tıbbi uygulama hataları ve hekimin tazminat sorumluluğu

advertisement
T.C.
İZMİR BAROSU
TIBBİ UYGULAMA HATALARI VE HEKİMİN
TAZMİNAT SORUMLULUĞU
Av. ÖZGÜL AYDEMİR YAŞAR
TEZ DANIŞMANI
Av. Hayrullah ÇUHADAROĞLU
2
İÇİNDEKİLER
Giriş……………………………………………………………………...………………3
1. Tanım……………………………………………………………..…………………...4
2. Hukuka Uygun Tıbbi Müdahalenin Unsurları………………………………………..5
a) Tıbbi Müdahale Yetkili Kişiler Tarafından yapılmalıdır……………………...5
b) Tıbbi Müdahale Hukuken Kabul Edilebilir Bir Amaca Yönelik Olmalıdır…..5
c) Tıbbi Müdahale Tıbbın Sınırları İçerisinde Kalmalıdır…………………….....6
d) Hastanın Aydınlatılmış Rızasının Alınması Gerekmektedir………………….6
3. Tıbbi Müdahale Neticesinde Kötü Uygulama Sayılan Durumlar………………….....7
4. Hukuki Sorumluluk Bakımından Kötü Uygulama…………………………………....9
5. Hatalı Tıbbi Müdahaleden Dolayı Tazminat Sorumluluğu…………………...……..10
a) Haksız Fiil Sorumluluğu………...………………………………………….10
b) Sözleşme Sorumluluğu…………...………………………………………...11
6. Tıbbi Müdahalede Hukuki Sorumluluğun Sebepleri………………...………………13
a) Özel Hukuk Kişileri Tarafından Yürütülen Sağlık Faaliyetlerinden Dolayı
İdarenin Sorumluluğu………………………………………………………....13
b) Hekimin Hatalarından Dolayı İdarenin Sorumluluğunun Hukuki Dayanağı14
c) Hekimin Kişisel Kusuru ve Görev Kusuru……...………………………….14
7. Tıbbi Uygulamanın Kötü Yapılması Neticesinde Tazminat Davası………...………15
a) Maddi Tazminat……………………...……………………………………..15
b) Manevi Tazminat………...…………………………………………………16
8. Zamanaşımı………...………………………………………………………………..17
Sonuç…………………………………………………………………………………...18
Kaynakça……………………………………………………………………………….20
3
1.GİRİŞ
Özgürlük, başkasına zarar vermeden her şeyi yapabilmektir.1 Devlet bu yaklaşım
çerçevesinde edilgen hatta pasif bir tutum sergilemelidir. Ancak bu bireyci yaklaşım
çerçevesinde aslında kişi hak ve özgürlüğünü kullanamamaktadır. Kişi sağlığını
korumakta aciz kalmakta ve tam da bu noktada beyannameler, kanunlar anayasalar vs.
ile verilen hakların kullanılma koşullarının olmaması halinde, verilen hakların pratikte
herhangi bir öneminin olmadığı ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla devletin aktif bir rol
oynayarak kişinin hak ve özgürlüklerini kullanabilme koşullarını yaratması ve garanti
altına alması gerekmektedir. Böylelikle temel hak ve özgürlükler gibi insanın yaşam
hakkı ve buna bağlı sağlık hakkı güvence altında olacaktır.
Sağlık hakkı evrensel bir haktır. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 25.
Maddesi’nde “ Herkesin kendisi ve ailesinin sağlık ve güvenci için beslenme, giyim,
konut ve tıbbi bakım hakkı vardır. Herkes işsizlik, sakatlık, hastalık, yaşlılık ve
kendi denetimi dışındaki koşullardan doğan geçim sıkıntısı durumunda güvenlik
hakkına sahiptir.” diyerek sağlık hakkı evrensel olarak da güvence altına alınmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 17/2. Maddesinde sağlık hakkı “Tıbbi
zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne
dokunulamaz, rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.”şekliyle
güvence altına alınmıştır.
Yine Anayasanın 56. maddesinde de devletin kişilerin sağlık hakkını koruması
gerektiği ve bunun için gerekli önlemleri alması gerektiği belirtilmiştir.
Son yıllarda teknolojik gelişmeler tıp alanına da yansımış, geliştirilen tıbbi
cihazlar tanı/tedavi süreçlerinde daha fazla etkin hale gelmiştir. Bununla birlikte
tanı/tedavi süreçlerinde hekimlerin fonksiyonu önemini yitirmemiştir. Bilimsel
gelişmeler kolaylık ve yeni tedavi yöntemleri yanında birçok riski de beraberinde
getirmiştir. Bu risk faktörleri, komplikasyon ya da tıbbı kötü uygulama (malpraktis)
nedeniyle ortaya çıkabilmektedir. Bu riskler nedeniyle tüm hukuksal ve etik metinlerde
en kutsal değer olarak kabul edilen insan yaşamı sona ermekte ya da kalıcı yıkımlar
oluşabilmektedir. Bu nedenle hastaların tıbbi müdahaleler neticesinde uğradıkları
zararların hangilerinden hekimler, hangilerinden sağlık kuruluşlarının sorumlu
1
1789 İnsan Ve Vatandaş Hakları Beyannamesi
4
olduğunun tespiti gerekmektedir. Ayrıca hasta ile hekim arasındaki ilişkinin kaynağı
hekimlerin hangi davranışlarından yasalar karşısında nasıl sorumlu olduğunun tespit
edilmesi gerekmektedir.
1. TANIM
Tıbbi müdahalenin hukuki niteliğinin belirlenmesi için öncelikle bir tanımının
yapılması gerekmektedir. Öğretide tıbbi müdahalenin tanımı hususunda tam bir fikir
birliği bulunmamakla birlikte genel bir tanım olarak “Tıbbi müdahale, tıp mesleğini
icraya yetkili bir kişi tarafından, doğrudan veya dolaylı olarak tedavi amacına yönelik
olarak gerçekleştirilen her türlü faaliyeti ifade eder” şeklinde tanımlamak
mümkündür.2 Tıbbi müdahale şekillerinin hızla değişmesi nedeniyle tanım hususunun
açıklanmasında kullanılan terimler de izahta yetersiz kalmaktadır.
