1 Rifat Uçarol, Siyasi Tarih, Filiz Kitabevi, İstanbul 1985, sayfa 421

advertisement
Rifat Uçarol, Siyasi Tarih, Filiz Kitabevi, İstanbul 1985, sayfa 421- 429
1919 —1939 YILLARI ARASINDAKİ DÖNEMİN ÖNEMLİ GELİŞMELERİ
Birinci Dünya Savaşı sonunda yapılan antlaşmalarla, Avrupa'nın ve dünyanın siyasi haritası
ile güçler dengesi yeniden düzenlenmişti. Ancak Alman, Avusturya - Macaristan ve Osmanlı
İmparatorluklarının yıkılması bir güçler boşluğu meydana getirmişti. Bu boşluğun, yenen
devletler tarafından doldurulması sırasında yapılan, girişimler ise, yenen taraftan da olmak
üzere, birçok devleti ve ulusu memnun etmemişti.
Bu nedenle, Büyük Devletlerin çıkarlarına göre yapılan antlaşmalar ve kurulan statü, bir
düzen sağlamış görünmekle beraber, aslında uluslararası ilişkilerde birçok sorunu da
beraberinde getirmişti. Bunun sonucu olarak, barışın ilk yıllarından itibaren sürekliliğini
sağlamak üzere, çeşitli önlemler alınmak istenmiştir. Buna rağmen, bu dönemde, özellikle
1930'lardan sonra gelişen olaylar 1939'da yeni bir genel savaşın çıkmasına neden olmuştur.
A. BARIŞIN SÜREKLİLİĞİNİ SAĞLAMA GİRİŞİMLERİ:
Birinci Dünya Savaşını izleyen yıllarda, Versailles Antlaşması (1919) ile barış yapılmış
olmasına rağmen, Avrupa'nın siyasi yaşantısında gerçek ve sürekli bir durulma
sağlanamadığından büyük bir kararsızlık havası esiyordu.
Almanya, ilk anlardan itibaren Versailles Antlaşması'nın kendisini bağlayan hükümlerden
kurtulmak, için çalışmalara başlamıştı. Bu da, başta Fransa olmak üzere, diğer devletleri
endişeye düşürdü.
Bu nedenle Fransa, savaştan elde ettiği çıkarları ve durumu, korumak için, yeni önlemler
almak gereğini duymaya başladı. Özellikle Almanya'nın, Birinci Dünya Savaşı'nda uğradığı
kayıpların öcünü, kendisinden almasından çekiniyordu. Güvenliği açısından bu kaygıyı
giderebilmek için, Almanya'ya karşı bir ittifaklar sistemi kurmak istiyordu. İngiltere, savaştan
en kârlı çıkan devlet olmakla beraber, savaş sırasında uğradığı kayıplarla, ekonomik sıkıntıya
düşmüştü. Almanya ile Fransa arasında yeniden başlayan gelişmeleri de, Avrupa dengesi
yönünden 'kaygıyla izlemekteydi.
İtalya,
barışın
getirdiği
çıkarlardan
memnun
kalmamıştı.
Bu
nedenle
Versailles
Antlaşması'nın değiştirilmesini istiyordu. Amerika Birleşik Devletleri, savaştan sonra
Avrupa'dan çekilerek yalnızcılık politikasına dönmüştü. Rusya da, rejim değişikliği dolayısıyla, Avrupa devletleri grubundan bir süreden beri uzaklaşmıştı.
2
Fransa, bu genel hava içerisinde, daha 1919'da İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri ile iki
ittifak anlaşması imzaladı. Ancak İngiliz -Fransız anlaşması, 20 Kasım 1920'de
onaylanmasına rağmen, Fransız -Amerikan anlaşması onaylanmadığından, bu ittifaklar
geçersiz kaldı.
Bunun üzerine Fransa, 7 Eylül 1920'de Belçika, 19 Şubat 1921'de Polonya ve 25 Ocak 1924'te
de Çekoslovakya ile ayrı ayrı ittifak anlaşmaları imzaladı. Böylece Küçük Antant'ı meydana
getirdi. Ancak bunlar da Fransa'ya istediği güveni vermedi. Bu da Locarno Antlaşmasına
kadar sürdü. Bununla beraber, bu sıralarda Fransa ve diğer devletler, daha geniş anlamıyla
dünya, barışın sürekliliği için gözlerini yeni bir uluslararası kuruluş olan Milletler Cemiyeti'ne
çevirmişti.
