Sultan Mesud`un Kilikya Seferi Ermeni prensi Thoros, Çukurova`ya

advertisement
Sultan Mesud’un Kilikya Seferi
Ermeni prensi Thoros, Çukurova’ya inerek Tarsus ve Adana’nın da aralarında
bulunduğu şehirleri ele geçirdikten sonra üzerine gönderilen bir Bizans ordusunu da mağlup
etmiştir. Bölgedeki Bizans hâkimiyetine son veren Ermeniler, Türk topraklarına da
saldırıyordu. Bunun üzerine Mesud 1153 yılında Ermeniler üzerine gitti. Ermeniler geçitleri
tuttuğu için Selçuklu ordusu ilerleyemedi. Türkler karargâhlarını dağların gerisinde kurup
beklerken Ermeniler büyük bir korku yaşıyordu. Nitekim Thoros’a bir elçi gönderen Mesud,
maksadının Ermeni memleketini yıkmak olmadığını, eğer kendisine itaat edecek olursa onu
dostu ve oğlu olarak kabul edeceğini ve işgal ettikleri toprakları Bizans’a geri vermelerini
bildirdi. Bundan memnun olan Ermeniler, Mesud’a tabi olabileceklerini fakat toprakları
imparatora vermeyeceklerini söylediler.
Geri dönen Sultan Mesud ertesi yıl 1154 daha büyük bir ordunun başında Torosları
geçmeye ve bütün Çukurova’yı istilaya başladı. Fakat bu sırada Kilikya ve Konya’da çıkan
veba salgını Selçuklu ordusunu eritiyordu. Atların büyük kısmının telef olması, ordunun yaya
kalmasına neden oldu. Tam bu dönemde yağan aşırı yağmur ve buna bağlı olarak ortaya çıkan
sel Selçuklu ordusunu daha fazla sıkıntıya soktu. Türkler ağırlıkları bırakarak geri çekilmeye
başladı. Bu durumdan istifade eden Thoros, dağlardan inerek Türk ordusunu bir süre takip etti
ve bazı şehirleri yağmalattı.1
Sultan Mes’ud, Kilikya seferinden gelince hastalanmış, ölümünün yaklaştığını
hissederek Türk feodal ananesine göre devletini üç oğlu arasında paylaştırmıştı. Bununla
beraber yine feodal hiyerarşi icabı, savaşlarında yanında bulunarak zaferlerine yardım eden
Elbistan Meliki Kılıç Arslan’ı sultan ilan edip diğerlerini ona tabi kılmıştır. Kendisi tahtından
inip onu tahta çıkarırken önünde eğiliyor ve ilk biati bizzat kendisi yapıyordu.
Mesud’un Kılıç Arslan’dan başka Şahinşah ve Dolat adında iki oğlu daha vardı.
Şahinşah, Ankara, Çankırı ve Kastamonu bölgeleri meliki idi.
Sultan Mesud, tahta çıktığında Selçuklu devleti çok küçülmüş ve Konya havalisine
sıkışıp kalmıştı. Önce kayınpederi Danişmentli Melik Gazi’nin yardımıyla kardeşlerini
bertaraf etmiş, uzun müddet Melik Gazi’nin nüfuzunda ve onun müttefiki olarak
mevcudiyetini
korumuştu.
Kayınpederinin
ölümünden
sonra
Danişmentlilerin
parçalanmasından yararlanarak Anadolu’da üstünlüğü tekrar Selçuklulara getirmişti.
Türkiye Selçuklu Sultanları arasında ilk para basılması da Sultan Mesud namına olan
bakır sikkelerdi.
Sultan Mesud’un belki de tüm Kilikya’yı ele geçirecekken böyle bir felaketle karşılaşmasını Ermeni yazarlar
Allah’ın bir lütfu olarak sayar.
1
1
Avrupalılar, Anadolu’ya Romania adını verirken, Mesud devrinden itibaren Haçlı
kaynaklarında Turkia denilmeye başlanmıştır.
II. Kılıç Arslan Dönemi (1155-1192)
Sultan Mesud’un ölümü ile yerine büyük oğlu Kılıç Arslan geçti. Mesud’un diğer iki
oğlu Şahinşah ve Dolat (Devlet) olup Ankara ve Çankırı taraflarını Şahinşah’a bırakmıştı.
Fakat Dolat hakkında malumat bulunmamaktadır. Mesud’un damatları olan Danişmentli
Zünnun yine Kayseri’de, Yağı-basan’da Sivas’ta melik olarak bulunuyorlardı.
