Hakimiyet Milletindir

advertisement
TÜRK
RESSAMLAR
1 NİSAN 2017
MAHMUT KARATOPRAK
192297
SAYI: 2017 / 04
FİYATI: 5 TL
NİSAN 2017
1984 Simavi Vakf› ve ‹stanbul Belediyesi Özel Ödülleri, 1977 Kültür
Bakanl›€› Özel Ödülü, 1977 ikincilik ödülü Skopje, 1973 üçüncülük ödülü
Marostica-‹talya ödüllerinin sahibi Mahmut Karatoprak 1953’te Kayseri’de
do€du, 1973’te Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek
Okulu’ndan mezun oldu. Önce Türkiye’de, sonra ‹sviçre ve Almanya’da
çeflitli gazete ve dergilerde çal›flmalar yapt›. 2002’de yerleflti€i Kayseri’de
bafllad›€› Erciyes Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ndeki ö€retim
görevlisi çal›flmas›n› aral›ks›z sürdürmektedir.
Hakimiyet
Milletindir
İngiltere
Kraliyet Tıp
Derneği’nin
ilk "Seçkin
Üyelik" ödülü
Prof. Dr.
Mehmet
Haberal’a
verildi Sh: 4
Tekin Özertem:
Cihangir
Dumanlı:
Hakimiyet
Milletindir Sh: 19 Demokrat
Cengiz Özakıncı: Atatürk Sh: 31
Avustralya’da Necdet Pamir:
Atatürk’e
"Enerjinin
ve Türklüğe Geleceği"
Karşı
Senaryoları
Propaganda Sh: 67
Sh: 13
Yaşar Öztürk:
Atatürk’
ten İki
Söylev Sh: 43
Başkent
Üniversitesi’ne
3. Uluslararası
Kalite Ödülü
Sh: 49
Bat›n›n bilimsel üstünlü€ünü Eski Yunan Çoktanr›c›l›€›n›n, Yahudili€in ve
H›ristiyanl›€›n bir baflar›s› olarak gösterenler, Do€unun bilimsel gerili€ini
tümüyle Müslümanl›€a ba€lamaktad›rlar.
Oysa Müslümanlar 827-1109 y›llar› aras›nda yeryüzünde bilimin tek öncüsü
durumundayd›lar; elinizdeki kitap bunun belgeleriyle dolu.
Abone
Olun
Bütün Dünya
Kapınıza
Gelsin
Bütün Dünya tüm okurlarına kaçırılmayacak bir fırsat sunuyor.
Dergisine düzenli olarak ulaşmak isteyen okurlarımız
yenilenen abonelik sistemimizle dergilerine daha kolay ulaşacak.
Bir telefonunuz veya e-posta mesajınızla aboneliğinizi başlatın,
bir yıl boyunca Bütün Dünya’nız her ay kapınıza gelsin.
Öğrencilere
50
%
İndirim
Öğrencilerimize yönelik %50 indirimli avantaj kampanyası yeni yılda da devam ediyor. Öğrencilerimiz öğrenci
belgelerinin fotoğrafını ileterek bireysel aboneliklerini
başlatabilir, %50 indirimli dergilerini
bir yıl boyunca her ay düzenli olarak
alabilirler.
Bütün Dünya Abone Servisi
Tel: 0541 725 74 11
E-posta: [email protected]
B Ü T Ü N K İ TA P Ç I L A R D A
Bütün Dünya
BAfiKENT ÜN‹VERS‹TES‹ KÜLTÜR YAYINI
Bütün Dünya
1 N‹SAN 2017
2000
Baflkent Üniversitesi
Ad›na Sahibi:
Prof. Dr. Mehmet Haberal
Yay›n Genel Yönetmeni:
Mete Akyol
Ufuk Akyol
Görsel Yönetmen
ve Yay›n Genel Yönetmeni
Yard›mc›s› :
Turgut Keskin
Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü:
Gülçin Orkut Akyol
Teknik Yap›m Yönetmeni:
Faruk Güney
Yay›n Dan›flman›:
Yaflar Öztürk
Türk Dili Dan›flman›:
Haydar Göfer
Sanat Dan›flman›:
Süheyla Dinç
E¤itim Dan›flman›:
Dr. Fatma Ataman
Düzeltme Sorumlusu:
Nükhet Aliciko¤lu
Baflkent Üniversitesi’nin bir
kültür hizmeti olan Bütün Dünya
2000, Baflkent Üniversitesi
kurulufllar›ndan
Aküm Reklamc›l›k, Dan›flmanl›k
ve Yay›nc›l›k Ajans› Sanayi ve
Ticaret A.fi.’nin 1. Cadde
No: 77, Bahçelievler, Ankara
adresinde haz›rlanm›flt›r.
Seçiciler Kurulu:
Prof. Dr. Nevzat Bilgin (An›sal Baflkan)
Prof. Dr. Ahmet Mumcu
Prof. Dr. Solmaz Do¤anca
Prof. Dr. Sevil Öksüz
Prof. Dr. Ender Varinlio¤lu,
Prof. Dr. Okay Eroskay
Prof. Dr. Fuat Çelebio¤lu,
Prof. Dr. Sedefhan O¤uz,
Prof. Dr. Levent Peflkircio¤lu,
Gürbüz Atabek, Kaya Karan,
Ayhan Erten, ‹lhan Banguo¤lu,
Ahmet Aydede, Ertan Karasu, Manuel Bilos
Sürekli Yazarlar:
Yahya Aksoy, Yücel Aksoy, A. Erdem Akyüz, Prof. Dr. Kemal Arı,
Sabriye Afl›r, Dr. Sıtkı Aydınel, Nuray Bartoschek, Kaya Boztepe,
Haluk Cans›n, Nevin Dedeo¤lu, Haluk Erdemol, Sema Erdo¤an,
Konur Ertop, Gürbüz Evren, Metin Gören, Mümtaz ‹dil,
Muzaffer ‹zgü, Nilay Karatosun, Filiz Lelo¤lu Oskay, Cengiz Önal,
Cengiz Özak›nc›, Saniye Özden, Tekin Özertem, Yaflar Öztürk,
Necdet Pamir, Zeki Sar›han, Sezin San Sungunay, Mete Tizer,
‹zlen fien Toker, ‹zmir Tolga, Melek fiirin Tolga, Mehmet Ünver,
Dr. Mehmet Uhri, Orhan Velidedeo¤lu, Dr. Ö¤üt Yazman,
Aylin Yengin, Halit Y›ld›r›m, Mustafa Y›ld›z
Okur-BütünDünya Yaz›flma Adresi:
[email protected]
Yönetim Merkezi:
10. Sokak No: 45, Bahçelievler, Ankara
Tel: (0312) 215 51 27-313
Faks: (0312) 222 90 07
‹letiflim Adresi:
Sedef Cad. 2446 Ada, 1. Parsel, A Blok,
Kat: 3, Da: 16, Ataflehir, 34750 ‹stanbul
Tel: (0216) 456 27 27 (pbx)
Faks: (0216) 456 27 29
Bask›: APA Uniprint Bas›m Sanayi ve Ticaret A.fi.
Had›mköy, ‹stanbul Cad. Ömerli Mah. No:159
Arnavutköy, 34555 ‹stanbul
Da¤›t›m: Yaysat
Bas›m Tarihi: 24 / 03 / 2017
www.butundunya.com.tr • [email protected]
1
YIL: 18 SAYI: 226
3 Beraber Yenelim
Dr. Ufuk Akyol
4
İngiltere Kraliyet Tıp
Derneği’nin İlk “Distinguished
Fellowship” Ödülü Prof. Dr.
Mehmet Haberal’a Verildi
9 Haberal Hocası Starzl’a Son
Görevini Yerine Getirdi
13 Atatürk’e ve Türklüğe Karşı
Propaganda
Cengiz Özakıncı
19 Hakimiyet Milletindir
Tekin Özertem
25 Erzurum Ermenilerinin
Kastamonu’ya Gönderilmesi
Gürbüz Evren
31 Demokrat Atatürk
Dr. Cihangir Dumanlı
35 Şeyh Sait Ayaklanması ve
Türk Devrimleri Cengiz Önal
40 Hakimiyeti Milliye
43 Atatürk’ten İki Söylev
Yaşar Öztürk
49 Başkent Üniversitesi’ne
3. Uluslararası Kalite Ödülü
51 Atatürk, TBMM ve Sonrası
A. Erdem Akyüz
54 Onlar ki Düşmanı Meydanda
Koyup… Zeki Sarıhan
57 İzmir Limanı ve Bombardımanı
Prof. Dr. Kemal Arı
62 Ahmet Oktay Konur Ertop
67 “Enerjinin Geleceği”
Senaryoları Necdet Pamir
2
73 16. ve 17. Yüzyıllarda Ankara
Yahya Aksoy
78 Demokraside Tersine Gidişler
Dr. Öğüt Yazman
82 Muazzez İlmiye Çığ’dan
Mektup Var
85 Yarının Büyüklerine
Nuray Bartoschek
87 Elektrik Dediğin Bir Büyülü
Peri!.. Sabriye Aşır
91 Pentheus Dionysos’a Karşı
Haluk Erdemol
96 Ünlülerin Biyografileri
101 Kafeler Mümtaz İdil
105 İlkbaharın Umut Çiçekleri
İzlen Şen Toker
108 Sporu Neden Sevmiyoruz?
Metin Gören
111 Demini Alan Gider Mehmet Uhri
115 II. Dünya Savaşının Kayıp
Hazine leri Aylin Yengin
119 3 Gezegen
123“Neler Olmuyor ki Dünyada
Sezin San Sungunay
127 Bülbülü Öldürmek Mehmet Ünver
132 Bizi İnsan Kılan Nedir?
134 En İyi Arkadaşınız Kim?
Nilay Karatosun
137 Phaistos Diski Alev Doğanca
139 Boş İnanışlar Çiçek Erdem
143 Ton Balığı ve Avokadolu Taco
Yasemin Ataman
147 Muz Sennur Aburas
12 İlk Dersimiz Türkçe
30 Bilginizi Denetleyin
77 Fırçalayarak
151 Çözümler
152 Ayın Kitapları
154 Yarının Büyükleri
156 Bulmaca
158 Satranç
160 Bir Fotograf Bin Sözcük
Metematik
Dr. Ufuk Akyol
Beraber
Yenelim
T
anrıları kızdırmak için ne yaptıTanrıların öfkesinden nasıl koruğı hikayeden hikayeye değişinabilirdi ki?
yor ama Sisifos'un cezası belli:
Oysa Sisifos biliyordu tanrıların
O sipsivri tepenin
gazabını da, kaderini
zirvesine, o yusyude yenmeyi. Bilivarlak kayayı çıkaryordu ki onun asıl
tacak. Cezayı veren
cezası yorgunluktan
kızgın tanrılar olunca
tükenmek değildi.
merhamete yer yok!
Umudunun tükenO yuvarlak kaya,
mesiydi. Ancak o
o tepenin sivri zirvezaman çökecekti
sinde nasıl duracak?
bedeni de ruhu da.
Sisifos vücudunSisifos umudunu
daki tüm gücü kullahep korudu. Bedeni
narak zirveye taşısa
yorgunluktan bitse
bile, o kaya orada
de koruduğu umudu
duramayıp düşecek.
onu
ayakta tuttu.
Sisifos umudunu
Zavallı Sisifos tekrar
Kaslarının
biten
hep korudu.
aşağıya inip, yüklegücünü yeniledi.
Bedeni
necek kayayı, tekrar
Sisifos kaderini de,
yorgunluktan
taşıyacak zirveye ama
cezasını da, tanrıları
bitse de
kaya orada durmayıp
da yendi.
tekrar düşecek tepe- koruduğu umudu
Bu yeni bahar
nin eteklerine.
ayı
tüm umutlarımızı
onu ayakta tuttu.
Ta ki Sisifos'un
yeşertsin, ruhumugücü, dayanıklılığı bitene, kasları
za, kaslarımıza güç ve dayanıklılık
parçalanana, yüreği yarılana kadar.
versin, hep beraber yenelim kaderi
Cezası, kaderi buydu, çekecek,
de tanrıları da. •
katlanacak ve kabullenecekti.
[email protected]
3
BD NİSAN 2017
İngiltere Kraliyet Tıp Derneği’nin
İlk "Distinguished
Fellowship" Ödülü
Prof. Dr. Mehmet
Haberal’a Verildi
Prof. Dr. Babulal Sethia, Prof. Dr. Mehmet Haberal, Prof. Dr. Nadey Hakim
Dünyanın en önemli ve saygın tıp örgütlerinden biri olan
İngiltere Kraliyet Tıp Derneği, onursal üyeliklerinin en
üst kademesi anlamına gelen "Distinguished Fellowship"
ödülünü ilk kez, Dünya Organ Nakli Derneği’nin seçilmiş
Başkanı Prof. Dr. Mehmet Haberal’a verdi.
İ
ngiltere Kraliyet Tıp Derneği,
2008 yılında oluşturulan "Distinguished Fellowship" ödülünü,
dokuz yıllık bir araştırma ve değerlendirmenin sonucunda dünyada
ilk kez Prof. Dr. Mehmet Haberal’a
4
verdi. 1805 yılında kurulan ve uzun
değerlendirmeler sonucu derneğe
kabul edilmiş, dünya genelinde
25 binin üzerinde üyesi bulunan
İngiltere Kraliyet Tıp Derneği’nin
Başkanı Babulal Sethia, Londra’da
BD NİSAN 2017
Prof. Dr. Mehmet Haberal - Prof. Dr. Babulal Sethia
başarıların ve ülkesine hizmetin
yanı sıra, tüm insanlığa hizmeti
de göz önünde bulundurduk. Prof.
Mehmet Haberal da insanlığa
hizmet eden bir bilim insanı.”
Prof. Dr. Mehmet Haberal’ı
Ankara’da da ziyaret ettiğini ve
Başkent Üniversitesi ile kurumlarını
SETHIA: HABERAL,
gezdiğini anımsatan Sethia, şöyle
İNSANLIĞA HİZMET EDEN
dedi: “Sayın Haberal’ın AnkaBİR BİLİM İNSANI
ra’da temelinden
İngiltere Kraliitibaren başında
yet Tıp Derneği’nin
bulunarak kurduBaşkanı Babulal
ğu Başkent ÜniSethia, dernekleriversitesi’ni ziyaret
nin ilk kez verdiği
etme
ayrıcalığını
bu ödülü Haberal’a
yaşayanlardanım.
sunarken, onun tıp
O yerleşke tek bir
alanındaki başarıağaçtan 4 buçuk
larının yanında tüm
milyon ağaca ulaşinsanlığa da büyük
mış durumunda.
hizmetlerde bulunBaşkent Üniduğunu şu sözleriyversitesi ve
le vurguladı:
kurumların“Biz bu ayda, yaklaşık
rıcalıklı ödülün
11
bin kişi
sahibini değerlen- İlk kez Prof. Haberal'a
bulunuyor
ve
dirirken, mesleki verilen"Seçkin Üyelik" Ödülü
Wimpole Caddesi’nde bulunan
dernek merkezinde geçtiğimiz ay
8 Mart günü, organ nakli konusunda bir konferans veren Prof. Dr.
Mehmet Haberal’a bu ödülü bizzat
takdim etti.
5
BD NİSAN 2017
Prof. Dr. Babulal Sethia - Prof. Dr. Rachel Hargest - Prof. Dr. Mehmet Haberal Prof. Dr. Nadey Hakim
Prof. Sethia: “Biz bu
ayrıcalıklı ödülün sahibini
değerlendirirken, mesleki
başarıların ve ülkesine
hizmetin yanı sıra, tüm
insanlığa hizmeti de göz
önünde bulundurduk.
bunların hemen hepsinin yüzlerinin güldüğünü gördüm. Bu beni
çok etkiledi. Bunu buradaki sağlık
kuruluşlarında ve üniversitelerde
ne sıklıkla görüyoruz?
Ayrıca Dünya Organ Nakli
Derneği’nin seçilmiş Başkanı
Prof. Haberal, sadece sıfırdan bir
üniversite kurmakla kalmadı, aynı
zamanda muazzam akademik çalışmalar da yürüttü. Sayın Haberal
4’ü İngilizce olmak üzere tam 10
kitap yayımladı ve 2 bine yakın
makalesi var. Kendisi gerçekten
de Türkiye ve dünyanın birçok ülkesinde böbrek ve karaciğer nakli
6
konusunda en geniş
kişisel tecrübeye
sahip bir kişi.”
İngiltere Kraliyet
Tıp Derneği’nin Başkan Yardımcısı Prof.
Dr. Nadey Hakim
de, Prof. Haberal’ın
uluslararası alanda bir
bilim insanı olduğunu
belirterek, bu ödülü Haberal’a sunmaktan mutluluk duyduklarını dile
getirdi. Prof. Dr. Hakim, Haberal’ın
Türkiye ve dünyada 35 tıp derneğine üye olduğunu ve tıp alanında
yaptığı çalışmalar nedeniyle ulusal
ve uluslararası 31 ödüle sahip olduğunu da anımsattı.
HABERAL: BU ÖDÜL,
ŞAHSIMDAN ÖTE ÜLKEM
İÇİN ÖNEMLİ
İngiltere Kraliyet Tıp Derneği’nin Londra’daki merkezinde verdiği konferansın ardından, kendisine
bu en üst düzey ödül takdim edilen
BD NİSAN 2017
Prof. Dr. Mehmet Haberal ise, duygularını şu sözlerle ifade etti:
“Bu ödül şahsımdan öte ülkem
için önemli. Türk tıbbının nerelere
geldiği hangi düzeye ulaştığını
gösteriyor. Ne mutlu ki ülkemiz
var. Bu ülkeyi kuran Atatürk ve
arkadaşları ile aziz şehitlerimizi
rahmetle, şükranla anıyorum. Onlar olmasa biz bunların hiçbirini
yapamazdık. Onlar bu ülkeyi bize
emanet ettiler. Amacımız bu ülkeyi
her zaman söylediğim gibi yüceltip
yükseltmektir. Bilimde, teknikte,
sanatta dünyada Atatürk’ün söyle-
Prof. Haberal: “Bu
ödül şahsımdan
öte ülkem için
önemli. Türk
tıbbının nerelere
geldiği hangi
düzeye ulaştığını
gösteriyor. ”
diği gibi asrın medeniyet seviyesine
ulaştı. Bu ülkemizin bayrağını en
tepelerde dalgalandırıyoruz.” •
İngiltere Kraliyet Tıp Derneği de,
"Distinguished Fellowship" ödülünün ilk kez
Prof. Dr. Mehmet Haberal’a verildiğini hem
üyelerine hem de tüm dünyaya bildirdi
D
ünyaca bilinen cerrah Profesör Mehmet Haberal, 8 Mart
2017 Çarşamba günü Kraliyet Tıp
Derneği’nin ilk "Distinguished
Fellowship" ile ödüllendirildi.
"Distinguished Fellowship" ödülü
2008 yılında, tıp alanının gelişimine
katkı sunan müstesna kişileri takdir
etmek için oluşturulmuştur. Profesör Haberal bu ödülü şu sözleriyle
değerlendirdi:
“Kraliyet Tıp
Derneği, yalnızca tıp değil tüm
bilimsel alanlarda dünyanın en
seçkin örgütlerinden birisidir.
Bu ödülü almak
ve Kraliyet Tıp
Derneği’nin bir
parçası olmak
benim için onurdur.”
Böbrek ve ka7
BD NİSAN 2017
raciğer nakilleri alanında öncü çalışmalarıyla bilinen Profesör Haberal,
1975 yılında Türkiye’de ilk kez canlı donörden böbrek naklini yapmış
ve 1970’li yılların sonlarında da
ilk kez kadavradan böbrek naklini
uygulamıştır. Organ nakli ve yanık
tedavisi alanındaki çalışmalarının
yanı sıra, Başkent Üniversitesi’ni
kurarak Türkiye’de özel yüksek
öğretim kurumlarının da öncülerinden biri oldu. Bu üniversite, ülke
genelindeki tıp fakültesi, hastaneler,
klinikler ve diyaliz merkezleriyle
tanınmıştır. Kraliyet Tıp Derne-
ği Başkanı B. Sethia, “Profesör
Mehmet Haberal’a "Distinguished
Fellowship" ödülü sunmak, benim
için büyük bir zevk ve ayrıcalıktır.
Profesör Mehmet Haberal,
olağanüstü bir uluslararası cerrahi
kariyerine sahip olmasının yanında, Başkent Üniversitesi’nin kurucusu ve rektörü olarak Türkiye’nin
önde gelen üniversitelerinden
birini kurmuştur.
Haberal, Orta Asya ülkelerindeki bir cerrahi lider konumuyla,
kendisiyle çalışan herkes için bir
ilham kaynağı olmaktadır.” dedi.•
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili
Akif Hamzaçebi, Haberal’a verilen bu
ödülü Meclis kürsüsünden açıkladı
İ
ngiltere Kraliyet Tıp
Derneği’nin dünyada ilk
kez verdiği bu ödülün bir
Türk cerrah, Prof. Dr. Mehmet Haberal’a sunulması,
ülkemizde heyecan ve
övünç uyandırdı. Türkiye
Akif
Büyük Millet Meclisi BaşHamzaçebi
kanvekili Akif Hamzaçebi,
Haberal’a verilen bu ödülü Meclis
kürsüsünden açıkladı ve Haberal’ı şu
sözleriyle kutladı:
Dünyada ilk kez verilen İngiltere
Kraliyet Ödülü’ne Dünya Organ
Nakli Derneği Başkanı Prof. Dr.
Mehmet Haberal layık görülmüştür.
Bildiğiniz üzere Mehmet Haberal,
kumpas olduğu anlaşılan bir dava
nedeniyle 4 yılı aşkın bir süre cezaevinde kalmıştır. Ve cezaevinde kaldığı
bu süre içerisinde Sayın Mehmet
8
Haberal tıptan, hastalardan, onlara organ nakli
yapmak gibi kutsal bir
hizmeti yerine getirmekten
geri kalmıştır.
Çok şükür ki bugün
Sayın Mehmet Haberal bu
hizmetlerine yine devam
etmektedir. Ancak bu
ödül bize şunu gösterdi ki, güçlükler
yalnızca başarının değerini artıran
süslerdir. Bu vesileyle hem tıp dünyası hem de ülkemiz açısından bizi
onurlandıran bu prestijli ödüle layık
görülen Prof. Dr. Mehmet Haberal’ı
tebrik ediyor kendisine saygılarımı
sunuyorum.” •
CHP Grup Başkanvekili Levent
Gök ile MHP Erzurum Milletvekili
Prof. Dr. Kamil Aydın da, Prof. Dr.
Mehmet Haberal’ı tebrik ettiler. •
BD NİSAN 2017
Haberal
Hocası Starzl’a
Son Görevini
Yerine Getirdi
P
rof. Dr. Mehmet
Haberal geçtiğimiz ay, 4 Mart günü
90 yaşında yaşama
veda eden hocası,
“transplantasyonun babası” olarak
bilinen Prof. Dr.
Thomas E. Starzl’ın
cenaze törenine
katıldı ve hocasına
son görevini yerine
getirdi.
Prof. Dr. Mehmet Haberal,
1967 yılında dünyada ilk başarılı karaciğer naklini yapan Prof.
Dr. Thomas E. Starzl ile 1 Ocak
1974 - 30 Haziran 1975 yıllarında Denver’de uzmanlık öğrencisi
olarak birlikte çalışmıştı. Aradan
geçen yıllar boyunca hocası Prof.
Dr. Thomas E. Starzl ile bağını hiç
koparmayan Haberal, “Akıl hocam
ve öncüm” sözleriyle, Starzl’ın “yaşam boyu öğrencisi” olduğunu her
9
BD NİSAN 2017
Prof. Dr. Haberal, Prof. Dr. Thomas Starzl’ın eşi Joy Starzl’a ve diğer aile bireylerine başsağlığı dileklerini iletti. (solda) Heinz Şapeli'nde yapılan cenaze töreni (sağda)
ilk organ nakli ameliyatlarıyla, hem
ülkemizde hem Asya ve Ortadoğu’da organ naklinin öncüsü haline
gelen Prof. Dr. Mehmet Haberal,
bir ilk niteliğindeki her organ nakli
ameliyatı başarısının mutluluğunu
ilkin hocası Starzl ile
Her konuşmasında,
paylaştı. Ve ilk tebrikleri
“Ortadoğu’da organ
de hocasından aldı.
naklinin, Haberal sayesinde Starzl ile çalıştıktan
sonra 1975 yılında Türgeliştiğini” vurgulayan
organ naklinin
Starzl, Prof. Dr. Haberal’ın kiye’de
kapılarını açan ve binyalnızca meslek büyüğü
lerce hastaya umut ışığı
değil, aynı zamanda yakın olan Prof. Dr. Haberal’ın, hem ülkemiz hem
arkadaşı ve dostuydu.
Ortadoğu ülkeleri hem
de dünya çapındaki her
bir başarısı, hocası Prof.
Dr. Thomas E. Starzl
için büyük gurur kaynağı oldu. Her konuşmasında, “Ortadoğu’da
organ naklinin, Haberal
sayesinde geliştiğini”
vurgulayan Starzl, Prof.
Dr. Haberal’ın yalnızca
daim dile getirdi. Tıp dünyasında
“transplantasyonun babası” olarak
anılan hocası Prof. Dr. Thomas E.
Starzl’dan ve Amerika’daki çalışma
döneminden edindiği bilgi ve deneyimle Türkiye’de gerçekleştirdiği
10
BD NİSAN 2017
Prof. Dr. Mehmet Haberal, kurucusu olduğu Ortadoğu Organ Nakli Derneği (MESOT)’nin,
10-13 Eylül 2014 tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirilen 14. Uluslararası Bilimsel Kongresi’ni, hocası Starzl’ın onuruna 55 ülkeden, 800’ün üzerinde bilim insanının katılımıyla
düzenlemişti. Haberal’ın, geçtiğimiz yıl, 3-4 Kasım 2016’da Ankara’da organize ettiği
Karaciğer Tümörleri ve Transplantasyonu Kongresi de, Prof. Dr. Thomas E. Starzl’ın 90.
yaşı onuruna yapılmıştı. Bu kongrelere katılamayan Starzl, öğrencisi Haberal’ı gönderdiği
videolarla kutlamıştı.
meslek büyüğü değil, aynı zamanda
yakın arkadaşı ve dostuydu.
Prof. Dr. Mehmet Haberal
Haberal, geçtiğimiz yıl 12 Mart’ta, 90.
yaşına giren hocası Prof. Dr. Thomas
Starzl’ın yeni yaşını kutlamak için
Amerika’daydı. Bu mutlu günde Starzl ile
bir araya gelen Haberal hocasına,
üzerinde Starzl’ın portresi ve “Transplantasyonun babası Prof. Dr. Thomas Starzl”
sözcüklerinin yer aldığı bir Türk halısı
armağan etmişti. Prof. Dr. Thomas
Starzl’ın cenaze töreninin yapıldığı Heinz
Şapeli’ne asılan da, işte Haberal’ın bu
armağanı idi.
geçtiğimiz ay, 4 Mart günü yaşamını yitiren hocası Prof. Dr. Thomas
E. Starzl için Amerika Birleşik
Devletleri’nin Pittsburg kentinde
düzenlenen cenaze törenine katıldı
ve hocasına son görevini yerine
getirdi. Prof. Dr. Starzl’ın ailesi,
yakınları ve öğrencilerinin bir araya
geldiği bu törende Prof. Dr. Mehmet
Haberal’ı karşılarında gören Starzl
Ailesi çok duygulandı. Haberal, hiç
unutmadığı ve onuruna uluslararası
kongreler düzenlediği hocasının
Heinz Şapeli’nde düzenlenen
cenaze töreninde, Prof. Dr. Thomas E. Starzl’ın eşi Joy Starzl’a ve
diğer aile bireylerine üzüntülerini
iletti. Törenden sonra Starzl için
bir anma programı da düzenlendi.
Barkovizyon gösteriminde Starzl ve
Haberal’a ait 50’ye yakın fotoğraf
yansıtıldı.•
11
Haz›rlayan:
Y‹⁄‹T EREN GÜNEY
‹lk Dersimiz: Türkçe
Bu ay köflemizi dilimizde yer etmifl yabanc› sözcüklerin
karfl›l›klar›na ay›rd›k. Bilginizi s›nay›n.
1 Fatura (‹ta.)
a-Bindirim
b-Hesap pusulası
c-Derece
d-Işıldak
2 Randevu (Fr.)
a-Engelleme
b-Duyurum
c-İlke söz
d-Buluşma
3 Otoban (Alm.)
a-Otoyol
b-Girişken
c-Pilot köşkü
d-Mahalli
4 May›n (‹ng.)
a-Para işleri
b-Tarife
c-Patlayıcı madde
d-Yoğunluk
5 Obje (Fr.)
a-Uzunluk
b-Düğme
c-Yenileşim
d-Nesne
6 Egzersiz (Fr.)
11 Apse (Fr.)
a-Yalıtım
b-Alıştırma
c-Şenlik
d-Sınırlamak
a-Çıban
b-Yumuşama
c-Parçacık
d-Yüklenti
7 Opera (‹ta.)
12 Barbar (Fr.)
a-Müzikli tiyatro
b-Hizmet
c-Etkili
d-Yaratımcı
8 Biberon (Fr.)
a-Uygarlaşmamış
b-Aşama
c-Çirkin
d-Nitelikli
13 C›mb›z (Rum.)
a-Süzgeç
b-Kavrama
c-Emzikli şişe
d-Büyük, geniş
a-Döküm
b-Gözde
c-Küçük maşa
d-Geçici
9 ‹stasyon (Fr.)
14 Direktif (Fr.)
a-Yerel
b-Yerleşke
c-Engebe
d-Tren durağı
10 Jüri (‹ng.)
a-Tınlaşım
b-Seçici kurul
c-Etkin
d-Saldırgan
a-Andaç
b-Ödenti
c-Tuzak
d-Talimat, emir
15 Elastik (Fr.)
a-Vasıflı
b-Yansıtım
c-Tarafsız
d-Esnek
(‹ta.) ‹talyanca, (Fr.) Frans›zca, (Alm.) Almanca,
(‹ng.) ‹ngilizce, (Rum.) Rumca
Yan›tlar:
151.
sayfada
Otopsi
BD NİSAN 2017
Cengiz Özakıncı
Avustralya’da
Atatürk’e ve
Türklüğe Karşı
Propaganda
Türklerin 1914-1923 arası Ermenilere, Rumlara, Süryanilere soykırım uyguladığı yalanını yayan odaklar,
pek çok ülkede olduğu gibi, Avustralya’da da yoğun
bir çalışma içerisinde.
Ö
yle ki, 1994’te Yunan Parlamentosu, Atatürk’ün Samsun’a çıktığı 19 Mayıs 1919 gününü
Pontus Rum Soykırımını Anma
Günü ilan etmiş; Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Atatürk’ü soykırımcılıkla
suçlayan bu kararı tanıyan ilk kuruluş, 2013 yılında Avustralya New
South Wales parlamentosu olmuştu.
“Assyrian Universal Alliance”,
“Australian Hellenic Council”,
“Armenian National Committee”
vs. adlar altında etkinlik gösteren
Ermeni, Yunan, Süryani örgütleri, Avustralya parlamentosundan
Türkleri soykırımcılıkla suçlayan kararlar çıkartmak amacıyla
çalışıyor. Tarihçi Prof. Dr. Peter
13
BD NİSAN 2017
propagandacıların
Avustralyalıları kandırmalarını
önleyebilirler; ve
böylece
soykırım
propagandalarını boşa
Tarihçi Prof. Dr. Peter Stanley (solda), Ermeni Kuyumcu
çıkartabiVicken Babkenian (ortada) ve birlikte yazdıkları kitap.
lirler.
Örneğin, 1915’de Gelibolu’da
Stanley’in, Sydney’de kuyumculuk
Hafif Süvari Birliği Komutanı
yapan Vicken Babkenian ile ortak
olarak Türklere karşı savaşmış
bir kitap yazarak Ermeni Soykırımı
yalanının misyonerliğini üstlenmesi Avustralyalı General Sir Granville Ryrie’nin, 1932’de Milletler
ve Türkiye’yi soykırımcılıkla suçCemiyeti’nde, Türkiye’nin üyeliği
layan yayınların çoğalması, Avustgörüşülürken, Avustralya temsilcisi
ralya’da yaşayan Türkleri soykırım
yalanlarını çürütmek üzere daha çok olarak yaptığı konuşma şöyle:
“Türkiye’nin Milletler Cemiçalışmak durumunda bırakıyor.
yeti’ne davet olunmasına ilişkin
Avustralya’daki Türkler, geleverilen öneriye Avustralya Hükücekte 25 Nisan Anzak Günü yürümeti hararetle destek olur. Çağlar
yüşlerinde, Avustralyalıları etkileboyu ulaştığı çok yüksek kültür
yecek yeni sözler içeren pankartlar
düzeyine ve olağanüstü ciddî ulusal
taşıyarak, Ermeni, Rum, Süryani
niteliğe sahip olması, Türkiye’nin
en belirgin niteliklerinden birini
oluşturmaktadır. Bu nitelikler geçen
yüzyıllardan çok, bugün gelişmiş
bulunmaktadır. Dünya Savaşı’nın
savaşçılarından ve Gelibolu, Filistin, Sina ve Suriye cephelerinde
savaş alanlarında bulunmuş bir
insan olarak söylüyorum:
Türk askerinin savunmadaki
eşsiz kahramanlığını ve hücumdaki
güç ve yeteneğini hayretle görmek
fırsatlarına eriştim. Gelibolu’da
“Çağlar boyu
ulaştığı çok yüksek
kültür düzeyine ve
olağanüstü ciddî
ulusal niteliğe sahip
olması, Türkiye’nin
en belirgin niteliklerinden birini
oluşturmaktadır.”
14
BD NİSAN 2017
arkadaşlarım ve ben
Türklerin cesaret ve
dayanıklılıkları karşısında pek çok kez
hayretler içerisinde
kaldık. Türk ordularının Avustralya
makineli tüfeklerine
karşı ve Britanya
donanmasının gülle
yağmuru altında korkusuzca ileri atıldıklarını gördük. Türklerin değer ve direniş
güçleri hakkındaki
Avustralya New South Wales’li
yüksek düşünceleTümgeneral Sir Granville de
rimi işte ben, böyle
Laune Ryrie (1865-1937)
elde ettim. Savaşın
felaketlerini bu denli
yakından gören bu
milletin, geleceğini
savaşa engel olmaya
adayacağı inancı o
zamandan beri diğer
her hangi bir duygunun üstünde olarak
bende kesin biçimde
yer etmiştir. Milletler
Cemiyeti’nin tuttuğu
yol, savaşı yasadışı
saymak ve uluslararası uyuşmazlıkları barışçıl yollarla çözmektir.
Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne
girmesi bu ülkenin geleceğini bu
ülkülere adayacağını gösterir.
Böyle bir olayın birinci derecede
öneme sahip olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum. Bu olay
ayni zamanda Türkiye’nin ulusal
yaşamında yeni bir
dönemin başlangıcını
oluşturacaktır.
Türkiye’nin
Milletler Cemiyeti’nde çalışma ortaklığı
olağanüstü değerli
olacaktır. Kararı
büyük bir mutlulukla
destekliyorum.”
Gelibolu’da
savaşmış Anzakların
ülkelerine döndükten
sonra Türklere ilişkin
övgüleri, pek çok
yayına konu olmuştur. Bu yayınlarda,
Sir Granville Ryrie’nin Milletler Cemiyeti’nde Türkler’i öven konuşması.
15
BD NİSAN 2017
UNESCO'nun Atatürk'ün doğumunun
anlayışı teşvik etmek doğrultusun100. yıldönümü anmalarına katılma kararı da çaba göstermiş olan kurucusu
27 Ekim-15 Kasım 1978.
Türklerin dürüst savaşçılar olduğunu dile getiren -soykırım suçlamalarını boşa çıkaracak- pek çok tanıklık
vardır .
D
ahası, UNESCO, Atatürk’ün
100. Doğum Günü’nün dünya
çapında kutlanmasına karar verirken, onu şöyle tanımlamıştır: “(...)
UNESCO'nun yetkisi içerisine giren
tüm alanlarda onun olağanüstü bir
reformcu” (...) “Özellikle sömürgecilik ve emperyalizme karşı açılan
ilk savaşlardan birinin önderi” (...)
“İnsanlar arasında hiçbir renk, din
ve ırk ayırımı gözetmeyen bir uyum
ve işbirliği çağının doğacağını tüm
yaşamı boyunca savunmakla, halklar arasında karşılıklı anlayış ruhu
ve dünyanın ulusları arasında kalıcı
barışı teşvik konusunda seçkin
bir örnek” (...) “Türkiye Cumhuriyeti'nin her zaman barışı, insan
haklarına saygıyı ve uluslararası
16
Atatürk.(...)”
UNESCO’nun bu kararı, Atatürk’e ve Türkiye Cumhuriyeti’ne
Ermeni, Rum Pontus, Süryani vs.
soykırımcılığı damgası yapıştırılamayacağının sayısız kanıtlarından
birini oluşturmaktadır.
Venizelos’un 1934’te Atatürk’ü
Nobel Barış Ödülüne aday göstermiş olması da Pontus Rum Soykırımı yalanını boşa çıkartacak diğer
bir olgudur. Venizelos’un Nobel
Ödül Komitesi Başkanı’na mektubu
şöyledir:
Atina, 12 Ocak 1934
“Bay Başkan,
Yedi yüzyıla yakın bir süre
boyunca Yakın Doğu ve Orta
Avrupa’nın büyük bir bölümü
kanlı çarpışmalara sahne olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu ve sultanların mutlakiyetçi yönetimleri bunun
başlıca nedeniydi. Hristiyan milletlerin İmparatorluğa bağlanmaları
ve bundan kaynaklanan Haç’ın
BD NİSAN 2017
Hilâl’e karşı yaptığı kaçınılmaz
mücadeleler, kurtulma amacı ile
bu milletlerce yapılan isyanlar,
Osmanlı İmparatorluğu sultanların
yönetiminde kaldığı sürece devamlı
tehlike kaynağı oluşturan bir durum
ortaya çıkarıyordu.
Mustafa Kemal Paşa’nın
muhasımlarına karşı yaptığı milli
harekâtın galibiyetle sonuçlanması ardından 1923 yılında Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurulması, bu
istikrarsız duruma son verdi. Bir
milletin yaşamında bu kadar kısa
bir süre içinde böylesine köklü bir
değişme seyrek gerçekleşmiştir.
Teokratik bir rejim içinde
yaşayan, din ile hukuk kavramlarının birbirine karıştığı çökme
yolundaki bir imparatorluğun yerini
güç ve hayat dolu modern ve milli
bir devlet almıştır. Büyük devrimci
Mustafa Kemal Paşa’nın başlattığı
hızla, mutlakiyetçi sultanlar rejimi
yıkılmış ve gerçekten laik bir devlet
kurulmuştur.
Millet tümüyle çağdaş uygarlıkların önünde yer almak için şevk ile
ilerleme yolunda bir atılım yapmıştır. Barışı pekiştirme hareketi yeni
ve seçkin Türk devletine bugünkü
görüntüsünü veren tüm iç reform
hareketleriyle birlikte yürümüştür. Türkiye Osmanlı’nın yabancı
unsurlarla meskûn vilâyetlerini terk
etmek konusunda tereddüt etmemiş
ve antlaşmalarda belirtildiği üzere
kendi milli sınırları ile samimi
biçimde yetinerek Yakın Doğu’da
barışın gerçek bir savunucusu
olmuştur.
“Barışın borçlu
olduğu bu değerli
katkının sahibi
kişi Türkiye
Cumhurbaşkanı
Mustafa Kemal
Paşa'dır”
Kanlı mücadeleler nedeni ile
uzun yıllar Türkiye ile düşman
durumunda kalan biz Yunanlılar,
Osmanlı İmparatorluğu’nun yerini
alan bu ülkede vuku bulan bu köklü
değişikliğin etkilerini duyan ilk
kimseler olduk. Anadolu faciasının
hemen ardından kendini yenileyen
Türkiye’ye bir anlaşma fırsatı görerek elimizi uzattık. O, bu uzanan eli
içtenlikle kabul etti.
Ciddi anlaşmazlıklarla ayrılmış
olan milletlerle içten bir barış örneği veren bu yakınlaşmadan sadece,
17
BD NİSAN 2017
iki ülke için olduğu
kadar Yakın Doğu
barışı için de yararlı
sonuçlar doğmuştur. Barışın borçlu
olduğu bu değerli
katkının sahibi kişi
Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal
Paşa’dır. Bu nedenle
1930 yılında Yunan
Hükümet Başkanı
olarak ben Türk-Yunan Paktı’nın imzası
Eleftherios Venizelos 18 February
ile Yakın Doğu’da
1924 günlü Time dergisi kapağında.
barışa doğru yeni bir
Venizelos’un M. Kemal’i
Eğer Birinci
Dünya Savaşı’nda
Türkler Rumlara
soykırım uygulamış
olsalardı, Venizelos
Atatürk’ü Nobel
Barış Ödülü’ne aday
gösterebilir miydi?
Kuşkusuz, hayır.
Soykırım Propagandacıları, yukarıda
aktardığımız sözlerde dile getirilen
gerçeklerin artık
unutulmuş olmasından doğan boşluğu,
dönem başlarken,
Nobel Barış Ödülü için
Mustafa Kemal Paşa’yı aday gösteren 3 sayfalık soykırım yalanlarıyla
mektubu
dolduruyor. AvusturalYüksek Nobel Barış
ya vs. ülkelerde yaşayan Türkler,
Ödülü için aday göstermekle şeref
yalana dayalı soykırım propagandakazanırım.
larını, gerçeği dile getiren bu sözleri
Yüksek Saygılarımın kabulünü
ortaya koyarak çürütecektir.•
rica ederim, Bay Başkan.
[email protected]
İmza: E.K. Venizelos”
18
Kültür ve Sanat Dünyasından
BD NİSAN 2017
Tekin Özertem
Hakimiyet
Milletindir
K
‘
Saltanatı boğdu..." diye
Bu yıl da
23 Nisan günü başlayan ve küçücük
büyüklerin ne kadarı yüreklerimizi sevinçövünecek, kıvanç le, umutla dolduran.
Kamutay sözcüğünün,
duyacaklar
Türkiye Büyük Millet
acaba?
Meclisi'ni ifade ettiğini de
aç kişi hatırlıyor bilemem,
ama çocukluk yıllarımın 23
Nisan'larında söylediğimiz marşın ilk dizeleri bu sözcüklerden
oluşuyor. Bir başka marş daha vardı
o yıllarda coşkuyla söylediğimiz;
"Bugün 23 nisan / Neşe doluyor
insan / Kamutay bugün doğdu /
‘
"Sevinin çocuklar
/ Övünün büyükler /
23 nisan kutlu olsun /
Çok büyük bayram bu
bayram/ Herkese kutlu
olsun…” yine o çocukluk yıllarımızda
öğrenmiştik.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve
Çocuk Bayramı son yıllarda okullara hapsedilmiş olsa da çocuklar
bu 23 nisan günü de sevinip, mutlu
olacaklar kuşkusuz. Peki, ya büyükler? Büyükler "övünüp, kıvanç du19
BD NİSAN 2017
İlk Türkiye Büyük Millet Meclisi binası ve
açılış günü
yacaklar mı? İçlerinde uyanabilecek
mi geride kalan çocukluk günlerinin
bayram sevinci? Haksızlık etmemek
için soruyu, “Büyüklerin ne kadarı
övünecek, kıvanç duyacaklar acaba
bu yıl da 23 Nisan günü?” diye
sorayım yeniden. Benim yanıtım:
Belki birazı, belki birazdan da azı...
T
ürkiye Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğunun
tescillendiği 23 Nisan 1920 gününü
simgeleyen “Ulusal Egemenlik ve
Çocuk Bayramı, benim anımsadığım kadarı ile yani altmış küsur
yıldır hiçbir zaman büyüklerin övünüp sevindikleri bir bayram olmadı.
Olamadı. Nedeni de “büyüklerin”
bu bayramlarda niçin sevinip övünmeleri gerektiğini yeterince anlayıp
kavrayamamış olmaları. Dünün küçükleri olarak cicili bicili giysilerle
şiirler, şarkılar, marşlar ve danslarla
stadyumlarda coşkuyla kutladıkları
bu bayramın hep ‘çocuk bayramı’
olarak zihinlerde yer etmiş olması.
20
Oysa, bu bayram; 1921 yılında, Türkiye Büyük Millet Meclisi
tarafından meclisin açılışı onuruna
“Milli Bayram Addine Dair Kanun”
ile kabul edilen ilk ulusal bayramımız. Bayramın adı da “23 Nisan
Milli Bayramı.” İkinci milli bayramımız da 1 Kasım 1922 tarihinde
saltanatın kaldırılması üzerine 1
Kasım günlerinde kutlanmak üzere
kabul edilmiş olan “Hakimiyet-i
Milliye Bayramı”dır.