Tıbbi müdahalenin hukuka uygun olması için bir takım unsurları bünyesinde
barındırması gerekir. Öncelikle tıbbi müdahalenin uzman (işinde ehil) kişiler tarafından,
tedavi maksadıyla (güzelleştirme/estetik amaca yönelik olarak da hukuken kabul
edilebilir amaca yönelik), hastanın rızasının (aydınlatılmış rıza)3 uygun koşullarda
alınması ve tıbbın sınırları içinde gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San’atların Tarzı İcrasına Dair Kanun’da tıbbi
müdahalede bulunacak kişiler tek tek sayılmıştır. Bunlar hekim, diş hekimi, ebe, sağlık
memurları, sünnetçiler, hasta bakıcılar, hemşirelerdir. Ancak zamanla tıpta yaşanan
gelişmeler ve tıp alanında tedavi amacına yönelik hizmet eden kişilerin sınırlandırılması
ve sadece belirtilen kişilerin sorumlu tutulması sorumluluk koşulunu sınırlamaktadır.
Ancak tıbbi müdahalenin kişinin, bedensel, fiziksel ya da ruhsal bir hastalığını,
noksanlığını teşhis ve tedavi etmek ya da bu mümkün olmazsa hastalığını hafifletmek
vs. yapılabilecek en basit teşhis ve tedavi yöntemlerinden başlayarak en ağır cerrahi
müdahalelere kadar uzanan her çeşit faaliyet olarak tanımlandığında, meydana gelen
zarardan sorumluluk alanı genişletilmiş olacaktır. Buraya bir hastalığı ortaya çıkarmaya
ve iyileştirmeye ilişkin girişimler yanında, hastalık olmadan önlemeye yönelik
faaliyetleri de dâhil etmek gerekmektedir. Uygulamada daha çok hekimce yapılmakla
2
Ayan.M.s.5
Aydınlatılmış Onam/Rıza: Tıbbi bakım kararının biçimlendirilmesi amacıyla, hekim ve hasta tarafından
birlikte yürütülen, güven ve karşılıklı saygıyı yapılandıran, her iki taraf için de eğitim etkinliği niteliğini
taşıyan, aktif bir iletişim sürecidir
3
5
birlikte, yaptığı yanlış ölçüm vs. verilerle kötü tedaviye neden olan sağlık personeli de
dâhildir. Ki hekimin genelde tek başına işlem yapmadığı düşünüldüğünde yapılan
müdahale neticesinden de tek başına sorumlu tutulması ya da daha açık ifade ile diğer
sağlık personelinin sorumluluğunun hekime yüklenmesi adil olmayacaktır. Bu nedenle
de tıbbi müdahale neticesinde meydana gelen zarardan sorumluluğu sadece hekim ile
sınırlamak mümkün görünmemektedir.
2. HUKUKA UYGUN TIBBİ MÜDAHALENİN UNSURLARI
Tıbbi müdahalenin hukuka uygun olarak nitelendirilebilmesi için; müdahalenin
yetkili kişilerce (hekim, sağlık personeli vs.) yapılması, doğrudan veya dolaylı olarak
tedavi, hukuken kabul edilebilir bir amaca yönelik olması, hastanın rızasının alınmış
olması ve müdahalenin tıp biliminin sınırları içinde kalması gerekmektedir.
a) Tıbbi Müdahale Yetkili Kişiler Tarafından Yapılmalıdır
Yukarıda da belirildiği üzere tıbbi müdahalede bulunmaya yetkili kişiler Tababet
ve Şuabatı San’atların Tarzı İcrasına Dair Kanun’da yer almaktadır. Yetkisiz kimselerce
yapılan
işlemler
hukuka
aykırılık
taşımaktadır.
Tıbbi
Hizmetlerin
Kötü
Uygulanmasından Doğan Sorumluluk Kanun Tasarısının 8.maddesinde “Tıbbi Hizmet
Verme Yetkisi” başlığı ile tıbbi hizmetlerin, özel mevzuatı ile yetkilendirilmiş sağlık
personelince yapılabileceği belirtilmektedir.
Hasta haklarına yönelik tüm ulusal ve uluslararası metinlerde hastalara sağlık
kurumu ve hekim seçme hakkı tanınmıştır. Bu sebeple de hastanın seçim yaptığı
hekimden başka bir hekimin müdahalede bulunması hastanın hakkına tecavüz olacaktır.
b) Tıbbi Müdahale Hukuken Kabul Edilebilir Bir Amaca Yönelik Olmalıdır
Hukuka uygun müdahalenin en önemli koşulu, müdahalenin tedavi amacına
yönelik olmasıdır. Kanunlarla da yasaklandığı üzere deney vs. hukuk dışı amaçlarla
yapılan müdahaleler hukuka uygun değildir.
Hekim
bir
hastalığı
önlemek,
ortadan
kaldırmak
veya
iyileşmesini
çabuklaştırmak, hastalığın tehlikesini azaltmak vs. amaçlarla müdahalede bulunmalıdır.4
4
Ayan Mehmet. S.9
6
Buna rağmen öğretide tıbbi uygulamanın sadece tedavi amacıyla sınırlanamayacağını
savunan kitle de mevcuttur.
c) Tıbbi Müdahale Tıbbın Sınırları İçerisinde Kalmalıdır
Hekim ve sağlık personelince yapılan müdahalenin hukuka uygun olması için
tıbbi nitelikte olması gerekir. Tıbbi müdahalenin değişik türleri bulunmaktadır. Yapılan
her müdahale tıbbi olarak nitelendirilemez. Bu nedenle hukuka uygunluk şartı için
müdahalenin tıbbi olması zorunludur.
d) Hastanın Aydınlatılmış Rızasının Alınması Gerekmektedir
Hekimin hastaya müdahalesini hukuka uygun hale getiren temel koşul, hastanın
onamıdır. İlgilinin rızası bir hukuka uygunluk nedeni olarak Türk Ceza Kanununda
açıkça düzenlenmiştir. Buna göre ilgilin rızasının varlığı halinde, kişinin üzerinde
mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rızası
çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez.(TCK.m.26.f.2). Uygulamada
özellikle sağlık mesleği mensupları aydınlatılmış rıza yerine “aydınlatılmış onam”
terimi kullanılmaktadır. Bilgilendirilmiş ya da aydınlatılmış onam; riskleri, yararları ile
alternatif ve onların da risk ve tedavi uygulamasının, hekim tarafından yeterli düzeyde
ve uygun şekilde açıklanmasından ve hasta tarafından hiçbir tereddüde yer kalmayacak
şekilde anlaşılmasından sonra, tıbbi tedavinin, uygulamanın hasta tarafından
“gönüllülükle kabulü” olarak tanımlanır.
