Bipolar bozukluk, belli bir düzen olmaksızın tekrarlayan depresif

advertisement
T.C.
Sağlık Bakanlığı
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman
Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları
Eğitim ve Araştırma Hastanesi
4. Psikiyatri Kliniği
Başhekim: Doç. Dr. Erhan KURT
Klinik Şefi ve Tez Yöneticisi:
Doç. Dr. Mehmet Emin CEYLAN
AKUT VE GEÇİCİ PSİKOTİK BOZUKLUĞU OLAN OLGULAR İLE PSİKOTİK ÖZELLİKLİ UNİPOLAR
MAJÖR DEPRESYONU OLAN OLGULARIN KİŞİLİK BOZUKLUKLARI AÇISINDAN
KARŞILAŞTIRILMASI
(Uzmanlık Tezi)
Dr. Agâh AYDIN
İstanbul-2009
Uzmanlık eğitimime ve özelde bu araştırmaya olan katkılarından dolayı bütün
hastalarıma, eğitimim sürecinde emeği geçen klinik şef ve uzmanlarıma, hastanemizin
servislerini ayakta tutan temel direkler olduğuna inandığım hemşire, sağlık memuru ve
yardımcı sağlık personeline, tezimin hazırlanmasında ve tüm uzmanlık eğitimim boyunca,
ayrıntılara yönelik sıradışı dikkati ve profesyonelliğinden ödün vermeden destekleyici bir dost
ve yol gösterici bir eğitici olan değerli hocam Doç. Dr. M. Emin Ceylan’a, tez değerlendirme
sürecinde gösterdikleri yakınlık ve katkılarından dolayı hocalarım Uz. Dr. Nihat Alpay ve Doç.
Dr. A. Fulya Maner’e, literatür taramasında yardımları ve değerli önerilerini cömertçe sunan
Doç. Dr. E. Timuçin Oral ve Dr. Mert Alev’e, hiçbir karşılık beklemeden fedakarca istatistiksel
analizlerin yapılmasını üstlenen Uz. Dr. E. Onur Özalmete’ye , yaşamımın her döneminde en
zor anlarda bile beni motive eden ve hep destek olan, bu metinde düzeltmiş olduğumu
sandığım yanılgılarıma ve uygun düşmeyen deyişlerime dikkatimi çeken sevgili eşim Özgür’e
ve bu araştırma boyunca gerginliğime, huysuzluklarıma dahası onunla olmam gereken
zamanlarda yokluğuma katlanan biricik oğlum Aras’a teşekkür ederim.
Dr. Agâh Aydın
1
İÇİNDEKİLER
1.GİRİŞ VE AMAÇ...................................................................................................03
2.GENEL BİLGİLER..................................................................................................06
 Akut ve geçici psikozlar..............................................................................06
 Psikotik özellikli majör depresyon.............................................................17
 Kişilik bozuklukları......................................................................................26
3.YÖNTEM VE GEREÇLER.......................................................................................39
4.BULGULAR.........................................................................................................42
5.TARTIŞMA..........................................................................................................54
6.SONUÇ VE ÖNERİLER..........................................................................................65
7.ÖZET..................................................................................................................67
8.SUMMARY.........................................................................................................68
9.KAYNAKLAR.......................................................................................................69
2
1. GİRİŞ VE AMAÇ:
Yaklaşık bir asır önce Hoch, çekilme ve uzak durma özellikleri gösteren bir kişilik türü ile
şizofreninin gelişimi arasında bir ilişki olduğunu öne sürmüştür. Bu kişilik boyutu Bleuler,
Kraepelin ve Kretschmer tarafından “şizoidi” ya da şizoid kişilik olarak kavramsallaştırılmıştı (1).
Kretschmer’e göre şizoid mizaç, bir ucunda soğuk ve duyarsız, diğer ucunda ise sinirli ve duyarlı
olmanın bulunduğu bir çizgi üzerinde yer almaktaydı. Meehl, şizoid özellikler hakındaki bu
kavramsallaştırmaları genişleterek, şizofreninin gizli yükünü yansıtan bir kişilik örgütlenmesi
modeli önermişti (1). Şizotipi diye anılan bu kişilik örgütlenmesinde dört temel belirti grubu yer
almaktaydı; bilişsel kayma, kişilerarası ilişkilerden rahatsız olma, anhedoni ve ambivalans. Bu
modeli izleyerek hem şizotipal kişilik hem de şizofreni için genetik bir zemin önerilmiş ve
nörogelişimsel kuram, sonradan şizofreni spektrumu diye anılan kavramların açıklanmasında
merkezde yer almıştı. İlerleyen yıllar içerisinde, bu spektrum çeşitli biçimlerde tanımlanmıştır
(1,2,3,4). En geniş tanım, diğer kavramların yanı sıra tüm A kümesi kişilik bozukluklarını (şizoid,
paranoid ve şizotipal) kapsamaktadır; en dar tanım ise şizotipal kişilik bozukluğu ile
sınırlandırılmıştır (1).
Şizofreni ile DSM- temelli A Kümesi kişilik bozuklukları, özellikle şizoid kişilik bozukluğu ve
şizotipal kişilik bozukluğu arasındaki ilişkiler konusunda çok klinik bilgi bulunmaktadır. Şizofreni
ile C kümesi kişilik bozuklukları arasında bağlantı kuran daha yakın tarihli çalışmalarda
mevcuttur (1). Hogg ve ark., bilgi veren kişilerle yapılan DSM-III Kişilik Bozuklukları İçin
Yapılandırılmış Görüşme’yi temel alarak, şizofrenide en yaygın kişilik bozukluklarının şizotipal,
antisosyal ve sınır kişilik bozukluğu (KB) olduğunu, ancak kendi kendini değerlendirme ölçekleri
temel alındığında şizofrenide en yaygın kişilik bozukluklarının bağımlı, narsisistik ve çekingen
kişilik bozuklukları olduğunu göstermişlerdir (5). DSM-III Kişilik Bozuklukları İçin Yapılandırılmış
Görüşme’yi kullanan bir diğer çalışmada şizofreninin şizotipal ve antisosyal kişilik bozuklukları ile
ilişkili olduğu saptanmıştır (6). Şizofreni ile kişilik bozuklukları arasında kurulan bu bağlantı diğer
hastalıklarla kişilik bozuklukları arasındaki olası ilişkileri araştıran bir çok çalışmaya konu
olmuştur.
Hastalık yaygınlığı ve ektanı incelendiğinde, genel toplum ve klinik epidemiyolojik
çalışmalar arasında büyük farklar çıkabilir. Hastalık oranlarının daha yüksek olduğu klinik
ortamlardan yola çıkıp, toplumdaki yaygınlık oranlarını tahmin etmek uygun değildir. Yardım
arama ektanı ile ilintili olduğundan, ektanı oranlarının klinik gruplarda daha yüksek olması
3
beklenir (7). Bir çok çalışmanın sonuçlarını birbirleriyle kıyaslamak olası değildir. Bu çelişkili
sonuçların özellikle yöntem bilimsel farklılıklardan kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
Öte yandan, genel olarak toplumda %10-20 oranında kişilik bozukluğu olduğu ve psikiyatri
kliniklerinde yatan veya ayaktan izlenen hastaların 1/3’ünde kişilik bozukluğu olduğu tahmin
edilmektedir (8,9,10). Avustralya’da yapılan geniş bir epidemiyolojik araştırmada kişilik
bozukluğu prevalansı %18.6 olarak bulunmuştur (8). Eksen I tanısı olan 859 psikiyatri hastasının
dahil edildiği, geniş bir alanda psikiyatrik bozuklukları değerlendiren epidemiyolojik bir
çalışmada (11); olguların üçte birinden biraz azı, 10 adet DSM-IV kişilik bozukluklarından
birinden tanı aldı (7,11). Başka türlü adlandırılamayan kişilik bozukluğu (BTA KB) olan olgularda
dahil edildiğinde herhangi bir kişilik bozukluğunun oranı neredeyse yarıya yükseldi (%45.5). En
sık görülen özgül kişilik bozuklukları kaçıngan, sınır ve obsesif-kompulsif kişilik bozukluklarıydı
(11). Yalnızca psikotik hastaların dahil edildiği diğer bir çok çalışmada kişilik bozukluğu
ektanısının daha yüksek olduğu gösterilmiştir (1,12,13).
Psikiyatri hastalarında Eksen I bozukluğu ile kişilik bozukluklarının birlikteliği sıktır ve bu
birlikteliğin Eksen I bozukluklarının süresi, yinelemesi ve sonlanımı açısından kliniğe etkisi
büyüktür (7). Ayrıca Eksen I bozuklukları, kişilik bozukluklarına ikincil olarak sıkça karşımıza
çıkabilir (14). Örneğin, çekingen, sınır ya da histrionik kişilik bozukluğu gibi bazı kişilik
bozukluklarına sahip kişiler, önemsenmeme ve engellemelere karşı ileri derecede hassas
olabilirler ve kolayca disforik ya da çökkün durumlara girebilirler. Böylece kişilik bozukluğu bir
bireyi depresyona yatkın hale getirebilir (15). Yaptığımız literatür taramasında majör depresyon
ile kişilik bozukluğu ektanısının araştırıldığı çok sayıda çalışma olduğu ancak psikotik özellikli
majör depresyonun, majör depresyonun diğer türlerinden ayrı bir örneklem grubu olarak çok az
sayıda araştırmanın konusu olduğunu gördük. Mevcut araştırmalar, hastalık başlamadan önceki
kişilik bozukluklarının psikotik özellikli unipolar majör depresyon (PÖMD) ile ilişkili olduğu,
sıklıkları ve dağılımlarının psikotik olmayan majör depresyondan farklı olduğunu işaret
etmektedir (16,17).
Benzer şekilde; klinik bilgiler, önceden var olan kişilik bozuklukları ile ICD-10’da akut ve
geçici psikotik bozukluklar (AGP) olarak sınıflandırılan olgular arasında ilişki bulunduğunu ileri
sürmektedir. Bu ilişkiden DSM-IV TR’de de bahsedilmiştir (18). Bizim klinik gözlemlerimiz de bu
görüşle örtüşmektedir. Özellikle A ve B kümesi kişilik bozukluklarının varlığı durumunda, stresin
tetikleyici etkisiyle psikotik belirtilerin olduğu dönemler ortaya çıkabilir (19). Ancak bu olguların
Eksen II özellikleri hakkında bu durumu yordayacak
4
literatür bilgisi bulunmamaktadır.
Çalışmalar daha çok diğer Eksen I bozukluklarındaki Eksen II özelliklerinin araştırılmasına yönelik
olmuştur.
Aşağıda açıklamış olduğumuz nedenlere dayanarak, bu araştırma ve özelde bu yazıda,
kavram karışıklığına yol açmamak amacıyla “Akut ve geçici psikozlar” adlandırmasını; DSM-IV
TR’deki “Şizofreniform bozukluk”, “Kısa psikotik bozukluk” ve “Başka türlü adlandırılamayan
psikotik bozukluk” tanılarının her üçünü birden ifade etmesi amacıyla kullanacağız. Ayrıca,
yukarıda adı geçen her üç bozukluğu da kapsayan, ancak herhangi bir iddia taşımayan bu terimi,
daha kolay anlaşılacağını düşündüğümüz için seçtik.
Akut ve geçici psikotik bozukluklar (AGP) ve psikotik özellikli unipolar majör depresyon
(PÖMD)’da hangi kişilik bozukluklarının daha sık ve baskın olduğu sorusu hala yanıtlanmamıştır
ve bu soru çalışmamızın ana odağıdır. Kişilik bozukluklarının, hem akut ve geçici psikozların, hem
de psikotik özellikli majör depresif bozuklukun etiyolojisindeki risk etmenlerinden olduğu kabul
edilmektedir (14,15,20,21,22). Klinik görünümleri, seyir ve sonlanma biçimleri biribirlerinden
farklı olan bu iki grup psikiyatrik bozukluğa eşlik eden ve/veya içsel veya dışsal bir stres etkenine
bu iki klinik yanıttan birinin oluşmasında etkili olduğunu düşündüğümüz kişilik bozukluklarının,
farklı tür ve sıklıklarda olması beklenir. Daha önceki bilgileri göz önünde bulundurarak psikotik
özellikli majör depresif bozukluğu olan hastalarda C kümesi kişilik bozuklukları; akut ve geçici
psikozları olan hastalarda daha fazla B kümesi kişilik bozukluklarının olacağını öne sürmekteyiz.
Bu çalışmanın bir diğer amacı ise psikotik özellikli majör depresyon ve akut ve geçici psikozları
olan olgularda görülen hezeyan çeşitlerinin, kişilik bozukluğu kümeleri ile ilişkisinin
incelenmesidir.
5
2. GENEL BİLGİLER

AKUT VE GEÇİCİ PSİKOZLAR:
Psikotik bozukluklar, günümüzde yaygın olarak kullanılan iki sınıflandırma sisteminden
Amerikan Psikiyatri Birliği’nin “Ruhsal bozuklukların tanısal ve istatistiksel sınıflandırması”nda
(DSM-IV TR), “Şizofreni ve diğer psikotik bozukluklar” başlığı altında; Dünya Sağlık Örgütü’nün
“Ruhsal ve davranışsal bozukluklar sınıflandırması”nda (ICD-10) “Şizofreni, şizotipal ve sanrılı
bozukluklar” başlığı altında ele alınmıştır (19,23,24).
DSM-IV’te şizotipal kişilik bozukluğu, A kümesi kişilik bozuklukları içinde incelenirken; ICD10’da bu bozukluk, şizofreninin pek çok özelliğini taşıması ve aralarında kalıtımsal bağ olasılığı
bulunması nedeniyle, şizofreniden hemen sonra sunulmuştur (10,19,23). “Psikotik” sözcüğü
benlik sınırlarının ve gerçeği değerlendirme yetisinin yitirilmesi olarak tanımlanır. Şizofreni
kapsamı dışında kalan psikotik bozukluklar, psikiyatrinin üzerinde en çok çalışma yapılan
alanlarından biri olan şizofreni kadar sık görülmeyen ve ilgi çekmeyen hastalıklardır (19). Biz
akut geçici psikozlar başlığı altında DSM-IV’de kısa psikotik bozukluk, şizofreniform bozukluk ve
BTA psikotik bozukluk olarak sınıflandırılan psikotik bozuklukları anlatacağız.
Karşılaştırmalı sınıflandırma, kavramsallaştırma ve tarihçe:
Akut ve geçici psikotik bozukluklar, uzun nozolojik tartışmaların konusu olmuştur. Bazı
yazarlar bu bozuklukların bağımsız bir grup olarak ele alınması gerektiğini öne sürmüşlerdir.
Diğerleri bu psikozları şizofreni ve duygudurum bozukluklarının varyantları olarak görürler ve
tanısal dengesizliklerine işaret ederler. Muhtemelen her iki bakış açısı da doğrudur (18). Akut ve
geçici psikotik bozukluklar grubu, şizofreni ve duygudurum bozukluklarının atipik varyantlarını;
aynı zamanda gerçek şizofren olmayan ve gerçek afektif olmayan akut ve geçici psikotik
bozukluk hastalarını içerirler. Bu konuda, sonraki grubun ayrı olarak kategorize edilmesiyle bir
fikir birliği oluşmaktadır (18,20,24).
ICD 10’da akut ve geçici psikotik bozuklar olarak sınıflandırılan olgular çeşitli yazarlarca
“Zihin Bulanıklığı” (Amentia), “Sikloid Psikoz”, “Bouffee Delirante”, “Psikojenik veya Reaktif
Psikoz”, “Şizofreniform Psikoz veya Bozukluk”, “Oneirophrenia”, “Histerik Psikoz” şeklinde
isimlendirilmişlerdir (Tablo 1) (18). DSM-IV TR’deki tarihsel açıklamalar, kısa psikotik bozukluk
tanısının ICD-10’daki akut ve geçici psikotik bozukluk tanısına benzer olduğunu gösterir.
Psikiyatrinin tarihsel gelişimi içinde, birden başlayan ve kısa süre içinde sonlanan psikotik
belirtiler gösteren bir hasta grubu tanımlanmıştır. Karl Jaspers, 1913’te stresli yaşam olayları
karşısında gelişen ve çok iyi bir prognoz göstererek hızla düzelen hastalar bildirmiş; August
6
Tablo 1*:
Akut ve geçici psikotik bozuklukların klasik tanımlarının kısmi listesi (18)
Tanı
Zihin Bulanıklığı
(Amentia)
Sikloid psikoz
Bouffee
delirante
Psikojenik veya
reaktif
psikoz
Şizofreniform
psikoz
veya bozukluk
Oneirophrenia
Histerik psikoz
Tanımlama
Konfüzyon ve şaşkınlık: Ajitasyon, hızlı değişim, canlı varsanılar ve sanrılar, yanlış tanımlama
fenomeni, anksiyete ve korku ile karakterize akut başlangıçlı psikotik bir hastalık; ilk defa
Theodore Meynert (1833-1898) tarafından tanımlanmıştır. Bazı hastalarda fiziksel hastalık ve
yorgunlukla ilişki bulunmuştur. Birkaç hafta veya ayda tam iyileşme olur. İlk zamanlarda
isminden oldukça söz ettirmesine rağmen daha sonraki yıllarda ilgi çekmedi.
Konfüzyon, duyguduruma uygunsuz sanrılar, varsanılar, şiddetli anksiyete, yoğun sevinç veya
coşku duyguları,, akinetik veya hiperkinetik tipte hareket bozuklukları, ölümle aşırı ilgilenme,
duygudurum kaymaları ve dönem içerisinde belirtilerin hızlı değişimi ile karakterize akut
başlangıçlı ve iyi prognozlu fakat sık rekürrensli psikotik bir bozukluktur. Hastalığın iki variantı
ilk defa Karl Kleist (1879-1960) tarafından tanımlanmıştır: Uyarılmışlık ve uyuşukluk
dönemleriyle karakterize konfuze delilik ve hiperkinezi ve akinezinin zıt fazlarıyla karakterize
motilite psikozu. Üçüncü bir variyant, anksiyete-coşku psikozu, ilk defa Karl Leonhard (19041988) tarafından tanımlanmıştır. Sikloid psikoz tanısı hala Alman, İskandinav ve diğer Avrupalı
psikiyatristler tarafından kullanılmaktadır ve ICD-10’da akut ve geçici psikotik bozuklukların
formülasyonu için çok önemlidir. Carlo perris e Ian Brockington sikloid psikoz tanısı için bir
takım güncel kriterleri 1981 yılında bildirmişlerdir.
Geçmiş psikiyatrik öyküsü olmayan bir kişideki akut başlangıçlı psikotik bozukluktur. Dönem
hiçbir rezidüel belirti kalmadan tamamen remisyona girer. Dönemler; sanrılar, varsanılar,
depersonalizasyon ve derealizasyon, konfüzyon, duygudurum değişiklikleri ile karakterizedir.
Dönemler organik veya madde kullanımına bağlı değildir. Sendroma, 1895 yılında Valentin
Mangan (1835-1916) ve Paul-Maurice Legrain (1860-1939) tarafından dejenerasyonun neden
olduğu tanımlanmıştır. 19’uncu yy.’da akıl hastalığına bakış açısıyla, modern uygarlığın ve
şehir hayatının yayılmasına ikincil olarak depresyon sonrası yaşanan bir süreç olarak
tanımlanmıştır. Bu etiyolojik formülasyon artık kabul görmemekle beraber, bu tanı hala
Avrupa’da, Doğu Afrika’da ve Karayipler’de Fransızca konuşan bilim adamları tarafından
kullanılmaktadır. Bouffee delirante kavramı ICD-10 akut ve geçici psikotik bozukluklar
formülasyonunda çok önemlidir. Afrika ve Karayipler’de müşterek bir şekilde ortaya
çıkmasından dolayı DSM-IV-TR’de aynı zamanda kültüre bağlı sendrom olarak da katogarize
edilir. Charles Pull ve meslektaşları bouffee delirante için 1983 yılında güncel bir takım tanı
kriterleri önermişlerdir.
Dışsal bir stres etkenine bağlı olarak ortaya çıkan psikotik bir bozukluktur. Şizofreniyle
kıyaslandığında başlangıç daha akut ve daha geç yaştadır. Hastalık öncesi uyum şizofreniden
daha iyidir. Şizofreniye göre daha fazla afektif ve konfüzyonel belirtiler, daha az garip
belirtiler ve daha az aile öyküsü vardır. Prognoz şizofreniden daha iyidir. Bu tanı İskandinav
psikiyatristleri arasında 20’nci yy.’ın erken dönemlerinde çok yaygındı ve geçen yüzyıla kadar
kullanılmaya devam etti ancak bu ülkeler dışında kullanımı sınırlıydı.
Norveçli psikiyatrist Gabriel Langfeldt (1937-1966) şizofreniform psikoz kavramını uyumlu
premorbid kişiliği olan bir bireyde, tanımlanabilen tetikleyici bir faktör sonrası ani başlangıçlı
ve iyi prognozlu bir durum olarak tanımlamıştır. Hastalarda çoğunlukla duygudurum
bozukluğu ve bilinç sislenmesi görülür. Bu terim, DSM-III’te şizofrenik belirtilerle giden afektif
olmayan psikotik sendrom olarak benimsenmiştir ve şizofreniform kavramı DSM’nin daha
sonraki baskılarında kullanılmıştır.
Ladislas von Meduna (1896-1964) Oneirophrenia’yı 1939 yılında akut başlangıçlı konfüzyon,
bütün algıların kabus veya hayal niteliğinde olması, aşırı korku ve anksiyete, sanrılar ve görsel
varsanılar olarak tanımlamıştır. Genellikle tam iyileşmeyle sonuçlanan iyi bir prognoza
sahiptir. Meduna bu sendrom için endokrinolojik bir açıklama önermiştir.
Histerik psikoz terimi 20’nci yy.’ın başlarından beri kullanılıyor olmakla beraber, sendromun
ilk formal tanımlamasını 1964 yılında Marc Hollander ve Steven Hirsch yapmıştır. Bu yazarlar,
“histerik” kişilik temelinde üzücü bir olaya ikincil olarak gelişen ani ve dramatik başlangıçlı
psikotik bir dönem tanımlamışlardır. Belirtiler arasında varsanılar, sanrılar, depersonalizasyon
ve dezorganize devranış vardır. Dönem nadiren 1-3 haftadan uzun sürer.
*Kaynak (18)’den değiştirilerek alınmıştır.
7
Wimmer, 1916 yılında yayımladığı “Akıl hastalıklarının psikojenik şekilleri” adlı kitabı ile bu
bozukluk kapsamındaki hastalara değinmiştir (25). Özellikle Kuzey Avrupa psikiyatrisinin katkıları
ile “reaktif psikoz”, “psikojenik psikoz”, “geçici psikoz” terimleri gündeme gelmiş ve Fransız
psikiyatrisinde bu tablo “bouffee delirante” olarak adlandırılmış ve çoğu kez ağır bir psikososyal
stres sonrasında geliştiği bildirilmiştir (19,26,27). İskandinavların reaktif veya psikojenik psikoz
kavramı DSM-III’te, “kısa reakif psikoz” tanısının formülasyonunda etkili olmuştur. Bu tanı DSMIV ve DSM-IV TR’de “kısa psikotik bozukluk” tanısıyla değiştirilmiştir (18,24). Bu değişim her kısa
psikozun belirgin bir stresörle tetiklenmediği ve dolayısıyla reaktif olmamasıyla yapılmıştır.
Bununla beraber DSM-IV ve DSM-IV TR kısa psikotik bozukluk-belirgin stresör etkeni olan ve
olmayan diye ayrım yaparak belirgin stresör etkeni olan kısa psikotik bozukluğun kısa reaktif
psikoza eşdeğer olduğunun altını çizmiştir (18).
ICD-10’da akut ve geçici psikotik bozukluklar 2 hafta içerisinde başlayan ve 1 ile 3 ay
içerisinde tam remisyona giren psikotik durumlar olarak tanımlanır (23). Bu durumlardan DSMIV TR’de bahsedilmiştir (24). ICD-10 akut ve geçici psikotik bozukluk olguları, DSM-IV TR’de
şizofreniform bozukluk, kısa psikotik bozukluk veya BTA (başka türlü adlandırılamayan) psikotik
bozukluk olarak kodlanabilir (13,18,28,29). DSM-IV şizofreni ve diğer psikotik bozukluklar alan
çalışmasında ICD-10 akut ve geçici psikotik bozukluk tanısını alan tüm bireylerin %42’si aynı
zamanda DSM-III şizofreniform bozukluk ölçütünü, %21’i BTA psikozu, %13’ü kısa reaktif psikozu
karşılar (30). Tersine Almanya’dan bir çalışmada, akut ve geçici psikozu olan hastaların %61,9
DSM-IV kısa psikotik bozukluk, %31’i şizofreniform bozukluk, %4,8’i de BTA psikoz tanısını
karşılar (28). İki çalışmanın farklarından birisi DSM-III TR kısa reaktif psikoz tanısı ve DSM-IV kısa
psikotik bozukluk tanı farklarından kaynaklanır.
Gabriel Langfeldt, 1939 yılında “şizofreniform” terimini ilk kullanan araştırmacıdır.
Langfeldt, sözcüğü, belirtiler açısından şizofreniye benzemekle birlikte klinik gidişin daha iyi
olduğu heterojen bir hasta grubunu tanımlamak üzere kullanmıştır. Bin dokuz yüz altmışlı
yıllarda “iyileşen şizofreni” tanımı üzerinde yoğun olarak duran araştırmacılar, sözcüğün daha
çok bu anlamda kullanıldığını öne sürmüşlerdir. DSM-III sınıflandırma sisteminde ilk kez
“şizofreniform bozukluk” tanısına yer verilmesi de benzer bir çabanın sonucudur (19). DSM-IV’te
şizofreniform bozukluk şizofreninin bir türü olarak gösterilmiştir. Birinci ölçüt özellikle hastanın
şizofreninin A ölçütlerini karşılamasını gerektirir. İkinci ölçüt prodromal, tortu ve aktif fazların
tümüne 1 ila 6 aylık süre kısıtlaması koyarak şizofreniden ayırır (24). Böylece eğer süre 1 aydan
kısa ise tanı “kısa psikotik bozukluk” olmalı, eğer hastalığın süresi 6 aydan daha uzun olursa tanı
8
şizofreni olarak değerlendirilmelidir. ICD-10 da kavramsal olarak şizofreniform bozukluğa
benzeyen “şizofreni benzeri akut psikotik bozukluk” adında bir bölüm içermektedir. Bu
bozuklukta hastalar ICD-10 şizofreni ölçütlerinin tamamını karşılar, ancak süre 1 aydan kısa ve
belirtilerin başlangıcı akut olmalıdır (23). Böylece DSM-IV’ten farklı olarak ICD-10 psikotik
belirtilerin başlangıcının özellikleri konusunda daha spesifiktir.
BTA psikoz şemsiyesi altında bugunkü tanı ölçütlerine uymayan çeşitli klinik görünümler
vardır. Aslında, DSM-IV TR’de bu kategori için spesifik tanı ölçütleri yoktur. Daha ziyade spesifik
tanı koymada uygunsuz bilgilerin olduğu “psikotik semptomatoloji”yi veya çelişkili bilgilerin
olduğu veya herhangi bir spesifik psikotik bozukluk ölçütlerine uymayan psikotik belirtileri olan
bozuklukları içerir. DSM-IV TR’deki BTA psikoz tanısına parelel ICD-10 “Diğer akut ve geçici
psikotik bozukluklar” kategorisini içerir. Bu kategori, “akut ve geçici psikotik bozukluk
bölümündeki hiçbir diğer kategori altında sınıflandırılamayan herhangi bir diğer akut psikotik
bozukluk” için kullanılır (18,23,24).
Daha öncede belirttiğimiz gibi yukarıdaki bilgiler ışığında bu araştırma ve özelde bu yazıda
kavram karışıklığına yol açmamak amacıyla “Akut ve geçici psikozlar” adlandırmasını; DSM-IV
TR’deki “Şizofreniform bozukluk”, “Kısa psikotik bozukluk” ve “BTA psikotik bozukluk”
tanılarının her üçünü birden ifade etmesi amacıyla kullanacağız. Ayrıca, yukarıda adı geçen her
üç bozukluğu da kapsayan, ancak herhangi bir iddia taşımayan bu terimi, daha kolay
anlaşılacağını düşündüğümüz için seçtik.
Akut ve geçici psikozlara etiyolojik bakış:
Akut ve geçici psikozların etiyolojisi hakkında çok az şey bilinmektedir. Elimizdeki kanıtlar
biyolojik ve sosyokültürel etmenlere işaret etmekle birlikte yapılan çalışmalar daha çok risk
etmenlerinin değerlendirilmesi yönünde olmuştur (18).
ICD-10 akut ve geçici psikotik bozukluğu olan bireylerde “Akut Stres” (psikozun
başlangıcından itibaren 2 hafta süresindeki)’ in önemine işaret etmektedir. Ancak bu çerçevede
strese maruz kalan hastaların %10 ile %69 arasındaki önemli bir oranı çalışmalar arasında
önemli değişiklikler göstermektedir, bu da stresin değerlendirilmesinin zor olduğuna işaret
etmektedir. Stresin net bir tanımlaması olmaması dolayısıyla, ICD-10’da akut stresi
değerlendirmek oldukça karmaşıklaşmaktadır. Bununla birlikte stres etkenleri sosyal ve kültürel
etkenlere göre değişim göstermektedirler (18). Özellikle gelişmiş ülkelerde AGP nadirdir.
AGP’lerin gelişmekte olan ülkelerdeki yüksek insidans oranları bu sendromların etyolojisinde
sosyokültürel etmenlerin rolü hakkında spekülasyonlara yol açmıştır. Gelişmekte olan
9
ülkelerdeki hızlı kültürel değişiklik ve modernizasyon, bireyleri statü kaybı ve rol karmaşasından
dolayı strese sevk etmiş, bu da psikotik tepkilere karşı duyarlı hale getirmiştir. Sıklıkla,
kadınlarda evlilik gibi bir sebeple ailesinden uzak bir yerlere taşınma, erkeklerde ise çoğunlukla
iş stresi gibi psikososyal etkenler sonrasında baş etme düzeneklerinin yeterli olmaması ya da
bozulması sonucu kısa psikotik bozukluk ortaya çıkabilmektedir (31).
DSM-IV’e göre kişiye psikotik diyebilmek için; sanrı, varsanı, dezorganize konuşma veya
dezorganize davranış belirtilerinden en az birisinin varlığı gerekmektedir (24). Boyutsal yaklaşım
yanlısı araştırmacılar sanrı ve varsanıları, “var ya da yok” görüngüler olarak tanımlamaktan çok,
farklı boyutlarda değişebilen, bir inanç ve algı sürekliliğinin aşırı ucunda yatan görüngüler olarak
değerlendirmekte ve sanrılı inançlar ile algısal anormalliklerin içeriğinde normalliğin bir
devamının yattığını öne sürmektedirler (32). Boyutsal yaklaşımın geçerliliğini araştıran
çalışmalar psikotik belirtilerin bir süreklilik içinde değişen boyutlarda psikotik bozukluğu
olmayan kişilerde de var olduğunu göstermektedir. Psikopatolojik durumlarda gözlenen
belirtilerin her insanda şiddeti ve yoğunluğu farklı da olsa görülebileceği, bu belirtilerin
koruyucu bir işlevi ve daha düşük düzeylerde uyum sağlayıcı yanlarının olduğu belirtilmektedir.
