UYGARLIK VE BARBARLIK İnsanlık tarihi, aslında bir uygarlık

advertisement
UYGARLIK VE BARBARLIK
İnsanlık tarihi, aslında bir uygarlık mücadelesinden ibarettir.
Kuran-ı Kerim’de insanın yaratılış öyküsünde; “Allah, meleklere yeryüzünde bir İNSAN
yaratacağını haber verdiğinde; meleklerin, “yeryüzünde kan dökecek, fitne çıkaracak bir canlı
türü mü yaratacaksın?” diye sorduğunu; buna karşılık Allah’ın, “Siz bilmezsiniz, doğrusunu
ben bilirim” diye cevap verdiği anlatılır.
Allah’ın kendi ilahi/tanrısal özellikleriyle donattığı İNSAN ile içgüdülerinin tutsağı olduğu
için hayvandan daha aşağı olan insan görünümlü vahşi yaratıklar arasında bir “Uygarlık
Mücadelesi” yaşanmaktadır.
Allah, tarihin belirli dönemlerinde gönderdiği peygamberler aracılığıyla, yozlaşan ve
barbarlaşan insan toplumlarına, zulüm ve haksızlık yapmamaları, birbirlerinin haklarına saygı
duymaları ve insanca/uygarca yaşamaları konusunda uyarıda bulunmuştur. Yüce Allah, tüm
insanlığa uygarlık rehberi olarak gönderdiği Kur’an-ı Kerim’de ibret almamız için, bu
uyarıyı dikkate almayan Ad, Semud, Medyen vb. azgın toplumların korkunç bir şekilde helak
olduklarını anlatmaktadır.
Uygar insan, akıllı, ahlâklı, vicdanlı ve onurlu bir şekilde, kendisine, ailesine, tüm insanlığa,
doğadaki canlılara ve çevreye saygı duyan ve insanlara yararlı hizmetler yaparak yaşayan
insandır.
İnsan görünümlü ilkel yaratıklar ise; akılsız, ahlâksız, vicdansız, onursuz ve zalimdir. İnsanlık
düşmanıdır. İyi, güzel, doğru, gerçek ve yararlı her olguyu bencil çıkarları için kullanırlar.
Tarih boyunca yaşanan tüm savaşlar ve doğal afetler, ilkel yaratıkların yaptıkları korkunç
zulümler nedeniyle gerçekleşmiştir. İlkel yaratıklar, din sömürüsüyle kurdukları köle
düzeniyle, savunmasız, yoksul ve masum insanları sömürmüş ve doğayı katletmişlerdir.
Hz. Musa, Firavun’un köle düzenini yıkmak için mücadele etmiştir.
Hz. İsa, Roma İmparatorluğu’nun köle düzenine karşı bir kurtarıcı olarak ortaya çıkmıştır.
Hz. Muhammed, Arap Yarımadası’nda öz kız çocuklarını diri diri toprağa gömen vahşi
bedevilerin köle düzenini yıkmış ve sömürülen köleleri ve kadınları özgürlüğe
kavuşturmuştur.
Ancak ilkel yaratıklar, Allah’ın tüm insanlığa kurtuluş rehberi olarak gönderdiği dinleri, kendi
çıkarları için yozlaştırıp, sömürü düzenlerini sürdürmek için kullanmışlardır.
Hz. Musa’nın, Firavun’un zulmünden kurtardığı İsrailoğulları’nın arasındaki Samiri gibi
şarlatanlar, Allah’ın kitabı Zebur ve Tevrat’ı sinsi bir şekilde değiştirip, Kohen/Kahin (din
adamı) düzenini kurmuşlardır.
H. İsa’yı çarmıha geren Roma kralları, köle düzenini sürdürmek için, Hıristiyanlığın
ilkelerini, ilkel Pağan diniyle değiştirip, kiliseler aracığıyla sahte köleci dini yaymışlardır.
