Orhan Gazi Han

advertisement
1. Osman Gazi Han
Padişahlık Sırası 1
Saltanatı 27 Yıl
Cülûsu 1281, 1284, 1299
Babası Ertuğrul Gâzi Bey
Annesi Hayma Ana
Doğumu 1258
Vefâtı 1326
Kabri Bursa'da Osman Gâzi Türbesi'ndedir
Erkek Çocukları Pazarlı Bey, Çoban Bey, Hamid Bey, Orhan Bey, Alaeddin Ali Bey, Melik Bey,
Savcı Bey.
Kız Çocukları Fatıma Hatun
Osmanlı sultanlarının ilki. Dünyânın en uzun ömürlü hânedanının ve en büyük devletlerinden
Osmanlı Devletinin kurucusu. 1258 tarihinde Söğüt'te doğdu. Oğuzların Bozok kolunun Kayı
boyundan Ertuğrul Gâzinin oğludur.
İslâm terbiyesiyle yetiştirildi. İslâmi ilimler öğretildi. Devrin örf ve âdetince mükemmel
bir askeri tâlim ve terbiyeyle yetişti. Ertuğrul Gâzinin silâh arkadaşı ve kumandanlarından
kılıç
kullanmayı,
Yaptıklarından
kargı
ibret
savunmayı,
alarak,
ata
binmeyi
gençliğindeb
öğrendi.
itibâren
gazalara
Onların
gazâlarını
katılıp,
zaferler
dinledi.
kazandı,
kumandanlık vasıflarını geliştirip kuvvetlendirdi.
Bizans'ın hâkimiyetindeki Batı Anadolu cihat memleketi olduğundan, bölgede gazâ niyetiyle
pekçok kumandan mücâhid, derviş ve her biri birer gönül sultanı şeyh ve âlim bulunuyordu.
Osman
Gâzi;
Anadolu'nun
İslâmlaştırılıp,
Türkleşmesi
faaliyetine
katılan
bu
gönül
sultanlarından, ahilerden, Şeyh Edebâl'nin sohbetlerine katılıp, mâneviyâtını yükseltti.
1277 yılında, on dokuz yaşındayken bir gece rüyâsında; Şeyh Edebâli'nin böğründen bir ay
çıkıp, göğsüne girdiğini, sonra göbeğinden, bütün âfâkı, gökyüzünü kaplayan bir ağacın
çıktığını,
yüksek
dağ
ve
pınarlara
gölge
saldığını
ve
insanların
ondan
çok
faydalandıklarını gördü. Rüyâsını Şeyh Edebâli hazretlerine anlattı. Hocası; ''Müjde ey
Osman! Hak teâlâ sana ve senin evlâdına saltanat verdi. Bütün dünyâ, evlâdının himâyesinde
olacak,
kızım
Mâl
Hâtun
da
sana
eş
olacak.''
diyerek
rüyâsını
tâbir
etti.
On
dokuz
yaşındayken Şeyh Edebâli'nin kızı Mâl Hâtun ile evlendi. Edebâli'nin kızının Bâlâ Hâtun
olduğu da rivâyet edilmiştir.
Osman Gâzi cesâreti, zekâsı, cömertliği, İslâm dinine sadâkati ve tatbikatı herkesçe takdir
edildiğinden babası tarafından Kayı boyu beyliğine aday gösterildi. Ertuğrul Gâzi, 1281
yılında vefât edince Kayı beyi oldu. Anadolu Selçuklu Devletinin Bizans hudundaki Kayılar,
Söğüt kışlağı ile Domaniç yaylağı arâzisine hâkimdiler. Osman Gâzi, Kayı beyi olunca, hudut
komşusu Bizans tekfurları ile iyi geçinmeye çalıştı. Bunlar arasında en çok Bilecik tekfuru
ile anlaşıyordu. Boyda, eskiden beri yaylağa çıkarken, ağır eşyâları Bilecik Tekfuruna
emânet etmek, buna karşılık tekfura bâzı hediyeler sunmak geleneği vardı. Emânetin teslimi
ve alınması, silahsız kimseler ve kadınlar tarafından yapılırdı. Aşiretlerin yaylaya çıkış
ve dönüşlerinde, İnegöl Tekfuru yollarını keserek, onlara zarar veriyor, bu yüzden sık sık
çarpışmalar
Tekfuru
oluyordu.
Nikola,
Osman
beyin
komşularından
kuvvet
tekbir
ve
nüfûsunun
alınmasını
devamlı
arttığını
İnegöl
Tekfurunun
istedi.
gören
İnegöl
Bizanslılara
ittifak teklifi, Bilecik Tekfuru tarafından Osman Gâziye haber verildi. Tekfur Nikola'nın,
pazarköy (Ermenibeli) kuvvet topladığı tespit edilince, Osman Gâziye haber verildi. Tekfur
Nikola'nın, pazarköy'de kuvvet topladığı tespit edilince, Osman Gâzi, Kayı ileri gelenleri,
kumandanlar ve arkadaşlarından Akçakoca, Abdurrahman Gâzi, Aykut Alp, Konur Alp ve Turgut
Alp ile görüşme yaparak, İnegöl'ün fethine karar verdi. 1284'te Pazarköy'de meydana gelen
muhârebede, Osman Gâzinin yeğeni Bay Hoca şehit düştü. Muhârebe ardından Kulaca Kalesi
fethedildi. Mağlubiyet üzerine İnegöl Tekfuru ile Karacahisar Tekfuru birleştiler. 1288
yılında Domaniç yakınında Erice (Ekizce) 'de yapılan muhârebede, tekfurlar tekrar mağlup
edildiler. Bu muhârebede de Osman Gâzinin Ekizce muvaffakiyeti, Anadolu Selçuklu Sultânı
Gıyâseddin Mes'ûd Şah tarafından mükâfatlandırıldı. Gönderilen bir fermanla Söğüt Osman
Gâziye yurt olarak verildi.
Sultandan
baskınla
İnegöl
aldığı
İnegöl
duâ
sonrasından
Tekfurunu
Tekfurunun
ve
gazâ
pekçok
öldürülmesi
ve
akınlarını
askerini
Osman
daha
da
öldürdü.
Gâzinin
hızlandıran
İnegöl'den
devamlı
Osman
pekçok
genişlemesi,
Gâzi,
ganimet
Bursa
bir
aldı.
ve
İznik
tekfurlarını telâşlandırdı. Osman Gâzinin Bizans tekfurlarına karşı tâkip ettiği siyâset;
Anadolu
Selçuklu
fermanla
Söğüt'e
tutuldukları
Sultanlığınca
ilâveten
gibi
Beylik
takdir
Eskişehir
edilip,
tekrar
mükâfatlandırıldı.
ve
İnönü
tarafları
âlametlerinden
alem,
tuğ,
verilip,
kılıç
ile
miri
1289'da
bir
vergiden
gümüş
takımlı
muaf
at
da
gönderildi. Selçuklu sultanının hediyeleri alınıp, fermanı okununca Osman Gâzinin gazâ
akınları iyice hızlandı. İznik'e akın tertiplendiyse de kale alınamadı pekçok ganimetle
dönüldü. Karacahisar ile Yarhisar tekfurları, Osman Gâzi aleyhine ittifak kurdular. 1291'de
Karacahisar fethedilince, alınan ganimetlerin beşte biri Anadolu Selçuklu Devleti başşehri
Konya'ya
gönderilip,
kalanlar
muhârebeye
katılan
gâzilere
dağıtıldı.
1292'de
Sakarya
ırmağının kuzeyine akın yapıldı. Bu akınlarda Sorgan köyü, Göynük, Taraklı Yenicesi ve
Mudurnu taraflarının askeri mevkileri tahrip edilip, pekçok ganimet alındı. Osman Gâzi,
gazâlarda
alınan
tamamlamakta
ganimetleri
kullanıyor,
hâlen
kalanlarını
kuruluş
safhasında
muhârebelere
olan
katılan
devletin
gâzilere
ihtiyaçlarını
dağıtıyordu.
Osman
Gâzinin teşkilâtlanmaya verdiği ağırlık 1298 yılına kadar devam etti. Osman Gâzinin ileriye
dönük faaliyetlerini, huduttaki Bizans tekfurlarını daha da telaşlandırdı. Bilecik tekfuru
da Osman Gâzi aleyhine ittifak içine girdi. Bizans- Rum tekfurları, Osman Gâziyi muhârebe
meydanında öldürüp yenemeyeceklerini anlayınca, entrikaya başvurdular. Yarhisar Tekfurunun
kızıyla evlenecek olan Bilecik tekfurunun düğününe dâvet edip, öldürmeyi plânladılar. Osman
Gâziye
suikast
tertibi,
dostu
Harmankaya
Tekfuru
Köse
Mihal
tarafından
haber
verildi.
Gerekli tedbirleri alan Osman Gâzi, Bizans tekfurları ile berâber dâvet edildiği düğüne,
hediye olarak kuzu sürüsü gönderdi.Düğün sonrası yaylaya çıkacağını bildirerek, eskiden
olduğu gibi değerli eşyâlarının kadınlar vâsıtasıyla kaleye alınmasını istedi. Bilecik
Tekfuru, Bizans tekfurlarıyla ittifâk hâlinde olduğundan Osman Gâzinin teklifini kabul
edip, düğün yeri olan Çakırpınarı'na gitti. Osman Gâzi aşiretin eşyâsı yerine atlara silâh
yükletip, harp hilesiyle, kırk kadar gâziyi kadın kılığında Bilecik'e gönderdi. Aşiret
kâfilesi
Bilecik'e
gidip,
şehri
ele
geçirdi.
Osman
Gâzi
de
düğünden
dönen
tekfurları
kurduğu pusuyla yenilgiye uğratıp, düğüne katılanların ve askerlerinin çoğunu öldürttü.
Osman
Gâziye
karşı
tertiplenen
Bizans
entrikası
lehe
çevrilip,
gelin
dâhil,
düğüne
katılanların bir kısmı esir alındı. Geline Nilüfer adı verilip, Osman Gâzinin oğlu Orhan
Gâziye
nikâhladı.
Fethe
devam
edilip,
ertesi
gün
Yarhisar
Kalesi
kuşatıldı
ve
ele
geçirildi. Osman Gâzinin kumandanlarından Turgut Alp ve gâziler de İnegöl'ü fethettiler.
Osman
Gâzi
Batı
Anadolu'da
Bizans
hududunda
fetihlerde
bulunurken,
Moğolİlhanlılar
da
Anadolu'yu istilâ ettiler. İlhanlı Hükümdarı Gazan Han Anadolu Selçuklu Sultanı Alâeddin
Şahı
İran'a
götürdü.
Bütün
Türkiye
Selçuklu
Devletinin
toprakları,
İlhanlıların
eline
geçti.
İlhanlı
zulmünden
hicret
eden
birçok
Anadolu
Selçuklu
emiri
ve
mâiyeti,
Osman
Gâzinin gazâlarına katılmak için hizmete geldi. Böylece Osman Gâzi 1281 yılından beri
arâzisini
devamlı
genişletip,
Anadolu
Selçuklu
beyleri
istiklâllerini
gazâ
Sultanlığının
ilân
niyetiyle
fetret
hizmetine
devrindeki
ettiler.
Osman
katılanlarla
iktidar
Gâzi
de
devamlı
boşluğundan
iyice
güçlendi.
faydalanan
kuvvetlenmişti.
Türk
1299'da
istiklâlini ilân edip, tabilikten kurtuldu. Osman Gâziye istiklâl alâmetleri olan ferman,
sancak,
alem,
tuğ,
kılıç
ve
at
ile
takımı
önceden
verildiğinden,
istiklâlin,
ilân
etmesiyle, devlet teşkilâtının müesseselerini kurup, her kaleye subaşı, dizdar, kâdı tâyin
etti.Köyler timar olarak sipâhilere dağıtıldı. Bu arada Yundhisar ve Yenişehir kalaleri
fethedildi. Osman Gâzi, yeni fethedilen Yenişehir'i merkez, hâline getirdi. Burada idâri,
iktisâdi ve sosyal müesseseler inşâ ettirip, evler, dükkanlar, çarşı ve hamamlar yaptırdı.
Devleti beş idâri bölgeye ayırdı. Her bölgenin idâresine güvendiği, kâbiliyetli ve âdil
kumandanlar tâyin etti. Oğlu Orhan beye Sultanönü, Gündüz Alp'e Eskişehir, Aykut Alp'e
İnönü, Hasan Alp'e Yarhisar, Turgut Alp'e İnegöl bölgelerinin idâresini verdi. Neticede
dört yüz çadırla Türkiye Selçuklu bizans hududuna yerleştirilen Kaya Aşireti, 1299'da Osman
Gâzinin adına izâfeten Osmanlı hânedanı ve devletini kurmuş oldu. Osman Gâzi İslâm dininin
esaslarını,
Türk
örfünü
teşkilât
ve
müesseselerini
safha
safha
yerleştirip,
mükemmelleştiriyordu. Teşkilât ve müessesini kurarken, İslâm dininin farzlarından cihat
emrini de yapıyorlardı. Devamlı genişleyip, teşkilâtlanan Osmanlı tehlikesini huduttaki
tekfurlarla hâlledemeyeceğini anlayan Bizans Kayseri ikinci Andronikos Poleologos, hassa
kumandanlarından
Bizans
Musalon'u
kuvvetleriyle
Osman
Osman
Gâzi
Gâzi
üzerine
1302'de
sefere
İznik'in
gönderdi.
Musalon
kuzeydoğusundaki
kumandasındaki
Koyunhisar
Kalesi
mevkiindeki karşılaştılar. 27 temmuz 1301 târihinde yapılan Koyunhisar Muhârebesinde Osman
Gâzi
muzaffer
oldu.
!302
yılında
Köprühisar
Kalesi
fethedildi.
1303'te
Yenişehir'in
güneybatısındaki Marmaracık Kalesi fethedilip, İznik'in kuzeyindeki Katırlı Dağı eteğine
kale yapıldı. Kaleye Taz Ali kumandasındaki yüz asker bırakılarak İznik ablukaya alındı.
1306'da Bursa Tekfurunun idâresindeki müttefik Bizans tekfurlarına karşı sefer yapıldı.
Osman Gâzi müttefik Bizans tekfurlarının kuvvetini Dinboz'da mağlup etti. Kestel, Kite ve
Ulubad kaleleri Osmanlıların eline geçti. 1306'da Osmanlılar, ilk defâ Ulubat tekfuruyla
askeri
antlaşma
imzâladılar.
Antlaşmaya
göre;
mülteci
Kite
Tekfuru
Osmanlılara
iâde
edilecek, Türkler Ulubat Nehrini geçmeyecekti. Osman Gâzinin Osmanlı arâzisini devamlı
genişletmesi
Bizanslıları
telaşa
düşürdü.
Bizanslılar,
İlhanlılarla
akrâbalık
kurarak,
Osmanlı taarruzlarından kurtulmak istediler. Bizans Kayseri kızı Maria'yı İlhanlı hükümdarı
Gazan Hana nişanladı. Onun ölümüyle de Olcaytu Hana nişanlayarak, kalelerini Osman Gâzinin
taarruzlarından kurtarıp, Osmanlı hakimiyetindeki arâzilerin geri alınmasını ümit etti.
Osman Gâzi, Bizans Kayserinin ittifak arayışı içinde olduğu zamanda da gazâlarını sürdürdü.
1307'de
İznik
kuşatılıp,
Yalova'ya
akın
düzenlendi.
böylece
Osmanlılar
denize
ulaştı.
1308'de Marmara Denizindeki İmralı Adası fethedilip, deniz üssüne sâhip olundu. Bizans'ın
Bursa ile deniz ulaşımı ve irtibatı kontrol altına alındı. İznik civârındaki Koçhisar
fethedildi.
Osmanlıların Bizans hududunda tesis ettiği âdil idâre; tekfurların zulmünden, vergilerin
ağırlığından
bıkan
hıristiyan
ahâliden
başka,
kumandanların
da
takdirini
kazanmıştı.
1313'te Harmankaya Tekfuru Mihal de Osman Gâzinin maiyetine girip, Müslüman oldu. Köse
Mihal Gâzi adını alarak, pekçok muhârebeye katıldı. Osmanlı Devletine çok hizmeti geçti.
Marmara sâhilinden Karadeniz istikâmetinde gazâ akınlarına devâm eden Osmanlılar, 1313'te
Akhisar, Geyve, Lüblüce, Lefke, Hisarcık, Tekfurpınarı, Yenikale, Karagöz ve Yanıkçahisar
kalelerini fethettiler. Bursa, Osmanlı arâzisi ortasında bırakıldı. Bursa ablukaya alınıp,
Kaplıca
ve
kumandanlığına
Uludağ
Osman
istikâmetlerine
Gâzinin
iki
yeğenlerinden
kale
yapıldı.
Aktimur,
Uludağ
Kaplıca
istikâmetindekinin
tarafındakine
Balaban
tâyin
edilip, kalelere kumandanlarının isimleri verildi. 1313 yılından itibâren Bursa kuşatmaya
alındı. Moğol istilâsından Batı Anadolu'ya gelip, Kütahya'ya yerleşen Çavdarlı Aşiretinin
Osmanlıya
karşı
yaptığı
düşmanca
hareketler,
Osman
Gâzinin
oğlu
Orhan
Gâzi
tarafından
durduruldu. Oymahisar'da yapılan muhârebede Çavdaroğlu esir edilip, aşiretin saldırganları
cezalandırıldı. 1317 yılında Orhan Gâzi ve kumandanlarından Konur Alp, Sakarya ve Karadeniz
istikâmetindeki Karatekin, Ebesuyu, Karacebeş, Tuzpazarı, Kapucuk ve keresteci kalelerini
fethedip, bu mevkileri Osmanlı hâkimiyetine aldılar. Akça koca Sakarya Nehrinin batısından
İznik Kalesine kadar olan mevkii fethetti. Buralara, adına izafeten, Koca-eli denildi.
Osman
Gâzinin,
gençliğinden
beri
Rum
ve
düşman
tecâvüzlerine
karşı
sürdürdüğü
askeri
hazırlığı ve mücâdelesi, devlet kurarken gerçekleştirdiği idâri ve siyâsi faaliyetler onu
altmış
yaşından
itibâren
iyice
yormaya
başladı.
Nikris
(romatizma)
hastalığından
da
muzdaripti. Gazâ akınlarıyla yetişip, yiğitliği, cesâreti, bilgisi ve dinine sadâkatiyle
düşmanların korkusunu, Müslümanların takdirini kazanan oğlunun idâre tarzını sağlığında
görebilmek için, son yıllarındaki fetih hareketlerinde ve siyâsi hâdiselerde Orhan Gâziyi
vazifelendirdi.
1321'de
Orhan
Gâziyi
Mudanya,
Kara
Timurtaş
Beyi
de
Gemlik
seferine
gönderdi. Mudanya feth edilip, Bursa ablukası daha da kuvvetlendi. Akınlara devam edilerek
1323'te Akyazı, Ayanköy, 1324'te Karamürsel, 1325'te Orhaneli denilen Atranos feth edildi.
Osman Gâzi, 1314 yılından beri çevresini ablukaya alıp, kuşatma hâlinde tuttuğu Bursa'nın
fethini
görmek
istiyordu.
Orhan
Gâzi
6
nisan
1326
târihinde
Bursa'yı
fethedip,
Osman
Gâzinin ve Müslümanların arzusunu yerine getirdi. Gâzilerin akınları neticesinde, Bolu,
Kandıra, Ermenipazarı ve Devehisarı feth edildi. Bursa dâhil bütün fethedilen bölgeler imar
olunarak, sâhipsiz evler gâzilere dağıtıldı. Osmanlı teşkilât ve müesseseleri kuruldu.
Hıristiyan ahâliden Osmanlı ülkesinde oturanlar, İslâm dininin gayri müslimlerle alâkalı
hukûku tatbik edilerek vergilendirildiler. Osman Gâzinin, hastalığı Bursa'nın fethinden
sonra
arttı.
Hocası
Şeyh
Edebâli
ve
hanımı
Mâl
Hâtunun
vefâtıyla
hastalığı
daha
da
şiddetlendi. Vefât edeceği zaman, oğlu Orhan Beye vâsiyetnamesi, İslâmiyete olan sevgi ve
saygısını, Türk milletinin rahat ve huzurunu düşündüğünü ve insan haklarına olan gönülden
bağlılığını açıkça bildirmektedir.
Vasiyetnâmenin özü şöyledir:
''Allahü teâlânın emirlerine muhalif bir iş eylemiyesin! bilmediğini şeriat ulemâsından
sorup anlayasın! İyice bilmeyince bir işe başlamayasın! Sana itâat edenleri hoş tutasın!
Askerine in'âmı, ihsânı eksik etmeyesin ki, insan ihsânın kulcağızıdır. Zâlim olma! Âlemi
adâletle şenlendir ve Allah için cihâdı terk etmeyerek beni şâd et! Ulemâya riâyet eyle ki,
şeriat işleri nizâm bulsun! Nerede bir ilim ehli duyarsan, ona rağbet, ikbâl ve hilm
göster! Askerine ve malına gurûr getirip, şeriat ehlinde uzaklaşma! Bizim mesleğimiz Allah
yoludur ve maksadımız Allah'ın dinini yaymaktır. Yoksa, kuru kavga ve cihângirlik davâsı
değildir. Sana da bunlar yaraşır. Dâima herkese ihsânda bulun! Memleket işlerini noksansız
gör! Hepinizi Allahü teâlâya emânet ediyorum.''
Osmanlı sultanları, bu vasiyetnâmeye candan sarılmış, devletin 600 sene hiç değişmeyen
anayasası olmuştur. Osman Gâzinin misâfir kaldığı evde Kur'ân-ı kerim'e hürmeti, kurduğu
osmanlı devletinin 623 yıl din-i İslâm ile idâre edlip, 620 yıllık iktidarıyla yorumlanır.
Osman Gâzi vasiyetini yaptıktan sonra 1 ağustos 1326 târihinde Söğüt'e vefâT ettiİ. kabri
Bursa'daki Gümüşlü Kümmettedir. Osman Gâzinin Orhan beyden başka Alâeddin Bey, Çoban Bey,
Hâmid Bey, Melik Bey, Pazarlu Bey adında oğulları, Fatma Hâtun adında bir kızı vardı.
Ölümünden sonra devletin başına oğlu Orhan Bey geçti. Osman Gâzi sâlih bir Müslüman olup,
İslâm ahlâkının iyi ve güzel vasıflarına sâhipti. Az sayıdaki aşiret kuvvetleriyle, Bizans
ordusunu ve tekfurlarını üst üste mağlup edip, zaferler kazanan üstün bir kumandandı.
Dünyânın en uzun ömürlü hânedanına ve en büyük devletlerinden birini kurdu. Osman Gâzi
kurduğu hânedanla; üç kıta, yedi iklim, her çeşit ırk, dil, din, mezhep, fikir, kültür ve
medeniyetteki insanı, bünyesinde Osmanlı adı altında toplayan, Kur'ân-ı kerim, hadis-ü
şerif ve İslâm âlimlerince övülen mânevi hizmetlerin mirasçısı ve idârecilik vasfının 13.
yüzyılından 20. yüzyıla kadar nesillere intikalcisidir. Osmanlı Devleti şer'i meselelerini,
kuruluşundan itibaren Hanefi mezhebi hükümlerince hâlletti. Kazâ merkezlerine, şehirlere
tâyin edilen, Hanefi mezhebine göre karar verirlerdi. Osman Gâzi zamânında askeri teşkilat
oğuz töresine göre olup, aşiret kuvvetlerine dayanıyordu.
Târihçilerin, Osman Gâzi ve kurduğu devlet hakkındaki ortak fikirleri özetle şöyledir:
Türk ve İslâm târihinin en muhteşem devri Osmanlıların eseridir. Onlar, milli ve İslâmi
mefkûrelerinin dâhiyâne terkibi, siyâsi istikrar ve sosyal adâletleri sâyesinde üç kıtanın
ortasında
ve
Akdeniz
havzasında,
beşer
târihinde
nizâm-ı
âlem
dâvâsının
en
kudretli
temsilcileri olmuşlardır. Osmanlı hânedanı, dünyâda hiçbir âileye nasib olmayan büyük ve
dâhi padişahları bir biri ardından yetiştirmekle, bu devlete yanlız en büyük hayâtiyeti
bahşetmedi. Onu milli, İslâmi ve insanı ideâller çerçevesinde milletin kalbini kazanarak
cihân
hâkimiyeti
düşüncesinin
de
en
sağlam
teşkilâtı
hâline
getirdi.
İslâm
dininin,
beşeriyeti saâdete, adâlete ve insanlığa eriştirmek için, ilân ettiği yüksek esaslar ve
dünyâ
nizâmı
mefkûresi,
Eshâb-ı
kirâmdan
sonra
en
ileri
derecesine
osmanlı
devrinde
ulaşmıştır.
Osmanlı sultanları ilmi ve ilim adamlarını memleketlere sâhip olmaktan üstün tuttular.
Kemâl sâhibi ilim erbâbını dâima takdir edip onlara rağbet gösterdiler. Pâdişahlar, savaşta
ve barışta, kânunların düzenlemesinde, dinin bildirdiği hükümlere sâdık kalmakla yükselip
kuvvetlendiler.
düzenlenmesini
İşlerinde
ve
âlimlerle
teftişini
onlara
istişâre
havâle
eylediler.
edip,
Devlet
idâri
nizamlarının
mesuliyetlere
hazırlanıp,
onları
da
dâhil
ettiler. Bunun için Osmanlı Devletinde ulemâ sınıfı, hürmetli bir mevkideydi. Bu yüzden
korkutmaya dayanmaktan çok, adâleti yerleştiren kânunlar yapıldı.
Osmanlı Devleti, kavimler, dinler ve mezhebler arasında sağlam bir âhenk, halk kitleleri
arasında
hiçbir
fark
ve
tezâda
müsâade
etmemekle,
dünyâ
târihinde
milletlerarası
en
kudretli ve cihânşümûl bir siyâsi varlık teşkil etti. Osmanlı Devleti ve sultanlarının
dâvâlarıda kendi tâbirleriyle ''Nizâm-ı âlem'' üzerinde toplanıyor. koca devletin hikmet-i
vücûdu ve cihâdı da, bu milli, İslâmi ve insani esaslara bağlı bulunanbir cihân hâkimiyeti
düşüncesine dayanıyordu. Bu düşünce, gerçekten Türk-İslâm târihinde en yüksek derecesini
bulmuş ve müstesnâ bir kudret kazanmıştı. Bu büyük siyâsi varlık, eski ve yeni devletlerden
farklı olarak, ne dışta istilâ tehditlerine ve ne de içeride çeşitli ırk, din, mezhep
mensubları
ve
grubların
huzursuzluk
endişelerine
mâruz
bulunuyordu.
Osmanlı
cihân
hâkimiyeti ve dünyâ nizâmı ideâli, şüphesiz milli şuur ve uyanış yanında asıl kaynağını
İslâm dini ve onun cihâd rûhundan alıyordu. Şeyh ve evliyânın himmetleriyle yükselen gazâ
rûhu,
küçük
söğüt
kasabasından
Bursa'ya
ve
bu
medeniyet
merkezinden
de
Rumeli'ne
yayılıyordu. bu arada Osmanlı Devletinin kuruluş ve cihâd rûhunun yükselişinde tasavvuf da
büyük kudret kaynağı idi. Gerçekten de Osmanlı Devletinin kuruluş ve yükselişinde tasavvuf
tarikatleri, şeyhler, veliler ve dervişler birinci derecede rol oynamıştır. Osman Gâzi ve
haleflerinin etrâfı din adamları ve evliyâ ile dolmuş ve daha ilk günden Osmanlı akınları
gazâ mâhiyetini almıştır. Nitekim Osman Gâzi, dâmâdı olduğu büyük tasavvuf âlimi Şeyh
Edebâli'ye
gelecek
intisâb
Osmanlı
ederek
her
sultanlarına
da
hususta
İslâm
onunla
istişârede
âlimlerine
hürmet
bulunurdu.
edilmesini,
Kendisinden
sonra
onlara
türlü
her
kolaylığın gösterülmesini ve her işte kendilerine danışılmasını tavsiye etti. Bu vasiyete
lâyıkıyla
uyan
Osmanlı
sultanları,
fethettikleri
yerleri
medrese,
zâviye,
imâret,
dârülkurrâ ve türbelerle kutsileştirmişler, buralarda yetişen âlimlerle dünyâya İslâmiyeti
yaymışlar, asırlarca maddi ve mânevi güç ve emeklerini bu uğurda harcamışlardır.
Orhan Gazi Han
Padişahlık Sırası 2
Saltanatı 33 Yıl
Cülûsu 1326
Babası Osman Gâzi Hân
Annesi Mal Hatun
Doğumu 1288
Vefâtı 1359
Kabri Bursa'da Osman Gâzi Türbesi'ndedir
Erkek
Çocukları
Süleyman
Paşa,
Birinci
Murad,
İbrahim,
Halil,
Kasım.
Kız Çocukları Fatma Hatun
Osmanlı sultanlarının ikincisi. 1281 yılında Söğüt’te doğdu. Babası Osmanlı Devleti ve
hânedânının
kurucusu
Osman
Gâzi,
annesi
Şeyh
terbiyesiyle yetiştirildi. İyi bir eğitim
gazâlarını
ve
meşhur
İslâm
Edebâli’nin
kızı
Mal
Hâtundur.
İslâm
ve öğretim gösterilerek büyütüldü. Gâzilerin
mücâhidlerinin,
âlimlerinin,
evliyâların
menkıbelerini
dinleyerek şuurlandı. Osman Gâzinin kumandanları ve arkadaşlarından silah tâlimi gördü.
Devrin
silahlarını
Devletinin
mahâretle
kuruluşunda
kullanmasını
hizmet
aldı.
ve
Küçük
muhârebe
yaştan
taktiklerini
îtibâren
öğrendi.
devletin
Osmanlı
teşkilâtlanıp
müesseseleşmesinde lâzım olan tecrübelere sâhip oldu.
Orhan
Gâzi,
gençliğinden
îtibâren
Bizans
tekfurlarıyla
yapılan
gazâlara
katıldı.
Muhârebelerde gösterdiği muvaffakiyetle babasının ve gâzilerin takdirini kazandı. 1298’de
Bizanslıların tertiplediği Osman Gâzinin de dâvet edildiği sûikast plânlı düğüne katıldı.
Tedbirli
hareket
eden
Osman
Bey,
Yarhisar
ve
Bilecik’i
fethederken
Bilecik
tekfurunun
oğluna gelin gitmekte olan Yarhisar tekfurunun kızı Holofira’yı da esir aldı. Holofira
İslâmiyeti
kabul
edip,
Müslüman
oldu.
Nilüfer
adını
aldı.
Orhan
Bey,
Nilüfer
Hâtunla
evlendi. BabasıOsman Gâzi, 1299 târihinde istiklâlini îlân edince, devleti idârî bölgelere
ayırdı. Orhan Gâzi 1301’de Sultanönü bölgesinin beyliğine tâyin edildi. 1302’de Yenişehir
ile
İznik
arasındaki
Köprühisar’ın
fethine
gönderildi.
Köprühisar’ı
fethedip,
Çavdarlı
aşiretinin Osmanlı hudûduna tecâvüzlerinin önüne geçti. 1315’te Çavdar beyini esir alıp,
Çavdarlı
Kapucuk
aşîretinin
ve
suçlularını
Keresteci
cezâlandırdı.
kalelerinin
fetih
1317’de
harekâtına
Karatekin,
katıldı.
Karacebeş,
Tuzpazarı,
Muhârebelerde
gösterdiği
muvaffakiyetle babası ve gâzilerin kendisine olan güvenini daha da arttırdı. Osman Gâzi,
1320
yılından
îtibâren,
yaşının
ilerlemesi
ve
romatizmasının
şiddetlenmesiyle,
oğlunun
idâresini görmek istedi. Orhan Gâziyi seferlerde kumandan tâyin etti. 1321 Mudanya-Gemlik
Seferinde,
Mudanya’yı
fethetti.
Bursa’nın
denizle
irtibâtını
kesti.
1325’te
Bursa’nın
güneyindeki Atranos’u fethedince, şehrin ablukasını daha da şiddetlendirdi. 1326 yılında
Bursa’nın Pınarbaşı mevkiine gelerek, karargâhını kurdu. Şehrin kalesini kuşattı. 1314
yılından beri abluka altındaki Bursa Kalesini kurtarmaktan ve yardımdan ümîdini kesmiş olan
kale kumandanı, teslim şartlarını görüşmeye mecbur kaldı. Orhan Bey, 6 Nisan 1326 târihinde
Bursa’yı teslim aldı. Osman Gâzi Bursa’nın fethini işitince memnun olup, Orhan Beyi yerine
vâris tâyin etti. Diğer evlatlarının ve kumandanlarının Orhan Beye bîat edip, ona karşı
itâatli olmalarını bildirdi. Osman Beyin Bursa’nın fethinden önce, fetih sırasında veya
fetihten
sonra
öldüğüne
dâir
kaynaklarda
muhtelif
rivâyetler
mevcuttur.
Ancak
bu
kaynakların çoğuna göre Osman Bey, Bursa’nın fethinden hemen sonra vefât etmiş ve Gümüşlü
Kümbete defnedilmiştir.
Osmanlı Devletinin ikinci sultânı olarak tahta geçen Orhan Gâzi, Alâaddîn Paşayı vezir
tâyin etti. Devlet Merkezi Yenişehir’den Bursa’ya nakledildi. Askerî, idârî faâliyetlere
ağırlık verilip, iktisâdî müesseseler kuruldu. Aşîret kuvvetlerine ilâveten “yaya” denilen
piyâde sınıfı orduya dâhil edildi. Orhan Gâzi, 1327’de Bursa’da gümüş akçesini darbettirdi.
Tâyinlerde
bulunup,
Abdurrahmân
Akçakoca’ya
Gâziye
de
yeni
Kandıra,
fethedilen
Kara
Mürsel’e
Aydos
ve
İzmit
Körfezinin
Samandra’nın
idâresi
güneyi
ve
verildi.
Bu
kumandanlar, bulundukları mevkilerde fetihlerle de vazîfeliydiler.
Osmanlıların
Sakarya
Boğaz
Irmağı
kuşatmasını
sâhillerine
sâhilinden
kaldırtmak
kadar
genişlemeleri
Bizans’ı
Karadeniz
istikâmetinde
ilerlemesini
için,
Bizans
İmparatoru
Üçüncü
telâşlandırdı.
durdurmak
Andronikos
ordu
Türklerin
ve
İznik
hazırladı.
1329
yılında İstanbul’un Anadolu yakasına geçti. Floken’de karargâhını kurdu. Orhan Gâzi, İznik
kuşatmasına
bir
miktar
asker
bırakarak,
sekiz
bin
kişilik
kuvvetle
Bizanslılara
karşı
harekete geçti. Maltepe (Pelekanon) mevkiinde düşmanla karşılaştı. 1329 Mayısında meydana
gelen Osmanlı-Bizans muhârebesi, sabahtan akşama kadar sürdü. Bizans İmparatoru bir günlük
muhârebenin sonunda, büyük ümitlerle Rumeli’nden Anadolu’ya geçirdiği ordusunun, Osmanlılar
karşısında dayanamayacağını anladı. Gece karanlığından istifâde etmeyi düşünen İmparator,
muhârebe
meydanından
karargâhına
dönmek
isterken
Orhan
Gâzi,
fırsatı
kaçırmadı.
Gece
muhârebe şartlarını iyi bilen ordusuyla Bizanslıları tâkibe geçti.
Bizans
ordusu
gece
taarruzuna
uğrayınca,
paniğe
kapılarak,
birbirine
girdi.
İmparator
yaralı vaziyette canını kurtarabildiyse de, ordusu imhâ edildi. Savaşı kazanan OrhanGâzi,
İznik
şehrinin
kuşatmasını
şiddetlendirdi.
Bizanslıların
İznik
kumandanı,
Pelekanon
Muhârebesinin netîcesini öğrenince, artık kendisine yardım edilemeyeceğini kestirdiğinden,
Osmanlıların adâletine sığınarak teslim oldu. Kaleyi teslim alan Orhan Gâzi, ahâliden arzu
edenlerin eşyâlarıyla birlikte gitmesine müsâade etti. AyrıcaOsmanlı Devletinin tebaası
olarak kalıp, yalnız cizye vermek şartıyla, âdet ve ananelerini muhâfaza edebileceklerini
de îlân etti. Halkın büyük çoğunluğu Osmanlı idâresini tercih etti. Muhârebe ve kuşatmada
eşleri ölen kadınlar, Orhan Gâziye mürâcaat edip, sâhipsiz kaldıklarını, Müslüman olup,
Osmanlılardan
isteyenlerle
evlenebileceklerini
bildirdiler.
Orhan
Gâzi,
İznik’in
yerli
kadınlarının arzularını îlân edip, isteyenlerin bunlarla evlenebileceklerini ve bunlarla
evlenenlerin İznik muhâfazasında vazîfelendirileceğini açıkladı. Ayrıca halktan İznik’te
kalıp
Müslüman
olmayanlara,
İslâmiyetin
gayri
müslimlere
olan
hukûku
vergilendirildi. Osmanlı Devletinin merkezi, geçici olarak İznik’e
tatbik
edilip,
taşındı. Şehir îmâr
edilip, İslâmî eserlerle süslendi. Orhan Gâzi, İznik’in en büyük kilisesini câmiye çevirtip
burada
Cumâ
namazını
kıldı.
Manastırını
da
medreseye
çevirtti.
İmâret
yaptırdı.
Orhan
Gâzinin hayırsever hanımı Nilüfer Hâtun, imâret; oğlu Süleymân Paşa medrese ve diğer hayır
sâhipleri de şehirde pekçok sosyal tesis kurdular. Bundan sonra, bölgenin ticârî bakımdan
meşhur şehirlerinden olan İzmit’in kuşatılması şiddetlendirildi. Bizans İmparatoru, deniz
yoluyla İzmit’in yardımına geldi. Orhan Gâzi Osmanlı Devletinin ilk sulh antlaşmasını,
İzmit’in muhâsarası esnâsında, Bizans İmparatoru Üçüncü Andronikos ile yaparak kuşatmayı
kaldırdı.