Hastanın kendi hakkında karar vermesini esas alan doktor-hasta ilişkisinin
temelini, bireyin özerkliğine saygı, kötü davranmama ve yararlılık gibi aydınlatılmış
onam oluşturmaktadır.
Unutmamak gerekir ki verilen bu rıza kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf
edebileceği hususa ilişkin olmalıdır. Bu nedenle hastanın yaşamı üzerinde vereceği rıza
geçerli değildir. Aynı şekilde kişinin vücudu üzerinde mutlak tasarruf yetkisi de
bulunmamaktadır. Bu durumlarda hastanın mutlak surette onayı dahi bulunsa yapılan
müdahale hukuka aykırı olacaktır.
Rızanın geçerli olması için, rızayı verecek kişinin rıza açıklama yeteneğine sahip
olması, rıza vereceği konuda aydınlatılmış olması ve rızanın açıklanmış olması gerekir.
Hastanın (ehliyetinin olmaması vs. durumlarda vasisinin, velisinin) onamı olmadan
7
yapılan müdahaleler hukuka aykırıdır. Rızanın önemi hasta- hekim arasındaki hukuki
ilişkinin belirlenmesi aşamasında, hekimin müdahalesinin hukuka uygunluğu ve
sorumluluğun belirlenmesi bakımından önemlidir. Ayrıca rıza müdahaleden önce
verilmiş olmalıdır. Müdahaleden önce ya da müdahale esnasında verilen rızanın geçerli
olmasına rağmen müdahaleden sonra verilen rızanın hasta-hekim ilişkisindeki
sorumluluk açısından bir önemi bulunmamaktadır.
Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 15. maddesinde hastanın, sağlık durumunu,
uygulanacak tıbbi işlemleri, bunların yararları ve olası sakıncaları, diğer tıbbi
yöntemler, tedavi yapılmaması durumunda ortaya çıkabilecek olası durumlar, hastalığın
seyri, sonuçları vs. hususlarda yazılı veya sözlü olarak bilgi isteme hakkı
düzenlenmiştir. Bu nedenle hekimin de hastanın açıklanmış rızasını alması
gerekmektedir.
Hastanın onamının göz ardı edilebileceği acil girişimler, normal tedavi süreci
içinde gelişen olağandışı durumların kontrol altına alınması zorunluluğu, yasal
zorunluluklar (adli vakıalar vs.), genel sağlığın söz konusu olduğu vs. durumlar
dışındaki müdahalelerde hastanın onamının alınması zorunludur.
Bu gibi zorunlu
hallerde varsayılan rızadan bahsedilmektedir. Avrupa Konseyi İnsan Hakları ve Biyotıp
Sözleşmesinin 8. Maddesi gereğince “acil bir durum nedeniyle uygun muvafakatin
alınamaması halinde, ilgili bireylerin sağlığı için tıbbi bakımdan gerekli olan herhangi
bir müdahale derhal yapılabilir” ve yine aynı sözleşmenin 9. maddesi, müdahale
sırasında isteğini açıklayabilecek bir durumda bulunmayan bir hastanın, tıbbi müdahale
ile ilgili olarak önceden açıklamış olduğu isteklerin göz önünde bulundurulması
gerektiğini öngörmektedir. Aydınlatılmış onamın alınmaması, ihmali suç niteliği
taşımaktadır. Yargıtay benzer konulardaki içtihatlarında hekimin hastadan aydınlatılmış
rıza aldığını kanıtlayamadığı için tazminata hükmetmiştir.
3. TIBBİ MÜDAHALE NETİCESİNDE KÖTÜ UYGULAMA SAYILAN
DURUMLAR
Tıbbi müdahalede kötü uygulamaya ilişkin bir tanım kanunda ve doktrinde
bulunmamaktadır. Tıbbi müdahale esnasında yerine getirilen uygulamalar neticesinde
hastanın ( hekim hatası, meslek hatası vs. nedeniyle) zarar görmesi ve zarara sebebiyet
veren sağlık personelinin meydana gelen bu maddi/manevi zarardan sorumlu olmasıdır.
8
Bu konuda hekim dışında sağlık çalışanlarının ve ekibin de sorumlu olması nedeniyle
salt “hekim hatası” olarak değil “tıbbi müdahalenin kötü uygulanması” olarak
nitelendirilmesi daha doğru bir tabir olmaktadır.
İnsan vücudu karmaşık yapıdadır ve bu karmaşık yapıya yönelik her türlü
müdahale, içinde belirli riskleri ihtiva etmektedir. Günlük hayatta çok ağır tıbbi
müdahaleler sonucunda sağlığına kavuşan hastaların olmasının yanında basit bir tıbbi
müdahale ile giderilebilecek nitelikteki hastalığı bulunan, tıbbi müdahale yapılmadığı
ya da yapılan müdahalenin yanlış olması sebebiyle hayatını kaybeden hastalar da
bulunmaktadır.
Tedavi
sürecinde
beklenmeyen
komplikasyonlar
meydana
gelebilmektedir. Eğer hekim meslek hatası yapmamış ve hizmet standardını uygulamış
ise sorumluluğu bulunmamaktadır. Hekim uyguladığı tedavi neticesini tahmin
edebilmekte ancak kesin olarak beklediği neticenin gerçekleşeceği teminatını
verememektedir. Hekimin her zaman müdahale neticesinde beklediği neticeyi elde
etmesinin mümkün olmaması nedeniyle kesin konuşması da uygulama ve hastanın
tedavi neticesindeki psikolojik durumu açısından önem taşımaktadır. Tabi ki bunun
yanında hekimin meydana gelebilecek ihtimalleri mesleki tecrübesine dayanarak
ayrıntısıyla açıklaması ve hangi ihtimalin daha yüksek olduğunu belirtmesi
mümkündür. Ancak hastanın doğacak her türlü neticeye karşı da hazırlanması
gerekmektedir.
Tıbbi Hizmetlerin Kötü Uygulanmasından Doğan Sorumluluk Kanunu
Tasarısı’nın 3. maddesinde “Tıbbi kötü uygulama; sağlık personelinin; kasıt, kusur
veya ihmali ile standart uygulamayı yapmaması, bilgi eksikliği ile yanlış veya eksik
teşhiste bulunması veya yanlış tedavi uygulaması veya tedavi vermemesi ile meydana
gelen fiil veya durum” olarak tanımlanmıştır.