1. Milletler Cemiyeti:
Paris Barış Konferansında, uluslararası barış ve güvenliği korumak bunların sürekliliğini
sağlamak üzere, 28 Nisan 1919'da, bir Milletler Cemiyeti (Uluslar Kurumu) kurulması
kararlaştırılmıştı. Nitekim Konferansta, örgütün 26 maddeden oluşan yasası hazırlanarak,
yenilen devletlerle yapılan Antlaşmalara "Birinci Bölüm" olarak konmuştu. Böylece bu yasa,
Antlaşmalara bağlanarak, yenen ve yenilen devletlerin kabul ettiği uluslararası diplomatik bir
belge haline sokulmuştu.
Gerçi, barışın korunması ve sürekliliğin sağlanması için uluslararası bir örgütün kurulması
düşüncesi, önceki yüzyılda ele alınmış, fakat bu gerçekleştirilememişti. Birinci Dünya Savaşı
içerisinde ise, bu düşünce güçlenmişti. Başkan Wilson da, bunu, yayınladığı «14 Nokta»
bildirisinde istemiş, savaşın sonlarına doğru bu amaçla Amerika ve İngiltere arasında
çalışmalara başlanmıştı. Otuz iki devlet ve dominyonun katıldığı Paris Barış Konferansı'nda
ise, Milletler Cemiyeti'nin gerçekleşmesi için ayrı bir komisyon kurulmuştu. İşte bu
çalışmaların sonucunda da Cemiyet ortaya çıkmıştı.
Milletler Cemiyeti Yasası, Versailles Barış Antlaşmasının bir parçası olduğundan, Cemiyetin
resmen kurulması, bu Antlaşmanın onaylanmasından sonra gerekiyordu. Bu da, 10 Ocak
1920'de gerçekleşebilmiştir. Ancak, Milletler Cemiyeti Sekreterliği daha önce, 10 Haziran
1919'da, Londra'da çalışmaya başlamıştı. Bununla beraber Cemiyet'in daimi merkezi Cenevre
oldu. Cemiyetin asli üyeleri, Birinci Dünya Savaşının galip devletleriydi.
Ancak Amerika Birleşik Devletleri, barış Antlaşmalarını Başkanın İmzalamasına rağmen,
Senato'nun onaylamaması nedeniyle, Milletler cemiyeti'nin dışında kaldı. Bu arada, savaş
sırasında tarafsız kalmış devletler de asli üyeler arasına alındı. Sonradan Genel Kurul'un
3
uygun bulduğu diğer devletler, bunlar arasında 1932'de Türkiye Cumhuriyeti, örgüte
katıldılar. Cemiyet'in kuruluşunda 18 üyesi vardı. Bunların sayısı 1920'de 45'e, sonra da 59'a
yükseldi.
Böylece savaştan sonra, uluslararası ilişkilerde önemli rol oynayacak ve barış için bir ümit
kaynağı olan, geniş kapsamlı bir dünya örgütü ilk defa olarak meydana gelmiş oldu.
Milletler Cemiyeti örgütüne bağlı olmak üzere bir de La Haye Uluslararası Daimi Adalet
Divanı kuruldu. Bundan sonra, uluslar aralarındaki anlaşmazlıkların bu mahkeme aracılığıyla
çözümlenmesi için bir takım sözleşmeler imzalanmaya başlandı. Bundan böyle Milletler
Cemiyeti, uluslararası sorunların görüşüldüğü, çözüm beklendiği ve uluslararası ilişkilerde
ağırlığı olan bir yer halini aldı.
2. Locarno Antlaşması:
Fransa'nın, Milletler Cemiyeti'ne rağmen, Almanya'ya karşı güvensizliği sürmekteydi
Locarno Antlaşmasının yapılması, bu güvensizliğin, bir sonucuydu.
Fransa, yukarıda belirtildiği gibi, Versailles Antlaşması ile saptanan sınırları Almanya'nın
kabul etmeyeceğini ve ilk fırsatta bunu karşı harekete geçeceğinden kuşkulanıyordu. Bu
nedenle de İngiltere ile ittifak yapmak istemiş, fakat bunda başarı sağlayamamıştı. Buna
karşılık, Almanya'nın sınırlarının değişmeyeceği hakkında güvenceler istemekteydi. Gerçi
Almanya, Fransa ve Belçika sınırlarını kabul etmeye hazır olduğunu belli etmişti. Ancak doğu
sınırını, yani Polonya sınırını kabul etmeye yanaşmıyordu. Polonya ise, Fransa'nın
müttefikiydi ve Fransa'nın güvenliğinin bir parçası sayılıyordu. İngiltere de Avrupa güvenliği
için dengenin bozulmasını istemiyordu.