Sahte Hıristiyanlık, 2000 yıldır Avrupa, Afrika ve Amerika kıtasında sömürgeciliğin aracı
olarak kullanılmıştır. Afrika halklarını ve Latin Amerika yerlilerini köleleştirip, Kızılderilileri
katleden İspanyol, İngiliz ve Hollandalı ilkel/barbar yaratıklar, Afrika, Avrupa ve Amerika
kıtasında kurdukları köle düzeniyle saltanat sürmüşlerdir.
Tarih boyunca din maskesini kullanan barbar/ilkel yaratıkların kurdukları Amerika Birleşik
Devletleri (ABD) ve Avrupa Birliği (AB)’nin 21. yüzyıldaki maskesi ise, “Demokrasi ve
İnsan Hakları” masalıdır.
Geçmişte, Hıristiyanlığı kullanarak Afrika ve Amerika’yı sömüren barbarlar; bugün Irak,
Filistin, Afganistan ve Pakistan’da “Demokrasi ve İnsan Hakları” sloganıyla insafsız bir
vahşet, Türkiye’de ise “Asimetrik Psikolojik Savaş” uygulamaktadırlar.
Sömürgeci köle düzeninin günümüzdeki adı: “Yeni Dünya Düzeni”dir.
Binlerce yıldır Afrika, Asya, Avrupa ve Amerika halklarını sömürerek güçlenen ilkel/barbar
yaratıkların bugün dünyada kurmaya çalıştıkları “Yeni Dünya Düzeni”, aslında “Dünya Köle
İmparatorluğu”dur.
“Yeni (aslında binlerce yıllık) Dünya Düzeni”, “Büyük Ortadoğu Projesi”ni uygulayarak tüm
dünyada insanlığı köleleştirmeyi amaçlamaktadır.
İnsanlık düşmanı ilkel/barbar yaratıklar, üniversitelerde eğittikleri robotların zekalarını
kullanarak sahip oldukları ”Yüksek Teknoloji”yle, akıl almaz yöntemlerle tüm insanlığa
saldırmaktadırlar.
Dünyanın 4 kıtasını sömüren ”Emperyalist Yaratıkların” yeni hedefi, Asya kıtasıdır.
Asya, dünyanın en köklü uygarlıklarının günümüze kadar ulaştığı, binlerce yıllık Türk, Çin,
Hint ve İran uygarlığının hayat sürdüğü kadim bir kıtadır.
Asya, zengin enerji kaynaklarına ve verimli topraklara sahiptir.
Asya kıtasının kapısı Türkiye’dir.
Köleci ilkel/barbar ABD ve AB emperyalizmi, Türkiye’yi Truva atı gibi kullanarak, Asya
kıtasını ele geçirmeyi amaçlamaktadır.
Asya kıtasındaki binlerce yıllık uygar devletleri parçalayıp enerji kaynaklarına ve verimli
tarımsal arazilere sahip olmak için Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’ni uygulamaktadırlar.
BOP’un birinci aşaması, “Demokrasi ve İnsan Hakları” propagandasıyla etnik ve dinsel
bölücülüğü kışkırtıp, Asya ülkelerini federasyonlara ayırmaktır.
Uluslararası arenada söz sahibi olmayan kukla devletler kurdurularak, Asya kıtası ele
geçirilmek istenmektedir.
BOP, ilk kez 1990’lı yıllarda Rusya’da uygulandı. Barbar Batı emperyalizmi, aptal ve hain
Gorbaçov’u kullanarak Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’ni parçaladı ve Türk
cumhuriyetlerini kurdurttu. Günümüzde kukla diktatörlerle yönetilen Türk Cumhuriyetleri,
ABD ve Rusya arasında pazar kapma savaşının yaşandığı arena durumundadır.
BOP, 2. kez Yugoslavya’da uygulandı. ABD ajanlarının çıkardığı etnik savaşta Sırp, Boşnak
ve Hırvat halklar birbirlerine kırdırıldı. Sonuçta Yugoslavya tarihe karıştı. Bugün o
topraklarda 6 ayrı devletçik var. Kosova, Arnavutluk ve Makedonya da bu projenin eseridir.