Tıbbi uygulamadan kaynaklanan hatalar genellikle iletişim eksiklikleri, yetki
sınırlarının aşılması, aydınlatma ve onam, hatalı karar, teknik hatalar, özen eksikliği,
terk etme vs.den kaynaklanmaktadır. Kısacası hastaya karşı yükümlülükleri olan sağlık
çalışanlarının bu yükümlülüklerini yerine getirmemesi neticesinde ortaya çıkan
uygulama tıbbın kötü uygulanmasıdır. Belirtilen bu hususlar genellikle ihmal
neticesinde meydana gelmektedir.
9
4. HUKUKİ SORUMLULUK BAKIMINDAN KÖTÜ UYGULAMA
Hekimlerin sorumluluğu kusura dayanmaktadır. Kusursuz sorumluluk söz
konusu değildir. Kusur, kusur sorumluluğunun kurucu öğesidir. Kusurun tanımı
kanunda yer almamaktadır. Doktrin ve uygulamada kusur, hukuk düzeninin kınadığı
davranış olarak tanımlanmaktadır. Kusur, hukuka aykırı bir davranışı gerektirmektedir.
Kusurlu bir davranışın hukuka aykırı olmaması mümkün değildir.
Kusur sorumluluk hukukunun temelidir.5
Kusurun kast ve ihmal olmak üzere iki türü mevcuttur.
Kast, hukuka aykırı sonucun bilerek ve isteyerek meydana getirilmesidir. İhmal
ise, hukuka aykırı sonucu istememekle birlikte, böyle bir sonucun önlenmesi için
gerekli önlemlerin alınmaması ve gereken özenin gösterilmemesidir.
Tıbbi uygulamada genellikle kasten değil ihmal nedeniyle kusur ortaya
çıkmaktadır. İhmal, aynı şartlar altında, aynı türdeki kişilerin iş hayatında gösterdikleri
gerekli özenin gösterilmemesi, kısaca özen eksikliğidir. Şu halde ihmalin temeli, hukuk
düzeninin koymuş olduğu özen yükümüne aykırı davranışa dayanmaktadır. İhmal,
olumlu bir davranıştan, bir yapmadan ibaret olabileceği gibi, olumsuz bir davranıştan,
bir yapmamadan da ibaret olabilir. Hekim özen görevine uygun şekilde gerekli
önlemleri de alarak müdahalede bulunduğunda sorumluluğu söz konusu olmayacaktır.
İhmal nedeniyle tazminatın söz konusu olabilmesi için; hekimin hastaya karşı bakma
yükümlülüğünün olması, bakım ve tedavi standardının ihlali, tazmin edilebilir bir zarar
ve bakım ve tedavi standardının ihlali ile meydana gelen zarar arasında uygun illiyet
bağının bulunması gerekmektedir.
Tıbbi uygulama hatası aktif olarak olabileceği gibi pasif olarak da
gerçekleşebilmektedir. Bir hekim uyguladığı tedavi neticesinde bir hataya sebep
olabileceği gibi gerekli olan tedaviyi uygulamaması neticesinde de kötü uygulamaya
sebep olabilmektedir. Örneğin, hekim yapması gereken testleri yapmamışsa bu nedenle
de bir hataya sebep olmuşsa bu durumda hekimin sorumluluğu doğmaktadır.
Sağlık çalışanının, tıbbi müdahale ilişkisindeki tüm borçlarına uygun
davranması, kendisinden beklenen standart uygulamadır. Bunun dışında kamu
5
Borçlar Kanunu madde 49/1
10
hukukundan doğan yükümlülüklerin ihlali standart uygulamanın yapılmaması anlamına
gelmemektedir.
5. HATALI TIBBİ MÜDAHALEDEN DOLAYI TAZMİNAT SORUMLULUĞU
Sorumluluk, bir kimsenin başkasına verdiği zararı giderim yükümlülüğüdür.
Kural olarak bir kimse başkasına verdiği zarardan hukuken sorumludur. Hekimlerin
hukuki sorumluluğu veya tazminat borcu bir esasa yahut bir kaynağa dayanmak
zorundadır. Hukukta bir borç varsa bunun bir hukuki esastan kaynaklanması, bir başka
ifade ile hukukun borç doğuran kurumlarından birine dayanması gerekir. Bir hekimin
tazminat ödemesi gerektiğinden söz edilecekse bunun kaynağının ortaya konulması
gerekir. Hukukta borç kaynakları birkaç tanedir. Bunlar;
 Sözleşme
 Haksız fiil
 Sebepsiz Zenginleşme
 Vekâletsiz İş görmedir.
Bunlardan hekimlerin en çok karşılaştıkları sorumluluk tipi haksız fiil ve
sözleşme sorumluluğudur.
a) Haksız Fiil Sorumluluğu
Haksız fiil sorumluluğu; kusurun, sorumluluğun sebebi olduğu sorumluluk
türüdür. Haksız fiil sorumluluğu, sözleşme dışı, hukuka aykırı, kusurlu bir davranışla bir
kimseye verilen zararın tazmini sorumluluğudur. Gerek kasten, gerek ihmal ile yahut
tedbirsizlik neticesinde haksız bir surette birisine zarar veren bu zararı gidermekle
yükümlüdür. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere haksız fiilden sorumlu olmak için
hukuka aykırı fiil, kusur, zarar ve uygun illiyet bağı bulunmalıdır.
Hekimin genel olarak sorumluluğu sözleşmeden kaynaklanmasına rağmen,
sözleşme dışı, sözleşmenin geçerli olmadığı durumlarda haksız fiil sorumluluğundan
bahsedilmektedir. Örneğin; yasal olmayan ancak günlük hayatta sıkça karşılaştığımız
organ alma ve kürtajda bu tür bir haksız fiil sorumluluğu söz konusu olmaktadır. Hatta
hasta ile hekim arasında sözleşme ilişkisinin bulunduğu durumlarda dahi sorumluluğun
kaynağı haksız fiile dayandırılabilmektedir. Genelde de tıbbi yardım ve el atmada hasta
yakınlarının açacağı tazminat davalarında sorumluluğun kaynağı haksız fiildir.
