermek için civardaki
şehir ve kasabalar ile irtibat kurarlar. İhtiyaçlarını giderdikten sonra yine geniş
çöllere dağılırlar. Bedevîler yerleşik hayattan nefret ettikleri için, ziraatla
uğraşmazlar hatta hasat zamanı yağmalamaktan kaçınmazlar. 123 Bu durum hadarîler
arasında bitip tükenmeyen kavgaların meydana gelmesine neden olmuştur.
Mevsimine ve yağmurlara göre mekan değiştiren bedeviler zorlada olsa
başkanlarının alanlarına girmekten çekinmez ve geçtikleri yerlerdeki bütün bağ ve
bahçeleri yağmalarlardı.
Bu sebeple Osmanlı Devleti’nde yolların ve yerleşik ahâlinin güvenliğini
sağlamak maksadıyla, belli başlı bedevî kabilelerin şeyhlerine “urban tahsisatı”
adıyla yıllık maaş veya hediyeler vermekteydi. Ayrıca bedevîlerin özellikle hurma
hasadı zamanında şehirlere yaklaştıkları “musabele mevsiminde” (bedevîler yerleşik
ahâli arasında yapılan ve çoğunlukla değiş tokuş esasına dayanan alış veriş zamanı)
de, kendilerine mahallî idarelerin gelirlerinden “ikramiye” “it’amiye” veya “iksa
bedeli” adıyla aynî ve nakdî hediyeler verilmekteydi. Bazen bu hediye ve paralar
yörenin tanınmış şeyhleri aracılığı ile dağıtılmaktaydı. Bütün bu ödemeler ve
hediyeler bedevîler için bir bağlılık ve tabiiyet gerekçesi sayılmazdı. Tahsisatı
alamadığı takdirde yine yolları kesebiliyor ve yerleşik alanları yağmalamaktan
kaçınmıyorlardı. Hatta bazen devlet tahsisat verdiği bu kabilelerden yollara
saldırmayacaklarına dair senet bile almaktaydı. 124
122
Kurşun, a.g.e.,s.10.
Kurşun, a.g.e., s.10.
124
Kurşun, a.g.e., s.11.
123
48
Bedevî topluluklarında yegane sosyal bağ ailelerin meydana getirdiği
kabilelerdir. Kabile kan bağı ile birbirine yakın ailelerden oluşmakla birlikte, bu kan
bağının yakın ve uzaklık derecesi birbirinden ayırt edilemezdi. Herkes birbirinin
kardeşidir ve herkes hangi şartlarda olursa olsun kabileye sadık kalmak zorundadır.
Genelde bedevî ve hadarî Arap kabileleri köklü bir aileye mensup ve şeyhin
idaresinde bulunurlardı bir şeyh ailesi bazen yüzyıllarca bu mevkide kalabiliyordu.
Şeyh gücünü asaletinden zenginliğinden alıyordu. Şeyh ise yaptırımını örf ve
adetlerden alıyordu. Çoğu zaman kabilenin bir “meşveret meclisi” bulunmasına
rağmen son söz şeyhindi.
XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar dünyanın en tenha ve en fakir ülkelerinden
biri olan Kuveyt, petrol yataklarının bulunmasından sonra gelişmiştir. 1910 yılında
35.000 civarında nüfusu bulunmaktaydı. 125 Kuveyt’in bir liman şehri olarak hızlı
gelişmesi 1760’lı yılardan sonraya rastlamaktadır.
Geniş bir alanı kaplayan Necid coğrafyası en eski göçebe Arap kabilelerinin
yaşadığı bir mekân diye bilinir. Hazerî adı verilen ve geniş vahalar boyunca yerleşik
yahût yarı yerleşik hayatı benimseyen bazı Arap kabilelerinin varlığına dair kayıtlara
rastlanmakla birlikte bu coğrafyada tarihte etkin olmuş bir devlet ortaya
çıkarmamıştır. Bunun tek istisnası, Yemen’deki Himyerîlere bağlı olarak Necid ve
Yemâme’de kurulan Kinde Devletidir. Hakkında çok az bilgi bulunan bu devlet İran
tarafından ortadan kaldırılmıştır. Kinde Hanedanına mensup bir çok kimse
Hadramut tarafına geçmiştir. 126
Necid çöllerinde dolaşan, çoğunlukla devecilik ve koyunculukla uğraşan
bedevî Arap kabileleriyle çöllerle çevrili vaha ve vadilerde yaşayıp ziraatla uğraşan
yerleşik kabilelerin tanıdığı yegane içtimaî ve siyasî birlik kabile idi. Birbirine kan
bağı ile bağlı olan ailelerden meydana gelen kabilelerin şeyhi (emir) tek söz sahibi
125
126
Erinç, “Küveyt”, s.36
Kurşun,”Necid”, s.491.
49
durumundaydı. Bazen kabileler arasında ittifak sağlanarak gevşek konfederasyonlar
da oluşturulabilmekteydi. Coğrafyanın genişliğine rağmen iklim şartlarına göre ve
hayvanlara mera bulmak maksadıyla ilk hareket eden bu kabilelerin birbirinin
alanlarına geçmeleri anlaşmazlıklara ve çatışmalara yol açıyordu. Zaman içinde bu
çatışmalar hayatın bir parçası harekatlarla birbirini yağmalama geleneğine dönüştü.
Basra ve civarında yaşayan halkın önemli bir bölümü göçebe aşiret ve
kabilelerden oluşuyordu.Yağma ve tecavüz hareketleriyle düzenin bozulmasına ve
ticaretin sekteye uğramasına sebep olan bu aşiretlerin kontrolü oldukça zordu.
Kırsak kesimde oturan halk hurma ve hububat tarımı ile uğraşırken şehirli ahâli ise
daha çok ticaret ve zanaatla meşguldü. Ticaret ahâli için önemli bir geçim kaynağı
olup, oldukça canlı idi. Körfezdeki balıkçılık ve inci avcılığı da ekonomik ve ticari
hayatta önemli yer tutuyordu. 127
İngiltere’nin göçebe aşiret şeyhlerini kandırarak siyasetine alet etmesi ve
kabileler arası mücadelelerde biri tutarak öbürünün gücünü ezmesi bu dönem
siyasetinin önemli ve vazgeçilmez özelliğidir. Ayrıca İngiltere Basra bölgesini parça
parça eline geçirip yayılma siyaseti gütmüştür. Bu konuda Mr. Dunn şunları
söylemektedir:
“Maskat ile Umman’ı düşman Arap kabilelerine karşı sık sık korudukve
sultanı eskiden Necid’e ödediği haraçtan kurtardık Büyük Biritanya, ülkelerini ilhak
edip onları İngiliz bayrağının himayesi altında alınmış olaydılar , hem sultan hem
de tebası sevinirdi. Sultan defalarca bize kanun ve asayiş namına,zengin inci
yatakları bulunan Bahreyn’deki büyük adayı sahiplenmemizi teklif etmiştir. Böyle
yapmasaydık tamamıyle haklı olurduk, öyle ya, eski şeyhi yerinden edip, yerine zor
kullanılarak şimdiki şeyh İsa b. Ali’yi tahta oturtuk ve seleflerinin Necid Araplarına
ödemekte oldukları yıllık haraçtan onu kurtarmış olduk İngiliz hükümeti adayı ilhak
etmek istemedi ama onu himayemiz altına aldık ve şeyhe danışman tayin ettik söz
konusu adanın boyu 25 mil, 10 milde eni var, güzel limanlara sahip, körfez için
127
David Hut, “XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Basra Gümrüğü”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi,
S:3 (2000), s.122.
50
mükemmel bir üs, buna büyük bir ihtiyacımız var.” 128 Burada dikkati çeken bir
bölüm var ki, o da Padişahın Basra sahillerini İngiliz himayesine vermekte istekli
olduğunu iddia ettiği bölümdür. Ele geçen belgelerden böylesine bir düşüncenin ne
Padişahın ne de Osmanlı bürokratlarının düşünmediği ve vatanın bazı kısımlarını
hiçbir surette başka bir devlete vermeyeceğidir. Dolayısıyla bu tez yanlış bir
iddiadan öteye gidemez.
İran’ın Basra ve civarıyla ilgilenmeye başlaması da bölgede Şiî nüfûzunu
arttırmıştır. 1890’larda ahalinin yaklaşık %30 Sünnî, %50 Şiî ve kalanı da Hıristiyan
ve Musevî idi.
Aşiretlerin bulunduğu bölgede Osmanlı Devleti için önemli olan şüphesiz
hac yolu güzergâhı idi. Devletin çok önem verdiği bu güzergâhta bulunan kabile
aşiretler hakkında oldukça fazla bilgi bulunurken, diğer taraftaki kabileler
hakkındaki bilgiler daha sınırlıdır. Arap Yarımadasında irili ufaklı binlerce kabile
bulunmaktadır. Bunların birbirleriyle akrabalıkları vardır. Diğer taraftan söz konusu
kabilelerin yeni ve yakın çağlara ait mahallî kaynakları ise genel olarak sözlü
rivayetlere dayanmaktadır. Bu açıdan Osmanlı hakimiyetindeki alanlarda yaşayan
bedevî Arap kabilelerin yegane yazılı ve resmi kaynaklarının Osmanlı belgelerinin
olduğunu söylemek mümkündür. 129
Bu aşiretlerden en önemlilerinden biri ise Acman Urbanı’dır. Orta
Arabistan’da Ahsa ve Kuveyt arasında yaşayan Acman Aşireti de hakkında az belge
bulunan kabilelerden biridir. 1299 yılına ait Bağdat Vilayeti Salnamelerinde Necid
Livası dahilindeki aşiretler sayılırken Acman Aşiretleri en başta zikredilmektedir.
Buna mukabil ertesi sene basılan salnamede Acman Aşireti söylenmekle
kalınmamış, bu aşiretlerin fırkaları da sayılmıştır. Buna Acman Aşireti Âl-i Mahfûz,
Âl-i Hubeyş, Âl-i Süleyman, Âl-i Hitlan, Âl-i Hitlan, Âl-i Mağbet, Âl-i Dağın, Âl-i
Şamir, Âl-i Müflih, Âl-i Hadi, Âl-i Şevevle, Âl-i Marsa, Âl-i Marsa, Âl-i Yahyat,
128
Dunn, a.g.m.,s.303.
Zekeriya Kurşun, “Basra Körfezinde Bir Arap Aşireti Acman Urbanı (1820-1913)”, Belleten,
C.LXIII, S: 236 (Nisan-1999), s.124.
129
51
Âl-i Ziz olmak üzere 13 fırkadan oluşmaktadır. Acman Aşireti ilk olarak
Cemaziye’l-aher 1236 / Şubat 1820 tarihlerinde Mekke-i Mükerreme Muhafızı
Ahmed Bey’in Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’ya yazdığı ve onun da İstanbul’a
gönderdiği bir mektupta zikredilmektedir.130
Basra’nın stratejik merkezlerinde ise durum şu şekilde izah edilebilir. XX.
yüzyılın ilk çeyreğine kadar dünyanın en tenha ve en fakir ülkelerinden biri olan
Kuveyt, petrol yataklarının bulunmasıyla yükselen refah düzeyine paralel biçimde
hızla değişip zenginleşmişti. Dolayısıyla tezimizin tarih sınırlandırması içinde
Kuveyt fakir bir bölge idi. Ancak önemli bir stratejik bölgede olmasından dolayı
kıymetli araziydi. İlk petrol imtiyazı 1936 yılında Anglo-Amerikan Kuwait Oil Ca.
Şirketi’ne verilmiş, iki yıl sonrada petrol bulunmuş ve 1946’da ihracatına
başlanmıştı. 131 Kuveyt 1760’larda on bin kişinin yaşadığı bir alandı. Bu nüfus yaz
aylarında sıcaklar yüzünden üç bine iniyordu. Halk balıkçılık ve inci toplayıcılığı ile
geçiniyordu.
XVIII. yüzyılda Arabistan’da ortaya çıkan Suûdi ayaklanmasına karşı
Kuveyt’i koruma bahanesiyle Basra’daki siyasî memurunu da buraya nakletti
(1820). Kuveyt halkı bu memuru Kuveyt’ten çıkarmaya çalıştı. İngiltere de
memurunu Kuveyt Limanı girişindeki Feyleke Adası’na yerleştirerek (1821) bölgeyi
yakından izlemeye başladı. 1831’lerde ise şehirde 4000 kişi yaşıyordu. Kuveyt
ancak Midhat Paşa zamanında Osmanlı hakimiyetini benimsedi. 132
Kuveyt, Bağdat Demiryolu Projesinden dolayı da önem kazandı. Padişahın
izni ile Kuveyt’e giden Bağdat Demiryolu Şirketi’nden bir heyeti kabul etmedi.
İngiltere’nin destek ve kışkırtmalarıyla Necid Emirine karşı savaş açtı (1901).
Osmanlılar 1901’de 4000 asker ve mühimmat yüklü Zuhaf adlı Osmanlı gemisini
tehdit ederek, buranın İngiltere himayesinde bulunduğunu bildirdi. Gelişen bu
gerginlik 11 Eylül 1901 yılında bir anlaşma ile son buldu. Buna göre; İngiltere
130
Kurşun, …Acman Urbanı, s.127.
Erinç, “Küveyt”, s.36.
132
Cevdet Küçük - Mustafa L. Bilge, “Küveyt”,C.XXVII, İA, TDV y., s.36.
131
52
Kuveyt’i işgal etmeyecek ve himayesine almayacaktı. Osmanlı Devleti de buraya
asker
göndermeyecekti.
İngiltere’nin
bu
anlaşmaya
dayanarak
Kuveyt’e
yerleşmesinden korkan padişah, Osmanlı Hakimiyetini göstermek için Basra’dan
buraya bir resmî memur atadı. İngilizlerin karşı çıkmasına ve buraya konsolos
atamasıyla karşılık buldu. 133 Buradan da anlaşıldığı üzere XX. yüzyılın başında da
hala Kuveyt’te İngiltere-Osmanlı siyasi çekişmesi sürüyor, doğal olarak da sosyal
hayata etkisini aksettiriyordu.
İngilizler, aşiret reislerine (Sabah ailesine) para yardımında bulundular.
İngilizler buraya kendi bayraklarını çektiler. Ayrıca bu bölgede petrol yataklarını da
araştırıp işaretlediler ve II. Abdülhamid’den sonra da daha rahat hareket ettiler.
Lahsa bölgesinin sosyal hayatı da tıpkı Kuveyt’te benziyor. Ancak ayrılan
özellikleri de var. Lahsa’nın hurma bahçeleri ve buğday ziraatına uygun verimli
toprakları vardır. Bu dönemde de her ülkenin sahip olmak isteyeceği yerlerden
birisini teşkil ediyordu. Lahsa’da da aşiret sistemi devam ediyordu.
Beni Halid kabilesi Osmanlı Devletine karşı çok defa itaat içinde olmuş ve
Lahsa’yı ele geçirmek isteyenlerle mücadele etmiştir. Buna karşılık Osmanlı
Devleti’de Beni Halid’le yumuşak bir siyaset içine girmiş ve reislerini hoş tutarak
bağlılıklarını temin edip bölgenin yönetimi için kendilerinden yararlanılmıştır. 134
XX. yüzyılın başında Lahsa’da çok sayıda asker bulunduğu ve Basra vilayeti
tarafından bu bölgenin yakından kontrol edildiği görülmektedir. Çünkü bölgede
devamlı surette İngiliz ajanları dolaşıyor ve durumlarından memnun olmayan kabile
reislerini bularak onlarla hükümetleri adına himaye antlaşması yapmaya
çalışıyorlardı. 135
133
Cevdet Küçük - Mustafa L.Bilge, “Küveyt”, s.37.
Mustafa L Bilge, “ Lahsa”, C.XXVII, İA, TDV y., s.59.
135
Mustafa L. Bilge,” Lahsa”, s.60.
134
53
Geniş Necid coğrafyasında ise en eski göçebe Arap kabilelerinin yaşadığı
mekânlar vardır. Hazerî adı verilen ve geniş vahalar boyunca yerleşik yahut yarı
yerleşik hayatı benimseyen bazı Arap kabileleri vardır. 136
Necid çöllerinde dolaşan, çoğunlukla devecilik ve koyunculukla uğraşan
bedevî Arap kabileleriyle çöllerle çevrili vaha ve vadilerde yaşayıp, ziraatla uğraşan
yerleşik kabilelerin tanıdığı yegane içtimaî ve siyasî birlik kabile idi. Birbirine kan
bağı ile bağlı olan ailelerden meydana gelen kabilelerin şeyhi tek söz sahibi idi.
Bazen
kabileler
arasında
ittifak
sağlanarak
gevşek
konfederasyonlar
da
oluşturulabilmekteydi. Coğrafyanın genişliğine rağmen iklim şartlarına göre
hayvanlarına mera bulma maksadı ile hareket eden bu kabilelerin alanlarına
geçmeleri anlaşmazlıklara ve çatışmalara yol açıyordu. Zaman içerisinde bu
çatışmalar hayatın bir parçası haline geldi ve “gazve” denilen askerî harekatlarla
birbirini yağmalama geleneğine dönüştü.
Necid’de birçok Arap kabilesi bulunmakla beraber tarih boyunca varlıklarını
sürdüren büyük kabileler veya kabile birliklerinin sayısı azdır. Mutayr, Ucmân,
Mürre, Uteybe, Sebi, Şehûl, Devâsir, Harp, Aneze, bunların kolları Necid
kabileleridir. Osmanlı valileri tarafından asker kaynağı olarak kullanılan bu
kabilelerin arasından ön plana çıkanlara bazı imtiyazlar tanınmakta böylece devlet
geleneğinin yayılması amaçlanmaktadır. Aslında Necid kabileleri modern anlamdaki
bir devletle ilk defa Osmanlı döneminde karşılaşmıştır. Fakat keskin geleneklerin
uzaklaştırılıp tebaa olarak itaatlerinin sağlanması zaman alacağından vergilerin
vermeleri ve padişah adına hutbe okutmaları karşılığında Osmanlı Devleti bunların
geleneksel idarelerinin devamına göz yumdu. Ancak aşırı hareketlerine de askeri
tedbirler uygulamaktan geri durmadı. Zaman içerisinde önemli kabile şeyhlerinin
tayinine müdahale edilerek veya tayin edilenlere unvanlar, hilatler verilerek devletin
nüfuzunun yaygınlaşması sağlandı. Ortaçağlardan beri Mekke Şerifleri’nin nüfuzu
altındaki Necid kabilelerinin statüsüne dokulmadı. Bağdat’a yakın olan, sürekli
konar-göçer durumdaki kabileler Bağdat Eyaleti, bir kısmı da Lahsa Beylerbeyliği
136
Zekeriya Kurşun,”Necid”, C.XXXII, İA, TDV y., s.491.
54
aracılığı ile yönetildi. Böylece Necid içlerinden geçen Hac ve ticaret yollarının
güvenliği sağlandı.
Bu yapı, XVIII. yüzyıl ortalarından itibaren bölgede meydana gelen yeni
akımlarla sarsıldı. Çoğunluğun Hanbelî mezhebini benimsediği Necid’de birçok din
âlimi yetişmesine rağmen bölgede İslamî hayat tam olarak hakim olamadı.
Müslümanlıkla eski inançların karışımı bir dinî hayat geliştiren Necid ahâlisinin
özellikle göçebe kısmı İslam’dan hayli uzaklaştı. Muhammed b. Abdülvehhâb
Necid’de yeni bir dinî hareket başlattı. 137
Bahreyn ise inci avcılığı yanında hayvancılıkla da uğraşan bir bölge idi.
kendine yetecek miktarda sebze ve bazı hububat türleri, hayvancılıkta keçi, koyun,
ve sığır yetiştirmekteydi. 138 Bahreyn Adası tarihin en işlek deniz yolu üzerinde
önemli bir stratejik noktasında yer alması, sığ sularında kolaylıkla elde edilebilen
kaliteli inci bulunması ayrıca zengin hurmalıklara sahip olması sebebi ile ilk
devirlerden itibaren iskân edilmiş ve pek çok istilâya maruz kalmıştır. 139
Basar Emlâk-ı Hümâyûn-ı dahilinde numune tarla projesi uygulamasına
gidilerek Basra’da üretim ve buna bağlı yerleşimin yenileşmesine çalışılmıştır.
Emlâk-ı Seniyye’nin üretimi çeşitlendirmek, ziraatı teşvik etmek ve bu sayede
tarımdan elde edilen gelirleri arttırmak maksadıyla numune tarlalar oluşturulmuştur. Bu
tarlalar sayesinde ziraatın nasıl yapılacağı Arazi-i Seniyye’de, ziraatın nasıl yapılacağı
arazi-i çiftliklere öğretilecekti. Ayrıca çiftlikle uğraşanların göçebe aşiretler olması ve
bu durumun doğal bir uzantısı olarak bunların tarıma dair ilgi ve bilgilerinin çok fazla
bulunmayışı böyle bir projenin hayata geçirilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Proje
dahilinde, yeni ziraat metotlarının uygulanması, aynı zamanda çiftçilere öğretilmesi
ve az masrafla daha çok ürün alınabilmesi gibi hususlar da yer almaktadır. Bu
maksatla Ammare Seniyyesi’nin uygun yerinde 150 dönümlük alanda numune tarla
oluşturulması hakkındaki irade çıktığı görülmektedir.burada yapılacak olan ekimle,
137
Zekeriya Kurşun, “Necid”, s.492.
Mustafa L Bilge, “Bahreyn”, C.IV, İA, TDV y., s.493.
139
Mustafa L. Bilge , a.g.mad., s.493.
138
55
toprağın ne kadar verimli olduğu tespit edilmek istenmekteydi. Basra Körfezine
yakın oluşu, yazın sıcak ve kurak kışın ise sıkça yağmur yağması gibi nedenlerden
dolayı Ammare Seniyye toprağı verimli bulunmuştur. 140
Sadrazamlıktan Dahiliye Nezareti’ne ve oradan da Basra vilayetine
gönderilen tezkere Basra Maârif-i Muhasebe memurlarından İbrahim Efendi,
Arabistan ve Kürdistan ahâlisinin Türkçe’yi tam olarak bilmediklerinden dolayı
kanunları ve nizamnameleri anlayamadıkları, bu sebeple bu belgelerin Arapça ve
Farsça tercümelerinin yapılması talebi, Şûra-yı Devlet’te görüşülmüş ve şimdilik
münâsip görülmemiştir. 141
Kuveyt ve Basra arasındaki mesafenin ne kadar olduğu ve zikr edilen
bölgelerde ne kadar hanenin mevcut olduğuna dair bir belge sunmak istiyorum.
Belge şu şekildedir:
19 Şaban 312
Sadrazam ve Yâver-i Ekrem
Dâhiliye Nezareti’nin, Meclis-i Vükelâ’da konuşulmak üzere Kuveyt ve
Basra arasındaki mesafenin ne kadar olduğunu, zikredilen bölgeler arasındaki köy ve
kasabaların durumunu ve ahâlinin vaziyetinin ne olduğunu sorması üzerine Vali
Nuri imzasıyla gönderilen belgeden şu bilgiler alınmıştır:
İki yer arasında, karadan üç günlük bir mesafe vardır. Bu mesafede yedi
sekiz bin kadar ahâli meskûndur. Kuveyt kazasına bağlı köy ve kasaba olmamakla
beraber, Kuveyt’ten dört beş saat mesafede bulunan el-Cezire isimli mevkide 15-20
hane mevcuttur.aynı yerde Mübarek Es-Sanbah’a ait bir kasr vardır. Basra Kazsı
tarafından deniz yoluyla beş saatlik mesafede olan mevkide 130 çadırlık bir bedevi
aşiretinin yazlık olarak kullandığı bir yer vardır. Altı saatlik mesafede ise birkaç yüz
senedir ahâli yaşamadığından buralarda Osmanlı Memuru bulundurulmamaktadır.
Kuveyt, öteden beri tam anlamıyla kontrol altına alınamamış olup, aşiret urban usulü
üzerine idare olunmaktadır. Doğrudan doğruya hükümet tarafından idare
edilmediğinden, kaymakamlık işleri, Âl-i Mübarek’ten Şeyh Abdullah’a verilmiştir.
140
141
Sert, a.g.e, 83-84.
DH.MKT 348/65 1312.Ş.29
56
Kuveyt’te birkaç sene bulundurulan karantina memuru, iki sene evvel kendi
kendisine Basra’ya gelmiş, görevine de geri gitmemiştir. Üstelik bu durum kayıtlara
dahî girmemiştir.18 Mart 318. 142
142
DH. MKT, 467 38 1319.Z.23.
II. BÖLÜM
OSMANLI’NIN BASRA POLİTİKASI
2.1. MİDHAT PAŞA’NIN BAĞDAT VALİLİĞİ
Osmanlı Devleti Basra gibi önemli ve stratejik bir bölgeye valilik konusunda
deneyimli ve Tuna valiliğiyle kendini göstermiş Midhat Paşa’yı buraya atamaya
karar verdi. Midhat Paşa, Tuna valiliği sırasında bayındırlık ve iskân alanında ve
aynı zamanda ekonomik anlamda Tuna’yı kalkındırmıştı. Dolayısıyla Bağdat
valiliğinde de bir çok görev onu bekliyordu. Konumuz olan Basra, Bağdat’a bağlı
bir mutasarrıflıktı. Dolayısıyla Midhat Paşa’nın icraatları Basra’yı da yakından
alâkadar ediyordu.
Midhat Paşa, 1869 yılında Bağdat Valiliği’ne atandığında ilk olarak imâr ve
inşâ faaliyetlerine girişmiştir. Özellikle Basra Limanı’nın bir miktar kulübe ile
birkaç harap binadan başka bir şey olmayan görüntüsünün değişmesi de onun
valiliği zamanın da olmuştur. 1870’den sonra kısa bir zaman içinde Basra
Limanı’nda kışla, hastahane, tersane vs. büyük binalarla beraber Şattü’l-Arap
üzerinde işlemekte olan İngiliz Vapurları ile rekabet etmek için, “İdare-i Nehriye”
idaresi kurulmuştur. Ayrıca Basra’dan İstanbul’a seferler yapmak üzere, “Umman-ı
Osmanî” adlı başka bir gemicilik idaresi tesis edilmiştir. 143
Bağdat Valiliği üç yıl kadar süren Mithat Paşa idarî ve malî ıslahatlara
girişerek, askere alma işlerini düzene sokmuştur. Ayrıca isyan ve muhalefet yapan
kabileleri itaat altına almıştır. Arabistan Yarımadası, Necid, Kuveyt, Katar, Ahsa
gibi bölgelerde yaptığı ıslahat hareketleri, bu bölgelerin Osmanlı idaresine yeniden
143
R. Hartman, “Basra” mad., C.II, İA, MEB y., s.326; Ali Haydar Mithat, Midhat Paşa’nın Hayat-ı
Siyasiyesi, C.I, İstanbul-1325, s.89-104.
57
bağlanmasında çok etkili olmuştur. 144 Ayrıca Midhat Paşa Bağdat’a vardığı sırada
buraya bağlı Basra bölgesi aşiret mücadelelerinin geçtiği karışık sosyal ve kültürel
yapıyı da hemen fark etmiştir. O sırada İngiltere buradaki başta vapur ticareti olmak
üzere ticareti tekeline almış ve ekonomik olarak tek güç haline gelmişti. Basra
bölgesine Osmanlı’nın merkezî otoritesi yansımadığından idare de aşiret reislerinin
elinde idi ve aşiret reisleri de sürekli İngilizler tarafından çeşitli yollarla İngiliz
nüfuzuna çekilmeye çalışılıyordu. Bölgede askerî garnizon göstermelik olarak
bulunuyor; hatta bölge halkının çoğunluğu askerlik vazifesi yapmıyordu. Devlet
burayı aşiret reislerini okşayarak, para vererek elinde tutuyordu. Kısacası sözde ve
resmiyette Osmanlı’ya bağlı olan bu aşiretler gerçekte kendi içlerinde bağımsız ve
Basra’da istedikleri gibi hareket edebiliyorlardı. Zaman içerisinde çoğunluğu
İngilizlerin politikalarına alet olarak İngiliz himayesini benimsemişler ve Osmanlı
otoritesine kafa tutmuşlardır.
Midhat Paşa, böyle bir atmosferde bölgeye atandığında hem bozulan merkezi
otoriteyi yeniden kurmaya çalışmış, hem de yönetimde ıslahatlar gerçekleştirmek
istemiştir. İlk yaptığı icraatlardan birisi vergi toplanması ve vergi oranının
belirlenmesindeki yönetmeliği değiştirmesidir. Buna göre ağaçların (eşcâr ) ve
hurma ağaçlarının meyvelerinden alınan mürettebat-ı miriye her yıl takdir ve tahmin
sureti ile toplanırken bu usulden vazgeçilerek arazi üzerinden dönüm başına sabit
ücret uygulamasına geçilmiştir 145 .
Midhat Paşa, Basra Körfezi sahilinin kuzeydoğu kısmında (El-Ahsa)
Osmanlı nüfuzunu tesis ederek, bir Necid Kazası meydana getirdi. Ancak gelirinin
azlığı ve asker çıkaramaması yüzünden Midhat Paşa’dan sonra bu bölge ile ilişkiler
resmi ölçüleri aşamamıştır. Fakat Yemen Bölgesindeki kadar olmamakla beraber
İngilizlerin bu bölgede de kendilerini gösteriyorlardı. Midhat Paşa’nın valiliği
sırasında Hindistan’daki İngiliz hükümeti tarafından tayin edilen İngiliz görevlilerin
Bahreyn, Umman, ve Maskat taraflarından da aşiretleri kendi taraflarına çektikleri,
144
Yusuf Halaçoğlu, “Midhat Paşa’nın Necid ve Havalisi İle İlgili Birkaç Layihası”, İ.Ü.E.F.Tarih
Enstitüsü Dergisi, S:3 (1973), s.149-176.
145
Midhat Paşa’nın Hatıraları – Hayatım İbret Olsun - , Yay. Haz. Osman Selim Kocahanoğlu, C.I,
Temel y. , İstanbul-1997, s.121-122.
58
ancak Katar halkının buna karşı koyduğu görülüyor. Bu olay Midhat Paşa’nın
Layihası’nda şöyle ifade edilmiştir:
“Kendilerinin (İngilizlerin) Bahreyn Ceziresine tayin etmiş oldukları Şeyh
İsa içün birkaç seneden beri Katar’dan dokuz bin riyal kadar vergi almaya başlamış
olduklarından, bu defa dahi işbu akçenin talebi için bir İngiliz gemisi gidip
şeyhlerden akçeyi istediği zaman, ‘Biz bu sancağın altındayız. O sancak burada iken
başkasını tanımayız’, diyerek ve Osmanlı sancağını göstererek cevap vermeleriyle
geminin avdet ettiği haber alınmıştır.” 146 Ancak Midhat Paşa’nın bu durumu
Bağdat’taki
İngiliz
Konsolosluğu’ndan
sormuşsa
da,
İngilizler
bu
olayı
yalanlamışlardır. Buna rağmen Kuveyt’in Osmanlı idaresini kesin bir tarzda kabul
etmekten imtina etmiş olduğu görülüyor. 147
Midhat Paşa yine 1870 tarihli Bâb-ı Âlî’ye verdiği bir raporunda Basra
bölgesi’nin özelde ise Bahreyn ve Maskat bölgelerinin durumunu şu şekilde
özetlemiştir:
“Necid’in bir parçası olan Bahreyn’e İngilizler bir süreden beri müdahale
etmektedirler. Ayrıca İngilizler uzun zamandır göz dikdikleri Maskat Emiri Azzan’ı
da kandırarak orayı da kendi tasarruflarına almışlardır. Bir müddet öncede
Bahreyn’e gelerek eski Bahreyn Şeyhi Muhammed b. Halife ve yeni Şeyh’i
Muhammed b. Abdullah’ın İngiliz tabiiyetine geçmelerini istemişler; ancak
onlardan olumlu sonuç alamamışlardır. Bunun üzerine onları tutuklayıp Bombay’a
göndermişler ve yerine Şeyh İsa’yı tayin etmişlerdir. Diğer taraftan Necid Emirliği
yüzünden aralarında düşmanlıklar bulunan Abdullah bin Faysal’ın devlet
tarafından Kaymakam tayin edilmesi, kardeşi Suûd’un tepkisine neden olmuştur. O
da Abdullah’ın düşmanı ve İngilizlerin taraftarlığı ile tanınan Maskat Şeyhi Azan ile
ittifak kurmuştur. Abdullah bu ikisinden intikamını almak için harekete geçmiş, bu
durum da yabancıların bölgeye müdahalelerine imkan tanımıştır. Nitekim Suûd ile
146
147
Halaçoğlu, “Mithat Paşa’nın Necid …”, s.157-158.
Adolf Grohman, “Küveyt”mad., C.VI,İA, MEB y., S.1131.
59
Azan İngilizlerin desteği ile Abdullah’a karşı faaliyete geçtikleri gibi altı parça
İngiliz gemisi de Ahsa sahillerine gönderilmiştir.” 148
1870 yılı sonbaharında bölgenin durumunu öğrenmek için Katif, Bahreyn,
Katar ve Maskat taraflarına tüccar kılığında bir takım görevliler göndermiştir. Giden
bu görevliler, buradaki şeyhler ve ahâli ile görüşerek bölgenin durumunu öğrenmeye
çalışmışlardır. Döndüklerinde takdim ettikleri raporlarında, İngilizler’in Suud’u
desteklemeleri, Bahreyn’e yaptıkları müdahaleler hakkında daha önce edinilmiş
bilgilerin doğruluğunu teyit ettikleri gibi, pek çok yeni bilgiler de eklemişlerdir.
Buna göre; “İngilizlerin müdahalesi sebebi ile Bahreyn’de emir ailesi içinde şiddetli
kavgalar başlamıştır. Hatta İngilizlerin baskısına dayanamayan Şeyh Muhammed,
Kuveyt taraflarına, Şeyh Nasır el- Mübarek de Necid’te Beni Hacir Aşireti’nin
bulunduğu yerlere iltica etmek zorunda kalmışlardır. Bu arada İngilizlerin Necid
Kaymakamı Abdullah b. Faysal’a ödemek zorunda olduğu vergiyi ödememesi için
yeni Bahreyn Şeyhini de uyardıkları öğrenilmiştir”. 149
Midhat Paşa, Basra ve havalisinin kötü ve tehlikeli havasının bulunmasından
dolayı şehri Şattü’l-Arab kıyısına taşınmasını sağlamıştır. Şehri hükümet konağı
hastane, camii, mektep v.s. devlet binalarını yaptırarak yeniden inşâ ettirmiştir.
Midhat Paşa zamanında bedevîlerin yaşadığı Müntefik Sancağı diğer vilayetler gibi
şehir ve kasabaları bulunmayan ismen sancak olan bir coğrafya olmaktan çıkmıştır.
Paşa, görevlendirdiği Nasır Paşa vasıtasıyla Nâsırîyye Kasabası’nı kurdurmuştur.
Kasabaya hükümet binası, kışla, mektep, camii, dükkan yapılarak yerleşime açılmış,
bedevîler medenileştirilmek istenmiştir 150 . Yine Midhat Paşa zamanında Kuveyt
şeyhi ile de görüşmeler yapılarak buranın Osmanlı’ya bağlılığı sağlanmış ve
İngilizlerin burayı nüfuz bölgelerine çekme çabalarının önüne geçilmek istenmiştir.
Midhat Paşa’nın diğer bir icraatı da Cezayir setleri diye anılan Fırat ve Dicle
sularının taşmasını önleyen bu yapıların onarımının yapılmış olmasıdır 151 .
148
Zekeriya Kurşun, Basra Körfezi’nde Osmanlı-İngiliz Çekişmesi, TTK y., Ankara-2004, s.41.
Kurşun, Basra Körfezi’nde …,s.42.
150
Midhat Paşa’nın Hatıraları, s.124.
151
Midhat Paşa’nın Hatıraları, s.145.
149
60
Midhat Paşa bedevî aşiretlerin meydana getirdiği asayişsizliğin önlenmesi
içinde büyük gayretler sarf etmiştir. Midhat Paşa’nın esas arzusu Basra Körfezi ve
Arap yarımadasında yaygınlaşmaya başlayan İngiliz nüfuzunu önlemekti. Arap
yarımadasının denetim altına alınmasını Bağdat’ın siyasî ve ekonomik yönden
güçlendirilmese bağlı olduğuna inanan Midhat Paşa, burada hızlı bir ıslahat
hareketine girişti. Akabinde de 1866’dan beri Kuveyt’te sürdürülen ve Basra’ya
bağlanmak suretiyle Osmanlı Devleti’nin oradaki nominal nüfuzunu gerçek
hakimiyetine dönüştürmek faaliyetini de hızlandırmıştır. Bu gayretinin temelinde
çeşitli sebepler dolayı uzun zamandan beri ihmal edilmiş olan Basra Körfezi’nden
Kuveyt’ten Maskat’a kadar hatta bütün Arap yarımadasında devletin doğrudan
nüfuzunu kurulmasını isteği yatmaktadır. Nitekim Mithat Paşa Kuveyt meselesi
hakkında Bâb-ı Âlî’ye gönderdiği bir layihasında Kuveyt’in öneminden bahsederek
İngilizlerin Bahreyn üzerinde nüfuz kurduklarını şimdi sıranın Bahreyn ile Kuveyt
arasındaki Ahsa ve Katif sahillerine geldiğini bunu da Kuveyt’in işgali ile
neticelenebileceğini bildirmiştir. Bu yüzden orada tesis edilecek idarenin son derece
önemli olduğunu söyleyen Midhat Paşa böylece Ahsa’nın korunabileceği gibi
Bahreyn’in de elde edilebileceğini hatırlatmıştır.
Midhat Paşa bu fikirleri doğrultusunda önce Kuveyt’teki Âl-i Sabah ailesini
celp ederek onların Osmanlı Devleti’nin hakimiyetinde bulunmalarının önemine
ikna etmiş ve Kuveyt şeyhini kaymakam olarak tayin etmiştir. Akabinde Basra
tersanesini de bir düzene sokan Paşa, artık Necid ve Ahsa’da devletin mutlak
kontrolünün sağlanabileceğine kanaat getirmiştir.
Kuveyt
1869’da
Basra’ya
bağlanmak
suretiyle
Osmanlı
Devletine
bağlanmıştır. Bunda amaç Kuveyt’ten Maskat’a kadar bölgede Osmanlı nüfuzunu
sağlamaktı. Kuveyt meselesi hakkında Bâb-ı Âlî’ye detaylıca bir rapor sundu.
İngilizlerin Bahreyn üzerinde nüfuz kurduklarını, bundan sonra İngilizlerin sahil
şeridinde yayılarak Ahsa ve Katif sahillerini ele geçirmeye çalıştıklarını burayı
aldıktan sonrada Kuveyt’e geçeceklerini Osmanlı Devleti’ne bildirmiştir.152
152
Kurşun, Basra Körfezi’nde…”., s. 43.
61
Kuveyt’teki idare binalarına ve gemilere Osmanlı sancağı’nın çekilmiş olması, uzun
zamandır Osmanlı Devleti’nin bölge politikasında sürmekte olan zaafının yavaş
yavaş değişmekte olduğunun bir işareti sayılabilir.
Midhat Paşa 1871’de Acman Muharebesi ile Ahsa’da kabile aşiretlerin
devlete bağlamıştır. Midhat Paşa bu seferin sonuçlarını şu şekilde İstanbul’a rapor
etmiştir: “… Nafis Paşa ve yanındaki diğer subay ve emirlerin gayretleri ile
Ahsa’daki askerin rahat ve huzurları yerindedir. Özellikle son günlerde Suud bin
Faysal ile birlikte askerlere mukavemet eden yedi sekiz binden fazla Acman ve
Murra Urbanı’na karşı iğneli tüfekli iki tabur asker gönderilmiştir. Bunlar
muharebe meydanında eşkıyanın beş altı yüzünü katletmiş ve pek çoğunu da yaralı
olarak firar ettirmiştir. Buna mukabil askerler sadece iki şehit vermiş ve yedi sekiz
kişide yaralanmıştır. Acman ve Murra aşiretlerinden aşırı biraz olmuş ve pek çok
hasara uğramış bölgenin yerleşik ahalisi de bu muvaffakiyette oldukça memnun
olmuşlardır”153 .
Midhat Paşa yine valiliği sırasında İstanbul’a bu bölgeye demiryolu
döşenmesi için teklifte bulunmuştur. Mezopotamya kıtasının devlet içindeki
geleceği bakımından hayati öneme sahip olduğunu savunulmaktaydı. Paşa’ya göre,
Süveyş’in kapadığı ticaret imkanı Bağdat ve Basra sayesinde gene imparatorluğun
eline geçebilirdi. Bu nedenle 1871’de çıkarılan bir irade ile Bağdat ve başkent
arasından bağlantı kurulmasını sağlayacak bir demiryolunun proje hazırlığı
emrediliyordu. Bu iş için hükümet 1872 yılında Wilhelm von Presse adlı
Avusturyalı bir mühendis’i İstanbul’a çağırttı. Presse, 2000 kilometre aşan bir proje
hazırladı. Ancak Osmanlı Devleti’nin bunu sağlayacak malî gücü yoktu. 154
153
154
Kurşun, “… Acman Urbanı, s.138.
İlber Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğundan Alman Nüfuzu, Akım y., İstanbul-2006, s.112
62
2.2. 93 HARBİ
2.2.1. Savaşın Sebepleri
Rusya, “Panslavizm Politikası”nın gereği olarak sürekli Balkan devletlerinin
iç işlerine karışıyordu. Ayrıca Rusya “Islahat Fermanı”nı bahane ederek yanına
Fransa’yı da almış ve Osmanlı Devleti’nin azınlıklarına daha fazla hak verilmesi için
taleplerde bulunmuştur. İngiltere’de bu sırada Osmanlı’nın toprak bütünlüğünün
korunması yolunda politika güdüyordu. 155
Rusya, Osmanlı Devleti’nin üzerindeki emellerini gerçekleştirmek için şu üç
yolu izliyordu;
1) Harp yolu ile Türk topraklarını Rus İmparatorluğuna katmak,
2) Aksi takdirde, alakalı Avrupa devletleriyle paylaşmak,
3) Türk toprakları üzerinde yaşayan Hıristiyan unsurların muhtar veya yarı
muhtar devletler haline getirip bunları kendi hakimiyeti altına almak. 156
1856 Paris Antlaşması ilk iki yolu kapattığı için Rusya’ya sonuncu alternatif
kalıyordu. Rusya, Balkanlardaki karışıklıkların sebebi kendisi değilmiş gibi sürekli
Osmanlı’nın gerekli ıslahatları yapmamış olmasını gerekçe gösteriyordu. Avrupa
devletleri
nezdinde
girişimlerde
bulunarak,
Osmanlı
Devleti’nin
Paris
Antlaşmasında verdiği ıslahat sözlerinin gerçekleşmesi konusunda baskı yapılmasını
istiyordu Balkanlarda Eflâk - Boğdan’ın birleştirilmesi ve bağımsız Romanya’nın
kurulmasını, Sırbistan’ın istiklâle kavuşturulmasını istemekteydi. Bu sebeple
Sırbistan isyanlarını hem başlattı, hem de destekledi. 157
Avrupa’da ise Almanya ile İtalya’nın millî birliklerini tamamlamasından
dolayı karışık bir dönem hakimdi. Dönemin havasını ve Rusya ile savaş isteyenlerin
155
Mehmet Saray, Türk-Rus Münasebetleri’nin Bir Analizi, MEB y., İstanbul-1998, s.134-135.
Saray,a.g.e, s.137.
157
Enver Z. Karal, Osmanlı Tarihi.,C.VI, TTK y., Ankara-1983, s.15.
156
63
tutumunu belirtmesi açısından II. Abdülhamid’in şu sözlerini burada belirtmekte
fayda vardır;
“Devletin başında büyük gaileler vardı.Sırbistan ve Karadağ ile savaş
halindeydik. Ruslar savaş açmak üzereydi. Tersanede toplanan yabancı devletler,
Ruslarla birlik olmuş, Sırbistan ve Karadağ’a toprak verilmesini, Bulgaristan’a
muhtariyet adı altında istiklal tanınmasını istiyorlardı.Girit karışıktı. İstanbul bile
her gün yeni bir karışıklığa sahne oluyordu.Mithat Paşa takımının Fatih ve Beyazıt
medreselerinde ayaklandırdığı çömezler, saray kapısına kadar geliyor ve yaşasın
Kanun-i Esasi, yaşasın Midhat Paşa’ diye bağırıyorlardı.Kanun-i Esasi çıktığına ve
Midhat Paşa sadrazam olduğuna göre bunlara ne gerek vardı ? …Her gün yeni bir
fitne, ortalığı alt üst etmekteydi” 158