Psikopatolojik belirtileri olan ve bu belirtilerin sosyal-mesleki uyumu bozmadığı kişilerde klinik
olarak ‘psikotik’ tanısına gidilmesinin doğru olmayacağı belirtilmektedir (33,34). Literatürde
subklinik psikotik belirtilerin formel düşünce bozukluğunun yeni başlangıç işaretlerinden çok,
post-travmatik stres bozukluğunun disosiyatif süreci ve diğer kötüye kullanım bozuklukları ile
ilişkili olabileceğine dair varsayımlar bulunmaktadır. Bir diğer varsayım izole varsanı ve sanrıların
şizotipal düşünce süreçlerinin bir parçası olduğu şeklindedir. Sınır kişilik bozukluğunda da klinik
ve subklinik psikotik belirtilerin yaygın olarak görüldüğünü bildiren çalışmalar vardır (35,36).
Öte yandan, stres yaratıcı olaylarla karşılaşanlarda, egonun afektif cevabının ego dağılması
(dysintegration) ve giderek depersonalizasyon bozukluğu olabileceği yönünde yayınlar vardır
(20). Ceylan, 2009 yılında yayımlanmış bir makalesinde “Ego Koruyucu Psikoz” kavramından söz
etmekte ve şöyle tanımlamaktadır: narsistik kişilik bozukluklu hastaların bir kaybı ya da genel
olarak travma sonrası gelişebilecek depresyonu taşıyabilecek bir ego esnekliğine sahip
olmamaları (depresyonu absorbe etme potansiyeline sahip olmama) nedeniyle depresyon
yaşamadan doğrudan psikoza girmeleriyle ortaya çıkan tablodur. Gerçekle tanışıklıktan
uzaklaşmak, gerçeğin algılanışının bozulma tehlikesini de beraberinde getirir. Ancak bu
bozukluk, sabit ve derinliğine değil, yüzeysel, gelip geçici ve kısmidir. Narsistik ego bu
haldeyken, üzerine bir travma alması, onu depresyon yaşamadan psikoza sokarak, kıyısında
10
durduğu gerçekliğin tümden dışına itebilir (21). Klinik bilgiler, önceden var olan kişilik
bozuklukları ile AGP’ler arasında ilişki bulunduğunu ileri sürmektedir. Kısa reaktif psikozun
psikodinamik formülasyonu, bu durumu, yetersiz ego gücüne bağlamaktadır. Bu formülasyona
göre, çevresel desteğinde yokluğunda, yoğun emosyonel bir stres etkeni, kişinin ego savunma
mekanizmalarını yenerek psikoza yol açmaktadır (18). Özellikle A ve B kümesi kişilik
bozukluklarının varlığı durumunda, stresin tetikleyici etkisiyle kısa psikotik belirtilerin olduğu
dönemler ortaya çıkabilir (19). Bunlar kısa psikotik bozukluk tanı ölçütlerini karşılıyorsa, ek bir
tanı olarak kısa psikotik bozukluk tanısı konması uygun olacaktır. Önemli bir nokta da, bu
belirtilerin kişinin ait olduğu kültür ve dini inançlar göz önünde tutularak değerlendirilmesi
gerekliliğidir (18,19).
Etiyolojide genetik etkenlerin rolü ile ilgili çalışmaların sayısı azdır. Akut ve geçici psikotik
bozukluk probandlarının 1. derece akrabalarında, şizofreni probandlarının 1. derece
akrabalarına göre daha yüksek oranda akut ve geçici psikotik bozukluk görülürken, daha düşük
oranda şizofreni görüldüğü bildirilmiştir (37). Şizofreniform bozukluk probandlarında şizofreni
probandlarına göre daha fazla oranda affektif bozukluk, bipolar probandlarına göre ise daha
fazla oranda psikotik affektif bozukluk saptanmıştır (38).
Şizofreniform bozukluk için kesin etiyoloji bilinmemekle birlikte, bazı risk etmenleri
tanımlanmıştır. İşsizlik, büyük kentlerde yaşamak, düşük gelir düzeyi, ayrılmış, boşanmış veya
dul kalmış olmak, düşük eğitim, genç yaş ve akraba olmayanlarla yaşamak şizofreni ve
şizofreniform bozukluk ile ilişkili bulunmuştur (39). 26 yaşında tamamlanan bir doğum
kohortunda şizofreniform bozukluk için risk etmenleri doğum ve erken yenidoğan dönemi
komplikasyonları ve nöromotor performans, dili algılama, bilişsel gelişim bozuklukları, çocukluk
çağındaki emosyonel problemler, 11 yaş ve öncesinde ortaya çıkan psikotik belirtiler ve
kannabis kullanımını içermektedir (40). Beyin görüntüleme çalışmalarında, şizofrenide olduğu
gibi, şizofreniform bozukluğu olan hastalarda da ventriküllerin genişlemiş olduğu görülmekle
birlikte şizofreniden farklı olarak ventrikül genişlemesini diğer biyolojik değerler ve hastalığın
gidişi ile ilişkili bulmayan çalışmalarda bulunmaktadır (41,42). Beyin görüntüleme çalışmaları
benzerlikler olduğunu gösterirken, yürütücü işlevler, sözel bellek, uzaysal bellek, konsantrasyon
ve global bilişsel işlevler bakımından iki hastalık arasında fark bulunmamıştır (18,43). Elde edilen
kanıtlar yetersiz olsa da şizofreniform bozukluk ve şizofreni için ortak risk etmenleri ve etiyolojik
etmenler olduğu varsayımı kabul edilebilir görülmektedir.
11
Akut ve geçici psikozlarda epidemiyoloji:
Uluslararası bir çalışmanın epidemiyolojik verilerine göre; AGP’lerde yıllık insidans oranları
gelişmekte olan ülkelerde, erkeklerde yüz binde 0.49, kadınlarda 0.88; gelişmiş ülkelerde
erkeklerde 0.04, kadınlarda 0.10 olarak bulunmuştur (18). Bu çalışmadaki AGP tanımı ICD-10
tanımından biraz farklıdır. Cinsiyet dağılımına göre bu sonuçlar ICD-10 AGP’ler, sikloid psikoz,
bouffee delirante ve benzer sendromların klinik çalışma verileriyle benzeşmektedir.
Kısa psikotik bozukluk, AGP’lere göre daha nadir görülen bir durum olduğu için
epidemiyolojik bilgilerimiz sınırlıdır. Tanı ölçütlerindeki varyasyonlar ve diğer metodolojik
sorunlar yüzünden insidans, prevalans, cinsiyet oranı, hastalığın ortalama başlangıç yaşı
konusunda güvenilir bilgiler yoktur. Kısa psikotik bozuklukla ilgili çalışmalar çoğunlukla olgu
sunumu şeklinde olup, bozukluğun epidemiyolojisini yansıtan sınırlı sayıda çalışma mevcuttur
(44). Kısa psikotik bozukluğun ortalama otuzlu yaşlarda başladığı ve daha çok kadınlarda
görüldüğü bildirilmiştir (45,46). DSM-III-R tanı ölçütleri kullanılarak yapılan bir çalışmada,
Amerikan Hava Kuvvetleri askerlerinde kısa reaktif psikozun 6 haftalık insidans oranı yüz binde
1.43 olarak bulunmuştur (47). Ancak bu oranın, temel askeri eğitimin kısmen stresli bir dönem
olması nedeniyle genel populasyona göre yüksek olduğu düşünülmektedir. Özellikle gelişmiş
ülkelerde nadir olarak görülen kısa psikotik bozukluk, alt sosyoekonomik gruplarda ve
gelişmekte olan ülkelerde yaşayanlarda daha sık görüldüğü bildirilmiştir (48). Klinik izlenimler
gençlerde yaşlılara göre daha fazla görüldüğü yönündedir. Kişilik bozukluğu (özellikle histriyonik,
narsisistik, paranoid, şizotipal ve sınır kişilik bozukluğu) olanlarda, ayrımcı davranışlara maruz
kalan etnik azınlıklarda, yabancı bir kültürde yaşamak zorunda kalan göçmenlerde, doğal
afetlere maruz kalanlarda kısa psikotik bozukluk görülme riski artmaktadır (19,49). Ayrıca kısa
psikotik bozukluk için A ve C tanı ölçütlerini karşılayıp, B tanı ölçütünü karşılamayan psikotik
rahatsızlıklar (örneğin 1 ay içinde iyileşmeyip aktif belirtilerin süresinin 1-6 ay arasında olması)
gelişmekte olan ülkelerde gelişmiş ülkelerden daha yaygındır (24).
Mevcut bilgilerimiz, şizofreniform bozukluk da sosyokültürel ortamlara göre insidans
açısından değişiklik olduğunu işaret etmektedir. Birleşik devletler ve diğer gelişmiş ülkelerde
insidans düşüktür, olasılıkla şizofreninin beşte biri kadardır. Gelişmekte olan ülkelerde ise
insidans daha yüksektir (24). DSM-III R tanı ölçütleri kullanılarak ABD’de yapılan “Epidemiologic
Catchment Area (ECA)” çalışmasında şizofreniform bozukluğun yaşam boyu yaygınlığı %0.2, bir
yıllık yaygınlığı %0.1 olarak bulunmuştur (50).
12
Spesifik olarak BTA psikotik bozukluk tanısı almış olguların toplumdaki prevalansı
konusunda yeterli bilgi yoktur. Ancak psikiyatri hastalarının takip çalışmaları dikkatle
değerlendirildiğinde dahi 2-3 yıl takip sonrası %5-10’u BTA psikoz tanısını alır (18,51).
Tanı ve klinik özellikler:
AGP’lerin erken dönemde tanınması zordur. Hastalığın ilk birkaç haftasında, AGP’leri diğer
akut başlangıçlı psikotik bozukluklardan ayırt edici kesin veriler yoktur. Ayrıca, psikotik dönem
süresini değerlendirmek ve spontan remisyonla antipsikotiğe bağlı remisyonu ayırt etmek
oldukça güçtür. Bundan dolayı, AGP’nin kesin tanısı genellikle geriye dönüktür ve hastanın
geçmiş öyküsü hakkında geniş bilgimiz varsa mümkündür (18,23,51).
ICD-10, AGP’lerin tanısı için 3 “anahtar bulgu” belirtmektedir. Bunlar -1- akut başlangıç (iki
hafta içerisinde), -2- tipik sendromların varlığı; bunların alt kategorilerinde spesifik bozukluklar
vardır, -3- ilişkili akut stresin bulunması (yaklaşık iki hafta öncesinde) (19). Akut başlangıç, “iki
hafta veya daha az bir süre içerisinde psikotik bulguların olmadığı bir durumdan net bir psikotik
duruma geçiş” olarak tanımlanır. Başlangıç zamanı, hastalığın başlangıcından maksimum
şiddetine kadar geçen süreden ayırt edilmelidir. Hastalığın maksimum şiddetine başlangıcından
haftalar sonra ulaşılır. Benzer şekilde “anksiyetenin, depresyonun, sosyal çekilmenin veya hafif
anormal davranışların prodromal dönemleri” başlangıç zamanını değerlendirirken dikkate
alınmalıdır. Böylece hasta, hastalığın başlangıcından önceki prodromal belirtileri haftalar veya
aylar öncesinden belirtmiş olsa da hala “akut başlangıç” terimi kullanılabilir. ICD-10 “akut
başlangıç” ile “ani başlangıç” arasında bir ayırım yapılması gerektiğine işaret eder. 48 saat içinde
başlangıç anlamına gelen ani başlangıcın prognozu daha iyidir (18,23). ICD-10’da ikinci anahtar
bulgu olan tipik sendromlarla ilgili iki sendrom tanımlanmıştır: polimorfik sendrom ve tipik
şizofrenik sendrom. Polimorfik sendromda günden güne hatta saat saat değişen belirgin
varsanılar, sanrılar ve algı bozuklukları bulunur. Bu durum sıklıkla “geçici, yoğun neşe ve coşku
veya anksiyete ve irritabilite”nin hakim olduğu emosyonel kargaşa ile ilişkilidir. Duygudurum
belirtileri olmasına karşın manik veya depresif dönem ölçütleri karşılanmaz (Tablo 2) (18).
Şizofrenik sendrom; başlangıcından itibaren, zamanın çoğunda şizofreni ICD-10 belirti
ölçütlerinin karşılanmasını gerekli kılar, ancak bir aydan daha uzun sürmelidir. Şizofrenik
sendrom, “şizofreni belirtili akut polimormfik bozukluk” ile olduğu gibi “polimorfik
sendrom”lada ilişkili olabilir veya “akut şizofreni benzeri psikotik bozukluk” gibi tek başına
olabilir (18). ICD-10’un akut ve geçici psikotik bozukluklar bölümünde akut stres “kişinin yaşadığı
kültürel ortamda, benzer durumlarda çoğu insana stres veren olaylar” olarak tanımlanmaktadır.
13
ICD-10’a göre “yas, beklenmeyen eş veya iş kaybı,savaşın sebep olduğu psikolojik travma,
terörizm ve işkence” akut stresin tipik örnekleridir (23).
Tablo 2*: Akut ve Geçici Psikotik Bozuklukların Araştırmasında ICD-10 Tanı Ölçütleri (18)
F23: Akut ve geçici psikotik bozukluklar
G1: Akut başlangıçlı sanrılar, varsanılar, anlaşılmaz enkoheran konuşma. Herhangi bir psikotik belirtinin ilk
ortaya çıkışıyla hastalığın tamamen ortaya çıkışı arasındaki zaman aralığı 2 haftayı geçmemeli.
G2: Eğer geçici şaşkınlık, yanlış tanımlama veya dikkat ve konsantrasyon bozulması varsa bu belirtiler F05 A
ölçütlerinde belirtilen organik nedenli bilinç sislenmesi kriterlerini karşılamaz.
G3: bozukluk manik dönem (F30.-) depresif dönem (F32.-) veya rekürren depresif bozukluk (F33.-) tanı
ölçütlerini karşılamaz.
G4: İntoksikasyon (F1x.O), kötüye kullanım (F1x.1), bağımlılık (F1x.2) veya çekilme belirtileri (F1x.3 ve F1x.4) gibi
son zamanlarda psikoaktif madde kullanımını karşılayacak yeterli kanıt yoktur. Kişide alışkanlık yapmış orta
dereceli ve çok fazla miktarda alkol veya ilaç kullanımı F23’ü dışlamaz; buna klinik deneyimler ve araştırma
projesinin gerekliliklerine göre karar verilmelidir.
G5: En çok kullanılan dışlama maddesi. Merkezi sinir sistemini etkileyen organik mental bir bozukluk (FOO-F09)
veya ciddi metabolik bozukluk olmamalıdır (doğumsal olanlar hariç). Hastalığın akut başlangıcının akut stresle
(psikotik belirtilerden 2 hafta veya daha kısa süre önce ortaya çıkma) ilişkili olup olmadığını belirtmek için
beşinci bir ölçüt kullanılmalıdır: F23.xO akut stresle ilişkili değil, F23.x1 akut stresle ilişkili. Araştırmalarda,
bozukluğun sağlıklı dönemden net psitotik döneme geçişinin ani mi (48 saat içinde başlangıç) yoksa akut mu (48
saatten uzun süreli
başlangıç fakat 2 haftadan az) olduğunun ayrıca belirtilmesi önerilir.
F23.0: Şizofrenik belirtisi olmayan akut polimorfik psikotik bozukluk
A. Akut ve geçici psikotik bozukluklar için genel ölçütler karşılanmalıdır (F23)
B. Belirtiler aynı gün içerisinde veya günden güne çeşit ve şiddet olarak hızlı bir şekilde değişir.
C. Bozukluğun başlangıcından itibaren herhangi bir zamanda herhangi bir tipte varsanı veya sanrı görülebilir.
D. Aşağıdaki kategorilerden en az ikisinin aynı zamanda olduğu belirtiler görülür:
(1) Yoğun neşe veya coşku hali veya şiddetli anksiyete veya belirgin irritabilite ile karakterize emosyonel
karmaşa.
(2) Kişiler veya mekanların yanlış tanımlanması veya şaşkınlık
(3) Belirgin bir dereceye kadar artmış veya azalmış motilite.
E. Şizofreni (F20.0-F20.3), G(1) ve (2), ölçütleri için sıralanan belirtilerin herhangi birisi varsa,, bunlar sadece
başlangıçtan itibaren sürenin çok az bir bölümünü kapsar. (ör. F23.1 B kriteri karşılanmaz).
F. Bozukluğun toplam süresi 3 ayı geçmez.
F23.1: Şizofrenik belirtilerle giden akut polimorfik bozukluk
A. Akut polimorfik psikotik bozukluk A, B, C ve D ölçütleri (F23.0) karşılanmalıdır.
B. Bozukluğun başlangıcından itibaren sürenin büyük bir bölümünde şizofreninin bazı belirtileri (F20.0-F20.3)
bulunmalıdır, keza tüm ölçütler karşılanmak zorunda değildir (ör. G1(1)a ile G1(2)c ölçütlerindeki en az bir
belirti)
C. Yukarıdaki B kriterindeki şizofreni belirtileri 1 aydan uzun sürmemelidir.
F23.2 Akut şizofreni-benzeri psikotik bozukluk
A. Akut ve geçici psikotik bozukluklar için genel ölçütler karşılanmalıdır (F23)
B. Süre haricinde şizofreni ölçütleri (F20.0-F20.3) karşılanmalıdır.
C. Bu bozukluk, akut polimorfik bozukluktaki B, C ve D ölçütlerini (F23.0) karşılamaz.
D. Bozukluğun toplam süresi 1 ayı geçmemelidir.
F23.3 Diğer akut sanrılı ağırlıklı psikotik bozukluklar
A. Akut ve geçici psikotik bozukluklar için genel ölçütler karşılanmalıdır (F23)
B. Kısmen stabil varsanı ve sanrılar vardır fakat şizofreninin semptomatik ölçütlerini (F20.0-F20.3) karşılamaz.
C. Akut polimorf psikotik bozukluk ölçütlerini (F23.0) karşılamaz.
D. Bozukluğun toplam süresi 3 ayı geçmez.
F23.8. Diğer Akut ve Geçici Psikotik Bozukluklar
F23’te başka herhangi bir kategoride sınıflandırılamayan herhangi bir akut psikotik bozukluk (belirgin sanrılar ve
varsanıların küçük zaman dilimlerinde görüldüğü akut psikotik durumlar gibi) burada kodlanmalıdır. Hastanın
mental durumuyla ilgili detaylı bilgimiz yoksa, organik bir neden bulunmaması koşuluyla ayırt edilmemiş
eksitasyon durumları burada kodlanabilir.
14
F23.9 Akut ve geçici psikotik bozukluk, belirlenmemiş
*Kaynak (18)’den değiştirilerek alınmıştır.
Kısa Psikotik Bozukluk: Kısa psikotik bozukluk için DSM-IV TR ölçütleri Tablo 3’de gösterilmiştir
(24). Kısa psikotik bozukluk tanısı için sanrıların, varsanıların, dezorganize konuşmaların ya da
Tablo 3: Kısa psikotik bozukluk için DSM-IV-TR tanı ölçütleri (24)
A. Aşağıdaki belirtilerden birinin (ya da daha fazlasının) bulunması:
1. Sanrılar
2. Varsanılar
3. Dezorganize konuşma (örn. çağrışımlarda dağınıklık –sık sık konu dışı sapmalar gösterme- ya da enkoherans
4. İleri derecede dezorganize ya da katatonik davranış
Not: Kültürel açıdan kabul gören bir tepki gösterme biçimi ise bunu bir belirti olarak değerlendirmeyiniz.
B. Bu bozukluğun bir epizodunun süresi en az 1 gündür, ancak 1 aydan kısadır ve en sonunda premorbid işlevsellik
düzeyine tam bir dönüş olur.
C. Bu bozukluk psikotik özellikler gösteren duygudurum bozukluğu, şizoafektif bozukluk ya da şizofreni olarak
açıklanamaz ve bir maddenin (örn. Kötüye kullanılabilen bir ilaç, tedavi için kullanılabilen bir ilaç) ya da genel tıbbi
bir dururmun doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı değildir.
Varsa belirtiniz:
Belirgin stres etken(ler)i olan (kısa reaktif psikoz): O kişinin kültüründe benzer koşullarda, hemen herkes için tek
başına ya da topluca belirgin stres kaynağı olabilecek olaylara açıkça bir tepki olarak ve bu olaylardan hemen sonra
ortaya çıkan belirtiler varsa
Belirgin stres etken(ler)i olmayan: O kişinin kültüründe benzer koşullarda, hemen herkes için tek başına ya da
topluca belirgin stres kaynağı olabilecek olaylara açıkça bir tepki olarak ve bu olaylardan hemen sonra ortaya
çıkmamışsa
Postpartum başlangıçlı: Başlangıcı postpartum 4 hafta içinde olmuşsa
dezorganize/katatonik davranışların en az 1 gün, en fazla 1 ay süreyle mevcut olması ve sonuçta
hastanın hastalık öncesi işlevsellik düzeyine dönmesi gerekir. Psikotik belirtilerin, psikotik
özellikler gösteren duygudurum bozukluğu, şizoafektif bozukluk ya da şizofreni olarak
açıklanamaması ve bir maddenin ya da genel tıbbi bir durumun doğrudan fizyolojik etkilerine
bağlı olmaması gerekir. Tanımlanabilen bir stres varsa “belirgin stres etken(ler)i olan” yoksa
“belirgin stres etken(ler)i olmayan”, doğumdan sonraki 4 hafta içinde ortaya çıkmış ise
“postpartum başlangıçlı” olarak nitelendirilir (24,44). Kısa psikotik bozukluğu olanlar duygusal
bir karmaşa, konfüzyon ve duygulanımda dalgalanmalar yaşayabilirler. Yaşadığı stresli olaylarla
15
ilgili bir bellek kaybı olabilir. Özellikle gençlerde olmak üzere intihar riski artmıştır. Kişilik
bozukluğu olanlarda intihar riski daha yüksektir. Ayırıcı tanıda psikolojik belirti ve bulguların
önde geldiği yapay bozukluk ve simülasyon da düşünülmelidir (18,19,44, 49).
Şizofreniform bozukluk: Şizofreniform bozukluk için DSM-IV TR ölçütleri Tablo 4’de, akut
şizofreni benzeri psikotik bozukluk için tanı klavuzu Tablo 5’de gösterilmiştir (23,24).
Tablo 4: Şizofreniform bozukluk için DSM-IV TR tanı ölçütleri (24)
A. Şizofreninin A, D ve E tanı ölçütleri karşılanmaktadır.
B. Bu bozukluğun bir epizodu (prodromal, aktif ve tortu evreler de içinde olmak üzere) en az 1 ay, ancak 6
aydan daha kısa bir süre sürer (İyileşme beklenmeksizin tanı konması gerektiğinde bunun “Geçici” tanı olarak
nitelendirilmesi gerekir).
Varsa belirtiniz:
İyi sonlanım (prognostik) özellikleri olmayan
İyi sonlanım (prognostik) özellikleri olan: Aşağıdakilerden ikisinin (ya da daha fazlasının) bulunması ile
belirlendiği üzere:
1.Olağan davranışlarda ya da işlevsellikte ilk görünür değişiklikten sonraki 4 hafta içinde belirgin psikotik
belirtilerin başlaması
2.Psikotik epizodun dorukta olduğu sırada konfüzyon ya da şaşkınlığın olması
3.Premorbid toplumsal ve mesleki işlevselliğin iyi olması
4. Afektin künt ya da donuk olmaması
Tablo 5: Akut şizofreni benzeri psikotik bozukluk için ICD-10 tanı ölçütleri (23)
.
A. Psikotik belirtilerin başlangıcı akut olmalı (iki hafta veya daha kısa sürede psikotik olmayan bir
durumdan açıkça psikotik duruma geçiş).
B. Psikozun başından beri sürenin çoğunda şizofreni ölçütlerini karşılayan belirtiler bulunmalı
C. Akut polimorf psikotik bozukluk tanı ölçütlerine uymamalıdır
Eğer psikotik belirtiler 1 aydan daha uzun sürerse tanı şizofreniye değişmelidir
Şizofreniform bozukluk hızlı başlangıçlı, akut bir psikotik hastalıktır ve uzun bir prodromal faz
göstermez. Birçok şizofreniform bozukluk hastası bir dönem sırasında işlevsellik kaybı yaşasa da
sosyal ve mesleki işlevsellikte ilerleyici bir kayıp beklenmez. Başlangıç belirti profili iki ya da
daha fazla psikotik belirti bulunması gereken şizofreninkiyle aynıdır. Schneider’in birinci sıra
belirtileri sıklıkla gözlenir. Emosyonel karışıklık ve konfüzyon riski artmıştır. Bunların varlığı iyi
16
prognoz işaretidir. Ayrıca bir izlem çalışmasında, iyi prognostik özellikli şizofreniform bozukluk
ile afektif bozukluklar arasında bir ilişki olduğuna dair kanıtlar ileri sürülmüştür (53). Negatif
belirtiler görülebilirse de bunlar şizofreniform bozuklukta görece seyrektir ve kötü gidiş özelliği
kabul edilir. Tanımlama gereği şizofreniform bozukluk hastaları 6 ay içinde eski hallerine
dönerler. Bazı örneklerde hastalık uzun süreli tam iyileşme dönemlerinden sonra tekrar
görülecek şekilde dönemliktir. Şizofreniform bozukluğun gidişi ile ilgili çok az bilgi vardır. Ayrıca
başlangıçta şizofreniform bozukluk (geçici tanı) alan kişilerin yaklaşık üçte biri 6 aylık dönem
içinde iyileşir ve son tanı olarak şizofreniform bozukluk tanısı alır. Geriye kalan üçte ikisi daha
sonra şizofreni ya da şizoafektif bozukluk tanısı alır (18,54,55,56).
Başka türlü adlandırılamayan psikoz: Bu kategori, özgül bir tanı koymak için bilginin yetersiz ya
da çelişkili olduğu psikotik belirtileri ya da herhangi bir özgül psikotik bozukluk için tanı
ölçütlerini karşılamayan psikotik belirtiler gösteren bozuklukları kapsar. DSM-IV TR’deki BTA
psikoz tanısına parelel ICD-10 “Diğer akut ve geçici psikotik bozukluklar” kategorisini içerir. Bu
kategori, “akut ve geçici psikotik bozukluk” bölümündeki “hiçbir diğer kategori altında
sınıflandırılamayan herhangi bir diğer psikotik bozukluk” için kullanılır (18,23,24,51).
Örnekleri arasında şunlar vardır:
1. Psikotik özellikler gösteren duygudurum bozukluğu, kısa psikotik bozukluk, genel tıbbi
duruma bağlı psikotik bozukluk ya da madde kullanımının yol açtığı psikotik bozukluk için
tanı ölçütlerini karşılamayan postpartum psikoz
2. Bir aydan kısa bir süredir süren, ancak henüz yatışmamış olduğundan ötürü kısa psikotik
bozukluk için tanı ölçütlerini karşılamayan psikotik belirtiler
3. Herhangi başka bir özellik göstermeksizin süregiden işitme varsanıları
4. Sanrısal bozukluğun büyük bir kesiminde, süregiden bizar olmayan sanrıların yanı sıra
duygudurum epizodlarının da bulunduğu dönemlerin olması
5. Klinisyenin, psikotik bir bozukluk olduğu kanısına vardığı ancak bunun birincil mi, genel tıbbi
duruma mı bağlı olduğunu, yoksa madde kullanımının mı buna yol açtığını ayırt edemediği
durumlar.

PSİKOTİK ÖZELLİKLİ UNİPOLAR MAJÖR DEPRESYON:
DSM-IV TR ve ICD-10 ölçütlerini majör depresif bozukluk tanısını almaya yetecek kadar
karşılamaya ek olarak, sanrılar ya da daha az olmak kaydıyla varsanıların bulunduğu majör
depresyon formudur. Psikotik özellikler duygudurum ile uyumlu (örn. Suçluluk, hastalık, ölüm,
17
nihilizm v.b.) ya da uyumsuz (örn. Perseküsyon, düşünce sokulması, düşünce yayılması v.b.)
olabilir (57).
PÖMD, DSM-IV’de majör depresif bozukluk tanısının kesitsel gidiş tanımlayıcıları arasında
şiddet göstergesi olan psikotik özelliklerin varlığı ile tanımlanır. Depresif bozukluğun şiddetine
vurgu yapan düşünce bozukluğu ile karekterize olması, affektif bozukluklar arasında ciddi bir alt
grup olarak değerlendirilmesine yol açmıştır (16). Araştırma tanı ölçütlerine göre şizofreni
birincil sıra ve Schneiderien belirtiler gibi belirli bazı psikotik belirti tipleri ile seyreden
depresyonu olan hastalar şizoaffektif bozukluk olarak sınıflandırılırken, bu belirtilerin
görülmediği depresyon, psikotik majör depresyon olarak sınıflandırılmıştır. Bunun dışında
psikiyatrik öykünün değerlendirilmesiyle, psikotik depresyonu olan hastalar, iki uçlu ve tek uçlu
olarakta sınıflandırılmıştır. DSM-III’ün psikotik majör depresyon tanımlamasına baktığımızda,
şizofreni belirtileri olanlar ile diğer psikotik belirtileri gösterenler arasında ayrım yapılmamıştır,
ama psikotik depresyonu olan hastalar sanrıların duygudurumla uyumlu ve uyumsuz olmasına
göre gruplandırılmıştır. DSM-IV’de ise bu bölümde herhangi bir değişiklik yapılmamıştır (16).
Psikotik olmayan depresyonla karşılaştırıldığında, psikotik depresyonun bağımsız olarak var
olacağını destekleyen bulgular ortaya konmaya başlanmıştır. Bu ayırım, psikotik özellikli
unipolar majör depresyon ile psikotik olmayan majör depresyon arasında ortaya çıkış özellikleri,
biyoloji, ailesel geçiş, gidiş ve sağaltım yanıtı anlamındaki istatistiksel olarak anlamlı farklar
üzerinde temellenmiştir (58)
Epidemiyoloji:
Depresyonun yaşam boyu yaygınlığı ülkeler arasında belirgin farklılık gösterir. Örneğin;
Lübnan’da depresyonun yaşam boyu yaygınlığı %19,9 iken Tayvan da 1,5’tir. Kadın/erkek oranı
genel olarak 2:1’dir (57). Bir çalışma da psikotik özellikler gösteren majör depresyonun 1000 kişi
içinde 4 kişiyi etkilediği bulunmuştur (59). Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan epidemiyolojik
alan çalışmasından (ECA) elde edilen kesitsel ve bir yıllık ileriye dönük izlem bilgileri, majör
depresyon hastalarının %14’ünün psikotik özellikler gösterdiğini ortaya koymuştur (60).
Hastaneye yatırılmış şiddetli depresyonu olan hastaların % 15-25’i psikotik belirtiler gösterdiği
bulunmuştur (60). Öte yandan majör depresif bozukluğun görülme sıklığı %1,56’dır (57).
PÖMD’de ailesel geçişin özgül bir niteliği olduğu bildirilmiştir (58). PÖMD’si olan bireylerin
birinci derece akrabalarında, psikotik olmayan majör depresyonlu bireylerin birinci derece
akrabalarına göre hem majör depresyon ve PÖMD’nin hem de bipolar bozukluğun daha yüksek
18
oranlarda görüldüğü bildirilmiştir (61, 62, 63, 64). PÖMD ile şizofreni aile öyküsünün, psikotik
olmayan depresyona göre daha tipik olduğu gösterilmiştir (65).