Bu iki ulusal bayram, 1935
yılında “23 Nisan Hakimiyet-i
Milliye Bayramı” olarak birlikte
kutlanmaya başlanmıştır. Himaye-i
Etfal Cemiyeti[1] de 1927 yılından
başlayarak 23 nisan gününü Çocuk
Günü olarak benimsemiş, yardıma
muhtaç çocuklara yönelik çalışmalarını 23 nisan gününü içine alan
hafta boyunca daha da yoğunlaştırmıştır:
“…Millet Meclisimizle millî devletimizin Ankara’da ilk teşkile günü
olan Millî bayram Cemiyetimizce
çocuk günü olarak tespit edilmiştir. Bize yeni bir vatan ve yeni bir
BD NİSAN 2017
tarih yaratıp bırakan mübarek
şehitlerle fedakâr gazilerin
yavruları fakir ve ıstırabın
evladları ve nihayet alelıtlak
(genel olarak) bütün muhtac-ı
himaye-i vatan çocukları
namına milletin şefkatli ve
alicenab hissiyatına müracaat
ediyoruz…” [2]
H
imaye-i Etfal Cemiyeti’nin Çocuk Günü
kutlamaları, henüz Cemiyet-i
Akvam[3] üyesi olmasak da
1925 yılında, 54 ülkenin katılımı ile Cenevre’de toplanan
ladığımız bu bayramın resmi adı o
Çocukların Refahı için Dünya
zamanlar “23 Nisan Milli HakimiKonferansı’nda alınan, “Yılın belli
yet ve Çocuk Bayramı” idi. 1980
bir gününün Çocuk Günü olarak
darbesi sonrasında “Milli Güvenlik
kutlanması” kararının bir uzantısıKonseyi” tarafından "23 Nisan Uludır. 1924 yılında yayımlanmış olan
sal Egemenlik ve Çocuk Bayramı"
Cenevre Çocuk Hakları Bildirgeolarak değiştirildi.
si’nin altında imzası olan devlet
Türkiye Büyük Millet Meclibaşkanlarından biri de Gazi Mustafa
si'nin ikinci binasının başkanlık
Kemal’dir.
kürsüsünün arkasında
Kısaca söyleyecek
o yıllardan kalma "Haolursak: “23 Nisan
23 Nisan Ulusal
kimiyet Milletindir"
Ulusal Egemenlik
Egemenlik
özdeyişi hâlâ duruBayramı”, 23 Nisan
Bayramı, 23 Nisan yor... Millet vekilleri
Milli Bayramı, 1
oturdukları sıralardan
Kasım Hakimiyet-i
Milli Bayramı,
Milliye Bayramı
1 Kasım Hakimiyet-i görsünler, okusunlar
diye. Bu özlü sözün,
ve Himaye-i Etfal
Milliye Bayramı
devlet gücünün bazı
Cemiyetinin 23 Nisan
ve Himaye-i Etfal kişilere, belli grupÇocuk Günü’nün
lara değil; doğrudan
iç içe geçmiş bir
Cemiyetinin
doğruya kendilerini
sonucudur. Çocukluk 23 Nisan Çocuk
orda temsilci olarak
günlerimde yağmur
Günü’nün iç
görevlendiren ulusa/
yağmasın diye dua
millete ait olduğunu
ettiğim, stadyumlarda içe geçmiş bir
anlayıp benimsesinler
büyük çoşku ile kut- sonucudur.
21
BD NİSAN 2017
diye.
Bazen düşünüyorum da keşke
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin
kuruluşunu, saltanatın kaldırılışını,
hakimiyetin millete ait olduğunu;
çocuk bayramı ile birlikte kutlamasaydık diyorum kendi kendime. Belki o zaman bugünümüzü
borçlu olduğumuz bu iki önemli
devrim çocuk bayramının gölgesinde kalmaz; daha anlamlı, daha
içerikli kutlanırdı diye geçiriyorum
aklımdan. O zaman çocuklar daha
Atatürk 1929'daki kutlamalarda İsmet
İnönü'nün oğlu Ömer İnönü ile birlikte
da önemsenir, çocuk hakları da
sağlıktan eğitime daha bir anlam
kazanırdı yaşamımızda.
Kimseden gizlim saklım yok.
Günümüz yetişkinlerinin (!)
çoğunun yazımın başında sözünü
ettiğim, marşın ilk dizesindeki
"Övünün büyükler" deyişinin anlamını kavrayamadıklarına, niçin bu
bayramlarda övünmeleri gerektiğinin bilincine varamadıklarına
yürekten inanıyorum. Bunu kavra22
yıp, özümseyemedikleri için sevinip
övünememekteler 23 Nisan’larda.
Bu bayramı hep çocuk bayramı
olarak algıladıkları, “Bugünün küçüğü yarının büyüğüdür.” demekle,
çocukları “makam koltuklarına”
oturtmakla yetindikleri için...
B
ugün, Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin üçüncü binasının
Genel Kurul Salonu’nda başkanlık
kürsüsünün arkasında “Hakimiyet
Kayıtsız Şartsız Milletindir.” diye
yazmakta. 1808 yılında Senedi İttifak’ ile
başlayan[3], 1920 yılının
23 Nisan gününe kadar
süren bir düşün gerçekleştiğinin, gerçekleşebileceğinin kanıtıdır bu.
Bu düş, demokratik, laik,
sosyal ve hukuk devleti
olan Türkiye Cumhuriyeti'nin de temelidir. Ama
düş henüz tam anlamı
ile gerçekleştirilebilmiş
değil. Durum ortada:
Kuruluşundan bu yana
doksan yedi yıl geçmesine rağmen
ne bizi Mecliste hakkıyla temsil
edeceklerine inandığımız vekillerimizi seçmemize olanak sağlayacak
bir siyasi partiler yasamız ne de
adil bir seçim sistemimiz var. Bunu
geçen 97 yılda pekala başarabilirdik
ama olmadı. Başaramadık. Nedeni
de 23 Nisan'larda neden övünmemiz
gerektiği gerçeğini ulusça kavrayamamış olmamız.
Fransızca bilen, çağının tüm
aydınları gibi 1789 Fransız Dev-
BD NİSAN 2017
rimi’nden etkilenip “Özgürlük,
rin oluşturduğu topluluk anlamına
Eşitlik, Kardeşlik” ilkesini içtenlikle gelmekte. Yalanla dolanla bir ilgisi
benimsemiş olan Mustafa Kemal’in yok...
Millet Meclisi yerine Parlamento
Fransızcadan dilimize aksözcüğünü tercih etmemiş olması
tardığımız bir çok sözcük gibi[4]
yine de en büyük tesellim. Fransızcayı iyi
bildiğinin de kanıtı.
Parlamento, İtalyanca
“parlare/konuşma”
fiilinden türetilmiş;
“konuşulan yer”
anlamında bir sözcük.
Kimilerine göre de
parlamento sözcüğü
Fransızca “parler / konuşma” fiili ile “mentir / yalan söylemek”
Atatürk 23 Nisan kutlamalarında
fiilinin birleşiminden.
Bu nedenle “yalan söylenen yer”
parlamento sözcüğünü de yanlış
anlamına da gelmekte. Bu komplo
kullanagelmiş olabileceğimizi bir
teorisini (!) ortaya atanlar “Mente”
düşünsenize. Olmaz demeyin. İşte
sözcüğünün Fransızcada “sayısize örnek: “Sans numero/ numarasal çokluk” anlamında kullanılan
sız” sözcüğünü ses benzerliğinden
“mentir” sözcüğünden geldiğini, bu “cent yani 100 numara” diye "Hela"
sözcüğün 10. yüz yıldan bu yana bu anlamında kullanıyor olmamız
anlamda kullanıldığını
bundan. 100 sayısına
iddia ediyorlar. Yani
böylesine küçültücü
lafı dolandırıp(!) “Çok Günümüz
bir anlam yüklediğiyetişkinlerinin (!) miz gibi parlamento
laf yalansız olmaz!”
demeye getiriyorlar.
çoğunun "Övünün sözcüğünü de pekala
Vay ki vay vay! Ata- büyükler" deyişinin ”yalan söylenen yer”
türk’ün, Millet Meclisi
diye anlayabilir, paryerine Parlamento söz- anlamını kavraya- lamenterlere de çok
madıklarına, niçin büyük bir haksızlık
cüğünü yeğlememiş
olmasına şükredişim
ediyor olabilirdik!
bu bayramlarda
bundan. Çünkü bizim övünmeleri gerekti- Allah korumuş...
meclis sözcüğü, bir
Bayramlar, bugün
ğinin bilincine vara- de gelmiş geçmiş
konuyu konuşmak
veya görüşmek için bir madıklarına yürek- tüm kültürlerde olduaraya gelmiş kimsele- ten inanıyorum.
ğu gibi toplumların
23
BD NİSAN 2017
1935 yılında Zonguldak'ta 23 Nisan
kutlamaları
yaşamında önemli bir yere sahiptirler. İster dini olsunlar ister milli,
bayramları bayram yapan anlamlarının toplumları oluşturan bireylerin
çoğunluğu tarafından içselleştirilmiş
olması. Övünç ve sevinci içeriyor
olmaları da bundan. Kökleri yüzlerce, binlerce yıl öncesine uzanan dini
bayramların geçmişte olduğu gibi
günümüzde de kutlanıyor olmalarının nedeni bu... 18. yüzyıldan
başlayarak ulusal devletlerin ortaya
çıkışı ile oluşan ulusal bayramların
varoluş nedenleri de üç aşağı beş
yukarı aynı: Ulusların devamlılığını
ve birlikteliğini sağlamak.
23 Nisan Ulusal Egemenlik
ve Çocuk Bayramı’nın “Çocuk
Bayramı” olarak da kutlanması ile
ilgili söyleyecek bir çift sözüm daha
var: Bugüne kadar 23 Nisan günü
çocuk bayramıdır diye çocukların
sevindirildiğini, onlara armağan
alındığını, bayram yerleri kurulduğunu ne duydum ne de gördüm.
Şeker Bayramı ve Kurban Bayramı
24
gibi bayramlarda
çocuklar her ailenin
bütçesi elverdiğince
sevindirilir de 23
nisan günleri niçin
aynı şekilde sevindirilmezler? Kimi
seçilmiş çocukların
devlet büyüklerinin
koltuklarına beş on
dakikalığına oturtulmaları bir armağan
ise onu bilemem.
Büyüklerin övünmedikleri, çocukların sevindirilmedileri bir gün nasıl ulusal bir bayram
olarak kutlanabilir anlamak mümkün değil.
*
u yıl 97 kez kutlayacağımız
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve
Çocuk Bayramı'mızın bundan böyle
küçüklerin sevindirileceği büyüklerin de övünecekleri en büyük
bayram olarak kutlanması dileği ile
büyük, küçük hepimize kutlu olsun. •
B
[email protected]
[1] Çocuk Esirgeme Kurumu'nun o yıllardaki adı. Himaye-i
Etfal Cemiyeti 6 Mart 1917 tarihinde İstanbul'da kuruldu.
[2] Cumhuriyet Gazetesi , 22 Nisan 1927
[3] Senedi İttifak: II. Mahmud’un onayladığı, Osmanlı
padişahlarının yetkilerini sınırlayan belge.
[4] Türkçemizde, bir çoğu farklı, yanlış anlamda kullanılan
6400 Fransızca sözcük var.
Ulusal
egemenlik, ulusun
namusudur,
onurudur, şerefidir.
M. Memal Atatürk
Evrensel Bakış Açısı
BD NİSAN 2017
Gürbüz Evren
Erzurum
Ermenilerinin
Kastamonu’ya
Gönderilmesi
Ermeni komitecilerinin, Rus ordusuna katılarak
sivillere yönelik katliamlara girişmesi üzerine
Osmanlı Devleti, Tehcir* kararı aldı.
E
rmenilerin ve Türklerin yaklaşık
1000 yıllık ortak tarihinde
önemli bir yeri olan 1915 Olayları,
her iki halk açısından büyük acılar
içermektedir. Bu nedenle konuyu
her zaman doğru bilgi ve belgeler
ışığında, objektiflikten uzaklaşmadan ele aldım. Bu yazıda da, Erzurum Ermenilerinin Tehciri sırasında
(*) Tehcir: Göç ettirme
kullanılan yollara ilişkin bilgileri
paylaşacağım.
Kısaca hatırlatmak gerekirse,
Birinci Dünya Savaşı sırasında, Ermeni komitecilerinin, Rus ordusunun saflarına katılması ve ardından
sivillere yönelik katliamlara girişmesi üzerine Osmanlı Devleti, 27
Mayıs 1915 tarihinde, Tehcir kararı
25
BD NİSAN 2017
Talat Paşa’nın emriyle kafileler,
Malatya üzerinden yeniden Musul’a
yönlendirilmiştir.
Erzurum’daki Almanya Konsolosluğu, Berlin’e gönderdiği raporda, ilk kafilenin, 16 Haziran’da yola
çıkarıldığını ve Harput üzerinden
ehcir kapsamına alınan Ermeni- Urfa’ya ulaştığını iddia etmektedir.
Erzurum’daki Fransız Misyolerin, kafileler halinde belirlenunda görevli rahibe Clemence
nen hatlarda yolculuk etmelerine
Beauregard ise Fransa’nın Renkarar verilmişti. Bunların önde
nes kentindeki ailesine gönderdiği
gelenleri, Erzurum-Malatya-Musul
Hattı, Sivas-Malatya-Musul Hattı ve mektupta, farklı bir tarih vererek,
Temmuz sonlarında yola çıkan
Adana-Halep-Lübnan Hattı idi.
ilk kafilenin hazırlıklarına nasıl
İlk uygulama Erzurum-Malatyardım ettiklerini, kentteki kiliselere
ya-Musul Hattının merkezi Erzutoplanan Ermenilerin ihtiyaçlarını
rum’da başlamıştır. Gerek 1890
yılındaki ilk Ermeni isyanının çıkışı karşılamak üzere neler yaptıklarını
gerek yoğun Ermeni nüfusu gerekse anlatmaktadır.
Rahibe Clemence
Rusya sınırına yakılığı
Rahibe Clemence:
mektubun devamında,
nedeniyle Erzurum’un
“...Ermenilerin
“Hasankale, Narman,
stratejik önemi vardı.
çoğu Müslüman
Oltu, Tortum, Hınıs,
Yurt dışında
komşularının da
Aşkale, Ilıca gibi bölgeyayınlanan kitaplarda,
ısrarı ve yardımı
lerdeki Ermenilerin çoğu
Erzurum’dan ilk kaile yerlerinde kaldı.
Müslüman komşularıfilenin 10 Haziran’da
(...) Rus ordusuna
nın da ısrarı ve yardımı
yola çıktığı iddia
yardımcı olan Ermeni ile yerlerinde kaldı.
edilmektedir. Oysa
komitecilerin çoğu ise Sarıkamış operasyonu
Erzurum Ermenilerine
zaten kaçmıştı”
Tehcir kararı ilk kez 26
sırasında Rus ordusuna
Haziran 1915 tarihinde
yardımcı olan Ermeni
yani Hükümetin kararından 1 ay
komitecilerin çoğu ise zaten kaçsonra duyurulmuştur. İlk kafile ise
mıştı” demektedir.
Ermeni komitelerinin yöneticilerinMalatya üzerinden Musul’a
den ve üyelerinden oluşturularak, 31 devam edecek kafilelerin Urfa’dan
Temmuz’da yola çıkarılmıştır.
geçişleri sırasındaki yoğunluk
Burada dikkat edilmesi gereken
nedeniyle Diyarbakır yolu da kulçok önemli bir konu vardır. O da, ilk lanılmıştır. Söz konusu yoğunluk,
kafilelerin Musul’a değil de, Kastasayıları 45 bini bulan Kâhta Ermemonu’ya gönderilmesidir. Bu uygu- nilerinin yola çıkması yüzünden yalamanın yanlış olduğu anlaşılınca,
şanmıştır. Özellikle Kasım ayında,
aldı. Doğu Anadolu’daki 6 vilayette
(Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbakır,
Harput ve Sivas) bulunan Ermeniler,
Suriye başta olmak üzere güneydeki
Osmanlı topraklarına Zorunlu Göç
ve İskâna yani Tehcire tabi tutuldu.
T
26
BD NİSAN 2017
Diyarbakır’daki kafileler, Urfa’daki
yoğunluk yüzünden Mardin’e
yönlendirilmiş, buradan da Kerkük
bölgesine gönderilmiştir.
Erzurum’dan yola çıkan kafilelerin en önemli sorunu eşkıya ve
aşiret baskınlarıdır. Erzurum-Erzincan arasında, yaklaşık 500 kişilik
bir Ermeni kafilesinin Dersim eşkıyaları
tarafından soyulduktan
sonra katledilmesi, Kürt
ile Arap aşiretlerinin hat
boyunca soygun ve kız
kaçırma amaçlı saldırıları
yüzlerce kişinin ölümüne
neden olmuştur. Bu tür
haberlerin İstanbul’a ulaşması üzerine, bölgedeki
vali, kaymakam ve askeri
yetkililere gönderilen
talimatlarda, güvenlik önlemlerinin artırılması, suçluların bulunup
cezalandırılması istenmiştir. Her
ne kadar kafilelerin güvenliği için
jandarmalar görevlendirilse de,
bunların sayısının yetersiz olması,
acı olayların yaşanmasını önleyememiştir. Kafileler ancak Cizre
yakınlarına ulaştığında, burada
Musul vilayetinin kolluk güçlerinin korumayı devralmasıyla daha
güvenli şekilde geri kalan yolu
tamamlayabilmiştir.
Erzurum Ermenilerine ilişkin
bir başka karar ise din adamlarına
yöneliktir. Ermeni din adamları,
Musul’a değil Erzurum yakınlarındaki illere sevk edilmiş, gittikleri
yerlerde iyi ağırlanmaları emri verilmiştir.
Eşkıya baskınlarının duyulması
üzerine Erzurum ve çevresindeki
Ermenilerin tehcirinde ısrarcı davranılmamıştır.
Bu durumu yine Erzurum’daki
Fransız Misyonunda görevli Jean
Monier’in İstanbul’daki Fransa Büyükelçiliğine gönderdiği rapordaki,
Ermeni din adamları
Musul'a değil Erzurum
yakınlarındaki
illere sevkedilmiş,
gittikleri yerde
iyi davranılmaları
emri verilmiştir.
“Güvenliği yeterince sağlanamayan
Ermeni kafilelerinin eşkıya baskınlarına uğraması ve ölüm olaylarının
artması yerel yöneticileri zor durumda bırakıyor. Olası ölümlerden
sorumlu sayılmamak için birçok
yetkili, Ermenilerin yola çıkmasında
ısrarcı davranmıyor. Hatta bazılarının bölgede kalmasına, isteyenlerin
de Kars’a doğru gitmesine göz
yumuluyor” ifadelerinde görüyoruz.
İ
kinci hat ise Sivas-Malatya-Musul Hattıdır. Sivas vilayetindeki
en önemli Ermeni merkezi Merzifon’dur. Bunun nedeni ise Merzifon’da bulunan Amerikan Kolejidir.
Merzifon aynı zamanda, Hıncak
komitesinin merkezi olarak da
ünlenmiştir. Merzifon Ermenilerinin
27
BD NİSAN 2017
bir bölümü, Musul’a gönderileceklerini öğrenince Müslüman olmaya
karar vermiştir. Bunun üzerine de,
Sivas vilayetinde kalmalarına müsaade edilmiştir. Merzifon Amerikan
Koleji Tehcir kararının ardından
toplanma ve sığınma merkezine
dönüştü. Bunun üzerine Kolejin
boşaltılmasına karar verildi. Merzifon’daki Amerikan Konsolosluğunun raporuna göre, Ağustos ayının
başında boşaltılma işleri tamamlanarak, kolejin kız öğrencileri ve
öğretmenleri Sivas’a gönderildi.
kafilelerin yaşadığı olaylar, Batılı
ülkelerin gazetelerinde yer almıştır.
Harput’taki Amerikan Konsolosu,
kentteki Tehcirin 1 Temmuz’da
başladığını bildirdiği raporunda,
Urfa’ya doğru giden Ermeni kafilelerinin yol boyunca karşılaştıkları
olumsuzlukları anlatarak, yetkililerle yaptığı pazarlıkları aktarmıştır.
Sivas-Malatya-Musul Hattı,
Trabzon, Giresun ve çevre bölgelerden, komitelerin aktif üyesi oldukları gerekçesiyle Tehcire tabi tutulan
Ermeni kafileleri için de kullanılmıştır. Adana-Halep-Lübnan Hattı
da, yoğunluğu ile
dikkati çekmiştir. Bu
hat, özellikle Ermeni
komiteleri ile ilişkileri
olanların sevkiyatı
yapılması nedeniyle
önem kazanmaktadır.
O yıllarda yaklaşık
50 bin Ermeni’nin
yaşadığı Adana’dan
Tehcir uygulaması
kapsamına alınanların sayısı 14
bindir. Bu bölgede en önemli sorun
Eylül ayında yaşanmıştır. Tehcire
karşı çıkan Musa Dağı Ermenilerinden 5 bin kadarı silahlı direnişe geçmiş, 600’a yakın Osmanlı askerini
öldürmüştür. Uzun süren direnişin
ardından Ermenilerden yaklaşık 4
bini, bölgeye gelen Fransız savaş
gemisi ile Mısır’a götürülmüştür.
Urfa Ermenileri Tehcir kapsamına alınmamıştı. Ancak bölgede
olayların başlaması üzerine Zorunlu
Göç kararı Urfalı Ermeniler için
Gürün Kaymakamı
Şuayip Bey, gelen
şikâyetler üzerine,
Ermenilere yönelik
kötü tutumu nedeniyle
görevden alınarak,
Divanı Harbe verilmiştir.
Y
ine bu hat üzerinden Musul’a giden kafilelere yönelik
saldırı, soygun ve kötü muamele
gibi olaylar Osmanlı yönetimine bildirildiğinde, gerekli cezai işlemlerin
yapılması için talimat verilmiştir.
Örneğin Gürün Kaymakamı Şuayip
Bey, gelen şikâyetler üzerine, Ermenilere yönelik kötü tutumu nedeniyle görevden alınarak, Divanı Harbe
verilmiştir.
Merzifon gibi Harput’ta da
(Elazığ) bir Amerikan Koleji bulunması yüzünden, bu hat üzerindeki
28
BD NİSAN 2017
de alındı. Kararın ilan edilmesiyle
birlikte Ermeniler direnişe geçti.
Yaşadıkları mahallelerde yığınak
yapan, hendekler kazan Ermenilerle yaşanan çatışmalar, Halep’teki
Amerikan Konsolosu tarafından
bizzat izlenerek rapor edilmiştir.
Raporda, Ermenilerin, aralarında 8
yabancının da bulunduğu bazı kişileri rehin alarak Eylül ayının sonuna
kadar direndiğini yazan Amerikan
Konsolos, olaylar bitiminde 2 bin
Ermeni’nin Musul’a gönderildiğini
belirtmektedir.
Adana’dan hareket eden Ermeni
kafileleri için genellikle tren yolu
kullanılmıştır. 1 Ağustos ile 30
Eylül arasında, özel hazırlanan, her
biri 30 vagondan oluşan 10 trenle
Halep’e taşınan Ermenilerin sayısı
at arabaları ve yaya gelenlerle birlikte yaklaşık 20 bine ulaşmıştır.
Sadece Adana ve Urfa’dan değil
diğer bölgelerden gelenlerin bir
kısmı da, Halep ile Hama çevresine
yerleştirilirken, birçok kafile de,
Lübnan’da ikamet ettirilmiştir.
H
alep’teki Osmanlı Göçmen
ve İskân İşleri Dairesi’nin
Ekim 1915’de İstanbul’a gönderdiği raporda, bölgeye yerleştirilen
Ermeni sayısının 100 bini aştığı
bildirilmiştir. Ayrıca aynı dönemde,
Diyarbakır’da 120 bin, Cizre’de ise
136 bin Ermeni’nin Halep, Musul
ve Lübnan’a gitmek üzere beklediği
kaydedilmiştir.
Tehcir sırasında kullanılan
yollarda yaşananlara ilişkin Alman,
Fransız, İngiliz ve Amerikan yetkililerin raporlarında ortak tespitler
ve Ermenilerin Türkler tarafından
korunduğunu belirten değerlendirmeler vardır. “Tehcir Yolları”
konusuna bir başka yazıda devam
edeceğiz. •
[email protected]
Titanik’in başmühendisi,
kurtulmayı bile
denememişti
15 Nisan 1912 gecesi bir
buzdağına çarparak Atlas
Okyanusu’nun sularına
gömülen, döneminin
en büyük transatlantiği
konumundaki Titanik’te,
Thomas
geminin başmühendisi
Andrews
Thomas Andrews de
eserinin ilk yolculuğuna tanıklık eden
bir yolcu olarak bulunuyordu. Titanik’in
inşa edildiği sırada, 64 filika konulması
gerektiği uyarısında bulunmuş ancak bu
uyarısı maliyet kısıtlamaları nedeniyle
hayata geçirilmemişti. Titanik buzdağına
çarptığında Thomas Andrews, uzun
süre yolcuların can yeleği giymesi ve
geminin üzerindeki 20 filikaya binerek
tahliye edilmeleri için çaba gösterdi. Şok
halinde koşuşturan yolcuların kurtarılmaları için uğraşan Thomas Andrews
üzerine can yeleği bile giymemişti.
Kurtulanlar, Thomas Andrews’in en son
birinci sınıf yolcuların sigara salonunda
ağlarken görüldüğünü söylemişlerdi.
29
Hazırlayan:
Ş. GÜLBİN GÜZEY
Bilginizi Denetleyin
1-Yarattığı “Şarlo”
adlı karakterle ünlenen sinema yönetmeni ve aktör kimdir?
a-Victor Fleming
b-Charlie Chaplin
c-Woody Allen
d-James Cameron
2-Aşağıdaki illerimizden hangisinin denize
kıyısı yoktur?
a-Bartın
b-Sakarya
c-Artvin
d-Gümüşhane
3-Dünyanın en
yüksek noktası olan
Everest tepesi hangi
ülkededir?
a-Nepal
b-Hindistan
c-Özbekistan
d-Tacikistan
4-Aşağıdaki göllerden
hangisi Akdeniz bölgesinde yer almaktadır?
a-Salda Gölü
b-Ulubat Gölü
c-Sera Gölü
d-Manyas Gölü
5-Amerika Basketbol
Ligi’nde (NBA) oynayan ilk Türk oyuncu
kimdir?
a-Mehmet Okur
b-İbrahim Kutluay
c-Hidayet Türkoğlu
d-Mirsad Türkcan
6-Dünyanın en küçük
ülkesi hangisidir?
a-Vatikan b-Malta
c-Monako d-San Marino
7-Üç bölgede toprağı
bulunan ilimiz hangisidir?
a-Sivas b-Erzurum
c-Konya
d-Afyon
8-Roma rakamında
hangi sayı yoktur?
a-10 b-100
c-50 d-0
9-Aşağıda verilen
illerden hangisi en son
il olmuştur?
a-Aksaray
b-Düzce
c-Osmaniye
d-Karaman
10-Türkiye’de üretilen ilk yerli otomobil
markası hangisidir?
a-Murat
b-Fiat
c-Anadol
d-Tofaş
11-“Fareler ve
İnsanlar"ın yazarı
kimdir?
a-Steinback
b-Gogol
c-Dostoyevski
d-Victor Hugo
12-Balıklı Göl’ü ile
ünlü olan şehrimiz
hangisidir?
a-Adana
b-Şanlıurfa
c-Van
Yanıtlar:
d-Hatay
151.
sayfada
30
Yılmadan Yorulmadan
BD NİSAN 2017
Dr. Cihangir Dumanlı
Demokrat
Atatürk
Atatürk bağımsızlık savaşını ve devrimleri
gerçekleştirirken demokrasiye bağlılığından
asla ödün vermemiş, en ağır koşullarda dahi
eylemlerini ulusal egemenliğe ve TBMM’nin
kararlarına dayandırmıştır.
A
tatürk ve demokrasi ayrı bir
kitap olabilecek kadar geniş
bir konudur. Bu yazının kapsamında büyük önderin demokrasiye
bağlılığını gösteren bazı kesitler
vereceğiz.
19 Mayıs 1919’da Samsuna çıktığı zaman verdiği karar, "ulusun
egemenliğine" dayalı tam bağımsız
yeni bir Türk devleti kurmaktı.1
O tarihte yurdun pek çok yeri
işgal edilmiş ve ordu dağıtılmış,
31
BD NİSAN 2017
padişah işgalcilerle işbirliği yapmakta idi. Buna rağmen Türk ulusu
Kuva-yı Milliye, Redd-i İlhak,
Müdafa-i Hukuk gibi direniş
örgütlerini kurarak; hem ordulaşmış
hem de egemenliğine eylemli olarak
sahip çıkmıştı. İşte Atatürk’ün yeni
bir devlet kurmadaki çıkış noktası
ve temel dayanağı bu demokratik
halk örgütleri olmuştu.
S
amsun’a çıkıştan sonra halkla
ilk ilişkisi ve kurtuluş yönündeki eylemi Havza’da yayınladığı
genelgedir. Atatürk 28 Mayıs tarihli
• Her türlü etki ve denetimden
uzak bir ulusal heyetin toplanması
gerekmektedir.
• Bunun için her sancaktan
parti farkı gözetmeksizin ulusun
güvenini kazanmış üç kişinin yola
çıkartılması istenmiştir.3
Görüldüğü gibi büyük önder
ulusal mücadelenin başlangıcında
hemen silaha sarılmamış, halkın kitlesel demokratik tepkilerini teşvik
ve organize etmekle işe başlamıştır.
Daha sonra yapılan Erzurum, Sivas
kongreleri ve TBMM bu demokratik tepkilerin yurt çapında örgütle-
Atatürk, olağanüstü
koşullar (OHAL) var
diyerek demokrasiyi
askıya almamış, silahlı
mücadeleyi başlatmadan
önce ulusal egemenliğin
temsilcisi olan TBMM’nin
işlevselliğine öncelik
vermiştir.
Havza genelgesinde;
Halkın işgale karşı, köylere kadar
her yerde büyük ve coşkun toplantılar yapmasını, İstanbul’a telgraflar
çekilmesini ve Hıristiyan halka kötü
davranılmamasını istemiştir.2
Havza’dan sonraki durağı
Amasya’da 22 Haziran’da yayınladığı genelge ise tam bir ihtilal
bildirisidir. Buna göre:
• Ulusun bağımsızlığını yine
ulusun azim ve kararı kurtaracaktır.
32
mesini ve ulusun egemenliğini fiilen
kullanmasını sağlamıştır.
TBMM’nin açılışından önceki
dönemde Kuva-yı Milliye cephelerindeki savaşlar ve her tarafta ortaya
çıkan isyanlar herkesi ürkütürken,
Atatürk’ün Ankara’da sükûnetle
oturması ve telgraf başında başka
işlerle uğraşması herkesi şaşırtmakta idi. Ona “cephelere git, ordu
yap, ordu ile uğraş” diyenlere şu
cevapları veriyordu:
BD NİSAN 2017
“Önce meclis,
sonra ordu.”
“Ben kerameti
mecliste görenlerdenim.”
“Bir devre
yetiştik ki onda her
şey meşru olmalıdır.”
“Orduyu yapacak olan millet fakat millete niyaben
meclistir.”4
Atatürk
görüldüğü gibi
olağanüstü koşullar
(OHAL) var diyerek demokrasiyi
askıya almamış, silahlı mücadeleyi
başlatmadan önce ulusal egemenliğin temsilcisi olan TBMM’nin
işlevselliğine öncelik vermiştir.
Ona göre güçlü bir ordu güçlü bir
devlete, güçlü bir devlet de ulusal
egemenliğe dayanmalıdır.
Atatürk TBMM’nin açılışının
ikinci gününde (24 Nisan 1920)
yaptığı konuşma ile yeni devletin
anayasasının temel ilkelerini ortaya
koymuştur. Bu konuşma daha sonra
bir önerge olarak sunulmuş ve
TBMM’de kabul edilmiştir. Bir
tür geçici anayasa niteliğindeki bu
önergede şu esaslar çıkmakta idi:
• Meclisin üstünde hiçbir gücün
olmaması,
• Yeni bir hükümet kurma zorunluluğu,
• Meclisin seçtiği ve ona karşı
sorumlu olan bir hükümet,
• Meclis başkanının hükümetin
de başkanı olması5 (meclis hüküme-
Birinci TBMM hemen her gün genel
kurul yapmış, 338 kanun çıkarmış, 76
gensoru önergesi, 625 soru önergesi
vermiş, günde ortalama 24 milletvekili
konuşmuştur.
ti sistemi).
O günkü koşullar yasama ve
yürütmenin tek elde toplanmasını
gerektirmekte idi (kuvvetler birliği
sistemi). Atatürk tüm yetkileri kendi
elinde değil, meclisin elinde toplamayı tercih etmiştir.
B
irinci TBMM’de serbest
tartışma ve özgürlük ortamı
bakımından hiçbir Osmanlı meclisiyle kıyaslanamayacak kadar geniş
bir demokratik ortam vardır. Bu
savaş tarihinde eşi görülmemiş bir
durumdur.6
Birinci TBMM döneminin
siyasal rejimi, bir savaşı demokrasi
ile yönetmek, krizi demokrasi ile
aşmak gibi son derece netameli bir
görev üstlenmişti. Ulusal kurtuluş
savaşları tarihinde bir meclis eliyle
33
BD NİSAN 2017
kuvvetler birliği sistemi içinde
gerçekleştirilip başarılan ilk ve
muhtemelen tek örnek budur.7
Birinci TBMM hemen her gün
genel kurul yapmış, 338 kanun
çıkarmış, 76 gensoru önergesi, 625
soru önergesi vermiş, günde ortalama 24 milletvekili konuşmuştur.8
üç ayda bir meclise hesap vermeyi
gerekli görmüştür.
TBMM’nin demokratik ortamında Aralık 1922’de Mustafa
Kemal’in milletvekilliğinin düşürülmesini amaçlayan bir önerge dahi
verilebilmiştir.10
1924 anayasasının hazırlanmasında TBMM, Atatürk’ün isteğine
rağmen Cumhurbaşkanına
meclisi fesih yetkisinin ve
kanunları veto yetkisinin
verilmesini ulusal egemenliğe
aykırı gördüğünden kabul
etmemiştir.11 Atatürk Cumhurbaşkanı seçildikten sonra
CHP başkanlığını vekaleten
İsmet İnönü’ye bırakmıştır.12
Bir gün Başvekil Fethi
Bey (Okyar) Atatürk’e “yarın
meclise gelmezseniz iyi olur”
demiştir. Atatürk’ün nedenini sorması üzerine “güç mevkide kalabilirsiniz” cevabını alan Atatürk; “Ya?
Güç mevkide nasıl kaldığımı ben de
görmeliyim. Onun içi geleceğim”
demiştir.13
Atatürk devrimleri de kararnamelerle gerçekleştirmemiş, önce
halka anlatmış, sonra TBMM’den
ilgili devrim kanununu çıkartmıştır.
Bütün bunları dünyada demokrasinin henüz gelişmediği ve yaygın
olmadığı bir dönemde yapmıştır.
TBMM’nin demokratik ortamında
Aralık 1922’de
Mustafa Kemal’in
milletvekilliğinin
düşürülmesini
amaçlayan bir önerge
dahi verilebilmiştir.
A
tatürk 5 ağustos 1921’de
başkomutanlık yetkisini
alırken mecliste büyük tartışmalar
olmuştur. Atatürk meclise olan saygısının gereği olarak meclisin tüm
yetkilerini değil, “ordunun gücünün
artırılması ve yönetiminin geliştirilmesi için” gerekli yetkilerini almış
ve bu konudaki önergesinde “Ulusal egemenliğin gerçek bir kulu
olduğumu ulusa göstermek için bu
yetkinin üç ay gibi kısa bir süre ile
sınırlandırılmasını ayrıca dilerim”
demiştir.9 Yunan ordusunun Sakarya
önlerine doğru ilerlediği bu kritik
günlerde dahi büyük önder meclise
olan saygısının gereği, başkomutanlık yetkisini kapsam ve süre
bakımlarından sınırlı olarak almış,
34
[email protected]
1-Gazi Mustafa Kemal, Söylev (Nutuk), Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara, 1981, s. 9. 2- a.g.e. s.17. 3- Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam Cilt II, Remzi Kitabevi,İstanbul,
1964. S. 33. 4-a.g.e. s.236 5- Bülent Tanör, Osmanlı-Türk
Anayasa Gelişmeleri,YKY Yayınları,İstanbul,1998, s.235
6- Bülent Tanör, Kuruluş, Kurtuluş, Cumhuriyet Yayınları,
İstanbul, 2003, s.119 7- a.g.e. s.121 8- Tanör, Kuruluş s.120
9- Atatürek, a.g.e. s.448 10- Aydemir, a.g.e. S.65 11- Turgut
Özakman, Cumhuriyet, Türk Mucizesi, İkinci Kitap,
Bilgi Yayınevi, İstanbul, 2010, S.40 12- Turgut Özakman,
Cumhuriyet,İkinci Kitap Bilgi Yayınevi, İstanbul, 2010, s17
Atatürk’ün Dünyası
BD NİSAN 2017
Cengiz Önal
82
Şeyh Sait
Ayaklanması ve
Türk Devrimleri
İ
smet Paşa, yeni Bakanlar Kurulu listesini
3 Mart 1925 tarihinde
Meclis’in onayına
sundu. Yapılan oylama
sonucunda, Meclis, hükümete güvenoyu verdi.
Hükümet programında
özetle, “Her şeyden
önce son hadiseler
süratle ve şiddetle
ortadan kaldırılacak,
memleket her türlü fesat hareketlerinden korunacak, huzur
ve devlet otoritesinin sağlam bir
şekilde yerleştirilmesi için bütün
tedbirler alınacaktır.” gibi hususlar da yer alıyordu.
Hükümet, mevcut durum karşısında işi sıkı tutmayı kararlaştırmıştı. Özellikle İsmet Paşa, Ulusal
Kurtuluş ve Bağımsızlık Savaşı ile
Mudanya Ateşkes ve Lozan Barış
Antlaşmaları’nın hangi şartlar
altında gerçekleştirildiğini çok iyi
biliyordu.
Atatürk ve İsmet İnönü
Zaman kaybetmeden ve acilen
görüşülmesi isteğiyle hazırlanan
Takrir-i Sükûn (Huzurun Sağlanması) Yasası Meclis’e sunuldu. Yasa
özetle; “İrtica ve isyana ve memleketin sosyal düzenini, huzur ve
sükûnetini, emniyet ve asayişini
bozmaya sebep olacak bütün
kuruluşlar, kışkırtmalar, girişimler ve yayınları, Cumhurbaşkanı’nın onayı ile doğrudan doğruya
veya idare olarak yasaklamaya
hükümet yetkilidir. İşbu fiillere
katılanları hükümet İstiklal Mah35
BD NİSAN 2017
kemesi’ne verebilir.” ifadelerinden
oluşuyordu.
M
eclis’te sert tartışmalar yapıldı
ve sonuçta Takrir-i Sükûn
Yasası 4 Mart 1925 tarihinde kabul
edildi. Yasanın en can alıcı kısmı;
sıkıyönetim bölgesinde görev yapacak İstiklal Mahkemesi’ne, yetkili
üst komutanın onaylaması şartıyla,
idam yetkisi de verilmesiydi.
Mustafa Kemal gelişmeler
üzerine Türk Ulusu’na ve Orduya,
7 Mart 1925 tarihinde yayımladığı
bir bildiriyle, son
olayları yaratanların, kanunen
suçlu bazı nüfuzlu kimselerin, din
maskesi altında,
yarattığı girişimler olduğunu söyledi. Hükümetin
aldığı hukuki ve
Şeyh Sait
askeri önlemlerle
güvenlik ve asayişi sağlayacağını
belirtti ve sivil ve asker devlet memurlarını, her şeyden önce yüksek
vazifelerini tereddütsüz, azim ve
şiddetle yerine getirmeye davet etti.
Bu koşullar altında Şeyh Sait
Ayaklanması’nı bastırmak pek güç
olmadı. Yakalanan asiler yargılandılar ve hak ettikleri cezalara çarptırıldılar. Ayaklanmanın bastırılmasından sonra, ayaklanma ile ilgili
kışkırtıcı yazılar yayımlayan altı
gazetenin yayın hayatına, mahkeme kararıyla, son verildi. Yine bu
esnada; Terakkiperver Cumhuriyet
Fırkası’nın dinci söylemlerde bu36
lunması ve bunun da karşı devrimci
güç odakları için çekici bir durum
yaratması gerekçesiyle, anılan parti,
İstiklal Mahkemesi'nce, 3 Haziran
1925 tarihinde kapatıldı.
İsmet Paşa; Terakkiperver
Cumhuriyet Fırkası’nın din sömürüsü konusunda; “Terakkiperver
Fırka’nın kuruluşu zamanında,
memlekette bize karşı belirli ve
körüklenmiş olan dini hissiyattan
bilerek istifade etmek maksadı
vardır...” şeklinde açık ve net bir
değerlendirmede bulundu.
Takrir-i Sükûn Kanunu konusunda da yapılan çokça eleştirilere;
“Bütün bu şartlar içinde Takrir-i
Sükûn Kanunu ve İstiklal Mahkemeleri gibi radikal tedbirlere müracaat etmeden Cumhuriyeti, yeni
rejimi korumak mümkün müdür?”
şeklindeki bir soruyla cevap vererek
görüşlerini aktardı.
Gazi Mustafa Kemal’in kayıtsız-şartsız desteği ile İsmet Paşa’nın
ortaya koyduğu kararlılığı sonucunda ortalık biraz sakinleşmeye, şartlar normale dönmeye başladı. Halk
huzurla günlük yaşamına devam
ederken hükümet de boş durmuyor
ve büyük bir hızla her alanda yeni
Devrim Yasaları çıkarıyordu.
Bunlar sırasıyla:
Şapka ve Kılık Kıyafet
Yasası, 28 Kasım 1925 gün ve 671
sayılı,
Tekke ve Zaviyelerin kapatılması ile Türbedarlıklar ile bir
kısım unvanların kaldırılması
yasası, 30 Kasım 1925 gün ve 677
sayılı,
•
•
•
•
Türk Medeni Yasası, 17
Şubat 1926 gün ve 743 sayılı,
Uluslararası Rakamların
Kabulü yasası, 20 Mayıs 1928 gün
ve 1288 sayılı,
Türk Harfleri’nin Kabulü ve
Uygulanması, 1 Kasım 1928 gün
ve 1353 sayılı,
Efendi, Bey, Paşa, Hacı,
Hoca, Molla, Hazretleri ve Şeyh
vb gibi lakap ve unvanların kaldırılması yasası, 26 Kasım 1934 gün
ve 2590 sayılı,
Bazı kisve ve giysilerin giyilemeyeceği yasası, 3 Aralık 1934
gün ve 2596 sayılı, yasalar olarak
sayılabilir.
Ancak İsmet Paşa’nın, gerçekleştirilen bu devrimlerin uygulanması sırasında sıkıntılar yaşanabileceği hususunda endişeleri vardı.
Bunun somut örneği Yeni Türk Alfabesi’nin kabulünde yaşandı. Enver
Paşa’nın uygulamaya çalıştığı yeni
alfabe deneyimi(Enver’iye Yazısı)
uygulamasında güçlükler yaşanınca;
Mustafa Kemal’in öngördüğü alfabe
değişikliğine başlangıçta karşı çıktı.
Bunu anılarında;
“Ben önce buna mukavemet
ettim. Başından beri söylediğim,
-Enver Paşa harp ilan edilmeden
böyle bir şeye teşebbüs etmişti.
Sonra muharebenin ilanı üzerine
kaldırdı, tekrar eski hale döndük; yine öyle olacak!- Atatürk’e
bunları söyledim ve benim ikazım
cesaretini kırdı. Harf inkılâbını iki
sene ileri erteledi.”
Zaman ilerliyordu ve 1928 yılına
kadar gelinmişti. Artık bir Türk Al-
•
•
•
BD NİSAN 2017
Yeni Türk
Alfabesi’ni ilk
kullananlar
Mustafa Kemal
ve İsmet
Paşa’dır.
Gazi, 4/5 Ağustos
1928 gecesi İsmet
Paşa’ya yazdığı mektubu,
Yeni Türk Harfleri’yle
kaleme almıştı.
fabesi’nin gerekliliği kendini iyiden
iyiye hissettiriyordu. İsmet Paşa da
bu gerçek karşısında, konuyla ilgili
oluşturulan komisyonlara katıldı
ve zamanla da karşı görüşlerini
söyledi.
Y
eni Türk Alfabesi’ni ilk
kullananlar Mustafa Kemal ve
İsmet Paşa’dır. Gazi, 4/5 Ağustos
1928 gecesi İsmet Paşa’ya yazdığı
mektubu, Yeni Türk Harfleri’yle
kaleme almıştı. İsmet Paşa da; o
günlere Malatya’da yaptığı bir
konuşmada; “Gelecekte bugünkü
kuşaklara gurur verecek muhteşem
bir teşebbüse girmiş bulunuyoruz.
Bu girişim, Türk Ulusu içinde
istisnasız herkese okuyup yazmayı
öğretme teşebbüsüdür. Bu kadar
hayırlı ve güçlü bir tedbirin niçin
bugüne kadar geri bırakıldığını geleceğin eleştirmenlerine anlatmak
37
BD NİSAN 2017
kolay olmayacaktır...” diyerek,
yeni alfabeyi hararetle ve samimiyetle desteklediğini gösterdi.
T
ürk Dili’nin sadeleştirilmesi ve
dolaysıyla da yabancı kelimelerin etkisinden, hatta pençesinden
kurtarılması konusunda Mustafa
Kemal’in gösterdiği bütün çabaları
samimiyetle destekleyen İsmet Paşa,
dilde sadeleştirmeye büyük önem
Konuşmanın ilerleyen bölümlerinde, Türk Dili için gerekli önlemlerin alınmaması durumunda ise
olabilecekleri; “Eski Doğu sözlerinin egemenliğinden kurtulmadan,
yeni Batı sözlerinin düşüncesiz ve
ölçüsüz dalışına uğrayacağız…”
şeklindeki bir ifadeyle açıklamıştır.
