Ekolojik Ayak İzi

advertisement
 Doğal kaynakların ekolojik sınırları aşmayan kullanımı, doğayla uyum içinde
yaşamamızı sağlayacak kalkınma biçiminin önemli bir unsurudur.
 Ekolojik Ayak İzi:
 Mevcut teknoloji ve kaynak yönetimiyle bir bireyin, topluluğun
ya da faaliyetin tükettiği kaynakları üretmek ve yarattığı atığı
bertaraf etmek için gereken biyolojik olarak verimli toprak ve su
alanıdır. Ekolojik Ayak İzi “küresel hektar” (kha) ile ifade edilir.
Buna altyapı ile atık karbondioksitin (CO2) emilimini
sağlayacak bitki örtüsü için gerekli alanlar da dâhildir.
 Ekolojik Ayak İzi Çevresel sürdürülebilirliği ölçülebilir kılar.
 İnsan faaliyetleri sonucu ortaya çıkan Ekolojik Ayak İzi’ni aynı
süre içerisinde üretebileceğimiz doğal kaynak miktarıyla, yani
biyolojik kapasite ile karşılaştırarak, doğal kaynakların kendini
yenileme sınırları içerisinde yaşayıp yaşamadığımızı görebiliriz.
 İnsanın gezegenin sınırlarını aştığı günümüzün dünyasında, doğal
kaynaklar giderek daha fazla önem kazanıyor. Ülkeler ekolojik
risk profillerini çıkarıyor. Pek çok ülkenin Ekolojik Ayak İzi
biyolojik kapasitesini aşıyor.
 Ekolojik açığı olan ülkeler, dünyanın başka bölgelerinin tatlı su
kaynaklarına, ormanlarına, tarım alanlarına bağımlı durumdalar.
Ülkelerin ekolojik bilançosunu çıkaran Ekolojik Ayak İzi
hesaplamaları, kaynakları yönetmek için gereken verileri temin
ederek, geleceği güvence altına almamızı sağlayabilir
 Tüketimin Ekolojik Ayak İzi:
 Doğal kaynakları sağlayan coğrafyadan bağımsız olarak, bir kişi ya da bir topluluk
tarafından tüketilen ürünlerin üretimi için kullanılan yenilenebilir doğal kaynakları
ifade eder.
 Kişi başına düşen tüketim Ayak İzi’nin küresel ölçekte kişi başına düşen biyolojik
kapasiteyi aşması, bir birey ya da bölgede yaşayan insanların tüketim biçiminin, tüm
dünyadaki insanlar tarafından tekrarlanırsa uzun süre devam ettirilemeyeceği
anlamına gelir.
 Üretimin Ekolojik Ayak İzi:
 Bir ülkeden ya da bir coğrafi bölgeden sağlanan biyolojik kapasitenin kullanımını
ifade eder. Bu göstergenin, aynı alan içindeki mevcut biyolojik kapasite ile kolayca
karşılaştırılmasıyla yerel/ulusal/küresel bir sürdürülebilirlik ölçütü elde etmek
mümkündür: Bir yerdeki üretimin Ayak İzi’nin, biyolojik kapasiteyi aşması, oradaki
doğal kaynakların sürdürülebilir olmayan biçimde kullanıldığı anlamına gelir.
 Gezegenin toplam biyolojik kapasitesi, yani insanlığın ekolojik




talebini karşılama kapasitesi, tanım gereği dünyadaki toplam üretken
alana eşittir. Biyolojik kapasite, üretken alanların boyutundaki
değişime bağlı olarak yıllar içinde değişkenlik gösterebilir.
Gezegenin kaynakları, sürdürülebilir seviyenin çok üzerinde bir hızla
tüketilmektedir.
Gezegenin, insanlığın talebini karşılama kapasitesi ilk olarak
1970’lerin ortalarında aşılmıştır.
1975 yılından beri gezegenin doğal kaynak üretim ve karbon tutma
kapasiteleri her yıl belirgin bir biçimde aşıldı.
Küresel ölçekte, 2007 yılında insanların faaliyetlerini sürdürmeleri
için 1,5 gezegene eşdeğer kaynak kullanılmıştır.
 Ekolojik ayak izi ölçümlemelerine göre, dünyadaki herkes bir Kuzey
Amerikalı kadar tüketse 5, bir Avrupalı kadar tüketse 3, Türkiye'de
yaşayan biri kadar tüketse 2 gezegene ihtiyacımız olacak.
Geçtiğimiz 50 yıl içinde yalnız gelişmiş ülkelerde değil, gelişmekte
olan ülkelerde de kaynak kullanımı hızla artmıştır. Örneğin, 1961’de
dünya nüfusunun büyük bir bölümü “ekolojik borçlu” olmayan
ülkelerde yaşıyordu. 2007 yılına gelindiğindeyse biyolojik kapasiteyi
aşan doğal kaynak tüketimi sonucu dünya nüfusunun %80’inden
fazlasının ekolojik borçlu ülkelerde yaşadığı görülmektedir.