1331’de Taraklı, Mudurnu ve Göynük kasabaları Osmanlı ülkesine katıldı. 1333’te Gemlik,
1336’da Kirmasti, Mihaliç ve Ulubad kasabaları fethedildi. 1337’de şiddetli bir şekilde
tekrar kuşatılan İzmit teslim olmak zorunda kaldı. İzmit’in fethiyle Kocaeli Yarımadasının
tamâmı
Osmanlıların
eline
geçti.
Daha
sonra
Hereke,
Yalova
ve
Armutlu’nun
da
fethedilmesiyle Osmanlı Devletinin hudûdu Boğaz sâhiline dayandı. Bizans’ın Anadolu ile
irtibatı
sâdece
Şile
veBoğaziçi’nde
kaldı.
Orhan
Gâzinin
Bizans’ı
iyice
sıkıştırması,
Üçüncü
Andronikos’u
antlaşmaya
mecbur
etti.
1341
Osmanlı-Bizans
Antlaşmasına
göre
Anadolu’daki Şile ve Üsküdar Orhan Gâzinin akıncılarından emin olmak şartı ile diğer yerler
Osmanlı Devletine kaldı.
Diğer taraftan Karesi beyinin ölümü üzerine, babasının yerine geçen Demirhan’a muhâlefet
eden
kardeşi
Dursun
Bey
ölüm
korkusu
yüzünden
Orhan
Gâziye
sığındı.
Dursun
Bey,
birâderlerinin yerine hükümdâr olmak için Orhan Gâziden yardım istedi. Dursun Bey yardım
edildiği
üzerine
takdirde
Orhan
Balıkesir
Gâzi,
Karesi
ile
berâber
üzerine
bâzı
sefere
şehirleri
çıktı.
Osmanlılara
Demirhan
Bey,
vermeyi
Orhan
vâd
etmesi
Gâzinin
üzerine
geldiğini duyunca, Balıkesir’den Bergama’ya kaçtı. Bergama’nın muhâsarası sırasında Dursun
Bey kaleden atılan okla öldü. Teslim olmaya mecbur kalan Demirhan Bey Bursa’ya getirildi.
Balıkesir, Manyas, Edincik, Kapıdağı ve havâlisi Osmanlı topraklarına katıldı. Bu arada
Bizans’taki
saltanat
mücâdelesinde
taht
iddiâcıları
Orhan
Gâzinin
desteğini
sağlamak
istediler. Altıncı Yuannis Kantakuzen, kızı Teodora’yı Orhan Gâziye verdi. Orhan Gâzi, 5000
Osmanlı
askerini
Trakya’ya
geçen
Avrupa
kıtasına
Osmanlı
askeri,
geçirip
bölgede
Kantakuzen’e
keşif
yaparak
yardımcı
çevreyi
gönderdi.
tanıdı.
Yardım
Orhan
için
Gâzinin
desteğiyle Bizans tahtına sâhip olan Altıncı Yuannis Kantakuzen, 1347’de dâmâdını Üsküdar’a
dâvet
ederek
görüştü.
Orhan
Gâzi
Üsküdar’da
üç
gün
misâfir
kaldı.
Kantakuzen,
Bizans
tahtındaki yerini sağlamlaştırınca Papa’yla gizli irtibat kurdu ve Akdeniz, Ege, İstanbul
ve Karadeniz’de koloni rekâbetindeki Venediklileri destekledi. Buna karşılık Orhan Gâzi de
Cenevizlilere
yardım
etti.
Ayrıca
1352’de
Üsküdar
ve
Kadıköy
ile
Marmara
adalarını
fethettirdi. Kantakuzen aleyhine Bulgarlar ve Sırplar batıdan harekete geçince Osmanlılara
karşı Papalık ile ittifak içinde olmasına rağmen, Orhan Gâziden yardım istedi. Orhan Gâzi,
Bizanslılardan Gelibolu Yarımadasındaki kalelerden birinin verileceğine âit söz alınca oğlu
Vezir Süleymân Paşa kumandasında on bin kişilik bir Osmanlı kuvveti gönderdi. Kantakuzen,
Osmanlı askerinin yardımıyla Dimetoka’da Bulgar ve Sırplara karşı başarılı muhârebeler
yaptı. Orhan Gâzinin oğlu Süleymân Paşa Anadolu’ya dönerken Bizans İmparatorunun Gelibolu
Yarımadasında Osmanlılara verdiği Çimpe Kalesinde asker bıraktı. Osmanlıların 1353’te Çimpe
Kalesine yerleşmeleriyle Rumeli’deki fetihler için üsse sâhip olmaları, bölgenin kontrolünü
sağladı.
1354’te
genişledi.
Gelibolu’nun
Süleymân
Paşa
fethi
ile
Avrupa
kumandasındaki
kıtasındaki
Osmanlı
Osmanlı
kuvvetlerinin
toprakları
Bolayır
ve
devamlı
Tekirdağ’ına
kadar, bütün Marmara kıyılarına hâkim olmaları, Kantakuzen’i telaşlandırdı. Osmanlıları
bölgeden atma faâliyeti içine girdi. Orhan Gâzi ile İzmit’te görüşüp, Çimpe Kalesini on bin
altın
karşılığı
satın
alabileceğini
söyledi
ve
Osmanlı
kuvvetlerinin
Gelibolu’dan
çıkmalarını istedi. Orhan Gâzi, teklifleri kabul etmedi. Kantakuzen, Balkan ve Hıristiyan
devletleriyle ittifak kurmak istediyse de müttefik bulamadı. Kantakuzen, 1355’te Bizans
tahtından
indirilince,
yerine
Yuannis
Paleolog
getirildi.
Yuannis,
Osmanlıların
kıtasındaki hâkimiyetine karşı koyulamayacağını bildiğinden Orhan Gâzi
Avrupa
ile iyi geçinme
yolunu seçti. Orhan Gâzinin oğlu Halil’i korsanlardan kurtarıp, on yaşındaki kızını Osmanlı
şehzâdesine vermeyi kararlaştırdı. Ancak daha sonra Papalık ile münâsebetlerde bulundu.
Hattâ
Bizans’ın
Ortodoksluğu
bırakarak
katolikliğe
geçmesini
plânladı.
Böylece
Lâtin
devletlerinden daha çok yardım alacağını ümit ediyordu. Buna karşılık Orhan Gâzi fetih
hareketini hızlandırdı. Süleymân Paşa, 1356 senesinde Doğu Trakya’ya geçerek Malkara ile
Keşan ve Çorlu’yu aldı. Bölgedeki Osmanlı hâkimiyetini kuvvetlendirmek için Anadolu’dan
Türk-İslâm nüfûsu getirilerek iskân edildi. Rumeli fütûhatında, Osmanlıların yerli ahâliye
iyi muâmelesi, din, mezhep, dil hoşgörüsü; can, mal, ırz, emniyeti sağlaması, bölgeye sulh,
sükûn, huzur ve refâh getirdi.
Trakya’da bu son fetihlere kardeşi Murâd Beyle devâm eden Süleymân Paşa, 1359 senesinde bir
avı tâkibi sırasında düşerek kırk üç yaşında vefât etti. Rumeli fethine Gâzi Murâd Bey
devam
etti.
Oğlunun
vefâtına
ziyâdesiyle
üzülen
getirdiği Murâd Beye şu nasîhatlarda bulundu:
Orhan
Gâzi
rahatsızlandı.
Veliahtlığa
“Oğul, saltanatına mağrûr olma. Unutma ki, dünyâ, hazret-i Süleymân’a kalmamıştır. Unutma
ki, dünyâ saltanatı geçicidir, lâkin büyük bir fırsattır. Allah yolunda hizmet ve Peygamber
efendimizin
(sallallahü
değerlendir.
Dünyâya
aleyhi
âhiret
ve
sellem)
ölçüsüyle
şefâatine
bakarsan
mazhariyet
ebedî
saâdeti
için,
fedâ
bu
fırsatı
etmeye
iyi
değmediğini
göreceksin. Oğul! Rumeli Hıristiyanları rahat durmayacaktır, sen o cânibe yürü. Rumeli
fethini tamamla. Kostantiniye’yi ya fethet, yâhut fethe hazırla, civardaki Türk beyleriyle
mesele çıkarmamaya çalış. Ahâli her ne kadar bizi istese de başlarında bulunan beyler,
beyliklerinden geçme taraftârı gözükmez. Daha bir zaman idâre edecekler, lâkin sonunda
olmuş
meyve
gibi
avucuna
düşecekler.
Anadolu’da
gâile
çıkmazsa
Rumeli
işini
rahat
halledersin. Bu yüzden Anadolu’nun sessizliğini bozmamaya gayret et. Cennetmekân babam
Osman Gâzi Han, Söğüt ve Domaniç’ten ibâret bir avuç toprağı beylik yaptı. Biz Allah’ın
izniyle beyliği hanlığa çevirip sultanlığı ikmal ettik. Sen daha da büyüğünü yapacaksın.
Osmanlıya
iki
kıta
üstünde
hükmetmek
yetmez.
Zîrâ
i’lâ-yı
kelimetullah
azmi
dünyâya
sığmayacak kadar yüce bir azimdir. Selçuklunun vârisi biz olduğumuz gibi Roma’nın vârisi de
biziz. Oğul, Kur’ân-ı kerîm’in hükmünden ayrılma. Adâletle hükmet. Gâzileri gözet. Dîne
hizmet edenlere hizmeti şeref say. Fakirleri doyur. Zâlimleri ise cezâlandırmakta tereddüt
gösterme. En kötü adâlet, geç tecellî eden adâlettir. Sonunda hüküm isâbetli dahi olsa,
geciken adâlet zulümdür. Oğul, biz yolun sonuna geldik, sen daha başındasın. Cenâb-ı Mevlâ
saltanatını mübârek kılsın.”
1360’ta rahatsızlığı artarak vefât etti. Bursa’daki Gümüşlü Kümbet’e defnedildi.
Şahsiyeti
nesillere
örnek
mâhiyette
olan
Orhan
Gâzi,
halîm
selîm
olup,
son
derece
merhametliydi. Kolay kızmaz, kızınca da belli etmezdi. Askerlerini ve tebeasını kendisinden
fazla korurdu. Muhârebelerde zâyiât durumuna dikkat ederdi. Zâyiâta sebep olacak yerlerin
fethini kuşatmayla kolaylaştırıp, teslimini beklerdi. Çok âdildi. Dîni bütün bir Müslüman
olup, ülkede İslâm hukûkunu tereddütsüz tatbik ettirirdi. Orhan Gâzinin İslâm ahlâkına
hayrân olup adâletine gıbta eden Hıristiyanlar, kendi soyundan ve dîninden hânedânların
yerine, Osmanlı idâresini tercih ederlerdi. İyi bir teşkilâtçı, cesur bir kumandan olduğu
gibi
mükemmel
hürmetkârdı.
siyâsetine
bir
idâreciydi.
Âlimlerin
önem
verip,
İlme,
sohbetinde
devrinde
âlimlere
bulunup,
fethedilen
ve
gönül
onlarla
sultanı
istişâre
beldelere
mânevî
ederdi.
Türk-İslâm
şahsiyetlere
Îmâr
nüfûsu
ve
iskân
yerleştirirdi.
Osmanlı ülkesinin nüfûzunu arttırıp, devleti müesseseleştirdi.
Devletin topraklarını altı misli büyüten Orhan Gâzinin vefâtı sırasında Osmanlı Devleti
Bilecik,
Bursa,
İstanbul’un
Balıkesir,
birkaç
kalesi
Bolu
hâriç
ve
civârı,
Anadolu
Kocaeli,
yakası,
Sakarya,
Ankara,
Ayaş,
Eskişehir,
Çanakkale,
Beypazarı,
Nallıhan,
Kızılcahamam, Haymana, Polatlı, Soma, Kırkağaç, Domaniç, Bergama, Dikili, Kınık, Marmara
Adaları,
Trakya’da
Tekirdağ,
Lüleburgaz,
İpsala,
Keşan
gibi
şehir
ve
kalelere
hâkim
bulunuyordu.
Orhan
Gâzi,
Sultan
olunca,
devlet
teşekküllerini
kuvvetlendirdi
ve
yenilerini
kurdu.
Saltanatının üçüncü yılında hükümdârlık alâmetinden olarak Bursa’da gümüşten akçe kestirdi.
Akçenin bir tarafında Kelime-i şehâdet ile Hulefâ-i Râşidîn’in (radıyallahü anhüm) isimleri
yâni; Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Ali yazılı idi. Diğer tarafında; Orhan bin Osman, basıldığı
târih olan H.727 ve Osmanlıların mensup olduğu Kayı boyunun damgası vardı.
Osmanlı
Devletinde
kuvvetler
uzun
ilk
süre
fütûhatı
muhâsara
yapanlar
aşîret
hizmetlerinde
kuvvetleri
olup,
bulanamadıkları
hepsi
için
atlı
idi.
Bu
muvaffakiyetler
gecikiyordu. Orhan Gâzi, bu yüzden Bursa’nın fethinden sonra, askerî teşkilâtta yenilikler
yaptı. Türk gençlerinden dâimî ve esaslı bir yaya ordusu kuruldu. Askerî birliklerde onluk
sistem tatbik edildi. Piyâde askerler, onar, yüzer kişilik manga ve bölüklere ayrıldı. On
kişiye
onbaşı
ve
yüz
kişiye
yüzbaşı
zâbitler
tâyin
edildi.
Bin
mevcutlu
kuvvetlerin
başındakilere
de
binbaşı
rütbesinde
subaylar
tâyin
edildi.
Müsellem
denilen
süvârî
kuvvetinin otuz askeri, bir ocak kabûl edildi. İlk plânda biner kişilik birlikler hâlinde
kurulan yaya ve müsellem askerlerinin sayıları zamanla arttırıldı. Günlük birer akçe olan
ücretleri, iki akçeye çıkartıldı. Ayrıca muhârebe dışında işleyebilecekleri arâziler de
verildi.
Timar
sisteminin
tatbikiyle
askerî
hizmete
tâyin
edilenlerin
miktârı,
tertip
edilen kadroyu çok geçtiğinden, bunların nöbetle sefere gitmeleri ve sefere gidenlere,
gitmeyenlerin
yardımcı
olmaları
kânun
hâline
getirildi.
Sefere
gitmeyenlere
“yamak”
denildi. Yamaklara yardım karşılığı ücret verilirdi.
Osmanlı
devlet
teşkilâtı
ilk
defâ
Orhan
Gâzi
zamânında
teşkil
olundu.
İlk
devlet
teşkilâtında Anadolu Selçukluları ile İlhanlıların teşkilâtları örnek alınarak bir hükûmet
mekanizması kuruldu. Bunun esâsı Beylik merkezindeki dîvândı. Bu dîvâna devlet reisi olan
pâdişâh
başkanlık
ettiği
gibi
îcâbında
pâdişâh
adına
vezir
de
başkanlık
yapabilirdi.
Osmanlı Devletinin ilk veziri Orhan Gâzinin tâyin ettiği Hacı Kemâleddîn oğlu Alâeddîn Paşa
idi. Vezirler “paşa” ünvânını taşırlardı. Devletin askerî ve idârî bütün işlerinde pâdişâha
yardımcı olurlardı. Şehir ve kazâlar kâdı ve subaşıların idâresindeydi. Kâdı, idârî ve
adlî; subaşı da âsâyişle askerî işlere bakardı. Orhan Gâzi devrinde en yüksek kâdılık
makâmı Bursa kâdılığı olup, tâyinlere de bakardı.
Orhan Gâzi devrinde fethedilen beldeler, ilmî, mîmârî ve sosyal tesislerle süslendi. İznik
fethedilince, manastırını medreseye çevirterek ilk Osmanlı medresesini kurdu. Yine İznik’te
yaptırmış
olduğu
imâretin
açılışında
kendi
eliyle
fakirlere
ve
gâzilere
aş
dağıttı.
Ahâlisinden müslim ve gayri müslim hiç kimsenin aç ve açıkta kalmamasına gayret etti.
Bursa’da, câmi, imâret, tabhâne, yol, köprü ve hamamlar yaptırdı. Hanımı Nilüfer Hâtun da;
İznik’te bir imâret, Nilüfer Çayı üzerinde köprü ve çeşme gibi pekçok hayrât inşâ ettirdi.
İlk Osmanlı medresesi olan İznik Medresesinin müderrisliğine zâhirî ve bâtınî ilimlerde
derin âlim Dâvûd-i Kayserî tâyin edildi. Dâvûd-i Kayserî, Şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabî
hazretlerinin Füsûs-ül-Hikem adlı eserini Matla-ı Husûs-il-Kelim fî Şerh-i Füsûs-ül-Hikem
adıyla şerh edip, talebelerine okuttu. Bu eser, güzel İslâm ahlâkının Osmanlı topraklarında
yayılmasında rol oynadı.
Orhan Gâzi, gâzilerin yetişmesinde, yeni fethedilen yerlerin İslâm beldesi olmasında, fetih
öncesi
hazırlıkların
yapılmasında,
cihâd
esnâsında
askerin
şevke
getirilmesinde
büyük
emekleri geçen âlimler ve dervişlere de hürmet edip onların barınmaları ve hizmetlerini
kolayca îfâ edebilmeleri için, tekke ve zâviyeler yaptırdı. Bu dervişlerden Geyikli Baba ve
Derviş Murâd meşhurdur.
Orhan Gâzi, vefât ettiği zaman; Murâd, İbrâhim ve Halil ismindeki üç oğlu hayatta idi.
Süleymân Paşa ve Kâsım isimlerindeki oğulları kendisinden önce vefât etmişlerdi. Süleymân
Paşa ile Murâd Bey, Yarhisar tekfunun kızı Nilüfer Hâtun’dan Halil Bey ve Kâsım Bey, Bizans
kayseri Kantakuzen’in kızı Teodora’dan; İbrahim Bey ile Fatma Sultan, Rum prensesi olan
Aspurça’dan doğmuştur. Kendisinden sonra oğlu Sultan Birinci Murâd Han Osmanlı sultânı
oldu.
1. Murat Hüdavendigar
Padişahlık Sırası 3
Saltanatı 30 Yıl
Cülûsu 1359
Babası Orhan Gâzi Hân
Annesi Nilüfer Hatun
Doğumu 1326
Şehâdeti 9 Auğostos 1389
Kabri Bursa Çekirge de Murâd-ı Hüdâvedigâr Türbesi'ndedir
Üçüncü Osmanlı sultânı. Birinci Murâd adıyla târihe geçti. 1326'da Bursa'nın fethinden
sonra doğdu. Babası, Orhan Gâzi, annesi Nilüfer Hâtundur. İyi bir eğitim ve öğretim görüp,
terbiye edilerek, yetiştirildi. Lalası Şâhin paşanın yanında dini, milli, idâri ve askeri
kültürünü arttırdı. Ağabeyi Süleymân Şahın Rumeli fetihleri sırasında vefât etmesi üzerine
Osmanlı tahtına veliaht tâyin edildi (1359). Kısa bir müddet sonra da babasının vefâtı
üzerine Bursa'ya dâvet edilip Osmanlı tahtına geçti (1360).
Sultan Murâd Han, ilk iş olarak devletin başşehri Bursa'da lüzumlu tâyin ve icrâatlarda
bulundu. Şehzâdeler meselesini halletti. Önce, Karadeniz Ereğlisi ve Ankara fethedildi.
Lala Şâhin paşayı ilk serdar ve sadrazam yaptı. Bursa kâdısı Çandarlı Halil paşayı da
kazasker tâyin etti. Devletin içişlerini hallettikten sonra, Anadolu'dan Rumeli'ye yöneldi.
1361'de
Çorlu,
Keşan,
Dimetoka,
Pınarhisar,
Babaeski,
Lüleburgaz
ve
1362'de
Edirne
fethedildi. Bizans Devletinin İstanbul'da sonra ikinci önemli şehri olan Edirne'nin fethi,
Türkler'in
Avrapa'ya
kesin
olarak
yerleşmelerini
temin
etti.
Trakya'da
stratejik
bir
mevkide bulunan Edirne, Osmanlı Devletinin Rumeli'ndeki fetihlerinde bir askeri harekât
noktası oldu. Her geçen gün şehri imâr fâaliyetleri artarak; genişledi. Ardından sıra ile;
Gümülcine, Zağra, Yenice ve Filibe fethedildi. Rumeli'nde fethedilen Avrupa topraklarına,
Osmanlı
iskân
siyâsetince,
Türk-İslâm
ahâlisi
yerleştirildi.
bu
arada
Osmanlının
âdil
idâresinden memnun kalan Hıristiyan ahâli seve seve Türklerin hâkimiyeti altına girdiler.
Ancak Haçlılar papalığın teşviki ile Osmanlılar aleyhine ittifâk kurdular. Haçlı ittifakını
haber
alan
tamamladı.
Sultan
Murâd
Fetihlerin
Han
da
yerinde
genişlemesiyle
ve
zamânında
asker
ihtiyâcı
tedbirler
alarak,
arttığından,
hazırlıklarını
yaya
ve
müsellem
teşkilâtlarına ilâveten, devrin âlimlerinden Karamanlı Molla Rüstem'in teklifi ve kazasker
Çandarlı Kara Halil'in fetvâsı ile, harpte esir alınan gayri müslim çocuklarından beşte
birinden istifâde edilmek sûretiyle ''Yeniçeri'' adıyla bir asker ocağı kuruldu. Alınan
esirler Anadolu'da Türk çiftçi âilelerinin yanında Türk- İslâm terbiyesiyle yetiştirilerek,
Yeniçeri
ocağına
kaynak
gelirler
artırıldı.
Bu
temin
durum
edildi.
Bizans
Ayrıca
mâli
imparatorunu
teşkilâtta
Osmanlılarla
düzenlemelere
antlaşma
gidilip,
yapmaya
mecbur
bıraktı. Yapılan antlaşmaya göre İmparator Yuannis, Rumeli'ndeki Osmanlı fütuhâtını kabul
ve tasdik etti. Bunları almak için hiçbir zaman Türk düşmanlarıyla birleşmeyeceğini ve
Anadolu Beyliklerinden gelebilecek taarruzlara karşı Birinci Murâd Han yardımcı kuvvet
isterse asker vereceğini bildirdi. Bu antlaşmanın, Bizans'ın Osmanlı Devletine tâbiliğini
arz
etmesi
mâhiyetinde
olduğu
kabûl
edilir.
Öte
yandan
Filibe'nin
fethi
üzerine
Osmanlıların Balkanlarda ilerlemesini durdurmak için papa Urban'ın çabaları ile meydana
getirilen, Sırp, Macar, Bulgar, ulah ve Bosnalılardan meydana gelen Haçlı ordusu, Edirne'ye
doğru yürüdü. (1364) Ancak Hacı İlbeyi komutasındaki Osmanlı öncü kuvvetleri, Haçlıları
büyük bir bozguna uğrattılar. Düşmanın büyük kısmı Meriç sularında boğuldu.
Sultan
Murâd
Han,
Rumeli'ne
geçmeden
önce
katılanların
elindeki
Biga'yı
fethetti.
Sırpsındığı Muhârebesinden sonra, Osmanlı başşehrini Bursa'dan Edirne'ye naklettirdi. Şehri
kısa
zamanda
mescitler,
câmiler,
medreseler,
saray
dâhil
bütün
kültür
ve
sosyal
müesseselerle imâr etti. Türk- İslâm ilim ve sanat eserleriyle süslenen Edirne, İstanbul'un
fethi
sonrasına
kadar
Osmanlıya
başşehirlik
yaptı.
Balkanlarda
Osmanlı
idâresi
ve
müesseseleri tesis edilerek, ticâret canlandırıldı. Adriyatik kıyısında küçük bir devlet
olan Raguza Cumhûriyetiyle ticâret antlaşması yapılarak Osmanlı himâyesi altına alındı.
1366 târihinde Gelibolu, Bizans imparatorunun dayısı Savua Kontu İtalyan Amedeo tarafından
işgâl edilmişse de, bir yıl sonra tekrar Osmanlıların eline geçti. 1366'da Sultan Birinci
Murâd Han, başlattığı Balkan fütuhâtıyla; Kırkkilise (Kırklareli) Vize, Aydos, Burgaz ve
Tirebolu mevkilerini zaptedip, Karadeniz'e dayanmak istiyordu. Bu gâyesini gerçekleştirmek
için, çok muntazam bir plân tatbik etti. Batı cephesi kumandanlığına Evrenos paşayı tâyin
ederek,
Makedonya'nın
Timurtaş
Paşaya
fütuhâtıyla
vererek,
tunca
vazifelendirildi.
boyunun
fethiyle
Kuzey
cephesi
kumandanlığına
vazifelendirildi.
Kuzeybatı
Kara
cephesi
kumandanlığına da Rumeli Beylerbeyi Lala Şâhin Paşaya verdi. Kara Timurtaş Paşa 1366'da
Bizanslılardan Kızılağaç Yenicesi'ni, Bulgarlardan Yanbolu ve İslimyeli'yi aldı. Lala Şâhin
paşa Samaku ve İhtiman'a akın tertip etti. Sultan Murâd Han 1367'de başlattığı harekâtla
Bulgarlardan
Aydos,
Karinâbad
ve
Tirebolu'yu,
1368'de
de
Bizanslılardan
Hayrabolu,
Pınarhisar ve Vize'yi alıp, elden çıkmış olan Kırkkilise'yi tekrar fethetti. Bulgaristan
kralı Yuvan Şişman, Osmanlılara karşı durmayacağını anladığından sulh yaparak kızkardeşi
Prenses Marya'yı Sultan Murâd'a verdi. Buna rağmen daha sonra bizans imparatoru Beşinci
Yuannis Paleoloğ'un teşvikiyle Sırp kralı ile Osmanlılara karşı birleşti. 26 Eylül 1371
cumâ günü Çirmen'de yapılan muhârebede müttefikler büyük bir bozguna uğradı. bu savaşla
Balkanlardaki mukâvemet kırılarak, Osmanlılara Makedonya kapıları açıldı. Çirmen zaferi
sonunda Makedonya fütuhâtı başlatılarak, Veziriâzam Çandarlı Kara Hayreddin Halil paşa,
Rumeli
Beylerbeyi
Lala
ordusu,
İskeçe,
Osmanlı
Şâhin
paşa,
Drama,
Gâzi
Kavala,
Evrenos
Zihne,
ve
Deli
Serez,
Balaban
Beyler
Avrethisar-
komutasındaki
Vardar
Yenicesi
ve
Karaferye mevkilerini fethetti. Osmanlıların Makedonya'yı zaptederek Köstendil'e gelmeleri
üzerine, Yukarı Sırbistan Hükümdarı Lazar Grebliyanoviç, Sultan Murâd Han ile antlaşmak
istedi. Vergi vermek ve gerektiğinde Osmanlı Devletine asker göndermek şartı ile antlaşma
sağlandı.
Rumeli
ihtiyaçları
ve
Anadolu'da
karşılamak
için
fetihler
teşkilât
devâm
ederken
bâzı
Kara
Timurtaş
yapılmıştı.
mâli,
idâri
Paşanın
ve
askeri
tavsiyesiyle,
tımarlı teşkilât, tâdil ve ihtiyâca göre ıslâh edildi. Yaya, müsellem ve yeniçerilere
ilâveten Kara Timurtaş paşanın tavsiyesiyle kapıkulu askerlerinden olarak maaşlı Süvari
ocağı kurulduğu gibi, seferlerde levâzımın muhâfazası ve süvârilerin hayvanlarına bakmak
üzere Voynuk sınıfı teşkil olundu.
Sultan Murâd Han 1378'de oğlu Şehzâde Bâyezid'i Germiyan Beyi Süleymân Şahın kızı Devlerşah
Hâtun ile muhteşem bir düğün yaparak evlendirdi. Süleymân Şah, Kütahya, Tavşanlı Emed ve
Simav'ı, kızının çehizi olarak verdi. Hamidoğlu hüseyin Beyden seksen bin altın karşılığı;
Akşehir,
Yalvaç,
Makedonya'da
Beyşehir,
harekâta
Seydişehir
geçilmesini
ve
Karaağaç
emretti.
Rumeli
alındı.
Birinci
Beylerbeyliğine
Murâd
Han
tâyin
edilen
1380'de
Kara
Timurtaş Paşa, Vardar Nehri sâhilindeki İştip'i fethetti. 1382'de Vardar'ı geçerek Manastır
ve Pirlepe'yi aldı. Manastır, Arnavutluk ve Kuzey Epir mıntıkalarına yapılacak harekât için
üs oldu. 1384 bahârında Osmanlı akıncıları Bosna Hersek akınını gerçekleştirerek, pekçok
esir ve ganimet aldılar. 1385'te Veziriâzam Çandarlı Hayreddin Paşanın Ohri'yi fethi ile
Osmanlılar, Arnavutluk hududuna yerleştiler. Kuzey Arnavutluk Prensi ile Balşa ile Drac ve
Orta Arnavutluk Dükası Şarl Topia arasında meydana gelen muhârebede Drac Dükası, Hayreddin
Paşadan yardım istedi. Çağrı üzerine Hayreddin Paşa Drac prensine yardım ederek, Savra'da
onun
gâlibiyetini
temin
ettiği
gibi
bu
muhârebede
Prens
Balşa
da
öldürüldü.
Osmanlı
ordusunun Rumeli'nde bulunmasından istifâde eden Karamanlı Alaeddin Bey, 1386'da Osmanlı
hududuna
taarruz
ederek,
Beyşehir
ve
havalisini
zaptetti.
Hudud
tecâvüzünü
haber
alan
Sultan
Murâd
Han,
Rumeli'de
Veziriâzam
Çandarlı
Hayreddin
Paşayı
bırakarak,
Karaman
hududunu aştı. Karaman ovasına gelen Osmanlı ordusu, Alaeddin beyin kuvvetlerini mağlup
ederek,
sulh
istemeye
mecbur
bıraktı.
Sultan
Murâd
Hanın
dâmâdı
olan
Alaeddin
Beyi
zaptettiği toprakları geri vermesi ve Osmanlı sultanının elini öperek özür dilemesiyle
affedildi. Karamanoğullarının da Osmanlı hâkimiyetini tanıması, batıda olduğu gibi doğuda
da, Sultan Murâd Hanın nüfûz ve itibârını arttırdı.
Sultan Murâd Hanın Osmanlı ordusunun Anadolu'da bulunmasından istifâde eden Balkan kral ve
prensleri Türklere karşı ittifak kurup, taarruz planlıyorlardı. Bosna hududunda Lala Şahin
paşa kumandasındaki akıncıların harekâtı, Bosna kralı ve sırp Despotu Lazar'ın otuz bin
kişilik müttefik kuvvetlerle yaptığı karşı taarruzla karşılandı. 1378'de Ploşnik mevkiinde
meydana gelen muhârebede, Lala Şâhin paşanın yirmi bin kişilik kuvveti bozularak, çoğu
şehit oldu. Ploşnik bozgunu, gizlice hazırlanmakta olan Hırvat, Leh, Macar ve bütün Balkan
kral ve prenslerini Osmanlılar aleyhine harekete sevk etti. Denizci bir kavim ve devlet
olan
Venedikliler,
Osmanlıları
iyi
tanıyıp,
menfaatlendiklerinden,
Haçlı
ittifakına
katılacaklarını beyan ettilerse de, tarafsız kaldılar. Lazar, Tvartko ve Arnavut prensi
Kastriyota'nın öncülüğünde, Hırvat, Leh, Macar, bulgar, Sırp ve Arnavutların ittifakını
haber alan Sultan Murad Han, vakârını muhafaza ederek, muvâzeneli ve plânlı bir şekilde
hazırlıklarını
istendi.
tamamlamaya
İttifâka
dâhil
başladı.
olan
Balkan
Bulgarları
ittifâkına
büyük
karşı
harpten
Anadolu
önce
saf
beylerinden
dışı
etmek
yardım
gâyesiyle,
Veziriâzam Çandarlı Ali paşayı vazifelendirdi. Osmanlı ordusu, Balkan dağlarını aşarak
Pravadi,
Şumnu
istikâmetinde
antlaşmaya
ve
Bulgar
Silistre
mecbur
ve
oldu.
krallığının
merkezi
Tırnova'yı
Niğbolu'yu
zaptetti.
Bulgar
Böylece
Haçlı
ittifakına
aldı.
kralı
Ali
paşa,
Şişman,
katılmasına
tuna
boyu
Osmanlılar
mâni
olundu.
ile
Osmanlı
beylerinin Balkanlardaki ileri hârekatı muhtemel büyük harp öncesi durdurularak, bütün
kuvvetler sultan Murâd Hânın kumandasında toplandı.
Bulgaristan
harekâtını
muvaffakiyetle
tamamlayan
Veziriâzam
ali
paşa,
Yanbolu'ya
gelen
Sultan Murâd Han ile görüşerek, durumu arz etti. Durum değerlendirmesi yapılıp ordu süratle
Priştine'ye doğru harekete geçti. yollarda yerli ahâlinin mal, mülk, can ve ırzına karşı
hiç
bir
tecâvüz
yapılmadan
Kosova'ya
gelindi.
Yağma
ve
tahribâtın
yapılmaması,
Balkan
milletlerini Osmanlının güzel ahlâkına ve adâletine hayran bıraktı. Üsküp ile Priştine
arasındaki Kosova'da müttefik Haçlı ordusuyla karşılaşıp muhârebe nizâmı alındı. 8 Ağustos
1389 muhârebe öncesi Kosova'da şiddetli fırtına vardı ve o gün Berât Gecesiydi. Akşam
çadırına çekilen Sultan Murâd Han, Berât Gecesini ihyâ edip namaz kıldı. Kur'ân-ı kerim
kıraât ettikten sonra, seccâdesinin üzerinden kalkmadan târihe geçen şu duâyı okudu:
''Ey
Rabbim!
Bu
fırtına,
şu
âciz
Murâd
kulunun
günahları
yüzünden
çıktıysa,
mâsum
askerlerimi cezâlandırma. Onları bağışla. Allahım. Onlar ki, buraya kadar, sâdece senin
adını yüceltmek, İslâm dinini kâfirlere duyurmak için geldiler. bu fırtına âfetini, onların
üzerinden def eyle. Senin şânına lâyık bir zafer kazandır ki, bütün Müslümanlar bayram ede.
Müslümanları mansûr ve muzaffer eyle. Ve dilersen o bayram gününde şu Murâd kulun sana
kurbân olsun. Önce beni gâzi kıldın, sonra şehit et.''
Fırtına dinip, 9 Ağustos 1389 günü yapılan kosova Meydan Muhârebesinde Birinci Murâd Han
büyük bir zafer kazandı. Sırp Devletinin yıkılıp, Balkanların Türk hâkimiyetine geçişini
sağlayan Kosova Zaferinden sonra, Sultan Murâd Han, devrin anânesince muhârebe meydanını
dolaşmaya başladı. bu sırada Miloş Obiliç adında yaralı bir Sırp âsilzadesi tarafından
hançerlenerek şehit edildi. Kaçan düşmanı tâkip etmekte olan oğlu Şehzâde Yıldırım Bâyezid,
devlet
adamlarının
Çekirge'de
da
yaptırdığı
ittifakıyla
türbesine
hükümdâr
gönderilip,
yapılıp, ''Meşhedi Hüdâvendigâr'' denildi.
seçildi.
Sultan
defnedildi.
Murâd
Şehit
Hanın
edildiği
cenâzesi
Bursa
yerede
türbe
Osmanlı sultanı Murâd-ı Hüdâvendigâr Han zaferden zafere koşmuş, Anadolu'da ve bilhassa
Avrupa'da
devletin
hudutlarını
çok
genişletmiş
ve
babasından
bir
beylik
olarak
aldığı
ülkeyi büyük bir devlet hâlinde oğluna bırakmıştır. İslâmın cihâd emrini yerine getirmek ve
Osmanlının şânını yükseltmek için, târihi kaynaklarda otuz yedi gâza yaptığı yazılıdır.
Sultan Murâd Han; dindâr, âdil, merhametli, faziletliydi. Azim ve irade kudreti, vakar ve
ciddiyeti,
ahâlisine
karşı
şefkatli
oluşu,
açık
ve
samimi
siyâsetiyle
içte
ve
dışta
istikrârıyla ve mühim askeri, adli, mâli ve idâri teşkilâtıyla Osmanlı Devletini sağlam
temeller
üzerine
naklinde
tatbik
oturtmuştur.
ettiği
Güneydoğu
şuurlu
sistem,
Avrupa'ya
Sultan
Anadolu'dan
Murâd
Hanın
Türk-
dâhiyâne
İslâm
bir
nüfûsunun
siyâsetidir.
Fütûhâtla alınan Rumeli topraklarına iskân edilen türk ve İslâm nüfûsu, Avrupa'da kalıcı
bir
hâkimiyetin
müesseseleri,
ve
dini,
emniyetin
askeri
başlangıcı
ve
idâri
olmuştur.
Anadolu'da,
teşkilâtlarını
kuran
Rumeli'nde
Sultan
Murâd
pekçok
Han,
hayır
târihte
kazandığı zaferlerle olduğu gibi, yaptığı eserlerle de milletin kalbinde taht kurmuştur.
Sultan Murâd Han, ihtiyaç ve lüzumunda eserler yaptırdığı gibi zaferlerin ardından da
şükran ifâdesi olarak, mescit, câmi, medrese, mektep, imâret, han ve sosyal müesseseler
inşâ ettirmiştir. 1364 Sırpsındığı Zaferi sonunda şükrân olarak; Bursa ve Bilecik'te birer
câmi,
Yenişehir'de
yaptırmıştır.
bir
imâret,
Çekirge'de
bir
imâret,
medrese
ile
kaplıca
ve
han
Yıldırım Beyazıd Han
Padişahlık Sırası 4
Saltanatı 13 Yıl
Cülûsu 9 Auğostos 1389
Babası Murâd-ı Hüdâvendigâr
Annesi Gülçiçek Hatun
Doğumu 1360Vefâtı 8/9 Mart 1403 gecesi
Kabri
Bursa Bâyezîd Hân Türbesindedir
Osmanlı pâdişâhlarının dördüncüsü. Babası Murâd-ı Hüdâvendigâr, annesi Gülçiçek Hâtundur.