26 Eylül 1941 günü Dil Bayramı
münasebetiyle yayımladığı mesajında; “Eğer Türkler, bilimin her
dalında yabancı diller için
çalıştıkları kadar kendi öz
dilleri için emek çekselerdi, Türk dili çok zamandan
beri eksikliklerinden tamamıyla kurtulmuş ve uygarlık dünyasının örnek bir
dili olurdu. Aynı alışkanlık
bugün de bizi kolayca elde
edeceğimiz çok ilerleyişten
alıkoymaktadır. Ulusa
söz işittiren ve okutabilen
her aydınımız, dil işinde
bir tek yabancı kelimenin
eksik olmasını, özenmeye
değer bir zevk saysa birçok
sıkıntıyı hiç fark etmeden geçebiliriz…” sözleriyle anlattıklarının,
bugün bile geçerliliğini korumakta
olduğu görülebilmektedir.
Ulus Gazetesi’nin 9 Ağustos
1953 tarihli sayısında yayımlanan
başmakalesinde İsmet Paşa; “Türk
dili ve Türk milleti Harf inkılâbı
ile bağımsız hale gelmiştir. Yeni
Harfler, Cumhuriyet’in Batı uygarlığı toplumunu kabul etmesinin
de başlıca dayancı olmuştur. Yeni
Harfler Türk Ulusu’nu bir kültür
âleminden başka bir kültür âlemi-
“Eğer Türkler,
bilimin her dalında
yabancı diller için
çalıştıkları kadar
kendi öz dilleri için
emek çekselerdi,
Türk dili (...) uygarlık
dünyasının örnek bir
dili olurdu.”
vermiştir. Hatta Dil Encümeni’nin
17 Şubat 1929 tarihindeki toplantısında yaptığı bir konuşmada;
“Efendiler!
Acı ile anmalıyız ki, şimdiye
kadar dilimiz, sınırları açık bir dil
olarak kalmıştır. Bu yurdun içine
girmek suçsuz bir dalıştı. Daha
fena ve acıklı olan, vatan çocuklarının bu dalmayı kendilerinin
arayıp özlemesidir...” sözleriyle
dilimizin o güne değin yaşadığı
sıkıntıları açık ve öz Türkçe bir
ifadeyle belirtmiştir.
38
BD NİSAN 2017
ne taşımıştır. Hiç tereddüt etmeden
söylemeliyiz ki; Türk Devrimleri’nin en önemlisi, yeni Türk Harfleri’nin kabulüdür.” açıklamasıyla
Harf Devrimi’nin önemini büyük
bir isabetle vurgulamıştır.
Gazi Mustafa Kemal’in Çağdaş
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni
oluşturma ve Türk Ulusu ve özellikle Türk Gençliği’nin çağdaş değerlerle yetiştirilmeleri konusunda
büyük önemi haiz olan Eğitim-Öğretim ve Kültür alanındaki değişikliklerle ilgili gelişmeler ve çabalara,
İsmet Paşa’nın da önemli oranda
katkısı olduğu açık bir gerçektir.
Konuyla ilgili olarak ilk akla
gelenler arasında; Medreselerin
Kapatılması, Gazi Eğitim Enstitüsü, Musiki Muallim Mektebi,
Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi,
Mesleki Teknik Öğretmen Okulları,
Köy Enstitüleri’nin öncüsü konumundaki Köy Öğretmen Okulları,
Yüksek Ziraat Enstitüsü, Ankara
Konservatuarı, İstanbul Resim ve
Heykel Müzesi, Halkevleri, İstanbul
Üniversitesi ve Güzel Sanatlar
Akademisi’nin açılmalarını saymak
mümkündür.
Bunlara ilaveten, Altı Ok olarak
simgelenen Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve Devrimcilik diye nitelenen
ilkelerin, 152 milletvekiliyle birlikte
ortak imza ile verdikleri bir önerge
ile 5 Şubat 1937 tarihinde Anayasa
Metni’ne eklenmesi konusundaki
İsmet Paşa’nın çabaları ve desteği
unutulmaması gereken önemli tarihi
olaylardan birisidir.
Ayrıca 1934 yılında yükseköğretim kurumlarında başlayan
Devrim Tarihi derslerinin verilmesi
uygulamasına büyük destek veren
İsmet Paşa, İstanbul Üniversitesi’nde İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Ankara
Hukuk Fakültesi’nde ise Türk
İnkılâp Tarihi Kürsüsü kurulması
çalışmalarında da önemli oranda
destek sağlamıştır.
A
kabinde 20 Mart 1934 tarihinde Ankara Hukuk Fakültesi
Türk İnkılâp Tarihi Kürsüsü’nde
verdiği ilk derste; “Türk Devrimleri, Türk Ulusu’nun Kurtuluş Savaşı olduğu gibi, kurtuluşun hedefi
olarak da Türk Ulusu’nun yüksek
bir toplum olmasını saptamış ve de
sağlamıştır. Türk Devrimleri, diğer
insan toplumlarına karşı saldırgan
ve istilacı hırsları reddeder. Türk
Ulusu’nun yüksek bir toplum olması hedefi, Devrimlerin devamını
gerektirmektedir. Hayatımızın
devrimci niteliği, toplumun saadeti
ve ilerlemesi için hiçbir dogmaya
körü körüne saplanmış olmamasıdır. Bu nokta, Türk Devrimlerinin,
tutucu eski rejimlere karşı olduğu
gibi, saptanmış bir çerçeve içinde
olan yeni iddia ve rejimlere karşı
da başlıca farkı ve üstünlüğüdür.
Biz Türk Ulusu’nu yükseltmek için
dar ve dogmatik anlayışlara kendimizi bağlamış değiliz...” sözleriyle
Türk Devrimleri’nin önemine vurgu
yapmıştır. •
[email protected]
(Gelecek Ay: Hükümetin
Ekonomik Kalkınma Çabaları)
39
BD NİSAN 2017
Tecrübeler
Okulu
Ülkenin en
yüksek gelişmelere
aday olduğunu
göstermek için bu
karamsarlığı ve
ümitsizliği yenmek
gerekiyordu.
E
timesğut, İstanbul Boğazı,
Çiftlik… Gazetelerde sıkça adı
geçen bu kelimelerden anladığımız nedir?
Kış-yaz burada bulunduğu
günlerin bir kısmını Ankara’nın o
tarafında geçiren Gazi ne yapıyor?
Basit bir çiftlik, basit bir iskân
yoksa basit bir su işi mi?
Gerçi bu üç iş, bütün Türkiye’nin en esaslı bayındırlık unsurlarıdır. Bütün Anadolu zengin
köylerle dolu olmalı, çorak topraklar işlenmeli ve ülkenin su serveti
kullanılmalıdır.
40
Ankara-Eskişehir arası, işte boş,
çorak ve geri bir toprak!
Gazi’nin tekniği, düşmanı ve
güçlükleri en yenilmez sanıldığı
taraflarından vurmaktır. Gazi için,
verimli ve sulak yerlerde modern
bir çiftlik ve sulama ile modern bir
köy yapmak, kurmak hiç de zor
değildir. Fakat bu, ana hatlar yerli
yerinde dururken, düşman cephesinin şurasından burasından geçici
harekâtlara girişmek gibi bir şey
olacaktı. Gazi'nin çalışması için
herkesin “Olanaksız” dediği işi bulmak gerekti: Ankara yeşil olamaz,
BD NİSAN 2017
buranın toprakları nüfus besleyemez
ve dolaysıyla kalabalıklaşamaz,
burası susuz bir çöldür…
Beş altı yıl önce birçok insanın
Orta Anadolu için verdiği karar
buydu.
Ülke insanının enerjisini düşürmemek, ülkenin en yüksek gelişmelere aday olduğunu göstermek
için bu karamsarlığı ve ümitsizliği
yenmek gerekiyordu. Ankara çölü
sulanabilmeli, Ankara tepeleri yeşil
olabilmeli, Ankara çoraklığında
insan yaşayabilmeli ve servet üreyebilmeliydi. Bu çetin kaya kırıldıktan
sonra, geriye kalan yumuşak toprak
için hiçbir sorun yoktu.
G
eçen cuma günü çiftliğin
yemyeşil ağaçları, İstanbul
Boğazı’nı
demir ve betonlarla
O, ağaçlarını çocukları
kaplayarak, yeraltı
gibi sever, büyütür
sularını toplamaya
ve kendi okulunda
olan husus, Gazi’nin
çalışan makineler ve
çalışma ve başarma
tecrübe edinenleri,
Etimesğut köyünün,
yöntemidir. Gazi
yığınla mahsulleri
ümitsizlikleri veya
burada emir verip
arasından geçerken
başarısızlıkları
giden, verilen raporu
işte bunları düşünedeniyle söküp
“Evet!” diye kabul
nüyordum ve bir iki
atmaz.
veya “Hayır!” diye
saat içinde, Ankareddeden, olanı
ra’nın bu tarafına
olmayanı, ülke tekniğini veya “Bu
verilebilecek bir isim buldum:
toprağın verimi budur…” diye ölçen
Tecrübeler Okulu!
Bu kadar çetin tecrübeler arasın- bir insan değildir.
O, her hususu en ince ayrıntısına
da dövülmüş Türk enerjisinin çeliği,
kadar bizzat görmek ve anlamak
ülkenin bütün öbür taraflarındaki
ister. Bizim tahsil görmüşlerimizin
güçlükleri, olgunlaşmış ekin gibi
zayıf taraflarını bildiği için, onların
biçebilir.
kısa ve kolay kararlarını kuşku ile
Yalnız bütün bu tecrübe ve
karşılar, bir su izinin peşinde bizzat
başarılar arasında asıl incelenecek
41
BD NİSAN 2017
Ankara'da örnek köy,
Etimesgut kurulurken
dolaşır, bir elektrik trafosunun yapısının güzelliği-çirkinliği ile bizzat
uğraşır. Ağaçlarını çocukları gibi
sever, büyütür ve kendi okulunda
tecrübe edinenleri, ümitsizlikleri
veya başarısızlıkları nedeniyle
söküp atmaz. Öğrenerek uyanacaklarını ve başaracaklarını düşünür.
Yavaş gelişen koruları ve ürünleri
gibi, insanları da sessiz yetişir. Bu
yetişen insanlar için Anadolu’nun
sulak ve yeşil yerlerinde başarılı
olmak artık işten bile değildir.
Tecrübeler Okulu’nda okuyan
sadece onun sınırlı sayıdaki adamları
değildir. Orada hemen her devlet
kuruluşunun işi vardır, hepsi onun
yüksek kontrolü altında işler. Bozulur,
düzelir, düşer, kalkar. Fakat her girişim sonunda olumlu meyvesini verir.
Etimesğut Köyü’nün yalnız gelişip-gelişmeyeceği değil, geldikten
sonra halkın dağılıp dağılmayacağı
da kuşkuluydu. Dünkü çorak Etimesğut’un köylüleri, bu yıl Anadolu
köylülerinin en mutlu olanlarıdır.
42
Ankara şehri ve Ankara’nın o tarafı, Türkiye şehirlerini ve doğasını
yaratacak olan genç cumhuriyetin
okulu olmaktadır. Bayındırlık, buradan doğan bir güneşin ışıkları gibi
dört bir yana dağılacaktır.
Bu okulun tecrübeleri bittikten
sonra, Anadolu için yepyeni bir
karar verilecek ve bu karar, bugünkü kararların tam bir yansıması
olacaktır.
Gazi, Ankara’nın o tarafında,
bu alanda en büyük düşmanı olan,
Anadolu’nun çorak topraklarını ve
Türk Milleti’nin gücü ve yeteneği
hakkında bizzat bu halkın içine
işletilen karamsarlığı da yeniyor.
Ankara’nın o tarafı, bu korkunç düşmanın en güçlü istihkâmı,
Afyon’u idi. Can evinden vurulan
düşmanın elinden bütün ülkeyi ne
kadar kısa sürede ve ne denli kolay
kurtarmanın mümkün olduğunu,
bize gene o göstermedi mi? •
Hâkimiyeti Milliye Gazetesi
26 Ağustos 1929
Yakın Tarihimiz
BD NİSAN 2017
Yaşar Öztürk
Atatürk’ten İki Söylev
Bütün
Dünyaya ve
Gençlere
80
yıl önce Mart ayının 17’siydi. Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü
Aras’ın onurlarına verdiği yemekten dönen
Romanya Dışişleri Bakanı Victor Antonesco,
eşi ve arkadaşları Ankara Palas Oteli’nde
Atatürk’ün konuğu oldu. Gazeteci Ahmet
Emin Yalman da oradaydı. Tarihi bir andı...
43
BD NİSAN 2017
“Atatürk’ün (konuklarına) açıklamaları o kadar akıcı bir hayat ve
insanlık dersi şeklini aldı ki, yararı
yalnız çevredeki bir kaç arkadaşla
sınırlı kalması çok yazık olacaktı. Hiç bir sözcüğü kaçırmamaya
çalışarak not tutmaya başladım.
Bunların yararını sınırlı bir dairede
bırakmak bencillik olacaktı. Bu güzel sözleri vatandaşlara ve dünyaya
duyurmayı en doğal bir görev bildim...” diyen Yalman “Atatürk’ün
bütün dünyada derin yankılar
uyandıracak; insanlara yeni ufuklar
ve ülkü ışıkları
gösterecek büyük sözleri”ni
yazdı.
“Yurtta barış
ve dünyada barış”
özlemini yeniden dile getiren
Atatürk: “Her gün
gücü daha artan
bir Romanya'yı
bütün kalbimizle
isteriz. Dostluğumuz o kadar
sıkı ve emindir ki, Romanya daha
kuvvetli oldukça biz de kendimizi
daha kuvvetli sayarız(...) Ulusları
antlaşmalardan daha çok hisler
bağlar. Romanya, kalbimizde kardeşçe yer tutmuştur. Ruhlarımızın
yakınlığı, birleşikliği için kadehimi
kaldırıyorum.”
ve şevkle karşılamak konusunda
uluslarına yol göstermektir. Vaktiyle
kitaplar karıştırdım. Hayat hakkında filozofların ne dediklerini
anlamak istedim. Bir kısmı her şeyi
kara görüyordu: “Mademki hiçiz ve
sıfıra varacağız, dünyadaki geçici
ömür sırasında neşe ve saadete yer
bulunamaz” diyorlardı.
Başka kitaplar da okudum.
Diyorlardı ki, ‘Mademki sonu nasıl
olsa sıfırdır, bari yaşadığımız sürece
şen ve neşeli olalım.’
Ben, kendi karakterim bakımından ikinci hayat anlayışını seçiyorum. Fakat şu
kayıtlar içinde:
Bütün
insanlığın varlığını kendi şahıslarında gören
adamlar mutsuzdurlar. Besbelli
ki, o adam
fert sıfatıyla
mahvolacaktır.
Herhangi bir
şahsın yaşadıkça memnun ve mutlu olması
için gereken şey, kendisi için değil,
kendisinden sonra gelecekler için
çalışmaktır. Makul bir adam ancak
bu suretle hareket edebilir. Hayatta
tam zevk ve saadet, ancak gelecek
kuşakların şerefi, varlığı, saadeti
için çalışmakta bulunabilir.
Bir insan böyle hareket ederken
‘Benden sonra gelecekler acaba
böyle bir ruhla çalıştığımı fark
edecekler mi?’ diye bile düşünmemelidir. Hatta en mutlu olanlar, hiz-
“ Bütün insanlığın
varlığını kendi
şahıslarında
gören adamlar
mutsuzdurlar.
Besbelli ki, o
adam fert sıfatıyla
mahvolacaktır.”
K
onuklarına bugüne de ışık olan
söylevini sürdürdü, Atatürk:
“Uluslar kaygı ve acı bilmemelidir. Şeflerin görevi, hayatı neşe
44
BD NİSAN 2017
metlerinin bütün kuşaklarca meçhul
kalmasını yeğleyecek karakterde
bulunanlardır. Herkesin kendine
göre bir zevki var. Kimi bahçe ile
uğraşmak, güzel çiçekler yetiştirmek
ister. Bazı insanlar da adam yetiştirmekten hoşlanır. Bahçesinde çiçek
yetiştiren adam, çiçekten bir şey
bekler mi? Adam yetiştiren adam
da çiçek yetiştirendeki duygularla
hareket edebilmelidir.
Ancak bu tarzda düşünen ve
çalışan adamlardır ki, ülkelerine,
uluslarına ve bunların geleceğine
yararlı olabilirler. Bir adam ki,
ülkenin ve ulusun saadetini düşünmekten daha çok kendini düşünür,
bu adamın değeri ikinci derecededir.
Esas değeri kendine veren ve üyesi
olduğu ulus ve ülkeyi ancak şahsiyetiyle ayakta duruyor gören adamlar,
uluslarının saadetine hizmet etmiş
sayılmazlar. Ancak kendilerinden
sonrakileri düşünebilenler uluslarını yaşamak ve ilerlemek olanaklarına eriştirirler. Kendisi gidince
ilerleme ve hareket durur zannetmek, bir gaflettir.
Şimdiye kadar bahsettiğim
noktalar, ayrı ayrı toplumlara aittir.
Fakat bütün dünya ulusları aşağı
yukarı akraba olmuşlardır; ve olmakla meşguldürler. Bu bakımdan,
insan, üyesi olduğu ulusun varlığını
ve saadetini düşündüğü kadar, bütün
dünya uluslarının huzur ve refahını düşünmeli ve kendi ulusunun
saadetine ne kadar değer verirse,
bütün dünya uluslarının saadetine
hizmet etmeye elinden geldiği kadar
çalışmalıdır.
Bütün akıllı adamlar takdir
ederler ki, bu vadide çalışmakla hiç
bir şey kaybedilmez. Çünkü dünya
uluslarının saadetine çalışmak,
diğer bir yoldan kendi huzur ve
saadetini sağlamaya çalışmak demektir. Dünyada ve dünya ulusları
arasında sükun, huzur ve iyi geçim
olmazsa, bir ulus kendi kendisi için
ne yaparsa yapsın, huzurdan yoksundur. Onun için ben sevdiklerime
şunu öneririm:
Ulusları yönlendiren ve yöneten adamlar, doğal olarak önce ve
önce kendi ulusunun var olma ve
saadetinin etkeni olmak isterler.
Fakat aynı zamanda bütün uluslar için aynı şeyi istemek gerekir.
Bütün dünya olayları bize bunu
açıktan açığa kanıtlar. En uzakta
sandığımız bir olayın bize bir gün
dokunmayacağını bilemeyiz. Bunun
için insanlığın hepsini bir beden ve
45
BD NİSAN 2017
bir ulusu bunun bir organı saymak
gerekir. Bir bedenin parmağının
ucundaki acıdan diğer bütün organlar etkilenir.
Türkiye, Romanya ve diğer
dostları güçlüdürler. Hiçbir taraftan
bize gelecek bir şey beklemem,
beklemeye de gerek yoktur. İşte bu
sükûnet içinde bütün dünyayı değer-
lendirmek fırsatı bizdedir. ‘Dünyanın filan yerinde bir rahatsızlık
varsa bana ne?..’ dememeliyiz.
Böyle bir rahatsızlık varsa, tıpkı
kendi aramızda olmuş gibi, onunla ilgilenmeliyiz. Olay ne kadar
uzak olursa olsun, bu temelden
şaşmamak gerekir. İşte bu düşünüş,
insanları, ulusları ve hükümetleri
bencillikten kurtarır. Bencillik, şahsi
olsun, milli olsun, her zaman kötü
görülmelidir.
Bir devlet adamının şahsiyetini
mevkiinin gururu öldürebilir. Mesul
bir mevkide bir siyasi adam sıfatıyla
46
bir ulusu idare edenler her şeyi
uluslarıyla beraber duymadırlar.
Millet fertleri kendilerine ihtarda
bulunabilmeli, fedakârlıklar bekleyebilmelidir. Milli bencilliğin devlet
adamlarını köreltmemeleri yalnız
kendi kuşağımız için değil, gelecek
kuşaklar için de gereklidir. İnsanlar
binlerce bağ ile birbirine bağlıdır.
Uluslar arasındaki hayatta her olay
bütün uluslar üzerine karşıt etkiler
oluşturur.
Konuştuklarımızdan şu sonucu
çıkaracağım: Doğal olarak kendimiz için bütün gerekli gelen şeyleri
düşüneceğiz ve gereğini yapacağız.
Fakat bundan sonra bütün dünya ile
ilgileneceğiz.
Kısa bir örnek: Ben askerim.
Dünya Savaşı’nda bir ordunun başında idim. Türkiye'de diğer ordular
ve onların kumandanları vardı. Ben
yalnız kendi ordumla değil, öteki
ordularla da meşgul oluyordum. Bir
gün Erzurum cephesindeki hareketlere ait bir mesele üzerinde durduğum sırada yaverim dedi ki:
‘Niçin size ait olmayan meselelerle de uğraşıyorsunuz?’
Yanıt verdim: “Ben, bütün orduların durumunu iyice bilmezsem
kendi ordumu nasıl yönlendireceğimi ve yöneteceğimi belirleyemem...”
Bir devlet ve ulusu yönetme
konumunda bulunanların her zaman
göz önünde tutmaları gereken
mesele budur. Bu nedenle sayın
konuklarımıza şunu diyeceğim: Ben
düşündüklerimi sevdiklerime olduğu
gibi söylerim. Aynı zamanda gerekli
olmayan bir sözü kalbimde taşımak
BD NİSAN 2017
gücünde olmayan bir adamım;
çünkü ben bir halk adamıyım. Ben
düşündüklerimi her zaman halkın
huzurunda söylemeliyim. Yanlışım
varsa, halk beni tekzip eder. Fakat
şimdiye kadar halkın beni tekzip
ettiğini görmedim.”
A
radan 10 gün geçti. 27 Mart
Cumartesi gecesi Ankara'da
okuyan Bursalı gençler Halkevi'nde
Celal Bayar’ın da eşlik ettiği şenlikteydi. Bayar
bir telgrafla,
“Gençlerin Atatürk’e sonsuz
inan ve bağlılıklarını; onun ışıklı
yolunu yorulmadan izleme
antlarını” bildirdi.
Duygulanan
Atatürk sofrasındaki konuklarıyla
Halkevi'ne vardı.
Gençler “bir sevinç, bir minnet ve heyecan halkası”
gibi Atatürk’ü sardı. Gençlerle “dil
ve tarih” üzerine sohbet eden Atatürk “bütün Türk ulusunun kalbine
ve dimağına işlenmesi gereken” bir
söylevde bulundu:
“Arkadaşlar, bu gece benim hakkımdaki derin duygularınızı Celal
Bayar çok güzel ve canlı bir ifade
ile bana bildirdi. Bu arada dedi
ki: Siz, genç arkadaşlar, yorulmadan beni izlemeye ant içmişsiniz.
İşte ben özellikle bu sözden çok
duygulandım. Yorulmadan beni
izleyeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat,
arkadaşlar, yorulmadan ne demek?
Yorulmamak olur mu? Elbette yorulacaksınız. Benim sizden istediğim
şey, yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman dahi durmadan yürümek,
yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni izlemektir. Yorgunluk
her insan için, her yaratık için
doğal bir durumdur. Fakat insanda
yorgunluğu yenebilecek manevi bir
kuvvet vardır ki, işte bu kuvvet yorulanları dinlendirmeden yürütür.
Sizler, yeni Türkiye'nin genç
evlatları, yorulsanız dahi beni
izleyeceksiniz.
Bu akşam buraya yalnız bunu
size anlatmak
için gelmiş
bulunuyorum.
Dinlenmemek
üzere yürümeye
karar verenler
asla ve asla yorulmazlar. Türk
gençliği gayeye, bizim yüksek
idealimize durmadan, yorulmadan
yürüyecektir. Biz de bunu görmekle
mutlu olacağız.”
“ Türk gençliği
gayeye, bizim
yüksek idealimize
durmadan,
yorulmadan
yürüyecektir. Biz
de bunu görmekle
mutlu olacağız.”
T
ürkiye'de okuyan Afgan öğrenci Atatürk’e teşekkürlerini
sunarken gençler hep bir ağızdan,
“Dağ başını duman almış/ Gümüş
dere durmaz akar/ Güneş ufuktan
şimdi doğar/ Yürüyelim arkadaşlar”
marşını söyledi.
Atatürk, “ışıklı yüzünü bu ışığa
yönelen gençliğe çevirerek” bir
anısını anlattı:
47
BD NİSAN 2017
“Arkadaşlar, 1919’da Samsun'a
çıktığım gün elimde maddi hiçbir
kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk ulusunun asaletinden doğan ve benim
vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı. İşte bu ulusal
kuvvete, bu Türk ulusuna güvenerek
işe başladım. Samsun'dan Anadolu
içerilerine, kırık bir otomobille
gidiyordum. Yanımda öteden beri
yaverliğimi yapan biri bulunuyordu.
Anadolu yollarında ilerlerken daima düşünür ve yaverime şimdi sizin
okuduğunuz şarkıyı söyletirdim.
Türk ufuklarından bir gün mutlak
bir güneş doğacağına, bunun hararet ve kuvvetinin bizi ısıtacağına,
bundan bize bir güç çıkacağına
o kadar emindim ki, bunu adeta
gözlerimle görüyordum. O şarkıyı
okutup tekrar ettirmekten amacım,
Türk'ün bu güneşi doğunca başarılı
olacağını anlatmaktı. Bu nedenledir
ki, demin söylenen şarkı benim on
sekiz senelik bir anımı tazeledi. Bu
şarkıyı söyletmeye önayak olan genç
bayana teşekkür ederim.”
Salon can kulağıyla dinliyordu.
Afet İnan, ardından Celal Bayar
söz aldı. Bayar ailesini görmeye
gittiğinde Mustafa Kemal’den
“Düşman kuvvetleri önüne düşen”
Anzavur'un Bursa’ya saldıracağını
bildiren telgrafı dile getirdi:
“Kendilerine Türk adı veren
birtakım vicdansız ve namussuz
adamların düşmana yol göstererek
Türk vatanını yabancı ordulara
teslim ettirmelerinin ne büyük bir
eza ve azap olduğunu ve hayatının
en büyük azabını Bursa istilasından
48
duyduğunu” anlattı ve ekledi:
“Arkadaşlar; bu zamanı idrak
ettiğinizden dolayı gerçekten mutlusunuz. Sizleri candan kutlarım...
Atatürk de bahtiyardır çünkü o
da tek bir buyruğu, tek bir işareti
üzerine nefsini, hayatını, çoluğunu
çocuğunu, varım yoğunu, kısaca bütün varlığını duraksamadan fedaya
hazır bir ulusun şefi, ulusu, atası
olduğunu ve ulusunun kendisine
böyle bir inanç ve bağlılıkla bağlı
bulunduğunu biliyor.”
S
alon alkıştan yıkıldı. “Türk
gençliği Ankara Halkevi'nde güneşli bir gece geçiriyordu.” Atatürk
çok heyecanlı görünüyordu. Salonda
derin bir sessizlikten sonra Atatürk
“güzel söz çağlayanı halinde” tekrar
gençliğe seslendi:
“Gençler, benim gelecekteki özlemlerimi gerçekleştirmeyi
yükümlenen gençler... Gerçekten,
Bayar'ın dediği gibi, bir gün bu
ülkeyi sizin gibi beni anlamış bir
gençliğe bırakacağımdan dolayı çok
sevinçli ve mutluyum. Buna gerçekten sevinmekteyim. Fakat beraber
yaşadığımız sürece benim hedefime
yürümenizi hepinizden istemek meşru bir hakkım olarak tanınmalıdır.”
Mete Akyol’un yüreğinden
aklından çıkmayan her fırsatta
“Yılmadan, yorulmadan, umudunu
yitirmeden” dillendirdiği “Muhtaç
olduğumuz kudret” dediği, Bütün
Dünya Dergisi’nin Kasım 2016
sayısındaki veda yazısı “Atatürk’ün
varlığa dönüşen yokluğu” buydu. •
[email protected]
BD NİSAN 2017
Başkent Üniversitesi'ne
3. Uluslararası
Kalite Ödülü
Başkent Üniversitesi’ne, Almanya’nın
Frankfurt kentinde düzenlenen 30. Uluslararası
Kalite Zirvesi’nde, “Kalite ve Teknoloji Ödülü” verildi.
B
aşkent Üniversitesi Kurucusu
Prof. Dr. Mehmet Haberal tarafından, Başkent’in tüm eğitim ve
sağlık kuruluşları için 1994 yılında
ISO 9000 Kalite Belgesi alınmasıyla ve 1995 yılında da yine Prof. Dr.
Haberal’ın kurduğu “Mithat Çoruh
Kalite Yönetimi Merkezi”yle
başlayan Başkent Üniversitesi’nin
kalite yolculuğu, üçüncü kez bir
uluslararası ödülle taçlandı.
Başkent Üniversitesi, yönetim
kalitesi ve iş mükemmeliyetini kurma, geliştirme ve sürdürme başarısını “teknoloji ve inovasyon” konularında da gerçekleştirme girişimleri
nedeniyle, Frankfurt’ta düzenlenen
30. Uluslararası Kalite Zirvesi’nde elmas kategoride “Kalite ve
Teknoloji Ödülü”ne layık görüldü.
49
BD NİSAN 2017
Başkent Üniversitesi'nin ödülünü, Başkent
Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ali
Haberal adına Rektör Yardımcısı Prof.
Dr. Abdülkadir Varoğlu aldı.
Ödülü Başkent Üniversitesi Kurucusu Prof. Dr. Mehmet Haberal ve
Başkent Üniversitesi Rektörü Prof.
Dr. Ali Haberal adına Başkent Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr.
Abdülkadir Varoğlu aldı.
ISO Kalite Belgesi’ni hem
eğitim hem de sağlık alanında alan
ilk vakıf üniversitesi olan Başkent
Başkent Üniversitesi'ne Elmas Kategoride
verilen "Kalite ve Teknoloji" ödülü belgesi
Üniversitesi daha önce de, 2013
yılında New York’ta düzenlenen 27.
Uluslararası Kalite Zirvesi’nde
altın kategoride “Kalite Ödülü” ve
2015 yılında Paris’te düzenlenen
29. Uluslararası Kalite Zirvesi’nde platin kategoride “Kalite
Ödülü” almıştı. •
Business Initiative Directions (BID) tarafından,
her yıl farklı kentlerde düzenlenen Uluslararası Kalite
Zirveleri’nde bu ödüllerin verildiği kuruluşlar, dünya
çapında değerlendirme yapan ve çoğunluğu daha önce bu ödüllere layık görülen
kuruluşlardan seçilen yaklaşık 300 kişilik bir grup tarafından tespit edilmektedir.
Ayrıca, farklı ülkelerde online oylama, telefon anketi, mektup anketi uygulanmaktadır. Böylece, ödül verilmesi düşünülen kuruluşa resmi davet ile başvurulmaktadır. Değerlendirme, 10 başlıkta bir araya getirilen, 100 kriterli QC 100 modeline
göre yapılmaktadır. Bu ödüller için en belirleyici değişken kalite uygulamalarının
kuruluşun kurucusu ve/ve ya yöneticisi tarafından yaygın ve sürekli olarak Kalite
vurgusu olan liderlik davranışının gösterilmesi ile karar vermede takım çalışmasının
uygulanmasıdır.
50
Bilmek Gerek
BD NİSAN 2017
A. Erdem Akyüz
İlk Meclisin Açılışı
Atatürk, TBBM
ve Sonrası
İ
stanbul’un 13 Kasım 1918’de
işgali ve milletvekillerinden bazılarının tutuklanarak sürgüne gönderilmesi, Meclis-i Mebusan’ın 18
Mart 1920’de kapanması sonrasında
Heyet-i Temsiliye adına Mustafa
Kemal Paşa yeniden seçim yapılmasını ve seçilecek kişilerin Ankara’da
toplanmasını istedi. Ancak Ankara’da toplantının yapılacağı bir bina
dahi yoktu. Yapım halindeki bir
ilkokulun kiremitleri alınarak gene
yapım halindeki bir bina alelacele
hazırlandı. İlk Meclis binası, bir
bodrum kat üzerinde yer alan birkaç
oda ve genişce bir toplantı salonundan oluşmaktaydı.
Meclis’in kurulmaya ve çalışmaya başladığı günlerde Türkiye’nin
durumu çok korkunç ve ümitsiz bir
görünümdeydi. Türkiye topraklarında işgal kuvvetlerinden 38.000
İngiliz, 59.000 Fransız, 17.000
İtalyan ve yaklaşık 100.000 kişilik
Yunan askeri vardı. Doğu Karadeniz’de Rum-Pontus çeteleri, doğu
51
BD NİSAN 2017
millete devredilmiş oldu.
Meclisin açılışının ertesi günü
24 Nisan 1920 tarihinde kürsüye
gelen Mustafa Kemal Paşa geniş bir
değerlendirme konuşması yaptı ve
aynı gün Meclis Başkanı seçildi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin; çağdaş, ulusal, demokratik ve laik bir
cumhuriyet olarak kurulmasındaki
önemli adımlardan bir diğeri 1.Kasım.1922 de Saltanat’ın kaldırılmasıdır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1 Kasım 1922’de kabul ettiği
308 sayılı “Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nin Hukuku Hakimiyet ve
Hükümranlık Haklarının Gerçek
ve Tek Sahibi Olduğuna Dair Kararname” ile saltanat ve padişahlık
kaldırıldı.
Mustafa Kemal Paşa
Bir başka önemli
“Müslümanlığı, asır- adım 3 Mart 1924
lardan beri olageldiği tarihinde “Hilafetin
üzere, bir siyaset
Kaldırılması” ve
şte Türkiye Büyük
Millet Meclisi bu ko- aracı olarak kullanıl- “Öğrenim Birlişullar altında çalışmaya masından kurtarma- ği’nin” kabul edilmebaşladı ve Türkiye
nın ve yükseltmenin sidir.
Son padişah
Cumhuriyeti bütün bun- elzem olduğu hakiolup halife unvanını
lara rağmen kuruldu.
katını görüyoruz.”
koruyan VI. Mehmed
Meclis binası etra- diyerek dini koru(Vahdettin) 10 Kasım
fında toplanan binlerce mak için siyasetten
kişi, büyük bir kalabaayrılmasının zorunlu 1922’de son Cuma
lık halinde ve heyecan
Selamlığı’na katılmış
olduğu gerçeğini dile ancak 17 Kasım sabaiçinde açılışı beklemekte iken, İlk Meclis 23 getirmiştir.
hı Boğaziçi’nde deNisan 1920’de saat 14.45’te en yaşlı mirli bulunan İngiliz zırhlısı HMS
vekil olan Sinop Milletvekili Şerif
Malaya ile Malta’ya sığınmıştır.
Bey’in bir konuşmasıyla açıldı ve
TBMM 19 Kasım 1922’de veresmen “Türkiye” kelimesi “Millet liaht Abdülmecid Efendi’yi, Halife
Meclisi” ile bütünleşerek kullailan etmiş, 3 Mart 1924’de çıkarınılmış, egemenlik kayıtsız şartsız
lan kanunla Halifelik makamı da
Anadolu’da binlerce kişiden oluşan
Fransız askerleri ve Ermeni çeteleri
bulunmaktaydı. Bütün bunlara sık
sık uğranılan ihanetler, gerici ve
bölücü ayaklanmalar da eklenmekte
idi.
İ
52
BD NİSAN 2017
kaldırılmıştır.
Yasanın gerekçesi, birinci maddesinde “Hakimiyetin millete ait
olduğu ve millet adına TBMM tarafından temsil edileceği” şeklinde
özetlenmiştir.
Kanunun çıkarılmasından iki
gün önce Mustafa Kemal
Paşa TBMM’de yaptığı
konuşmada “Müslümanlığı, asırlardan beri olageldiği üzere, bir siyaset
aracı olarak kullanılmasından kurtarmanın ve
yükseltmenin elzem olduğu hakikatını görüyoruz.”
diyerek dini korumak için
siyasetten ayrılmasının
zorunlu olduğu gerçeğini
dile getirmiştir.
Hilafetin 3 Mart
1924’de kaldırılması sırasında
hayatını San Remo’da sürdürmekte
olan son padişah Vahdettin, Ankara
Hükümetinin bu kararına karşı
destek istemek için ABD Başkanına
hitaben bir mektup kaleme almıştır (1). Son padişah 15. Nisan 1924
tarihinde Washington’a gönderdiği
mektubunda şu hususlara yer vermiştir: “Saltanat merkezinden süresiz uzaklaşmamın, babadan kalma
sahip olduğum saltanat ve hilafet
makamından vazgeçtiğim anlamına
gelmeyeceği açıktır. Ankara Meclisi
gibi isyancı bir fitnenin bu konuda
alacağı tüm kararların geçersiz
olacağını bildiririm… Bu konuda
sizin yüce kişiliğiniz ve Cumhuriyetiniz hükümeti tarafından olanaklar
ölçüsünde yapılabilecek yardımları
pek değerli sayacağımı açıklamaya
gerek yoktur.”
Bütün bunlara karşın Türk Milleti demokratik hak ve yetkilerine
sahip çıkmıştır.
23 Nisan 1924’de “23 Nisan Günü’nün” Bayram olarak kutlanması-
na karar verilmiş ve bu tarihden beş
yıl sonra 23 Nisan 1929’da Atatürk
bu bayramı çocuklara armağan
etmiştir.
B
u günün ve bütün bu çalışmaların özeti Atatürk’ün şu sözünde
hayat bulmuştur:
“Bütün cihan bilmelidir ki artık
bu devletin ve bu milletin başında
hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam
yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır.
O da millî egemenliktir. Yalnız bir
makam vardır. O da milletin kalbi,
vicdanı ve mevcudiyetidir.” •
[email protected]
(1) –Mektup, Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Arşivinde
86700/1788 numarada kayıtlıdır.
-Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih
Bölümü Araştırmaları Dergisi Cilt.24, Sayı.37, Yayın tarihi.2005 www.ataturkinkilaplari.com , www.ataturk.com
53
Kurtuluş Savaşından
Zeki Sarıhan
Onlar ki
Düşmanı
Meydanda
Koyup…
Eşme
1919 yılı mayısında, İzmir’in işgalinin hemen ertesinde
Yunan kuvvetlerini bekleyen şehir ve kasabalardaki panik
insanı kara kara düşündürecek boyuttadır.
E
rler, silahlarını da bırakıp
kaçmakta, askerlik şubeleri
boşalmakta, kendilerine bir zarar
gelmesin diye eşraf işgalcilere karşılayıcı çıkarmaktadır!
Ne pahasına olursa olsun direnmeden yana olan üç beş fedai ise,
halkı direnmek için ikna etmeye
uğraşsa da ilk başlarda karşılaşılan
durum insanın kanını donduracak
kadar kötüdür.
Söğüt’te küçük bir beyliğin
54
temellerini atıp Viyana kapılarına
kadar giden, Tunus ve Cezayir’e,
Azak denizi kıyılarına kadar deniz
aşırı ülkeleri kendine bağlayan dünyanın en büyük imparatorluklarından birini kurmuş olan Türk milleti
gitmiş, yerine bir avuçluk Yunanistan’dan ödleri kopan, zavallı, aciz,
korkak, kendi nefsini kurtarmaktan
başka bir şey düşünemeyen, bağımsız yaşama onurunu kaybetmiş bir
topluluk gelmiştir.
BD NİSAN 2017
önce Mestan Efe’nin
Nazım Hikmet’in
askeri danışmanlığına
Kurtuluş Savaşı Desverilen Yüzbaşı Rahtanı’ndaki çok anlamlı
mi Bey perişan bir
saptamasıyla halkın
vaziyette çıkagelir.
düşmanı meydanda
Başından geçenleri
koyup evlerine kaçtığı
anlatır. 100 kişilik
bir dönemdir.
bir kuvvettirler ve
İzmir’in işgalinden
yakınlardaki Yunan
birkaç gün sonra dakuvvetlerini uykudayğılan askeri kuvvetleri
ken yakalayacaklardır.
toplamak için Harbiye
Rahmi Bey, YunanNezareti tarafından 56. Bekir Sami Günsav
lılara saldırmayı
Tümen Komutanlığına
önerirse de Mestan Efe: “Sen git,
ve 17. Kolordu Kumandan Vekilbiz Yunanlılara teslim olacağız!”
liğine atanan Bekir Sami Bey’in
cevabını verir. Rahmi Bey Karşı
Bandırma’dan başlayarak karşılaşçıksa da Mestan Efe’yi razı edemez.
tığı durumu ve çalışmalarını, ayrıca
o günün millet psikolojini “Miralay Üstelik adamakıllı dövülür...
“Yunanlılar Padişah efendimiBekir Sami Günsav’ın Kurtuzin daveti üzerine gelmiş” inancı
luş Savaşı Anıları” ve “Yüzbaşı
Selahattin’in Romanı”nda okumak yaygındır. Gerçekten de Mestan
Efe, Turgutlu’ya gidip Yunanlılara
mümkündür. Yüzbaşı Selahattin,
teslim olur. O ve adamları silahlarıBekir Sami Bey’in yaveridir. İkisinin anıları bu dönemde aynı olayla- nı yere bırakır ve bunlar Yunan atlara tanıklık etmektedir ve anlattıkları rı tarafından çiğnenerek parçalanır.
Bekir Sami Bey “Yıllarca efe
birbirini bütünlemektedir.
unvanıyla dağlarda yaşamış bir
insanın bu rezilane davranışı,
imdi, Bekir Sami Bey’in anılaTürk’ün içinde bulunduğu perişan
rından izleyelim:
durumu ve etkili düşman propaAlaşehir’de yapabileceği bir
gandasının sonuçlarını açıkça
şey olmadığını anlayan Bekir Sami
gösteriyordu.” diye yazıyor.
Bey, müftünün silahlı direnişe
Bekir Sami Bey, 6 saat at sırtaraftar olduğunu duyduğu Eşme’ye
gitmeye karar verir. Tarih 3 Haziran tında yaptığı bir yolculuktan sonra
1919’dur. Daha önce Manisa’daki
Eşme’ye ulaşır. Yolda Ödemiş’in de
piyade taburunda elde kalan 14
Yunanlılar tarafından işgal edildiğisubay, 8 er ve 25 hayvanı Eşme’ye
ni anlatan bir telgraf alır. Telgrafta
göndermiştir. Eşme’ye gidince
Ödemiş’te halka 1.500 silah dağıtılbunlardan bir kuvvet oluşturmayı
dığı, ancak 120 kişinin Yunanlılarla
düşünmektedir.
çatışmaya girdiği bildirilmektedir.
Harekete hazırlanırken daha
Diğerleri silahları alıp sıvışmıştır.
Ş
55
BD NİSAN 2017
Ödemiş, çatışmasız olarak Yunanlıların eline geçmiştir. Halkın morali
çok bozuktur ve göçler başlamıştır.
Bekir Sami Bey, Eşme’ye girerken, onu ellerinde bayraklarla bir
sürü çocuk karşılar. Sevinir. Demek
ki Eşme bozulmamıştır! Fakat o da
ne? Çocukların ellerindeki Yunan
bayrağıdır! Çocuklar Bekir Sami
Bey ve yanındakileri Yunan kuvvetleri diye karşılamaya gönderilmiştir!
O
layın bundan sonraki kısmını
Yüzbaşı
Selahattin’den
izleyelim:
Bekir Sami
Bey, hışımla
kaymakamın
odasına dalar.
Eşme’de Rum
ailesi olup olmadığını sorar.
Kaymakam
şaşkındır.
Bekir Sami Günsav’ın
Fırıncı, kasap çalışmalarını ve o
ve manifaturacı günlerde milletin
psikolojisini anlatan
olmak üzere
kasabada dört kitaplar
Rum ailesinin olduğunu söyler.
Yunan bayrağıyla karşılamaya çıkan
çocukları da Eşme halkına zarar
gelmesin diye Alaşehir Metropolitinin tavsiyesi ile gönderdiklerini
söyler. Bunun yerinde bir tedbir
olduğunu da savunur.
Bekir Sami Bey, dört Rum aile
reisinin getirilmesini emreder.
Getirilirler. Onlara ne iş yaptıklarını sorduktan sonra bayrak olayının nedenini anlatmalarını ister.
56
Rumlar, son derece sakin, kendilerinden emin ve tepeden bakan bir
tavırla şöyle konuşurlar: “Buralar
Yunanistan olacaktır. Yunan askeri
ve Hükümeti medenidir. Türk halkı
da iyidir. Ama bazıları bunu kavrayamıyorlar. Yunan adaletine karşı
halkı ayaklandırmaya çalışıyorlar.
Halkın üzerine Yunanlıların öfkesini davet ediyorlar. Alaşehir’de
kutsal peder bize talimat verdi.
Eşme halkının kötü işleme uğramaması için biz yaptık. Metropolit’in şefkat ve yardımseverliğinden
sizin için de istekte bulunabiliriz.”
Rumların
konuşması
bitince Bekir
Sami Bey
gürler:
“Şimdi
Hükümet
konağının
önüne dört
adet darağacı
kuracaksınız.
Buraya gelirlerse Yunan devleti muazzaması da
Türklerin hepsini assın!”
Emir bir saat içinde yerine getirilir. İdam edilen Rumların aileleri
kafileler halinde Akşehir’e gönderilir. Yunan bayrakları toplanarak
parçalanır ve yakılır.
Bu olay, en çaresiz görünen
yılgınlık anlarında bile birkaç cesur
insanın olayların gidişini değiştirebileceğini gösteriyor. •
[email protected]
Kaynaklar:
Muhittin Ünal, Bekir Sami Günsav’ın Kurtuluş Savaşı Anıları, İstanbul, 1994, Cem Yayınevi, s. 72. İlhan Selçuk, Yüzbaşı
Selahattin’in Romanı, İstanbul, 1975, Remzi Kitabevi, s. 95.
