Document

advertisement
DÖNEMİNİN ORYANTALİST ÇALIŞMALARINDA I.DÜNYA SAVAŞINDA
ORTADOĞU’DA PAN- İSLAMİZM CİHAD-I EKBER VE HİLAFET ; “THE
MUSLIM WORLD” DERGİSİ ÖRNEĞİNDE
Emin ÖZDEMİR *
Özet
Genel olarak, Doğu ülkelerinin din, dil, tarih, kültür ve medeniyetlerinin Batılı
araştırmacılar
tarafından
incelenmesi
“oryantalizm”
yada
“şarkiyatçılık
olarak
tanımlanmaktadır. İlkçağlarda gelişen siyasi ve ticari münasebetlerle başlayan Batı’nın Doğu
merakı, Ortaçağ’da İslam’ın doğuşu ve yayılışı ile daha da artar. Yakınçağ’da sömürgeciliğin
yaygınlaşmasıyla
Doğu’ya yönelik araştırmalar sistemleşir, “oryantalizm” adı altında
akademik bir disipline dönüşür. Artık, Doğu, özellikle de İslam Dünyası, detaylı bir şekilde
incelenmeye başlanır. 19. Yüzyılın sonlarına doğru, Batılı sömürgecilerin İslam Dünyasına
yönelik tahakkümlerine karşı çıkan pan-islamist düşünce, oryantalist çalışmaların odağına
girer. I. Dünya Savaşı öncesi ve savaş boyunca pan-islamizm, hilafet ve cihad-ı ekberin İslam
Dünyası üzerindeki etkileri yakından takip edilir. Yapmış olduğumuz bu çalışma ile 1911
yılında yayınlanmaya başlayan “The Muslim World” isimli misyoner dergisine göre, savaş
boyunca pan-islamizm, hilafet ve cihad-ı ekberin
İslam Dünyasındaki etkileri
sorgulanacaktır.
Anahtar Kelimeler: Oryantalizm, The Muslim World Dergisi, Hilafet, Pan- İslamizm
*
Doç.Dr., Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Öğretim Üyesi
1
PAN-ISLAMISM JIHAD-E-AKBAR AND CALIPHATE IN THE MIDDLE EAST AT
THE WORLD WAR I AT THE ORIANTALIST STUDIES OF TIME; AT THE
EXAMPLE OF THE “MUSLIM WORLD” MAGAZINE
Abstract
In general, the studies which are made by western researchers on the religion,
language, history, culture and civilization of Eastern countries are called “orientalism”. The
east curiosity of the west emerged at ancient times with political and commercial relations and
it have increased with the birth of Islam at the middle ages. With the expansion of colonialism
at the modern era, oriental studies became systematized and turn to be an academic discipline
under the name of “orientalism”. East, especially Islamic World has begun to be studied in
depth. Toward the end of the 19th century, the idea of Pan-Islamism, which stands against to
western colonialists’ domination, enters into the focus of orientalist studies. Before and during
the World War I the effects of Pan-Islamism, Caliphate and Jihad-e-akbar on the Islamic
world are followed closely. With this study the effects Pan-Islamism, Caliphate and Jihad-eakbar on the Islamic world during the war is going to be questioned according to a missionary
magazine “The Muslim World” that began to be published at 1911.
Key Words: Oryantalizm, Caliphate, Pan Islamism, The Muslim World Magazine
Giriş
Doğu ülkelerinin başta din, dil, tarih olmak üzere kültür ve medeniyet sahasında
ürettikleri bütün ürünlerin batılı araştırmacılar tarafından incelenmesi eylemi “oryantalizm”
yada “şarkiyatçılık olarak tanımlanmaktadır. “Batı” ve “Doğu” kavramları, yön veya farklı iki
coğrafi bölgeyi anlatmakla birlikte, aynı zamanda birbirinden farklı kültür dünyalarını ve medeniyet
merkezlerini ifade
etmektedir.
İlk çağlarda Batı’yı
Yunanlılar,
Doğu’yu ise
Ön Asya ve
Orta Asya’da kurulan medeniyetler temsil etmişlerdir. Henüz İlkçağlarda Batı’nın Doğu’yu tanıma
merakıyla başlayan incelemeler, sonraki yüzyıllarda artarak devam eder. Coğrafi keşifler ve sanayi
inkılabı sonrasında sömürgecilik zihniyetinde yaşanan değişimler, ötekini tanıma arzusunu artırır.
Bunun sonucunda da Batı’da Doğu araştırmaları, oryantalizm adı altında akademik bir disipline
dönüşür. Sanayi inkılabı ile birlikte yeni sömürge alanlarına olan ihtiyacın artması Batı’da
2
Doğu araştırmalarının sistemleşmesini sağlar. Bu dönemde sömürgecilik ile oryantalizm
arasında Fransız düşünür Micheal Faucault’un ortaya attığı bilgi-iktidar ilişkisi üzerinden bir
bağ kurulur.