Savaş öncesinde Almanya, Avusturya ve Rusya arasında aracı olarak
anlaşma yapılmasını sağladı.Buna göre 15 Ocak 1876’da diplomatik görüşmeleri
başlattı. Bu anlaşma daha önce sözle ifade edilen Reichstand Anlaşması’nın yazılı
hale getirildiği, aradaki anlaşmazlıkların çözüme kavuşturulduğu bir belge idi.
Böylece Rusya harp halinde Avusturya’nın tarafsızlığını temin ediyor ve ikmal işleri
için Galiçya’dan da faydalanıyordu. Harp sonunda Bosna (Hersek, Yenipazar
müstesna) Avusturya’ya ait olacaktı. Baserabya bu sırada Eflak ve Boğdan’a
(Romanya) aitti. 159
Rusya’nın İstanbul Büyük Elçisi İgnatiyef ile Lonra Elçisi Şuvakoff’un
çalışmaları neticesinde, İngiltere mualefetine rağmen Avrupa devletlerinin bir araya
tekrar gelmesi sağlandı. Islahat konusunda Osmanlı Devletine baskı yapılacaktı. 31
Mart 1877’de Londra Protokolü’nü devletler imza ettiler. Buna göre;
“ Osmanlı Devleti’nin Hıristiyan halk için vaat ettiği ıslahatları yerine
getirmesi ve bu suretle Avrupa barışının korunması isteniyordu. Altı devlet, Bab-ı
Ali’nin kendi iradesi ile Bosna-Hersek ve Bulgaristan için evvelce kabul etmiş
158
159
Abdülhamid’in Hatıra Defteri, çev.İsmet Bozdağ, Pınar y.,İstanbul-1986, s.39-40.
Karal, a.g.e., s.137-138.
64
olduğu ıslahatın tatbik edilmesini görmek istediklerini belirttikten sonra, Sırbistan
ile yapılan barışı tanıdıklarını böyle bir barışın lehinde hudut taksimi yapılmak
suretiyle Karadağ ile de akd edilmesini lüzumlu görmediklerini ve Osmanlı
ordusunun, güvenliğinin korunmasından fazla olan miktarının silahsızlandırılmasını
tespit etmişlerdir. Bundan başka yapılacak ıslahatın İstanbul’daki elçileri
vasıtasıyla kontrol edileceğini de protokole eklenmişlerdi.”
Savaş öncesinde Rusya, Bosna-Hersek’e bağlı Nikşiç Kazasının, Karadağ’a
verilmesini istedi. Bu bölgenin halkının tamamına yakını Ortodoks’tu ve Slav’dı.160
Londra Protokolü Osmanlı Devleti tarafından, içeriğinin gerek Paris Antlaşmasına
gerekse Kanun-ı Esasi’ye aykırı olmasından dolayı reddetmiştir. (12 Nisan 1877)
Çünkü
Osmanlı
Devleti
hem
görüşmeye
çağrılmamış
hem
de
devletin
bağımsızlığına ve yürütme yetkisine müdahale edilmişti.
Osmanlı Devleti’nin bu teklif karşısındaki tutumunu Yılmaz Öztuna şöyle
değerlendiriyor;
“Sadrazam İbrahim Ethem Paşa, çok makûl olan Çar’ın son teklifini de red
etti. Zirâ tabî bir prensliğe bile bir kazanın terk edilmesi (Nikşiç) henüz ilân edilen
Kanun-ı Esasiye mugayir görülmüştü. Böylesine sorumsuz bir cevap, Osmanlı için
büyük bir felaket oldu. Hıristiyan, Türk’e düşman ve asi bir halkla meskûn yoksul
bir kazanın, esasen Osmanlı Devleti’nin bir parçasını teşkil eden Karadağ’a
verilmemesi için Türk Milleti’nin göze alması icap eden bir fedakârlıklar sonsuzdu
ve Türkiye çapında büyüktü….
Rusya savaşı kazanırsa Osmanlı’ya felaketti. Rusya savaşı kaybetse de
felaketti. Neden ? büyük devletler ittifakla bir Hıristiyan toprağını bir Müslüman
devlete vermemek hususunda azimli bir tutum sergiliyordu. Zaferle bitse dahi
Osmanlı’nın savaşta kazanç edinmesi mevzu bahis olamazdı.” 161
160
161
Şahin Turhan, Öncesiyle Sonrasıyla 93 Harbi, Kültür Turizm Bakanlığı y., Ankara-1988, s.36-37.
Yılmaz Öztuna, Rumelini Kaybımız, Ötügen y., İstanbul-1990, s.31.
65
Rusya Prens Karçakof aracılığı ile 19 Nisan 1877 tarihinde Avrupa’ya,
Osmanlı Devletine savaş ilan edildiğini duyurdu. Savaşın sebepleri ise şöyle izah
ediliyordu:
“Bâb-ı Âlî, Avrupa’nın nasihatlerine saygı göstermemiştir. Hıristiyanların
durumunu düzeltmek hususunda kendisine tavsiye edilmiş olan tedbirleri yerine
getireceğine dair artık kendisine emniyet ve itimat gösterilemez. Balkanlar’daki
devamlı karışıklık güveni bozmuş ve Rusya’nın menfaatlerini sarsmıştır. Bu sebeple
Rusya, Avrupa tarafından da takdir edileceğine emin olarak Bâb-ı Âlî’ye karşı harp
açmıştır.” 162
Rusya’nın Avrupa’ya bildirdiği savaş kararına İngiltere 2 Mayıs 1877
tarihinde cevap verdi. Rusya’nın hareketini onaylamayarak protesto ediyordu. 6
Mayıs’ta da Rusya’ya bir nota göndererek şu hususları bildirdi:
1-
İngiltere, savaş karşısında tarafsızlığını ilân etmiştir. Kendisinden
yardım beklenmemesini de Osmanlı Devleti’ne bildirmiştir.
2-
İngiltere, Hindistan ile dünya ticaretinin güvenliği için gerekli olan
Süveyş Kanalı’na hiçbir zarar verilmemesini savaşan taraflardan ister
3-
İngiltere,İstanbul şehrinin şimdiki sahibinden başkasının eline
geçmesine kayıtsız kalamaz
4-
İstanbul ve Çanakkale Boğazları bugünkü rejimini hiçbir şekilde
değiştiremez
5-
İngiltere’nin Basra Körfezi’nde korumaya mecbur olduğu çıkarları
vardır.
6-
İngiltere Bulgaristan işgal edilecek olursa, bunun geçici olacağı
hususunda Çar’ın vermiş olduğu teminatı tekrar hatırlatır.
7-
İngiltere, savaş karşısında tarafsızlığını bu şartlara bağlı olarak
sürdürecektir. 163
162
163
Karal, a.g.e.,s.41.
Fahir Armaoğlu,19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), TTK y., Ankara-2003,s.517.
66
Savaş Osmanlı için başından sonuna kadar felaketlerle başlayıp bitecektir.
Savaş sonrasında Ayestefanos Antlaşması imzalanacak Osmanlı çok ağır bir bedel
ödeyecektir. Durum bu hale gelince Avrupalı devletler araya girecek, savaşın
sonucunu Berlin’de yeni bir antlaşmayla belirleme kararı ortaya çıkacaktır.Berlin
Antlaşması öncesi Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında gizli bir anlaşma
imzalanmış ve Kıbrıs’ın İngilizler tarafından geçici olarak el konulması
kararlaştırılmıştır. 164
2.2.2. Savaşın Sonuçları ve Berlin Antlaşması
93 Harbi, XIX. yüzyılın siyasî coğrafyasını çizen dört hadiseden
sonuncusudur. Bu hadiseler şöyle özetlenebilir;
1- 1815 Viyana Kongresi ( Şark Meselesi- Osmanlı ile ilgili)
2-1856 Paris Antlaşması ( Osmanlı ile ilgili)
3- 1871 Versailles Antlaşması ( Almanya’nın kuruluşu ile alakalı)
4- 1878 Berlin Antlaşması (Osmanlı ile alâkalı) 165 .
93 Harbi Osmanlı Devleti’nin siyasal olarak dağılma dönemine girdiğini
gösteriyor. Öztuna, 1699 Karlofça Antlaşmasından sonra Osmanlı’yı Avrupa’dan
tavsiye eden ikinci büyük antlaşma olarak niteliyor. Yine Öztuna, 93 Harbi
sonrasında Avrupa’da kaybettiğimiz toprak ve nüfuz sayısını şöyle veriyor:
- Dobruca Sancağı ilâvesi ile Romanya 135.156 kilometre kare / 5.300.000 nüfus
- Niş Sancağı ilavesi ile Sırbistan 45.427 kilometre kare / 1.564.000 nüfus
-Yunanistan’a bırakılan yerler ve Teselya 13.488 kilometre kare/ 340.000 nüfus
- Rusya’ya bırakılan Güney Moldova ( Bucak)33.800 kilometre kare / 800.000 nüfus
TOPLAM: 237.298 kilometre kilometre kare / 8.184.000 nüfus
-
Dolaylı kaybettiklerimiz; Bosna, Hersek, Yenipazar (Avusturalya),Kıbrız ve
Mısır ( İngiltere),Tunus (Fransa), Bulgaristan, Kars-Artvin civarı, Kotur
(İran). 166
164
165
Karal, a.g.e, s.70-71.
Öztuna, a.g.e, s.58.
67
Fahir Armaoğlu Berlin sonrasını şu şekilde özetlemiştir:
“Berlin Antlaşması her şeyi ile Osmanlı Devleti’ni kurban etmesine rağmen,
yine de dengesizlik oluşturdu. 1878’den sonra sade Avrupa ve Balkanlar değil
dünya’nın diğer bölgeleri de devletler arasında cereyan eden mücadelelerin
kaynağını, bu dengesizlikte aramalıdır. Keza I. Dünya savaşına varan gelişmelerin
kaynağını da Berlin Antlaşması’nın kurduğu dengesizlik düzeninde görmek gerçekçi
bir analiz olacaktır.” 167
Berlin Antlaşması ile Osmanlı-İngiliz ilişkileri de yeni bir döneme girmiştir.
Yıllardır “Osmanlı toprak bütünlüğünü” savunan İngiltere artık “parçala, parçalarına
sahip ol ” politikası güdecektir. Yani kendi için önemli olan stratejik Osmanlı
topraklarına bizzat kendisi yerleşmek isteyecektir. 1878’de Kıbrıs’a, 1882’de
Mısır’a yerleştiği gibi.
İngiltere 93 Harbi’nde Osmanlı devlet adamlarının hayalini kurduğu desteği
verememiştir. Berlin sonrasında İngiltere artık Rusya’nın güneye sarkıp İngiliz
toprağını tehdit etmesini, Osmanlı vasıtasıyla önleyemeyeceğini düşünüyordu.
Bunun önüne geçmenin bir yolu stratejik bölgeleri almaksa diğeri de doğuda
Ermenileri kullanmaktı. Doğuda Ermeni Devleti, özerk bir bölge, Rus yayılışına bir
set çekebilirdi. Çünkü Ruslar sadece İstanbul ve Çanakkale Boğazları’ndan değil
İran üzerinden güneye doğru Basra’ya da uzanmaya çalışıyorlardı.
Almanya ve Rusya arasındaki münasebetlerde bozulmuştur. “Dürüst aracı”
rolünü üstlenerek Rusya’ya güvenceler veren Bismarch kongrede ve antlaşma
sırasında Rusya’yı hayal kırıklığına uğratmıştır. Avusturya ile yakınlaşmayı
Almanlar kendi çıkarlarına daha uygun bulmuşlardır. Rusya her konuda kayıplara
uğradığı Berlin’de Panslavizm Politikası yönünden de darbe almışlardır.
Panslavistler “biz buraya ümitlerimizin cenaze törenini yapmak için toplanmışız”
166
167
Öztuna, a.g.e., s.64.; Armaoğlu bu sayıyı 287.510 kilometre kare olarak veriyor.
Armaoğlu, a.g.e, s.529.
68
diyordu. Çünkü Sırbistan, Karadağ ve Bulgaristan artık eskisi kadar ateşli Rusya
taraflısı değildi. 168
Berlin Antlaşmasından sonra gelişen en önemli hadiselerden biri de OsmanlıAlman yakınlaşmasıdır. 1881 yılında Almanya’nın ileri gelen askerlerinden Baron
Von der Goltz’un başkanlığında bir askeri heyet İstanbul’a geldi. “Goltz Paşa” tam
on iki yıl Osmanlı ordusunu yeniden düzenlemeye çalıştı. Bu arada Osmanlı
askerleriyle birlikte Alman banker ve tüccarları da Osmanlı Devletine gelmişlerdir.
Deutche Bank’ın bir şubesi de İstanbul’a açıldı. II. Wilhelm, 1889’da ilk kez,
1889’da ilk kez, 1898’de ikinci kez İstanbul’a geldi. Wilhelm Osmanlı Devleti ile
yakınlaşmayı
doğru
bulmuştur.
Bismakch
ise,
tam
zıddı
görüşten
asla
vazgeçmemiştir. Almanya’nın Osmanlı Devleti ile yakınlaşmasının sebepleri kısaca
şöyle özetlenebilir;
-
Almanya, İngiltere’ye karşı Osmanlı’ya yakınlaşmıştır.
-
Demiryolları imtiyazını Osmanlı Devleti’nden almak istemiştir.
-
Ortodoks tebaasının koruyuculuğunu Osmanlı’dan almak istemiştir.
-
Hepsinden önemlisi doğuda sömürgeler arayan Almanya Müslümanların
sempatisini kazanmak için Osmanlı Devleti’nin halifelik makamını
kullanmak istemiştir. 169
Diğer bir değinilmesi gereken konuda yine Afrika kıtasında bulunan Osmanlı
toprağı Tunus meselesidir. Uzun zamandan beri Fransa ve İtalya’nın almak istediği
Tunus meselesidir. Berlin sonrasında İngiltere Fransa’ya sus payı olarak Tunus’u
almasına ses çıkarmamıştır. Eğer elinden gelse idi, İngiltere bu bölgeyi kendi
alacaktı ancak iki devletle karşı karşıya gelmektense güçlü olana burayı vererek
Basra’da bulunan gücünü koruma altına almıştır.
Osmanlı Tunus hakimiyetini 23 Ekim 1871’de bir fermanla teyit ettirmişti.
Buna göre Tunus Beyliği, Osmanlı Devleti’ne bağlı kalacak, idaresi beylik olarak
168
169
Armaoğlu, a.g.e, s.531.
Oral Sander, Siyasi Tarih, İmge y.,İstanbul-2005, s. 318-320
69
kalacak, buna karşılık Tunus Beyliği de padişaha hutbe okutacak, tuğrada padişah
ismi olacak, Osmanlı Devleti istediği zamanda para ve asker gönderecek, iç işlerinde
de serbest olacaktı. 170 12 Mart 1881’de “Bardo Antlaşması” ile Tunus Fransa’ya
bağlandı.
Osmanlı Devleti’nin tezimizin konusu olan Kronolojik zaman dilimi
düşünüldüğünde, Basra Politikası başta olmak üzere bütün II.Abdülhamid
dönemindeki icraatlarına damgasını vuran bu savaş anlatılmadan Osmanlı
döneminin bu tarihi kesitinin anlaşılması mümkün değildir. Bu savaşın kaybedilmesi
II. Abdülhamid’e 32 yıllık saltanatı boyunca rehber olmuş, ülkenin her tarafını
demiryolu ve telgraf şebekesi ile döşenmesini sağlamış elde kalan vatanın toprağını
korumak için bir çok icraatları da beraberinde getirmiştir.
2.3. OSMANLI-İNGİLİZ MÜCADELESİ
İngiltere yayılmak ve egemen olmak istediği Basra ve Kızıldeniz
coğrafyasında kendisine nüfus alanları oluşturmakla işe başladı bunun içinde
bölgede yerli egemen güç olan aşiretleri seçti. Aşiretlere görüşme ve ticari ilişkilerle
yakınlaşmaya başlamışlardı. Süveyş Kanalı’nın açılmasına müteakip İngilizlerin
Aden ve Yemen’deki faaliyetleri de arttırmıştır. İlk defa 1873 tarihinde Bâb-ı Âlî ile
İngiltere hükümeti arasında teati edilen yazışmalarda İngiltere’nin bölgede şeyhlerin
Osmanlı hakimiyetini tanımayarak İngilizlere tabi olmak istediklerini Osmanlı
Devleti’ne iletmiştir. İngiliz aşiret şeyhlerini kendi çıkarları doğrultusunda
kazanmak için bazı metotlar uygulamışlardır. Onları yıldırmak bazen para desteği ile
toprakların kontrolünü sağlamak, aşiretlere silah yardımında bulunarak onları
Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtmak gibi usullere baş vuruyorlardı. Hatta İngiltere
Aden’e komşu bölgelerde ( bil-hassa Nevahi-i Tisa bölgesinde) binalar inşa ederek
bunların askerle doldurulması işini yürütmekteydi. Ayrıca Osmanlı hükümeti,
İngiltere’den bir şimendifer hattı inşası yolunda bazı rivayetlerin aslını sorduğunda
kaçamak cevaplar alabiliyordu.
170
Rıfkı Burçak, Siyasi Tarih, Gazi Üniversitesi , İ.İ.B.F, Ankara-1984.
70
İngilizlerin bu politikası bölgede Osmanlı hakimiyeti devam ettikçe her
zaman için sürdürülmüş bir politikadır. Örnek olması açısından 5 Şubat 319 tarihli
bir Osmanlı belgesinden bir hadiseyi burada zikredelim: Necid sahillerinde günden
güne kazanılan ehemmiyet Necid Şeyhlerinden olup, Küveyt’te ikamet eden İbn-i
Reşid Aşireti’ne geçen Abdülaziz el-Faysal’ın pederi Abdurrahman el-Faysal’ın
İngilizler tarafından tahrik ve teşvikiyle Katif ve civarını zabt edip idarede Küveyt
gibi müstakil müstakil bir hükümet tesis ederek Mübarek el-Sabah’a benzemeye
çalıştığı, bazı para kaynaklarını istila ettiği, Zehaf’tan gönderilmesi gereken tabur ve
bölüğü hareket ettirtmeyerek para meselesine dair Bahriye Nezareti’nden alınan
telgrafnamede 315 senesinden kalan paradan seksen bin ödenmedikçe Zehaf
Vapurunu hareket ettirmeyeceğini, ancak bunun mümkün olmadığının bildirildiği,
kendisinin de para koparmak maksadıyla Basra Bahriye Komadorunu gaflete
düşürüp askerin geciktirilmesine sebep olduğu, Faysal asker oraya varmadan
vardığında fenalık ortaya çıkacağı bundan dolayı kumandanın mesuliyet kabul
etmediğine dair telgraf takdim edildi ne yapılması gerektiğine dair Bahriye
nezaretine Basra Valiliğince yazılan telgraftır. Telgrafın sonunda adı geçen vapurun
Katif civarına sevk olunacak askerin nakil eylemek üzere acele hareket ettirilmesi
lüzumu Bahriye Nezaretine soruluyor ve emrin yazılı olarak valiliğe gönderilmesi
isteniyor. 171 Büyük bir ihtimal ile Basra Tersanesi’nin durumu valiliğe bildirmesi ile
olay sadarete iletilmiştir. Buradan da anlaşıldığı üzere İngiliz destekli bir aşiret şeyhi
Faysal’ın ayaklanması ve kendisine ödenen yıllık akçeden içerde kalan devletten
alacağını bahane ederek müstakil bir bölge kurmak istediği ve bunu Kuveyt’in yarı
bağımsızlık kazanma hareketinden etkilenerek yaptığını bildiriyor.
İngilizlerin Arap aşiretlerini kullanarak yine bölgede bağımsız ve zayıf özerk
yerel yönetimler kurmak istediğine dair iki farklı örnek belge daha burada söz etmek
ve konumuzu pekiştirmek istiyorum. Birinci
Arşiv belgesi kısaca şöyle
özetlenebilir: 3 Şubat sene 315’de Basra Valiliği’nden Sadarete (Padişaha) sunulan
tezkerede İngilizlerin Kuveyt’te Mübarek el-Sabah’ı elde etmeye çalıştığı,
Osmanlının ise duruma müdahale ederek Sabah’ı Osmanlı tarafına çekmek için
171
BOA, DH. MKT. 2592 34 1319 Za 15.
71
‘Mir-i Miran’ rütbesi verdiği açıklanmış ve bunun yanında bir nişan ve taltifini ve
senelik verilen, kesilen 280 tonito hurmanın geri verildiğine dair durum
bildirilmiştir. Mübareğin bu isteği yerine getirilmiş, böylece Mübarek’in İngilizler
tarafına geçmesi engellenmeye çalışılmıştır. 172 Osmanlı’nın yapılan ayaklanmalarda
aşiret şeyhlerine karşı askeri müdahaleden çok rütbe vermek, yıllık aylık bağlamak
ve bölgeye yöneticileri ile uzlaşma aramak gibi bir politika güttüğü görülüyor.
Bunda şüphesiz İngiliz destekli bu ayaklanmalara Osmanlı’nın gücünün yetmediği
ve mesafenin uzunluğu sebepleri etkendir.
İkinci belgemiz ise 8 Mart sene 321 tarihli Bahreyn’deki aşiret şeyhinin yine
İngiliz baskısı ile düştüğü durumunu anlatan bir belgedir. Bahreyn Şeyhi’nin oğlu ve
Naibinin İngiliz vapurlarıyla bölgeye gönderilen İngiliz memurlar tarafından
tutuklanıp hapis edildiği mallarına el konulduğuna dair Basra Altıncı Ordu
Kumandanlığından sadarete gönderilen maruz kaydıdır. Ayrıca belgede Kuveyt
şeyhine bu tutuklanan şahısların gidecekken tutuklandığı da vurgulanmıştır. 173
Görüldüğü üzere İngiltere Basra coğrafyasında nerede ise hakim tek güç haline
gelmiş resmi olarak Osmanlı sınırları dahilindeki bölgelerde istediği gibi hareket
etmiştir. Osmanlı ise sadece uzlaşı ve uyarıdan ötede bir politika uygulayamıyor.
Arap Yarımadasının doğu ucundaki bölgelerde (Basra-Kuveyt-KatarBahreyn) ise daha değişik bir manzara arz ediyordu. Özellikle Kuveyt’in Basra’nın
yerini yavaş yavaş almaya başlaması İngilizlerin 1793’te burada bir ticari müessese
açması sonucunu doğurdu. İngiltere daha 1805’te Kuveyt şehrini himayesi altına
alma teşebbüsüne girişmesine rağmen burada fazla bir başarı kazanamamıştı. 174
Ancak yaklaşık yüz yıl sonrasında durum tersine dönmüş ve Osmanlı Devleti kendi
toprağında Kuveyt’in kendi tasarrufunda olduğunu ispatlamak zorunda kalacaktır.
Bu konuda 2 Teşrin-i Evvel 1901 tarihli Paris’te çıkan Martin Gazetesinden bir
bölüm özetle şu şekilde anlatılabilir: Basra Körfezi’nde çıkan olaylar üzerine
Osmanlı Devleti’nin Sıtkı itibarı metbu-i siyasi sıfatını kullanarak Kuveyt Limanı’nı
172
BOA, DH. MKT. 2306 98 1317 L 15.
BOA, Y PRK. 227/58 1323 m13.
174
Selçuk Günay, “Bazı Belgelerin Işığında Osmanlı Devleti’nin Basra-Akabe Hattını Muhafaza
Yolunda Aldığı Bazı Tedbirler”, Türk Kültürü, C.XXXI, S:365 (1993), s.552.
173
72
kendi tasarrufuna geçirmek istemiş, bu duruma İngiltere donanması açıktan açığa
muhalefet etmiş ve top patlayacağına dair tehdit etmiştir. Kuveyt hakimi İngiltere
tarafından korunuyor, bu ne demek olduğu açıktır. İngiltere Kuveyt’e göz dikmiştir.
İngiltere ile Osmanlı arasında daha önce statükonun korunmasına dair bir anlaşma
yapılmıştır. İngiltere’nin Kuveyt’i zapt etmesi, önceden beri Bağdat Demiryolu ile
alâkadar olan Almanya’nın menfaatine dokunacağı bunun Berlin Kabinesi’nin rıza
göstermeyeceği bunu hükümet-i seniyyede destekleyecektir. Zaten İngiltere burada
menfaati olduğunu açıklamıştır. 175
İngiltere’nin Basra’da hakim güç olması ve Hint sahillerine giden bütün
yolların güvenliğini kendine vazife gibi görmesi ve en küçük bir tehlikeyi dahi
şiddetle karşı koymasına neden olmuştur. İngiltere’nin Kuveyt, Bahreyn ve Maskat
gibi Basra sahillerini kontrol etmesi ve sürekli statükonun korunmasını istemesi
boşuna değil, bilakis Hint yollarını güvenceye almak istemesindendir. Bu konuda 29
Teşrin-evvel 318 tarihli bir belgeyi örnek olarak inceleyebiliriz. Belgede Osmanlı
Devletinin küçük bir nahiye kurmasına dahi İngiltere’nin tepkisinin çok şiddetli bir
muhalefetle karşı çıkışını göreceğiz.Buna göre: 29 Teşrin-evvel 318’de Katif ile
Kuveyt arasında bir nahiye kurulması kararlaştırılmıştır. Buna göre İngilizler, o
bölgedeki düşünceleri göz önüne alındığında, Necid Mutasarrıflığı bu kurulacak
Nahiyenin müdürlüğüne o bölgede tanınan, önemli bir kişiye verilmesini bununla
birlikte jandarma ikamet ettirmesine Basra Vilayetine bildirmiş, vilayet de sadarete
bildirmiştir. Sene 320’de alınan karar neticesinde Basra Vilayeti’ne oraya
görevlendirecek jandarmaların bir an önce gönderileceği bildiriliyor. 176
Osmanlı Devleti Basra bölgesindeki idari birimlerde ıslahatlar yaparak
bölgenin asayişi içinde çalışmalarda bulunmuştur. Katar, yeni teşkil edilen Necid
sancağına bağlandı. Körfezin güney kısımları ile ilgilenildi. Körfezin batı sahilini
teşkil eden Kuveyt, Bahreyn, Katar, Umman sahilleri ve Maskat’a ait Osmanlı
Devleti her bölgede meydana gelen her olayla yakından ilgilenmekteydi. XIX. asrın
sonlarında İngiltere’nin Basra Körfezi’ndeki gücü giderek artmakta idi. Maskat’taki
İngiliz konsolosu ve Şarika’daki konsolos vekili zaman zaman bölgede şeyhlere ve
175
176
BOA, HR. SYS 95 6.
BOA,DH. TMK. S/40/38/1320.Ş.21.
73
ahaliye çeşitli tekliflerde bulunuyordu. Osmanlı Devleti karadan arazi şartlarının
müsait olmaması ve denizde yeterli donanması bulunmaması yüzünden sahildeki
şeyhlere yardım edemiyor ve haklarını koruyamıyordu. Bu sebeple Körfezde sadece
Kuveyt ve Katar’a ait gemilere Osmanlı bayrağı çekiliyor, Umman sahillerindeki
şeyhlikler ise ay ve yıldız bulunmayan kırmızı bir bayrak taşıyorlardı. İngilizler,
çeşitli fırsatları değerlendirerek sık sık sahildeki kasabalara uğruyorlar ve ticarî
münasebetlerini geliştirmeye çalışıyorlardı. Gizlice silah ve cephane getirerek
Kuveyt, Bahreyn, Katar, Umman ve Maskat taraflarındaki kabile ve aşiretlere
satmışlardır 177 .
Osmanlı Devleti Lince ile de ilgilenmiş Bombay’daki Baş şehbenderi
Hüseyin Hasib Efendi Lince ve Bombay arasındaki ticarî ilişkilerin gelişmesinde
öncü olmuştur 178 .
1887’de Osmanlı Devleti Katar’ın Necid (Ahsa) Sancağı’na bağlı bir kaza
haline dönüştürerek burada fiili hakimiyetini göstermişti. Bahreyn’de ise İngiltere
fiili olarak üstünlüğü eline geçirmişti ve İngiltere buradan başka alanlara yayılmak
için göstermek için çaba gösteriyordu. İngiltere deniz korsanlığını veya bölgedeki
bir takım asayişsizlikleri bahane ederek siyasal sonuçlar elde etme peşine
düşmüştü. 179
Osmanlı Devleti 1888’de İngiltere’nin bu bölgelerdeki girişimleri sonucu
çıkan anlaşmazlıklardan dolayı bölgeye Basra valisi Nafis Paşa’yı Necid sahillerini
teftiş için göndermişti. Nafis Paşa 11 Mart 1888’de hem sadarete hem de padişaha
geniş bir rapor sunmuştu. Raporda kısaca “Zubara limanının zamanla yıkılıp
mahvolduğunu belirten paşa, Necid’e gidecek malların ilk önce gümrük vergisi
ödenerek Bahreyn’e oradan da Necid’e gönderilmekte olduğundan bahsediyor. Nafis
Paşa, Zubara’nın imar edilerek yeniden iskâna açılması halinde, hem hazinenin gelir
elde edeceği hem de bölgede asayişin sağlanacağını düşünmektedir. Raporunda
177
İdris Bostan, “Basra Körfezi’nin Güney Kesimi ve Osmanlılar (1876-1908)”, Osmanlı
Araştırmaları, C.IX, İstanbul-1989, s. 311-313.
178
Bostan, a.g.m., s.316-318.
179
Kurşun, Basra Körfezi’nde Osmanlı-İngiliz Çekişmesi: Katar’da Osmanlılar (1871-1916), s.85.
74
İngilizlerin Bahreyn’deki faaliyetlerine de değinen paşa, onların Bahreyn’e ilgilerini
mevkî itibariyle önemi yanında ticarî öneminden de kaynaklandığını ilave
eylemiştir. İngilizlerin nihai hedeflerinin Bahreyn’i de Aden gibi ilhak etmek
olduğunu söylemektedir. Raporunun öneriler bölümünde ise İngilizlerin bu
faaliyetlerine karşılık Osmanlı Devleti’nin de bölgede özellikle sürekli gemi
dolaştırma için bir takım yeni düzenlemeler yapmasının gerekliliği üzerinde
durulmuştur 180 .
Osmanlı Devleti siyasî platformda İngilizlere karşı bir mücadele verirken
aynı zamanda Osmanlı’nın Panislamist politikası sebebi ile de mücadele halinde idi.
Abdülhamid döneminde belirgin olarak sistemli bir şekilde yürütülen bu politika
İngiltere’yi tedirgin ediyor. İngiltere’de kendi ürettiği karşı ataklarla Basra ve Arap
toprakları başta olmak üzere İslam coğrafyasında Panislamist politikayı çökertmeye
çalışıyordu. II. Abdülhamid döneminde Yıldız Sarayı İslam’ın bir tür Vatikan’ı
haline getirilmek istenmiştir. II. Abdülhamid’in dünya Müslümanları ile yürüttüğü
din bağına dayalı ilişkilerini Avrupalılar, Panislamizm olarak yorumluyorlar ve bu
politikadan oldukça ürküyorlardı. Oysa Abdülhamid gibi gücünün sınırlarını bilen
bu nedenle de politikasını elinde olanı korumakla sınırlandıran bir hükümdardan tüm
dünya Müslümanlarına kendi önderliğinde siyasî bir birlik altında toplanma çabasına
girişmesi beklenemezdi 181 .
Arap unsurunu devlete bağlı tutmak yolunda bilhassa II. Abdülhamid’in
izlediği politika da, kaçınılmaz ayrılığı önlemeye yetmeyecekti. II. Abdülhamid’in
Hicaz’a kadar uzanacak demiryolu projesini uygulamaya sokması hem bu topraklara
bir devlet hizmeti götürmek ve halifelik pozisyonunu güçlendirmek hem de buraları
bilhassa bir dış saldırı durumundan devlete bağlı tutmakta yararlanılacak bir stratejik
vasıtaya sahip olmak amaçlarına yönelikti. Bu projenin gerçekleştirilmesi Avrupa
büyük devletlerinin rekabetini kamçılayıp, bu ülkelerin Osmanlı devleti’ni daha
fazla tesir altında alarak, kendilerinin Arap topraklarına nüfus edişlerinin
hızlanmasına yaramıştır. Mesela, II. Abdülhamid 1904 güzünde Maan’a kadar
180
181
Kurşun, a.g.e., s.88.
Murat Özyüksel, “Hicaz Demiryolları”, Genel Türk Tarihi, C.VII, YTY., Ankara-2002, s.700.
75
ulaşan
hattın
Akabe’ye
bağlanarak
Mısır
Hacılarının
Hicazla
temasını
kolaylaştırmayı düşündüğünde, İngiltere, padişaha sert baskıda bulunarak kendisini
bu fikirden vazgeçmeye zorlamıştır. 182
Osmanlı Devleti Arap yarımadasını fethettiği 1517 yılından itibaren
genellikle göçebe olarak yaşayan bedevî Arap aşiret ve kabilelerini bir düzene
sokmak istemiştir. Bu konuda en çok istifade edilen kaynaklar Bağdat, Basra ve Şam
vilayetleri ile Mekke emirliğinde bulunmuştur. Daha sonra Süveyş Kanalı’nın
açılması ve gerekse Midhat Paşa’nın Ahsa Seferi sonrasında Necid Mutasarrıflığının
kurulmasıyla devletin bilgi kaynakları çoğalmıştır.
Basra bölgesi aşiretlerden oluşan sosyal bir yapıya sahipti. Aşiretlerin
bulunduğu bölgede Osmanlı Devleti için en önemli olan ise Hac yolu güzergahı idi.
Arap yarımadasında irili ufaklı binlerce kabile bulunmaktadır. Bunlarında
birbirleriyle akrabalıkları vardır. Osmanlı hakimiyetindeki bedevî Arap kabilelerinin
yegane yazılı ve resmi kaynaklarının Osmanlı belgelerinin olduğunu söylemek
mümkündür 183 .
Midhat Paşa kendi valiliği sırasında Ahsa Kuveyt arasında 28 büyük bedevî
Arap kabilesinin olduğunu söylemekte ancak bunların isimlerini vermemektedir.
1299 yılına ait Bağdat vilayeti salnamesinde Necid Livası dahilindeki aşiretler
arasında Acman aşireti ilk sırada yer alır. Buna göre Acman aşireti Âl-i Mahfûz, Âl-i
Hubeyş, Âl-i Süleyman, Âl-i Hitlan, Âl-i Mağbet, Âl-i Dağın, Âl-i Şamir, Âl-i
Müflih, Âl-i Şevavle, Âl-i Hadi, Âl-i Marsa, Âl-i Yahyat, Âl-i Ziz olmak üzere 13
fırkadan oluşmaktadır. 184
Yaşadıkları yerlerde yol kesme ve yağmacılıkla geçinen aşiretlerin zararlarını
engellemek için Osmanlı Devleti’nin takip ettiği politikaların en önemlisi onların
nüfusları ölçüsünde maaşlar tahsis etmekti. Osmanlı Devleti özellikle hicaz
182
Ömer Kürkçüoğlu, Osmanlı Devleti’nde Karşı Arap Bağımsızlık Hareketi (1908-1918), Ankara
Siyasal Bilgiler Fakültesi y., Ankara-1982, s.19
183
Kurşun, “Acman …, s.124.
184
Kurşun, a.g.m., 126.
76
civarında ve hac yolu üzerinde aşiret ve kabilelere çok eskiden beri bu tür ödemeler
yapmaktaydı. Aynı şekilde Necid Sancağı’nın teşkilinden itibaren buradaki aşiretlere
de istikrar-ı asayiş ve yolların emniyet altına alınması düşüncesi ile çeşitli
miktarlarda maaşlar ödemeye başlanmıştır. Düzenli olarak kayıtları tutulan bu maaş
cetvelleri ışığında Acman’a da maaş ödenmekteydi.
Aşiretlerin yol kesmesi sadece karada değil aynı zamanda denizde de
yapılmaktaydı yol kesmenin her hangi bir vasfı yoktu. Aşiretler geçimlerini bu yolla
sürdürmüşlerdir. Konu ile alakalı olarak burada bir belgeyi örnek olarak veriyoruz.
Belge
5
Teşrin-evvel
sene
294
tarihli
olup
Basra
Vilayeti
Bahriye
Kumandanlığı’ndan Hariciye Nezaretine gönderilen maruz kaydıdır. Belge şu
şekilde özetlenebilir: Basra Körfezi’ndeki deniz hırsızlarının emniyeti yok edip,
Katif sahillerinde emniyet kalmadığından ve burada geçişler engellendiğinden
durum İngiltere tarafından Hariciye Nezaretine bildirilmiş, konu hakkında emniyetin
sağlanması buraya dışardan müdahale olmaması için gerekli olan tezkerenin çıkması
isteniyor. 185
Aşiretlerin yağma ve yol kesmesine başka bir örnekte şu şekildedir. Basra
Bahriye Kumandalığından Dahiliye Nezaretine bildirilen maruz kaydı olan bu
belgede Umman Eyaleti’nde bulunan Zaid B. Halife’nin yağma amacıyla Katar
Araplarına hücum ettiği buna da sebep veren Casim b. Sani’nin ( Katar Şeyhi)
tahrikiyle yaptığının bildirilmesine ve buraya gönderilecek korvette iki bölük
askerin bulunduğunu belirtilmiştir. Ancak iki bölük asker göndermenin sakıncaları
olduğu da dile getirilmiştir. Bu durumda ne yapılacağı Bahriye Kumandanlığına
soruluyor.alınan cevapta buraya bir görevlinin gönderileceği ve görevlinin yetkisini
kötüye kullanması karşısında görevinin elinden alınacağı da belirtiliyor. 186
Görüldüğü gibi Osmanlı burada da uzlaşma hareketine gidiyor ve asla şiddetli bir
askeri harekat ne İngilizlere ne de aşiretlere karşı gösterilemiyor.
Yine aşiretlerin bir lider etrafında toplanarak çevreye ve kervanlara ve
ticarete zarar verdiği de görülebiliyor. Verdikleri zarar hem Osmanlı Devletinin hem
185
186
BOA, HR. SYS. 82/33.
BOA, DH MKT 1662 6 1307 S 5.
77
de İngiltere’nin menfaatlerine zarar verdiği için karşı önlemler alıyorlar. Bazen de
zikredeceğimiz belgede olduğu gibi
İngiltere Osmanlı Devletinden bu saldırı
hadiselerini çözmesini isteyebiliyor. 21 Ağustos sene 308 tarihli bu belgede şu
şekilde bir hadise cereyan etmiştir: Ahmed b. Selman adında bir isyancı Katif
çevresinde bir takım bedevileri toplayarak yağma ve hırsızlık işlerine girmiştir. ElBahreyn ahalisine ait büyük bir gemiyi dahi eline geçirip, ceziredeki İngiliz hükümet
vekili tarafından bildirilmiş, yürütmelik icabı İngiltere Devleti’nin anlayışına Basra
Konsolosluğu’ndan ba-tezkere yapılması istenilen, icabı uygun görülen bu babta
Necd Mutasarrıflığına tebligat-ı lazime ika olunmuş ise de adı geçen konsolos
tarafından tezkeresinde el-Bahreyn ceziresindeki İngiliz Vekili tabiri kullanılması
Bahreyn Adası’nın İngiltere himayesinde bulunduğu fesadını çıkarabilecek üstü
kapalı bir söz ettirmemek hususundaki buyruklar dikkate alınarak buyruklar dikkate
alınarak kabul görülmeyerek reddi lüzum görüldü.Bu babta ne münasip olacağının
bildirilip bu konuda izin verilmesine… 187 Görüldüğü üzere Selman isimli bir şahsın
yaptığı yolsuzluklar sebebi ile İngiltere konsolosunun gönderdiği tezkereye göre
yazılmıştır. İngiltere hükümeti adına bu yolsuzluğun önlenmesi ve Bahreyn adına
alınan vergilerin Bahreyn’e iade edilmesini isteyen bir belge var. Osmanlı görevlileri
“İngiliz vekili” tabirini yazışmalarda fesat çıkaracağı ve buranın İngiltere yönetimi
altında olduğunu kabul etmek anlamına gelebileceğini düşünerek sakıncalı görmüş
ve hükümetten ne yapalım ? şeklinde cevap bekliyor. Osmanlı Devleti Bahreyn’in
kendi himayesinde bulunduğunu, bu bölgeye gelenlerinde tebaa-i devlete ait
olduğunun bildirilmesine ve İngiltere ile daha önce de çekişme mevzuu olan bu
adanın hakimiyeti meselesinde İngiltere isteklerinin reddine ve buranın Devlet-i
Aliyye’ye ait olduğunun bildirilmesine karar veriyor.
Necid kumandanlığı vekaletinde bulunan Mirliva Sami Paşa’nın Necid
muhasebesi kayıtlarına istinaden altıncı ordu kumandanlığına gönderdiği maaş
listesi için yaptığı açıklama Osmanlı’nın buradaki aşiretleri nasıl okşayarak elinde
tutmaya çalıştığını da gösteriyor: “Necid Bölgesi’nin el-Ahsa kıtasında, her biri
müteaddit fırkalardan oluşan belli başlı bedevî aşiretleri, Acman, el-Murra, Beni
187
BOA, DH. MKT. 574 113 1320 C 24.
78
Hacîr, Beni Menasır ve Katif civarındaki Beni Halit aşiretleri ve belli başlı olmayan
birçok küçük fırkalardan oluşmaktadır. Acman aşiretine mensup muhtelif fırkaların
ileri gelen reislerine eskiden beri buranın belediyesinden üç yüzden altı yüz kuruşa
kadar maaş ödenmektedir. Aynı şekilde el-Murra’nın da şeyhlerine üçer yüz kuruş
maaş tahsis edilmiştir. Söz konusu maaş sahipleri ile ikinci ve üçüncü derecedeki
reislere her yıl hurmanın çıktığı haziran, temmuz başlarından ekim ayının sonlarına
kadar peyderpey birer ay Hufûf’un civarına inmektedirler. Buradaki ikametleri
sırasında maaş sahiplerinin birikmiş olan maaşları ile ikinci dereceden şeyhlere
maktûan verilen ve derecelerine göre on riyalden elli riyale kadar iksa hakları
ödenmektedir 188 .
Osmanlı Devleti’nin İngiltere ile ilişkileri bu şekilde ceryan ederken Osmanlı
bürokratları da yurt dışında İngiltere’nin amaçları üzerinde çalışmalarını
sürdürmüşler ve bu konuda çeşitli layihalar düzenlemişlerdir.Bunlardan birisi de
belki de en önemlisi Paris, Bern ve Brüksel Büyük elçisi Salih Münir Paşa’nın 8
Cemaziye’l-evvel 321/ 22Temmuz 319 (1903) tarihli layihasıdır. Bu layihanın
önemli kısımları şöyle özetlenebilir: İngiltere’nin Osmanlı Devletine karşı öteden
beri uyguladığı politikaya gelince; yakın zamana kadar İngilizler Osmanlı
Devleti’ne, Türklere ve Müslümanlara olan sevgilerinden değil, fakat Rusların o
sırada Orta Asya yolunu bırakıp Anadolu üzerinden ve bir de Süveyş Kanalı’ndan
Hindistan’a doğru sarkacaklarını tahmin ettiklerinden, dostluk gösterirlerdi. Yeni
mevki itibariyle Rusların bu hareketlerini önlemesi tabii olan Osmanlı Devleti’ni
korumak dolayısıyla Hindistan’ın da emniyetini sağlamak demek olacağından yine
İngiliz çıkarlarına hizmet sağlanırdı.
İngilizler Mısır’da kalabilmenin çarelerini aradılar. Şayet Osmanlı Devleti
kuvvetli bir halde bulunursa ve Mısır’ı geri almak isterse İngiliz menfaati
zedeleneceğinden Osmanlı’nın zayıf kalması İngilizlerin işine geliyordu.
Bu politikanın gereği olarak Arabistan ile Necid taraflarının ve Hicaz
kıtasının tedricen Osmanlı hükümetinin elinden çıkması ve kutsak İslam hilafetinin,
188
Kurşun, “Acman…, s.146-147.
79
İngiltere’nin uzaktan nüfuzuna tabii olacak şerifler eline geçmesi ve sonra Arabistan,
Necid ve Irak taraflarının İngiliz himayesi altında Aden ve sair yerler gibi sömürge
haline girmesi için mahirane entrikalar çevirmekte olduklarını, durumun mütealası
ve yapılan ihbarlarla anlaşılıyor. …Necid, Arabistan ve Irak tarafları bugün için pek
verimli değildir. Ancak İngilizler oralarını hüküm ve nüfuzları altına alınca- zan ve