Sonuç olarak bu verilerle depresyonun en yaygın psikiyatrik bozukluk olduğu ve tek uçlu
yineleyici depresyonun kadınlarda erkeklerden daha sık görüldüğü söylenebilir (57).
Patogenez:
Depresyon birçok nedene bağlı olarak ortaya çıkabilen bir tablodur. Bu yüzden birbirinden
farklı birbiri ile ilişkili olabilen birçok etkenin etiyolojisinde önemli olduğu ileri sürülebilir.
Bugünkü bilgilerimize göre depresyon yaşayan kişilerin bir duyarlılık faktörü ile doğdukları,
erken çocukluk döneminde bir takım olumsuzluklara uğradıkları (özellikle kayıplar), güncel
yüklenmelerden diğer insanlara göre daha fazla etkilendikleri ve bunların sonucu olarak ortaya
çıkan biyolojik değişikliklerin kimyasal iletici sistemleri aracılığı ile yansıyan sonuçlarını
yaşadıkları ileri sürülebilir (57).
PÖMD, psikotik olmayan depresyona göre biyolojik anormalliklerle daha sık ve tutarlı bir
şekilde ilişkilidir (58). Örnek olarak, kötü yaşam deneyimleri psikotik depresyonla, psikotik
olmayan depresyona göre daha az ilişkilidir (58,66).
PÖMD artmış uyanıklık, REM uyku yüzdesinde azalma, REM etkinliğinde azalma ve uykuyla
başlayan REM latanslarında azalma ile psikotik olmayan depresyona göre daha fazla ilişkilidir
(58,67).
Olaya ilişkin potansiyellerin P300 bileşeninin psikotik depresyonun klinik karşılığı
olduğu bildirilmiştir (58.) Örneğin, uzamış, P300 latansı klinik depresyonla ilişkili olduğu halde,
azalmış P300 şiddeti psikotik depresyondaki paranoid düşüncelerle bağlantılı bulunmuştur (68).
Ayrıca hem uzamış latans hem de şiddetin düşmesi şeklindeki P300 anormalliklerinin, PÖMD’nin
başarılı ilaç sağaltımı ile çözüldüğü gösterilmiştir (68).
Birçok psikiyatrik bozuklukta olduğu gibi noradrenalin, serotonin ve dopamin isimli
kimyasal ileticilerin miktarları, aktiviteleri ve birbirlerine karşı oransal durumlarında ortaya çıkan
bazı düzensizliklerin depresyonun yaşanmasında katkıda bulunduğu çok sayıda bilimsel
araştırma ile ortaya koyulmuştur (57). PÖMD, psikotik olmayan majör depresyona göre
hipotalamo-pitüito-adrenokortikal eksendeki anormalliklerle daha sık ve tutarlı olarak ilişkilidir
(65). PÖMD’ki olguların psikotik olmayan majör depresyonlu olgulara göre anlamlı oranda yüksek plazma dopamin düzeylerinin olduğu bildirilmiştir (69). Benzer olarak; PÖMD’ki olgularda,
psikotik olmayan majör depresyonlu olgulara göre 1 mg'lık plazma deksametazon dozuna yanıt
olarak yükselen plazma dopamin düzeylerinin anlamlı oranda yüksek olduğu bulunmuştur (69).
Ayrıca dopamini norepinefrine dönüştüren dopamin beta-hidroksilaz enziminin ortalama
19
plazma aktivitesinin PÖMD’li hastalarda, psikotik olmayan majör depresyonlu hastalara göre
anlamlı olarak daha düşük olduğu bildirilmiştir (70). Ancak özgül dopamin beta-hidroksilaz
allelleri ve PÖMD arasında herhangi bir bağlantı gösterilememiştir (70). PÖMD’si olan olguların
deksametazon uygulamasından sonraki kortizol düzeylerinin psikotik olmayan majör
depresyondaki olgular ve kontrol gruplarına göre anlamlı derecede artmış olduğu bulunmuştur
(71,72,73). Deksametazon baskılama testinin pozitif bir sonucunun, psikotik depresyonun
istatistik olarak anlamlı bir belirleyicisi olduğu bildirilmiştir (74). PÖMD’si olan olgulann
deksametazon baskılama test sonuçlarının psikotik olmayan majör depresyonlu olgulara göre
anlamlı derecede yüksek olarak pozitif çıktığı bulunmuştur (75,76). Kortizolün predeksametazon
çalışmaları (ör., idrarla atılan serbest kortizol) PÖMD’de kortizol düzeylerinin anlamlı derecede
yüksek olduğunu göstermiştir (58,77,78).
Bilgisayarlı tomografiyle yapılan bîr çalışmada, depresyondaki olguların anlamlı olarak
yüksek ventrikül/beyin oranları olduğu, psikotik depresyonu olan olgulardaki inferior parietal
beyin atrofisinin dekzametazon baskılama testinde baskılanmamayla ve bilişsel testlerde daha
fazla yetersizlikle ilişkili olduğu bulunmuştur (79).
Tanı ve klinik özellikler:
Bugünkü uygulamada depresyonun klinik tanısı, DSM-IV TR ve ICD-10 ölçütleri dikkate
alınarak konulmaktadır. Dünyada yaygın olarak kullanılan bu iki sistemin tanı için önemsediği
belirtiler büyük ölçüde birbiri ile uyuşmakla birlikte, her bir sistemin vurgu yaptığı farklı belirtiler
de vardır. Örneğin "depresif-çökkün duygudurum ve ilgi kaybı, haz alamama gibi" depresyon
tanısı için çok temel iki belirti, her iki sistemde ortaktır. Depresyon yaşayan kişilerin hayatlarını
kaybetmelerinin başlıca sebebi olan "özkıyım düşünce ve eylemleri" de her ki sistem tarafından
dikkate alınmıştır (80). Depresyonun bilişsel belirtilerinden olan "yoğunlaşma bozukluğu ve
kararsızlık" DSM sisteminde önemsenirken, ICD sistemi bilişsel belirtilerden "dikkat azalmasını"
vurgulamış ve yoğunlaşma bozukluğu yerine "dikkatini toplayamamayı" yeğlemiştir. "Geleceğe
yönelik karamsarlık ve güvensizlik" de ICD sisteminin önemli vurgularındandır (57).
DSM sistemi, depresyonun alt tipleri için belli ölçütler tanımlamıştır. Farklı görünümler ve
farklı şiddetleri tespit etmek için de belirleyiciler önermiştir (81) (Tablo 6,7,8). Tanı ve tedavi
açısından önemli izdüşümleri olduğu için tanı kararı verilirken bu kavramların dikkate alınması
ve tanının mümkün olduğu kadar ayrıntılı olarak değerlendirilmesi önemlidir. Eğer bu
yapılmazsa depresyon bir çerçeve kavram olarak kalır ve aslında bu tabloyu yaşayan her kişi için
farklı olan özellikler ve hedefler göz ardı edilmiş olur (57).
20
Tablo 6: Majör depresif epizod için DSM-IV-TR tanı ölçütleri (81)
A. İki haftalık bir dönem sırasında, daha önceki işlevsellik düzeyinde bir değişiklik olması ile birlikte aşağıdaki
belirtilerden beşinin (ya da daha fazlasının) bulunmuş olması; belirtilerden en az birinin ya (1) depresif
duygudurum ya da (2) ilgi kaybı ya da artık zevk alamama, olması gerekir. Not: Açıkça genel tıbbi bir duruma
bağlı olan ya da duyguduruma uygun olmayan sanrı ya da varsanı belirtilerini katmayınız.
1.ya hastanın kendisinin bildirmesi (örn kendisini üzgün ya da boşlukta hisseder) ya da başkalannın gözlemesi
(örn. ağlamaklı bir görünümü vardır) ile belirli, hemen her gün yaklaşık gün boyu süren depresif duygudurum.
Not: Çocuklarda ve ergenlerde irritabl duygudumu bulunabilir.
2.hemen her gün, yaklaşık gün boyu süren, tüm etkinliklere karşı ya da bu etkinliklerin çoğuna karşı ilgide
belirgin azalma ya da artık bunlardan eskisi gibi zevk alamıyor olma (ya hastanın kendisinin bildirmesi ya da
başkalarınca gözleniyor olması ile belirlendiği üzere)
3.perhizde değilken önemli derecede kilo kaybı ya da kilo alımının olması (örn. ayda, vücut kilosunun %
5'inden fazlası olmak üzere) ya da hemen her gün iştahın azalmış ya da artmış olması. Not: Çocuklarda,
beklenen kilo alımının olmaması.
4.hemen her gün. insomnıa (uykusuzluk) ya da hiper-somnianın (aşın uyku) olması
5.hemen her gün, psikomotor ajitasyon ya da retardasyonun olması (sadece huzursuzluk ya da ağırlaştığı
duygularının olduğunun bildirilmesi yeterli değildir, bunların başkalarınca da gözleniyor olması gerekir)
6.hemen her gün. yorgunluk-bitkinlik ya da enerji kaybının olması
7.hemen her gün değersizlik, aşın ya da uygun olmayan suçluluk duygularının (sanrı düzeyinde olabilir) olması
(sadece hasta olmaktan ötürü kendini kınama ya da suçluluk duyma olarak değil)
8.hemen her gün, düşünme ya da düşüncelerini belirli bir konu üzerinde yoğunlaştırma yetisinde azalma ya
da kararsızlık (ya hastanın kendisi söyler ya da başkaları bunu gözlemiştir)
9.yineleyen ölüm düşünceleri (sadece ölmekten korkma olarak değil), özgül bir tasarı kurmaksızın yineleyen
intihar etme düşünceleri, intihar girişimi ya da intihar etmek üzere özgül bir tasannın olması
B. Bu belirtiler bir mikst epizodun tanı ölçütlerini karşılamamaktadır.
C. Bu semptomlar klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, mesleki alanlarda ya da önemli diğer
işlevsellik alanlarında bozulmaya neden olur.
D. Bu belirtiler bir madde kullanımının (örn. Kötüye kullanılabilen bir ilaç, tedavi için kullanılan bir ilaç) ya
da genel tıbbi bir durumun (örn. hipotiroidizm) doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı değildir.
E. Bu belirtiler “Yas"la daha iyi açıklanamaz, yani sevilen birinin yitirilmesinden sonra bu belirtiler 2 aydan
daha uzun sürer ya da bu belirtiler, belirgin bir işlevsel bozulma, değersizlik düşünceleriyle hastalık
düzeyinde uğraşıp durma, intihar düşünceleri, psikotik belirtiler ya da psikomotor retardasyonla belirlidir.
Psikotik özellikli depresyonda kliniğin özelliği depresif belirtilerin yanı sıra tabloya sanrı ve
varsanıların eşlik ediyor olmasıdır. Klinikte depresyon tablosu İle birlikte nihilistik, suçluluk,
paranoid veya bedensel sanrı ve varsanılarla gelen hastada tanı koymak zor olmaz. Ancak,
psikotik depresyonu olan hastaların, şizofreni ya da mani gibi psikozların aksine bu tür normal
dışı duygu ve düşüncelerini kolaylıkla gizleme eğiliminde olduklarını, ancak iyileşme dönemine
girdikten sonra sanrılarını hekime anlatabildiklerini akılda tutmak gerekir (16). Bu nedenle
21
psikotik depresyonun ipuçlarını arayan pek çok çalışma yapılmıştır. Bu hastalarda diğer
depresyon hastalarına göre daha fazla psikomotor bozukluğa, anksiyete, bilişsel bozukluklar,
hipokondriazis, ümitsizlik, düşmanlık, kuşkuculuk, paranoid belirtiler ve erken ya da orta dönem
uykusuzluk yakınmalarına rastlanıldığı bildirilmiştir. Bunların içinde en belirgin olanlar depresif
duygudurum, psikomotor retardasyon ve paranoid belirtilerdir (58). Psikotik depresyonda klinik
karakteristik özelliklerin cinsiyet açısından farklılıklarının araştınldığı bir çalışmada kadınlarda
halsizlik, psikomotor ajitasyon, sistematize ve duygudurumla uyumsuz sanrıların daha sık, erkek
hastalarda ise değersizlik düşüncelerinin daha fazla görüldüğü bildirilmiştir (82). Varsanı ve
sanrıların içeriği kişisel yetersizlik, suçluluk, günahkarlık, cezalandırılmaya layık olma, nihilizm ya
da hastanın kendisini sorumlu tuttuğu büyük felaketlerle ilgiliyse bunların duygudurumla
uyumlu olduğundan bahsedilir Bu grupta duygudurumla uyumsuz tipe gore daha sık oranda
melankoliye rastlanır, yine suçluluk, benlik değerinin azalması, kilo kaybı, yorgunluk daha sık
gözlenen belirtilerdir. İşitme ve koku varsanıları genellikle iftira eden veya suçlayan sesler,
Tablo 7: Majör depresif bozukluk için DSM-IV TR tanı ölçütleri (81)
A.Tek bir Majör Depresif Epizodun varlığı.
B. Bu Majör Depresif Epizod Şizoaffektif Bozukluk olarak daha iyi açıklanamaz ve Şizofreni, Şizofreniform
Bozukluk, Hezeyanlı Bozukluk ya da Başka Türlü Adlandırılamayan Psikotik Bozukluk üzerine binmiş değildir.
C. Daha önce bir Manik Epizod. bir Mikst Epizod ya da bir hipomanik epizod geçirilmemiştir. Not: Bütün
manik benzeri, mikst benzeri ya da hipomanik benzeri
epizodlar madde kullanımına bağlı ya da tedavi sonucu ortaya çıkmışsa ya da genel tıbbi bir durumun
doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı ise bu dışlama ölçütü uygulanmaz.
Majör Depresif Epizod için tanı ölçütleri o sırada tam karşılanıyorsa, o sıradaki klinik durumunu ve/ya da
özelliklerini belirtiniz:
Hafif/Orta Derecede/Psikotik Özellikleri Olmayan Ağır/Psikotik Özellikleri Olan Ağır/Kronik/Katatonik
Özellikler Gösteren/ Melankolik Özellikler Gösteren/ Atipik Özellikler Gösteren /Postpartum Başlangıçlı
Majör Depresif Epizod için tanı ölçütleri o sırada tam karşılanmıyorsa, o sıradaki Majör Depresif Bozukluğun
klinik durumunu ya da en son epizodun özelliklerini belirtiniz:
Kısmi Remisyonda, Tam Remisyonda Kronik, Katatonik Özellikler Gösteren, Melankolik Özellikler Gösteren,
Atipik Özellikler Gösteren, Postpartum Başlangıçlı
çürüyen yayılan pislik kokusu şeklindedir. Duygudurumla uyumsuz psikotik özellikli depresyondaki temalar depresif düşünceyle doğrudan ilişkili olmayan persekûsyon sanrıları, düşünce
sokulması, düşünce yayılması ve etkilenme, kontrol edilme sanrılarıdır. Psikotik depresyon
atağının ortalarında, duygudurum ile uyumsuz sanrıların ortaya çıkması, şizoaffektif bozukluk ya
22
da şizofreni İle bir ilişkiyi düşündürmelidir (16). Duygudurum ile uyumsuz sanrılar gösteren
depresif bozukluk, yaklaşık 80 yıldır tartışılmakta olup, bunun a) duygudurum bozukluklarının
tipik formlarından ayırt edilemeyeceği; b) duygudurum bozukluğunun farklı bir alt tipi olduğu; c)
şizoaffektif bozukluk olduğu; d) Şizofreni formu olduğu, İleri sürülmüştür. Genç hastalarda
psikotik depresyonu olanları, şizofreniden ayırdetmek özellikle zor olabilir. Ayrıca şizofrenide
psikotik bir ataktan sonra gelişen depresyonla, yani psikoz sonrası depresyonla da, ayırıcı tanı
önemlidir. Bellini ve arkadaşlarının psikotik ve psikotik olmayan depresif hastaları
karşılaştırdıkları çalışmalarında psikotik olan grupla A kümesi kişilik bozukluklarının daha sık
görüldüğü sonucuna varılmış, psikotik depresyonu olan A kümesi olgularında perseküsyon ve
paranoid içeriğin diğerlerine oranla daha fazla olduğu görülmüştür (17). Özen ve ark. bu
bulguları, majör depresif epizodların seyrinde sanrıların gelişimi kişilik özelliklerinden
etkilenmektedir ve bunu daha geniş bir örneklem grubunda araştırmak ilginç sonuçlar
doğurabilir şeklinde değerlendirmişlerdir (16).
Tablo 8: Majör Depresif Bozukluk, Rekürran (Yineleyici) için tanı ölçütleri (81)
A. iki ya da daha fazla Majör Depresif Epizodun olması.Not: Epizodlann ayrı epizodlar olarak kabul
edilebilmesi için, Majör Depresif Epizod için tanı ölçütlerinin karşılanmadığı en az ardışık iki aylık bir ara
dönem bulunmalıdır
B. Bu Majör Depresif Epizodlar, Şizoaffektif Bozukluk olarak daha iyi açıklanamazlar ve Şizofreni,
Şizofreniform Bozukluk, Hezeyanlı Bozukluk ya da Başka Türlü Adlandırılmayan Psikotik Bozukluk üzerine
binmiş değildirler.
C. Daha önce bir Manik Epizod. bir Mikst Epizod ya da bir Hipomanik Epizod geçirilmemiştir. Not: Bütün
manik benzeri, mikst benzeri ya da hipomanik benzeri epizodlar madde kullanımına bağlı ya da tedavi
sonucu ortaya çıkmış epizodlarsa ya da genel tıbbi bir durumun doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı iseler
bu dışlama ölçütü uygulanmaz.
Majör Depresif Epizod için tanı ölçütleri o sırada tam karşılanıyorsa, o sıradaki klinik durumunu ve/ya da
özelliklerini belirtiniz:
Hafif/Orta Derecede/Psikotik Özellikleri Olmayan Ağır/Psikotik Özellikleri Olan Ağır/ Kronik/ Katatonik
Özellikler Gösteren/ Melankolik Özellikler Gösteren Atipik Özellikler Gösteren /Postpartum Başlangıçtı
Majör Depresif Epizod için tanı ölçütleri o sırada tam karşılanmıyorsa, o sıradaki Majör Depresif Bozukluğun
klinik durumunu ya da en son epizodun özelliklerini belirtiniz:
Kısmi Remisyonda, Tam Remisyonda Kronik, Katatonik Özellikler Gösteren, Melankolik Özellikler Gösteren
Atipik Özellikler Gösteren Postpartum Başlangıçlı
23
PÖMD’nin, psikotik olmayan major depresyonla olan ilişkisi açısından iki varsayım ileri
sürülmüştür. İlk varsayım psikotik özellikli ve psikotik özellikli olmayan majör depresyonlu
olguların demografik özellikler, ailede psikiyatrik hastalık yüklülüğü ve klinik gidiş gibi
değişkenler açısından ayırt ettirici bir farklılığının olmadığı, PÖMD’nin, majör depresyonun daha
şiddetli bir biçimi olabileceğidir (25,60,83,84). İkinci varsayım, psikotik ve psikotik olmayan
majör depresyonun farklı antiteler olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Bu varsayımı destekleyen
çalışmacılar, PÖMD’li olgularada daha yüksek oranda benlik saygısında düşme, işlevsellikte
bozulma, anormal Deksametazon Supresyon Testi sonuçları, daha yüksek psikomotor
retardasyon, daha yüksek Hamilton Depresyon Derecelendirme puanı, ailede iki uçlu
duygudurum bozukluğu görülme oranının psikotik olmayan major depresyonlu olgulara göre
daha yüksek olduğunu saptamışlardır (17,61,75,85).
Glassman ve arkadaşlarının 1977 yılında yaptıkları çalışmalarında psikotik özellikler
gösteren depresyon hastalarında trisiklik antidepresanlara zayıf yanıt alınması, farklı bir
sendrom olduğunu kanıtlamak üzere yapılmış diğer çalışmalara öncülük etmiştir (16). Psikotik
depresyon ile iki uçlu spektrum arasında ilişki olabileceğine dair tartışmalarda vardır (61,64).
Psikotik depresyonu olan genç hastaların iki uçlu bozukluk için daha fazla risk altında olduğu
iddia edilmiş, bu hastaların akrabalarında da yüksek iki uçlu bozukluk oranları gösterilmiştir (64).
Yine psikotik depresyon alt tipinde daha fazla ailesel yüklülük olduğu varsayımı ileri sürülmüştür
(85).
Bu
bulgular
psikotik
özellikli majör
depresyonun
iki
uçlu bozukluk
olarak
sınıflandırılabileceği varsayımının öne sürülmesine neden olmuştur. Psikotik depresyonu olan
hastalarla melankolik depresyonu olan hastaların klinik özellikler ve etiyoloji bakımından
benzerliklerin saptandığı bir çalışmada, psikotik depresyonun melankolik depresyonun bir alt
tipi olabileceği öne sürülmüştür (86). Psikotik depresyonda duygu durumla uyumsuz özelliklerin
ayrı bir heterojenite kaynağı olduğu ileri sürülmektedir. Fakat duygudurumla uyumsuz psikotik
belirtilerle seyreden depresyonun klinik seyir ve genetik özelliklerinin araştırıldığı çalışmaların
sonucunda, duygudurumla uyumlu ve uyumsuz alt tipler arasında önemli sayılabilecek
farklılıkların saptanmadığı bildirilmiştir (16). Psikotik depresyon tanısı alan olgular, yineleyen
ataklarda sanrısal düşüncenin yapı ve içeriğinin, izlem görüşmelerinde de yüksek oranda aynı
kaldığı görülmüştür (87). DSM-IV TR’ye göre, psikotik majör depresif bozuklukta, psikotik
özellikler duygudurumla uymlu ya da uyumsuz olarak sınıflandırılır (81). İlginç olarak psikotik
major depresyon tanısıyla hastaneye yatırılan hastaların %50-60’ı, hem duygudurumla uyumlu
hem de uyumsuz psikotik özellikler göstermiştir (88). Ayrıca bu çalışmada duygudurumla
24
uyumsuz psikotik yaşantısı olan olguların yaklaşık yarısında en az bir duygudurumla uyumlu
psikotik özelliğin var olduğu bildirilmiştir. Bu çalışmalardan elde edilen sonuçlar böyle bir alt
tipleme için yeterli kanıt olmadığını göstermektedir (58,83,88).
Majör depresyonda psikotik özelliklerin varlığı, hem morbidite hem de içgörüde
bozulmayla psikotik olmayan depresyona göre daha fazla ilişkili olduğu bulunmuştur (58)
Psikotik olmayan depresyonla karşılaştırıldığında, psikotik depresyonu olan hastaların hastalık
süreleri daha uzundur ve daha fazla depresyon atağı yaşamışlardır (89). Depresyonun
şiddetinden bağımsız olarak, fiziksel, ruhsal ve sosyal işlevsellikteki bozulma, en fazla psikotik
veya psikotik olmayan şiddetli majör depresyonu olan olgularda gözlenmiştir (90).
Nöropsikolojik işlev bozuklukları açısından yapılan araştırmalarda, psikotik majör
depresyonu olan hastaların psikotik olmayan majör depresyonlu hastalardan daha fazla işlev
bozuklukları olduğu saptanmıştır (91,92,93,94,95) Genel olarak, psikotik depresyonda, psikotik
olmayan depresyondan farklı olarak bilişsel işlevlerdeki bildirilen en tutarlı yoksunluk; sözel
bellek, yönetsel işlevler ve psikomotor hızda gözlenmiştir (92). Nöropsikolojik bozuklukların
niteliği daha çok şizofreni ile benzer görünmektedir (93,94). Bir çalışmada sözel bellek, görsel
bellek, motor beceriler ve görsel-uzaysal yetilerde benzer nitelikli bir nöropsikolojik yetersizlik
gözlenmekle birlikte psikotik majör depresyonlu olgulardaki yetersizliğin şizofrenik olgulardan
daha az olduğu saptanmıştır (93). Başka bir çalışmada ise şizofrenisi ve psikotik majör
depresyonu olan olgulardaki nöropsikolojik yetersizliğin karşılaştırılabilir derecede yakın olduğu
bulunmuştur (58,94).
Obsesif kompulsif bozukluk, sosyal fobi ve panik bozukluk gibi anksiyete bozuklukları sık
olarak psikotik depresyon ile birlikte görülür (96). İlk atak psikotik hastalarla yapılan bir
çalışmada, psikotik depresyonu olan erkek olguların %50 ve kadın olguların %35'inden
fazlasında en az bir madde bağımlılığı ölçütlerinin karşılandığı bulunmuştur (97). Ayrıca psikotik
depresyonu olan olguların A kümesi kişilik bozuklukları oranlarının daha yüksek ve eğitim
düzeylerinin daha düşük olduğu gözlenmiştir (98).
Prognoz: Majör depresyon tanısı ile hastanede yatan 45 hasta üzerinde yapılan ve tanı
yordayıcıları araştıran bir araştırmada, psikotik özelliklerin varlığının kötü prognozu öngörebileceğine ilişkin sonuçlur bulunmuştur (99). Epidemiyolojik Alan Çalışması bilgilerine göre psikotik
majör depresyon psikotik olmayan majör depresyonla karşılaştırıldığında; genel olarak daha
ciddi bir gidiş, daha fazla alevlenme riski, belirtilerin 1 yılın üzerinde bir süre devam etmesi,
özkıyım girişimleri, hastaneye yatış, psikiyatrik ektanıların varlığı ve psikososyal işlevsellikte
25
daha fazla bozulma ile ilişkili bulunmuştur (60). Benzer olarak, psikotik olan ve olmayan majör
depresyonlu hastaların incelendiği bir çalışmada, hastaneden taburcu olduktan sonraki 1 yıl
içinde, psikotik majör depresyonu olanların genel olarak daha kötü bir klinik gidişe sahip olduğu,
depresyonlarının 9 aydan uzun sürme eğiliminin olduğu ve izlemde bir depressif atak halinde
olma olasılıklarının yüksek olduğu bulunmuştur (58,100).
Fluoksetin ve perfenazinle
sağaltım alan psikotik depresyonlu olguların belirtilerinin
alevlenme riskini inceleyen bir başka çalışmada 4. ayda antipsikotik sağaltımı durdurulan ve
belirtilerinde alevlenme gözlenen hastaların atak süresinin daha uzun olduğu, daha sık atak
öyküsü olduğu ve daha genç oldukları bildirilmiştir (58,101). EKT'ye akut %80-90'lık yanıta
karşın, psikotik depresyonu olan hastaların 1 yıllık izlemde yüksek bir alevlenme oranlarının
olduğu (%50) izlenmiştir (102).
Sonuç: Psikotik depresyon görece sık görülen bir tanıdır ve majör depresyonu olan olguların
yaklaşık %20'sini etkiler. Psikotik depresyon, psikotik olmayan depresyondan; aile psikiyatrik
öyküsündeki artmış şizofreni riski, bipolar affektif bozukluk ve unipolar depresyon riskindeki
artma ile farklıdır. Psikotik depresyon, yine depresif belirtilerin şiddeti açısından da psikotik
olmayan depresyondan daha farklıdır. Psikotik depresyon, psikoz belirtilerine ek olarak ve
onlarla ilişkili olacak şekilde daha sık suçluluk ve değersizlik duyguları ve özkıyım düşünceleriyle
ilişkilidir. Psikotik depresyon aynı zamanda şizofrenide görülen özgül nöropsikolojik
bozukluklarla örtüşen test sonuçlarıyla da karakterizedir. Psikotik depresyon psikotik olmayan
depresyondan nörofizyoloji, nöroendokrinoloji ve nörogörüntüleme bulguları açısından
farklılaşır. Mevcut bilgiler, psikotik depresyon sağaltımında en etkili sağaltımın antidepresan ve
antipsikotik kombinasyonu veya EKT olduğunu desteklemektedir (58).

KİŞİLİK BOZUKLUKLARI:
Kişilik, her insanın kendine özgü olan, çocukluktan beri edinegeldiği davranış, alışkanlık ve
tepki tarzlarının tümü olarak tanımlanabilir. Kalıtsal, yapısal ve çevresel etmenlerin etkileşimi
sonucu oluşur, tek ve özgündür (8). Basit bir biçimde ifade edilecek olursa, kişilik bireyin,
yaşama uyum sağlamak için geliştirmiş olduğu iç ve dış örüntülerin bir toplamıdır. Kısmen kişinin
genetik olarak aktardığı organik temelleri, kısmen de yaşam deneyimleri tarafından
belirlenmektedir. Adler kişiliği, kişinin kendine karşı, diğer insanlara karşı (özellikle aileye) ve
topluma karşı geliştirdiği tutumlar olarak görmektedir. Rank ise üç kişilik türü tanımlamıştır: 1Normal ya da ortalama kişi (grubun isteklerini kabul eden), 2- Yaratıcı kişi (kendi idealleri olan ve
kendini bunlara göre yönlendiren), 3- Nörotik kişi (kendi istediğini açıkça anlatmayan, bununla
26
birlikte gruba da uyum sağlayamayan). Freud kişiliği, yapısal olarak üç bölüme ayrılmıştır. Bu üç
bölüm id, ego ve süperegoyu içermektedir. İd, ilkel dürtülerin (içgüdülerin) bilinçdışı dağarcığı
olarak tanımlanmıştır. İde, birincil süreç düşünme biçimi ve haz ilkesi egemendir. Bu, bütün
insanlarda ve değişikliğe uğramış biçimleriyle hayvanlarda da bulunmaktadır. Ego, kişiliğin dış
dünya ile karşılaşan ve etkileşen parçasıdır; kişiliğin 'bütünleyicisi' ya da 'aracısı'dır. Süperego
kişiliğin sansürleyici gücüdür. Bireyin ahlak anlayışından, törelerinden, değerlerinden ve değer
yargılarından oluşmakta, büyük ölçüde ana babanın aşıladıklarından köken almaktadır
(103,104).
Kişilik, kişilik yapısı ve kişilik bozukluğunun birbirleriyle karıştırılan ve bazen birbirlerinin
yerine kullanılan deyimler olduğu vurgulanmıştır (104). Püsküllüoğlu'na göre kişilik, kişinin
kendine göre ayrılığı, öz yapısına uygun kendine özgülükleri, insana yakışacak tutum, alışkanlık
ve davranış biçimlerinin tümüdür. Deyim konuşma dilinde olumlu özelliklerle yüklüdür. 'Kişilikli
biri' deyimi birey için güvenilirlik, değer, saygınlık ve deneyimlilik gibi olumlu sıfatları akla
getirmektedir (104). Psikoterapi kuramlarında 'kişilik yapısı' sınırları olan bir 'ruhsal bütün', bir
'ruhsal birim' anlamına gelmektedir. Özgül bir benlik ve üstbenlik, özgül çatışmalar ve özgül
savunmalar uyumlu bir "ruhsal bütünü", yani "kişilik yapısı"nı oluşturmaktadır. Benliğin
örgütleme yetisi (organizasyon) sayılan ögelerin beraberce ve uyum içinde yapılaşmasında, yani
kişilik yapısının kazanılmasında önemli görevler üstlenmektedir. Bireşim (sentez) ve bütünleşme
(entegrasyon) işlevleri benliğin örgütleme yetisinin tamamlayıcılarıdır. 'Kişilik yapısı' özgül
işlevsel ve yapısal ögelerin bu yetiler aracılığıyla ve uyumu hedefleyerek oluşturdukları ruhsal
bütündür. Değişkenlik ve karışıklığa karşın süreklilik ve kalıcılık kişilik yapısının özgül nitelikleridir
(105).