11
b) Sözleşme Sorumluluğu
Sözleşme sorumluluğu; hasta ile hekim arasında kurulan hukuki ilişkinin genel
anlamda kabul edilen sorumluluk tipidir. Hekim ile hasta arasında ilk karşılaşmadan
itibaren bir sözleşmenin olduğu varsayılmaktadır.6 Hekim bu sözleşme ile uygulanacak
tedavinin neticesi hakkında kesin bir teminat veremez. Ancak bu sözleşme ile hastanın
sağlığını korumak veya düzeltmek amacıyla elinden geleni yapacağını, hastaya özen,
sadakat ile bağlı kalacağını, tüm bilgi ve becerisini kullanacağını vs. hususlar yönünden
garanti vermiş olacaktır.
Hekimlik sözleşmesinin konusunu taraflar, hastanın ödeyeceği bir bedel
karşılığında, sadece hastalığın teşhisi edimi ile sınırlandırabilecekleri gibi, hekime
teşhisle birlikte tedavi ve bakım edimlerini de yüklemiş olabilirler. Bu asli yükümler
dışında, hekimin daha başka sözleşmesel edim yükümleri de bulunmaktadır. Tıbbî özen
gösterme, aydınlatma, arşivleme, sır saklama ve sadakat yükümleri gibi.
Ancak bu sözleşmenin gerçek anlamıyla tıbbi müdahale sözleşmesi olabilmesi
için, tıbbi müdahalede bulunacak kişinin “yetkili” bir kişi olması gerekir. Bu anlamıyla
sözleşme, sıradan iki insan arasında değil taraflardan birinin konu ile ilgili yetkili kişi
olduğu bir sözleşmedir. Bu kişi, duruma göre hekim, hemşire, hasta bakıcı veya
hastanenin kendisi olabilmektedir. Hekim ile hasta arasında kurulan bu sözleşmenin türü
kanunda yer almamakta ancak bu sözleşme kanunda yer alan bazı sözleşmelere benzer
özellikler göstermektedir. Bu nedenle de bu sözleşme hükümleri uygulanmaktadır.
Yargıtay uygulamalarında genellikle estetik cerrahları ve diş hekimleri ile
yapılan sözleşme eser sözleşmesi olarak kabul edilmektedir.7
Belirtilenler dışındaki hekim ve hasta arasındaki sözleşme vekâlet sözleşmesi
olarak karşımıza çıkmaktadır. Türk hukuk sisteminde, hasta- hekim arasındaki ilişkinin
Borçlar Kanunumuzun ilgili maddelerinde yer alan vekâlet akdi olduğu kabul
edilmektedir.8 Bu sözleşme taraflardan birisinin iş görme borcunu üstlendiği
sözleşmedir. Bu iş duruma göre; tedavi, teşhis duruma göre ise sadece korumadır. Fakat
hangisi olursa olsun iş görme borcu altına girmektedirler. Eser sözleşmesinde iş görme
borcu altında olan taraf, taahhüt ettiği sonucun meydana gelmesi borcu altındadır.
Oysaki vekâlet sözleşmesinde bir sonuç garanti edilmemektedir. Beklenilen sonucun
6
Yargıtay 9.Hukuk Dairesi 1991/14336 Esas; 1991/8375 Karar; 18.11.1991 tarihli kararı
Yargıtay 15.HD.1999/4007 Esas; 1999/3868 Karar; 03.11.1999 tarihli kararı
8
Yargıtay 13. HD. 2008/4519 Esas; 2008/10750 Karar; 18.09.2009 Tarihli Kararı
7
12
meydana gelmesi için elden gelen her şeyin yapılacağı, her türlü önlemin alınacağı
garanti edilmekte sonuç garanti edilmemektedir.
. Sözleşmeye “vekâlet sözleşmesi” deyince, hekim bakımından ön plana çıkan
en önemli unsur, işi özenle yapma borcudur. Hekim, kendisine başvuran hastaya
müdahalesini özenle yapmak zorundadır. Onun bu sözleşmeden kaynaklanan borcunun,
doğru dürüst yerine getirilip getirilmediğinin temel kıstası “özen borcu” dur. Vekâlet
akdi hükümlerine göre hekim ve sağlık kuruluşu, hastanın zarar görmemesi için mesleki
tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan gecikmeksizin saptayıp,
gerekli önlemleri derhal eksiksiz bir biçimde almak, hastalığın seyri ve uygulanması
gerekli olan tüm tedavinin olası risklerini eksiksiz olarak bilgilendirmek ve uygun
tedaviyi gecikmeksizin gerektiği gibi yani doğru şekilde uygulamak zorundadır. 9
Ancak doktrinde ve Yargıtay uygulamasına göre hekim, vekâlet görevine konu
işi görürken sonucun elde edilememesinden sorumlu değildir. Bu sonuca ulaşmak için
gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin davranışların özenli olmamasından
sorumludur.10
Bu anlamda hekimin tazminat sorumluluğunun doğabilmesi için, üstlenmiş
olduğu işi sözleşmeye uygun bir şekilde yapmamış olması birinci şarttır. Fakat
tazminattan söz edebilmek için, ortada bir zararın da bulunması gerekmektedir. Bu
yüzden birinci şart dışında ikinci şart, ortada bir zararın bulunmasıdır. Bu zarar maddi
veya manevi olabilir. Bu önemli değildir. Fakat her halükarda bir zarar bulunmalıdır.
Bunun dışında zarar ile hekimin eylemi arasında bir neden-sonuç ilişkisi de
bulunmalıdır. Son olarak temelde hekimin meydana gelen sonuçta kusurlu olması da
şartlardan biridir. Tazminat hukuku bakımından borca aykırılığın bulunması
gerekmektedir.
Sağlık personelinin acil durumlar dışındaki sorumluluğu bir sözleşmeye
dayanmaktadır. Burada hukuka aykırılık sözleşmeye aykırılık olarak karşımıza
çıkmaktadır.
Yargıtay 13.Hukuk Dairesi 2002/13959 Esas; 2003/2380 Karar; 06.03.2003
tarihli kararında “ Vekil, iş görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden değil de
bu sonuca, ulaşmak için yaptığı uğraşıların özenle görülmemesinden sorumludur.
9
Yargıtay 13. HD.06.03.2003; 2002/13959; 2003/2380 Tarihli Kararı
Yargıtay 13.HD.2006/10038 Esas; 2006/13288 Karar; 10.10.2006 Tarihli kararı
10
13
Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır.
Vekil, işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, hafif kusurundan bile sorumludur. O
nedenle hekimin meslek alanı içinde olan bütün kusurları sorumluluğun unsuru olarak
kabul edilmelidir. Hekim, hastasının zarar görmemesi için yalnız mesleki değil, genel
hayat tecrübelerine göre herkese yüklenebilecek dikkat ve özeni göstermek zorundadır.