iddialarına göre- yeni ve fenni usullerle bölgenin tabi servet kaynaklarını, yeni bir
çok madenleri, zift ve petrol kuyularını, yeni bir çok madenleri, zift ve petrol
kuyularını işletecekler, kanallar ve burgularla sular getirip araziyi sulayarak ziraatı
geliştirecekler. Vapur ve demiryolları ile de ticari muameleleri ve ulaşımı
kolaylaştıracaklar, memleketin asayiş ve inzibatını da teminat altına alacaklardı. Bu
suretle bahsi geçen yerlerin tabii servetlerinden İngiliz sermaye sahipleri de
teknisyen ve işçilerini faydalandırmakla beraber yerli halkın da, yurtlarından gelişip
kalkınmasından dolayı kazanç ve gelirleri artmakla ihtiyaçları da o nispette
çeşitlenip çoğalacağını kazandıkları fazlaca para ile de yine İngiltere de yapılan bir
çok mal ve eşyayı satın alabileceklerini, Böylece İngiliz milletinin iki suretle hem
de İngiliz mallarını satmakla yararlanacaklarını hesap ediyorlar 189
2.4. OSMANLI’NIN DEMİRYOLLARI PROJELERİ
1839 yılında yayınlanan Gülhane Hattı Hümâyûnu ile Tanzimat döneninde
girilmiş, Osmanlı’ya bağlı devletler kendi bünyesi içinde yeniden yapılandırmaya
gitmişti. Devletin iç işleri için nazırlıklar kurulmuştu. Nafia Nezareti ( Bayındırlık
Bakanlığı ) da bunlardan biriydi. Ülkede yolları yapmak bu nezaretin görevi idi.
nezaret bünyesinde Nafia Komisyonu, Şimendifer (demiryolu), Köprü ve Şose
müdürlükleri bulunuyordu. 190
Osmanlı Devleti büyük bir hızla gelişen bu yeni ulaştırma sistemini
(demiryolu) yol sorununu çözecek çare olarak görüyorlardı. Mustafa Reşit Paşa’dan
başlayarak Avrupa siyasi bütünleşmenin gereğine inanan Tanzimat bürokratları,
189
Hayri Mutluçağ, “İngiltere’nin Ortadoğu ve Türkiye Hakkındaki Gizli Emelleri ( Tarihimizde
Salih Münir Paşa Raporu)” ,Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, S:22-27 (1969), s.52-55.
190
Karal, Osmanlı Tarihi, C.VIII, Ankara-1983, s.460.
80
özellikle de Ali ve Fuat Paşalar padişaha sundukları layihalarda demiryollarının
Osmanlı
Devleti
için
önemini
vurguluyorlardı.
Osmanlı
yöneticilerinin
demiryollarına duydukları ilgi daha çok yönetsel, stratejik kaygılara dayanıyordu.
Ülkede giderek artmakta olan iç ve dış karışıklıkları demiryolunun sağlayacağı
süratli asker sevkiyatı ile önlenebileceğini düşünüyorlardı. İkinci olarak ise
demiryollarının mali bunalımın hafiflemesine yardımcı olacağı ulaşım sorununun
çözüldüğü bölgelerde üretimle birlikte aşar vergilerinin de artacağı umut ediliyordu.
Nitekim 1889-1891 yılları Arasında tarımsal üretim Osmanlı İmparatorluğunun
bütününde %63 artmışken, demiryollarının geçtiği bölgelerde de bu artış % 114’ü
bulmuştur. 191
Demiryollarının yapım konusunda Osmanlı devlet adamları yabancı
yatırımların gerekliliğine ve doğacak mahsurların ortadan kaldırılabileceğini
düşünüyorlardı. Örneğin, II. Abdülhamid’in vezirlerinden Nafia Nazırı Hasan Fehmi
Paşa’nın sadrazamlığa sunduğu 26 Cemaziye’l-ahir 1297 tarihli takrir ve ona ekli
Anadolu’nun bayındırlık işlerine ilişkin layihada bu tutumu görmek mümkündür
paşa demiryolu inşası için yabancı şirketlere imtiyaz vermenin bir sakıncası
olmadığından bazı tedbirler alınırsa bunun sağlayacağı faydadan uzun uzun söz
ediyor. Hasan Fehmi Paşa Osmanlı Asyası’nı kat edecek demir yolu şebekesinin ana
hattı için iki güzergah öneriyordu. Bunlardan birincisi İzmir- Afyon- KarahisarEskişehir- Ankara- Sivas- Malatya- Diyarbekir- Musul’dan geçip Bağdat’a
ulaşcaktır. Önerilen ikinci güzergah ise İzmir- Eskişehir- Kütahya- Afyon- KonyaAdana- Halep ve Ambarlı’dan Bağdat’a ulaşacaktır. Birinci yol planı askerî
bakımdan sakıncalı olup, ikinci yol hem ucuz hem de sınırlara uzak kaldığından
askerî yönden daha az sakıncalıdır. Ancak bazı Orta Anadolu merkezlerine hiç
uğramayacaktır.
Bağdat’a
ulaşacak
demiryolu
civar
şebekeleriyle
birlikte
46.788.897 Osmanlı lirasına mâl olacaktır. Bu iş için hazırlanan imtiyaz
mukavelenamesine göre yabancı şirket kendi işi için demiryolu civarına telgraf hattı
çekebilir, posta hizmetleri görebilir; ancak posta idaresinin faaliyet alanına giremez,
devlet isteği an asker sevkiyatı için ulaşımı kendi emrine alabilirdi. İtilaflı konularda
191
Murat Özyüksel, “Anadolu ve Bağdat Demiryolları”, Osmanlı, C..III, YTY., Ankara-1999, s. 664
81
Osmanlı mahkemeleri iş görecek, imtiyaz sahibi şirket civar orman ve madenlerden
yararlanabileceklerdir 192 .
Osmanlı Devleti’nde 1877-1878 Osmanlı –Rus Savaşı sonrasında imzalanan
Berlin Antlaşması ile devlet çöküş sürecine girmiş ve ülke içinde güvenlik, ulaşım
merkezi otorite v.s. her şey II. Abdülhamid tarafından tartışılarak yeniden
yapılandırılmaya gidilmişti. Demiryolları da bu yapılandırmanın mihenk taşı
olmuştur. Balkanların elden çıkışı ile birlikte elde kalan İslam coğrafyasına Panİslamist politikayla sahip çıkmaya çalışan II. Abdülhamid’in Arap ve Basra
topraklarına çabuk ulaşması, İngiliz ve diğer yabancı devletlerin nüfuzlarını kırması
ve kendinden kilometrelerce ötede olup bitenlerin farkında olması gibi birçok ülke
içi sebep, Abdülaziz döneminde rafa kaldırılan demiryollarının yapımını tekrar
gündeme getirdi. hatırlanacağı üzere Abdülaziz de Arap topraklarına kadar uzanacak
bir demiryolu yapımını düşlemiş, ancak malî yetersizlikler ancak İstanbul- İzmit
arasında kısa bir hattın yapımına ancak yetmişti. II. Abdülhamid tahta geçişinin
ardından altı ay geçmeden 93 Harbi gibi asrın en büyük darbesiyle saltanat yıllarına
başlamıştı. İngiltere bu harp sonrası Osmanlı Devleti’nden desteğini çekmiş, Rusya
ise aldığı büyük pay ile -tazminat istemi de eklenirse- kapıda bekliyordu. Almanya
bölümünde anlatıldığı üzere II. Abdülhamid’in bu devlete yaklaşımından başka çare
olmadığı gözleniyor. Demiryollarını bu devlete yaptırma kararı alındığında ülke
içindeki birçok ihtiyaç göz önünde tutulmuştur. Her şeyden önce geniş bir ülke
coğrafyası ver ve bir yerden bir yere ulaşımın günler sürdüğü ilkel şartlarda var. O
halde mesafeleri kısaltarak merkezî otoriteyi ülkenin her tarafında hissettirmek ve
dağılmaya yüz tutmuş bir devlete can vermeyi istemek sanırım o dönemde alınmış
en güzel karardı. Osmanlı açısından bakıldığında bu dönemde iki önemli demiryolu
projesi var. Bunlardan birincisi Bağdat-Basra Demiryolu Projesi, diğeri ise Hicaz
Demiryolları Projesidir. Abdülhamid henüz Bağdat Demiryolu görüşmelerinde bir
sonuca ulaşılmadan, hicaz Demiryolları projesini gündeme getirmiştir. Bunun sebebi
Bağdat demiryolu ile Hicaz demiryolunun iki ayrı olgu değil biran önce bitirilmesi
gereken bir bütünün parçaları olması idi. Her iki demiryolunun Halep noktasında
192
Ortaylı, a.g.e., s.112.
82
birleştirildiğinde, Arabistan’da Osmanlı otoritesinin güçlenmesi doğrultusunda
dönüşümler beklenebilirdi. Zira böylece Suriye – hicaz bölgesinden Bağdat’a kadar
Arap yarımadasının önemli bölümleri başkente bağlanmış olacaktı.
Demiryollarının sağladığı yararlar düşünüldüğünde üzerinde durulması
gerekli bir konuda tarımda sağlayacağı artıştır. Bağdat demiryolları her ürünü
taşıyabilir hale gelince Konya- Adana- Mersin ve Bağdat’a kadar tren yolunun
geçtiği yerlerde tarım başta olmak üzere madencilik, tuz ve hatta hayvancılık
kaydedilir bir gelişme gösterecektir 193 .
Bağdat demiryolları asker sevkiyatı kadar mal ve insan trafiğini de olumlu
yönde etkileyecekti. Örneğin, Adana ovasından buğdayı İstanbul’a getiremediği için
Romanya’dan buğday alınıyordu. Hatta II. Abdülhamid İstanbul ekmeksiz kalırsa
benim sonum gelir vehimi içinde olduğu için Romanya’dan gelen buğday yüklü
gemilerin Yıldız sarayı’ndan padişah tarafından izlenmesi için gün vakit ve saati
hakana önceden bildirilmekte idi 194 .
Hicaz demiryolu birçok amaç bir arada gözetilerek inşa edilmiştir. Bunların
başında askerî, siyasî ve dinî amaçlar gelmektedir. Her şeyden önce demiryolu
bölgeye asker sevkini hızlandıracağından muhtemel ayaklanmalara ve dışarıdan
vuku bulacak saldırılara karşı savunma rolü üstlenecekti. Şüphesiz Osmanlı
Devleti’nin askerî etkinliğinin artması siyasî otoritenin de bölgede güçlenmesine
yardım edecekti. Yalnız savaş ve isyan durumlarında değil, normal zamanlarda da
Hicaz ve Yemen’e asker ve mühimmat sevkıyatı demiryolu ile yapılacaktı. Böylece
İngilizlerin kontrolündeki Süveyş Kanalı’na duyulan ihtiyaç ortadan kalkacaktı.
Ancak kamuoyuna yapılan açıklamalarda projenin askerî ve siyasî yönünden ziyade
dinî amacı ön plana çıkarılmış, hattın özellikle kutsal haç yolculuğunun
kolaylaştırmak maksadı ile inşa edileceği açıklamaları yapılmıştı. Gerçekten de
hicaz hattı o tarihlerde büyük zahmet ve sıkıntılarla yapılan haç yolculuğunu
193
Haydar Kazgan, “Bağdat Demiryolları ve Almanya ile Fransa-İngiltere Rekabeti”, Finans
Dünyası, S: 157-162 (2003), s.76.
194
Kazgan, a.g.m., s.77.
83
kolaylaştırarak büyük bir dinî hizmete vesile olacaktı. Çöl bedevilerinin saldırıları
sebebi ile son derece tehlikeli olan kutsal yolculuk üç dört günlük güvenli bir
yolculuğa dönecekti. Proje aynı zamanda ikinci Abdülhamid’in şahsında Osmanlı
Devleti’nin İslam alemindeki itibar ve nüfuzunu da kuvvetlendirecek Müslümanların
ortak bir eser ve amaç etrafında el organize olmalarını sağlayacaktı. Projenin
amaçları bunlarla da sınırlı değildi. Arabistan’ın önemli bölümünü sosyal, kültürel,
ekonomik ve ticarî alanlarda kalkındırmayı hedefliyordu. Zaten bölgeyi elde
tutabilmekte emperyalist güçlerle mücadele edebilmek için somut ve kalıcı atılımlar
yapmaktan başka bir alternatif de yoktu. Demiryolunun işletmeye açılması SuriyeHicaz ve Yemen’e ticarî bir canlılıkta getirebilir, bu bölgede şehirleşme ve
medenileşme süreci hızlanırdı 195 .
İnşaata 1900 yılının Abdülhamid’in tahta çıkış yıl dönümü olan 1 Eylül günü
başlandı. İnşaata Hendese-i Mülkiye mezunları katıldı. Ancak mühendisler
tecrübesizdi.
bu
sebeple
Alman
mühendisler
getirilerek
takviye
edildi.
Demiryolunda çalışacak işçi sorunu ise, vatani görevlerini yapan askerlerin
demiryollarında çalıştırılması ile halledildi. Askerlik sürelerinden 1/3’ünü
indirilmesi onlara yaptıkları işe göre, belirli yaptıkları işe göre, belirli bir miktar
ücret ödenmesi uygulamasına gidildi. Demiryollarında kullanılacak malzeme sorunu
ise, ilk önce Tersane-i Amire’den karşılanmak istendi. Ancak üretilen mallar
dayanıksız çıkınca Belçika, Amerika ve büyük bölümü Almanya’dan olmak üzere
malzemeler ithalat yolu ile elde edildi. 196
Maliyeti böylesine yüksek bir projenin gerçekleşmesi için Osmanlı hükümeti
finansman meselesini Müslümanlardan toplanacak bağışlarla karar verdi. İnşaatın
başlangıcında ortaya çıkacak acil para ihtiyacını karşılamak üzere Ziraat
Bankası’ndan kredi alınacaktı. Bu amaç bağış işlerinin idaresi İstanbul’da maliye
Nazırı’nın başkanlığında kurulan iane (yardım) komisyonuna bırakıldı. Sonuçta,
demiryolu fonunun mali kaynaklarının 1/3’ü bağışlarla karşılandı. Diğer 2/3’ü ise
195
Ufuk Gülsoy, “Gerçekleşen Bir Rüya Hicaz Demiryolu”, Osmanlı, C.III, YTY, Ankara-1999,
s.679.
196
Özyüksel, “Hicaz…, s. 705.
84
devletin vergilere, memur maaşlarının kesintileri, çıkarılan yeni pul vs. ürünlerin
satışından alınan gelirlerden elde edildi. 197
Demiryolunun 460 km’lik Maan’a varmasından sonra inşaat ve işletme işleri
birbirinden ayrılarak bir işletme idaresi kuruldu ve demiryolunda yolcu ve eşya
taşımacılığına başlandı (1905). Aynı zamanda Müdevvere’ye bir yıl sonra Medine-i
Salih’e ulaşıldı. Bu noktadan sonraki inşaatın tamamı Müslüman mühendis,
teknisyen ve işçiler tarafından gerçekleştirildi. El-Ula’ya 1907’de, Medine’ye
1908’de varıldı. Hayfa Şubesi ile birlikte 1464 km’yi bulan Hicaz Demiryolu 1
Eylül 1908 tarihinde yapılan bir törenle işletmeye açıldı. 198
Sonuçta Hicaz Demiryolu işi, Osmanlı Devleti’nin kendi projesi olması Türk
mühendis ve işçilerince yapılması, kısa sürede bitmesi, hiçbir yerden borç alınmadan
yapılması ve bittiğinde “borcu olmayan bir tesis” olarak ortaya çıkması İslam
dünyasında kendine güveni kuvvetlendirdi. Hicaz Demiryolunda, yabancı sermaye
tarafından yapılan hatlarda pek çalıştırılmayan Mühendishane-i Berr-i Hümyûn
mezunu mühendislerimiz çalıştı. Burada kazandıkları tecrübe ile, sonradan
Cumhuriyet döneminde yapılan demiryollarının hemen tamamını Türk mühendisler
yaptılar. 199
Demiryolu çalışmaları sürerken, bedevilerin demiryolu yapımına karşı
çıktıkları görülüyor. Bu yoğun tepkilerin sebebi sadece iktisadi değildi. Bedevi
liderleri, Hicaz Demiryolunun bölgede Osmanlı askeri ve siyasi etkinliğini artırıp,
yerel güçlerin nüfuzunu kıracağından endişe ediyorlardı. Nitekim inşaatın
Medine’ye doğru ilerlediği 1908 yılında şiddetlenen bedevi saldırıları onları işin
farkında olduğunu göstermekteydi. Yalnız 1908’de demiryolu ve telgraf tellerine
yapılan sabotaj ve saldırı sayısı 128’i buldu. Saldırıların yoğunlaşması hattın
korunması alınan önlemlerin yol açtı. Buna rağmen saldırıların arkası kesilmedi ve
şiddetli çarpışmalar oldu. Ayrıca, Medine-Mekke ve Mekke-Cidde hatları ise, Şerif
197
Gülsoy, a.g.m., s. 680.
Gülsoy, a.g.m., s. 681.
199
Veli Şirin “ Osmanlı Devletinde Demiryolları ve Hicaz Demiryolu”, Mimar ve Mühendis Dergisi,
S:32, 2003, s.25.
198
85
Hüseyin’in ve onun kışkıttığı bedevî şeyhlerinin karşı koyması yüzünden
gerçekleşmedi. Şerif Hüseyin, demiryolunun Mekke ve Cidde’ye kadar uzatılması
halinde siyasî ve askerî gücünün kırılacağı, bölgede kuvvet dengesinin Osmanlı
Devleti lehine değişeceğinin farkında idi. Sonuçta, Medine-Mekke ve Cidde-Mekke
hatlarının yapımından vazgeçildi resmen bildirildi 200 .
Abdülhamid’in Hicaz demiryolundan beklediği dinsel, siyasal nitelikli
amaçlara ulaştığını söylemek oldukça zorlaşır. Zira Arabistan çölünü geçerek
Mekke’ye ulaşan yaklaşık 150 bin hacıdan oluşan büyük kitle bir yana bırakılsa bile,
geri kalanların sadece %10’u Hicaz demiryolunu kullanıyordu. Geri kalanların deniz
yoluyla 74 km.lik yoldan geldiği görülüyor. Cidde-Mekke arası 74 km .idi. bu
bölgeye dahi demiryolu inşa edilse idi, dini amaç büyük ölçüde yerine getirilmiş
sayılabilirdi 201 .
Osmanlı Devleti Bağdat demiryolu ve hicaz demiryolu haricinde uygulamaya
geçiremediği fakat yapmayı büyük bir hevesle tasarladığı “Yemen Demiryolu”ndan
da bahsetmekte fayda vardır. II. Abdülhamid 1899 Ağustosunda Alman Deutsche
Bank temsilcileriyle görüşmeler yapmış Yemen’e demiryolu yapımı konusunda
teklifte bulunmuştu. Almanlar ise demiryolunun yapımından ziyade Kızıldeniz’deki
kömür cevheri ile meşhur Muha’ya ulaşmanın hesaplarını yapıyorlardı. Çünkü
Yemen yer altı kaynakları bakımından fevkalade zengin bir bölge idi. Muhtemelen
bu gelişmelerden haberdar olan II. Abdülhamid ileride ortaya çıkabilecek siyasî
problemleri de hesaba katarak, Yemen demiryolu inşaatını Almanlara vermekten
vazgeçti. 1909’da, David Elie Leon’un temsilciliğini yaptığı bir Fransız sermaye
grubuyla, Yemen’e demiryolu yaptırılması hususunda görüşmelere başladı 202 .
Görüşmeler sonunda Osmanlı Devleti yemen demiryolu ile Cibana Limanı inşaat
imtiyazını 99 senelik bir süre için Fransız şirketi adına hareket eden Leon Bey’e
veriyordu.
200
Özyüksel, “Hicaz…, s.682.
Özyüksel, “Hicaz…, s.710.
202
Ufuk Gülsoy, “Yemen Demiryolu Projesi”, Osmanlı, C.III, YTY, Ankara-1999, s.687.
201
86
1911’de başlayan Trablusgarp Savaşı sırasında, Yemen sahillerini kuşatan
İtalyan savaş gemileri Cibana Limanı’nı topa tutarak, buradaki tesislere hasar verdi.
Bu gelişme üzerine demiryolu çalışmaları durdu. Şirket, 28 Aralık 1913’de Nafia
Nezareti ile karşılıklı anlaşmaya varılarak 780.000 liralık bir bedel karşılığında
bütün haklarından vazgeçti. Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı arifesinde inşaata
devam etmenin güçlüklerini görerek Yemen demiryolu projesini askıya aldı. 203
Demiryollarının getirileri incelendiğinde yük taşımacılığında ve ülke içinde
ekonominin hareketliliğinde büyük bir artış görülmüştür. Demiryolu 1892 sonunda
Ankara’ya ulaştığında bölgenin tahıl üretimi artmıştı. 1894’te tahıl üretimi 8 milyon
kileden 10 milyon kileye yükseldi. Anadolu buğdayının fiyatı da yükselerek dünya
fiyatları seviyesine yaklaştı. Anadolu demiryolları kumpanyası tarım aletleri ve
tohumluk için kredi veriyor ve hatta mühendis R. Herman gibi uzmanlar aracılığıyla
hat boyunda örnek çiftlikler meydana getiriliyordu. Demiryolu ile Orta Anadolu’dan
İstanbul’a getirilen tahıl şehirde fiyatları düşürdü. Öyle ki 1901’den itibaren
Anadolu demiryolları bölgesinden getirilen buğday İstanbul’daki tüketim 2/3’den
fazlasını karşılıyordu. En önemlisi artık Rusya ve Bulgaristan’dan tahıl ithal
edilmiyordu. 204
2.5. OSMANLI DEVLETİ’NİN BASRA’DA DİĞER DEVLETLERLE
İLİŞKİLERİNDEN KESİTLER
Osmanlı Devleti’nin 1878-1907 tarihleri arasında İngiltere ve Almanya
arasındaki ilişkiler üzerinde fazlaca durmamızın sebebi bu devletlerden İngiltere ile
Basra hakimiyeti açısından mücadele etmesi diğeri ile de Basra’ya uzanacak olan
demiryolları gibi iki hayati önem taşıyan diplomatik ilişkilerin bu zamana damgasını
vurmasıdır. Ancak Almanya her ne kadar sadece demiryolları imtiyazını
gerçekleştiren devletmiş gibi gözükse de böyle olmadığı ve Almanya’nın da
İngiltere’nin karşı gücü olmaya çalıştığı ve Basra’da üs edinme gayretinde olduğunu
açıklamıştık. Aynı zamanda Almanya Osmanlı devletinden Orta-doğu’da büyük
203
204
Gülsoy, “Yemen …, s.691.
Ortaylı, a.g.e, s.135.
87
imtiyazları da bu zamanda koparmıştı. Dolayısıyla ister istemez belgelerimiz ve
tezimizin çalışma sahası bu iki devletin üzerinde yoğunlaşmıştır. Ancak diğer
devletlerle ilişkilerinde farklı olması bakımından bazı arşiv belgelerini sunmayı
doğru buluyorum. Tezimiz içinde zaman zaman yer versek de konuyla direk
bağlantılı olmayan bu belgeler kısaca aşağıda sunulacaktır.
Belgemizin birincisi Japonya ile alakalıdır. Belgemizde Japonyalı yüzbaşının
gezi niteliğinde Basra Bölgesine ziyareti anlatılmıştır. O dönemde neden bir
yüzbaşının burada gezi yaptığı ve sıradan bir gezi ise neden belgelere konu olduğu
düşündürücüdür. Belgenin özeti şöyledir: Japonyalı bir yüzbaşı ile erbâb-ı ulûmdan
bir kişinin Rusya’dan Hindistan’a giderken, Basra’dan geçmeleri şüpheli
bulunmuştur. Buradaki Müslümanların Japonlar hakkındaki hissiyatını anlamak ve
ticaretine dair tetkiklerde bulunmak seyahatlerinin amaçlarının başlıca sebebi
görülmüştür. Bombay ile Basra arasında işlemekte olan Japon vapurlarının
Basra’nın ticaret ve servetine katkı sağlamaktan başka bir amacı olmadığını
bildirmelerine rağmen Der-Saâded’den kendilerine terfik edilmiş olan polis
komiserinden memnun olmamışlar ve yanlarından uzaklaştırmışlardır.
Afganistan ve Hint Müslümanlarına yakınlık gösteren Japonların bu ilgisi
burayla ilgilenen devletlerin dikkatini çekmiştir. Japonların Müslüman olacağı
yönündeki söylentiler İngilizleri endişeye sevk etmiş yine Afgan emirinin
Hindistan’a gitmesi (geçmişten beri ataları gitmediği halde) bu durumun
İngiltere’nin hoşuna gitmeyeceği bilinmesine rağmen … Rusya ile İngiltere zaten
Afganistan yüzünden çekişme halindeyken, Japonlarda ilgilenip bu bölgeyle
görüşmeleri İngiltere ve Rusya’nın hoşuna gitmedi. Bunun tesadüfi olmadığını
düşünüyorlar… 205
Yine Japonyalı bir yüzbaşının Basra ve Bağdat’ta seyahat izniyle ve
sonrasındaki gelişmelerle alakalı üç birbirine bağlı belgemiz var belgemizin özeti
şöyledir:
205
BOA,YMTV 295 84 1325. M. 19.
88
Japonya yüzbaşılarından Hiroşiya Hidebama’ya Basra ve Bağdat’ta seyahat
izni verilmiştir. Kendisine yardımcı olmak üzere devlet bir şahsıda tayin etmiştir.
Buna dair 22 Şevval 324/ 25 Teşrin-evvel 322 tarihli belge,
-İkinci belge, bunu teyit eder babında 28 Teşrin- Sani tarihli
-Üçüncü belge 30 Şevval 1324/ 3 Kanun-ı evvel 1322 tarihli olup, belgede
Japon yüzbaşısına Muhyiddin Efendi yardımcı olacağına dair bir belgedir.
Muhyiddin Efendi’nin korumasında Konya, Adana, Halep, Diyarbakır, Musul, Basra
ve Bağdat da gezi yapılması izni veriliyor” 206 Belgede geçen güzergahların Bağdat
demiryollarının güzergahları olması hem şaşırtıcı hem de dikkate değer bir noktadır.
Japonların demiryollarıyla ilgilenmesinin sebebi şaşırtıcı hem de önemlidir.
Rusya ile alâkalı 9 Şaban 1320/ 28 Teşrin-evvel 318 tarihli bir belgedir.
Belge şöyledir: Petersburg Asar-ı Atika Mektebi azası Mösyö Şelkof Petkof zevcesi
ile eser-i eser-i atika incelemek üzere Bağdat- Musul, Necef , Kerbela, Hanekin,
Basra da gezi yapma izni istemiştir.
Osmanlı Devleti ise eserlere bakmaya ve fotoğraflarını çekmesine izin
veriyor ancak kazı yapmak taşların üzerinde yada boyutlarında veya diğer tarihi
eserlerin biçiminde herhangi bir oynama yapmamaları konusunda uyarıyor ve izin
de vermiyor. 207
Rusların İngiltere ile rekabeti ve Basra üzerindeki emelleri ve yüzyıllardır
sürdürdükleri güneyde denizlere inme politikası düşünüldüğünde ve de Almanların
ve İngilizlerin yer altı kaynaklarını didik didik ettikleri bu dönemde bu şahısların
gezisi enteresan değil amaçlı bir gezidir. Sıradan bir gezinin Osmanlı belgelerine
girmediğine göre bu şahıslar takip edilmiş ve kendi devletleri adına başka amaçlarla
buralara kadar gelmişlerdir.
Fransa Katolik Hıristiyan halk üzerinde hamilik haklarını kullanarak sürekli
Ortadoğu ve özelde Basra bölgesindeki Katolikleri koruma bahanesiyle Osmanlı
206
207
BOA, DH MKT 1134 33 1324 L 26.
BOA, DH NKT 619/6 320 N4.
89
Devleti’nin iç işlerine karışmıştır. Osmanlı Devleti ise bu müdahale karşısında
memurlarını ikaz, ıslahat sözü ve uzlaşma gibi politikalarla olayı geçiştirmiştir.
Buralara ve diplomatik olarak Fransa’ya karşı gereken tepkiyi verememiştir.
Örneğin 8 Temmuz 1878 tarihli bir Osmanlı belgesinde Basra’da bulunan Fransa
tebaasının haklarının korunması hakkında İngiltere Hariciye Nezareti’ne yazı
göndermiş, Bâb-ı Âlî’de bunun üzerine buradaki memurlarını uyarmıştır. 208
Yine Fransa başka bir belge’de hamilik hakkını kullanarak, Ermeniler için
kilise yapmak istiyorlar. Belgede durum şöyle özetlenebilir:
Basra Vilayeti’ndeki Uhara Kasabasında bulunan kilisenin tekrar inşası için
Fransa istekte bulunuyor Dicle kenarında bir arsa üzerinde bir mabet yapma izni
isteniyor. Ancak burada bulunan Ermeni Katolikleri -ve bunların Fransa tarafından
Osmanlı’ya karşı kullanılacağı düşüncesiyle-olması sebebiyle kilise inşaatının kabul
edilmemiştir.. Ayrıca Basra Valisine burada ne kadar Ermeni bulunduğu ve oraya
nasıl geldiği konusunda araştırma yapılması isteniyor 209 .
Yine yabancı konsolosların Basra’ya gelen yabancı uyruklu insanlara arka
çıktığı ve konsolosluğa sığınanlarını himaye ettiği ve Osmanlı Devleti’nin yasalarına
aykırı davrandığı da görülüyor. Büyük ihtimalle İngiltere’ye sığınan bir ecnebi
hakkında aşağıdaki belge ilgi çekicidir. Belge üç nüshadan oluşuyor ve belgelerin
tarih sıralaması şöyledir:
-18 Mayıs 310
-22 Mayıs 310
-17 Temmuz 310
Basra Vilayetinde ecnebi tebaasından olduğu iddia edip, belge (pasaport)
göstermeyen ve konsolosluğa sığınan ve konsolosluğun Osmanlı Devleti’ne teslim
etmediği ve Basra Valiliğince ilk önce Dahiliye Nezaretine daha sonra Hariciye
Nezaretine ve en son Basra Vilayeti Bahriyesine ne yapılması gerektiği konusunda
208
209
BOA, TK HR TO DN 205 GN 16.
BOA, DH MKT/1600/34/ 1306. C 29.
90
cevap isteyen tezkere suretidir. 210 Belgede konsolosluğun hangi devlete ait olduğu
bildirilmemiştir.
Son olarak da İran ile ilgili bir belge sunalım. 9 Teşrin-Sani 310 tarihli bir
belgede İran’ın hudut boylarında yaptığı tecavüz ile alakalı bir belgede Basra’dan
Erzurum’a kadar olan hudut sınırının belirlenmesi isteniyor. Belge şöyle
özetlenebilir:
İranlıların Osmanlı sınırında meydana getirdikleri karışıklık ve bunu
Osmanlı’ya isnat etmeleri Erzurum Valiliği’nce bildirildi. Bu husus mühimdir. Bu
tür karışıklıkların giderilmesi, gerekli tedbirlerin hudut boyunda alınması Bayezid
cihetinden Basra’ya kadar olan Hudûd-ı İraniye’nin muhafazası güç olacağından
Bayezid - Fatur arası derhal korunmak, Basra tarafından ise en çok tecavüz olunan
yerlerin tespiti ve bu bölgede nerelere kale yapılacağı ve bu kalelere ne kadar asker
gönderileceği bunların iaşesi hakkındaki bilginin tezkere ile bildirildiği ve bunun
yazılı olarak Basra Vilayetine gönderildiğine dair
211
belgedir. Belgeden de
anlaşılacağı üzere Basra’ya İranlılar sık sık sınır tecavüzlerine girişmişlerdir. Genel
bir bilgi olarak bu sıralarda İranlıların Hürmüz başta olmak üzere Basra Körfezi’nin
batı kıyılarına saldırdığını ekleyelim.
İtalya ve İran’ın Basra Körfezi girişinde tedavi merkezi kurduklarına dair bir
belgede şöyledir.
1 Nisan 315 tarihli ve 343 numaralı tezkere-i sâmiyeden ezbar kılınmıştır.
11 Nisan 10 Mart tarihinde tebliğ olunduğu üzere Venedik Sıhhiye
Konferansı kararlarının Osmanlı hükümetince kabul edilmesinden sonra İtalyan dış
işleriyle yapılan görüşmelere dair Hariciye Nezareti’nden Basra Vilayeti’ne
gönderilen tezkire;
210
211
BOA, DH MKT 245 75 1311 Z 2.
BOA, Y.PRK. ASK./101/63/1312. Ca 22.
91
Basra Körfezi girişinde yapılacak olan tahaffuzhaneye ( bulaşıcı hastalıklar
için karantina ve tedavi merkezi ) İran bayrağı çekilmesi ve buranın muhafazasının
İran askerince sağlanması, İtalya Hariciye Nezareti ve İtalya sefaretinden
bildirilmektedir.Birinci olarak, bu tahaffuzhanenin denizden güvenliği Osmanlı
gemilerince sağlanmaktadır.ayrıca buranın doktor ve memurları da Osmanlı Devleti
tarafından temin olunacaktır.Bu sebeple tahaffuzhanenin tabii olarak Osmanlı
Hükümranlığında olması gerekir.
İkinci olarak, yapılacak olan tahaffuzhane için en münasip yer, körfezin
hemen girişinde bulunan Hürmüz Adası’dır.Bu noktanın Sıhhıye Meclisi’ne ve
İtalyan Hariciyesi’ne tebliği kararlaştırılmıştır. 212
Basra Körfezi sahilerinde inci aramak için bir Fransız mühendisin, Rus
sermayesiyle bir şirket kurduğu ve bu şirkete İran hükümetince imtiyaz verildiğine
dair bir belge de şöyledir:
Mehmet Şerif
Mabeyn-i Hümâyûn-ı Mülükhaneye başkitabet-i Celilesine
Huzur-ı Âlî-i Nezaretpenâhiye
Basra Körfezi sahillerinde inci aramak için bir Fransız mühendisin, Rus
sermayesiyle bir şirket kurduğu ve bu şirkete İran hükümetince imtiyaz verildiği
bildirilmektedir.Kuveyt ve Katar kazalarında yaşayan ahalinin büyük bir bölümü de
söz konusu işle meşgüldürler. İleride bu insanların zarar görmelerinin ve Fransız
Şirketiyle yaşanacak muhtemel bir ihtilafın şimdiden önünün alınması için Tahran
Hükümeti’nin hangi şartlar altında bir imtiyaz anlaşması yaptığının soruşturulması;
Basra Vilayeti’nde lazım gelen araştırmaların yapılıp Hariciye Nezareti’ne
bildirilmesi istenmektedir. 213
14 Cemaziyelâhir 316
212
213
DH. MKT 2207 63 1317. M. 20
DH. MKT 2125 105 1316.C.14.
92
18Teşrîn-i evvel 314
Fransa’nın Anadolu’nun güney kıyılarında yapacağı tren istasyonunun
imtiyazıyla alakalı bir belgesi de şöyledir:
21 Mayıs 91 tarihiyle
Bab-ı Âli tercüme Odası
Fives Lille (?) isimli büyük inşaat şirketi, İskenderun Körfezi’ndeki
Yumurtalık’tan başlayıp, Maraş,Urfa, Diyarbekir, Harput, Mardin, Musul, Bağdat,
Basra’ya uzanacak bir demiryolu hattının imtiyazının almak istemektedir şirketin bu
talebi , Lital (?) imzalı bir imzalı bir dilekçeyle Osmanlı Devleti’ne
bildirilmektedir.Belge, bu dilekçenin Fransızca orjinaliyle Türkçe tercümesini
havîdir. 214
Basra’da İran Ticaret gemilerinden alınan vergiye dair bir belge de şöyledir:
Basra’da, İran Ticaret gemilerinden alınan vergiye, İran Şehbenderliğince itiraz
edilmiştir.Bu itiraz üzerine Hariciye Nezareti ve Nezâret-i Umûr-ı Bahriye arasında
yapılan yazışmalarda şöyle deniliyor:
İran Devletiyle yapılmış olan anlaşmalara göre (ki bu anlaşmanın ilgili ikinci
maddesi ekte verilmektedir) Osmanlı Devleti’nde sanat ve ticaretle meşgul olan
İranlılardan, Osmanlı Tebası gibi vergi alınması uygundur. Basra’daki İran ticaret
gemilerinden Osmanlı gemisi gibi vergi alınması da maslahata uygundur. 215
İngiltere tarafından Basra ve Faev arasındaki yerlerde, Arap Hayvanlarının
nakil edilmesiyle alakalı olarak bir belge de şöyledir: Hariciye Nezaret-i Celilesi’ne
18 Eylül 82 tarihiyle İngiltere Sefaretinden gelen takrire göre: Muhammere- BasraFaev arasındaki yerlerde, nakil ve ihracının Dahiliye Nezareti’nden alınan emre göre
ihrac edilen hayvanlar gemilerde muayene olunacak ve içlerinde Arap Hayvanları
214
215
T.N HR.TO D.N 535 G.N 66.
HR. HMŞ.İŞO 173 33 1307.R17.
93
olursa bunlara el konulacaktır.böyle bir el koyma durumunda memurlara karşı
konulmaması İngiliz konsolosundan rica edilmektedir. Bu durum, İngiliz sefareti
tarafından hakkaniyete aykırı olarak telakki olunmakta ve protesto edilmektedir. 216
İranlılar’ın Hürmüz Adası’nda hak iddia ettiklerine ve buranın Osmanlı
Devleti’ne ait olduğuna dair bir belge de şöyledir: Basra Körfezi’nde bulunan
Hürmüz Adası, esas itibarla Osmanlı İdaresinde bulunmakla beraber bir süreden beri
bu ada, İran Devleti’nin kontrolündedir. Mabeyn-i Hümâyûn başkitâbeti, Hürmüz
Adsıyla alâkalı olarak, bu adanın esasta kime ait olduğu tespiti için Divân-ı
Hümâyûn’dan 26 Haziran 315 tarihiyle ve bin yüz elli altı rakamlı tezkire ile bilgi
talep etmiştir. Divân-ı Hümayûn kayıtlarında yer alan ve İran Devletiyle yapılmış
olan ahitnameler incelenmiştir. Bu inceleme neticesinde Sultan Ahmed-i Sâlis,
Sultan Mahmud-ı Evvel, Sultan Mahmud-ı Sânî, Sultan Abdülmecid ve Sultan
Abdülaziz devirlerine ait kayıtlara bakılmıştır.ancak bu kayıtlarda hudutla alâkalı
açık bir bilgiye ulaşılamamıştır.bununla beraber İran hududunda yaşanan bazı
müşkülattan dolayı vaktiyle Derviş Paşa’nın riyâsetinde teşkil olunan bir
komisyonun kayıtlarından, zikrolunan bölgeye dair işaretlemelerin yaptığı haritalar
bulunmuştur.bu haritaların tahkiki için askerlere müracaat edilmesi yerinde
olacaktır. 217
216
217
TK. HR. TO D.N. 261 G.N.15
Y.A.HUS 10.5.1317.
III. BÖLÜM
OSMANLI DEVLETİ'NİN BASRA POLİTİKASI VE ALMANYA
3.1. TÜRK-ALMAN İLİŞKİLERİ
3.1.1. Bismarck Dönemi
Türk –Alman ilişkileri Prusya Devleti dönemine kadar uzanır. Osmanlı
Devleti, Avusturya ve Rusya Devletlerinin yayılma isteği karşısında rahatsız olan ve
tehdit altında olan bir devletti. Aynı şekilde Prusya’da bu iki devletin yayılmasından
endişe duyuyor ve Osmanlı Devleti ile yakınlaşmayı uygun buluyordu. Prusya’nın
Osmanlı Devleti ile sınırı yoktu. Bu nedenle Osmanlı Devleti’nde yayılma isteği de
söz konusu değildi. Protestan olması sebebi ile Katolik ve Ortodoks devletler gibi
koyu bir Hıristiyan severlik siyasetine de sahip değildi. Bütün bu ilişkiler Osmanlı
ile alman ilişkilerinin dostluk çerçevesinde gelişmesine sebep olmuştur 218 .
Prusya döneminde başlayan siyasî ilişkiler 1871’de Alman millî birliğinin
kurulmasından sonrada devam etmiş; özellikle II. Abdülhamid döneminde daha da
artmıştır. II. Abdülhamid’den sonra Genç Türklerde Almanya ile ilişkileri
sürdürmüşlerdir.
Alman birliğinin kurucusu olan Bismarck zamanında Almanya Osmanlı’ya
karşı kayıtsız bir tutum sergilemiştir. Hatta Türkiye’nin Rusya’ya verilmesini dahî
savunmuştur 219 . Bismarck, 1870 yılında Almanya’nın millî birliğini tamamladıktan
sonra temkinli yönetimi ile sömürgecilik faaliyetlerine girişmemiştir 220 . Bismarck,
dış politikasını Avrupa’da barışın korunması prensibi üzerinde yoğunlaştırdı. Bu
sebeple Avrupalı devletler gibi Şark meselesinin üzerine gitmez Almanya’nın
218
Muzaffer Tepekaya, “Osmanlı-Alman İlişkileri (1870-1914)”, Türkler, C.XIII, Ankara-2002, s.
40.
219
Süleyman Kocabaş, Türkler ve Almanlar, Vatan y., İstanbul-1988, s.32.
220
Hubert Deschamps, Sömürge İmparatorluklarının Sonu, çev. Oktay Akbal, İstanbul-1966, s.19-20.
95
kuruluş aşamasında bir devlet olmasından dolayı, varlığına zarar vereceğini
düşünürdü 221 . Bismarck döneminde, II. Wilhelm 1889’da İstanbul’u ziyaret etmiştir.
Bismarck bu ziyareti Rusya’yı proveke edeceği düşüncesi ile doğru bulmuyordu. Bu
ziyaretin ana gayesi II. Wilhelm’e göre, Alman mallarına Pazar bulunması ve Orta
Doğu’da bir nüfuz alanı oluşturulması idi. Demiryolu inşası için mühendisler, salgın
hastalıklara karşı tedavî amaçlı doktorlar Osmanlı ordusunu eğitmek için askerî
öğretmenler, Osmanlı Devleti’nde Alman tesirini sistematik haline getiren ilk
öğelerdi. Bu ikinci ziyaretten sonra Almanya’nın Şark siyaseti emperyalist karakter
kazandı 222 .
1890 yılında Bismarck’ın istifa etmesi ile Almanya yayılmacı bir politika
izlemeye başlamış basın ve kamuoyu da bir dünya imparatorluğu kurma idealine
şartlandırılmıştı. Ancak o dönemde sömürge yarışında geç kalan Almanya’nın gerek
sömürge olmaya elverişli az alanın kalması, gerekse edindiği sömürgeleri
destekleyecek donanma gücünün olmayışı, Almanya’yı ilk etapta Doğu’nun az
gelişmiş, fakat zengin kaynaklara sahip geleneksel imparatorluklarına yöneltmiştir.
3.1.2. Wilhelm Dönemi
Almanya’nın hem istediği özelliklere sahip, hem de Almanya’nın
dostluğunu uman Osmanlı Devleti, Almanya için en uygun yayılma alanı olmuştur.
II. Wilhelm’i Osmanlı Devleti’nin tamda Almanya’nın aradığı bölge olduğuna iknâ
eden kişi ise 1879-1881 yılları arasında Almanya’nın İstanbul büyükelçiliğini yapan
Kont Von Hatzenfeldt olmuştur. Hatzenfeldt’e göre, Napolyon’a kadar Fransa
Osmanlı Devleti’ndeki en imtiyazlı ülke idi. Daha sonra İngilizler onların yerini
aldı. fakat 1878’den sonra Kıbrıs ve Mısır’a yerleşmeleri ve çeşitli sebeplerle
İngiltere Osmanlıların güvenini kaybetti. Osmanlı Devleti’ndeki boşluğu Almanya
doldurmalı idi. Bundan böyle Almanya Osmanlı yanlısı görünen ve bu vesile ile
221
Tepekaya, a.g.m., s.41.
Mustafa Gencer, “Osmanlı-Alman Münasebetleri Çerçevesinde ‘Şark Meselesi’ ”, Türkler, C.XIII,
Ankara-2002, s.35.
222
96
Osmanlı Devleti’nin kaynaklarını barışçı yollarla faydalanmayı amaçlayan bir
politika izlemeye başlamıştır 223 .