Türk saltanat hukukunun istikrarsızlığı nedeniyle ilk olarak harekete geçen Yağı-basan
olmuştur. Sivas’ta bulunan Yağı-basan, Kayseri üzerine yürüdü. Bunu haber alan Kılıç
Arslan, derhal Yağı-basan üzerine gitmiş, fakat iki taraf din adamlarının araya girerek
Müslüman kanı dökülmemesi yönünde yakarışları sonucu taraflar arasında mütareke
yapılmıştır. Fakat çok geçmeden Yağı-basan bu kez Elbistan taraflarına hücum etmiş ve
öfkelenen Kılıç Arslan kalabalık bir orduyla tekrar bölgeye gitmişti. Araya yine din
adamlarının girmesiyle tam savaş başlamışken yine silahlar bırakılmıştır. Taraflar arasında bir
anlaşma yapılınca Kılıç Arslan Konya’ya dönmüştür (1155).
Kılıç Arslan’ın bu dönüşü biraz da kendisine karşı baş gösteren saldırılarla alakalıdır.
Zira bir yandan Ermeniler, diğer yandan Musul Atabegi Nureddin Mahmud saldırıya
geçmişti. Ermeniler üzerine giderek bölgede sükûneti sağlayan Kılıç Arslan, ardından
Nureddin için tedbirler almaya başladı. Selçuklu topraklarına giren ve Danişmetlileri Kılıç
Arslan’a karşı kışkırtan Nureddin’e karşı Haçlılar ve Ermenilerle anlaşma yapıldı. Kılıç
Arslan’ın büyük bir ordu ile yola çıkması üzerime Kudüs Kralı ve Antakya Prensi de harekete
geçti. Durumun nezaketini anlayan Nurettin özür dileyerek aldığı yerleri iade etti (1157).
Kılıç Arslan’a Karşı İttifaklar ve Danişmendliler’in İnkırazı
Kılıç Arslan’ın artan kudreti rakip ve düşmanlarını işbirliğine zorladı. Bu amaçla
Musul Atabegi Nureddin ve Bizans İmparatoru Manuel, Kılıç Arslan’a karşı 1159 yılında bir
ittifak anlaşması yaptılar. Ardından bu ittifaka Danişmentli Yağı-basan, Ankara ve Çankırı
meliki olan Şahinşah da dâhil oldu. Daha sonra da Sultanın yanında yer alan Kayseri Meliki
Zünnun, Malatya Emiri Zülkarneyn bu cepheye katıldı.
Her taraftan sarıldığını gören Kılıç Arslan, çeşitli tavizlerle imparatora anlaşma
teklifinde bulundu, fakat red cevabı aldı. Ardından 1160 yılında Elbistan ve çevresini Yağıbasan’a terk edip onunla barışmak istedi, ancak bundan da sonuç alamadı. Bu arada Kılıç
Arslan, Erzurum hükümdarı İzzeddin Saltuk’un kızıyla nikâh yaptı. Gelini getirmek için
gönderilen gelin alayı, Yağı-basan tarafından durduruldu. Nikâhlı olduğu için gelin önce zorla
İslamiyet’ten çıkarıldı sonra tekrar Müslüman yapılıp Zünnun ile evlendirildi. Bu durum
2
karşısında çok öfkelenen Kılıç Arslan, Yağı-basan üzerine yürüdü. Bizans’tan ve diğer
müttefiklerden yardım alan Yağı-basan savaşı kazandı. İyice zor duruma düşen Kılıç-Arslan
1162 yılında tüm entrikaların merkezi olan İstanbul’a gitmeye karar verdi.
Türkleri birbirine düşüren Manuel, şimdi Kılıç Arslan’ın zor duruma düşmesinden
dolayı onu destekleme kararı aldı. Sultana büyük merasimler düzenleyen Manuel, 80 gün
kaldığı İstanbul’da onu çok iyi ağırladı. Sonuçta Manuel ile bir anlaşma yapan Kılıç Arslan
aynı zamanda büyük bir maddi desteği de temin etti. Yapılan anlaşmaya göre; 1) Kılıç Arslan,
Bizans’ın dostları ile dost, düşmanları ile düşman olacak, 2) Bizans’tan aldığı bazı şehir ve
kasabaları iade edecek, 3) Türkmenlerin Bizans arazisine saldırılarına mani olacaktı.
İstanbul’dan dönen Kılıç Arslan’ın ilk hedefi Yağı-basan ve Şahinşah oldu. 1163
yılında Danişmendli ülkesi üzerine yürüyüp Sivas’ı ele geçirdi. Zor duruma düşen Yağı-basan
damadı olan sultanın kardeşi Şahinşah ile buluşmak üzere Sivas’a gitti. Fakat çok geçmeden
Çankırı’da öldü (1164).
Yağı-basan’ın ölümünden sonra Şahinşah üzerine giden Kılıç Arslan onu mağlup
ederek kaçırttı ve Ankara ile Çankırı taraflarını ele geçirdi. Ardından Danişmendliler üzerine
tekrar döndü ve 1169 yılında Kayseri’yi ele geçirdi. Burayı yöneten Zünnun ve Şahinşah,
Nureddin’in yanına kaçtı.