Tarih Kürsüsü
BD NİSAN 2017
Prof. Dr. Kemal Arı
BİRİNCİ DÜNYA
SAVAŞI’NDA
İZMİR LİMANI VE
BOMBARDIMANI
A
lmanlar’a ait iki geminin,
Türk boğazlarını geçerek
Rusya’nın Karadeniz’deki önemli
limanlarını bombalaması üzerine,
Osmanlı Devleti Sadrazam
Sait Halim
Paşa buna Rus
donanmasının
neden olduğunu belirtti. Bu
amaçla İtilaf
Devletleri’nin
İstanbul’daki
Sait Halim
elçilerine bir
Paşa
nota vererek;
bundan böyle donanmanın Karadeniz’e çıkmamasına karar verildiğinden, Rus donanmasının da
Türk sularına gelmemesini istedi1,
Daha sonra Osmanlı Hükümeti’in
St. Petersburg, Londra, Paris ve
Roma büyükelçilikleri kanalıyla
İtilaf Devletleri’ne verilen notada da
aynı görüş yinelendi ve “Olay esef
vericidir. Fakat Ruslar sorumludur.
Dost kalmak isteriz” denildi.2
Ancak bütün bunlar çare olmadı.
30 Ekim günü Ruslar Doğu Beyazıt
bölgesinden Türkler’e saldırdı.3
Denizlerden geceleri gelecek tehlikelere karşı Osmanlı Hükümeti,
57
BD NİSAN 2017
hat, ardından da bu iki hatta bağlanan öteki hatlarla, Anadolu’nun en
ıssız köşelerine kadar gönderilebiliyor; yine en ıssız yerlerden İzmir
Limanı’na gelip yığılan mallar,
dünyanın dört bir yanına dağılıyorlardı. Devletler birbirlerine karşı savaşırlarken, önemli askeri tesislerin
ve mevzilerin yanı sıra; limanları ve
rtık dünya büyük bir savaşın
limanları çevreleyen kentleri de heiçine girmişti. O tarihlerde
def almışlardı. Limanların bombaOsmanlı Devleti’nin öne çıkan
lanması; tahrip edilmesi; gemi gidiş
limanlarından biri de İzmir Limagelişinin engellenmesi ve böylelikle
nı’ydı. Limanın bulunduğu konum
mal taşımacılığının felce uğratılaçısından önemli bir jeostratejik
ması; karşı tarafa
vurulacak büyük
bir darbe olarak
görülüyordu.
Daha savaşın
ilk günlerinde, 1
Kasım 1914 günü
bir İzmir filosu
İzmir açıklarına
gelerek İzmir
Limanı’nı bombaladı.6 Aynı gün
Akabe ve Gazze
1900'lü yılların başında İzmir Limanı
de bombalanmaktaydı.7 İzmir’i
önemi vardı. Beyrut, Port Said,
bombalayan filonun bir kısmı
Marsilya, Tulon, Trieste gibi büyük bölgede kalırken, büyük kısmı da
Liman kentlerine gidip gelen büyük 3 Kasım 1914’ten sonra Çanakkale
acentelere bağlı ticaret gemilerinin
Boğazı’na doğru yola çıktı.
yoğun biçimde uğradığı limanlardan
Osmanlı Devleti savaş başladıkbiri de İzmir Limanı’ydı. Limana
tan bir süre sonra İzmir Limanı’nı
Anadolu’nun en kılcal damarlarına
ticarete kapattı. Açık bir denize bakdek uzanan yaygın bir demiryolu
ması nedeniyle, dışarıdan gelecek
tehlikelere karşı korunaksızdı. Sonağı bağlanmıştı. Bu demiryolunun
en önemli parçaları ise İzmir Aydın radan yaşanan olayların da etkisiyle,
bu durum savaş sonuna dek sürdü.
ve İzmir Kasaba demiryoluydu.
Limanın kapatılmış olmasıyla,
Limana yığılan mallar, önce bu iki
Osmanlı kıyılarındaki bütün deniz
fenerlerinin söndürülmesi buyruğunu verdi.4 İngiliz Deniz Bakanı
Churchill de Akdeniz Filo komutanlığına, Türkiye’ye karşı harekete
hemen geçilmesi yolunda emrini
verdi.5
A
58
BD NİSAN 2017
limanın çevresinde dönen ticari
etkinlikler büyük bir darbe yedi.
Limanın işleyişi ve ticari hareketlilik azaldı. Ticari hareketlilik, İzmir
Limanından Bandırma limanına
kayar gibi oldu. İzmir Limanı’ndan
daha önceleri ticareti yapılan incir,
üzüm gibi dış ticaret ürünlerinin
taşınabilmesi için ürünler önce
demiryolu ile Bandırma’ya götürülüyor; oradan gemilere yüklenerek,
İstanbul’a aktarılıyordu. İstanbul’a
uğrayan yabancı işletmelere ait gemilerle dışarıdaki yabancı limanlara
gönderiliyorlardı.
O tarihlerde İzmir Valisi ünlü
İttihatçı Rahmi Bey’di. Onun kimi
önlemler alma çabalarına karşın,
savaşın ilerleyen aylarında da İzmir
Limanı İngiliz gemi ve toplarının
hedefi olmaktan kurtulamadı. 4
Mayıs 1914’te İzmir’in Yenikale
istihkâmları İngiliz donanmasınca
İzmir Valisi
Rahmi Bey
güce karşı bir varlık gösteremedi.
Bu arada halk büyük bir panik içinde kenti terk ediyor; daha
güvenli yerlere göç etmeye
çalışıyorlardı.
Bombardıman ise
aralıksız biçimde günlerce
sürdü. Bu geçen zaman
içinde halk da büyük ölçüde sakinleşmiş; ilk günkü
panik halini yitirmiş; daha
durağan bir ruh haline bürünmüştü.
Liman, Yenikale ve öteki mevkiler
bombalanırken, bombaların aynı yoğunlukta kent merkezine düşmediği
anlaşılmıştı. Bunun nedeni kentte
olan Osmanlı yurttaşı olmayan
yabancılar olduğu düşünüldü. İngilizler’in bu kişilerin de yaşamları
tehlikeye gireceği için, İzmir’i bom-
İngiliz donanmasının
4 Mayıs 1914’te İzmir’in
Yenikale istihkâmlarını
top atışına tutmasıyla,
İzmir ahalisi büyük bir
panik yaşadı.
topa tutuldu. Top atışıyla birlikte,
İzmir ahalisi büyük bir panik yaşadı. Yenikale önlerine yerleştirilmiş
eski toplarla, İngiliz donanmasına
karşı kenti korumak için atışlar yapıldı. Ancak İngiliz toplarının hem
menzili çoktu hem de vuruş gücü
fazlaydı. Bu nedenle artık kullanım
ömrünü doldurmuş toplar, bu üstün
59
BD NİSAN 2017
bardımanda daha dikkatli davrandığı anlaşılıyordu. Gemilerden atılan
gülleler karaya vurduğunda siyah
renkte sütunlar yaratırcasına toprağı
havaya savuruyordu. Aynı biçimde denize düşen gülleler de suları
minare boyu kabartıyorlardı. Halk
Kireçlikaya, Şavlaka ya da Mevlevi
Tekkesi gibi yerlerden denizdeki
çarpışmaları izliyordu. Bir süre
sonra Avusturya’dan getirilen toplar
gizlice Yenikale’ye yerleştirildi. Bu
topların menzili uzun, yıkıcı gücü
de fazlaydı. Bu topların devreye
Kordon'da
tren katarı
girmesiyle İngilizler’in durumu
güçleşti. Hatta bu topların ateşiyle
kimi İngiliz gemileri kullanılamayacak ölçüde yara aldı. Yine
İzmir’deki bombardıman sırasında,
durumu görmek için Enver Paşa’nın
gizlice İzmir’e gelerek, Kızlarağası
Hanı’nın üst katındaki odalardan
birinde misafir edildiği; bunu haber
alan İngiliz donanmasının özellikle
o bölgeyi hedef aldığı, ancak Enver
Paşa’nın kurtulduğu yönünde söylentiler de kentte yayıldı.
İngiliz filosundan Colonel Deeds, İngiliz uyruğundaki tüccar Eric
60
Whitthal aracılığıyla, İzmir Valisi
Rahmi Bey’e bir haber göndererek
görüşmek istediğini iletti. Deeds,
İngiliz gizli servisinin de bir elamanıydı. Rahmi Bey öneriyi aldıktan
sonra, onunla görüşmeyi kabul etti.
R
ahmi Bey’in görüşmeyi kabul
ettiğini öğrenince, Deeds,
Karaburun’a bir tekneyle ayakbastı. Buradan yaylı araba eşliğinde
Urla’ya gidecek ve orada Rahmi
Bey’le görüşecekti. Ayrıca Vilayet Yabancı İşler Müdürü Charles
Karabiber ile Eric
Whitthall de bir faytona binerek Urla’ya
geldiler. Deeds’le
Rahmi Bey Urla’da
bir araya geldiler.
Deeds, Rahmi Bey’e
kendilerinin İzmir
ve çevresine asker
çıkaracaklarını, buna
karşılık verilmemesini istemekteydi.
Bu isteğinden sonra Deeds,
Rahmi Bey’e ilginç bir öneride de
bulunuyordu: Bu yapıldığı takdirde,
İzmir bir Prenslik olacak, Rahmi
Bey de bu prensliğin başına getirilecekti. İngilizler’in bu önerilerinin,
insanların ağzına birer parmak
bal sürerek, Osmanlı Devleti’nin
dağılmasına gidecek yolu açmak
istemekteydi. Rahmi Bey ise her
şeyin farkındaydı. O, aynı oyunun
İngilizler tarafından Arabistan’da da
oynandığını biliyordu. Bu düşünceler içinde Colonel Deeds’e şu
karşılığı verdi:
BD NİSAN 2017
Vali Rahmi Bey:“İzmir’i cayır
cayır yakarım da size
teslim etmem. Bu
davranışınızla İzmir’deki
Hıristiyanların hayatlarını
da tehlikeye atıyorsunuz.”
“İzmir’i cayır cayır yakarım da
size teslim etmem. Bu davranışınızla İzmir’deki Hıristiyanların hayatlarını da tehlikeye atıyorsunuz.”
Bundan sonra kentte olağanüstü bir hazırlık dönemi başladı.
Kordonboyu’na kum torbaları
yerleştirildi. Bunların arasına ateşe
hazır durumda toplar yerleştirildi.
Kentin içindeki sivil halktan kadın
ve çocuklar öncelikli olmak üzere,
valinin emriyle trenler aracılığıyla
yakın il ve ilçelere yerleştirildi. Yine
İzmir’in yakın yerleşim alanlarında
da bir yerleştirmeler yapıldı. Kentin
kendi içinde, riskli yörelerden nüfus
alınarak, başka yörelere yerleştirildi.
Askeri yığınak yapıldı ve gereken
emirler verildi. Bu günlerde halk
açısından zorlukların yaşandığı
yıllardı.
Kuşatma altındaki İzmir’e kolaylıkla deniz yoluyla ürün gelmediği için, yokluklar başladı. En temel
tüketim maddeleri bile bulunamıyordu. Halk sabahtan akşama kadar
fırınların önünde ekmek bekliyordu.
Ekmek yapılan hamura buğday ya
da arpa unu yanında; bakla unu,
palamut tozu ve süpürge tohumu
gibi değişik katkı ürünleri katılmaya
başlandı. Şeker bulunmuyordu. Pek-
mez ve keçiboynuzundan çıkarılan
ballar, şeker yerine tüketiliyordu.
Bu arada İngilizler, İzmir’e yoğun
biçimde yapılacak bombardıman sonucunda, Türk ve Müslümanlar kadar Hristiyanlar ve öteki cemaatlerin
de zarar görebileceğini anladılar.
Bunun üzerine İzmir kuşatmasından
cayarak, Yenikale istihkâmlarından ayrılarak, Çanakkale’ye doğru
hareket ettiler.
Bu bombardımanlardan kentin tamamı olduğu gibi, liman ve
çevresi de etkilendi. Bunun yanı
sıra Basmane ve Alsancak garları da
hedef alınıyordu. Bu bombardımanlar nedeniyle, bu bölgelerde oturan
halk, buralardan göç etmişti. •
[email protected]
1-Kazım Karabekir, Cihan Harbi’ne Neden Girdik Nasıl
Girdik Nasıl idare Ettik, C. II, İstanbul, 1937, s. 430.
2-Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi, C. I, Gnkur. ATASE
yay., Ankara, l973, s. 89-90; Yusuf Hikmet Bayur, Türk
İnkılabı Tarihi, C. III/I , TTK yay., Ankara, l957, s. 257.
3-Hayat Tarih Mecmuası, VI/(74), s. 42; Mufassal Osmanlı
Tarihi, VI, Güven yay., İstanbul, 1963., s. 3521; İsmail Hami
Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, IV, Türkiye
yay., İstanbul, l96l, s. 420. 4- Karabekir, a.g.e., s. 428.
5-B Davıd Fromkın, Barışa Son Veren Barış: Modern Ortadoğu Nasıl Yaratıldı? (l914-1922), (çev. Mehmet Harmancı),
Sabah yay., İstanbul, 1994, s. 63.SVB, 63 6-Selahattin Osman
Tansel, “İngilizler’in Gözüyle Çanakkale Muharebeleri”,
Askeri Tarih Bülteni, XII/23 (l987), s. 66; Birten Çelik,
“Çanakkale Savaşı’nın ilk Evresinde İzmir Basını: 2 Ağustos
l9l4-l8 Mart l915)”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları
Dergisi, II/ 4-5 (l994-l995), s.5. 7-Mufassal Osmanlı Tarihi,
s. 3521-3530; Danışmend, a.g.e., C. IV, s. 420; Hayat Tarih
Mecmuası, VI/(74), s. 42; Şehir ve Kasabaların Harp Bölgeleri Bombardıman İşgal ve Kurtuluş Tarihleri (l9ll-l922),
GnKur. Harp Tarihi Bşk yay., Ankara, l977., s. 132; Birinci
Dünya Harbinde Türk Harbi, C. IV, s. 126.
61
BD NİSAN 2017
Büyük Yapıtlarımız
Konur Ertop
Ahmet Oktay
...ve yaşadığımız dünyayı yansıtan
"Hayalete Övgü" kitabında gerçek
yaşamlar, gerçek insanlar.
A
hmet Oktay uzun yaşamı boyunca gazetecilik yaptı, İsmail Cem yönetimindeki
parlak kalkınma döneminde Tv’ye emek
verdi. “Sanat ve Siyaset”, “Siyasal İslama
İtirazlar”, “Zamanı Sorgulamak” gibi kitaplarıyla Türkiye’nin sorunlarına toplumcu
bir aydın olarak yaklaştı.
62
BD NİSAN 2017
“Romanımıza ne oldu?”, “Anlatıların Aynası”, “Şairin Kanı” kitapları
onun edebiyatı toplumcu gerçekçi
anlayışla değerlendirmesinin ürünleridir.
Yazık ki yarım kalan edebiyat
tarihiyle “Toplumcu Gerçekçiliğin
Kaynakları” gibi çalışmaları, konunun tarihsel gelişimini aydınlatan
kaynaklardandır.
Ancak Ahmet Oktay gerçek
kimliğini şair olarak kazandı.
Ortaokul 2. Sınıfta, şiir
yazmaya başladığını
anlatır. Ankara’da arkadaşı Yılmaz Gruda’yla
birlikte gidip geldikleri
“Onbeşinci Yıl” kıraathanesinde Ahmet Arif,
Enver Gökçe, Mehmet
Kemal, Arif Damar
gibi dönemin toplumcu
şairlerini tanımışlar.
Ahmet Oktay
19’undayken Türkiye
Sosyalist Partisi’nin
organı sayılan “Gerçek” dergisinde şiir yayınlamış, daha sonraları
toplumcu gerçekçi sanatı savunan
“Mavi” hareketi içinde yer almıştı.
Sanat anlayışını açıklarken, “Ben
Marksist bir sanata bağlı kalmaya
çalıştım ömrüm boyunca,” der;
“Ama bu sanatı da açık bir propagandist sanat olarak düşünmedim.
Daha köklü yerlerden insani tavır
alışlardan ve insani durumlardan
kaynaklanarak, onları anlatarak
şiire siyasi bir işlev kazandırılabileceğine inandım ve onu savundum.”
Ahmet Oktay’ın şiir yolculuğunu Memet Fuat, “Toplumsalcı
şiirin destan havasıyla yola çıkmış,
sonradan İkinci Yeni şiir anlayışıyla bir bireşim aranışına girmişti.
Zamanla 1980 sonrası yazınımızın
genel eğilimine uyarak biçimi iyice
öne aldı,” diye özetlemişti.
60 yılı dolduran uzun şiir
yolculuğunun son aşamasına ise
“Hayalete Övgü” kitabı damgasını
vurmuştur. Bu yapıtta yaşadığımız
Ahmet Oktay'ın
dünyanın siya60 yılı doldusal, toplumsal
çalkantıları gös- ran uzun şiir
yolculuğunun
terilmiş, ozanın
kişisel anılarında son aşamasına
derin izleri olan “Hayalete Övgü”
kitabı damgasını
gerçek olaylar,
vurmuştur.
gerçek kişiler
canlandırılmıştır.
Bu önemli aşamayı kendisi
şöyle özetliyor:
“Hem kendi yaşamımın parçalarına, hem arkadaşlarıma göndermeler vardır hem siyasal düzeyde
göndermelere yaslanma eğilimi
63
BD NİSAN 2017
vardır. Kitabın adını doğrudan
doğruya Derrida’nın “Marx’ın hayaletleri” adlı kitabından esinlenerek, borç kavramını yorumlayışından esinlenerek koydum örneğin.
Böyle bir şiirle uğraşırken, hiç
aklımda yokken Urfa ile ilgili bir
şiir yazmaya başladım. Burada
hem tematik hem biçim/biçem açısından bir sıçrama var. Böyle bir
durumda ister istemez sözlüğünüz,
göndermeleriniz değişiyor. Bir kimlik dönüşümünden söz edilebilir bu
noktada.”
Kitabın adını doğrudan doğruya
Derrida’nın “Marx’ın hayaletleri”
adlı kitabından esinlenerek, borç
kavramını yorumlayışından esinlenerek koydum örneğin.
Anlatım artık alabildiğine yalındır.
Neredeyse bütün söz oyunlarının bir
yana itildiği şiirle anı, öykü türleri
birleşmiştir.
Toplumsal sorunlar şiir serüveninde daha öncesinde de olduğu
gibi ön sıradadır.
“Borç” kavramı ise kolay
unutulamayacak “Borçlu Öleceğim
64
Herkese” şiirinin konusudur.
Kitapta 1960’lardan başlayarak Ahmet Oktay’ın çevresinde,
giderek Türkiye’mizde sanata,
siyasete damgasını vurmuş kişilikler
canlandırılır, geniş kamuoyuna öncü
düşünceler, güzellikler kazandırmış
insan yüzleri birbirini izler:
Kulüp 12’nin Amerikan-bar’ında
'caz müziği dinliyorum'. Keşke
yanımda olsaydı Kâmuran Yüce de
diye geçirirken gözlerimi kapatıyor
biri. Usulca dönüyorum: Çirkin Kral;
kravatsız, beyaz ceketli. Kaç yılındayız
ne zaman geldik Ar Sinemasının fuayesine?
Özlemle sarılırken, kolumda
hissediyorum kabzayı.
‘Sana’ diyorum ‘on lira borcum var,
Pasaj’da almıştım. Karlı
bir geceydi hiç unutmam’.
‘Boşver’ diyor, yağmurun dindiği
göğe benzeyen bir gülümsemeyle.
Şaşmışımdır hep, niye öyle az
güldüğünde filmlerinde
Seçtiği sürgünde öldü Yılmaz
hâlâ bir onluk borçluyum ona
Ş
iirler boyunca Mehmet Ali Aybar’dan Sevgi Soysal’a, Enver
Gökçe’den Hayalet Oğuz’a, Metin
Eloğlu’dan Asaf Çiğiltepe’ye türlü
kişiliklerin bir araya gelerek Türkiye’nin aydınlık insan dokusunu
oluşturdukları gösterilir. O aydınlanmaya katkısı olanların, aydınlıktan paylarını alanların da elbette
başkalarına borçları vardır:
Çok şükür borçlu öleceğim herkese.
Sürülecekse bu yüzden sürülecek
izim. Birkaç alacağım da
-bir fikir, bir dize, bir imge-
BD NİSAN 2017
kalacak elbet birilerinde
ve belki onların peşine düşecek
başka birileri de.
Kitabıyla ilgili açıklamalarında
Ahmet Oktay özellikle şu noktalar
üzerinde duruyordu:
“ ‘Hayalet Övgü” benim
geçmişimle bir tür hesaplaşmam
olarak özetlenebilir. Tabii burada
geçmiş derken sadece benim kişisel
geçmişim söz konusu değil, Türkiye toplumunun yakın geçmişiyle
bağlantılı bir geçmiş buradaki.
Türkiye son otuz yıldır bir bunalım
döneminden geçiyor. Bunun birçok
örneği görüldü. Ekonomik alanda,
siyasal alanda. İnsanlar da bu bunalım içinde çeşitli serüvenlerden
geçti. Başına birçok şey geldi. Ben
de bu kitabımda kendi çevremdeki
insanlardan, sanatçı arkadaşlarımdan, yazar arkadaşlarımdan
bazılarına olan borçlarımı ödemek
istedim. Çünkü şuna inanıyorum
ki, her insanın öteki insanlara şu
ya da bu oranda bir borcu var. Ve
insan çok unutkan bir mahluk. İnsanlarımızı, yaşadığımız dramları,
travmaları çok çabuk unutuyoruz.”
“Ada Gezisi” şiirinde, darbe dönemlerinin -daha sonraları da bitip
tükenmeyen- insan avına tanıklık
edilmektedir:
Atlıyorum Karaköy'de dolmuştan,
çoktan gelmiş Oğuz'la Metin;
iskelede yeni afişler, duyurular.
Bakışıyoruz arananların fotoğraflarıyla:
sanki ben de yeni çıkmışım güne
aylardır saklandığım izbeden;
içimde ölümcül bir kazanın vehmi.
‘Muhbir vatandaşlar’ deniyor
duyurularda. Sözcükler
alçaltıcı. Ve zaman
nasıl da kirletti herkesi.
“Şuna inanıyorum
ki, her insanın öteki
insanlara şu ya
da bu oranda bir
borcu var. Ve insan
çok unutkan bir
mahlûk.”
Toplumcu ozanın gözleri, emekçilerin dünyası üzerinden hiç uzaklaşmaz. Onların çalışma koşullarını.
konu edinir. Bir şiirinde,
Madencinin lâmbası
ve kandili Ozan'ın
aydınlat yolu.
dediği için bir okuru ona bir
“Madenci Lambası” getirmiştir.
Bu armağan belleğin kuyusunda
kendi geçmişine de uzanmasına yol
açacaktır:
Ben de bir şaire ulaşmak için
yıllar önce bir kar gecesinde
binmedim mi İstanbul otobüsüne?
Çalmadım mı Şişli'de bir bodrum
katının kapısını? Göğsümde
inanılmaz bir panik.”
A
nlatılanların ardında,1950’lerde “Mavi” dergisi günlerinin
olayları yatmaktadır:
Attila İlhan’ın ilk romanı
“Sokaktaki Adam” yayınlandığında
Ahmet Oktay “Mavi” dergisinde
65
BD NİSAN 2017
romanın toplumcu gerçekçiliğe aykırı olduğunu öne süren bir eleştiri
yayınlamıştı. Paris’ten yeni dönmüş
Attila İlhan o günlerde “Bobstiller”
diye andığı “Garipçiler”le, “Aktif
realistler” dediği Marksist yazarlara
sert eleştiriler yöneltiyordu. “Mavi”
dergisine Ahmet Oktay’ı aktif realistlerin çizgisinde diye eleştiren bir
yanıt gönderdi. Bu yazının ardından
genç Ahmet Oktay, Ankara’dan
İstanbul’a “Madenci Lambası”
şiirinde konu edindiği yolculuğu yaparak “Sokaktaki Adam” yazarıyla
tanıştı. Böylece “Mavi” dergisinde
Attila İlhan’ın yazmaya başlamadı.
1950’lerin edebiyat dünyasında çok
etkili yeni bir dönem açıldı.
“Hayalete Övgü” ozanın gözleri
topluma, tanıdıklarına olduğu kadar
kendi varlığına, kendisinin yapıp
ettiklerine de çevrilmiştir. Yayınevinde bir büyük levhaya yazar arkadaşlarıyla birlikte ondan da boyalı
elini izini basarak anısını bırakması
istenmiştir.
“Tuhaf Yaratık” şiirinde bu olayın düşündürdüklerini buluruz:
Kâğıda emdirilen acı, uykusuz
geceler, onca yas ve karabasan
yetmiyor demek müşteri-okura
…
Sadece bu parmak uçlarından
kim sürebilir izimi? Aşklarım nerde,
nerde hastalıklarım? ‘Ya alkol olmasaydı?’
diye soran kederli ses nerde? Kent ve ev
değiştirdim elbet, ama elli yıldır
aynı oyuğu oydum ısrarla.
Büyük bir krater
oldu çoktan. Görünmüyor ama.
“Sayfada Gördümdü Kendimi”
66
şiiri yazıya adanmış, yazıyla içiçe
sürüp gitmiş bir yaşamın kendi
kendisiyle hesaplaşmasıdır:
Harflerden, sözcüklerden medet
umudum bunca yıl Kerterizlerim
altın ve gümüş kakmalı pusulalarım.
Sandım ki seçersem doğru harfi
açılacak Süleyman'ın kuşlar dili,
sandım ki doğru sözcüğü bulursam
aydınlanacak içinde yittiğim
kristal labirentteki güzergâh.
Var mıydı tutacağım bir yön,
Bulacağım doğru ve düz bir yol?
Bilemedim. Geliyor ve gidiyor insan.”
“Envanter” şiirinde ise sanki
ozan kaçınılmaz büyük yolculuğun
eşiğinde, hesap defterini kapatırken
içini dökmektedir:
Kitaplardaki kenar notlarında kalacak
benim ardımda bıraktığım iz,
anonim bir kimlik olacağım;
bir sahaf dükkânında yıllar sonra
satılmış kitaplarımı karıştıran okur
bilemeyecek
satırların altını benim çizdiğimi,
geçmişe ve geleceğe karışa karışa.
İthaf sayfalarını da yırtmalıyım
yavaş yavaş;
yığınla düş kırıklığı, yanılış;
yüzünü görmediklerim var,
yazdıklarını sevmediklerim.
Küskün ölenler oldu bana,
kimlere küskün öleceğim
ben acaba?
Ahmet Oktay’ın geride bıraktıkları onun geniş kültürlü, gerçek bir
aydın, çağının ve ülkesinin sorunlarını kavramış, iletisini çok başarılı
bir biçimde dile getirmiş bir ozan
olduğunu göstermektedir. •
[email protected]
Promete
BD NİSAN 2017
Necdet Pamir
"Enerjinin Geleceği"
Senaryoları
E
nerji, ekonominin tüm sektörlerinde ve yaşamın tüm alanlarında kullanılan yaşamsal girdidir.
Bu nedenle de farklı enerji kaynaklarının geleceği, geliştirilebilecek
yeni kaynaklar, teknolojik gelişmeler, fiyatların olası seyri, enerji
kaynaklarının bölgesel ve küresel
üretim-tüketim dengeleri, ekonomik
büyüme ile enerji talebi ilişkisi,
küresel ısınma gibi çok sayıda
parametrenin, önümüzdeki yıllarda
nasıl biçimleneceği, toplumun tüm
kesimlerini derinden etkileyecek
olgulardır.
Bu gereksinime ışık tutabilecek
önemli araçlardan biri de enerji
senaryolarıdır. Senaryolar, gele-
cekte karşılaşabileceğimiz gelişmeleri öngörmeye çalışarak; bunlara
hazırlıklı olabilmek, mümkünse ön
alabilmek ve gerekiyorsa politikalarımızı yeniden düzenlemek amacıyla hazırlanır.
Senaryolar
belli varsayımlara dayanır.
Varsayımlar ise Başta Uluslararası
bugün bildikle- Enerji Ajansı olmak
rimize ve kimi üzere, çeşitli kuruluşlar gelecek için, farkön yargılara
bağlı olabile- lı enerji senaryoları
ceğinden, hata geliştirmektedir.
payı içerirler.
Başta Uluslararası Enerji Ajansı
(UEA) olmak üzere, enerji alanında
67
BD NİSAN 2017
etkin olan çeşitli kuruluşlar, OPEC
gibi karteller, enerji şirketleri ve
hükümetler, önümüzdeki on yıllar
için, farklı varsayımlar çerçevesinde, enerji senaryoları geliştirmektedirler. Bunların en bilineni,
bir OECD kuruluşu olan UEA’nın
her yıl yayınladığı “Dünya Enerji
Görünümü” raporudur. Bu rapordaki senaryolar, en genel hatlarıyla,
“OECD üyesi büyük devletlerin
politika tercihlerini yansıtır” diyebiliriz. Raporun senaryoları arasında;
“Mevcut Politikaların Devamı”,
“Yeni Politikalar” ve “Karbonsuzlaştırma” senaryoları yer almaktadır.
ABD Enerji Bakanlığı’nın “International Energy Outlook” raporları da
benzer senaryolar içerir.
Bunların yanı sıra, yenilenebilir
enerji kaynaklarının enerji karışımı
içindeki paylarını ve enerji verimliliğini arttırmayı amaç edinen;
IRENA (Uluslararası Yenilenebilir
Enerji Ajansı), WWF ve Greenpeace gibi kuruluşların senaryoları da
vardır. Bu grubun hazırladığı “Geleceğe Bakış” senaryolarında; başta
kömür olmak üzere, fosil yakıtların
enerji karışımı içindeki paylarının
önümüzdeki yıllarda mümkün olan
en az seviyeye düşürüldüğü politikalara bağlı sonuç ve beklentiler
vardır.
Yazımızda, Kasım 2016’da
yayınlanan Dünya Enerji Görünümü
2016 raporunun “Referans Senaryosu”ndaki temel öngörüleri sizlerle
paylaşacağız. Ancak belirttiğimiz
gibi, son derece ayrıntılı analizleri
ve değerli bilgileri içerse de bu ça68
lışma son tahlilde, OECD’de etkin
olan devletlerin enerji alanına bakışlarından, ağırlıklı olarak etkilenen
bir çalışmadır. Bu nedenle, enerji
konusuna farklı bir “felsefeyle” yaklaşan ve yenilenebilir kaynaklara ve
enerji verimliliğine daha çok ağırlık
verilmesi için uğraşı veren Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı’nın
“Rethinking Energy-2017” raporunun öngörülerini de bir sonraki
yazımızda paylaşacağız.
ULUSLARARASI ENERJİ
AJANSI - “DÜNYA ENERJİ
GÖRÜNÜMÜ 2016”
Raporu’nun Yönetici Özeti’nden:
•Enerji faaliyetlerinden
kaynaklanan CO2 salımları, 2015
yılında artmamıştır. Bu olumlu
gelişme, küresel ekonominin enerji yoğunluğunda % 1.8 oranında
iyileştirme sağlanmasından ve
yenilenebilir kaynakların, enerji
tüketimindeki payının artmasından kaynaklanmıştır. 2015’te
fosil yakıtlara yapılan teşvikler,
325 milyar dolara “gerilerken”1 ,
yenilenebilir kaynaklara yapılan
yatırımların hızla artması da bunda
etkili olmuştur.
Yenilenebilir kaynakların,
elektrik üretiminde artan payları,
elektrik güvenliği açısından yeni
tartışmaları beraberinde getirmiştir. Bu kaynakların her gün, her
an emre amade olmaması; bunların
sistemde, gerektiğinde nasıl yedekleneceği sorularını da beraberinde
getiriyor. Geleneksel enerji güvenli-
•
BD NİSAN 2017
ği kaygıları ise geçerliliğini koruyor
(Özellikle ulaştırma sektörünün
petrole bağımlılığı sürdüğü için,
petrole erişim sorunu, hala belirleyici).
2040’a kadar enerji talebinin
% 30 artması beklenirken, arka
planda bir yandan enerji yoksunluğu, diğer yandan kaynaklar
arasında tercih değişimleri yaşanacaktır. Özellikle çoğu Sahra-Altı
Afrika’nın kırsal bölgelerinde
yaşayan yaklaşık yarım milyar insan
(halen 1.2 milyar), çağdaş enerji
kaynaklarından yaralanamıyor olacaktır. 1.8 milyar insanın (halen 2.7
milyar) pişirme yakıtı olarak, katı
biyoyakıt kullanıyor olacağı ve olu-
•
şacak sağlıksız koşullardan dolayı,
her yıl 3.5 milyon ölüm olabileceği
hesaplanmaktadır.
Talebi en hızlı artacak kaynaklar, yenilenebilirler olacaktır.
2014 – 2040 arasında, yenilenebilir kaynakların toplam enerji talebi içindeki payının, yılda yaklaşık
% 7 artması beklenmektedir.
Fosil yakıtlardan sadece, doğal gazın payının artması (2014-
•
•
2040 arası: % 50) beklenmektedir. Petrol talebi, 2040’da günde
103 milyon varile ulaşacaktır.
Çevre kirliliği kaygılarıyla, önceki
yıllarda hızla artan kömür talep hızı
yavaşlarken, enerji talebindeki payı,
% 28.7’den, 2040’da % 23.2’ye
gerileyecektir.
OECD ülkelerinin enerji talebi
azalırken, küresel enerji talebinin
ağırlık merkezi, hızla sanayileşen
ve şehirleşen Hindistan, G. Doğu
Asya ve Çin’e; ve belli ölçülerde
Afrika, L. Amerika ve O. Doğu’ya
doğru kaymaya devam edecektir.
2014-2040 arasında, talebin
karşılanabilmesi için, 44 trilyon $
enerji yatırımına gereksinim olacaktır. Bunun
%60’ı petrol,
gaz ve kömür
yatırımlarına
giderken, %
20’si yenilenebilir enerji
yatırımlarına
yönelecektir. Enerji
verimliliğinde
iyileştirmeler
için, ayrıca 23 trilyon dolarlık
yatırım beklenmektedir.
Elektrik, nihai enerji tüketimindeki payını, % 25’lik seviyesinden, 2040’da % 40’a çıkaracaktır. OECD dışı ülkeler, elektrik
talep artışının % 85’ini oluştururken, elektriğin payı OECD ülkelerinde de artacaktır. Elektrikli araç
sayısı hızla artarken, konvansiyonel araçlarla aradaki maliyet
•
•
•
69
BD NİSAN 2017
farkı daralacaktır. 2015’te 1.3
milyon olan elektrikli araç sayısının,
2025’te 30 milyona, 2040’da 150
milyona çıkacağı ve bunun, 2040
yılı petrol talebini, 1.3 milyon varil/
gün azaltacağı hesaplanmaktadır.
Elektrikli araçlara teşvikler yaygınlaşır ve konvansiyonel araç yakıtlarına emisyon kısıtlayıcı önlemler
sıkılaşırsa, 2040’ta elektrikli araç
2040’a kadar
devreye konulacak
elektrik kurulu
gücünün %60’ının
yenilenebilir
kaynaklardan
sağlanacağı
öngörülmektedir.
sayısı 715 milyona ulaşabilecektir.
Bu durumda, günlük petrol talebinde 6 milyon varillik bir azalma
sağlanabilir.
2040’a kadar devreye konulacak elektrik kurulu gücünün %
60’ının yenilenebilir kaynaklar-
•
70
dan sağlanacağı öngörülmektedir.
Daha önemlisi, 2040’da, herhangi
bir teşvik olmadan, yenilenebilir
kaynaklardan elektrik üretiminin
büyük bölümünün, konvansiyonel kaynaklarla rekabet edeceği
hesaplanmaktadır. 2040’a kadar,
Güneş Fotovoltaik (FV) ortalama
maliyetlerin % 40-70, karasal
rüzgâr yatırımlarında % 10-25
oranında düşmesi beklenmektedir. Güneş
FV’te en hızlı büyümeyi Çin ve Hindistan, gerçekleştirecektir. Çin’de yeni güneş
FV teşvikleri, 2025’te
% 75 azalırken,
Hindistan’da güneş
projeleri, hiç teşvik
olmadan, 2030’da rekabet edecek maliyete
düşecektir.
Yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılan
(küresel) teşvik, 2015’te 150 milyar
dolardır. Bunun % 80’i elektrik
üretimi, % 18’i ulaştırma ve % 1’i
ısınma yatırımlarına verilmektedir.
Yenilenebilirler, ısınma amaçlı
kullanımda da paylarını arttıracaklardır.
Paris Anlaşması’nda atılan
imzalara karşın, hükümetlerin uygulamayı sürdürdükleri
politikalarından alınan sinyaller,
özellikle petrol ve gazın, küresel
enerji sisteminin omurgasını oluşturmaya, önümüzdeki on yıllarda
da devam edeceği yönündedir2 .
Fosil yakıtlar sanayisinin, yenilene-
•
•
BD NİSAN 2017
bilir ağırlıklı bir enerji dünyasına,
daha keskin bir geçişe dayanması
ve razı gelmesi, çok zordur. Kömür
santrallarının hissedarları “Karbon
Tutma ve Depolama” uygulamalarının maliyetleriyle uğraşırken,
kömür üretiminde temel sorun,
“istihdam” olacaktır. Fosil yakıt
ihraç eden ülkelerse, ekonomilerinin ağırlıklı olarak bu kaynakların
ihracına dayalı yapıyı değiştirmeye3
odaklanacaklardır.
Petrolde, mevcut sahalardan
yapılan üretimde beklenen düşüşler, talepteki düşüşten fazla olacağından, denge için yeni yatırımlar
gerekecektir. 2015’te yaşanan
yatırım düşüşü, 2016’da sürmüştür.
Bu ortam 2017’de de sürerse, arz
tarafında sıkıntı yaşanabilir. Uzun
vadede petrol talebi, alternatif
yakıt seçeneklerinin son derece
sınırlı olduğu taşıma, havayolu
ve petrokimya alt sektörlerinden
beslenecektir.
Petrolde arzın odağı ise gene
ağırlıklı olarak Orta Doğu olacaktır. OECD petrol talebi, 2040’da
günde 12 milyon varil azalsa da4 ,
diğer ülke taleplerindeki artış, bu
azalmadan fazla olacaktır. Yakın
dönemde petrol talep artışının en
çok artacağı ülke olan Hindistan’ın
günlük petrol talebinin 6 milyon
varil artması beklenmektedir. Arz
tarafında; ABD düşük geçirgenlikli
sahalarından yapılacak üretimin,
önceki tahminleri aşması beklenmektedir. OPEC’in ise, daha etkin
bir piyasa yönetimine yöneleceği
ve 2040’da küresel petrol arzının
•
•
% 50’sini karşılayacağı tahmin
edilmektedir. Bir diğer önemli
öngörü ise, dünya petrol talebinin, İran ve Irak’ta hızla artan
üretime, giderek daha fazla gerek
duyacağı öngörüsüdür. Buna
göre 2040’da İran günlük petrol
üretiminin 6 milyon, Irak’ın ise 7
milyon varile erişmesi beklenmektedir. Petrol ticaretinin merkezi
ise daha da fazla Asya ağırlıklı
olacaktır. ABD ise 2040’da petrol
ithal etmeyecektir.
Doğal gaz talebi
2040'a kadar
yılda ortalama
%1,5 artacaktır
•
Doğal gaz talebi, diğer fosil
yakıtlardan farklı olarak, 2040’a
kadar yılda ortalama % 1.5 artacaktır. Gaz ticareti 2 kat artarken,
piyasalar daha esnek hale gelecektir.
Talep artışının en büyük kaynakları,
Çin (tüketimde 400 milyar metreküp/yıl artış) ve Orta Doğu ülkeleri
olacaktır. Gazla gaz rekabetine
dayalı, esnek koşullu ve rekabetçi
bir küresel gaz piyasasının gelişeceği öngörülmektedir. ABD ve
71
BD NİSAN 2017
Avustralya’da inşa halindeki LNG
tesislerinin 130 milyar metreküplük
ilave kapasitesi, bu “esnekliğin”
nedenlerindendir. 2020’lerden
itibaren, Doğu Afrika’dan da ek
gaz ihracı beklenmektedir. Yüzer
Küresel ısınma ve
çevresel kaygılar
nedeniyle,
kömürün geleceği
tartışmalı
görünmektedir.
Depolama ve Yeniden Gazlaştırma
Üniteleri (FSRU), yeni ve küçük piyasaların devreye girmesine olanak
sağlayacaktır. Uzun mesafeli gaz
ticaretinde, 2014’de % 42 olan
LNG payı, bu gelişmeler doğrultusunda, 2040’da % 53 seviyesine
ulaşacaktır. En önemli risk, diğer
kaynaklar karşısındaki maliyet
faktörü olacaktır.
Örneğin, 2025’te, gaz ithalatçısı
Asya ülkelerinde, baz yük santrallarında gazın cazip olabilmesi, kömür
fiyatının 150 dolar/ton olmasına
bağlıdır. Yatırım maliyetleri hızla
düşen yenilenebilirler, diğer rakiplerdir.
Küresel ısınma ve çevresel
kaygılar nedeniyle, kömürün
geleceği tartışmalı görünmektedir.
Çin ve ABD’deki üretim daralmaları, önemli parametreler olacaktır.6
Yüksek gelirli ekonomilerde, kömür
yerine, düşük karbonlu alternatiflere
geçme uygulamaları artmaktadır.
•
72
Küresel kömür tüketiminin (birlikte) altıda birini gerçekleştiren AB ve
ABD’de, 2040 yılındaki tüketimin,
bugüne oranla % 60 azalması beklenmektedir. Hindistan gibi düşük
gelirli ekonomiler ise, düşük maliyetli kömür yerine, diğer kaynaklara
yönelme konusunda bu denli istekli
olmayacaklardır.
Çin’in 2014 -2040 arası kömür
tüketiminde beklenen azalma ise %
15 düzeyindedir. Kömürün geleceği, ağırlıklı olarak karbon tutma ve
depolama ile karbon tutma ve kullanma gibi, henüz maliyeti yüksek
teknolojilerin geleceğine sıkı sıkıya
bağlıdır.
SONSÖZ YERİNE
Dünyada bu senaryolar geliştirilirken, “bizim cephede” söylem
ve eylemi birbiriyle uyuşmayan,
“dostlar alışverişte görsün” misali
raporlar yayınlanmakta, uygulamalar yapılmaktadır. Oysa un da şeker
de vardır bizim köyde.
“Sorunlar, onları yaratanların
mantığı ile çözümlenemez” demiş
Albert Einstein. •
[email protected]
1-Düşüş yeterli olmasa da, bir önceki yıl bu rakam 500
milyar dolardı.
2- Bu karamsar sayılabilecek değerlendirme, ABD’de
Trump’ın Başkan olmasıyla, daha da “gerçekçi bir senaryoya dönüşmektedir.
3- Suudi Arabistan’ın “Vizyon 2030” hedefleri, buna örnek
gösterilebilir (İlk aşamada, 9500 MW’lık yenilenebilir
kaynaklı santral inşasının hedeflenmesi, vb. gibi).
4-Bir fikir vermesi bakımından, 2015 yılı dünya petrol
tüketimi, günde 95 milyon varil; OECD tüketimi 45.6
milyon varil.
5- Halen üretimin % 41.4’ünü karşılıyor.
6-UEA raporu (WEO 2016) Kasım 2016’da yayınlandığından, Trump’ın ABD’de Başkan olmasıyla, kömüre ve
diğer fosil yakıtlara yönelik politikalardaki olası değişiklik
dikkate alınmamıştır.
Düşler ve Düşünceler
BD NİSAN 2017
Yahya Aksoy
16.ve 17.
Yüzyıllarda
Ankara
Kentlerin tarihi, ülkelerin tarihine ışık tutar.
K
entlerin, tarihi süreçte gelişen
sosyal, siyasal, ticari, ekonomik, demografik ve tarihi özellikleri
incelenerek, önemli sonuçlara varılmaktadır. Tarih, coğrafya ve toplum
birlikte incelenmelidir.
Kadı sicilleri, Tahrir defterleri, şeriye sicilleri, devlet kayıtları
gibi belgeler, geçmişin bilgilerini,
kültürel değerlerini günümüze ve
geleceğe taşırlar. Yapılmış olanlar
yapılacaklara yol gösterirler. Os-
manlı arşivlerindeki belgelerle Kent
müzelerinin kurulmasında, bilgi ve
belge örneklerinin burada serginmesinde büyük yarar vardır.
Başlangıçta bir "kale şehir" olan
Ankara, Hitit, Frig, Galat, Roma,
Bizans, Selçuklu, Osmanlı medeniyetlerini görmüş ve Türkiye Cumhuriyeti ile bu günlere gelmiştir.
Topografik bakımdan Ankara,
Resim: Ankara'nın 17. Yüzyılda yapılmış yağlıboya
tablosu (Hollanda Rijksmuseum’adır)
73
BD NİSAN 2017
ilk zamanlarda üç kapısı bulunan
bugünkü Hisar’dan başlayarak, tren
istasyonuna doğru gittikçe alçalan
Ankara, topoğrafik açıdan, Hisar'dan
bugünkü Demiryolu İstasyonuna doğru
alçalan eğimli bir alan üzerinde yer
almıştır.
eğimli bir arazi yapısına sahiptir.İlk
zamanlar kaleden ibaret olan şehir,
zamanla iki bölüm halinde kale dışına taşmıştır. Kale çevresine ‘yukarı yüz’ bugünkü
Anafartalar caddesi altında
kalan ve Hacı Bayram
camiinden Karacabey
külliyesine uzanan kısma
‘aşağı yüz’ denilmiştir.