Kişilik bozukluklarının başlıca sınıflandırmaları Dünya Sağlık örgütünün ICD ve Amerikan
Psikiyatri Derneği’nin DSM’sidir. ICD’nin 9. Baskısında bulunan kişilik bozukluğu sınıflandırması
Schneider’in “Psikopatik Kişilikler” kitabına ve tanımladığı sosyal olarak farklı 10 kişilik yapısına
dayanmaktaydı (104). Bununla birlikte ICD’nin son baskısı olan ve 1987 yılında basılan ICD-10
DSM sistemine daha yakın bir tanımlama içermektedir. Önemli istisnai bir durum; ICD-10
şizotipal kişilik bozukluğunu eksen-I’de, şizofrenik bozukluklar arasında sınıflandırırken DSM-IVTR’nin bu bozukluğa eksen II’de kişilik bozuklukları arasında yer vermesidir (9). DSM-IV-TR’ye
göre kişilik bozukluklarının tanı ölçütleri, davranışlar ya da iç yaşıntılara bağlı örüntülerdir. Bu
anlayışa göre belirli davranışların birlikteliği kişilik bozukluğunu oluşturmaktadır. Oysa kişilik
bozukluğunda yalnızca davranışlar değil başka ruhsal ögeler de etkili olmaktadır. Ruhsal ögelerin
27
uyum amaçlı beraberliğindeki dengesizlik, çatışmalardaki çözümsüzlük ve üstbenliğin
yargılarındaki ölçüsüzlük kişilik yapılarındaki bozuklukların nedeni olarak belirtilmektedir (106).
Kişilik bozukluklarının büyük çoğunluğunda ego ve süperego işlevlerinde bozukluklar, benlik
imgesi ve benlik saygısı sorunları ve geçmiş yaşantılardan köken alan iç çatışmaların canlandığı
ve harekete geçtiği yargılama bozukluklarının olduğu görülmüştür. Kişilik bozukluğu olan
kişilerde gelişimsel takılmalar ve olgunlaşmada yetersizlik sözkonusudur. Nesne ilişkileri
bozuktur. Bu kişiler, iş yaşamlarında ve özel ilişkilerinde zorluklar yaşamaktadırlar; davranış ve
tutumlarının başkalarını nasıl etkilediğini göz önünde bulundurmamaktadırlar. Kişilik bozukluğu
olan bireylerin içgörüden yoksun oldukları, strese dayanma eşiklerinin düşük olduğu, buna
karşın yardım arayışında olmadıkları belirtilmektedir (105). DSM-IV-TR ve ICD-10’a göre kişilik
bozukluğu için genel tanı ölçütleri Tablo 9 ve Tablo 10‘da gösterilmiştir (10,23).
Tablo 9: DSM-IV tanı sistemine göre kişilik bozukluğu için genel tanı ölçütleri (10)
A. Kişinin içinde yaşadığı kültürün beklentilerinden belirgin olarak sapan, sürekli bir davranış ve iç yaşantı
örüntüsü. Bu örüntü aşağıdaki alanlardan ikisinde ya da daha fazlasında kendini belli eder.
1. Biliş (yani, kendini, başka insanları ve olayları algılama ve yorumlama yolları)
2. Duygulanım (yani duygusal tepkilerin görülme aralığı, yoğunluğu, değişkenliği ve uygunluğu)
3. Kişilerarası işlevsellik
4. Dürtü kontrolü
B. Bu sürekli örüntü esneklik göstermez ve çok çeşitli kişisel ve toplumsal durumları kapsar.
C. Bu sürekli örüntü, klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal, mesleki ya da diğer
önemli işlev alanlarında bozulmaya yol açar.
D. Bu örüntü değişmez, uzun bir süredir vardır ve başlangıcı en azından ergenlik ya da genç erişkinlik
dönemine uzanır.
E. Bu sürekli örüntü başka bir mental bir bozukluğun bir görünümü ya da sonucu olarak açıklanamaz.
F. Bu sürekli örüntü bir maddenin (örneğin kötüye kullanılabilen bir ilaç ya da tedavi için kullanılan bir
ilaç) ya da genel bir tıbbi durumun (örneğin kafa travması) doğrudan fizyoloik etkilerine bağlı değildir.
Tablo 10: ICD-10'a göre kişilik bozukluğu giçin genel tanı ölçütleri (23)
Doğrudan yaygın beyin zedelenmesine ya da hastalığına ya da ruhsal bir hastalığa bağlı
olmayan ve aşağıdaki ölçütlere uyan durumlar:
(a) Tutum ve davranışlarda, sıklıkla duygulanım, uyarılma, dürtü denetimi, algılama, düşünme, ilişki
kurma biçimi gibi işlev alanlarında belirgin dengesizlik vardır;
(b) Anormal davranış kalıbı kalıcı ve uzun sürelidir; ruhsal bozukluk nöbetleri ile sınırlı değildir;
(c) Anormal davranış kalıbı yaygındır, kişisel ve sosyal uyumu belirgin derecede bozar;
(d) Yukarıdaki belirtiler her zaman çocuklukta ya da delikanlılık çağında ortaya çıkar ve erişkinlikte devam
28
eder;
(e) Bozukluk belirgin kişisel huzursuzluğa yol açar, fakat bu durum geç dönemde ortaya çıkar;
(f) Bozukluk, her zaman olmamakla birlikte sıklıkla, sosyal ve mesleksel başarıda önemli sorunlara yol
açar.
Değişik kültürler için sosyal normlara, kurallara ve zorunluluklara göre, özgül ölçütlerin geliştirilmesi
gerekli olabilir.
Kişilik Bozukluklarının Epidemiyolojisi:
Kişilik bozukluğu (KB) yaygın ve kronik bir bozukluktur. Genel toplumdaki yaygınlığının %10
ile %20 arasında olduğu hesaplanmakta ve süresi on yıllarla ifade edilmektedir (9). Genellikle
geç ergenlik ya da erken yetişkinlik dönemlerinde açığa çıkmakla birlikte çocukluk döneminde
de bazı belirtileri görülebilmektedir (103,105). Klinik dışı toplumda kişilik bozukluklarının
yaygınlığı, 1990'ların başlarında pek bilinmiyordu (107). DSM kitapçıklarında (DSM-III, DSM-III-R,
DSM-IV) sunulan yaygınlık tahminleri, uygun olarak tasarlanmış toplum çalışmalarından değil,
temel olarak bilgiden kurguya bir tahmindi. Sınır kişilik bozukluğu gibi bazı özgül bozukluklar,
basitçe "yaygın" olarak tanımlandı (107). "Tahmini hesaplama" bilgileri erken dönem (1950'ler)
toplum taramalarından kaynaklanıyor ve KB oranları, başka çalışmalarda yer alan (örn.,
şizofrenili hastaların psikotik olmayan yakınları veya sağlıklı kontrol olguları ve onların biyolojik
yakınları), psikopatolojiden etkilenen biyolojik yakınlardan elde edilen gözlemlere dayanıyordu.
Açıkça, bu eski veri tabanında, bir çok yöntemsel pürüz söz konusudur. Örneğin, erken dönem
toplum çalışmaları KB tanımı için kesin tanı ölçütleri kullanmadığı gibi, 1950lerde henüz var
olmadığından, yapılandırılmış görüşmeler de kullanılamıyordu. Psikiyatrik hastalıkları olanların
yakınlarında KB oranı çalışması (örn., psikotik hastaların birinci dereceden yakınları), çalışma
katılanlarında majör psikotik belirtilerin bulunmasının gerekli olması koşulu, verilerin sorunlu
olmasına yol açmış ve örneklemin gözlemden bağımsızlığına engel teşkil etmiştir. Kısacası,
örneklem seçimi ve bunların olgularla ilintililiğine bakıldığında, bunlar, yaygın olarak toplumdan
seçilip alınan örnek özelliklerini göstermeyecekti. Bu yüzden, bozukluk tanımı, örnekleme ve
tanı konularında bu erken dönem çalışmalarından elde edilen veriler olduğundan daha büyük
olarak değerlendirildi (107).
Kişilik bozuklukları epidemiyolojisinde köklü bir değişim, 1990’ların başında “Kişilik
bozukluklarının uzunlamasına çalışması” (Longitudinal Study of Personality Disorders, LSPD) ile
başladı; çalışma kişilik patolojisinin uzunlamasına çalışıldığı bir ilkti (108). LSPD, klinik dışı bir
kitlede, kişilik bozukluğu, kişilik ve mizacın uzun dönemli, ileriye dönük bir çalışmasıdır.
Lenzenweger ve meslektaşları, “her hangi bir KB” için %11,01’lik bir nokta yaygınlık bildirdiler
(109). Bu sadece özgül KB tanıları (kesin+muhtemel) için değil, başka türlü adlandırılamayan
29
KB’yi (BTA-KB) de içermektedir. LSPD’de özgül KB ve DSM-III-R KB kümesi (Küme A “tuhafayrıksı”, Küme B “değişken-dürtüsel”, Küme C “bunaltılı-kaçıngan”) için yaygınlık oranları Tablo
11‘de görülmektedir (107). Geniş kapsamlı başka çalışmalarda yapıldı ve benzer sonuçlara
Tablo 11*: Yapılandırılmış klinik görüşmenin kullanıldığı klinik olmayan 6 çalışmadan elde edilen
KB yaygınlık oranları (yüzdesel) (107)
Gereç
Sınıflandırma
Yer
Lenzenweger
ve ark. 1997
IPDE
DSM-III-R
İthaca,
NY, ABD
Torgersen ve
ark. 2001
SIDP-R
DSM-III-R
Oslo, Norveç
Kişilik
Bozukluğu
Paranoid
1,0
2,4
Şizoid
1,0
1,7
Şizotipal
1,6
0,6
Küme A
2,8
4,1
Antisosyal
0,6
0,7
Sınır
1,3
0,7
Histriyonik
2,9
2,0
Narsisistik
2,7
0,8
Küme B
5,3
3,1
Kaçıngan
1,0
5,0
Bağımlı
0,6
1,5
Obsesif1,3
2,0
Kompulsif
Edilgen1,6
1,7
Saldırgan
C Küme
2,6
9,4
c
Herhangi bir
11,01
13,4d
KB
*Kaynak 107’den değiştirilerek alınmıştır.
Samuels ve
ark. 2002
IPDEb
DSM-IV
Baltimore,
MD, ABD
Crawford ve
ark. 2005a
SCID-II
DSM-IV
New York,
ABD
Coid ve ark.
2006
SCID-II
DSM-IV
Büyük Krallık
(Ulusal)
Lenzenweger
ve ark. 2007
IPDE
DSM-IV
ABD (Ulusal)
0,7
0,9
0,6
2,1
4,1
0,5
0,2
0,003
4,5
1,8
0,1
-
5,1
1,7
1,1
6,8
1,2
3,9
0,9
2,2
6,1
6,0
0,8
4,7
0,7
0,8
0,06
1,6
0,6
0,7
1,2
0,8
0,1
1,9
5,7
0,6
1,4
1,5
-
-
-
-
-
2,8
9,0
10,6
15,7
1,6
10,1e
6,0
9,1f
Gereçler, kullanılan yapılandırılmış klinik görüşmeyi gösterir: Uluslar arası Kişilik Bozukluğu Baskısı (IPDE); DSM-III-R Kişilik
Bozukluğu İçin Yapılandırılmış Görüşme (SIDP-R); DSM-IV Eksen II Bozuklukları İçin Yapılandırılmış Görüşme (SCID-II). Tireler
uygulanamaz olduğunu gösterir. Bildirilen tüm yaygınlıklar ağırlıklı yaygınlıktır. Kısaltmalar: DSM, Ruhsal Bozuklukların
Tanısal ve İstatistiksel Elkitabı; KB, kişilik bozukluğu.
a
Antisosyal KB ve Histriyonik KB yaygınlığı kendi bildirim verilerine göre hesaplandı.
b
IPDE (DSM-IV uyarlaması).
c
(DSM-III-R uyarlaması) temelinde BTA-KB kadar, sadistik KB’yi de içerir.
d
e
Kendine zulmeden, sadistik ve korkulu KB’yi içerir. BTA-KB’yi içerir.
f
BTA-KB’yi içerir. Tüm Ulusal Ektanı İncelemesi-Tekrar (NCS-R) yaygınlık oranları, ABD’den ulusu temsilen seçilen
örneklemlerin çoklu değerlere dayanır. Daha kapsamlı teknik ayrıntı için bakınız: Lenzenweger ve ark (111).
ulaşıldı. Sonuç olarak tüm bu çalışmalarda DSM sistemleri tarafından tanımlanan “her hangi bir
KB” için ortalama yaygınlık oranı %10.5-%11.39’dur. Yöntemlerdeki ve gereçlerdeki değişkenliğe
karşın, bu veriler yaklaşık olarak her 10 kişiden 1’inde tanı konulabilir bir kişilik bozukluğu
olduğunu gösterir (107). Değişik çalışmalarda, KB’de cinsiyet farklılığı açısından tutarlı bir
örüntü görünmemektedir. Bir çok çalışmada görece yaygın olarak bulunan BTA-KB tanısının
30
kullanımı vurgulanır (109,110).
Psikiyatrik hastalıklarda kişilik bozukluklarının sıklığı:
Hastalık yaygınlığı ve ektanı incelendiğinde, genel toplum ve klinik epidemiyolojik
çalışmalar arasında büyük farklar çıkabilir. Hastalık oranlarının daha yüksek olduğu klinik
ortamlardan yola çıkıp, toplumdaki yaygınlık oranlarını tahmin etmek uygun değildir. Yardım
arama ektanı ile ilintili olduğundan, ektanı oranlarının klinik gruplarda daha yüksek olması
beklenir (7). Psikiyatri hastalarında Eksen I bozukluğu ile kişilik bozukluklarının birlikte
bulunması Eksen I bozukluklarının süresi, yinelemesi ve sonlanımı açısından klinik olarak
önemlidir (7). Kişilik bozukluklarının ayırıcı tanısı kullanılacak psikoterapötik ve farmakolojik
yaklaşımları etkiler (112).
Değerlendirmenin ne, nasıl, ne zaman, kimin için yapıldığı, klinik bir epidemiyolojik
çalışmanın sonuçlarını etkileyebilir. Bilginin farklı kaynaklarının ayrı ayrı geçerliği
konusunda araştırmalar azdır. Ancak, bazı çalışmalar, hastanın verdiği bilginin, yakınının
verdiği bilgiyi desteklemek ve netleştirmek için kullanıldığında, yaygınlık oranlarının
arttığını bulmuştur (113). Akut psikiyatrik durum, kişilik bozukluğu konusundaki
tahminleri yükseltebilir. Yarı yapılandırılmış görüşmeler, kendi kendine uygulanan
anketlere göre tek yanlılığa daha az yatkındır. Yine de, Eksen I bozukluğu belirtileri
iyileştiğinde kişilik patolojisinin düzeyi genellikle azalır (114). Böylece akut belirtiler
içerisindeki hasta kişilik bozukluğu açısından değerlendirildiğinde yalancı pozitiflik
sorunu ile karşılaşılır. Sonuç olarak, bazı araştırmacılar kişilik bozukluğunu Eksen I
belirtileri düzeldikten sonra değerlendirirler. Öte yandan, belirtiler azalana dek
değerlendirmeyi geciktirmek, hem yeni iyileşen bir hastayı ya da iyileşmenin hemen
sonrasında nüks belirtileri olan hastaları dışlama sorunu doğurabilir. Eksen II patolojisi,
Eksen I bozukluklarının süreğenliği ile ilintili olduğundan, Eksen I belirtilerinde
iyileşmeyi gerektiren bir çalışma, orantısız bir şekilde, kişilik bozuklukları olan hastaları
dışarıda bırakır; böylece, kişilik bozukluğu yaygınlığını yapay olarak azaltır (115).
Psikiyatrik hastalarda kişilik bozuklukları çalışmaları, psikiyatrik durumun potansiyel
karıştırıcı
etkisi
ile
tedavide
iyileşen
hastalar
temelindeki
sonuçların
genelleştirilmemesinin gerekliliği ile dengelenmelidir (7). Diğer tanısal araştırmalara
benzer
olarak,
değerlendirmeleri
klinik
epidemiyolojik
temelinde
çalışmalar,
yapılmalıdır;
çünkü
yapılandırılmış
yapılandırılmamış
araştırma
tanısal
değerlendirmelerle karşılaştırıldığında, yapılandırılmış araştırma değerlendirmeleri
31
tanısal saptamaları da iyileştirir. Yapılandırılmamış tanısal değerlendirmelerle sorunlu
araştırmaların çoğu Eksen I bozukluklarla yapıldı. Klinik uygulamada tanıların
tanınmadığının bir dizi kanıtı; yapılandırılmış görüşmelerle yapılandırılmamış olanları
kullanan çalışmalarda ektanı oranlarının karşılaştırılmasından elde edilir. Yapılandırılmış
araştırma
değerlendirmelerine
göre,
yapılandırılmamış
klinik
değerlendirmeleri
kullanan çalışmalarda ektanı oranları çok daha az bulunmuştur (116). Kişilik bozukluğunun
fark edilmesi açısından, Zimmerman ve Mattia, sınır kişilik bozukluğu yaygınlık oranı üzerinde
değerlendirme yönteminin etkisini incelediler ve yarı yapılandırılmış bir tanısal görüşmeye nazaran, yapılandırılmamış bir klinik değerlendirme ile bozukluğun daha az sıklıkla tanındığını
bulmuştur (117). Yarı yapılandırılmış tanısal görüşmenin geçerliliği konusunda, tedavi eden
klinisyene yarı yapılandırılmış görüşme verildiğinde sınır kişilik bozukluğunun daha fazla
tanındığı gösterilmiştir (118).
Çoğu eksen I bozukluk eksen II’deki görünümlere veya onların daha az şiddetli
değişkenlerini göstermektedir (Tablo12) (9). Süregen kişilik özelliklerini yansıtan
belirtilerle, geçici eksen I durumlarını yansıtan belirtiler arasındaki durumsal -kişilik
özellikleri ayırt etmek güç olabilmektedir. Gerçekten birinin emosyonel durumundaki
geçici değişkenler uzun süreli kişilik özelliklerinin klinik değerlendirilmesini ve kendilik
testlerini etkileye bilmektedir. Böyle durumsal etkilere olan hassasiyet bazı kişilik
bozukluklarının kategorik ölçümleri için açıklanmıştır. Olgulara şu anda olanı değil
genel
davranışlarını,
hislerini
ve
tutumlarını
açıklamaları
tekrarlayıcı
şekilde
hatırlatılarak durumsal etkiler dışlanamamasına karşın azaltılabilmektedir (9).
Klinik
uygulamada
kişilik
bozukluklarının
yaygınlık
oranlarının
saptanmasında
yapılandırılmamış görüşmelere yaslanılamayacağı hususunda pek az tartışma vardır. Kişilik
bozukluğunun değerlendirilmesinde en geçerli yöntemlerin neler olduğu hususu tartışmalıdır.
Özgül olarak kişilik bozukluklarının değerlendirilmesinde yarı yapılandırılmış görüşmelerin
geçerliliği sorgulanmaktadır. Kişilik bozukluğu tanısında klinisyenin kullandığı yöntemlerden
farklı olarak, kişilik bozuklukları ölçütlerinin olup olmadığını anlamada yarı yapılandırılmış
görüşmeler, doğrudan sorulara dayanmaktadır (119). Klinisyenler, tek bir görüşmede doğrudan
sorgulamadan çok, kişilik bozukluğunun var olup olmadığını saptamada boylamsal bakışı
kullanırlar ve yargıları, hastaların tedavi sürecinde betimledikleri gerçek yaşam öyküleri ve
tedavi esnasında gösterdikleri tutum ve davranışlara dayanır. Kişilik bozukluğunun nasıl en iyi
şekilde değerlendirileceği konusunda bazı tartışmalar olmasına karşın, günümüzde, yarı yapı32
landırılmış görüşmeler, araştırmalarda en yaygın kullanılan yöntem olarak durmaktadır. Dahası,
kişilik bozukluklarının tedavi, prognostik, ailevi ve biyolojik bağlantılarını inceleyen çok sayıda
yazın, kişilik bozukluğu tanısında yarı yapılandırılmış bir görüşmenin geçerli olduğunu belirtmektedir (7, 120). DSM-IV resmi metninde, 10 adet kişilik bozukluğu (şizoid, şizotipal, paranoid,
antisosyal, sınır, histriyonik, narsisistik, kaçıngan, bağımlı ve obsesif-kompülsif) ve ek olarak da
üzerinde daha fazla çalışılması gerekli 2 bozukluk (depresif ve negativist) için ölçütler mevcuttur.
Ayrıca, her hangi özgül bir kişilik patolojisi için tanı ölçütlerini karşılamayan, önemli klinik
patolojisi olan bireyler için BTA bozukluk tanısı vardır. Psikiyatrik hastalarda kesin olarak hangi
sıklıkta kişilik bozukluklarının olduğu, kısmen, soruların kapsamına bağlıdır. Klinik epidemiyolojik
çalışmalardan 16 tanesinin yöntemleri ve sonuçları Tablo 13’te listelenmiştir (7).
TABLO 12*: Eksen I ve eksen II arasındaki Fenotipik Benzerlik (9)
Eksen I Bozukluklar:
Major değişken
Şizofreni spektrumu
Eksen II Bozukluklar:
Minör değişkenler
Şizoid KB
Şizotipal KB
Paranoid KB
Ortak Belirtiler
Major depresyon
Depresif KB
Sınır KB
Depresif duyguduruma yatkınlık,
kendine zarar verme
Siklotimi, bipolar bozukluk, mani
Duygudurum dalgalanmaları,
dürtüsellik
Obsessif kompulsif bozukluk
Sosyal fobi
Narsistik KB
Histrionik KB
Antisosyal KB
Obsesif KB
Çekingen KB
Agorofobili panik bozukluk
Bağımlı KB
Bağımlılık
Sanrısal bozukluk
Negatif ve pozitif
Şüphecilik
Hipokondriasis, esneyememe
Utangaçlık, çekingen davranış
*Kaynak 9’dan değiştirilerek alınmıştır.
Özetle, psikiyatrik ortamlarda KB sık görülür. Yarı yapılandırılmış tanısal görüşmeleri kullanan
klinik epidemiyolojik çalışmaların bir özeti; hastaların yaklaşık yarısında bir kişilik bozukluğu
olduğu, bu yüzden bir grup olarak bu bozuklukların psikiyatrlar tarafından en sık olarak
sağaltılan bozukluklar arasında olduğudur. Kişilik bozuklukları her hastada ele alınmalıdır. Çünkü
var olmaları, hastaların esas yakınma olarak bildirdikleri eksen-I bozukluklarının gidişi ve
tedavisini etkileyebilir (7).
Depresyonu olan hastalarda herhangi bir kişilik bozukluğu ektanısının yaygınlık oranı %3080 arasında değişir (121). En sık kaçıngan, obsesif kompulsif, sınır ve paranoid kişilik bozukluğu
tanılarına depresyon eşlik etmektedir (122). Yapılan bu çalışmalarda süreğen depresyonla
33
yüksek oranlarda kişilik bozukluğu birlikteliği bildirilmiştir. Bundan dolayı özellikle uzun süren
depresyon dönemleri kötümserlik ve bağımlılık gibi kişilik üzerine kalıcı özelliklerin eklenmesine
neden olabilir (14,121). Depresyon kişilik bozukluklarına ikincil olarakta sıkça karşımıza çıkabilir.
Tablo 13*: Klinik epidemiyolojik çalışmalarda DSM kişilik bozukluklarının yaygınlığı (7)
Yazar
Dahl
1986
Fabrega
1993
Fossati
2000
Grilo
1998
Herpertz
1994
Kantojarvi
2004
Kass
1985
Hastalar
231 adet
ardışık
yatan
hasta,
yarısından
fazlasında
madde
kullanımı
var; majör
depresyon
tanısı yok
18.179
hasta bir
tanı
değerlendi
rme
merkezinde değerlendirildi.
213 yatan,
218
ayaktan,
431 hasta
ardışık
kabul
edildi; en
sık Eksen l
tanısı
anksiyete
ve yeme
bozukluğu
Ardışık
117 hasta,
genç
erişkin
(18-37
yaşlarında)
231 ardışık
yatan
hasta
444
hospitalize
kişi
609 kişi
ayaktan
ardışık
değerlendi
rildi
Ö
L
Ç
Ü
T
Y
Ö
N
T
E
M
H
H
P
A
R
A
Ş
İ
Z
O
İ
D
Ş
T
İ
P
A
L
A
N
T
İ
S
S
N
R
H
İ
S
T
N
K
D
S
M
S
A
D
S
&
S
I
B
44,6
0,5
2,7
22,0
18,2
20,3
19,3
K
L
İ
N
İ
K
12,9
0,2
0,2
2,2
2,1
S
C
I
D
71,9
6,3
1,2
4,6
4,6
22,5
13,7
P
D
E
65,8
4,3
2,6
8,5
13,7
42,7
III
R
DSMIII
R
DSMIIIR
A
M
PS
Klinik
36,5
4,2
11,5
1,2
3,7
14,6
0,1
0,0
0,1
DSMIII
Klinik
51,1
4,9
1,0
3,9
III
D
S
M
III
D
S
M
K
B
N
A
R
S
T
K
1,6
KAÇ
IN
B
A
Ğ
I
M
L
O
K
9,1
2,1
0,5
35,7
5,1
3,0
5,1
9,4
6,0
12,8
15,4
3,4
13,6
19,8
8,6
18,5
13,6
48,1
4,5
5,6
0,1
0,1
0,1
0,1
0,0
1,9
11,0
6,1
2,9
4,9
8,0
1,9
0,3
IV
II
D
S
M
34
Koenigsberg
1985
Kunik
1994
Marinangeli
2000
Mezzich
1982
Molinari
1994
Oldham
Her
seviyeden
2462
psikiyatri
hastası
(yatan,
ayaktan,
acil, KLP)
psikiyatri
asistanları
değerlendirdi.
Ardışık
547 yatan
hasta, yaşı
50 ve üzeri
156 ardışık
yatan
hasta;
yarısı
duyguduru
m
bozukluğu
1111
ardışık
hastanın
bir tanı
merkezind
e, geniş
aralıkta
Eksen l
bozukluğu
değerlendi
rildi; en sık
duyguduru
m (%30,7)
ve madde
kullanım
bozukluğu
(%26,6)
vardı
VA
geropsik
kliniğine
ardışık
yatan 100
erkek ve
özel bir
hastane
geropsikiyatri
kliniğine
ardışık
yatan 100
kadın
değerlendirildi.
Psikotik ve
bilişsel
bozulmalı
hastalar
dışlandı
Psikoanaliz
DSMIII
Klinik
35,9
DSMIII
Klinik
12,6
DSMIII
R
S
C
I
D
73,7
0,4
0,0
1,9
1,9
12,3
2,8
0,9
1,0
2,8
0,8
27,6
5,1
6,4
10,3
40,4
13,5
25,6
28,2
20,5
34,6
17,0
1,0
5,5
0,5
5,5
0,0
3,0
1,0
6,5
1,5
9,5
0,0
3,5
0,0
11,5
0,0
9,0
5,0
12,0
1,0
4,0
1,0
0,0
4,0
18,0
5,0
6,0
16,0
6,0
10,0
II
DSMIII
Klinik
21,9
DSMIII
R
S
I
D
P
56,5
14,5
R
Kli
nik
DSM-
P
35
1991
Oldham
1995
Ottosson
1998
Stangl
1985
için ardışık
olarak
alınan
ayaktan
100 hasta,
bunların
üçte
birinde
duygudurum veya
anksiyete
bozukluğu
vardı.
New York
eyaleti
tarafından
hizmet
verilen
yatan ve
ayaktan
129.286
hasta
Değişik
yerlerden
138 hasta
III
R
D
E
DSMIII
Kli
nik
10,8
DSMIV
D
I
P
65,9
21,0
4,3
8,0
10,1
33,3
5,8
5,1
37,0
9,4
28,3
Değişik
Eksen l
tanılı 119
yatan ve
12 ayaktan
hasta
DSMIII
51,1
0,8
0,8
9,1
3,8
22,1
22,9
3,8
11,4
13,0
5,3
I
S
I
D
P
*Kaynak (7)’den değiştirilerek alınmıştır.
Kısaltmalar: AMPS, kişilik bozukluğu kaydı için Aachan maddeler listesi; ANTİS, antisosyal (ANTİS) KB; KAÇINGN, kaçıngan KB;
SNR, sınır KB; KLP, konsültasyon ve liyezon psikiyatrisi; BAĞIML, bağımlı KB; DIP, DSM-IV ve HİSTNK, histriyonik KB; ICD-10 kişilik
anketi; Hastalıkların Uluslar arası Sınıflandırması; NARSTK, narsisistik KB; OK, obsesif-kompulsif KB; PARAND, paranoid KB; PDE,
kişilik bozuklukları değerlendirmesi; BTA, başka türlük adlandırılmayan KB; SADS, afektif bozukluklar ve şizofreni için çizelge;
SIB, borderline görüşme çizelgesi; ŞTİPAL,şizotipal KB;ŞİZOİD, şizoid KB.
Çekingen, sınır ya da histiriyonik kişilik bozukluğu gibi bazı kişilik bozukluklarına sahip kişiler
önemsenmeme ve engellemelere karşı ileri derecede hassas olabilirler ve kolayca disforik ya da
çökkün durumlara girebilirler. Böylece kişilik bozukluğu bir bireyi depresyona yatkın hale
getirebilir (15). Süregen depresyonlu bir kişiyle karşılaşıldığında kişilik bozukluğunun mu
depresyona yol açtığı yoksa depresyonun mu kişilik bozukluğuna yol açtığı sorusunu yanıtlamak
oldukça zordur (14). Kişilik bozukluğu türlerinde depresyona yatkınlık durumları ve her bir kişilik
bozukluğu türünün depresyonla ilişkisi kısmende olsa kendine özgüdür (15). Dolayısıyla
depresyon farklı kişilik türlerinde kendini farklı şekillerde gösterebilir.
36
Bellini ve arkadaşlarının psikotik ve psikotik olmayan depresif hastaları karşılaştırdıkları
çalışmalarında, psikotik olan grupta A kümesi kişilik bozukluklarının daha sık görüldüğü
sonucuna varılmış, psikotik depresyonu olan A kümesi vakalarında perseküsyon ve paranoid
içeriğin diğerlerine oranla daha fazla olduğu görülmüştür (17), sonuçta major depresif
epizodların seyrinde sanrıların gelişimi kişilik özelliklerinden etkilenmektedir (16).