Kılıç Arslan’ın hızla kuvvetlenmesi karşısında endişeye kapılan Nureddin,
Danişmendliler ve Şahinşah ile bir cephe oluşturdu. Taraflar arasında birçok çatışma
yaşanmış, şiddetli kış ve açlık iki tarafı da bunaltmıştı. Bu arada Haçlıların da saldırmaya
başlaması ile bir anlaşma imzalanmıştır. Buna göre Nureddin ele geçirdiği Selçuklu
topraklarını iade etmiş, buna karşılık Zünnun’un Sivas’ta hüküm sürmesine izin verilmiştir.
(1173)
1174 yılında Kılıç Arslan’ın Anadolu’yu birleştirme çabaları önündeki en büyük engel
olan Musul Atabegi Nureddin Mahmud öldü. Bu durum karşısında harekete geçen Kılıç
Arslan 1175 yılında tüm Danişmend topraklarını ele geçirdi. Zünnun ve onunla birlikte
mücadelesini ısrarla sürdüren Şahinşah, Bizans imparatoruna sığındılar. Yağı-basan oğulları
ise gerek Kılıç Arslan ve gerekse halefleri zamanında uc beyi oldular. Böylece Danişmendli
hanedanını ortadan kaldıran Kılıç Arslan, Anadolu’da milli birliği oluşturmuş oldu.
Kılıç Arslan’ın Bizans’a Karşı Büyük Zaferi
Kılıç Arslan, Danişmendliler ve Nureddin Mahmud’u bertaraf ederek kudretini
artırırken, Manuel’de Balkanlarda meşguldü. Aradaki muahedeye göre ilişkiler dostane bir
şekilde devam ediyordu. Fakat bu sırada Bizans hududunda ve bilhassa Eskişehir civarında
toplanan 100.000 göçebe Türkmen, devleti düşünmeden akınlar yapıyor, yurt ve otlak
3
bulmak için Rum köy ve kasabalarını işgal ediyor, yağmalıyorlardı. Yine Türkmenler bir
yandan Denizli, diğer yandan Bergama yönünden topraklarını genişletiyordu. Devletin
resmen emrinde bulunmadan müstakil hareket eden bu Türkmenlerin hareketi aslında sultanı
memnun ediyordu. Nitekim bu sırada 100.000 kadar Rum esir alınıp İslam ülkelerinde satıldı.
Bu olaylar iki ülke ilişkilerini geriyordu. Balkanlardan dönen Manuel, bir yandan
istilaları durdurmak, diğer yandan iyice kuvvetlenen Kılıç Arslan’ı sarsmak için Anadolu’ya
kuvvetler gönderdi.
Uzun süreden beri devam eden sükûnetin yakında bozulacağı kaçınılmazdı. Buna
rağmen Kılıç Arslan, bir elçi göndererek eski anlaşmanın yenilenmesi için Manuel’e teklifte
bulundu. İmparator karşılığında şu isteklerde bulunmuştur. 1) Türkmenlerin işgal ettiği yerler
geri verilecek, 2) Danişmendli Zünnun ve Şahinşah’a eski ülkeleri iade edilecekti.
Kılıç Arslan ilk isteği en azından görünürde kabul edeceğini bildirdi. Fakat asıl ağır
olan ikinci isteğin yerine getirilmesi mümkün değildi.
Bizanslılar Eskişehir civarındaki tahkimatları yenilemek için bu bölgeye asker sevk
etti.
Türklerin saldırılarını arttırdığı devrede İmparator bir kısım kuvvetlerle Şahinşah’ı
Eskişehir taraflarına gönderdi. Fakat pusuya düşen Şahinşah, dehşet içinde imparatora
sığınmak zorunda kaldı. Bunun üzerine bu kez Zünnun 30.000 kişilik bir kuvvetle eski
Danişmend ülkesine gönderildi. Niksar üzerine yürüyen bu kuvvetler de mağlup edilince
Zünnun da tıpkı Şahinşah gibi Manuel’in yanına gitmek zorunda kaldı.
Bizanslılar ve Selçuklular arasında tarihi bir hesaplaşmanın yaşanacağı anlaşılıyordu.
Bu hesaplaşma Malazgirt’ten sonra belki de en kanlı ve en mühim olanı olacaktı. Manuel, tüm
kuvvetlerini toplayarak iyice kuvvetlenen Kılıç Arslan’ı mağlup etmek istiyordu. Amacı hem
Kılıç Arslan’ı ezmek hem de Anadolu’yu Türklerden temizlemekti.