Hanlar, hamamlar, kaleler, surlar, dini yapılar,köprüler, eğitim kurumları
ve esnaf çarşıları, şehrin
ticaret, kültür ve meslek hayatına
ışık tutmaktalar:
Bedesten ve hanlar: Pembe Han,
Kapan Han, Kurşunlu Han, Hasan
Paşa hanı, Zağfirancı Han, Tuz
Hanı, Çengel Han, Bakır Hanı.
Esnaf çarşıları ve pazarlar: Atpazarı Çarşısı, Koyunpazarı Çarşısı,
Karaoğlan Çarşısı, Debbağhane
Pazarı, Kağnı Pazarı, Uzun Çarşı,
Kapan isimleriyle anılmakta.
C
Kurşunlu Bedesten (İç ve dış görünüş)
74
oğrafi nokta olarak 978 metre
yükseklikte kurulan Hisar, iç
ve dış kaleden ibaret olup, yönetim
ve ticaret ağırlıklı yapılara sahiptir.
Ayrıca, medreseler ve diğer dinsel
yapılar da mevcut. Sicillerde yer
alan hamamlar arasında Eynebey,
Şengül, Tahtakale, Hasan Paşa,
Karacabey, kaledibi, Tor Hasan
isimleri bulunmakta.
1601 tarihli bir yerleşim çizimi
üzerinde 85 mahalle ismini görmekteyiz. (Leblebici Mahallesi, Ürgüp
Mahallesi, Çakırlar Mahallesi, Ahi
Tura Mahellesi, Yenişehir Mahallesi vb)
BD NİSAN 2017
Polonyalı gezgin Smeon
Ankara için şunları yazmış:
“Şehir halkı kâmilen sofçudur.* İyi cins sof buradan çıkar ve dünyanın dört yanına
sevk edilir.”
Bir Avrupalı ressamın
çizdiği, kale ve çevresindeki
yerleşimleri gösteren Ankara
tablosunda, sof imalatını
gösteren atölyelere de yer
verilmiştir.
1640 tarihinde Ankara'yı
ziyaret eden Evliya Çelbi,
esnafları ve tüccarları özel olarak
ayrıntılı bir şekilde
anlatmıştır. Peypazarı
hakkındaki notları
kısaca şöyledir:
“İlk Fatihi Kütahya Beylerbeyi Yakup
Şah'ın veziri Dinar
Hazer’dir. Güzel bir
pazar kurulur. Bütün
kıymetli eşyalar bulunur. Halkın uğraşısı
tiftik keçisi olduğundan, pazarlarda sof
çok satılır. müşterisi
vardır. Senede bin
kadar sof ipliği satılır. Halkın çoğu
bilgindir ve Oğuız taifesindendir...”
Hitit ve Frigler'den sonra, Roma
döneminde, İrandan Anadolu'ya
uzanan Kral Yolu üzerinde önemli bir askeri ve idari merkez olan
Ankara, ticari ve sosyal yönden
de önemli gelişmeler göteren bir
merkezdi.
Ankara, 16. yüzyılda Tımar
rejiminin uygulandığı bir Osmalı
Ankara keçileri sof kumaş yapımı için
kırkılıyor. (17. yy)
Tüccarların sof ve sof kumaş almak
için geldikleri pazaryeri
Eyaleti idi. Tebriz İpek Yolu'nun
Anadolu kolu içersinde yer alan
Beypazarı, Nallıhan ve Ankara'dan
geçen yollar, Çankırı, Tokat, Çorum, Amasya istikâmetinden Erzincan ve Erzurum'a ulaşmaktaydı.
Anadolu'yu çaprazlama kesen
Afyon, Akşehir ve Konya’dan
geçerek, Halep ve Şam'a ulaşan
75
BD NİSAN 2017
ticari önem taşıyan bir yol, Ankara,
Kayseri, Konya,Urfa, Hatay'dan
geçmekteydi.
H
alk ozanımız Turnaları Yozgat,
Sivas, Maraş, üzerinden Hatay’a uçurarak tarihe not düşer:
Elbistan'dan kalkınca görünür
Nurhak dağları / Zatından cıgallıdır oranın ağası beyi / Uğrunuza
gelir de azaplı Köyü / Bir gece orada kalın turnalar / Oradan kalkınca
görünür Gavur Dağları / Çıkarın
karaları da bağlan ağları / Altı
arap atlı da Türkmen beyleri / Amik
Ovası'na inin turnalar.
Kanuni Devri'ne ait “Anadolu
Mufassal Defteri'ne” göre Ankara
Sancağı’nda toplam olarak: 741 köy,
339 mezra, 113 çiftlik, 21 yaylak,
466 Yörük topluluğu bulunmaktaymış.
Bir zamanlar, Ayaş, Çubuk,
Yabanâbat, Muratzabât, Çukurcak,
Şorba, Yörük ve Bacı isimleri ile 9
kaza dairesine bölünmüş Ankara,
hakkında binlerce eser, makale
ve araştırma bulunuyor. Geçmişi
bilmek ve geleceğe plan yapmak
açısından bu bilgi ve belgeler önemini ve önceliğini korumaktadır.
Bu alanda önemli eserler çıkaran
Ankara Enstitüsü Vakfı'nı gönülden
kutluyorum.
Tarih ve coğrafya bilgisi ve
bilinci toplumlar ve ülkeler için çok
değerlidir.•
[email protected]
(*) Soft; Yünden yapılan sertçe, ince kumaş.
Fizikçi - Fütürist Dr. Michio Kaku'dan
Gelecek Öngörüleri
‘New York’taki En Zeki 100 Kişi’ listesinde yer alan Dr. Michio
Kaku, onuşmasında bilimsel ve teknolojik gelişmeler neticesinde
ticari kapitalizmin sonunun geldiğini, entelektüel sermayeye
dayalı ‘mükemmel kapitalizm’ sayesinde esas olarak tüketicilerin
kazançlı çıkacağını söyledi.Çok değil, 20 yıl içinde hayatımızın
baştan aşağıya nasıl değişeceğini anlattı.
Kaku’ya göre, arabalar kendilerini kullanacak, bilgisayarlar
görünmez olacak, göze takılan lensler sayesinde karşısındaki
konuşmasa bile ne dediği anlaşılacak ama belki de en önemlisi demokrasi daha da
yayılacak, savaşlar azalacak... Gelecek 10 yılda çiplerin bedeli yalnızca bir kuruş kadar
olduğunda bilgisayarlar ve internet tıpkı elektrik gibi her yerde ve hiçbir yerde tümüyle
görünmez olacak. Başka dilde konuşuyorsan, kendi dilimde
çevirisini göreceğim. Çok sayıda endüstri evrilecek. Kontakt
lensler birbirlerine bağlandığında diğer insanın ne dediğini
görecek. Dolayısıyla insanlar konuşmadan anlaşacaklar.
Akıllı duvarlar olacak. Tıp sektöründe IBM şimdiden ‘robo-doktor’ları geliştiriyor. Doktor, “MR istiyorum” dediğinde
telefonunuzla yapabileceksiniz. MR’ınızı çektikten sonra
duvarınız size neyin yanlış olduğunu söyleyecek. Bu, sağlık
hizmetlerinin neredeyse ücretsiz olmasını sağlayacak. Hukuk
alanı da ‘robo-hukukçu’larla değişecek.
76
F›rçalayarak
Serdar Günbilen
77
BD NİSAN 2017
Çağdaş Düşünce
Dr. Öğüt Yazman
Demokraside
Tersine
Gidişler
Son yıllarda dünya gündeminin ilk sırasında yer
alan konuların başında demokrasilerin durumu
yer alıyor.
B
ir yandan tam demokrasiye
sahip bazı ülkelerde popülist
ve ırkçı söylemlere dayalı siyasal
görüşler, şaşırtıcı bir şekilde güçleniyor. Öte yandan gelişmekte olan
ülkelerin çoğunlukla zaten bozuk
olan demokrasilerinde ise gittikçe
artan diktatörlük hevesleri, yolsuzluk, rüşvet ve eş dost kayırma ile
birlikte ülkelerindeki kalan özgürlüklerin de yok edildiğine tanık
78
oluyoruz. Halkı kutuplaştıran
bu uygulamalar hoşnutsuzluk yaratmakta, artan şiddet ve kısıtlamalarla
vatandaşlarına korku salan siyasal
iktidarlar türemektedir. Popülizm
ve diktatörlük, küresel demokrasi,
hukuk devleti ve insan haklarına,
ikili tehdit oluşturmaktadır.
DÜNYADA SON 10 YIL
Son araştırmalara göre dünyada-
BD NİSAN 2017
ki 195 ülkeden ancak yüzde 45’ini
oluşturan 87 ülkede özgürlük var.
59 ülke ise (%30) biraz (kısmen)
özgür, kalan 49 ülkede ise (%25)
özgürlük yoktur.(1)
75 yıllık bir geçmişe sahip bağımsız
bir araştırma vakfı
olan Özgürlükler Evi
(Freedom House) 1972
yılından bu yana ülkelerin demokrasi düzeyini
bir çok kritere göre
değerlendirmektedir.
KÖTÜNÜN KÖTÜSÜ
Dünyanın özgürlük yoksunu
49 ülkesi var. Bunların içinde 11
tanesi ise siyasal haklar ve vatandaşlarının özgürlüğü bakımından en
kötü notlara sahipler.
Kötünün kötüsü bu ülkeler şunlardır: Suriye,
Eritre, Kuzey Kore,
Özbekistan, Güney
Suriye, siyasi haklar ve
özgürlükler açısından
“kötünün kötüsü”
ülkeler sınıfında
79
BD NİSAN 2017
Sudan, Türkmenistan, Somali, Sudan, Ekvator Gine, Merkezi Afrika
Cumhuriyeti, Suudi Arabistan.
TERSİNE GİDENLER LİSTESİ ve
TÜRKİYE
Son on yılda demokrasileri
tersine giden, başka bir anlatımla
demokrasilerinde bulunan hak ve
özgürlükleri azaltan veya ortadan
kaldırmakta olan ülkeler sıralanmıştır. Demokrasileri erozyonda olan
dünyada 10 ülke daha saptanmıştır.
İnsan hakları ve
özgürlükleri,
ülkelerin bir
iç sorunu
olmaktan çıkmış
uluslararası bir
konu olmuştur.
Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu liste- alfabetik sıraylaşöyledir: Çin, Etopya, Hong Kong,
Mozambik, Nikaragua, Filipinler,
Polonya, Güney Sudan, Türkiye ve
Zambia.
TÜRKİYE DEMOKRASİSİ
GERİLEMEDE 2016 DÜNYA
ŞAMPİYONU
Özgürlükler Evi, 2016 yılını
topluca değerlendirirken toplam
puanlamada demokratik kazanımları
en az 3 ve daha fazla puan artan ve
eksilen ülkeleri bir grafikte göstermiştir. Sıfırla gösterilen dikey
80
çizginin sağında ilerleme gösteren
ülkeler yer almıştır.
Diğer tarafta sıfırın altında
tersine giden demokrasilerdeki gerileme gösterilmiştir. Türkiye (-15)
puanla 2016’da demokrasisi en çok
bozulan ülke olarak ne yazık ki
dünya rekortmeni (sondan birinci)
olmuştur. (Rapor s.6 )
L
istede Türkiye kadar büyük sapma göstermese de demokrasisi
gerileyen ülkeler arasında Merkezi
Avrupa’da demir perde yıkılışı sonrası demokrasiye geçen Polonya ve
Macaristan dikkat çekiyor. Diğerleri
daha çok Afrika, Orta Doğu, Avrasya ve Latin Amerika’dan.
“Her ne kadar, bu liderlerin
hiçbiri günümüze kadar ülkelerini
küresel demokrasinin tamamen
dışına çıkarmamış olsa da Venezuela ve Türkiye gibi ülkelerden
gelen bilgiler, başlangıçta otoriter
dürtülerini kontrol eden seçilmiş
popülistlerin zaman içinde politik
rakiplerini bastırma ve tutuklamaya
başladığını göstermekte, hükümetin
askerileşmesi, basın uzerinde aşırı
kontrol ve siyaset eliyle ekonominin
çöküntüye sürüklendiğini düşündürmektedir.” (Rapor s.11)
Günümüzde insan hakları ve
demokrasinin evrensel olduğu görüşü benimsenmiştir.
Eğer demokrasi eylemli biçimde tehdit ediliyorsa onu savunmak
gerektiği kabul edilmektedir. İnsan
hakları ve özgürlükleri, ülkelerin bir
iç sorunu olmaktan çıkmış uluslararası bir konu olmuştur. Bu yönüyle
BD NİSAN 2017
23 NİSAN 1920’YE
Bakış
1930’lu yıllara gelindiğinde Avrupa’da
faşizm rüzgarları eserken Türkiye çok
partili siyasal hayata geçmeyi deniyordu.
ulusal egemenliklerin de üstündedir
Geçen yıl dergimizdeki bir
yazıda şunları yazmışım:
“İnsan Hakları karnesi kötü
olan devletler, kendisinden daha
iyi durumda olan devletlere karşı
daha çok anlaşmazlık ve çatışma
durumundadır. İnsan haklarına
uymayarak, bunu görmezden gelen
devletlerin, diğer ülkelerle ekonomik ve siyasal ilişkilerinde güçlüklerle karşılaşmaları kaçınılmazdır.
Temel hukuk kurallarına uymama
bir bölgede veya bölgelerde kaosun
yayılmasına neden olur.”(2)
Demokrasi, özgür bir ortamda
bireylerin mutluluğunu amaçlar.
Yurttaşlarına korku salan bir siyasal
iktidarın yönettiği bir ülkede, demokrasiden söz edilemez. Açıktır ki
demokrasisi kazaya uğramıştır. Biraz kusurlu da değildir. Demokrasisi
ağır yaralı, sakatlanmış bir rejimdir.
23 Nisan 2017,
TBMM’nin açılışının 97.
Yıldönümündeyiz. 23
Nisan 1920’de harap bir
ülkede Kurtuluş Savaşı
sürerken yeni bir ulus
devletle açılan aydınlık
yoldan Cumhuriyetin
ilk ışıkları ile bugünlere
geldik.
1930’lu yıllara
gelindiğinde Avrupa’da
faşizm rüzgarları eserken
Türkiye çok partili siyasal hayata
geçmeyi deniyordu. Atatürk’ün
nasıl engin bir ileri görüşlülük ile
nerede duracağını bilmesinin önemini bugün daha iyi anlıyoruz.
Günümüz dünyasının yolsuzluklara batmış despotlarına baktıkça
onun ilkelerini özümsüyor ve giderek artan bağlılığımızla onu özlem
ve saygıyla anıyoruz.•
[email protected]
(1)Freedom House, Freedon in the World 2017, USA, 2017
(2) Öğüt Yazman, “ Demokrasi Sorunu” Bütün Dünya,
Nisan 2016.
“Hürriyet ve istiklâl benim
karakterimdir”, “Yurtta Barış,
Dünyada Barış” denilerek açılan
aydınlık yoldan geçerek geldik.
Cumhuriyet’in demokrasi birikiminin görmezden gelindiği bir dönemden geçiyor olabiliriz. Karşılaştığımız iç ve dış sorunlara bakarak,
bunalıp karamsarlığa kapılmaya
gerek yoktur. Kimler geldi, kimler
geçti. Kaptanlar fani, Cumhuriyet
ve Demokrasi iskelesi bakidir.
81
BD NİSAN 2017
Muazzez
İlmiye
Çığ’dan
Mektup Var
Ülkemizin Saygın
Bilim İnsanları ve
Müzeleri
Önceki yazılarımdan birinde sevgili dostum Mete Akyol’un acı kaybından ve 10
Kasım konuşması için davet edildiğim Başkent Üniversitesi ve tedavi için kaldığım
Başkent Hastanesi’nden söz etmiştim. Bu kez de orada kaldığım sürede beni heyecanlandıran, hüzünlendiren bir iki olaydan söz edeceğim.
B
unların başında Dil ve Tarih
Coğrafya Fakültesi Hititoloji
bölümünden emekli, Ordinaryüs
Prof. Sedat Alp’in ölümünün
onuncu yılı anma töreni. 14 Kasım
2016’da ailesi, meslektaşları, öğrencileri ve dostları tarafından Erimtan
Arkeoloji Müzesi'nde yapıldı.
Tören ilk
öğrencilerinden
Prof. Aygül Süel’in konuşması
ile başladı, sonra
bana söz verdiler.
Arkadan Prof.
İlber Ortaylı ve
Prof. Celal Şengör Sedat Alp’i
Prof. Sedat Alp
82
arkadaş olarak, kızı Sayın Mehpare
Alp onu baba olarak anlattı. Konuşmaların odak noktası Atatürk’e ve
vatanımıza olan borcumuzdu.
Prof. Sedat Alp, Atatürk’ün,
ülkemizde açılacak yüksek okullara
eğitimci yetişmeleri için Avrupa hatta Amerika’ya gönderdiği
gençlerden biri. O Almanya’ya
1932 yılında Tarih Bölümü için
gitmiş, fakat orada Hititoloji hocası
ile tanıştıktan sonra çok yerinde bir
kararla bu bölüme devam etmiş.
Aynı yıl Ekrem Akurgal da özellikle Arkeoloji eğitimi alması koşulu
ile gönderilmiş. Atatürk şehirlerimizin birinde gezerken oldukça harap
bir kilisenin yanına gelince, sorumlu
BD NİSAN 2017
atandım. 1948 de hocam
“Bunu da henüz yıkamaayrılarak Amerika’ya
dık” dediğinde Atataürk
gitti. Yerine Sedat Alp
“Yıkmak mı? Bu eser
geçti. Bir taraftan öğrenhemen onarılıp eski halici yetiştirip, bir taraftan
ne getirilmeli.” demiş ve
da bilimsel çalışmalar
Başbakan İnönü’ye “Avyaptı; alanında yeni
rupa’ya Arkeoloji için
buluşlara imza attı. Çabir genç gönderin”, diye
lışmalarıyla dünya Hititelgraf çektirmiş. Halka
tologlarına Türklerin de
dönük kitaplar yazarak
buluşlar yapabildiğini
arkeolojiyi halkımıza
Prof. Ekrem Akurgal
gösteriyor, Atatürk’ün
tanıttı ve sevdirdi Prof.
izinden gidiyordu. Bu çalışmalarıEkrem Akurgal.
na karşılık kendisine “Ordinaryus
Sedat Alp doktorasını yapıp
Profesör” unvanı verildi.
döndüğünde ben Hititoloji ve
Sedat Alp emekli olduktan sonra
Sumerolojinin son sınıfında idim. O
çalışmalarını sürdürdü, hatta hasta
Hititoloji bölümünde asistan olarak
olduğunda bile halka dönük kitaplar
yeni öğrencilere ders veriyordu.
Bizim hocamız Hans Gustav Güter- da yazdı. Atatürk’e ve o yoklukta
bock idi. Ben 1940’da mezun olarak kendilerine bu eğitimi sağlayan
devletimize olan borcunu, yurtİstanbul Arkeoloji Müzelerine
dışına gönderilen diğer
öğrenciler gibi, ödediğine
gönülden inanıyorum.
T
Erimtan Arkeoloji
ve Sanat müzesi
oplantıdan sonra
Erimtan Müzesi’ne
geçtik. Kale içindeki
harap binalardan biri
Yüksek Mühendis Yüksel
Erimtan tarafından, onarılarak Arkeoloji Müzesi
haline getirilmiş. Üç katlı
müzede Yüksel Erimtan’ın Anadolu topraklarından bulup topladığı
eski eserler sergileniyor.
Yüksel Erimtan ülkemin toprağından çıkan
ülkemin malıdır, diyerek
eserleri yaptığı müzede
83
BD NİSAN 2017
İsmet İnönü Evi Müzesi
halkımıza tanıtıyor. Yüksel Erimtan
ve eşinin rehberliğinde gezebildiğim ilk salonda eserlerin tarihsel
değeri kadar maddi değerleri de çok
yüksek
Sayın Yüksel Erimtan’a ülkemize hediye ettiği bu muazzam eseri
için ne kadar teşekkür etsek azdır.
M
üzeden sonra Pembe Köşk’e
Özden Toker’i ziyarete gittik.
Bu kez orayı ziyerete okullar da
gelmişti. Özden Toker’in, ziyaretçi
çocuklara Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren İnönü ailesinin giydiği
elbiseleri, kullandığı eşyaları tarihsel değerleriyle bir öğretmen gibi
anlatması beni son derece etkiledi.
O günkü kültürümüze ait eşyaların
bir müzede bugünkü kuşaklara tanıtılması çok ileri bir görüş. Kendisini
rahmetle, takdirle anıyoruz.
Ankara, deyince hep aklıma,
Atatürk’ün halkımıza, çiftçiliği ve
çiftlik ürünlerinden çağdaş şekilde
nasıl yararlanıldığını göstermek
için kurduğu o muazzam çiftlik
aklıma gelir. Orada ayrıca Marmara Denizi’ne ve Karadeniz’e
84
benzetilerek, üzerinde
sandalların gezdiği,
isteyenlerin yüzdüğü,
Ankara halkına su nedir,
yüzme nedir göstermek,
öğretmek amacı ile yapılmış havuzları bugün
gibi hatırlıyorum. Nasıl
hatırlamam? Öğrenci iken
yoğun çalışmalar arasında
vakit yaratıp çiftliğe gidip
orada bir çay içmek en
büyük lüksümüzdü. 80 yıl sonra
oraya gitme isteğimin “Vazgeç
sizin zamanınızdan ne yazık ki, bir
şey kalmadı; üzülürsün.”sözleriyle karşılanması beni çok hüzünlendirdi. Anlaşılan sonradan gelen
hükümetler onun bıraktıklarına ne
saygı ne de vefa göstermemiş.
Ankara’nın bir şehir planı olmadan gelişi güzel yapılmış estetikten
yoksun binaları, yolları da ayrı bir
üzüntü kaynağı oldu. Atatürk daha
ilk zamanlarda en az yüz metre
genişliğinde caddeler düşünmüş.
Bu caddelerdeki binaların araba sesi
ve kirliliğinden rahatsız olmamaları için planlar yapmış. Ne büyük
bir düşünce! Etrafındakilerin aklı
ermemiş buna. Üstelik açıkgözler
Ankara topraklarını satın almaya başlamışlar. Yapılacak yollar,
binalar satın alınan o arsalara göre
uydurulmaya çalışılmış. Atatürk’ün
yapmak istediği, tasarladığı onca
şeye karşılık etrafında onu anlayacak kimse yoktu. Yüz yıl sonra bile
onun yaptıklarını anlamayan, göremeyen aymazlara ne demeli?!!•
18 Şubat 2017
Yaşamdan Yansımalar
BD NİSAN 2017
Nuray Bartoschek
Yarının
Büyüklerine
Sevgili çocuklar,
Ata’mızın armağanı 23 Nisan
Ulusal Egemenlik ve Çocuk
Bayramınızı başım dik,
sizlere mutlu bir çocukluk
sağlayabilmenin gururu ve
onuruyla kutlamayı isterdim
ama yüreğimdeki çocuk
isyanlarda.
B
iz yetişkinler, çocuklarımıza sürekli sorumluluklarını
yerine getirmelerini anımsatırken, kendi sorumluluklarımızı
sorgulamayı unuttuk. Çocuklarımıza karşı en büyük sorumluluğumuzun karınlarını doyurmak
ve eğitimlerini tamamlayıp
bir meslek sahibi olmaları için
kurstan kursa, sınavdan sınava
koşturmak olduğu yanılgısına
düştük.
85
BD NİSAN 2017
Aya gitmeyi başardığımız,
haklarımıza sahip çıkmasını, nereteknolojide sınır tanımadığımız
deyse adaleti unuttuk. Aynı evlerde,
günümüzde, üzülerek belirtmeliyim ayrı dünyalarda yaşarken çocukki insanlıkta bütünlemeye kalmayı
larımızın gözlerinin içine bakarak
bile başaramadık. Hırslar, egolar ve
konuşmayı unuttuk.
doyumsuzlukların etkisiyle insanSevgili çocuklar, sizler bugünün
lığımızdan uzaklaşıp yaşamın tüm
küçükleri, yarının büyüklerisiniz.
sorumluluklarını,
Bizim unuttuklarımızı
çirkinliklerini, acımasiz unutmayın. Çocukları
Atatürk’ün
sızlığını siz çocukgeleceğimiz olarak görüp,
çocukları
ların omuzlarına
onlara bayram armağan
olarak en büyük
yükledik.
eden Atatürk’ün çocukları
sorumluluğunuzun olarak en büyük sorum(...) Ata’mızın
luluğunuzun yurtta ve
ocukların,
dünyada barışı, sevgiyi,
dünyanın her ye- kurduğu Türkiye
Cumhuriyetini
özgürlüğü, adaleti sağlarinde insanın henüz
sonsuza dek
kirlenmemiş, en
yaşatmak
saf, en masum hali
olduğunu asla
olduğunu unuttuk
unutmayın.
biz yetişkinler. Hiroşima’da yanarak
ölen küçük kızla,
cansız bedeni
sahile vuran Aylan
bebeğin, terör
kurşunuyla can
veren çocuklarla
Afrika’da açlıktan
ölen çocukların
arasında hiçbir
mak, milli ve insani değerlerimize
fark olmadığını, çocukların bir ülkeyi, ırkı, etnik kökeni, inancı değil, sahip çıkmak, Ata’mızın kurduğu
insanlığı temsil ettiklerini anlayaTürkiye Cumhuriyetini sonsuza dek
madık hâlâ ne yazık ki. Birbirimizi
yaşatmak olduğunu asla unutmayın.
ötekileştirdikçe ötekileştik. BirbiriUnutmayın ki, yıllar sonra çomizi iteledikçe itildik, yalnız kaldık. cuklarınıza gururla, onurla, mutlu“Biz” olmayı unuturken sevgiden,
lukla, başınız dik “23 Nisan Ulusal
barıştan, insanlığımızdan uzaklaştık. Egemenlik ve Çocuk Bayramı Kutlu
Ekmek parası, yaşam kavgası,
Olsun” diyebilmenin mutluluğunu
beynimizi uyuşturan medya yayınla- yaşayabilesiniz.•
rı derken, düşünmeyi, sorgulamayı,
[email protected]
Ç
86
Dünya Döndükçe
BD NİSAN 2017
Sabriye Aşır
Elektrik
dediğin
bir büyülü
peri!..
C
umhuriyetimizin ilk yıllarında,
elektrik ve dolayısıyla elektrikli
aletlerin henüz yeni yeni evlere
girdiği dönemde, İstanbul Elektrik
ve Tramvay Şirketleri tarafından
“Ameli Elektrik” isimli bir dergi,
hem Türkçe hem de Fransızca olarak yayımlanıyordu.
İlk sayısı 1925 yılı Aralık ayın-
da, son sayısı ise 1934 yılı Ekim
ayında çıkan “Ameli Elektrik”
dergisi, yayımlandığı süre boyunca
elektrik kullanımını yaygınlaştırmayı amaç edinmişti. Elektrik konusunda dünyada yaşanan gelişmeler,
elektrikli aletlerin kullanımı gibi
konuların yanında, modadan spora,
87
BD NİSAN 2017
fıkralar ve öykülerden
elektrikli alet kullanımını
özendirici reklamlara,
bilim ve mizah sayfalarına
kadar geniş bir içeriğe
sahip bu dergi, elektrik
abonelerine gönderiliyordu.
D
erginin 1930 yılı
Mayıs-Haziran sayısında, elektrik kullanımını
öven ve elektriğin gündelik yaşantıyı ne denli
kolaylaştırdığını anlatan ilginç bir yazıya yer verildi.
“Hakiki ve Güzel Bir
Hikaye” başlıklı bu yazıda, elektrikten “büyülü bir peri” olarak söz
ediliyor ve elektriğin “güzellikleri”
özetle şöyle anlatılıyordu: “Bu gün
farzı mahal olarak varsay, Eleskürial, Vatikan, Elhamra, Kremlin veya
Şambor saraylarından birini size
teklif etseler bunları kabili ikamet
(yaşanması mümkün) bir hale
getirebilmek için en aşağı bir milyar
sarf etmek iktiza eder (gerekir).
Halbuki böyle ağır bir masraf altına
girmeksizin her an emrinize amade
sehhar (büyülü) bir perinin en ufak
arzularınızı tatmin etmesi kabilinden elektriğin tatbikatı hazırasından
istifade ederek ideal
bir yurt tanzimi pek
kolaydır. Bilcümle ev kadınlarının
hizmetçi bulamamak
dolayısıyla maruz
kaldıkları sıkıntıları
göz önüne getirelim.
Kendi aralarında
hasbihal ederken
Münasip bir hizmetçi bulmak imkanı
Dergide yer verilen
elektrikli ev eşyası reklamlarından bazıları.
88
BD NİSAN 2017
kalmıyor dedikleri kaç kere işitilmiştir. Elektrik namını taşıyan peri
yapılacak işin kendiniz tarafından
yapılmasındaki muhassenatı (yararlılığı) vazıhan (açık bir şekilde)
ispat etmektedir. Dünyanın en
mükemmel müstahdemin (hizmetli)
idarehanesi aynı derecede mahrem, aynı derecede emniyetli, aynı
derecede namuskar, aynı derecede
muti (uyumlu), aynı derecede temiz,
aynı derecede muktasit (tutumlu) ve
sessiz bir hizmetçi tedarik edebilir
mi? Bununla münakaşaya ve dedikoduya
mahal yoktur, hırsızlık
“Ameli Elektrik”in 1930
yılı Temmuz-Ağustos
sayısında yayımlanan bir
başka yazı da, “Elektrik
demokrasiye hizmet eder”
başlığı kullanılıyordu.
Bu yazıda da, elektriğin
nasıl mucizevi olduğu, aile
huzuru ve mutluluğunu
berabe-rinde getirdiği vurgulanarak
anlatılıyordu: “Asla yorulmayan, eziyet
çekmeyen ve insanın adali (kas)
kuvvetine pek çok faik (üstün) bir
kudretle ve tam randımanla gece ve
gündüz çalışabilen elektrik kuvveti,
çalışan hem de çalıştıran sınıfın velinimetidir. Çalışanları zahmet verici ve
usandırıcı işlerden kurtararak herkese
mükemmelen yardım eder. Hiçbir
ev işi yoktur ki elektrik ona yardım
etmesin! Evini elektrikle teçhiz edebilmesi ev kadınına ve aileye sükunet ve
yaşamak saadetini bahşeder.”
ve iftiraların önü alınmıştır. Bu
yeni hizmetçi ne dans salonlarının,
ne de sinemaların müdavimidir.
İaşesi hususunda hiçbir müşkülata
tesadüf edilmez. Pazar günleri için
hava almaya ihtiyacı yoktur. Hafta
aralarında amcazadesi ile nişanlısının ziyarette bulunmaları ihtimali de
mevcut değildir.
E
vvelce bir apartmanın temizlenmesi askerlik angaryalarını
andıran üzüntülü bir iş gibi telakki
edilirdi. Çok uzun süren
bir sürü beden hareketlerinden sonra elde
edilen netice yorgunluktan, zaman ziyasından
ve tozun yerini değiştirmekten başka bir şey
olamazdı. Aspiratör ve
elektrikli cila makineleri bütün bu ameliyatı
kolay, latif ve seri bir şekilde halletmiştir. Elektrik tenviratının (aydınlatmasının) diğer her türlü tenvirata
faik (üstün) olduğunu ispat etmeye
lüzum yoktur zannederim. Elektrik,
en nefis ve ince yemeklerin ihzarını
(ortaya çıkmasını) temin edecek
vesaite (araçlara) malik olmuştur.
Zira, istenilen derece hararetin her
an için temini mümkündür. Elektrikle mücehhez bulunan (donanmış)
bir mutbak (mutfak) temizlik, sürat,
safiyet hassalarını (özelliklerini)
nefsinde cemetmiştir. Böyle bir
mutbak nahoş kokuların intişarına
(yayılmasına) mahal vermez ve elleri de kirletmez, toz ve demir cürufu
89
BD NİSAN 2017
bırakmaz. Elektriğin istimali
(kullanılması) sayesinde buzdolapları da zamanımız için lüzumlu bir
eşya gibi telakki edilmektedir. Bu
dolaplar sayesinde her
an
buz istihsal edilebildiği (elde edilebildiği) gibi soğuk
meşrubat ve yemeklerin muhafazası
dahi temin edilmiştir.
Elektrik motorları bir
ev için lüzumu olan
birçok hizmetleri
görmeye amadedir. Mesela etin
kıyılması, patateslerin kabuklarından
tecridi, bulaşıkların
yıkanması, bıçakların bilenmesi ve
kahvenin çekilmesi bu meyanda zikredilebilirler.
90
Velhasıl elektriğin ifa edemeyeceği
hiçbir hizmet tasavvur edilemez.
Su ısıtmaya mahsus aletler hiçbir
nezarete hacet göstermeksizin istenilen derecede sıcak su temin eder.
Banyo bir apartman için en ziyade
lazım olan bir mahaldir, elektriğin en büyük zaferi burada tecelli
etmektedir. Arzu edildiği takdirde
banyo dairesi ile tuvalet mahalli
kolaylıkla mükemmel bir hüsn
(güzellik) müessesesi haline ifrağ
edilebilir (çevrilebilir).
Elektrik namını taşıyan peri
“çamaşır makinesi” ile oldukça
müşkil (zor) ve müziç (sıkıcı) olan
çamaşırların en
sıhhi ve latif şekilde
aile arasında yıkan-ması ve elektrik
ütüsü ile ütülenmesi
temin edilmiştir.
Elektrik, ailede bir
takım eğlenceler de
temin eder. Telsiz,
sinema ve fonograf
sizi dünyanın her
tarafına götürür.
Evlerinde elektrik
bulunan kimseler
bahtiyardır, zira
bütün dünyaya
tesahüp etmişlerdir
(dünyaya sahip
olmuşlardır).”
[email protected]
Mitolojiden Yansıyanlar
BD NİSAN 2017
Haluk Erdemol
Pentheus
Dionysos'a karşı
Thebai kralı
Pentheus kentin
kurucu kralı
ünlü Cadmos’un
torunuydu. Cadmos
yaşlanınca tahtını
torununa bırakmıştı.
Pentheus’un
yazgısını belirleyen
kişiliğinde aile
geçmişinin önemli
payı olduğundan
önce dedesinden söz
etmemiz gerekiyor.
Cadmos canavarı öldürüyor.
Hendrick Goltzius (1558-1617)
F
enikeli Cadmos kayıplara
karışan kızkardeşi Europa’yı
(Bkz.BD 2012/12) aramak
için diyar diyar dolaşmış, umutları tükenince danıştığı Delphoi
bilicilerinin öngörülerine uyarak
Yunan anakarasında en son bulunduğu yerde kalıcı olmuştu. Yurdu
Fenike’ye dönememişti, çünkü
babası, Europa’yı aramaya giden
erkek çocuklarının onu bulmadan
eve dönmelerini yasaklamıştı.
Cadmos’un kenti kurması için yedi
yıl geçmesi gerekmiş ve bu yılları
savaş tanrısı Ares’in kölesi olarak
geçirmek zorunda kalmıştı. Bu
cezanın nedeni Ares’in koruması
altındaki bir canavarı öldürmüş
olmasıydı. Gerçi bu işi arkadaşlarının öcünü almak için yapmıştı, ama
cezaya katlanması gerekiyordu. Köleliğin sonunda günahından arınıp
Thebeai’yi kurduktan ve ilk kralı
olduktan sonra Cadmos’un talihi
gülmüş, düşlerinde bile göremeyeceği bir evlilik yapmıştı. Düğününü
91
BD NİSAN 2017
Dionysos ve çevresi şölende. Maerten
van Heemskerck (1498-1574)
Olympos yüceleri onurlandırmıştı,
çünkü gelin Harmonia Ares ile
Afrodit’in kızlarıydı. Bu evliliğin
çöpçatanı Zeus olmuş, Cadmos’un
mertliğini ve çalışkanlığını takdir
ettiğinden, belki de beğenip kaçırdığı Europa’nın kardeşi olduğundan
bir tür borçluluk duygusuyla ona
böyle bir evliliği uygun görmüş,
hediye etmişti.
Cadmos ile Harmonia’nin
dört kızı ve bir
oğlu oldu. Çiftin
Olympos ile olan
akrabalığı beklenmedik bir olayla
sürdü. Zeus sayısız gönül serüvenlerine Cadmos’un
kızlarından
Semele’yi de kattı
ve bu birliktelikten Dionysos
doğdu. Ne yazık ki Semele oğlunun
bebekliğini bile göremeden öldü.
Dionysos çocukluğunu uzaklarda
yaşadığından Pentheus teyzeoğlunu
yetişkinliğe erişip Thebai’ya gelene
kadar tanımadı.
Pentheus kibirli bir kraldı. Thebai ve çevresinin en güçlü adamı
olmakla yetinmiyor, kendisinden
başka güçlü, insan veya tanrı, hiçbir
varlık tanımıyordu. Dedesinin
uyarılarına kulak asmadığı gibi
vaktiyle dedesine yol gösteren yaşlı
kör bilici Tiresias’ı bile hor
görüyor, onun kendisi hakkındaki öngörülerine gülüp
geçiyordu. Bilici “Yakında
Dionysos (Roma’da Bacchus) gelecek,” demişti ona,
“gereken saygıyı göstermez,
sunularınla onu onurlandırmazsan kötü bir sonla
karşılaşacaksın. Yeşilliklere
saçılmış kan izleri görüyoPentheus’un ölümü. Pompei’
deki, Vezüv’ün püskürttüğü küllerin altında kalarak korunmuş
olan Casa dei Vetti’den fresk,
(MS. 1.yy)
92
BD NİSAN 2017
rum.” Pentheus daha fazla dinlemeden kapı dışarı etmişti adamı.
Bilicinin öngördüğü gibi Dionysos gelip beğendiği Cithaeron tepesinin yeşilliklerine yerleşince yöre
şenlendi. Thebaililer gruplar halinde, çalgıları ve sunuları ellerinde
Dionysos’u ziyaret etmeye başladılar. Dionysos’un yanında bedenlerini örtmede cimri kalan benekli
ceylan derisinden giysileri, ellerinde
onlara özgü, tepesinde çam kozalağı
ve üzerinde sarmaşık dalı sarılı uzun
sopaları ve başlarında asma yapraklı çelenkleriyle eşlikçi kadınlar
grubu Mainad’lar duruyordu. (Yun.
Mainomai: Taşkın bir coşkuya
kapılmak.) Dionysos’un Roma’daki
isminden dolayı klasik mitolojide
Baccha’lar diye de anılan bu kadınlar Dionysos onuruna düzenlenen
ayinsel şölenlerde kutsal bir ortam
olarak doğanın ve başta şarap, onun
ürünlerinin insanı coşturup esrikleştiren niteliklerini taşkın hareketlerle
ve danslarla kendilerinden geçerek
yaşayan yabanıl karakterli kadınlardı. Taşkınlıkları çılgınlığa, hayvan
veya insan olduğu gözetilmeden
canlıları parçalayarak öldürmeye
dek gidebilirdi. Zavallı Orpheus’un
sonu Baccha’ların elinden olmuştu.
(Bkz. BD 2014/6.) Ayinlere katılan
Dionysos gönüldeşleri de onlara
ayak uydurur, kendilerini birer Baccha gibi duyumsamayı tanrısal bir
kayra olarak görürlerdi.
Pentheus haberciler salıp halkın
Cithaeron tepesine gitmesini yasakladı. Kendisinden daha çok ilgi
gören ve sayılan birinin varlığı öfke
ve nefret duygularıyla doldurmuştu
kalbini. “Nedir bu? Hangi çılgınlık
aptallaştırıyor bu insanları?” diye
soruyordu kendi kendine. “Boru
sesleri, gonglar, ziller, kavallar ve
birtakım sihirli oyunlar kılıç ve
mızraktan korkmayan bu halkı boş
tıngırtılara, kadın çığlıklarına ve
şarapla coşmuş erkeklerin şamatalarına yenik düşürecek kadar güçlü
olabilir mi? Gençlerimizin elinde
sopa yerine silah, başlarında yapraklardan taç yerine miğfer olmasını
yeğlerdim. Köklerinizi unutmayın.
Cesur insanlar kurdu bu kenti.
Thebai’yi işlemeli giysiler içindeki
silahsız bir oğlan (Dionysos) mı ele
geçirecek? Geçirecekse batsın bu
yüce kent!”
P
entheus çalgılardan ve şamatadan söz ederken kafasında
Dionysos çevresinde yaşandığını duyduğu ayinsel şölenleri ve
Baccha’ların çılgınlıklarını canlandırıyor ve anlayamadığı bu şeyler
öfkelendiriyordu onu. Öfkesi giderek koyulaştı ve yakalama emrine
dönüştü. “Gidin, yakalayıp getirin
onu bana,” diye emir verdi adamlarına. Yanlış yaptığını söyleyen dedesinin ve sarayın diğer yaşlılarının
uyarıları işe yaramadı.
Adamlarının “Onu bulamadık,
ama yoldaşlarından birini getirdik,”
diyerek karşısına çıkardıkları elleri
bağlı, giysisinde kan lekeleri olan
adamı öldürtmeden önce merakını
gidermek için sorguya çekti. “Öleceksin ve ölümün diğerlerine ders
olacak,” dedi ona, “ama önce söyle
93
BD NİSAN 2017
bakalım, kimsin, neredensin, neden
o adamın peşine takıldın, ne buldun
onda?”
A
dam korkusuz bir tavırla
ismini ve yurdunu söyledikten sonra öyküsünü anlattı:
“Babam yoksul bir adamdı.
Bana bereketli bir tarla ve semiz
sürüler bırakmadı. Ondan bana
miras kalan tek şey balık tutmaktaki
becerisi oldu. Ben de hepten denize
döndüm yüzümü; o beceriyi geliştirmekle kalmadım, balıkçı teknelerinde dümenci oldum. Yıldızlara bakıp
rotamı çizmeyi öğrendim.
“Bir gün su almak için Chios
adasına uğramıştık. Karaya çıkan
arkadaşlar geri döndüklerinde
yanlarında bir delikanlı vardı.
Henüz bıyıkları bitmemiş, kız gibi
güzel bir yeniyetmeydi. Arkadaşlar
onu tenha bir kırlıkta bulduklarını
söylediler. Delikanlı çakırkeyifti,
yürürken yalpalıyordu. Dikkatle
giysilerini inceledim. Bizlerden biri
gibi görünmedi bana. Tanrısal izler
sezdim onda. Yanlış bir iş yapmayalım diye arkadaşları uyardım,
ama bana kulak asmadılar, üstelik
tartakladılar beni. Yola koyulduk.
Delikanlı esrik gözlerle ‘Neredeyim
ben, nereye götürüyorsunuz beni?’
diye soruyordu.
Arkadaşlardan biri ‘Merak
etme,’ dedi, ‘nereye gitmek istersen
oraya gideriz.’ Delikanlı ‘Naksos’a,’ dedi, ‘yurdum orası. Sizler
de konuğum olursunuz.’
“Naksos adası sancak tarafındaydı. Dümeni o tarafa kırdım,
94
ama hemen azarladılar beni; iskele
tarafına yönelmemi istediler. Dehşete kapılmıştım. Karşı çıktım. İşe
yaramayınca istediklerini yapsınlar
diye dümenden çekildim. Tekne
aksi yöne kıvrıldı. O anda Delikanlı, artık ona Tanrı diyeceğim,
kandırıldığını anlamış gibi seslendi:
‘Balıkçılar, bana verdiğiniz sözü
tutmuyorsunuz. Size ne yaptım ki
bana böyle oyun oynuyorsunuz?
Aldatmak onursuzluk değil midir?’ Ben ağlıyordum, ama tayfalar
gözyaşlarıma gülüyordu. Birden
sarsıldık; tekne duruverdi. Sanki
karaya vurmuştuk. O Tanrı üzerine
yemin ederim ki doğru söylüyorum.
Denizdeydik, ama tayfalar boşuna
kürek çekiyordu. Sonra küreklere
sarmaşık dallarının sarılmaya başladığını gördüm; dallar yelken direğine doğru da tırmanıyordu. Tanrı’ya
baktım. Elinde sarmaşıklı bir sopa,
alnında üzüm taneleri dizili asma
yapraklarından bir taç, sakince oturuyordu yerinde. Tayfalar korkudan
çıldırmıştı, birkaçı denize atladı.
Kalanların görünümlerinde bazı
gariplikler olmaya başladı. Sırtları
kıvrımlaşıyor, çeneleri uzuyordu.
Arkadaşlarımın hepsi başkalaşıyor, yunuslara dönüşüyordu. Son
kalanlar da denize atladı. Teknede
bir tek ben kalmıştım. Arkadaşlarımın çırpınmalarını görmemek için
bakışlarımı denizden kaçırdım, korkudan titreyerek teknenin kenarında
dizüstü çöktüm. Tanrı yanıma geldi.
‘Korkma,’ dedi, ‘ayağa kalk. Haydi,
şimdi Naksos’a kır dümeni.’
“Ada’ya varınca ondan ayrılma-
BD NİSAN 2017
dım, müridi
oldum, ayinlerinin tutkunu
oldum.”