1360'ta doğdu. Küçük yaştan itibâren zamânın en mümtaz âlimlerinden din ve fen ilimlerini
tahsil
etti.
idâresini
Değerli
öğrenmesi
Savaşına
katılarak
şehâdeti
üzerine
kumandanlardan
için
Kütahya'ya
büyük
tahta
sevk
ve
vâli
tâyin
kahramanlık
çıktı.
idâre
edildi.
gösterdi.
Cesâret
ve
dersleri
1389'da
Savaş
gözü
aldı.
sonunda
pekliğiyle
1381
yılında
devlet
yapılan
birinci
kosova
babası
ün
sultan
yaptığından
Murâd'ın
kendisine
''Yıldırım'' lakabı verilmiştir. Tahta geçtikten sonra ilk olarak Sırbistan işlerini düzene
koydu.
Bu sırada saltanat değişikliğinden faydalanmak isteyen Karamanoğulları ve diğer Anadolu
beyliklerinin Osmanlılara âit yerleri tahribe başlamaları üzerine, yıldırım Bâyezid güçlü
bir orduyla 1389 kışında harekete geçti. Aydınoğulları, Saruhanoğulları, Germiyanoğulları,
Menteşe ve Hamid beylikleri topraklarını ülkesine kattı. Bundan sonra adına yaraşır bir
hızla Karaman ülkesine girdi ve Konya'yı muhâsara etti. Karamanoğlu çarşamba Suyu sınır
olmak şartıyla anlaşmak zorunda kaldı. Denizciliğe de önem veren yıldırım Bâyezid Han, 1390
sonbaharında
Sakız
ve
düzenledi.Yıldırım
Eğriboz
Bâyezid
adalarıyla
Ege
Anadolu'dayken
Denizindeki
Eflak
kralı
Venedik
Mirça,
kıyılarına
Osmanlı
seferler
sınırını
geçerek
Karinâbâd'a kadar olan bölgede yağmalama hareketinde bulunmuştu. Sefer dönüşünde hemen
Rumeli'ye geçen Pâdişah, Edirne'de kuvvetlerini toparladı ve Niğbolu ile Silistre'den Eflak
içlerine akıncılar gönderdi. bu kuvvetler Mirça'yı yakalayarak Bursa'ya gönderdiler. Mirça,
her sene Osmanlı hazinesine 3000 duka altın vermek ve Macarlar üzerine yapılacak seferlerde
Osmanlı ordusuna yardım etmek kaydıyla serbest bırakıldı. Yıldırım Bâyezid bundan sonra
Macarlarla
muhasâra
ittifak
altına
kurulması,
bir
kurmaya
alındı.
câmi
çalışan
Yedi
Bizanslılar
aylık
yapılması
ve
bir
üzerine
kuşatmadan
yıllık
yürüdü
sonra
verginin
ve
1391'de
şehirde
arttırılması
bir
İstanbul'u
Türk
şartlarıyla
mahallesi
antlaşma
imzâlandı. Yıldırım Bâyezid 1392'de yeniden Anadolu üzerine yürüdü. Bu harekât sırasında
Candaroğullarının
oğullarından
Kastamonu
Şehzâde
Çelebi
şûbesi,
Mehmed
1392
ilkbaharında
Amasya'yı;
ele
Süleymân
geçti.
Çelebi
Bu
ise
arada
Bâyezid'in
Tırnova,
Silistre,
Niğbolu ve Vidin'i zaptettiler.
1394'te Selânik ve Yenişehir'i (Mora) de alan Osmanlı orduları, Teselya ve Arnavutluk'a
kadar
ilerlediler.
şehirde
bir
Bâyezid
Müslüman
Han,
mahallesi
İstanbul'un
tesisi,
bir
birinci
Câmi
muhâsarasından
inşâsı
ve
bir
sonra
kâdı
imparatorun
bulundurulması
husûsundaki vâdin, yerine getirmemesi üzerine, şehri ikinci defâ kuşattı. 1395 yılındaki bu
kuşatma,
şehirleri
yaz
boyunca
alındı.
devâm
İstanbul
etti.
Bu
muhâsarası
sırada
Yunanistan'dan
Balkanlarda
büyük
bir
Tırhala,
Haçlı
Domasia
ordusu
ve
Patros
hazırlandığı
haberi üzerine kaldırıldı. Macar kralının propagandası ve papanın tahrikleri neticesinde
bir Haçlı ordusu kuruldu. Mevcûdu 100.000'den fazla olan bu Haçlı ordusu, Tuna'yı geçerek
Vidin, Orsova ve Rahova şehirlerini ele geçirerek Doğan Beyin müdâfaa ettiği Niğbolu'yu
muhâsara etti. Ancak Edirne'den yola çıkarak sür'atle gelen Sultan Bâyezid, Haçlı ordusunu
Niğbolu Kalesi önünde ağır bir bozguna uğrattı (25 Eylül 1396). Esir edilen ve fidye
karşılığı
serbest
Avrupalı
bırakıldıktan
asilzâdeler
ve
sonra
pâdişah'a
şövalyelere
Yıldırım
karşı
bir
Bâyezid
daha
Han
savaşmamaya
şöyle
diyordu:
yemin
eden
''Ettiğiniz
yeminleri size iâde ediyorum. Gidiniz, ordular toplayınız ve bizim üzerimize geliniz. Bana
bir kere daha zafer kazanma imkânı sağlamış olursunuz. Zirâ ben, Allahü teâlânın dinini
yaymak
ve
o'nun
rızâsına
kavuşmak
için
dünyâya
gelmişim''.
Niğbolu
Zaferinden
sonra,
Bâyezid, İstanbul boğazının en dar yerinde anadolu tarafında ''Güzelcehisarı'' (Anadolu
Hisarı)
inşâ
Yunanistan
ettirdi.
ve
İstanbul
Anadolu
1397'de
üzerine
seferler
yeniden
muhâsara
yapıldı.
Teselya
edildi
ve
ve
muhâsara
Yenişehir'i
sırasında
aldıktan
sonra
hiçbir mukâvemetle karşılaşmadan orta Yunanistan'a giren Yıldırım Bâyezid bölgedeki bâzı
dükalıkları
fethederek
geri
döndü.
turhan
Beyi
Mora
içlerine
akınlar
yapmakla
görevlendirdi. Bunun neticesinde yunan Despotu Teodoros eskisi gibi Osmanlı hâkimiyetini
tanımayı
ve
vergi
vermeyi
kabul
etti.
Diğer
tarafdan
Niğbolu
savaşı
esnâsında
Karamanoğulları Ankara'yı basıp, Sarı Timurtaş'ı esir almışlardı. Bu sebeple Bâyezid Han,
Yunan meselesini hallettikten sonra Karaman ülkesi üzerine sefere çıktı. 1397'de Akçay
Ovasında yapılan savaşta Karaman kuvvetleri büyük bir bozguna uğradı. konya ve Lârende
(Karaman) Osmanlılar eline geçti. Yıldırım Bâyezid 1398 ilkbaharında Samsun üzerine yürüdü
ve
müslüman
Samsun'u
imparatorluğu
aldı.
sınırına
Böylece
dayandı.
1398
Osmanlı
sınırı
Karadeniz
havâlisinde
sonlarında
Kâdı
Burhâneddin,
Akkoyunlu
Trabzon
hükümdârı
Karayülük Osman'a mağlup olmuştu. bunun üzerine Bâyezid şehzâdelerinden birini Sivas'a
göndererek burayı zaptettirdi. Böylece Tokat, Kayseri, Niksar, Şarkikarahisar, Kırşehir ve
Aksaray
şehirleri
Osmanlı
ülkesine
katıldı.
Bâyezid
Dulkadiroğullarından
Elbistan'ı
aldıktan sonra Memlûklerin elindeki Malatya, Divriği ve Besni gibi şehirleri de sınırları
içine
kattı.
Böylece
Osmanlı
sınırı
fırat
kıyılarına
kadar
dayandı.
Bu sırada Bizanslılar Hıristiyan devletlerinden yardım istemişler ve Türklere baskı yapmaya
başlamışlardı.
baharında
Boğaziçi
İstanbul'u
ve
İzmit
dördüncü
Körfezi
defâ
kıyılarını
kuşattı.
bu
vurmaları
kuşatma
üzerine
diğer
Bâyezid
1400
kuşatmalardan
daha
şiddetliydi. Ancak Doğu'da Timûr tehlikesi ortaya çıkınca kuşatmaya son verilmek zorunda
kalındı. (1402) Bâyezid'in hükümdârlıklarına son verdiği beyler Timûr'un yanına giderek
Bâyezid aleyhine propaganda yapmaktaydılar. bu sırada Timûr Handan kaçan Karakoyunlu ve
Celâyir beyleri de yıldırım Bâyezid'i Timûr'a karşı tahrik ediyorlardı. bu tahrikler ve
Timûr'un Osmanlılara âit Sivas'ı zaptetmesi, neticede iki büyük Türk hâkânını Ankara'da
karşı
karşıya
getirdi.
Çubuk
Ovasında
yapılan
ve
çok
şiddetli
geçen
muhârebe
sonunda
Osmanlı ordusu mağlubiyete uğrarken, yıldırım Bâyezid de esir düştü (28 Temmuz 1402) Esâret
zilletini
çekemeyen
Yıldırım
Bâyezid
Han
yedi
ay
kadar
sonra
kederinden
ve
nefes
darlığından kırk dört yaşında vefât etti (1403). Timûr Han ölüm haberini alınca; ''Yazık
oldu,
büyük
bir
mücâhidi
kaybettik.''
demekten
kendini
alamadı.
Yıldırım Bâyezid, çevik, atılgan, cesûr, zamânının hâdiselerini kavramış iyi bir kumandan
ve iyi bir sultandı. Âni olaylar karşısında soğukkanlılığını muhâfaza ederek karârını verir
ve
ordusunu
süratle
istediği
yere
sevk
ederdi.
Bu
yüzden
düşmanları
çok
ihtiyatlı
davranırlardı. Ömrünü cepheden cepheye koşmakla geçirmiş Türklüğün ve İslâmiyetin Rumeli'de
yerleşmesini
sağlamıştır.
Adâleti
çok
meşhurdu.
Hergün
belirli
bir
zamanda
herkesin
kendisini görebileceği bir yere gelir ve dört bir yandan gelen tebeasının şikâyet ve
arzûlarını
hükümlerine
dinler,
haksızlığa
kesinlikle
karışmaz
uğrayanların
ve
kimseyi
haklarını
de
derhal
karıştırmazdı.
iâde
ederdi.
Âlimlerin
kâdıların
sohbetlerinde
bulunur, onların Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildiren sözlerini canla başla kabul
ederdi. Evliyâya çok hürmette bulunurdu. Osmanlı topraklarının her tarafında ilim yuvaları
kurdu. Memleketin her tarafında câmi, mescit, dârüşşifâ, medrese, imâret ve misâfirhâneler
yaptırdı. Bunlardan en meşhuru Bursa'da yaptırdığı Ulu Câmiidir. Ayrıca bütün bu imâretler
için geniş vakıflar kurdu.
Çelebi Mehmed Han
Padişahlık Sırası 5
Saltanatı 8 Yıl
Cülûsu 1413
Babası Sultan Yıldırım Bâyezîd Hân
Annesi Devlet Hatun
Doğumu 1389
Vefâtı 26 Mayıs 1421
Kabri Bursa Yeşil Türbe'dedir
Osmanlı
Devletinin
beşinci
pâdişâhı.
Doğum
senesini
ekseri
târihçiler
1386
olarak
kaydetmektedirler. Babası, Sultan yıldırım Bâyezid Han, annesi ise Germiyanoğlu süleymân
Şahın
kızı
Devlet
hâtun'dur.
Çelebi
Mehmed
küçüklüğünden
itibâren
devrin
en
yüksek
âlimlerinden ders aldı. Din ve fen ilimlerini öğrendi. 1393'te devlet idâresinde tecrübe
sâhibi olmak üzere Amasya'ya sancakbeyi tâyin edildi. Babası ile Timur Han arasında 1402'te
yapılan Ankara Muhârebesinde Osmanlı ordusunun ihtiyât kuvvetleri kumandanlığından bulunan
Çelebi Mehmed, muhârebenin kaybedilmesi üzerine Amasya'ya çekilmek istedi. Ancak Candaroğlu
İsfendiyar
Beyin
yeğeni
Yahya
Bey
karşısına
çıktı.
Bunu
mağlup
eden
Çelebi
Mehmed,
ilerlemesinin tehlikeli olacağını anlayarak Bolu'ya gitti.
Daha sonra Amasya'ya dâvet edilmesi üzerine maiyeti ile harekete geçti ve şehir hâkimi Kara
Devlet Şahı yenerek Amasya'ya girdi. Çelebi Mehmed, aynı yıl civardaki hâkimleri de mağlup
edip, Sivas, tokat ve Amasya mıntıkasına tamâmen hâkim oldu. Timur Hana esir düşen babasını
kurtarmak için bir plân hazırladı ise de muvaffak olamadı. Bu sırada Batı Anadolu'da
bulunan Timur Han, Çelebi Mehmed'in faaliyetlerini öğrenip, ona teminât vâdeden mektubu ile
yanına dâvet etti. Bu dâvete icâbet edip yola çıkan Çelebi Mehmed, muhtelif yerlerde türlü
bâdirelerle
karşılaştığından
elçiye
durumu
anlatıp,
olanları
Timur
Hana
arz
etmesini
istedi. Kendisi Amasya'ya döndü. Çelebi Mehmed'in bu mâzeretini kabul eden Timur, ona
elindeki yerlerin hükümdârlığını verdi ve al damgalı berât ve hükümdârlık alâmeti olarak
taç, kemer ve hırka gönderdi. Bu sırada yıldırm Bâyezid'in diğer oğullarından Şehzâde
Süleymân Çelebi Edirne'de, İsâ Çelebi Balıkesir ve Bursa'da, Mûsâ Çelebi ise Kütahya'da
sultanlığını
ilân
etmişti.
Eski
beylikler
yeniden
ortaya
çıkarak
Anadolu
birliği
parçalanmıştı. osmanlı Devletini tekrar bir idâre altında toplamak isteyen Çelebi Mehmed,
kardeşi İsâ Çelebi'ye karşı Ulubâd mevkiinde giriştiği savaşı kazanarak Bursa'ya girdi ve
hükümdârlığını ilân etti. (1404) İsâ Çelebi Yalova yolu üzerinden Bizans imparatorunun
yanına kaçtı. Emir Süleymân'ın isteği üzerine ise Edirne'ye gönderildi. Emir Süleymân, İsâ
Çelebi'yi mühim bir kuvvetle Anadolu'ya gönderdi. Bursa'yı almak isteyen İsâ, Çelebi Mehmed
ile yaptığı ikinci muhârebede de mağlup olunca, yanına kaçtığı İsfendiyar Beyle anlaşarak
berâberce Ankara'yı almak üzere harekete geçtiler. Ancak müttefik kuvvetler Çelebi Mehmed'e
mağlup olup, Kastamonu tarafına çekildiler. Bir müddet sonra İsâ Çelebi Aydınoğlu Cüneyd
Beyin yanına gitti ve onun aracılığıyla Saruhan ve Menteşe Beyleriyle anlaşarak tâlihini
bir kere daha denemek istedi, ancak mağlup oldu ve bu defâ Karamanoğlu'na iltihâk etti.
Neticede İsâ Çelebi bir müddet sonra yakalanarak ortadan kaldırıldı.
İsâ Çelebi'nin öldürülmesinden sonra Çelebi Mehmed Anadolu'da yanlız kaldı. Bundan sonra
kendisinin kuvvetlenmesinden endişe ettiğinden Anadolu'ya gelen Emir Süleymân ile mücâdele
etti. Emir Süleymân, Çelebi Mehmed'in elinden birçok yerleri aldığı gibi Aydınoğlu Cüneyd
Bey ile Menteşeoğlu İlyas Beye hâkimiyetini kabul ettirmişti. Çelebi Mehmed, onun yeniden
Rumeli'ye döndürmek için kardeşi Mûsâ Çelebi'yi Rumeli tarafına geçirtti. Mûsâ Çelebi'nin
faaliyetlerini öğrenen Süleymân Çelebi, Rumeli'ye geçti ve ilk anda Mûsâ'yı mağlup ettiyse
de, sonradan onun baskınına uğrayarak hayâtını kaybetti. Çelebi Mehmed Bursa'yı hâkimiyeti
altına alırken, Mûsâ Çelebi de bu sırada Edirne'de hükümdârlığını ilan etti. Mûsâ Çelebi,
Anadolu'da
kardeşinin
kuvvetli
olduğunu
bildiği
için
orayla
alâkadâr
olmayıp
bizansla
meşgul oldu ve bir kısım yerleri onlardan aldı. bu arada ileride büyük bir isyan çıkaracak
olan Şeyh Bedreddin'i kazasker yaptı. Şeyh, bu sûretle nüfûsunu artıracak mevkiye sâhip
oldu. Bir ara İstanbul'u muhâsara eden Mûsâ Çelebi tehlikesine karşı İmparator, Çelebi
Mehmed'i Rumeli'ye dâvet etti. Çelebi Mehmed Üsküdar'a gelerek imparatorla görüştü. 1411'de
İnceğiz mevkiinde kardeşi ile yaptığı muhârebeyi kaybettiğinden gemilerle Anadolu tarafına
geçerek yaralı bir halde Bursa'ya geldi. bir yıl sonra Mûsâ Çelebi'yle yaptığı ikinci
muhârebede de muvaffak olamadı. Mûsâ Çelebi'nin ümerâsına karşı sert davranması, bir müddet
sonra onları Çelebi Mehmed'le anlaşmaya mecbur etti. Yeni plâna göre Çelebi Mehmed üçüncü
defâ Rumeli'ye geçti. Kendisine katılan sırp despotu ve bâzı ümerâ ile Tuna'ya çekilmekte
olan, Mûsâ Çelebi üzerine yürüyen Çelebi Mehmed, Çamurlu- Derbend mevkiinde meydana gelen
muhârebede
Mûsâ
boğduruldu
ve
Çelebi'yi
Bursa'ya
mağlup
etti.
nakledilip,
Mûsâ
Çelebi
babasının
yaralı
türbesine
olarak
kaçarken
defnedildi.
Daha
yakalanıp
sonra
Orhan
Çelebi'yi de yakalatan Çelebi Mehmed Edirne'de bütün devletin hükümdarı olduğunu ilân etti.
Çelebi Mehmed Rumeli'de bulunduğu sırada Karamanoğlu Mehmed Bey, Bursa'yı bir ay kadar
muhâsara
etmiş,
Mûsâ
Çelebi'nin
cenâzesinin
geldiğini
duyunca,
şehri
ateşe
vererek
memleketine dönmüştü. Aydınoğlu Cüneyd Bey de bu sıralarda Ohri'den kaçarak Aydın'a gelmiş
ve Ayaslug'u (Selçuk) muhâsara edip, sancak beyini öldürmüştü. bu sebeple Çelebi Mehmed
Anadolu'ya dönünce önce Cüneyd bey üzerine yürüyüp, Çandarlı eliyle Menemen, Kayacık ve Nif
kalelerini aldı. Ayrıca İzmir de fetholundu. Çelebi Mehmed, Cüneyd'in annesinin ricâsı
üzerine Cüneyd'i affederek 1414'te Niğbolu Sancakbeyliğini verdi. İzmir kuşatması esnâsında
Menteşe
Beyi
de
Osmanlılara
tâbi
olduğu
gibi,
Midilli,
Sakız
ve
Foça'daki
Ceneviz
kolonilerinin elçileri gelip, bağlılıklarını arz ettiler. Daha sonra Teke Beyi de tâbi
oldu.
Bu şekilde işlerini yoluna koyan Çelebi Mehmed, aynı yıl Bursa'ya gelerek Germiyan ve
Candar beyliklerinden takviye alıp Karaman seferine çıktı. Akşehir, Beyşehir ve Seydişehir
kasabalarını
aldı
ve
Mehmed
Beyi
mağlup
etti.
bundan
sonra
Konya'yı
kuşattı
ise
de,
mevsimin elverişsizliğinden dolayı Karamanoğluyla sulh akdederek döndü. Ancak Mehmed Bey
rahat durmayıp, Çelebi Mehmed ikinci defâ Karamanoğlu üzerine gitti ve Konya ovasında
yapılan
muhârebede
Mehmed
Beyi
bir
kere
daha
mağlup
etti.
Bu
sırada
pâdişah
rahatsızlandığından yine sulh akdedildi. Mehmed Bey, gerektiğinde Osmanlı ordusuna yardım
göndermeyi de kabul etti. Mehmed Bey bu vâdini Eflâk seferinde yerine getirmiştir. Çelebi
Mehmed, Anadolu'da Türk birliğini sağlama çalışmaları sürdürürken, Hıristiyanlarla da dost
geçinme
politikası
güdüyordu.
Osmanlılara
tâbi
olan
Eflâk
prensi
Mirça,
taht
mücâdelelerinden istifâde ile üç yıldır vergiyi kesmişti. Kendisine voyvodalıkta rakip
çıktığından zor durumda idi. Rakini Dan, Osmanlılara mürâcaat ederek, yardım istemiş, Mirça
Macar Kralı Sigismund'a başvurarak Osmanlıların kendisine yardım etmesi için aracı olmasını
istemiştir.
Ancak
beyliklerinden
Çelebi
yardım
Mehmed
alarak
Sigismund'un
Tuna'yı
geçip,
teklifini
romanya
reddedip,
topraklarına
Candar
girdi.
ve
Karaman
Macar-
Eflâk
ordusunu mağlup eden Çelebi Mehmed, Mirça'yı yeniden Osmanlılara tâbi kıldı. Osmanlılar
Erdel'e de birkaç defâ akın düzenlediler. Neticede Macar eyâleti baştanbaşa çiğnendi. bu
sûretle, Balkanlarda ve Adriyatik'te Osmanlı nüfûsu kuvvetlendirildi. bundan sonra Çelebi
Mehmed, Anadolu'da kuvvetlenmiş bulunan İsfendiyar Beyle mücâdeleye başlamış ve Sinop'u
muhâsara etmiştir. Çâresiz kalan İsfendiyar Bey, Osmanlı Devletinin yüksek hâkimiyetini
tanımıştır. Ayrıca oğlu Kasım'ın istediği Kastamonu, Tosya, Çankırı ve Kalecik'i pâdişaha
vermiştir. bunu müteâkip Çelebi Mehmed, daha önce Osmanlılarda bulunan Samsun'un alınmasını
istedi. Müslüman ve kâfir olmak üzere ikiye ayrılmış olan Samsun'un kâfir kısmını Biçeroğlu
Hamza Bey kuşattı. Kale halkı şehri yakarak gemilere binip ayrıldıklarından şehir ele
geçirildi.
Müslüman
Samsun'u
bizzât
muhâsara
eden
Çelebi
Mehmed'e
karşı
koyamıyan
İsfendiyaroğlu hızır Bey, şehri teslim edip babasının yanına döndü.
Çelebi Mehmed devrinin en önemli iç hâdisesi, Şeyh Mahmud Bedreddin'in isyânıdır. Şeyh
Bedreddin, Mûsâ Çelebi zamânında Edirne'de kazaskerliği tâyin edilmiş ve Çelebi Mehmed'in
cülûsunu müteâkip 1000 akçe aylık ile İznik'te ikâmete mecbur edilmişti. Şeyh Bedreddin
Edirne'de
ve
fikirlerini
sonra
İznik'te
aşılamaya
eser
yazmakla
çalışıyordu.
meşgul
Edirne'ye
olup,
gelmeden
kendisini
önce
ziyârete
Anadolu'da
ün
gelenlere
kazanmıştı.
İznik'te de boş durmayan Şeyh, adamlarında Börklüce Mustafa'yı Aydın taraflarına gönderip
propaganda
yaptırıyordu.
Ayrıca
faaliyete
başlamıştı.
taraflarında
Torlak
Kemâl
Şeyh
adındaki
Bedreddin,
adamı
da
Börklüce
daha
önce
Mustafa'nın
Manisa
hareketinin
genişlemesi üzerine hacca gitmek bahânesiyle önce Sinop'a oradan Kefe'ye ve nihâyet daha
önce tanıştığı eflâk prensinin yanına giderek Şiilerin bulunduğu Deliorman taraflarına
geçti. Şii olan Şeyh Bedreddin, İslâm'a uymayan zararlı fikirler ortaya atıyor, haram olan
hususların helâl olduğunu ileri sürerek isyân hislerini körüklüyordu. Neticede ilk isyân
Karaburun'da
başladı
ve
daha
sonra
Manisa'da
kendini
gösterdi.
Az
zamanda
genişledi.
Börklüce Mustafa isyânı Amasya Vâlisi Şehzâde Murad ile Bâyezid Paşa tarafından kanlı bir
şekilde bastırıldı. Börklüce yakalanarak katlolundu. Manisa tarafındaki Torlak Kemâl de
aynı âkıbete uğradı. Şeyh Bedreddin, Bâyezid Paşa tarafından yakalanarak Serez'de bulunan
pâdişah huzûruna getirildi. Şeyhin durumu ulemâ tarafından tedkik olunduktan sonra, Ehl-i
sünnete uymayan itikâd üzere olmak ve cemiyet nizâmını bozmakla suçlu bulunarak, Şâdeddin
Taftâzâni'nin talebelerinden Heratlı Molla Haydar'ın fetvâsıyla Serez pazarında asıldı ve
malları vârislerine bırakıldı.
Şeyh
Bedreddin
tehlikesi
birlikte
ile
isyânı
karşı
Timur'a
bu
şekilde
karşıya
esir
bastırıldıktan
kaldı.
düşüp
Bu
Semerkand'a
tehlike
sonra
Çelebi
Ankara
Meydan
götürülen,
Düzmece
Mehmed,
yeni
bir
Muhârebesinde
Mustafa
da
isyân
babasıyla
denilen
kardeşi
Mustafa idi. Uzun müddet kendisinde haber alınamayan Mustafa, bir müddet sonra geri dönüp,
Karaman topraklarında kaldıktan sonra Rumeli'ye geçmişti. Osmanlı tahtına oturmak niyetinde
olan Mustafa, Eflâk voyvodasının ve Niğbolu sancakbeyi Aydınoğlu Cüneyd Beyin yardımlarıyla
fâaliyete
geçip,
Selânik
ve
Teselya'da
saltanat
iddiâsıyla
adam
toplamaya
başlamıştı.
Fesâdın büyümesine mâni olmak için Çelebi Mehmed hemen harekete geçti ve ağabeyi Mustafa
Çelebi'nin kuvvetlerini Selânik civârında mağlup etti. Cüneyd ile birlikte Mustafa Çelebi
Selânik kalesine sığındı. Çelebi Mehmed ertesi sabah mültecileri istediyse de, Selânik
Vâlisi, imparatorun müsâdesi olmadan teslim edemeyeceğini beyânla özür diledi. Nühâyet
imparator da Çelebi Mehmed hayatta oldukça bunları salıvermeyeceğini yemin ile taahhüd
edince pâdişah Selânik muhâsarasını kaldırdı. Pâdişah anlaşma gereğince, Mustafa Çelebi
için her sene imparatora önemli miktarda akçe ödeyecekti. Mustafa Çelebi Vak'ası 1420
senesinde vukû bulmuştur. Bu vak'ayı müteâkip Çelebi Mehmed, İstanbul'u resmen ziyâret
ederek İmparator tarafından karşılanmış ve Üsküdar'da İmparatora vedâ edip, İzmit üzerinden
Bursa'ya
gelmiş,
bir
müddet
sonra
da
Gelibolu
yoluyla
Edirne'ye
dönmüştür.
Pâdişah
Edirne'deyken, çıkmış olduğu avda rahatsızlandı. Nüzûl illetinden kurtulamayacağını anlayan
Çelebi Mehmed, vezirleri Bâyezid, İbrâhim ve Hacı İvaz Paşaları dâvet ederek, gizlice
görüşüp,
büyük
oğlu
Amasya
Vâlisi
Murad'ın
hemen
dâvet
edilmesini
istedi.
Kısa
süren
hastalıktan sonra Haziran 1421'de vefât etti. Çelebi Mehmed'in vefâtı son derece gizli
tutuldu. Cesedi tahnit edilerek sarayda muhâfaza edildi. Şehzâde Murad'ın Bursa'ya gelişine
kadar
40-42
gün
pâdişahın
vefâtı
gizlendi.
Cesedi
Bursa'ya
getirilerek
Yeşil
Türbeye
defnedildi.
Osmanlı Devletinin ikinci kurucusu kabul edilen Çelebi Mehmed, ne kardeşi Mûsâ Çelebi gibi
sert, ne de diğer kardeşi Emir Süleymân gibi yumuşak ve kayıtsızdı. Mâkul hareket eden,
sabırlı,
azim
ve
irâde
sâhibi,
sözüne
ve
vâdine
sâdık,
nâzik,
vakûr
ve
ciddi
bir
hükümdârdı. Yalnız dostuna değil, düşmanlarına da kendisini sevdirerek itimât telkin etmiş
ve
saydırmıştır.
Onun
hakkında
Osmanlı
târihlerinden
başka
yabancı
kaynaklar
da
iyi
şehâdette bulunmaktadırlar. Küçük ve büyük 24 muhârebede bulunarak 40'a yakın yara aldığı
rivâyet edilmektedir. Emellerinin en başında babası zamânındaki yerlerin geri alınması
geliyordu ki, bu gâye için çalışmış ve büyük ölçüde muvaffakiyet elde etmiştir. Zamânının
yerli ve yabancı kaynakları onun dirâyetinden, sebâtkârlığından, iyi ahlâkından ve daha
birçok
meziyetlerinden
bahsetmektedir.
Çelebi
Mehmed,
kısa
ömrünü
savaş
alanlarında
geçirmiş olmasına rağmen, memleketin imârına da önem vermiştir. Bursa'da yaptırdığı câmi,
medrese,
imâret
ve
Yeşil
Türbesi
önemli
sanat
eserleridir.
Câminin
karşısına
yüksekçe
mevkide kendi türbesini yaptırdı. Türbenin karşısına düşen medresesi bugün müze haline
getirilmiş olup, Bursa medreseleri arasında Sultâniye adı ile meşhurdur. Bunlardan başka
Edirne'de
Emir
Süleymân
tarafından
inşâsına
başlanan
ve
Mûsâ
Çelebi
tarafından
devâm
ettirilen Ulu Câmi (Câmi-i Atik) nin tamamlanması da ona nasip olmuştur. Çelebi Mehmed, bu
eski Câmiye vakıfolmak üzere Edirne'deki bedesteni yaptırmıştır. Ayrıca Amasya'da Şehzâde
türbesini yaptırmıştır ki, oğlu Kasım burada medfundur. Edirne'deki eski sarayın da Çelebi
Mehmed tarafından inşâsına başlandığı rivâyet edilmektedir. Çelebi Mehmed'in en önemli
hizmetlerinden birisi de Mekke ve Medine halkına her sene Surre Alayı göndererek mâli
yardımda bulunma âdetini başlatmasıdır.
Sultan Mehmed'in en büyüğü Murad olmak üzere, Mustafa, Kâsım, Ahmed, Yûsuf ve Mahmûd adında
altı oğlu ile yedi kızı vardı. Kendisinden sonra tahta büyük oğlu Şehzâde Murad çıkmıştır.
2. Murad Han
Padişahlık Sırası 6
Saltanatı 29 Yıl
Cülûsu I. 1421 II.1445
Babası Sultan Celebi Mehmed Hân
Annesi Emine Hatun
Doğumu 404
Vefâtı 3 Subat 1451
Kabri Bursa Muradiye'dedir
Altıncı osmanlı sultanı. Babası Çelebi Sultan Mehmed, annesi dulkâdir âilesinden Emine
Hâtun
olup,
1404'te
Küçüklüğünden
Amasya'da
itibaren
devrin
doğdu.
büyük
Çocukluğu
Amasya,
âlimlerinden
Bursa
okuyarak
ve
yetişti.
Edirne'de
geçti.
1415'te
on
iki
yaşındayken idâri ve askeri bilgileri öğrenip, tecrübe sâhibi olması için, lalası yörgüç
Paşanın yanında Amasya Valiliğine tâyin edildi.
Şehzâde
Murâd,
ilk
vazife
yeri
Amasya'dayken,
1416'da
âsi
Börklüce
Mustafa
isyânını
bastırdı. 1421'de Anadolu Beylerbeyi Hamza Bey ile İsfendiyaroğullarından Samsun'u aldı.
Babasının
vefâtıyla
25
Haziran
1421'de
Bursa'da
tahta
çıktı.
Sultan
ikinci
Murâd
Han
1422'de Osmanlı Devleti için büyük tehlike arz eden Bizans'ın entrikalarına son vermek ve
Hazret-i
Muhammed
sallallahü
aleyhi
ve
sellem
tarafından
vaad
edilen
mânevi
müjdelere
kavuşmak için İstanbul'u kuşattı. Bunun üzerine Bizans İmparatoru, Anadolu Beyliklerini
Osmanlı Devleti aleyhine kışkırttı. sultan İkinci Murâd Hanın kardeşi küçük Mustafa isyan
ederek
Karaman
miktarda
kuvvet
ve
Germiyan
bırakıp,
beylik
Edirne'ye
kuvvetleriyle
gitti.
Bursa'yı
Edirne'den
kuşatınca,
Bursa'ya
İstanbul'da
geçti.
Küçük
kâfi
Mustafa
yakalanıp, cezâlandırıldı. Karaman, Eflak beyleri ve Venedikliler ile antlaşma yapıldı.
Candarlı İsfendiyar Bey itâat altına alındı. İstanbul kuşatmasını hızlandıran Murâd Han
İmparatorun şehri Venedik hâkimiyetine teslim edebileceği ihtimâliyle 22 Şubat 1424'te
Bizanslılarla
antlaşma
yaptı.
Bu
antlaşma
ile
Ege
ve
Karadeniz
kıyılarını
Osmanlılara
terkeden bizanslılar, yıllık otuz bin düka altın haraç vermeyi kabûl ettiler. Anadolu'da
İzmir, Menteşe ve Teke beylikleri Osmanlı hâkimiyetine geçti. Germiyan beyliği, Osmanlı
Devletine katıldı. 1425'te Selânik'i ele geçiren Venedikliler Osmanlılara karşı Macarlar
ile ittifâk kurdular. 1426'da Batı Anadolu'dan hareket eden Türk denizcileri, Venediklilere
âit Eğriboz, Modon ve Koron'a sefer yaptılar. Osmanlı- Venedik Harbi 1425-1430 yılları
arasında devâm etti. Venediklilerin batı ve doğu devletleriyle ittifâk kurmasına rağmen,
Sultan İkinci Murâd Han Şubat 1430'da Selânik'i fethetti. Venedik donanması Gelibolu'da
Türk
donanmasına
Venedik
Harbine
taarruz
son
ettiysede
veren
Lapseki
müthiş
bir
Antlaşması
bozguna
uğradı.
imzâlandı.
Temmuz
Selânik
1430'da
Osmanlı-
Osmanlılarda
kaldı.
Venedikliler yıllık vergiye bağlandı. İtalyanların hâkimiyetindeki Yanya'da ahâli despot
kavgalarından bıkmıştı. Yanyalılar Selânik'te bulunan Osmanlı Sultanı İkinci Murâd Hana
mürâcaat edip, Türk adâletine sığınarak hürriyet istediler. Rumeli Beylerbeyi Sinân Paşa,
ahâlinin
hürriyetine
dâir
Sultan
Murâd
Hanın
fermânını
getirince,
şehrin
anahtarı
Osmanlılara teslim edildi. Böylece 1431'de Yanya ve çevresi de Osmanlı hâkimiyetine girmiş
oldu. Balkanlarda ahâlinin Osmanlı adâletini, kendi ırk, din, dil ve kültüründen olan
idâreye tercihi, başta Papalık olmak üzere Hıristiyan kral, despot ve prenslerini telaşa
düşürdü.
Balkan
milletlerinin
Osmanlı
idâresini
tercih
etmelerinin
önüne
geçmek
için,
içeride ahâliye zulüm, dışarda da diğer devletlerle ittifak kurdular. Türkü Türke düşürmek
için,
hâkimiyet
mücâdelesindeki
Anadolu
beyliklerini
Osmanlılar
üzerine
saldırtırken,
Papanında teşvikiyle büyük bir Haçlı ordusu kurmak için hazırlıklara başladılar.
1435'te Karamanoğlu İbrâhim Bey yola getirildikten sonra İkinci Murâd Han Rumeli'ye geçti.
Akıncı Beyi Ali Bey'e Macaristan'ı vurma emri verildi. 1437'de Ali Bey'in kırk beş gün
süren
Macaristan
şehirlerinin
akınında,
askeri
Demirkapı
mevkilerini
tahrip
geçilerek
edip,
Erdel'e
yetmiş
bin
girildi.
esir
Akıncılar
alarak,
pekçok
Macar
ganimetle
döndüler. Osmanlılara karşı düşmanca tavır alan Sırp kralı Brankoviç'ten, 1439'da ülkesinin
başşehri Semendire'nin anahtarı istendi. Brankoviç, Osmanlı teklifini kabul etmediği gibi
ayrıca ordu hazırlattı. Osmanlıların taarruz harekâtını haber alan Brankoviç, Semendire'nin
müdâfaasını oğluna bırakıp, Macar kralına sığındı. Üç ay kuşatmadan sonra Semendire kalesi
27
Ağustos
1439'da
fethedildi.
Almanya
imparatoru
ve
Macaristan
kralı
İkinci
Albert,
Semendire'yi kurtarmak için sefere çıktı. Macaristan seferi kumandanlarından İshak Bey ve
Osman Çelebi kumandasındaki Osmanlı ordusuyla karşılaşan İkinci Albert, muhârebe başlamadan
ordusuyla
kaçmaya
başladı.