Manuel, 1176 baharında İstanbul’dan bazı kaynakların abartılı bir şekilde ifade ettiği
700.000 süvariden oluşan ordusuyla yola çıktı. Bu rakam abartılı olmakla beraber aslında ne
denli büyük bir ordu ile yola çıkıldığını göstermesi açısından önemlidir. Bu orduda
Bizanslıların yanında Frank, Macar, Sırp ve Peçenek askeri de bulunuyordu.
Tedbiri elden bırakmayan Kılıç Arslan, bir elçi daha göndererek barış teklifinde
bulundu. Bunu reddeden Manuel, Kılıç Arslan’ın nankörlüğünden ve yaptığı yardımları
unuttuğundan dem vurdu. Bu arada Kılıç Arslan’da Eskişehir taraflarındaki istihkâmları inşa
ettiren Manuel’in barışa darbe vurduğunu belirterek en azından kendini savunuyordu
Bizans kaynakları sultanın şarktaki Türk hükümdarlarından yardım aldığını yazarsa da
buna ilişkin herhangi bir emare yoktur. Anlaşılan Kılıç Arslan sadece kendi kuvvetlerinden
4
oluşan bir ordu ile savaşmıştır. Manuel, Eskişehir yerine Denizli istikametinden giderek hem
Türkmenleri gafil avlamak hem de bizzat Konya üzerine yürümeye karar verdi. Bu sırada
Kılıç Arslan meydan muharebesine girişmeden askerlerin bir kısmını çete haline getirerek
düşmanın sağ ve solundan çapul yaptırıp yıpratmaya, köyleri ve iaşe imkânlarını tahribe
başladı. Sular içilemez hale getirildi. Buna bağlı olarak Bizans ordusunda dizanteri salgını
başladı.
Denizli’den sonra yoluna devam eden Bizans ordusu, Miryakefalon denilen dar ve
sarp bir vadiye girdi. Ardından da vadinin çıkışında Kılıç Arslan’ın kurduğu pusuya düştü.
Eylül 1176’da Bizans ordusu şiddetli bir hücumla imha edilmeye başlandı. Geçit ölülerle
doldu. Bir yandan da 50.000 kişilik bir kuvvet arkada bulunan imparatorun ağırlıklarını
yağmaladı. Silah, makine, mücevherat ve sayısız ganimet ele geçirildi. İmparator geçidi
açmak için bizzat hücuma geçtiyse de başarılı olamadı. Türkmenler, şaşkına dönen Bizans
askerini adeta doğradı. Kaçmaya uğraşan ve kendi askerinin hakaretlerine maruz kalan
Manuel, Kılıç Arslan’a barış teklifinde bulundu. Gece karanlığında yapılan müzakereler
sonucunda Manuel, Eskişehir ve diğer istihkâmları yıkmayı kabul etti. İmparator, İstanbul’a
döndükten sonra altın, gümüş, at ve sair eşya ve bir rivayete göre 100.000 altın gönderdiğine
dair kayıtlar, anlaşmanın bir tazminat maddesi de içerdiğini gösterir.
Kılıç Arslan, Malazgirt’ten sonra Türklere ikinci bir zaferi yaşatmış oldu. Bu zafer,
1097 yılında başlayan Haçlı istilaları sonucu Bizans’a geçen üstünlüğü tekrar Selçuklulara
kazandırmış oldu. Ayrıca bu zafer, Bizanslıların Türkleri Anadolu’dan çıkarmanın mümkün
olmadığını da kavramalarını sağlamıştır. Bundan böyle Bizans müdafaa ve çöküntüye doğru
giderken, Türkler, ilerleme ve taarruza başlayacaktır.
Anlaşma maddeleri içinde hudut düzenlemesine dair bir madde yoktur. Öte yandan
esir edilmesi mümkün olan Manuel’in niçin kolaylıkla bırakıldığı da malum değildir. Bazı
kaynaklar Kılıç Arslan’ın gece kazanılan zaferin derecesini tam olarak kavrayamadığını ve
geride henüz pusuya düşmemiş büyük bir Bizans ordusunun olduğunu zannederek hareket
ettiğini yazar. Nitekim Bizans kaynakları da Selçukluların elde ettiği zaferle, sonuçları
arasında bir dengesizliğin olduğunu kabul ederler.
Kılıç Arslan, zaferden sonra halifeye ve komşu hükümdarlara fetihnameler ve
hediyeler göndererek zaferini müjdelemiş, Rumlardan artık endişeye gerek kalmadığını ve
sulh yapıldığını belirtmiştir. Bu zafer İslam dünyasına bayram sevinci yaşatmıştır.