Pentheus
“Bu boş sözleri
duymak için
mi kulak
verdik anlattığın bu
saçmalıklara?”
dedi alaycı bir
tavırla. Sonra adamı zindana götürüp işkence altında öldürmeleri için
emir verdi. Fakat askerler bu emri
yerine getiremediler, çünkü zincirler
tutsağın kollarından kendiliğinden
çözülüyor, hiçbir işkence aleti iş
görmüyordu. Zindancı tanık olduğu
bu gizemli olayları anlatmak için
korku ve telaş içinde geldiğinde
Kral’ın saraydan ayrıldığını söylediler.
P
entheus Cithaeron yolundaydı. Dionysos ve çevresine
ilişkin duyduklarını kendi
gözleriyle görmek isteğine karşı
koyamamıştı. Çalgı ve çığlık sesleri
kulağına geldiğinde yanındaki korumalarını geri gönderdi. Olan biteni
tek başına görmek istiyordu.
Sesleri izleye izleye ağaçlarla
çevrili bir açıklığın kenarına geldi.
Gizlenmeye gerek görmeden coşkulu kalabalığı izlemeye başladı. Her
şey kafasında canlandırdığı gibiydi.
Çok geçmeden gördüler onu. Bir
kadın ona doğru koşmaya başladı; bir yandan arkasındaki kadına
bağırıyordu. “Kardeşini de al gel;
Pentheus’un ölümü. Antik ressam
Douris’in yapıtı Yunan kırmızı figür vazo
resmi (MÖ. 480)
koşun, burada bir yaban domuzu
var. Benim kurbanlığım olsun.”
Koşan kalabalığın başını çeken
kadınlar yaklaşınca Pentheus kaskatı kesildi. Bağıran kadın annesiydi,
onu izleyenler de iki teyzesi. Baccha’lar gibi giyinmişlerdi.
Pentheus artık onların gözünde
kurbanlık doğa yaratıklarından biriydi ve sonu da onlarınki gibi oldu.
***
Ovidius ‘Başkalaşımlar’ kitabında Pentheus’un öyküsünü böyle
anlatıyor. Aynı öyküyü ‘Bakkhalar’
oyununda işleyen Euripides tutuklanan adamı bizzat Dionysos olarak,
son sahnede de şölen kalabalığını
bir ağaçtan gizlice izleyen Pentheus’u kadın kılığında betimliyor.
Fakat Pentheus’un sonu her iki
yapıtta da aynı. •
[email protected]
Not: Cadmos’un mitolojik kişiliği
önemli bir özellikle taçlanıyor: Yurdu
Fenike’den getirdiği alfabe Yunan dilinin alfabesine temel olmuştu.
95
BD NİSAN 2017
96
ÜNLÜLERİN
BİYOGRAFİLERİ
Tüm
Zamanların
En Güzel
Kadını:
Ne
fer
titi
BD NİSAN 2017
D
ünyanın en güzel
kadını denince
akla ilk gelen isim
yine bir Mısır kraliçesi olan Kleopatra’dır.
Ama 1912 yılının Aralık ayında, Mısır’da arkeolojik kazılar
yapan ve Doğu ülkeleri uzmanı
Alman Profesör Ludwig Borchardt’ın toz, kum ve arkeolojik eser
kırıntıları arasında bulduğu
Nefertiti büstüyle birlikte
Kleopatra mı
daha güzeldi,
Nefertiti mi,
sorusu gündeme gelmiştir.
Ludwig Borchardt
efertiti’nin
olağanüstü güzelliği bir kulağı
kırık da olsa, bulunan büstünden
bile dışarıya fışkıracak kadar
etkileyicidir. Üç bin beş yüz yıl
öncesinden günümüze güzellik
kavramının tamamen değişmesine de neden olmuş, Nefertiti’nin
büstünün bulunmasıyla birlikte
özellikle kadınlar açısından yepyeni bir güzellik anlayışı gündeme
gelmiştir.
N
97
BD NİSAN 2017
H
eykelciğin bulunmasıyla
birlikte Nefertiti güzelliği de
dünyaya hakim olmuştur.
Arkeolog Borchardt ve ekibinin
Mısır harabelerinde Nefertiti’nin
heykelini neredeyse hiç yıpranmamış halde bulmasıyla birlikte, bütün
dünyanın gözü de Mısır ve Nefertiti
üzerine çevrildi. Heykelciği bulduğu anda Profesör Borchardt şöyle
bir not düştü anı defterine:
bile sonradan bulunarak yerine
takılabilmiştir, ancak Nefertiti’nin
Berlin müzesinde bulunan büstünün
bir gözü yoktur ve eksik olan göz
bulunamamıştır.
O dönemde, yani geçtiğimiz
yüzyılın başlarında Mısır hükümeti
arkeolojik kazılara, bulunan eserlerin Mısır’da kalması koşuluyla izin
veriyordu. Ancak Arkeolog Borchardt, Nefertiti heykelinin ışığın
geliş açısı, nem ve diğer
dış etkenlerden etkilenmesinden ve bozulmasından korktuğu konusunda Mısır hükümetini
ikna ederek, büstü Berlin
Müzesi’ne götürmeyi
başardı.
1920 yılında Nefertiti’nin büstü Berlin
Müzesi’ne götürüldü ve
o günden bu yana dünya
Prof. Borchardt, Kraliçe Nefertiti'nin büstü ile (1912)
çapında
ün
kazandı ve bu ününü hiç
“Sanki bulduğumuz heykeleksiltmeden
sürdürmektedir. Belki
cikten bir yaşam fışkırıyor... Bunu
onun
çok
tanınmışlığı
nedeniyle
yalnızca görmekle açıklamak
sanatta
parlak
renkler,
temiz çizgiler
mümkün değil. Tarifsiz bir etkileve
dekoratif
sanat
modası
ortaya
yici güç var ve heykele bakarak bu
çıktı.
O
zamana
kadar
eski
Mısır’ı
kelimelere dökülemez.”
Tutankamon’un
kabarma
taklitleri
Nefertiti’nin büstü, günümüzden
ile sfenksler ve piramitler simgeliyaklaşık dört bin yıl önce o döneyordu.
min en büyük heykeltraşı sayılan
Mısır Kraliçesi Nefertiti’nin
Tuthomosis’in atölyesinde bulunbulunan
büstü doğal olarak kadınmuştur. Bulunan yalnızca Neferların
büyük
ilgisini çekti. Bunun
titi’nin büstü değil, aynı zamanda
sonucunda
da
Nefertiti’nin yaşamı
Nefertiti’nin kızlarının ve kocası
ile
ilgili
bilgi
ve
belge araştırmaları
Firavun VI. Amenhotep’in (Akhebaşladı.
Biyografisi
çok merak edilinaton) de kabartma resimleri bulunyordu,
zira
birçok
kadın
onu kendi
muştur. Heykeller o denli sağlam ve
kaderiyle
eşleştiriyordu.
Ancak
yıpranmamış olarak ele geçirilmiştir
Nefertiti’nin
yaşam
öyküsüyle
ilgili
ki, bazılarında eksik olan gözler
98
BD NİSAN 2017
ne yazık ki çok fazla
bilgiye ulaşılamadı
ve halen çalışılmakta.
Herkes kendine göre
bir Nefertiti öyküsü
yarattı ve onu yaşamaya çalıştı. Güzelliği nefes kesiciydi
çünkü. Tarihçiler
onun yaşam öyküsüne uygun çeşitli hikayeler yarattılar, ama
ellerindeki en somut
bilgi, en az kocası Firavun IV. Amenhotep
(Akhenaton) kadar devlet işlerinde
yetkili olması halkın huzursuzlanmasına neden olduğu ile sınırlıydı.
Kocası kendisinden önce ölmüştü,
bu biliniyordu, ama kendisinin nasıl
öldüğü konusunda kesin bir şey
söylenemiyordu. Büyük olasılıkla
Nefertiti’ye ait olduğu öne sürülen
ve harabelerde bulunan bir kadına
ait kafatasının arkasında darbe izine
rastlanmıştı. Bu da Nefertiti’nin ba-
Akhenaton, Nefertiti ve 3 çocuğunu
gösteren kabartma
şına bir cisim vurularak öldürüldüğü
ve bir cinayete kurban gittiği tezinin
ortaya atılmasına sebep oldu.
N
efertiti’nin adı geleneksel
olarak “güzellik” olarak anılır.
Ancak yaşam öyküsüyle ilgili çok
az şey bilinmektedir. III. Amenhotep III ile evli olduğu ve Mittani
Trushratta’nın kızı
olduğu biliniyor. Bazı
araştırmacılara göre
oldukça açık fikirli ve
geleneksel kuralların
dışında bir kadındı. İlk
kocası III. Amenhotep
ölünce, IV. Amenhotep
ile evlendi. IV. Amenhotep, safkan Mısırlıydı
ve Tia adında bir kadınla da evliydi. Hikayeye
göre Nefertiti’nin kız
Berlin Müzesi'nde
sergilenen
kardeşi, Tia’nın anNefertiti büstü
nesini Coptos kentine
99
BD NİSAN 2017
çağırır ve burada Tia’nın (Tille veya
Teye olarak da bilinir) Firavun III.
Amenhotep’ten boşanmasını ister.
Söylendiği kadarıyla Tia da çok
güzel bir kadındır, ama Nefertiti’nin
güzelliğinin ondan daha üstün olduğuna inanan kardeşi, sonunda III.
Amenhotep’in aklını çeler, Tia’dan
boşanmasını sağlar. Bu boşanmada
aktif rol oynadığı da söylenir.
N
efertiti, M.Ö. yaklaşık 1351
yılında genç yaşta Mısır kraliçesi olduktan hemen sonra kocası
Amenhotep’e, “Sevgilim,” der,
“bütün Kuzey
ve Güney’deki
kadim toprakların tek hakimi
sevgilim, ben
sonsuza kadar
yaşamak istiyorum. Bu yüzden
benim kabartma
resimlerimin
Mısır saraylarının duvarlarını
süslemesini
istiyorum.”
Nefertiti’nin en çok kabartması olan Mısır kraliçelerinden biri
olması ve belki de yapılan birçok
büstünden bir tanesinin sağlam olarak günümüze kadar ayakta kalmasının nedeni de budur. Nefertiti’nin
yalnızca güzelliğiyle değil, aynı
zamanda kocasına bağlılığı, zekâsı,
özverisi ve sevgisiyle de Mısır yönetiminde etkin olduğu belirtilir.
Dünya Nefertiti’yi geç tanımıştır
ve onun güzelliği ve etkinliği çoğu
yerde Sophia Loren veya Prenses
Diana ile bir tutulur nedense. •
[email protected]
Nefertiti (Güzelden Gelen)
Nefertiti (MÖ 14. yüzyıl), Mısır kraliçesi (MÖ 1379-62), Mısır Firavunu IV. Amenhotep'in
(sonradan Akhenaton) eşi, Firavun Tutankamon'un kayınvalidesidir. Adının kelime anlamı
"güzellik geliyor" ya da "güzelden gelen" anlamındadır.
Nefertiti Mısır'ın en güçlü kadınlarından biriydi. Çünkü Nefertiti kocası Akhenaton,
yani firavunla aynı düzeyde bulunuyordu. Hatta firavunun uygulaması gereken cezaları
ya da yapması gereken işleri yapabilme yetkisi vardı. Bu durum, Mısır'da alışkın olunan bir
uygulama olmadığından halk ve din adamları hiç memnun değildi. Tahtta çok uzun süre
kalamadıklarından dolayı bu memnuniyetsizlik uzun sürmedi. Akhenaton saraya yayılan
salgın bir hastalıktan öldü. Nefertiti de ondan sonra bir süre tahtta kaldı ve öldü.
Yukarıda görülen büst en çok kopyalanmış Antik Mısır eseridir. Ünlü Mısırlı heykeltıraş
Tutmose tarafından yapılmış bir eser olup atölyesinde bulunmuştu.
100
Tarihten Damlalar
BD NİSAN 2017
Mümtaz İdil
K afeler
Kültürün Bir Başka Merkezi
B
ir zamanlar Fransa’da çok yaygın olan “kafeler”
(hâlâ da yaygındır aslında, ama 19. yüzyıl kadar
değil) birer kültür evi özelliğini taşıyordu.
Belki anımsayacaksınız, Vittorio Gassman ve
Elisabeth Taylor’un oynadığı bir filmde, Gassman
genç bir keman virtüözünü (daha sonra ünlü
olan bir keman sanatçısını) oynarken, Paris’te bir
“kafe"ye girer Taylor ile birlikte. >>
101
BD NİSAN 2017
Kafe’de kimler yoktur ki: Bir yanda
Balzac oturmaktadır, öteki tarafta
George Sand, yanında uzatmalı sevgilisi Androis Musset, diğer köşede
Chopin, arkasında Stendhal vb...
Dönemin ünlü Fransız sanatçılarını
"photoshop" tekniğiyle bir araya getirmiş
kafe kültürünü yansıtan bir fotograf.
Bu gelenek daha sonra Amerika’ya, özellikle de New York’a
taşındı. Amerikalıların Fransız hayranlığı meşhurdur. Onların Paris’in
ünlü Pigale’ine karşılık, Village
diye bir bölge oluşturmuşlardır ve
neredeyse Pigale’e ne yapılıyorsa,
burada da bulmak mümkündür.
Hatta çevredeki duvarlar bile
kırmızı tuğla ile örülmüş, evler de
Fransız tipine benzedilmiştir. Ateş
yiyen adamlara bile rastlarsınız eğer
giderseniz.
Ancak asıl önemli olan, bu
kafelerin birer kültür evi haline
gelmesiydi. Türkiye’de de bir
zamanlar, yine özellikle İstanbul’da
bu tür kafeler vardı ve burada Orhan
102
Veli, Melih Cevdet Anday, Sait Faik
Abasıyanık gibi yazarları bulmak,
onların tartışmalarına ortak olmak
gibi bir şans vardı.
Amerika Birleşik Devletleri’nin
yazar sıkıntısını
ve dünya edebiyatına önemli yazarları sokmasını
bu yolla aştığını
belirtmek gerek.
Bu kafelerde
yetişen onlarca,
hatta yüzlerce
yazar arasından
dünya edebiyatına
damgasını vurmuş
bir yığın yazar
çıkmıştır. Bunlardan bir kısmı
kendine Steinbeck gibi Salinas’ta
yer bulmuştur, kimisi de Saroyan
gibi başka bir mekânda.
Terence Williams için ne diyor
Marlon Brando? “Shakespeare
ve Terence Williams’ın yazdığı
oyunlarda hata bulmak neredeyse
olanaksız.”
A
rtık ne ABD’nin “kültür
kentlerinde”, ne Paris’te ve
Viyana’da bu tür “edebi kafeler”
bulma şansı pek kalmadı. Cafe
de l’Universe, Braserie Weber,
Gambetta gibi kafeler artık işlevini
yitirmiş durumda. Makinesinin başına oturan bir yazar adayı, bir anda
dünyanın her noktasıyla iletişime
geçebileceğinin farkında ve bunun
keyfini çıkarıyor.
Ancak ne kadar dünyayı masa
BD NİSAN 2017
başında dolaşsa da, “kafelerde”
edinilen kültürü yakalamaka
mümkün olmuyor, zira makine
üzerinde tartışma başlatsanız bile,
karşınızdakinin sesi ve mimiklerinden öğrendikleriniz ortadan kalktığı
için, eksik kalıyor.
Bugün artık, bir zamanlar oldukça fazla olan New York, Boston ve
Chicago’da eski sanat kafeleri yok.
Onun yerini “barlar”, “toplessler”
almış durumda. Fransa’da çok yaygın olan ve artık eskisi kadar rastlanmayan “sanat” kafelerinde belki
birkaç istisna dışında dünya devi
sanatçılar yetişmedi, ama yetişenler
dünyanın en büyüğü olmayı başardı.
Diğerleri ise müthiş bir kültür
birikimi içinde kafelerden ayrıldılar,
sanatçı olamadılar belki, ama daha
verimli bir yaşam sürdükleri kesin.
Bu konuda yazılı bir kayıt veya
kural olmamasına karşın, sanat kafelerinin bir çok sanatçı yetiştirdiği
açık. Ancak, birçok yazar ve sanatçı
bu kafelerde yetişerek kelimelerin
kendileri için neler ifade ettiğini
bizzat yerinde öğrendiler. Onlar için
Wittgenstein’ın “dil felsefesi” kurslarına katılma ihtiyaçları yoktu, zira
her şeyi yerinde ve birinci ağızdan
öğreniyorlardı. Ama bu gelenek
giderek köreldi ve yok oldu.
Yerine, tüm dünyada olduğu
gibi ülkemizde de, emeklilerin
boş zamanlarını geçirmeleri için
“kişisel yetenek kursları” açıldı. Buraları dolduranlar ise artık
çalışma hayatında ve aile içinden
bir beklentileri olmadığından, hiç
olmazsa ölünceye kadar bir “uğraş”
B
irçok yazar ve sanatçı
bu kafelerde yetişerek
kelimelerin kendileri için
neler ifade ettiğini bizzat
yerinde öğrendiler.
içinde olmak, ucundan da olsa bir
“meslek” edinmek için çabalayıp
durdular. Hiçbirinden de doğru
dürüst bir sonuç çıkmadığı ortada.
Yazarlığın “öğretilebilir” olmadığını
bizzat yaşayarak gördüler. Yazarlık
veya edebi kişilik kurslarla değil,
kendi başına çalışmakla ve çok
okumakla, bol alıştırma yapmakla
elde edilebilecek bir alan olduğunu
anladılar. Sonunda da bu kursların
müdavimleri azaldı, giderek de yok
olmaya mahkûm.
Örneğin, “Le Cheval Rouge” gibi Balzac’ın da müdavimi
103
BD NİSAN 2017
olduğu bir “kafeden” kim bilir ne
kadar yetenekli ve önemli yazarlar
çıkabilirdi. Le Cheval Rouge, bu tür
“kültür kafelerinin” ilk örneğidir
ve o kafeden yüzlerce sanat insanı
çıkmıştır.
Peki, Le Cheval Rouge’un bu
kadar ünlü olmasının altında ne
yatıyordu? Öncelikle, tam anlamıyla dört dörtlük bir “kafe” hizmeti
veriyordu Le Cheval Rouge, ayrıca
getirmiştir.
New York’ta bir zamanlar moda
olan Fransız tipi kafelerden birinde
öğrencilerden bazıları, ünlü yazarların eserlerini yeniden yazmaya çalışarak, yazarlıklarını pekiştirmeye
uğraşmışlardır. Örneğin Mellville’in
“Moby Dick” eserini ya da Dickens’in “The Tale of Two Cities”
eserini birebir ezberleyip yazma
yarışına girmiş, böylelikle de üslup
kapmaya çalışmışlardır.
Bir yazarın belirttiği gibi,
“Kafeler bir yoldur. Bazen
yorucu bir yoldur. Ama
bence, yalnızca güçlülerin
göze alabileceği, yolculuk
yapabileceği tek yoldur.”
U
mut edilen odur ki,
bir gün yine dünyanın
her köşesinde ve tabii ki
ülkemizde de eski tip sanat
kafeleri kurulur; okey, tavla,
batak, pişti gibi zamanı boşa
“Kafeler, yalnızca güçlülerin
harcatan oyunlar yerine daha
göze alabileceği, yolculuk
verimli işlere girişilir.
yapabileceği tek yoldur.”
Eskiden Ankara ve
İstanbul’da satranç kahveleri
bir lokanta gibi servis vermeyi de
vardı, hâlâ var mı bilmiyorum, ama
başarmıştı (sadece günümüz “kafe”
ilginin azaldığı da çok açık.
anlayışında değildi yani).
Satranca bulaşan bir kişinin,
Bu kafelerin en önemli simalakendini diğer kültür faaliyetlerinden
rından biri de Honore de Balzac’tır.
soyutlaması düşünülemez. Düşünce
Balzac, özellikle Le Cheval Roupenceresi bir kez açılmaya görsün,
tam bir dipsiz kuyudur ve Steinge’un tarihini yazma açısından çok
önemli bir hizmet vermiştir. Gozlan beck’in Patric Convici için yazdığı
ve “Cennet Yolu” romanın başına
da onun öğrencisi olarak bu kafelerden yararlanmış ve yazılarında ve koyduğu mektupta söylediği gibi,
“kolay kolay da dolmaz.” •
eserlerinde bu hizmetin kendisine
[email protected]
sağladığı avantajları övgüyle dile
104
Gezdikçe Gördükçe
BD NİSAN 2017
İzlen Şen Toker
İ LK
BAHA
RIN
U MUT
Ç İÇEK
LERİ
D
oğanın sanki yeniden
doğduğu, tomurcukların,
çiçeklerin açtığı bir mevsim
ilkbahar... Yapraklarını dökmüş
meyve ağaçlarının dallarında
büyüyen çiçeklerin mutluluk ve
umut verdiği; yağmur, güneş ve
hava sıcaklığına göre bize her
yıl değişik manzaralar sunan bir
mevsim... Tazelenmenin, yenilenmenin, umudun mevsimi...
Soğuk ve karanlık kış aylarından sonra ilkbaharda güneş
bulutların ardındaki yüzünü
giderek daha çok göstermeye
başlar.
Doğaya bereket gelir, hava
sıcaklıklarının artmasıyla dağlardaki
karlar erir, kar suları ve yağmurlarla
beslenen dereler ve göllerdeki su
miktarı artar, nehirler ve çağlayanlar
coşkuyla akmaya başlar.
105
BD NİSAN 2017
Günler uzar, ağaçlar ve çalılar
filizlenir, hayvanlar kış uykusundan
uyanır, birbirini izleyen aylar boyunca çeşit çeşit, renk renk çiçekler
açar.
Ö
nce kardelenler zarif çiçeklerini karın içinden gökyüzüne
uzatır, sonra mimoza ağaçları sapsarı canlı çiçekleriyle süslenir. Erik,
kiraz, kayısı, badem gibi ağaçlar
beyaz ve pembe çiçekleriyle dev çiçek buketlerine dönüşür. Kelebekler
çiçekten çiçeğe uçarken, günler
nergis, sümbül, leylak ve akasyaların mis gibi kokuları,
lale ve erguvanların canlı
renkleriyle güzelleşir.
Orhan Veli Kanık’ın
İmkânsız şey
Şiir yazmak
Aşıksan eğer;
Ve yazmamak,
Aylardan nisansa... dizelerini hatırlayıp, bu kez ilkbahar
ile ilgili bir yazı yazmak
istedim çünkü ilkbahar
106
bize yaşadığımız yerdeki kısa bir yürüyüş
ile de olsa güzel bir
gezi yapma imkânı
veriyor. Mart ayının
ilk haftasında ben de
böyle bir yürüyüşle
İstanbul’un merkezinde mevsimin
güzelliklerine tanık
olabiliyorum. Bir
mimoza ağacının altında durup çiçeklerin
güzel kokusunu içime çekiyorum.
Toprağı yeşil ve eflatun renkleriyle
örten ballıbaba çiçeklerinden birinin
tatlı sıvısını emerek çocukluğuma
dönüyorum. Sanki orada buluşmak
için sözleşmiş gibi portakal ağacının yapraklarının arasına doluşmuş bir grup serçe kuşunun neşeli
ötüşlerini dinliyorum. Minicik mavi
mine çiçeklerinin narin güzelliği
ile büyüleniyorum. Bir bahçenin
Bir mimoza ağacının
altında durup çiçeklerin
güzel kokusunu içime
çekiyorum.
BD NİSAN 2017
kenarındaki koyu pembe bahar
çiçeklerinin fotoğrafını çekerken
yaşlı bir hanım yanıma yaklaşıyor.
“Ne kadar güzeller değil
mi? Pek çok kişinin bu güzellikleri görecek fırsatı olmuyor,
herkes bir telaş içinde koşturuyor...” diyor.
Sözlerini onaylayıp gülümsüyorum, o da gülümsüyor,
birbirimize iyi günler dileyip
yürümeye devam ediyoruz.
Güneş ışıklarının parlattığı
bahar çiçekleriyle kaplı meyve
ağaçlarının yanından geçerken
Ataol Behramoğlu’nun “Bahar
Şiiri”’ni düşünerek hepimizin
ilkbaharı mutlulukla yaşayabilmesini diliyorum.
Bu sabah mutluluğa aç
pencereni
Bir güzel arın dünkü kederinden
Bahar geldi bahar geldi
güneşin doğduğu yerden
Çocuğum uzat ellerini
Şu güzelim bulut gözlü
buzağıyı
Duy böyle koşturan sevinci
Dinle nasıl telaş telaş çarpıyor
Toprak ananın kalbi
Şöyle yanı başıma çimenlere
uzan
Kulak ver gümbürtüsüne
dünyanın
Baharın, gençliğin ve aşkın
Türküsünü söyleyelim bir
ağızdan •
[email protected]
107
Sporun Dünyası
Metin Gören
Sporu
Neden
Sevmiyoruz?
Y
üce Atatürk'ün, Türk Spor
Kurumu’nun yapılanmasında
katkıları büyük Alman bilim adamı
Dr. Carl Diem'e, özenle hazırlattığı
3530 sayılı Beden Terbiyesi Kanunu’nun 4. maddesi şöyle diyordu;
“Gençler için kulüplere girmek ve
boş zamanlarında beden terbiyesine devam etmek mecburidir.”
29 haziran 1938 yılında çıkarılan yasa, Celal Bayar tarafından
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde
okunduğu zaman, milletvekilleri
ayağa kalkarak Türk sporunun kurtuluş reçetesi olacak yenileşme hareketini dakikalarca alkışladı.Yasa
tümüyle çok açıktı ama siyasi hırs108
larına yenik düşenlerin yorumları
farklıydı; “Bu denli bir zorunluluk,
faşist yönetimlerde ya da komünist
bloklarda uygulanır. Cumhuriyet
ilkeleri bunu asla kabul edemez.
Ayrıca yasanın hazırlanmasında
faşist Alman
Dr. Diem'in
katkılarının
çok olduğu
gözlenmiştir.”
Oysa ki;
Fransa’da
yayımlanan
ve o dönem
dünyanın en Dr. Carl
Diem
büyük spor
BD NİSAN 2017
gazetelerinden biri olan L’Auto
geniş kapamlı haberinde şunları
yazıyordu; “Atatürk ilk kez
beden eğitimini milletine
zorunlu kılan devlet adamı
olmuştur. Yalnız nutuklarda
ve kağıt üzerinde değil, bunu
yerine getirerek, çeşitli spor
alanları ve stadyumlar yaptırarak nasıl bir lider olduğunu
tüm dünyaya göstermiştir.”
(Bkz. Metin Gören. Cumhuriyet
Kazanımları kitabı)
N
Spor uluslararası
örgütlerin plan
ve programlarla
yönettiği en büyük
tanıtım aracıydı.
Bunun bile yıllarca
ayırdında olamadık.
e yazık ki; Atatürk'ün,Türk gençliğini çok
seven ve ülkenin kalkınmasında katkılarının büyük olacağına
inandığı gençlerimizin spor
eğitimleri, ayaktan ayağa dolaşan bir futbol topu oldu. Siyasilerin günümüze dek gelen akıl
almaz uygulamaları, sporun dil,
din, ırk ve ülke tanımlanması
yapılmadan dünya mirası olduğunun
ayırdında olmayanların becerileriyle beden eğitimi derslerinin orta
öğretimlerden kaldırılmasına dek
uzandı.
Spordan soğutulan ve ülke yararına düşünülen yasayı hiçe sayanların adam sendeciliği, tüm gençliği
Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray’ın şahsında sihirli kürenin peşine taktı; fanatizm denilen öfkeli bir
kitle oluşturdu. Bu ülkenin gençleri
yıllarca toprak sahalarda toz duman
arasında sözde spor (!) yapmaya
çalıştı.
Oysa ki; sporun açılımı bir tek
ya da birkaç branşı kapsamıyordu.
Spor uluslararası örgütlerin plan ve
programlarla yönettiği en büyük
tanıtım aracıydı. Bunun bile yıllarca
ayırdında olamadık. Futbol fanatizminin etkisi siyasileri de etkiledi.
1956 yılında Macaristan takımını
o zamanki adıyla Mithatpaşa (BJK
Arena) Stadında 3-1 yendiğimizde
devrin başbakanı rahmetli Adnan
Menderes şu şekilde bir açıklama
yapmıştı: “Türk futbolu bu muhteşem galibiyetle Avrupa düzeyine
ulaşmıştır.”
Bunun adı güneşi balçıkla
sıvamaktı. Bunun adı stat zemininin
siyah beyaz fotograflara yansıyan
vıcık vıcık haliydi. Futboldan biraz
109
BD NİSAN 2017
kafamızı kaldırdığımızda basketbol, voleybol gibi salon sporlarıyla
tanıştı gençlerimiz. Ama alt yapı
yoksulluğu, malzeme kifayetsizliği
onları tribünden parkelere indiremedi. Atletizm sporu sporların anasıydı. Ama bizim ülkemizde spor
ana hiç doğuramadı. Çünkü ciddi
anlamda tesis, önemlisi sporcu yoktu. Ham madde yıllarca mamül hale
getirilemedi. Yıllarca yetenekli bir
kaç atletle bu sporun kahrını çekti.
Ve ata sporumuz güreşle ve soydaşlarımız Naim Süleymanoğlu, Halil
Mutlu ve yetenekleri tavan yapan
sporcularla sporda egemen olmaya
çalıştık ama başaramadık. 3530 sayılı kanunu hiçe sayanların madalya
hırsları, Türk sporuna indirilen en
büyük darbe idi. Hükümet yanlısı
Naim Süleymanoğlu ve Halil Mutlu gibi
yıldızlarla sporda egemen olmaya çalıştık
ama başaramadık
110
federasyon başkanlarının devşirme
(yabancı ülkelerden ithal) sporcu
tutkuları, birçok genç sporcuyu rekabet ortamından dışarılara fırlattı.
Dünya ve olimpiyat şampiyonları da
yaşlanınca, başımız döndü ateşimiz
yükseldi. Siyasetin çıkar nefesleri
oyun alanlarında, kulüplerde ve spor
örgütlerinde hissedilince, alanlar
parti bayrakları, siyasi güçlerin şenlikler yaptığı yatırım yerleri oldu.
B
iz Türkler sporu sevmiyoruz.
Hafta sonları, profesyonel
örgütlerce yaşatılan parasal gösterilerin de artık hükmü tükendi. Hayat
pahalılığından vurgun yiyenler artık
maçlara gitmekten korkuyorlar.
Son yıllarda yükselen spor tesisleri ise devletçe geç kalınmış bir
özrün beton yığınları gibi.
Futbol, sanki ekonomik gücü
sınırsız olanların ya başkan, ya
yönetici olduğu, ya da televizyonlarda açıklama yapmaktan
zevk alan cüzdanları şişkinlerin
keyif alanı.
Spor dünyası, 12 yabancı
futbolcu, ağırlığınca para eden
baş antrenörler, sporcuların
egemen olduğu spor salonları ile
etkinlikleri ancak parası olanın
izleyebildiği bir arena. Sporu
sevdiremeyen bir devlet yapısı,
milyonlarca doların bir konfeti
gibi dış ülkelere serpildiği bir
reklam filmi.
İşte; sporu neden sevmediğimizin tarihe not düşen belgeleri. •
[email protected]
Gözle Gönül Arası
BD NİSAN 2017
Mehmet Uhri
DeminiAlan
K
apıdan çıkarken arkamdan el sallayıp “Unutma
dünya bir çayhane, demini
alan gider. Sabırlı olmalısın.”
diye seslendi.
En iyisi baştan anlatayım…
O yaşlı Azeri çaycıyı Tahran’da
Firdevsi meydanına açılan çayhanede tanımıştım. Zoraki bir tanışmaydı. Meydana açılan binalardan
birinin bodrum katında zamanda
unutulmuş hayli eski bir çayhaney-
Gider
di. Hızlıca fotoğraflayıp çıkma telaşındayken elinde çaylarla geldiğini
görmeyip çarpınca devrilen bardaklardan hafifçe haşlanmıştım. Söylenmeme fırsat bırakmadan kolumdan çekiştirip çay ocağına götürdü
ve sıcak çayla haşlanmış olan elimi
musluktan akan suyun altına soktu.
Serin suyun altında elimin acısını
gidermeye çalışırken onu izliyordum. Demliklerden arta kalan ıslak
serin çaylardan bir avuç alıp eliyle
111
BD NİSAN 2017
şekillendirdi, tülbendin içine koyup
haşlanan elimi onunla sardı. Teşekkür edip çıkmak istedim, acelem
olduğunu söyledim. Eliyle omzuma
bastırıp “Otur hele. Aceleye gerek
yok. Bir çay iç önce.” Diye biraz da
emir verircesine söylendi.
Y
aşını almış, saçı kaşı ağarmış,
kırık da olsa Türkçe konuşan
bir Azeriydi. İlerlemiş yaşına karşın
4-5 demlik ve içinde su kaynayan
kocaman semaverin çevresinde fır
dönüyor tek başına tüm salona yetişiyordu. Gözümün saatte olduğunu
görünce elimin acısı geçmeden
kalkmamam gerektiğini söyleyip
boşalan çay bardaklarını yıkamaya girişti. Nereden gelip nereye
gitmekte olduğumu, Tahran’da ne
aradığımı, geldiğim şehri sorup
bir güzel ifademi aldıktan sonra
omzundaki havluya elini kurularken
yaklaşıp “Aradığını Bulabildin mi?
Yoksa yola devam mı?” diye sordu.
Soruyu anlamamıştım. Ben de
asıl mesleğini ve kaç yıldır çaycılık
yaptığını sordum.
112
Hayatı boyunca çayhanede
çalıştığını, küçük bir çocukken çırak
olarak girdiği çaycılığı ustasının
vefatından sonra devralıp sürdürdüğünü anlattı.
Şaşkınlık içinde “Nasıl yani?
Bir ömür bu çay ocağının başında
mı geçti? Dışarıda koca bir hayat
var. Hiç mi merak etmedin?” diye
sorunca hafifçe bıyık altında gülümsedi.
“Gençken çay ocağında ustama
‘Dünya nasıl bir yer?’ diye sorardım. O da ‘Dünya
bir çayhane istersen
git bak. Burada ne
görüyorsan orada da
onu göreceksin’ derdi.
O zamanlar toydum.
Böyle lafları anlamam
zordu.”
“Gidip baktın mı?”
“Eh işte. Askerlik
filan derken çıktım
ortalığa ama baktım
ki ustam haklıymış.
Dünya her bir tarafta semaverlerin
kaynadığı bir çayhaneye fena halde
benziyormuş. Demini bulabilirsen ne âlâ. Yoksa öyle veya böyle
posanı çıkarıp bırakıyorlar. Biraz
da ürktüm sanırım. O günden beri
çayhane ve çay ocağından ayrılmadım.”
Sözleri ilgimi çekmişti. Bu arada
el çabukluğu ile doldurduğu bardakları hızlıca masalara dağıtıp boşlarla
geri döndü. İşi biten demliğin içini
boşaltıp kuru çay koydu. Semaverden kaynar su ile doldurup ocağın
üzerinde kenara bıraktı. Demlik-
BD NİSAN 2017
leri demlenme
durumuna göre
yeniden sıraladı.
“Söylediğine
göre neredeyse bir
ömür, bu bodrum
katta, çayhanede
geçmiş. Dünyayı
tanımaya da çalışmamışsın. Dünya
bir çayhane deyip
çıkıveriyorsun.
Nasıl bu kadar
emin olabiliyorsun?”
“Bu iş öyle
ülke ülke gezinmeyle olsaydı,
uzun yol şoförleri
ermiş olurdu. Gerçi zamanında ustama ben de böyle sorular sorardım.
O ise gelen giden insanları inceler
ve eline aldığı kuru çay yapraklarının insana ne kadar benzediğini
anlatırdı.”
“Çay yaprağı mı? O kadarcık
mı?”
“Ben de başlangıçta öyle
demiştim. Gözümün önünde koca
“Ustam, gelen
giden insanları
inceler ve eline
aldığı kuru çay
yapraklarının
insana ne kadar
benzediğini
anlatırdı.”
koca demlikler olunca kendini demini alıp geçen giden demliklerden
birine benzetmek daha akla uygun
geliyordu. Ancak ustam haklıydı.
Çay yaprağından öte değildik.”
“Anladım sanırım. Çaylar da
insanlar gibi çeşit çeşit. Öyle mi?”
“Yok, o kadar bile değil. Ustama
göre yeşil çaya benzeyenler ve siyah
çaya benzeyenler olarak iki tip
insan vardı. Yeşil çaya benzeyenler
taze kalmakta inat edip diğerlerinden uzak duran, itilip kakılmayan,
ama hep toplumun kenarında
olanlardı. Onlardan çıkan çayın
lezzeti olsa da kokusu çiğ ve renksiz
oluyordu. Ustam için siyah çaya
benzettiği insanlar daha değerliydi.
Onları, her dem taze kalmak yerine
kalabalıklara karışıp hayata yakın
duran, diğerleri ile birlikte fermente
olup yıpransalar da arkalarında
113
BD NİSAN 2017
güzel dem, koku ve lezzet bırakan
insanlar olarak anlatırdı.”
“Aromatik çaylar? Onlar ne
oluyor bu durumda?”
“Onlar için makyaj derdi. Hep,
öze bakmamı isterdi. Şekerli içenle
içmeyeni bile ayırmazdı.”
T
ekrar salona dönüp siparişleri
aldı. Getirdiği boşları lavaboya
koyup tekrar yıkamaya girişti. Tüm
bunları çok kısa süre içinde bitirip
doldurduğu çayları tepsiye dizdi
ve masalara dağıttı. Yanıma gelip
elime sardığı tülbendi açtı. Acısı
geçmişti, kızarıklık da hafiflemiş
görünüyordu. Dikkatlice baktı. “İyi
olacak, merak etme” dedi. Taze bir
çay doldurup uzattı.
“Az önce ‘Aradığını bulabildin mi?’ diye sorarken ne demek
istemiştin?”
“Boynunda fotoğraf makinesi ile
yalnız geldin. Kimsenin yüzüne bakmadın. Üstelik acelen var. Kimseye
bulaşmadan ve hatta bir çay bile
içmeden fotoğraf çekip hemen gitme
niyetindeydin. Belli ki ne aradığını
bilmeden dolaşanlardansın. Buralara kadar geldiğine ve muhabbete
direnmediğine göre yeşil çay gibi
olanlardan da değilsin.”
“İyi de…”
“Aradığın sana kalsın. Ama bil
ki, bu işler tek başına olmaz. Tek
başına bir çay yaprağı ne lezzet
verecek ki? Üstelik ne kadar uzağa
gidersen git aynı demliğin içindesin. Bir arada olduğun kim varsa,
ardında onlarla oluşturduğun lezzet
kadar anılırsın. İstediğin kadar
diren. Sıcak suyu yiyince demliğin
orası burası fark etmez. Buralara
kadar gelip aradığın nedir bilemem, bildiğim aynı demliğin içinde
olduğumuz. Bir araya gelip lezzet
oluşturabildiysek, ne mutlu. Gerisi
dön dön aynı hikâye.”
“Sadece, bu kadar mı?”
“Ne sanıyordun ya? Hepimizden
geriye şu çay gibi ama acı, ama buruk bir lezzet kalacak. Bir de bazen
böyle ocağın başında yaptığımız
gibi muhabbetler. Hepsi bu…”
Elimin haşlanan yerini tekrar
kontrol etti. Boşalan çay bardağını
alıp lavaboya bıraktı. Gidebilirsin
dercesine eliyle bir işaret yapıp
salona yöneldi. Eşyalarımı toplayıp
makinemi boynuma asıp kapıya
yöneldim.
Çıkarken arkamdan “Unutma
dünya bir çayhane, demini alan
gider. Sabırlı olmalısın.”diye seslendi.•
[email protected]
Birbirlerine ne kadar yakın bulunurlarsa
bulunsunlar, insanlar arasında her zaman bir
uçurum ağzını açmış bekler; bu uçurumun iki
yakasını geçici bir köprüyle de olsa yalnızca
sevgi bağlayabilir birbirine.
Herman Hesse
114
Geniş Açı
BD NİSAN 2017
Aylin Yengin
II. Dünya Savaşının
Kayıp Hazineleri
II.
Dünya Savaşı sona erdikten sonra, milyarlarca dolar
değerinde mücevher, altın ve sanat
eserinin kaybolduğu ya da çalındığı
bildirilmişti. Yağmalanan eşyaların
bir bölümü gizli bir Nazi trenine mi
saklanmıştı yoksa?
Bu yazıda, İkinci Dünya Savaşı’nın en gizemli kayıp hazinelerinden beşini ve onları herkesten
gizlemek için üretilen bazı komplo
teorilerini bulacaksınız.
115
BD NİSAN 2017
1. Nazi Altın Treni
Aralık 2015’te Piotr Koper ve
Andreas Richter tarafından düzenlenen bir basın konferansı, Nazi
Naziler tarafından gizlendiği varsayılan hazine trenine götürecek olan
tüneli bulduklarını savunuyordu.
Kazıya başlanıldı, ancak hiçbir
şey bulunamadığı
için çalışmalar
durduruldu. Acaba
günün birinde, bu
altın yüklü tren
bulunabilecek mi?
2. Kehribar
Oda
Kehribar Oda,
bir zamanlar St.
Petersburg yakınlarındaki Tsarskoye
Selo’daki
Catherine
Sarayı’nın
Altın Treni ile ilgili iddiaları ortaya
içinde
bulunan,
altın
varaklar
ve
çıkardı. Ünlü hazine avcıları, bu
aynalarla
süslü
kehribar
panellerle
trenin hâlâ Polonya’da gizlendiğini
tasarlanmış dünyaca ünlü bir odadır.
iddia ettiler ve bu şehir efsanesiAslen 18. yüzyılda Prusya’da inşa
ni gerçekliğini ispat etmenin tek
yolunun kazı çalışmalarına girişmek edilmişti, ancak Kehribar Oda II.
Dünya Savaşı sırasında ortadan
olduğunu söylediler.
kayboldu. Oda kaybolmadan önce,
Üç yıldan uzun süredir bu treni
“Dünyanın Sekizinci Harikası”
arayan hazine avcıları ekibi, kendiolarak kabul ediliyordu.
lerini II. Dünya Savaşının sonunda
Söylentilere göre,
Kehribar Oda hâlâ Polonya’da bir yerlerde gizlenmiş duruyor.
3. Yamashita'nın Altını
Yamashita’nın altını
ya da hazinesi, İkinci
Dünya Savaşı sırasında,
Japon ordusu tarafından
Güneydoğu Asya’dan
çalındığı ve sonrasında
Filipinler’deki mağaralarda, tünellerde ve
116
BD NİSAN 2017
Tomoyuki Yamashita
yeraltı dehlizlerinde saklandığı iddia
edilen savaş yağmalarına verilen
addır. Hazine, “Malaya Kaplanı” lakabıyla bilinen, kötü şöhretli Japon
Generali Tomoyuki Yamashita’nın
ismiyle anılmaktadır.
Dünyanın dört bir köşesinden
hazine avcıları, 50 yıldan uzun süre
Filipinler’e akın etseler de, hazinenin varlığı pek çok uzman tarafından reddedildi.
Sözü geçen altın, 1988’de
Hawaii Eyalet Mahkemesinde, eski
Filipin Başkanı Ferdinand Marcos
ile Filipinli hazine avcısı Rogelio
Roxas’ın da dâhil oldukları karmaşık bir davanın konusu oldu.
4. Alpine Kalesi
Alpine Kalesi, SS Genel Sekreteri Heinrich Himmler’in, Kasım ve
Aralık 1943’te Almanya hükümeti
ile silahlı kuvvetlerinin çekilecekleri
bir üs olarak planladığı ulusal bir inzivaydı. “Batı Avusturya üzerinden,
Bavyera’nın Güneyinden Kuzey
İtalya’ya” kadar
uzanıyordu.
Bu plan, Adolf
Hitler tarafından
hiçbir zaman
tam anlamıyla
desteklenmedi ve
faaliyete sokulması için ciddi
bir girişimde
bulunulmadı.
Oysa müttefikler,
Nazilerin savaşı
sürdürmek için
Alpine Kalesi’ne
çekileceklerinden
ve II. Dünya Savaşının sonunda,
oradan önemli güçleri farklı yönlere
çekeceklerinden emindiler.
Söylentilere göre, üssün kurulum aşamasında çok önemli hazineler bölgeye taşınmış ve burada
gizlenmişti.
3. Awa Maru
Awa Maru, Japonya’nın Nagazaki kentinde, 1941-1943 yılları
arasında inşa edilmiş bir Japon
transatlantikti. Aslında yolcu gemisi
117
BD NİSAN 2017
Geminin, platin,
elmas, altın ve
değişik stratejik
malzemelerden
oluşan yaklaşık
5 milyar dolar
değerinde bir
hazine taşıdığına
dair hikâyeler de
anlatıldı.
olarak tasarlanmıştı, ancak savaş
patlak verince Japon Deniz Kuvvetleri tarafından ele geçirildi. Mahsur
kalmış yüzlerce deniz ticaret subayı,
askeri personel, diplomat ve sivili
Awa Maru ile Singapur’dan geri
getiriyordu. Geminin, platin, elmas,
altın ve değişik stratejik malzemelerden oluşan yaklaşık 5 milyar
dolar değerinde bir hazine taşıdığına
dair hikâyeler de anlatıldı.
G
emi 28 Mart 1945’te Singapur’dan ayrıldı, ancak 1 Nisan
gecesi geç saatlerde Tayvan Boğazı’nda USS Queenfish (SS-393)
adlı Amerikan denizaltısı tarafından
durduruldu. Queenfish’ten fırlatılan
torpidolar transatlantiği batırdı ve
içindeki 2.004 yolcu ve mürettebattan yalnızca biri hayatta kaldı.