Hekim tıbbi çalışmalarda bulunurken bazı mesleki şartları yerine getirmek, hastanın
durumuna değer vermek, tıp biliminin kurallarını gözetip uygulamak, tedaviyi her türlü
ihtiyat tedbirlerini alarak yapmak zorundadır. Hekim, ufak bir tereddüt gösteren
durumlarda bu tereddüdü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve orada koruyucu
tedbirler almakla yükümlüdür. Titiz, özen göstermeyen bir vekil, vekâleti gereği gibi ifa
etmemiş sayılmaktadır.” Şeklinde vekillik görevinin gereğini tam anlamıyla belirtmiştir.
6. TIBBİ MÜDAHALEDE HUKUKİ SORUMLULUĞUN SEBEPLERİ
Sağlık
çalışanının,
acil
durumlar
dışındaki
sorumluluğu
sözleşme
sorumluluğudur. Ortaya çıkacak sorumluluk esasen kusura dayanmaktadır. Sağlık
çalışanının sözleşme sorumluluğunun dışında geniş anlamda haksız fiil sorumluluğu, bir
sözleşmenin kurulmadığı durumlarda vekâletsiz iş görmeden sorumluluğu, istihdam
edilen yardımcı kişilerin fiillerinden sorumluluğu olabilecektir.
Sözleşmenin tarafı olan kişi kural olarak hafif kusurundan dolayı sorumlu
olmayacağına ilişkin bir anlaşma yapabilir. Ancak bu anlaşma Özel Hastaneler söz
konusu olduğunda geçerli olmaz. Bu husus borçlar kanununda da açıkça yer almaktadır.
Kamu görevlisi ile özel olarak çalışan hekimin sorumluklarının dayanakları da
değişebilmektedir. Kamu görevlisi olan sağlık çalışanının görevden ayrılan kişisel
kusurlarından doğan sorumluluğu haksız fiil esasına tabidir.
A. Özel Hukuk Kişileri Tarafından Yürütülen Sağlık Faaliyetlerinden Dolayı
İdarenin Sorumluluğu
Özel hukuk kişileri (serbest çalışan hekim ve özel hastaneler), sundukları sağlık
hizmetlerinden, özel hukuk hükümleri çerçevesinde sorumludur. Bu durumda, hekim ile
hasta arasındaki hukuki ilişki bir özel hukuk sözleşmesi olup, tarafların hak ve
sorumlulukları bu sözleşme kapsamında değerlendirilecektir.
İdarenin, bu tür sağlık faaliyetlerini ruhsatlandırmak, denetlemek, yaptırım
uygulamak gibi görev ve yetkililerinden dolayı sorumluluğu söz konusu olabilir. Yoksa
idarenin bunun dışında herhangi bir sorumluluğu bulunmamaktadır. Özel hastane
14
bünyesinde çalışan hekim vs. hatalarından hasta ile yapılan ilgili sözleşme veya
istihdam eden sıfatıyla sorumluluk doğmaktadır.11
B. Hekimin Hatalarından Dolayı İdarenin Sorumluluğunun Hukuki Dayanağı
Anayasanın 129/5. maddesine göre ise; “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin
yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu
edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak ancak idare
aleyhine açılır.”
657 Sayılı Devlet Memurları Kanunun 13. maddesi, memur ve diğer kamu
görevlilerinin kişilere verdikleri zararlardan dolayı sorumluluklarını “Kişiler, kamu
hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevi yerine
getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açabilirler.” Şeklinde
düzenlemiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2011/4-592 Esas; 2012/25 Karar;
01.02.2012 tarihli kararında “ Davacıların iddiası, davalı doktorun görevi sırasında
ve yetkisini kullanırken işlediği bir kusura ve bu kusurun niteliği itibariyle de kamu
görevlisinin ihmaline dayanmaktadır. Davalının görevi dışında kalan kişisel kusuruna
dayanılmadığına, dikkatsizlik ve tedbirsizliğe dayalı da olsa eylemin görev sırasında ve
görevle ilgili olmasına ve hizmet kusuru niteliğinde bulunmasına göre, eldeki davada
husumet kamu görevlisine değil, idareye düşmektedir. Öyle ise dava idare aleyhine
açılıp, husumetin de idareye yöneltilmesi gerekir.” Şeklinde hüküm tesis etmiştir.
C. Hekimin Kişisel Kusuru ve Görev Kusuru
Hekim görevi ile alakalı olmayan kişisel kusurundan tamamen kendisi
sorumludur. Resmi görevinden tamamen ayrılarak meydana getirilen kusurdan
sorumluluk sadece hekime aittir. Bu sorumluluk başkasına yükletilemez.
Hizmet kusuru veya görev kusuru ise; “kamu görevlilerinin görevlerinden
ayrılamaz nitelikte olan” kusurlarıdır.
Kişisel kusur ile görev kusuru ayırımının en önemli sonucu; kişisel kusurda
doğrudan kamu görevlisinin aleyhine adli yargıda dava açmak mümkün iken görev
kusuru veya görev kusuru ile kişisel kusurun birleştiği durumlarda idare aleyhine dava
açılabilmektedir.
11
HGK. 11.12.2002, E.2002/13-1011; K.2002/1047 Tarihli Kararı
15
657 Sayılı Devlet Memurları Kanunun 13. maddesi ile getirilen düzenlemenin;
kamu hukukuna bağlı görevlerle ilgili ortaya çıkan zararın, bu görevi yerine getiren
personelin kusurlu ya da kasıtlı davranışından kaynaklansa bile; açılacak tazminat
davasının, bu görevi yerine getiren personele karşı değil, ilgili idare aleyhine
açılabileceği kabul edilmektedir. Kanun; hizmet kusuru-kişisel kusur ayırımına
girmediği, üstelik kasıtlı eylemleri de içerdiği için, kamu hizmeti yerine getiren
personelin tam bir yargı bağışıklığının bulunduğu ifade edilmektedir. Bu nedenle; kamu
görevlisinin kişisel kusurundan dolayı zarar gören kişiye karşı, kamu görevlisi değil
idarenin sorumlu olacağı, kamu görevlilerinin kişisel kusurlarından dolayı kamu
görevlilerine karşı dava açılamayacağı da kabul edilmektedir.
