PowerPoint Sunusu

advertisement
MODERN SOSYOLOJİNiN GELİŞİMİ
• Modern sosyolojideki teoriler teknoloji,
üretim ve örgüt biçimi açısından daha
gelişmiş, karmaşık ve dinamik bir yapıya sahip
olan yirminci yüzyıl toplumları ile ilgili
olduklarından klasik sosyolojideki teorilere
nazaran daha karmaşık toplum analizleri
sunarlar.
• Bununla birlikte genel olarak bakıldığında
modern sosyolojideki teoriler klasik
sosyolojinin başlıca mimarları olarak kabul
edilen Marx, Weber ve Durkheim tarafından
geliştirilen ve yukarıda özetlenen teoriler
üzerinde şekillenmiştir.
• Modern sosyolojideki teoriler çok çeşitli ve
birbirlerinden farklı özelliklere sahip olmakla
birlikte bazı ortak veya benzer özellikleri
açısından belirli genel yaklaşımlar altında
toplanarak ele alınabilmektedir.
• Bu bakımdan modern sosyolojiyi
temellendiren teorilerin önemli bir bölümü
• a. işlevselcilik,
• b. Marxizm ve Çatışma Teorisi ve
• c. Sembolik etkileşimcilik
• genel yaklaşımları altında incelenebilmektedir
işlevselcilik
• işlevselcilik olarak adlandırılan yaklaşım
modern sosyolojide oldukça önemli bir yere
sahiptir.
• Yukarıda görüldüğü gibi, işlevselcilik
sosyolojide ilk olarak 19 yüzyılda Durkheim’ın
çalışmalarında şekillenmiştir.
• Bu açıdan işlevselcilik toplumsal yaşamın
incelenmesinde pozitivist sosyal bilim
anlayışına dayalı bir yöntem benimsemiştir.
• Yirminci yüzyılda önce sosyal antropolojide A.
R. Radcliffe-Brown (1881-1955) ile Bronislaw
Malinowski (1884-1942) tarafından geliştirilen
işlevselcilik, daha sonra Amerikan
sosyolojisinde,
• özellikle Talcott Parsons ve Robert K. Merton
tarafından geliştirilmiştir.
• İşlevselcilik toplumu birbiri ile bağlantılı parçalardan oluşan
bir sistem olarak ele alır.
• Durkheim’ın toplumu biyolojik benzeşmeye dayanarak
açıklamaya çalıştığını hatırlayalım.
• Modern sosyolojideki işlevselcilik de toplumu
özdüzenlemeye (self-regulation) sahip olan bir sistem
olarak ele alır.
• Bu ise, biyolojik bir sistem gibi, toplumun kendini koruma
ve dengede olma gibi doğal bir eğilime sahip olması
demektir.
• Bir başka ifadeyle öz-düzenleme topluma çevredeki
değişime karşı kurumlarını yeniden düzenleyerek dengesini
koruma ve tekrar etkin şekilde işleme imkânı sağlar.
• işlevselciler biyolojik sistem gibi toplumsal
sistemin de hayata kalabilmesi için karşılanması
gereken bazı temel gereksinimleri olduğunu
düşünürler.
• Bu gereksinimler modern sosyolojide işlevselciliğe
sistem yaklaşımı çerçevesinde önemli katkılar
sağlayan ve bir bakıma işlevselciliğin yapısalişlevselcilik olarak da anılmasına yol açan Talcott
Parsons (1902-1979) tarafından sınıflandırılarak
tanımlanır.
• Genellikle işlevsel ön-gereklilikler olarak
adlandırılan bu gereksinimler toplumsal sistem
içindeki parçalar tarafından karşılanır.
• Bu noktada işlevselciler sistem içinde bütün
parçaların uyum halinde bir araya gelerek
bütünün hayatta kalmasını sağlayacak bu
gereksinimlerini karşılamak durumunda
kaldıklarını savunurlar.
• Böylece işlevselciler toplumu oluşturan her bir
toplumsal öğe/parça/kurum ve pratiğin ancak
toplumun ihtiyaçlarının karşılanmasında bir
role sahip olması durumunda sürekliliğini
koruyabileceğini öne sürerler.
• Toplumu oluşturan kurumları da söz konusu bu
gereksinimlerin karşılanmasına yönelik olan
katkıları açısın- dan analiz ederler.