Özet olarak; Eksen I bozukluklarına, kişilik bozukluklarının sıklıkla eşlik ettiği bilinmekle
birlikte, özellikle şizofreni ile A kümesi kişilik bozuklukları, madde kötüye kullanımı ve travma
sonrası stres bozukluğu ile B kümesi kişilik bozuklukları ve depresyon, yeme bozukluğu ve
nörotik bozukluklar ile C kümesi kişilik bozuklukları ilişkilendirilmiştir (123). Literatürde
depresyonun kişilik bozukluklarına ikincil olarak olarak görülebileceği ve farklı kişilik
bozukluklarının depresyonda kendine özgü klinik görünümler oluşturacağı bildirilmektedir
(14,15,22). Major depresif bozuklukta en sık C kümesi kişilik bozuklukları görüldüğü ve buna ek
olarak psikotik özellikli depresyonda daha fazla A kümesi kişilik bozuklukları görüldüğü ayrıca A
kümesi olgularında paranoid ve perseküsyon içeriğin daha fazla olduğu bildirilmiştir (7,14).
Bununla birlikte 2004 yılında şizofreni ve şizofreni ile bağlantılı psikotik bozukluğu olan 63 hasta
(şizofreni, şizofreniform bozukluk, şizoaffektif bozukluk) ve şizofreni dışı psikotik bozuklukları
olan 34 hastanın -(sanrılı bozukluk (n=8), psikotik özellikler gösteren bipolar bozukluk(n=7), kısa
psikotik bozukluk (n=1) ve depresif bozukluklar(n=11), başka türlü adlandırılamayan psikotik
bozukluk (n=7))- karşılaştırıldığı bir çalışmada, şizofreni hastalarında daha yüksek A kümesi
kişilik özellikleri bulunurken, şizofreni dışı psikoz hastalarının B kümesi kişilik özelliklerinin daha
yüksek olduğu saptanmıştır (1). Yine aynı çalışma da C kümesi boyutu puanları her iki hasta
grubunda daha yüksek olmakla birlikte, şizofreni grubunda bu farkın daha büyük olduğu
bildirilmiştir (1).
Diğer yandan, daha öncede ifade ettiğimiz gibi, klinik bilgiler, önceden var olan kişilik
bozuklukları ile akut ve geçici psikotik bozukluklar arasında ilişki bulunduğunu ileri sürmektedir.
Bu ilişkiden DSM-IV TR’de de bahsedilmiştir. Bizim klinik gözlemlerimiz de bu görüşle
örtüşmektedir.
Kısa reaktif psikozun psikodinamik formülasyonu, bu durumu, yetersiz ego
gücüne bağlamaktadır. Bu formülasyona göre, çevresel desteğinde yokluğunda, yoğun
emosyonel bir stres etkeni, kişinin ego savunma mekanizmalarını yenerek psikoza yol
açmaktadır (18).
Tedavi: Kişilik bozukluğu olanlarda, mizaç özellikleri esas olarak farmakolojik yöntemlerle tedavi
edilmektedir (9) (Tablo 13). Mizacın gelişmesinde öğrenmenin önemi dikkate alındığında,
37
özellikle davranışsal teknikler kullanılarak belli bir derecede psikoterapötik ıslah sağlama
olasılığı vardır. Diğer yandan psikotropik ilaçlar karekterde nadiren değişikliklere neden
olmaktadır. Karekter değişikliği psikoterapotik müdahaleler için daha uygundur. Karekter
mizacın çevreye uyumunu sağlamaktadır; aşırı mizaç özelliklerinin uyumu bozucu etkisini
azaltarak ana duyguları ve algıların şiddetini düzenleyerek bunu yapmaktadır. Aşırı mizaç ve
olgunlaşmamış mizaç özellikleri aynı anda psikoterapi ve ilaç tedavi kombinasyonu ile iyi bir
şekilde tedavi edilebilmektedir (9).
Tablo 13*: Kişilik Bozukluklarının Hedef Belirti Alanının İlaç Tedavisi (9)
Hedef Belirti
Davranışta kontrolsüzlük
Saldırganlık / Dürtüsellik
Duygusal Saldırganlık (normal EEG
ile sinirlilik)
Yıkıcı saldırganlık (düşmanlık ve
acımasızlık)
Organik kökenli saldırganlık
İktal saldırganlık (anormal EEG)
Duygudurum düzensizliği
Duygusal değişkenlik
Depresyon
Atipik depresyon ve disfori
Duygusal ayrıklık
Anksiyete
Süregen biliş
Süregen somatik
Şiddetli anksiyete
İlaç Seçimi
Lityum
Serotonerjik antidepresanlar
Antikonvülsanlar
Atipik nöroleptikler
Atipik nöroleptikler
Lityum
Blokerler
İmipramin
Kolinerjik agonistler
Antikonvülsanlar
Karbamazepin
Fenitoin
Valproat
Benzodiazepinler
Lityum, lamotrijin
Atipikler (olanzapin ve ketiyapin)
MAOI
Serotonerjik antidepresanlar
Nöroleptikler
Lamotrijin
Atipik nöroleptikler (Ketiyapin,
risperidon, olanzapin, aripiprazol)
Ziprasidon
Serotonerjik antidepresanlar
MAOI
Benzodiazepinler
GABA analogları: Gabapentin,
tiagabin
MAOI
Blokerler,
GABA analogları: Gabapentin,
tiagabin
Düşük doz nöroleptikler (atipikler)
MAOI
Atipik nöroleptikler
Atipik nöroleptikler
Psikotik belirtiler
Akut ve kısa psikoz
Süregen ve düşük seviyeli psikoz
benzeri belirtiler
*Kaynak (7)’den değiştirilerek alınmıştır.
38
Kontrendikasyon
Benzodiazepinler
Benzodiazepinler
Nöroleptikler
TSA
TSA
Not: İtalik yazılar seçilen ilacı veya majör kontrendikasyonları göstermektedir. EFG: Elekroensefalogram GABA: Gama amino
bütirik asit, MAOI: Monoamin oksidaz inhibitörleri, TSA: Trisiklik antidepresanlar.
3.YÖNTEM VE GEREÇLER
3.1. Amaç:
Akut ve geçici psikotik bozukluklar (AGP) ve psikotik özellikli unipolar major depresyon
(PÖMD)’da hangi kişilik bozukluklarının daha sık ve baskın olduğu sorusu hala yanıtlanmamıştır
ve bu soru çalışmamızın ana odağıdır. Kişilik bozukluklarının, hem AGP’lerin, hem de PÖMD’nin
etiyolojisindeki risk etmenlerinden olduğu kabul edilmektedir (14,15,20,21,22).
Klinik
görünümleri, seyir ve sonlanma biçimleri biribirlerinden farklı olan bu iki grup psikiyatrik
bozukluğa eşlik eden ve/veya içsel veya dışsal bir stres etkenine bu iki klinik yanıttan birinin
oluşmasında etkili olduğunu düşündüğümüz kişilik bozukluklarının, farklı tür ve sıklıklarda
olması beklenir. Daha önceki bilgileri göz önünde bulundurarak psikotik özellikli major depresif
bozukluğu olan hastalarda C kümesi kişilik bozuklukları; akut ve geçici psikozları olan hastalarda
daha fazla B kümesi kişilik bozukluklarının olacağını öne sürmekteyiz. Bu çalışmanın bir diğer
amacı ise PÖMD ve AGP’leri olan olgularda görülen sanrı çeşitlerinin kişilik bozukluğu kümeleri
ile ilişkisinin test edilmesidir.
3.2. Çalışma evreni ve uygulama:
Haziran 2009 – Ağustos 2009 tarihleri arasında, Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh
Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Ayaktan Tedavi Ünitesi ve psikoz
servislerinde AGP (kısa psikotik bozukluk, şizofreniform bozukluk, BTA psikotik bozukluk) ve
PÖMD (tek atak ya da yineleyici) tanıları ile izlenen hastalardan; 1- yazılı gönüllü onayları
alınanlar, 2-SCID-I (Structured Clinical Interview for DSM-IV) uygulanarak tanısı doğrulananlar,
3- PANSS (Positive and Negative Syndrome Scale) uygulanarak 70 puanın altında alanlar, 4Hamilton Depresyon Derecelendirme ölçeği uygulanarak 12 puanın altında veya tedavi
başlamadan önceki puanın yarısını alanlar, araştırmaya dahil edilmiştir. Ayrıca eksen I bozukluğu
olmayan 47 kişiden oluşan bir karşılaştırma grubu araştırmaya dahil edilmiştir.
Hastalara çalışma hakkında sözlü ve yazılı olarak bilgilendirilerek, katılımları için yazılı
onam alınmıştır. Çalışmaya katılmayı reddetme veya görüşmeyi herhangi bir noktada
sonlandırma hakkına sahip oldukları açıklanmış, kayıtlarının gizli tutulacağına dair güvence
verilmiştir. Çalışmaya dahil edilmiş olan 96 hastaya (AGP’si olan 45 hasta ile PÖMD tanısı almış
41 hasta) ve psikiyatrik hastalık öyküsü olmayan sağlıklı kişilerden oluşan karşılaştırma grubu,
39
DSM-IV’e göre yapılandırılmış klinik görüşme klavuzu (Structured Clinical Interview for
DSM-IV, SCID-II) ile değerlendirilerek Eksen II tanıları belirlenmiştir.
Kişilik Değerlendirmesi: Hastalar SCID-II ile değerlendirme öncesinde, depresyon ve
psikotik belirtilerin kişilik değişkenleri üzerine karıştırıcı etkilerinden kaçınmak için hastaların
depresif
ve psikotik belirtileri tedaviyle kontrol altına alınmamış/alınamamışsa en az 4-6
haftalık ilaç tedavisi ile belirtiler kontrol altına alındıktan sonra (1) kişilik değerlendirmesi DSMIV’e göre yapılandırılmış klinik görüşme klavuzu (Structured Clinical Interview for DSM-IV,
SCID-II) ile yapılmıştır. Bu çalışma, 10 DSM-IV kişilik bozukluğu (DSM-IV’ün ekinde daha ileri
araştırmanın gerekli olduğu bozukluklar olarak geçen depresif ve pasif agresif kişilik bozuklukları
hariç tutuldu) ve başka türlü adlandırılamayan kişilik bozukluğu (BTA KB) kategorisine
odaklanmıştır. BTA KB’yi kullanım sırasında, literatürü dikkate alarak, iki veya daha fazla kişilik
bozukluğunun DSM-IV tanı eşik değerlerinin bir kriter altına düşenler olarak tanımladık (11).
Dışlama Ölçütleri:
*Mental kapasitesi uygun olmayanlar ve eğitim süreleri 5 yılın altında olanlar,
*Son altı ay içerisinde DSM-IV madde kullanım bozukluğu ölçütlerini dolduranlar,
*Nörolojik bozukluk ya da merkezi sinir sistemi işlevlerini etkileme olasılığı olan herhangi bir
diğer kronik tıbbi hastalık öyküsü,
*18 yaşın altında olanlar
Sağlıklı kişilerden oluşan karşılaştırma grubunda çalışma dışı bırakma ölçütleri:
* Mental kapasitesi uygun olmayanlar ve eğitim süreleri 5 yılın altında olanlar,
*Madde kötüye kullanımı ya da bağımlılığı öyküsü bulunmak,
*Yaşamın herhangi bir döneminde bir eksen-I psikiyatrik bozukluğu geçirmiş olma,
*Son 6 ay içerisinde psikotrop ilaç kullanmış olma,
*Nörolojik bozukluk ya da merkezi sinir sistemi işlevlerini etkileme olasılığı olan herhangi bir
diğer kronik tıbbi hastalık öyküsü
*18 yaşın altında olanlar
3.3. ÇALIŞMADA YER ALACAK HASTALARA/KİŞİLERE UYGULANACAK ÖLÇEKLER:
a. Sosyodemografik ve Klinik Veri Toplama
Formu:
Çalışmaya
katılan grupların
sosyodemografik özelliklerini, varsa hastalıklarının geçmiş ve güncel durumlarını, hastalığın
başlangıç yaşını, hastalık süresini, intihar şekilleri, karşılaştıkları ruhsal ve toplumsal stres etkeni
olup olmadığı, varsa yatış sayılarını, varsanı ve sanrı türleri, ekonomik koşulları, öz ve
soygeçmişiyle ilgili soruları içeren, araştırmacı tarafından hazırlanmış bilgi formudur.
40
b. SCID-I (Structured Clinical Interview for DSM-IV): Majör DSM-IV Eksen I tanılarının
konması için geliştirilmiş ve yapılandırılmış bir klinik görüşme ölçeğidir (64). Yapılandırılmış
görüşme, tanısal değerlendirmenin ölçülecek biçimde uygulanmasını sağlayarak tanının
güvenilirliğinin ve DSM-IV tanı ölçütlerinin taranmasını kolaylaştırarak tanıların geçerliliğinin
artırılması, belirtilerin sistematik olarak araştırılması için geliştirilmiştir (First MB, Spitzer RL,
Gibbon M et al (1997), Structured Clinical Interview for DSM-IV Axis I Disorders (SCID-I).
Washington DC, American Psychiatric Press.). SCID-I ’in Türkiye için uyarlama ve güvenilirlik
çalışmaları 1999 yılında Çorapçıoğlu ve arkadaşları tarafından yapılmıştır (124).
c. SCID-II (DSM-IV’e göre yapılandırılmış klinik görüşme klavuzu, Structured Clinical
Interview for DSM-IV): Eksen II kişilik bozukluklarının değerlendirilmesi içindir. Bunlardan 10
adedi DSM-4 kişilik bozuklukları bölümünde yer almaktadır.
d. PANSS (Positive and Negative Syndrome Scale): Kay ve arkadasları tarafından
geliştirilmiştir (126). 30 maddelik ve yedi puanlı siddet değerlendirmesi içeren yarı
yapılandırılmıs bir görüşme ölçeğidir. PANSS tarafından degerlendirilen 30 psikiyatrik
parametreden yedisi pozitif sendrom altölçeğine, yedisi negatif sendrom altölçeğine ve geri
kalan onaltısı genel psikopatoloji altölçeğine aittir. Ölçeğin Türkçe güvenilirlik ve geçerlik
çalısması Kostakoğlu ve arkadaşları tarafından yapılmıştır (127).
e. HDDÖ (Hamilton Depresyon Derecelendirme ölçeği): Depresyonun değerlendirmesinde en
yaygın olarak kullanılan ölçek Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği (HDDÖ)’dir
(128,129). Depresyon şiddetini ölçmek amacıyla kullanılır. Tanı koydurucu değildir,
depresyonun seyrini izlemek amacıyla kullanılır. Hamilton (1960) tarafından hazırlanan
orijinal ölçek 17 maddelidir. HDDÖ’nin en sık olarak kullanılan 17 maddeli formu dışında
bulunan diğer formları da zaman zaman kullanımda kendine yer bulmaktadır. Somatik
yakınmaları daha ön planda değerlendirmeye eğilimlidir. Her item için 0–4 arası puanlar
verilir. En yüksek puan 53’tür. Ülkemiz için güvenilirlik ve geçerliliği Akdemir ve arkadaşları
tarafından yapılmıştır (130,131).
3.4. İstatistiksel yöntem: Bu çalışmada istatistiksel analizler SPSS v.13.0 paket programı
ile yapıldı. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiksel yöntemlerin (ortalama,
standart sapma) yanı sıra,
normal dağılım gösteren iki grubun sürekli verilerinin
karşılaştırılmasında student t testi, nitel (kategorik) verilerin karşılaştırılmasında ki-kare (χ2)
testi ve Fisher kesin olasılık testi kullanıldı. Sonuçların istatistiksel anlamlılığı için p<0,05
düzeyi esas alındı.
41
4. BULGULAR
4.1. Sosyodemografik ve bazı klinik özellikler:
Çalışmaya, Haziran 2009 – Ağustos 2009 tarihleri arasında, Bakırköy Prof. Dr. Mazhar
Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Ayaktan Tedavi Ünitesi ve
psikoz servislerinde AGP (kısa psikotik bozukluk –n=25-, şizofreniform bozukluk –n=2-, BTA
psikotik bozukluk –n=24-) ve PÖMD (tek atak ya da yineleyici –n=45-) tanıları ile izlenen
hastalardan; SCID-I (Structured Clinical Interview for DSM-IV) uygulanarak tanısı doğrulananlar,
PANSS (Positive and Negative Syndrome Scale) uygulanarak 70 puanın altında alanlar, Hamilton
Depresyon Derecelendirme ölçeği uygulanarak 12 puanın altında veya tedavi başlamadan
önceki puanın yarısını alanlar, araştırmaya dahil edilmiştir. Çalışmaya dahil edilmiş olan 96
hastanın (akut ve geçici psikozu olan 51 hasta ile psikotik özellikli majör depresif bozukluk tanısı
almış 45 hasta) ve psikiyatrik hastalık öyküsü olmayan “sağlıklı kişilerden oluşan karşılaştırma
grubu” (SKOKG)’nun sosyodemografik özellikleri Tablo 14’te gösterilmiştir. Sosyoekonomik
Tablo 14: Çalışmaya katılan hastaların ve psikiyatrik hastalık öyküsü olmayan sağlıklı kişilerden
oluşan karşılaştırma grubunun sosyodemografik özellikleri
Hasta (n=96)
SKOKG* (n=53)
TEST
P
34,56±9,60
32,00±9,84
T(-1,564)
p=0,120
Kadın
38(%39,6)
27(%50,9)
χ2(1,792)
p=0,181
Erkek
58(%60,4)
26(%49,1)
Evli
48(%50,0)
28(%52,8)
Birlikte yaşıyor
----
1 (%1,9)
Dul
1 (%1,0)
1 (%1,9)
Boşanmış
7 (%7,3)
----
Evlenmemiş
40(%41,7)
23(%43,4)
İlköğretim
51(%53,1)
17(%32,1)
Ortaöğretim
13(%13,5)
5 (%9,4)
Lise
24(%25,0)
21(%39,6)
Yüksek
8 (%8,3)
10(%18,9)
25(%26,0)
4 (%7,5)
Yaş (ortalama)
Cinsiyet
Medeni durumu
2
p=0,204
2
p=0,025*
χ (5,935)
Eğitim düzeyi
Çalışma durumu
Düzensiz
42
χ (9,347)
Düzenli
26(%27,1)
56(%56,6)
Çalışmıyor
14(%14,6)
4 (%7,5)
Emekli
6 (%6,3)
1 (%1,9)
Ev hanımı
20(%20,8)
7 (%13,2)
Öğrenci
5 (%5,2)
7 (%13,2)
Çok düşük (<500TL/ay)
20(%20,8)
19(%35,8)
Düşük (500TL-1000TL/ay)
48(%50,0)
17(%32,1)
Orta (1000TL-2000TL/ay)
23(%24,0)
13(%24,5)
Yüksek (>2000TL/ay)
5 (%5,2)
4 (%7,5)
Yok
72(%75,0)
51(%96,2)
Var
24(%25,0)
2 (%3,8)
Yok
87(%90,6)
53(%100)
Var
9 (%9,4)
----
χ2(20,511)
p=0,001*
Ekonomik düzey
2
p=0,123
χ (10,681)
2
p=0,001*
χ2(5,288)
p=0,21*
χ (5,770)
Ailede psikiyatrik hastalık öyküsü
Cezaevi öyküsü
SKOKG*: Sağlıklı kişilerden oluşan karşılaştırma grubu, p<0,05*: istatistiksel olarak anlamlı, PAM*: Psikoaktif madde.
veriler yapılandırılmış bir görüşme ile toplanmıştır. Sağlıklı kişilerden oluşan 53 kişilik
karşılaştırma grubu; Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Ayaktan Tedavi Ünitesi ve psikoz servislerinde tedavi görmekte olan
hastaların yoğun olarak ikamet ettikleri bir bölgede faaliyet gösteren bir matbaada çalışan işçiler
ve ailelerinden, çalışmaya katılmak için gönüllü olan kişilerden seçilmiştir. Çalışma dışı bırakma
ölçütleri, yaşamın herhangi bir döneminde bir Eksen I psikiyatrik bozukluğu geçirmiş olma, son
altı ay içerisinde psikotrop ilaç kullanmış olma, nörolojik bozukluk ya da merkezi sinir sistemi
işlevlerini etkileme olasılığı olan herhangi bir diğer kronik tıbbi hastalık öyküsü olmasıdır.
Hastalar ve sağlıklı kişilerden oluşan grup sosyodemografik özellikler açısından istatiksel
karşılaştırılması yapıldı. Veriler istatistik analiz için ki-kare testi ve T testi ile değerlendirildi.
Yapılan analizde iki grup arasında yaş, cinsiyet, medeni durum ve ekonomik düzey açısından
anlamlı fark saptanmazken (p>0,05); eğitim düzeyi, çalışma durumu, birinci derece akrabalarda
psikiyatrik hastalık öyküsü ve cezaevi öyküsü açısından istatistiksel olarak anlamlı fark (p<0,05)
saptandı (Tablo 14).
Çalışmaya dahil edilmiş olan 96 hastadan AGP’si olan 51 hasta (kısa psikotik bozukluk –
n=25-, şizofreniform bozukluk –n=2-, BTA psikotik bozukluk –n=24-) ile PÖMD tanısı almış 45
hasta sosyodemografik ve bazı klinik özellikleri açısından istatistikksel karşılaştırılması yapıldı
(Tablo 15). Veriler istatistik analiz için ki-kare testi ve T testi ile değerlendirildi. Yapılan analizde
43
iki grup arasında ortalama yaş, cinsiyet, medeni durum, çalışma durumu, ekonomik düzey,
cezaevi öyküsü, birinci derece akrabalarda psikiyatrik hastalık öyküsü, ortalama hastalık
başlangıç yaşı, ortalama hastaneye yatış sayısı, hastalık öncesinde stresör etkene maruz kalma,
özkıyım girişimi, varsanılar, nihilistik sanrı, bedensel sanrı açısından anlamlı fark saptanmazken
(p>0,05); eğitim düzeyi, suçluluk sanrısı ve paranoid sanrıların varlığı açısından istatistiksel
olarak anlamlı fark (p<0,05) saptandı (Tablo 15).
Tablo 15: AGP’si olan 51 hasta (kısa psikotik bozukluk –n=25-, şizofreniform bozukluk –n=2-,
BTA psikotik bozukluk –n=24-) ile PÖMD tanısı almış 45 hastanın sosyodemografik ve bazı klinik
özellikleri
PÖMD*
AGP*
TEST
P
N=45
N=51
Yaş (ortalama)
36,16±10,492
33,22±8,615
T(1,488)
p=0,140
Hastaneye yatış sayısı(orta.)
1,24±1,171
1,45±1,286
T(-0,819)
p=0,415
Hastalık balangıç yaşı (orta.)
29,67±9,508
28,90±8,679
T(0,412)
p=0,680
Kadın
18(%40,0)
20(%39,2)
χ (0,006)
p=0,937
Erkek
27(%60,0)
31(%60,8)
Evli
25(%55,6)
23(%45,1)
Dul
1 (%2,2)
----
χ2(2,905)
p=0,406
Boşanmış
2 (%4,4)
5 (%9,8)
Evlenmemiş
17(%37,8)
23(%45,1)
İlköğretim
27(%60,0)
24(%47,1)
Ortaöğretim
7 (%15,6)
6 (%11,8)
Lise
5 (%11,1)
19(%37,3)
Yüksek
6 (%13,3)
2 (%3,9)
Düzensiz
10(%22,2)
15(%29,4)
Düzenli
10(%22,2)
16(%31,4)
Çalışmıyor
6 (%13,3)
8 (%15,7)
Emekli
4 (%8,9)
2 (%3,9)
Ev hanımı
12(%26,7)
8 (%15,7)
Öğrenci
3 (%6,7)
2 (%3,9)
Çok düşük (<500TL/ay)
7 (%15,6)
13(%25,5)
Düşük (500TL-1000TL/ay)
25(%55,6)
23(%45,1)
Cinsiyet
2
Medeni durumu
Eğitim düzeyi
2
p=0,018*
2
p=0,553
2
p=0,550
χ (10,084)
Çalışma durumu
χ (3,978)
Ekonomik düzey
44
χ (2,108)
Orta (1000TL-2000TL/ay)
10(%22,2)
13(%25,5)
Yüksek (>2000TL/ay)
3 (%6,7)
2 (%3,9)
Yok
34(%75,6)
38(%74,5)
Var
11(%24,4)
13(%25,5)
Yok
40(%88,9)
47(%92,2)
Var
5 (%11,1)
4 (%7,8)
Yok
12(%26,7)
15(%29,4)
Var
33(%73,3)
36(%70,6)
Yok
23(%51,1)
30(%58,8)
Var
22(%48,9)
21(%41,2)
Yok
19(%42,2)
23(%45,1)
Var
26(%57,8)
28(%54,9)
Yok
20(%44,4)
29(%56,9)
Var
25(%55,6)
22(%43,1)
Yok
39(%86,7)
39(%76,5)
Var
6 (%13,3)
12(%23,5)
Yok
44(%97,8)
51(%100,0)
Var
1 (%2,2)
----
Yok
45(%100,0)
50(%98,0)
Var
----
1 (%2,0)
Yok
6 (%13,3)
2 (%3,9)
Var
39(%86,7)
49(%96,1)
Yok
43(%95,6)
50(%98,0)
Var
2 (%4,4)
1 (%2,0)
Yok
40(%88,9)
46(%90,2)
Var
5 (%11,1)
5 (%9,8)
32(%71,1)
48(%94,1)
Ailede psikiyatrik hastalık öyküsü
2
χ (0,014)
p=0,906
χ2(0,301)
p=0,584
χ2(0,89)
p=0,765
χ2(0,575)
p=0,448
χ2(1,475)
p=0,225
χ2(1,631)
p=0,202
Cezaevi öyküsü
Hastalık öncesinde stresör etken
Özkıyım girişimi
VARSANI
İşitsel varsanı
Görsel varsanı
Dokunma varsanı (formikasyon,fantom)
2
χ (1,145)
p=0,285
χ2(0,892)
p=0,345
Diğer varsanı (koku, tat)
SANRI
2
p=0,448
2
p=0,485
2
p=0,834
2
p=0,003*
χ (0,575)
Nihilistik sanrı
χ (0,487)
Bedensel sanrı
χ (0,044)
Suçluluk sanrısı
Yok
45
χ (9,111)
Var
13(%28,9)
3 (%5,9)
Yok
16(%35,6)
9 (%17,6)
Var
29(%64,4)
42(%82,4)
Yok
43(%95,6)
39(%76,5)
Var
2 (%4,4)
12(%23,5)
Paranoid sanrılar
χ2(3,981)
p=0,046*
Diğer s. (kıskançlık, erotomani, mistik)
2
χ (6,990)
p=0,008*
PÖMD: Psikotik özellikli major depresyon, AGP: Akut geçici psikoz, p<0,05*: istatistiksel olarak anlamlı, PAM*: Psikoaktif madde.
4.2. Kişilik bozuklukları (KB) ve KB’nin sanrılar ile ilişkisi:
Çalışmaya dahil edilmiş olan 96 hastanın (AGP’si olan 51 hasta ile PÖMD tanısı almış 45
hasta) ve psikiyatrik hastalık öyküsü olmayan sağlıklı kişilerden oluşan karşılaştırma grubu, DSMIV’e göre yapılandırılmış klinik görüşme klavuzu (Structured Clinical Interview for DSM-IV,
SCID-II) ile değerlendirilerek Eksen II tanıları belirlenmiş ve Tablo 16’da gösterilmiştir. Bu
çalışma, 10 DSM-IV kişilik bozukluğu (DSM-IV’ün ekinde daha ileri araştırmanın gerekli olduğu
bozukluklar olarak geçen depresif ve pasif agresif kişilik bozuklukları hariç tutuldu) ve başka
türlü adlandırılamayan kişilik bozukluğu (BTA KB) kategorisine odaklanmıştır. BTA KB’yi kullanım
sırasında, literatürü dikkate alarak, iki veya daha fazla kişilik bozukluğunun DSM-IV tanı eşik
değerlerinin bir kriter altına düşenler olarak tanımladık (11). Ancak BTA KB, herhangi bir özgül
kişilik bozukluğu olanlara dahil edilmeyerek bağımsız bir kategori olarak ele alındı. Veriler
istatistik analiz için ki-kare testiyle değerlendirildi. Yapılan analizde SKOKG ve hasta grubu
arasında bağımlı KB, şizotipal KB, şizoid KB, histrionik KB, narsisistik KB, antisosyal KB ve BTA KB
varlığı açısından anlamlı fark saptanmazken (p>0,05); herhangi bir KB, çekingen KB, obsesif
kompulsif KB, sınırda KB, A kümesi KB, B kümesi KB ve C kümesi KB varlığı açısından istatistiksel
olarak anlamlı fark (p<0,05) saptandı (Tablo 16).
Tablo 16: Çalışmaya katılan hastaların ve psikiyatrik hastalık öyküsü olmayan sağlıklı kişilerden
oluşan karşılaştırma grubunun SCİD-II ile belirlenmiş Eksen II tanıları
SKOKG* (n=53)
Hasta (n=96)
TEST
Yok
44(%83,0)
44(%45,8)
χ (19,529)
Var
9 (%17,0)
52(%54,2)
Yok
51(%96,2)
77(%80,2)
Var
2 (%3,8)
19(%19,8)
P
Herhangi bir KB*
2
p=0,000*
2
P=0,007*
Çekingen KB
46
χ (7,236)
Bağımlı KB
Yok
52(%98,1)
89(%92,7)
Var
1 (%1,9)
7 (%7,3)
Yok
50(%94,3)
79(%82,3)
Var
3 (%5,7)
17(%17,7)
Yok
51(%96,2)
75(%78,1)
Var
2 (%3,8)
21(%21,9)
Yok
52(%98,1)
90(%93,8)
Var
1 (%1,9)
6 (%6,3)
Yok
53(%100,0)
93(%96,9)
Var
----
3 (%3,1)
Yok
49(%92,5)
86(%89,6)
Var
4 (%7,5)
10(%10,4)
Yok
52(%98,1)
90(%93,8)
Var
1 (%1,9)
6 (%6,3)
Yok
49(%92,5)
74(%77,1)
Var
4 (%7,5)
22(%22,9)
Yok
52(%98,1)
90(%93,8)
Var
1 (%1,9)
6 (%6,3)
2
χ (1,963)
p=0,161
χ2(4,265)
p=0,039*
Obsesif kompulsif KB
Paranoid KB
2
p=0,003*
χ (1,452)
2
p=0,228
χ2(1,690)
p=0,194
χ2(0,330)
p=0,565
χ (8,572)
Şizotipal KB
Şizoid KB
Histriyonik KB
Narsisistik KB
2
χ (1,452)
p=0,228
χ2(5,600)
p=0,018*
χ2(1,452)
p=0,228
---------------------
---------------
-------------
χ2(0,775)
p=0,379
χ2(6,816)
p=0,009*
χ2(5,386)
p=0,020*
Sınır KB
Antisosyal KB
-----------------------------------------------------------BTA KB
Yok
47(%88,7)
80(%83,3)
Var
6 (%11,3)
16(%16,7)
Yok
49(%92,5)
72(%75,0)
Var
4 (%7,5)
24(%25,0)
Yok
46(%86,8)
67(%69,8)
Var
7 (%13,2)
29(%30,2)
Yok
49(%92,5)
67(%69,8)
Var
4 (%7,5)
29(%30,2)
A kümesi
B kümesi
C kümesi
2
χ (10,170)
p=0,001*
SKOKG*: Sağlıklı kişilerden oluşan karşılaştırma grubu, p<0,05*: istatistiksel olarak anlamlı, KB*: Kişilik bozukluğu.