İçinde olduğu varsayılan hazine
de onunla birlikte denizin dibini
boyladı. •
[email protected]
Sınırsız Enerjinin Bulunmasına
Çok Az Kalmış Olabilir!
ABD’de bir grup bilim adamı
tarafından yeni bir nükleer enerji
rekoru kırıldı. En son yapılan plazma basıncı testlerinde, eski testleri
katlayan bir sonuca ulaşıldı. Bilim
adamları, nükleer füzyonu, temiz
ve sonsuz bir enerji kaynağı gibi
görmeye başladılar. Bu, aslında güneşin enerji üretme mantığını taklit
eden bir yöntem. Manyetik alan ve
basıncı kullanarak ısı verildiğinde
atom çekirdeğindeki bazı parçalar birbirleri ile birleşerek büyük bir enerji
açığa çıkarıyorlar. Bilim insanları hidrojen atomunu parçalayarak helyum ve
çok miktarda temiz enerji ortaya çıkaracak. Bu da bizim fosil yakıtlara olan
bağımlılığımızı azaltacak.
MIT’nin Alcator-C Mod Tokamak reaktörü kullanılarak yapılan ilk çalışmada, güneşin iki katı kadar sıcaklık olan 35 milyon derece şartları oluşturularak başarıya ulaşıldı.
118
BD NİSAN 2017
3
Var
Olmaması
Gereken
Gezegen
İnsanoğlu, başını kaldırıp gökyüzüne baktığından bu
yana gök bilimiyle ilgileniyor.
Yazan: Alexandra Panzer
T
Çeviri: Sabriye Aşır
gerekiyordu!
üm bu süreçte, Güneş SisteBunlardan biri olan ve Amerimi’nin ötesindeki evren ve
kan Havacılık ve Uzay Dairesi’nin
diğer yıldızların yörüngesindeki
(NASA) Kepler Uzay Teleskobu
exoplanetler (Güneş Sistemi dıtarafından keşfedilen Kepler-78b
şındaki gezegenler-ötegezegenler)
isimli gezegen, Kepler-78 yıldıhakkında çok şey öğrendik. Ancak
zının yörüngesinde ve Dünya’dan
halen, bilim insanlarının çözemediyaklaşık 400 ışık yılı
ği de pek çok şey var.
Oldukça kısa süre önce Nasa'nın Uzay Teleskobu uzaklıktadır. Gök
KEPLER
bilimciler, Kepler-78b
yapılan exoplanet keşifisimli gezegenin Dünleri, araştırmacıları tam
ya’dan yarıçap olarak
anlamıyla bir çıkmaza
1,2 kat, kütle olarak
soktu. Çünkü bugüne
ise 1,7 kat büyük
kadar edindiğimiz
olduğunu hesapladılar.
astronomi bilgilerine
Kepler-78b Dünya ile
göre, bu exoplanetlerin
benzer bir öz kütleye
hiç var olmamaları
119
BD NİSAN 2017
olduğu yıldıza inanılmaz ölçüde yakın
olması nedeniyle, bu
gezegen yıldızının
çevresindeki turunu
8,5 saatte tamamlıyor.
Yani Kepler-78b’de bir
yıl 8,5 saat sürüyor.
Bilim insanları, bu
DÜNYA
KEPLER 78-B
gezegenin nasıl var
1 Dünya Kütlesi
1,7 Dünya Kütlesi
olabildiğini çözebilmiş
1 Dünya Yarıçapı
1,2 Dünya Yarıçapı
değiller. Çünkü bilinen
Kepler-78 yıldızının etrafında dönen
hiçbir gezegen oluşumu teorisiKepler-78b, Dünya’dan yarıçap olarak
ne uymuyor. Yalnızca yıldızına
1,2 kat, kütle olarak ise 1,7 kat büyükinanılmaz ölçüde yakın olduğu
tür. Bilinen gezegen oluşum teorileri,
biliniyor. Yani şöyle söyleyelim,
hiçbir gezegenin yıldızına bu denli yakın
Kepler-78b’nin gaz ve tozdan
bir konumda oluşamayacağını söylüyor.
oluşan protogezegensel diskten
gezegen haline dönüşmesi sırasında,
Kepler-78b, yıldıetrafında döndüğü yıldızı çok daha
zının çevresindeki büyüktü.
Dolayısıyla, eğer bugünkü
turunu 8,5 saatte
yörüngesinde olsaydı, yıldızı olan
tamamlıyor. Yani
Kepler-78’in içinde oluşmuş olması
Kepler-78b’de bir gerekirdi, ki bu mümkün değildir.
Bir diğer seçenek ise, bugünkünyıl 8,5 saat sürüyor. den daha uzak bir noktada oluşmuş
olması ve gittikçe yıldızına yaklaşsahip olduğu için, araştırmacılar bu
mış olmasıdır. Ama bilim insanları,
gezegenin yapısının da tıpkı Dünya
gibi büyük ölçüde kaya ve demirden bunun da mümkün olamayacağını
düşünüyorlar. Kepler-78b, yörünmeydana geldiğini düşünüyorlar.
gesinde dönmeye devam ederek
Ancak Kepler-78b ile Dünya’nın
muhtemelen yıldızıyla çarpışacak.
benzerliği bununla sınırlı.
Şu an için, Kepler-78b gizemini
Çünkü Kepler-78b kendi
koruyor. Kepler-78b hakkında bilyıldızına, Dünya’nın Güneş’e olan
diğimiz en önemli şey, 3 milyar yıl
uzaklığından 100 kat daha yakın ve
civarında bir süre daha var olmaya
bu gezegenin yüzeyindeki sıcaklık
devam edeceğidir. Yıldızın kütleçe2800 dereceyi bulabiliyor. Yani
kim gücü onu parçalara ayırana dek,
aslında, Dünya’nın cehennem gibi
sıcak bir versiyonu olarak düşünebi- etrafında döndüğü yıldıza yaklaşmayı sürdürecek.
liriz. Kepler-78b’nin yörüngesinde
120
B
ir diğer gizemli gezegen ise,
yine Kepler Uzay Teleskobu’yla saptanan ve Dünya’dan 560 ışık
yılı uzaklıkta olan Kepler-10c isimli
gezegen.
Dünya’dan 2 kat büyük olmasına
karşın 17 kat daha ağır olan Kepler10c, bildiğimiz gezegen oluşumu
kuramlarına uymuyor.
Onu farklı kılan ise, Dünya’dan
yarıçap olarak 2,3 kat büyük olması
değil.
Bilim insanları ilk olarak, boyutları nedeniyle Kepler-10c’nin (onu
mini bir Neptün kılacak) kalın ve
gaz özellikli bir atmosferi olduğunu öngörmüşlerdi. Bunun yerine,
Dünya’dan 14-17 kat daha büyük
bir kütleye (yoğunluğa) sahip,
yoğun bir biçimde kayadan oluşan
ve hemen hemen hiç atmosferi
olmayan bir gezegenle karşı karşıya
kaldılar. Bu büyüklükteki bir gezegenin böylesine bir yoğunluğa sahip
olması, daha önce duyulmamış bir
şeydi ve bu nedenle gök bilimciler
ona “Mega Dünya” dediler.
Gezegenlere dair bugüne kadar
öğrendiklerimize bakılırsa, böylesi-
BD NİSAN 2017
ne devasa bir gezegenin atmosferi
olmadan var olabilmesi mümkün
değil. Teorik olarak, Kepler-10c’nin
oluşurken, çok büyük yer çekimsel
gücüyle yakınındaki hafif gazları toplaması ve
Jüpiter gibi bir gaz
devine dönüşmesi
gerekirdi. Ama
muhtemelen hiç
atmosferi olmadı
çünkü eğer olsaydı, yer çekimsel
gücü atmosferi
oluşturan gazları
tutmayı sürdürürdü. Yani bugün
bilim insanları, uzay boşluğunda yer
alan ve açıklayamadıkları devasa bir
kayayla karşı karşıyalar.
S
onuncu ama bir o kadar önemlisi, Hubble Uzay Teleskobu ve
Şili’deki Macellan Teleskobu’nun
verileriyle keşfedilen, Jüpiter’in
11 katı büyüklüğünde, HD 106906
b isimli bir gaz devimiz var. Bu
gezegen, Dünya’dan 300 ışık yılı
uzaklıktaki bir yıldızın yörüngesindedir. Bu sistem yalnızca 13 milyon
önce oluşmuştur. Fakat onu tuhaf
kılan bu değil.
HD 106906 b, yörüngesinde
olduğu yıldıza 650 astronomik
birim uzaklığındadır. Bu mesafe
ise, (Güneş’e en uzak gezegen olan)
Neptün’ün Güneş’e olan uzaklığının
20 katından fazladır. Yıldızına bu
denli uzakta olması nedeniyle HD
106906 b’yi, böylesine bir büyüklüğe ulaştırmak için yeterli gaz ve
121
BD NİSAN 2017
HD 106906 b ile çevresinde döndüğü
HD 106906 yıldızı arasındaki mesafe,
Dünya ile Güneş arasındaki mesafenin
650 katı. Böylesine bir mesafede,
gezegenin oluşumu için (yıldızının
çevresinden) yeterli gaz ve toz
özellikli maddeleri alamamış olması
gerekirdi.
kaya benzeri yapıların olmaması
gerekirdi. Özellikle de, diğerlerine
göre daha kısa bir süre içinde. Her
nasıl olduysa, var oldu.
B
azı araştırmacılar, yörüngesinde olduğu yıldızı çevreleyen
toz ve kalıntı halkasının içinde
oluşmuş ve daha sonra uzaklaşmış
olabileceğini düşünüyorlar ancak
halen emin değiller. Yakın tarihli
bir araştırma bu görüşü destekliyor
Jüpiter'de iniş
yapılabilecek
katı bir yüzey
JÜPİTER bulamazsınız!
Jüpiter, büyük
oranda hidrojen
ve helyumdan
oluşan bir gaz
devidir...
122
ve HD 106906 b’nin toz özellikli
maddeleri kendisine çekmiş olabileceğini öne sürüyor. Fakat bu elbette,
gök bilimciler daha fazla bilgi
edinene dek bir varsayımdan öteye
gidemiyor. HD 106906 b, halen tam
bir muamma.
Bu üç gezegen, evrenimiz için
yalnızca devede kulak gibi kalıyor
ve biliyoruz ki halen öğreneceğimiz
çok şey var. Gök bilimi muhteşem
kılan da bu tuhaf keşifler. Ne zaman
bir şeyi öğrendiğimizi düşünmeye
başlasak –tıpkı gezegen oluşumu
gibi, önümüze hayret verici sürprizler çıkıyor. •
Alexandra Panzer - SciShow Space (3 Planets
That Shouldn’t Exist)
VENÜS
Karbondioksitten
oluşan atmosferi,
500 derece yüzey
sıcaklığı, şiddetli
asit yağmurları,
aktif volkanları ve
dev lav nehirleriyle
Venüs, adeta cehennemi andırır.
Neler Olmuyor ki Dünyada
BD NİSAN 2017
Sezin San Sungunay
1
İsimsiz Mezarlar
çevesinde askerlerin kimlik tespiti
için çalışmalara başladı. Askerlerin
naaşlarından DNA örnekleri alınarak kimlik tespiti gerçekleştirilecek.
Kimlikleri belirlenen askerlerin
isimleri mezar taşlarına yazılacak.
2 Robot Tehlikesi
Robotlar, insan nüfusu için
tehlike mi yaratacak? Japon telekomünikasyon ve internet şirketi
Softbank'ın Genel Müdürü Masa-
İngiltere ile Arjantin arasındaki Falkland savaşında hayatını
kaybeden Arjantinli askerlerin mezarları için harekete geçildi. 25 yıl
önce hayatını kaybeden Arjantinli
askerlerin mezarları Darwin askeri
mezarlığında bulunuyor. Ancak
aileleri, yakınlarının hangi mezarda
olduğunu yıllardır bilmiyor. Uluslararası Kızılhaç Komitesi de iki ülke
arasında imzalanan anlaşma çer123
BD NİSAN 2017
yoshi Son, İspanya'nın Barcelona
kentinde düzenlenen Dünya Mobil
Kongresi'nde konuştu. Son, gelecek
30 yılda ayakkabılarımızda bulunan çiplerin bile beynimizden daha
akıllı olacağını; bazı robotların uçacağını ve yüzeceğini söyledi. Son,
robotların süper zekâlarının doğru
kullanılmaması halinde bir risk
oluşturacakları uyarısında bulundu.
daki çocukların, sistematik şekilde
şiddet ve cinsel istismara maruz
kaldığını ortaya çıkardı. UNICEF,
"Çocuklar İçin Ölümcül Yolculuk"
başlıklı raporunda, çocukların insan
kaçakçılarının ve resmi görevlilerin
istismarına maruz kaldığı, birçok
vakanın tutuklanma ve sınır dışı
edilme korkusuyla adli mercilere
bildirilmediği belirtildi.
Lüks
Dünyanın En Eski
3Japonya'da
5
Tren
Yaşam İzi
Dünyanın en konforlu trenlerinden Twilight Express, Japonya'da kamuoyuna tanıtıldı. Sunduğu
konfor nedeniyle trene Japonlar
“tekerlekli otel” de diyor. Trende 2
yataklı bir kompartımanın gecelik
fiyatı, 2 bin 400; lüks kompartmanlar ise 10 bin dolar. Haziran 2017'de
sefere başlayacak olan trenin ilk üç
ayı için tüm biletler çoktan satıldı.
4Mülteci Çocuklar
Birleşmiş Milletler Çocuklara
Yardım Fonu UNICEF’in araştırması, Akdeniz üzerinden Avrupa'ya
ulaşmaya çalışan mülteciler arasın124
Dünyadaki en eski yaşam izlerine, Kanada'nın Quebec
(KEBEK) eyaletinin kuzeyinde
yürütülen bir bilimsel araştırmada
BD NİSAN 2017
rastlanıldığı açıklandı. Uluslararası
bir bilim heyeti, bölgedeki "bantlı
demir oluşumları" olarak da bilinen
Greenstone Belt kayalıklarında
yürüttükleri bilimsel araştırmalarda 3,8 milyar yıllık demir cevheri
örneklerinde fosilleşmiş bakterilerin
izlerini tespit etti. Kayalıklarda
bulunan fosillerin en eski yaşam
izine sahip olduğu belirtildi. Güneş
Sistemi'nin yaklaşık 4,6 milyar yıl
önce oluştuğu hatırlatılan açıklamada, önceki araştırmalarda en fazla
3,7 milyar yıla kadar hayat izlerinin
tespit edilebildiği vurgulandı.
6Sefere Fare Rötarı
British Airways'in Londra-San Francisco seferini yapması
planlanan uçuşunda, ilginç bir nedenle 4 saat gecikme yaşandı. Sabah
10.40'ta ayrılması planlanan uçağın
yolcuları kalkış için beklerken,
kabin ekibi, "sıra dışı bir durum"
nedeniyle gecikme yaşandığı duyurusu yaptı.
Yolcuların ısrarlı soruları
üzerine, Kabin ekibi, uçakta fare
görüldüğünü ve bu nedenle kalkış
yapılamayacağını, başka bir uçağın
ayarlanacağını bildirdi. Ancak farenin yakalanmasının ardından uçak
dört saatlik bir gecikmeyle seferi
gerçekleştirdi.
Zorunlu
7İsveç'te
Askerlik
İsveç, gönüllü asker
sayısındaki azalma nedeniyle zorunlu askeri hizmet
uygulamasına geri dönme
kararı aldı. Uygulama, 1999
yılı ve sonrasında doğan
erkek ve kadın vatandaşları
kapsayacak. İsveç, zorunlu
askerliği 2010'da bırakmıştı. Savunma Bakanı Peter Hultqvist, "Rusya,
Kırım'ı ilhâk etti, Ukrayna'da saldırılar yaşanıyor. Komşularımızda çok
fazla hareketlilik olan bir dönemde
ulusal güvenliğimizi artırma kararı
aldık" diye konuştu. 2013'te Rus savaş uçaklarının İsveç hava sahasına
girerek atışlı tatbikatı yapması ve
İsveç askerlerinin hazırlıksız yakalanması, endişe yaratmıştı.
Kirliliğinin
8Deniz
Nedenleri
Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği (IUCN) tarafından yapılan bir araştırma, deniz
125
BD NİSAN 2017
Milletler İnsani Yardım Sekreterliği'nden Sorumlu Genel Sekreter
Stephen O’Brien, ülkede koruma
altındaki vahşi yaşam bölgelerinin
de tehdit altında olduğunu söyledi.
kirliliğinin sebeplerine ilişkin
çarpıcı sonuçlar ortaya koydu.
Denizlere bırakılan plastiğin
kaynağı yüzde 15 ila 31 arasında değişen oranlarla, tekerlekler
ve elbiseler. Tekerleklerde kullanılan mikroplastikler yollarda aşınarak denizlere ve okyanuslara akıyor.
Aynı şekilde sentetik kumaşlardaki
mikro plastiklerde çamaşır yıkamayla dünyadaki su kaynaklarını
ciddi bir şekilde kirletiyor.
Kozmetik ürünlerindeki mikroplastiklerin deniz kirliliğini artırdığı
yönündeki raporların ardından
ABD'de kişisel bakım ürünlerinde
mikroplastiklerin kullanımı yasaklanmıştı.
Kuraklık
9Kenya'da
Tehlikesi
Kenya kuraklık alarmı veriyor. Ulusal afet ilan edilen ülkede
3,7 milyon kişi kuraklık tehlikesiyle
karşı karşıya. Birleşmiş Milletler
"Kuraklığın felakete dönüşebileceği" uyarısında bulunuyor. Birleşmiş
126
Yaşındaki
10 81
Yazılımcı
Masako Wakamiya 81 yaşında. 60 yaşından sonra bilgisayar
kullanmaya başlaması ve 81 yaşında
ilk mobil uygulamasını yazması ile
haberlere konu oldu. Geliştirdiği
Hinadan adlı oyun, Japon bez bebek
dizme sanatından esintiler taşıyor.
Oyun, 12 bebeğin doğru yerlere
dizilimi ile kazanılıyor. Wakamiya,
gelişen dijital dünya ile yaşlılıkta
nasıl baş edileceği yönünde konuşmalarıyla da tanınıyor. •
[email protected]
İnsanlar Yaşadıkça
BD NİSAN 2017
Mehmet Ünver
İlham Kitabım:
Bülbülü
Öldürmek
Bugün kitapları basılan ve belirli bir okur kitlesine sahip olan bir yazar durumuna geldiysem bunu ergenlik
yaşlarımda, yazar Harper Lee’nin, unutulmaz “Bülbülü Öldürmek” romanını okumuş olmama borçluyum.
N
e yazık ki, bu büyük yazarı
geçtiğimiz ay kaybettik.
Seksen dokuz yaşındaydı.
Pulitzer ödüllü romanıyla kuşakları
etkilemiş, altmışlı yılların başında
Amerika’nın, Alabama gibi tutucu
bir eyaletinde olanca acımasızlığıyla süre giden siyah-beyaz ayrımını
son derece sürükleyici bir dille
anlatmıştır. Bülbülü Öldürmek
öylesine etkileyici bir romandı ki,
Harper Lee, 1960 yılında yayımladığı bu romanının ardından devam
niteliğindeki ikinci romanını yazana
kadar tam elli beş yıl beklemiş
Harper
Lee
ve “Tespih Ağacının Gölgesinde”
ismini verdiği ikinci kitabını 2015
yılında yayımlamıştır. “Bülbülü
Öldürmek” yetmişli yıllarda, Milli
Eğitim Bakanlığının tavsiye kitabı
olarak Marif Kolejlerinde İngilizce
olarak okutulmuştur.
127
BD NİSAN 2017
“Bülbülü Öldürmek”
...kasaba halkı önce
yayımlandığı yıldan bu yana
çocuklara, ardındansa
yediden yetmişe milyonlarca
insanın başucu kitabı olmuşcanla başla o siyahi
tur. Annemin, pırıl pırıl açık
erkeği savunmaya
mavi bir cildi olan kitabı
evimize getirdiği geceyi dün
çalışan babalarına
gibi anımsıyorum. “Aman
tepkiler göstermeye
çocuklar bu kitabı muhakkak
okumalısınız” demişti. Sonrabaşlar.
ki günlerde kardeşimle nöbetleşe, bahçemizdeki dev ceviz
ağacının çatal dalları arasında, yıllar ile birlikte yaşamaktadırlar. Olayönce rahmetli babamın yapmış
lar Alabama eyaletinin Maycomb
olduğu ağaç evde oturup okumaya
ismiyle tanıtılan kasabasında geçer.
başladık. İlk okuyan bendim. Henüz Romanın başlarında her şey gayet
dörtte birini geçtiğimde kitabın o
güzel ve huzur içinde yaşanmakgüne kadar okuduklarımdan çok
tadır. Sakin bir kasabada yaşayan
daha etkileyici ve ustaca yazılmış
bu üç kafadar çocuk, komşu evde
bir eser olduğunu anladım.
oturduğunu bildikleri ve yıllardır bir
kez bile kapı dışarı çıktığını görmeoman, yazarın 1936 yılında
dikleri bir adamın neye benzediğini
yaşadığı trajik bir olayı teçok ama çok merak etmektedirler.
mel alarak yazılmış. Kitabın En büyük çabaları o adamı kısa bir
ana kahramanları olan Scout Finch,
süreliğine dışarı çıkartıp onunla
ağabeyi Jeremy Finch ve yakın
tanışmaktır.
arkadaşları Dill Harris’in gözünOysa kasabada o gizemli adam
den anlatılır olaylar. Jeremy on üç
ve ailesi hakkında pek çok söylenti
yaşında, Scout
vardır. Senelerdir ortalıkta göründokuz, Dill ise
meyen adamın bir katil, bir sapık
yedi yaşındadır. hatta akıl hastası olduğu söylenKardeşlerin
mekte, büyük, küçük herkes buna
anneleri yıllar
inanmaktadır. Kasabada yaşanan
önce ölmüş,
faili meçhul pek çok şiddet olayıavukat olan
nın sorumlusu olarak Boo Radley
babaları Atticus adındaki o adam gösterilmektedir.
Finch ve evin
Hatta güvenlik güçlerinin gerçek
aşçısı Calpurnia faillerini bulduğu suçlar bile yine
Bülbülü Öldürmek de onun üstüne kalmaktadır. Bazı
kasabalı kadınlar, Boo Radley’in
adlı kitabın
geceleri gizlice evinden çıkıp
İngilizce baskısı
R
128
BD NİSAN 2017
kendilerini gözetlediğini iddia
etmektedirler. Bazıları ise onun
bir hayalet hatta vampir olduğa
inanırlar. Bizim kafadarlarınsa
tek derdi, onu bir kez görebilmektir. Bu nedenle akla hayale
gelmez planlar yaparlar, onu
dışarı çıkartabilmek için bazıları
son derece tehlikeli olan girişimlerde bulunurlar ve tatilleri
bu sayede unutulmaz heyecanlar içinde geçer. Romanın bu
bölümlerini defalarca olmak
üzere, kışları soba başında, yazlarıysa çardağımızda ya da ağaç
evimizde okuduğumu anımsıyorum. Scout’ı, Jeremy’yi ve Dill
Harris’i kafamda kendime göre
canlandırmış, onları bizim sokağın çocukları olarak görmeye
başlamıştım.
Bir süre sonra hiç beklenmedik tatsız olaylar yaşanmaya
başlar. Maycomb kasabası, o
sıralar, ırkçılığın ciddi bir şekilde
sürdüğü Alabama eyaletinde yer
almaktadır. Çocukların avukat
olan babası, üstüne işlemediği bir
suç atılmış olan siyahi bir erkeğin
savunmasını almıştır. Bu durumun
ortaya çıkmasından sonra önemli
miktarda ırkçıyı barındıran kasaba
halkı önce çocuklara, ardındansa
canla başla o siyahi erkeği savunmaya çalışan babalarına tepkiler
göstermeye başlar. Giderek tek
amacı, masum olduğunu ısrarla
söyleyen yoksul bir insanın savunmasını yapmak olan avukata hakaret
etmeye vardırırlar işi. Siyahi erkek,
beyaz bir kıza tecavüz etmekle
suçlanmaktadır çünkü. Oysa o,
ısrarla böyle bir suç işlemediğini
söylemektedir.
Başrolünü Gregory Peck’in oynadığı
1962 yapımı, “Bülbülü Öldürmek filminden bazı sahneler (üstte ve yanda)
129
BD NİSAN 2017
Siyahları ikinci sınıf insan sayan
pek çok kasaba sakini, daha yargılanması başlamamış olan sanığı
çoktan suçlu ilan etmişler ve bir an
önce idam cezasına çarptırılmasını
talep etmektedirler. Onlara göre siyah bir insanın yargılanmasına bile
gerek yoktur, ne de olsa suçludur.
Hele ki mağdur beyaz bir kızsa
savunma yapılmasına bile gerek
yoktur. Oysa sanık kendisine atfedilen suçu hiçbir şekilde işlemediğini,
tüm suçlamaların bir iftira olduğunu
ısrarla söylemektedir. Ne yazık ki,
avukatı Atticus Finch dışında ona
inanan çok az insan vardır. Mahkeme günü yaklaştıkça avukat ve
romanın ana kahramanları olan
çocuklarına karşı yükselen tepki ve
hakaretler giderek ciddi tehditlere
dönüşür.
O
güne kadar çocukluklarının
pembe günlerini yaşamakta
olan Scout ve Jeremy bir
anda yaşamın çirkin ve ırkçı yanıyla
tanışırlar. Kısa bir süre öncesine
kadar son derece sakin ve medeni görüşlü sandıkları insanların
130
içlerindeki ırkçılık
damarının bir anda
nasıl kabarıverdiğini,
adetin işleyişinin nasıl birdenbire yaralanıverdiğini görürler.
Okuldaki arkadaşları
ve bazı öğretmenleri bile babaları bir
zenciyi savunuyor
diye çocuklara karşı
son derece ön yargılı
davranmaktadırlar
artık. En sık duydukları hakaret:
“Zenci dostudur”.
Sanki zenci dostu olmak çok yüz
kızartıcı bir suçmuş gibi sık sık bu
hakarete maruz kalırlar. Bu yüzden
ara sıra soğukkanlılıklarını kaybedip arkadaşlarıyla kavga dövüş
ettikleri bile olur.
Son derece ciddi bir şekilde
savunmaya hazırlanan babalarıysa
onları sürekli olarak soğuk kanlı
olmaları ve hakaretlere aldırış etmemeleri konusunda uyarır. Ona göre
gerçek, mahkemede ortaya çıkacak
ve müvekkilinin suçsuz olduğu
anlaşılarak serbest bırakılacaktır.
O güne kadar en küçük bir suça ve
şiddete karışmamış olan müvekkili
son derece mazbut bir aile babası
ve iyi bir vatandaştır. Bu nedenle
onunla sık sık görüşür, hatta bir linçe kurban gitmesini engellemek için
hapishane hücresi önünde nöbet bile
tutar. Tek amacı, onu mahkemeye
yargıç karşısına sağ salim çıkartabilmektir.
Duruşma gününde yaşananlar
romanda özel bir yer tutar. Avukat
BD NİSAN 2017
Atticus Finch, adeta bir hukuk dersi
verircesine, siyahi erkeğin kendisine tecavüz ettiğini iddia eden
kızın alkolik bir baba ve çok sayıda
kardeşle birlikte kasaba çöplüğüne
yakın bir yerde ve çok zor şartlar
altında yaşadığını ortaya çıkartır.
Ardından ustalıkla sorduğu sorularla kızın ne denli yalnız ve yoksul
olduğunun, hiç eğitim almadığının,
dahası alkolik babasından sürekli
şiddet gördüğünün tüm jüri üyeleri
tarafından anlaşılmasını sağlar.
Daha sonra sanık sandalyesinde bulunan siyahi erkek ifade vermek için
hakimin önüne geldiğinde beyaz
kızın yalan söylediğini, cinsellik
teklifinin ondan geldiğini ve bunun
üzerine korkarak oradan kaçtığını
anlatır.
Duruşmanın gidişatı adaletin
gerçekleşeceği ve suçsuz olan siyahi
erkeğin beraat edeceği şeklindedir.
Ne yazık ki, otuzlu yılların Amerika’sında böylesi bir adalet beklentisi yalnızca bir hayaldir. Nitekim
jüri üyeleri, tüm lehteki delillere
karşın sanığı suçlu bulur. Bundan
sonraki üzücü gelişmeleri anlatmak
istemiyorum. Yalnızca “Bülbülü
Öldürmek” romanının benim gibi
milyonlarca insanın yaşam çizgisinin belirlenmesinde, adalet ve
insana saygı duygusunun gelişmesinde çok ama çok büyük bir önemi
olduğunu bir kez daha tekrarlayayım. Eğer hâlâ okumamış olan varsa
ilk iş olarak bu kitabı okumaya
başlamalıdır.•
[email protected]
Güneş Tutulması
Albay, binbaşıya: “Yarın güneş tutulacak. Bu her zaman görülen bir
şey değildir. Erleri talim elbiseleri ile talim meydanına getirin de olayı
görsünler. Ben de orada bulunup kendilerine gerekli bilgiyi vereceğim.
Şayet yağmur yağarsa, tabii bir şey göremeyiz. O zaman erleri, üstü
kapalı talimgâha götürürsün.” der
Binbaşı, yüzbaşıya emri: “Albayın emri ile yarın sabah saat dokuzda güneş tutulacak. Bu her zaman görülen bir olay değildir. Şayet
hava kapalı olursa bir şey görülemeyecektir. Bu durumda tutulma,
kapalı talimgâhta gerekli talim elbisesiyle yapılacaktır.” diye anlatır.
Yüzbaşı, teğmene: “Albayın emri ile yarın sabah dokuzda talim
elbisesi ile güneş tutulmasının açılış merasimi yapılacaktır. Şayet yağmur yağarsa ki bu
durum pek görülen bir olay değildir, Albay kapalı talimgahta gerekli bilgiyi verecektir.” der.
Teğmen, başçavuşa: “Yarın sabah dokuzda hava güzel olursa, talim kıyafeti ile albay
tutulacak. Kapalı talimgâhta yağmur yağarsa, alayın meydanında manevra yapılacak.
Çünkü bu her zaman görülen bir olay değildir.”
Basçavuş, askere anladığını nakleder: “Yarın sabah saat dokuzda kapalı talimgâhta
Albayı tutacağız. Sabah hepiniz talim teçhizat ile hazır olun.”
Askerler kendi aralarında şöyle konuşurlar: “Yarın sabah bizim başçavus Albayı
tutuklayacakmış.
131
BD NİSAN 2017
Bizi
İnsan
Kılan
Nedir?
H
Yeryüzündeki en
zeki tür olduğumuzu
düşünmek isteriz.
Ancak zeka derken
neyi kastettiğimize
dikkat etmek gerek.
132
ayvan zekâsı üzerinde düşünürken ilk olarak, düşükten
yükseğe doğru seyreden bir
zekâ basamaklandırması olduğu
ve hayvanların buna göre derecelendirildiği fikrinden sıyrılmamız
gerekir. Çünkü durum aslında bundan daha karmaşıktır. Farklı türdeki
hayvanlar, farklı zekalara sahiptirler.
Yeryüzündeki en iyi ezberciler,
yemişlerini farklı noktalara saklayan
sincaplar ve kuşlardır. Ve bizden
çok daha fazlasını, onlarca farklı
yiyecek noktasını hatırlarlar.
BD NİSAN 2017
Maymunlar söz konusu olduğunda da, fiziksel dünyadaki pek
çok şeyi kavrama noktasında çok
iyi olduklarını biliyoruz. Araç-gereç kullanımında neyin neyi hareket
ettireceği gibi mekan ve nedensel
ilişkileri anlamada çok iyiler.
Ve aslında bu tip kavrama
kabiliyetinde, bir çocuktan farklı
değiller.
Gerçekte bizi farklı kılan,
hiçbirimizin tek başına yapamayacağımız şeyleri kafa kafaya vererek başarabilmektir. Hiçbirimizin
tek başına bulamayacağı çareleri
yaratabilmektir. Bizi insan kılan,
iletişim kurmamız, işbirliği yapmamız ve birlikte çalışabilmemizdir.
Bir çocuğu hiçliğin ortasında, yani
sosyal iletişimden ve öğrenmeden,
her türlü insani ilişkiden uzakta
büyütmeye kalksanız; bir yetişkin
olduğundaki zekâsı, maymunlarınkiyle çok benzer olacaktır.
Biraz farklı olacak ama…
İnsanlar diğerlerinden öğrenmeye,
diğerleriyle iletişim kurmaya, diğerleriyle işbirliği yapmaya evrilmiştir.
Ve eğer kimse yoksa, kültür yoksa,
dil ve araç-gereç yoksa, doğuştan
gelen insan zekâsı gelişme gösteremeyecektir.
Balık suya doğar. Yüzgeçleri ve
solungaçları vardır. Balık suya, insan ise kültüre doğar. İnsan olmanın
özü kültürdür. Ve kültürümüzle var
olan, işbirliği yapabilme kabiliyetimizdir.
Yazan: Michael Tomasello
Çeviri: Sabriye Aşır
(Kaynak: Inspiration Journey)
Ağaçlardan
Önce
Köpek
balıkları
Vardı
Y
erküremiz üzerinde ağaç
olarak sınıflandırılan ve soyu
tükenmiş en eski tür Archaeopteris, bundan 350 milyon yıl önce,
bugün Sahra Çölü’nün bulunduğu
topraklar üzerindeki ormanda
yaşıyordu. Ancak yerküremizin
en eski sakinlerinden olan köpekbalıkları ise, 400 milyon yıldır
varlıklarını sürdürüyorlar. Eğer
insanoğlunun pahalı çorbalar hazırlamak için yaptığı kıyımdan kurtulabilirlerse, yaşamlarını uzunca bir
süre daha devam ettirebilirler. •
Kaynak: Smithsonian.com
(Respect: Sharks are Older than
Trees)
133
BD NİSAN 2017
Anne Babalarla Başbaşa
Nilay Karatosun
n iyi arkadaşınız hayatınızın
Eliktedir.
tüm aşamalarında sizinle birİyi anlarınızda sevincinizi,
heyecanınızı paylaştığınız, tüm zor
zamanlarınızda ise size en büyük
desteği veren kişidir. Son dönem
söylemi ile en iyi arkadaş “can”dır.
Öyleyse çocuğunuza en iyi arkadaşının kendisi
olduğunu öğretmeye ne dersiniz?
134
BD NİSAN 2017
Sonsuza kadar en iyi
arkadaş
Çocuğunuza kendi kendisinin
en iyi arkadaşı olmasını öğretmek
belki öğretebileceğiniz en önemli becerilerden biridir. Bu beceri
öğrenilebilen ve geliştirilebilen bir
beceridir.
Bunu öğretmenin kilit noktası kendi kendiyle konuşmalarını
olumlu konuşmaya dönüştürmesine
yardımcı olmaktır.
Kendi kendine konuşma hepimizin sürekli ve farkında olmadan alışkanlık olarak yaptığı konuşmadır.
Bir an sessizce durun. “Ne konuşması?” dediğinizi duyar gibiyim.
İşte tam da bu konuşma.
Bazen düşüncelerimizde konuşuruz, bazen yüksek sesle konuşuruz. Farkında
olsak da olmasak da
her zaman bir şey
hakkında düşünürüz ve kendimize
bir şey söyleriz.
Her gün, her saat
hatta her dakika...
Bu söylemler bizi
yüceltebildiği gibi
yerin dibine de
batırabilir. Aslında
çoğu zaman kendimize gönderdiğimiz
mesajların farkında
bile değilizdir.
de iki çeşit kendi kendinle konuşma,
“iç ses” vardır; Gerçek iç sesimiz,
olumlu konuşma ve karşı olan iç
sesimiz, olumsuz konuşma.
Karşı olan iç ses, olumsuz
konuşmalar; yargılama, olumsuz
eleştiri cümleleridir ve bunlar iç
huzursuzluklar yaratarak kişinin hedefinden vazgeçmesine sebep olur.
Olumsuz konuşma çeşitlerine bir
kaç örnek verecek olursak;
“Ben yapamam.”
“Bu sınavda başarısız olacağım.”
“Kimse benden hoşlanmıyor
ve arkadaşlık yapmak istemiyor.”
“Sıkıldım.”
Karşı olan iç ses, olumsuz konuşma, kendinden şüphe duymana
sebep olur ve yavaş yavaş özgüven
ve özsaygını tüketir.
Herkesin içinde
bir cevher vardır;
özümüzden gelen
“gerçek içses.”
Netliğin, kesinliğin,
olumlu düşüncenin
ve umudun kaynağı
“gerçek iç ses”tir.
“Gerçek iç ses”
aslında her zaman
bizimledir. Her an
ve her dakika onu
dinlemeyi seçebiliriz. “Gerçek iç
ses”i takip etmek
olumlu konuşma
yaratmakla mümkün
olur. Çocuğunuza
yaşam yolculuğunda güçlendiren ve
Çocuklarınıza
sonsuza kadar
en iyi
arkadaşlarının
kendileri
olduğunu
öğretin.
Çocuğunuz da
aynı şeyi yapıyor!
Hepimizin için-
135
BD NİSAN 2017
Çocuğunuza
“gerçek iç ses”ini
dinlemesi için kendi
kendiyle olumlu
konuşma
yapmasını
öğretmek çok
önemlidir.
yüreklendiren “gerçek iç ses”ini
dinlemesi için kendi kendiyle olumlu konuşma yapmasını öğretmek
çok önemlidir.
Olumlu konuşma için bir kaç
örnek verecek olursak;
“Ben yaparım.”
“Bu sınavda başarılı olacağım.”
“Harika hissediyorum.”
“Ben iyi biriyim.”
“Kolayca arkadaşlık kurarım.”
K
endinle olumlu konuşma olumlu
enerji yaratır. Ve bunu dile
getirmek ve paylaşmak önemlidir.
Çünkü paylaşımın gücü çok fazladır
ve daha fazlasına ulaşmak için yer
açar.
Çocuğunuzun kendisi ile konuşma tarzının, duyguları, ruh halleri,
özsaygısı, özgüveni ve davranışları
136
üzerinde doğrudan etkisi vardır.
Dolayısıyla yaratmak ve yaşamak
istediği hayatı biçimlendirir.
Kendi kendine olumlu konuşmayı hayatına geçiren çocuk, başkalarının kendisine ne söylediğinden
çok, kendi kendine ne söylediğini
önemser. Bu alışkanlık onu hayatında güçlendirir. Mutlu, tatmin
ve coşkulu bir yaşama ulaşmanın
kapılarını aralar.
Kendisiyle olumlu konuşma
becerisini çocuğunuza öğrettiğiniz
zaman, kendine ne söylediğinin farkına varan kişi haline gelir. Durumlar karşısında kendi ile konuşmalarını sürekli olarak olumlu konuşmaya
dönüştürme alışkanlığı geliştirir.
Bu şekilde yaşamı boyunca
yanında olacağı onu destekleyen en
iyi arkadaşını seçmiş olur.
Kendisi! •
[email protected]
Dört bin
yafl›ndaki
gizemli
tablet:
Phaistos Diski
3
Temmuz 1908’de Girit’te,
‹talyan arkeologlar taraf›ndan
keflfedilen ve henüz tam anlam›yla
gizemi çözülemeyen Phaistos Diski,
arkeolojinin en büyük bilmecelerinden
biri olma özelli¤ini koruyor.
Girit’te, Festos (Phaistos) flehrindeki Minos saray› kal›nt›lar›nda bulunan Phaistos Diski’nin MÖ 19 ile 17.
yüzy›ldan kalma oldu¤u belirtiliyor.
Üzerindeki yaz›lar bilinen hiçbir
alfabeye benzemeyen kilden yap›lm›fl
ve 16 santimetre çap›ndaki Phaistos
Diski, Bronz Ça¤›’n›n en önemli ve
ayn› zamanda en ünlü kal›nt›lar›ndan
biri kabul ediliyor. Uzmanlar, diskin
üzerinde spiral biçiminde s›ralanm›fl
240’tan fazla fleklin, M›s›r hiyeroglif
Yazan:
ALEV DO⁄ANCA
yaz›s›n› and›rd›¤›n› dile getiriyorlar.
Hangi ifadeleri tafl›d›¤›n› çözmeye
yönelik say›s›z giriflim ve okudu¤unu
iddia eden pek çok arkeolo¤un iddialar› nedeniyle hakk›ndaki tart›flmalar
bitmek bilmeyen ve araflt›rmalara
devam edilen Phaistos Diski’nin, Hitit,
Semitik, Luvi, Yunan, M›s›r ya da
Dr. Gareth Owens
137
BD N‹SAN 2017
‹yonik kökenli olabilece¤i düflünülüyor.
Disk üzerinde uzun süredir
çal›flan Girit Teknolojik E¤itim
Enstitüsü Araflt›rmac›s› ve Dilbilimci
Dr. Gareth Owens, Phaistos Diski’ni
“Minos Uygarl›¤›’ndan miras kalan,
ilk CD-ROM” olarak isimlendiriyor.
Araflt›rmalarda gelinen aflamada,
diskin üzerindeki 45 birbirinden farkl›
ve toplamda say›s› 240’› aflan flekillerin aras›nda “Yarat›c›” ve “Tanr›ça”
gibi anlamlara sahip ifadeler yer ald›¤›
aç›kland›.
G
ünümüzdeki CD’lerden binlerce
y›l önce, eski insanlar›n da CD
biçimindeki diskleri bilgileri kaydetmek için kulland›klar›n› anlatan Dr.
Gareth Owens, diskin yarat›c›ya, eski
bir dil kullan›larak yap›lm›fl ve kaydedilmifl bir dua nitelikleri tafl›d›¤›n›
anlatt›. Diskin iki taraf›n› da kaplayan
sarmal biçimindeki bu resim yaz›lar›n›n yarat›c›ya adanm›fl bir dua yaz›t›
oldu¤unu savunan Dr. Owens, “En
çok tekrarlanan sözcük ‘yarat›c›’ ve
özellikle Minos Uygarl›¤›’ndaki
‘tanr›ça’ ifadesi.” dedi. Diskin bir
yüzündeki üç parçadaki flekillere,
138
grupland›rma yöntemiyle bakarak
bu teoriye ulaflan
Dr. Owens, diskin
bir yüzünde tanr›ça anlam›na gelen
“I-QE” ifadesini,
di¤er yüzünde ise
hamile kad›n
anlam›na gelen
“AKKA” ifadesini tespit etti¤ini
anlat›yor. Oxford Üniversitesi’nden
John Coleman’la birlikte diskin
gizemini çözmek için alt› y›l boyunca
çal›flan Dr. Gareth Owens, kil diskin
Rosetta Tafl›’na en yak›n buluntu
oldu¤unu söylüyor. Bir sonraki aflaman›n diski bütünüyle okuyabilmek
oldu¤unu ifade eden Dr. Owens, yine
de bu diskin bir dini yaz›t oldu¤u
iddias›n› sürdürdü¤ünü dile getiriyor.
Phaistos Diski’ni bilgilerin kaydedildi¤i bir CD-ROM’a benzeten
Owens, Minos uygarl›¤›n›n Avrupa’
n›n ilk okuryazar toplumu olmas›
nedeniyle yaz›t›n büyük önem tafl›d›¤›n› vurguluyor.
Baz› Türk araflt›rmac›lar da
Phaistos Diski’ni çözdüklerini iddia
ediyorlar. Bunlardan biri olan Nurihan
Fattah, Tanr›lar›n ve Firavunlar›n Dili
isimli kitab›nda, Tatar Türkçesiyle
Sümer dili aras›nda ba¤lant› kurarken,
diski okudu¤unu da belirtiyor. Resim
yaz›s›n› Tatar Türkçesiyle çevirdi¤ini
belirten Fattah, diskin, evlilik ba¤›
kuracak genç k›z›n, tanr›lara ve
tanr›çalara ba¤l›l›¤›n› ifade ederek,
yeni ailesine bir tür sadakat yemini
etmesi anlamlar›n› içerdi¤ini yaz›yor.•
Bofl
‹nan›fllar
ve Öyküleri
Yazan: Ç‹ÇEK ERDEM
Ünlü ‹spanyol ressam
Pablo Picasso, yata¤›n›n
üzerine flapka b›rak›lmas›n›
“birinin ölümüne iflaret”
sayard› ve çok k›zard›...
lar” ise eklenmemifl!.. “Bat›l” sözcü¤ü
Arapça’dan geliyor ve “do¤ru ve hakl›
olmayan, çürük, temelsiz, gerçe¤e
uymayan” gibi anlamlar tafl›yor. Bat›l
inanc›n Türkçe karfl›l›¤› ise “boflinanç”.
Ço¤u uzman, “abart›lmad›¤›”
apolyon Bonaparte içinse ay›n sürece boflinançlar›n bireye zarar
17’si sanki yoktu. Çünkü 17
vermeyece¤i görüflünde. Dahas›, kimi
say›s›n›n u¤ursuzboflinançlar›n insanlar
lu¤una inan›rd›.
aras›ndaki olumlu iletiFransa’da yap›lan bir
flimi sa¤lamas› aç›s›ndan
araflt›rman›n sonuçlar›na
yararl› oldu¤unu savugöre dünya genelinde
‹nsanlar›n günlük nanlar da var. Boflinançinsanlar›n günlük yaflamlar›n yüzlerce y›ld›r
yaflamlar›nda
lar›nda “uygulad›klar›”
kuflaktan kufla¤a büyük
500 bin ayr› bat›l inanç
bir “ba¤l›l›k” ile aktar›luygulad›klar›
var. Bunlara Napolyoise bafll›bafl›na bir
500 binden fazla mas›
n’un ya da Picasso’nunki
araflt›rma konusu. Carl
bat›l inanç var. Gustav Jung’un
gibi “kiflisel bat›l inanç-
N
139
BD N‹SAN 2017
korkusu yer al›r. Hem Do¤u
dünyan›n toplu bilinçalt›
ve hem de Bat› inan›fllar›nda
yaklafl›m›na göre ele
al›n›rsa, boflinançlar›, bir Eski Roma’da soluk ile ruh özdefl tutulur.