Kılıç Arslan ve Selahaddin Eyyubi
Bizans imparatorunu büyük bir meydan muharebesinde ezen Kılıç Arslan, doğudaki
emellerini gerçekleştirmek için harekete geçti. İlk olarak Danişmendli ailesinden
5
Muhammed’in elinde bulunan Malatya’ya yürüdü. Bu sırada Nureddin Mahmud’un yerine
Selahaddin Eyyubi geçmiş ve dolayısıyla aslında rekabet bundan sonra bu iki güçlü
hükümdar arasında yaşanmaya başlamıştır.
Malatya’yı kuşatan Kılıç Arslan, dört aylık bir muhasaranın ardından bu şehri ele
geçirdi. Böylece Danişmenli ailesi bütünüyle ortadan kaldırılmış oldu. Bu arada endişeye
kapılan Artuklular, Selahaddin’den himaye istemişti. Bu iki hükümdar arasında büyük bir
rekabet yaşanmış olmasına rağmen ilk anda bunlar Ermenilere karşı ittifak etmiştir. Ermeniler
mağlup edildiği sırada Eyyubi ve Selçuklu askeri birlikte hareket etmiştir. Fakat bir süre sonra
Kılıç Arslan’ın Bizans’la meşgul olmasını fırsat bilen Selahaddin, 1182 yılında Diyarbekir ve
Silvan’ı ele geçirmiş ve bu olay taraflar arasında ilişkiler gerilmesine neden olmuştur.
Selçuklu Devletinin Feodal Taksimi
Uzun ve şerefli bir mücadeleden sonra yaşlanan ve yorulan Kılıç Arslan, ülkesini 11
oğlu arasında paylaştırdı. Buna göre;
Kutbeddin Melikşah – Sivas ve Aksaray
Rükneddin Süleymanşah – Tokat ve çevresi
Nureddin Sultanşah – Kayseri ve çevresi
Mugiseddin Tuğrulşah - Elbistan
Muizeddin Kayserşah – Malatya
Muhiddin Mesud – Ankara, Çankırı, Kastamonu
Gıyaseddin Keyhüsrev – Uluborlu (Borgulu) ve Kütahya
Nasreddin Berkyarukşah – Niksar ve Koyluhisar
Nizameddin Argunşah – Amasya
Arslanşah – Niğde
Sancarşah – Ereğli ve çevresi
Kaynaklar Ulu-borlu meliki Gıyaseddin Keyhüsrev’in en küçük evlat, Sivas ve
Aksaray meliki Kutbeddin Melikşah’ın da en büyük evlat olduğunu kaydeder.
Bu taksimatın ne zaman yapıldığı kesin değildir. Fakat Uluborlu 1182 yılında
fethedildiğine göre bu tarihten sonra olmalıdır. Yine 1188 tarihinde Kılıç Arslan’ın Melikşah
ile mücadele halinde olması nedeniyle de bu tarihten önce taksim edilmiş olması gerekir. Yani
1182-1188 arasında ve büyük ihtimalle de 1186’da olmalıdır.
Kılıç Arslan, taksimatı yaptıktan sonra kendisi Konya’da sultan olarak hüküm
sürmekte ve oğulları da melik sıfatıyla kendilerine ayrılan yerleri idare etmektedir. Her melik
kendi eyaletinde yarı müstakil bir hükümdar idi. Bunlar idari, mali, askeri bütün işleri kendi
merkezlerinde kurulan divanda hallediyor, kendi adlarına para bastırıyor, hutbe okutuyor,
6
hatta komşu devletler savaş veya barış münasebetlerine girişiyorlardı. Bir tek sultan
unvanını kullanamıyorlardı. Melikler her yıl Konya’da babalarının huzuruna giderek tabiiyet
ve hizmet vazifelerini yerine getiriyorlardı. Ancak bunun ilk yıllara mahsus olduğu, sonradan
bundan vazgeçildiği anlaşılıyor.
Selçuklular ve Üçüncü Haçlı Seferi
Alman İmparatoru Fredrick Barberos, üçüncü haçlı ordusunun başında 1190 yılında
Selçuklu sınırında göründüğünde Selçuklular siyasi birliğini kaybetmiş, şehzadeler saltanat
mücadelesine girişmiş, II. Kılıç Arslan Konya’da Kutbeddin Melikşah’ın elinde adeta esir
durumuna düşmüştü.
III. Haçlı Seferi, Selahaddin Eyyubi’nin 1189 yılında Kudüs’ü ele geçirmesi üzerine
oluşturulmuştu. Kudüs’ün düşmesinden sonra Selahaddin ile Bizans arasında bir anlaşma
yapılmıştı. Buna göre; 1) İstanbul’da bulunan camide hutbe Selahaddin Eyyubi adına
okunacak, 2) İstanbul’daki Müslümanlar Selahaddin’in himayesinde olacak, 3) Kudüs’teki
kiliseler Bizans imparatorluğuna ait olup bu kiliselerde Ortodoks mezhebinden din adamları
görev yapacak.