47
SCID-I (Structured Clinical Interview for DSM-IV) uygulanarak akut ve geçici psikoz (kısa
psikotik bozukluk –n=25-, şizofreniform bozukluk –n=2-, BTA psikotik bozukluk –n=24-) ve
psikotik özellikli major depresyon (tek atak ya da yineleyici –n=45-) tanıları konan iki grubun
KB’ler açısından istatiksel karşılaştırılması yapıldı (Tablo 17). Veriler istatistik analiz için ki-kare
Tablo 17: Çalışmaya katılan AGP’si (kısa psikotik bozukluk –n=25-, şizofreniform bozukluk –n=2-,
BTA psikotik bozukluk –n=24-) ve PÖMD’si (tek atak ya da yineleyici –n=45-) olan olguların SCİDII ile belirlenmiş Eksen II tanıları
PÖMD* (n=45)
AGP (n=51)
TEST
P
Yok
23(%51,1)
21(%41,2)
χ (0,950)
p=0,330
Var
22(%48,9)
30(%58,8)
Yok
32(%71,1)
45(%88,2)
χ2(4,416)
P=0,036*
Var
13(%28,9)
6 (%11,8)
Yok
41(%91,1)
48(%94,1)
Var
4 (%8,9)
3 (%5,9)
Yok
35(%77,8)
44(%86,3)
Var
10(%22,2)
7 (%13,7)
Yok
38(%84,4)
37(%72,5)
Var
7 (%15,6)
14(%27,5)
Yok
45(%100,0)
45(%88,2)
Var
----
6 (%11,8)
Yok
45(%100,0)
48(%94,1)
Var
----
3 (%5,9)
Yok
42(%93,3)
44(%86,3)
Var
3 (%6,7)
7 (%13,7)
Yok
45(%100,0)
45(%88,2)
Var
----
6 (%11,8)
37(%82,2)
37(%72,5)
Herhangi bir KB*
2
Çekingen KB
Bağımlı KB
2
χ (0,320)
p=0,572
χ2(1,184)
p=0,276
Obsesif kompulsif KB
Paranoid KB
2
χ (1,979)
p=0,159
χ2(5,647)
p=0,017*
Şizotipal KB
Şizoid KB
2
p=0,098
χ (1,276)
2
p=0,259
χ2(5,647)
p=0,017*
χ (2,732)
Histriyonik KB
Narsisistik KB
Sınır KB
Yok
48
2
χ (1,266)
p=0,260
Var
8 (%17,8)
14(%27,5)
Yok
45(%100,0)
45(%88,2)
Var
----
6 (%11,8)
Antisosyal KB
-------------------------------------- ----------------------
χ2(5,647)
p=0,017*
---------------------
---------------
-------------
χ2(0,075)
p=0,784
χ2(2,356)
p=0,125
BTA KB
Yok
37(%82,2)
43(%84,3)
Var
8 (%17,8)
8 (%15,7)
Yok
37(%82,2)
35(%68,6)
Var
8 (%17,8)
16(%31,4)
Yok
36(%80,0)
31(%60,8)
Var
9 (%20,0)
20(%39,2)
Yok
27(%60,0)
40(%78,4)
Var
18(%40,0)
11(%21,6)
A kümesi
B kümesi
2
χ (4,187)
p=0,041*
χ2(3,852)
p=0,050*
C kümesi
AGP*: Akut geçici psikozlar, PÖMD*: Psikotik özellikli majör depresyon, p<0,05*: istatistiksel olarak anlamlı, KB*: Kişilik
bozukluğu.
Testiyle değerlendirildi. Yapılan analizde iki grup arasında herhangi bir kb, bağımlı kb, obsesif
kompulsif KB, paranoid KB, şizoid KB, histriyonik KB, sınır KB, BTA KB ve A kümesi KB varlığı
açısından anlamlı fark saptanmazken (p>0,05); çekingen KB, şizotipal KB, narsisistik KB,
antisosyal KB, B kümesi KB ve C kümesi KB varlığı açısından istatistiksel olarak anlamlı fark
(p<0,05) saptandı (Tablo 17).
A, B ve C kümesi kişilik bozuklukları olan olgularda nihilistik, bedensel, suçluluk
paranoid ve diğer (kıskançlık, erotomani, mistik) sanrıların kişilik bozuklukları ile ilişkisi açısından
istatistiksel karşılaştırma yapıldı. Veriler istatistiki analiz olarak ki-kare testiyle değerlendirildi
(Tablo 18,19,20,21). Yapılan analizde A kümesi ile paranoid sanrılar, B kümesi ile diğer
(kıskançlık, erotomani, mistik) sanrılar arasında istatistiksel olarak anlamlı (p<0,05) bir ilişki
bulunurken, diğer kişilik bozukluğu kümeleri ile sanrılar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
ilişki saptanmadı (p>0,05).
49
Tablo 18: A, B ve C kümesi kişilik bozuklukları ile nihilistik sanrı ilişkisi
Nihilistik sanrı
TEST
P
A kümesi
Yok
Var
Yok
69(%95,8)
Var
3 (%4,2)
Total
72(%100,0)
Yok
24(%100,0)
Var
----
Total
24(%100,0)
Yok
65(%97,0)
Var
2 (%3,0)
Total
67(%100,0)
Yok
28(%96,6)
Var
1 (%3,4)
Total
29(%100,0)
Yok
65(%97,0)
Var
2 (%3,0)
Total
67(%100,0)
Yok
28(%96,6)
Var
1 (%3,4)
Total
29(%100,0)
2
p=0,310
χ (0,14)
2
p=0,905
χ2(0,14)
p=0,905
χ (1,032)
B kümesi
Yok
Var
C kümesi
Yok
Var
p<0,05*: istatistiksel olarak anlamlı
Tablo 19: A, B ve C kümesi kişilik bozuklukları ile bedensel sanrının ilişkisi
Bedensel sanrı
TEST
P
χ2(0,149)
p=0,700
χ2(0,508)
p=0,476
A kümesi
Yok
Var
Yok
65(%90,3)
Var
7 (%9,7)
Total
72(%100,0)
Yok
21(%87,5)
Var
3 (%12,5)
Total
24(%100,0)
Yok
61(%91,1)
Var
6 (%9,0)
Total
67(%100,0)
Yok
25(%86,2)
B kümesi
Yok
Var
50
Var
4 (%13,8)
Total
29(%100,0)
Yok
59(%88,1)
Var
8 (%11,9)
Total
67(%100,0)
Yok
27(%93,1)
Var
2 (%6,9)
Total
29(%100,0)
C kümesi
Yok
Var
χ2(0,552)
p=0,458
p<0,05*: istatistiksel olarak anlamlı
Tablo 20: A, B ve C kümesi kişilik bozuklukları ile suçluluk sanrısının ilişkisi
Suçluluk sanrısı
TEST
P
A kümesi
Yok
Var
Yok
59(%81,9)
Var
13(%18,1)
Total
72(%100,0)
Yok
21(%87,5)
Var
3 (12,5)
Total
24(%100,0)
Yok
53(%79,1)
Var
14(%20,9)
Total
67(%100,0)
Yok
27(%93,1)
Var
2 (%6,9)
Total
29(%100,0)
Yok
56(%83,6)
Var
11(%16,4)
Total
67(%100,0)
Yok
24(%82,8)
Var
5 (%17,2)
Total
29(%100,0)
2
χ (0,400)
p=0,527
χ2(2,856)
p=0,091
χ2(0,10)
p=0,921
B kümesi
Yok
Var
C kümesi
Yok
Var
p<0,05*: istatistiksel olarak anlamlı
51
Tablo 21: A, B ve C kümesi kişilik bozuklukları ile paranoid sanrıların ilişkisi
Paranoid sanrılar
TEST
P
A kümesi
Yok
Var
Yok
22(%30,6)
Var
50(%69,4)
Total
72(%100,0)
Yok
3(%12,5)
Var
21(%87,5)
Total
24(%100,0)
Yok
15(%22,4)
Var
52(%77,6)
Total
67(%100,0)
Yok
10(%34,5)
Var
19(%65,5)
Total
29(%100,0)
Yok
18(%26,9)
Var
49(%73,1)
Total
67(%100,0)
Yok
7 (%24,1)
Var
22(%75,9)
Total
29(%100,0)
2
p=0,009*
χ (2,526)
2
p=0,112
χ2(0,244)
p=0,622
χ (6,880)
B kümesi
Yok
Var
C kümesi
Yok
Var
p<0,05*: istatistiksel olarak anlamlı
Tablo 22: A, B ve C kümesi kişilik bozuklukları ile diğer (kıskançlık, erotomani, mistik)
sanrıların ilişkisi
Paranoid sanrılar
TEST
P
χ2(0,267)
p=0,605
A kümesi
Yok
Var
Yok
63(%87,5)
Var
9 (%12,5)
Total
72(%100,0)
Yok
19(%79,2)
Var
5 (%20,8)
Total
24(%100,0)
Yok
61(%91,0)
Var
6 (%9,0)
Total
67(%100,0)
B kümesi
Yok
52
2
χ (7,001)
p=0,008*
Var
Yok
21(%72,4)
Var
8 (%27,6)
Total
29(%100,0)
Yok
57(%85,1)
Var
10(%14,9)
Total
67(%100,0)
Yok
25(%86,2)
Var
4 (%13,8)
Total
29(%100,0)
C kümesi
Yok
Var
p<0,05*: istatistiksel olarak anlamlı
53
2
χ (0,363)
p=0,547
5.TARTIŞMA:
Çalışmaya, Haziran 2009 – Ağustos 2009 tarihleri arasında, Bakırköy Prof. Dr. Mazhar
Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Ayaktan Tedavi Ünitesi
ve psikoz servislerinde AGP (kısa psikotik bozukluk –n=25-, şizofreniform bozukluk –n=2-,
BTA psikotik bozukluk –n=24-) ve PÖMD (tek atak ya da yineleyici –n=45-) tanıları ile izlenen
hastalardan; SCID-I uygulanarak tanısı doğrulananlar, PANSS uygulanarak 70 puanın altında
alanlar, HDD-Ö uygulanarak 12 puanın altında veya tedavi başlamadan önceki puanın yarısını
alanlar, araştırmaya dahil edilmiştir. Bulgularımızın özgüllüğünü yükseltmek için sağlıklı
kişilerden oluşan bir karşılaştırma grubundan da veri topladık. Sağlıklı kişilerden oluşan 53
kişilik karşılaştırma grubu; Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları
Eğitim ve Araştırma Hastanesi Ayaktan Tedavi Ünitesi ve psikoz servislerinde tedavi
görmekte olan hastaların yoğun olarak ikamet ettikleri bir bölgede faaliyet gösteren bir
matbaada çalışan işçiler ve ailelerinden, çalışmaya katılmak için gönüllü olan kişilerden
seçilmiştir. Çalışmaya dahil edilmiş olan 96 hastanın (akut ve geçici psikozu olan 51 hasta ile
psikotik özellikli major depresif bozukluk tanısı almış 45 hasta) ve psikiyatrik hastalık öyküsü
olmayan “sağlıklı kişilerden oluşan karşılaştırma grubu” (SKOKG)’nun sosyodemografik
özellikleri Tablo 14’te gösterilmiştir.
Hastalardan seçilen örneklemin ortalama yaşı 34,56 (PÖMD’si olanlarda 36,16, AGP’si
olanlarda 33,22), SKOKG’de 32,00 olarak saptandı ve istatistiksel olarak aradaki farklar
anlamlı bulunmadı (p>0,05). Literatüre göre hem majör depresyon hem de AGP kadınlarda
erkeklere oranla daha yüksek oranda görülmektedir (13,18,24). Ancak bizim örneklemimizde
96 hastanın %39,6’sı kadın %60,4’ü ise erkekti. Örneklemimizdeki cinsiyet dağılımı
hastanemimizdeki erkek servislerinin fazlalığı ile uyumludur.
Cinsiyet oranlarının
eşitsizliğinin, toplumun oranlarını yansıtmaktan ziyade merkezimizin özgün koşullarından
kaynaklanabileceğini düşünmekteyiz. Çalışmaya alınan hastaların %66,6’sının ilköğretim (orta
okul mezunları dahil), %25’nin lise mezunu ve %8,3’nün ise yükseköğretim mezunu olduğu
görüldü. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2008 verilerine (132) göre Türkiye genelinde
ilköğretim ve altı (okuma yazma bilmeyen, bilen ama bir okul bitirmeyen, ilkokul, ilköğretim
ve ortaokul mezunları toplamı) öğrenim düzeyi olanların oranı %77,6; lise mezunu olanların
oranı %16,6; yüksek öğrenim düzeyi olanların oranı ise %6,5’dir (bilinmeyenler %9). İstanbul
genelinde bu oranlar sırasıyla, %66; %17,9 ve %8’dir (bilinmeyenler %8). Türkiye geneli ve
İstanbul il geneli ortalamaları ile karşılaştırılınca bizim örneklemimizin ortalama eğitim54
öğrenim düzeylerinin yüksek olduğu görülmektedir. Bu oranlar, KB değerlendirmesinde SCİDII kullanıldığı için örneklem seçiminde 5 yılın altında eğitim görenlerin çalışma dışı
bırakılmasından kaynaklanmaktadır. Hastaların yaklaşık %20,8’inin ev kadını olduğu,
%14,6’sının işsiz, geri kalanının ise öğrenci, çalışan veya emekli olduğu görüldü. TÜİK
verilerine görei Türkiye genelinde yıllara göre %10-16 arasında değişen işsizlik oranlarıyla
uyumlu olduğu söylenebilir.
Hastalar ve SKOKG diğer sosyodemografik özellikler açısından istatiksel olarak
karşılaştırıldığında gruplar arasında yaş, cinsiyet,
medeni durum ve ekonomik düzey
açısından anlamlı fark saptanmazken (p>0,05); eğitim düzeyi, çalışma durumu, birinci derece
akrabalarda psikiyatrik hastalık öyküsü ve cezaevi öyküsü açısından istatistiksel olarak
anlamlı fark (p<0,05) saptandı (Tablo 14). Eğitim düzeyi, çalışma durumu ve cezaevi öyküsü
açısından saptanan farkın hastalardan oluşan gruptaki mevcut Eksen I ve Eksen II tanılarına
bağlı olarak ortaya çıkan işlevsellik kaybından kaynaklandığı kanısına varıldı. AGP’si ve
PÖMD’si olan olguların sosyodemografik özelliklerinin karşılaştırıldığı istatistiksel analizde iki
grup arasında ortalama yaş, cinsiyet, medeni durum, çalışma durumu, ekonomik düzey,
cezaevi öyküsü ve hastalık öncesinde stresör etkene maruz kalma açısından anlamlı fark
saptanmazken (p>0,05); eğitim düzeyi açısından istatistiksel olarak anlamlı fark (p<0,05)
saptandı (Tablo 15). AGP ve PÖMD arasında eğitim düzeyi açısından saptanan bu farkın,
klinik gidiş açısından iki hastalık arasındaki farktan kaynaklandığı düşünüldü. PÖMD, AGP’ye
göre daha süregen gidişliyken, AGP’nin temel özelliği premorbidin iyi olması, akut başlangıç
ve tam remisyondur (13,18,19,24). Dolayısı ile eğitim düzeyindeki bu farkın literatür ile
uyumlu olduğunu düşünmekteyiz. Sonuç olarak çalışmaya alınan örneklem gruplarının
sosyodemografik özellikleri benzerdir ve KB değerlendirmesi açısından eşleştirilebilirler.
Kişilik bozukluklarının, hem akut ve geçici psikozların, hem de psikotik özellikli majör
depresif bozukluğun etiyolojisindeki risk etmenlerinden olduğu kabul edilmektedir
(14,15,20,21,22). Klinik görünümleri, seyir ve sonlanma biçimleri biribirlerinden farklı olan
bu iki grup psikiyatrik bozukluğa eşlik eden ve/veya içsel veya dışsal bir stres etkenine bu iki
klinik yanıttan birinin oluşmasında etkili olduğunu düşündüğümüz kişilik bozukluklarının,
farklı tür ve sıklıklarda olması beklenir. Bu amaçla her iki örneklem grubunu bazı klinik
özellikler ve KB açısından; hastalardan oluşan grupla SKOKG’yi de KB açısından karşılatırdık
(Tablo 15, 16, 17).
55
SKOKG’de herhangi bir KB oranını %17, AGP ve PÖMD’si olan olguların oluşturduğu grupta
%54,2 olarak saptadık. Kişilik bozukluğu yaygın ve kronik bir bozukluktur. Literatüre
baktığımızda KB’nin genel toplumdaki yaygınlığının %10 ile %20 arasında olduğu hesaplanmakta
ve süresi on yıllarla ifade edilmektedir (8,10). Hastalık yaygınlığı ve ektanı incelendiğinde, genel
toplum ve klinik epidemiyolojik çalışmalar arasında büyük farklar çıkabilir. Hastalık oranlarının
daha yüksek olduğu klinik ortamlardan yola çıkıp, toplumdaki yaygınlık oranlarını tahmin etmek
de uygun değildir. Yardım arama ektanı ile ilintili olduğundan, ektanı oranlarının klinik gruplarda
daha yüksek olması beklenir (6,7,107,114). Psikiyatrik hastalarda kesin olarak hangi sıklıkta
kişilik bozukluklarının olduğu kullanılan yönteme, seçilen örnekleme göre değişmekle birlikte
hastaların yaklaşık yarısında bir kişilik bozukluğu olduğu söylenebilir (Klinik epidemiyolojik
çalışmalardan 16 tanesinin yöntemleri ve sonuçları Tablo 13’de özetlenmiştir). Bu bilgiler
ışığında, hem karşılaştırma grubunda hem de psikiyatrik hastalığı olan grupta vardığımız
sonuçlar literatürle uyumludur.
PÖMD’si olan olgularda en az bir KB ektanısı oranı %48,9 olarak belirlenirken bu değer
AGP’u olan grupta %58,8 olarak bulundu. KB’ler açısından iki grup arasında yapılan
karşılaştırmada herhangi bir KB, bağımlı KB, obsesif kompulsif KB, paranoid KB, şizoid KB,
histriyonik KB, sınır KB, BTA KB ve A kümesi KB varlığı açısından anlamlı fark saptanmazken
(p>0,05); PÖMD’de çekingen KB ve C kümesi KB’ler, AGP’de ise şizotipal KB, narsisistik KB,
antisosyal KB ve B kümesi KB diğer olgu grubuna göre daha yüksekti ve bu değerler arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark (p<0,05) saptandı (Tablo 17).
Depresyonu olan hastalarda herhangi bir kişilik bozukluğu ektanısının yaygınlık oranı %3080 arasında değişir (121). Yapılan bu çalışmalarda süregen depresyonla yüksek oranlarda kişilik
bozukluğu birlikteliği bildirilmiştir (14,121). Bundan dolayı özellikle uzun süren depresyon
dönemleri kötümserlik ve bağımlılık gibi kişilik üzerine kalıcı özelliklerin eklenmesine neden
olabilir (14,121). Depresyon kişilik bozukluklarına ikincil olarakta sıkça karşımıza çıkabilir. En sık
çekingen, obsesif kompulsif, sınırda ve paranoid kişilik bozukluğu tanılarına depresyon eşlik
etmektedir (122). Bu çalışmada da çekingen KB (%28,9) en yüksek oranda saptanırken bunu
obsesif kompulsif KB (%22,2), sınırda KB (%17,8), paranoid KB (%15,6) takip etti. Çekingen, sınır
ya da histiriyonik kişilik bozukluğu gibi bazı kişilik bozukluklarına sahip kişiler önemsenmeme ve
engellemelere karşı ileri derecede hassas olabilirler ve kolayca disforik ya da çökkün durumlara
girebilirler. Bilişsel modele göre çekingen kişilik bozukluğunda çekirdeği oluşturan temel inanç
kişinin kendisine yönelik olarak “ben yetersizim”, çevreye yönelik olarak da “diğer insanlarla
56
yakınlaşırsam reddedilirim” düşüncelerinden oluşur (133). Çekingen kişilik bozukluğunun bilişsel
şemasına göre bu durum kişide seçici bir sosyal algıya, sosyal verilerin yanlış işlenmesine ve
bireyin adaptif olmayan kişiler arası ilişki yöntemleri geliştirmesine yol açar. Çekingen kişilik
bozukluğu geçmişte yaşanan nahoş ve tolere edilemeyen duygulanım ve düşüncelerin yol açtığı
biliş, davranış ve duygulanımda kalıcı bir ketlenme ve kaçınma durumunu ifade eder. Çekingen
kişilik bozukluklu bireylerin sosyal içerikli olaylarda daha fazla negatif düşünce örnekleri
sergiledikleri, kişilik örgütlenmesinin kaçınma içerikli temel inançlarla ilişkili olduğu ve kötü
çocukluk hatıralarını anımsama ve geleceğe yönelik kötümserlik durumlarının belirtilerle ilişkili
olduğu gösterilmiştir (133). Ayrıca sıklıkla çökkün davranış, kaygı ve düşük kendilik değeri
gösterirler. Dolayısı ile kişilik bozukluğu bir bireyi depresyona yatkın hale getirebilir (15).
Süregen depresyonlu bir kişiyle karşılaşıldığında kişilik bozukluğunun mu depresyona yol açtığı
yoksa depresyonun mu kişilik bozukluğuna yol açtığı sorusunu yanıtlamak oldukça zordur (14).
Literatürde depresyonun kişilik bozukluklarına ikincil olarak olarak görülebileceği ve farklı kişilik
bozukluklarının depresyonda kendine özgü klinik görünümler oluşturacağı bildirilmektedir
(14,15,22). Majör depresif bozuklukta en sık C kümesi kişilik bozuklukları görüldüğü ve buna ek
olarak psikotik özellikli depresyonda psikotik olmayan depresyonla kıyaslandığında daha fazla A
kümesi kişilik bozuklukları görüldüğü bildirilmiştir (7,14). Bizim çalışmamızda PÖMD olgularında
en sık KB çekingen KB (%28,9), en sık KB kümesi C kümesi (%40) iken bunu B kümesi (%20) ve A
kümesi (%17,8) KB kümelerinin izlediğini saptadık. Bu sonuçlar yukarıda bahsettiğimiz
çalışmalarla benzerdir. Ancak bazı araştırmaların sonuçları bizim saptadığımız sonuçlarla uyumlu
değildir. Örneğin Bellini ve arkadaşlarının psikotik ve psikotik olmayan depresyonu
karşılaştırdıkları bir çalışmada psikotik özellikli depresyonda KB oranını %42,5, A kümesi %22,5,
B kümesi %10, C kümesi %17,5 ve Çekingen KB’yi %5; psikotik olmayan depresyonda ise A
kümesi %4,6, B kümesi %25,8, C kümesi %30,2 ve çekingen KB’yi %16,2 olarak bildirmişlerdir.
Literatürdeki
bu
çelişkili
sonuçların
yöntem
bilimsel
farklılıklardan
kaynaklandığını
düşünmekteyiz. Örneğin Bellini ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada depresyon olgularının
yaklaşık 1/3’ü bipolar hastalardan oluşturulmuş ve kişilik değerlendirilmesi DSM-III-R’ye göre
hazırlanmış SIDP-R ile yapılmış buna karşılık bizim çalışmamızda yalnızca ünipolar depresyonu
olan hastalar seçilmiş ve değerlendirilme DSM-IV kriterlerine göre hazırlanmış SCİD-II ile
yapılmıştır. Diğer yandan, ülkemizde yapılan daha yakın tarihli bir çalışmada, bipolar tip I
bozukluğu olan olgularda kişilik bozukluğu ektanısı araştırılmıştır (12). Hastaların %57’sinde en
az bir ektanılı kişilik bozukluğu olduğunu ve en yaygın kişilik bozukluğu kümesi C kümesi (%36)
57
olduğunu, bunu B kümesi (%17) ve A kümesi (%17) kişilik bozukluğunun takip ettiğini bildirdiler.
Eksen I tanısı olan 859 psikiyatri hastasının dahil edildiği, geniş bir alanda psikiyatrik bozuklukları
değerlendiren epidemiyolojik bir çalışmada (11); olguların üçte birinden biraz azı, 10 adet DSMIV kişilik bozukluklarından birinden tanı aldı (7,11). BTA kişilik bozukluğu olan olgularda dahil
edildiğinde herhangi bir kişilik bozukluğunun oranı neredeyse yarıya yükseldi (%45.5). En sık
görülen özgül kişilik bozuklukları kaçıngan, sınır ve obsesif-kompulsif kişilik bozukluklarıydı.
Yalnızca psikotik hastaların dahil edildiği diğer bir çok çalışmada kişilik bozukluğu ektanısının
daha yüksek olduğu gösterilmiştir (1,7,12,13,17,Tablo 13). Örneklem seçimi, kişilik
değerlendirilmesi yöntemi ve benzeri farklılıkların sonuçları nasıl etkilediğini belirlemek güçtür.
Bu nedenlerle birçok çalışmanın birbiri ile kıyaslanması olanaksız hale gelmektedir. Ancak, şunu
belirtmeliyiz ki PÖMD’si olan olgularda saptadığımız kişilik bozukluğu oranı (%48,9) birçok
çalışmayla benzer ve mukayese edilebilir (1,7,11,12,17,121).
Daha önce de belirttiğimiz gibi 51 AGP’u olan olgulardan 30 tanesinde (%58,8) en az bir
kişilik bozukluğu ektanısı saptadık (Tablo 17). En yaygın kişilik bozukluğu kümesi B kümesiydi
(%39,2), A kümesi (%31,4) ve C kümesi (%21,6) bunu takip ediyordu. Tüm grupta en yaygın KB
sınırda (%27,5) ve paranoid (%27,5) kişilik bozukluğuydu. Bunu obsesif kompulsif (%13,7),
Histriyonik (%13,7), çekingen (%11,8), şizotipal (%11,8), narsisistik (%11,8) ve antisosyal (%11,8)
oranları sıra ile takip etti. Bu oranlar PÖMD olgularındaki ektanılı kişilik bozuklukları ile
karşılaştırıldığında, AGP’ye eşlik eden şizotipal, narsisistik, antisosyal kişilik bozuklukları ve B
kümesinin daha yüksek oranda olduğu görüldü ve bu fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0,05).
AGP’si olan olguların yarısından biraz daha fazlasında en az bir kişilik bozukluğu ektanısı
saptadık. Bu yaygınlık oranı yapılandırılmış görüşmeler kullanan diğer çalışmaların elde ettiği
oranlarla mukayese edilebilir (1,7,11,13). Yaptığımız literatür taramasında akut geçici psikotik
bozukluklarda kişilik bozukluğu ektanısının araştırıldığı çok az çalışmaya rastladık. Bunlar
arasında da özellikle örneklem seçiminde olmak üzere çok önemli yöntemsel farklılıklar
saptadık. Örneğin bizim çalışmamıza yöntem ve kullandığı araçlar itibarıyla çok benzeyen
Jørgensen ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada akut geçici psikotik bozukluklar adı altında
DSM-IV ölçütlerine göre tanı konmuş 21 tane şizofreniform bozukluk (%41), 17 tane KPB (%33),
13 tane BTA (%25) içeren 51 hastadan oluşturulmuştur (13). Bu çalışmada herhangi bir kişilik
bozukluğu prevalansını %63 olarak saptamışlardır. Bu sonuç bizim çalışmamızda elde ettiğimiz
sonuçla benzerdir. Ancak, bizim örneklem grubumuzda 51 hastadan yalnızca 2 tanesinde
şizofreniform bozukluk tanısı alan hasta vardır. Yalnızca bu farklılık bile bu iki çalışmanın
58
kıyaslanmasını zorlaştırdığını düşünmekteyiz. Çalışmamızda en yaygın kişilik bozukluğu kümesi B
kümesiydi (%39,2). Literatüre baktığımızda, özellikle şizofreni ile A kümesi kişilik bozuklukları,
madde kötüye kullanımı ve travma sonrası stres bozukluğu ile B kümesi kişilik bozuklukları ve
depresyon, yeme bozukluğu ve nörotik bozukluklar ile C kümesi kişilik bozuklukları
ilişkilendirilmiştir (123). Bununla birlikte 2004 yılında şizofreni ve şizofreni ile bağlantılı psikotik
bozukluğu olan 63 hasta (şizofreni, şizofreniform bozukluk, şizoaffektif bozukluk) ve şizofreni
dışı psikotik bozuklukları olan 34 hastanın -(sanrılı bozukluk (n=8), psikotik özellikler gösteren
bipolar bozukluk(n=7), kısa psikotik bozukluk (n=1) ve depresif bozukluklar(n=11), başka türlü
adlandırılamayan psikotik bozukluk (n=7))- karşılaştırıldığı bir çalışmada, şizofreni hastalarında
daha yüksek A kümesi kişilik özellikleri bulunurken, şizofreni dışı psikoz hastalarının B kümesi
kişilik özelliklerinin daha yüksek olduğu saptanmıştır (1). Bu ve benzeri sonuçlar elde ettiğimiz
sonuçlarla kısmen uyumlu (1) olmasına karşın farklı sonuçlar bildiren çalışmalarda vardır (13).
Çalışmamızda elde ettiğimiz bir diğer bulgu, tüm AGP’ler içinde en yaygın KB sınır (%27,5)
ve paranoid (%27,5) kişilik bozukluğuydu, bunu obsesif kompulsif (%13,7), histriyonik (%13,7),
çekingen (%11,8), şizotipal (%11,8), narsisistik (%11,8) ve antisosyal (%11,8) oranları sıra ile
takip etti. Çalışmaya katılan 51 hastadan 36’sı (%70,6) hastalık öncesinde herhangi bir stresör
etkene maruz kaldıklarını ifade ettiler (Tablo 15) ve bunların 22’sinde (%61,1) en az bir kişilik
bozukluğu saptandı. Klinik bilgiler, önceden var olan kişilik bozuklukları ile ICD 10’da akut ve
geçici psikotik bozukluklar
olarak sınıflandırılan olgular arasında ilişki bulunduğunu ileri
sürmektedir. Bu ilişkiden DSM-IV TR’de de bahsedilmiştir (24). Bizim klinik gözlemlerimiz de bu
görüşle örtüşmektedir. Özellikle A ve B kümesi kişilik bozukluklarının varlığı durumunda, stresin
tetikleyici etkisiyle kısa psikotik belirtilerin olduğu dönemler ortaya çıkabilir (19, 44). Bu
nedensel ilişkiyi açıklamak için çok sayıda açıklayıcı model öne sürülmekle birlikte, çoğunlukla
immatür savunma düzenekleri ve yetersiz ego gelişiminin başlıca nedenler olduğu kabul
edilmektedir (13,21,44). Ayrıca bu olguların Eksen II özellikleri hakkında bu durumu yordayacak
literatür bilgisi yetersizdir. Kişilik bozukluğu (özellikle histriyonik, narsisistik, paranoid, şizotipal
ve sınır kişilik bozukluğu) olanlarda, ayrımcı davranışlara maruz kalan etnik azınlıklarda, yabancı
bir kültürde yaşamak zorunda kalan göçmenlerde, doğal afetlere maruz kalanlarda kısa psikotik
bozukluk görülme riski artmaktadır (19,49). Elde ettiğimiz sonuçlar, bu klinik izlenimler ve
mevcut araştırmaları doğrular niteliktedir (18,19,49).
Dikkate değer bir başka bulgu, PÖMD olgularındaki kişilik bozuklukları ektanıları ile
karşılaştırıldığında, AGP’ye eşlik eden antisosyal, şizotipal, narsisistik kişilik bozukluğunun daha
59
yüksek oranda görülmesi ve bunun istatistiksel olarak anlamlı (p<0,05) olmasıydı (Tablo 17).