ABD emperyalizminin 1990’da Yugoslavya’da uyguladığı savaş stratejisi, 1980’li
yıllarda Afganistan’da gerçekleştirilmişti.
ABD, Afganistan’ı işgal eden SSCB’ye karşı “Mücahitler” adıyla yerel milisleri örgütledi.
Batılı devletler, Mücahitlere silah verirken; İslam ülkelerinden de on binlerce insan,
Afganistan’a giderek, Mücahitlerle birlikte Rusya’ya karşı savaştı.
Batılı silah tüccarlarının Mücahitlere sattığı silahların parası ise, İslam ülkelerindeki
camilerde toplanan paralarla karşılandı.
Aynı kirli savaş tezgahı, Yugoslavya’nın parçalanmasında Bosna’ya yapılan silah ve savaşçı
desteğiyle de gerçekleştirildi. Türkiye’de Refah Partisi’nin Bosna için topladığı paralar hep
tartışma konusu oldu.
Batı’nın Afganistan’a silah ve savaşçı desteği sonucunda, ağır bir yenilgiye uğrayan dünyanın
2. güçlü ordusu Rus Kızılordusu, bugün çeşitli ülkelerde müzikal gösteriler sergiliyor.
Günümüzde Afganistan yine işgal altındadır.
Bu kez işgalci ABD’dir.
Afganistan’da NATO (Haçlı Ordusu) askerleri, ülkelerini savunan direnişçilere saldırıyor.
Ancak bu kez İslam ülkelerinden bu direnişçilere savaşçı gitmiyor, camilerde para
toplanmıyor.
Batılı devletler de silah desteğinde bulunmuyor. Aksine, direnişçileri yok etmek için
Afganistan’a asker gönderiyor.
Afganistan’da NATO askerlerine karşı savaşan bu direnişçiler ise Taliban. Türkçesi
“Talebeler”.
ABD’nin Rusya’ya karşı kurdurduğu Mücahitlerin rolünde sahnede bugün Taliban var.
Taliban’ı kurduran ise ABD.
Ancak Taliban Rusya’ya karşı değil, Afganistan’ı işgal eden ABD’ye karşı savaşıyor.
Bu nasıl mı oldu?
ABD kendisine karşı savaşan Taliban’ı nasıl kurdurdu?
Hep birlikte hatırlayalım.
İlkel/barbar Batılı devletlerin silah desteği ve radikal İslamcı savaşçıların yardımıyla Rusya’yı
Afganistan’dan çıkarmayı başaran Mücahitler, ülkede iktidara geldi ve Afganistan İslam
Cumhuriyeti’ni ilan etti. Afganistan artık şeriatla yönetiliyordu.
Mücahitler ABD’ye mesafeliydi.
ABD, yeni bir kukla dinci örgüt kurmak için derhal harekete geçti.
Suudi Arabistanlı zengin işadamı Usama Bin Ladin’in parasal desteğiyle, Pakistan’da
medreselerde geleneksel dini eğitim alan yoksul ve cahil talebeleri siyasi olarak örgütledi.
“Taliban” resmen kurulmuş oldu.
ABD piyonu Taliban, CIA’nin kirli tezgahlarını başarıyla gerçekleştirdi. Mücahit liderlerini
suikastlerle ortadan kaldırdı. İktidarı ele geçirdi. Artık Afganistan’da Taliban’ın Şeriat rejimi
hakimdi.
Batılı devletler, 10 yıl boyunca ülkeyi sefalete ve karanlığa sürükleyen Taliban’a,
nedense sözde ”Demokrasi ve İnsan Hakları”nı hatırlatma gereği hiç duymadı.
Ta ki 2001 yılına dek.
ABD 11 Eylül olaylarıyla sarsıldı. New York’taki ikiz kuleler, uçakların çarpması sonucu
yerle bir oldu.
ABD bu saldırıyı “Yaşam tarzımıza yapılmış alçakça bir saldırı” olarak niteledi.
Saldırıyı yapan örgütün radikal dinci El Kaide örgütü olduğu, liderinin de Usame Bin Ladin
olduğu dünyaya duyuruldu.