Macar
ordusunun
müthiş
bir
bozgun
havasıyla
kaçışı,
İkinci
Albert'i de korkuttu. Albert bu telaş içinde canını zor kurtardı. Bu seferden ürken Bosna
kralı Tvartko yıllık yirmi bin düka altın vergisini, yirmi beş bin düka altına çıkardı.
1441'de Belgrad kuşatmasının neticesiz kalışı Avrupalıları ümitlendirip, yeni bir ittifaka
heveslenmelerine sebep oldu. Macarların milli kahramanı Hunyadi Yanoş'un Bosna'ya girişi,
Balkan hükümdârlarının ve Anadolu beyliklerinin Osmanlılara karşı birleşmesine yol açtı. Bu
sırada İkinci Murâd Hanın Karamanoğulları meselesiyle müşgul olmasından istifâde eden Haçlı
ordusu, 1443'te Tuna'yı aşarak Sofya ve Niş'i aldı. 1444'te Yalvaç Muhârebesinde iki taraf
da kesin bir üstünlük kuramadı. Haçlılar, geri çekildiler. Neticede 12 Temmuz 1444'te
Macarlarla
Segedin
on
yıl
süreli
Antlaşmasından
Segedin
sonra;
Sulh
Hacı
Antlaşması
Bayram-ı
imzalandı.
Veli'nin
Sultan
İstanbul'u
İkinci
Murâd
fethedeceğini
Han,
işaret
buyurduğu oğlu Mehmed (Fatih) lehine; ''Sağlığımda oğlumun padişahlığını göreyim'' diyerek
saltanattan çekildi. Osmanlı tahtına on iki yaşındaki İkinci Mehmed Hanın geçirilmesi on
yıllık Segedin Sulh Antlaşmasına rağmen, başta papalık ve Macarlar olmak üzere Avrupa
Devletini ümitlendirdi. Osmanlılara karşı birleşerek hazırlıklarını süratle tamamladılar.
Hunyadi Yanoş Segedin Antlaşmasını bozarak, yanında papalık kuvvetleri de olduğu hâlde,
büyük bir Haçlı ordusuyla hareket etti. On iki yaşındaki Sultan Mehmed Han, ömrünün yirmi
sekiz
yılını
muhârebe
meydanlarında
geçiren
babası
ikinci
Murâd
Hanı
yaşından
ümit
edilmeyecek ifâdelerin bulunduğu târihi dâvet mektubu ile tahta geçmeye çağırdı. İkinci
Murâd Han, Manisa'dan Edirne'ye geldi. Murâd Hanın kumandayı ele almasından sonra, tecrübe,
dirâyet ve askerlerin içten bağlılığının da verdiği kuvvetle, Varna'da Haçlılara karşı
İslâm- Türk târihinin en muhteşem zaferlerinden biri daha kazanıldı. Tekrar tahta çıkan
Murâd
Han,
ilk
seferini
tecâvüzkârâne
faâliyeti
durdurması
işgal
ve
bizans
üzerine
ettiği
imparatorunun
yaptı.
arâziden
Despot
çekilmesi
kardeşi,
mora
Konstantin'den,
istendiyse
de
despotu
Mora'da
reddedildi.
Konstantin'in
tecâvüzleri
Elde
edilen
bilgiler neticesinde Turahan Bey kumandasında öncü akıncı kuvvetleri gönderildi. Sultan
Murâd kumandasındaki asıl osmanlı ordusu 1446'da korent ve Balyabadra'yı zaptetti. 1447'de
Arnavutluk isyânı bastırıldı.
Macarların milli kahramanı Hunyadi Yanoş, Varna Muhârebesi mağlubiyetinin lekesini silmek
için Macarlardan başka Eflak, Bohemya ve Almanya'dan kuvvet toplamıştı. Âsi Arnavutluk Beyi
dönme İskender ile de ittifak kuran Hunyadi Yanoş kendisiyle berâber olmayan Sırbistan'ı
işgal edip, Tuna'yı geçti. Osmanlı Sultanı Murâd Han, Haçlı ,ttifakına karşı cephe alan
Murâd Han, Türk İslâm anânesince Muhârebeden önce antlaşma teklif ettiyse de Haçlılar kabul
etmedi. 17 Ekim 1448'de başlayan ve üç gün devam eden meydan muhârebesi Haçlıların bozgunu
ile neticelendi. Hunyadi Yanoş canını güçlükle kurtarabildi. Murâd Han, 1450'de Arnavutluk
seferine çıktıysa da tamamlayamadı. 3 Şubat 1451 târihinde vefât etti. Vasiyetnâmesini
tanzim edip vezirlere şâhitlik ettirdi. Bursa'ya defnedildi. Türbesi, Bursa'da Murâdiye
mahallesinde yaptırmış olduğu câmi yanındadır.
Sultan Murâd, büyük bir sarsıntıdan yeni çıkmış olan devletin hükümdarı olduğu zaman çok
gençti.
Anadolu'da
devletin
zaafından
Timûr
Hanla
istifâde
yeniden
etmek
için
ortaya
çıkan
Türk
fırsat
gözleyen
Beyliklerinin;
Balkan
ve
Rumeli'de
Avrupa
ise
devletlerinin
korkunç ihtiraslarıyla karşı karşıya idi. Bizans, devletin başına her gün yeni bir gâile,
bir
iç
buhran
idâresini
açmak
eline
için
alan
sinsi
Sultan
sinsi
Murâd
çalışıyordu.
Han,
hayâtı
böyle
boyunca,
buhranlı
bir
Anadolu'da
devirde
Türk
devlet
birliğinin
kökleşmesi için çalıştı. Rumeli'de tabii hudutlar içinde yaşamayı tercih etmesine rağmen,
memleket menfaatı icab ettiği vakit aslâ vazifeden kaçmayacak ve hayâtını bu uğurda fedâdan
çekinmeyecek kadar cesur, metin, irâdeli, azimkar idi. İç ve dış gâilerle geçen hükümdârlık
hayâtı sonunda, sâdece siyâsi ve askeri bakımdan değil, medeniyet bakımından da yeniçağı
açacak olan oğlu Sultan Mehmed'e mâmur ve her türlü ilmi gelişmeye hazır bir ülke bıraktı.
Murâd Han, ince rûhlu,hassas, lütûfkâr âdil, merhametli olup sözüne sadık, cesur ve tedbir
sâhibi, kumanda kâbiliyeti yüksek bir devlet adamıydı. On iki yaşında şehzâde iken başlayan
muhârebe hayatı, vefâtına kadar devâm etti.
İlmi sohbetleri sever, âlimleri himâye eder ve onların ihtiyaçlarını karşılardı. Haftanın
iki gününü ilim meclisinde sohbetle geçirirdi. Kendisinin de ilmi ve ibâdeti çok; zühd,
verâ ve takvâsı pek fazlaydı. Oğlunu ve kızlarını evlendirdikten sonra, bir gün veziri
Çandarlı
İbrâhim
Paşaya
dönmüş;
''Koca
Çandarlı!
Bu
dünyâda
arzulanan
nedir
ki?
Oğul
evermek, kız çıkarmak. Bunları Allahü teâlânın izniyle yerine getirdik. Geriye iman ile
gitmek
kaldı''
demişti.
Hemen
bütün
ömrünü
gazâ
meydanlarında
geçirdiği
hâlde,
imar
işlerine ehemmiyet verip çok eser bıraktığı için Ebü'l-Hayrât diye anıldı. Bursa, Edirne ve
başka
şehirlerde,
dârülhadis
ve
buna
yoksullar
gelir
için
olarak
imâret
ve
Tahtakale
ulemâ
Hamamı,
için
medrese
Alacahamam
ve
yaptırdı.
Üç
Edirne'de
Şerefli
Câmiini
yaptırıp, bunları birçok vakıflarla destekledi. Bursa'da Muradiye semtinde câmi, medrese ve
imâret yaptırdı. Edirne'de Ergene civârında bir köprü yaptırıp, Uzunköprü kasabasını kurdu.
Selânik ve İpsala'da da câmiler inşa ettirdi. Her yıl Kudüs, Halil-ür-Rahmân, Mekke-i
mükerreme ve Medine-i münevvere yoksulları için otuz beş bin altın gönderirdi. Ankara
bölgesinde Balıkhisarı adlı büyük bir subaşılığın köylerini Mekke yoksullarına vakfetmişti.
bulunduğu şehirde her yıl on bin altını kendi eliyle seyyidlere paylaştırırdı. Tebeasının
hakkına ziyâdesiyle riâyet eder, kul hakkından pek sakınırdı.Babası Çelebi Sultan Mehmed
Handan
kalma,
efendimizin
Mekke-i
(sallallahü
mükerreme
aleyhi
ve
ve
Medine-i
sellem)
münevvere
komşularına
fakirlerine,
hediye
gönderme
Resûl-i
ekrem
âdetini
devâm
ettirdi. Tezkirelerin kendisini şiir söyleyen ilk Osmanlı sultanı olarak zikrettikleri
ikinci Murâd Han;
Gerçi- kim haddim değüldür bûseni kılmak dilek, Ârif olan çün bilür ânı ne lâzım söylemek.
Gibi ustaca şiirler yazabilecek kadar kuvvetli bir şâirdi.İlme ve âlimlere çok hürmet edip
evliyâya izzet ve ikrâmda kusur etmediği için memleketi âlim ve evliyâ yurdu oldu. Herkesin
duâsını aldı, pek kıymetli eserlerin yazılmasına, tercüme edilip Türkçeye kazandırılmasına
ve kıymetli ilim müesseselerinin inşâsına vesile oldu. Yazılan eserlerde açık bir dil
kullanılmasını
emrederek
Türkçe
yazmak
husûsunda
titizlik
gösterdi.
Devrinde
Osmanlı
sarayı, âlim ve şâirlerin buluştuğu bir yer oldu. Büyük âlim Molla Yegân bile ona hac
dönüşünde hediye olarak, Fatih'in hocası âlim Molla Gürâni'yi getirmişti. bu husus hiçbir
milletin kültür târihinde rastlanılmayan eşsiz bir hâdise olup, ikinci Murâd Hanın ilme
verdiği değeri de gösterir. Osmanlı Devletinde devrinde en çok eser yazılan padişah olması
bakımından dikkat çeker. Gerçekten onun devrinde manzûm, menzur pekçok eser yazılmış ve
Osmanlı sarayı eserler hazinesi durumuna gelmiştir. Yine tezkirelerin kaydettiğine göre,
Osmanlı
padişahları
içinde
şiirleri
ilk
defâ
kaydedilen
padişahtır.
Devrinde
şuarâ
tezkirelerinde temel teşkil eden bâzı nazire mecmûaları da onun adına ithâf edilmiştir.
Ayrıca adına ithâf edilen pekçok eser vardır ve hemen hepsinde İrşâdü'l- Murâd ile'l-Murâd,
Mesnevi-i Murâdiyye ve Murâdnâme gibi bu pâdişâhın ismi geçer. Devrinde görülen geniş
tabanlı bu kültür faaliyeti sonraki asırlara da temel teşkil etmiştir.
Fatih Sultan Mehmet Han
Padişahlık Sırası 7
Saltanatı 31 Yıl
Cülûsu I. 1444 II. 18 Şubat 1451
Babası Sultan İkinci Murâd Hân
Annesi Hatice Alime Huma Hatun
Doğumu 30 Mart 1431
Vefâtı 3 Mayıs 1481
Kabri İstanbul Fatih Camiî yanında Türbesinde'dir
Osmanlı pâdişâhlarının yedincisi. İstanbul’un fâtihi olup,İkinci Murad Hanın oğludur. 30
Mart 1431 (H. 833) Pazar günü Edirne’de dünyâya geldi. Annesi Candaroğulları âilesinden
Hadîce Alîme Hümâ Hâtundur. Küçük yaşta tahsiline ve yetişmesine çok ehemmiyet verilen
Şehzade Mehmed devrin en mümtaz alimlerinden ilim öğrendi. İlk hocası Molla Yegan’dı.
Meşhur din ve fen âlimi olup zâhirî ve bâtınî ilimlerde mütehassıs Akşemseddîn hazretleri
şehzâdenin her şeyi ile bizzat ilgilendi. 12 yaşına gelince devlet idâresini öğrenmesi için
Edirne’den Manisa’ya vâli olarak gönderildi. Kısa bir süre sonra babası tarafından tahta
çıkarıldı.
Ancak bundan faydalanmak istiyen yeni bir Haçlı ordusu 1444 Eylülünde Türk topraklarına
girdi.
Vaziyetin
ciddiyetini
anlayan
Sultan
Mehmed
yazdığı
mektupla
babasını
yeniden
saltanata dâvet etti. Bâzı rivâyetlerde bu taleb üzerine, bir kısım rivâyetlere göre de,
durumun vehâmetini takdir eden İkinci Murad, kendi reyi ile İstanbul Boğazından Avrupa’ya
geçerek Edirne’ye geldi. Derhal idâreyi ele alarak Varna’ya hareket etti.
Gerek
Avrupa
devletlerinin
hasımca
davranışları,
gerek
Anadolu’daki
Türk
beyliklerinin
nizâmı bozucu hareketleri, devleti çok sarsmıştı. 1444 Varna Zaferi ile Osmanlı Devletinin
temelleri tam olarak sağlamlaştırılmış oldu.
1451 târihinde babası İkinci Murad’ın vefâtı üzerine İkinci Mehmed, ikinci defâ Osmanlı
tahtına oturduğunda 19 yaşındaydı. Daha önceden saltanat tecrübeleri olduğu gibi, babasının
yanında seferlere de katılmış ve çok iyi bir kumandan olarak yetiştirilmişti. Saltanat
değişikliği dolayısıyla fırsat kollayan Karamanoğulları üzerine bir sefer yaptıktan sonra,
artık kangren hâline gelen Bizans meselesini halletmek üzere bütün ağırlığını bu konuya
verdi.Rumeli Hisarını yaptırıp, Yıldırım Bâyezîd’in karşı kıyıda yaptırdığı Anadolu Hisarı
ile
berâber
boğazı
kestikten
sonra,
1452-1453
kışını
Edirne’de
harp
hazırlıkları
ile
geçirdi.
Rumeli Hisarının inşâ plânının bizzât Pâdişâh tarafından çizildiği rivâyeti kuvvetlidir.
Hisarın kerestesi İzmit’ten, kireci Şile bölgesinden getirildi ve yapımında 1000 taşçı
ustası, 5000 işçi, 10.000 civârında yamak çalıştırıldı. Vezirler sırtlarında taş taşıyarak
hisarın yapılmasına hizmet ettiler.Ayrıca bâzı burçların yapım masrafını işçi ücretleri
dâhil vezirler üzerine aldılar.Rumeli Hisarı’nın inşâsı esnâsında Bizans İmparatoru elçi
göndererek, “kendi toprakları üzerine kale yapılmasının dostluğa ve ahde vefâya uymadığını”
bildirdi. Bunun üzerine Fâtih SultanMehmed elçiye; “Var git kralına söyle! O, rahmetli
babam
zamânında
ahdi
çok
defâ
bozmuştu.Arada
ahid
mi
kaldı
ki
vefâdan
bahseder.
Bu
topraklara
biz
hisar
yaparız,
toprak
elçi
göndermekle
kurtarılmaz.
Eğer
bu
topraklar
onunsa, gelip kurtarsın.” diyerek niyetini az çok ortaya koydu. Dört aydan az bir zamanda
bitirilen Rumeli Hisarı ile İstanbul’un Karadeniz’den ikmâl yolu tam kontrola alınmış oldu.
Ayrıca Karadeniz kıyılarına yayılan Venedik kolonilerinin de Venedik ile irtibatı kesilmiş
oluyordu.İstanbul’un muhâsarasına kadar da her geçen gemi, yükü, kalkış ve varış iskeleleri
gibi bilgileri ve geçiş rüsûmunu (geçiş vergisi) altın olarak vermeye mecbur bırakılmış,
vermeyen batırılmıştır.
Şehzâdeliğinden
beri
bir
an
önce
İstanbul’u
fethetmek,
hazret-i
Peygamberin
müjdesine
mazhar olabilmek ideali ile tutuşan SultanMehmed, bu büyük meselenin halline çalışıyordu.
Bu sebeple askerî târihin kaydettiği ilk büyük ateşli silahlar ve toplarla bu orduyu
dayanılmaz bir kudret hâline getirmiş, İstanbul muhâsarısında donanmayı Beşiktaş’tan kara
yolu ile Haliç’e indirilen teknik bir dehâya ve çeşitli muhâsara makinalarına, seyyar
kulelere sâhib olmuştu.
Haliç üzerinde; Kasımpaşa tarafından başlamak üzere boş fıçılar üzerine kalaslar bağlatarak
beş buçuk metre eninde bu köprüyü Kasımpaşa-Ayvansaray arasına inşâ ettirdi. Bu çalışmaları
görenBizanslılar
su
üstünde
yüründüğünü
zannederek,
sihir
yapıldığına
hükmetmişlerdi.
Devrin en ağır toplarını döktürdü. O zamana kadar ateşli silahların atıştan sonra soğuması
beklenirdi. Fâtih Sultan Mehmed, zeytinyağı döktürerek insanlık târihinde “yağla makina
soğutmasını” havan topunun balistik hesaplarını yaparak, plânını çizerek dik mermi yollu
ilk silahı keşfetti.
Fâtih, bu yüksek vasıfları ve üstün kuvvetiyle İstanbul fethine hazırlanırken,ona karşı dış
düşmanları ve içerde şehzâdeleri kışkırtanBizans, târihî fesat siyâsetinin son gayreti
olarak bu sefer de şehzâde Orhan’ı Fâtih aleyhine kullanma teşebbüsüyle genç Pâdişâh’a
İstanbul seferinin meşruluğunu ve zarûretini bir kere daha göstermiş oluyordu. Üstelik daha
Manisa’da şehzâdeyken, hocası büyük velî Akşemseddînİstanbul’u fethedeceğini müjdelemişti.
Hazret-i Peygamberin; “İstanbul muhakak fethedilecektir. Bu fethi yapacak hükümdâr ve ordu
ne mükemmel insanlardır.” meâlindeki hadîs-i şerîfi onu ayrı bir şevke getirmişti.
Kaynakların
belirttiğine
göre,
Pâdişah,
hep
İstanbul’un
fethini
düşünüyordu.
Evliyânın
işâretleri, keşif ve kerâmet sâhiplerinin sözleri ile o bu fikri tamâmiyle benimsemişti.
Pâdişâhın gece-gündüz huzûru kaçmıştı. Yatağına girer kalkarken, sarayında ve dışarıda
gezinirken kafası hep İstanbul’un fethi ile meşguldü. Yalnız veya maiyetiyle gezintiye
çıktığında da yine fethi düşünür, istirâhat ve uyku bilmezdi. Elinde kalem ve kâğıt dâimâ
İstanbul’un haritası ile uğraşırdı.Yine bir gece aynı düşünceyle uykusu kaçmış, veziri
Çandarlı Halil Paşayı gece yarısından sonra konağından sarayına çağırtmıştı. Böyle gece
yarısı vakitsiz çağrılmaktan korkan yaşlı vezir, pâdişâhın ayaklarına kapanarak, özürler
dilemiş, pâdişâh da korku ve telaşının yersiz olduğunu belirterek,İstanbul’un alınması için
oturup konuşmaya çağırdığını bildirmişti.
Nihayet İkinci Mehmed, 23 Martta ordusuyla Edirne’den hareket etti. Kuşatma 6 Nisanda
başladı. 18 Nisanda İstanbul adaları alındı. 22 Nisan gecesi Türk donanması karadan Haliç’e
indirildi. 23 Nisanda sulh teklifine gelen Bizans elçisine genç Pâdişah; “Ya ben şehri
alırım, ya şehir beni!” cevâbını verdi. 29 Mayıs sabahı yapılan son taarruzda İstanbul
düştü. Bu şekilde ortaçağ sona erdi yeniçağ başladı. İstanbul’un fethi, Türk târihinin en
müstesnâ olayı sayılarak “Feth-i Mübîn” denildi. Dünyânın en büyük kilisesi (Sainte-Sophie)
ve bütün Avrupa’nın ayakta kalan en eski yapısı olan Ayasofya câmiye çevrildi. Fâtih bu
mabedin kıyâmete kadar câmi kalmasını yazılı olarak vasiyet ve vakfeyledi. Bütün Ortodoks
Hıristiyanların başı olan patrikliği ortadan kaldırmadı. Bunu o zamanki, siyâsî olaylara
göre değerlendirmek îcâb eder.İsteseydi İstanbul fâtihi, patrikliği ortadan kaldırabilirdi.
Fakat
o
zamânın
siyâsî
durumu
bunu
gerektirmemekteydi.
İstanbul’un
düşmesinden
sonra,
surlarda
Ceneviz
kumandan
ve
askerlerinin
ölülerine
rastlandı.
Hâlbuki
CenevizlilerTürklerle dostluk anlaşması imzâlamışlardı. Bu ihânetleri ortaya çıkınca çok
korktular.
Ceneviz
Kendilerine
vâlisi
ve
çok
papazını
ağır
cezâlar
çağırtarak
verileceğini
üzüntülerini
beklerken,
bildirdi
Fâtih
ve
Sultan
Galata’da
Mehmed,
oturan
bu
Cenevizliler için bir ferman çıkarttı; “Evvelden olduğu gibi herkes sanat ve ticâretinde,
ibâdetinde serbesttir. Kiliseler açık bulunacak, ancak çan çalınmayacaktır.” şeklindeki
emriyle ölüm bekleyen insanları sevindirdi.
Gerek Ortodokslara, gerek Cenevizlilere tanıdığı bu serbestlik, Avrupalıların husûmetini
azalttı. Bâzı Avrupalı târihçiler, Türklerin Avrupa’da süratli bir şekilde ilerlemesini,
Avrupa’nın kolay fethini bu davranışa bağlarlar ve Osmanlı İmparatorluğu, bu hâdise ile
cihânşümûl hâle geldi şeklinde yazarlar. 21 yaşında İstanbul’u fetheden Fâtih, Katolik
Avrupa’ya cephe aldı ve Ortodoks Hıristiyanlığın Katoliklerle birleşmesini önledi. Esâsen
imparator ve devlet adamları, İstanbul’u kurtarmak için papalığın asırlardan beri istediği
fedâkârlığı yapıyor, papalık da Katolik ve Ortodoks kiliselerinin birleşmesi karşılığında
askerî yardımda bulunuyordu. Fakat bütün çalışma ve gayretlere rağmen İstanbul’u korumak
için Avrupa’dan az bir gönüllüden başka bir şey gelmedi. İstanbul’daki papazlar ve halk da
dinlerini
korumak
için
İstanbul’da
Lâtin
şapkası
yerine
Türk
sarığını
görmeyi
tercih
ettiklerini belirttiler.
İstanbul’un fethi ile Osmanlı Cihan Devletinin temelleri atılmış oluyordu. Doğu Roma Fâtihi
olarak Edirne’ye dönen Fâtih Sultan MehmedHan, dünyâ politikasını yeniden gözden geçirdi.
Devletin
geleceği
için
önemli
kararların
alınması
gerekiyordu.
Bizans’ın
düşmesini
Avrupa’nın hoş karşılamayacağı tabiî idi.
Karaman ve İstanbul seferinden sonra, 1453’te Cenevizlilerden Enez’i aldı. 1454’te, Kırım’a
bir
donanma
gönderdi.Aynı
yıl
Sırbistan
Seferine
çıktı.KuzeyEge
adalarına
donanma
göndererek buraları ele geçirdi. Rodos Seferini yaptı ise de adayı alamadı. 1455-1456
yıllarında ikinci ve üçüncü Sırbistan seferlerine çıktı. Bu ikincisinde babasından sonra
Belgrad’ı tekrar muhâsara etti. Kaleyi savunan Hunyadi Yanoş öldü, Fâtih yaralandı. Fakat
Belgrad düşmedi. 1455’te Boğdan Beyliği de Osmanlı idâresine girdi.
1458’de Mora’ya ilk seferini yaptı. 1459’daki Sırbistan Seferi sonunda,Semendire fethedildi
ve Sırbistan Devleti son buldu. 1460’da çıktığı İkinci Mora Seferi; Mora prensliklerinin
ilgası, Osmanlı devletine katılması, Palegosların sonu ve Bizans kalıntılarının silinmesi
ile sonuçlandı.
Sonra Güney Karadeniz meselesini ele aldı. 1461’de Ceneviz’den Amasra’yı fethetti. Baharda
Sinop’a
geldi.Himâyesinde
bulunan
Candarlı
Beyliğine
dostça
son
verdi.Oradan
Trabzon’a
yürüdü. Denizden de kuşatılan Trabzon Rum İmparatoru teslim oldu.Komnenos imparatorluk
hânedanına son verildi. Bu şekilde Batum ve Gürcistan kıyılarına kadar bütün GüneyKaradeniz
kıyıları Osmanlı Devletine katıldığı gibi Trabzon ve Rize gibi Anadolu’nun son parçaları da
Hıristiyanlardan
alınmış
oldu.
Trabzon
seferinden
dönüşünde
Eflâk
üzerine
yürüdü
ve
ayaklanan Kazıklı Voyvoda meselesini hâlletti.
Fâtih,
1462’de
Yayçe’nin
fethiyle
netîcelenen
birinci
Bosna
Seferine
çıktı.
Aynı
yıl
Midilli Adasını fethetti. 1463’te Bosna’ya bir sefer daha yaptı. Ertesi yıl tekrar Bosna
üzerine gitti. 1466’da Karaman Seferine çıktı. Aynı yıl Arnavutluk üzerine yürüdü. 146667’de Arnavutluk üzerine bir sefer daha yaptı.
Bu ardı kesilmeyen seferlerde Fâtih, bir taraftan büyük devlet fikrini gerçekleştirecek
tedbirler almış, diğer taraftan da cihanşumûl hâkimiyet fikrini benimsemişti. Bunun için
Tuna’nın
güneyinde
ve
Fırat-Toroslar
sınırının
batısında,
Osmanlı
Devletine
katılmıyan
hiçbir
yer
bırakmamak,Karadeniz’i
ve
Ege
denizini
birer
Türk
gölü
yapmak,
Venedik
donanmasını geçerek, deniz kuvvetlerini de kara ordusu gibi dünyânın birinci kuvveti hâline
getirmek ve bu işleri tamâmen gerçekleştirdikten sonra, İtalya’yı fethetmek istiyordu. Bu
plân artık dünyâca bilinmeye başlanmıştı. Bu projeye karşı yalnız bütün Avrupa değil,
Türkiye’nin doğusundaki komşuları da karşı çıktılar. Bu şekilde Osmanlı Devletine karşı,
bir ittifak meydana getirildi ve uzun süren savaşlar başladı.
Bu
büyük
savaşlarda,
Osmanlıların
karşısında
yer
alan
büyük
devletler;
Akkoyunlular,
Venedik, Macaristan, Almanya, Polonya, Kastilya, Aragon ve Napoli idi. Fâtih, dehâsı ile bu
ittifaka karşı koymasını bildi. Düşmanlarını bâzen teker teker, bâzen ikişer üçer, bâzen
beşer onar yenerek bu büyük savaşlardan da gâlip çıktı. Böylece Türk Cihan İmparatorluğunun
temelleri sağlamlaştırılmış oldu. Dünyânın Osmanlı Devleti karşısında âciz kaldığı ortaya
çıktı.Venedik’in deniz üstünlüğü târihe karıştı. Böylece dünyâ Hıristiyanlığının iki mühim
dayanağından Bizans’ı yıkıp Venedik’i sindirmiş oldu.
Uzun
süren
bu
büyük
savaşlar
1463’te
Fâtih
tarafından
başlatıldı.
VenedikCumhuriyeti
Osmanlılara savaş îlân etti. Macaristan da Venedik’in yanında savaşa girdi.Kısa zamanda
Osmanlılarakarşı savaşa girenlerin sayısı arttı. Her cephede düşmanı yıpratan, diplomatik
yollarla
bezdiren
Fâtih,
1470
yazında
ordu
ve
donanması
ile
Eğriboz
Adasına
yöneldi.Venedik’in Batı Ege’deki bu alınmaz dedikleri üssünü fethetti.Akkoyunlu Beyi Uzun
Hasan,Avrupalıların,Osmanlılarla başa çıkamayacağını anlayınca, Tokat’a hücum ederek burada
bir cephe açtı, kuvveti bölmeye çalıştı. 18 Ağustos 1472’de Şehzâde Mustafa, Akkoyunlu
ordusunu
yenerek
Üsküdar’dan
işgâl
hareket
edilenOsmanlı
etti.
11
topraklarını
Ağustosta
Erzincan
kurtardı.
yakınlarında
Fâtih,
11
Nisan
Otlukbeli’nde
1473’te
Akkoyunlu
ordusunu yendi.
Fâtih’in akıncı kuvvetleri,Venedik varoşlarına Almanya içlerine kadar seferler düzenleyerek
Avrupa’yı alt üst ettiler. 23. seferini Boğdan, 24.sünü 1476’da Macaristan üzerine yaptı.
Pâdişah, 1478’de Üçüncü Arnavutluk Seferine çıktı. KırımHanlığı Osmanlı birliğine katıldı.
1480’de üçüncü Rodos Kuşatması netîce vermedi.İyonya Adalarını aldıktan sonra, donanmayı
İtalya’ya gönderdi. Temmuz 1480’de Otranto’yu fethettirdi.
1481 senesi ilkbaharında Fâtih SultanMehmed 300.000 kişilik bir ordunun başında olduğu
hâlde sefere çıktı. 27 Nisan 1481 Cumâ günü kapıkulu askerleriyle Üsküdar’a geçti. Pâdişah
Üsküdar’a geçtiğinde hasta olduğu için birkaç gün dinlendi. Daha sonra araba ile hareket
etti. Gebze yakınlarındaki Tekir Çayırı veya Hünkâr Çayırına geldiği zaman hastalığı arttı.
Bunun üzerine hekimler tarafından konsültasyon yapılarak, verilen ilâcın dozu arttırıldı.
Fâtih’in özel doktoru, Yâkub Paşa isminde bir Yahûdî dönmesiydi. Venedikliler, Fâtih’in
zehirlenmesi karşılığında bu dönme Paşa’ya büyük bir servet vâdetmişler Yâkub Paşa da bu
işi gerçekleştirmişti. Fâtih zehirlendiğini anladığı zaman iş işten geçmişti. Birden bire
müthiş sancılar başladı ve 3 Mayıs 1481 Perşembe günü öğleden sonra saat dörtte, 49 yaşında
iken vefât etti. Fâtih’in ölümü bir müddet halktan ve askerden saklandı. Ölüm hâdisesi
duyulunca, Sultan’ın bir zehirlenme olayına mâruz kaldığı anlaşıldı ve Yâkub Paşa, asker
tarafından parçalanarak öldürüldü.
Fâtih’in
ölümü,
Türk
milletini
büyük
mâteme
gark
etti.Ölüm
haberi
Roma’ya
ulaşınca,
İtalya’da toplar atılıp günlerce şenlikler yapıldı.Papa bütün Avrupa kiliselerinde üç gün
çanlar çaldırıp, şükür âyini yapılmasını emretti.
Fâtih’in nâşı İstanbul’a nakledilerek Muhyiddîn Şeyh Vefâ hazretleri tarafından kıldırılan
cenâze namazından sonra İstanbul’da yaptırdığı Fâtih Câmiinin bahçesine defnedildi. Daha
sonra üzerine türbe inşâ edildi.
Fatih Sultan Mehmed Han orta boylu, kırmızı beyaz yüzlü, dolgun vücutlu, sakalları altın
telleri gibi kalın, yanakları dolgun, kolları kuvvetli, burnunun ucu hafif kıvrık, saçı
siyah ve sık olup, kuvvetli fizîkî bir yapıya sâhipti. Londra’da, NationalGallery’de, Fâtih
SultanMehmed’in
yapıldığı,
portreyle
bir
delil
ilgili
portresi
olmadığı
bulunmaktadır.
hâlde
dosyadaki
iddiâ
bilgilerden
Bu
portrenin
Centile
edilmektedir.Hâlbuki,
anlaşıldığına
göre,
Bellini
National
her
tarafından
Gallery’de
şeyden
önce
bu
portre
üzerindeki Centile Bellini adı kesin olarak okunamamıştır. Ayrıca Bellini’nin İstanbul’a
gelip, Topkapı Sarayı için manzara resimleri yaptığı bilinmekle berâber, Pâdişah’ı gördüğü
de belli değildir.
Türk târihi, sayılamayacak kadar çok kahraman ve cihângirlerle doludur. Fâtih SultanMehmed
de bunların başında gelenlerdendir.Çünkü o kılıçla keşfi yanyana yürütmüş, çağ açıp, çağ
kapatmıştır. İstanbul’u bütün ganîmetleri içinde firûze bir yüzük taşı gibi parmağında
taşımış, bu güzel şehri torunlarının torunlarına bırakmıştır.Onun için, asırlar boyu her
cephesiyle yazılmış, çizilmiş, hakkında Garp’ta ve Şark’ta çok şeyler söylenmiştir.Tedkîk
edildikçe derinleşen, derinleştikçe deryâlaşan bu cihângirin sayısız vasıflarından bâzıları
şunlardır:
Fâtih Sultan Mehmed, soğuk kanlı ve cesurdu. Bu özelliğinin en güzel misâlini,Belgrad
Muhâsarası sırasında, askerin gevşediğini gördüğü zaman önlerine geçip düşman hatlarına
girerek gösterdi.İstanbul Muhâsarasında da donanmanın başarısızlığı yüzünden atını denize
sürmesi bu cesâretinin büyük örneğidir.
Ne istediğini, ne yapacağını, ne yapabileceğini bilen ve bu büyük işleri başarabilmek için
gerekli tedbirleri, yorulmak bilmeyen bir azim, sabır ve sükûnetle hazırlayan bir insandı.
Çok merhametli ve müsâmahalıydı. Kendisine elli gün mukâvemet eden, birçok Müslümanın şehid
edilmesine sebeb olan İstanbul şehri ve onun sâkinleri hakkında gösterdiği merhamet, aklın
alamıyacağı genişliktedir.Hâlbuki o devir Avrupa’sında muzaffer bir kumandan, zaptettiği
şehrin halkına görülmedik zulüm ve işkence yapmakta kendini haklı görürdü. Fâtih vicdan
hürriyetine
büyük
kıymet
verirdi.İstanbul’a
girdiği
vakit
ayaklarına
kapanan
İstanbul
patriğini yerden kaldırmakla âlicenaplığını gösteren cihângîr, şu sözlerle patriği tesellî
etti: “Ayağa kalkınız. Ben Sultan Mehmed, hepinize söylüyorum ki: Şu andan îtibâren artık
ne hayâtınız ne de hürriyetiniz husûsunda gazâb-ı şâhânemden korkmayınız!”
Fâtih,
gayri
müslim
tebeasının
din
ve
mezheplerine
aslâ
dokunmadı,
herkesi
vicdânî
inanışında serbest bıraktı. Fâtih,İstanbul’un îmârında ücret karşılığında daha çok Rum
esirlerini kullandı. Bu sırada biriktirdikleri paralarla hürriyetlerini satın alma imkânını
sağladı. Bu müsâmaha o devir dünyâsının hâyâlinden bile geçirmediği bir olgunluk eseriydi.
Batılıların
iddiâlarına
göre
şehre
giren
Türkler,
mâbedleri
yıkmışlar
veya
yakmışlar,
hiçbir şey bırakmamışlardır.Hâlbuki bunları yıkan ve yakan yine kendileridir. Bizanslılar
surlarda
açılan
yıkmışlardır.Öyle
gediklerin
ki,
Fâtih
tâmirinde
kullanılmak
SultanMehmed,Ayasofya’yı
üzere
yakından
yüzden
ziyâde
seyrederken,
bir
kilise
yeniçeri
neferinin kilisenin taşlarından birini sökmek üzere olduğunu görünce, mâni oldu ve; “Size
malca alınacak şeylere izin vermiştim, mülk ise benimdir demiştim.” diyerek yeniçeriyi
şiddetli bir şekilde cezâlandırmıştır.
Askerî ve siyâsi sâhada eşsiz bir dehâ idi. Askerî alanda başarısının ilk özelliği kılıçla
kalemin işbirliğidir.Ordunun disiplinine çok dikkat ederdi. En küçük itâatsizliği ve buna
sebeb
olan
subayları
şiddetli
bir
şekilde
cezâlandırırdı.
Ordusunu,
plânsız,
düzensiz
hareket ettirmez, mâcerâ hevesiyle kan dökmezdi.Kendi devrine kadar atalarının yer yer, ada
ada yapmış oldukları akınlarını, plânlı bir fütûhât hâline getirdi ve devletini, sistemli
bir
idârecilik
devresinde
dayanır.
şuûruyla
düzenlediği
Bu
gâyeye
istikrarlı,
küçük,
ulaşmak
büyük
için
de
yerleşmiş
bir
seferler,
memleketin
at
geçmez
devlet
yaptı.
coğrafî
kayalıklardan,
Otuz
senelik
işbirliğini
geçit
vermez
saltanat
sağlamaya
nehirlerden
geçerek; durup dinlenmeden, kış yaz demeden savaştı. Bütün bu seferleri bir plâna göre
yaptığından nereye gitmesi, nerede durması lâzım geldiğini bilerek hareket etti.Yapacağı
seferlerin
muvaffakiyetle
netîcelenmesini
sağlamak
için
aylarca
bu
seferin
bütün
teferruâtını hazırlardı. Kumandanlığı ile diplomatlığı dâimâ berâber hareket ederdi.Hangi
devlet üzerine sefer düzenleyecekse, o devletin iç ve dış münâsebetlerini, zaaflarını,
kuvvetini, diğer devletlerle olan münâsebetlerini en ince noktasına kadar tetkik eder ve
sefere hasmının en zayıf ve kendisinin en kuvvetli zamânında çıkardı. Yapacağı seferlerden
en yakınlarına bile haberdâr etmez ve bunların gizli kalmasına çok dikkat ederdi.“Sırrıma
sakalımın bir tek telinin vâkıf olduğunu bilsem, onu yolar, atarım” sözü meşhurdur. Böyle
hareket etmeyi muvaffakiyetlerinin başlıca sebeblerinden sayardı. Nitekim böyle hareket
etmesinin
netîcesinde
İsfendiyâr
Beyliği
ve
Trabzon
Rum
İmparatorluğunu
kolayca
ele
geçirdi.