II. Wilhelm 1898 ziyaretinde Şam’daki konuşmasında kendisini sadece
Osmanlı Devleti sınırları dahilindeki değil, bütün Müslümanların dostu ilân etmesi,
özellikle İngiltere’yi çok rahatsız etmiştir 224 . II. Wilhelm, Osmanlı Devleti’ni ikinci
ziyaretinde sultan ile askerî ittifak anlaşması uğrunda zemin yoklamaya bile çalıştı.
“Amaç … Rusya, İngiltere, Fransa kendine karşı yapacakları bir savaşta çember
içine alınmaktan, ancak Türk dostluğu ile kurtulabilecekti.” 225
Sultan Abdülhamid, kayserin bu teklifini şöyle anlatır ve tavrını ortaya
koyar: “Alman imparatoru ile bir akşam hususi görüşmemiz esnasında iki elimi
birden tuttu Avrupa’da bir harp zuhur ettiği taktirde bizim tarafımıza geçersiniz
değil mi majesteleri ? dedi. Cevaben, ‘aziz dostumuzsunuz fakat size şimdiden söz
vermek hakkına haiz değilim; bunu ancak o zaman düşünebilirim’ dedim.
Devletimizin menfaatlerini düşünmeden hiçbir devletin arzusuna hedef olamazdım.
Avrupa’da siyasî vaziyet her an gerilemekteydi. Ne zaman olsa umumî bir harp
çıkacaktı. Fakat bizim bir tarafa temayül göstermemiz yavaş yanmakta olan bir ateşi
alevlendirebilirdi. Buna sebep olarak biz gösterilirdik. Adımlarımızı saymaya,
hesapsız hareket etmemeye mecburduk.. Herkes, “ben diplomatım” demekle
diplomat olmaz. Bismarck hakiki bir diplomattı. Avrupa’nın ruhunu bilirdi.
Kendisiyle hususî muhaberatım vardır. Aramızda karşılıklı birçok mektuplar
gönderilmiştir. Almanlar askerlikte ve çalışkanlıkta birinci derecede bir milletti.
Ama Rusların nüfuz kuvvetine, İngilizlerin sinsi politikasına karşı gelebilir miydi ?
burası kestirilemez. Ben hiçbir devlete söz verip bağlamadım. İngiltere’nin ve
Fransa’nın gözleri daima Şark’ta idi. Bilhassa Müslümanlarla aramızda nifak
çıkartmak emelleri idi. Kuvvetimizi bu suretle kırmak istiyorlardı. Halifelik
politikası ile bunu önlemek istiyordu”. 226
223
Bayram Soy, “II. Wilhelm Welpolitik ve II. Abdülhamid”, Türkler, C.III, Ankara-2002, s.28.
Soy, a.g.m., s.31.
225
E. Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C.VIII, TTK y., Ankara-1983, s.175.
226
Ayşe Osmanoğlu, Babam Abdülhamid, Güven y., İstanbul-1960, s.49-50.
224
97
II. Wilhelm, Ermeni meselesi, Makedonya ıslahatları, Siyonizm davası gibi
Türkiye’nin başına gaile olan meselelerde müşahede ediliyordu. Ermeni meselesinde
kayzerin ermeni komitacılarının meydana getirdikleri kanlı olaylar sebebi ile sultana
bir telgraf çekip, “kumandam altında bulunan altı kolordum zat-ı şahanenizi
muhafaza için yardıma hazırdır.” dediği rivayet edilir.
II. Wilhelm’in tahta geçmesi ile Almanya’nın Osmanlı Devleti’ne karşı
politikası da değişmiştir. Bunda hiç şüphesiz II. Wilhelm’in kişiliğinden gelen bir
dinamizm, gerekse iş ve endüstri çevrelerinin etkisi ile sömürgeciliğe büyük önem
vermesi etkilidir. Gerçi Almanya’nın sömürgeciliğe başlaması Bismarc’ın son
yıllarındadır.II. Wilhelm, İngiltere’nin ekonomik ve güvenlikle ilgili nedenlerle
kimseye bırakmak istemediği Osmanlı Devleti’ni Almanya için en doğal ve elverişli
ekonomik yayılma alanı olarak görmüştür. II. Wilhelm, askeri bakımdan da Osmanlı
Devleti’ne yerleşmeyi gerekli görmüştür.çünkü eğer Almanya günün birinde
İngiltere ile savaşa tutuşmak zorunda kalırsa, onu kendi adalarında yenemeyeceğine
göre, sömürgelerine giden yolda vurmalı idi. 227
Welpolitik siyasetini izlemeye başlayan II. Wilhelm’in Osmanlı Devleti ile
ilişkilerinin gelişmesinde şunlar etkili olmuştur:
1. Osmanlı toprakları Alman ihraç sanayi ürünleri için geniş bir Pazar
niteliğinde idi.
2. Anadolu bir yandan Alman dokuma sanayinin en önemli hammaddesi olan
pamuğa, diğer yandan gıda maddelerine ve tahıla ihracını karşılayacak kapasitede
idi.
3. Devlet topraklarının bakır, krom, kurşun ve petrol gibi maden yatakları
Alman endüstrisinin ihtiyaçlarını karşılayacak kapasiteydi.
4. Stratejik bir konumda olan Osmanlı toprakları ile Almanya arasında kara
yolu bağlantısı kurulması ile hem İngiltere’nin deniz ablukası ortadan kaldırılıyor,
hem de Almanya’nın Rusya ve İngiliz sömürgelerini kolayca vurmasını sağlıyordu.
5. Türkiye’ye gönderilen Alman askerî uzmanları sayesinde alman sanayicileri,
227
Haluk Ülman, I. Dünya Savaşı’na Giden Yol, Ankara-1972, s.209-210.
98
demiryolları ve silah bağlantılarına dayanarak, Türkiye’deki önemli noktaları
denetim altında bulundurabilirlerdi. 6. Zayıf ver yıkılmakta olan bir imparatorluk
konumunda olan Osmanlı Devleti Alman yardımı ve etkisi sayesinde kısa sürede ele
geçirilebilirdi. 228
Kayzer’in Türkiye’yi son ziyareti sırasında, Almanların İzmit-Konya
demiryolu hattını Bağdat ve Basra’ya kadar uzatmak istedikleri kabul edildi. Buna
müteakip 29 Ocak 1899’da Anadolu demiryolu kumpanyasına, Haydarpaşa
istasyonunu inşâ, Haydarpaşa-Sirkeci hattında feribot işetmesi Köstence-İstanbul
telgraf hattı döşeme imtiyazları verilmiştir.
3.1.3. Abdülhamid’in Almanya’ya Yakınlaşma Nedenleri
Abdülhamid’in Almanya’yı seçmesinin nedeni iç ve dış politikada hareket
alanının sınırlanmış olması idi. Bu yıllarda Osmanlı maliyesi en bunalımlı
dönemlerinden birini yaşamakta idi. Ayrıca 1877-78 Osmanlı- Rus Savaşı, devletin
tek başına ayakta kalamayacağını göstermişti. İngiltere Ayastefanos Antlaşması’nın
engellenmesi karşılığında Kıbrıs’ın yönetimini devralmıştı. Böylece İngiltere’nin
Osmanlı toprak bütünlüğünü koruma düşüncesinden uzaklaştığını onun yerine
devletin kendisi için stratejik önem taşıyan bölgelerini ele geçirmeye yöneldiği
gösteriyordu.
1882 yılında İngiltere Mısır’ı da işgal edince Abdülhamid’in İngilizlere karşı
duyduğu kuşku hat safhaya ulaştı. Bunun yanında İngilizler Arapların yaşadığı
bölgelere yönelerek buradaki Arapları kışkırtarak Abdülhamid’in Müslüman
unsurları bir arada tutabilme çabasını baltalaması da ayrı bir nedendi. Abdülhamid,
Avusturya’nın Balkanları İtalya’nın da Osmanlı Afrika’sını denetim altına almaya
çalıştığını bildiği için Almanlara yakınlaşması onun görüşü açısından çok doğaldı.
Çünkü Osmanlı toprakları üzerinde herhangi bir talebi olmamış, olan tek Avrupa
ülkesi Almanya idi. Almanya’nın Müslüman sömürgesi de yoktu. Böylece
228
Bayram Soy, “Anadolu- Bağdat Demiryolları Çerçevesinde Osmanlı-Alman Yakınlaşması”, YTY,
S:31 (2000), Osmanlı Özel Sayısı 1, s.309-310.
99
Müslüman nüfuzu ve toprağı elinde kalan Osmanlı’nın Müslüman unsurları
kışkırtacak davranışta bulunmayan Almanları seçmesi doğaldı.
II. Abdülhamid, Bağdat demiryolunu Almanlara verme sebebini hatıratında
şu şekilde dile getirmiştir: “Bağdat demiryolu sayesinde eskiden mevcut olan
Avrupa-Hindistan ticaret yolu, tekrar işe yarar hale gelecektir. Eğer bu yol Suriye ile
Beyrut İskenderiye ve Hayfa ile de irtibat kurmak üzere birleşirse, yeni bir ticaret
yolu ortaya çıkmış olacaktı. Bu yol, imparatorluğumuz için sadece iktisadî bakımdan
büyük fayda temin etmekte kalmayacak, aynı zamanda, oradaki kuvvetimizi
sağlamlaştırmaya da yarayacağından askerî bakımdan da çok ehemmiyetli
olacaktır” 229 .
II. Abdülhamid’in Almanların Osmanlı’yı sömürgeleştirmek istemesine izin
verdiğini iddia eden tarihçilerin aksine Earle, Abdülhamid hakkında şunları söyler:
“Sultan Abdülhamid ne olursa olsun, hiçbir zaman bir aptal değildi. Bağdat
demiryolu ayrıcalığını verirken bu akıllı ve aynı zamanda kuruntulu otokratın bir
alman tuzağına düşmüş olduğunu düşünmek saçmalık olur. Sultan Abdülhamid’in
vermek adeti yoktu. Vermekten kaçamaz duruma düştüğü zamanda her zaman
kendisi ve imparatorluğu için sonunda kâr getirecek şeyler verirdi. Lord Curzon’un
dediği gibi, Sultan Abdülhamid’e göre en büyük iyilik dışarıya değil, içeriye yapılan
iyilikti. Sultan Abdülhamid, demiryolu ayrıcalıkları vermekle imparatorluğun yeni
ipotekler altına gireceğini biliyordu. Fakat ipoteklerinde yararları vardı.
Demiryollarının yapımı ile, Sultanın imparatorluk içindeki Türklerinde yakın
doğudaki otoriteleri güçlenecekti”230 .
II. Abdülhamid’in Almanya’yı çeşitli bakımlardan yakınlık duyduğunu
anlıyoruz. Bir kere daha şehzadeliğinde çıktığı Avrupa gezisinde Prusya’nın
kudretine hayran olmuştu. İkincisi, Abdülhamid’e göre Almanya imparatorluğu
içinde Müslüman halk da yoktu ve bu bakımdan iki ülke arasında bir çatışma
beklenemezdi. Üçüncüsü, Alman parlamentarizminin de Osmanlı mutlakıyetinden
229
230
II. Abdülhamid Siyasî Hatıratım, Hareket y., İstanbul-1974, s.78.
Edward Mead Earle, Bağdat Demiryolu Savaşı, çev. K. Yargıcı, İstanbul-1972, s.38.
100
pek büyük bir farkı yoktu. Bu durumun, II. Abdülhamid’i kurulacak bir yaklaşımının
kendi politik tutumunu hiçbir tehlike getirmeyeceğini, hatta onu güçlendireceğini
düşünerek Almanya’ya daha fazla ittiği söylenebilir 231 .
3.1.4. Almanlara Demiryolu İmtiyazının Verilmesi
1875 yılından sonra, Avrupa malî çevrelerinin Osmanlı’ya yaptıkları imtiyaz
başvuruları tamamıyla kesilmişti. Sermaye sahiplerinin, borçlarını ödeme güçlüğü
içinde kıvranan devlet topraklarından yeni yatırımlara girişmek istememeleri
doğaldı. Avrupa sermayesinin 1881 yılından sonra özellikle demiryolları konusunda
yeniden Osmanlı Devleti’ne yönelmesi Duyun-ı Umumiye idaresinin kuruluşu ile
ilgilidir. Zira Duyûın-ı Umûmîye’nin görevleri arasında kilometre garantilerine
ayrılan gelir kalemlerine tahsil ederek demiryolu şirketlerine ödemekte bulunuyordu.
Böylece, Osmanlı topraklarında demiryolu yatırımları yeniden cazip hale gelmiştir.
Osmanlı’ya birbiri peşi sıra demiryolu imtiyaz başvuruları gelmeye başlamıştır. Bu
başvurular arasında Cazelet gibi İngiliz Collas gibi Fransız girişimcilerinki dikkat
çekicidir. Ancak Alman dış işleri bakanlığının desteğini alan Deutsche Bank rekabet
eden güçler arasında Abdülhamid tarafından tercih edilen olmayı başardı 232 .
II. Abdülhamid öncesinde Batı Anadolu’daki yapılan demiryolları haricinde
doğuya doğru demiryolu yapılma isteği de olmuştur. XIX. yüzyıl başlarından
itibaren Osmanlı ülkesinde (Rumeli, Anadolu, Yakındoğu) demiryolu inşâ etme
istekleri ve bu amaca yönelik projeler üzerinde çalışılmakta idi. Ancak projelerin
çoğunun ortak noktası, İstanbul’dan Basra’ya uzanan bir güzergâhta demiryolu inşâ
etmek ve işletmeye açmak konusunda toplanıyordu. Devletin merkezî topraklarından
geçen bu güzergâhın şube hatları ile Akdeniz ve Kızıldeniz’e bağlanması
öngörülüyordu. İlk planda İstanbul’da (Haydarpaşa İstasyonu) İzmit’e demiryolu
döşendi. Bu hattı Türkler kendi sermayeleri ile döşedi. Alman mühendis Wilhelm
Von Pressel’in gerçekleştirdiği bu hat Bağdat demiryolunun başlangıcı olarak
değerlendirildi. 1871 ile 1873 arasında biten bu hattı Osmanlı Devleti kendi işletmek
231
232
Haluk Ülman, a.g.e., s.215.
Özyüksel, “Anadolu …, s. 667.
101
istedi. Ancak kazanç sağlanamadığından bu hat bir İngiliz şirketine daha sonra da
Almanlara kiralandı. 24 Eylül 1888’de Wüttenbergische Vereinsbank müdürü
Alfred Von Kaulla hem bu hattın işletmesini hem de Ankara’ya kadar uzatma
imtiyazını aldı.
Daha sonra 24 Mart 1889’da hattı gerçekleştirmek için hem bu banka hem de
Berlin’deki Deutsche Bank’ın sermayesini sağladı. Anadolu Osmanlı Demiryolu
Şirketi kuruldu. Şirket, üzerine aldığı yükümlülükleri zamanında yerine getirdi.
çalışmaları hızla bitirerek 1890’da 40 km.lik İzmit-Adapazarı hattını işletmeye açtı.
Daha sonra 1891’de Ankara hattı, Birecik’e kadar uzatıldı. Ocak 1893’de 485 km.lik
ray döşenerek Ankara’ya ulaşıldı. Ankara demiryolu şirketi 15 Şubat 1893’de
Eskişehir-Konya hattının imtiyazını da aldı. 444 km.lik bir demiryolu daha ray
döşenerek hat, 1896’da Konya’ya ulaştı. Böylece Almanya XIX. yüzyıl sonlarında
Haydarpaşa’dan Konya’ya yaklaşık 1000 km.lik bir demiryolu hattını döşediler 233 .
XIX. yüzyıl sonunda bazı Alman şirketleri Osmanlı Devleti’nde yatırıma
teşebbüs etmiştir. Fakat madencilik ve ulaştırma alanında var olan imkanlar zaten
İngiltere ve Fransa şirketleri tarafından paylaşılmış olduğundan Almanya bunlardan
arta kalan imkanları değerlendirmesi gerekiyordu. Anadolu ve Mezopotamya
zenginlikleri Almanların ilgisini çekmekte idi. Ancak buraya kadar uzanabilmek için
temel bir yatırımın yapılması gerekiyordu. İşte Anadolu Bağdat-Basra demiryolu
projesi böylece tarih sahnesine çıkmıştı. Bağdat demiryolu projesinin Wilhelm
Pressel isimli Avusturyalı mühendis hazırlamıştır.
Almanya’nın Bağdat demiryolu imtiyazını elde etmesi, etki alanını Basra
Körfezi’ne kadar genişletmesi anlamına geliyordu. Bu durumda İngiltere, Hindistan
yolunu, Fransa’da
Suriye’de oluşturmaya çalıştığı nüfuz bölgesini, Rusya ise
güneye doğru yayılma emellerini tehdit altında hissediyor her yolu deneyerek
Bağdat demiryolu imtiyazının Almanlara verilmesini engellemeye çalışıyorlardı. II.
Wilhelm ise, 1897 yılında Veltpolitik’in oluşturulma ve uygulanmasında en
233
Mehmet İşbirli, “Bağdat Demiryolunun Akdeniz Uzantısı Toprakkale-İskenderun Demiryolu”,
Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S.23 (2004), s. 217.
102
güvendiği devlet adamlarından biri olan Marschall Von Bieberstein’in, İstanbul’da
büyükelçilik görevini atayarak yeni dış politikasında Osmanlı politikasını önemini
göstermiş oluyordu 234 .
Bağdat demiryolu bu nedenle İngilizlerin Aydın, Fransa demiryolu hattından
farklı bir nitelikte idi. Bu hat verimli bölgelerin ürünlerini kolay yoldan batıya
aktaracak yatırımlardı. Oysa Bağdat projesi işlenmeyen zenginlikleri istismar edecek
alt yapısal tesislerinde birlikte kurulacağı bir büyük yatırımlar grubunu
öngörüyordu 235 .
Bağdat demiryolu hattı, Ankara’ya 1893’de ulaşabildi. Almanlar, yeni
anlaşma ve bu hattın uzatılması yönünde yine imtiyaz talebinde bulundular. Yapılan
proje taslaklarından dolayı Rusya itiraz edince Kayseri-Diyarbakır-Musul üzerinden
Bağdat hattından vazgeçilmiş, Ankara-Eskişehir-Konya hattının yapımına karar
verilmiştir. Bu hat 1895’te açılmıştır 236 .
1888 yılında Anadolu demiryollarının inşâ ve işletme imtiyazının Deutsche
Bank’a verilmesi Osmanlı Almanya ticaretinde önemli bir adım olmuştur. 1898
yılında II. Wilhelm İstanbul’a ikinci kez gelmiş ve bu Osmanlı ilişkilerinde bir
dönüm noktası olmuştur. Bu ziyaretin sonucunda Anadolu demiryolu şirketine
Haydarpaşa İstasyonu inşâ imtiyazı verildi. Bunu Haydarpaşa-Sirkeci hattında
feribot işletme Köstence-İstanbul telgraf hattı döşeme imtiyazları takip etmiştir.
Fakat bunların arasında en önemlisi ve İngiltere’yi en çok endişelendiren Orta Doğu
bölgesinde bir İngiliz-Alman rekabetinin doğmasına neden olan 5 Mart 1903
tarihinde Deutsche Bank’a Bağdat demiryolu projesinin verilmesidir. Böylece
Alman iktisadî nüfuzu Osmanlı Devleti’nde etkisini arttırmıştır 237 .
Almanların demiryolu hattı boyunca Alman kolonileri kurma isteğine karşı
Osmanlı Devleti her zaman karşı çıkmıştır. Pan-Germenistlerin ısrarla üzerinde
234
Özyüksel, “Anadolu…, s. 668.
Ortaylı, a.g.e., s.15.
236
K. Pastırmacıyan, Şarkî Anadolu Şimendiferi Meselesi, Arakis Matbaası, İstanbul-1328, s.4.
237
Rıfat Önsoy, Türk-Alman İktisadî Münasebetleri, İstanbul-1982.
235
103
durdukları bu konu II. Abdülhamid tarafından reddedilmiştir. II. Abdülhamid
hatıratında “Alman Göçü” meselesi ile ilgili hassasiyetini şöyle ortaya koyar:
“Almanya’nın bize harekâtını biraz frenlemek yerinde olacaktır. Büyük senyöre
(Alman sefiri Von Bieberstein) kendisinden ve politikasından pek emin
olmadığımızı belli etmek lazımdır.
Berlin sefirimizden öğrendiğime göre, Kayzer Anadolu’da Almanları tutan
bir muhit yaratmak istiyormuş, iktisadî vaziyetimizi düzeltmek için Almanlardan
istifade etmeyi doğru buluyorum. Fakat Alman gazetelerinin yazdığı ve arzu ettiği
gibi, Bağdat demiryolu üzerinden Alman kolonilerinin kurulmasına gelince katiyen
taraftar değilim. Dedelerimizin pek çok fedâkârlık yaparak elde ettikleri bu
toprakları Alman kolonilerine terk edeceğimizi zannediyorlarsa çok aldanıyorlar.
Zaten şimdiye kadar yabancılara lüzumundan fazla müsamaha göstermiş
bulunuyoruz. Anadolu yalnız bize aittir. Pek çok yerden itilip kakıldıktan sonra
buraya yerleşen din kardeşlerimizi bu son mercilerini muhafaza edeceğiz” 238 .
Abdülhamid’in Bağdat demiryolu imtiyazını Almanlara veriş sebeplerinden
biride onların Pan-İslamist politikaya destek olmaları idi. Bağdat demiryolu Alman
Welpolitiğinin bir parçası olmuştur 239 .
İmtiyaz analaşmaları üzerinde de burada durmakta yarar vardır. İmtiyaz
anlaşmalarının maddeleri incelenirse durum daha iyi anlaşılacaktır. Yalnız onun
öncesinde imtiyaz anlaşmalarının ne surette yapılacağı uzun süren mücadeleler
sonunda olmuştur . Bu döneme ait olarak imtiyaz antlaşmasının görüşüldüğü bir
dönemde Almanya temsilcisi Siemens ile Osmanlı Hariciye Nezareti arasında
meydana gelen bu antlaşmasının maddeleri arasındaki oluşma safhasıyla ilgili olan
bir belgeyi burada sunuyoruz. Belge 8 Teşrin- Sani sene 315 yılına aittir.
“Almanya’dan demiryollarına ait gelen telgraf Alman İstanbul Büyük Elçisi
Siemens tarafından tercüme edilerek Hariciye Nezaretine sunulmuş ve Osmanlı
devletinin fikri alınmıştır. Konu şöyledir: Konya, Bağdat ve Basra ile alakalı
238
239
II. Abdülhamid Siyasî Hatıratım, s.128-129.
Earle, a.g.e., s.134.
104
demiryolunun inşası hakkında Almanya iki cihet olduğunu belirtiyor. Birincisi
devlet kendi hesabına bir muayyen faiz ve amortisman tahsisle dört yüz milyon
franklık ödünç para alma akdi ve bu paranın nasıl elde edileceğine dair konuşuluyor
devletin bu para karşılığında ipotek göstermesi isteniyor. İkinci husus ise
demiryolunun Anadolu Kumpanyasına yaptırılmak ve masraflarının nasıl temin
edileceği hakkında tavsiyelerle alâkalı bir belgedir.
Birinci yolu Osmanlı seçmemiştir. Çünkü dört yüz milyonluk parası yok
teminat akçesinin fiyatını çok yüksek buluyor. Osmanlı demiryollarının geçtiği
yerlerde toplanan geliri teminat akçesi göstermek istiyor.( Çünkü Osmanlı daha önce
de demiryollarını bu şekilde yaptırmıştır.)
240
durum bu şekilde antlaşmanın
yapıldığı zamana kadar sürüncemede kalıyor.
Almanlarla ilk önce ön sözleşme imzalanmıştır. Buna göre Deutsche Bank
Osmanlı Devleti’ne %7 faizli 200.000 Sterlin borç para vermeyi kabul
etmiştir.23.12.1899 tarihinde ön antlaşma Siemens ve Zihni Paşa arasında
imzalanmıştır. 241 Almanlarla 5 Mart 1903 tarihinde kesin antlaşma imzalanmıştır.
Antlaşmanın özetini şu şekilde verebiliriz:
“ –Daha önce Anadolu Demiryolları adı altında yapılan Ankara ve Konya
hatları eski sahiplerinin mülkiyetinde kalacak, Konya’dan sonra inşa edilecek yeni
hatlara içinse, Bağdat Demiryolu Şirketi adına bir kumpanya kurulacaktı.
-
Osmanlı hükümeti şirkete kilometre başına 4500 faranklık bir işletme geliri
garanti etmişti. Demiryolunun işletme geliri 10.000 Frankı aşarsa hükümet
ile şirket arasında % 60 ile %40 oranında pay edilecekti. İşletme geliri 4500
ile 10.000 Frank arasında olursa, 4500 Frankın üstü hükümete kalacaktı.
-
Demiryolu birbirinden bağımsız 200’er kilometrelik birimler halinde
inşasına karar vermiştir. böylece yeni bir bölünme başlamadan gerekli
240
241
BOA, Y MTV 196 64 1317. B16. ( İki belge halinde)
Ortaylı, a.g.e, s.141.
105
sermaye elde edilmeye çalışılacaktı. İlk olarak 200lik bölüm için tanınan
sekiz yıldı.
-
Bağdat Demiryolu Şirketi döşediği hatların her iki yanında yirmişer
kilometrelik bir bölgede maden arama çalışmaları yapabilecek, inşaat için
kullanacağı keresteleri, devlet ormanlarından elde edecekti. Şirket aynı
şekilde su kaynaklarından da yararlanma hakkına da sahipti.
-
Bağdat Demiryolu sözleşmesinin sekizinci maddesi inşaatta kullanılacak
olan yurt dışından gelen malzemelerden devletin gümrük vergisi almayacağı
yönünde idi.
-
Anadolu Demiryolu Şirketi hiçbir zaman demiryolu hatlarından herhangi bir
bölümünü, Osmanlı yöneticilerinin onayı olmaksızın bir başka işletmeye
devir edemeyecekti. Ayrıca Osmanlı Hükümeti Konya-Bağdat hattını satın
alma hakkını saklı tutuyordu.
-
Demiryolu Şirketi Dicle ve Fırat üzerinde gemicilik yapma izni veriyordu.
Bu ayrıcalık şimdiye değin yalnızca İngiltere’ye verilmişti. Şimdi İngiltere
ve Almanya arasında durum gerginleşecekti. Ayrıca Almanlara Basra ve
Bağdat’ta liman imtiyazı verilmiştir. İngilizler Hindistan yol güvenliği sebebi
ile Almanlarla karşı karşıya gelecekti.
-
Her iki kumpanya’da Osmanlı Şirketi statüsünde olduklarından, ilgili
davalarda Osmanlı mahkemeleri yetkili olacak; devlet daireleri ile
yazışmalarda Osmanlıca kullancaklardı. Ayrıca Türk postaları ve posta
memurları ücretsiz taşınacak, yolcular ve yük sahiplari en yüksek ücretler
belirlenecekti.
-
Demiryolu barışta ayaklanmaları bastırmak için savaş zamanında da tümüyle
askeri amaçlarla kullanılacaktı. Demiryolu Şirketi hatlar boyunca askeri
amaçlı istasyonlar kurmakla yükümlü kılınmıştı.
-
Güzergah Konya’dan başlayıp Karaman, Ereğli, Adana, Hamidiye, Kilis, Tel
Habeş, Nusaybin, Musul,Tekrik, Samatra, Bağdat, Kerbela,Necef üzerinden
Basra’ya ulaşacaktı.bu ana hatlardan Urfa, Haleb, Kastabol, Hanikin’e ve
106
Basra’dan İran Körfezi’ne henüz saptanmamış her hangi bir noktaya şube
hatları döşenecekti.” 242
Osmanlı Devleti’nin Almanlara demiryolu imtiyazı vermesinden sonra 30
Teşrin Sani sene 99’da Alman İmparatoru Wilhelm, II.Abdülhamid’e teşekkür
telgrafı çekmiş ve Abdülhamid’de karşılık teşekkürü etmiştir. 243
III.2. Avrupa Devletlerinin Bağdat Demiryoluna Bakışı
Almanya’nın rakibi İngiltere idi. İngiltere’nin Hindistan yolunu kesmek için
çaba gösteriyordu.bu nedenle de Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü koruyucu
gözüküyordu. Almanya’nın Osmanlı topraklarını ele geçirici bir politikasından söz
edilemez. Bunun karşılığı olarak da Osmanlı Devleti’nden ekonomik ve siyasi
çıkarlar beklentisi içerisindeydi. Osmanlı Devleti’ne bol bol krediler açıyor,
demiryolları yapıyor, ordunun yeniden düzenlenmesinde ordunun düzenlenmesinde
görev alıyor, askeri uzmanlar göndermekten kaçınmıyordu. Özellikle II.
Meşrutiyetin ilanından sonra Osmanlı- Alman ilişkileri daha da sıklaşmış ve
Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’nda Almanların yanında yer almasına neden
olmuştur. 244
Almanya’nın Bağdat Demiryolu imtiyazını elde etmesi, etki alanını Basra
Körfezi’ne kadar genişletmesi anlamına geliyordu.bu durumda İngiltere, Hindistan
Yolunu, Fransa’da Suriye’de oluşturmaya çalıştığı nüfus bölgesini, Rusya ise
güneye doğru yayılma emellerini tehdit altında hissediyor her yolu deneyerek
Bağdat Demiryolu imtiyazının Almanlara verilmesini engellemeye çalışıyorlardı.II.
Wilhelm ise, 1897 yılında Welpolitiğin oluşturulma ve uygulanmasında en
güvendiği devlet adamlarından biri olan Marschall Von Bieberstein’in, İstanbul’da
büyükelçilik görevini atayarak yeni dış politikasında önemini göstermiş oluyordu. 245
242
Özyüksel, a.g.e.,s.194,195.
BOA, DH MKT. 66 33 1310 Za 28.
244
Yahya Akyüz v.d, Atatürk İlkeleri ve İnkılapları Tarihi, C.I, 5.b, Ankara-1997, s.35.
245
Özyüksel, “Anadolu…,s.668.
243
107
Almanya’nın demiryollarını yaparken Basra’da bir üs oluşturma düşüncesi
de güttüğü görülür.Rusya’nın da güneyde bir üs edinme isteği yine devam
etmektedir. İngiltere’nin bu konuda düşüncesi hakkında Dunn’un şu görüşleri
dikkate değerdir.
“… Hem Rusya hem de Almanya, Basra Körfezi’nde bir üst ve liman
kurmaya can atıyor, ancak geçmişteki İngiliz bakanların karşı koymalarına rağmen
Kayzer padişahın rızası ve yardımıyla Bağdat Demiryolu inşasını Basra Körfezine
doğru götürmektedir. Büyük Biritanya, Almanya ve Rusya gibi davranmıyor bu
bölgede toprak elde etmek yada sorumluluklarını genişletmek niyetinde değil bizim
bütün isteğimiz ticaretin himaye altına alınması ve açık kapı politikası. Bu dilekleri
Almanya içinde gerçekleştirecek olursak olursak ve nehir kenarındaki bağımsız
devletler üzerindeki himayemizi sürdürürsek Almanya’nın yakınması söz konusu
olamaz hele bağımsızlığını ilan ettiğinde, ederse tabi, yeni Arap Devletleriyle dosta
ilişkiler kurarsak …öte yandan her ne kadar Müslüman tebası ile onun namına
muharebelere katılmaya niyetimiz yoksa da, padişah ile de dosthane ilişkilerimizi
sürdürmek niyetindeyiz.” 246
Almanlara verilen imtiyaz Fransa’yı harekete geçirdi. Fransa mevcut
demiryolu yatırımlarını genişletmek isteğindeydi ve Osmanlı’dan yeni imtiyazlar
talep etti. Anadolu demiryolları kumpanyasına yolu Konya’dan öteye uzatmak için
gerekli imtiyaz verilince Fransa’da adeta olayın tazminatı olarak Ege’den Kasaba
Demiryolunu Afyon’a kadar uzatmak ve Suriye’de Şam-Humus-Halep hattını inşa
için gereken imtiyazı aldılar.1898 yılında Osmanlı Asyasını İngiltere, Fransa ve
Almanya’nın demiryolu hatlarının durumu şöyle idi:
İngiltere hatları
İzmir-Aydın 373 km.
Mersin-Adana 67 km.
Toplam 440 km.
246
Dunn, a.g.m.,s.310.
108
Fransız hatları
İzmir-Kasaba 512 km.
Yafa-Kudüs 87 km.
Beyrut-Şam 247 km.
Şam-Halep 420 km.
Toplam 1266 km.
Alman hatları
Haydarpaşa-İzmit 91 km.
İzmit-Ankara 485 km.
Eskişehir-Konya 444 km.
Toplam 1020 km. 247
Almanların yeni imtiyazlar elde edip, nüfuz alanlarını genişletmeleri derhal
diğer devletlerin tepkisini doğurdu. Deutsche Bank ve Anadolu Demiryolları
Kumpanyası’nın elde ettiği imtiyazlar özellikle İngilizlerin şiddetli protestolarına
neden oldu. Britanya büyükelçisi Sir Phillip Currie derhal bu imtiyazı önleme
teşebbüsüne girişmiştir. Büyük elçi “Anadolu demiryollarının imtiyazının Dinar’a
kadar uzatılması, doğrudan doğruya İzmit-Aydın demiryolları şirketinin nüfuz
bölgesinden geçecektir ve İngiliz ticarî çıkarlarını korumak için elimizden geleni
yaparız” şeklindeki protestoyu ilettikten sonra büyükelçi padişahın huzuruna çıktı.
Padişahın böyle bir imtiyaz için söz verilmediğini bildirmesi ile iş örtbas edilmiştir.
Almanlara yolu başka yöne doğru uzatmıştır. Büyük devletlerle nüfuz kavgasından
dolayı Anadolu’da birbirleri ile bağlantısı olmayan bir demiryolu şebekesi
kurulmuştur 248 .
Bağdat demiryolu bu nedenle İngilizlerin Aydın, Fransa demiryolu hattından
farklı bir nitelikte idi. Bu hat verimli bölgelerin ürünlerini kolay yoldan batıya
aktaracak yatırımlardı. Oysa Bağdat projesi işlenmeyen zenginlikleri istismar edecek
247
248
Ortaylı, a.g.e., s.122.
Ortaylı, a.g.e., s.14.
109
alt yapısal tesislerinde birlikte kurulacağı bir büyük yatırımlar grubunu
öngörüyordu 249 .
II. Wilhelm’in yaptığı gezinin sonuçlarından ilki 29.1.1899 tarihinde
Haydarpaşa Limanı imtiyazının Anadolu demiryolları şirketine verilmesi oldu.
Şirket uzun süredir. Haydarpaşa liman yatırımı için imtiyazın peşinde idi. Almanlara
verilen bu imtiyaz şubat ayı başında Fransa tarafından uygun bulunmayarak protesto
edildi. Rus dış işleri bakanı tarafından da imtiyaz yine protesto edilmiştir 250 .
Bağdat demiryolunu yapmak ayrıcalığının Almanya’ya verilmesi Avrupa’da
bir bunalım yaratmıştır. İngiltere Bağdat’a kadar götürülecek hattın sonunda Basra
Körfezi’nin başlangıcına kadar uzanıp, hem Almanya’ya Orta Doğu’da büyük bir
ekonomik üstünlük kazandırılmasında hem de Hint yolunda söz sahibi kılmasından
korkmuşlardır. Öte yandan Ruslarda gelişen demiryollarının Osmanlı Devleti’nin
savunma gücünü arttıracağını düşünerek kuşku duymuşlar, özellikle kuzeye ve
doğuya doğru uzanacak hatların yapılmasını istememişlerdir. Bu sebeple Osmanlı
Rus ilişkilerini zaman zaman etkileyen olgulardan biri olarak demiryolunu
gösterebiliriz. 251
Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle İngiltere ve Almanya ile gelişen
ilişkileri, Osmanlı paylaşımının gündemde olduğunu gören Rusya’yı telaşlandırmış
ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa devletlerinin etki alanına girmesine engel
olamaya çalışmıştır. Almanların ve İngilizlerin Hint Okyanusu’na inmek için
Osmanlı ülkesini bir basamak olarak kullanma çabalarından sayılabilecek demiryolu
inşasına karşı çıkması, Rusların bu gelişmelerden etkisinin giderek kırıldığını
görmesinden kaynaklanıyordu.Berlin’den başlayıp Bağdat’a kadar gidebilecek bir
demiryolu hattı, bu hattın geçtiği coğrafi bölgelerdeki maddi zenginliklerinde bu
hattın inşacısı ve işleticisi güçlerin elinde olması anlamına geliyordu. Bu gelişmeler
Rusların endişelerini giderek arttırıyor, özellikle Rusya sınırına yakın bölgelerde
249
Ortaylı, a.g.e., s.15.
Özyüksel, Anadolu…, s.129.
251
A.D., Noviçev, Osmanlı İmparatorluğu’nun Yarı Sömürgeleşmesi, Onur y.., Ankara-1979, s.27.
250
110
demiryolu inşasına engel olmaya çalışıyordu. Bu engelleme çabası Osmanlı
Devletinden
çok
Batı
emperyalizminin
Rus
İmparatorluğu
coğrafyasına
yönelebileceği kuşkudan kaynaklanıyordu. Özellikle Balkan demiryollarının ve Türk
demiryollarının satın alınması çalışmaları Rusların özellikle Osmanlı toprakları
üzerindeki demiryollarına ilgisini açıkça ortaya koymaktadır. 252 Ancak bu dönemde
Osmanlı İmparatorluğu ve Rusya arasında bulunan savaş durumu, Rusların
demiryolu ile ilgili niyetlerini kapalı bir biçimde ortaya koymalarına neden
olmuştur. Fransa’ya gelince o da bu kadar kârlı görülen bir girişimi Almanya’ya
kaptırdığı için kızmıştır 253 .
II. Wilhelm özellikle Osmanlı Devleti ile iyi ilişkiler kurmayı istemiştir.
Bunun için 1889 yılında İstanbul’u ziyarette bulunmuştur. Kayzer’in, Osmanlı
siyasetinden 1798’de Fransa’dan ve 1878 Kıbrıs ve 1882 Mısır’ı işgal sebebi
İngiltere’den boşalan yeri almaktı. Bunun neticesinde General Goltz Paşa İstanbul’a
gelmiş, Osmanlı ordusunun güçlenmesi ve düzenlenmesinde çalışmıştır. Bununla
birlikte Alman tüccar ve bankerleri de Osmanlı Devleti’ne gelmişlerdir 254 .
Almanların Anadolu ve Basra coğrafyasını çok yakından tanıdıkları görüyor.
Hangi bölgede yer altı ve yer üstü zenginlikler var, hangi bölgede nüfuz özellikleri
vs. hepsini Almanlar demiryolu yapımına başlamadan önce inceledikleri gibi
demiryolu başladıktan sonra da incelemeye çalışmışlardır. Dolayısı ile Almanlar
demiryolu yapımına gözü kapalı girmemişlerdir. Demiryolu yapımı sürerken
anlaşma metinleri incelendiğinde farklı alanlarda da imtiyaz kopardıkları görülüyor.
Burada Almanların gezi adı altında inceleme yaptıklarına örnek olması açısından bir
belge sunuyoruz. 30 Mart sene 310 tarihli belgede sadaretten (Dahiliye Nezaretinden
?)Beyrut, Basra valisine ,Bağdat ve Musul valilerine emirdir. “ Almanya
tebaasından Baron Fon Openhaym isimli kişi Beyrut, Musul, Bağdat, Basra
bölgelerine ziyaret edecektir. Gerekli tedbirlerin alınması ve kendisine gerekli
yardımların yapılmasına ve şahsın takip edilmesine dair ismi geçen dört bölgenin
252
Noviçev, a.g.e., s.17.
Ülman, a.g.e., s. 217.
254
Oral Sander, Siyasî Tarih İlk Çağlardan 1918’e, Ankara-2001.
253
111
yöneticilerine gönderilen emirdir” 255 sıradan bir insan için bu derece ehemmiyetli
bir belge gönderilmeyeceğine ve sıradan bir kişinin de bu bölgelerde sebepsiz
gezmeyeceği göz önüne alınırsa bu kişi buraya araştırma ve rapor verme amaçlı
geldiği anlaşılır.
İngilizler, Bağdat hattını Halife’nin mesafelerin kısalması ile birlikte
Müslümanlara daha kolay ulaşarak onları isyan ettirir endişesi duyuyorlardı.
Anadolu-Bağdat hattı Hindistan ile Müslümanların münasebetlerini hareketle de
tehlikeli görüyorlardı. “Anadolu-Bağdat hattı, Hindistan ile İslamın münasebetini
harkulede bir suretle kolaylaştıracağı için İngiliz siyasetinin bazı manialara uğraması
ve bazı gizli meselelerde lüzumundan fazla makam-ı hilafete temayül göstermesi bir
mecburiyet haline girecektir. İngiltere’nin zaaf-ı siyasetine vasıta olan Almanya ise
İngilizlerin ebedî düşmanlığını kazanıyordu” 256 .
Abdülhamid’in Bağdat demiryolu imtiyazını Almanlara veriş sebeplerinden
biride onların Pan-İslamist politikaya destek olmaları idi. Bağdat demiryolu Alman
Welpolitiğinin bir parçası olmuştur 257 . Bağdat demiryolu inşaatı 1907’de Konya’dan
Toroslara ulaştığında İngiltere’nin korkuları büsbütün artmış, 31 Ağustos 1907’de
İngiltere ile Rusya arasında Alman tehlikesine karşı ilk ittifak antlaşması
imzalanmıştır. Bu sırada Almanlar İngilizleri ekonomik çıkarları yönünden sadece
Mezopotamya değil Anadolu-Suriye-İran’da da ciddi olarak tehdit eder duruma
gelmişlerdi. Bu uğurda bir İngiliz belgesinde şunlar yer alır: “İngilizler, Orta
Doğu’da elde ettiklerini kaybetmek üzeredir. Yerinde duramaz. Diğer devletler
ilerlerken İngiltere geriliyor, gözümüzü açalım, hakikatleri görelim. Almanya ve
Fransa tesiri rıhtımlara ve tramvaylara girmeye başladı. Bu ekonomik temeller
üstünde yükselen Almanya ve Fransa’nın durumu çok yakında politik gelişmelerde
gösterecektir” 258 .
255
BOA, DH. MKT. 66 33 1310 Za 28.
Bonyar Waylet, Şarkta İngiliz-Alman Rekabeti, çev. B. Fikri, Sancakciyan Matbaası, İstanbul1332, s.36.
257
Earle, a.g.e., s.134.
258
Erol Ulubelen, İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, Yaylacık y., 1965, s. 55.
256
112
İngilizler Kuveyt’te, körfeze kadar gelebilecek bir Türk-Alman hakimiyetini
baltalamak için bu sırada Arapçılık hareketlerini körüklediler. “1904 yılında KayzerHalife-Padişah işbirliğine ve Bağdat demiryoluna karşı İngiltere’nin Osmanlı-Arap
alemi içinde aldığı tedbirler semeresini verirlerdi. Araplarda genel bir kaynaşma
vardır” 259 .
Bağdat demiryolunun Bağdat’tan Basra’ya oradan hicaz demiryolu ile de
bağlanması gündeme geldi. Böylece Almanya’nın Arap Yarımadası kontrolü de
artacaktı. İngiltere’nin Arabistan’a yöneldiği gören Abdülhamid burayı savunmak
için Şam’dan Mekke’ye bir demiryolu yaptırıp buraya asker sevkini kolaylaştırmak
istemiştir. II. Abdülhamid İngiltere’nin Mezopotamya demiryollarına sahip olmasını
istememiştir 260 .
İngilizlerin, Almanların etkinliğini kırmak planları çerçevesinde, Almanlarla
rekabete girecek veya onların yolunu kesecek doğrultuda yeni demiryolu imtiyazları
isteme faaliyetlerine giriştiklerini görüyoruz. İngilizler, bu uğurda üç proje üzerinde