• Örneğin, işlevselci analiz açısından aile toplumda
üreme ve toplumsallaşma, yani topluma yeni
çocuklar kazandırma ve onları topluma uygun
şekilde sosyalleştirme gibi temel bir işlevi yerine
getirmektedir.
• Bu temel işlev açı- sından ailenin vazgeçilmez bir
toplumsal öğe olduğu varsayılır.
• işlevselciliğe göre toplumsal sistem hayatta
kalabilmek için değişen çevre ko- şullarına uyum
(adaptasyon) sağlamak zorundadır.
• Bu süreç içinde toplumsal sistem adaptasyonun
sağlanabilmesi için kendi içinde çok defa
bölünerek çoğalma yoluyla farklılaşarak yeni
ögeler ve işlevler geliştirir.
• Örneğin, toplumda devamlı olarak artan iş
bölümü ve uzmanlaşma bu ihtiyaç sonucu ortaya
çıkmaktadır.
• İşlevselci sosyologlar toplumu işlevsel birlik
hâlinde bütünleşmiş bir sistem ola- rak ele
aldıklarından dolayı daha çok düzen, denge,
uyum, istikrar ve iş birliği ögelerine ilgi duyarlar.
• Modern işlevselci sosyologlar Durkheim gibi
toplumun hayatta kalması açısından zorunlu
gördükleri düzen, denge ve uyumun toplumun
geneli tarafından paylaşılan merkezi bir değerler
sisteminden kaynaklandığını savunurlar.
• Ancak işlevselciliğin toplumu gerçekte
olmadığı kadar işlevsel bir birlik ve uyum
hâlinde bütünleşmiş, çatışmanın da neredeyse
hiç olmadığı bir sistem gibi sunması önemli
eleştiriler almasına yol açmıştır.
• Bu eleştirileri dikkate alan bazı iş- levselci
sosyologlar işlevselci yaklaşımı daha esnek bir
yaklaşım olarak geliştirme- ye çalışmışlardır.
• Parsons’un makro-boy teorisinin aksine
sosyolojide kendi adlandırdığı şekliyle ortaboy bir teori geliştirmeyi amaçlayan Robert
K. Merton (1910-2003) işlevselciliğin de en
önemli olarak gördüğü açmazlarını aşmaya
çalışmıştır.
• Merton’a göre işlevselci analizin en önemli
açmazlarından birisi toplumu işlev- sel birlik
hâlinde bütünleşmiş bir sistem olarak ele
alması ve dolayısıyla sistemde bozuk işlevsel
olan öge yokmuş gibi hep olumlu işlevler
üzerinde yoğunlaşması- dır.
• Bir başka ifadeyle Merton toplumların her
zaman işlevsel bir bütünlük hâlinde
işlemeyebildiklerini kabul ediyor.
• Merton’a göre sistem içerisindeki herhangi bir ögenin
olumlu olduğu gibi olumsuz veya bozuk bir işlevi de
olabilir.
• Örneğin, dinin tüm toplumlarda birlik ve bü- tünleşme
yaratmak gibi olumlu bir işlevin yanı sıra, din savaşları
örneğinde olduğu gibi, bölünme yaratma şeklinde
bozuk bir işlevi de söz konusu olabilmektedir.
• Benzer şekilde bir toplumsal ögenin veya pratiğin
bireyler tarafından bilinen ve amaçlanmış açık bir işlevi
olduğu gibi bireyler tarafından bilinmeyen ve açıkça
amaçlanmamış gizil bir işlevi de olabilir.
• Örneğin, yağmur duasına çıkmış bir grup
açısından yağmur duasının yağmurun yağmasını
sağlama şeklinde açık bir işlevi vardır ancak aynı
zamanda grup üyeleri arasında dayanışma
yaratma şeklinde amaçlanmamış ve bilinmeyen
gizil bir işlevi de vardır.
• Bunun dışında bir ögenin, örneğin yoksulluğun,
toplumun hangi kesimleri için olumlu hangi
kesimleri içinse olumsuz ya da bozuk işlevsel
olduğunun analizi de oldukça önemlidir.
• Amerikan sosyolojisinde özellikle 1940 ve 1950’li
yıllarda oldukça etkili olan iş- levselcilik 1960’larin
ortalarından itibaren Merton’un katkılarına
rağmen yeni geli-şen sosyolojik yaklaşımlar
karşısında yeterince ikna edici bir toplum analizi
yapamadığı gerekçesiyle etkisini yitirmeye
başlamıştır.