Bildiğiniz gibi ABD, El Kaide’yi yok etmek gerekçesiyle 2001 yılında Afganistan’a saldırdı.
Taliban rejimini devirdi. Bush’un elemanlarından Hamid Karzai, Afganistan devlet
başkanlığına getirildi. 10 yıldır El Kaide’yi yok etmek bahanesiyle Afganistan’ı işgal eden ve
yüz binlerce sivil insanı katleden ABD, ne hikmetse El Kaide’yi çökertemedi ve lideri Usame
Bin Ladin’i de (CIA ajanı) bir türlü ele geçiremedi!
Pakistan yönetiminin ABD askerlerine teslim ettiğini açıkladığı Usame Bin Ladin’in, arada
bir dünya medyasında tehdit dolu mesajları yayınlanıyor.
ABD, terörizmle mücadele için radikal dinci örgütlere karşı savaştığı propagandasıyla dünya
toplumlarının desteğini almaya çalışıyor.
Gerçekte bu dinci örgütleri kurduran ABD, bu örgütleri bahane ederek İslam ülkelerini işgal
etmektedir.
Şimdi sırada İran var.
Ardından Türkiye!
Afganistan’ı işgal etmek için El Kaide’yi ve Taliban’ı; Irak’ı işgal etmek için ise Saddam’ı
kullanan ABD, Türkiye’yi işgal etmek için hangi örgütü kullanıyor dersiniz?
Türkiye’de dinci örgüt sayısı bir hayli fazla. Bazıları illegal/gizli olsa da, birçoğu legal/açık.
Hatta demokratik yolla iktidara gelip, Hukuk’u giyotin gibi kullanarak Laik Cumhuriyeti
yıkmak isteyenler ve sivil toplum örgütü görünümlü dinci örgütler bile var.
Bu örgütlerin ortak amacı ise, Türkiye’de İslam Devleti kurmaktır. Türkiye’yi sözde şeriat
(Emevi kölecilik zihniyeti) kurallarına göre yönetmektir.
Türkiye nüfusunun % 90’ı Müslüman olduğuna göre, İslamî bir düzen kurulması için bir
engel olmasa gerek.
Ancak Türkiye, Laik bir rejimle yönetiliyor.
İslami bir düzenin kurulmasının önündeki tek engel ise TSK olarak görülüyor.
Laiklik ve İslam çelişkisi ülkede sürekli tartışma konusu oldu.
Başbakan, “Müslüman Laik olamaz, hem Müslüman, hem de laik olunmaz” diyor.
Laiklik ve Atatürkçülük, radikal ve ılımlı tüm dinci örgütlerin ortak düşmanı sayılıyor.
Türkiye’de Laikliği ve Atatürkçülüğü ortadan kaldırmak için topluma ve Türk Ordusu’na
karşı sinsi ve açık “ASİMETRİK PSİKOLOJİK SAVAŞ” uygulanıyor.
Bunun için çeşitli komplolar/tertipler tezgahlanıyor.
Siyasal İslamcıların laikliğe karşı kullandıkları en masum (!) araç ise başörtüsü.
Türkiye’de ve İslam dünyasında halkın büyük çoğunluğu Müslüman olmasına karşın, bu
radikal ve ılımlı dinci örgütlere halkın büyük bir desteğinin olduğu söylenemez.
Bu nedenle dinci örgütler, Ortadoğu halklarının desteğini almak için, dini kavramları ve
ibadetleri her fırsatta kullanıyor. Yani İslam dini, iktidar olmak için bir araç olarak
kullanılıyor.
Köleci düzenin iktidar güçleri tarafından Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın kendi çıkarları
doğrultusunda değiştirilip yozlaştırıldığı biliniyor.
Peki, İslam dini de böyle mi?
İlkel/barbar yaratıklar, sömürgeci/köleci düzenlerini sürdürmek için İslam dinini de
yozlaştırmışlar mıydı?
Bu sorunun yanıtı İslam tarihinde karşımızda duruyor.