durmuşlardır. Fırat vadisi boyunca Bağdat-Basra arasında demiryolu inşaatı Batı
İran’da yer alacak demiryolu projesi ve “Willcicks Projesi” olarak adlandırılan
Basra Körfezi ile Akdeniz’i birleştirecek bir demiryolu.
İngilizler, bu imtiyaz istekleri yanında, Alman ve Osmanlı kontrolünde olan
demiryollarının şu noktalara uğramasına karşı çıkıyorlardı: Hicaz demiryolunun
Akabe Körfezi’ne, Bağdat Demiryolu’nun İskenderun ve Basra Körfezi’ne, İngiliz
hükümetince Türk hudutları üzerindeki bu üç noktanın “kapı anahtarları” İngilizlerin
elinde
olmalı
idi.
İngilizlerin,
Akdeniz-Basra
hattının
inşaatında
ısrarlı
davranışlarının sebebi, bu hattın güneyinde kalacak olan alanı, Osmanlı Devleti
gövdesinden ayırmak teşkil ediyordu. Sultan bu imtiyaz isteğine karşı oluş
hassasiyetini şöyle ortaya koyar: “Bu demiryolu inşaatı için, hele yabancı
müteahhitlere imtiyaz vermek katiyen caiz değildir. Çünkü, projeyi teklif eden
Ermeni müteahhidinin arkasında İngiliz parası yatmaktadır. İngiltere’ye burayı inşa
259
260
Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C.I/1, TTK y., Ankara-1951, s. 85.
Karal, a.g.e., s.175-186.
113
ettirmek, Dicle-Fırat vadisini onlara bırakmak demektir. Çünkü, istedikleri zaman
İran Körfezi’ne ilerlemek imkânı bulacaklar ve bizim yerlerimizi onlar alacaktır” 261 .
Sultan II. Abdülhamid zamanında, İngilizlerin Bağdat demiryolu güzergâhı
civarında demiryolu imtiyazı isteklerine olumlu cevap verilmemiştir.
Bağdat Demiryolu ile Osmanlı Devleti üzerindeki Alman nüfuzu en yüksek
seviyesine ulaşırken, I. dünya Savaşı’na kadar bir bunalım başlamıştır. İngiltere,
Doğu Hindistan Kumpanyası’nın vasıtasıyla bölgede nüfuzunu yaymıştı. İngiltere
Basra Körfezi’ne kadar inecek bu demiryolu ile Almanya’nın Orta Doğu’da
nüfuzunun artmasından rahatsız olmuştur. İngiltere, Orta Doğu’da çıkarlarının
baltalanacağını düşünüyordu ve Hindistan sömürgesinin güvenliğinden de endişe
ediyordu. Zira Almanya Bağdat demiryolu ile Hindistan ve Uzak Doğu’ya uzanmayı
hedefliyordu. Ayrıca demiryolunun geçtiği yerlerin Almanların nüfuzu altına
girmesi Anadolu ve Mezopotamya’nın pamuk, petrol, kömür gibi hammadde
kaynaklarının da Almanya’nın eline geçmesi demek olacaktı 262 .
Almanya’nın yeni imtiyazlar elde ederek Osmanlı Devleti üzerinde
nüfuzunun artmasından rahatsız olan İngiltere önce Konya Demiryolu İmtiyazı’nın
Almanlara verilmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. 263
1899’da Bağdat Demiryolu projesi hakkında ilk bildirilerin İstanbul’da
çıkmaya başlamasıyla o sıralarda Hindistan Kral Naibi olan Lord Curzon bundan
endişe duymuş ve onun isteği üzerine Basra bölgesindeki İngiliz temsilcisi Albay
Meade, Kuveyt’e gitmiş, Şeyh ile bir anlaşma imzalamıştır. Bu anlaşma ile Kuveyt
İngiliz himayesini kabul ediyor ve bölgedeki İngiliz temsilcisine danışmadan hiçbir
anlaşma yapmamayı taahhüt ediyordu. Curzon Bağdat demiryolunun Basra’ya
ulaşmasıyla bu bölgedeki İngiliz çıkarlarının tehlikeye girmesinden endişe etmiştir.
261
II. Abdülhamid Siyasî Hatıratım, s.147-148.
Ersal Yavi, Bir Ülke Nasıl Batırılır? Osmanlının İflasından Günümüz Türkiye’sine ‘Kıssadan
Hisseler’ , İzmir-2001, s.398.
263
BOA, YA. HUS 268/ 124.
262
114
İngiltere, Bağdat demiryolu projesine ilk başlarda kuşkuyla takip etmesine
rağmen fazla tepki göstermemiştir. Çünkü o sıralarda İngiltere’nin Orta Doğu’da
birinci rakibi Rusya idi ve şimdilik Rusya’ya karşı Almanya’ya ses çıkarmamayı
uygun görüyordu. Bağdat demiryolu projesine özellikle bölgede çıkarları olan
kapitalistler karşı çıkmıştır. Örneğin, İzmir-Aydın Demiryolu Kumpanyası
Yakındoğu’daki Alman Demiryolları yayılmasına karşı korunmasını istemiştir.
bunun dışında projeye, Fırat ve Dicle gemicilik şirketi de Bağdat-Basra arasındaki
nehir nakliyatının zarar göreceğini düşünerek karşı çıkmıştır 264 .
Bağdat demiryolları projesine İngiltere’den sonra Fransa’da kendisinin
Suriye’deki çıkarlarını tehdit edeceği gerekçesi ile karşı çıkmıştır. Ancak Fransa, bir
süreden sonra Almanya ile anlaşmıştır. İngiltere Almanya ile muhalefet etse de
Almanya ile kendi çıkarlarına uygun bir anlaşma yapmanın peşini de bırakmamıştır.
İngiltere, Almanya’nın Basra Körfezi’ne inmesinin engellenmeyeceğini düşünerek
hiç olmazsa uzlaşma yoluyla bir ilerleyişinin kendi kontrolünde olmasını istemiştir.
bu görüşte olan ve bu yolun İngiltere lehine çıkarlar sağlayacağını düşünen İngiliz
devlet adamları da çoğunluktaydı. Örneğin, Sir N. O’conor İngiltere’nin Almanlarla
anlaşarak İngiliz kapitalistlerin korunması gerektiğini, bu projenin kıymetli
avantajlar ve imtiyazlar taşıdığını belirtmiştir. O’conor: “Bu yolun inşası için
ısmarlanacak yığınla malzemeden başka, yolun iki tarafında maden hakları olacaktır.
Ayrıca proje Kuveyt ve İran Körfezi’nde sonsuz ticaret imkanları hazırlamaktadır”
demiştir. Bütün bu sularda İngiliz gemilerine fırsatlar çıkacaktır 265 .
Sir O’conor’a göre Almanya’nın Osmanlı Devleti üzerinde nüfuzunun
artması sonucu İngiltere Orta Doğu’dan elde ettiklerini kaybetmek üzeredir.
Osmanlı Devleti’nin Alman ve Fransız etkisiyle son derece borçlandırılması bir kaos
ortamı yaratacak ve İngiltere bundan hiçbir kâr elde edemeyecektir 266 .
264
Earle, a.g.e., s.207.
Ulubelen, a.g.e., s. 13-14.
266
Ali Kemal Meram, Belgelerle Türk- İngiliz İlişkileri Tarihi, İstanbul-1969, s.173-174.
265
115
İngiltere, Bağdat demiryolu projesinin gerçekleştirilmesini 1913 yılına kadar
sürdürmüştür. 1913 yılında Osmanlı Devleti, İngiltere’nin demiryoluna muhalefetini
ortadan kaldırmak için çeşitli ödünler vermek zorunda kalmıştır. Buna göre
demiryolu Basra’da sona erecek, Dicle ve Fırat nehirleri ile Şattü’l-Arap üzerinde
taşıma tekeli Osmanlı Devleti’nin %50 hissesiyle katılacağı bir İngiliz şirketine
bırakılacaktı. Ayrıca Bağdat demiryolu yapımına çıkarları nedeniyle en çok karşı
çıkanlardan Lynch kardeşlerin ayrıcalıkları korunacaktı. Osmanlı Devleti, Kuveyt
üzerinde İngiliz himayesini kabul ediyordu. İngiltere ise Osmanlı gümrüklerinin %4
oranında arttırılmasını kabul ederek demiryoluna muhalefetten vazgeçiyordu.
İngiltere ve Almanya’da 15 Haziran 1914’te anlaşma yapmışlar, buna göre
demiryolu Basra’da kalacak, İngiltere’nin izni olmaksızın Körfez’de liman inşa
edilmeyecekti. Ayrıca 19 Mart 1914’te petrol konusunda da anlaşmaya varmışlar ve
Mezopotamya
petrolünün
%25’i
Almanya’ya
verilmiştir.
İngiltere
artık
Almanya’nın Basra Körfezi’ne inmesine engel olamayacağını görerek hiç olmazsa
yoluyla bu ilerleyişin kendi kontrolünde olmasını istemiştir.
Türkiye üzerinde şiddetli bir İngiliz-Alman rekabeti meydana getiren Bağdat
demiryolu hattı, Alman nüfuzunun dayanaklarından biri olarak planlanmıştır 267 .
1914’te İngiltere ve Almanya anlaşmasına rağmen bu tarihe kadar Orta Doğu
coğrafyasında ortam çoktan kızışmış ve bu anlaşma I. Dünya Savaşı’nın çıkmasına
engel olamamıştır.
İngiltere, Alman demiryolundan sonra Basra Körfezi’nde bir Alman üssünün
kurulmasından korkuyordu. Lord Lawsdone’un 5 Mayıs 1903’te Lordlar
Kamarası’nda yaptığı açıklama, İngiltere’nin bölgedeki diğer güçlerin faaliyetleri
hakkındaki tavrını açıkça ortaya koyarak, herhangi bir yabancı gücün bölgede bir
donanma üssü veya müstahkem mevki oluşturma çabalarını İngiliz çıkarları için
ciddi bir tehdit olarak gördüklerini ve bunu engellemek içinde bütün güçlerini
kullanacaklarına dair tavırlarını açıkça ortaya koymuştur 268 .
267
268
Doğan Avcıoğlu, 31 Mart’ta Yabancı Parmağı, Ankara-1969, s.22-23.
Soy, a.g.e, s.199.
116
Almanların Basra Körfezi’ndeki ilk faaliyetlerinde İngiltere asıl rakibi olarak
Rusya’yı gördüğü için fazla tepki göstermemiştir. Fakat Almanların bölgedeki
faaliyetleri doğrudan İngiltere çıkarlarına zarar vermeye başladığında İngilizler önce
Almanların faaliyetlerini almıştır. Bu yıllarda Hindistan ve Ortadoğu’yu özel ilgi
alanı kabul ederek Basra Körfezi’nde İngiliz kontrolünün gerekliliğini ve Hindistan
müdafaasının güçlendirilmesini savunarak İngiliz politikasını yönlendiren Lord
Curzon idi 269 .
Basra Körfezi’nde, Bağdat demiryolunun bitiş noktası ve özellikle Alman
ticarî ajanlarının bölgede yoğun faaliyet göstermeye başlaması üzerine ortaya çıkan
İngiliz-Alman sürtüşmesi I. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde imzalanan ve
İngiltere’nin Alman Bağdat demiryoluna koyduğu engeli kaldırması ve Almanya’nın
Basra’daki İngiliz hakimiyetini tanımasıyla sonuçlanan 15 Haziran 1914’teki
anlaşmayla sona ermiştir.
1870’lerden sonra Almanya’nın yükselişi Avrupa dengesini altüst etmiştir.
İngiltere, Almanya’nın emellerine karşı yeni düzenlemeler yapmak zorunda kaldı.
İngiltere, Almanya’nın Ortadoğu’da nüfuzunun artması sonucu bu bölgedeki
çıkarlarını korumak için müttefik arayışına girmiştir. Bunun için İngiltere, Fransa ve
Rusya ile Ortadoğu’da mücadele içerisine girerken bu kez bu devletlerle aralarında
sorunları olduğu sömürgeleri üzerinde anlaşarak Almanya’ya karşı güç birliği
yapmaya çalışmıştır. İngiltere Ortadoğu bölgesinde ve Boğazlarda uzun süre
Rusya’ya karşı mücadele vermiş, hatta bu devletin yayılmacı politikalarını
engellemek için Osmanlı Devleti ile Rusya arasındaki savaşlarda Osmanlıyı
desteklemiştir. Ancak yükselen yeni sömürgeci güç bu devletleri bir araya
getirmiştir ve bir nevî I. Dünya Savaşı’nda devletlerin durumunu belirlemiştir.
İngiltere artık Rusya’yı Boğazlardan uzak tutma politikasını değiştirmiştir.
Almanya’nın uyguladığı yeni sömürgecilik anlayışı bütün Güneybatı
Asya’da olumlu sonuçlar vermişti. Almanya’nın sömürgeciliğe getirdiği yabancı
269
Cezmi Eraslan, “Irak’ta Türk-İngiliz Rekabeti (1876-1915)”, İÜEF Tarih Dergisi, İstanbul-1994,
s.233.
117
ülkelerin pazarlarını elde etmek emperyalizminin yeni ve kolay bir konseptiydi. Bu
yöntem ucuzdu, aslında kendi masraflarını karşılıyordu, diplomatik ve askerî riskler
taşımıyordu. Böylece Yakındoğu’da Alman nüfuzu oldukça hızlı ilerledi. Almanya
Bağdat demiryolu projesiyle Basra Körfezi ve Ortadoğu’ya sızmak istiyordu. Bu da
İngiltere ve Rusya’yı endişelendiriyordu.
Bağdat demiryolu İngiltere Aydın, Fransa Kasaba demiryolu hattından farklı
bir nitelikteydi. Bu iki hat verimli bölgelerin ürünlerini kolay yoldan batıya
aktarılacak yatırımlardı. Oysa Bağdat projesi işlenmeyen zenginlikleri istismar
edecek altyapısal tesislerinde birlikte kurtulacağı bir büyük yatırımlar grubunu
öngörüyordu 270 .
Suriye-Irak ve Anadolu bölgesi Rusya’ya kadar tahıl üretilebilecek bir depo
idi. Musul-Kerkük’ün Bakü’den on kat fazla petrol elde edilebilecek bir bölge
olduğu o zamanda tahmin ediliyordu. Ayrıca Mezopotamya pamuk tarımı ve taş
kömürü yatakları yüzünden zengin bir bölge idi. Almanya ciddi bir petrol arama
girişimindeydi. 1901 yılında Groskopf Bergingen’nin raporunda İskenderun, Halep,
Birecik, Urfa, Siverek ve Diyarbakır bölgesinde iyi petrol kaynağı bulunmadığı
bildiriliyordu. Almanlar, 4 Ocak 1901’de çıkarılan bir irade ile bu bölgeyi
taramışlardı. Buna karşılık Kerkük’ün 15 km. kuzeyinde zengin kaynaklar olduğu
ilkel biçimlerde çıkarılan ve temizlenen petrolün miktar ve kalitece Bakü
petrollerinden aşağı kalmadığı, yapılacak demiryolu ile bu kaynaklardan etkin bir
biçimde yararlanmanın mümkün olduğu belirtiliyordu 271 . Almanya petrol işine el
attı ve Deutsche Bank bölgede petrol arama ve çıkartma imtiyazını elde etti.
270
271
Ortaylı, a.g.e., s.131.
Ortaylı, a.g.e., s.133.
IV. BÖLÜM
OSMANLI DEVLETİ'NİN BASRA POLİTİKASI VE İNGİLTERE
4.1. İNGİLTERE’NİN BASRA’YA YERLEŞMESİ
İngiltere, Hint Okyanusundan Basra Körfezi’ne ulaşan deniz ticaretini
kontrol altına almak için XIX. yüzyılın ilk yarısından itibaren Ortadoğu’da nüfuz
alanları oluşturmaya ve Arap yarımadasının Osmanlı Devleti sınırları dışındaki
güney kıyılarına yerleşmeye başladı 272 . İngiltere, Hindistan’ı ele geçirdikten sonra
bu bölgeye giden yolları koruma altına almak istemiştir. Bu istek İngiliz devlet
politikası haline gelmiştir. İngiltere’nin bu politikası da bütün XIX. asır boyunca
sürmüştür.
Hindistan’a giden en kısa yol ise Osmanlı topraklarından geçiyordu. İngiltere
bu yolu güvenlik altında tutabilmek için Basra Körfezi ve Mezopotamya’ya
yönelmiş, ve buraya müdahale etmek isteyen bütün devletlerle mücadele içerisine
girmiştir 273 .
XIX. yüzyılın ilk yarısında Hindistan’ın yol güvenliğini Rusya tehdit
etmiştir. Rus emellerinin İngiltere’nin çıkarlarına zarar vermesinden dolayı iki
devlet arasında sürtüşmeler olmuştur. İngiltere Rusya’ya karşı bir yandan Osmanlı
Devleti’nin toprak bütünlüğünü korurken diğer yandan da Osmanlı Devleti’nin
toprakları üzerinde bulunan ve hakimiyeti belirsiz olan stratejik yerlere yerleşmeye
çalışmıştır 274 .
İngiltere’nin Hindistan’a giden yolun güvenliğini sağlamak için işgal etmek
istediği alanlar Cebelitarık Boğazı, Malta Adası, İyonya Adaları, Girit ve Kıbrıs,
Süveyş Kanalı ve Aden Boğazı olmuştur.
272
Tufan Karaarslan, Ortadoğu’nun Coğrafyası, Konya-1998, s.43.
Tevfik Çavdar, Osmanlıların Yarı- Sömürge Oluşu, İstanbul-1970, s.120.
274
Süleyman Kocabaş, Hindistan Uğruna Yapılanlar İngiltere ve Hindistan, İstanbul-1987, s. 85.
273
119
İngiltere güneyde ilerleyişini ve hakimiyetini ilk önce 1704’te ispanya
Veraset Savaşları sırasında Cebelitarık Boğazı’nı işgal edip İspanya’ya 1813’tede
Trait de D’Utrekt Antlaşması ile Cebelitarık ve Minerko Adası üzerindeki
hakimiyetini kabul ettirdi 275 . Daha sonra 1839’da Aden’i kontrolüne aldı 276 . Süveyş
Kanalı’nın Fransa tarafından açılması sonrasında İngiltere gözlerini bu kanalı ele
geçirmeye çevirdi. İngiltere, Aden’i aldıktan sonra kuzeydoğuya doğru sürekli bir
genişleme politikası gütmüştür 277 .
İngiltere, Basra’da ise varlığını 1639’da Doğu Hindistan Kumpanyası’nın
Basra ile ilgili teşebbüslerde bulunmasıyla varlığını göstermiş, ileriki yıllarda ise bu
coğrafya Hindistan kumpanyasının en önemli merkezi haline gelmiştir. Osmanlı
Devleti’nin zayıflamasının verdiği avantajla İngiltere Basra körfezi’nde yerleşmek
için uygun zemini bulmuştur. Almanya’nın Bağdat demiryolu imtiyazını almasıyla
Basra bölgesinde İngiltere’nin varlığı tehdit altına girmiş ve bu iki devlet arasında
rekabet hat safhaya ulaşmıştır 278 .
Basra coğrafyası düşünüldüğünde stratejik önemi bulunan Bahreyn
1820’lerde İngiltere’nin ilgisini çekmiştir. İngiltere yaptığı siyasal ataklarla 1856,
1861 ve 1868’de bu bölgede nüfuzunu arttırmıştır. İngiltere 22 Aralık 1880’de
Bahreyn şeyhiyle bir anlaşma yapmıştır. Buna göre Bahreyn Adaları İngiltere’nin
korumasına girmiştir. Bahreyn şeyhi İngiltere’nin izni olmadan hiçbir devletle
anlaşma yapmayacaktı. Osmanlı Devleti bu anlaşmayı hiçbir zaman kabul etmemiş
ancak içinde bulunduğu zamanın şartlarında askerî ve siyasî gücü yetmediği için
İngiltere’nin de yaptıklarının önüne geçememiştir. Örneğin 11 Ağustos 308(?)cevap 21 ağustos tarihli Bahreyn’e ait bir geminin kaçırılmasına dair bir belgenin şu
şekilde özeti verip yorumlayabiliriz: Ahmet b. Selman adında bir isyancı Katif
çevresinde bir takım bedevileri toplayarak yağma ve hırsızlık işlerine girişmiş
Bahreyn ahalisine ait büyük bir gemiyi dahi eline geçirip Bahreyn Ceziresi’ndeki
275
Kocabaş, a.g.e., s.85.
Çavdar, a.g.e., s. 85.
277
İ. Süreyya Sırma, Osmanlı Devleti’nin Yıkılışında Yemen İsyanları, İstanbul-1994, s. 99.
278
Kocabaş, a.g.e., s. 88-89.
276
120
İngiliz vekili tarafından durum bildirilmiş olup, Necid Mutasarrıflığına da durum
izah edilerek bölgede bulunan İngilizler Osmanlı mercilerinden eşkiyanın
tutuklanması ve geminin iade edilmesini istemişler ve Osmanlı’nın gelişen
hadiselerin bilgilerine sunulmasını istiyorlar Basra ve Necid’den gelen bu haberler
neticesinde Osmanlı her zamanki gibi uzlaşma yolunu seçmiş Dahiliye Nezareti
tarafından durum İngiltere hükümetine bildirilirken de sorun yaşanmıştır. Sorun
şudur ki, İngiltere’nin Osmanlı hakimiyetinde bulunan bir bölgede ‘ İngiliz vekil
Bahreyn Vekili’ olarak kendini tanıtmıştır. Osmanlı bürokrasisi bu durumu hoş
karşılamamıştır. İkincisi kendi iç işlerinde İngilizlerin emir vermesinden
hoşlanmamışlardır. Amaç burada İngiliz hakimiyetini pekiştirmek için göstermelik
bir hadise yaratmak da olabilir her halükârda İngiltere’nin Bahreyn’de hakim kuvvet
olarak kendini göstermesi karşısında yasal olarak kendi mülkiyetimizde sesimizi
çıkaramamışız 279
Yine Basra bölgesinde İngiliz hakimiyetinin oturduğuna dair bir kanıt niteliği
taşıyan bir belgede 29 Teşrin-evvel 318 tarihli belgedir. Belge kısaca şöyledir: 318
yılında Osmanlı Devleti, Katif ile Kuveyt arasında bir nahiye kurulmasına karar
veriyor. Buna İngilizler, o bölgedeki düşünceleri göz önüne alındığında karşı
çıkmışlardır. Osmanlı Devleti Necid Mutasarrıflığı’ndan bir vekil ( müdir ) tayin
etmek istemişti. Aynı zamanda bir de bu bölgede jandarma bulundurulmasını
istiyorlar Osmanlı Devleti ancak 320 senesinde buraya jandarma göndermiştir. 280
Buradan da anlaşılacağı üzere bölgedeki İngilizlere Osmanlı sözünü geçirememiş
geçirse de buradaki kurulan nahiyeden istenilen sonuç alınamamıştır.
Daha önce sözünü ettiğimiz Kuveyt Meselesi’nde de durum farklı
değildir.Küveyt gerek Bağdat Demiryolları kurulmadan gerekse kurulduktan sonra
Osmanlı ile İngiltere arasında sürekli çekişme mevzuu olmuştur. Burada
hakimiyetini perçinlemek isteyen daha doğrusu burasının kendi hakimiyetinde
olduğunu ispatlamaya çalışan Osmanlı Devleti, karşısında İngilizler tarafından
ayaklandırılan yerli aşiret reislerini bulmuştur. Buna dair belgeyi burada sunmak
279
280
BOA, DH MKT,574 113 1320 C 24.
BOA, DH TMK S/40/38/1320.Ş.21.
121
istiyorum. 5 Şubat 317 senesinde Basra ve Katif Mutasarrıflığı’ndan Sadarete
(dahiliye Nezaretine) sunulan bir belgedir: Necis sahillerinde günden güne kazanılan
ehemmiyet Necid şeyhlerinden olup Kuveyt’te ikamet eden İbn Reşid Aşireti’ne
geçen Abdülaziz el-Faysal’ın pederi Abdurrahman el-Faysal’ın İngilizler tarafından
tahrik ve teşviki ile Katif ve civarını zapt edip idarede de Kuveyt gibi müstakil bir
hükümet tesis ederek Mübarek el-Sabah benzemeye çalıştığı, bazı para kaynaklarını
istila ettiği, Zehaf’tan gönderilmesi gereken tabur ve bölüğü hareket ettirtmeyerek
para meselesine dair Bahriye Nezaretinden alınan telgrafnamede 315 senesinden
kalan paradan 80 bin guruş ödemedikçe Zehaf Vapurunu hareket ettirmeyeceği,
ancak bunun mümkün olmadığının bildirildiği
kendisinden para koparmak
maksadıyla Basra Bahriye komodorunu gaflete düşürüp askerin geciktirilmesine
sebep olduğu, asker oraya varmadan oranın ele geçirilmesine fenalık ortaya çıkacağı
bundan dolayı kumandanın mesuliyet kabul etmediğine dair telgraf. 281 Görüldüğü
üzere Osmanlı Devleti kendisine bağlı küçük bir aşiret şeyhine dahi mesafenin
uzaklığı
ve
aşiretin
arkasında
İngiltere’nin
olmasından
dolayı
sözünü
geçirememiştir.
Basra’nın bir diğer stratejik mevkiî olan Katar’da İngiliz hakimiyetine XIX.
yüzyılda girmiştir. Bu yüzyılın sonlarında Katar’ın yönetici ailesi olan El-Sani
Aşireti reisi İngiltere ile anlaşma yaparak İngiltere’nin izni dışında hiçbir devletle
anlaşma yapmayacağı kararı almıştır 282 .
İngiltere XVIII. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin büyük kısmında egemen güç
olmuş, Akdeniz ve çevresinde ticarî imkanlar ve ticaretin seyrinde hakimiyeti eline
geçirmiştir. Hindistan’a giden iki yoldan birincisi Basra Körfezi’nden diğeri
Kızıldeniz’den
geçmekteydi.
Güneydoğu
Asya’daki
Malaka
Boğazı’ndan
Hindistan’a ve oradan batısındaki Malabar sahillerinde bulunan limanlardan Basra
Körfezi’ne ve Irak’taki Dicle-Fırat Nehirleri ve kervanları vasıtasıyla cereyan eden
bu ticaret Suriye limanlarına intikal etmekteydi. Diğer yol ise, Kızıldeniz yolu ile
Süveyş’i oradan karayolu ile İskenderiye’ye gitmekteydi. İskenderiye ile güneydoğu
281
282
BOA, MKT 2592 34 1319 Za 15.
Zekeriya Kurşun, “Katar” mad., s.421.
122
Anadolu sahilinde bulunan İskenderun arasındaki limanları bu ticaretin varlığı en
önemli maddelerini şeker, fil dişi, hurma, turunçgiller, pamuk, madenler, değerli
taşlar, çeşitli boyalar ve baharat teşkil ediyordu. Bunun yanında esir ticareti de
yapılıyordu 283 . İngiltere buradaki ticareti ele geçirmek için önce Hollandalılarla
sonra da Fransızlarla mücadele etmiştir 284 .
İngilizler, Hindistan’a gidecek kısa bir yol ararlarken Süveyş Kanalı’nı
açmayı düşündüler. Ancak yeni bir Boğazlar meselesi oluşur endişesiyle vazgeçtiler
ve demiryolu projeleri üzerinde yoğunlaştılar. 1850’den sonra Akdeniz’in İran
Körfezi’ne kısmen demir, kısmen nehir yolu ile bağlanması fikri gündeme geldi. Bu
yol, İskenderun Körfezi’nden başlayıp Mezopotamya’ya ulaşacak, Bağdat civarına
ve oradan Dicle ve Fırat’ın buluştukları yer olan Korna’ya ya da Basra’ya kadar
gelecekti. Ancak bu proje de İngilizler tarafından gerçekleştirilememiş, sonuçta
Almanlar tarafından yapılmıştır 285 .
İngiltere ilk kez 1787 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Rusya’ya verdiği
ültimatomla Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğüne duyduğu ilgiyi göstermiştir 286 .
XVIII. yüzyılda İngiltere’nin Ortadoğu’da en büyük rakibi Fransa olmuştur. 1798
yılında Mısır’ın Fransa tarafından işgali ile Türk-İngiliz ilişkileri başlamıştır. Ayrıca
İngiltere her zaman için Hindistan yol güvenliğinden dolayı Mısır’ı ele geçirmeyi
düşünmüş ve Fransa ile bu sebeple mücadele etmiştir. Fransa Osmanlı
topraklarındaki işgalleri sırasında İngiltere Osmanlı ile ilk 1799 yılında Fransa’ya
karşı ittifak anlaşması imzalamıştır 287 .
Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa Osmanlı’ya karşı ayaklandığında Osmanlı
Devleti kendisini yalnız bulduğundan ittifak arayışına girişmişti. İngiltere
Avrupa’daki
siyasî
gelişmeleri
dolayısıyla
Osmanlıya
yardımda
çekimser
davranmıştı. Ancak Mehmed Ali İsyanı büyüyüp Osmanlı zorunlu olarak Rusya ile
283
Cengiz Orhonlu, Habeş Eyaleti, İstanbul-1974, s.2-4.
Orhonlu, a.g.e., s. 131.
285
Mübahat Kütükoğlu, Osmanlı-İngiliz İktisadî Münasebetleri, C.II, İstanbul-1976, s.76-78.
286
Rıfat Salim Burçak, Türk-Rus-İngiliz Münasebetleri 1791-1941, İstanbul-1946, s.11-13.
287
Nihat Erim, Devletlerarası Hukuk ve Siyasî Tarih Metinleri, C.1, AÜHF y., 1953, s.200.
284
123
ittifak yapıp üstüne üstlük 8 Temmuz 1833 yılında Hünkar İskelesi Antlaşmasını
imzalayınca İngiltere, Rusya’nın Akdeniz’e inmesinden endişe etmiştir 288 . Hünkar
İskelesi Antlaşması İngiltere’nin Yakındoğu’daki çıkarlarını ciddi şekilde tehdit
ediyordu.
1838 yılında Türk-İngiliz ticaret antlaşması imzalanmıştı. Bundan bir yıl
sonra Mehmed Ali Paşa aralarında çıkan anlaşmazlık ve savaş sonrasında Osmanlı
yenilince İngiltere’de dahil Avrupalı devletler Osmanlı’ya yardım ettiler.
Arkasından 13 Temmuz 1841’de Londra’da bir Boğazlar Sözleşmesi imzalandı 289 .
Bu sözleşme ile Boğazların statükosu tekrar belirlendi ve uluslar arası bir özellik
verildi.
1869 yılında Süveyş Kanalı’nın açılması ile Akdeniz’de stratejik ve ticarî
yolların bütün ağırlığı kanal cihetinde toplanmıştı. İngiltere bunu anlayınca, buradan
istifade eden ilk devlette yine İngiltere olacaktı. Mısır Hidivi İsmail’in borçlu olması
sebebi ile maliki bulunduğu Kanal Kumpanyası hisse senetlerini satışa çıkardıktan
on gün sonra İngiltere satın almıştır 290 .
İngiltere için Hindistan’a ve Uzakdoğu’daki sömürgelere ulaşım aşçısından
vazgeçilmez bir konumda olan Mısır, 1869 yılında Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla
önemini bir kat daha arttırmış ve bu tarihten sonra İngiltere burada etkin bir konuma
gelmeye başlamıştır. 1875 yılında, Mısır hidivlerinin kontrolsüz bir biçimde
borçlanmalarını ve sonuçta borçlarını ödeyemez hale gelmeleri neticesinde Süveyş
Kanalı’nın ellerindeki hisselerini satışa çıkarmaları fırsatını İngiltere kaçırmamış ve
Süveyş Kanalı’nda önemli miktarda hisse senedi satın almışlardır ve bu tarihten
itibaren İngiltere’nin Mısır’daki hedefi, buradaki İngiliz etkisini korumak ve daha da
arttırmaktır 291 .
288
Nihat Erim, a.g.e., s.297-299.
Erim, a.g.e., s.311-313.
290
Reşat Sagay, XIX ve XX. Yüzyıllarda Büyük Devletlerin Yayılma Siyasetleri ve Milletlerarası
Önemli Meseleler, Türkiye İş Bankası y., İstanbul-1970, s.465.
291
Hacı Bayram Soy, Almanya’nın İngiltere İle Osmanlı Devleti Üzerinde Nüfuz Mücadelesi (18901914), Basılmamış Doktora Tezi, Ankara-2002, s.116.
289
124
Britanya’nın Basra Körfezi’nde ticaret ve ulaşım alanında kurduğu
egemenlik Kuveyt üzerinde yoğunlaşıyordu. Burada adeta fiili bir protektora kuran
İngilizler
Kuveyt
emiri
Mübarekü’s-Sabah
ile
anlaştıklarından
körfezdeki
egemenliklerinin siyasal yönden de perçinlemek gayretine düştüler. Kuveyt
emirliğinin Osmanlı egemenliği altındaki durumunun ne olduğu bugün bile
meçhuldür. Kuveyt vergi vermezdi. Bölgede hiçbir Osmanlı askerî birliği yoktu ve
Osmanlı hakimiyetini belirleyen tek alâmet, İstanbul’dan tayin edilen bir kadı idi.
Fazladan Kuveyt emiri Mübarekü’s-Sabah’ın İngiliz protektorasını kabul eder
durumundan dolayı Osmanlı yönetimi bölgeye buğday bile vermiyordu. Böylece
Bağdat valisinin bu ambargosu ile bölgenin bağımsızlığı zaten kabul edilmiş
oluyordu 292 .
Bu konuda yabancı devletler de durumu kabul ediyordu diyebiliriz nitekim
Fransız Matin gazetesi 2 Teşrin-evvel 1901 tarihli yazısında “ Basra Körfezi’nde
çıkan olaylar üzerine Osmanlı Devleti’nin hakimiyet hakkını kullanarak Küveyt’te
hakim olmak istediğini ancak İngilizlerin sert tepkisi sebebiyle bir şey
yapamadığını, Almanlarında bu durumdan rahatsız olduğunu bildirmiştir.” 293
Almanya bu sırada demiryollarının bitiş noktası olarak Küveyt’i düşündüğü
hatırlanmalıdır. Yine 3 Şubat 315 tarihli bir belgeden anlaşıldığı üzere İngilizlerin
kışkırması sonucu Küveyt’te Mübarek el-Sabah’ın ayaklandığı, Osmanlı’nın bu
durumda Sabah’a ‘Mir-i Miran’ rütbesi ve nişan ile taltifi aynı zamanda senelik
verilirken kesilen 280 tonito hurmanın geri verilerek Sabah’ı ayaklanmadan vaz
geçirmek istediği de unutulmamalıdır. 294
Farklı bir belge olması açısından 2 Temmuz 317 tarihli bir belgeyi de yine
Küveyt meselesi açısından incelemekte fayda vardır. Belge şu şekildedir:
İngiltere’nin Ara Makizi Kumandasındaki Kelavila adlı vapuru Küveyt’e uğramış
bundan iki gün önce Basra’da cereyan eden muharebeye tahkikata nazaran
Kuveyt’ten ırak ve Hint pirinci almıştır. Almak da zorluk çıkaran görevlilere aldırış
292
Ortaylı, a.g.e., s.141.
BOA, HR SYS 95 6.
294
BOA, DH MKT 2306 98 1317 L 15.
293
125
etmiyorlar. 295 Bir nevi zor kullanarak bölgede istedikleri gibi hareket eden ve
Küveyt’i de kendi toprağı gibi gören İngilizler burayı savaşlarda erzak deposu olarak
da kullandıklarını anlıyoruz.
4.1.2. İngiltere’nin 1877 Sonrasındaki Politikası
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonrası Osmanlı İngiltere ilişkilerinde bir
dönüm noktası olmuştur. Bu zamana kadar Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünü
koruyan bir politika izleyen İngiltere bu siyasetini değiştirmiş, Osmanlı Devleti
çökmesinin kaçınılmaz hale geldiğini anlamıştı. Bu ayakta tutulması imkânsız
enkazı ayakta tutmaktansa, İngiliz menfaatlerini gözetecek bir şekilde kısmî bir
taksime gitmekte fayda vardı 296 .
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Osmanlı Devleti’nin ağır bir yenilgiye
uğraması neticesinde Ruslar Yeşilköy’e kadar gelmişti. İşte bu devrede Osmanlıİngiltere arasında, sözde İngiltere’nin Osmanlı’ya yardım edeceğine dair verdiği
vaadle, bir anlaşma imzalandı ve İngiltere Berlin Antlaşması’nda Osmanlı tarafına
yardım edeceği vaadiyle Kıbrıs’ı işgal etti. İngiltere’nin Berlin Antlaşmasında
yardım etmediği görülüyor. Ancak bu dönemde yani 1878’li yıllar İngiliz devlet
adamlarının Sultan Abdülhamid’e laiha verdiği de bir dönemdir. Sözünü edeceğimiz
devlet adamı İstanbul Büyük Elçisi Henry Layard’tır. Layard’ın layihası ( fi 27
Temmuz 94) Osmanlı Devleti’nin bir çok konusunda bilgi ve tavsiye vermekle
birlikte, tezimizi ilgilendiren Fırat ve Dicle Havzası, Demiryolları ve bedeviler ile
Basra coğrafyasıyla alakalı bölümlerdir. Bu bölümler ile ilgili kısımları aşağıda
veriyorum.
“ …Hindistan’a mümted olan birbirine refik iki büyük caddenin birbirine Devlet-i
Aliyyeninmâlik olmasında politika ve ticaretçe ne derecede ehemmiyet olacağı
tariften müstağnidir. Böylece bu caddeden cümleden ziyâde istifade edecek İngiliz
devleti olacağından, İngilizlerin menâfi-i mahsusasına dahi imrâr edeceği şu
295
BOA, DH MKT 2512/73/1319.R.5.
Abdurrahman Çaycı, Büyük Sahra’da Türk-Fransız Rekabeti (1858-1911), TTK y., Ankara-1995,
s.55-56.
296
126
mem’alik-i cesime kuvvetli müstakil dost bir devletin yedd-i iktidarında bulunsun.
Hatta İngiliz Devleti ittifakı cihetiyle dahi devlet-i aliyyeyi düşmanlarından
muhahazaya hazırdır. İşte bu sebeple ve iki büyük maksada mebni Haziran dört
muahedesi zat-ı şahaneleri ile tanzim olunmuştur. Maliyecesi, Anadolu, Arabistan
ve Suriye vilayetlerinden geçen bir şimendifer Hazine-i Şahanelerine varidat-ı
cesime hasıl eder. Çünkü bu şimendifer ile evvela bu üç vilayet-i cesimenin yekdiğerleriyle seri ve sehil ve vasıta-ı ihtilâtiye hasıl eder. Çünkü be şimendifer ile
evvela bu üç vilayet-i cesimenin yek-diğerleriyle seri ve sehil ve vasıta-i ihtilâtiye
hasıl olur ve birçok ticaret kapıları açılarak bu üç vilayet mahsülleri büyük revaç
bulur ve havas u âvâm birçok kâr ve kesb hâsıl olur. Bundan ma’ada el-yevm vahşi
kabileler mekânı olan bu vilâyât-ı cesime rabıtalı ve mütemeddin ve sahib-i kudret
sekene davet olunup ikâmet ederler. Dicle ve Fırat Nehirleri üzerinde olan seyr-i
sefâyin dahi dikkat-i azimeye şâyândır. Bu mesele mütebbirane âkilane hareketler
ile halolunabilir. Bu iki meşhur şehrin ticaretçe hâsıl edeceği menâfi-i cesime
hakkında ecnebi müteahhidlere her nasıl ise ziyâde bir ruhsat verilmedi. Ve bir
İngiliz Kumpanyası bu hususta büyük himmet edecek iken iki vapurdan ziyâde
istihdamına müsaade olunmadı. Bu makûle taksimatın da külliyen men’i hatta
sermeyedârânın ister yerliden olsun ister ecnebiden bu makûle ihdasata teşvik ve
tahrik kılınması kâr-ı akıldır. Mezkûr nehirlere ne kadar ziyâde vapur işletilse hem o
kadar ziyâde varidât hâsıl olur. Hem ahâli sevet ve saâdete mâlik olur. Ve umûm
memâlik ondan istifade eder. İmali mezkûr Dicle ve Fırat nehirlerinde kesret-i
ticaretden Bâb-ı Aliye hasıl olacak menâfi-i kesire-i maliyeden ma’ada nehirlerin iki
tarafında mukîm ehl-i arz ve kar-ı güzar ahâliler dahi bulunup, müddet-i medideden
beri oralarda müşahade olunan Şûreş ve ihtilattan dahi azâde olunur. Hülâfa-yı
muazzam-ı İslâmiyenin hükümet zamanlarında memâlik-i mezkûre ahalisinin ne
derece müteaddid ve san’atlı cedveller küşâd ederek arazileri sulattırmaya ve
mahsulatı cesime ve mütenevviaya muaffak olmuş oldukları bâlâda rivayet olundu
idi. mezkûr kanalların hatları hâlâ mevcuttur. Fakat dikkatsizlik ve ahaliden dolayı
bunların yatakları şimdi hep dolmuş kapanmış bunlar yeniden küşad olundukta el-
127
yevm çöl şeklinde bulunan bir takım arazi-yi vasia tekrar mahsûldar ve meyve-dâr
olabilir.” 297
Yazının günümüz Türkçesi ile anlatımı şöyledir: Fırat ve Dicle Nehirleri
arasında büyük gelir kaynakları vardır. Burası Osmanlı’ya aittir. Bağdat, Musul ve
Basra ve çevresi servetleriyle bütün alemde şöhret bulmuş büyük vilayetlerdir. Fakat
bu servet ve mamuriyet evvela İslam halifelerinin makûl tedbir ve iradeleri;saniyen,
memleketin tabi’i zenginliklerinin, gelir kaynaklarının çokluğu, nehirlerin gemi
nakliyatına müsaid olması, hesapsız kanal su terazileri sayesinde olmuştur.
…Bundan maada bu toprakların gayet verimli olması ve doğu ile batı
arasındaki ticaretin birleştiği noktada bulunması dahi, servet ve kuvvete delâlet eder
halbuki böyle topraklarınız halen çöl gibidir. Devlet hazinesine gayet az bir gelir
sağlamaktadır. Bunların geliri, Mısır’ın geliri ile mukayese edilecek olursa belki
daha fazladır. Fakat Bağdat, Musul ve Basra’da oturan ahalinin mal ve can emniyeti
pek az olduğundan, ziraat yapılamıyor. Bir takım yağmacı ve akıncı kabileler
sahralara inip, daima umumi emniyeti bozmaktadırlar.
…Fırat Nehri bu şehrin( Bağdat )aşağısında, yatağından taşmış ve nehir
ticaretine müsait olmaktan çıkmıştır. Burada bataklıklar meydana getirdiğinden,
şehrin havası da sıhhate zararlı hal almıştır. Terk ve ihmal edilen bu arazi üzerinde
eski mamur hali tekrar elde edilemez ise de, şüphesiz daha iyi bir vaziyete getirmek
her zaman mümkündür.
…Buralarda yapılmasına teşebbüs edilecek en mühim ve lüzumlu imar işleri,
gerek Anadolu gerek Arabistan menbalarının artırılması her şeyden önce,
İstanbul’dan Bağdat’a ve oradan da Basra Körfezi’ne kadar uzanacak bir demiryolu
hattının döşenmesine bağlıdır. 298
297
Hüseyin Çelik, “İngiltere’nin Sultan II.Abdülhamid’e Sunduğu Reform Paketleri” ,Tarih Toplum
Dergisi, S: 112 (Nisan-1993), s.247.
298
Münir Aktepe, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Islahı Hakında İngiltere Elçisi Layard’ın II.
Abdülhamid’e Verdiği Rapor”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, S:22, 1969,s.22.
128
…Dicle Nehri’nin doğu tarafında bir demiryolu yapılarak Diyarbakır,
Mardin,ve buralara emsâl daha bazı beldeler birbirine bağlansa, Anadolu tarafında
ticaret kapıları açılıp, buralara nice iş bilir insanlar davet olunur. Hülasa,
demiryolları, Osmanlı Devleti’nin Anadolu kıtasında bir şah damarı gibidir. Bunlar
bir takım kuvvetlerle Akdeniz’in doğu ve kuzeydoğu sahilleri ile de bağlanır.
Karadan Hindistan’a dahi öyle bir doğru yol açılır ki bu yolun önemi, İngilizler
kadar Türkleri de alakadar eder.
…doğruca Hindistan’a uzanacak iki büyük yoldan birine, Osmanlı