• Bununla birlikte günümüzde iş- levselcilik
geliştirilmiş yeni biçimler altında etkisini görece
sürdürmeye devam et- mektedir.
Marxizm ve Çatışma Teorisi
• Marx’ın çalışmalarından ve eleştirel bilim
anlayışından etkilenen sosyal bilimciler tarafından
geliştirilen Marxist yaklaşım modern sosyolojide
ve günümüzde etkili olan bir diğer yaklaşımdır.
• Ancak Marxist yaklaşım da kendi içinde pek çok
farklı teoriden oluşmaktadır.
• Literatürde Marxist teoriler farklı ölçütlere göre
çok çeşitli şekillerde sınıflandırılabilmektedir.
• Ancak en yaygın ve en basit sınıflamalardan birisi
geleneksel Marxist teoriler ile yeni Marxist
teoriler şeklindeki sınıflamadır.
• Geleneksel Marxist teoriler Marx’ın orijinal
yazılarına ve düşüncelerine büyük ölçüde
sadık kalan teoriler olarak tanımlanabilir.
• Yeni Marxist teoriler ise Marx’ın çalışm
larından oldukça etkilenmiş olmakla birlikte
bazı önemli noktalarda ondan ayrılmaktadırlar.
• Bu bakımdan yeni Marxistler arasında adı geçen en
önemli Marxist teorisyenlerden birisi olarak
değerlendirilen Antonio Gramsci’nin (1891-1937)
düşünceleri önem taşımaktadır.
• Gramsci geleneksel Marxizmden farklı olarak toplum
analizinde yalnızca alt yapının değil üst yapıların da,
özellikle kültür ve ideolojinin, önemini vurgular.
• Gramsci kapitalist toplumda yönetici sınıfın
yönetilenler üzerinde hegemonya oluşturabilmesinin
yolunun da üst yapılardan, özellikle kültürel ve ideolojik
kontrolden geçtiğini savunur.
• Bunun yanı sıra yapısalcı Marxizm olarak
bilinen teorinin geliştiricisi kabul edilen Louis
Althusser’in düşünceleri de (1918-1990)
sosyoloji literatüründe oldukça etkili olmuştur.
• Althusser analizinde bir toplumda belirli
ilişkilerden oluşan üç temel toplumsal yapıdan
söz eder.
• Bunlar ekonomik, siyasal ve ideolojik toplumsal yapılardır.
• Geleneksel Marxizmden farklı olarak Althusser
bir toplumda olup bitenlerin belirlenmesinde
bu üç toplumsal yapının her birinin görece bir
bağımsızlığa ve özerkliğe sahip olduğunu
savunur.
• Bunun dışında Frankfurt Okulu’na bağlı olarak ortaya çıkan
ve Eleştirel Teori olarak bilinen yaklaşım da Marx’tan sonra
gelişen Marxizm içerisinde oldukça önemli bir ağırlığa
sahiptir.
• İlk olarak 1923’te ortaya çıkan eleştirel teorinin 1970’lere
kadar süren gelişiminde Max Horkheimer (1895-1973),
• Erich Fromm (1900- 1980),
• Herbert Marcuse (1898-1979) ve T.W. Adorno (1903-1969)
gibi toplum teorisyenlerinin önemli katkıları olduğu
bilinmektedir.
• 1980’lerde ise Jürgen Habermas’ın (1929-) katkıları ile
eleştirel teori yeni bir varlık alanı bulmuştur.
• Eleştirel teori disiplinler arası çeşitli
düşüncelerden oluşmakla birlikte bu
düşüncelerin hepsi de hem kapitalist hem de
sosyalist ekonomik düzenlemeye sahip olan
modern toplumlardaki her türlü, sınıfsal ya da
şahsi olmayan bilimsel-tekno- lojik akılcı güçler
tarafından uygulanan egemenlik biçimlerine
eleştirel bakarlar (Slattery, 1991, s.106).
• Eleştirel teori temsilcileri özellikle kapitalizmde
kültürün ‘kültür endüstrisi’ aracılığıyla herkes
tarafından kitlesel olarak tüketilebilen eğlen- ce
biçimlerine indirgenmesine, başka bir ifadeyle kültürün
kâr sağlamak adına metalaştırılarak kitlelere
pazarlanmasına oldukça eleştirel yaklaşırlar.