Böylece Bizans ve Eyyubiler müşterek düşmanları, Haçlılar ve Selçuklulara karşı
ittifak yapmış oluyordu.
Buna karşılık Kılıç Arslan ve Fredrick arasında eski bir dostluk vardı. İmparatorun
akrabası olan Saksonya Dukası Henry, 1171 yılında Almanya’ya dönerken Selçuklu
topraklarına girdiğinde Kılıç Arslan’ın gönderdiği bir süvari alayı tarafından karşılanmış ve
Henry, Sultan tarafından kabul edilmişti. Bu sırada çeşitli konular ve dinler üzerine sohbet
etmişler, giderken de kendisine hil’at, ipekli kumaşlar, at ve parslar hediye edilmişti. Daha
sonra İtalya’da Bizans ve Almanya imparatorları arasında çıkan bir ihtilaf, Kılıç Arslan ile
Fredrick arasında elçilerin gidip gelmesine vesile olmuş ve dostluk daha da gelişmiştir. Hatta
bu sırada Kılıç Arslan, Fredrick’in kızıyla evlenmek istemiş, ancak kızın zamansız ölümü bu
izdivacı akim kılmıştır.
Alman imparatoru Edirne’ye gelince, Bizanslılar zayıf bir durumda bulunduklarından
onlara karşı koyamadılar. Bir anlaşma ile Haçlıların Anadolu’ya geçmesine razı oldular. Hatta
bu sırada Bizans İmparatoru, Selahaddin’e durumu açıklayan ve bir de özür içeren mektup
göndermişti.
Kılıç Arslan ve Melikşah’ın elçileri de tam bu sırada Edirne’ye geldi. İmparatora,
Alman ordusunun Türkiye’den serbestçe geçmesi ve kendi paraları ile erzak ve sair ihtiyaç
maddelerini satın almaları üzerine bir anlaşma dahi imzaladılar.
7
200.000 – 600.000 kişi arasında olduğu rivayet edilen Haçlılar, ikinci haçlı ordusunun
yolunu takip ederek Denizli üzerinden Selçuklu topraklarına girdiler. Haçlılar sultanın
topraklarından rahatlıkla geçebileceklerini zannediyorlardı. Nitekim başlangıçta Türkmenler
bu ordunun yolundan uzaklaşarak dağlara çekildiler ve onlara hayvan ve erzak satarak ticarete
giriştiler.
Haçlı ordusu Ulu-borlu bölgesine girdiğinde yorgunluk ve açlıktan bitkin duruma
düşmüştü. Bundan faydalanan Türkmenler, davul ve boru sesleri arasında saldırıya geçmişti.
Almanlar Edirne’den itibaren Selçuklu elçilerini beraberinde getiriyorlardı. Nitekim bu durum
elçilere sorulduğunda onlar; hiçbir kanuna itaat etmeyen, komşu beldeleri yağmalamaya
alışık bulunan bu grupların sultanla da savaşmaktan çekinmediklerini söylediler. Bazı
kaynaklar Türkmenlerin bu saldırısını sultanın emri ile gerçekleştirdiklerini yazar. Ulu-borlu
geçitlerinde Haçlılar büyük kayıplara uğrayarak Akşehir’ indiler. Akşehir’de ilk kez Selçuklu
ordusu ile karşılaştılar. Bun ordunun başında Kutbeddin Melikşah bulunuyordu. Ayrıca
Ankara Meliki Mesud ve Ulu-borlu Meliki Gıyaseddin Keyhüsrev de burada idi.
Türkler Haçlılara saldırarak bir haylisini kılıçtan geçirdi. Açlıkla karşı karşıya kalan
Haçlılar atlarını dahi yemeye başladı. Her iki taraf da bir hayli kayıp vermişti. Çok kalabalık
olan Haçlılar her türlü zorluğa rağmen Türkleri geri çekilmeye zorlamış ve Konya üzerine
yürümüştür.
Meram bağlarına karargâh kuran Haçlılar şehre hücum etmek veya yollarına devam
etmek seçenekleri üzerine müzakere ettiler. Nihayet erzak sıkıntısı ve Türklerin kendilerini
serbest bırakmayacağını ileri sürerek savaşa karar verdiler. Birkaç saldırı sonrası şehre
girmeye muvaffak olan Haçlılar, çarşıları yağma ederek aldıkları erzak ve ganimetlerle
ihtiyaçlarını giderdiler. Şehirde birçok tahribatta bulunuldu ve sayısız insan öldürüldü.
Kılıç Arslan ve Melikşah sonunda Fredrick’e sulh teklifinde bulundu. Taraflar
arasında bir anlaşma yapıldı ve Almanların Selçuklu topraklarından güvenli geçişi için 25
Selçuklu beyi rehin olarak verildi.