Bu ilişkiye Batı’nın sömürgecilik tarihinden bir çok örnek vermek de
mümkündür. Lord Curzon’un 27 Eylül 1909’da Lordlar Kamarası’nda yaptığı konuşma, bu
ilişkiyi oldukça sarih bir şekilde ortaya koymaktadır. Curzon, konuşmasında oryantalizmin
İngiliz sömürgeciliği açısından ne denli gerekli olduğunu şu sözlerle vurgulamıştır: “Doğu
insanının yalnız dillerine değil, törelerine, hissiyatına, geleneklerine, tarihine, dinine de aşina
olmamız, Doğu ruhu diyebileceğimiz şeyi anlama maharetimiz, kazanmış olduğumuz mevkii
gelecekte de koruyabilmemizi sağlayacak tek dayanaktır.”(Mertcan,2007: s.11).
Sömürgeci güçlerin emrine giren oryantalistlerin artık en önemli vazifeleri, batılı
güçlerin doğudaki hakimiyetlerini pekiştirecek bilgiyi üretmek olur. Bu hakimiyeti tehdit
edecek bütün gelişmeler de yakından takip edilmeye başlanır. Bu bağlamda 19. Yüzyıldan
itibaren İslam’ın Avrupa sömürgeciliğine tehditkar yönleri, oryantalist çalışmaların odağına
girer.
Batılı devletlerin en önemli çekincesi, sömürgelerindeki toplu isyanlar, sömürge
yönetimini zorlayan direnişlerdi. Müslüman olmayan sömürgelerinde bu denli bir direnişle
karşılaşmayan Avrupalı Devletler, bu direnişi besleyen
“Cihad”, “Hilafet”, “İslam
dayanışması” gibi kavramlar ve kurumları incelettirirler. Sömürgeciler, direnişlerin arkasında
yatan gücü, “Panislamizm”, Panislamist eğilimleri
teşkilatlandıran ve ortak bir hedefe
yönelten yapıyı da “Hilafet” olarak teşhis ettiler. Neticede “Hilafet” ve “Panislamizm” bu
araştırmaların değişmeyen başlıkları ve konularını oluşturur(Mengüşoğlu,2010: s.64.).
1. İttihad-ı İslam Düşüncesinin Doğuşu
Batı literatüründe, ilk olarak Fransız-İngiliz ve
Rus diplomatik yazışmalarında
kullanılan Pan-İslamizm ya da Osmanlı Türkçesinde kullanıldığı şekliyle İttihad-ı İslam
terimi, bir kavram ve düşünce olarak ilk defa Yeni Osmanlılıların Avrupa yayınlarında
kullanılır (Hülagü,1994:s.5). XIX. yüzyıla hemen her alanda Batılı devletlerin ağır baskısı
altında giren İslâm dünyasında Avrupa’nın sömürgeleştirme hareketine karşı koyabilmek ve
İslâm toplumunun Batı karşısında gerilediğini hissettiği alanlarda gelişmesini sağlayabilmek
için dünya İslâm dayanışması fikri geliştirilir. İslâm’ın özünde var olan birlik ve kardeşlik
ruhunun Osmanlı’nın temsil ettiği hilâfet kurumu etrafında modern anlamda siyasî ideoloji
3
olarak formüle edilmesi, Tanzimat döneminin aydınları olan Yeni Osmanlılar tarafından
gerçekleştirilmiştir (Türköne,2001:60).
Pan- İslamizm’in doğuşu ve ortaya çıkış nedenleri günümüze kadar tartışıla gelmiş ve
bir çok tez ortaya atılmıştır. Bir görüşe göre, Pan- İslamizm fikri, sömürgecilik yarışında
ortaya çıkan rekabetin ürünü olarak Batı’dan İslam ülkelerine ihraç edilen bir düşünce sistemi
olarak
belirtilirken, başka bir görüşe göre ise, Osmanlı Devleti’nde ittihad-ı anasır
düşüncesinin zayıflamasının bir sonucu olarak ittihad-ı İslam düşüncesi, bir kurtuluş reçetesi
olarak ortaya çıkmıştır (Hülagü,1994:s.12).
Bu görüşler bir yana, Osmanlı basını ve kamuoyunda yoğun bir şekilde tartışılan ve
kitle ideolojisine dönüştürülen
Pan- İslamizm ya da İttihad’ı İslam’ın II. Abdülhamid
devrinde belirgin bir şekilde devletin iç ve dış siyasetinde etkili olduğu bir gerçektir. II.
Abdülhamid’in tahta geçmesinden kısa bir müddet sonra ilan edilen 1876 Anayasası bu
gerçeği haber vermektedir. Anayasa sadece İslam’ı devletin resmi dini olarak tavsif etmekle
kalmayıp, aynı zamanda
Osmanlı sultanına halife unvanıyla İslam’ın koruyuculuğu
misyonunu da resmen yüklemiştir (Özcan,1994: s.54). 1877-1878 Osmanlı Rus savaşında
devletin büyük toprak kayıpları,
1881’de Tunus’un Fransa tarafından işgali,
1882’de
İngiltere’nin Mısır’a girmesi ve sair gelişmeler, II. Abdülhamid’i, devletin bütünlüğünü
muhafaza edebilmek ve çökmekte olan imparatorluğu sömürgeci devletlerin tasallutundan
kurtarmak, Avrupa’dan gelen tecavüzlere karşı koymak ve nihayetinde sömürgeleştirilmiş
olan İslam coğrafyasındaki batılı idarelere son vermek
gayesiyle
İslam ülkelerini
birleştirmek üzere Pan- İslamizm’i devletin resmi politikası haline getirmeye sevk eder
(Hülagü,1994: s.13).