İslam tarihinde Şii ve Sünni olarak ortaya çıkan iki ana akım, bu değişimin ve yozlaşmanın en
bariz örneğidir.
Hz. Muhammed’in, Mekke’deki Müşriklerin köleci/vahşi düzenine karşı verdiği mücadele,
Müslümanların Mekke’yi fethetmesiyle başarıya ulaşmış ve köleci düzen yıkılmıştı.
Ancak Hz. Muhammed’in devrimci, özgürlükçü, eşitlikçi, insancıl ve uygarlık ilkeleri,
peygamberin vefatından sonra, Dört Halife döneminin sonunda yaşanan siyasal çatışmalar
sonucunda büyük bir değişime uğradı.
Hz. Osman ile Hz. Ali döneminde, Hz. Muhammed’in İslamî öğretisine sahip çıkan Ehl-i
Beyt (ev halkı/aile) taraftarı Müslümanlar ile köleci düzenin yıkılmasıyla çıkarları son bulan
Emevi aşireti arasında çatışmalar yaşandı.
İslam dininin özünün hakkıyla kavranılması için bu trajik olayların bilinmesi çok önemlidir:
1- Halife Hz. Osman’ın isyancılar tarafından evinde katledilmesi,
2- Halife Hz. Ali ile Şam Valisi Muaviye arasında Hz. Osman olayı nedeniyle yaşanan savaş,
3- Halife Hz. Ali ile Hz. Muhammed’in eşi Hz. Aişe arasında yaşanan Fedek arazisi savaşı,
4- Hz. Ali’nin sabah namazında Hariciler (bugünkü Taliban) tarafından suikast sonucu şehit
edilmesi,
5- Hz. Ali’nin oğlu ve Müslümanların doğal Halifesi (lider/başkan) Hz. Hasan’ın zehirlenerek
suikaste kurban gitmesi,
6- Hz. Hüseyin’in, zulme uğrayan Müslüman halkın hakkını koruduğu için Kerbela çölünde
ailesiyle birlikte katledilmesi.
Bütün bu olayların ortaya çıkmasında Emevi kabilesinin büyük rolü vardır.
1 - İslam Peygamberi Hz. Muhammed, Mekke’deki köle düzenini yıkmak ve Allah’ın dini
İslam’ın evrensel ilkelerini hakim kılmak için müşrik kabilelerle ve Ben-i Ümeyye (Emevi)
kabilesi lideri Ebu Süfyan ile savaştı ve zafere ulaştı.
2- Hz. Muhammed’in amcasının oğlu ve 4. İslam Halifesi Hz. Ali, dönemin Emevi reisi, Ebu
Süfyan’ın oğlu Muaviye ile anayasal hukuku korumak için savaştı.
3- Hz. Ali’nin Oğlu Hz. Hüseyin, Muaviye’nin oğlu Halife Yezid’in iktidarına, köleci zulüm
düzenine karşı çıktığı için Kerbela’da katledildi.
(Bkz: Muaviye Bin Ebu Süfyan, Dr. İrfan Aycın, Fecr Yay., Ankara)
İslam tarihindeki bu olaylar, siyasi olarak değerlendirilse de asıl gerçek bu değildir.
Çatışmanın temeli siyasi değil, inançtır. Mantalite/zihniyet çatışmasıdır.
Allah’a ve Hz. Muhammed’e iman eden samimi Müslümanlar ile ilkel içgüdülerinin tutsağı
yaratıkların, köleci düzeni yeniden kurmak mücadelesidir.
İslam diniyle ve Müslümanlarla savaşan Emevi zihniyeti/mantalitesi bilinmeden, bugünkü
İslamcı örgütlerin zihniyeti anlaşılamaz.
İslam öğretisine açıkça karşı çıkan ve Müslümanlara açıkça düşmanlık yapanlara İslamî
literatürde/kavramda “Kafir” denilmektedir. Anlamı ise gerçeği örten, perdeleyen,
maskeleyendir.