Türkmenler yol üzerinde saldırılarda bulununca bu rehineler öldürülmüştür. Arap
kaynaklarına göre Melikşah, nefret ettiği kişilerden seçtiği rehinelerin öldürülmesi için bu
saldırıları tertip ettirmiş ve nitekim bunlar Almanlar tarafından öldürülmüştür.
Hem Haçlı ordusu hem de Selçuklu ordusu savaşlar sırasında büyük kayıplara
uğramıştı. Üstelik İmparator Fredrick, daha Anadolu’dan çıkamadan Silifke çayında
boğulmuştu.
8
Kardeşler Arasında Saltanat Kavgaları
Haçlı ordusu geldiği zaman Konya’da fiili iktidarı bulunmayan Kılıç Arslan,
memleketini oğulları arasında taksim ettikten birkaç yıl sonra, çocuklarının kardeş
kavgalarına şahit olmuş ve ihtiyarlık günlerini çok ıstıraplı geçirmişti. Hatta onların bizzat
kendisine karşı isyanlarını da görmüştü. Kardeşler arasında en büyüğü olan Melikşah,
Konya’yı ele geçirmiş ve babasına mensup emirleri bertaraf etmişti. O, Kılıç Arslan namına
hareket ediyordu. Fakat gerçekte onu esir sultan gibi yanında tutup kendisini veliaht ilan
ettirmişti. Alman imparatoru geldiğinde durum bu şekildeydi.
1191 yılında Melikşah, babasını sürükleyerek Kayseri’de bir diğer kardeşi Nureddin
Sultanşah’ı kuşattı. Fakat bir yolunu bulan Kılıç Arslan, Melikşah’ın yanından kaçarak
Sultanşah’a sığındı. Ancak o da kendi hesabına babasından yararlanmaya çalışınca, Kılıç
Arslan bu kez “mel‘un ” diye hitap ettiği Sultanşah’tan kaçarak en küçük oğlu Gıyaseddin
Keyhüsrev’in yanına Uluborlu’ya gitti. Keyhüsrev babasını çok iyi karşıladı ve ona saygı
gösterdi. Bu muameleden memnun kalan Kılıç Arslan, onu veliaht ilan etti ve her ikisi Konya
halkının daveti üzerine Konya üzerine gittiler ve payitahtı kurtardılar. Zira bu sırada Melikşah
kendisini sultan ilan etmişti. Konya’dan sonra sultan ve küçük oğlu Aksaray’da bulunan
Melikşah üzerine yürüdüler. Aksaray kuşatması sırasında Kılıç Arslan hastalandı ve bir süre
sonra öldü. Ağustos 1192 sonlarında Gıyaseddin Keyhüsrev tahta çıktı. Fakat Keyhüsrev,
işleri yoluna koyana kadar babasının ölümünü gizledi. Fakat bu durum bir süre sonra Kılıç
Arslan’ın Keyhüsrev tarafından zehirletildiğine dair bir söylentinin çıkmasına neden olmuş ve
bu olay kardeşler arasında propaganda olarak kullanılmıştır.
Keyhüsrev sultan olduktan sonra Melikşah, Aksaray ve Sivas’ta varlığını korumuştur.
Melikşah bir süre sonra Kayseri dışında buluştuğu kardeşi Sultanşah’ı öldürmüş ve Kayseri’yi
de ele geçirmiştir. Ancak çok geçmeden Melikşah da ölmüştür.
Keyhüsrev’in Melikliği ve Saltanatı
Kılıç Arslan’ın 1192 yılında ölümü ile veliaht olan küçük oğlu Keyhüsrev Selçuklu
sultanı oldu. Yeni sultanın annesi Bizans imparatorluk ailesinden bir Hıristiyandı. Kılıç
Arslan’ın ülkesini 11 oğlu arasında paylaştırırken Ulu-borlu (Borgulu) merkez olmak üzere
Kütahya’ya kadar olan topraklar Keyhüsrev’e düşmüştü.
Gıyaseddin Keyhüsrev’in ilk saltanat dönemi 1192-1196 arasında vuku bulmuştur.
Keyhüsrev, ağabeyi Kutbeddin Melikşah’ın ölümü ile en kuvvetli rakibinden kurtulmuş oldu.
Diğer iki önemli rakibi Ankara Meliki Mesud, Kastamonu ve Bolu taraflarını fethetmekle
meşgulken, Tokat Meliki Süleyman-şah da Orta ve Doğu Anadolu’da kardeşlerini itaat altına
9
almakla uğraşıyordu. Nihayetinde Mesut ve Süleyman-şah’ın birbirleriyle mücadelesi
Keyhüsrev’in Konya’da tahtını kolaylıkla muhafaza etmesine neden oldu.