• Eleştirel teori özellikle tüketim toplumuna indirgenen
modern toplumda bireylerin bilinçlerinin nasıl kitle
kültürü aracılığıyla manipüle edildiği, tüketim ile baştan
çıkarılarak düşünmeye ve araştırmaya daha az yönelen
varlıklara dönüştürüldükleri üzerinde vurgu yapar.
• Yeni Marxistler kapitalizmin kaçınılmaz şekilde
tasfiye olacağı konusunda ge- leneksel
Marxistler kadar iyimser değillerdir.
Bu nedenle de kapitalist toplumda kültürel
hegemonya ve kültür endüstrisi gibi üst yapısal
kavramlar aracılığı ile özellikle başta işçi sınıfı
olmak üzere yönetilen kesimlerin sınıf
bilinçlerinin nasıl şekillendirilerek kontrol altına
alındığını irdelemeye yönelirler.
• Yeni Marxistler tarafından geliştirilen bu
kavramlar özellikle sınıf ve sınıf çatış- ması
konusundaki sosyolojik analizlerde önemli bir
açılım sağlamıştır.
• Bununla birlikte yeni Marxistlerin üst yapılara
daha fazla ağırlık vererek Marxizmin ayırt edi- ci
özelliği olan tarihsel gelişmenin materyalist ve
ekonomik açıdan kavranışının önemini azalttıkları
ileri sürülmektedir (Haralambos& Holborn, 2004,
s.216).
• Literatürde Marx ile Marxistlerin teorileri
işlevselciliğe karşıt olarak gelişen ve çatışmacı
yaklaşım olarak adlandırılan başka bir genel
yaklaşım içinde de ele alınabilmektedir.
• Marxist teoriler dışında çatışmacı yaklaşım içinde
ele alınan çeşitli çatışmacı teoriler bulunmaktadır.
Bu teoriler işlevselcilerin aksine değerler sisteminden çok çatışma kavramını merkeze alan
toplum analizleri sundukları için ça- tışmacı
yaklaşımlar olarak adlandırılmaktadırlar.
• Marxist teoriler gibi bu teorilerin de büyük çoğunluğu
işlevselciliğin aksine toplumun düzen, denge ve uyum
hâlin- deki gruplardan değil farklı çıkarlara sahip olan
gruplardan meydana geldiğini var- sayar.
• Bununla birlikte bu yaklaşımlar Marx’tan farklı olarak
yalnızca ekonomik temelli sınıf çatışmalarına değil çok
çeşitli temellere dayalı çatışmalara vurgu yapar- lar.
• Bu bakımdan çatışmacı teoriler çatışmanın doğası,
nedenleri, boyutları ve so- nuçları konusunda
birbirlerinden ayrılırlar.
• Ayrıca çatışmacı teorilerin büyük ço- ğunluğu
çatışmanın, Marx gibi sınıfsız bir topluma
geçişle birlikte sona ereceğine değil,
kaçınılmazlığına ve sürekliliğine inanırlar.
• Her ne kadar yeni Marxist teoriler de
Marx’tan farklı olarak ekonomik alt yapı
dışında üst yapıların önemini vurgula- sa da,
Marxist bir bakış açısına sahip olmaları
açısından diğer çatışma teorilerinden ayrılırlar.
• Çatışmacı yaklaşım içinde mesleki gruplar,
farklı etnik gruplar, cinsiyet grupları, dinsel
gruplar ve benzerleri arasındaki çatışmalar
üzerinde yoğunlaşan çeşitli teoriler yer
almaktadır. Çatışmacı teoriler içinde özellikle
Ralf Dahrendorf (1929-) tarafından
• geliştirilen çatışma teorisi önemli bir yere sahiptir.
Marx’tan etkilenmekle birlikte onun özellikle
mülkiyet ilişkileri üzerinde temellenen sınıf
modelini eleştiren Dahrendorf güç (otorite)
üzerinde temellenen bir sınıf modeli tanımlar.
• Dahrendorf kapitalist toplumda meydana gelen
önemli değişmeler sonucunda çatışmanın kaynağının mülkiyet olmaktan çıktığını gücün
(otoritenin) çatışmanın yeni kaynağı hâli- ne
geldiğini savunmuştur.
• Dahrendorf post-kapitalist olarak adlandırdığı
toplumda çatışmanın üretim araçlarına sahip
olanlar ile olmayanlar arasında değil otoriteyi
uygulayanlar ile ona tabi olanlar arasında
ortaya çıkabileceğini savunmuştur.