Halife unvanıyla ülke içinde toplumsal dayanışmayı gerçekleştirmeye yönelik bir
siyaset izleyen II. Abdülhamid, dış dünyada hilafetin fonksiyonlarını genişletmeyi
amaçlamıştır. Hilafetin dış siyasetteki fonksiyonlarından biri kurumun Müslüman halklar
üzerinde hamilik vasfını kullanarak aralarındaki her türden anlaşmazlıkları çözmeye ve
birleştirici olmaya gayret etmiştir. Bunun yanında İslam kamuoyunda imaj olarak tek
halifenin varlığı ve her konuda ilk merci olduğu anlayışını hakim kılmaya çalışmıştır
(Turan,2008: s.287).
Hilafetin işlevsel gücünü ön plana çıkarmak isteyen II. Abdülhamid’in bu amacına
ulaşabilmek için sömürge altında yaşayan Müslüman topluluklara Kuran’ı Kerim ve dini
kitaplar göndermek, Müslüman devletler arasındaki problemlere arabuluculuk yapmak gibi
simgesel faaliyetlerde bulunur. Siyasi saha da ise, yine sömürge
4
altında kalmış, İslam
toplumlarına yardımcı olmak, onları himaye ettiği izlenimini verecek çalışmalar, bu
faaliyetlere örnek niteliğindedir (Eraslan,2011: s.424).
Bununla birlikte II. Abdülhamid döneminde İslâm âleminde ortak bir şuurun uyandığı
inkâr edilemez. 1877-78 Rus Harbi’nden itibaren Osmanlı Devleti’ni ilgilendiren
milletlerarası gelişmelerde, özellikle de 1890’lardaki Ermeni olayları ile Osmanlı-Yunan
Savaşı’nda dünya Müslümanlarının ortaya koyduğu tepki ve Hicaz demiryolu projesinde
sergilenen olağan üstü dayanışma, söz konusu şuurun göstergeleri olmuştur. Bu hususta II.
Abdülhamid’in gerek şahsiyet olarak gerekse bizzat gelişmeleri yönlendiren kişi sıfatıyla
merkezî konumda bulunduğu açıktır. Abdülhamid’den sonra Osmanlı idaresini ellerine alan
İttihatçılar onun siyasetinin mirasından faydalanma yoluna gitmişlerdir. Trablusgarp ve
Balkan savaşlarında İslâm âleminden destek alabilmek için ittihâd-ı İslâm’a yapılan vurgular,
I. Dünya Savaşı’ndaki cihâd-ı ekber ve cihâd-ı mukaddes ilânlarıyla en üst düzeye çıkmıştır
(Özcan,2001:475).
Cihad-ı Ekber ilanının fikir babası olan Almanya, bir çok faktörün yanında, dünyanın
dört bir tarafına yayılmış bulunan Müslümanların sağlayacakları katkıları düşünerek Osmanlı
Devleti’nin kendi müttefiki olarak Birinci Dünya Savaşı’na katılması yolunda büyük gayretler
sarf etmiştir. Eğer Osmanlı Devleti savaşa sokulabilirse bu takdirde Türk ırkından olmayan
diğer Müslüman milletlere de cihad-ı ekber ilan edilmek suretiyle halifenin manevî otoritesi
ile tesirde bulunulabilecek, her millete mensup Müslüman gönüllülerin Türk ve Alman
subayları tarafından kumanda edilmesiyle İslam aleminin uyandırılması, Arapların ve Afgan
Emiri’nin elde edilmesi ve yardımının sağlanması sayesinde Hindistan istila edilebilecek ve
bu suretle oradaki yetmiş bin Hintli Müslüman’ın ayaklanması mümkün olabilecekti. Nil
vadisi yoluyla Habeşistan Müslümanlarına varılmak suretiyle bunlar tahrik ve Doğu Afrika
Almanyası’na da yardım edilmiş olunacak, böyle bir olayla da Osmanlı Devleti askerî sahada
yapacağı katkıdan çok daha fazlasını siyasî-dinî alanda gerçekleştirecekti. (Hülagü,1994:
s.23).
2. The Muslim World Dergisinde Pan –İslamizm Hilafet ve Cihad-ı Ekber
Osmanlı aydınlarının modern bir fikir olarak İslam dayanışmasını ifade etmek için
kullandıkları İttihad-ı İslam terimi, ilk olarak 1868’ten sonra dile getirilmiş, Panislamizm
kavramı ise, Batılı akademik literatürde ilk defa 1877-1878 Osmanlı Rus savaşı sonrası
kullanılmıştır. Bu konuda Gabriel Charmes’in Paris’ te basılan L’Avenir de la Turquie Le
5
Panislamisme
başlıklı kitabı örnek verilebilir. Charmes bu kitabın “L’situation
Turquie” bölümünde Abdülhamid’in hilafet kurumuna
de la
dayalı “Pan İslamist Politika”
izlemek zorunda olduğunu yazmıştır (Mengüşoğlu,2010: s.64). Bu terime İngilizce neşriyatta
ilk olarak Wilfred W. Scawen Blunt'ın Ocak 1882'de Fortnightly Review'de yayımladığı "The
Future of Islam" başlıklı makalelerinde rastlanır. Daha sonra da yaygın olarak kullanılan
terim, 1890'lardan itibaren çok sayıda müstakil makalenin başlığını teşkil etmiştir.