Eski Roma’da bu inanç
insanl›k kal›t› (miras›)
bir insan
do¤rultusunda, bir insan
olarak de¤erlendirmek
olas›. Daha dar anlamda hapfl›rd›¤›nda hapfl›rd›¤›nda solu¤un durdu¤una ve ruhun bedenden
ise, insanlar›n giderek
ruhun beden- kaç›p
gitti¤ine inan›l›rd›.
daha az güvenlikli ortamden kaç›p Yine eski Romal›lar, gece
larda yaflamlar›n› sürdürmek zorunda kal›fllar›;
gitti¤ine yar›s›ndan ö¤leye de¤in
hapfl›rmay› u¤ursuz sayarlard›.
yabanc›laflma duygusuinan›l›rd›. Yedinci
yüzy›lda ise Avrupa’
nun bireyleri ve toplumda salg›n bir hastal›ktan binlar› büyük bir h›zla sarmas›
karfl›s›nda bireyin son derece “insani” lerce kifli ölünce, bu hastal›¤›n hapfl›rbir savunma güdüsüyle, kötülüklerden makla bulaflt›¤›na inan›ld› ve yüzy›llar
boyunca hapfl›rmak ve uzun yaflamaya
korunma ve iraded›fl› davran›fllarla
iliflkin iyi dilek sözcükleri birbirinden
yaflama tutunmaya çal›flmas›n›n bir
baflka biçimi olarak da aç›klamak söz ayr›lmad›.
konusu.
B‹R K‹BR‹TLE ÜÇ S‹GARA
fi
imdi de, dünya üzerinde hergün
milyonlarca kiflinin milyonlarca
kez yineledi¤i flu “dolu” olmayan
kimi inançlar›n ne zaman ve nas›l
do¤duklar›na bakal›m.
ÇOK YAfiA!
Dünyan›n neredeyse her yan›nda,
hapfl›ran birisine hemen böyle ya da
“iyi yafla”, “sa¤l›kl› yafla” denilir. Eski Roma’ya de¤in
uzanan bu
davran›fl›n
kökeninde
ölüm
Ayn› kibritle üç kiflinin birden sigaras›
yak›l›rsa, bu üç kifliden
özellikle genç olan›n›n ölece¤ine
inan›l›r. Bu inan›fla konu olan
öykü ise ülkemizden çok uzaklarda,
Güney Afrika’da
do¤mufltur. 1899’daki
Boer Savafl› s›ras›nda, ‹ngiliz askerleri,
geceleri siperlerinde sigaralar›n›
yakmak için bir kibriti üç kifli aras›nda
dolaflt›rm›fllard›. Bu tedbirsizlik ise
yerlerini belli etmifl ve Güney Afrikal›lar taraf›ndan öldürülmelerine yol
açm›flt›.
MERD‹VEN‹N ALTI
Bir merdiven, ister iki ayakl› biçimde
aç›lm›fl olsun, ister duvara dayal›
140
BD N‹SAN 2017
olsun, asla onun alt›ndan geçilmemelidir derler. U¤ursuzluk getirdi¤ine
inan›lan bu davran›fl›n geçmifli iki
nedene dayan›r: Aç›k ya da kapal› bir
merdiven üçgen biçimini oluflturur.
Üçgen ise Do¤u ve Bat› inanç sistemlerinde kutsall›¤› simgeler. Bu üçgenin
içerisine bir biçimde giren kiflinin,
orada olufltu¤una inan›lan kutsall›¤›
bozdu¤una inan›l›r. Merdiven alt›ndan
geçmemenin bir di¤er gerekçesinin
kökeninde ise ölümü ça¤r›flt›rma
vard›r, ki bu da insanlar›n alanlarda
idam edildikleri dönemlere de¤in
uzan›r. Aç›k merdiven, idam sehpas›n›
ça¤r›flt›r›r.
TAHTAYA ”TIK TIK” Dünyan›n
hemen hemen her yan›nda, anlat›lan
herhangi bir olumsuz olay›n kiflinin
bafl›na gelmemesi için hemen, parmaklar›n büklümüyle vurulacak bir
tahta aran›r. Kimi yerlerde buna ek
olarak kulak memesinin çekildi¤i ya
da tahta bulunamad›¤› zaman herhangi
bir sert yüzeye “t›k t›k” yap›ld›¤› da
görülür. Tahta, yani kökeni olan a¤aç,
insanl›¤›n en eski ça¤lar›ndan buyana
kutsal olarak kabul edilegelmifl ve
tüm inanç sistemlerinde büyük bir
önem
tafl›m›flt›r. Kökleri topra¤›n derinliklerinde, dallar› ve yapraklar› gö¤e
do¤ru... Hem “yukar›”dan güç al›r
afla¤›ya verir, hem “afla¤›”dan güç al›r
yeryüzüne, insanlara yaflam verir.
Bu nedenle insan tan›k oldu¤u
herhangi olumsuz bir olay›n kendi
bafl›na gelmemesi için, kutsal kabul
edilen a¤ac›n ürünü olan tahtayla bir
biçimde temas etmek, ondan güç
almak gereksinimi duyar.
AYNA KIRMAMAK GEREK
Ço¤u kültürde ayna k›rman›n u¤ursuzluk getirece¤ine inan›l›r. K›r›lan
aynan›n parçalar› en k›sa sürede evden
ç›kar›lmal› ve topra¤a gömülmelidir!..
Bu davran›fl›n kökeninde de ekonomik
ve dinsel inançlar yatmaktad›r. ‹nsan
kendini ilk kez parlak yüzeylerde,
durgun su yüzeylerinde gördü. Ve su
yüzeyindeki dalgalanmalar görüntünün bozulmas›na neden oluyor, bu da
kötülüklerin yak›nda oldu¤u anlam›na
geliyordu. Görüntünün bozulmamas›
için eski M›s›rl›lar ve Yunanl›lar,
pirinç, bronz, alt›n ya da gümüfl gibi
parlat›labilen metallerden yap›lm›fl ve
141
BD N‹SAN 2017
y›l boyunca felaket getirece¤i
k›r›lamayacak nesneler
söylenerek gözleri korkutukullan›yorlard›. Bu oldukBabil’de
lurdu. Sonraki yüzy›llarda
ça pahal› ve yap›m› emek
çok daha ucuz aynalar üreisteyen nesnenin k›r›lmayeme¤e
tilmesine karfl›n bu inan›fl
s›yla, tanr›lar›n, ona sahip
davetsiz gelen art›k
geri dönülmez biçimde
olan kiflinin görüntüsünü
13. kifli
tüm Avrupa’ya yay›lm›fl
yok etti¤ine, yani ölümün
bulunuyordu.
yak›n oldu¤una inan›l›rd›.
tanr›lar›n
Birinci yüzy›lda Rouyar›s› olarak
U⁄URSUZ 13
mal›lar bu inan›fl› kendikabul edilirdi Bugün dünyada kimi otellerde
lerine uyarlad›lar. Eski
13’üncü kat, 13 numaral› oda,
Roma’da insan yaflam›13 numaral› masa bulunmaz.
n›n yedi y›ll›k dönemler
biçiminde sürdü¤ü kabul edilirdi. Ve Kimi uçaklarda ve trenlerde 13 numabir ayna k›r›l›rsa, yedi y›ll›k bir k›tl›k ral› koltuk yer almaz. Hatta kimi
hastanelerde 13 numaral› oda ve yatak
döneminin bafllad›¤›na inan›l›rd›.
Onbeflinci yüzy›lda Venedik’te bugün da bulunmaz. Yöneticileri böyle
bildi¤imiz aynalar üretilmeye baflla- davranmaya yönelten neden insanlar›n
n›nca, ayna k›rmama inanc› baflka bir yayg›n ve kararl› biçimde 13 say›s›n›n
biçim ald›. Arkas› s›rl› ince camdan u¤ursuzlu¤una inanmalar›d›r. Oniki
üretilen bu aynalar çok pahal› oldu¤u say›s›na dünyan›n gelmifl geçmifl tüm
için hizmetçilere ayna k›rman›n yedi uygarl›klar›nda çok büyük bir önem
yüklenirdi. fiu ya da bu nedenle 12’nin
bir fazlas› yani 13 olumsuzluk belirtisi olarak kabul
edilirdi. Babil’de konuk
olarak yeme¤e ça¤r›lan kifli
say›s›n›n 12’yi aflmamas›
gerekirdi. E¤er bir 13’üncü
kifli davetsiz biçimde gelirse, bu tanr›lar›n bir uyar›s›
olarak kabul edilirdi.
13 say›s›na yüklenilen
olumsuz anlam, ‹sa Peygamber’in 12 havarisinden
birinin kendisine ihanet
etmesi öyküsüyle daha da
yerleflik bir biçime dönüflmüfl ve tüm dünyada 13
say›s› ölümle özdefl tutulur
duruma gelmifltir.•
142
BD NİSAN 2017
‚
Yasemin Sef’den Bu Ay
Ton Balığı ve
Avokadolu Taco
M
Taze
Yazan: YASEMİN ATAMAN
eksika mutfağı
lanıldığı son derece lezBaharatlı zetli bir mutfak olduğu
dünyada varolan
hem en köklü, hem de
Limon Sosu için çok geniş bir kitlenin
en popüler mutfaklardan
damak zevkine hitap eder
İle
biridir. Güney ve Kuzey
ve bu sebeple dünyanın
Amerika'nın tamamı,
her ülkesinde muhakkak
İspanyol gemiciler sayebir Meksika restoranına
sinde de Güney Avrupa
rastlanılır.
mutfaklarından etkileÜlkemizde de özelliknerek şekillendiği için
le 2000'lerin başında
bu mutfak çok büyük bir
bir furya olarak başlacoğrafyanın malzemeyan Meksika mutfağı
lerinden ve tariflerinden
restoranları her ne kadar
oluşur.
şimdi yerini ve popülerliğini bir
Bu kadar fazla toprak ve külmiktar steakhouse'lara kaptırmış
türden etkilendiği için olsa gerek,
olsa da, quesadilla gibi, nachos gibi
bol baharatlı, taze sebze-meyve ve
Meksika yemekleri çoğu restoran ve
deniz ürününden çok kaliteli kırmızı cafe'nin menüsünde yerini korumuşetlere kadar her türlü proteinin kultur.
143
BD NİSAN 2017
2
Kişilik
Ton Balığı ve
Avokadolu
Taco
Taze
Baharatlı
Limon Sosu
ile
•Hazır taco 1 paket (tacoları kendiniz
yapmak isterseniz tarifin sonuna yapılışını
ekliyorum)
200 gr süzülmüş ton balığı
1 adet salatalık (küçük küp doğranmış)
5 cherry domates (4'e bölünmüş)
1 adet kırmızı kapya biber (küçük küp
doğranmış)
1 avuç maydonoz (doğranmış)
1 adet taze soğan, (ince doğranmış)
3 kaşık mayonez
1 çay kaşığı acısos
1 diş dövülmüş sarımsak
1 avuç taze kişniş, (doğranmış tercihinize bağlı olarak koymayabilirsiniz)
1 adet misket limonu (lime) veya limon, kabuğu
rendelenmiş, suyu sıkılmış
1 adet avokado (soyulmuş ve dilimlenmiş)
1 bağ roka (veya tercih edeceğiniz yeşillik)
1 tutam tuz
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
144
BD NİSAN 2017
M
eksika mutfağı temelde mısır,
mısırdan yapılan "tortilla
hamuru", fasulye
ağırlıklı bakliyatlar,
et ve sostan oluşur.
Türk damak tadına da
baharatlı oluşundan
dolayı çok uyumludur
ve ülkemiz insanları
tarafından da sevilerek tüketilir. "Taco",
bu bahsettiğim mısır
unundan yapılan bir
çeşit ekmektir ve hem
hafifliği, hem çıtırlığı
ile yemesi çok keyifli
ve de içine konabilecek malzeme açısından sınırsız olduğu
için sıklıkla tüketilebilecek bir hamurdur.
Geleneksel olarak
değirmende öğütüleren kurutulmuş mısır
ve suyla hamur haline
getirdikten sonra elle
açılarak daire haline
getirilir ve kendine has "C" şeklini
vermek için bir oklava
üzerine asılarak ya
kurutulur ya da fırınlanır. Günümüzde
hemen hemen her
markette bu mısır
"tortilla"ları veya
"taco"lar sıklıkla
bulunmaktadır,
ama bulunamadığı
zaman birazdan anlata-
cağım tarif için sevdiğiniz bir beyaz
undan yapılmış lavaş kullanabilir,
ya da daha sağlıklı ve
değişik alternatifler için
kepekli veya ıspanaklı
lavaş tercih edebilirsiniz.
Sos için mayonez,
sarımsak, acısos, maydonoz, kişniş, lime kabuğu
ve suyunu tuz ile beraber
karıştırın. Bu sosun
yarısını daha sonra taco'ları batırmak için ayrı
bir sos kasesine alın ve
kalan yarısını ton balığı,
salatalık, kapya biber ile
karıştırın. Taco'larınızın
içerisine once yeşillikler,
daha sonra ton balığı
karışımını ve en son olarak da cherry domates
ve avokado'ları dizerek
sosununla beraber servis
edin. Afiyet olsun!
Not: "Taco"larınızı
kendiniz yapmak isterseniz, lavaş ekmeklerinizi
bir çorba kasesi kullanarak daire şeklinde kesin
ve fırın telinizin iki teline
ortası gelecek şekilde
kenarlarını aşağı
sarkıtın. 180 derece
fırında 4-5 dakika pişirin ve çıkarın. Soğuduğu zaman geleneksel
"taco" hamuru ile aynı
şekilde olacaktır. •
145
BD NİSAN 2016
Sen yoksun.
Ve ben, bir şeye yaramayı boşu boşuna bekleyen boş posta kutusu
gibi tozlanıp duruyorum burada.
Şimdi: Üzünç.
Şimdi, geçmiş gitmiş bir trenin hiç de uzaklaşmak istemeyen
o doyulmaz kokusu güzel güzel girmiş olsun aramıza.
Evet ama, niçin bir tren?..
Akasya ile tren kokusuna benziyor çünkü yoksunluk.
Kalmış akasya.
Gitmiş tren kokusu...
B Ü T Ü N K İ TA P Ç I L A R D A
XXX
BD N‹SAN 2017
kl›
›
l
¤
a
S
En ve:
Mey
Muz
Pek çok insan, muzun sa¤l›kl›
bir at›flt›rmal›k ve besleyici
bir meyve oldu¤unu bilir.
Ancak muz, çok sa¤l›kl› bir yiyecek
olmas›n›n ötesinde, ayn› zamanda pek
çok sa¤l›k sorununu çözmede de
iflimize yar›yor.
Yazan: SENNUR ABURAS
Muzun
pek çok
rahats›zl›¤›n
giderilmesinde
yard›mc› olacak
etkileri var.
147
BD N‹SAN 2017
uz; sakaroz, fruktoz ve lif ile birleflmifl glikoz gibi üç do¤al
fleker içeriyor. Oldukça ucuz bir meyve olan muzun,
buzdolab›nda saklanmamas› gerekiyor. Bir muz
tüketmeniz, uzun süre devam edecek önemli
bir enerjiyi h›zl› biçimde elde etmenizi
sa¤l›yor. Araflt›rmalar, yaln›zca
iki muzun, bir buçuk saatlik
yorucu bir çal›flma için
gereksinim duydu¤unuz enerjiyi
karfl›lamada yeterli oldu¤unu gösteriyor. Ancak
muzun sa¤l›¤›m›z için yarar›, yaln›zca enerji sa¤lamakla da s›n›rl›
de¤il. Günlük beslenmemize ekledi¤imizde, pek çok rahats›zl›¤›n
üstesinden gelmemize yard›mc› olacak etkileri var.
M
Depresyon:
Depresyon tan›s›
konulmufl kifliler
aras›nda k›sa süre önce
yap›lan bir ankette,
birço¤unun bir muz
yedikten sonra
kendilerini daha iyi
hissetmeye bafllad›klar› belirlendi.
Bunun nedeni ise muzun, triptofan
isimli bir proteini içermesidir.
Triptofan vücut taraf›ndan, rahatlat›c›,
daha iyi ve mutlu hissettiren
seratonine dönüfltürülmektedir.
Premenstrüel sendrom (Adet
öncesi sendromu): ‹laçlar› unutun ve
bir muz yiyin. Muz içerdi¤i ve kan
flekerini düzenleyici B6 vitaminiyle,
kendinizi daha iyi hissetmenizi
sa¤layacakt›r.
Anemi: Demir bak›m›ndan zengin
olan muz, kandaki hemoglobin
148
üretimini destekleyerek, anemi
durumunda da yard›mc› oluyor.
Tansiyon: Yüksek potasyum ve
oldukça az tuz içermesi de bu eflsiz
tropikal meyveyi, tansiyonu yenmede
mükemmel hale getiriyor. Hatta ABD
G›da ve ‹laç ‹daresi, muz üreticilerinin
bu meyvenin tansiyon ve felç riskini
azaltt›¤›n› resmi olarak aç›klamalar›na
izin verdi.
Beyin gücü:
‹ngiltere’deki bir
okulda yap›lan
araflt›rmada 200
ö¤renci, s›navlar›
süresince kavrama
yeteneklerini art›rabilmek amac›yla
kahvalt›da, molada
ve ö¤le yeme¤inde muz tükettiler.
Araflt›rma, potasyum içeren muzun
ö¤rencileri daha zinde tuttu¤unu ve
BD N‹SAN 2017
ö¤renmeye yard›mc› oldu¤unu
gösterdi.
s›ndan flikâyetçiyseniz, yat›flmas›na
yard›mc› olmas› için bir muz yemeyi
deneyin.
Kab›zl›k: Müshile baflvurmadan bu
sorunun üstesinden gelmek ve ba¤›rsaklar›n›z›n çal›flmas›n› normal hale
getirmek için günlük beslenmenize
yüksek lif içeren bir muzu
ekleyebilirsiniz.
Akflamdan
kalma
durumu:
Akflamdan
kalma durumundan toparlanman›n en
iyi yolu balla
tatland›r›lm›fl
muzlu bir milkshake yapmakt›r.
Muz midenizi rahatlat›rken, bal kan
flekerinizi düzenlerken ve süt ise
vücudunuzun s›v› dengesini
sa¤lamaya yard›mc› olur.
Sabah bulant›s›: Ö¤ün aras›nda
muz yemek kan flekeri düzeyinizi
dengede tutar ve sabah bulant›lar›n›
önlemeye yard›mc› olur.
Sinek ›s›rmas›: Bir muz kabu¤unun
iç k›sm›n›, cildinizde sine¤in ›s›rd›¤›
bölgeye sürmeyi
deneyin.
Mide yanmas›:
Muzun vücut üzerinde do¤al bir
antiasit etkisi vard›r. Bu nedenle
e¤er mide yanma-
Sinir: Muz,
sinirleri yat›flt›rmay› sa¤layan
B vitaminleri
aç›s›ndan zengindir.
Muz,
sinirleri
yat›flt›rmay›
sa¤layan
B vitaminleri
aç›s›ndan
zengindir.
Fazla kilo: Avusturya
Psikoloji Enstitüsü taraf›ndan yap›lan çal›flmalar,
iflyerindeki stresin çikolata ve cips gibi g›dalar›
tüketmeyi tetikledi¤ini
gösteriyor. 5 bin hasta
üzerinde yap›lan çal›flmada
149
BD N‹SAN 2017
araflt›rmac›lar, en çok kilo sorunu
yaflayanlar›n yüksek stresli ifller
yapt›klar›n› ortaya koydular. Araflt›rma sonucuna göre, stresin neden
oldu¤u yiyecek krizlerini önlemek
için, her iki saatte bir kan flekerini
dengeleyecek yüksek karbonhidratl›
bir at›flt›rmaya gereksinim duyuluyor.
zengindir. Stresli oldu¤umuz anlarda
metabolizma h›z›m›z yükselir ve
potasyum düzeyimiz düfler. Bir muz
tüketmeniz, vücudunuzun azalan
potasyum de¤erini düzenlemede
yard›mc› olur.
Ülser: Muz yumuflak dokusu
nedeniyle ba¤›rsak bozukluklar›
s›ras›nda beslenmede de kullan›l›r.
Ayr›ca afl›r› asitli¤i ve mide tahriflini
azalt›r.
Atefl kontrolü: Pek çok kültürde
muz, özellikle anne adaylar› için ‘atefl
düflürücü’ bir meyve olarak bilinir.
Mevsim geçiflleri: Muz, mevsimsel
duygudurum bozuklu¤u yaflayanlar›n
kendilerini daha iyi hissetmelerini
sa¤layacak triptofan içermektedir.
Tütün kullan›m›: Muz sigaray›
b›rakman›za da yard›mc›
olabilir. ‹çerdi¤i B6,
B12 vitaminleri,
potasyum ve
magnezyum ise
nikotinin kötü
etkilerinden
vücudunuzu
ar›nd›rmaya
yard›m eder.
Stres: Muz, kalp ritmini
düzenleme, beyine oksijen iletimini
art›rma ve vücudun su dengesini
sa¤lama konusunda çok önemli bir
mineral olan potasyum bak›m›ndan
150
Felç: ‹ngiltere’de yap›lan bir
araflt›rmaya göre, günlük beslenmeniz
içinde muz tüketmeniz felç riskini
yüzde 40 azalt›yor.
Si¤iller: Cildinizdeki si¤iller
konusunda da muz ifle yarayabiliyor.
Bir si¤ili yok etmek istiyorsan›z, bir
parça muz kabu¤u al›n ve iç k›sm›
cildinize gelecek flekilde si¤ilin
üzerine koyun. Bir yara band›
yard›m›yla yap›flt›rarak bir süre
bekletin.
ek çok rahats›zl›k için do¤al bir
ilaç niteli¤inde olan muz, bir
elma ile k›yasland›¤›nda; dört
kat daha fazla protein, iki kat fazla
karbonhidrat, üç kat daha fazla fosfor,
befl kat A vitamini ve demir, iki kat
daha fazla di¤er vitamin ve mineralleri
içerir. Potasyum bak›m›ndan da
zengin olan muz, en de¤erli besinlerden biridir. •
P
BD N‹SAN 2017
N‹SAN AYI ÇÖZÜMLER SAYFASI
1-(b) Hesap pusulas›
6-(b) Al›flt›rma
11-(a) Ǜban
2-(d) Buluflma
7-(a) Müzikli tiyatro
12-(a) Uygarlaflmam›fl
3-(a) Otoyol
8-(c) Emzikli flifle
13-(c) Küçük mafla
4-(c) Patlay›c› madde
9-(d) Tren dura¤›
14-(d) Talimat, emir
5-(d) Nesne
10-(b) Seçici kurul
15-(d) Esnek
“Bilginizi Denetleyin”
Kare Bulmaca
1-(b) Charlie Chaplin
2-(d) Gümüflhane
3-(b) Hindistan
4-(a) Salda Gölü
5-(d) Mirsad Türkcan
6-(a) Vatikan
7-(a) Sivas
8-(d) 0
9-(b) Düzce
10-(c) Anadol
11-(a) Steinback
12-(b) fianl›urfa
151
Bize Gönderilen Kitaplardan
Dersaadet’te Bir Acem Kitapç›:
Kitap-fürufl Hac›
Hüseyin A€a
Filiz
D›¤›ro¤lu
Turkuaz
Yay›nlar›
F
oto¤raflanmak için üzerinde
z›play›p durduklar› Büyük Valide
Han ya da önünde özçekim yap›lan
eski hanlar f›s›lday›p duruyor
insanl›¤a... Bugünün AVM’leri ömür
tüketirken bu hanlar yaflam›
üretiyorlard›. Güllü Y›ld›z ile birlikte
“Dersaadet’te Acem Sahaflar”›n
pefline düflen Filiz D›¤›ro¤lu
Tebriz’den kalk›p ‹stanbul’a gelen
Hac› Hüseyin Efendi’nin izini
sürerken yolu “Kirli Ç›k›” Sahaflar›n
Piri Emin Nedret ‹flli’ye düflünce bu
kitap do¤du. “Elindekiler bende olsa
zengin olurdum” dedikleri ‹flli,
enginleflerek insanl›¤› zenginlefltiriyor. Hac› Hüseyin Efendi’nin
torunlar›ndan edindi¤i belgeleri her
zaman oldu¤u gibi cömertçe
araflt›rmac›larla paylaflan ‹flli, bir kez
152
daha tarihe ›fl›k tutulmas›na destek
oluyor. Sabri Koz’un editörlü¤ünü
yapt›¤› kitap, bir yurttafl›n, bas›mc›l›k,
kitap ve kitapç›l›¤›n tarihi olman›n
d›fl›na tafl›yor. ‹ran-Türk kültürel ve
ekonomik iliflkileri, ‹stanbul’daki
acem varl›¤›, okul, hastane,
mezarl›klar›na var›ncaya kadar yeni
ufuklara yolculuk yapmaya yönlendiriyor. Y›llar önce hangi kitaplar›n
bas›ld›¤›, yay›nc›lar›n hangi kitaplar›
ye¤ledi¤i, kitap tirajlar› ve hangilerinin
satt›¤›, sansür, yasak kitaplar,
aramalar, el konulan yap›tlar, gizli
bas›lanlar, korsan yay›nc›l›k,
köprülerde elde kitap sat›c›lar›,
‹stanbul’dan dünyan›n dört bir yan›na
yollanan yay›nlar, Osmanl› ülkesinde
genifl bir da¤›t›m a¤› kuran Arakel
Efendi ve onun illerdeki sat›c›lar›,
kitap katalo¤u ve posta pulu
karfl›l›¤›nda kitap gönderimi... (...)
Ebu Ali Sînâ Hikayesi
Seyyid
Ziyaeddin
Yahya
Büyüyenay
Yay›nlar›
B
ütün
zamanlar›n en
önemli düflünürlerinden
BD N‹SAN 2017
ve âlimlerinden biri olan ‹bn Sînâ’n›n
hayat› birçok hikâyeye konu oldu,
oluyor. Anadolu halk tasavvurunda
onun hayat›na iliflkin maceralar
genellikle Ebû Ali Sînâ Hikâyesi
olarak kaleme al›nd›. Bunlar›n en
yetkini Seyyid Ziyaeddin Yahya’n›n
Ebû Ali Sînâ’s›d›r. Ziyaeddin Yahya
eserini ‹stanbul’dan bir kad› olarak
atand›¤› Larende’ye (Karaman)
giderken Üsküdar’da yazmaya
bafllad›¤›n›, nihayet Larende’ye
girerken 1629 ‘da tamamlad›¤›n›
söylemektedir. Eserin yaz›ld›¤›
devirden bafllayarak, 1906’ya kadar
çok çeflitli yazmalar›n›n ve matbu
nüshalar›n›n oldu¤unu Arapçaya
çevrildi¤ini kaynaklar söylemektedir.
Eser neredeyse hiçbir esere nasip
olmayacak flekilde oldukça çok bask›
yapm›flt›r. Anadolu halk›n›n ‹bn Sînâ
hakk›ndaki tasavvurlar›n›n bir roman
halinde ustaca bir derlemesi olan bu
eser adeta fantastik bir edebiyat flöleni.
‹bn Sînâ, Seyyid Yahya’n›n Ebû Ali
Sînâ Hikâyesi ile halk›n hayat, kader
ve aflk gibi büyük insani meseleler
karfl›s›nda duydu¤u endiflelere cevap
veren bir kahraman haline gelmifltir.
17. yüzy›l›n hayalle hikmeti buluflturan dünyas› bu romanla, zengin bir
kültürün örneklerinden biri olarak
kültür dünyam›za yeniden kat›l›yor.
Mustafa Kirenci’nin yönetiminde,
Prof. Dr. Ahmet Atefl’in sunuya
dönüflen yaz›s› ve Aytekin Y›ld›z’›n
güzel çevirisiyle halk›n gönüllünde
yücelterek yaflatt›¤› ‹bn Sînâ.
‹bni Sînâ’n›n Talebesi
Hekim
Noah Gordon
Yurt KitapYay›n
9
yafl›nda annesini ve babas›n›
yitiren Rob ve kardeflleri evlatl›k
verildi. Bir berber-cerraha ç›rak oldu.
T›p ›fl›¤›n›n Do¤u’da bütün
görkemiyle dünyay› ayd›nlatt›¤›n›
duydu. Ustas› ölünce Hekimlerin
Hekimi ‹bni Sînâ’n›n ç›ra¤› olmak
için Londra’dan ‹sfahan’a yolculu¤a
ç›kt›. 4 y›lda “Hekim” oldu. Bilimin
›fl›¤› çevreyi ayd›nlat›rken savafl atefli
her fleyi yak›p y›k›p kül ediyordu.
‹bni Sînâ seslendi: “Kar›m hasta.
Onu muayene edersen sevinirim.”
Rob e¤ilerek selamlad› hocas›n›.
Anlayamam›flt›. ‹bni Sînâ’n›n kar›s›n›
muayene etmekten onur duyacak
seçkin meslektafllar› vard› ama Rob
insan›n ellerine bakt›¤›nda ölüp
ölmeyece¤ini tahmin edebiliyordu.
Yafll› kad›n samandan bir yatak
üzerinde yat›yordu. ‹bni Sînâ yata¤›n
kenar›nda dizlerinin üzerine çöktü
ve efline seslendi: “Reza!”... Kör bir
orakç› olan ölüm ‹bni Sînâ’n›n eflini,
iflini, kentini, ülkesini ve co¤rafyas›n›
biçmeye bafllad›... (...)
153
BD N‹SAN 2017
YARININ BÜYÜKLER‹
Gönderi adresi:
Sedef Cad. 2446 Ada, 1. Parsel, A Blok, Kat: 3,
Da: 16, Ataflehir, 34750 ‹stanbul
e-posta: [email protected]
(e-posta ile gönderece¤iniz fotograflar›n 150 KB’den fazla
olmamas›na lütfen özen gösteriniz.)
Efe Alp Yazman, Londra
Ayfle Naz Çolak, Trabzon
Efe Ünalan ve Elif Aylin Çakır, Ankara
Kayra Öz, Alanya
154
Yusuf Kayra Sansür,
‹stanbul
Eylül Yavafl, Ankara
Nilüfer Tunaz, Antalya
BD N‹SAN 2017
Ali Batu Aymayan, Ankara
Aras K›r›ktafl, Ankara
Nisa Duru Bozkurt, Alanya
Ka¤an Efe Ay, ‹zmir
Bora Gündüz, Ankara
Kadir Güney, Ankara
Aras Can, ‹stanbul
Ka¤an Bozo¤lan, ‹zmir
Kayra Tarıkçı, ‹stanbul
Zübeyde Nil Kalay,
Antalya
Zeynep Ünalan ve ‹rem Deveci, ‹stanbul
155
BD N‹SAN 2017
Bulmacan›n çözümü 151. sayfadadır.
156
Bulmaca
Filiz Lelo¤lu Oskay
SOLDAN SA⁄A:1-‘..... ..... Arsoy’
(‘Pandora’nın Kutusu’,‘Tereddüt’ ,‘Güneşe
Yolculuk’ gibi filmlerinden tanıdığımız
fotografta görülen sinema yönetmenimiz.)
2-Takım.- Eski Mısır’da güneş tanrısı.Köpek.- Anlama yeteneği. 3-Müzikte
kullanılan bir anahtar.-Bir kimseyi veya
bir yeri koruyan kimse.-Muğla’nın bir
ilçesi. 4-Sermaye.- ‘Perihan .....’ (edebiyatçımız). 5-Okul öncesi ve ilkokul çocuklarının sergilediği müzikal gösteri.-Serbest
bırakma.-Basit şekerlerin ortak adı.Uzaklık işareti. 6-İşaret.- Askeriyede
yarbaydan sonra gelen rütbe.-Soğuk veya
sıcak hava vererek kapalı bir yerin havasını
değiştiren elektrikli araç. 7-İlişkin, ilgili.Bir haber ajansının simgesi.-Sıkıntı verme.Büyüme, gelişme. 8-Rahat, sakin ve huzurlu
yer.- Acılı bir meze türü.- Vilayet. 9-Sahip.Iğdır’ın bir ilçesi.- Eski dilde bağırsaklar.
10-Avrupa’da bir ada ülkesi.- Yara kenarlarını birleştirmede kullanılan, metalden
yapılmış malzeme. 11-Belirli bir ereğe
ulaşmak ya da belirli bir eyleme girişmek
için duyulan güçlü ve sürekli tepi.- ‘Nazik
....’ (Aziz Nesin’in bir yapıtı).’ ..... Garbo’
(İsveç asıllı ünlü aktrist). 12-Satrançta bir
taş.- Kapı kolunun altına monte edilen
metal parça. 13-Hayata küsmüş kimse.Sakarya’nın bir ilçesi. 14-Karadeniz’de bir
iç deniz.- Gemilerde yemek pişirilen yer.
15-Bazı spor dallarında iki takım, iki kişi,
iki taraf arasında yapılan karşılaşma.- İrlanda’da bir nehir.- Belirti, nişan. 16- Yargılar,
hükümler.-Saha, meydan. 17-Pekin’de
bulunan ünlü meydan. 18-Radyumun simgesi.- Tarım alanları için 100 m değerinde
yüzey ölçü birimi. Koyun, at ve deve gibi
hayvanlara bakan kimse. 19-Avrupa
Birliği’nin eski adı.- ‘...... Hemingway
(ABD’’li Nobel ödüllü ünlü edebiyatçı).
20-Yabancı bir uzunluk ölçüsü birimi.
YUKARIDAN AfiA⁄IYA: 1- ‘Menekşe
Gözler Hülyalı’, ‘Adalardan Bir Yar Gelir
Bizlere’ adlı besteleri ile tanıdığımız
bestekarımız.- Karadeniz’de imal edilen
bir tür balıkçı teknesi. 2-İnsanların yaşayabilmek için üretme, ürettiklerini bölüşme
biçimlerinin ve bu faaliyetlerden doğan
ilişkilerin bütünü.- Kutlu, uğurlu. Neşet
Ertaş’ın bir bestesi. 3-Yaban gülü.-Talyumun
simgesi.- Litrenin kısa yazılışı.-Trabzon’un
bir ilçesi.-Boru sesi. 4-Dokuma maddelerinin bükülmüş liflerinden yapılan bağ.Maden Tetkik Arama Enstitüsünün kısa
adı.-Yergi niteliğinde olan.- Valide. 5-Radyumun simgesi.-Otto Preminger’in 1944
yapımı ünlü filmi.- Müstahkem yer.-İpucu,
iz. 6-Tümör.- Efelek.- Azerbaycan halkından
olan.-Bir nota. 7-Katışıksız, saf.-Güney
Afrika Cumhuriyeti’nin plaka imi.-Başkaları.Güney Doğu Anadolu’da bir petrol bölgesi.
8-Emay ile kaplanmış olan.-Bir gıda
maddesi.- Henri Chariere’nin sinemaya da
uyarlanmış ünlü yapıtı. 9- Ödenek.- İslamiyetin farzlarından biri.-Fuzuli’nin bir
kasidesi- Şişman ve iri deve.10-Padişah
çadırı.- Eti lezzetli bir kümes hayvanı.Sonbahar mevsimi.- Limited şirketin kısa
yazılışı. 11-Örnek alınan, çok hayranlık
duyulan kimse.- Hastanelerde ölülerin
belirli süre için saklandıkları soğuk ortam.Kimyasal enerjiyi elektrik enerjisine çeviren
araç. 12-Lityumun simgesi.- Çanakkale’nin
bir ilçesi.- Kuzey Afrika’da yetişen ve
kozmetik sanayiinde kullanılan bir bitki.
13-‘...... Mehmet’ (Türkiye’de taşkömürünü
ilk defa bulan kişi).- Kuzu sesi.- Zeybek.Rutubet. 14-Bir renk.- Genelge, sirküler.
‘..... Mahal’ ( Hindistan’ın Agra şehrinde
Babür Şah tarafından yaptırılmış ünlü anıt
mezar. 15-Cezayir’de bir liman kenti.- Çorum’un bir ilçesi.- Arka, geri.
[email protected]
157
Satranç
Mustafa Y›ld›z
TÜRK‹YE’DE VE DÜNYA’DA KADIN
SATRANÇ B‹R‹NC‹L‹KLER‹
8
Mart Dünya Kad›nlar Günü’nün yayg›nlaflmas› nedeniyle satranç
dünyas›nda kad›n kategorisi yar›flmalar› art›k mart ay›nda yap›l›yor.
Türkiye Kad›nlar fiampiyonu Betül Cemre
Y›ld›z
Betül Cemre Yıldız
6-11 Mart 2017 tarihlerinde Antalya’da 104 sporcunun
kat›l›m›yla düzenlenen Arzum Türkiye Satranç Birincili¤ini
WGM Betül Cemre Y›ld›z ve Ebru Kaplan 9/7,5 efl puanla
1. ve 2. bitirdiler. Eflitlik bozma karfl›laflmalar›nda Kaplan’›
yenen Y›ld›z, 12. kez Türkiye fiampiyonu olarak k›r›lmas›
zor bir rekorun da sahibi oldu.
Betül Cemre Y›ld›z - Ebru Kaplan, Arzum Türkiye Kad›nlar
fiampiyonas›, 5. Tur, Antalya, 2017
Beyaz materyal olarak önde ama sonuç getiren
bir stratejiyi nas›l uygulamal›? Siyah›n flah
kanad›ndaki zay›f piyonlar› hedef al›narak
sonuca gidilebilir. Bu amaçla 35.Vd4 Kf8 Siyah,
piyonu korumak zorunda. 36.Vh4! Vb6 As›l
tehdit gözden kaç›r›l›yor. Oyunu kurtaracak bir
savunma hamlesi de görünmüyor. 36…Kf7
37.Axd5 Vxd5 38.Ke8+ ve beyaz üstün.
37.Ag6+ fig7 38.Axf8 ve siyah terk etti. 1-0
Betül Cemre Y›ld›z – Zeynep fieyma ‹ncecik, Arzum Türkiye
Kad›nlar fiampiyonas›, 3. Tur, Antalya, 2017
Siyah at açmazda, beyaz at› al›rsa 2 hamlede
mat olur. 30…Axd5 31.Vxg7+ fie8 32.Vg8+#)
Oyundaki devam yolunda görüldü¤ü gibi e7
filini korumak da ç›kar yol de¤il. 30…Ke8
31.Axe7 Kxe7 (31.Kxe7 de olabilirdi.)32.Vd6
Ag8 Tek hamle ama yetersiz. 33.Kxe7 Axe7
34.Vxd7 1-0 Bafla dönelim: 30…Vg5! ile veziri
de¤iflmeye zorlamak etkili oyun olurdu. 31.Vxg5
hxg5 32.Axe7 Ke8, figür geri al›n›rd›.
158
BD N‹SAN 2017
DÜNYA KADINLAR fiAMP‹YONU Ç‹NL‹ ZHONGYI TAN
‹ran’›n baflkenti Tahran’da eleme yöntemiyle
yap›lan Dünya Kad›nlar Satranç fiampiyonas›’nda zorlu
ve çekiflmeli maçlar›n sonunda ipi gö¤üsleyen Çin Halk
Cumhuriyeti’nden turnuvaya kat›lan Zhongyi Tan oldu.
Ülkemizi turnuvada temsil eden Avrupa fiampiyonu
yar›flmac›m›z Ekaterina Atal›k ilk turda elendi. Geçen
y›l›n flampiyonu Hou Yifan eleme sistemini protesto ederek flampiyonaya
kat›lmad›.
Zhongyi Tan(2502) – Anna Muzychuk(2558), Final
Karfl›laflmas›, 5. Oyun, 2017, Tahran
Avrupa ve Dünya fiampiyonluklar› tatm›fl Ukraynal›
Anna Muzychuk, bu kader maç›nda, herhalde vezir
kanad›ndaki serbest geçer piyonunun vezire
yükselmesi umuduyla beraberlik flans› tafl›yan
39.fig8 devam yolunu yeterli bulmay›p riskli bir
yola sap›yor. 39…fih6?? oynuyor. Satranç dünyas›
için yeni bir isim olan Çinli Tan, bu ölümcül hatay›
affetmiyor: 40.g4! Siyah flah›n etraf› dikenli tellerle
örülüyor. (41.g5+ ve mat tehdidi.) 40…f6 Tehlikeyi
teninde duyumsam›flças›na aniden karfl›s›nda aslan
gören ceylan gibi veziri sapt›rmaya çal›fl›yor siyah ama art›k çok geç! 40…Ka5
Yarars›z bir yard›mc› kuvvet. 41.h4! Tel örgü tamamland›, g5 karesinden piyon
mat› önlenemez. Siyah terk etti. 1-0 (41.Vf8+ fig5 42.Vf4+ fih4 43.g5+ fih3
44.Vg2+ mat yolu da vard›.)
Zhongyi Tan(2502) – Dronavalli Harika (2539), Yar› Final,
1.Oyun, 2017, Tahran
Bafltan sona beyaz›n bask›s› alt›nda geçen bu
oyunda satranç dünyas›n›n yeni y›ld›z› Tan, a¤›r
figürleri ile f7, g7,h7 ve h6 karelerini hedef alarak
rakibini bunalt›yor. Oyunun sonu, artistik bir kale
fedas› ile belirleniyor. 44.Kxh6 Siyah terk etti.
1-0 (Çünkü, 44…Vxh6 45.Vxh6+ gxh6 46.Ff6+
Kg7 47. Kc7 Beyaz kazan›r veya 44…gxh6
45.Ff6+ Kg7 46.Kf8+ Vg8 47.Vh6+#)
Yeni flampiyon, en zorlu maç›n› herhalde Hint
Harika ile yar› finalde yapt›. Çok çekiflmeli geçen karfl›laflmay› Tan, 5-4
kazand›.
[email protected]
159
Bir Fotograf
Bin Sözcü¤e Bedeldir
Gönderi: DEMET ERDEM, ‹ZM‹R
160
Bat›n›n bilimsel üstünlü€ünü Eski Yunan Çoktanr›c›l›€›n›n, Yahudili€in ve
H›ristiyanl›€›n bir baflar›s› olarak gösterenler, Do€unun bilimsel gerili€ini
tümüyle Müslümanl›€a ba€lamaktad›rlar.
Oysa Müslümanlar 827-1109 y›llar› aras›nda yeryüzünde bilimin tek öncüsü
durumundayd›lar; elinizdeki kitap bunun belgeleriyle dolu.
Abone
Olun
Bütün Dünya
Kapınıza
Gelsin
Bütün Dünya tüm okurlarına kaçırılmayacak bir fırsat sunuyor.
Dergisine düzenli olarak ulaşmak isteyen okurlarımız
yenilenen abonelik sistemimizle dergilerine daha kolay ulaşacak.
Bir telefonunuz veya e-posta mesajınızla aboneliğinizi başlatın,
bir yıl boyunca Bütün Dünya’nız her ay kapınıza gelsin.
Öğrencilere
50
%
İndirim
Öğrencilerimize yönelik %50 indirimli avantaj kampanyası yeni yılda da devam ediyor. Öğrencilerimiz öğrenci
belgelerinin fotoğrafını ileterek bireysel aboneliklerini
başlatabilir, %50 indirimli dergilerini
bir yıl boyunca her ay düzenli olarak
alabilirler.
Bütün Dünya Abone Servisi
Tel: 0541 725 74 11
E-posta: [email protected]
B Ü T Ü N K İ TA P Ç I L A R D A
Bütün Dünya
TÜRK
RESSAMLAR
1 NİSAN 2017
MAHMUT KARATOPRAK
192297
SAYI: 2017 / 04
FİYATI: 5 TL
NİSAN 2017
1984 Simavi Vakf› ve ‹stanbul Belediyesi Özel Ödülleri, 1977 Kültür
Bakanl›€› Özel Ödülü, 1977 ikincilik ödülü Skopje, 1973 üçüncülük ödülü
Marostica-‹talya ödüllerinin sahibi Mahmut Karatoprak 1953’te Kayseri’de
do€du, 1973’te Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek
Okulu’ndan mezun oldu. Önce Türkiye’de, sonra ‹sviçre ve Almanya’da
çeflitli gazete ve dergilerde çal›flmalar yapt›. 2002’de yerleflti€i Kayseri’de
bafllad›€› Erciyes Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ndeki ö€retim
görevlisi çal›flmas›n› aral›ks›z sürdürmektedir.
Hakimiyet
Milletindir
İngiltere
Kraliyet Tıp
Derneği’nin
ilk "Seçkin
Üyelik" ödülü
Prof. Dr.
Mehmet
Haberal’a
verildi Sh: 4
Tekin Özertem:
Cihangir
Dumanlı:
Hakimiyet
Milletindir Sh: 19 Demokrat
Cengiz Özakıncı: Atatürk Sh: 31
Avustralya’da Necdet Pamir:
Atatürk’e
"Enerjinin
ve Türklüğe Geleceği"
Karşı
Senaryoları
Propaganda Sh: 67
Sh: 13
Yaşar Öztürk:
Atatürk’
ten İki
Söylev Sh: 43
Başkent
Üniversitesi’ne
3. Uluslararası
Kalite Ödülü
Sh: 49
Download