Çok başarılı bir diplomattı. Otuz sene, Asya ve Avrupa’da bâzan birkaç cephede beş, on
hattâ daha fazla devletle birden harb hâlinde bulunduğu günler oldu. Böyle zamanlarda
düşmanlarının,
kuvvetlerini
bölmenin,
siyâsî
müzâkereler,
müttefikleri birbirinden ayırmanın kolayını buldu. Rodos
hazırlarken,
zaman
kazanmak
için
oyalama
taktiğine
vaatler
ve
geçici
tâvizlerle
Adasının fethi için donanmayı
girişerek
şehzâde
Cem’e
bir
mektup
vererek Demetrios Soplionos isimli Rum ile birlikte Rodos’a gönderdi. Fâtih bu mektubunda
hafif bir vergi karşılığında kendileriyle sulh ve sükûn içinde yaşıyacaklarını bildiren
diplomatça bir harekette bulundu.
Câsuslar bulundurduğu gibi, Avrupalı devletlerin Osmanlılarla ilgili hareketleri müzâkere
eden bütün meclislerinde geniş bir haber alma teşkilâtına da sâhipti.Almanya’da yerlilerden
elde edilmiş câsusları da vardı. İtalya ise, son derece gizli ve dâimî bir Türk haber alma
servisiyle örülüydü. Fâtih’in, bu teşkilâtı sâyesinde düşmanlarından günü gününe haberi
olur, hareketlerini değerlendirerek tedbirler alırdı.
Fâtih, ordu ve donanmasını iyi bir şekilde tekâmül ettirmişti.Ordunun silâhları birkaç
senede
yenilenir
ve
daha
geliştirilmiş
olanları
eskilerinin
yerine
konurdu.
Osmanlı
donanmasının tekâmül etmiş şekilde kurucusu Fâtih’tir.Topçuluğa gerekli ehemmiyeti veren
ilk padişâhtır. Fâtih’ten önce, top, bütün dünyâda, daha çok sesi ile düşmanı ürkütmek için
kullanılırdı. Büyük kaleleri yerle bir edebileceği ve meydan muhârebelerinde rol oynayacağı
hiç düşünülmemişti. Fâtih, bütün bunları akıl ederek, o târihe kadar görülmeyen sayı ve
çapta top yapılmasına yöneldi. Topların balistik ve mukâvemet hesaplarını kendisi yaptı.
Piyâdeye de, öncesine nisbetle, büyük önem verdi.Osmanlı ordusu esas bakımından bir süvârî
ordusu olmaya devâm etmişse de, yeniçeri ve azab gibi piyâde sınıfları, Fâtih devrinde önem
kazandı.
Fâtih Sultan Mehmed, ilme, sanata ve ilim adamlarına çok kıymet verirdi. Zihniyeti ve
tabiatı
îtibâriyle
pâdişahtı.
Tıpkı
ileri
askerî
hamleden
fetihleri
hoşlanan,
gibi,
ilim
terakkî
adına
ve
medeniyetten
açtığı
savaşta
zevk
da
bir
alan
bir
âlimler,
sanatkârlar ordusu kurdu ve bu muhteşem orduya kendisi serdâr oldu. Yeni devletin kurulması
plânının icrâsında eğitim ve öğretimin tesir ve önemini her şeyden üstün tuttu. Maârif
sistemini kânunla tanzim ederek ulemâ sınıfı diye tanınan ve idârenin temelini meydana
getiren
diyânet
ve
hukuk
kurumlarını
teşkilâtlandırdı.
Devlet
idâresini
ve
bunun
ilmîleştirilmesini esas aldı.
Aklî ve naklî ilimlerde söz sâhibi olan âlimleri İstanbul’a topladı ve onların talebe
yetiştirmesi
için
medreseler
kurdu.
Devrinde
yetişen
büyük
âlim
ve
sanatkârlar
mühim
eserler verdiler. Fıkıh ilminde Molla Hüsrev, tefsirde Molla Gürânî, Molla Yegan, Hızır
Çelebi,matematikte Ali Kuşçu, kelâmda Hocazâde, zamânının büyük âlimlerindendi ve ülkesine
dünyânın
dört
bir
tarafından
âlimler
akın
ederdi.Hattâ
Molla
Câmî
bile
İstanbul’a
gelmekteyken, Pâdişâh’ın ölüm haberi üzerine geri döndü.
İyi bir komutan ve devlet reisi olan Fâtih, aynı zamanda iyi bir ilim adamı ve şâirdi.
Latince ve Rumca ile Arapça, Farsça ve Türkçeye bütün incelikleriyle vâkıftı. Şiirde,
devrin üstatları arasında yer aldı. Hattâ sarayda dîvân sâhibi olan ilk pâdişâhtı. Çünkü o,
medeniyetin,
Dedelerinin
bilen
sanatsız
devlet
Fâtih,
olarak
kuruculuk
çevresinde
fertlerin
gönüllerinde
yer
kudretini,
irâdeli
idârecilik
devrin
üstad
şâirlerini
bir
alacağına
topladı.
ihtimâl
şuuruyle
Avnî
vermiyordu.
geliştirmesini
mahlâsıyla
edebî
değeri
yüksek beyit ve gazeller söyledi.Aruzu, usta şâirlerden farksız bir hâkimiyetle kullandı,
şiirlerinde ince hissiyât ve düşüncelerini dile getirdi.
Bizümle saltanat lafın idermiş ol Karamanî
Hudâ fursat virürise, kara yire karam-anı
beyti, Karamanoğlu’nun çıkardığı fitne ve fesatlar karşısında şahlanan celâlini gösterdiği
gibi, aşağıdaki şiiri de ince duygular sâhibi hassas bir gönlün Türk edebiyâtına nâdide bir
armağanıdır:
Sevdün ol dilberi söz eslemedün vay gönül
Eyledün kendözüni âleme rüsvây gönül
Sana cevr eylemede kılmaz o pervây gönül
Cevre sabr eyleyimezsin n’ideyin hay gönül
Gönül eyvây gönül vay gönül eyvây gönül
Bilmedüm derd-i dilün ölmek imiş dermânı
Öleyin derd ile tek görmeyeyin hicrânı
Mihnet ü derd ü game olmağiçün erzânî
Avnîyâ sencileyin mihnet ü gam-keş kanı
Gönül eyvây gönül vay gönül eyvây gönül
İstanbul’un fethinden sonra Fâtih, hocası Akşemseddîn’in elini öpüp, tahtı tâcı bırakıp
derviş
olmak
istedi.
Akşemseddîn
bu
teklifi
reddederek,
devlet
işlerine
memur
edilen
pâdişâhın asıl vazîfesini yapmamış olacağını, dîn-i İslâm ve adâletle memleketi ve dünyâyı
idâre
etmenin
daha
makbul
olduğunu;
aksi
hâlde
din
ve
devletin
zarar
göreceği
için,
ikisinin de Allah indinde mesul olacaklarını bildirdi. Bunun üzerine Allah aşkı ile yanan
kalbinin ateşini de şiirleriyle ortaya döktü.
Fâtih SultanMehmed, kelâm ve matematik ilminde devrinin en büyük otoritelerinden biriydi.
Bizanslı
ortaçağın
toplarla
târihçi
Kritobulos’un
surlarını
yıkılarak
yıkmıştır.
büyük
hayranlıkla
anlattığı,
balistik
Bu
Avrupa’nın
timsâli
devletler
sûretle
kurulmuş;
netîcede
büyük
sâhasındaki
olan
güç
keşifleri,
derebeyi
şatoları
kaynakları
biraraya
toplanarak ortaçağa son verilmiştir. Bu sûretle Türkler, ortaçağdan yeniçağa Avrupa’dan
daha evvel geçmişlerdir.
Fâtih SultanMehmed, teşkilatçı ve îmârcı idi. Devlet idâresini tam bir intizâm içinde
yürütmek için lüzum ve ihtiyâç görüldükçe İslâmın esaslarına uygun kânunlar ve fermanlar
yayınladı. Tanzimât dönemine kadar Osmanlı Devletinin temel kânunu olarak mer’iyyette kalan
Fâtih Kânunnâmesi çok mühim bir eserdir. Pâdişâhın görüşleri alınarak sadrâzam Karamânî
MehmedPaşa tarafından hazırlanan bu çok önemli kânunnâmeyi, Nişancı Leyszâde MehmedÇelebi
kaleme almıştır. Kânûnî Sultan Süleymân devrinde hazırlanan kânunnâmede de bu eser esas
alınmıştır.
mükemmel
Osmanlı
hâle
Devletinin
gelmiştir.
bütün
Enderûn
temel
Mektebini
müessese
kurarak
ve
teşkilâtı,
memleket
için
Fâtih
devrinde
gerekli
devlet
en
adamı
yetiştirilmesini yine o sağlamıştır.
Fâtih Sultan Mehmed, doğu Türkleri ile temâsa büyük önem verdi. Oğlu Sultan İkinci Bâyezîd
de Türk medeniyetini ilerletmek husûsunda babasını tâkip etti. Doğu Türklerinin, Timur Han
devri
medeniyeti
denilen
medeniyet
hareketlerinin
benzeri,
Fâtih
devrinde
Osmanlılarda
tahakkuk etti. Fâtih, batı dillerinden bir kaçını bilmesi sebebiyle Avrupa literatürünü çok
iyi tâkib etmiş, Türklerin her hususta Avrupalılardan üstün bulunması sebebiyle, Avrupa’dan
bir şey alma ihtiyâcını duymamıştır.
İstanbul’un îmârına çok önem veren Pâdişâh, saray, câmiler, medreseler ile hamamlardan
başka şehrin çeşitli yerlerinde 4000 dükkan yaptırarak vakfetti. Büyük câmilerin yanındaki
medreselerin hâricinde 24 medrese, 12 han, 40 çeşme ve Halkalı Su Tesisâtı ile iki gemi
tersânesi ve kışla yapılan binâlar arasındadır.İstanbul îmâr olunurken, diğer taraftan
Bursa,Edirne gibi şehirlerde îmâr faâliyetleri büyük bir hızla devâm etti. Bu devirde
Bursa’da 37, Edirne’de 28 ve sâir şehirlerde 60 câmi yapıldı.
Edirne’de Tunca Nehri kenarında 1451 senesinde büyük bir saray inşâ edildi. Bu sarayın bir
modeli Topkapı Sarayıdır. Bu saray, 1876 Osmanlı-Rus Harbinde cephâne infilâkıyla harâb
oldu.
Batılı
gözüyle
gözlerini
Fâtih:
kamaştıran
Büyük
devlet
pâdişahtır.
ve
ilim
adamı
Eserlerinde
olan
ondan
Fâtih,
takdirle
en
büyük
düşmanlarının
bahsetmişlerdir.
Fetih
sırasında İstanbul’da bulunan İtalyan Zorzo Dolfin bir keresinde şöyle demiştir:
“Sultan Mehmed, çok az gülerdi. Zekâsı, dâimî bir çalışma hâlindeydi.Çok cömertti.Her işte
fevkalâde atılgan, hattâ cüretkârdı.Seçtiği hedeflere erişmek için çok ısrar ederdi.Soğuğa,
sıcağa,
açlığa,
susuzluğa
tahammüllüydü.
Kesin
konuşur,
kimseden
çekinmezdi.
Zevk
ve
sefâdan uzaktı. Türkçe, Yunanca ve Sırpçayı çok iyi konuşurdu.Her gün bir müddet okurdu.
Roma târihi, başka devletler târihi, Laerce, Tite-Live, Herodot, Quinte-Curce, Papaların,
Alman
İmparatorları
ile
Fransa
ve
Lombardiya
krallarının
vak’aları
okuduğu
târihler
arasındaydı. Avrupa’daki bütün devletleri tanırdı.Özellikle İtalya’nın coğrafyasını en ince
noktasına kadar bilirdi ve bir Avrupa haritasını yanından ayırmazdı. Askerî ve coğrafî
ilimlerle
bulunan
isteyerek
ülkelerin
meşgul
âdet
ve
olur,
araştırmalar,
şartlarını
devletin
incelemeler
ve
yapardı.
bölgenin
Tabiiyyeti
menfaatlerine
altında
kullanmakta
mahâretliydi.”
Diğer bir İtalyan târihçi Langusto, İstanbul’un fethinden sonra şöyle yazmıştır:
“Sultan Mehmed, ince yüzlü, ortadan fazla uzun boylu, silâhlar kuşanmış, asil tavırlı, çok
az gülen, devamlı öğrenmek ihtirâsı ile yanan, cömert ve iyi kalpli, gâyelerine ulaşmakta
inatçı bir hükümdârdı. En çok harp sanatına meraklıydı.Her şeyi öğrenmek isteyen zekî bir
araştırmacıydı.Sefâhat
düşkünlüğü
olmayıp,
kötü
âdetleri
yoktu.Harem
dâiresinde
çok
az
vakit geçirirdi. Nefsine hâkim ve uyanıktı. Her şarta tahammül gösterebilirdi ve bir cihân
devleti peşindeydi.”
Alman müsteşrik Franz Babinger, Mehmed-IIder Eroberer und seine Zeit Weltenstürmer einer
Zeitenwende adlı eserinde şöyle yazmaktadır:
“Türk
dünyâsı
için
Fâtih
günümüze
kadar,
bütün
imparatorların
en
büyüğü
olup,
beşer
târihinde başka her hangi bir şahsın kendisiyle mukâyese edilmesi zordur. O Türk milletine,
bütün
târihinin
edilmiştir.
şekilde
Batı
en
harîkulâde
âleminin
ve
en
yaklaşılması
mukadderâtı,
işâretlenmiştir.Kudretli
Fâtih
şahsiyeti,
gayr-i
Sultan
büyük
kâbil
Mehmed’in
Avrupa
şâhsiyet
olarak
görünmesiyle
sâhalarının
dış
takdim
sarîh
bir
görünüşünü
derinden değiştirmiştir.Ortaçağdan çıkarken insanları ve dünyâyı görüş tarzında, Fâtih’in
şahsiyeti, zekâları tesir altında bırakmıştır.”
Adâletten
kıl
kadar
ayrılmayan,
kendisine
takdir
edilen
iki
mısrâlık
basit
şiir
için
sâhibine bol ihsânda bulunan ve bir çiçek yetiştirene 500 altın bahşiş veren Fâtih, her
bakımdan devrinin üstüne çıkmış bir hükümdâr ve insan-ı kâmildir. Bu büyük cihângir hakında
günümüze kadar binlerce kitap yazılmıştır.
2. Beyazıd Han
Padişahlık Sırası 8
Saltanatı 31 Yıl
Cülûsu 3 Mayıs 1481
Babası Fatih Sultan Mehmed Hân
Annesi Sitti Mükerreme Hatun
Doğumu 3 Aralık 1447
Vefâtı 26 Mayıs 1512
Kabri İstanbul Bâyezîd Camiî Bahçesindeki Türbesindedir
Sekizinci Osmanlı padişahı. Fatih Sultan Mehmed’in iki oğlundan büyüğüdür. 1447 yılında
doğdu. Küçük yaştan itibaren tam bir ihtimamla yetiştirilen şehzade Bayezid, devrin en
kıymetli alimleri elinde tahsil gördü. Yedi yaşındayken, Hadım Ali Paşa nezaretinde Amasya
valisi oldu. 1473 Otlukbeli Savaşına sağ kol kumandanı olarak katıldı. Babası Fatih, 3
Mayıs 1481 tarihinde sefere giderken Gebze’de vefat edince, 20 Mayıs 1481’de tahta çıktı.
Ancak Bayezid, kardeşi Cem Sultanın muhalefeti ile karşılaştı. Bursa’yı alan ve adına hutbe
okutan Cem’e karşı Yenişehir Savaşını kazanan Bayezid duruma hakim oldu. Fakat Cem meselesi
sona ermedi. Tersine olarak bu iş doğu ve batı devletlerinin en çok ilgilendikleri bir
problem halini aldı. Devlet bu yüzden daimi bir tehdit altına girdi. Çünkü Cem’in Avrupa’ya
geçmesi Hıristiyan devletlerce ve bilhassa papalık makamınca Türkler hakkında beslenilen
kötü fikirlerin tatbik sahasına konulması için bir fırsat olarak kabul edildi ve Osmanlı
İmparatorluğunun yıkılması için en müsait vaktin geldiği sanıldı. İşlerin tehlikeli bir
yola girdiğini gören Bayezid Han bu sebeple 16 Ocak 1482’de Venediklilerle bir antlaşma
imzalayarak Hıristiyanlığın en kuvvetli uzuvlarından birini felce uğrattı. Böylece, zahiren
de
olsa,
onların
dostluğunu
temin
ederek,
17
yıl
Osmanlılar
aleyhindeki
teşebbüslere
seyirci kalmalarını sağladı.
Boğdan Voyvodasının yıllık vergisini ödememesi ve aleyhte faaliyetleri üzerine 1484 yılında
bu ülkeye karşı sefere çıkan Bayezid, 15 Temmuz'da Kili ve 11 Ağustos’ta Akkerman Kalesini
fethetti.
Bu
sırada
Osmanlıların,
daha
önce
Cem’e
sahip
çıkarak
Bayezid’e
karşı
kışkırttığı
gerekçesiyle aralarının açık olduğu Memluklülerle Dulkadir Beyliği üzerindeki hakimiyet
meselesi yüzünden 1485’te başlayıp 1491’e kadar devam eden savaşlara girişildi. Genelde
küçük
birliklerin
vuruşmaları
şeklinde
cereyan
eden
savaş
sonunda
kesin
bir
netice
alınamadı.
Sultan Bayezid, kardeşi Cem’in 1495’te Napoli’de vefat etmesinden sonra, Osmanlı Devletinin
dış politikasına başka bir yön verdi. 1498 senesi ilk ve sonbaharında Silistre sancakbeyi
Bali Bey kumandasında 40 bin kişilik akıncı birliği Lehistan’a Osmanlı tarihinin en büyük
akın
hareketlerini
hareketlerde
gerçekleştirdiler.
bulunması
üzerine
de
Bu
Sultan,
arada
Venediklilerin
1499’da
Mora
seferine
Mora
üzerine
çıktı.
25
tecavüzi
Ağustos’ta
İnebahtı, 9 Ağustos 1500’de Modon ve 16 Ağustos’da Koron Venediklilerden alındı.
Bayezid Han batıda daha önemli fetihlere başlama noktasındayken, doğuda büyük bir tehlike
ile
karşı
karşıya
kaldı.
Bu
sebepten
Osmanlı
Sultanı
1502’den
sonra
zamanını
Safevi
hükümdarı Şah İsmail’in türlü entrikalarını karşılamaya hasretti. Memluklülerle birlikte
ona karşı askeri tedbirler aldı. Fakat bilhassa onunla bir ihtilafa düşmemeye çalıştı.
Çünkü Anadolu’da kalabalık bir halk kütlesi, Şah İsmail tarafını tutuyordu. Nitekim 1511’de
patlak
veren
Şah
Kulu
Baba
Tekeli
isyanında
Kütahya’yı
ele
geçiren
asiler
güçlükle
bastırılabildiler.
Sultan Bayezid’in son yılları, saltanatı ele geçirmek isteyen oğullarının mücadelesine
sahne oldu. Neticede kardeşlerine karşı daha dirayetli olan ve yeniçeriler tarafından da
desteklenen oğlu Selim İstanbul’a davet edildi. Selim, 24 Nisan’da Bayezid’in huzuruna
gelerek el öptü. Bayezid ellerini kavuşturarak duran Selim’e; “Adaletten ayrılma, acizlere
ve biçarelere karşı merhametli ol. Kimsesizlere şefkat göster, herkesin sana ram olmasını
istiyorsan ulemaya çok saygı göster; zaruret olmadıkça kimseye sert davranma.” dedikten
sonra çok dualar etmiş ve padişahlığını Allahü tealanın mübarek etmesi dileğiyle saltanatı
kendisine teslim etmiştir.
Bayezid Han, daha sonra Dimetoka’daki saraya giderken Abalar köyü mevkiinde hastalanarak 26
Mayıs 1512 günü vefat etti. Kabri İstanbul’da Bayezid’deki caminin yanındaki türbededir.
İlim sahibi, takva, adalet ve merhametten ayrılmayan vakarlı ve hilmiyle meşhur bir padişah
olduğu için Veli Bayezid olarak bilinir. Bayezid meydanında kendi külliyesi ile birlikte
camiinin
inşası
bitince
Padişah:
“Her
kim
ömrü
boyunca
ikindi
ve
akşam
namazlarının
sünnetlerini terk etmemiş ise, ilk Cuma namazında imam olsun!” buyurmuştu. Bu hususta
kendisinden başka kimse çıkmamış, sulhte ve seferde hiçbir sünneti bırakmadığı için namazı
kendisi kıldırmıştır. Sultan Bayezid’in mührünü taşıyan sayısız yazma eserin Türkiye ve
Avrupa kütüphanelerinde bulunması onun kültür faaliyetlerini açıkça göstermektedir.
Bayezid Han vaktinin çoğunu mütalaa ile geçirir, okuduğu kitaplar hakkında düşüncesini
yazardı.
Namına
çok
eser
yazılmıştır.
O,
eserlerin
açık
ve
anlaşılır
bir
dil
ile
yazılmasını emrederdi. Bu yönüyle Türk diline verdiği ehemmiyet ortaya çıkmaktadır.
Bayezid Hanın alimliği, şairliği, hat sanatkarlığı, ilim ve şiir erbabına gösterdiği saygı
ve sevgi, Fatih Sultan Mehmed’in oğluna yakışır derecedeydi. Adli mahlasıyla Türkçe ve
Farsça şiirler yazmıştır. Sultan İkinci Bayezid Hanın otuz seneden fazla süren saltanatı
boyunca, sulh ve sükunu tercih etmesi, donanmayı yenileyip hazırlıklar yapması, kendisinden
sonra tahta geçen oğlu Yavuz Sultan Selim Hanın fasılasız seferler ile meşgul olmasına
vesile
oldu.
ehemmiyet
Zamanında
verilerek,
yeniçeri
yelkenli
ocağını
savaş
genişletti.
gemileri
yapıldı
Ağa
ve
bölükleri
gemilere
kuruldu.
uzun
Donanmaya
menzilli
toplar
yerleştirildi. Timar teşkilatında değişiklik yapıldı. Sultan Bayezid bir taraftan devlet
teşkilatını sağlamlaştırarak halkın huzur ve sükununu temin etmek için uğraşırken, diğer
taraftan doğudan batıya kadar bütün müslümanların meseleleri ile ilgilendi.
Memleketin her tarafında imar faaliyetlerini devam ettirdi. Yaptırdığı en önemli eserler
arasında Amasya’da medrese, cami ve zaviye, Edirne’de bir darüşşifa ve İstanbul’da Bayezid
Camii, medrese ve imareti başta gelmektedir.
Yavuz Sultan Selim Han
Padişahlık Sırası 9
Saltanatı 8 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 74
Cülûsu 24 Nisan 1512
Babası Sultan II. Bâyezid Hân
Annesi Âişe Hatun
Doğumu 10 Ekim 1470
Vefâtı 22 Eylül 1520
Kabri İstanbul Sultan Selim Camiî Bahçesindedir
Osmanlı sultanlarının dokuzuncusu, İslâm halifelerinin yetmiş dördüncüsü. Sultan İkinci
Bâyezîd Hanın oğlu olup, annesi Dulkadirli âilesinden Âişe Hâtundur. 1470 yılında Amasya’da
doğdu. Şehzâdeliğinde, devrin âlimlerinden mükemmel bir tahsil ve terbiye gördü. Arap, Fars
dilleriyle
yüksek
din
ve
fen
ilimlerini
öğrendi.
Askerî
sevk
ve
idâre
ile
devlet
yöneticiliğini öğrenmesi için şehzâdeliğinde Trabzon Vâliliğine gönderildi.
Trabzon’da
başlayan
kullanmadaki
devlet
mahâreti,
idâreciliğinde,
Müslümanlara
pehlivan
hayranlık
ve
yapılı
rahatlık,
vücûdu,
devrin
düşmanlara
silâhlarını
korku
ve
dehşet
verdi. İdâreciliğini Trabzon dışına da taşırarak, Osmanlı Devleti aleyhine propaganda yapan
âsileri tâkip ettirdi. Trabzonluları rahat bırakmayan Gürcüler üzerine üç sefer yaptı. 1508
Kütayis
Seferinde
Kars,
Erzurum,
Artvin
illeriyle
on
beş
mahalli
fethederek
Osmanlı
topraklarına kattı. Buralarda yaşayan Gürcülerin hepsi Müslüman oldu. Diğer taraftan Şah
İsmâil’in Doğu Anadolu’da artan ve Akdeniz sâhilleriyle İç Anadolu içlerine ve Rumeli’ye
kadar varan propagandasına karşı, gâyet şiddetli tedbirler aldı. Şah İsmâil’in gâyesi ve
propagandasının neticesini iyi tespit ettiğinden, daha köklü tedbirler alınması gerektiğini
teşhis
etti.
Vâlilik
selâhiyetiyle
bütün
ülkede,
Şâh
İsmail’in
faaliyetlerinin
önüne
geçilemeyeceğini bildiğinden, şehzâdeler meselesinden faydalanarak, Osmanlı tahtına namzed
oldu. Babası İkinci Bâyezîd Han hayatta olmasına rağmen, Şehzâde Ahmed ve Korkud Osmanlı
Sultanı
olmak
için
faaliyetlerde
bulunduğundan,
Şehzâde
Selim
de
harekete
geçti.
Uzun
mücâdelelerden sonra, 24 Nisan 1512 târihinde, Osmanlı Sultanı olup, babası İkinci Bâyezîd
Hanı
yılda
berâber
iki
yolcu
milyon
etti.
akçe
Babası
tahsisatla
Dimetoka’ya,
26
1512
Mayıs
büyük
târihinde
hürmet
yolda
göstererek
vefât
edince,
maiyetiyle
cenâzesini
İstanbul’a getirtti. Bâyezîd Câmii yanına türbe yaptırıp, buraya defnettirdi.
Sultan Selim Han, tahta geçtikten sonra 1512 ve 1513 yıllarında iç meseleleri halletti.
Ülke içinde hâdise çıkartan ve ilerisi için büyük tehlike olabilecek râfizi faaliyetlerin
teşvikçisi,
doğudaki
Sâfevî
hudutlarını
emniyete
aldı.
devletine
Eflâk,
karşı
Boğdan,
sefere
Macar,
çıkmadan
Venedik
ve
batı,
Mısır
kuzeybatı
ve
elçileriyle
güney
sulhun
devâmını teyid eden antlaşmalar imzâladı.
Bu sırada Akkoyunlu Devletini ortadan kaldıran, Âzerbaycan, Irak-ı Acem, Irak-ı Arab ve
İran’ı ele geçirerek Ceyhun Nehrine kadar hududunu genişleten Şah İsmail, sünnî Özbekleri
de yendikten sonra, Anadolu’ya yönelmişti. Gönderdiği dâî ve halifeleri vâsıtasıyla Osmanlı
hudutları
içinde
yaşayan
Şiîleri
kendisine
bağlıyor
ve
fırsat
buldukça
da
isyanlar
çıkartıyordu.
Şah İsmail’in bu tehlikeli teşebbüslerini önlemenin tek çıkar yolunun, Anadolu’da Şiîliğin
gelişmesini önlemek hattâ kökünü kazımak olduğunu biliyordu. Bunun için İran’da kurulan Şiî
devletlerin ikide bir Osmanlı Devletini tehdit etmesine ve batıya karşı açılan her seferde
Osmanlıyı
arkadan
sultanlarının
vurmasına
Avrupa
son
fütuhâtını
vermek
doğuya
emelindeydi.
çevirdi.
Bu
Bu
sebeple
sâyede
İslâm
daha
önceki
âlemini
Osmanlı
birleştirmek,
Anadolu Türklüğü ile Orta Asya’yı birbirine yaklaştırmakla Asya ve Afrika’daki devletlerin
Osmanlı hâkimiyetine girmesi mümkün olacaktı. Yavuz SultanSelim Han topladığı olağanüstü
dîvânda,
Şah
İsmail’in
yaptığı
saldırıları
bir
bir
anlattı.
Dîvânda
yapılan
uzun
müzâkerelerden sonra İran’a sefere karar verildi.
Sefer hazırlığı esnâsında, şehzâdeliğinden beri tespit ettirdiği bozguncuları, memleket
aleyhinde çalışanları sürgün, hapis ve gerekli olan cezâlarla cezâlandırdı. Sultan Selim
Hanın âsi, hâin ve ahlaksızları Anadolu ve Rumeli’den temizlemesi, Türkiye’nin birlik ve
berâberliği, ülke bütünlüğü için çok yerinde isâbetli bir karar oldu. Bu arada sefer
hazırlıklarını tamamlayan Yavuz, 20 Nisan 1514’te Üsküdar’a geçerek orduyu hümâyun ile İran
Seferine çıktı. Anadolu’dan takviye kuvvetleri alınarak ilerlendi. Şah İsmail, yiğitlik
harcı olan er meydanına dâvet edildi. Meydana çıkmayınca, Sâfevî topraklarına girildi.
Şahın,
Sultan
Selim
Hana
karşı
ülkesini
müdâfaa
etmemesi
üzerine
ikinci
bir
nâme
gönderildi. Bu nâmede; Osmanlı ordusunun uzun bir yoldan gelip epeyden beri muhârebe için
ordu
aramasına
rağmen
meydana
çıkan
olmadığı,
pâdişâhların
ellerindeki
memleketlerin
nikâhlıları olduğu, erkek ve yiğit olanın onu nâmahreme dokundurtmayacağından bahsedilerek,
miğfer
yerine
hırka,
şal
yaşmak,
ve
zırh
çarşaf
yerine
gönderildi.
çarşaf
giymesi
Osmanlı
tavsiye
ordusunun
edildi.
aylardır
Kadın
yolda
elbiselerinden
bulunması,
sefer
güzergâhını Sâfevîler çekilirken tahrip etmesi, Şah İsmâil’in ajanlarının faaliyetleri,
Yeniçeriler
arasında
bozguncularına,
hoşnutsuzlukların
meselenin
gâyet
çıkmasına
hassas
olduğu
sebep
bu
oldu.
safhasında
Sultan
aldığı
Selim
kesin
Han
ve
sefer
kararlı
tedbirle mâni oldu. Çadırına ok atacak kadar ileri gidildiğinde askere verdiği nutuk, harp
psikolojisinin şaheserlerindendir. Bu nutukla; hedefe daha varılmadığını, seferden aslâ
dönülmeyeceğini, cihad için çıkılan bu seferden hâtunlarını düşünenlerin dönebileceğini,
yiğit olanın gelmesini isteyip, tek başına da olsa gideceğini, bütün heybet ve azâmetini
göstererek, gür sesiyle söyledi. Sultan Selim Hanın nutku asker arasında çok tesirli oldu
ve ordu onu tâkip etti. Bu arada Sâfevî ordusunun ÇaldıranOvasında olduğu haberi alındı.
Çaldıran’da mevzii alındı. Sultan Selim Han kumandasındaki Osmanlı ordusu ile İran Şahı
İsmail-i Sâfevî kumandasındaki Sâfevî ordusu, 23 Temmuz 1514 târihinde Çaldıran Ovasında
muhârebeye
tutuştu.
Çaldıran
Ovasında
yapılan
meydan
muhârebesi,
Osmanlı
zaferiyle
neticelendi. Şah İsmâil-i Sâfevî tahtını, tacını ve hanımını muhârebe meydanında bırakarak,
kaçtı. Sâfevî başşehri Tebriz’e kadar ilerlendi. Şah İsmâil, İran içlerine kaçtı. Sultan
Selim Han, Tebriz’e girip, şehirde kaldı. Tebriz’de Cumâ selâmlığı yapıp, hutbeyi aslına
uygun olarak, dört halîfeyi zikrettirerek, adına okuttu. Tebriz’deki âlim, sanat erbâbı,
tüccar âilelerini İstanbul’a gönderdi.
Sultan Selim Han, bölgedeki fetihleri tamamlamak için, kışı Âzerbaycan’daki Karabağ’da
geçirmek istedi. Başşehirden çok uzakta bulunulması bâzı devlet adamları ve askerlerin
hoşnutsuzluğuna sebep olunca, Amasya’yâ hareket etti. Amasya’da fesatçıları cezâlandırdı.
Doğu ve güney hudutlarının emniyet altına alınması gerekiyordu. Çaldıran’da gayret gösteren
Bıyıklı
Mehmed
Ağaya
Bayburt,
Erzincan
ile
Kiğı’nın
beylerbeyiliği
verilip,
âsilerin
elindeki Kemah Kalesini muhâsara etmekle vazifelendirdi. Sultan Selim Han da 1515 Mayıs
ayında Kemah’a geldi. Pâdişâhın da muhâsaraya katılmasıyla, Kemah muhâfızı 19 Mayıs 1515
târihinde kaleyi Osmanlılara teslim etmek zorunda kaldı.
Mısır
Memlûkleri
ve
İran
Sâfevîleri
ile
Osmanlıya
karşı
münâsebetleri
tespit
edilen
Dulkadiroğulları Beyliğinin de Anadolu’nun birlik ve berâberliği için Osmanlı ülkesine
katılması gerekiyordu. Sultan Selim Han, Rumeli Beylerbeyi Sinan Paşayı 409.000 kişilik
kuvvetle Dulkadirli ülkesinin zaptına gönderdi. Osmanlı kuvetleri, Göksun Muhârebesi ve
Turna (Nurhak) Dağı harekâtında Dulkadirli Alâüddevle ve ordusunu mağlup etti. Alâüddevle
ve oğulları öldürülerek, ordusu bozuldu. Dulkadirli ülkesi bütünüyle fethedildi. Dulkadir
memleketi başta Maraş ve Elbistan olmak üzere bir sancak hâline getirilerek Şehsuvaroğlu
Ali Beye verildi. Bu savaşta büyük hizmetleri görülen Hadım Sinan Paşa da veziriâzamlığa
tâyin edildi. Dulkadirli topraklarının Osmanlıya katılmasıyla, Mısır Memlûkleri ile hudut
komşusu olması Osmanlı-Memlûk münâsebetlerini gerginleştirdi. Doğu ve güneydeki fetihlere
devam edilerek ÇaldıranZaferinden sonra Osmanlı hizmetine giren; Doğu Anadolu’da çok hürmet
edilen meşhur âlim, târihçi ve yazarlardan İdris-i Bitlisî Osmanlı nüfûzunu bölgede hâkim
kılmak
için
çalışmaya
başladı.
Bıyıklı
Mehmed
Paşa,
Diyarbekir’i
zapt
etmekle
vazifelendirildi. Diyarbekir, bölgenin merkezi durumunda büyük bir şehir olup, müstahkem
kalesi vardı. Şehir ve suru ile muhâfazasında bulundurulan kuvvet miktarı, Sâfevîlerin batı
hududunda
set
vazifesi
görmekteydi.
Bıyıklı
Mehmed
Paşa,
1515’te
Diyarbekir’e
karşı
harekete geçerek, şehri muhâsara altına aldı. Sâfevîli muhâfız Karahan, Osmanlının şiddetli
muhâsarasına
dayanamayıp,
şehri
terk
ederek,
Mardin
tarafına
çekildi.
19
eylül
1515
târihinde, Diyarbekir’in merkezi olan Âmid kalesi fethedildi. Mardin’e sığınan Sâfevîli
kuvvetler de, meşhur âlim İdris-i Bitlisi’nin nüfûzuyla bölgeden atıldı. Safevîli Karahan,
Ekim ayında Koçhisar mevkiinde yapılan muhârebede öldürüldü. Osmanlının askerî kuvveti,
İdris-i Bitlisî’nin mânevî tesiriyle, beylerinin çoğu Sünnî olan bölge Osmanlı hâkimiyetini
tanıdı. Çaldıran Zaferi sonrasında, Doğu ve Güney harekâtıyla; Harput, Silvan, Bitlis,
Hısnkeyfâ, Diyarbekir, Urfa, Mardin, Cezîre’den Rakkâ’ya kadar olan Kuzeydoğu bölgeleri ile
Musul havâlisi Osmanlı idâresine alındı.
Sultan
Selim
dönüşünde
Han,
1514
İstanbul’da
baharında
devletin
çıktığı
idârî,
İran
siyâsî,
Seferinden
askerî,
1515
yazında
sosyal,
döndü.
iktisâdî
ve
Sefer
ticârî
meselelerinin halline başladı. Sefer esnâsında meydana gelen hâdiseleri bütünüyle tetkik ve
tahkik
ettirdi.
Devlet
adamlarını
tek
tek
huzûruna
çağırıp,
hâdiselerin
sebep
ve
suçlularını tespit etti. Yeniçeriler, suçlarını anlayıp, “Hepimiz günâhkarız!” diyerek,
pâdişâhtan af istediler. Hâdiseleri kökünden hâlletmeye azimli olan pâdişâh, tahkikâtı
derinleştirerek suçluları tespit etti. Hâdiselerden Kazasker Tâcizâde Câfer Çelebi, İkinci
Vezir
İskender
Paşa
ve
Ocaktan
Sekbanbaşı
Balyemez
Osman
Ağa
suçlu
bulunarak,
huzûra
çağrıldı. Bizzat Câfer Çelebi’ye:
“İslâm askerini itaatsizliğe ve isyana tahrik edenin cezâsı nedir?” diye fetvâ istedi.
O da:
“Eğer sâbit olursa cezâsı îdâmdır.” deyince:
“Senin fesadın, bence gerek lâhikan ve gerek sâbıkan sâbittir ve kendi hakkındaki fetvâyı
kendin verdin.” diyerek suçluları Dîvân-ı hümâyûn önünde îdâm ettirdi.
II. Bölüm
Pîrî Mehmed Paşayı yeni bir donanma ve tersâne inşâ ettirmekle vazifelendirdi. Sultan
SelimHan, istikâmetini gizli tuttuğu sefer için ordu ve donanma hazırlattı. Seferin tekrar
İran’a olduğu tahmin edilmekteyse de, donanmanın hazırlanışından denizde kıyısı olan Mısır
Memlûkleri
ihtimâlini
kuvvetlendirmekteydi.