Oryantalist
çalışmalarda
da
kavram,
dönemin
Pan-Cermenizm,
Pan-Slavizm
gibi
akımlarından hareketle daha çok olumsuz anlamda ve Müslümanlar arasında Batı'ya karşı
organize edilen tehlikeli bir askeri teşkilatlanma olarak sunulmuştur. (Özcan,2001:470)
II. Abdülhamid dönemi boyunca oryantalist eserlerde tartışılan Pan- İslamizm ve bu
olguyu besleyen cihad ve hilafet gibi kavramlar, Osmanlı Devleti’nin Almaya safında savaşa
girmesi ile birlikte Batılı İslamologlar tarafından dini ve siyasi yönleriyle daha derin bir
şekilde incelenmeye başlanır. 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın ilk yarısında Müslümanlara
yönelik faaliyetleriyle önemli oryantalist misyonerler arasında yer alan, başlattığı Arabistan
Misyonerliği’nden dolayı kendisine “İslam’a gönderilen elçi” denilen Samuel Marinus
Zwemer’in editörlüğünde 1911 yılında Missionary Review Publishing Company tarafından
New York'ta yılda dört sayı halinde çıkarılmaya başlayan The Muslim Word isimli misyoner
oryantalist dergide de bu kavramlar ele alınır(Güngör,2014:189), (Köse,2006;271).
Dergi’nin yayın hayatına başlaması ile birlikte
Pan- İslamizm’in etkilerinin
sorgulanabileceği ilk vaka Trablusgarb savaşı olmuştur. I.Dünya Savaşı öncesinde I.
Abdülhamid’in iktidarı boyunca altyapısını oluşturduğu Pan- İslamist siyasetin etkileri
1911’de İtalya’nın Trablusgarb’ı işgalinde yaşanmıştı. Uluslar arası hukuka aykırı bir şekilde
gerçekleşen bu saldırı, İslam ülkelerinin toprak bütünlüğüne yönelik tecavüzlere karşı duyarlı
olan Hint Müslümanlarını eyleme geçirmiş, Hindistan’ın çeşitli kentlerinde düzenlenen
toplantılarda İtalyanların Trablusgarp’a saldırıları kınanırken Osmanlı halifesini desteklemesi
konusunda İngiliz yönetimine başvurulmuştu.
Savaşın başladığı günlerde ise, Osmanlı
subayları direnişi örgütlemek için Mısır ve Tunus yolundan Trablusgarp’a gitmişler, Tehlike
dolu bu yolculukta, İngiliz sömürgesi olan Mısır halkı Türklere büyük destek vermiş, Tunus
ve Mısır yoluyla erzak vs. Trablusgarp’a gönderilmişti (Kerimoğlu,2012: s.165).
The Muslim World Dergisinde, 1912 Ekiminde W. R. W. Gardner tarafından
yayınlanan “Cihad” isimli makalede, Trablusgarb Savaşında Pan-İslamist siyasetin etkileri
sorgulanır. Özellikle, bu siyasetin savaş boyunca Mısır Müslümanları üzerindeki tesirleri
değerlendirilir. Gardner’e (1912: s.347) göre, Savaşın başlamasından itibaren, Mısır
Müslümanları arasında Trablusgarb’da gerçekleşen cihad ile ilgili her hangi bir kıpırdanma
6
gerçekleşmemiş, hiç kimse Trablusgarb’a yardım etme noktasında bir teşebbüste bulunmamış,
her hangi bir açıklama yapma ihtiyacı dahi hissedilmemiştir.
Mısır Müslümanlarının bu tavrını, Mısır ulemasının cihad anlayışı ve bu kavrama
yükledikleri yoruma bağlayan
Gardner, Muhammed Reşid Rıza’nın Manar dergisinde
1911’de yayınladığı makalesinde de cihad konusunda yaptığı değerlendirmeleri ön plana
çıkarmıştır. Galdner,(1912) “Reşid Rıza’nın cihadı büyük ve küçük olmak üzere ikiye
ayırdığını, Büyük cihadın,
kişinin nefsiyle
mücadelesi olduğunu, küçük cihadın ise,
müminlerin inançlarına saldırı olduğu takdirde, inançları için savaşması şeklinde
tanımlamıştır. Reşid Rıza, bazı İslam ulemasının iddia ettiği gibi, cihadın Müslümanların
gayri Müslimlerle savaşı olmadığının altını çizmiş, cihadı inanmayanların yok edilmesi
şeklinde yorumlayanların ise, bilgisizlikten bu tevili getirdiklerini açıkladığını”(s.377-378)
belirtir.