Son 50 yılda yaşanan bu değişim, sürdürülebilir yaşamdan hızla
uzaklaştığımıza işaret eder.
 Türkiye’nin yenilenebilir doğal kaynak talebinin büyük bölümü
ulusal biyolojik kapasiteyle karşılanıyor olsa da, diğer ülkelerden
elde edilen biyolojik kapasite hızla artmaktadır. Ülke dışındaki
kaynaklara bağımlılığın artmasını önlemek için biyolojik
kapasiteye yatırım yapılmalıdır.
 1961-1988 yılları arasında Türkiye altı yıl hariç, her yıl, az da olsa
net biyolojik kapasite ihracatçısı konumundaydı. Başka bir deyişle
bu yıllarda ülke dışına gönderilen biyolojik kapasite, dışarıdan
alınandan daha fazlaydı. 1989 yılından itibaren Türkiye, net
biyolojik kapasite ithalatçısı olmuştur.
 Geçtiğimiz 20 yıllık süre içinde, tüketimimiz, artan biçimde,
doğrudan hammadde ya da dolaylı yoldan ithal edilen ürünlerin
içindeki girdiler olarak, sınır ötesi kaynaklara dayanmaktadır
Türkiye’de ticaret yoluyla karşılanan doğal kaynak talebi,
tüketimin Ayak İzi’nin yaklaşık %20’sini oluşturmaktadır.
ÇEVRE KİRLİLİĞİNİ ÖNLEME
AMAÇLI ÇALIŞMALAR
Kurumsal Çalışmalar
 Çevre kirliliğini önlemeye yönelik faaliyetlerin büyük bir
kısmını çevre ile ilgili örgütler üstlenmiş durumdadır
 Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP), Dünya Sağlık
Teşkilatı (WHO), Dünya Tarım Teşkilatı (FAO), Avrupa Çevre
Ajansı (EEA), Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı
(OECD), AB …
 Gönüllü kuruluşlar: Belirli amaçları gerçekleştirmek,
kamuoyunu aydınlatmak amacıyla çalışan gönüllülük esaslı
kuruluşlardır
 National Trust (Ulusal koruma), Vahşi Hayatı Koruma Vakfı
(WWF), Greenpeace (Yeşil Barış Örgütü) …
 Türkiye Aile Planlaması Derneği, Türkiye Tabiatını Koruma
Derneği, Türkiye Çevre Vakfı, Türkiye Erezyonla Mücadele
Ağaçlandırma ve Doğal Kaynakları Koruma Vakfı …
 Uluslararası Standartlar Organizasyonu (ISO): Ürün ve
haberleşme standartlarının belirlenmesi için 1947
yılında Cenevre’de kurulan ve 120’den fazla üyesi olan
kuruluştur
 ISO 14000 standartı; eko etiket, çevre denetimi, çevre
performans değerlendirmesi, ürün standartlarında
çevrenin dikkate alınması gibi bazı standartları ihtiva
etmektedir
 Siyasi Partiler: Yeşiller Partisi (Almanya)
Uluslararası Çalışmalar
 Çevre sorunlarının uluslararası bir sorun haline gelmesi bu
konularda uluslararası adımların atılmasına neden
olmuştur
 Bu faaliyetler konferans, zirve ve bunların sonucunda
oluşan sözleşmeler ve ülkelerin ikili veya çok taraflı
uluslararası anlaşmaları şeklinde olmaktadır
 Zirve sonunda bildirgeler yayınlanmakta ve yaptırımsal
taahhüt içermeyen metinler ortaya çıkmaktadır
 Zirve veya konferansalar sonunda imzalanan sözleşmeler
bağlayıcı konumdadır
 60 ve 70’li yıllar uluslararası zirvelerin yoğun olduğu
yıllardır
 1972 yılında Stockholm'de düzenlenen İnsan Çevresi
konferansı bu noktada atılan geniş kapsamlı ilk zirvedir
Stockholm Konferansı
 Çevre konusundaki ilk küresel değerlendirmedir
 Yayınlanan bildirgede, insan faaliyetlerinin çevre
üzerindeki olumsuz etkileri, ülkelerin iktisadi gelişme
sorunlarının, ekonomik ve toplumsal anlamda
işbirliğinin önemi vurgulanmıştır
 Hukuki açıdan bağlayıcı olmayan bu bildirge politik
ağırlığı sebebiyle uluslararası sözleşmelerin içeriğine
esin kaynağı olmuştur
 Bu konferans ile Birleşmiş Milletlerin kolu olan
Birleşmiş Milletler Çevre Programı
(UNEP)
kurulmuştur
Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı
 Stockholm Konferansının 20. yıldönümünde Rio de
Janerio’da yapılan bu konferansta önceki konferansın
ilkelerine bağlı kalınmış ve 5 temel belge ortaya
çıkarılmıştır;
1. Rio Bildirgesi
2. Gündem 21
3. Orman İlkeleri
4. İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi
5. Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi
Rio Konferansı ve Gündem 21
 Sürdürülebilir kalkınmanın” tüm insanlığın 21. yüzyıldaki ortak hedefi
olarak benimsenmesi nedeniyle “21” sayısı ile adlandırılmıştır
 Rio Deklarasyonu’nun ana temaları;
 İlke 1: Sürdürülebilir kalkınma için insanlar odak noktasıdır.