Devleti’nin sahip olması gerek siyaset, gerek ticaret bakımından sonsuz ehemmiyete
haizdir. Böyle bir yoldan, herkezden ziyade İngiltere istifade edeceğine için İngiliz
hükümeti, hususi menfaatleri dolayısıyle bu yolun geçeceği ülkenin, kuvvetli,
müstakil,ve dost bir devletin elinde olmasını arzu eder; hatta İngiltere hükümeti
ittifakı cihetiyle, Osmanlı İmparatorluğu’nun düşmanlarından muhafazaya da
hazırdır. İşte bu sebeple, iki büyük maksada dayanan 4 Haziran 1878 muahedesi,
Osmanlı Devleti ile tanzim edilmiştir. Anadolu, Arabistan ve Suriye vilayetlerinden
geçen bu demiryolu hattı, devlet hazinesine büyük gelir sağlar. Her şeyden önce bu
üç büyük vilayet birbirine gayet kolay ve süratli bir vasıta ile bağlanmış olur.
Böylece bir çok ticaret kapıları açılır.bu bölgelerin mahsülleri kıymet kazanır. Her
sınıf halk arasında alış-veriş başlar. 299
“…( Fırat ve Dicle) bu iki nehrin ticari bakımdan büyük menfaatler hasıl
edeceği şüphesiz isede yabancı mütehaahhidlere fazla bir ruhsat verilmemiştir.
…İslâm halifeleri döneminde, bu memleketin ahalisi bir çok yerlerde ve
gayet iyi şekilde kanallar açmış, topraklarını sulamak suretiyle de bol miktarda
çeşitli mahsul almışlardı. Söz konusu kanalların yolları el’an mevcuttur. Fakat ihmal
ve dikkatsizlik yüzünden bunlar dolmuş ve kapanmış olduğu için, istifade
edilemiyor. Bunlar yüzünden açıldığı takdirde, çöl olan bir kısım topraklar tekrar
maksûl ve meyve verebilir”300
299
300
Aktepe,a.g.m.,s.23.
Münir Aktepe,a.g.m.,s.24.
129
Belgelerden de anlaşıldığı üzere İngiltere Osmanlı Devleti’nin hemen hemen
her sahada durumunu iyi biliyor ve demiryolları başta olmak üzere Fırat ve Dicle
havzasını yakından takip eden bir politika güdüyordu. Fırat ve Dicle üzerinde
imtiyaz sahibi tek ülke o zamanda İngiltere idi. Osmanlı’nın demiryollarına dair
projeleri düşündüğü bir zamanda İngiltere’nin bu layihayı vermesi manidardır. Fakat
Osmanlı Devleti demiryollarına dair projeyi Almanlara vermekle İngiltere’yi hem
hayal kırıklığına uğratmış hem de Basra ve Çevresinde ve Fırat ve Dicle Havzasında
Almanya’yı İngiltere’nin karşısına rakip çıkarmıştır.
4.2.1. İngiltere’nin Basra’da Demiryolu Politikası
İngiltere’nin Hayfa-Şam, Mısır-Basra demiryolu yapımı gibi projeleri olmuş
ancak
II.
Abdülhamid
İngiltere’nin
Ortadoğu’da
nüfuzunu
artırmasını
istemediğinden buna izin vermemiştir. Ayrıca İskenderiye’den Bağdat’a ve Basra
Körfezi’ne demiryolu yapma projesi İngiltere’de gündeme geldiyse de Süveyş
Kanalı’nın açılması İngilizlerin Türkiye’de büyük demiryolu yapımı projelerini
ortadan kaldırmıştır 301 . Bundan sonra Süveyş Kanalı ile İngiltere’nin Orta ve
Uzakdoğu’daki sömürgeleri arasındaki mesafe kısalmış ve nakliye ücretlerinde de
önemli düşüşler olmuştur 302 .
İngiltere, Bağdat demiryolu projesine ilk başlar da temkinli yaklaşmasına
rağmen fazla tepki göstermemiştir. Çünkü bu sırada İngiltere’nin Basra ve
çevresinde birinci rakibi Rusya idi. Rusya’ya karşı Almanya’ya ses çıkarmamayı
uygun görüyordu. Bağdat demiryoluna özelilikle bölgede çıkarları zedelenen İngiliz
kapitalistleri karşı çıkmıştır 303 .
İngiltere, Almanların demiryolu imtiyazını alıp, Basra bölgesinde güç
kazanmasına karşı Fransa ve Rusya ile ittifak görüşmelerine başlamış, Almanları
Basra Körfezi’ne sokmamak için Arap milliyetçiliğini teşvik etmiştir. Böylece Türk
301
A.D. Noviçev, Osmanlı İmparatorluğu’nun Yarı Sömürgeleşmesi, çev. N. Dinçer, Onur y.,
Ankara-1979, s.75.
302
Rıfat Önsoy, Türk-Alman İktisadî Münasetleri, İstanbul-1982, s.103.
303
Edward Mead Earle, Bağdat Demiryolu Savaşı, çev. K. Yargıcı, İstanbul-1972, s.207.
130
– Alman
ittifakı zedelenecekti. İngiltere, Osmanlı Devleti yıkılana dek, Arap
milliyetçiliğini elinde bir koz olarak kullanmıştır 304 .
İngiltere, 1880’lerden itibaren Basra’da faaliyetlerini arttırmış, bu bölgede
Osmanlı Devleti ve İngiltere arasında bir nüfuz mücadelesi başlamıştır 305 . İngilizler
bu bölgede toprak işgali yerine yerel Arap liderleriyle anlaşma yolunu seçmiştir.
İngiltere, 1880’lerde Bahreyn Şeyhi ile bir anlaşma yapmış, Osmanlı’nın
burada hakimiyetinin bulunmadığını iddia etmiş ve Bahreyn’in bağımsızlığını
istemiştir. daha sonra bu siyasetini bölgedeki diğer şeyhliklere de uygulamış ve
şeyhliklere
İngiltere’den
başka
bir
hükümetle
siyasî
münasebette
bulunmayacaklarını taahhüt ettiriyordu. İngiltere, Basra Körfezi’nde nüfuzunu
giderek artırmakla beraber buradaki aşiretlere ve kabilelere gizlice cephane ve silah
satmıştır.
Demiryolları inşa planları çerçevesinde Avrupalı devletler birbirleriyle
mücadele içerisine girmiştir. İngiltere, Basra Körfezi’nde nüfuzunu genişletebilmek
için Arap şeyhleri arasındaki ihtilafları iyi değerlendirmiştir ve müdahalelerde
bulunmuştur 306 . İngiltere, Maskat imamına amcası vasıtasıyla baskı uygulamış ve
kendisine temayül etmesini sağlayarak Karun Nehri’nde gemi işletme imtiyazı elde
etmiştir. Kuveyt şeyhi mübarekle Necd hakimi İbn Reşid arasındaki mücadelede
Mübarek İngilizlere yanaşmıştır 307 . Böylece İngilizler bölgeye müdahale etme
fırsatını elde etmişlerdir.
Rusya’nın Ortadoğu üzerinde nüfuzunu Akd’den Suriye oradan Kuveyt’e
gidecek bir demiryolu projesi ile artırma çabaları Hindistan genel valisi Curzon’u
Hindistan’ın güvenliği bakımından telaşlandırmıştır. Bunun üzerine 23 Ocak
1899’da Mübarek ile İngiltere arasında gizli bir anlaşma yapılmıştır. bu anlaşmaya
304
Mehmet Kocaoğlu, Uluslar arası İlişkilerIışığında Ortadoğu: Parçalanmak İstenen Topraklar ve
İstismar Edilen İnsanlar, Genel Kurmay Basımevi, Ankara-1995, s.130.
305
Zekeriya Kurşun, Necid ve Ahsa’da Osmanlı Hakimiyeti: Vehhabi Hareketi ve Suud Devleti’nin
Ortaya Çıkışı, TTK y., Ankara-1998, s.151.
306
İdris Bostan, “Basra Körfezi’nin Güney Kesimi ve Osmanlı (1876-1908)”, Osmanlı Araştırmaları,
S:9., İstanbul -1999, s.313.
307
BOA, DUİT, 69/2.8. s
131
göre Mübarek, İngiliz hükümetinin onayını almadan hiç kimseye toprak vermeyecek
veya yabancı temsilci kabul etmeyecekti 308 . Buna karşılık şeyh yılda 15000 rupi
alacak ve gerektiğinde Hindistan hükümeti tarafından korunacaktı.
İngiltere, I. Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı Devleti ve Almanya ile İngiliz
çıkarlarını tanıyan bir anlaşma sağlamıştır. Osmanlı Devleti İngiltere ile ittifak
anlaşması yapmak isterken İngiltere bölgedeki yerini sağlamlaştırma amacı güderek
Osmanlı Devleti ile anlaşma imzalamıştır.
29 Temmuz 1913’te Osmanlı Devleti ve İngiltere arasında Basra Körfezi2ne
ilişkin bir anlaşma imzalandı
309
. Anlaşma, İran-Irak sınırının (Şattü’l-Arab)
düzenlenmesinin yanı sıra, Körfez’de başlıca Kuveyt ve Katar’da İngiltere’ye bazı
haklar tanıyordu. Ayrıca Osmanlı Devleti 13. madde ile Bahreyn Adası’nın
istiklalini tanıyor, ancak İngiltere, burayı işgal etmeyeceğini garanti ediyordu. Fakat
15. madde ise, Bahreyn tebaasının Osmanlı ülkesinde ecnebi muamelesi göreceği ve
İngiliz konsoloslarınca himaye edilebilecekleri öngörülmekteydi. Böylece Osmanlı
Devleti İngiltere ile ittifaktan uzak bir anlaşma elde ederken aslında İngiltere’nin
Basra Körfezi bölgesine biraz daha yerleşmesine razı oluyordu.
Osmanlı Devleti’nde ilk demiryolları Balkanlarda ve Ege bölgesinde ticarî
amaçlarla, İngilizler tarafından gerçekleştirildi. 1856 yılında Anadolu’da imtiyazı
verilen ilk hat İzmir-Aydın hattıdır. İngiliz grubuna verilen bu hattın inşasına
1857’de başlanmış ve 137 km.lik demiryolu daha sonra Sarayköy ve Dinar
istikametinde uzatılmış ve şubeleriyle birlikte 1888 yılında tamamlanmıştır.
İngilizler Adana-Mersin demiryoluna da sahiptiler. Fransız kapitalistleri de 168
km.lik İzmir-Kasaba (Turgutlu) hattını kontrol ediyorlardı. İzmir-Kasaba Demiryolu
Şirketi bu demiryolunu 1865’de uzattı. Şirkete daha sonra Manisa’dan 100 km.lik
bir şube hattı ile Soma’ya kadar uzatma imtiyazı verildi. 1866 yılında Kasaba’ya
kadar olan 27 km.lik diğer bir bölüm de işletmeye açıldı. 1911’e gelindiğinde bu hat
308
H. Bülent Demirbaş, Musul- Kerkük Olayı ve Osmanlı İmparatorluğunda Kuveyt Meselesi,
İstanbul-1991, s.102-103.
309
Ömer Kürkçüoğlu, Osmanlı Devleti’ne Karşı Arap Bağımsızlık Hareketi (1908-1918), Ankara
1982, s.55.
132
190 km.lik ilave Bandırma’ya kadar uzatıldı. Sonuç olarak Almanlar tarafından
İstanbul’dan itibaren Basra’ya doğru demiryolu inşa ve işletme imtiyazı verilmeden
evvel, Osmanlı ülkesinde İngilizler ve Fransızlar tarafından demiryolu inşa edilip,
işletilmeye açılmıştı. Ancak bu hatlar, Anadolu’nun batısında daha çok ticarî
amaçlarla inşa edilmişti ve İzmir limanlarına bağlantılıdır 310 .
Basra-Bağdat demiryolu doğuda Alman- İngiliz rekabetine sahne olmuştur.
İngiltere, Rumeli ve Batı Anadolu’daki yatırım alanlarından çekildiğinde gerek
Duyun-ı Umumiye’deki hisse senetlerini, gerekse İzmir-Kasaba gerekse MersinAdana demiryolunu başkalarına devrettiği vakitlerde bile Mezopotamya’daki
demiryolu girişiminden vazgeçmemiştir. Böyle bir girişimi Hint yolunun güvenliği
ve Basra Körfezi’nde kurmak istediği egemenlik için gerekli görüyordu. Bağdat’taki
Alman konsolosu Richarz 27 Ekim 1896’da Şansölye Hohenlohe Schiling Fürst’e
yazdığı raporda “İngilizlerin Diyarbakır-Musul-Bağdat hattı ile ilgilendikleri, bu
bölgede araştırma yaptıkları ve Townloy adlı bir İngiliz diplomatının bu bölgeden
geçecek bir İngiliz demiryolunun İngiltere’nin Basra Körfezi egemenliği için ifade
ettiği önemi belirten bir rapor hazırladığını bildiriyor. Bağdat hattının ana bölümü
olan bu bölge hakkındaki İngiliz niyetlerini hükümetlerinin dikkatine sunuyordu 311 .
İngilizler, Almanların yeni imtiyazlar elde ederek Osmanlı Devleti’nde nüfus
alanlarını genişletmelerine temkinli yaklaşıyorlardı. Deutsche Bank ve Anadolu
Demiryolları Kumpanyası’nın elde ettiği bu imtiyazlar özellikle İngilizlerin şiddetli
protestolarına neden oldu. Britanya Büyükelçisi Sir Phllip Currie derhal bu imtiyazı
önleme teşebbüsüne girişti. Büyükelçi “Anadolu demiryollarının imtiyazının Dinar’a
kadar uzatılması, doğrudan doğruya İzmit-Aydın demiryolları şirketinin nüfuz
bölgesinden geçecekti ve İngiliz ticarî çıkarlarını korumak için elimizden geleni
yaparız” diyerek Bab-ı Âli’yi protesto etti 312 .
310
Mehmet İşbirli, “Bağdat Demiryolunun Akdeniz Uzantısı Toprakkale-İskenderun Demiryolu”,
Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, S:23 (2004), s.216.
311
Ortaylı, a.g.e., s.115.
312
Ortaylı, a.g.e., s.124.
133
Bağdat demiryolu projesinin karar aşamasında ve anlaşma şartları ve
projenin görüşüldüğü dönemde İngiltere farklı bir siyasetle ortaya çıktı. Almanların
önerdiği şartlardan daha uygun piyon bir banker ile Osmanlı Devleti’ne yeni bir
teklif götürdü. İngiliz ajanı Rechnitzer adlı bir Macar bankeri İngiliz sermayesi
adına İskenderun ve Konya’dan Bağdat ve Basra’ya uzanacak bir demiryolu
projesiyle ortaya çıkmıştı. Osmanlı Devleti’nden hiçbir kilometre garantisi de
istemiyordu. Osmanlı Devleti gerçeği anlayınca teklif reddedildi.
Rechnitzer’in projesi aslında Almanların demiryolu imtiyazını sürüncemede
bırakmaya yönelik, İngiliz çabalarının bir ürünüydü. İngiltere’nin I. Dünya
Savaşı’na kadar Bağdat demiryoluna yaptıkları muhalefetin temelini, Basra
Körfezi’nin çıkış noktasını Almanlara kaptırmama endişesi oluşturmaktaydı. Çünkü
İngilizlerin dış politikaları, Hindistan yolu üzerindeki hakimiyetlerini tehlikeye
düşürecek bir değişikliğe şiddetle karşı koyma düşüncesine dayanmaktaydı 313 .
4.2.2. Kuveyt Sorunu
Uzun
yıllar
İranlıların
yönetiminde
bulunan
bölge
533’te
Halil
komutasındaki Arap ordularının eline geçti. XVI.yy.’da Portekizliler bir kale
yaptırarak burasını üs olarak kullandılar. Deniz ticaretinin gelişmesi ve İngilizlerin
Hindistan’a yerleşmesi Kuveyt’i Hindistan Akdeniz ticaretinde önemli bir konuma
getirdi. 1776’da Basra yeniden İran’ın eline geçti. 1793’te İngilizler Kuveyt’i büyük
bir liman haline getirdi. Kuveyt 1829’da Osmanlı egemenliğini kabul etti. Kuveyt
şeyhi ile 1845’te bir anlaşmaya göre şeyhin gemileri Osmanlı bayrağını taşıyacak
Bağdat limanı korunacak, buna karşılık da Osmanlı hükümeti şeyhe bir miktar para
verecekti. Kuveyt’in Osmanlı Devleti’ne bağlanması Midhat Paşa’nın Valiliği
döneminde oldu. Kuveyt Şeyhi Abdullah el-Sabah Midhat Paşa’nın Lahsa Seferi’ne
katıldı. Şeyh her işinde serbest kalmak koşuluyla Osmanlı Devleti’ne bağımlı
olmayı kabul etti. Kuveyt gemileri Osmanlı bayrağı taşıyacak, Şeyh Sabah’da
Kuveyt Kaymakamı unvanı taşıyacaktı.
313
Özyüksel, a.g.e., s. 146.
134
İngiltere’nin Kuveyt içerisindeki aşiretleri kışkırtarak burada yayılma
isteğine dair bir belgede İngiltere’nin emelleri şu şekilde anlatılmaktadır:
Yıldız Saray-ı Hümayunu Tercüme 314
“Kuveyt’e gelen yabancılar, bir tarafdan harp gemileri ile sahilde tahkimatlar
inşa ederken, diğer tarafdan aşiretleri birbirine karşı kışkırtmaktadır.Abdullah
Faysal’a
Kuveyt’i
vererek,
Osmanlı’ya
karşı
kendisini
kumandan
tayin
etmişlerdir.Abdullah’ın oğlu Abdülaziz ise köyleri ve aşiretleri silahlandırmak
suretiyle fitne yaymaktadır. Osmanlı’ya taraftar olanlar, gazetelere verilen yazılarla
tehdit edilmektedir.Basra’daki İngiliz konsolosunun, gerekli olan kuvvet ve sâir
şeylerin verilmesi için Mısır’daki İngiliz konsolosuna müracaat ettiği zan
olunmaktadır. İngiliz konsolosu, Emir Abdülaziz Er-Raşid’e de mektup yazıp cevap
istemiştir, fakat söz konusu kişi cevap yazmamıştır. Mübarek el-Sabah ve İbn-i Suud
önemli kişiler değillerse de, onları destekleyen devlet (İngiltere ) kuvvetlidir.
Aşiretlere gelince,bunlar asla müsterih değillerdir. Bu halin düzeltilmesi için mezkur
bölgeye devlete sâdık, güvenilir memurlar gönderilmesi ve fesat çıkaran emirlerle
görüşülmesi tavsiye olunur.
Nasır”.
1898’de Rusların Trablusşam’dan Basra Körfezi’ne bir demiryolu imtiyazı
almak istedikleri ve Almanların Konya’dan aynı körfezine inmek üzere Bağdat
Demiryolu imtiyazının müzakerelerini yapmakta oldukları bir sırada İngiltere, Hint
Denizi’nin bir koyu sayılan Basra Körfezi hakkında kaygılanmaya başlamış ve orada
herhangi bir yolunun varabileceği bölgede önemli bir deniz üssü ve liman olma
kabiliyetini taşıyan Kuveyt’e el koymaya karar vermişti. Bu düşünce ile 23 Ocak
1899’da İngilizler Şeyhiyle kesin olarak gizli kalmasına önem verdikleri bir anlaşma
yaptılar. 315
314
Y.PRK.BŞK 74 18 1322.
H.Bülent Demirtaş, Musul-Kerkük Olayı ve Osmanlı Devletin’de Kuveyt Sorunu, Arba y.,
İstanbul-1995,s.103.
315
135
Şeyh, İngilizlerce daima korunulmak ve onlardan yılda 1.500 altın İngiliz
Lirası almak karşılığında onların rızasını almadan kendi oymağı topraklarının hiçbir
kısmını kimseye satmamayı ve hiçbir yabancı mümessil ve memur kabul etmemeyi
üstlenir.
Şeyh Mübarek el-sabah Osmanlı Devleti’nde küstürmemek, üzerine
çekmemek ister.Kuveyt Emiri’nin bölgesindeki hükümranlığı, olay çıkarmadığı
müddetçe Osmanlı Devleti tarafından onaylanmamıştır.ancak emirin sorun
çıkarması merkezle arasının açılmasına sebep olmuştur.Osmanlı Devleti, emirin
Kuveyt’ten çıkarılması, kurduğu hükümetin dağıtılması ve Kuveyt’te sürekli devlet
gücünün bulundurulması yönünde harekete geçirilmesini istedi. Mabeyn’in emri
üzerine 6. ordu kumandanı Fevzi Paşa askeri birliklerle Kuveyt hareket etti bunun
üzerine Mübarek el-Sabah İngiltere’ye başvurdu Osmanlı hükümeti bölgenin artan
öneminin farkındaydı. Bunları kaybetmek istemiyordu.öte tarafdan İngiltere’yle bir
çatışmaya girmek istemiyordu.Said Paşa,
“ Kuveyt, Osmanlı Devleti için çok önemli bir önemli bir bölge ve Basra Körfezi’nin
en önemli limanıydı. Necd topraklarında anahtarı niteliği taşımaktaydı. Bağdat
Demiryolu da, tamamlandığında orada son bulacaktı.Bütün bunlardan dolayı
İngiltere öteden beri buraya göz dikmişti. Buraya asker sevki haberi ve emirinin
başvurması üzerine, İngiltere, sevkedilen askerin hemen geri alınmasını ve askeri
statükonun muhafaza edilmesini istemiş, aksi takdirde Kuveyt’i himaye altına
alacağını bildirmişti.” 316
Bunun üzerine gönderilen birlikler geri çekildi. 1901’de Necd Emiri
Osmanlı’dan aldığı destekle Mübarek el-Sabah çatışmaya girişti. Osmanlı
Devleti’nin Kuveyt’e gönderdiği savaş gemisi limanda bulunan bir İngiliz
kravazörünce engellendi.İngilizlerin Kuveyt’i ilhakından çekinen Osmanlı Devleti
askeri müdahaleden vazgeçti. Necd Emiri’nin geri çekilmesi için emir verdi. Bundan
sonra İngiltere’nin bu tahriki karşısında sorun çıkaran Mübarek’e Osmanlı Devleti
316
Demirtaş,a.g.e, s.105.
136
ekonomik ambargo uygulayarak susturma seçti.ve Bağdat’tan Kuveyt’e zahire
gönderilmesini durdurdu. Mübarek, İngiltere’ye başvurarak Osmanlı Devleti’ni
şikayet etti. İngiltere’nin İstanbul elçisi Sir O’Conner Osmanlı Hariciye Nazırı’ndan
bir an önce uygulanan ambargonun kaldırılarak zahire sevkıyatına başlanmasını
istendi. Osmanlı hükümeti zahire yasağını kaldırdı.Abdülhamid anılarında
İngilizlerin Basra bölgesiyle alâkalı politikasını şöyle anlatıyor:“ Mezopotamya’daki
eyaletlerimizi ziyaret etmek isteyen Hindistan ordusundaki vazifeli İngiliz zabitleri,
konsolosların daveti ile eyaletlerimizdeki valilerimizden zorla izin çıkarmışlardı.
İnkâr etmelerine rağmen bu seyahatlerin, siyasî maksadı olduğu aşikârdır. Bu keşif
seyahatlerine son vermek için bir mazeret bulmak elzem oluyor. Mezopotamya’nın
anahtarı sayılan Şattü’l-Arab, İngilizlerin yerleşmesine müsaade edemeyeceğimiz
kadar ehemmiyetlidir. İngilizler bilhassa nehrin ağzında bulunan Basra’yı arzu
etmektedirler. Oranın ileri gelenlerinden öğrendiğime göre bu maksat için su gibi
altın akıtıyorlarmış.” 317
Kuveyt’in Osmanlı Devleti’nden kopuşunun arka yüzünü dönemin güçlü
adamı sadrazam ve harbiye nazırı Mahmud Şevket Paşa’nın günlüğünde 11 Mart
1913’de şöyle yazar: “Kabine toplantısında İngilizlerin Kuveyt’ten başka Katar’a da
tasallut ettikleri meselesi görüşüldü. Bu toprakların İngiltere’ye değilse bile,
İngiltere’nin nüfuz ve himayesine bırakılmasından başka çare göremiyorum. Fakat
Şura-yı Devlet Reisi Said Paşa itiraz etti. Bu hususun hükümetin salahiyeti dışında
olduğu, Meclis-i Mebûsan toplanıp karar vermedikçe toprak terk edilemeyeceğini
söyledi.
İngiltere hükümetinin bile avam kamarasının tasvibini almadan bu gibi işler
yaptığı cevabını verdim. Said Paşa’nın geniş malûmatı vardı. Fakat mesuliyetten
çok korkuyordu. Bu yüzden kendisinden layıkıyla faydalanmak mümkün olmuyordu.
Kuveyt ve Katar gibi çölden ibaret iki kaza yüzünden İngiltere ile ihtilaf
çıkaramazdık. Bu ehemmiyetsiz topraklardan ne gibi bir istifademiz olabilirdi.
317
aynı yer.
137
Kuveyt ve katar’ı İngiltere’ye bırakmaya ve zengin Irak vilayetimizle uğraşmaya
karar verdim…” 318 .
Kuveyt emirlikleri sözde padişah tarafından atanır, kendilerine de kaymakam
unvanı verilirdi. II. Abdülhamid zamanında bunlara zenginlikleri ve bölgedeki
nüfuslarına göre miri’l-ümera ve mirîmiran denilen ikinci, üçüncü derecede mülkiye
paşalıkları (sivil) verilirdi.
Kuveyt sultanı ve kaymakamı Mübaret el Sabah Abdülhamid tarafından
atanmıştı. Bu emirliklerin merkeze bağlılığı halifeye bağlılıktan öte bir anlamda
taşımıyordu. Bölgenini bir başka emiri Şeyh Hazal idi. İran – Osmanlı sınırında yer
alan Şeyh Hazal’ın Muhammere emirliği duruma göre devlet değiştirirdi. Emir İran
devleti tarafından takibe maruz kalırsa Osmanlı Devleti tarafından takibe uğrarsa
İran tabalığına sığınırdı.
Basra bölgesinde diğer bir söz sahibi Şeyh Seyid Talip’ti. Osmanlı Mebusan
Meclisi’nde Basra Mebusu olarak bulunmuştur. Osmanlı Devleti’ne karşı kurulmuş
olan iki milliyetçi Arap gizli örgütünden Ahad ve Fettah’tan, Ahad Güney Irak’ta
Seyid Talip’in koruması altında idi.
Kuveytliler gemilerinde kendilerine mahsus bir sancak ittihaz etmiş
olduklarından 1870 tarihlerine kadar bu sancak ile seyahat ve ticaret etmişler ve
bazen güvenlikleri için Felemenk ve İngiliz bayrağı da çekiyorlardı. Midhat Paşa’nın
Bağdat valiliği esnasında Kuveyt’in Osmanlı Devleti’ne bağlanması sonrasında
gemilerdeki ecnebi bandıraları derhal terk edip yerlerine Osmanlı sancağı
çekmişlerdir. İngiltere hükümeti Kuveyt’in önemine binaen 1820 senesinden beri
Kuveyt’e bir memur bırakmışlarsa da Araplar, Basra da bu memura eza ve cefa
ederek kaçırtmışlardır.
318
Demirbaş, a..g.e., s.107.
138
Kuveyt limanına memur edilmiş olan Zehaf korvet-i hümayunu Kuveyt
limanına gireceği esnada burada bulunmakta olan bir İngiliz harp sefinesinin
kumandanı Zehaf korvetinin süvarisine haber göndererek Kuveyt İngiltere devleti
himayesine girmiş olduğundan karaya asker ve mühimmat çıkarılmamasını ve aksi
taktirde muhasamata ibtidar eyleyeceğini makam-ı tehditte beyan eylemiştir. 319
İngiltere, Basra Körfezi’nde özellikle Kuveyt ile ilgilenmiştir. Kuveyt
limanının İran Körfezi’nde önemli bir noktada bulunması sebebiyle daha 1820’lerde
buraya siyasî memur göndermiştir 320 . 1896 yılında Kuveyt Limanı’nı İngiltere açtı.
İngiltere, Basra Körfezi’nde özellikle Kuveyt ile ilgilenmiştir. Kuveyt
limanının İran Körfezi’nde önemli bir noktada bulunması sebebiyle daha 1820’lerde
buraya siyasî memur göndermiştir 321 . 1896 yılında Kuveyt Limanı’nı İngiltere açtı.
1901 yılında yine Kuveyt’e Osmanlı Devleti müdahale etme ve hakimiyetini
kabul ettirme çabasına İngiltere karşı çıkmıştır. Burada bulunan İngiliz askerî heyeti
Kuveyt’in İngiliz himayesinde bulunduğunu ve buraya Osmanlı Devleti’nin asker ve
mühimmat-harbiyye gönderecek olursa harp çıkacağı yönünde tehdit etmişlerdir.
Osmanlı Devleti bu konuda İngiltere’den istediği açıklama karşısında da İngiltere
Osmanlı Devleti’nin statükoya riayet etmesini istemiştir. Osmanlı Devleti buna
karşılık Kuveyt emiri Mübarek’i kendi yanına çekmekle yetinmiştir. Çünkü askerî
ve siyasî gücü bu sırada İngiltere’ye yetecek güçte değildir 322 . Ayrıca İngiltere,
Kuveyt’teki Osmanlı otoritesini tanıdıklarını fakat Kuveyt şeyhliğine ait topraklarda
başka devletlere hak tanımasına ya da statükonun değişmesine kayıtsız
kalamayacaklarını bildirmiştir 323 .
319
Demirbaş,a.g.e., s.113.
S. Kani İrtem, Osmanlı Devleti’nin Mısır, Yemen, Hicaz Meselesi, Haz. O. Kocahanoğlu, İstanbul1999,s.119.
321
İrtem, a.g.e.,119.
322
1)BOA, DUİT, 69/2.10.,1511
2)BOA, DUİT, 69/2.11, 2671.
3)BOA, DUİT, 69/2.4 ve 69 / 2-5.
323
H.V.F. Winstone, Ortadoğu Serüveni: 1898-1926 Yılları Arasında Ortadoğu’daki Siyasî ve Askerî
İstihbaratın Hikayesi, çev. F. Davudoğlu, İstanbul-1999, s.29.
320
139
4.2.3. İngiltere’nin Pan-İslamist Politikaya Bakışı
Sultan II. Abdülhamid’in Pan-İslamist politikası başta İngiltere olmak üzere
bütün sömürgeci devletleri korkutmuştur. II. Abdülhamid hilafet politikasından nasıl
yararlandığını şöyle yazar: “ (İngilizler) Asya’da yüz elli Müslümanı idareleri
altında tutyorlardı. Bu Müslümanlar üzerinde hilafetin büyük nüfuzu vardı. Bunları
bildiğim için İngilizleri kuşkulandırmadan her ihtimale karşı seyyidler, şeyhler,
dervişler gönderip, Asya’daki Müslümanları hilafete manen bağlamaya hususî itina
gösteriyordum. Buharalı Şeyh Müslüman Efendi’nin Rusya’daki Müslümanlar
arasında yaptığı hizmetleri bilhassa şükranla yad ederim. Bunun İngilizlerle
münasebetlerimizde çok faydasını gördüm. Hindistan’daki umumî valileri oradaki
Müslümanların
Osmanlı
Devleti’yle
yakından
ilgilendiklerini
gördükçe
hükümetlerine Osmanlılarla iyi geçinmesini yazıyorlar ve böylece bizim işlerimiz
bir nebze kolaylaşmış oluyordu” 324 .
Yine II. Abdülhamid kızı Ayşe Sultan’a şunları söylemiştir: “İngiltere ve
Fransa’nın gözleri daima Şark’ta idi. Bilhassa Müslümanlarla aramızda nifak
çıkarmak emelleri idi. Kuvvetimizi bu suretle kırmak istiyorlardı. Hilafet
politikasıyla bunu önlemek istiyordum” 325 .
İngilizler, Sultan II. Abdülhamid’in hilafet politikasının nüfuzunu sıfıra
indirmek istediler. Bunun hilafetin Türklerin elinden alınması ile olacağını
biliyorlardı. Halife yapmak istedikleri şahıs da Mısır hidivi idi. Mısır hidivinin halife
olması demek, İslam birliği hareketini İngiltere’nin istediği gibi tanzim etmesi, bu
büyük hareketi kendi maneviyatına hizmet ettirmek demekti 326 .
II. Abdülhamid:
“…Rusya gibi, İngiltere gibi Asya’da birçok Müslüman ahaliyi idaresi altına almış
büyük devletlerde benim hilafet silahımdan ürküyorlardı. Bu yüzden Osmanlının
işini bitirmek noktasında birleşebilirlerdi. Hilafetin elimde olması, sürekli olarak
324
II. Abdülhamid’in Hatıra Defteri, s.74-75.
Ayşe Osmanoğlu, Babam Abdülhamid, Güven y., İstanbul, s.49.
326
Kocabaş, a.g.e., s.110.
325
140
İngilizleri tedirgin etti. Blund adlı bir İngiliz ile, Cemalettin Efganî adlı bir
maskaranın el birliği ederek İngiliz hariciyesinde hazırladıkları bir plan elime geçti.
Bunlar hilafetin Türkler tarafından zorla alındığını ileri sürüyorlar ve Mekke Şerifi
Hüseyin’in halife ilân edilmesini İngilizlere teklif ediyorlardı 327 . İngilizler halifeliği
II. Abdülhamid’in elinden alıp Araplara vermek uğrunda çalışmışlar, fakat başarılı
olamamışlar, bu seferde hilafetin nüfuzunu kıracak başka tedbirler almaya
başlamışlardı.
 Berlin
Antlaşması
ile, Avrupa’da büyük toprak kayıplarına karşı
imparatorluğu Sultan II. Abdülhamid, Asya’da kuvvetlendirmek politikası
takip ediyordu. Panislamizm siyasetinin sebeplerinden biri de bu idi.
Arapları daima okşaması, onların büyüklerini taltif etmesi, Arap vilayetlerine
özel statüler vermesi de yine bu siyasetin icabındandı 328 . Abdülhamid Arap
ülkelerinde etkili reformlar da yapmış, bu reformlar şimdiye kadar yapılan
Osmanlı reformlarının emsali görülmemiş surette muvafık bir devrini teşkil
etmiştir.
 İngiltere’yi Türkiye aleyhinde bu derece ileri düşmanlığa iten birçok sebepler
vardır. Bunlar şu şekilde özetlenebilir:
1) Türkiye’de Alman nüfuzunun gittikçe büyümesi
2) II. Abdülhamid’in İngiltere’ye olan düşmanlığının artması
3) İngiltere, Almanya’nın Rusya’yı Uzakdoğu istikametinde yayılması için
yaptıkları
tahriklerden
korkuyor,
Uzakdoğu’daki
sömürgecilik
mücadelesinde serbest kalmak için Rusya’yı Ortadoğu’ya çekmeye
çalışıyordu.
4) Sultanın İngilizlerin Musul ve civarında petrol aramalarına karşı çıkması ve
bunlar tarafından açılan kuyuları kapattırması.
327
328
II. Abdülhamid’in Hatıra Defteri, s.74.
Kocabaş, a.g.e. , s.113.
146
SONUÇ
Osmanlı
Devleti,
1534’de
kendisine
direniş
göstermeden
isteği
doğrultusunda bağlanan bunu 1538’de resmîleştirerek devam ettiren Basra’nın
hakimiyetini; 1555’de Amasya Muahedesi ile İran’a da resmen kabul ettirmişti. Bu
tarihlerden itibaren Basra coğrafyasında sürekli bir ilerleme ve bölgede
teşkilâtlanma içerisine giren Osmanlı Devleti özellikle kıyı bölgelerinde tersaneler
yaptırarak, bölgenin Portekizlilere karşı korunmasını sağlamak istemiştir. böylece
Hint Okyanusu’na açılma önündeki Portekiz tehdidi ortadan kalkacağı gibi, bölgenin
ticarî olarak da kalkınması sağlanacaktı.
Osmanlı Devleti, Basra bölgesini fethettiği zaman bölge aşiretlerden oluşan,
aşiretlerin kendi aralarında iç savaş bulunan asayişsiz bir şekilde devralmıştı. Basra
kabileler arası rekabet, kan davası ve ticarî olarak birbirlerine üstünlük kurmak
mücadelesi içinde bulunuyordu. Bu aşiretlerden en köklü olanı ise, Acman Aşireti
idi. Daha sonra ve Vehhabiliği benimsemiş Suud ailesinin aşireti ve Kuveyt’te
hakim olan Sabah aşireti de diğer büyük aşiretler arasındadır. Osmanlı Devleti
aşiretler arası mücadelede başarılı olamadığı kargaşalığı önleyemediği zaman iskân
politikası da uygulayabiliyordu.
Osmanlı Devleti bölgede egemenliğini kurduktan sonra ikta sistemini ve
sonra iltizam sistemini uygulamıştır. Ancak iltizam sisteminde toplanan gelirler
merkeze (İstanbul’a) değil Basra’da birikir, gerekli masraflar çıktıktan sonra
(devlete ücretli olarak bağlı memur ve askerlere ödenen maaşlar ve yatırımlar) arta
kalan meblağ İstanbul’a gönderilirdi. Halk tarım, hayvancılık ve ticaret ile geçinirdi.
Aşiretler yağma ve surre gelirleri ile de beslenirlerdi. Ayrıca balıkçılık, inci avcılığı
gibi değişik uğraş alanları da mevcuttu.
Osmanlı Devleti bölgenin yerel yapısına ve idare tarzına gerekli olmadıkça
müdahale etmemiştir. Nahiyeler ve kazaların yönetimi bölgede bulunan büyük aşiret
şeyhlerine bırakılmıştır. Sancak ve eyaletin genel yönetimi ise merkezden atanan
147
görevliler tarafından idare olunmuştur. Osmanlı Devleti zaman zaman şeyhliklerden
bölge yönetimini kurtarmaya çalışmıştır. Merkezden atama yapmak istemiş ancak
bölge aşiretleri ve İngiltere buna karşı çıkmıştır. Örneğin, Zübeyr Nahiyesi’ne
devletin gönderdiği müdür daha bölgeye ulaşmadan İngilizler tarafından tehdit
edilmiştir.
Osmanlı Devleti’nin XIX. yüzyılda başlayan ıslahat hareketlerinin etkisi
Basra’ya Mithat Paşa’nın (1868-1872) Bağdat valiliği yaptığı sırada yansımıştır.
Mithat Paşa, Necid ve Katar başta olmak üzere kıyı bölgelerini tekrar Osmanlı
merkezî sistemine dahil ederek idareyi sağlamlaştırdığı gibi aynı zamanda aşiret
ayaklanmalarının da kısmen önünü alabilmiştir.
Osmanlı Devleti’nin yükselme döneminde Basra’dan aldığı gelir fazla idi.
Düzenli olarak öşürler toplandığı gibi vergilerin her çeşidi açısından toplanan gelir,
giderden fazla idi ve kapitülasyonların etkisi azdı. Ancak XIX. yüzyılda
kapitülasyonlar, burada bulunan ecnebî tüccarlara avantaj sağlamıştır ve Bara
kıyıları boyunca uzanan ticaret şirketleri %3’lere inen vergilerle az vergi ödeyerek
çok kazanç sağladılar. Oysa aynı avantajdan Müslüman tüccarlar yararlanamadı.
Deniz ticaretinde yabancıların tekeli elinde bulundurmaları Müslümanların ticarette
ileri gidemeyişine sebep oldu. Ancak aşiretlerde, yabancıların zaman zaman gemi ve
kervanlarına yağma amaçlı saldırıyorlardı.
Basra şehrinin çevresini bataklıklarla çevrili olması bölgede kolera, tifo gibi
salgın hastalıklarında yaygın olarak görülmesine, hatta bazen kitlesel ölümlerin baş
göstermesine sebep oluyordu. Bununla ilgili örnek bir belge araştırmamızda
sunulmuştur.
Abdülaziz’in rüyası olan ancak II. Abdülhamid zamanında kısmen
gerçekleşen demiryolları çalışması eğer gerçekleşse idi Basra’nın politikasında
yaşamı ve ekonomisine kadar her şey yeniden şekil alabilecekti. II. Abdülhamid ve
Osmanlı bürokratlarının istekleri, bölgede sık çıkan isyanları kısa sürede bastırmaya
148
yarayacak olan demiryolunu Basra gibi problemli bir bölgeye kadar ulaştırmaktı.
Daha önemlisi mesafe kısalacak ve bu bölgede merkezî otorite güçlenecekti. Bu
cümleden olarak, İngiliz nüfuzunun önü alınacak bölgede rahat hareket etmesi
önlenecekti.
Bölgede çıkan en küçük bir karışıklık veya ticaret yönüyle Osmanlı’nın
ulaşımda Süveyş Kanalı’nı kullanmasına da gerek kalmayacaktı. Bu sebeple Süveyş
Kanalı ile alâkalı ilgilere de tezimizde yer verdik. Basra’ya ulaşımın iki yönü vardı:
birinci yön kara yoluyla, uzak ve meşakkatli olan bir yöndü. Diğeri ise Süveyş
Kanalı vasıtasıyla kısa olan deniz yönüydü ve bu yolda İngiltere’nin denetiminde
idi. Bu nedenledir ki; demiryollarının Basra’ya kadar ulaştırılması çalışmasında
İngiltere her zaman ve ilk sırada muhalefet etmiş ve demiryolunun Basra’ya kadar
ulaşmasını baltalamıştır. II. Abdülhamid’in saltanat ömrü demiryolunun Basra’ya
ulaştığını görmeye yetmemiştir. İttihat ve Terakki döneminde Osmanlı hükümeti
İngiltere’nin baskılarına daha fazla dayanamayarak 1913 yılında demiryolunun son
güzergahının Bağdat olacağını belirleyerek, İngiltere baskısından kurtulabilmiştir.
Böylece İngiltere nüfuz alanlarında, hukukî olarak hak sahibi olsa da hakimiyet
hakkını Osmanlı Devleti’ne kullandırmamıştır. İngiltere kendi isteği ve amaçlarına
uygun olarak bu bölgeye 1914’ten sonra demiryolu yapmıştır. Çünkü artık buranın
resmen işgalini kendisi gerçekleştirmiştir.
Basra coğrafyası maden yatakları ve daha sonrasında 1900’lerin başında
Avrupa’nın ilgi alanını oluşturan petrol yönünden de zengin bir bölge olup Osmanlı
hakimiyetinde iken birçok devlet tarafından inceleme yapılmak istenen bir bölge
olmuştur. Japonlar, Ruslar, İngiliz ve Fransız birçok devlet temsilcileri burada
inceleme yapmak amaçlı “Eser-i Atika” başlığı altında araştırma yapmak amaçlı
Osmanlı Devleti’nden izin isteyen belgelere arşiv çalışmam sırasında rastladım.
Örnek olması açısından tezimizde, birkaçına yer verdik.
Son olarak, burada vurgulanmak istenen bir konuda şudur ki; Osmanlı
Devleti’nin bu kadar çalışmasına karşın yerli halk ne tepki vermiştir ?. Burada iki
149
örnek, dikkate değer olarak bir görüş edinmemize yardımcı olacaktır. Bunlardan ilki
Osmanlı’nın yapacağı demiryollarının aşiretlerin saldırması ve tahribi ile alâkalıdır.
Hicaz demiryolu yapılırken Mekke’ye yaklaşan demiryolu çalışmasında aşiretlerin
saldırısına uğrayarak zararı sonucu demiryolunu Medine’de noktalaması nasıl ise,
Basra ulaşsa idi yerli halkın vereceği tepkide o olacaktı. Çünkü aşiretler merkezî
otoriteyi başlarında istemiyor, gelir kaynaklarını kurutacak teknolojiye karşı
çıkıyorlardı. En azından surre akçeleri ile, yağmacılıktan el çekip vazgeçmek
istemiyorlardı.
Diğer örnek ise, Arap ayrılıkçı hareketleridir. Arapların özellikle İngiltere
destekli olarak Osmanlı Devleti’nden bağımsız devlet kurmak idealinde olan belli
bir Arap entelektüel kitlesi İngiliz destekli beslenmiştir. Ayrıca, yönetici şeyhlerde
bağımsızlık için kışkırtılmıştır. Basra’nın Kuveyt’teki yönetici Sabah ailesi bunların
başını çekiyordu. İngilizlerin halifelik makamına dahi saldırıları da olmuştur.
Osmanlı Devleti padişahının yasal olarak halifeliği tartışılmaya başlanmış, İngilizler
maşa entelektüel Arapları kullanarak bu tartışmaları hem başlatıp hem de yayan
devlet olmuştur. İngiltere, ektiği bu tohumların ürününü 1914’ten sonra yine bu
coğrafyadan kendi çıkarları doğrultusunda toplayacaktır.
150
KAYNAKÇA
A. ARŞİV BELGELERİ







