İslam ulemasının cihad mevzunu dini ve siyasi yönleriyle
detaylı bir şekilde
tartıştığını belirten Gardner, halifenin her hangi bir savaş durumunda bütün Müslümanları
cihada çağırması halinde, bu çağrıya Müslümanların nasıl bir reaksiyon göstereceklerini,
dönemim İslam ulemasının bu konu hakkındaki yorumları üzerinden açıklamaya çalışır. Bu
konuda, İslam’a yeni bir yorum getirme
gayreti içinde olan Dr. Muhammed Badr’in
görüşlerini ön plana çıkaran Gardner’e göre, Muhammed Badr, cihadı, İslam ülkelerine
yapılan tecavüze karşı verilecek mücadele olarak yorumlamış, halifenin kutsal bir savaşa
çağırması durumunda bütün Müslümanların buna katılması gerektiğini belirtmiştir. Ancak
Galdner’e göre, Muhammed Badr, cihad konusunda yapılan tecavüzü dini ve siyasi boyutuna
göre tefrik etmiştir. Bu tefrike göre, cihadın sadece İslam’ı yok etmek isteyenlere karşı ilan
edilebileceği, bu durumda bu çağrıya bütün inananların buna iştirak etmesi gerektiğini
vurgulamıştır. Tecavüz siyasi nedenlerden kaynaklanıyorsa, cihada iştirak zorunluluğu
yoktur. Galdner’e (1912) göre,
Muhammed Badr, bu mülahazasını, Trablusgarb savaşı
üzerinden şu şekilde somutlaştırmaya çalışır; “ İtalya’nın tecavüzünde
İslam’a ve
kurumlarına saldırılmıyorsa cihad kanunsuzdur. Eğer, İtalyan hükümeti, Trablusgarp’da
İslam hukukunun uygulanmasına engel
olup, kendi kanunlarını uyguluyorsa cihad
meşrudur.” (s.347).
Ulemanın bütün bu değerlendirmelerinin Ortodoks Müslümanlar üzerinde herhangi
bir tesirinin olmadığını da vurgulayan Galdner’e göre, eğer bir Müslüman ülke gayri
Müslimlerce saldırıya uğramışsa, Ortodoks Müslümanların, İslam hukukunun yada
müesseselerinin zarar görüp, görmemesine bakmazlar, saldırgan karşısında cihad duygusuyla
7
hareket ederler. Trablusgarb’da Ahmet bin Sunusi, cihad ilan etmese de yanında savaşan
yerli Müslümanlar cihad duygusuyla savaşmışlardır.
Büyük savaş öncesinde bloklaşmansın netleşmesiyle, Almanya’nın muhtemel bir
savaşta Osmanlı devletini yanına alarak İngiltere, Fransa ve Rusya’nın sömürgelerindeki
Müslümanları ayaklandırma projesi,
Avrupa kamuoyunda konuşulan tezler arasındaydı.
Nitekim Almanya’nın İslâm silahını ilk ne zaman gündemine aldığı konusu tam net
olmamakla birlikte, II. Wilhem’in 1896 yılı Ocak ayında Rus elçisiyle yaptığı bir görüşmede
İngiltere’ye karşı Almanya’nın bu silahı kullanabileceğini açıkça ifade ettiği bilinmektedir.
Öte yandan uzun yıllar Türkiye’deki Alman askerî misyonunun başında görev yapan Colmar
von der Goltz da, İngiltere’ye karşı muhtemel bir savaş durumunda potansiyel müttefiki
olarak gördüğü Türkiye’nin Mısır ve Sudan’ı yeniden geri kazanmasının hiç de
zor olmayacağını, zira 50 milyon Müslüman’ın Türkiye’yi desteklemeye hazır olacağını
daha 1899’da dile getirmişti(Kon,2001: s.227).
Savaşın ayak seslerinin duyulması ile Pan-İslamizm kavramı üzerine Batı literatüründe
tartışmalar artarak devam eder. The Muslim World Dergisinde de bu kavram analiz edilir.
1912 Ekiminde “Pan İslamizm nedir?” başlıklı yazıda, bu kavramın, Doğumu, Batımı
kaynaklı olduğu hakkında tartışmaların devam ettiği, Bu konuda özellikle Avrupa’da bir çok
çalışma yapıldığı hatırlatılır. Review of Religious dergisinde yayınlanan bir makalede yapılan
yorumlar ön plana çıkartılarak, bu kavramın ortaya çıkışı ile alakalı olarak, İtalya ve
Almanya’daki ruhbanlar suçlanmış, onların, Pan- İslamizim
adı altında İslam’ı terörüze
etmeye çalıştıkları iddia edilmiştir. Makaleye göre, “Eğer Pan-İslamizm, Dünyanın farklı
yerlerinde Hristiyan devletlerin hakimiyetinde yaşayan Müslümanların, toplu bir şekilde bağlı
oldukları yönetimleri devirmeye çalışmaları ise” bunun işe yaramaz bir plan olduğu ve bu
düşüncenin Alman ve İtalyanlar tarafından atıldığı belirtilmiştir( What is Pan- Islamism,1912:
s.409).