Bu tarihlerde Almanya da, tamirat ve tazminat sorununda Fransa ile iyi ilişkiler kurarak,
kolaylıklar sağlamak istiyordu. Bu nedenle Alman Hükümeti, Şubat 1925'te, Fransa'ya bir
nota göndererek, bir karşılıklı güvenlik paktı kurulmasını önerdi. Böylece, Fransa İle
Almanya arasındaki ilişkilerde, bir yumuşama başladı.
Bunun üzerine Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Belçika, Polonya ve Çekoslovakya
arasında, 5 Ekim 1925'te, Locarno'da bir konferans
toplandı. Görüşmeler sonunda, 16 Ekim 1925'te, Locarno Antlaşması hazırlandı ve bu, 1
Aralık 1925'te, Londra'da imzalandı.
Konferansa katılan devletleri savaştan korumak ve bu devletler arasında çıkacak her türlü
anlaşmazlığı barış yoluyla çözümlemek amacıyla yapıldığı belirtilen Locarno Antlaşmasına
göre :
4
1)
Almanya, batı sınırlarının, yani Fransa ve Belçika sınırlarının kesin ve sürekli olduğunu
kabul ediyordu. Bu konuda bir anlaşmazlık çıkarsa kuvvete başvurulmayacak, sorun Milletler
Cemiyeti'ne götürülecekti. İngiltere ve İtalya da bu statünün kefili olacaklardı.
2)
Bütün anlaşmazlıklar barış yoluyla çözümlenecekti.
3)
Bu Antlaşma; Almanya, Milletler Cemiyeti'ne üye olur olmaz yürürlüğe girecekti.
Görüldüğü gibi, Locarno Antlaşması ile Almanya, batı sınırlarının sürekli olduğunu kabul
etmekte, ancak doğu, yani Polonya ve Çekoslovakya sınırları için böyle bir güvence
vermemekteydi. Bu nedenle de Fransa, bu iki devletle aynı anda ikili Antlaşmalar
imzalayarak, bunlara yardım yapmayı vaat etti. Böylece de Fransa, kendi sınırları hakkında
Almanya ile anlaşmaya varırken, Polonya ve Çekoslovakya sınırları dolayısıyla, yine
Almanya ile bir anlaşmazlık" içerisine düşmüş bulunuyordu. Bu da Locarno Antlaşması'nın
zayıf yanını meydana getiriyordu.
Bununla beraber Almanya, Locarno Antlaşması ile yeniden uluslararası işbirliğine girmiş
oldu. Alsace - Lorraine'den kesin olarak vazgeçtiğini dolaylı olarak kabul etti. Antlaşmalardan
hemen sonra da, 1926'da, Milletler Cemiyeti'ne üye oldu ve böylece yeniden Avrupa büyük
devletleri arasına eşit koşullarla girmiş bulundu. Bu suretle, Avrupa'da yeni bir dönem
başlamış oldu. Bu antlaşmayla kıtada siyasi gerginlik azaldı. Fakat bu da uzun sürmedi.
İngiltere, Fransa'nın Almanya'ya yaklaşmasından memnun kalmadı. Çünkü bu devlet, FransızAlman ittifakıyla Avrupa güçler dengesinin bozulmasını istemiyordu. Diğer taraftan da
Fransa, Versailles Antlaşması ile Avrupa'da yeniden güç olarak belirmişti. Bu nedenlerden
İngiltere, Almanya'nın doğu sınırları için garanti vermemesini kabul etmiş ve bundan sonra
Almanya'ya yardım etmeye başlamıştır. Ayrıca, Fransız - Alman yakınlaşmasına karşı İtalya
ile ilişkilerini geliştirmeye çalışmıştır.
3. Kellogg Paktı:
Fransa, bu gelişmeler karşısında, Avrupa'da durumunu güçlendirmek için, Amerika Birleşik
Devletleri ile ilişkilerini sıklaştırmaya yöneldi. 1927'de de, bu devlete, aralarında hiçbir
zaman savaş etmeyeceklerine dair bir ebedi barış pakta yapılmasını önerdi.