Dulkadirli
meselesinden
çıktı.
Sultan
Selim
Osmanlı-Memlûk
Hanın,
buna
münâsebetleri
rağmen,
ikinci
Şah
İsmail
sünnî
ve
devletin
Haçlılara ve İran Sâfevîlerine karşı ortak mücâdele etmesi gerektiğini belirten temasları
oluyordu. Sultan Selim Han, 1516 baharında veziriâzam Sinan Paşayı 40.000 kişilik bir
kuvvetle Maraş üzerinden Fırat tarafına sevk etti. Veziriâzam Sinan Paşa, Fırat Nehrini
geçip,
Diyarbekir’e
gitmeye
memur
olduğunu
huduttaki
Memlûk
beylerine
bildirdi.
Fırat
Nehrini geçmek için izin istedi. Memlûkler, Suriye hudûdunda kuvvet bulundurduklarından,
Osmanlı talebini reddettiler. Sultan Selim Hana durum bildirildi. Sinan Paşanın Memlûk
hudûduna gelmesi üzerine, Mısır Sultanı Kansu Gûri de 50.000 kişilik bir kuvvetle Şam’a
geldi. Mısır Sultanının durumu Sultan Selim Hana arz edildi. Kansu Gûri’nin Şah İsmâil-i
Sâfevî ile ittifakı ihtimâline karşı, güney hudûdundan ve gerisinden daha da emin olmak
için Mısır Seferine karar verildi.
Müslümanlara işkence ve eziyet edip, Eshâb-ı kirâm ve Ehl-i sünnet âlimlerini kötüleyenlere
karşı sefere giderken, buna mâni olmak isteyen bir İslâm hükümdarına karşı ne yapmak lâzım
geldiğini âlimlere sordu. Âlimler, sefer açılabileceğini bildirdiler. Hilâfeti de himâye
eden Memlûklere karşı sefer için fetvâ alınıp harp etmek meşrulaşınca, kendi kumandasındaki
kuvvetlerin Kayseri’de toplanmasını emretti. Ayrıca Rumeli Kâdıaskeri Zeyrekzâde Rükneddîn
ile
ümerâdan
Karaca
Paşayı
Kansu
Gûri’ye
elçi
gönderdi.
Osmanlı
elçisi,
Mısır
Memlûk
Sultanından, İran üzerine hareketle oraları bozgunculardan temizleyeceğini ve kendisine
hayır duâ edilmesini istiyordu. Kansu Gûri, Osmanlıların Dulkadirli topraklarının zaptını
uygun karşılamadığından, eçlileri önce hapsettirdiyse de, sonra serbest bırakıp, Sultan
Selim Hana yüz kantar şeker ve büyük kutularla helva gönderdi. Sultan Selim Han, 1516
Haziranında
Mısır
Seferine
çıkıp,
Osmanlı
Donanması
da
Suriye
sâhillerine
gönderildi.
Sultan Selim Han, Mısır elçisi Moğolbay’ı ülkesine geri gönderirken:
“Efendine söyle, Mercidâbık’ta karşıma çıksın.” dedi.
Memlûk
Sultanı
Kansu
Gûri,
yanında
Abbâsî
Halîfesi
Üçüncü
Mütevekkil
olduğu
halde
Mercidâbık’a geldi. Sultan Selim Han kumandasındaki Osmanlı ordusu da, Mercidâbık’a gelip,
Kansu
Gûri
tutuştular.
kumandasındaki
Muhârebe
Memlûk
ordusu
ile,
24
Osmanlıların
üstün
harp
gücü
Ağustos
ve
1516
teknik
târihinde
muhârebeye
imkânlarıyla
zaferle
sonuçlandı. Son Abbâsî Halîfesi Üçüncü Mütevekkil Sultan Selim Hanın yanına getirilip, çok
hürmet gösterildi.
Suriye Osmanlı hâkimiyetine geçti. Suriyeliler, Osmanlı adâlet ve Müsâmahalarını iyi takdir
ettiklerinden halk ve kale muhâfızları şehirlerin anahtarlarını SultanSelim Hana kolayca
teslim ettiler. Sultan Selim Han; Halep, Hama, Humus ve Şam şehirlerine girdi. Üç ay kadar
Şam’da kaldı. Memlûk Sultanı Kansu Gûri, Mercidâbık Muhârebesi sonrasında vefât ettiğinden,
Mısır Kölemenleri de Tomanbay’ı sultanlığa getirmişlerdi. Sultan Selim Han, Tomanbay’a
Osmanlı hâkimiyetini tanıması şartıyla, antlaşma teklifi için iki elçi gönderdi. Osmanlı
elçileri, Sultan Tomanbay’ın arzusu dışında, Kölemenlerce öldürüldü. Sultan Selim
Han,
Osmanlı elçilerinin katledilmesini harp sebebi saydı.
15 Aralık 1516 târihinde Şam’dan Mısır Seferine çıktı. Mısır’ın merkezi Kâhire’ye ulaşmak
için Sina Çölünü geçmek gerekiyordu. Eski fâtihlerin bütün teşebbüslerine rağmen, kurak ve
çorak çölün geçilmesi imkânsız gibi olduğundan vezir Hüseyin Paşa başta olmak üzere Mısır
Seferine îtiraz edildi. Sultan Selim Han îtirazları susturmak, ordu bozanlığın önüne geçmek
için, Vezir Hüseyin Paşayı, îdâm ettirdi. Osmanlı ordusu Sina Çölünü günde ortalama otuz
kilometre yürüyüşle bir haftada geçerek, harp târihinde rekor yaptı. Sina Çölünü geçerken
şu vak’a o târihten beri menkıbe olarak anlatılır:
Sina
Çölünde
yıllardan
beri
yağmur
yağmamasının
verdiği
kuraklıkla,
müthiş
çoraklık,
ıssızlık ve kum fırtınası vardı. Pâdişâh, devlet adamları ve süvâriler ata binmiş hâlde
çölde
ilerlerken
SultanSelim
Han
bir
ara
atından
iner.
Sultanın
piyâde
yürüyüşüne
geçmesiyle, bütün devlet adamları ve süvâriler attan inerler. Başta Sultan Selim Han ve
bütün ordu kurak ve çorak Sina Çölünde piyâde yürüyüşü yaparlar. Ordu harap ve bîtab bir
hâle gelir. Fakat, Sultan Selim Han, büyük bir edeb ve hûşu içinde yürümektedir. Sebebi
sorulunca; bütün heybet ve azâmetinden sıyrılıp, sâkin ve edeple buyurur ki:
“Önümüzde, fahri kâinat Resûlullah efendimiz hazret-i Muhammed yürümükteyken at üstünde
gitmekten hayâ ederim.”
Sina Çölünü geçerken yağmur da yağıp, kolayca Mısır’a ulaşırlar.
21 Ocak 1517 târihinde Kahire’ye çok yakın Birk-ül-Hac mevkiinde konaklandı. 22 Ocak 1517
günü Kâhire yakınlarındaki Ridâniye’de Osmanlı-Memlûk muhârebesi başladı. Sultan Selim Han
kumandasındaki Osmanlı ordusu, Tomanbay kumandasındaki Memlûk ordusuna karşı Ridâniye’de
zafer kazandı. Memlûk Sultanı Tomanbay, Kahire’den çekildi. Sultan Selim Han, Kahire’ye 15
Şubat 1517 târihinde parlak bir merâsimle girdi. 20 Şubat Cumâ günü Melik Müeyyed Câmiinde
okunan hutbede kendisi için söylenen “Hâkim-ül-Haremeyn-iş-Şerifeyn” ünvânını kabul etmedi.
Mübârek
makamlara
“Hâdim”i
hürmeten
getirtip,
ünvânındaki
“Hâkim”
kelimesi
“Hâdim-ül-Haremeyn-iş-Şerîfeyn”
(Mekke
yerine
ve
hizmetçi
mânâsındaki
Medîne’nin
Hizmetçisi)
ünvânını aldı. Bunu belirtmek için de sarığının üstüne süpürge biçiminde sorguç taktı.
Sultan
Selim
Abdülazîz
Han,
1516
Ağustosundan
el-Mütevekkil-al-Allah
beri
yanında
Muhammed’in
bulunan
rızâsı,
son
Abbâsî
Kâhire’den
Halifesi,
Osmanlı
Üçüncü
merkezine
gönderilen Câmi’ül-Ezher Medresesi âlimleri ve İstanbul’daki âlimlerin meclisinde ittifakla
varılan
kararla,
Osmanlı
pâdişâhlarına
Sultanlık
ünvânı
ile
berâber,
İslâm
âleminin
etrâfında toplandığı“Hilâfet” makâmı da verildi.
Sultan
Selim
Hanın
kazandığı
Ridâniye
Zaferi
ile;
Mısır,
Arabistan
Yarımadası
Osmanlı
hâkimiyetine geçti. Kızıldeniz’e ve Hind Okyanusuna inilip, Kuzey Afrika hâkimiyet yolu
açılarak Osmanlı hududu Atlas Okyanusuna dayandırıldı. Venedikliler Memlûklere verdikleri,
Kıbrıs Adasının haracını Osmanlılara göndermeye başladılar. Hicaz ve Orta Doğudaki mübârek
makamlar
Osmanlı
hizmetine
açıldı.
Mübârek
emânetler
İstanbul’a
getirtilerek,
İstanbul
şereflendi. Buralar nâdide eserlerle süslendi. Sultan Selim Han, 4 Haziran 1516’da çıktığı
MısırSeferinden 10 Eylül 1517’de Kahire’den hareket ederek, 25 Temmuz 1518’de İstanbul’a
döndü. İstanbul dönüşü Şam’a uğrayıp, kabrini yaptırdığı büyük İslâm âlimi, Muhyiddîn-i
Arabî
hazretlerinin
türbe
ve
câmiini
merâsimle
açtı.
Muhyiddîn-i
Arabî’nin
türbedarı
firâsetle Sultan Selim Hanın çok yaşamayacağını da söyledi.
Sultan Selim Han, Mısır Seferi dönüşü, İstanbul’dan Edirne’ye geldi. Avrupa devletlerinden
Macaristan ve Venedik, eski sulh antlaşmalarını yenilemek, İspanya da Osmanlı Devletiyle
dostâne münâsebetlerde bulunmak istediler. SultanSelim Han, Osmanlı Devleti, bütün İslâm
âlemi için büyük tehlike arz eden Sâfevîli Şah İsmail’in faaliyetlerinin önüne geçmek için,
Avrupa devletleriyle antlaşmaları yeniledi.
Safevîli Şah İsmâil’in kumandasındaki İran ordusu, Osmanlılar ile meydan muhârebesi yapmak
cesâreti gösteremiyordu. Böyle olmasına rağmen Sâfevîli propagandacılar, Osmanlı ülkesinde
faaliyet göstererek, âsi taraftarlar bulup, bunları isyana hazırladılar. Bunlardan Bozoklu
Şeyh
Celâl,
Kalender
kıyâfetinde
Turhal’a
gidip
bir
mağarada
riyâkârca
münzevî
hayat
yaşadı. Çevresinde propaganda yapıp, câhil kimseleri etrâfında topladı. Yakında Mehdî yâhut
Mesih geleceğini söyleyip, kendini Mehdî îlân etti. Mehdîliği îlânıyla berâber, etrâfında
toplanan 20.000 süvâri ve piyâdeden meydana gelen silâhlı kuvvet kurdu. “Şâh Velî” ünvânı
alıp, saltanatını îlân ederek, çevrede istilâ hareketine başladı. Bozoklu Celâl, Turhal’dan
Ankara’ya yürüdü. Sultan Selim Han, isyânın üzerinde hassâsiyetle durup, müdâhale ettirdi.
RumeliBeylerbeyi Ferhad Paşa ve Maraş Vâlisi Şehsuvar oğlu Ali Bey isyanı bastırmakla
vazifelendirildi.Şehsuvaroğlu âcilen âsiler üzerine kuvvet sevk etti. Âsi Celâl, üzerine
kuvvet sevk edilmesi üzerine, Şah İsmâil tarafına kaçarken Erzincan Akşehiri’nde yakalanıp,
taraftarları ile birlikte öldürüldü. Bundan sonra, Râfizî isyanlarına “Celâlî Vak’ası”
denildi.
On altıncı yüzyılda Osmanlı kara ordusu, dünyânın en büyük ordusuydu. Sultan Selim Han,
kara askerine verdiği önemi donanmaya da verdi. İstanbul’da ilk tersânenin yapımını 1515
yılında başlatıp, 1516’da bitirdi. Gelibolu’daki büyük tersâne, Sultan Selim Han devrinde
önemini
korudu.
Mısır’dayken,
Memlûkler
zamânında
Kızıldeniz’de
donanma
kumandanı
olan
Selman Reis, huzûra gelince, Osmanlı hizmetine alındı. Cezayir hâkimi Barbaros Hayreddîn de
Sultan Selim Hana elçi gönderip, yardım istedi. Barbaros’un Osmanlı hizmetine girmesiyle,
Akdeniz Türk Gölü olma yoluna girdi. Donanma faaliyetini tamamlayan Yavuz, devrin büyük
âlimi Kemâl Paşazâde’ye niyetinin feth-i Efrenciye, yâni Avrupa olduğunu bildirmişti. Ancak
yüce
Hakan’ın
yine
Eyyûb
Sultan
Türbesini
ziyâretle
başladığı
bu
seferine
yakalandığı
amansız şirpençe hastalığı mâni oldu.
Çorlu’da başhekim nezâretinde tedâvi gördü. İki ay hasta yatıp, 22 Eylül 1520 târihinde
Cumâ akşamı Osmanlı karargâhının bulunduğu Çorlu’nun Sırt Köyünde vefât etti.Vefât etmeden
bir müddet önce yanında bulunan Hasan Can; “Sultanım Allah’ı hatırlamak zamânıdır.” deyince
Yavuz Sultan Selim Han:“Lala, Lala bunca zamandan beri bizi kiminle biliyordun. CenâbıHakk’a
teveccühümüzde
bir
kusur
mu
gördün?”
buyurmuş
ve
Yâsin-i
şerîf
okumasını
istemişti.Kendisi de onunla birlikte okurken rûhunu teslim etmiştir.
Cenâzesi İstanbul’a getirilip inşaatını başlattığı SultanSelim Câmii yanına defnedildi.
Yerine Osmanlı Sultanı olan oğlu Sultan Süleyman Han tarafından câmi tamamlanıp, kabri
üstüne türbe de yapıldı.
Sultan
Selim
Hanın
Sandukasının
üstünde
büyük
âlim
Ahmed
ibni
Kemâl
Paşanın
kaftanı
örtülüdür. Örtünün konması meşhur rivâyette şöyle anlatılır: Sultan Selim Han MısırSeferini
tamamlayıp, Kahire’den Şam’a dönerken, yolda, o sırada Anadolu Kâdıaskerliği vazifesini
yapan Ahmed ibni Kemâl Paşazâdeyi yanına çağırdı. Sohbet ederek giderlerken, İbn-i Kemâl’in
atı birdenbire bir su çukuruna bastığı için Sultan Selim Hanın üstü başı ıslanıp, kaftanı
çamur oldu. İbn-i Kemâl Paşa telâşa düşünce, azametiyle meşhur olan Sultan Selim Han; “Bir
âlimin atının ayağından sıçrayan çamur, benim için şereftir. Öldüğüm zaman bu kaftanı
böylece
Anadolu,
sandukanın
Kuzey
üstüne
Irak,
koysunlar!”
Lübnan,
deyip,
Suriye,
sırtından
Filistin,
Mısır
kaftanı
ve
çıkarıp,
Hicaz’ın
saklattı.Doğu
fethiyle
Osmanlı
Hânedanına Halifelik makâmını ve mübârek emânetleri kazandıran Sultan Selim Han, sekiz
buçuk yılda devleti iki kat büyüttü.
SultanSelim Han devrin meşhur âlimlerinden, Şeyhülislâm Zenbilli Ali Efendi ile ilmî sohbet
edip, ona hürmet gösterirdi. Sofiyye-i âliyyenin büyük âlimi Muhyiddîn-i Arabî’nin Şam’daki
kabr-i şerîfini tespit ettirip yanına câmi, türbe, imâret yaptırdı. Seferlerinde evliyânın
büyüklerinden Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin türbesini ziyâret ederdi. Ehl-i sünnete çok
hizmet edip, İslâm âlemi için büyük tehlike olan Sâfevîli Şah İsmail’in ideolojisinin
yayılmasını
önleyerek
çevresindekiler
İran’da
titrediği
hâlde,
mahsur
bıraktı.
âlimlere,
Çok
halkına
karşı
heybetli
tevâzu
olup,
azâmetinden
sâhibiydi.
Devamlı;
“Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş. Bir velîye bende olmak cümleden âlâ imiş.”
buyururdu. Çok mütevâzi olup, sâde giyinirdi. Muhteşem Osmanlı Devletinin en son din olan,
İslâm âleminin lideri olmasına rağmen Peygamber efendimizin ahlâkı ile ahlâklandığından
debdebe ve şaşaadan uzak hayat sürerdi. Bir defâsında oğlu Şehzâde Süleyman çok süslü bir
elbiseyle huzûruna girince; “Süleyman annen ne giysin!” diyerek sitem etmişti. Arapça ve
Farsçayı çok iyi bilip, edebiyat, târih ve coğrafyaya da meraklıydı. Farsça ve Türkçe
şiirleri olup, Farsça Dîvân’ı Almanya’da yayınlanmıştır.
Kanuni Sultan Süleyman Han
Padişahlık Sırası 10
Saltanatı 46 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 75
Cülûsu 30 Eylül 1520
Babası Yavuz Sultan Selim Hân
Annesi Hafsa Hatun
Doğumu 27 Nisan 1495
Vefâtı 7 Eylül 1566
Kabri İstanbul Süleymaniye Câmiî Bahçesindedir
Osmanlı Devletinin onuncu sultânı ve İslâm halîfelerinin yetmiş beşincisi. Babası Yavuz
Sultan Selim Han, annesi Âişe Hafsa Sultan olup, 27 Nisan 1495’te Trabzon’da doğdu. Adı
Neml sûresi otuzuncu âyet-i kerîmesinde geçen “Hazret-i Süleymân”ın isminden alındı. Kânûnî
lâkabıyla meşhur oldu. Avrupalılar Büyük Türk ve Muhteşem Süleyman lâkaplarını verdiler.
On beş yaşına kadar Trabzon’da kalarak, Yavuz Selim’in vazîfelendirdiği devrin âlimlerinden
ders
aldı.
6
Ağustos
1509’da
dedesi
İkinci
Bâyezîd
Han
(1481-1512)
tarafından
Kırım
Yarımadasındaki Kefe Sancağı Beyliğine gönderildi. Yavuz Sultan Selim Han, 1512’de Osmanlı
tahtına geçince Kırım’dan İstanbul’a çağrıldı. 1513’te Saruhan (Manisa) Sancak Beyliği
verildi.
Yavuz
Sultan
Selim
Hanın
1514
İran
ve
1516
Mısır
seferlerinde
Rumeli’nin
muhâfazasıyla vazîfelendirilerek, Edirne’de oturdu. Yavuz Sultan Selim Hanın vefâtında,
Manisa’da bulunan Şehzâde Süleyman, Vezîriâzam Pîrî Mehmed Paşa vâsıtasıyla İstanbul’a
dâvet edilip, 30 Eylül 1520’de tahta çıkarak, onuncu Osmanlı Sultanı ve yetmiş beşinci
İslâm Halîfesi oldu. Pîrî Mehmed Paşayı vezîriâzamlık makâmında bırakarak, Dîvân-ı Hümâyûna
ilk
defâ
dördüncü
düzeltip,
Osmanlı
bir
vezir
ülkesinde
olarak
huzur
ve
Kâsım
Paşayı
sükûn
temin
tâyin
etti.
ettikten
Memleketin
sonra,
iç
Avrupa
işlerini
seferlerine
başladı.
Avrupa Seferleri
Belgrat Seferi: Yavuz Sultan Selim Han (1512-1520) devrinde Osmanlı Devleti doğu siyâsetini
tâkib ederek, hudutlarını emniyete almıştı. Bu sebeple Sultan Süleyman Han, doğudan emin
olarak ilk seferlerini Avrupa üzerine yaptı. Macar Kralı II. Layoş’un, Kutsal Roma Cermen
İmparatoru
Şarlken’e
Avrupa’nın
kilidi
güvenerek,
sayılan
ve
Osmanlı
önceki
elçisine
devirlerde
üç
düşmanca
defâ
davranması
kuşatılıp
üzerine,
alınamayan,
Orta
Belgrat
üzerine sefere çıktı. 18 Mayıs 1521’de İstanbul’dan hareket eden Kânûnî Sultan Süleymân
Han, 29 Ağustosa kadar şehrin çevresindeki kaleleri fethettirdi. 29 Ağustos 1521’de Belgrat
Kalesi de teslim alınarak, 30 ağustos Cumâ günü, şehrin en büyük kilisesi câmiye çevrilip,
Cumâ namazı kılındı. Belgrat’ın îmârı için hazîneden büyük yardımlar yapıldı.
Mohaç Seferi: Macar Kralı II. Layoş’un; Şarlken ile akrabâlık kurup, Osmanlı Devletine
karşı
İran
Safevî
Devleti
ve
Sultan
Süleyman
Hanın
hâkimiyetindeki
Eflâk
ve
Boğdan
beylikleriyle ittifak kurması, Papalığın Haçlı rûhu ile Hıristiyanları kışkırtması ve esir
Fransız Kralı için annesinin, Osmanlı Sultânından yardım istemesi üzerine bu sefer tertib
edildi. 23 Nisan 1526’da İstanbul’dan hareket eden Kânûnî, 29 Ağustos 1526’da Macaristan ve
Haçlı ordusunu Mohaç Meydan Muhârebesinde büyük bir mağlûbiyete uğratarak, zafer kazandı.
Macaristan Krallığının başşehri Budin (Budapeşte) dâhil Macaristan, Erdel (Transilvanya)
Türklerin hâkimiyetine geçti.
Avusturya Seferi: Mohaç, Meydan Muhârebesinden sonra, Macaristan’da askerî harekât bitti.
Fakat
siyâsî
faaliyetler
başladı.
Osmanlı
pâdişâhının,
Budin
muhâfazasına
ahâlinin
de
arzusuyla tâyin ettiği, Erdel Voyvodası Zapolya’ya karşı, Viyana Arşidükü Ferdinand, Macar
kralı olmak için harekete geçti. Ferdinand 1527’de Macaristan’a girip Zapolya’yı mağlûb
ederek,
Budin’i
işgâl
etti.
Macaristan’daki
hudut
hâdiseleri
ve
Zapolya’ya
yardımda
bulunmak üzere Sultan Süleyman Han, 10 Mayıs 1529’da Avusturya Seferine çıktı. Ferdinand’ın
işgâlindeki Budin 8 Eylül 1529’da teslim alındı. Zapolya 14 Eylülde Osmanlıya sâdık kalmak
şartıyla
Kral
Yanoş
ünvânıyla
Macar
tahtına
geçirildi.
Osmanlı
Ordusu
22
Eylülde
Avusturya’ya girdi ve 25 Eylülde Viyana önlerine geldi. Viyana’nın teslimini isteyen Sultan
Süleyman Han, teklifin kabul edilmemesi üzerine; 27 Eylül 1529’da şehri kuşattı.
1529
Avusturya
Seferinde
Türk
akıncıları
Osmanlı
Târihinin
en
büyük
akın
hareketini
yaptılar. Avusturya, Güney Almanya toprakları Türk akıncılarınca çiğnenerek, bütün Avrupa
Osmanlıların
azametini,
şâşâsını
gördü.
Mukaddes
Roma-Cermen
İmparatoru
Şarlken
korktuğundan, meydan muhârebesi için ortaya çıkamadı. Mevsim ve şartların elverişsiz olması
üzerine
Osmanlı
pâdişâhı,
ordusuyla
16
Ekim
1529’da
Viyana’dan
Budin’e
hareket
etti.
1530’da Arşidük Ferdinand’ın elçi heyeti İstanbul’da sultanla görüştü. İsteklerinde samîmî
olmayan
Ferdinand,
sulh
görüşmeleri
yapılırken
tekrar
Budin’i
kuşattırdı.
Şehir,
Türk
kuvvetleri ve Macarlar tarafından müdâfaa edilerek, kuşatma kaldırttırıldı.
Alman Seferi: Mukaddes Roma-Cermen İmparatoru Şarlken’in ve kardeşi Avusturya ve Bohemya
KralıFerdinand’ın Macaristan’ın içişlerine karışması üzerine Kral Yanoş, Sultan Süleyman
Handan
yardım
mevcutlu
istedi.
ordusuyla
Pâdişah,
25
Avusturya’yı
Nisan
1532’de
zaptetti.
Alman
Şarlken
seferine
250.000
çıkıp,
kişiden
yüz
fazla
yirmi
bin
Hıristiyan
ordusuyla Osmanlıların karşısına çıkmaya cesâret edemedi. Osmanlı Sultanının Alman Seferi
de, düşman ülkesinin ezilmesi ve Avusturyalılardan birçok kaleyi almasıyla netîcelendi.
Sultan Süleyman Hanın, Alman Seferi münâsebetiyle Orta Avrupa’da bulunmasından korkup,
meydan muhârebesinden kaçan Şarlken, 22 Haziran 1533 târihli İstanbulAntlaşmasıyla Osmanlı
Devletinin ve Sultânın üstünlüğünü kabûl etti. İstanbul Antlaşmasına göre:
1) Kral Ferdinand, Sultan Süleyman Hanı baba ve metbû (kendisine tâbi olunan, uyulan)
bilecek
ve
ancak
“kardeş”
diye
hitâp
ettiği
vezîriâzamla
eşit
sayılacaktır.
2)
Kral
Ferdinand, Osmanlı ülkesine tecâvüz etmeyecek ve Sultan da Avusturya ülkesiyle ahâlisini
kendi tebaası bilecektir. 3) Kral Ferdinand, Macaristan üzerindeki verâset iddialarından
vazgeçecek; Macaristan’ın batısı ve kuzey batısındaki arâzisinin hâkimi olacaktır. 4) Macar
Kralı
Yanoş
ile
Kral
Ferdinand
arasında,
Osmanlıların
uygun
göreceği
hudut
geçerli
olacaktır. 5) Eski Kraliçe ve Ferdinand’ın kızkardeşi Maria’nın kocasından mîras kalan
mâlikhâne, geçimi için ihsân edilecektir. 6) Bu antlaşma geçici değil, devamlıdır.
Avrupa’da, Fransa’dan başka Avusturya’nın da Osmanlı Sultanının himâyesini kabul etmesiyle
Şarlken’in
“Avrupa
cihânşümûl
dünyâ
İmparatorluğu”
hâkimiyeti
kurma
siyâseti
projesi
gereğince,
gerçekleşemedi.
Kânûnî
Sultan
Türklerin
Süleyman
tâkib
Han
ve
ettiği
Osmanlı
Devleti, Avrupa’da tek başına söz sâhibi oldu.
Boğdan Seferi: Osmanlı Devletinin düşmanlarıyla işbirliği yapan Boğdan Voyvodalığının bâzı
hareketleri
pâdişahın,
üzerine
Avrupa
sefere
karar
içlerine
verildi.
ilerlerken
8
düşman
Temmuz
1538’de
ülkesinde
İstanbul’dan
bile
ahâlinin
hareket
canına,
eden
ırzına,
malına, mülküne ve hattâ tarlasındaki ekili mahsûlüne zarar verdirtmeden hareketi güzel bir
adâlet örneği oluyordu. Mîmar Sinan bu seferde, kenarı bataklık bir arâziye sâhip, Prut
Nehri üzerine büyük ve sağlam bir köprü yaparak Osmanlı ordusunun yoluna devâm etmesini
temin etti. 15 Eylül 1538’de Boğdan Voyvodalığının merkezi Suçava’ya girildi. Ahâli İslâm
dîninin
adâletini
temsil
eden
ve
Avrupa’ya
medeniyet
götüren
Osmanlıyı
istediğinden,
Voyvoda kaçmak mecbûriyetinde kaldı. Boğdan meselesini halleden Sultan Süleyman Han, büyük
ganîmetlerle 27 Kasım’da İstanbul’a döndü.
Budin
Seferi:
Osmanlı
Devletine
tâbi
Macaristan
Kralı
Yanoş
ölünce,
Kral
Ferdinand
fırsattan istifâdeyle Budin’e büyük bir Avusturya-Alman ordusu sevk etti. Macar Kraliçesi
İsabelle,
Sultan
Süleyman
Handan
ve
ordusundan
yardım
istedi.
20
Haziran
1541’de
İstanbul’dan hareket eden pâdişahın yaklaşmakta olduğunu haber alan düşman, Tuna Nehrini
geçmeye
çalışırken,
Osmanlı
ordusunun
mâhirâne
hareketiyle
21/22
Ağustos
gecesi
imhâ
edildi. İstabur Zaferiyle Budin ve Macaristan, antlaşmaya sâdık kalmayan Avusturya-Alman
Kralı
Ferdinand’ın
istilâsından
kurtarıldı.
Macaristan
Osmanlı
Devletine
katılarak,
30
Ağustos 1541’de Budin Beylerbeyliği ve idâre teşkilâtı kuruldu. Kral Yanoş’un ve Kraliçe
İsabelle’nin bir yaşındaki oğlu Sigusmund Yanoş, Erdel Banlığına tâyin edildi. Budin’in en
büyük
kilisesi
Efendinin
ettirdi.
câmiye
imâmetinde
Defâlarca
çevrilip,
2
Eylül
verdiği
“Fethiye”
1541’de
sözü
ilk
adı
Cumâ
tutmayarak,
verildi.
namazını
tekrar
Kânûnî
bu
kıldı.
câmide,
Budin’de
riyâkârca
Macar
Ebüssü’ûd
adâleti
tesis
Krallığına
tâlib
olduğunu iddiâ eden Kral Ferdinand’ın isteği Osmanlı Devletince reddedildi.
Kral
Ferdinand,
1542
yazında,
yıllık
haraç
karşılığında
Macar
Krallığının
kendisine
verilmesini tekrar teklif ettiyse de bu teklif dikkate alınmadı. Ferdinand, Budin’in bir
Türk
eyâleti
olmasından
ürkerek,
telâşa
kapıldı.
Avrupa’da
Türk-İslâm
tehlikesinden
bahsederek, propagandaya başladı. Avusturya, Alman ve diğer Avrupa milletlerinden 100.000
mevcutlu
büyük
bir
Hıristiyan
ordusu
topladı.
Peşte
Kalesini
kuşatan
müttefik
Avrupa
ordusuna karşı, Budin Beylerbeyi Yahyâ Paşazâde Bâli Bey, sekiz bin askerle müdâfaada
bulundu.
17
kasım
1542’de
Osmanlı
ordusunun
başında
istanbul’dan
hareket
eden
Sultan
Süleyman Han, henüz yoldayken, 24 Kasım’da düşmana karşı gece taarruzuyla Peşte Zaferi
kazanıldı. Müttefik Avrupa orduları perişan bir hâlde kaçarken imhâ edildi. Düşmanlardan
pekçok esir ve ganîmet alındı. Zafer haberi pâdişâha ulaşınca Edirne’de kaldı.
Avusturya
Seferi:
Estergon
Seferi
de
denilen
bu
sefere,
Osmanlı
eyâleti
hâline
gelen
Budin’in emniyet ve teşkilâtını pekiştirmek için çıkıldı. Pâdişahın emriyle Budin Kalesine
İslâm ahâli iskân edilip, dînî müesseselerin yapımına başlandı. Âlimler tâyin edilerek
Avrupa’ya İslâm dîninin daha da yayılarak, yerleşmesi için faaliyetler genişletildi. 23
Nisan
1543’te
İstanbul’dan
hareket
eden
Kânûnî
yol
boyunca
alınması
lüzumlu
mevkileri
fethettirerek 29 Temmuz 1543’te Tuna Nehri sâhilinde ve Budin yakınlarındaki başpiskoposluk
merkezi Estergon önüne vararak şehri kuşattı.
Estergon Kalesindeki Alman, İtalyan ve İspanyol muhâfız askerleri teslim teklifini kabul
etmeyince, devrin en büyük ve tesirli ateşli silâhlarına sâhip Osmanlı ordusu, 315 topla
kaleyi döğmeye başladı. Kânûnî’nin en muhteşem seferlerinden biri olan Estergon Seferine
gâyet plânlı ve tedârikli çıkılmıştı. Anadolu ve Rumeli orduları pâdişahın maiyetinde,
çeşitli sınıfların aldığı sefer tertibi, mühimmâtı ve erzağı mükemmeldi. Estergon, Osmanlı
kuşatmasına on iki gün mukâvemet edebildi. 10 Ağustosta müdâfilerin çekilip, gitmesine
müsâade edildi. Şehrin en büyük kilisesi câmiye çevrilerek Kânûnî Sultan Süleyman Han, Cumâ
namazını burada kıldı.
Osmanlı
fütühâtı,
Avrupa’da
devâm
ederek
eski
Macar
krallarının
taht
merkezi
İstolni-
Belgrat 20 Ağustosta kuşatıldı. 4 Eylülde fethedilen İstolni-Belgrat’ta büyük kilise câmiye
çevrildi. Mevsim ilerlediğinden Pâdişah, 7 Eylülde İstanbul’a hareket etti. Avrupa’daki
fetihler durmayıp, Budin Beylerbeyi Avusturya kalelerine karşı harekâtı devâm ettirdi.
On
altıncı
başarıları
yüzyılın
yanında
ortalarında
Akdeniz’de
ve
Avrupa’da
Atlas
Osmanlı
Okyanusunda
askerî
hepsi
kuvvetlerinin
birer
bu
denizkurdu
muhteşem
olan
Türk
leventleri de Osmanlı bayrağını şan ve şerefle dalgalandırıyorlardı. Bu kara ve deniz
harekâtlarından Fransa da menfaatleniyordu. Mukaddes Roma-Cermen İmparatoru ünvânı taşımak
arzusuyla Avrupa siyâsetinde hâkim rol oynamak isteyen Şarlken’in elinde esir olan Fransa
Kralı I. Fransuva, annesi vâsıtasıyla Kânûnî’den yardım talep ediyordu. Fransızlara yardım
eden
Osmanlılardan
korkan
Şarlken,
Kanûnî’yle
antlaşmak
için
elçilik
heyeti
gönderdi.
Osmanlı devlet adamları tarafından kabul edilen Şarlken ve kardeşi Ferdinand’ın elçilik
heyetleri ile uzun süren müzâkereler oldu. 13 Haziran 1547 Antlaşması’na göre, Almanya ve
Avusturya Osmanlılara yıllık otuz bin Duka haraç vermeyi kabul ettiler. İmparator ünvânını
kullanmamayı kabul eden Şarlken İstanbul Antlaşması’nı 1 Ağustos’da imzâlayınca Osmanlı
pâdişâhı da bu antlaşmayı 8 Ekim 1547’de tasdik etti.
Zigetvar
Seferi:
Hıristiyan
Osmanlı
devletler
bir
ordusunun
olup
İran
seferlerinde,
aralarında
anlaşarak
Safevî
Avusturya
Devleti
ve
ile
Papalık
Macaristan’da
ve
çeşitli
hâdiseler çıkartıyorlardı. 1562 Osmanlı-Avusturya Antlaşması’nda kabul ettikleri vergiyi
ödemedikleri
gibi
yeni
Kral
II.
Maksimilyan’ın
olumsuz
tutumu
ve
Zigatvar
Kalesindeki
düşman kuvvetlerin ahâliyi tâciz etmeleri üzerine, Osmanlı ordusu başlarında Sultan olduğu
hâlde 1 Mart 1566’da İstanbul’dan hareket etti. Sultan Süleyman Han, on üçüncü olarak
çıktığı bu seferinde yetmiş üç yaşındaydı. Hayâtı, seferden sefere koşarak insanlığı, Hakka
kavuşturacak yola dâvetle geçmişti. Bir takım hastalıklarla durumu iyi olmayan, ayaklarında
nikris hastalığı bulunan Pâdişah, zulmün önüne geçmek, ahâlinin huzur ve güveni için, hasta
hâliyle Osmanlı târihinin en muhteşem askerî harekâtı kabul edilen sefere bâzan araba, bâzı
yerde tahtırevân ile gidiyor ve yerleşim merkezlerine girileceği zaman, ata binerek en
mûteber psikolojik metodları tatbik ederek ilerliyordu. 1566 Ağustos başında kuşatılan
Zigetvar Kalesini, Zerniski Makloş müdâfaa etmekteydi. Günlerce süren kuşatmada birçok defâ
umûmî hücumlar yapıldı. Zigetvar Kuşatmasından iyice bunalan Kont Zerniski, Eylül başındaki
huruc harekâtında öldürülünce 7 Eylülde kale fethedildi. Kânûnî 6-7 Eylül gecesi vefât
ettiyse de, askerin moralinde bozukluk meydana gelmemesi için, ordudan gizli tutuldu. Bu
sefer ile Zigetvar’dan başka; Güle, Lügos ve diğer bâzı kaleler de fethedildi.
Doğu Seferleri
Kânûnî, batıda Hıristiyan Avrupa devletleri ile mücâdele ederken, İran’daki Şiî Safevî
Devleti
de,
Mukaddes
Roma-Cermen
Devletiyle
Osmanlılara
karşı
ittifak
kurup,
Doğu
Anadolu’da hududa tecâvüz ettikleri gibi, Sünnî ahâliye de zulmediyorlardı. Safevîlerin
ajanları Osmanlı ülkesinde faaliyet gösterip, Celâliler vâsıtasıyla iç isyânlar çıkarmak
istiyorlardı.
Şâh
Tahmasb’ın
bu
düşmanca
davranışları
yüzünden
Sultan
Süleyman
Han,
harekete geçti. 27 Ekim 1533’te Vezir-i âzam Makbul İbrâhim Paşayı İstanbul’dan doğuya
gönderen Sultan’ın kendisi de, baharda sefere çıktı.