İslam öğretisine inandığını söyleyip, gerçekte karşı çıkan ve Müslümanlarla gizlice savaşan
kişilere ise İslamî literatürde “Münafık” denilmektedir. Yani nifak yayan, fitne çıkaran,
bozgunculuk yapan, komplo düzenleyen, entrikacı.
Peygamberlerin gönderiliş sebepleri bilinmeden, dinler anlaşılamaz.
Allah’ın üstün özelliklerle yarattığı İNSAN, yeryüzünün en kutsal ve en değerli varlığıdır.
İnsana karşı işlenen suçlar, aynı zamanda Allah’a karşı işlenmiş suçlardır.
İnsanın emeğini sömürmek, haksızlık yapmak, zulüm, hırsızlık ve insanlık onurunu
zedelemek gibi suçlar birer insanlık suçudur.
İnanmadığı halde, kişisel çıkarlar için inanç sömürüsü yapan da Allah’a karşı suç işlemiştir.
Allah, severek, özenerek ve gururla yarattığı insana karşı yapılan bu suçları işleyenleri
affetmez ve asla cezasız bırakmaz.
Yüce Allah, insanlığa kurtuluş rehberi olarak gönderdiği Kur’an-ı Kerim’in, birçok ayetinde
insana “Aklını kullanmasını” tavsiye etmektedir.
İnsana, aklını kullanarak, emeğini ve inancını sömürtmemesini ve haksızlık yapanlara karşı
mücadele etmesini buyurmaktadır.
İnsan, aklını kullanarak, insana yaraşır bir şekilde uygar bir dünyada yaşama hakkına sahiptir.
Bu hakkı, insandan kimse alamaz.
İnsanlığın temel hedefi, Akla uygun yasalar yaparak ve bu yasalara uyarak, “Anayasal
uygarlık” kurmaktır.
İslam Peygamberi Hz. Muhammed, “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” diye
buyurmaktadır.
Peygamberin ahlâkıyla donanmış bir insan, tüm insanlığa ve canlılara yararlı işler yapar.
İslam’ın temel öğretisi şudur:
“Emr-i bil ma’ruf ve nehy-i anil münker.”
Türkçesi ise, “iyiliği emretmek/yaymak, kötülüğü ise yok etmektir.”
Her Müslüman’ın yapması gereken ibadetin özü aslında budur.
İyiliği yaymak ve kötülüğü yok etmek.
İnsanlığa ve doğaya yararlı işler yapmak.
Aklı kullanarak, bilimi ve teknolojiyi geliştirmek.
Kültür ve sanat temelinde kardeşlik, barış ve huzur dolu bir dünya kurmak.
Emevi zihniyeti ise bunun tam tersi, sömürgeci ve köleci bir düzen kurmayı amaçlar.
Dinci örgütler, asla bilim, teknoloji, kültür, sanat ve çevre gibi konularla ilgilenmezler.
Doğanın katledilmesinin, çevre felaketlerine neden olmasına duyarsız kalırlar.
Sanayi atıkları ve karbon salınımıyla oluşan küresel ısınma nedeniyle ortaya çıkacak afetleri
umursamazlar.
Tarih boyunca köleci düzenin piyonu/destekçisi olan dinci örgütler, din sömürüsü yaparak
güçlenmişlerdir.
Camilerde, kiliselerde topladıkları paralarla ve aldıkları bağışlarla kurdukları kolejler ve
medya organları aracılığıyla eğitimli robotlar yetiştirip, emperyalizmin emrindeki bürokrat
kuklaları devlet kademelerine yerleştirmektedirler.
İslam, insana ahlâklı birey olmasını öğütler.
Cemaatler ise, geleneksel dini öğretilerle bireyi robotlaştırır.
İslam, insana aklını kullanmasını öğütler.
Cemaatler ise, şeyhin, hocaefendinin vaazlarıyla aklı yok eder.
İslam, anne-babaya, akrabaya, komşulara iyiliği emreder.
Cemaatler ise, toplumu kendi çıkarları için kullanır.
İslam, hırsızlığı yasaklar.