BOA, MD, NR.3, HÜKÜM 367
BOA, İMM 1661, LEF 5
BOA,İ.HUS, 1310 M/168
BOA, Y.A.RES, 94,10
BOA, HRC.SYS.96/21:1907.6.9.
TK,HR.TO D.N. 261 G.N 15.
DH.MKT 780 67 1321.Ş.3.
DH.MKT 847 16 1322.S.16.
DH.MKT 185 26 1311.Ş.14.
BOA.TK.HR TD DN 393.GN7
DH.MKT 348/65 1312.Ş.29
DH.MKT 467 38 1319.Z.23
BOA,DH.MKT.2592 34 1319 ZA 15
BOA,DH.MKT.2306 98 1317 L 15
BOA,Y. PRK.227/58 1323 M 13
BOA,HR.SYS 95 6.
BOA,DH.TMK.S/40/38/1320.Ş.21
BOA,HR.SYS 82/33
BOA,DH MKT 1662 6 1307 S 5
BOA,DH.MKT.574 113 1320 C 24
BOA,DH NKT 619/6 320 N 4
BOA,TK HR TO DN 205 GN 16
BOA,DH MKT/1600/34/1306.CA.22
DH.MKT 2207 63 1317.M.20
DH.MKT 2125 105 1316.C.14
TN HR.TO D.N 535 G.N. 66
HR.HMŞ.İŞO 173 33 1307.R.17
TK.HR.TO D.N 261 G.N.15
Y.A.HUS 10.5.1317
BOA,Y MTV 196 64 1317.B.16
BOA,DH MKT.66 33 1310 ZA 28
BOA,YA.HUS 268/124
BOA,DH MKT 574 113 1320 C 24
BOA,DH TMK S/40/38/1320 Ş.21
BOA,MKT 2592 34 1319 ZA 15
BOA,DH MKT 2306 98 131 L 15
BOA, DH MKT 2512/ 73/ 1319 R.5
BOA, DUİT 69/2.8
BOA, Y.PRK.EŞK 74 18 1322
151