Irakeyn Seferi: 11 Haziran 1534’te İstanbul’dan hareket eden Kânûnî Sultan Süleyman Han, 20
Temmuzda
Konya’ya
geldi.
Konya’da
Mevlânâ
Celâleddîn
Rûmî’nin
türbesini
ziyâret
edip,
Kayseri-Sivas-Erzincan yoluyla 27 Eylülde Tebriz’e girdi. Safevîlerin zulmünden bunalan
şehir halkı, Kânûnî’yi ve Osmanlı ordusunu sevinçle bir kurtarıcı olarak karşıladılar.
Yavuz Sultan Selim Hana karşı 1514 Çaldıran mağlûbiyetinin hâlâ tesirinde olan Safevîler,
devamlı
Osmanlılardan
kuvvetlerinin
bölgeye
kaçıp,
meydan
gelmesinden
muhârebesi
memnun
olan
için
ahâli,
ortaya
âlimler,
çıkamıyorlardı.
kale
ve
şehir
Osmanlı
hâkimleri
pâdişâha bağlılıklarını arz ettiler. Hazret-i Ali ve Hüseyin’in makamlarının bulunduğu
Kerbelâ ve Hanefî mezhebinin kurucusu İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’nin kabrinin bulunduğu Bağdat
Vâlisi
Zülfikâr
Han
ve
büyük
İslâm
âlimi
ve
Veliy-yi
kâmil
Abdülkâdir-i
Geylânî’nin
memleketi Geylân Hâkimi Mâlik Muzaffer, Sultan Süleyman Hana bağlılıklarını bildirdiler. 24
Kasım
1534’te
Bağdat’a
giren
Osmanlı
ordusunun
ardından,
Azamiyye’de
İmâm-ı
A’zam’ın
kabrini ziyâret edip, büyük bir türbe yapılmasını emrettikten sonra, Kânûnî Sultan Süleyman
Han,
30
Kasımda
şehre
girdi.
Bağdât’ta
ahâlinin,
âlimlerin,
kumandanların
ve
devlet
adamlarının bulunduğu bir sırada şükür ifâdesi olan dînî merâsim yapılarak, ihsânlarda
bulunuldu.
1534-1535 kışını Bağdât’ta geçiren Sultan, burada Osmanlı devlet teşkilâtını tesis ettirdi.
Bağdat’ın mübârek beldelerini, Kerbelâ’da hazret-i Ali ve Hüseyin’in makamlarını ziyâret
etti. Geylân’da Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin kabrine türbe ve yanına imâret, İmâm-ı
A’zam’ın kabrine türbe yaptırdı. Safevî tehlikesini kesin olarak bertaraf etmek isteyen
Kânûnî, Şah Tahmasb’ın Van istikâmetinde olduğu haberi üzerine, harekete geçti. 1 Temmuz
1535’te Tebriz’e gelen Osmanlı Sultânı, devamlı kaçan Şah Tahmasb Safevî’yi tâkib için İran
içerisine
girildiyse
heyetlerini
kabul
de
eden,
karşı
çıkan
Sultan
olmadı.
Süleymân
Avrupa
Han,
devletlerinde
dönüşünde
de
ve
Mevlânâ
Safevîlerden
Muhammed
elçi
Şems-i
Tebrizî’nin makâmı dâhil mübârek beldeleri ziyâret ederek Tebriz-Diyarbekir-Antakya-AdanaKonya yoluyla 8 Ocak 1536’da İstanbul’a geldi.
Irak-ı Arab ve Irak-ı Acem fethedildiği için “İki Irak seferi” mânâsında Irakeyn Seferi adı
verilen bu hareketin netîcesinde, bölgedeki Şiî Safevî hâkimiyeti sona erdirilip, Bağdat
dâhil Basra, Osmanlı ülkesine katıldı.
2. Selim Han
Padişahlık Sırası 11
Saltanatı 8 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 76
Cülûsu 30 Eylül 1566
Babası Kanuni Sultan Süleyman Hân
Annesi Hürrem Sultan
Doğumu 28 Mayıs 1524
Vefâtı 15 Aralık 1574
Kabri İstanbul Ayasofya Camiî yanında Sultan Selim Türbesindedir
Osmanlı pâdişâhlarının on birincisi ve İslâm halîfelerinin yetmiş altıncısı. Kânûnî Sultan
Süleyman
Hanın
oğlu
olup,
28
Mayıs
1524
senesinde
Hürrem
Haseki
Sultandan
doğdu.
Şehzâdeliğinde mükemmel bir tahsil ve terbiye gördü. Devlet idâresi ve teşkilâtını iyice
öğrenmesi için Anadolu’nun çeşitli vilâyetlerinde sancak beyliği yaptı. Vâlilik yıllarında
tahsile devâm edip, bilgi ve kültürünü arttırdı. Çok kuvvetli bir kültür seviyesine sâhip
oldu. İlim ve sohbet meclislerinde çok bulunurdu.
Sultan
Süleyman
öncesinde
vefât
Han
(1520-1566),
edince,
Macaristan
Pâdişâhın
ölümünü
seferine
gizli
çıkıp,
tutan
Zigetvar
Vezîriâzam
Kalesinin
Sokullu
fethi
Mehmed
Paşa,
veliaht Selim’e haber göndererek saltanata dâvet etti. Bu sırada Kütahya Sancakbeyliğinde
bulunan Selim Han, sür’atle İstanbul’a gelerek 30 Eylül 1566 târihinde tahta çıktı.
Sultan
Selim
Han,
Osmanlı
pâdişâhı
olmasıyla
devlet
idâresine
ve
orduya
ehil
devlet
adamları ve kumandanlar tâyin edip, eskilerden bir kısmını da yerinde bıraktı. Vezîriâzam
Sokullu
Mehmed
Paşayı
vazîfesinde
bırakması
devlet
idâresi
ve
îmâr
faâliyetlerinin
devâmında isâbetli oldu.
22 Haziran 1567’de Edirne’ye geçen Selim Han, burada çeşitli devletlerin elçilerini kabul
etti.
Bu
elçilerden
özellikle
zamânın
kudretli
devletleri
sayılan
ve
çok
değerli
hediyelerle gelen Avusturya ve Almanya elçileri dikkat çekiyordu. Çünkü Osmanlı Devleti,
Kânûnî Sultan Süleyman Han devrinde, devamlı bu iki devletle mücâdele hâlinde bulunmuş ve
her
iki
devlet
de
Osmanlı
Devletinin
askerî
kuvvet
ve
kudreti
karşısında
kaybolup
ezilmişti. Şimdiyse yeni bir hükümdar tahta geçiyordu. İki devletin en büyük endişesi ve
merâkı, yeni hükümdârın güdeceği siyâsetti. Dedesi Yavuz Selim Han gibi bir doğu siyâseti
tâkip ederek İran üzerine mi, yoksa babası gibi Avrupa yakasına mı yüklenecekti? Her iki
devlet de, en azından yeni Sultanın siyâseti belli oluncaya kadar Türk ordularını kendi
ülkelerinden uzaklaştırmak için, Osmanlı Devletiyle derhâl bir sulh akdine büyük ehemmiyet
vermekteydi. Selim Han, uzun görüşmelerden sonra, Avusturya ile sekiz yıllığına antlaşma
imzâladı
(17
Şubat
1567).
Buna
göre,
Kânûnî’nin
Zigetvar
Seferinde
fethettiği
yerler
Osmanlı Devletinde kalacak, Avusturya İmparatoru her seneOsmanlı Devletine 30.000 Macar
altını vergi verecekti. Ayrıca iki devlet de birbirlerinin haklarına riâyet edecekler ve
sınır
boylarına
muhtemel
vâlisi
hudut
arasında
saldırılarda
bulunmayacaklardı.
anlaşmazlıkları,
görüşülüp
Osmanlı
hâlledilecekti.
Bu
Devletinin
Avusturya
arada
iki
Budin,
ile
devlet
arasında
Avusturya’nın
antlaşma
da
imzâlayan
çıkması
Macaristan
Selim
Han,
birkaç gün sonra da İran elçisi Şahkulu Hanın, Kânûnî SultanSüleyman Han devrinde imzâlanan
Amasya Sulhünün yenilenmesi ricâlarını kabul etti.
Bu sırada Yemen’de Zeydî İmâmı Topal Mutahhar’ın ayaklanması ortaya çıktı. Kısa zamanda bu
ülkenin hemen tamâmı isyâncıların eline geçti. Topal Mutahhar sâhile kadar inip Muhâ’yı
aldı.
Osmanlı
sıkıştırmaya
kuvvetleri
başlayınca,
Zebîd’de
Osmanlı
zorlukla
birlikleri
tutundular.
çok
kötü
İmâm
bir
Mutahhar,
vaziyete
Zebîd’i
düştüler.
Bu
de
durum
üzerine Yemen’e önce Özdemiroğlu Osman Paşa ve ordudan Koca Sinân Paşayı serdâr olarak
gönderen Selim Han, Yemen’in yeniden devlete bağlılığını sağladı.
Yemen meselesi çıktığı yıllarda, Büyük Okyanus ile Hind Okyanusu arasında bulunan Sumatra
adası, Malaka Yarımadası ve bir takım küçük adalara hâkim olan Müslüman Açe Sultanlığından
bir elçi gelmişti. Uzun yıllardan beri Hind Denizinde faaliyette bulunan Portekizliler çok
zengin tabiî kaynaklara sâhip olan bu adalara göz dikmişler ve Açe Müslüman Sultanlığının
istiklâlini tehdit etmeye başlamışlardı. Açe Sultanı Alâeddîn Şâh, devrin cihân devleti ve
bütün Müslümanların hâmisi durumunda olan Osmanlı Devletinden top, topçu, silâh ve askerî
mütehassıslar ve bilhassa istihkâm mühendisleri istiyordu. Fakat bu sırada Yemen İsyânı
çıktığından
yardım
geciktirilmişti.
Selim
Han,
1569’da
bu
uzak
sefer
için
Kızıldeniz
Kaptanı Kurdoğlu Hayreddîn Hızır Reis’i memur etti. Bu değerli amirâl, Zeydîlerin eline
geçenAden’i kurtardıktan sonra, 22 gemilik bir filoyla hareket etti. Berâberinde muhtelif
usta,
birçok
Sultânına
top,
teslim
asker,
etti.
silâh,
Gelen
mühimmat
Türkler
ve
yüzlerce
buraya
gönüllü
yerleştiler.
levend
Bunların
ve
topçuyu
Açe
kurduğu
donanma
ile
Açeliler mühim fütuhatta bulundular. Açeliler, Türk toplarını ve bayraklarını zamânımıza
kadar
kutsal
bir
hâtıra
olarak
sakladılar.
Bu
sûretle
Osmanlı
Devletinin
tesir
alanıUzakdoğu’ya, Güneydoğu Asya ve Endonezya’ya dayandı.
1569’da Rusya’nın Hazar kıyılarındaki ilerlemelerinin önünü almak, Astırhan’ı kurtarmak
ayrıca
İran
zahîre
ve
üzerine
harp
yapılacak
malzemesi
seferlerde
Hazar
yetiştirebilmeyi
Denizi
sağlamak
vâsıtasıyla
gâyesiyle
askere
Volga
kısa
Nehri
zamanda
ile
Don
Nehirlerinin birbirlerine çok yaklaştıkları bir noktada kanal açma teşebbüsüne girişildi.
Ancak kış mevsiminin gelmesi üzerine çalışmalar tamamlanamadı. Ertesi yıl da İran ile
Rusya’nın
Kırım
Hânını
kandırmaları
yüzünden,
tekrar
işbaşı
yapılamadığından
bu
büyük
teşebbüs gerçekleştirilemedi.
1569
Haziran
ayında
İskenderiye
yakınlarında
Nil
teknelerinin
yolunu
kesen
Venedik
korsanlarının Müslümanları esir alıp Kıbrıs’ta satmaları olayına çok hiddetlenen Selim Han,
derhâl Venedik’e bir elçi göndererek Kıbrıs’ın Osmanlı Devletine terkini istedi. Bu isteğin
Venedik tarafından reddi üzerine sefer hazırlıklarına başlandı.
Aslında Kıbrıs’ın Osmanlı Devletince fethini mecbûrî kılan birçok sebep vardı. Osmanlı
Devletini,
hâkimiyeti
altındaki
Ortadoğu
ve
Kuzey
Afrika
ülkelerine
ulaştıran
kara
yollarının, uzun, yorucu ve yetersiz olmasına karşılık, Kıbrıs üzerinden bu ülkelere her
türlü lojistik destekler daha çabuk, rahat ve ekonomik olarak ulaştırılabilirdi. Ancak
Kıbrıs’ın,
büyük
deniz
gücüne
sâhip
Venedik
Cumhûriyetinin
elinde
bulunması
bu
imkânı
ortadan kaldırmaktaydı. Ayrıca Kıbrıs veya yakınlarından geçen Osmanlı ticâret ve hacıları
taşıyan yolcu gemileri, Akdeniz’de Hıristiyan korsanları tarafından vurularak soyuluyor,
Venedik de bu korsanları himâye ediyordu.
İkinci Selim Han, hazırlıkları bitirdikten sonra, Kıbrıs serdârlığına Lala Mustafa Paşayı
tâyin etti ve 15 Mayıs 1570’te donanma İstanbul’dan ayrıldı. Lala Mustafa Paşa, bütün
Avrupa devletlerinin Venedik’e yardım etmelerine rağmen, şiddetli çarpışmalar sonunda 8
Eylül 1570’te Lefkoşe’yi 1 Ağustos 1571’de de Magosa’yı alarak Kıbrıs’ın fethini tamamladı.
Osmanlı askerinin Kıbrıs’a çıkması sırasında Venedik bütün Avrupa devletlerinden yardım
istedi. Bunun üzerine Papa V. Piyer’in yoğun faaliyetleri netîcesinde İspanya Kralı II.
Filip ve Malta Şövalyeleriyle Venedik arasında bir ittifak kuruldu. Bu ittifaka, Toskana,
Ceneviz,
Savoia
ve
Ferrara
gibi
küçük
Hıristiyan
devletçikleri
de
katıldı.
İspanyol
KralıFilip’in kardeşi Don Juan’ın komutasındaki 206 gemiden meydana gelen Haçlı donanması,
6
Ekim
1571’de
İnebahtı
önlerinde
görüldü.
Osmanlı
harp
meclisinde
Kılıç
Ali
Paşanın
şiddetli muhâlefetine rağmen, Kapdân-ı deryâ Müezzinzâde Ali Paşa, donanmada cenkçi ve
kürekçi noksanlığını göz önünde bulundurmadan, düşmana saldırılması yönünde karar aldı. 7
Ekim’de başlayan muhârebe sonunda, Osmanlı donanması büyük bir yenilgiye uğradı. Sâdece sağ
kanadı komuta eden Kılıç Ali Paşa, Düşmanın sol kanadındaki Malta donanmasını yok edip
kayıp vermeden bölgeden çekildi.
Bu
başarı
Hıristiyanlara
hiçbir
kâr
getirmedi.
Hıristiyanlar
kazandıkları
bu
zaferin
şerefine heykeller dikmekle meşgûlken, bizzat Selim Hanın emriyle hummalı bir çalışma içine
giren Osmanlı tersâneleri, 1571-72 kışı içinde İnebahtı’da kaybettiğinden daha büyük bir
donanma vücûda getirdi. Müezzinzâde’nin eliyle kaptan-ı deryâlığa getirilen Kılıç Ali Paşa,
13 Haziran 1572’de büyük bir donanmayla İstanbul’dan ayrıldı. İnebahtı’da gâlip gelmelerine
rağmen,
donanmaları
çok
yıpranmış
ve
bir
hayli
de
asker
kaybetmiş
olan
müttefikler,
kendilerini toparlayıp galibiyetin meyvelerini toplamak niyetindeyken bu müthiş Osmanlı
donanmasının Akdeniz’de görünmesi, büyük bir şaşkınlıkla karşılandı. Müttefik donanması,
Osmanlı donanmasının karşısına çıkmaya cesâret edemedi. İttifaktan ayrılan Venedik, Fransa
aracılığıyla
barış
istedi.
7
Mart
1573’te
imzâladığı
antlaşma
ile
Kıbrıs’ın
Osmanlı
Devletine âit olduğunu kabul etti. Kânûnî devrinden beri vermekte olduğu yıllık 500 duka
haraç, 1500 dukaya çıkarıldı. Ayrıca Kıbrıs Seferinin tazminâtı olarak üç senede ödenmek
üzere üç yüz bin duka altını vermeyi taahhüt etti.
Kıbrıs’ın fethinden sonra Kırım Hanına bir miktar asker ve top gönderen Selim Han, 1569’da
Astırahan Seferi başarısızlığını telâfi etmek ve daha fazla genişlememeleri için gözdağı
vermek
üzere
Rusya
içlerine
bir
sefer
düzenlenmesini
emretti.
Nitekim
1571
baharında
harekete geçen Devlet Giray Han, 120.000 kişilik süvârîden meydana gelen ordusu ileRusya
üzerine
yürüdü.
ordularını
on
Çok
sür’atli
binlerce
zâyiât
hareket
eden
verdirerek
Devlet
dağıttı
ve
Giray,
yaptığı
Moskova’ya
muhârebelerde
girdi.
150.000
Rus
esirle
Kırım’a dönen Devlet Giray Han, bu zaferi üzerine Taht-alan lakabıyla anıldı. Ertesi yıl
tekrar sefere çıkan Devlet Giray Han, Oka Nehrine kadar uzandı. Bu başarıları üzerine
İkinci Selim Han, murassâ kılıcı, hil’at ve nâme-i hümâyûn göndererek Devlet Giray’ı tebrik
etti. Çar, Osmanlı Devletine bağlı Kırım Hanlığıyla, yılda 60.000 altın vergi vermeyi kabûl
ederek barış yaptı.
1574
yılında
Tuna’nın
batı
boyundaki
Boğdan
Voyvodası
kıyısındaki
Akkerman
gibi
Loan
İbrâil,
mühim
celCumplit
Dinyester’in
kaleleri
ele
isyân
güney
geçirdi.
ederek,
Lehistan’ın
kıyısındaki
Üzerine
da
Bender
gönderilen
ve
ve
yardımıyla
Dinyester
küçük
Türk
birlikleriyle desteklenmiş olan Eflak Voyvodasını yendi. Bunun üzerine Selim Han, Üçüncü
Vezir Ahmed Paşa ve Kırım Hanı Âdil Giray’ı isyânı bastırmakla görevlendirdi. Kısa zamanda
bölgeye
giden
Ahmed
Paşa
ve
Âdil
Giray
Han,
Tuna’nın
güneyinde
üç
gün
süren
kanlı
muhârebeler sonunda, âsîleri ve onlara yardım eden Lehistan kuvvetlerini imhâ ettiler (9
Haziran 1574). Âsi Voyvoda da yakalanarak cezâlandırıldı ve yerine Petru Şiopul tâyin
edildi.
İkinci Selim Hanın ilgilendiği işlerden biri de Tunus meselesi’ydi. İspanya’nın Tunus’tan
bir türlü elini çekmemesi bu devletle harp hâlinin devâm etmesine sebep oluyordu. Osmanlı
donanması, Kıbrıs Seferine çıktığı sırada, Cezâyir beylerbeyi olan Uluç (Kılıç) Ali Paşa da
Tunus üzerine yürümüş ve 30.000 kişilik kuvvetle karşısına çıkan Hafsî Sultânı Mevlây
Hamîd’i yenip, ikinci defâ fethetmişti. Fakat kendi yanında fazla bir kuvvet bulunmadığı
gibi, bu arada Kıbrıs Seferine katılma emri de aldığından, Tunus’a Ramazan Beyi bırakarak
donanmasıyla birlikte Kıbrıs Seferine katılmıştı.
Kaptan-ı
deryânın
donanmayla
Tunus
bölgeden
üzerine
uzaklaşmasından
yürüdü.
sonra,
Direndiği
İspanya
takdirde
Kralı
Don
İspanyolların
Juan
sivil
büyük
halka
bir
karşı
katliâma girişeceklerini anlayan Ramazan Bey, Kayrevân’a çekildi ve bu sûretle Tunus bir
kere daha İspanyolların eline geçmiş oldu (Ekim 1573). Don Juan, Tunus hükümdârlığını kendi
taraftârı Mevlây Muhammed’e verip bir miktar da asker bırakıp İspanya’ya döndü.
Cezâyir ve Trablusgarb Osmanlı Devletinin elinde olduğu hâlde, ikisinin ortasında bulunan
ve stratejik ehemmiyeti büyük olan Tunus’un, İspanyol hâkimiyeti altında halka zulüm eden
kukla bir hükûmet elinde olması, Akdeniz’de hâkimiyeti elinde bulunduran Türk donanması
için tehlikeydi. Bu sebeple İkinci SelimHan, Tunus işinin kökünden hâlledilmesi için emir
verdi. Kapdân-ı deryâ Kılıç Ali Paşa, yanında kara ordusu serdârı Koca Sinan Paşa olduğu
hâlde
Tunus’a
hareket
etti
(15
Mayıs
1574).
Navarin
üzerinden
Sicilya
sularına
geçen
donanma, Messina havâlisini de vurduktan sonra, Tunus üzerine yürüdü. İki yüz ellinin
üzerinde harp gemisi ve kırk-elli bin civârında askerden meydana gelen muhteşem Osmanlı
donanması, Tunus önlerine gelir gelmez derhâl Halk-ul-Vâd Kalesi yakınına çıkarma yaptı.
Koca Sinân Paşa kendisi Halk-ul-Vâd’ı kuşatırken, Trablusgarb Beylerbeyi Mustafa Paşa ile
eski Tunus Beylerbeyi Haydar Paşayı Tunus Gölü ile şehir arasında bulunan Bastiyon Kalesini
fethe memur etti.
Tunus’un yıllardan beri İspanyollar tarafından tahkim edilerek hiçbir sûretle zaptedilemez
diye
öğündükleri
Halk-ul-Vad,
Osmanlı
ordusuna
ancak
otuz
üç
gün
mukâvemet
etti.
24
Ağustosta kale fethedilip Mevlây Muhammed’le kale komutanı Don Pietro Cerrera esir edilerek
İstanbul’a gönderildi.
13 Eylülde Bastion Kalesinin de fethiyle Tunus tamâmen ele geçti. Tunus, aynen Cezâyir ve
Trablusgarb gibi bir eyâlet hâline getirildi ve beylerbeyliğine Ramazan Paşa tâyin edildi.
Böylece Tunus’ta üç asırdan fazla sürecek olan Osmanlı idâresi başladı.
Tunus
meselesinin
hâlledilmesinden
yaklaşık
bir
ay
sonra;
Osmanlı
Devletiyle
Almanya
arasında Zigetvar Seferinden sonra 17 Şubat 1568’de yapılan antlaşma, 4 Aralık 1574’te
yenilenerek, sekiz sene uzatıldı. Bu antlaşmadan hemen sonra rahatsızlanan İkinci Selim
Han,
15
Aralık
1574’te
vefât
etti.
Mîmar
Sinân’a
Ayasofya
Câmii
avlusunda
yaptırdığı
türbeye defnedildi.
İkinci Selim Han, uzuna yakın orta boylu, açık alınlı, elâ gözlü ve sarışındı. Avcılık ve
yay çekmede fevkalâde mahâretli olup, zamânında ondan daha kuvvetli yay çeken yoktu. Babası
Kânûnî Sultan Süleymân devrinde birçok savaşa katılmakla berâber, tahta geçtikten sonra
sefere
çıkmadı.
Çünkü
devrindeki
seferler
umûmiyetle
büyük
deniz
seferleri
olup
bu
seferlere de pâdişâhın kumanda etmesi âdet değildi. Tecrübeli ve bilgili bir vezir olan
Sokullu Mehmed Paşayı hükûmet işlerinde tamâmen serbest bırakmakla berâber, lüzumlu gördüğü
birkaç meselede duruma müdâhale etmiştir. Âlimlere büyük hürmet göstermiş, çok sevdiği
büyük âlim Ebüssü’ûd Efendiyi vefâtına kadar meşîhat (şeyhülislâmlık) makâmında tutmuştur.
Cülûs
bahşişinin
ilmiye
sınıfına
da
verilmesi
âdetini
ilk
defâ
İkinci
Selim
Han
çıkarmıştır.
İkinci Selim, Kânûnî Sultan Süleyman Hanın bütün şehzâdeleri gibi çok iyi tahsil görmüştü.
Dîvân
sâhibi
değerli
bir
şâirdi.
Selim
ve
Selîmî
mahlaslarıyla
yazdığı
şiirler
beğenilmektedir. Yahyâ Kemâl’in; “Bir beyti bir de câmi-i mâ’mûru var” diye övdüğü;
Biz bülbül-i muhrık dem-i şekvâ-yı firâkiz
Âteş kesilir geçse sabâ gülşenimizden
çok
beyti, bütün Türk şiirinin en güzel beyitlerinden biri sayılmaktadır.
İkinci Selim aynı zamanda îmârcı bir pâdişâhtır. Kısa süren saltanat döneminde Türk ve
dünyâ sanatının şâheseri sayılan Edirne Selimiye Câmii’ni inşâ ettirmiştir. Tâmire muhtaç
olan
Ayasofya
Câmiini
yaptırdığı
istinâd
duvarlarıyla
tahkim
ettirerek
günümüze
kadar
gelmesini sağladığı gibi, iki minâre eklemiş, yanına iki de medrese yaptırarak külliye
hâline getirmiştir. Bunlardan başka Mekke-i mükerremenin su yollarının tâmiri, Mescid-i
Harâm’ın mermer kubbelerle tezyini, Lefkoşe Selimiye Câmii, Azîz Efendi tekkesi, Navarin
limanına hâkim bir mevkiye yaptırdığı kule, hayrâtı arasındadır.
3. Murad Han
Padişahlık Sırası 12
Saltanatı 20 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 77
Cülûsu 22 Aralık 1574
Babası Sultan II. Selim Hân
Annesi Nûr Bânû Sultan
Doğumu 4 Temmuz 1546
Vefâtı 16 Ocak 1595
Kabri İstanbul Ayasofya Camiî yanında Sultan Selim Türbesindedir
Osmanlı
sultanlarının
on
ikincisi
ve
İslâm
halifelerinin
yetmiş
yedincisi.
Babası
on
birinci osmanlı sultanı İkinci Selim han, annesi Nûr Bânû sultandır. 4 Temmuz 1546'da
Manisa'nın Bozdağ Yaylağında doğdu. 1558 târihine kadar Saruhan (Manisa)da kaldı.
Babasının Saruhan Sancakbeyliğinden Karaman Berlerbeyliğine tâyiniyle, Şehzâde Murâd'a da
Alaşehir Sancakbeyliği verildi. 1526'da Manisa sancakbeyliğine tâyin edildi. 22 Aralık 1574
târihinde
tahta
çıkıncaya
kadar
bu
vazifede
kaldı.
Sancağa
çıkarılan
en
son
Osmanlı
hükümdarıdır.Osmanlı Devletinin zirvede olduğu bir devirde sultan olan Üçüncü Murâd Han,
dünyâ siyâsetinde faal bir rol oynadı. Osmanlı hâkimiyeti en geniş sâhasına ulaştırıldı.
Akdeniz'de
denizci
antlaşmalar
bir
kavim
yenilendi.
olan
Lehistan
Venedikliler
(Polonya)
ile
ve
kara
Osmanlı
Avrupa'sında
Devletinin
Avusturya
kuzey
ile
siyâsetini
belirleyen antlaşma, 30 Temmuz 1577'de imzâlandı. Rus Çarlığının yayılma siyâsetine karşı,
Lehistan ile Kırım Hanlığının münâsebetleri tanzim edildi. Şii ideolojisinin temsilcisi
İran Safevi Devletinin Osmanlı ülkesindeki yıkıcı ve bölücü faaliyetlerine karşı 1578'den
itibâren her türlü tedbire başvuruldu. Ahâlisi sünni olan Şirvan ve Dağıstanlıları Safevi
taarruzlarına karşı korumak ve hudûdu emniyet altına almak için 5 Nisan 1578'de başlatılan
harekât 21 Mart 1590 târihinde imzâlanan İstanbul Antlaşması ile tamamlandı. Antlaşmaya
göre;
1-Tebriz şehri ile Âzerbaycan'ın Tebriz mıntıkası, Karabağ, Gence, Kars, Tiflis, Şehrizûr,
Nihâvend, Lûristan tarafları Osmanlılara kalacaktı. 2- Şiiler hazret-i Ebû Bekir, Ömer ve
Osman (radıyallahü anhüm) ile hazret-i Âişe'ye iftirâ ve küfür etmeyeceklerdi. İran'daki
Ehl-i sünnet Müslümanlara kötü muâmele yapılması Şah tarafından yasaklanacaktı. Üçüncü
Murâd Han devrinde on iki yıl süren Şark seferleri sonunda Kafkasya ve Âzerbaycan Osmanlı
Devletine bağlandı. Hazar Denizine hâkim olan Osmanlı Donanması, Safevilere karşı sünni
Özbek
Hanlarınca
topçu
ve
yeniçeri
askeri
yardımı
götürdü.
Avrupa
kıtasında
Osmanlı
Devletine tâbi Erdel (Transilvanya) Beyi İstefan Batori, 1577'de Lehistan (Polonya) kralı
seçtirildi.
Böylece
Baltık'taki
bu
ülke
de
Osmanlı
himâyesine
alınarak,
yıllık
haraca
bağlandı. İşgal ve tecâvüzlerden muhâfaza altına alınıp, Rus yayılmasının önüne geçildi.
Avusturya ile münâsebetler hudut tecâvüzleri sebebiyle, 1592'de bozuldu. Yıllık otuz bin
düka altın haracın gönderilmemesi üzerine, Veziriâzam Koca Sinan Paşa, Avusturya seferi
için vazifelendirildi. 1592'de başlayan Avusturya harbi, 1606 yılına kadar devâm etti.
Fas'taki
Sâdi
şerifleri,
Osmanlı
sultanından
İspanyollara
karşı
yardım
istediler.
Fas
şeriflerine yardım etmek için Cezâyir Beylerbeyi Ramazan Paşa vazifelendirildi. Osmanlı
kuvvetleriyle
Hıristiyanların
Fas
şerifleri
atılması,
İspanyollarla
başta
papalık
Portekizlileri
olmak
üzere
Güney
bölgeden
ve
Batı
attılar.
Avrupa
Fas'tan
devletlerini
harekete geçirdi. Osmanlı taraftarı Fas şerifi Abdülmelik
aleyhine tertiplenen Akdeniz
Hıristiyanlığının son Haçlı seferine papalık, Fransa, Portekiz ve İspanya katıldılar. 4
Ağustos 1578'de Tanca yakınlarındaki Vâdi-yüs-Seyl (el-Kasr-ul Kebir, Alkazar) de yapılan
muhârebede
Haçlılar
büyük
bir
hezimete
uğradı.
Portekiz
kralı
öldürülüp,
ordusu
imhâ
edildi. Fas, Osmanlı hâkimiyetini tanıyarak, şerif Ahmed Mansur, emir tâyin edildi. Sultan
Üçüncü Murâd Han devrinde Kuzey Afrika ülkesi olan Bornu da Osmanlı sultanına itâatini arz
etti. Bu devirde bütün Kuzey Afrika'nın ve Bornu'nun tâbiiyete girmesiyle, Osmanlı Devleti
en geniş ve tabii hudutlarına kavuştu. Sultan Üçüncü Murâd Han devrinde, ordunun seferde
olmasından istifâde eden Dürziler Lübnan'da, Zeydiler Yemen'de, Hâriciler Trablusgarp'ta,
Şah
İsmâil
Safevi
tarafdan
âsiler
Kığı'da
isyân
etmişlerse
de,
hepsi
de
itaate
getirilmişlerdir.
Sultan Üçüncü Murâd Han devrinde Osmanlı ülkesinde pekçok ilim, kültür ve sanat eserleri
inşâ edilmiştir. Bu hususta ilk icrâat, Kâbe-i şerif duvarlarının mermerden yaptırılıp,
Harem-i şerifin su yollarının temizletilmesi oldu. Medine'de bir medrese, mektep, zâviye ve
büyük bir imâret yaptırıldı. Üçüncü Murâd Han bununla da kalmayarak, Harem-i şerifi tâmir
ettirip, kubbelerini kargir yaptırdı. Manisa'da daha şehzâdelik devrinde câmi, medrese,
imâret, tabhâneden meydana gelen Murâdiye külliyesini, İstanbul'da Toptaşı, Tımârhanesini
yaptırdı. İyi bir tahsil gördüğünden ilme meraklı olan, İkinci Murâd; âlimleri çok severdi.
Nakşibendi meşâyihinden Hâce Ahmed Sadık Kâbili'den feyz alarak kemâle geldi. Tasavvufa âit
Fütûhât-ı Sıyâm adlı kitabı yazdı. ''Murâdi'' mahlasıyla tasavvufa âit kıymetli şiirleri
vardır. Divânında Türkçe gazellerinin yanında Arapça ve Farsça gazelleri de vardır. Türkçe
divanını Şemseddin Sivâsi açıklamıştır. Ayrıca Gelibolulu Âli, hoş görünmek maksadıyla,
bâzı gazellerini şerh etmiştir. Ocak 1595'te İstanbul'da vefât eden Sultan Üçüncü Murâd
Han, babası İkinci Selim Hanın Ayasofya Câmii yanındaki türbesine defnedildi.
3. Mehmed Han
Padişahlık Sırası 13
Saltanatı 9 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 78
Cülûsu 27 Ocak 1595
Babası Sultan III. Mûrâd Hân
Annesi Safiye Vâlide Sultân
Doğumu 26 Mayıs 1566
Vefâtı 21 Aralık 1603
Kabri İstanbul Ayasofya Camiî Bahçesindedir
Osmanlı sultanlarının on üçüncüsü, İslâm halifelerinin yetmiş sekizincisi. 1566 târihinde
Manisa’da doğdu. Babası Üçüncü Murad Han, annesi Sâfiye Vâlide Sultandır. Şehzâdeliğinde;
yüksek din, fen, idarî ve askerî ilimleri, kıymetli âlimlerden öğrenerek yetiştirildi. İlk
hocası
İbrahim
Cafer
Efendidir.
Haydar
Efendi,
Pir
Mehmed
Azmi
Efendi,
Sultan
Selim
Medresesi Müderrisi Nasûh Nevâli Efendiden ders aldı. Târihe geçen muhteşem bir merasimle
sünnet
edildi.
1583’te
Manisa
sancağı
Vâliliğine
tâyin
edildi.
Kumandanlık
ve
devlet
idâresi siyâsetini iyice öğrenmek için Manisa’ya gönderildiğinde yanına müderrisi Nasûh
Nevâli Efendi, lalası Sipahi Bey ile Defterdar Baş ruznâmecisi Hasan Beyzâde, Nişancı Lala
Mehmed
Paşa,
Reisülküttâb
olarak
da
Abdurrahman
Çelebi
ve
diğer
vazifeliler
verildi.
1595’in Ocak ayına kadar Manisa’da vâlilik yaptı.
Babası Üçüncü Murâd Hanın vefatından on bir gün sonra 17 Ocak 1595 târihinde Manisa’dan
İstanbul’a
gelip,
sultan
îlân
edildi.
İlk
icrââtı,
devlet
ve
saltanatın
emniyetini
kuvvetlendirip, tâyinlerde bulunmak oldu. Ulemâdan Sadeddin Efendiyi hocalığına, Ferhad
Paşayı Sadrâzamlığa, Halil Paşayı da Kaptan-ı deryalığa tâyin etti. 1593’ten beri devam
eden Avusturya harpleri esnasında, papa Sekizinci Clément’in teşvik ve propagandalarıyla,
ahâlisi
Hıristiyan
olan
Osmanlı
Devletine
tâbi
Erdel,
Eflâk
ve
Boğdan
Voyvodalıkları
Türklere karşı isyân ettiler. Sadrâzam Ferhâd Paşa, Eflak Seferi için Serdâr-ı ekrem tâyin
edildi. 14 Mayıs 1595’te Eflak ve Boğdan’ın imtiyazlı prenslik statüsü kaldırılıp vilâyet
hâline getirilerek, vâliler tâyin edildi. Papa’nın çağrısıyla Almanya, Avusturya, Belçika,
Bohemya, İtalya, Macaristan’dan toplanan elli bin piyâde ve yirmi bin süvâriden meydana
gelen Hıristiyan ordusu, Avusturyalı Prens Mansfeld emrinde yardıma geldiğini haber alan
Eflak Voyvodası Mihail, binlerce Müslümanı kılıçtan geçirip, her yeri harâb etti. Prens
Mansfeld, 1 Temmuz 1595’te Osmanlı idâresindeki Macaristan’ın Estergon Kalesini kuşattı.
Serdâr-ı ekrem Ferhâd Paşanın ve eski Vezir-i âzam Koca Sinan Paşanın taraftarları seferde
bozgunculuk yaptılar. Ferhâd Paşa vazifesinden alınarak, Koca Sinan Paşa tekrar Vezir-i
âzam ve serdarlığa getirildi. birbiri ardına gelen felaketler ve ölümler sebebiyle düşman
karşısında kesin zafere gidilemedi. Sadrazamlardan Ferhâd Paşanın îdâmı, Lala Mehmed ve
Koca Sinan Paşaların vefatları ve 27 Ekim 1595 Köprü Faciasıyla Akıncı Ocağının çok zarar
görmesi
neticesinde,
Estergon,
Vişegrad,
Tegovişte,
Yergöğü
düşman
eline
geçti.
Hıristiyanlar yerli ahaliye ve esir kumandanlara insanlık dışı fiillerde bulundular. Önemli
devlet adamları ile 3500 asker, Voyvoda Mihail tarafından kazığa vuruldu.