Cemaatler ise kurdukları İslamcı holding ve sözde yardım dernekleriyle halkın parasını çalar.
Hz. Muhammed, “Komşusu aç iken bizden değildir” diye buyurur.
Dinci zenginler, sadece zekatlarını halka hakkıyla dağıtmış olsalar bile, İslam ülkelerinde
yoksul insan kalmaz.
Hz. Muhammed, “Çalıştırdığınız kişinin emeğinin karşılığını, alnının teri kurumadan veriniz”
diye buyurur.
Cemaatlere bağlı iş yerlerinde, atölyelerde, medyada, okullarda, bankalarda çalışanlar
robotlaştığından hak arayamaz, sendika kuramaz. Dinci kuruluşlarda hiç sendika yoktur.
Hz. Muhammed, “Yanınızda çalıştırdığınız kişiye, kendi yediğinizden yediriniz, kendi
giydiğinizden giydiriniz” diye buyurur.
Yani işçiyle işverenin aynı yaşam standardına sahip olmasını emreder.
Dinci örgütlerin ticari kuruluşlarında robot müritler, düşük maaşla, asgari ücretle çalıştırılır.
Ömür boyu bir ev sahibi olamaz, tatil yapamaz, insanca yaşayamaz.
Dinci örgütler, asla kültür ve sanatla ilgilenmez.
Sanat, bireyin duygu ve düşüncesini özgürce ifade etme aracıdır.
Sanatçılar, aydın kişilerdir. Akıllarını bir cemaatin tekeline teslim etmez.
Dinci örgütlerde ise, aklını kullanamayan düşünsel/zihinsel engelli robotlar asla sanatçı olarak
yetişemez.
Emevi dinci zihniyetinde müzik sözde haram olduğu için, dinci örgütler, radyo ve
TV’lerinde müzik yerine, sanat özelliği taşımayan ilkel ilahilerle müritleri/robotları tatmin
eder.
Çağdaş uygarlık düzeyine erişmiş ülkelerde, bilim adamı, aydın, gazeteci ve sanatçılar
toplumun gelişmesi ve refah düzeyinin daha da yükselmesi için çalışır.
Dinci cemaatlerin güdümündekiler ise, günümüz toplumuna hiçbir yararı olmayan
Emevi/Osmanlı düzenine övgüler düzer, çağdaş dünya için hiçbir yararlı üretim
gerçekleştiremez.
Ortaçağ’dan Fransız ihtilaline ve 21. yüzyıla kadar süren aydınlanma/çağdaşlaşma mücadelesi
hep şu kavramlarla ifade edildi:
“İlerici-gerici”, “Modernist/anti-modernist”, “Modern/postmodern”
Dinciler ise sorunu “Köylülük/Şehirlilik” gibi algılayarak, sahip oldukları son model
otomobiller ve teknolojik ürünlerle topluma modern olduklarını göstermeye çalıştılar.
Dinci zenginler, lüks saatler, pahalı eşarplar, tesettür defileleri, Capris otel sefaları ve
yazlıklar, lüks restaurantlarda davetlerle, İstanbul sosyetesiyle yarışa giriştiler.
Kanal 7’nin kükreyen sakallı spikeri bile Hürriyet gazetesindeki köşesinde, sonradan girmeyi
başardığı Nişantaşı alemini zevkle anlatıyordu artık.
İslamcı yazar Mehmet Şevki Eygi, Milli Gazete’deki köşesinde, bu sonradan görme şatafat
meraklısı dinci tüccarları sıkça eleştirirken; tiyatro sanatçısı Haldun Dormen de oynadığı
“Kibarlık Budalası” adlı oyunla ironik bir şekilde eleştirdi.
Emperyalizmin borazanı bazı medya yazıcılarına göre ise artık dinciler de modernleşmişti ve
Arabistan veya İran’daki gibi bir şeriat düzeni istemiyorlardı. Ülkede demokrasinin gelişmesi
ve sivilleşme (!) için toplumun hoşgörülü olması gerekiyordu. İslam ve Kürt sorununun bu
ülkenin gerçeği olduğunu ve statükonun (Laik düzenin) artık bu durumla yüzleşmesi
gerektiğini telkin ediyorlardı yazılarında.