Keyhüsrev, bu uygun ortamda Bizans arazisine de sefer düzenleyerek Menderes vadisi
içlerinden pek çok esir ve ganimetle döndü. Getirdiği halkı beşer bin kişilik kafilelerle
Akşehir taraflarına yerleştirdi. Bunlara mesken, tarım aleti, arazi ve tohumluk dağıttı.
Muhacirler beş yıl vergiden muaf tutuldu. Böylece Haçlı seferi nedeniyle nüfusu azalan
bölgenin iskânını sağladı. Bizans imparatoru ile barış yapılınca bu kimseler memleketlerine
dönmekte serbest bırakıldılar. Fakat rahatları yerinde olan Hıristiyanlar gitmediği gibi Bizans
yönetiminden memnun olmayan başka kimseler bu bölgeye gelmeye başladı.
II. Süleyman-şah
Tokat meliki olan Süleyman-şah, fetihlerde bulunarak topraklarını Karadeniz
kıyılarına kadar genişletmişti. Babası hayattayken kardeşleri ile mücadele etmekten
kaçınmıştır. Süleyman-şah, ilk mücadelesini Kutbeddin Melikşah’ın ölümü üzerine kardeşi
Mesut ile gerçekleştirdi. Konya tahtını bu mücadelenin sonuna bıraktı. Oldukça zeki olan
Süleyman-şah, bazı küçük şehirleri Mesut’a terk ederek onun dostluğunu kazanmış ve asıl
hedefi olan Konya üzerine gitmiştir.
Süleyman, Konya üzerine giderken Keyhüsrev aleyhine birtakım propagandalara
girişerek onun halk nezdindeki nüfuzunu sarsmaya çalışmıştır. İlk propaganda malzemesi
Keyhüsrev’in babasını zehirlettiği olmuştur. Böylece Süleyman-şah, kardeşinin de katlinin
vacip olduğunu etrafa yayıyordu. Bu etrafa karşı Konya’ya yaptığı yürüyüşü meşru göstermek
istemesinden başka bir şey değildi. Keyhüsrev’in babasının ölümünü dört ay kadar gizleyerek
durumunu kuvvetlendirmek istemesiyle ilgili olabilir bu söylenti. İkinci propaganda
malzemesi ise Keyhüsrev’in Hıristiyan bir anneden doğmuş olmasıdır. Esasında Hıristiyan
kadınlarla evlenmek Selçuklu ananesine aykırı bir durum değildi. Hür düşüncede diğer
Selçuklu sultanlarından ilerde olan Süleyman’ın bu düşüncesinin siyasi gaye taşıdığı
muhakkaktır.
Süleyman-şah, Konya’yı kuşattığında Konya halkı sadakatle sultanlarını savundu.
Şehir dört ay kuşatma altında kaldı. Artık şehirdekilerin mukavemet kudreti kalmamıştı.
Konya ileri gelenlerinden bir heyet oluşturularak Süleyman’a gönderildi. Heyettekiler her iki
kardeşe de saygı ve itaatleri olduğunu belirttikten sonra şehrin içinde bulunduğu sıkıntıları
ifade ettiler. Süleyman’a eğer muhasarayı kaldırıp geri dönerse tüm masrafları ve yüklü bir
para vaadinde bulundular. Yok, eğer şehri almakta kararlıysa Keyhüsrev, ailesi ve yakınları
ile hazinesinin güvenli bir şekilde Konya’dan çıkıp istedikleri yere gitmelerine izin vermesi
talep edildi. Elçilik heyeti dönüp Keyhüsrev’in huzuruna çıktı. Şehirdeki genel durum ve
10
yapılan görüşme anlatıldı. Ardından da eğer Sultan mücadeleye devam etmek isterse sonuna
kadar onun yanında savaşacaklarını da söylediler. Keyhüsrev, heyeti sükûnetle dinledi ve şehri
terk etme kararı verdi. Böylece 1196 yılında Süleyman-şah gelip Konya’da tahta çıktı.
Bu sırada Keyhüsrev de, kendini emniyette hissetmeyerek gece yarısı oğulları
İzzeddin Keykavus ve Alâeddin Keykubad’ı Konya’da bırakarak Akşehir yoluyla İstanbul’a
gitmek üzere şehirden ayrıldı. Ladik’te maiyetine karşı saldırı oldu. Bu durum Sultan’a
bildirilince Süleyman-şah, failleri idam ettirdiği gibi saldırının yapıldığı köyü de yaktırdı.
Bundan sonra Keyhüsrev, İstanbul’dan vazgeçerek Kilikya tarafında yöneldi. Süleyman-şah,
yol üzerindeki şehirlere haberciler göndererek kardeşine hürmette kusur etmemelerini söyledi.
Yeğenlerini de öperek babalarının yanına gönderdi.
11
Download