Savaş başladıktan sonra İtilaf devletlerince
tarafsız kalması için büyük çaba
harcanmasına rağmen Almanya yanında savaşa girme kararı alan Osmanlı Devleti, savaşa fiili
olarak katılmasının ardından savaşı yönlendirme noktasında daha evvel denemediği bir tedbir
almış ve “Cihad-ı ekber” ilan etmişti. Bu çerçevede aralarında İbni Suud ve İbni Reşid gibi
Arap Yarımadası’nın önemli liderlerinin olduğu geniş bir coğrafyaya cihad beyannamesi
resmi ellerden gönderilmeye başlanmıştı. Savaşın kaderini değiştirmesi umulan bu
beyannamenin ilan edilmesi ile Türk basınında geniş yer bulması, Anadolu’nun çeşitli
şehirlerinde cihada halkın büyük bir coşkuyla cevap verdiğine dair duyumların gazete
8
sütunlarında yer alması, başta İngiltere olmak üzere İtilaf devletlerinin endişelerini artırır
(Polat,2010: s.100).
Cihad-ı ekberin ilanıyla birlikte İslam coğrafyasındaki etkileri, The Muslim World
dergisince yakından takip edilir. 1915 Haziranında yayınlanan sayıda yer alan “ Filistin
Müslümanları ve Savaş” isimli makalede, cihadın bölge Müslümanları üzerindeki etkileri
sorgulanır. Makaleye göre, Almanya, Ortadoğu’da özellikle Suriye ve Filistin bölgesinde ilan
edilen cihad üzerinden
yürüttüğü
propaganda faaliyetleri ile savaşı, kutsal bir savaşa
dönüştürme çabasına girer. “İngiltere’nin, bütün Müslümanları yok etmek için planlar
yaptığı” söylemi, Arap kabileleri arasında Alman propagandacıları tarafından yayılmakta,
böylelikle bu bölgedeki Müslümanlar kışkırtılarak Mısır üzerinde bir baskı oluşturulmaya
çalışılmaktadır (Scrimgeour,1915: s.302).
The Muslim Word dergisinde, savaş boyunca oryantalist literatürde Pan- İslamizm
üzerine yapılmış çalışmalarda takip edilir. 1915 Ekiminde çıkan sayıda “ Alman Misyonerler
Gözüyle Savaş ve İslam Dünyası”, isimli makalede, Alman misyonerlerin Pan-İslamizm
üzerine değerlendirmelerine yer verilir. Bu değerlendirmelerde, ilan edilen cihad fetvasının,
savaş boyunca Almanya açısından sağlayacağı pratik faydalarının ötesinde, özellikle
Müslüman, Hıristiyan topluluklar arasındaki ilişkiler, misyonerlik ve sömürgecilik faaliyetleri
üzerinde bırakacağı izler üzerinde de durulur (Weitbrecht,1915: s.340).
Savaşın
ateşinin
yükselmesiyle
birlikte
Osmanlı
ve
müttefiklerinin
İslam
coğrafyasında Müslümanları savaşa motive edebilmek için yaptıkları propaganda faaliyeleri
de dergi de sıklıkla yer alır. Dergideki, “Kuzey İran’da Cihada Çağrı” isimli
değerlendirmede, yapılan propaganda faaliyetlerinden örnekler şu şekildedir; “Sizi ordumuza
cihada katılmaya davet ediyoruz neden biliyormusunuz? İslam düşmanları sizi her yerden
ateşle kuşattı. Bütün Müslümanların yüzünü döndüğü Mekke’ye bir bakın, tarihinizi okuyun
Müslümanlar, eğer onurunuzu düşünüyorsanız, Hıristiyanların kölesi olarak yaşamaya devam
etmek istemiyorsanız cihada katılın”( A Call to Jihad in Northen India,1915: s.434).
“Kuzey İran’da Durum”, isimli makalede ise, İran’da özellikle Kürtler arasında Panİslamist propagandanın etkileri şu şekildedir; İran bölgesinden gelen mektuplar ve alına
bilgilere göre, bu bölgede yaşayan İran vatandaşı olsun yada olmasın bütün Kürtler kutsal
savaş adına ve bölgeyi işgal etmek isteyen yabancı güçlere karşı kışkırtılmaktadırlar. Bu
bölgede Müslümanlar arasında verilen vaazlarda itilaf Devletlerinin bütün İslam dünyasını
yok etmek üzere birleştikleri, İngilizlerin Mekkeyi ve Peygamberin naşını ele geçirmek için
harekete geçtiği anlatılmaktadır. Bu propagandalardan etkilenen Müslüman ahali arasında
9
yapılan en yaygın konuşma ise şudur; “ Eğer İslam orduları kaybederse, bizde varlığımızı ve
birliğimizi kaybederiz” (The Stuation in the West Persia,1915: s.90-93).
Bu propaganda faaliyetleri çerçevesinde, Mekke ve hac farizasının etkili bir şekilde
kullanılmasına yapılan vurgu ise dikkat çeken konular arasındadır. Zira, Mekke’nin İslam
dünyası açısından önemi aynı zamanda dünyanın değişik yerlerinde yaşayan Müslümanların
hac ibadeti için burada toplanması, Pan-İslamist propagandanın uygulanabilmesi için
mükemmel bir ortam oluşturmuştur. The Muslim World dergisinde, Almanya’nın maddi
desteğini alan Türklerin, hac farizası için toplanan Müslümanlara yönelik yürüttükleri
propaganda faaliyetlerinden de bahsedilmiştir (Macca as a Fulccrum for the Allies,1915:
s.214.). Dergide, savaş boyunca yapılan bu propaganda faaliyetlerinde genelde Almanya
faktörü ön plana çıkartılır. “ Almanya tarafından üretilen Kutsal savaş” isimli makalede,
Falkenstein’in, sömürgelerdeki Müslümanları İngiltere ve Fransa’ya karşı kışkırtıcı
mektupları deşifre edilir. Bu mektuplarda, Müslümanların birleşmeleri halinde geçmişte
olduğu gibi sömürgeci devletlere karşı tekrar zafer kazanabileceklerinin hamasi bir lisanla
anlatıldığı belirtilir (The Holy War made in Germany,1916: s.312-322).