Bu söylemler, aslında tarihsel emperyalist köleci-sömürgeci zihniyetin ülkemize dayattığı
“Demokratikleşme ve İnsan Hakları” propagandasıydı.
Bu durum, Kızılderili soykırımı yapan barbar ABD ile Afrika’yı köleleştiren AB’nin
Türkiye’nin AB üyesi olması için ön koşul olarak öne sürdükleri ”AB uyum
Yasaları”yla sömürü ağını güçlendirme çabasıdır.
Sorun aslında “İLKELLİK VE UYGARLIK” sorunudur.
İnsanlık tarihi boyunca UYGAR İNSANLAR ile KÖLECİ İLKEL/BARBARLAR
arasında yaşanan savaş, 21. yüzyılda daha şiddetli bir şekilde yaşanmaktadır.
Yeryüzünde ”İNSANLIK UYGARLIĞI”nın kurucusu Allah’tır.
Allah, kendi özellikleriyle yarattığı insanın, “uygar bir dünyada yaşaması” için uygarlık
rehberi kutsal kitaplar ve uygarlık önderleri peygamberler göndermiştir.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün, Türk Milleti’ne
gösterdiği hedef ise, “ÇAĞDAŞ UYGARLIK DÜZEYİNİN ÜSTÜNE ÇIKMAKTIR.”
Türk Milleti, uygar bir ulustur. Tarih boyunca kurduğu uygar devletlerde, yönetimi altındaki
halkları sömürmemiş ve soykırım yapmamıştır.
Vicdanı olan her uygar insan, emperyalistlere bu soruları sormalıdır:
Amerika kıtasını sömürgeleştiren İspanyollar mı uygardır; yoksa Türkler mi?
Kızılderilileri yok eden Amerikalılar mı uygardır; yoksa Türkler mi?
Irak’ta ve Afganistan’da vahşet yapan ABD mi uygardır; yoksa Türkler mi?
Afrika devletlerini sömürgeleştiren Avrupa devletleri mi uygardır; yoksa Türkler mi?
Hindistan’ı sömürgeleştiren İngiltere mi uygardır; yoksa Türkler mi?
Orta Asya Türk devletlerini yıllarca sömüren Rusya mı uygardır; yoksa Türkler mi?
Yeryüzünde adaletle hükmeden ve yüksek uygarlıklar kuran Türk Milleti, barbar Amerika ve
Avrupa devletlerinden daha uygar ve asildir.
Bunun en somut örneği, Anadolu’da binlerce yıl kardeşçe yaşayan Türk, Kürt, Zaza, Laz,
Arap, Süryani, Ermeni, Rum, Boşnak, Arnavut vb. halkların kardeşliğidir.
500 yıldır Afrika ve Amerika kıtasındaki halkları sömüren barbar ve emperyalist ABD ve AB,
Büyük Ortadoğu Projesi ile Türkiye’yi parçalamak için, “Asimetrik Psikolojik Savaş”
uygulamaktadır.
Bunun için de ülkedeki dinci ve etnik örgütleri kullanmaktadır.
Akıl, vicdan, ahlâk ve onur sahibi yurtsever her uygar insan, bu barbar saldırıya karşı
mücadele etmek durumundadır.
Bu mücadele, bir insanlık savaşıdır.
Tarihsel köleci ilkel yaratıklarla, uygar insanlar arasında yaşanan bir savaştır.
Bu savaşı, uygarlık kazanacaktır.
Atatürk’ün gösterdiği uygarlık bilincine sahip her yurtsever yurttaş, Çanakkale’de ve 1.
Dünya (Paylaşım) Savaşı’nda olduğu gibi dayanışma ve mücadele içinde olmalıdır.
Kur’an-ı Kerim’de Allah şöyle buyurmaktadır:
“Kafirler tuzak/komplo kurarlar. De ki Allah onların kurduğu tuzaklarını başlarına geçirir.”
Download