Sembolik Etkileşimcilik
• Sembolik etkileşimcilik Amerikan sosyolojisi içerisinde sosyal
psikolojiye oldukça yakın duran bir sosyolojik yaklaşım olarak
bilinmektedir. Sembolik etkileşimcilik toplumu bireylerin gündelik
yaşamdaki sembolik etkileşimlerinin bir ürünü olarak ele alır.
Sembolik etkileşimciliğin sosyolojideki gelişiminde C.H Cooley ve
W.I. Tho- mas’ın önemli katkıları olmakla birlikte George Herbert
Mead (1863-1931) bu yaklaşımın kurucusu olarak kabul edilir.
Sembolik etkileşimciliğin kurucusu kabul edi- len Mead’in görüşleri
ölümünden sonra çalışma arkadaşları ve öğrencileri tarafından
geliştirilmiştir. Bu noktada sembolik etkileşimciliğin gelişimine
katkıda bulunanlar arasında özellikle Herbert Blumer’in (1900-1986)
çalışmaları önem taşır. Bu açıdan Blumer’da Mead gibi bu
yaklaşımın kurucularından birisi olarak kabul edilir.
• Sembolik etkileşimcilik Weber gibi sosyolojide toplumsal eyleme,
toplumsal et- kileşime, anlamlandırma ve yorumlama süreçlerine
ağırlık veren bir yaklaşımdır. Ancak Weber sosyolojisi geniş tarihsel
süreçlerde toplumsal eylem temelinde orta- ya çıkan bürokrasi, din,
devlet, sınıf ve statü grupları gibi toplumsal oluşumlarla il- gilenen
makro-sosyolojik yönelimli bir yaklaşımdır. Sembolik etkileşimcilik
ise da- ha çok gündelik yaşamla ilgilenen mikro-sosyolojik yönelimli
bir yaklaşımdır.
• Sembolik etkileşimciler toplumsal düzenin içinde yaşadığımız
dünyada bulu- nan her şeye (nesnelere, olaylara, eylemlere ve
benzerine) atfettiğimiz anlamlar sonucu oluştuğunu düşünürler.
Başka bir ifadeyle toplum bireylerden bağımsız olan yapılardan değil
bireylerin içinde yaşadıkları dünyaya atfettikleri anlamlardan
meydana gelmektedir.
• Bu süreçte semboller veya simgeler, şeyler ile bu
şeylere atfettiğimiz anlamları temsil ettiklerinden
dolayı kritik bir öneme sahiptirler. Nitekim bir
sembol bir nes- ne veya olayı sadece temsil etmez
aynı zamanda onu belirli yönlerde tanımlar. Örneğin, masa denince zihnimizde sadece belirli bir
forma sahip olan bir nesne de- ğil aynı zamanda
üzerinde yemek yenen, yazı yazılan ya da başka
bir faaliyet ya- pılan bir şey şekillenir. Bu
bağlamda “masa” belirli bir şekle sahip olan
nesne ile bu nesneye atfettiğimiz anlamı temsil
eden bir semboldür.
• ‹nsanlar arasında her türlü anlamlı iletişimi
sağlayan semboller dilsel anlamları temsil eden
sözcükler olabileceği gibi nesne, işaret, jest,
mimik, el-kol hareketleri gibi dilsel olmayan
anlamları da temsil edebilirler. Ancak dil sembolik
etkileşimin en önemli ve en güçlü aracıdır. Yine de
insanlar arası anlamlı etkileşim yüz yüze
olmayabilir fakat mutlaka semboller aracılığı ile
olur. Örneğin, bir insanı görmedi- ğimiz hâlde bize
postaladığı bir mektuptan ne demeye çalıştığını
yorumlarız. ‹n- sanlar sembolleri kullanarak
anlamlı bir toplumsal dünya kurarlar.
• Ancak sembolik etkileşimciliğe göre anlamlar
nesnelerin içinde içkin değildir. Şeyleyleri temsil
eden anlamlar/semboller gündelik yaşamda
toplum üyelerinin etki- leşimi esnasında ortaya
çıkarlar. Anlamlar etkileşim sürecinde ortaya
çıktıklarından dolayı sabit ve değişmez nitelikte
değillerdir. Toplumsal uzlaşı ve yorumlama süreçlerinde devamlı olarak değişirler. Bu süreçte
toplumsal düzen veya toplumsal dünya her gün
yeniden şekillenerek ortaya çıkar.