Büyük savaşta çoğu zaman Almanya’nın planlaması ve desteğiyle yürütülen Panİslamizm propagandasından beklenen sonuçlarının çoğu gerçekleşmez. Hatta, 1916
ortalarından itibaren alevlenen Arap isyanı, bu politikayla savaşın kazanılamayacağının ilk
habercisi olur. Şerif Hüseyin ve oğullarının ayaklanması 1916 yılı Haziran ayı başlarında
başlar. Hüseyin, Arap yarımadasındaki diğer aşiretlerin de desteğini almak için isyan etme
gerekçelerini bir beyanname ile açıklar. Şerif Hüseyin Hicaz’ın idaresinin babadan oğla
geçmek suretiyle kendisine ait olduğunu, dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin idareyi kendisine
bırakmasını ister. Osmanlı hükümeti ise bir karşı hamle yaparak Hüseyin’in yerine Şerif Ali
Haydar’ı Hicaz Emiri tayin eder. Buna tepki olarak önce Mekke’yi işgal eden Hüseyin, isyanı
bütün Arap Yarımadası’na yaymak amacıyla harekete geçer (Nizamoğlu,2013: s.124).
Savaşın sonuna doğru, The Muslim World dergisinde artık Arap isyanları ve Panİslamist siyasetin başarısızlığının nedenleri mercek altına alınır. Dergi’nin yayıncısı Zwemer,
Ekim 1916’daki sayıda “Araplar ve Türkler” başlıklı yazısında bu gelişmeleri değerlendirir.
Zwemer’e göre, Almanya’nın her türlü desteğiyle yürütülen Pan-İslamist siyasete rağmen
Arap isyanları ve sonucunda Mekke ve Medine gibi kutsal yerlerin Arapların kontrolüne
geçmesi şaşılacak bir durum değildir. Çünkü bütün bu faaliyetler, Araplar arasında Türklere
karşı bir antipatiyi silememiştir. Bu antipatinin kaynağı ise, tarihsel nedenlere dayanmaktadır.
Vahhabi ayaklanmaları ve Yemen’de vergi meseleleri yüzünden çıkan ayaklanmalar buna
örnektir. Zwemer,(1916) özellikle son dönemlerde bu antipatinin yükselmesini şu şekilde
10
değerlendirir; “ Abdülhamid’in hicaz demiryolunu inşa ettirerek otoritesini güçlendirdiği bir
dönemde Arap milliyetçiliğinin adeta bir tepki olarak yükselişe geçişi, Osmanlı’nın ani bir
şekilde savaşa girişi, bazı gerçekleri ortaya çıkarmıştır. Buda, Osmanlı’nın kutsal yerleri
korumadaki kifayetsizliği ve zaten Kureyş’e ait olan hilafetin Osmanlı
tarafından gasp
edildiği gerçeğidir. Türkler hilafeti ele geçirirken Arap medeniyetini de yok etmişlerdir. Şerif
Hüseyin önderliğinde Araplar birleşecekler ve eski parlak dönemlerine tekrar döneceklerdir.
Hindistan Müslümanları ise, kutsal yerlerin Türklerin elinden çıkarak Arapların kontrolüne
geçmesine şüpheyle bakacaklardır. (337-339)
1917’den itibaren Arap coğrafyasında Osmanlı idaresine karşı isyanın genişlemesiyle,
The Muslim World dergisinde, hilafetin İslam dünyasındaki yeri tartışılmaya başlanır.
Goldziher ile birlikte modern islamoloji-oryantalizm çalışmalarının kurucusu kabul edilen
Hurgronje’nin 1914 yılında verdiği dört konferans metninden oluşan Muhammedizim isimli
kitabındaki, bu konu ile ilgili değerlendirmelerine yer verilir (Hacak,2004: s.54). Kitabında
İslam dünyasında değişik toplumsal katmanlarda hilafetin algılanışındaki farklılıklar üzerinde
duran Hurgonje göre, Müslüman aydınlar ve tüccarlar arasında hilafetin önemi noktasında
bir gevşeme yaşanmasına rağmen, ulemanın tesiri altındaki geniş halk yığınları hala bu
kurumun etkisi altındadır. Hilafetin, sıradan vatandaşlar üzerinde etkisini devam ettirmesinin
temel nedeni ise, bu kurumdan beklenen gündelik pratik siyasi çıkarlardır. Müslüman aydınlar
arasında bile hilafetin ruhanimi? yoksa siyasi bir güç mü olduğu konusunda tam bir
mutabakat yoktur ( Editorials,1917: s.10).