BOA, DUİT, 69/2.10,1511
BOA, DUİT 69/2.11,2671
BOA, DUİT, 69/2.4 VE 69/2.5
B. TELİF ESERLER VE MAKALELER

Abdülhamid’in Hatıra Defteri, çev.İsmet Bozdağ, Pınar y.,İstanbul-1986.

Abdülhamid Siyasî Hatıratım, Hareket y., İstanbul-1974

Ali Haydar Mithat, Midhat Paşa’nın Hayat-ı Siyasiyesi,C.I, İstanbul-1325

AKÇURA Yusuf; Osmanlı Devleti’nin Dağılma Devri, TTK y., Ankara1988.

AKTEPE Münir; “Osmanlı İmparatorluğu’nun Islahı Hakkında İngiltere
Elçisi Layard’ın II. Abdülhamid’e Verdiği Rapor”, Belgelerle Türk Tarihi
Dergisi, S:22, 1969.

AKYÜZ Yahya v.d, Atatürk İlkeleri ve İnkılapları Tarihi, C.I,5.b, Ankara1997.

ARI Tayyar ; Geçmişten Günümüze Ortadoğu, Alfa y. İstanbul-2005.

ARMAOĞLU Fahir; 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914),TTK y., Ankara2003.

AVCIOĞLU Doğan; 31 Mart’ta Yabancı Parmağı, Ankara-1969.

BAKIR Abdülhâlik; “Basra” mad., C.V, İA, TDV y. İstanbul-1992.

BAYATLI Nilüfer; “ XVI. Yüzyılda Basra Eyaleti’nin Osmanlı Devleti İçin
Önemi”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, S.114 (Nisan 2003).

BAYSUN M. Cavit; “Bağdat”, C.II, İA, MEB y., İstanbul-1961.

BAYUR Hikmet; Türk İnkılabı Tarihi, C.I, k.I, TTK y., Ankara-1951.

BİLGE Mustafa L.; “Basra Körfezi” mad., C.V., İA, TDV y., İstanbul-1992.

---------------, “Lahsa” mad., C.XXVII,İA,TDV y., Ankara-2003.

---------------, “Katif” mad., C.XXV,İA, TDV y., Ankara-2002.

---------------, “Bahreyn” mad., C.IV,İA,TDV y., İstanbul-1991.

BEDİZ Danyal; “ Süveyş Kanalı’nın Önemi”, DTCFD, C. IX, S.3, Ankara1951.

BOSTAN İdris, “Basra Körfezi’nin Güney Kesimi ve Osmanlılar (18761908)”, Osmanlı Araştırmaları, C.IX, İstanbul-1989.

BURÇAK Rıfkı; Siyasi Tarih, Gazi Üniversitesi , İ.İ.B.F, Ankara-1984.
153

BURÇAK Rıfat S.; Türk-Rus-İngiliz Münasebetleri 1791-1941, İstanbul1946.

ÇAVDAR Tevfik; Osmanlıların Yarı- Sömürge Oluşu, İstanbul-1970.

ÇAYCI Abdurrahman; Büyük Sahra’da Türk -Fransız Rekabeti, TTK y.,
Ankara-1995.

ÇELİK Hüseyin; “İngiltere’nin Sultan II.Abdülhamid’e Sunduğu Reform
Paketleri” ,Tarih Toplum Dergisi, S: 112 (Nisan-1993).

DEMİRBAŞ H. Bülent; Musul- Kerkük Olayı ve Osmanlı İmparatorluğunda
Kuveyt Meselesi, İstanbul-1991.

DESCHAMPS Hubert; Sömürge İmparatorluklarının Sonu, çev. Oktay
Akbal, İstanbul-1966.

DUNN Archibald; “Basra Körfezi’ndeki İngiliz Çıkarları”, Çev: Zekeriya
Kurşun, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, S.3,2000.

DARKOT Besim – GÖKBİLGİN M. Tayyib; “Basra” mad., C.II,İA,MEB y.,
İstanbul-1961.

DURSUN Haluk; “Akabe Meselesi”, Marmara Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul-1994.

EARLE Edward Mead; Bağdat Demiryolu Savaşı, çev. K. Yargıcı, İstanbul1972.

EMECEN Feridun, “Sultan Süleyman Çağı ve Cihan Devleti”, Genel Türk
Tarihi, C.6, Yeni Türkiye y., Ankara-2002.

ERASLAN Cezmi; “Irak’ta Türk-İngiliz Rekabeti (1876-1915)”, İÜEF Tarih
Dergisi, İstanbul-1994.

ERİM Nihat; Devletlerarası Hukuk ve Siyasî Tarih Metinleri, C.I, A.Ü.H.F.
y., 1953.

ERİNÇ Sırrı, “Küveyt” mad., C.XXVII, İA, TDV y., Ankara-2003.

EROĞLU Cengiz v.d.; Osmanlı Vilayet Salnâmelerinde Basra, Global y.,
Ankara-2005.

GENCER Mustafa; “Osmanlı-Alman Münasebetleri Çerçevesinde ‘Şark
Meselesi’ ”, Türkler, C.XIII, Ankara-2002.
154

GÖRÜR Halil İbrahim; “II.Abdülhamid Döneminde Irak’la İlgili Layihalar”,
Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, Kütahya-2009.

GÜLDEŞ Dilek; “Urabi Paşa Hareketi ve İngilizlerin Mısır’ı İşgali”,
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, İstanbul-1999.

GÜLSOY Ufuk; Hicaz Demiryolu, Eren y.,İstanbul-1994.

---------------; “Gerçekleşen Bir Rüya Hicaz Demiryolu”, Osmanlı, C.III,
Yeni Türkiye y., Ankara-1999.

--------------; “Yemen Demiryolu Projesi”, Osmanlı, C.III, Yeni Türkiye y.,
Ankara-1999.

GÜNAY Selçuk; “Bazı Belgelerin Işığında Osmanlı Devleti’nin BasraAkabe Hattını Muhafaza Yolunda Aldığı Bazı Tedbirler”, Türk Kültürü,
C.XXXI, S.365 (1993).

HALAÇOĞLU Yusuf; “Basra” mad., C.V, İA, TDV y., İstanbul-1992.

--------------; “Midhat Paşa’nın Necid ve Havalisi İle İlgili Birkaç Layihası”,
İ.Ü.E.F. Tarih Enstitüsü Dergisi, S:3 (1973).

HARTMAN, R., “Basra” mad., C.II, İA, MEB y.

HUT Davut; “XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Basra Gümrüğü”, Türk
Kültürü İncelemeleri Dergisi, S:3 (2000).

IŞIKSAL Turgut; “Arşivlerimizde Osmanlıların Süveyş Tersanesi ve Güney
Denizleri Politikasına İlişkin En Eski Belgeler”, Belgelerle Türk Tarihi
Dergisi, S: 22-27.

İRTEM Süleyman Kâni; Osmanlı Devleti’nin Mısır Yemen Hicaz Meselesi,
Temel y., İstanbul-1999.

İŞBİRLİ Mehmet, “Bağdat Demiryolunun Akdeniz Uzantısı Toprakkaleİskenderun Demiryolu”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları
Enstitüsü Dergisi, S.23 (2004).

KARAARSLAN Tufan; Ortadoğu’nun Coğrafyası, Konya-1998.

KARAL E. Ziya, Osmanlı Tarihi, Ankara 1998, C.VIII, TTK y., Ankara
1998.
155

---------------, Osmanlı Tarihi, C.VI ,TTK y., Ankara-1983.

KAZGAN Haydar; “Bağdat Demiryolları ve Almanya ile Fransa-İngiltere
Rekabeti”, Finans Dünyası, S: 157-162 (2003)

KILIÇ Remzi; “Irak ve Suriye’nin Tarihî Coğrafyası ve XIX. Yüzyıl Sonu
İtibariyle İdarî Konumu”, Türk Kültürü, C:XXXVIII, S.441(2000).

KIZILTOPRAK Süleyman; “Mısır’ın İngiltere Tarafından İşgali ve Osmanlı
Devleti’nin Diplomasi Mücadelesi (1882-1887), Marmara Üniversitesi
Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi ,
İstanbul-2001.

KOCABAŞ Süleyman; Türkler ve Almanlar, Vatan y., İstanbul-1988.

----------------, Hindistan Uğruna Yapılanlar İngiltere ve Hindistan, İstanbul1987.

KOCAOĞLU Mehmet, Uluslar arası İlişkiler Işığında Ortadoğu:
Parçalanmak İstenen Topraklar ve İstismar Edilen İnsanlar, Genel Kurmay
Basımevi, Ankara-1995.

KURŞUN Zekeriya, “Necid” mad., C.XXXII, İA, TDV y., İstanbul-2006.

-------------, “Katar” mad., C.XXV, İA, TDV y., Ankara-2002.

-------------, Basra Körfezi’nde Osmanlı-İngiliz Çekişmesi –Katar’da
Osmanlılar-, TTK y., Ankara-2004

-------------, “Basra Körfezinde Bir Arap Aşireti Acman Urbanı (18201913)”, Belleten, C.LXIII, S: 236 (Nisan-1999).

--------------, Necid ve Ahsa’da Osmanlı Hakimiyeti: Vehhabi Hareketi ve
Suud Devleti’nin Ortaya Çıkışı, TTK y., Ankara-1998.

KÜÇÜK Cevdet; “Küveyt” mad., C.XXVII, İA, TDV y., Ankara-2003.

KÜRKÇÜOĞLU Ömer; Osmanlı Devleti’nde Karşı Arap Bağımsızlık
Hareketi (1908-1918), Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi y., Ankara-1982.

KÜTÜKOĞLU Mübahat; Osmanlı-İngiliz İktisadî Münasebetleri, C.II,
İstanbul-1976.

MANTRAN Robert; “Irak”, C.V, İA, TDV y., İstanbul-1999.

MARUFOĞLU Sinan; “Osmanlı Döneminde Güney Irak’ta Devlet-Aşiret
İlişkileri”, Irak Dosyası I, Tatav y., İstanbul-2003.
156

MERAM Ali Kemal; Belgelerle Türk- İngiliz İlişkileri Tarihi, İstanbul-1969.

MISIRLIOĞLU Kadir; Mısır Meselesi ve Irak Türkleri, Sebil y., İstanbul1994.

Midhat Paşa’nın Hatıraları – Hayatım İbret Olsun - , Yay. Haz. Osman
Selim Kocahanoğlu, C.I, Temel y. , İstanbul-1997.

MUTLUÇAĞ Hayri; “İngiltere’nin Ortadoğu ve Türkiye Hakkındaki Gizli
Emelleri ( Tarihimizde Salih Münir Paşa Raporu)”, Belgelerle Türk Tarihi
Dergisi, 1969, S:22-27.

NOVİÇEV A.D.; Osmanlı İmparatorluğu’nun Yarı Sömürgeleşmesi, Onur
y., Ankara-1979.

ORHONLU Cengiz; Habeş Eyaleti, İstanbul-1974.

ORTAYLI İlber; Osmanlı İmparatorluğundan Alman Nüfuzu, Akım y.,
İstanbul-2006.

OSMANOĞLU Ayşe; Babam Abdülhamid, Güven y., İstanbul-1960.

ÖNSOY Rıfat; Türk-Alman İktisadî Münasebetleri, İstanbul-1982.

ÖZ Mehmet; “Osmanlı Siyasî Tarihi”, Tarih El Kitabı, Grafiker y., Ankara2004.

ÖZBARAN Salih; “XVI Yüzyılda Basra Körfezi Sahillerinde Osmanlılar:
Basra Beylerbeyliğinin Kuruluşu”, İ.Ü.E.F. Tarih Dergisi, S:XXV, İstanbul1971.

-----------------; Yemen’den Basra’ya Sınırdaki Osmanlı, Kitap y., İstanbul2004.

ÖZCAN Azmi; İngiltere-Arap Hilafeti ve Osmanlı Devleti (1876-1908),
İstanbul-1995.

ÖZTUNA Yılmaz; Rumelini Kaybımız, Ötügen y., İstanbul-1990.

ÖZYÜKSEL Murat; “Hicaz Demiryolları”, Genel Türk Tarihi,C.VII, Yeni
Türkiye y., Ankara-2002.

----------------; “Anadolu ve Bağdat Demiryolları”, Osmanlı, C.III, Yeni
Türkiye y., Ankara-1999.
157

SAGAY Reşat; XIX ve XX. Yüzyıllarda Büyük Devletlerin Yayılma
Siyasetleri ve Milletlerarası Önemli Meseleler, Türkiye İş Bankası y.,
İstanbul-1970.

SANDER Oral; Siyasi Tarih, İmge y.,İstanbul-2005.

SARAY Mehmet; Türk-Rus Münasebetleri’nin Bir Analizi, MEB y..,
İstanbul-1998.

SERT Selda; “Bir Toprak Rejimi Olarak Emlâk-ı Hümâyun Basra Örneği”
(1876-1909), Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul-2006.

SIRMA İ. Süreyya; Osmanlı Devleti’nin Yıkılışında Yemen İsyanları,
İstanbul-1994,

SİNOUE Gilbert; Kavalalı Mehmed Paşa, çev:Ali Cevdet Akkoyunlu,
Doğan y.,İstanbul-1999.

SOY Bayram; “II. Wilhelm Welpolitik ve II. Abdülhamid”, Türkler, C.III,
Ankara-2002.

ŞİRİN Veli; “ Osmanlı Devletinde Demiryolları ve Hicaz Demiryolu”,
Mimar ve Mühendis Dergisi, S:32, 2003.

--------------, “Anadolu- Bağdat Demiryolları Çerçevesinde Osmanlı-Alman
Yakınlaşması”, Yeni Türkiye, S:31 (2000), Osmanlı Özel Sayısı.

--------------, Almanya’nın İngiltere İle Osmanlı Devleti Üzerinde Nüfuz
Mücadelesi (1890-1914), Basılmamış Doktora Tezi, Ankara-2002.

TEPEKAYA Muzaffer; “Osmanlı-Alman İlişkileri (1870-1914)”, Türkler,
C.XIII, Ankara-2002.

TURHAN Şahin; Öncesiyle Sonrasıyla 93 Harbi, Kültür Turizm Bakanlığı
y., Ankara-1988.

ULUBELEN Erol; İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, Yaylacık y., 1965.

UZUNÇARŞILI İ. Hakkı; Osmanlı Tarihi, C.4/1, 4.b, TTK y., Ankara 1988.

ÜLMAN Haluk; I. Dünya Savaşı’na Giden Yol, Ankara-1972.

WINSTONE H.V.F.; Ortadoğu Serüveni: 1898-1926 Yılları Arasında
Ortadoğu’daki Siyasî ve Askerî İstihbaratın Hikayesi, çev. F. Davudoğlu,
İstanbul-1999.
158

YAVİ Ersal; Bir Ülke Nasıl Batırılır? Osmanlının İflasından Günümüz
Türkiye’sine ‘Kıssadan Hisseler’ ”, İzmir-2001.

YILMAZ Ömer Faruk; “Kanûnî Sultan Süleyman’ın Irakeyn ile IV.
Murad’ın Bağdat Seferi”, Irak Dosyası I, Tatav y., İstanbul-2003
.
159
EKLER
160
161
EK 1a
Basra Vilayeti’nden alınan şifre telgrafname
Mektubi kalemi
Beş altı gece evvel Basra-yı Zübeyr Caddesi’nde ve Zübeyr Kasabası’na
daha az karib bir mevki’de kain Harab Cami’-i Şerif kurbinden geçen Zübeyr
yolcularının önüne bir takım atlı eşkıya çıktığı bu Cuma’ gecesinde Zübeyr’in bir
saat ilerisinde vaki’ Cesiyye denilen bostanlara eşkıya gelerek ahalisinin iktitaf ve
ihzar ittikleri mahsul yüklü merkeb ve develerini nehb ile sürüb götürdükleri ve
yine o gece erzak almak üzere Basra’ya gelmekde olan bir onbaşı ile on nefer askeri şahane üzerine de eşkıya hücum ederek onların birisini hafifce cerh ile firar
eyledikleri ve bu hallerin hasıl itdiği te’sirle Basra ahalisinin galeyan-ı efkar içinde
bulunduğu dün gece ihbar edilmesi üzerine …….
Bizzat oraya azimetle teftiş ve
müsaraat olundu ve ahalisinin hakikaten heyecan ve galeyan içinde bulunduğu
görüldü ma’lum ali bulunduğu üzere Basralılarla Kuveytliler arasında husumet ve
bir burudet bir devam olduğu ve mübarek ….. yine bir gaile çıkarmak bahane çok
bulunduğu cihetle Basra bostanlarının tam mevsim-i idraki olan şu sırada kendisine
mensub Kuveyt eşkıyasından bir takımlarını Basra cihetine sevk ve tesrib ile bu gibi
mesail-i cinaiye ika’ itdirmekde bulunduğunda Basra ahalisi tamamıyla kani’
idüğünden cümlesi galeyana gelmiş ve buna karşu mukabelen bil’misül içün
hazırlığa bile girişmiş ise de çakerlerinin derhal muvasalat ve nasihat hazıranemle
beraber bu misüllü mesailin tekerrür vuku’unu mani’ olacak suretdeki tedabir-i
inzibatiye-i kemteranem üzerine cümlesine emniyet gelerek şimdlik o fikirden vaz
geçirilmişdir ancak mübarek …. Bu hareketi Basra ahalisinin hiddet ve şiddetine
tahrik ile kendi üzerine hareket ve hücum itdirmek ve bu suretle İngilizlere yine bir
162
vesile-i i’tiraz ve muamale vermek muzırratkaranesinden neş’et etmiş olduğu tabii
bulunduğu saye-i kudretvaye-i hazret-i padişahide …….. esame-i emin ve esamine
hususun nazar-ı dikkatden devr tutmayacağı ma’ruzdur. Ferman 6 Teşrin-i evvel
1318
Basra Vali ve Kumandanı
Ferik
Mustafa Nuri
DH.MKT 603/51
1320.B.22
163
164
EK 2a
Yıldız Sarây-ı hümâyûnu
Baş kitâbet dâiresi
Bağdad′dan şifre
Fî 15 Şubat sene 322 buraya muvâsalat bendegânımdan evvel gelüb Basra
tarîkiyle Hindistan′a gitmiş olan Japonyalı bir erkân-ı harb yüzbaşısı ile erbâb-ı
ulûmdan bir zâtın seyâhatleri her ne kadar yalnız bu havâliye mahsûs olmayub
Rusya memâlikinin bir kısmını seyâhatten sonra Hindistan′a geçmek içün buraya
gelmiş ise de bunların bir maksad ve fâide-i mühimme olan böyle büyük bir
seyâhatte bulunmayacakları ve muzafferiyet-i âhirelerinin her tarafça derece-i
te’sîrâtı tedkîk ve bundan hâlen ve müstakbelen istifâde etmekden de geri
duramayacakları tabi‘i olduğundan ordu-yı hümâyûn kumandanlığının ma‘rûzâtı
vecihle bu havâli ahâlisinin dahi Japonlar hakkındaki hissiyâtını anlamak ve Irak′ın
umûr-ı ticâriyesini tedkîk etmek maddelerinin mekâsıd-ı seyâhatlerine dâhil
olduğunda şübhe yokdur hatta mûmâ-ileyhimâ buraya kadar geçdikleri memâlik-i
şâhânenin her tarafında mazhar oldukları hürmetten pek ziyâde beyân-ı memnûniyet
ve Rusya hükümetinin en ziyâde İslam sâkin olan memâlikinde seyâhatlerince îkâ‘-i
müşkilât ettiğinden şikâyetle berâber Bombay′a işlemekde bulunan Japon
vapurlarının Basra′ya da gelüb gitmesine ve memâlik-i şâhânenin terakkî-i ticâret ve
servetine hizmet etmek niyetinde bulundukları yolunda irâde-i lisân etmişlerdir
Dersaadet′ten buraya kadar kendilerine bir polis komiseri terfîk edilmiş olmasından
hiç memnûn olmayarak bunu yanlarından ref‘e pek çok çalışmış olmaları kendi
gemileriyle seyâhat ederek tamâmıyla tefehhus-i ahvâl ve tedkîk-i hissiyât etmek
istemelerine delâlet eder mûmâ-ileyhâ Bağdad′da mukîm Hind ekâbirinden Ahmed
Han ile görüşerek Hindistan ekâbir-i İslamiyesinden ba‘zılarına tavsiye-nâmeler
aldıkları bugün bi′l-münâsebe mûmâ-ileyhimden bi′z-zât aldığım ma‘lûmât-ı
mevsûka
cümlesindendir
Paris
sefâret-i
seniyyesinin
ma‘rûzâtına
gelince
Afganistanlıların ve bi′l-hâssa Hind Müslümanlarının bir müddetdir izhâr-ı milliyet
yolundaki arzu ve teşebbüslerinin sûret ve derecâtı ara sıra elsine-i matbû‘âtda
165
sermâye-i makâlât olmakdan ve neşve-i zaferle pek ziyâde tevsi‘-i âmâl ettiği
müstağni-i arz olan Japonya′nın müşevveş hâli Japonya′ya karîb ve münâsib
müstemlekâtı bulunan devletleri de derecât-ı mütevâfitede düşündürmekden hâlî
kalmadığı gibi Japonya′nın kabûl-i islâmiyet edeceği yolundaki işâ‘ât-ı ma‘lûmenin
de İngiltere idâresinden hoşnûd olmayan Hind Müslümanları Japonlar′dan istifâde
emeline düşürmüş ve Japon′un teşvîkât ve teşci‘âtı bu emeli takviye etmiş olması
pek melhûzdur Afganistan emirinin peder ve ecdâdından hiç biri Hindistan′a
gitmediği ve bu seyâhat hilâf-ı zâhir olarak İngilterece hoşa gitmeyeceği bedîhî
bulunduğu hâlde Emir Habibullah′ın şu sırada Hindistan′a azîmeti bi′t-tabi‘i câlib-i
dikkat olduğu misillü öteden beri Rusya ve İngiltere nüfûzları rekâbetine tesâdümgâh olan Afganistan′ı kendüsüne celb etmek içün matbû‘âtın ibzâl-i mesâ‘i ve
masârifden geri durmadığı gibi emirin Hindistan′a gelmesinden aslâ memnûn
olmadığı hâlde zâhiren ibrâz-ı hüsn-i kabûl içün kral tarafından iltifatlı telgrafnâmeler keşîde edilmesi ve mûmâ-ileyhimâ Japonyalıların Japonya′dan aldıkları bir
telgraf üzerine Afganistan Emiri Hindistan′da iken oraya azîmete şitâb etmeleri
tesâdüfe haml olunabilecek ahvâlden olmadığı ve her hâlde mekâsıd-ı siyâsiyeden
berî addolunamayacağı ma‘rûzdur efendim.
Fî 19 Şubat sene 322
Bağdad Valisi
Hazım
Y.MTV 295 84 1325.M.19
166
167
EK 3a
Bâb-ı Âlî Tercüme Odası numro
Mütercim Refet fî 20 Mart sene 1307
Musahhih fî sene 1307
Hükümet-i seniyyenin Basra Körfezinde el-Katar sevâhilinde kâin “Zevira”
“Adid” nâm mahallere tesis etmek tasavvurunda bulunduğu asker karakollarına dâir
fî 9 Kanun-i Evvel sene 90.
Hâriciye nezâretine fî 22 Mart sene 91 tarihiyle İngiliz sefâretinden vârid
olan takrîrin tercümesidir.
Sefâret fı 9 Kanun-i evvel sene 90 tarihiyle bâb-ı âliye irsâl eylediği takrîr-i
şifâhîde hükümet-i seniyyenin Basra Körfezi dâhilinde el-Katar sevâhilinde kâin
Zevira ve Adid′de ba‘zı askeri karakolları tesis etmek tasavvurunda bulunduğuna
dâir İngiltere hükümetine ita olunan malumatın muvafık-ı sıhhat ve adem-i sıhhatini
sual etmiş idi hadi sefâretin fi 9 Kanun-i evvel sene 90 tarihiyle bâb-ı âliye irsâl
ettiği takrir-i mezkura cevab verilmediğinden bu kere hükümet-i metbuamdan
aldığım talimata imtisâlen şurasını iş‘âr ederim ki İngiltere devleti havadis-i
mezkurenin ve esas olduğu ümidindedir zira hükümet-i müşarun-ileyha reisi “
Martim Tori” senedine imza vaz‘ edenlerden biri “Ebu Tabi” nazarıyla bakıldığı bir
nokta-i askeriyenin hükümet-i seniyye tarafından işgaline muvafakat edemeyecekdir
beyân-ı hâl
T.K. HRTO. D.N. 264 G.N. 70
168
169
EK 4a
Basra Vilayet-i Celilesine
Vilayet-i Celileleri dahilide Uhara Kasabasında Fransız rahibleri tarafından
inşasına ruhsat azası istida olunan kilsanın inşasının sırf nezaretle kasaba-i
mezkurede Ducle nehri kenarında muharerü’l-hudud bir arsa üzerine küçük bir
mabed inşasına müsaade olunması Fransız sefaretine verilen takrirde dermeyan
kılındığından bahisle istikar-ı muameleyi mütezemmin Hariciye Nezareti’nde bais-i
tezkere takmile meclis-i mahus-ı vekalede lede’l-hıtame izahat vakaya nazaran
mahalle-i mezkurede öyle bir mabed inşası mahzurdan salim olmayacağından iktizai hal bade kararlaştırılmak üzere evvel emirde imarede … oldukları Bağdat
vilayetinden bildirilen Ermeni Katolikleri meskun bulundukları mahallerin kasabaya
karib olub olmadığının ve bunlar oralara nereden ve ne vakit gelib iskan etmiş
olduklarının ve mikdar nüfusun tahkikiyle hasıl olacak neticeni n ol babadaki
mütalaa-i celilenin bi’l-itiraf müvazzahan işarı için savb-ı ali-i asıfanelerine tebligat
icrası tezkir olduğu beyan-ı alisiyle icra-i icabı ba-tezkere-i samiye emir ve işar
buyrulmuş olmakla bermuceb-i kara icra-i tahkikat mükemmele ve mukteziye ile
tahassül idecek neticenin ilave-i mütalaa-i düsturlarıyla birer izahen verilen beyan ve
izbarına himem-i vilayet-penahileri derkar buyrulmak babında.
DH.MKT/1600/34/1306.c.29
170
171
EK 5a
Yıldız Saray-ı Hümâyûnu
Tercüme
Kuveyt’e gelen yabancılar, bir taraftan harp gemileri ile sahilde
tahkimatlar inşa ederken, diğer taraftan aşiretleri birbirlerine karşı kışkırtmaktadır.
Abdurrahman Faysal’a Kuveyt’i vererek, Osmanlı’ya karşı kendisini kumandan
tayin etmişlerdir. Abdurrahman’ın oğlu Abdülaziz ise köyleri ve aşiretleri
silahlandırmak suretiyle fitne yaymaktadır. Osmanlı’ya taraftar olanlar, gazetelere
verilen yazılarla tehdit edilmektedir. Basra’daki İngiliz konsolosunun, gerekli olan
kuvvet ve sâir şeylerin verilmesi için Mısır’daki İngiliz konsolosuna müracaat ettiği
zannolunmaktadır. İngiliz konsolosu, Emir Abdülaziz Er-reşîd’e de mektup yazıp
cevap istemiştir; fakat söz konusu kişi cevap yazmamıştır. Mübarek Sabah ve İbn-i
Suud önemli kişiler değillerse de, onları destekleyen devlet (İngiltere) kuvvetlidir.
Aşiretlere gelince, bunlar asla müsterih değillerdir. Bu hâlin düzelmesi için mezkûr
bölgeye devlete sâdık, güvenilir memurlar gönderilmesi ve fesat çıkaran emirlerle
görüşülmesi tavsiye olunur.
Nasır
Y.PRK.BŞK
74
18
1322
172
EK 6
329
329
iranian.com.
1 Haziran 2010, 17.57
173
EK 7
330
EK 8
330
uyurgezer.net
1 Haziran 2010, 17.59
174
331
EK 9
331
noodletools.com.
1 Haziran 2010, 18.04
175
332
332
iranshenakht.blospot.com
1 Haziran 2010, 18.34
176
ÖZET
Gülsenem GÜNDÜZ
Osmanlı Belgelerinde Osmanlı Devletinin Basra Politikası (1878-1907)
Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2010
Basra, Bağdat’ın 420 km güneydoğusunda, Dicle ve Fırat nehirlerinin
birleştiği noktanın 50 km güneydoğusunda yer alır. Basra, 4 sancağa ayrılmıştır.
Bunlar; 1. Basra, 2. Müntefik, 3. Amara, 4. Necid’tir.
Osmanlının Basra’da politikası Mitat Paşa dönemiyle birlikte ön plana
çıkmış ve buranın stratejik olarak önemi artmıştır. İngiltere’nin yayılmak ve egemen
olmak istediği Basra ve Kızıldeniz coğrafyasında kendisine nüguz alanları
oluşturmakla işe başladı.
Abdülhamit’in Almanya’yı seçmesinin nedeni iç ve dış politikada hareket
alanının sınırlanmış olmasıydı.
İngiltere, Hint Okyanusu, Basra Körfezi’ne ulaşan deniz ticaretini kontrol
altına almak için 19. yüzyılın 2. yarısından itibaren Ortadoğuda nüfuz alanları
oluşturmaya ve Arap Yarımadasının Osmanlı sınırları dışındaki güney kıyılarına
yerleşmeye başladı.
1877 1878 Osmanlı Rus savaşı sonrası Osmanlı İngiltere ilişkilerinde bir
dönüm noktası olmuştur. İngiltere’nin Hayfa-Şam, Mısır-Basra demiryolu yapımı
gibi projeleri olmuş ancak 2. Abdülhamit İngiltere Ortadoğuda nüfuzunu arttırmasını
istemediğinden buna izin vermemiştir.
Osmanlı
Devleti,
1534’de
kendisine
direniş
göstermeden
isteği
doğrultusunda bağlanan ve bunu 1538’de resmileştirerek devam ettiren Basra’nın
hakimiyetini 1555’de Amasya muahedesi ile İran’a da resmen kabul ettimişti. Bu
tarihlerden itibaren Basra coğrafyasında sürekli bir ilerleme ve bölgede
teşkilatlandırma içerisine giren Osmanlı Devleti özellikle kıyı bölgelerinde
tersaneler yaptırarak bölgenin Portekizlilere karşı korunmasını sağlamak istemiştir.
Böylece Hint Okyanusuna açılma yönündeki Portekiz tehdidi kalkacağı gibi
bölgenin ticari olarak kalkınması da sağlanacaktı.
177
ABSTRACT
Gülsenem GÜNDÜZ
Documentation of The Otoman State Otoman Basra Policy (1878-1907)
Gazi University Institute of Social Sciences, Ankara 2010
Basra is situated 420 km southeast of Baghdad and 50 km southeast of the
conjunction of Tigris and Euphrates Rivers. Basra was divided into four sanjaks.
These were Basra, Muntefik, Amara and Necid sanjaks. The policy of the Ottoman
Empire on Basra became forward with the Mithat Pasha period and the strategic
importance of this region increased. The desire of the Great Britain on spanning and
becoming sovereign started with by constructing power and influence regions at
Basra and Red Sea areas.
The reason of Abdulhamid’s preference on Germany was due to the
restrictions of his movement space left for the interior and exterior policies. To take
the control of the sea trade routes from Indian Ocean to Persian Gulf, Great Britain
from the second half of the nineteenth century began to construct power and
influence regions and settle down at the coasts of Arab Peninsula which were
beyond the boundaries of the Ottoman Empire.
After the 1877-78 Ottoman-Russian war, a turning point was occurred at the
relations between the Ottoman Empire and the Great Britain. The Great Britain had
projects such as constructing the Hayfa-Damascus and Egypt-Basra railways, but II.
Abdulhamid didn’t allow this due to not wishing the increase in the Great Britain’s
power and influence on the Middle East.
Basra without any resistance and with their own wishes accepted the
sovereignty the Ottoman Empire at 1934 and continued this by making this situation
formal at 1938. The Ottoman Empire also made Iran accept the sovereignty of Basra
with the Amasya Treaty at 1555. From this time, the Ottoman Empire had efforts on
continuous improvements at Basra and organizing at the region. The Ottoman
Empire wanted to protect the area against Portuguese, especially by constructing
shipyards at the coast regions. With doing so, the threat of Portuguese’s span to
Indian Ocean would get rid of and the commercial development of the region would
be provided.
Download