Amerika Birleşik Devletleri, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra yeniden Monroe politikasına
dönmüştü. Fransa'nın önerisi ise, onu yeniden Avrupa sorunlarına çekecek nitelikteydi. Bu
bakımdan öneriye yanaşmadı. Buna karşılık Amerika Dışişleri Bakanı Kellogg, Fransa'ya
verdiği cevapta, Amerika'mın sadece Fransa ile değil, bütün dünya devletleriyle böyle bir
paktın yapılmasından ve savaşın kanun dışı ilan edilmesinden yana olduğunu bildirdi.
5
Bu öneri ise, Fransa'nın Avrupa'daki müttefiklerine karşı yüklendiği yükümlülüklerle
çelişiyordu. Çünkü Fransa, gerektiğinde müttefiklerine yardım yapmayı anlaşmalarla kabul
etmişti. Hiç savaş etmeyeceğini kabul ederse, bunları yerine getiremeyecekti. Bu nedenle
Fransa, Amerika'nın bu önerisi karşısında durakladı. Bundan sonra Fransa Dışişleri Bakanı
Briand ile Kellogg arasında diplomatik yazışmalar başladı.
Kellogg, bu durum sürerken, Fransa'yı bir tarafa bırakarak, önerisini Sovyetler Birliği
dışındaki (Amerika henüz bu devleti resmen tanımamıştı) büyük devletlere, yâni İngiltere,
Almanya, İtalya ve Japonya'ya bildirdi ve bunlarla görüşmelere başladı. Bu öneriyi Almanya,
İtalya ve Japonya derhal kabul ettiler. Sonuçta Fransa ve İngiltere de bunlara bazı koşullarla
katıldı.
Bunun üzerine 27 Ağustos 1928'de Paris'te, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Almanya,
İtalya, Japonya, Polonya, Çekoslovakya ve Belçika arasında Kellogg Paktı imzalandı. Bundan
sonra bütün devletler pakta katılmaya davet edildi. Nitekim aynı yıl içerisinde Pakta,
Sovyetler Birliği ve Türkiye (resmi olarak 8 Temmuz 1929'da) de dahil, belli başlı bütün
devletler katıldılar. Bu Antlaşmaya göre:
1) Taraflar, uluslararası anlaşmazlıkların çözümlenmesi için savaşa başvurmayı kınadıklarını
ve savaşı birbirleri ile ilişkilerinde ulusal siyasetin bir aracı olarak kabul etmediklerini ve
savaştan vazgeçtiklerini, ulusları adına resmen açıkladılar.
2)
İmzası olan devletler, niteliği ve kökeni ne olursa olsun, aralarındaki anlaşmazlıkların
çözümlenmesi için, yalnız barış yollarına başvurmayı kabul ettiler (2).
Böylece Kellogg Paktı ile, savunmaya dayanmayan savaş kanun dışı sayılmış ve
devletlerarası ilişkilerde barışçı yollara başvurulması esas alınmıştır. Bu suretle de dünyada
bir barış havası sağlanmak istenmiştir.
Ancak, barışın sürekliliğimi sağlamak amacıyla yapılan Kellogg Paktı ve daha önce
kurulmuş olan Milletler Cemiyeti, bundan sonra baş gösteren uluslararası
anlaşmazlıklara pratik bir çözüm getirememiş, biraz sonra da, yeni bir dünya savaşının
çıkmasını önleyememiştir. Bunda, büyük devletlerin iç ve dış politikalarında meydana
gelen değişme ile gelişmeler de, önemli rol oynamıştır.
6
3. BÜYÜK DEVLETLERDE REJİM DEĞİŞİKLİKLERİ VE DIŞ POLİTİKALARI:
1. İtalya'da Faşizm:
Birinci Dünya Savaşı'na büyük ümitlerle giren İtalya, yenen devletlerden olmasına
rağmen, savaştan yorgun çıkmış ve savaş sonunda yapılan Antlaşmalardan da
istediklerinin çoğuna kavuşamamıştı. Bu ise İtalyan 'kamuoyunda müttefiklerine 'karşı
bir kırgınlık ve kızgınlık. yaratmıştı. Bu kızgınlık, savaşın getirdiği maddi ve manevi
kayıpların da etkisiyle çoğalarak, İtalya'da devlet otoritesinin zayıflamasına neden
olmuştu." Savaş, ekonomik hayatta da büyük sarsıntı yapmıştı. Bu ortamda ülkede,
liberalizmin yanında, sosyalizm ve komünizm gibi akımlar da güçlenmişti.
Ekonominin içine düştüğü durumdan dolayı, işsizliğe bir türlü çare bulunamıyordu.