Sonuç
Genel olarak Savaş süresince The Muslim World dergisinde Pan-İslamizm üzerine
yapılan yorumlar, döneminin oryantalist bakış açısından farklı değildir. Savaşın öncesinde
cihad ve hilafet gibi kavramların muhtemel bir büyük savaşta İslam dünyasındaki karşılığının
ne olacağı sorusuna cevap arayan The Muslim Word dergisinde, savaş boyunca Pan-İslamist
siyasetin etkileri değerlendirilmiştir. Bu konudaki haber ve yorumlarda bu siyaset üzerinde
daha çok Almanya faktörü öne çıkartılarak, savaşta ilan edilen cihad, dini boyuttan
uzaklaştırılarak
dünyevi ve siyasi yönleriyle ön plana çıkartılmaya çalışılmıştır. Arap
isyanının başlamasından sonra ise, Pan-İslamist siyasetin başarısızlıkları üzerinde
durulmuştur.
11
Kaynakça
Editorials.(1917) “Past and Future”, The Muslim World, Vol.7,Issue.1, ss.10-11.
Eraslan, Cezmi. (2011). “II. Abdülhamid ve Osmanlı Devletinin İslam Birliği Siyaseti”, Devr-i Hamid, Sultan
II. Abdülhamid, Cilt.1, ss.419-433.
Hacak, Hasan.(2004). “Christiaan Snouck Hurgronje ve İslam Hukuku ile İlgili Görüşleri” İslam Hukuku
Araştırmaları Dergisi,S.4, ss.45-61.
Hulagu, Metin.(1994). Pan-İslamist Faaliyetler, İstanbul, Boğaziçi Yayınları.
Gardner, W.R.W.(1912). “Jihad”, The Muslim World, Vol.2, Issue.4, s.347-357.
Güngör, Muhammed.(2014). “İslam Dünyasına Gönderilen Misyoner Elçisi; Samuel Marinus Zwemer ve
İslam’a Bakışı”, Dini Araştırmalar, C.11, S.44, ss.189-208.
Kerimoğlu, Hasan Taner.(2012). “Tarblusgarb ve Balkan Savaşları’nda Hind Müslümanları’nın Osmanlı
Devleti’ne yaptığı Yardımlar, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, XII-II, ss.161-181.
Kon, Kadir.(2011). “Almanya’nın İslam Stratejisi Mimarlarından Max Von Oppenheim ve Bu Konudaki Üç
Memorandumu”, Tarih Dergisi, S.53, ss.211-252.
Köse,Ali.(2006). “The Muslim World Maddesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.31, ss.271-272.
Mengüşoğlu, Muhsin Önal.(2010). “Panislamizme Oryantalist Bakışlar”, Umran, Kasım, s.64-72.
Mertcan, Hakan Mertcan.(2007). “ Oryantalizm-Sömürgecilik İlişkisi: Batılı Fatihlerin Kılıcından Alaeddin’in
Lambasına Aşk’ın Bitmeyen Serüveni”, Milel ve Nihal, Cilt.II, S.4, ss.12-28.
Yüksel Nizamoğlu.(2013). “1917 Yılında Hicaz Cephesi; Arap İsyanı’nın Yayılması ve Medine’nin Tahliyesi
Programı”, Bilig, S.66, s.123-148.
Türköne, Mümtaz’er.(2001). “İslamcılık Maddesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.23, ss.60-62.
Özcan,Azmi.(1997). Pan- İslamizm Osmanlı Devleti Hindistan Müslümanları ve İngiltere, (1877-1924), Ankara,
İsam Yayınları.
Özcan,Azmi.(2001). “İttihad-ı İslam Maddesi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt.23, s.470-475.
Polat, Gülsüm.(2010). “ Türk-Alman Propagandası Karşısında Arap Bürosu’nun Kuruluşu” Atatürk Araştırma
Merkezi Dergisi, Cilt.XXVI, ss.97-137.
Scrimgeour,F.J.(1915). “ The Moslems of Palestina and The War”, The Muslim World, Vol.5, Issue.3, ss.300304.
Turan, Namık Sinan.(2008). “ Osmanlı Hilafetinin 19. Yüzyılda Zorlu Sınavı: II. Meşrutiyet’e Giden Süreçte ve
Sonrasında Makam-ı Hilafet”, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, No.38, ss.281-322.
Weitbrecht, H.U.(1915). “Islam and The War From The German Missionary Point of View”, The Muslim World,
Vol.5, Issue,4. 1915. ss.340-346.
Zwemer, S.M.(1916). “ The Arab and Turk”, The Muslim World, Vol.6, Issue.4, ss.337-339.
“What is Pan- Islamism”.(1912). The Muslim World, Vol.2, Issue,4, s.409.
“A Call to Jihad in Northen India”.(1915). The Muslim World, Vol. 5, Issue.4, s.434.
“The Stuation in the West Persia”.(1915). The Muslim World, Vol.6, Issue.1, ss.90-93.
“Macca as a Fulccrum for the Allies”.(1915). The Muslim World, Vol.6, Issue.2, s.204
“The Holy War made in Germany”,(1916). The Muslim World, Vol.6, Issue.3,
12
s2.321-322.
Download