• Diğer sosyolojik yaklaşımlarla karşılaştırıldığında sembolik
etkileşimcilik top- lumsal dünyanın şekillenmesinde bireyi daha aktif
olarak değerlendirir. Toplumu alt sistemlerin ya da alt-üst şeklindeki
yapıların etkileri açısından ele almaya çalı- şan işlevselcilik ya da
Marxizm gibi makro boy sosyolojik yaklaşımlardan ayrılır. Bu
yaklaşımların aksine sembolik etkileşimcilik toplumun aktif, yapıcı,
yaratıcı ve yorumlama kabiliyeti olan insan özneler tarafından
gündelik yaşamda sembolik et- kileşim ve iletişim aracılığıyla her
gün nasıl inşa edildiğini yorumlamaya çalışır. Sembolik etkileşimcilik
bu açıdan da toplumun, onu oluşturan bireylerden bağım- sız bir
gerçekliği olmadığını bu nedenle de sosyologların toplumsal eyleme
aktör tarafından atfedilen anlamı yorumlamakla işe başlaması
gerektiğini düşünen Weber’in yaklaşımına daha yakın durur.
• Sembolik etkileşimciliğin kurucusu olan Mead’a
göre insan diğer canlılarda bulunmayan özelliklere
sahip eşsiz bir varlıktır. ‹nsanlar hayvanlar gibi
uyarılara ba- sit tepkiler vermek yerine
davranışlarını duruma göre ayarlayabilen
varlıklardır. ‹n- sanlar içinde yaşadıkları dünyayı
(nesnelere ve durumlara sürekli olarak anlamlar
yükleyerek) anlayabilen ve bu anlamları
(dolayısıyla da dünyayı) sembollerle anlatabilen,
diğerleri ile de bu anlamları temsil eden
semboller aracılığı ile etkileşim kurabilen ve
benlik (self) duygusu geliştirebilen varlıklardır.
• Mead’a göre benlik insanlara rol alma
sürecinde kendilerini ötekilerin gözün- den
görebilme imkânı sağlar. Başka bir ifadeyle
benlik sayesinde kendimize dışa- rıdan, bir
nesneye bakar gibi bakabiliriz. Diğerlerinin bizi
nasıl gördüklerini veya diğerlerinin gözüyle
nasıl göründüğümüzü yorumlayabiliriz.
Yalnızca kendimizin değil başkalarının da
farkına varırız, başkalarının hislerini, niyetlerini
ve beklenti- lerini yorumlayabiliriz.
• Sonuç olarak sosyoloji teorilerinin çoğu toplumu
yapıları açısından analiz et- meye ve anlamaya
çalışırken sembolik etkileşimcilik semboller aracılığıyla
bireyle- rin nasıl gündelik etkileşimlerinden anlamlı bir
toplumsal düzen oluşturdukları ile ilgilenir. Sembolik
etkileşimciliğe özellikle Mead’in görüşlerini
geliştirmeye çalışan Blumer’in çalışmaları önemli bir
katkı sağlamıştır. Çalışmalarında ilgisini sembolik
etkileşimciliğe uygun bir yöntem geliştirmek üzerinde
yoğunlaştıran Blumer sem- bolik etkileşimin yöntemini
toplumsal fenomenin doğrudan incelenmesi olarak tanımlar (Poloma, 1993, s.230-231).
• Sembolik etkileşimciler çok defa küçük ölçekli, yüz-yüze etkileşimler
üzerinde yoğunlaşarak bu etkileşimlerin tarihsel veya toplumsal
düzenlemelerle ilişkilerine değinmedikleri gerekçesi ile eleştirilirler
(Haralambos & Holborn, 1995, s.896).
• Bununla birlikte sembolik etkileşimci yaklaşım sosyolojide önemli bir
ağırlığa ve etki alanına sahiptir. Çağdaş sosyoloji teorilerinde sembolik
etkileşimcilikten et- kilenerek doğan veya sembolik etkileşimcilikle ortak
pek çok özelliği paylaşan önemli yaklaşımlar bulunmaktadır. Bu
yaklaşımların başında toplumsal yaşamı bir tiyatroya benzeten Erving
Goffman’ın dramaturji teorisi, gündelik yaşamın gerçek- liğini inceleyen
Alfred Schutz’un Sosyolojik fenomenoloji yaklaşımı ve günlük etki- leşim
esnasında oluşturulan gerçekliğin ampirik incelenmesi ile ilgilenen
etnome- todoloji yaklaşımı ile Harold Garfinkel yer almaktadır. Weber
sosyolojisi de dâhil olmak üzere bu yaklaşımların hepsi literatürde çok defa
eylem teorileri, yorumla- yıcı sosyoloji veya hermeneutik sosyoloji şeklinde
tek bir gelenek altında ele alına- bilmektedirler.