7. TIBBİ UYGULAMANIN KÖTÜ YAPILMASI NETİCESİNDE TAZMİNAT
DAVASI
Tıbbi müdahalenin kötü uygulanmasından kaynaklanan sorumluluk bir tazminatı
gerektirmektedir. Şartlarının bulunması halinde hem maddi hem de manevi tazminat
davası açılabilmektedir. Tazminat davası kural olarak eylemi gerçekleştiren kişiye karşı
açılır. Fakat bazı hallerde eylemi yapan kişinin kusurundan başka birinin sorumluluğu
söz konusu olabilmektedir. Bu takdirde davanın tarafı eylemi yapmamasına rağmen söz
konusu sorumlu kişi olabilir.
Davayı zarar gören hasta açar. Onun ölmesi halinde onun yakınları da dava
açabilecektir. Özellikle sözleşmeye dayalı tazminat davalarında sözleşmenin kimler
arasında yapıldığının tespiti önem arz eder. Sözleşme ilişkisine dayanılması ihtimalinde
sağlık personelinin sözleşmenin tarafı olmadığı hallerde onlara sözleşme ilişkisi
çerçevesinde başvurulması mümkün değildir. Kendisine ait bir muayenehanede tedavi
hizmeti veren hekimden, farklı olarak belirli bir hastanede tedavi hizmeti veren hekimin
belirli bir kuruma tabi olarak çalışması söz konusudur. Burada hastanın sözleşmeyi
hekim ile mi yoksa hastane ile mi kurduğunun belirlenmesi, sözleşmeden kaynaklanan
taleplerin ve sorumluluğun kime yöneltileceğinin tespiti bakımından önemlidir.
a) Maddi Tazminat
Tıbbi müdahalenin kötü uygulanması neticesinde meydana gelen maddi zararın
tazmini amacıyla açılmaktadır. Kişinin tıbbi müdahale neticesinde kavuşacağı durum ile
16
kötü müdahale neticesinde meydana gelen durum arasındaki farktır. Kişinin mameleki
değerinde istemeden meydana gelen bir azalma ya da artması gerekirken artmamasıdır.
Sözleşme ve sözleşme dışı her ne şekilde meydana gelirse gelsin, meydana gelen
bu maddi zararı ispat yükü iddia edene yani hastaya aittir. Ancak tam olarak maddi
zararın belirlenemeyeceği durumlarda somut olayın özelliğine göre zararı hâkim belirler
ya da bilirkişiden zararın tespitini isteyebilir. Uygulamada da genlikle uzmanlık
gerektirdiğinden bahisle bilirkişiden tespit istenilmektedir.
Tıbbi müdahalenin kötü uygulanması neticesinde hasta ölmüşse destekten
yoksun kalan yakınları dava açabilecektir. Bunun için destekten yoksun kalanların
mutlaka ölenin yasal mirasçıları olması gerekli değildir. Destekten yoksun kalan ile
sağlık personeli arasındaki ilişki haksız fiilden kaynaklanmaktadır. Tıbbi müdahalenin
hemen ardından ölümün gerçekleşmesi durumunda ölünün defin, cenaze, kefen vs.
masrafları da maddi tazminat olarak istenebilecektir. Ölümün daha sonra meydana
gelmesi durumunda ise ölüm anına kadar yapılan masraflar da talep edilebilir.
Tazminat miktarı hesaplanırken tarafların kusur durumları da dikkate alınır.
b) Manevi Tazminat
Manevi zarar; mağdurun huzurunda beklediğinin aksine bir yönde ya da
beklemediği bir şekilde meydana gelen azalmadır. Manevi tazminat, kişinin duymuş
olduğu bu elem ve ızdırabın giderilmesine yöneliktir.
Manevi tazminat gerçek anlamda bir tazminat olmadığı gibi bir ceza da değildir.
Manevi tazminatın hukuki dayanağını Medeni Kanun’un 24.12 maddesi, vücut
bütünlüğünün ihlali ve ölüm halinde 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 56.13maddesi
oluşturmaktadır.
Manevi tazminat miktarının belirlenmesinde hâkimin takdir yetkisinin büyük
rolü bulunmaktadır. Manevi tazminat bir tarafın zenginleşmesine diğer tarafın mahvına
12
MK.m.24.” Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı
korunmasını isteyebilir.”
13
BK.m.56. “Hakim, bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini
göz önünde tutarak, zarar görene uygun bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesine karar
verebilir.”
17
neden
olmayacak
şekilde
objektif
ve
sübjektif
unsurların
takdirine
göre
belirlenmektedir. Uygulamada maddi tazminatın aksine manevi tazminat miktarı tam
anlamıyla hakimin takdirinde olan bir husustur.
Manevi tazminatta, vücut bütünlüğüne ve kişilik haklarına saldırıda; vücut
bütünlüğü ve kişilik hakkı zarar gören kişi hak sahibidir. Ancak Borçlar Kanunu’nun
56/2. maddesinde de açıkça yer aldığı üzere ağır bedensel zarar veya ölüm hallinde,
zarar görenin veya ölenin yakınlarına manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın
ödenmesine karar verilebilir.
Belirtilen nedenlerle manevi tazminat tam anlamıyla bir tazminat olmayıp
saldırıya uğrayanın ya da yakınlarının az da olsa huzur duygusunu tatmin bakımıyla
getirilmiş bir tazminattır.
8. ZAMANAŞIMI
Zamanaşımı, hukuk kurallarının kişilere tanıdığı hakların, getirdiği yaptırımların
yine hukuk kuralları ile belirlenen süreleri aşmasıdır. Başka bir anlatımla, bir hakkın
hukuk kuralında öngörülen sürede kullanılması neticesinde bir takım sonuçlar meydana
gelmektedir. Zamanaşımı süresi bu sürelerdendir.
Zamanaşımı hem borçlar hukukunda hem de ceza hukukunda yer almaktadır.
Borçlar hukukunda zamanaşımı, borcun doğumundan sonra, belli bir sürenin geçmesi
sonucunda borçluya borcu ödemekten kaçınma hakkı veren bir nedendir. Zamanaşımı
borcu sona erdirmez, sadece borçluya borcu ödemekten kaçınma hakkı verir.