Sayıları 500.000'e varan asker kaçakları ise, ayrı bir sorun olmuştu. Bütün bunlar
İtalyanların maddi ve manevi dağınıklık ve yılgınlık içine düşmesine neden oluyordu.
Bu durumda bir iç savaşın çıkmasından korkuluyordu.
İtalya'daki bu durum, 1919'da kurulmuş olan Benito Mussolini liderliğindeki Faşist
Partisi'nin işine yaradı. 1921 yılında yapılan seçimlerde Faşistler 35 milletvekili
çıkardılar ve bundan sonra daha çok taraftar kazanmaya başladılar. İtalya'daki iç
çekişmeler, koyu ulusçuluk politikasına dayanan ve Paris Barış Konferansı'nda küçük
düşürülen İtalya'yı güçlendireceğini, Roma İmparatorluğu'nu yeniden kuracağını vaat
eden Faşist Partisi'ni daha da güçlendirdi. Bunun üzerine Mussolini'nin yönetimindeki
Faşistler, İtalya'yı bu karışık durumdan ve komünist ihtilalden kurtarmak iddiasıyla
harekete geçtiler. Solcularla açıkça mücadeleye giriştiler. Ağustos 1922'de işçilerin
genel greve gitmeleri üzerine, 28 Ekim 1922'de, Mussolini yönetiminde Faşist
Partisi'nin “Kara Gömleklileri” Napoli'den Roma üzerine yürüdü. Hükümet, çekilmek
zorunda kaldı. Kral III. Vittori Emanuel de, 30 Ekim 1922'de, 'Başbakanlığa
Mussolini'yi getirdi. Böylece İtalya'da Faşist yönetim kurulmuş oldu.
Aşırı ulusçuluğu esas alan Faşist yönetim, kısa süre sonra demokrasiyi kaldırdı.
Ülkedeki diğer ırklardan olanları zorla İtalyanlaştırmaya çalıştı. Dış politikada ise,
Akdeniz çevresinde sömürge kurmaya, yani emperyalizme yöneldi. Mussolini,
Akdeniz'e «Bizim Deniz» (mare nostrum) diyordu ve Roma İmparatorluğu'nu yeniden
meydana getirmek istiyordu.
7
İtalya'nın bu yeni yayılma ve genişleme politikası, çevresindeki ve Doğu Akdeniz ülkelerinde
huzursuzluk yarattı. Bu arada İtalya, Yugoslavya ve Yunanistan ile toprak yüzünden
anlaşmazlığa düştü. 1927 yılında Arnavutluk devletini koruyuculuğu altına aldı. Mussolini'nin
Anadolu'yu da yayılma alanı içine alma düşüncesi, Türk - İtalyan ilişkilerinde soğukluk
yarattı. İtalya'nın bu politikası, 1934'te Balkan Paktı'nın kurulmasında önemli rol oynadı.
Diğer taraftan İtalya, Ortadoğu'ya sokulmaya çalıştı ve Habeşistan'a el attı. Batıda ise,
özellikle Fransa ile, diğer sorunların yanı sıra Kuzey Afrika, daha geniş anlamda, Akdeniz
egemenliği nedeniyle çekişmeye başladı.
2. Almanya'da Nazi İktidarı:
Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıkan Almanya, daha savaşın sonlarında büyük iç sorunlarla
karşı karşıya kalmıştı. Bu arada, 1918 Kasım ayı başlarında askeri bir ayaklanma olmuş, 9
Kasım 1918’de İmparatorluğa son verilerek, Cumhuriyet ilan edilmiş ve 11 Kasımda da
mütareke imzalanmıştı. Bundan sonra Almanya'daki iç karışıklıklar daha da çoğalmıştı.
Grevler, ayaklanmalar sürüyordu. Böylece Almanya, iç politika ve ekonomik yönlerden tam
bir kargaşa ve çöküntü içine düşmüştü. Ülke bu durumda iken, 28 Haziran 1919'da, Versailles
Antlaşması imzalandı. Bunun getirdiği ağır koşullar, Almanya'nın iç düzenindeki bunalımı
daha da çoğalttı. Bu Antlaşma, sağ ve soldaki bütün Alman kamuoyu tarafından tepkiyle
karşılandı. Ülkede bu gelişmeler sürerken de, 11 Ağustos 1919'da, Weimar Anayasası ilan
edildi.