 İlke 2: Ülkeler diğer devletlerin çevrelerine zarar vermemelidir.
 İlke 3: Kalkınma şimdiki ve gelecekteki kuşakların kalkınma ve çevre ihtiyaçlarını











eşit ölçüde karşılamalıdır
İlke 4: Çevrenin korunması kalkınma sürecinin bir parçasıdır.
İlke 5: Yoksulluğun kaldırılması sürdürülebilir kalkınmanın ayrılmaz bir parçasıdır.
İlke 6: En az gelişmiş ülkelerin özel durumu ve ihtiyaçlarına özel öncelik
verilmelidir.
İlke 7: Dünya ekosisteminin sağlık ve bütünlüğünün korunması ve restore
edilmesi için devletlerin ortak ama farklı sorumlulukları mevcuttur.
İlke 8: Devletler, sürdürülemez üretim ve tüketim kalıplarını azaltmalı ve ortadan
kaldırmalıdır, uygun demografik politikalar takip etmelidir.
İlke 9: Devletler, sürdürülebilir kalkınma için ülke içi kapasitelerini geliştirmek
amacıyla işbirliğine gitmelidir.
İlke 10: Çevre sorunları hakkındaki bilgiyi artırmak, halkın farkındalığını ve
katılımını sağlamak için faaliyette bulunulmalıdır.
Uluslararası Anlaşmalar
 Geleneksel anlaşmalar ve tek taraflı/çok taraflı anlaşmalar
olmak üzere ikiye ayrılmaktadır
 Geleneksel anlaşmalar; iki veya daha fazla ülke arasında
yapılan yapı olarak zayıf olan anlaşmalardır
 Tek taraflı/çok taraflı anlaşmalar; sorumluluk getiren ve
zorlayıcı nitelikte araçları içeren anlaşmalardır
 Yükümlülüklere uymayanlara yaptırım cezası verilmektedir
 Yaptırımlar genellikle Dünya Bankası ve IMF gibi örgütlerin
kredi şartı olarak ortaya çıkmaktadır
 Anlaşmaların ihlali durumunda uluslarüstü bir mahkeme
mevcut değildir. BM ve AB’nin yargı organlarıyla İnsan
Hakları Mahkemeleri bu konuda uyuşmazlığı çözmekte
kullanılmaktadır
İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi
 Sera gazı salınımlarının azaltılması
 İnsan kaynaklı sera gazı salınımını 2000 yılına kadar
1990 düzeyine çekme, gelişme yolundaki ülkelere mali
kaynak ve teknoloji aktarılması
 Türkiye bu anlaşmaya 2004 yılına kadar taraf
olmamıştır
Basel Konvansiyonu
 Zararlı atıkların sınırlar ötesi hareketleri ve imhası
konulu konvansiyon (1989)
 Amaç, tehlikeli atık ve zehirli maddelerin ihraç ve
ithalini bir ülke gönüllü olarak kabul etmediği sürece
durdurmaktır
Viyana Konvansiyonu
 Ozon tabakası için zararlı olan kloroflorokarbon
tüketimini yasaklamaya yönelik yapılan anlaşmadır
Montreal Protokolü
 Ozon tabakasına zararlı kimyasalları yasaklamayı
hedef alan ve ticari yaptırımlar içeren bir anlaşmadır
Kyoto Protokolü
 Japonya’nın Kyoto kentinde 160 ülkenin katılımıyla yapılmıştır
 Karbondioksit emisyonlarının ve sera etkili gazların ortadan kaldırılması







amaçlanmaktadır
Ülkelerin iklim dostu teknolojiler kullanması benimsenmiştir
Emisyonlarına sınırlama getirilen en önemli sera gazı karbondioksittir.
Karbondioksit, gelişmiş ülkelerin toplam sera gazı emisyonlarının %80’ni
oluşturmaktadır
Türkiye, şartları yerine getirememe endişesiyle anlaşmaya taraf olmamıştır.
Maliyetlerin ülkeler arasında nasıl paylaşılacağı tartışma konusu olmuştur
En fazla karbondioksit salınımı yapan ülke olan ABD anlaşmanın maliyet
getirici olması nedeniyle bu anlaşmaya taraf olmamıştır
Diğer önemli kirletici olan Rusya ise 2004 yılında anlaşmaya taraf olmuştur
Download