Bununla birlikte AGP’de kişilik bozukluğu %58,8 gibi yüksek yaygınlıkta bulunmuştur. Buna
karşın kişilik bozukluğu olmayanlardada AGP saptanmıştır. AGP spesifik bir kişilik bozukluğu ile
ilişkili değildir. Bu tür bir çalışmada 1 yıl sonra yapılacak kişilik bozukluğu değerlendirmesi daha
doğru sonuçlar üretecektir (7,13,114). Ancak yukarıda da ifade ettiğimiz gibi bazı kişilik
bozuklukları (narsisistik KB, şizotipal KB, antisosyal KB) öne çıkmaktadır, bunlar farklı
mekanizmalarla AGP’ye neden oluyor olabilir. Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki antisosyal kişilik
bozukluğunun genel prevalansı erkeklerde %3, kadınlarda yaklaşık %1’ken; klinik ortamlarda
prevalans, örneklem toplumunun önde gelen özelliklerine göre %3’le %30 arasında
değişmektedir (10). Tutuk evlerinde ve adli ortamlarda daha yüksek yaygınlık hızları elde
edilir(10). Hastanemiz 3. Basamak hizmeti veren ve aynı zamanda bünyesinde adli olguların
yattığı bir tutukevininde bulunduğu antisosyal kişilik bozukluğu olan hastaların yoğunlukla
hizmet aldığı bir popülasyona da hizmet vermektedir. Dolayısı ile bu yüksek yaygınlık toplumun
oranlarını yansıtmaktan ziyade kurumumuzun özgün koşullarından kaynaklandığı kanısındayız.
AGP grubunda saptadığımız şizotipal kişilik bozukluğu yaygınlığı (%11,8) yüksekliğini
açıklayabileceğimiz birçok araştırma vardır. DSM-IV’te şizotipal kişilik bozukluğu, A kümesi kişilik
bozuklukları içinde incelenirken; ICD-10’da bu bozukluk, şizofreninin pek çok özelliğini taşıması
ve aralarında kalıtımsal bağlantı olasılığı bulunması nedeniyle, şizofreniden hemen sonra
sunulmuştur (10,19,23). Şizotipal kişilik bozukluğu ile prodromal dönem şizofreni arasında klinik
özellikler bakımından benzerlikler ve prognoz bakımından farklılıklar vardır (134). Şizofreni
belirtilerini tanı eşiğinin altında taşıyan sonradan şizofreni tanı ölçütlerini tam olarak karşılayan
bireylerin şizofreni hastalığının prodrom evresinde oldukları kabul edilir ve 1-5 yıl içinde
şizofreni gelişimi için yüksek risk altında oldukları gösterilmiştir (134,135). Şizotipal kişilik
bozukluğu olan bireyler şizofreni prodromunda bulunan hastalarla ortak klinik özelliklere
sahiptir (135,136,137). Aile, ikiz ve evlat edinme çalışmalarının işaret ettiği üzere şizofreni
hastalarının birinci derece akrabaları şizotipal kişilik bozukluğu gelişimi bakımından risk
altındadır ya da şizotipi belirtilerinden bir şekilde etkilenmişlerdir (138). Venables şizotipi
etmenlerinin dört ana başlık altında toplanabileceğini göstermiştir; bilişsel ve algısal
bozukluklardan oluşan bir pozitif şizotipi, anhedoni ile kendini gösteren bir negatif şizotipi,
şizotipinin sosyal anksiyete belirtileri ve psikotik belirtiler. Venables bu dört faktörün farklı
etyopatogenetik modellerle meydana geldiklerini öne sürmüştür ve başka araştırmacılarca bunu
destekleyen sonuçlar bildirilmiştir (134,139,1140). Sonuç olarak bu konudaki bilgi birikimi
60
şizotipal kişilik bozukluğunu, bir şizofreni spektrum bozukluğu olarak kabul etmeye izin verecek
derecede zengin olduğu ve şizofreniye kalıtsal yatkınlığı olan bir grubu prognostik farklılıklar
zemininde tanımlıyor olabilir (134). Tüm bu bilgiler ışığında, şizotipal kişilik bozukluğunun
şizofreni ve benzeri bozukluklarla olan sık birlikteliği de (1,7) göz önüne alındığında, AGP’de
saptadığımız şizotipal kişilik bozukluğu yaygınlık yüksekliğinin olağan bir bulgu olduğunu
düşünmekteyiz.
AGP grubunda saptadığımız narsisistik kişilik bozukluğu yaygınlığını (%11,8) reaktif psikoz
kavramıyla birlikte tartıştığımızda, akut geçici psikotik bozuklukların etiyolojisine dair önemli ip
uçları vereceği kanısındayız. ICD-10 akut ve geçici psikotik bozukluğu olan bireylerde “Akut
Stres” (psikozun başlangıcından itibaren 2 hafta süresindeki)’ in önemine işaret etmektedir.
Ancak bu çerçevede strese maruz kalan hastaların %10 ile %69 arasındaki önemli bir oranı
çalışmalar arasında önemli değişiklikler göstermektedir, bu da stresin değerlendirilmesinin zor
olduğuna işaret etmektedir. Stresin net bir tanımlaması olmaması dolayısıyla, ICD-10’da akut
stresi değerlendirmek oldukça karmaşıklaşmaktadır. Bununla birlikte stres etkenleri sosyal ve
kültürel etkenlere göre değişim göstermektedirler (18). Özellikle gelişmiş ülkelerde akut ve
geçici psikotik bozukluklar nadirdir. Akut ve geçici psikotik bozuklukların gelişmekte olan
ülkelerdeki yüksek insidans oranları bu sendromların etyolojisinde sosyokültürel faktörlerin rolü
hakkında spekülasyonlara yol açmıştır. Gelişmekte olan ülkelerdeki hızlı kültürel değişiklik ve
modernizasyon, bireyleri statü kaybı ve rol karmaşasından dolayı strese sevk etmiş, bu da
psikotik reaksiyonlara karşı duyarlı hale getirmiştir. Sıklıkla, kadınlarda evlilik gibi bir sebeple
ailesinden uzak bir yerlere taşınma, erkeklerde ise çoğunlukla iş stresi gibi psikososyal etkenler
sonrasında baş etme düzeneklerinin yeterli olmaması ya da bozulması sonucu kısa psikotik
bozukluk ortaya çıkabilmektedir (31). Daha öncede ifade ettiğimiz gibi özellikle A ve B kümesi
kişilik bozukluklarının varlığı durumunda, stresin tetikleyici etkisiyle kısa psikotik belirtilerin
olduğu dönemler ortaya çıkabilir (19,44). Bu nedensel ilişkiyi açıklamak için çok sayıda açıklayıcı
model öne sürülmekle birlikte, çoğunlukla gelişmemiş savunma düzenekleri ve yetersiz ego
gelişiminin başlıca nedenler olduğu kabul edilmektedir (13,21,44). DSM-IV’e göre kişiye psikotik
diyebilmek için; sanrı, varsanı, dezorganize konuşma veya dezorganize davranış belirtilerinden
en az birisinin varlığı gerekmektedir (24). Boyutsal yaklaşım yanlısı araştırmacılar sanrı ve
varsanıları, “var ya da yok” görüngüler olarak tanımlamaktan çok, farklı boyutlarda değişebilen,
bir inanç ve algı sürekliliğinin aşırı ucunda yatan görüngüler olarak değerlendirmekte ve sanrılı
inançlar ile algısal anormalliklerin içeriğinde normalliğin bir devamının yattığını öne sürmektedir
61
(32). Boyutsal yaklaşımın geçerliliğini araştıran çalışmalar psikotik belirtilerin bir süreklilik içinde
değişen boyutlarda psikotik bozukluğu olmayan kişilerde de var olduğunu göstermektedir.
Psikopatolojik durumlarda gözlenen belirtilerin her insanda şiddeti ve yoğunluğu farklı da olsa
görülebileceği, bu belirtilerin koruyucu bir işlevi ve daha düşük düzeylerde uyum sağlayıcı
yanlarının olduğu belirtilmektedir. Psikopatolojik belirtileri olan ve bu belirtilerin sosyal-mesleki
uyumu bozmadığı kişilerde klinik olarak ‘psikotik’ tanısına gidilmesinin doğru olmayacağı
belirtilmektedir (33,34). Literatürde subklinik psikotik belirtilerin formel düşünce bozukluğunun
yeni başlangıç işaretlerinden çok, post-travmatik stres bozukluğunun disossiyatif süreci ve diğer
kötüye kullanım bozuklukları ile ilişkili olabileceğine dair varsayımlar bulunmaktadır. Bir diğer
varsayım, izole varsanı ve sanrıların şizotipal düşünce süreçlerinin bir parçası olduğu şeklindedir.
Sınır kişilik bozukluğunda da klinik ve subklinik psikotik belirtilerin yaygın olarak görüldüğünü
bildiren çalışmalar vardır (35,36). Öte yandan, stres yaratıcı olaylarla karşılaşanlarda, egonun
afektif cevabının ego dağılması (dysintegration) ve giderek depersonalizasyon bozukluğu
olabileceği yönünde yayınlar vardır (20). Kısa reaktif psikozun psikodinamik formülasyonu, bu
durumu, yetersiz ego gücüne bağlamaktadır. Bu formülasyona göre, çevresel desteğinde
yokluğunda, yoğun emosyonel bir stres etkeni, kişinin ego savunma mekanizmalarını yenerek
psikoza yol açmaktadır (18). Jørgensen’nin aktardığına göre, Jasper (1913) ve Wimmer (1916)
reaktif psikoz hakkındaki yazılarında durumsal faktörlerin, psikopatolojinin oluşmasında önemli
rol oynadığını bildirmişlerdir (13). Yine
Jørgensen’nin aktardığına göre, Retterstøl (1966)
hipersensitif kişilik yapısı olanların şizofreniye göre daha sık olarak reaktif psikoz gösterdiklerini
bildirmiştir (13). Bununla uyumlu olarak reaktif psikoz için DSM-III öncesindeki bakışa göre kısa
reaktif psikozun tetikleyicisinin “kişilik zayıflığı” (personality weakness) olduğudur (141).
Maffei’nin bildirisnde (15) bu bilgiyi kısmen destekleyen bir hipotezle çalışmasında kısa reaktif
psikoz olarak tanımlanan olguların %87’sinde kişilik bozukluğu olduğunu göstermiştir (142). Bir
başka çalışmada, DSM-IV’e göre kısa reaktif psikoz tanısı konan hastalardan %65’inde kişilik
bozukluğu bulunmuştur (13). Kernberg (1967), ego zayıflığının tipik örüntülerini sergileyen, ilkel
savunma mekanizmaları kullanan ve nesne ilişkilerinde sorunlu olan bu hasta grubu için sınır
kişilik terimini ortaya koymuştur (143). Hastalarda yaygın bunaltı, obsesif kompulsif belirtiler,
çoklu fobiler, disosiyatif tepkiler, hipokondriyak uğraşlar, konversiyon belirtileri, paranoid
eğilimler, polimorf sapkın cinsellik ve madde kötüye kullanımı gibi çeşitli belirtiler bulunduğunu
gözlemiştir. Kernberg’in sınır kişilik organizasyonunun içeriği pek çok farklı kişilik bozukluğunun
temelini oluşturmaktadır. Örneğin narsisistik, şizoid, paranoid, histriyonik kişilik bozuklukları
62
hep altta yatan sınır kişilik organizasyonu ile belirlidir (143). Bazı araştırmacılar sınır kişilikte
psikotik belirtilarin nadir olduğunu vurgularken, Kernberg’e göre bunlar sınır kişilik
organizasyonunun vazgeçilmez belirtileridir (144). Kernberg, sınır kişilik organizasyonun
etiyopatogenezini Margaret Mahler’in gelişimsel şemasına dayanarak açıklamıştır. Bu bireylerde
ayrılma-bireyleşme sürecinde bir kesinti olduğunu düşünmüştür. Hastalar sonuçta yalnız
kalmayla baş edemeyen, talepkar, tutunan, sürekli belirli kişiler tarafından terk edilecekleri
korkusuyla yüzyüze yaşayan bireylerdir. Narsisistik kişilere daha derin bakıldığında, tipik olarak
bozuk bir özgüven ve kendilik saygısı düzenlemeleri vardır. Kendileri ile ilgili büyüklenmeci
kabullerini sürdürebilmek için diğerlerinin dikkat, ilgi, şefkat, sevgi, iltifat ve beğenilerine ihtiyaç
duyarlar. Bu ihtiyaçları karşılanmadığında açıkça iyi işlev gören bireyler, yoğun bir şekilde
bunaltılı, öfkeli, çökkün, hipokondriyak, paranoid hale gelebilirler (143). Ceylan, 2009 yılında
yayımlanmış bir makalesinde “Ego Koruyucu Psikoz” kavramından söz etmekte ve şöyle
tanımlamaktadır: narsistik kişilik bozukluklu hastaların bir kaybı ya da genel olarak travma
sonrası gelişebilecek depresyonu taşıyabilecek bir ego esnekliğine sahip olmamaları
(depresyonu absorbe etme potansiyeline sahip olmama) nedeniyle depresyon yaşamadan
doğrudan psikoza girmeleriyle ortaya çıkan tablodur. Gerçekle tanışıklıktan uzaklaşmak,
gerçeğin algılanışının bozulma tehlikesini de beraberinde getirir. Ancak bu bozukluk, sabit ve
derinliğine değil, yüzeysel, gelip geçici ve kısmidir. Narsistik ego bu haldeyken, üzerine bir
travma alması, onu depresyon yaşamadan psikoza sokarak, kıyısında durduğu gerçekliğin
tümden dışına itebilir (21). Dolayısı ile narsisistik kişilik bozukluğu olanların stres yaratıcı olaylar
karşısında depresif semptomlar yerine daha çok psikotik belirtiler üretecekleri varsayılabilir.
Öte yandan, bilişsel terapi başlangıçta bir depresyon tedavisi olarak ortaya çıktı ve
ardından hızlıca diğer Eksen I bozukluklarının çoğunu tedavi etmeye doğru genişledi. O
zamandan beri, bilişsel terapi, diğer problemlerin yanı sıra Eksen II bozukluklarınıda tedavi
etmeye doğru genişlemesine yetecek kadar zengin ve sağlam olduğunu göstermiştir. Eksen II
bozukluklarının bilişsel modeli içinde üç temel eleman yer alır. Bilişler (kognisyonlar), çok
gelişmiş ve az gelişmiş davranışlar. Bilişler otomotik düşünceleri, varsayımları ve şemayı
içerebilir. Çok gelişmiş davranışlar telafi edici stratejiler, az gelişmiş davranışlar ise eksik yaşama
becerileridir. Örneğin sınır kişilik bozukluğunun içerdiği çok ve şaşırtıcı sayıda olan rahatsız edici
belirtilerin arasında; terkediliş sorunları, dengesiz ve şiddetli ilişkiler, kimlik bunalımı, tepkisel
kendine zarar verme, öldürücü ve kendine zarar verici davranış, duygudurum istikrarsızlığı,
kendini boşlukta hissetme, yersiz sinirlenme, paranoid ve dissosiyatif belirtiler bulunmaktadır.
63
Bilişsel formülasyonu, genel Eksen II formülasyonu ile aynı üç elemanı içerir: Şema, telafi edici
stratejiler ve yetersiz yaşam deneyimleri. Bu hastaların tipik şemasında terkedilme, güvensizlik,
yetersizlik, beceriksizlik, hak etme ve mahrumiyet vardır. Telafi edici stratejilerinde kaçınma,
saldırganlık, bağımlılık, kontrol, kendine zarar verme, “konuşmak yok-hissetmek yok” kuralları
ve aşırı uyarılabilirlik yer alır. Çoğu kez kendilerini, sağlıklı yaşam becerilerinin eksikliğinden
ötürü oluşan veya kötüleşen gerçek kriz durumlarında bulurlar (145).
Bu çalışmanın bir diğer amacı ise PÖMD ve AGP’si olan olgularda görülen sanrı çeşitlerinin
kişilik bozukluğu kümeleri ile ilişkisinin test edilmesiydi. Bu amaçla önce PÖMD ve AGP’si olan
olguları varsanı ve sanrıların dağılımı açısından karşılaştırdık. Yapılan analizde iki grup arasında
varsanılar, nihilistik sanrı, bedensel sanrı açısından anlamlı fark saptanmazken (p>0,05); suçluluk
sanrısı (PÖMD’de %28,9; AGP’de %59), paranoid sanrılar (PÖMD’de %64,4; AGP’de %82,4) ve
diğer (kıskançlık, erotomani, mistik) sanrıları (PÖMD’de%4,4; AGP’de %23,5)’ın varlığı açısından
istatistiksel olarak anlamlı fark (p<0,05) saptandı (Tablo 15). Tahmin edilebileceği gibi PÖMD’de
suçluluk sanrıları daha yüksek oranda (16,83,146) görülürken, paranoid ve diğer (kıskançlık,
erotomani, mistik) sanrılar AGP’de daha yüksek oranda saptandı. Ancak literatürde bu farkları
yordayacak yeterli bilgiye rastlamadık. A, B ve C kümesi kişilik bozuklukları olan olgularda
nihilistik, bedensel, suçluluk ve paranoid sanrıların kişilik bozuklukları ile ilişkisi açısından
istatistiksel karşılaştırma yapıldı (Tablo 18,19,20,21,22). Yapılan analizde A kümesi ile paranoid
sanrılar; ilginç olarak B kümesi ile diğer (kıskançlık, erotomani, mistik) sanrılar arasında
istatistiksel olarak anlamlı (p<0,05) bir ilişki bulunurken, diğer kişilik bozukluğu kümeleri ile
sanrılar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmadı (p>0,05). Literatürde bu
konuyla ilgilide yeterli bilgiye rastlamadık. Ancak, Bellini ve arkadaşlarının 1992 yılında psikotik
ve psikotik olmayan depresif hastaları karşılaştırdıkları bir çalışmalarında psikotik depresyonu
olan A kümesi vakalarında perseküsyon ve paranoid içeriğin diğerlerine oranla daha fazla olduğu
görülmüştür (16,17). Her iki çalışma göz önüne alındığında, sanrıların gelişiminin kişilik özelliklerinden etkilendiği söylenebilir. Hem bizim hem de Bellini ve arkadaşlarının araştırmasındaki
çeşitli kısıtlılıklardan ve küçük gruplarda çalışılmasından ötürü daha geniş bir örneklem
grubunda araştırma yapmanın gerektiği kanısındayız.
64
6. SONUÇ VE ÖNERİLER:
Kişilik bozuklukları ektanıları hem PÖMD hem de AGP’de yaygındır. PÖMD hastalarında C
kümesi, AGP’si olan hastalarda B kümesi kişilik bozukluklarının en yaygın kümeler olarak
saptanması bu çalışmanın temel bulgularındandır. Ayrıca AGP hastalarında narsisistik, antisosyal
ve şizotipal kişilik bozuklukları, PÖMD hastalarına göre; PÖMD hastalarında çekingen kişilik
bozukluğunun AGP hastalarına göre dikkate değer ölçüde yüksek oranda olduğu bulunmuştur.
Her iki hasta grubunda da kişilik bozukluğu yaygınlıklarının çok yüksek olmasına karşın kişilik
bozukluğu olmayanlardada aynı hastalıklar saptanmıştır. AGP ve PÖMD spesifik bir kişilik
bozukluğu ile ilişkili değildir. Ancak yukarıda da ifade ettiğimiz gibi bazı kişilik bozuklukları
(narsisistik KB, şizotipal KB, antisosyal KB, çekingen KB) öne çıkmaktadır, bunlar farklı
mekanizmalarla AGP ve PÖMD’ye neden oluyor olabilir. Araştırmamızda elde ettiğimiz bir diğer
bulgu, A kümesi kişilik bozuklukları olan olgularda ilginç olarak paranoid sanrıların, B kümesi
olanlarda ise diğer (kıskançlık, erotomani, mistik) sanrı grubunun daha yüksek oranda olmasıdır.
Örneklem grubumuzun böyle bir varsayımı sınamak için küçük olmasından dolayı, bu bulgunun
da daha geniş-kapsamlı hasta grupları ile test edilmesi gerektiği kanısındayız.
Araştırmamızın güçlü yanları, çalışmaya hem hastaların hem de sağlıklı bir karşılaştırma
grubunun dahil edilmesi, olguların yapılandırılmış bir görüşme ile tanılarının doğrulanması,
kişilik değerlendirmesi yapılmadan önce çeşitli ölçekler kullanılarak psikotik ve depresif
belirtilerin ölçülmesi, kişilik değerlendirmesinin tek bir değerlendirici tarafından yapılandırılmış
standart bir görüşme ile yapılmasıdır.
Bu çalışmanın bazı kısıtlılıklarının bulunmasıda muhtemeldir. Bulgularımızın bütün psikotik
özellikli majör depresyon ve akut geçici psikotik bozukluğu olan hastalara genellenemeyeceği
dikkate alınmalıdır. Birincisi, bu çalışmanın örneklemi nispeten küçüktür. İkincisi, üçüncü
basamak sağlık hizmeti veren eğitim araştırma hastanesinde araştırma yaptığımızdan, büyük
olasılıkla yönlendirilen ya da başvuran hastaların bir seçilime uğramaları, bir başka deyişle ancak
belli bir sosyo-ekonomik-kültürel seviyenin kümelenmiş olabileceği bir örneklemi taradık. Bu
çalışmadaki diğer bir kısıtlama tanı sistemlerindeki uyuşmazlık ve belirsizlikler nedeniyle
özellikle akut geçici psikotik bozuklukların yeterince homojen bir grup olup olmadığı
sorunsalıdır. Üçüncü bir nokta, kişilik bozukluğu değerlendirmesi sırasında, çoğu hastanın
durumu kontrol altına alınmış olmakla birlikte, bazı hastaların psikotik ve depresif belirtilerinin
sürmesidir. Bu da kişilik bozukulukları değerlendirmesinin karıştırıcı bir değişkeni olarak bir
Eksen I bozukluğu belirtileri ile birlikte yanlış değerlendirilmesi sorusunu gündeme
65
getirmektedir. Bu olası ve zihin karıştırıcı “süreklilik”-“durumsallık” sorununun üstesinden
gelmek için , değerlendirme psikotik ve depresif belirtilerin remisyona girmesini beklediğimiz 46 hafta sonrasında yapılmıştır. Ancak kişilik bozukluğu prevalansı sağlıklı kişilerden oluşan
karşılaştırma grubuna göre çok yüksektir. Bu bulgu literatürle uyumlu olsa da yüksekliğin
postpsikotik döneme ya da antipsikotik kullanımı ile ilişkisi olasılık dahilindedir. Bu belirsizliğin
aşılması için benzer araştırmalarda hastaların post psikotik dönemden 1 yıl sonra tekrar
değerlendirilmeleri, daha geniş örneklem gruplarının seçilmesi, daha fazla sayıda sistematik
araştırma yapılması gerekmektedir.
66
7. ÖZET:
Bu çalışmanın amacı, akut ve geçici psikotik bozuklukları (AGP) olan hastalar ile psikotik
özellikli unipolar majör depresyonu (PÖMD) olan hastaların ve sağlıklı kişilerden oluşan bir
karşılaştırma grubunun kişilik bozukluğu sıklığı ve özgüllüğünü karşılaştırmaktı. Araştırmanın
bir diğer amacı ise hastalarda saptanan sanrı çeşitlerinin kişilik bozukluğu kümeleri ile
ilişkisinin test edilmesidir.
Yöntem: AGP’si (kısa psikotik bozukluk –n=25-, şizofreniform bozukluk –n=2-, başka türlü
adlandırılamayan psikotik bozukluk –n=24-) olan 45 hasta, PÖMD’si (tek atak ya da yineleyici)
olan 41 hasta ve 47 sağlıklı kişiden oluşan bir karşılaştırma grubu,
DSM-IV’e göre
yapılandırılmış klinik görüşme klavuzu (Structured Clinical Interview for DSM-IV, SCID-I ve
SCID-II) ile değerlendirilmişlerdir. Ayrıca hasta gruplarına PANSS (Positive and Negative
Syndrome Scale) ve HDD-Ö (Hamilton Depresyon Derecelendirme ölçeği) uygulanmıştır.
Bulgular: 30 AGP’si olan hastada (%58,8) en az bir kişilik bozukluğu ektanısı mevcuttu. En
yaygın kişilik bozukluğu kümesi B kümesiydi (%39,2), bunu A kümesi (%31,4) ve C kümesi
(%21,6) kişilik bozuklukları takip ediyordu. Tüm AGP grubunda en yaygın kişilik bozukluğu
sınır (%27,5) ve paranoid (%27,5) kişilik bozukluğuydu. 22 PÖMD’si olan hastada (%48,9) en
az bir kişilik bozukluğu ektanısı mevcuttu. En yaygın kişilik bozukluğu kümesi C kümesiydi
(%40), bunu B kümesi (%20) ve A kümesi (%17,8) kişilik bozuklukları takip ediyordu. En
yaygın kişilik bozukluğu çekingen kişilik bozukluğuydu (%28,9). Her iki hasta grubu
karşılaştırıldığında B kümesi, narsisistik, şizotipal ve antisosyal kişilik bozuklukları yaygınlığı
AGP hastalarında daha yüksek bulunmuştur ve C kümesi ile çekingen kişilik bozukluğu
yaygınlığı PÖMD hastalarında daha yüksek bulunmuştur. Tüm grupta A kümesi olgularda
paranoid sanrılar, B kümesi vakalarda diğer (kıskançlık, erotomani, mistik) sanrılar oransal
olarak daha yüksek yaygınlıkta saptanmıştır.
Sonuç: Her iki hasta grubunda da kişilik bozukluğu yaygınlıklarının çok yüksek olmasına
karşın kişilik bozukluğu olmayanlarda da aynı hastalıklar saptanmıştır. AGP ve PÖMD spesifik
bir kişilik bozukluğu ile ilişkili değildir. Buna rağmen, bazı kişilik bozuklukları (narsisistik,
şizotipal, çekingen vb.) farklı mekanizmalarla AGP ve PÖMD’ye neden oluyor olabilir. Bu tür
bir çalışmada post-psikotik bulgular düzeldikten 1 yıl sonra yapılacak kişilik bozukluğu
değerlendirmesi daha doğru sonuçlar üretecektir. Öte yandan sanrıların gelişimi kişilik
özelliklerinden etkileniyor olabilir.
67
8. SUMMARY:
The aim of this study was to make a comparison regarding the insidance and spesifity of
personality disorders among patients with acute and transient psychotic disorders with
patients with unipolar major depressive disorder with psychotic features and a group of
healthy people. Another aim of the study was to investigate the relation between the variety
of the delusions and personality disorder clusters.
Methodology: 45 patients with ATP ( brief psychotic disorder n=25, schizophreniform
disorder n=2, psychotic disorder NOS n=24) , 41 patients with MDDPF and 47 healthy
controls were evaluated with a structered interview form due to DSM IV ( Structered Clinical
Interview for DSM IV, SCID-I, SCID-II). PANSS( Positive and Negative Symptom Scale) and HDS
( Hamilton Depression Scale) were also applied to the patients.
Findings: 30 patiens with ATP (58,8%)
showed at least one personality disorder
comorbidity. Most frequent personality disorder was observed to be cluster B (39,2%);
cluster A (31,4%9 and cluster C (21,6%) were following . Most common personality disorders
among the patients with ATP were borderline (27,5%) and paranoid (27,5%) personality
disorders. 22 patients with MDDPF (48,9%) had at least one personality disorder
comorbidity. The most frequent personality disorder was the cluster C (40%); cluster B (20%)
and cluster A (17,8%) were following. In comparison between the two diagnostic groups,
cluster B, narcissistic, schizotypal and antisocial personality disorders were observed more
frequent in the ATP group, and the cluster C and avoidant personality disorders were more
frequently observed in MDDPF group. Paranoid delusions had higher rates in cluster A, and
other delusions (as like jealousy, erotomanic mystic delusions) had higher rates in cluster B.
Results: In spite of the high rates of personality disorders in both diagnostic groups, the
same diseases have also observed in people with no personality disorder. ATP and MDDPF
did not seem to have a relation with any personality disorder. Nevertheless, some
personality disorders ( narcissistic, schizotypal, avoidant) can cause to ATP and MDDPF with
different mechanisms. Performing the personality assesment after the first year of the
improvement of the post psychotic symptoms would have given more accurate results. On
the other hand, it could be said that, personality traits may have an effect on delusions.
Abbreviations:
ATP : Acute Transient Psychosis
MDDPF: Major Depressive Disorder with Psychotic Features
68
9. KAYNAKLAR:
1. Keshavan MS, Duggal HS, Veeragandham G, McLaughlin NM, Montrose DM, Haas GL, Schooler NR.
Personality dimensions in first-episode psychoses. Am J Psychiatry. 2005 Jan;162(1):102-9.
2. Kety SS, Rosenthal D, Wender PH, Schulsinger F. Mental illness in the biological and adoptive families of
adpoted schizophrenics. Am J Psychiatry. 1971 Sep;128(3):302-6. No abstract available.
3. Mednick SA, Parnas J, Schulsinger F. The Copenhagen High-Risk Project, 1962-86. Schizophr Bull.
1987;13(3):485-95.
4. Kendler KS, McGuire M, Gruenberg AM, Spellman M, O'Hare A, Walsh D. The Roscommon Family Study. II.
The risk of nonschizophrenic nonaffective psychoses in relatives. Arch Gen Psychiatry. 1993 Aug;50(8):645-52.
5. Hogg B, Jackson HJ, Rudd RP, Edwards J. Diagnosing personality disorders in recent-onset schizophrenia. J
Nerv Ment Dis. 1990 Mar;178(3):194-9.
6. Jackson HJ, Whiteside HL, Bates GW, Bell R, Rudd RP, Edwards J. Diagnosing personality disorders in
psychiatric inpatients. Acta Psychiatr Scand. 1991 Mar;83(3):206-13.
7. Zimmerman M, Chelminski I, Young D.The frequency of personality disorders in psychiatric patients.
Psychiatr Clin North Am. 2008 Sep;31(3):405-20.
8. Güney M. Kişilik Bozukluklarına Giriş. Türkiye Klinikleri Dahili Tıp Bilimleri Dergisi-Psikiyatri. Özel Sayısı.
2007;3(12):1-7.
9. Svrakic DM, Cloninger CR. Personality disorders. In: Sadock BJ, Sadock VA (eds.) Comprehensive Textbook of
Psychiatry, 8th Edition, Lipincott Williams, Wilkins 2005’ten Türkçe’ye çev. Çeviri Editörleri: Aydın H, Bozkurt A.
Baskı: Güneş Kitabevi. 2007; 3. Cilt (2063-2104).
10. Köroğlu E. Kişilik bozuklukları. Amerikan Psikiyatri Birliği, Psikiyatride Hastalıkların Tanımlanması ve
Sınıflandırılması El Kitabı,Yeniden Gözden Geçirilmiş Dördüncü Baskı (DSM-IV-TR). Washington DC: Amerikan
Psikiyatri Birliği; 2000’den çev. Çeviri editörü: Köroğlu E, Ankara: Hekimler Yayın Birliği; 2007; 2. Cilt (983-1052).