6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 72.maddesinde zamanaşımı özel olarak
düzenlenmiştir. Kusurun kurucu unsur olduğu durumlarda kanun maddesinde üç türlü
zamanaşımı süresi öngörülmüştür. Buna göre tazminat talebi, zarar görenin zararı ve
tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak 2 yılın ve herhalde fiilin işlendiği
tarihten başlayarak 10 yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Zararın mahiyet ve şümulü
anlaşılmadan mutlaka haksız eylem tarihinden itibaren 2 yıl içinde dava açılması
gerektiği yolunda bir görüş, Borçlar Kanunu’nun 72. maddesindeki zararı öğrenme
kavramına uygun düşmez. Bu nedenle İsviçre Federal Mahkemesi gibi Yargıtay da
vücut bütünlüğünün ihlalinden doğan zararlarda 2 yıllık zamanaşımı süresinin ancak
kesin teşhisten, özellikle sürekli sakatlığa ilişkin kesin raporun öğrenilmesinden sonra
işlemeye başlayacağını kabul etmektedir.
18
Davaya konu eylem, aynı zamanda suç oluşturuyorsa o zaman Ceza Kanunu’nda
daha uzun süre öngörülmüş ise, tazminat davasında ceza zamanaşımı süresi
uygulanacaktır.
Sağlık çalışanı ile hasta arasında vekâlet ilişkisinin bulunduğu durumlarda ise
6098 sayılı kanunun 147/5.maddesinde belirtildiği üzere 5 yıllık zamanaşımı süresi
mevcuttur.
SONUÇ
İnsan kutsal bir varlıktır, insanın şahsına ve beden bütünlüğüne karşı yapılan her
türlü saldırı hukuka aykırıdır. Tıbbi müdahale de kişinin yaşam hakkına, beden
bütünlüğüne yönelik bir tehlikedir. Her tıbbi müdahale, içinde az da olsa bir riski
barındırmaktadır. Teknolojinin gelişmesi, yeni tedavi yöntemlerinin bulunmasıyla
birlikte meydana gelen risk oranı azaltılmaya çalışılsa da yine de tamamen ortadan
kaldırılması mümkün olmamaktadır.
Yargıtay Kararlarıyla mevcut tıbbi müdahale neticesinde meydana gelen
hatalardan bir kısım örnekler şu şekildedir;
Böbrek ameliyatı olan hastanın karnında 2 metre uzunluğunda gazlı tampon
unutulmuş; hasta on yıl boyunca ağrı çektikten sonra, sebebi anlaşılıp ikinci ameliyatla
gazlı tampon çıkarılmıştır. (Yargıtay 13. HD. 14.03.1983, 7237-1783)
Kafasına çivi batması tanısıyla pansuman yapılıp, tetanoz aşısı yapılmadan evine
gönderilen sigortalı işçi, sonradan gelişen rahatsızlığı üzerine hastaneye yatırılmışsa da,
Adli Tıp Kurumu raporuna göre künt ve kafa travmasına bağlı kafatası kırığından
kaynaklanan menenjit sonucu ölmüştür. ( Yargıtay 10.HD. 09.11.1999; 6175-8022)
Trafik kazası sonucu hastaneye yaralı getirilen kişinin, görevli doktor ve hemşire
tarafından yeterli kontrol ve muayene ile gelişen klinik bulgulara uygun müdahalede
bulunmaması nedeniyle, yaralı ölmüş, doktor ve hemşire kusurlu bulunmuşlardır.
(Yargıtay 4.CD.11.02.2004, 2003/1064-2004/2055)
Koltuk altında kütlenin alınması amacıyla yapılan ameliyat sırasında sinirlerin
de kesilmesi sonucu, hastanın sol kolu felç olmuştur. ( Yargıtay HD. 15.10.2002, 792510687)
19
Hemşirenin, hatalı iğne yapması sonucu küçük bir çocuğun kolu omuz
hizasından kesilmiştir. (Yargıtay 21.HD. 11.11.1997, 6482- 7327)
Tıbbi müdahalenin hukuka uygun olması, gerekli tüm şartların bulunması, bu
şartların bulunmaması halinde tıbbın kötü uygulanması sonucu ortaya çıkacaktır. Tıpta
meydana gelen zararlar genellikle ihmal ile meydana gelmektedir. Meydana gelen bu
zararlar neticesinde gerek hekimin çalıştığı kurumun, gerekse sağlık personelinin
sorumlulukları doğmaktadır. Bu çerçevede özel ve kamu kurumu niteliğinde olan
hastanelerin sorumlulukları farklıdır.
Bu sorumluluklar çerçevesinde hastanın ve yakınlarının uğradığı zararları
karşılamak bakımından da tazminat davası açılabilmesi mümkündür.
Son zamanlarda, davaların uzun sürmesi ve zarara uğrayanların zararlarının geç
tazmin edilmesi nedeniyle ülkemizde diğer gelişmiş ülkelerde bulunan sağlık
ombudsmanı/arabulucu kurumu getirilmeye çalışılmaktadır. Sağlık arabulucuları
görevleri gereğince hastane, sağlık personeli ve hasta arasında meydana gelen zarara
yönelik arabuluculuk faaliyeti yerine getirecektir. Böylece tıbbi müdahale neticesinde
zarara uğrayanların dava açarak uzun ve yorucu bir sürece girmeleri yerine her iki
tarafında menfaatleri çerçevesinde anlaşma sağlanacaktır.
Son olarak insanın ulusal ve uluslar arası yasalarla, anlaşmalarla esas altına
alınmış yaşam, sağlık vs. hakları ihlal edilemez. Bu tür ihlalleri gerçekleştirenler
sorumludur. Bu uğurda yapılacak her türlü sağlık ihlali neticesinde az ya da çok maddi
ya da manevi tüm zararların da tazmini gerek uzlaşma gerekse diğer hukuki yollarla
gerçekleştirilecektir.
20
Kaynaklar
1.Yasal Değişiklikler Sonrası Hekimin Sorumluluğu Ve Malpraktis ( Gürcan ALTUNAbdullah Coşkun YORULMAZ)
2. Tıp Hukuku (Hakan Hakeri)
3. Tıbbi Uygulama Hataların Hekimin Sorumluluğu (Av.Hayrettin GÜL Aralık 2010
makalesi)
4. Tıbbi Müdahale Hataları (Halide SAVAŞ ) (Seçkin Yayıncılık Haziran 2013 3.baskı)
5.Tıp ve Sağlık Mevzuatı
6. Türk Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu Şerhleri
7. 1789 İnsan ve Vatandaş Hakları Beyannamesi
8. İstanbul Barosu Sağlık Hukuku Makaleleri (2012)
9. Türk Borçlar Hukuku-Türk Medeni Hukuku (Mehmet AYAN)(Mimoza Yayınları)
10.Yargıtay İçtihatları
Download