FEMİNİST VE POSTMODERN
YAKLAŞIMLAR
•
•
Yukarıda ele aldığımız yaklaşımlar sosyolojide halen önemli bir yere sahip olmak- la birlikte
günümüzde etkili olan başka yaklaşımlar da gelişmeye başlamıştır. Son dönemlerde giderek daha
etkili hâle gelen bu yaklaşımların en önemlileri arasın- da feminist ve postmodern olarak
adlandırılan yaklaşımlar yer almaktadır. Feminist ve postmodern yaklaşımlar klasik ve modern
sosyolojide yer alan bütün sosyolo- jik yaklaşımlara eleştirel bakmaktadırlar. Özellikle pozitivist bir
sosyal bilim anla- yışına sahip olan işlevselcilik gibi yaklaşımlara oldukça eleştirel bakan feminist ve
postmodern yaklaşımlar eleştirel bir sosyal bilim anlayışına sahip olan Marxizm ile yorumlayıcı
sosyoloji geleneğinde yer alan yaklaşımlara ise görece daha az olmak- la birlikte yine de eleştirel
yaklaşırlar.
Bu yaklaşımlardan feminizme göre sosyolojide günümüze kadar yer alan bütün teoriler erkekler
tarafından ve/ya erkek bakış açısıyla geliştirilmişlerdir ve bu ne- denle kadın bakış açısından
geliştirilen yeni feminist teorilere ihtiyaç vardır. Bu açıdan feminist teoriler kadın-erkek eşitsizliği
üzerine kurulan ilişkilerin analiz edilmesine ve dönüştürülmesine yönelik olarak geliştirilen ayrı bir
sosyolojik gele- nek olarak tanımlanabilir. Diğer tüm yaklaşımlardan farklı olarak feminist teoriler en
önemli ve en eski eşitsizlik biçimi olarak gördükleri kadınlar ile erkekler ara- sındaki eşitsizlik
üzerinde yoğunlaşırlar. Feminist teoriler kadınlar ile erkekler ara- sındaki eşitsizlikleri toplumsal
cinsiyet ve patriarki gibi kavramları kullanarak ana- liz etmeye çalışırlar.
•
Postmodern yaklaşım da feminizm gibi diğer yaklaşımlara eleştirel bakar.
Postmodernizm yalnızca sosyolojide değil sanat, müzik, edebiyat, kültür ve sosyal
bi- limlerde etkili olan bir yaklaşımdır. Postmodernizm 18. yüzyılda aydınlanma
döne- minde ortaya çıkan ve teknolojiye, bilime, ilerlemeye inanan, geleceğe de
güven duyan düşünceleri, değerleri ve varsayımları içeren modernizme karşıt
olarak ge- lişmiştir. Sosyolojide yer alan postmodern teoriler de yukarıda ele alınan
temel sosyolojik yaklaşımları modernizmin pek çok düşünce ve varsayımlarını
paylaştık- ları gerekçesi ile eleştirirler. Postmodern teoriler toplumsal gerçekliğin
modern çağda ortaya çıkan sosyolojik yaklaşımlar tarafından gerçekte analiz
edilemediği- ne, toplumsal yaşamın da akılcı düşünme biçimleri aracılığı ile
iyileştirilemeyeceğini savunurlar. Bu bakımdan da postmodern teoriler modern
olarak adlandırılan çağ ile onun nedensellik ilkesine ve akılcı düşünmeye dayalı
bilim anlayışının if- las ettiğine inanırlar. Postmodern teoriler toplumsal dünyaya
eleştirel yaklaşıma benzer bir tutumla yaklaşırlar. Toplumsal dünyanın bir görünen
yüzeyi bir de gö- rünmeyen gizli yapıları olduğunu düşünürler ve araştırmalarında
temel olarak top- lumsal gerçekliğin yüzeysel görünüşünü parçalayıp içerideki gizli
yapıyı açığa çı- karmaya çalışırlar.
Download