11. Zimmerman M, Rothschild L, Chelminski I. The prevalence of DSM-IV personality disorders in psychiatric
outpatients. Am J Psychiatry. 2005 Oct;162(10):1911-8.
12. Altındağ A, Yanık M, Nebioğlu M. Bipolar tip I bozukluğu olan vakalarda kişilik bozukluğu komorbiditesi.
International Journal of Psychiatry in Clinical Practice, 2006; 10(1): 33-37.
13. Jørgensen P, Bennedsen B, Christensen J, Hyllested A. Acute and transient psychotic disorder: comorbidity
with personality disorder. Acta Psychiatr Scand. 1996 Dec;94(6):460-4.
14. Özdel K, İlhan İÖ. Kişilik Bozuklukları ve Depresyon. Türkiye Klinikleri Dahili Tıp Bilimleri Dergisi-Psikiyatri.
2007; 3(12):82-86.
15. Hirschfeld RM. Personality disorders and depression: comorbidity. Depress Anxiety. 1999;10(4):142-6.
16. Özen B, Oral ET. Psikotik Özellikli Depresyon. Klinik Psikiyatri Dergisi 2004; 7(Ek 1):32-40.
17. Bellini L, Gatti F, Gasperini M, Smeraldi E. A comparison between delusional and non-delusional
depressives. J Affect Disord. 1992 Jun;25(2):129-38.
18. Mojtabai R. Acute and transient psychotic disorders and brief psychotic disorder. In: Sadock BJ, Sadock VA
(eds.) Comprehensive Textbook of Psychiatry, 8th Edition, Lipincott Williams, Wilkins 2005’ten Türkçe çev.
Çeviri Editörleri: Aydın H, Bozkurt A. Baskı: Güneş Kitabevi. 2007; 2. Cilt (1512-1522).
19. Soygür H, Cankurtaran EŞ. Diğer psikotik bozukluklar, Güncel Klinik Psikiyatri Editörler: Işık E, Taner E, Işık U.
Baskı: Golden Print Matbaası. Şubat 2008:115-131.
20. Lowenstein RJ, Putman FW. Dissociative Disorders. In: Sadock BJ, Sadock VA (eds.) Comprehensive
Textbook of Psychiatry, 8th Edition, Lippincott Williams, Wilkins 2005’ten Türkçe çev. Çeviri Editörleri: Aydın H,
Bozkurt A. Baskı: Güneş Kitabevi. 2007; 2. Cilt (1844-1901).
21. Ceylan ME . Editör yorumu. RCHP 2009;5.sayı (Basımda).
22. Sass H, Jünemann K. Affective disorders, personality and personality disorders. Acta Psychiatr Scand Suppl.
2003;(418):34-40.
23. Dünya Sağlık Örgütü. ICD-10 Ruhsal ve davranışsal bozukluklar sınıflandırması, Dünya Sağlık Örgütü,
Cenevre, 1992’den çevrilmiştir. Yayın yöneticileri: Öztürk MO, Uluğ B, Türkiye Sinir ve Ruh Sağlığı Derneği
Yayını, Ankara, 1993.
24. Köroğlu E, Sargın E, Türkçapar H. Şizofreni ve diğer psikotik bozukluklar. Amerikan Psikiyatri Birliği,
Psikiyatride Hastalıkların Tanımlanması ve Sınıflandırılması El Kitabı,Yeniden Gözden Geçirilmiş Dördüncü Baskı
(DSM-IV-TR). Washington DC: Amerikan Psikiyatri Birliği; 2000’den çev. Çeviri editörü: Köroğlu E, Ankara:
Hekimler Yayın Birliği; 2007; 1. Cilt (419-488)
69
25. Arkonaç O. Psikotik bozukluklar ve tedavileri, Nobel Tıp Kitabevi, İstanbul 1996.
26. Pull CB, Cloos JM, Murthy NV. Atypical psychotic disorders. İn: Hirsch SR, Weinberger DR (eds.)
Schizophrenia, USA, Blackwell Publishing. 2004;54-68.
27. Pull CB, Pull MC, Pichot P. Nosological position of schizo-affective psychoses in France. Psychiatr Clin
(Basel). 1983;16(2-4):141-8.
28. Pillmann F, Haring A, Balzuweit S, Blöink R, Marneros A. The concordance of ICD-10 acute and transient
psychosis and DSM-IV brief psychotic disorder.Psychol Med. 2002 Apr;32(3):525-33.
29. Pillmann F, Haring A, Balzuweit S, Blöink R, Marneros A. Bouffée délirante and ICD-10 acute and transient
psychoses: a comparative study. Aust N Z J Psychiatry. 2003 Jun;37(3):327-33.
30. Flaum M, Amador X, Gorman J, Bracha HS, Edell W, McGlashan T, Pandurangi A, Kendler KS, Robinson D,
Lieberman J, Ontiveros A, Tohen M, McGorry P, Tyrrell G, Arndt S, Andreasen NC. Dsm-IV field trial for
schizophrenia and other psychotic disorders. In: Widiger TA, Frances AJ, Pincus HA, Ross R, First MB, Davis W,
Kline M, eds. DSM-IV Sourcebook. Volum 4. Washington, DC: American Psychiatric Association; 1998.
31. Collins PY, Wig NN, Day R, Varma VK, Malhotra S, Misra AK, Schanzer B, Susser E. Psychosocial and
biological aspects of acute brief psychoses in three developing country sites. Psychiatr Q. 1996 Fall;67(3):17793.
32. Roberts G. Delusional belief systems and meaning in life: a preferred reality? Br J Psychiatry Suppl. 1991
Nov;(14):19-28.
33. Şizofreni WPA Serileri Psikiyatride Kanıta Dayalı Yaklaşım ve Deneyim. Editörler: Mario Maj. Norman
Sartorius. Medikal ve Paramedikal Yayıncılık. 1999. s.311-312.
34. Yalçınkaya S.: Hezeyan oluşumunda anlam yükleme süreçlerinin rolü ve psikotik olmayan kişilerde gerçek
dışı inanışlar. (Uzmanlık Tezi) Bakırköy Ruh Sağlığı Ve Sinir Hastalıkları EAH. İstanbul-2003.
35. Altman H, Collins M, Mundy P. Subclinical hallucinations and delusions in nonpsychotic adolescents. J Child
Psychol Psychiatry. 1997 May;38(4):413-20.
36. Dowson JH, Sussams P, Grounds AT, Taylor J. Associations of self-reported past "psychotic" phenomena
with features of personality disorders. Compr Psychiatry. 2000 Jan-Feb;41(1):42-8.
37. Das SK, Malhotra S, Basu D. Family study of acute and transient psychotic disorders: comparison with
schizophrenia. Soc Psychiatry Psychiatr Epidemiol. 1999 Jun;34(6):328-32.
38. Pulver AE, Brown CH, Wolyniec PS, McGrath JA, Tam D. Psychiatric morbidity in the relatives of patients
with DSM-III schizophreniform disorder: comparisons with the relatives of schizophrenic and bipolar disorder
patients. J Psychiatr Res. 1991;25(1-2):19-29.
39. Kendler KS, Gallagher TJ, Abelson JM, Kessler RC. Lifetime prevalence, demographic risk factors, and
diagnostic validity of nonaffective psychosis as assessed in a US community sample. The National Comorbidity
Survey. Arch Gen Psychiatry. 1996 Nov;53(11):1022-31.
40. Cannon M, Caspi A, Moffitt TE, Harrington H, Taylor A, Murray RM, Poulton R. Evidence for early-childhood,
pan-developmental impairment specific to schizophreniform disorder: results from a longitudinal birth cohort.
Arch Gen Psychiatry. 2002 May;59(5):449-56.
41. DeLisi LE, Hoff AL, Kushner M, Calev A, Stritzke P. Left ventricular enlargement associated with diagnostic
outcome of schizophreniform disorder. Biol Psychiatry. 1992 Jul 15;32(2):199-201.
42. Weinberger DR, DeLisi LE, Perman GP, Targum S, Wyatt RJ. Computed tomography in schizophreniform
disorder and other acute psychiatric disorders. Arch Gen Psychiatry. 1982 Jul;39(7):778-83.
43. Hoff AL, Riordan H, O'Donnell DW, Morris L, DeLisi LE. Neuropsychological functioning of first-episode
schizophreniform patients. Am J Psychiatry. 1992 Jul;149(7):898-903.
44. Altındağ A. Sanrılı bozukluk ve diğer psikotik bozukluklar, Şizofreni ve diğer psikotik bozukluklar, Editörler:.
Soygür H, Alptekin K, Atbaşoğlu EC, Herken H. Baskı: Türkiye Psikiyatri Derneği Yayınları, Ekim 2007: 330-351.
45. Pillmann F, Haring A, Balzuweit S, Marneros A. A comparison of DSM-IV brief psychotic disorder with
"positive" schizophrenia and healthy controls. Compr Psychiatry. 2002 Sep-Oct;43(5):385-92.
46. Susser E, Fennig S, Jandorf L, Amador X, Bromet E. Epidemiology, diagnosis, and course of brief psychoses.
Am J Psychiatry. 1995 Dec;152(12):1743-8.
47. Beighley PS, Brown GR, Thompson JW Jr. DSM-III-R brief reactive psychosis among Air Force recruits. J Clin
Psychiatry. 1992 Aug;53(8):283-8.
70
48. Susser E, Wanderling J. Epidemiology of nonaffective acute remitting psychosis vs schizophrenia. Sex and
sociocultural setting. Arch Gen Psychiatry. 1994 Apr;51(4):294-301.
49. Ünal S. Kısa psikotik bozukluk. Psikiyatri Temel Kitabı-Cilt 1, içinde Editörler: Güleç C, Köroğlu E. Hekimler
Yayın Birliği. Ankara 1997:381-384.
50. Regier DA, Myers JK, Kramer M, Robins LN, Blazer DG, Hough RL, Eaton WW, Locke BZ. The NIMH
Epidemiologic Catchment Area program. Historical context, major objectives, and study population
characteristics. Arch Gen Psychiatry. 1984 Oct;41(10):934-41.
51. Başoğlu C. Tanı ve değerlendirme/sınıflandırma sistemleri ve şizofreni tanısı, Şizofreni-Cilt 1 IV. Baskı,
Editörler:Ceylan ME, Çetin M. İstanbul: Türkiye Psikiyatri Derneği Yayınları, 2009: 621-642.
53. Benazzi F. DSM-III-R schizophreniform disorder with good prognostic features: a six-year follow-up. Can J
Psychiatry. 1998 Mar;43(2):180-2.
54. Iancu I, Dannon PN, Ziv R, Lepkifker E. A follow-up study of patients with DSM-IV schizophreniform disorder.
Can J Psychiatry. 2002 Feb;47(1):56-60.
55. Naz B, Bromet EJ, Mojtabai R. Distinguishing between first-admission schizophreniform disorder and
schizophrenia. Schizophr Res. 2003 Jul 1;62(1-2):51-8.
56. Schimmelmann BG, Conus P, Edwards J, McGorry PD, Lambert M. Diagnostic stability 18 months after
treatment initiation for first-episode psychosis. J Clin Psychiatry. 2005 Oct;66(10):1239-46.
57. Kırlı S. Depresyon, Güncel Klinik Psikiyatri Editörler: Işık E, Taner E, Işık U. Baskı: Golden Print Matbaası.
Şubat 2008:131-154.
58. Flores BH, Schatzberg AF. Psikotik depresyon. İçinde: Stein DJ, Kupfer DJ, Schatzberg AF (eds.) Duygudurum
bozuklukları temel kitabı, American Psychiatric Publishing 2006’dan Türkçe çev. Çeviri Editörü: Oral T. Baskı:
Sigma Publishing. 2007; 561-572.
59. Ohayon MM, Schatzberg AF. Prevalence of depressive episodes with psychotic features in the general
population. Am J Psychiatry. 2002 Nov;159(11):1855-61.
60. Johnson J, Horwath E, Weissman MM The validity of major depression with psychotic features based on a
community study. Arch Gen Psychiatry. 1991 Dec;48(12):1075-81.
61. Leckman JF, Weissman MM, Prusoff BA, Caruso KA, Merikangas KR, Pauls DL, Kidd KK. Subtypes of
depression.Family study perspective.Arch Gen Psychiatry. 1984 Sep;41(9):833-8.
62. Simpson S, Baldwin RC, Jackson A, Burns A. The differentiation of DSM-III-R psychotic depression in later life
from nonpsychotic depression: comparisons of brain changes measured by multispectral analysis of magnetic
resonance brain images, neuropsychological findings, and clinical features. Biol Psychiatry. 1999 Jan
15;45(2):193-204.
63. Schatzberg AF, Rothschild AJ. Psychotic (delusional) major depression: should it be included as a distinct
syndrome in DSM-IV? Am J Psychiatry. 1992 Jun;149(6):733-45.
64. Weissman MM, Warner V, John K, Prusoff BA, Merikangas KR, Wickramaratne P, Gammon GD. Delusional
depression and bipolar spectrum: evidence for a possible association from a family study of
children.Neuropsychopharmacology. 1988 Dec;1(4):257-64.
65. Coryell W, Pfohl B, Zimmerman M. The clinical and neuroendocrine features of psychotic depression. J Nerv
Ment Dis. 1984 Sep;172(9):521-8.
66. Kohn Y, Zislin J, Agid O, Hanin B, Troudart T, Shapira B, Bloch M, Gur E, Ritsner M, Lerer B. Increased
prevalence of negative life events in subtypes of major depressive disorder. Compr Psychiatry. 2001 JanFeb;42(1):57-63.
67. Thase ME, Kupfer DJ, Ulrich RF. Electroencephalographic sleep in psychotic depression. A valid subtype?
Arch Gen Psychiatry. 1986 Sep;43(9):886-93.
68. Karaaslan F, Gonul AS, Oguz A, Erdinc E, Esel E. P300 changes in major depressive disorders with and
without psychotic features. J Affect Disord. 2003 Feb;73(3):283-7.
69. Rothschild AJ, Schatzberg AF, Langlais PJ, Lerbinger JE, Miller MM, Cole JO. Psychotic and nonpsychotic
depressions: I. Comparison of plasma catecholamines and cortisol measures. Psychiatry Res. 1987
Feb;20(2):143-53.
71
70. Cubells JF, Price LH, Meyers BS, Anderson GM, Zabetian CP, Alexopoulos GS, Nelson JC, Sanacora G, Kirwin
P, Carpenter L, Malison RT, Gelernter J. Genotype-controlled analysis of plasma dopamine beta-hydroxylase
activity in psychotic unipolar major depression. Biol Psychiatry. 2002 Mar 1;51(5):358-64.
71. Rothschild AJ, Schatzberg AF, Rosenbaum AH, Stahl JB, Cole JO. The dexamethasone suppression test as a
discriminator among subtypes of psychotic patients. Br J Psychiatry. 1982 Nov;141:471-4.
72. Maes M, Minner B, Suy E. The influences of dexamethasone levels on the predictive value of the DST for
unipolar major depression and the relationships between post-dexamethasone cortisol and ACTH levels. J
Affect Disord. 1989 Jul-Aug;17(1):39-46.
73. Schatzberg AF, Rothschild AJ, Stahl JB, Bond TC, Rosenbaum AH, Lofgren SB, MacLaughlin RA, Sullivan MA,
Cole JO. The dexamethasone suppression test: identification of subtypes of depression. Am J Psychiatry. 1983
Jan;140(1):88-91.
74. Vythilingam M, Chen J, Bremner JD, Mazure CM, Maciejewski PK, Nelson JC. Psychotic depression and
mortality. Am J Psychiatry. 2003 Mar;160(3):574-6.
75. Nelson JC, Davis JM. DST studies in psychotic depression: a meta-analysis. Am J Psychiatry. 1997
Nov;154(11):1497-503.
76. Rihmer Z, Arató M, Szádoczky E, Révai K, Demeter E, György S, Udvarhelyi P. The dexamethasone
suppression test in psychotic versus non-psychotic endogenous depression. Br J Psychiatry. 1984 Nov;145:50811.
77. Nelson WH, Khan A, Orr WW Jr. Delusional depression. Phenomenology, Neuroendocrine function, and
tricyclic antidepressant response. J Affect Disord. 1984 Jun;6(3-4):297-306.
78. Anton RF. Urinary free cortisol in psychotic depression. Biol Psychiatry. 1987 Jan;22(1):24-34.
79. Rothschild AJ, Benes F, Hebben N, Woods B, Luciana M, Bakanas E, Samson JA, Schatzberg AF. Relationships
between brain CT scan findings and cortisol in psychotic and nonpsychotic depressed patients. Biol Psychiatry.
1989 Oct;26(6):565-75.
80. Kırlı S. Depresyon: tanı, ayırıcı tanı, komorbidite. Bursa Psikiyatri ve Sanat Yayınevi, 2005;2.
81. Köroğlu E, Örsel S, Akkoyunlu S. Duygudurum bozuklukları. Amerikan Psikiyatri Birliği, Psikiyatride
Hastalıkların Tanımlanması ve Sınıflandırılması El Kitabı,Yeniden Gözden Geçirilmiş Dördüncü Baskı (DSM-IVTR). Washington DC: Amerikan Psikiyatri Birliği; 2000’den çev. Çeviri editörü: Köroğlu E, Ankara: Hekimler Yayın
Birliği; 2007; 1. Cilt (489-615).
82. Fennig S, Bromet E, Jandorf L. Gender differences in clinical characteristics of first-admission psychotic
depression. Am J Psychiatry. 1993 Nov;150(11):1734-6.
83. Erkıran M, Şahinler İH, Şahinler DK, Yaman M. Psikotik özellikli ve psikotik özellikli olmayan major depresyon
olgularının sosyodemografik, klinik özellikleri ve aile yüklülüğü: Karşılaştırmalı bir çalışma. Nöropsikiyatri arşivi.
2001: 38(1):32-40.
84. Lykouras E, Markianos M, Malliaras D, Stefanis C. Neurochemical variables in delusional depression. Am J
Psychiatry. 1988 Feb;145(2):214-7.
85. Coryell W, Endicott J, Keller M, Andreasen NC. Phenomenology and family history in DSM-III psychotic
depression. J Affect Disord. 1985 Jul;9(1):13-8.
86. Parker G, Roussos J, Mitchell P, Wilhelm K, Austin MP, Hadzi-Pavlovic D. Distinguishing psychotic depression
from melancholia. J Affect Disord. 1997 Feb;42(2-3):155-67. Erratum in: J Affect Disord 1997 Dec;46(3):309.
87. Schatzberg AF, Posener JA, DeBattista C, Kalehzan BM, Rothschild AJ, Shear PK. Neuropsychological deficits
in psychotic versus nonpsychotic major depression and no mental illness. Am J Psychiatry. 2000
Jul;157(7):1095-100.
88. Burch EA Jr, Anton RF, Carson WH. Mood congruent and incongruent psychotic depressions: are they the
same? J Affect Disord. 1994 Aug;31(4):275-80.
89. Leyton M, Corin E, Martial J, Meaney M. Psychotic symptoms and vulnerability to recurrent major
depression. J Affect Disord. 1995 Feb 21;33(2):107-15.
90. Kruijshaar ME, Hoeymans N, Bijl RV, Spijker J, Essink-Bot ML. Levels of disability in major depression:
findings from the Netherlands Mental Health Survey and Incidence Study (NEMESIS). J Affect Disord. 2003
Oct;77(1):53-64.
72
91. Belanoff JK, Kalehzan M, Sund B, Fleming Ficek SK, Schatzberg AF. Cortisol activity and cognitive changes in
psychotic major depression. Am J Psychiatry. 2001 Oct;158(10):1612-6.
92. Fleming SK, Blasey C, Schatzberg AF. Neuropsychological correlates of psychotic features in major
depressive disorders: a review and meta-analysis. J Psychiatr Res. 2004 Jan;38(1):27-35.
93. Hill SK, Keshavan MS, Thase ME, Sweeney JA. Neuropsychological dysfunction in antipsychotic-naive firstepisode unipolar psychotic depression. Am J Psychiatry. 2004 Jun;161(6):996-1003.
94. Jeste DV, Heaton SC, Paulsen JS, Ercoli L, Harris J, Heaton RK. Clinical and neuropsychological comparison of
psychotic depression with nonpsychotic depression and schizophrenia. Am J Psychiatry. 1996 Apr;153(4):490-6.
95. Posener JA, DeBattista C, Williams GH, Chmura Kraemer H, Kalehzan BM, Schatzberg AF. 24-Hour
monitoring of cortisol and corticotropin secretion in psychotic and nonpsychotic major depression. Arch Gen
Psychiatry. 2000 Aug;57(8):755-60.
96. Cassano GB, Pini S, Saettoni M, Dell'Osso L. Multiple anxiety disorder comorbidity in patients with mood
spectrum disorders with psychotic features. Am J Psychiatry. 1999 Mar;156(3):474-6.
97. Rabinowitz J, Bromet EJ, Lavelle J, Carlson G, Kovasznay B, Schwartz JE. Prevalence and severity of
substance use disorders and onset of psychosis in first-admission psychotic patients. Psychol Med. 1998
Nov;28(6):1411-9.
98. Serretti A, Lattuada E, Cusin C, Gasperini M, Smeraldi E. Clinical and demographic features of psychotic and
nonpsychotic depression. Compr Psychiatry. 1999 Sep-Oct;40(5):358-62.
99. Maier W, Philipp M, Schlegel S, Heuser I, Wiedemann K, Benkert O. Diagnostic determinants of response to
treatment with tricyclic antidepressants: a polydiagnostic approach. Psychiatry Res. 1989 Oct;30(1):83-93.
100. Robinson DG, Spiker DG. Delusional depression. A one year follow-up. J Affect Disord. 1985 Jul;9(1):79-83.
101. Rothschild AJ, Duval SE. How long should patients with psychotic depression stay on the antipsychotic
medication? J Clin Psychiatry. 2003 Apr;64(4):390-6.
102. Spiker DG, Stein J, Rich CL. Delusional Depression and Electroconvulsive Therapy: One Year Later. Convuls
Ther. 1985;1(3):167-172.
103. Güleç C, Köroğlu E, Psikiyatri Temel Kitabı-Cilt 2, Bölüm 50: Kişilik bozuklukları, s:723-757, 1998.
104. Yalvaç HD. İntihar girişiminde bulunan bireylerde psikiyatrik morbidite, kişilik bozukluğu ve bazı
sosyodemografik ve klinik etkenlerle ilişkisi. Uzmanlık tezi, İnönü Üniversitesi, Tıp Fakültesi. MALATYA; 2006.
105. Köroğlu E., Tanımlayıcı Klinik Psikiyatri, Bölüm22: Kişilik Bozuklukları, s:513-557, 2004.
106. Odağ C, Nevrozlar–1. Kişilik Yapıları. Halime Odağ Psikanaliz ve Psikoterapi Vakfı Yayınları, s:111–114,
İzmir-1999.
107. Lenzenweger MF. Epidemiology of personality disorders. Psychiatr Clin North Am. 2008 Sep;31(3):395-403.
108. Lenzenweger MF. The longitudinal study of personality disorders: history, design considerations, and initial
findings. J Pers Disord. 2006 Dec;20(6):645-70.
109. Lenzenweger MF, Loranger AW, Korfine L, Neff C.Detecting personality disorders in a nonclinical
population. Application of a 2-stage procedure for case identification. Arch Gen Psychiatry. 1997 Apr;54(4):34551.
110. Coid J, Yang M, Tyrer P, Roberts A, Ullrich S. Prevalence and correlates of personality disorder in Great
Britain. Br J Psychiatry. 2006 May;188:423-31.
111. Lenzenweger MF, Lane MC, Loranger AW, Kessler RC. DSM-IV personality disorders in the National
Comorbidity Survey Replication. 2007 Sep 15;62(6):553-64.
112. Shea MT, Widiger TA, Klein MH. Comorbidity of personality disorders and depression: implications for
treatment. J Consult Clin Psychol. 1992 Dec;60(6):857-68.
113. Zimmerman M, Pfohl B, Stangl D, Corenthal C. Assessment of DSM-III personality disorders: the
importance of interviewing an informant. J Clin Psychiatry. 1986 May;47(5):261-3.
114. Zimmerman M. Diagnosing personality disorders. A review of issues and research methods. Arch Gen
Psychiatry. 1994 Mar;51(3):225-45.
115. Reich JH, Green AI. Effect of personality disorders on outcome of treatment. J Nerv Ment Dis. 1991
Feb;179(2):74-82.
116. Zimmerman M, Mattia JI. Psychiatric diagnosis in clinical practice: is comorbidity being missed? Compr
Psychiatry. 1999 May-Jun;40(3):182-91.
117. Zimmerman M, Mattia JI. Differences between clinical and research practices in diagnosing borderline
personality disorder. Am J Psychiatry. 1999 Oct;156(10):1570-4.
73
118. Zimmerman M, Mattia JI. Axis I diagnostic comorbidity and borderline personality disorder. Compr
Psychiatry. 1999 Jul-Aug;40(4):245-52.
119. Westen D. Divergences between clinical and research methods for assessing personality disorders:
implications for research and the evolution of axis II. Am J Psychiatry. 1997 Jul;154(7):895-903.
120. Liwesley W. Handbook of personality disorders. Theory, research and treatment. New york: The Guilford
Press; 2001.
121. Feske U, Mulsant BH, Pilkonis PA, Soloff P, Dolata D, Sackeim HA, Haskett RF. Clinical outcome of ECT in
patients with major depression and comorbid borderline personality disorder. Am J Psychiatry. 2004
Nov;161(11):2073-80.
122. Newton-Howes G, Tyrer P, Johnson T. Personality disorder and the outcome of depression: meta-analysis
of published studies. Br J Psychiatry. 2006 Jan;188:13-20.
123. Marianne Hayward, Paul Moran. Comorbidity of personality disorders and mental illnesses Psychiatry,
Volume 7, Issue 3, March 2008, Pages 102-104.
124. Çorapçıoğlu A., Aydemir Ö, Yıldız M, Esen A, Köroğlu E. DSM-IV eksen I ruhsal bozukluklarına göre Türkçe
yapılandırılmış klinik değerlendirmenin güvenilirliği. İlaç ve tedavi dergisi İTD, 1999;12:33/36.
125. First MB, Spitzer RL, Gibbon M, and Williams, JBW, Benjamin L:Structured Clinical Interview for
DSM-IV Axis II, Personality Disorders (SCID-II)’den türkçeye çeviren ve uyarlayanlar: Yıldız M, Özcan ME,
Boztepe A, Yüksekkaya E. Turgut Özal Tıp Merkezi, Psikiyatri Bölümü, Malatya.
126. Kay SR, Fiszbein A, Opler LA The positive and negative syndrome scale (PANSS) for schizophrenia.
Schizophr Bull 1987, 13 261-276.
127. Kostakoglu (Anıl) AE, Batur S, Tiryaki A ve ark. Pozitif ve Negatif Sendrom Ölçeginin (PANSS) Türkçe
Uyarlamasının Geçerlilik ve Güvenilirligi. Türk Psikoloji Dergisi 1999,14 23-32.
128. Hamilton M. A rating scale for depression. J Neurol Neurosurg Psychiatry 1960; 23; 56-52.
129. Aydemir Ö, Deveci A, İçelli İ. Hamilton Depresyonu Değerlendirme Ölçeği Yapılandırılmış Görüşme
Kılavuzu Mevsimsel Duygu Durumu Bozukluğu Versiyonu’nun Güvenilirlik ve Geçerliliği. Psychiatry in
Türkiye 2006; Volume 8 - Number 1.
130. Akdemir A, Örsel S, Dağ İ, ve ark. Hamilton Depresyon Derecelendirme Ölçeği’nin geçerliği,
güvenilirliği ve klinikte kullanımı. Psikiyatri Psikoloji Psikofarmakoloji Dergisi 1996;4: 251-9.
131. Judd LL, Akiskal HS, Masser JD, Zeller PJ, Endicott J, Coryell W et al. A prospective 12-year study of
subsyndromal and syndromal depressive symptoms in unipolar major depressive disorders. Arch Gen
Psychiatry 1998; 55(8):694-700.
132. http://www.tuik.gov.tr/ , 2009.
133. Baskak B. Çekingen Kişilik Bozukluğu. Türkiye Klinikleri Dahili Tıp Bilimleri Dergisi Psikiyatri 2007; 3(12):6165.
134. Baskak B. Şizotipal kişilik bozukluğu. Türkiye Klinikleri Dahili Tıp Bilimleri Dergisi-Psikiyatri. Özel Sayısı.
2007;3(12):30-34.
135. Miller TJ, McGlashan TH, Rosen JL, Cadenhead K, Cannon T, Ventura J, McFarlane W, Perkins DO, Pearlson
GD, Woods SW. Prodromal assessment with the structured interview for prodromal syndromes and the scale of
prodromal symptoms: predictive validity, interrater reliability, and training to reliability. Schizophr Bull.
2003;29(4):703-15. Erratum in: Schizophr Bull. 2004;30(2):following 217.
136. Bedwell JS, Donnelly RS. Schizotypal personality disorder or prodromal symptoms of schizophrenia?
Schizophr Res. 2005 Dec 15;80(2-3):263-9.
137. Siever LJ, Davis KL. The pathophysiology of schizophrenia disorders: perspectives from the spectrum. Am J
Psychiatry. 2004 Mar;161(3):398-413.
138. Baron M, Gruen R, Asnis L, Kane J.Familial relatedness of schizophrenia and schizotypal states. Am J
Psychiatry. 1983 Nov;140(11):1437-42.
139. Venables PH. Schizotypal status as a developmental stage in studies of risk for schizophrenia. In: Raine A,
Lencz T, Mednick SA, eds. Schizotypal Personality. Cambridge Univ. Press, Cambridge; 1995. P. 107-34.
140. Torgersen S. Genetic and nosological aspects of schizotypal and borderline personality disorders. A twin
study. Arch Gen Psychiatry. 1984 Jun;41(6):546-54.
141. Jauch DA, Carpenter WT Jr. Reactive psychosis. II. Does DSM-III-R define a third psychosis? J Nerv Ment
Dis. 1988 Feb;176(2):82-6.
142. Maffei C, Madeddu F, Fossati A, Brancato V, Di Rosa E, Riva E. DSM-III-R brief reactive psychosis and
personality disorders. Psychopathology. 1995;28(3):140-6.
74
143. G Özçürümez, N Tanrıverdi, L Zileli Sınır Kişilik Organizasyonu Temelinde Narsisistik Kişilik Bozukluğu ve
Yapay Bozukluk: Psikanalitik Psikoterapi Süreci. Türk Psikiyatri Dergisi 2002; 13(2):152-160.
144. Spitzer RL, Endicott J. Justification for separating schizotypal and borderline personality disorders.
Schizophr Bull. 1979;5(1):95-104.
145. Laiden MA. Borderline kişilik bozukluğu. İçinde: Leahy RL(eds.) Bilişsel terapi ve uygulamaları, Jason
Aronson Publishing 2004’den Türkçe çev. Çeviri Editörü: Özakkaş T.. Baskı: Litera Yayıncılık. 2004; 333-354.
146. Akiskal HS. Mood Disorders. In: Sadock BJ, Sadock VA (eds.) Comprehensive Textbook of Psychiatry, 8th
Edition, Lipincott Williams, Wilkins 2005’ten Türkçe çev. Çeviri Editörleri: Aydın H, Bozkurt A. Baskı: Güneş
Kitabevi. 2007; 2. Cilt (1611-1652).
75
Download