Almanya'da Cumhuriyetin ilk yıllarında sol akım güçlüydü. Ancak. özellikle Versailles
Antlaşmasının meydana getirdiği tepki, Cumhuriyetin iç ve dış politikadaki başarısızlıkları,
ekonomik durumun bozukluğu, işsizlik sorunu ve huzursuzluğun gittikçe çoğalması, sağ
akımın güçlenmesine neden oldu. Bu arada Fransızlar da, 1923 yılında, Almanların savaş
tazminatı ödemeyişlerini bahane ederek Rhur bölgesini işgal ettiler. Bu da Versailles
Antlaşmasına duyulan tepkiyi daha çoğalttı. İşte Almanya böyle bir ortamda bulunurken,
Nasyonal - Sosyalist Parti (Nazi Partisi) iktidara geldi. Bundan sonraki gelişmeler ise, İkinci
Dünya Savaşı'nın çıkmasına yol açan önemli nedenleri ortaya çıkardı.
Nazi Partisi'nin başlangıcını, 1918'de Münih'te kurulmuş olan Alman İşçi Partisi teşkil eder.
1919 yılında Adolf Hitler'in üye olması ve liderliğini ele alması bu partiyi kısa zamanda
geliştirdi. Parti, 1920'de Nasyonal - Sosyalist Alman İşçi Partisi adını aldı. Almanların o
tarihlerdeki duygularından yararlanan Hitler, aşırı sağcı ucu temsil ederek, örgütlenmeye ve
taraftar kazanmaya başladı. İşsizliğe çare bulunacağını vaat ederek ve Yahudi düşmanlığını
8
körükleyerek güçlenmekte devam etti. Bu sıralarda, Versailles Antlaşması'nın Alman
bütçesine yüklediği savaş tazminatı, ülkenin ekonomik durumunu daha da fenalaştırdığından,
bu Antlaşma, diğer getirdikleriyle birlikte şimşekleri üzerine çekmekte devam ediyordu. Nazi
Partisi ise, başlangıçtan beri Versailles Antlaşması'nın karşısında olup bunun kaldırılmasını
istiyordu ve bu yönden de propagandasını sürdürüyordu.
Nazi Partisi, 1930 seçimlerinde altı buçuk milyon oy alarak, 107 milletvekili çıkartarak büyük
bir başarı sağladı. 1932 seçimlerinde ise Alman Parlamentosu(Reichstag)'nun 608 üyeliğinden
230'unu kazanarak, ülkenin en büyük partisi haline geldi. Bundan sonra meydana gelen bazı
gelişmelerin üzerine de Cumhurbaşkanı Hindenburg, 30 Ocak 1933'te, başbakanlığa Hitler'i
atadı. Böylece Nazi Partisi iktidara gelmiş oldu.
Bundan sonra Hitler, meclisi feshederek seçimlere gitti. Ancak, 1933 Mart ayında yapılan
seçimlerde Nazi Partisi yine çoğunluğu sağlayamadı. Bununla beraber Hitler, baskı ile
Reichstag'dan dört yıl süreyle olağanüstü yetkiler aldı. Bununla, tam anlamıyla bir diktatörlük
yönetimi kurmak için harekete geçti. İlk iş olarak da diğer partileri kapattı. Alman ulusunun
ekonomik, kültürel ve sosyal hayatım kontrol altına aldı.
Hitler, kendisinin III. Reich dediği döneminde dış politikasında ise, Versailles ve St. Germain
Antlaşmalarının kaldırılmasını, Almanya'nın sınırları dışında kalmış bulunan bütün
Almanların birleştirilmesini ve bir tek devlet altında toplanmasını, «Hayat alanı» (Bu, Nazi
emperyalizminin adı idi) elde etmeyi esas almıştı.
Nitekim. Hitler, Almanya içte yeniden güçlenmeye başlayınca, dışta da aktif bir politika
izlemeye başladı. Almanya dışında kurulan Nazi partilerini destekledi ve onlardan dış
politikası yönünden yararlanma yolunu tuttu. Versailles Antlaşmasının koyduğu sınırlayıcı
durumu ortadan kaldırdı. Arkasından, askersiz alan olan Ren bölgesini işgal etti.
Almanya'nın, Birinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan dengeyi bu şekilde zorlamaya ve
değiştirmeye yönelmesi, bu dengenin ve statükonun sürmesinde yararı olan diğer devletleri
Almanya'ya karşı harekete geçirdi Bu da, devletlerarası yeni ve önemli sorunlar ile
anlaşmazlıkların ortaya çıkmasına neden oldu.
9
Download