Eflâk
ve
Macaristan
cephelerinde,
Osmanlı
şehirlerinin
düşman
ordularınca
yıkılıp,
yakılması, ahâlinin kılıçtan geçirilmesine son vermek için Üçüncü Mehmed Han, Vezir-i âzam
Dâmâd İbrahim Paşanın da tavsiyesiyle 20 Haziran 1596 târihinde Eğri Seferine çıktı. Üçüncü
Mehmed Hanın, ordusunun başında bizzât sefere çıkması askerleri coşturdu. Müslümanları
zulümden
kurtarmak
Sirem’e
gelindi.
meclisinde,
isyân
için
26
cihâd
Ağustos
hâlindeki
aşkı
ve
1596
târihinde
Erdel
şevkiyle
üzerine
mi
Edirne,
Sirem’deki
yoksa
Filibe,
Niş,
Salankamen
Avusturya
Belgrad
yolundan
Kalesindeki
işgalindeki
harp
Macaristan
topraklarına mı sefer edilmesi müzakeresi yapıldı. Eğri’nin askerî strateji bakımından daha
fazla kıymet arz etmesinden, Avusturya Cephesi hedef tâyin edildi. 21 Eylül 1596 târihinde
Macaristan topraklarındaki Eğri Ovasına gelen Sultan Mehmed Han, Otağ-ı Hümâyuna yerleşti.
24
Eylül
1596
târihinde
başlatılan
Eğri
Kalesi
kuşatmasında,
4
Ekim’de
dış
kalenin
fethinden sonra iç kale de 12 Ekimde vire ile teslim oldu. Eğri’deki Avusturya askeri
cezalandırıldı. Şehrin en büyük kilisesi câmiye çevrilerek, 18 Ekim Cumâ günü Türk-İslâm
an’anesince Sultan Mehmed Han, Cumâ namazını burada kıldı.
Eğri fâtihi Sultan Üçüncü Mehmed Han, 23 Ekim 1596 târihi Harp meclisi kararınca ileri
harekâta devam etti. 24 Ekim 1596 târihinde, Haçova’da Alman, Avusturya, Çek, Fransız,
İspanya,
İtalyan,
Hıristiyan
Leh,
ordusuyla
Macar,
Papalık
karşılaşıldı.
askerlerinden
100-110.000
meydana
mevcutlu
gelen
Osmanlı
300.000
ordusu,
25
mevcutlu
Ekim
günü
başlayan Haçova Meydan Muhârebesinde 26 Ekimde düşman ordusunu mağlub etti. Haçova’da büyük
bir zafer kazanılmasının ardından, 22 Aralık 1596 târihinde İstanbul’a dönüldü. İstanbul’da
Eğri ve Haçova zaferleri sevinciyle, üç gün üç gece merâsim ve şenlikler yapıldı. Şâir Bâkî
dâhil birçok divan şâirleri Sultan’a kasideler, manzum târihler ve zafernâmeler sundular.
Avusturya cephesine Satırcı Mehmed Paşa Serdar-ı ekremliğe tâyin edildi.
Osmanlı Devletinin Avrupa cephesinde harplerle uğraşmasını fırsat bilen İran Safevî Devleti
Anadolu’da, önce propaganda faaliyetlerini başlatıp, isyanlar çıkarttı. Celâlî isyanları
denilen
bölücü
ve
yıkıcı
faaliyetlerin
ardından,
Safevîler,
Osmanlı
Devleti
hududuna
saldırdılar. Avusturya ve İran cephelerini hall etmek çârelerini araştıran Üçüncü Mehmed
Han, 1603 yılında 21/22 Aralık gecesi vefât etti. Ayasofya Câmii bahçesindeki türbesine
defnedildi.
Sultan Üçüncü Mehmed Han çok nâzik, halîm selîm, vakûr, kerîm bir şahsiyete sâhipti.
Sancakbeyliğinden saltanata gelen son Osmanlı pâdişahıdır. Bütün Osmanlı pâdişahları gibi
iyi bir şâir olup şiirlerinde Adlî mahlasını kullanırdı. Beş vakit namazını dâimâ cemâatle
kılardı. Devrin kaynakları dindârlığını, hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem),
Dört
Halife,
Eshâb-ı
kirâm
ve
âlimlere
hürmetini
yazar.
Bunların
adı
hürmeten ayağa kalkardı. İçkiyi sıkı yasak edip, bütün meyhâneleri kapattı.
bahsedildiği
an
1. Ahmed Han
Padişahlık Sırası 14
Saltanatı 14 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 79
Cülûsu 21 Aralık 1603
Babası Sultan III. Mehmed Hân
Annesi Handan Sultan
Doğumu 18 Nisan 1590
Vefâtı 22 Kasım 1617
Kabri İstanbul Sultan Ahmed Camiî Yanındadır
Osmanlı padişahlarının on dördüncüsü, İslâm halifelerinin yetmiş dokuzuncusu. Sultan üçüncü
Mehmed Hanın oğlu olup, 1590'da Manisa'da Handan Sultândan doğdu. Şehzâdeliğinde zamânın
ileri gelen âlimlerinden Aydınlı Mustafa Efendi eğitim ve öğretimi ile vazifelendirildi.
Ayrıca Hocazâde Ahmed ve Es'ad Efendiden ders alan şehzâde Ahmed, babasının vefâtı üzerine
1603'te henüz 14 yaşındayken Osmanlı tahtına geçti.
Sultan
Birinci
Ahmed
Han
tahta
geçtiğinde,
Osmanlı
Devleti
doğuda
İran,
batıda
ise
Avusturya ile harb hâlindeydi. Ahmed Han, Avusturya cephesi serdarlığına Sokulluzâde Lala
Mehmed Paşayı, İran cephesi serdarlığına ise Çağalazâde Sinan Paşayı tâyin etti. Lala
Mehmed Paşa, Peşte ve Vaç kalelerini 1604'te ele geçirdikten sonra, 1605 senesi Ağustos
ayında Estergon Kalesini kuşattı. Otuz beş gün süren muhâsaradan sonra kale fethedilerek on
seneden beri süren Alman işgâline son verildi. Bu zaferden sonra Uyvar, Weszgrim, Polata
kaleleri Türklerin eline geçti. Bu sırada Türyâki Hasan Paşayı serdâr vekili olarak bırakıp
İstanbul'a
dönen
anladığından,
sulh
Lala
Mehmed
istedi.
Paşa
Budin'de
vefât
sulh
etti.
(1606)
müzâkeresi
Avusturya,
yapıldı
ve
savaşı
görüşmeler
kaybettiğini
neticesinde
Zitvatoruk muâhedesi imzâlandı. (11 Kasım 1606) Bu antlaşmaya göre, Kanije, Estergon, Eğri
kaleleri Osmanlı Devletinde kalacak ve Avusturya bir defâya mahsus olmak üzere 200 bin kara
kuruş
ödeyecekti.
İran
cephesine
serdâr
tâyin
edilen
Çağalazâde
Sinan
Paşa
ise,
kış
mevsiminin yaklaşması üzerine Kars'ta kaldı. 1605 Ağustos'unda, Âzerbaycan'ı geri almak
için Tebriz üzerine yürüdü ise de, Urmiye Meydan Muhârebesinde Şâh'ın ordusuna mağlup oldu.
Üzüntüsünden ölen Çağalazâde'nin yerine Ferhât Paşa, serdâr tâyin edildi. Diğer tarafdan
Safevi ordusu, Gence (1606) ve Şamahı'yı (1607) alıp Kür ırmağını aştı. Şirvan'ın önemli
kısmını ele geçirdi. Şah'ın daha ileri gitmemesi üzerine savaş durgunluk devresine girdi.
Sultan Ahmed Han, Avusturya savaşının sona ermesi ve İran cephesinde olayların durgunluk
devresine girmesinden sonra iç meselelerin halli için harekete geçti. Anadolu'da ortalığı
birbirine katan Celâli eşkiyâlarına karşı, sadârete getirdiği kuyucu Murâd Paşa uyguladığı
siyâset neticesinde, eşkiyaları birbirine düşürerek teker teker ortadan kaldırmayı başardı.
Üç sene süren temizleme faaliyeti neticesinde Canbolatoğlu, Kalenderoğlu, Tavil ile kardeşi
Me'mun, Muslu Çavuş ve Yusuf Paşa, ayrıca şekâvet yapan kırk sekiz çete kuvvetlerinden
tamâmı tesirsiz hâle getirildi. İsyânlar bastırıldıktan sonra SultanAhmed Han, köylünün
yerlerine dönmesi ve ticâret sâhiplerine kolaylık gösterilmesi için eyâletlere tavsiye
yollu fermânlar gönderdi. Ayrıca ''Adâletnâme'' adı ile Anadolu'daki bütün fenâlıklara,
celâliliği doğuran sebepleri ve halkın ızdırâbını dile getiren bir fermân çıkardı.
Bu sırada Safeviler Osmanlı hudûd kalelerine saldırıda bulunuyordu. Bu sebeple Sultan Ahmed
Han, 1610'da sadrâ zam kuyucu Murâd Paşayı İran üzerine serdâr tayin etti. Murâd Paşa
Erzurum'a geldiği sırada Şâh, Kânûni devrinde imzâlanan Amasya antlaşması üzerinden barış
istedi. Kuyucu Murâd Paşa, Şâh'ın bulunduğu Tebriz üzerine gitti.Şehrin dışında 5 gün süren
savaşta
iki
taraf
da
birbirine
üstünlük
sağlayamadı.
Kışı
geçirmek
için
Diyarbakır'a
çekilen Murâd Paşa buradayken rahatsızlanarak vefât etti. (5.8.1611) Yerine Diyarbakır
beylerbeyi vezir Nâsûh Paşa getirildi. Nâsûh Paşa, İranlılarla Osmanlı Devletine yılda 200
yük ipek vermeleri ve işgal ettikleri topraklardan çıkmaları şartıyla bir antlaşma yaptı.
(1611) Sultan Birinci Ahmed Han donanmanın güçlenmesine de önem verdi. Yeni kadırgalar
yaptırarak donanmanın mevcudunu arttırdı. Kaptan-ı Deryâ Halil Paşa, Akdeniz'in güvenliği
için Malta ve Floransa korsanlarıyla başarılı savaşlar yaptı.
Sultan Ahmed Han 1617 senesinde rahatsızlanarak daha yirmi sekiz yaşındayken vefât etti.
Cenâzesinin yıkanması için hocası Aziz Mahmûd Hüdâi hazretleri dâvet edildi. Ancak o;
''Sultanımı
çok
severdim.
Şimdi
dayanamam.
İhtiyarlığım
sebebiyle
beni
mâzur
görün.''
buyurdu. Talebelerinden Şâbân Dede'yi gönderdi. Cenaze namazından sonra nâşı kendi ismi ile
anılan Sultan Ahmed Câmiinin yanındaki türbeye defnedildi.
Ahmed Han, akıllı, zeki, münevver, hamiyyetli, azimkâr bir padişahtı. Çocuk sayılabilecek
bir
yaşta
tahta
çıkar
çıkmaz
devlet
işlerini
hemen
kavrıyarak,
tâkipte
çok
titizlik
gösterdi. Gayet kuvvetli, çok iyi binici ve atıcı, avcı ve silahşördü. Dindarlığı ve
insanlara
merhameti
ile
tanınan
Sultan
Ahmed
Han,
memleketin
imârı
için
çok
çalıştı.
Bilhassa Mekke ve Medine'ye pekçok hayırlı hizmetler yaptı. O zamana kadar Mısır'da dokunan
Kâbe'nin
örtülerini
İstanbul'da
dokuttu.
İstanbul'da
yaptırdığı
hayırlı
hizmetlerinin
başında bugün yerli ve yabancı herkesin hayran kaldığı kendi ismiyle bilinen Sultan Ahmed
Câmii gelir.
Edebi kültürü çok yüksekti. Birçok Osmanlı padişahı gibi Birinci Ahmed Han da iyi bir
şâirdi.
Şiirlerinden
Bahti
ve
Ahmedi
bağlılığının ifâdesidir:
N'ola tâcum gibi bâşumda götürsem dâim
Kademi resmini ol hazret-i Şâh-ı resûlün
Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sâhibidir
Ahmedâ durma yüzün sür kademine o gülün.
mahlâsını
kullanırdı.
Şu
satırlar
onun
dine
1. Mustafa Han
Padişahlık Sırası 15
Saltanatı 1 Yıl 6 Ay 26 Gün
İslâm Halifelik Sırası 80
Cülûsu I. 22 Kasım 1617 II. 19 Mayıs 1622
Babası Sultan Üçüncü Mehmed Hân
Annesi Handan Sultan
Doğumu 1591
Vefâtı 20 Ocak 1639
Kabri İstanbul Ayasofya Camiî Türbesi'ndedir
Osmanlı padişahlarının on beşincisi ve İslâm halifelerinin seksenincisi. 1591 senesinde
Manisa'da doğdu. Her şehzâde gibi iyi bir eğitim gördü. Ağabeyi birinci Ahmed Hanın vefâtı
üzerine 22 Kasım 1617'de ilk defâ ekberiyet kâidesine göre, yâni hânedânın en yaşlı mensubu
olarak zorla tahta çıkarıldı. Sultan Mustafa Han, devlet meseleleriyle ilgilenmediğini
ifâde ederek saltanatı kabul etmediyse de bu hâl devlet erkânınca göz önüne alınmadı. Ancak
çok
geçmeden
devlet
işlerinde
sultanın
yabancı
kalması
ve
işlerin
karışması
üzerine,
durumun böyle devâm edemeyeceğini anlayan devlet adamları hal'ine fetvâ aldılar ve 26 Şubat
1618 günü Sultan Mustafa'yı tahttan indirerek yerine Genç Osman'ı çıkardılar.
Ancak yenilik tarafdarı olmayanların tahrikleri neticesinde isyân eden yeniçeriler 19 Mayıs
1622'de Genç Osman'ı tahttan indirdiler. Bu durum Sultan Mustafa'nın ikinci defâ tahta
geçirilmesine yol açtı. Bu sırada Sultan Osman Hanın veziriâzam Kara Dâvûd paşa tarafından
şehit
ettirilmesi
azlederek
büyük
yerine
Beylerbeyi
Mere
Abaza
karışıklıklara
Hüseyin
Mehmed
sebep
paşayı
paşa
oldu.
getirdiyse
başkaldırarak,
Sultan
de,
Mustafa
isyânlar
bölgesindeki
Han,
son
Dâvûd
bulmadı.
yeniçerilerin
paşayı
Erzurum
bir
kısmını
öldürttü. ''Genç Osman'ın intikâmını alacağım'' diye and içen Abaza, İstanbul'a gelmek için
yola çıktı. Bursa^yı muhâsara etdiyse de alamadı. Kış geldiği için Niğde'ye çekildi.
Anadolu'daki isyanlar ve Genç Osman^ın şehit edilmesi olayına adı karışan sipâhiler, halk
mezdinde kazandıkları nefreti silmek için bir divan toplantısı sırasında ayaklanarak Sultan
Osman
Hanın
kâtillerinin
bulunmasını
istediler.
Bunun
üzerine
Kara
Dâvûd
paşa
ve
Kalenderoğlu denilen kişiler yakalanarak idâm edildiler.
Diğer tarafdan Osmanlı Devletinin iç karışıklıklarından istifâde etmek isteyen Lehistan
kazakları, daha önce imzâlanan antlaşma şartlarına uymayarak, şayka adı verilen yüz elli
civârında
küçük
gemiyle
Osmanlı
kıyılarına
saldırdılar.
Kazakların
üzerine
gönderilen
Karadeniz serdârı Dâmâd Receb paşa, kazakları tâkip ederek Kilgra önünde birçok gemilerini
batırdı ve 21 gemiyi zabt ederek beş bin esirle İstanbul'a döndü.
İstanbul'da
vukûbulan
Devletinin
başında
kılıyordu.
Bu
Efendi
diğer
ve
karışıklıklar
daha
sebeple
kudretli,
1623'te
devlet
erkânı
ve
Anadolu'da
azimkâr
sadârete
ve
zeki
getirilen
toplanarak
Sultan
meydana
bir
gelen
padişahın
Kemankeş
Ali
Mustafa'nın
isyânlar,
Osmanlı
bulunmasını
gerekli
paşa,
artık
Şeyhülislâm
makâm-ı
Yahyâ
saltanatta
kalmaması gerektiği husûsunda karara vardılar. Nitekim verilen fetvâ ile 10 Eylül 1623 günü
Sultan Mustafa, ikinci defâ tahttan indirildi ve yerine dördüncü Murâd Han geçti.
Sultan Mustafa Han, zayıf ve narin vücutlu idi. Yüzü her zaman solgun olup, üzüntülü bir
görünüşü
vardı.
dağıtırdı.
Son
Saraydaki
derece
dindârdı.
hayâtını
ibâdet
Sık
sık
içinde,
türbeleri
dini
ziyâret
eserler
ve
eder
Kur'ân-ı
ve
çokça
kerim
sadaka
okuyarak
geçirirdi. Saltanatta gözü olmadığı için her iki hal'inde de en küçük bir memnuniyetsizlik
göstermemiş, tahttan sevinçle inmiştir. 20 Ocak 1639 günü Topkapı Sarayında vefât eden
Sultan Mustafa Han, Ayasofya Câmii karşısındaki türbesinde medfundur.
2. Osman Han
Padişahlık Sırası 16
Saltanatı 4 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 81
Cülûsu 26 Şubat 1618
Babası Sultan Birinci Ahmed Hân
Annesi Mâhfirüz Hadice Sultan
Doğumu 3 Kasım 1604
Şehâdeti 20 Mayıs 1622
Kabri İstanbul Sultan Ahmed Hân Türbesindedir
Osmanlı sultanlarının on altıncısı ve İslâm halifelerinin seksen birincisi. Babası Sultan
birinci Ahmed Han, annesi Mahfiruz Hadice Sultandır. 1604 senesinde İstanbul'da doğdu. İyi
bir eğitimle yetiştirildi. Arapça, Farsça, Latince, Yunanca, İtalyanca gibi doğu ve batı
dillerini öğrendi. Kuvvetli bir edebiyât, târih, coğrafya ve matematik tahsili gördü.
26 şubat 1618 günü babasının yerine tahta geçen amcası birinci Mustafa'nın rahatsızlığı
yüzünden tahtı bırakmaya mecbur olması üzerine Osmanlı sultânı oldu. İkinci Osman'ın tahta
çıkışının ilk aylarında İran ile barış antlaşması imzâlanarak harbe son verildi. 1620
yazında Halil Paşa kumandasındaki Osmanlı donanması İyonya Denizini kuzeye doğru geçerek
Otranto Boğazında Adriyatik'e geldi. Dıraz üssünde iki İtalya gemisini ele geçirdi. Daha
sonra
batıdan
doğuya
doğru
Adriyatik
Denizine
geçerek
Manfredonia
Körfezine
girdi
ve
İtalya'ya asker çıkardı. Kısa sürede Manfredonia liman ve şehrini fethetti. Halil Paşa bu
zaferini Pâdişâha ve husûsi bir mektupla da şeyhi Üsküdarlı Aziz Mahmûd Hüdâi hazretlerine
bildirdi ve çok hâyır duâ aldı. Bu sırada Boğdan Voyvodası Gratiani Osmanlıya karşı cephe
almıştı. İhâneti üzerine azledilen Gratiani Lehistan'a sığındı ve büyük destek gördü. Bu
devletten aldığı 50- 60 bin kişilik bir kuvvetle Osmanlı topraklarına saldırdı. Ancak Özi
Beylerbeyi İskender Paşa, süratle harekete geçip bu kuvvetleri Turla Nehrini geçerken imhâ
etti.
Düşman
ordusundan
Zahire
ganimet
olarak
alındı.
Diğer
taraftan
Sultan
Osman,
Lehistan'ı ele geçirip, Baltık Denizine çıkmak, orada bir donanma kurarak, Atlas Okyanusuna
geçip Avrupa Hıristiyanlığını, hem Akdeniz hem okyanus donanmalarıyla çember içine almak
gâyesiyle 21 Mayıs 1621'de cumâ namazını kıldıktan sonra sefere çıktı. 1 Eylül 1621'de
Hotin önüne varıldı ve kale derhâl kuşatma altına alındı. 35 gün devâm eden muhârebelerde
kale
birkaç
defâ
düşmek
durumuna
geldiyse
de
yeniçerilerin
itâatsizliği
ve
devlet
adamlarının arasındaki geçimsizlikler, kesin neticenin elde edilmesine mâni oldu. Ancak
Nogay tatarlarının beyi Kantemir mirzâ ile Kırım Hânının oğlu Nûreddin, Lehistan içlerine
kadar
akınlarda
bulunarak
pekçok
ganimetle
döndüler.
Netice
de
kış
mevsiminin
gelmesi
üzerine Lehistan'la barış yapılarak geri dönüldü. Lehistan seferinde tam muvaffakiyet elde
edemeyen
sultan,
bunun
sebebinin
askerlerin
gayretsizliği
olduğuna
inanıyor
ve
bâzı
ıslâhâtlâr yapmak istiyordu. Kapıkulu ocaklarını kaldırarak, yerine Anadolu, Sûriye ve
Mısır Türklerinden müteşekkil, sâdece askerlikle uğraşan, pâdişahın emirlerine itâat eden
bir ordu kurmak istiyordu. Aynı zamanda saray, harem ve ilmiye teşkilâtlarında da esaslı
değişiklikler düşünüyordu. Ancak onun bu ıslâhât fikirlerine kapıkulu ocakları açıkça karşı
çıkıyor,
ilmiye
sınıfı
da
çok
çekimser
davranıyordu.
Nitekim
Osman
Hanın
hacca
gitme
arzusunu bahâne eden yeniçerilerle sipâhiler ayaklandılar. Öncelikle Osman Hanın hacca
gitmekten
vazgeçmesi
isteğiyle
başlatılan
isyân,
daha
sonra
bâzı
devlet
adamlarının
kellesinin
istenmesiyle
büyüdü.
Neticede
isyân
Sultan
Osman
Hanın
hal-i
ve
sultan
Mustafa'nın ikinci defâ tahta geçirilmesiyle son buldu.
İsyan sırasında Sultan Osman'ı ele geçiren câniler, revâ gördükleri ağır ve kötü sözlerle
orta
câmiye
götürerek
orada
hapsettiler.
Genç
pâdişahın
mâruz
kaldığı
hakâretin
haddi
hesâbı yoktu. Yaptıkları ezâ ve cefâ onu boynu bükük ve perişan bir hâle koymuştu. İkinci
Osman Han, kendisine eziyet eden ocak ağalarına karşı; ''Dün sabah pâdişâhı cihân idim,
şimdi uryân kaldım; merhamet edip hâlimden ibret alın; dünyâ size dahi kalmaz; hangi
pâdişâhın kulları pâdişâhlarına bu ihâneti ettiler.'' diyerek yalvardı ise de, bu sözlerin
câniler üzerinde hiçbir tesiri olmadı. Orta câmide Genç Osman'ın muhâfazasına Haseki Sarı
Mehmed Ağa tâyin edildi. Yeniçeriler, Sultan ikinci Osman'ın hayâtına dokunulmayarak kafes
hayâtı yaşamasını istiyorlardı. Nitekim, çok hâin bir kimse olan yeni sadrâzam Dâvû d Paşa
onu öldürtmek için cebeci başına emir verince, yeniçeri ağaları mâni oldular. Osman Han
hayâtına kasd eden Dâvûd Paşaya; ''Behey zâlim, ben sana neyledim? İki defâ mûcib-i katl
cürmünü affedip öldürmedim, mansın verdim, bana gadrin nedir?'' diye bağırdı. Buna rağmen,
Dâvûd Paşa, cumâdan sonra en güvendiği adamları olan cebecibaşı ile kalender uğrusu denen
zâbite,
sultan
Osman'ı
yedikkule'ye
götürerek
boğmalarını
emretti.
Eski
Sultanın
Yedikule'ye götürülüşünü seyretmek üzere yollara biriken halk, o târihe kadar görülmemiş
kalabalığı teşkil ediyordu. Yedikule'ye gelindiği zaman vakit akşama yaklaşıyordu. Dâvûd
Paşanın
emriyle
oraya
kadar
gelen
binlerce
asker
dağıtıldı.
Daha
sonra
Dâvûd
Paşa,
cebecibaşına ve kalender uğrusuna dönerek; ''Yanınıza sekiz cellâd alıp, Osman'ın işini
bitirin. Yarına kalmasın.'' dedi. Sultan Osman, günlerden beri perişân vaziyette, aç ve
uykusuz
olduğu
hâlde
kendisine
son
nefesine
kadar
müdâfaa
etmeye
karar
vermişti.
On
cellâdın ilk hücûmu netice vermedi. Bire on nisbet olmasına rağmen, cellâtlar, silâhsız
pâdişâhla
mücâdele
edemeyeceklerini
anladılar.
Kementten
başka
silâh
da
kullanmak
istemiyorlardı. Çünkü hânedândan olanın kanı akıtılamazdı. Buna rağmen dışarıdan balta alan
cellâtlara genç sultan, büyük bir ustalıkla karşı koydu. Fakat arkasında gelen bir cellât,
baltası
ile
omuzuna
vurarak
fenâ
şekilde
yaraladı.
bu
durumu
fırsat
bilen
cebecibaşı
kemende Osman Hanın boynuna geçirdi ve yere düşürdü. Diğer câniler de üzerine yüklenerek
genç pâdişâhı şehit ettiler (20 Mayıs 1622) . Şehit sultanın cenâzesi o gece Topkapı
Sarayına götürüldü. Ertesi gün yapılacak cenâze törenine hazırlandı. Öğle namazından sonra
kılınan cenâze namazını müteâkip Sultanahmed Camiinde babasını türbesine defnedildi.
Genç
Osman'ın
öldürülmesi,
şehit
edilmesi
Anadolu'da
bâzı
târihimizin
isyânların
en
acıklı
çıkmasına
olaylarındandır.
sebep
oldu.
Genç
Millet,
Osman'ın
pâdişâhın
öldürülmesini hiçbir zaman hazmedemedi ve onun kâtillerini nefretle andı. Sultan ikinci
Osman Han güneş yüzlü, heybetli, yüksek himmet sâhibi, bahadır bir pâdişâhtı. Fevkâlade iyi
bir binici, silâh ve harp aletlerini kullanmakta pek mâhirdi. Şecâat ve binicilikte akranı
pek az olup, şirin şehreli ve güzel tavırlıydı. Gençliğinin en parlak günlerinde tahta
çıkıp, tecrübeli, akıllı ve sâdık bir yardımcıya mâlik olmayışı,kendisine bu hâzin sonu
hazırlamıştı. Yazmış olduğu şu beyt onun ıslâhat ve düşünceleri ile muhâliflerinin durumunu
çok güzel ifâde etmektedir.
Niyyetim hizmet idi saltanat ü devletime
Çalışır hâsid ü bedhâh ecel nekbetime.
Sultan Genç Osman dini ve fenni ilimlerde âlimdi. Fârisi mahlasıyla yazdığı şiirlerinin
toplandığı Divân'ı vardır.
4. Murad Han
Padişahlık Sırası 17
Saltanatı 17 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 82
Cülûsu 10 Eylül 1623
Babası Sultan Birinci Ahmed Hân
Annesi Mâhpeyker (Kösem) Sultan
Doğumu 27 Temmuz 1612
Vefâtı 9 Subat 1640
Kabri İstanbul Birinci Ahmed Hân Türbesi'ndedir
Osmanlı padişahlarının on yedincisi ve İslâm halifelerinin seksen ikincisi. Babası birinci
Ahmed Han, annesi Mâhpeyker (Kösem) sultandır. 27 Temmuz 1612'de İstanbul'da doğdu. Tam bir
İslâm
terbiyesi
ve
ahlâkı
ile
yetiştirildi.
Enderun
mektebindeki
hocalarından
husûsi
dersler aldı.
Genç Osman'ın başına gelen acı felâket ve yerine geçen amcası Mustafa Hanın kısa bir süre
sonra tahttan indirilmesi üzerine henüz on bir yaşında iken 10 Eylül 1623'te Osmanlı
tahtına çıktı. Eyyûb Sultan hazretlerinin türbesinde hocası Aziz Mahmûd Hüdâi'nin elinden
kılıç kuşandı. Yaşı küçük olduğu için, devleti bilfiil idâre edemeyeceği görüşü hâkim
olarak annesi Mâhpeyker Kösem Sultan, saltanat nâibesi tâyin edildi. Tahta geçtiğinde, iç
ve dış işlerdeki karışıklıklar devam ediyordu. İdâri işler karışık olduğundan, Yeniçeri ve
Sipâhi askerleri zorbalığa baş vuruyorlardı. Vasi durumunda olan annesi Mâhpeyker Kösem
sultanın yardımı ile iş başına kıymetli devlet adamları ve kumandanlar getirerek, ortalığı
düzeltti. İran Şâhı Birinci Abbâs (1588- 1629), Osmanlı hudûdunu geçip, Bağdat'ı işgâl
ederek, otuz bin Ehl-i sünnet Müslümanı kadın, çoluk çocuk demeden kılıçtan geçirdi. Rus
kazakları ise kayıklarla Karadeniz sâhilindeki bâzı köyleri yaktılar. 1625'te sadrâzamlığa
getirilen Hâfız Ahmed Paşa, kazak korsanlarına ve Safevilere karşı harekete geçti. 1625'te
Köstence'de kazakların iki yüz elli kayığı batırılarak, dört bin kadarı öldürüldü. Şah
Abbâs'ın Bağdat'taki zulmünün önüne geçmek için 1625'te ordu sevk edildi. 11 Kasım 1625'te
Bağdat
yakınlarındaki
isyânıyla
Bağdat
Azamiyye
kuşatmasını
kurtarılarak,
kaldıran
Sadrazam
Bağdat
Hâfız
kuşatıldı.
Paşa,
Ancak
Irak'ın
kuzey
yeniçerilerin
ve
güneyini
işgalden kurtardı. 1 Aralık 1626'da Sadrazamlığa getirilen Kayserili Halil Paşa, tekrar
başlayan Safevi saldırılarının önüne geçmek ve Abaza Mehmed Paşanın isyanlarını bastırmak
için 4 Aralık 1626'da sefere çıktı. Serdar Halil Paşanın muvaffakiyetsizliği üzerine 6
Nisan 1628'de Sadrazamlığa Hüsrev Paşa getirildi. 22 Eylül 1628'de Abaza Mehmed Paşayı yola
getiren yeni sadrazam Safevilere karşı 5 Mayıs 1630'da Mihribân'da, 14 Temmuz 1630'da
Cemhâl'da zafer kazandı. İranlılar mağlup olunca, Anadolu'da asâyiş temin edildi. Dördüncü
Murâd Hanın yaşının küçüklüğünden istifâde eden yeniçeriler, İstanbul'da zorbalıklarını ve
ahâliye kötü muâmeleyi artırdılar. Sadrazam Hüsrev Paşanın azlini bahâne eden yeniçeriler
ve sipahiler ayaklanarak saraya yürüdüler. Yeni Sadrazam Müezzinzâde Hâfız Ahmed paşayı
öldürdüler. (1632) Bundan sonra zorbaların zoru ile sadrazam olan Receb paşa döneminde
İstanbul'da karışıklıklar günlerce sürdü. En küçük bir olayda Receb paşanın tahrikiyle
harekete geçen zorbalar yeni kelleler istiyorlardı. Diğer tarafdan tahta geçtiği günden
itibaren bütün hâdiseleri dikkatle tâkip ederek, eşkiyanın elebaşlarını tesbit eden Sultân
Murâd Han, 8 Haziran 1632'de devlet idâresini bizzat eline aldı. İsyancıların elebaşısı
olan Topal Receb paşayı öldürttü. Yeniçeri ve sipahi ocaklarını sindirerek, zorbalıkların
önüne geçti. Kahvehâneleri ve meyhâneleri kapatarak tütünü ve alkollü içkileri yasakladı.
Emri
dinlemeyenleri
şiddetli
cezâlar
verileceğini
ilan
edip,
sıkı
kontroller
yaptı
ve
yaptırdı.
Lehistan
Kazaklarının
Karadeniz'de
Osmanlı
sâhillerine
ve
Rumeli'de
Tuna
yalılarına
yaptıkları saldırının önüne geçmek için 1633 Nisanında Lehistan seferine çıktı. Osmanlı
ordusu Edirne'ye geldiğinde, Lehistan hükümeti sulh istedi. 1634'de imzalanan osmanlıLehistan Antlaşmasına göre; Kazak akınlarına son verilmesi, Leh krallarının kırım hanlarına
ve
Osmanlı
Sultanına
vergi
vermesi,
esirlerin
karşılıklı
değiştirilmesi
kabul
edildi.
Sultan Dördüncü Murâd Han, Safevi saldirılarının önüne geçmek için ordunun başında sefere
karar verip, hazırlıkları tamamladı. 18 Mart 1635'de Revan seferine çıkan Dördüncü Murâd
Han,
önceden
tesbit
ettirdiği
zorbalardan
yolu
üzerindekileri
cezalandırdı.
27
Temmuz
1635'te Revan önlerine ulaştı. Sefer boyunca ordunun başında bulunup, askerlerle alakadar
olan, kuvvet, heybet ve dehşetinden ürkülen sultan Murâd Hana ordu içinde büyük bir emniyet
ve hürmet hissi uyandı. 28 Temmuz 1635 gecesi başlatılan Revan kuşatmasında bütün muharebe
planları tatbik edildi. Sultan Murâd Hanın kuşatmanın ilk gecesi yaralanan askerleri ateş
hattından geriye çektirerek hastahane çadırlarında, cerrahlar tarafından tedavi ettirip,
ilaçlarının verilmesini emretmesi ve top atışlarında bulunması askerleri coşturdu. Revan
kalesini düşürmek için yapılacak umûmi taarruz öncesinde Safeviler vire ile teslim olmak
istediklerini bildirdiler. 8 Ağustos 1635'te Revan kale muhafızı Emirgûneoğlu Tahmasp Kulu
Han, Sultan Murâd Hana kaleyi teslim etti. Revan Kalesi tâmir edilip, içine on iki bin
asker ve yeteri kadar cephâne konularak muhâfızlığına Vezir Murtaza Paşa bırakıldı. 11
Eylül
1635'te
muharebesine
Tebriz
cesâret
şehri
tekrar
edemediğinden
zaptedildi.
Safevi
karşılaşılmadı.
Aras
ordusu,
Nehri
Osmanlılarla
taraflarındaki
meydan
Zeynelli
aşiretinden bin kadar nüfusun, Pasin-Erzurum, Tercan-Erzincan taraflarındaki boş arazilere
işgal edilmesi emrolundu. Van ve Diyarbakır'da kalan sultan Murâd Han, Revan seferine
çıkışından
on
ay
sonra
27
Aralık
1635'te
İstanbul'a
döndü.
Osmanlı
ordusunun
doğudan
ayrılmasıyla; Safeviler, hududa tecâvüz ederek 1 Nisan 1636'da Revan'ı işgal ettiler. 2
Şubat1637'de
sadrazamlığa
getirdiği
Bayram
Paşayı
Doğu
seferi
serdarlığına
tâyin
eden
Sultan Murâd Hanın kendisi de hazırlıklara başladı ve 8 Mayıs 1637'de Bağdat seferine
çıktı. 16 Kasım 1638'de kuşatmanın başladığı sırada padişahtan, daha önce ele geçirilmiş
bulunan İmâm-ı A'zam türbesini ziyâret etmesi istendi. Ancak sultan; ''Bağdat, sapıkların
pis ayaklarıyla kirlenirken, gidip o yüce İmâmı ziyâretten hayâ ederim.'' cevabını verdi.
Derhal
tertibat
alarak
muhâsaraya
başladı.
Şehirde
Bektaş
Han
Türkmen'in
kumandasında
40.000 kişilik bir Safevi garnizonu bulunuyordu. Şâh Sâfi ise, atlı kuvvetleriyle Kasr-ı
Şirin'de
olup
edemiyordu.
Osmanlı
Sultan
muhâsarasının
Murâd
çiğnettiği
hâlde,
Şâhı
güveniyor,
padişahın
Han,
gün
12.000
savaş
tâkip
sipahiyi
meydanına
muhasaradan
gün
İran
çekemedi.
bıkınca
etmesine
çekilip
rağmen
içlerine
Şâh,
sokup
Bağdat'taki
gideceğini
müdâhaleye
Şehriban
büyük
zannediyordu.
cesâret
bölgesini
kuvvetlerine
Padişahın
ve
seksen altı yaşındaki şeyhülislâm Yahya Efendinin de ön safta olduğu bu kuşatmada dehşetli
vuruşmalar
oldu.
Muhasaranın
otuz
yedinci
gününde
ön
saflarda
yalın
kılıç
kahramanca
çarpışarak askeri çoşturan Sadrazam Tayyar Mehmed Paşa, birkaç kuleyi ele geçirdiği sırada
alnından vurularak şehit oldu. Yerine sadarete getirilen Kemankeş Mustafa Paşa, selefi gibi
gayret edip birkaç kuleyi daha ele geçirdi. bu muvaffakiyetler üzerine muhasaranın otuz
dokuzuncu
günü
umûmi
taarruza
karar
verildi.
Sabah
erkenden
başlayan
şiddetli
hücum
karşısında kale teslim oldu.
Böylece on dört sene on bir ay önce bir ihânet sebebiyle Safevilerin eline düşen Bağdat
artık kesin olarak Osmanlı idâresine geçti. Sultan Dördüncü Murâd Han, ilk iş olarak İmâm-ı
A'zam ve Seyyid Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerinin kabr-i şeriflerini ziyâret etti. Bu
büyük zâtların türbeleri, sapık düşünceli Safeviler tarafından tahrip edilmiş ve eşyâları
yağmalanmıştı.
Padişah
emir
verip
bütün
kabirlerin
ve
eserlerin
tâmirini
bildirdi.
Şeyhülislâm Yahya Efendiyi de, bu işlere nezâret etmekle vazifelendirdi. Bu zaferden sonra
Bağdat fâtihi diye anılan Dördüncü Murâd Han ordu ile sadrazam Mustafa Paşayı Bağdat'ta
bırakarak İstanbul'a döndü.
Sadrazam Kemankeş Mustafa Paşa, büyük bir kuvvetle İran içlerine doğru harekete geçtiği
sırada Şâhın barış isteği ile gönderdiği elçiler geldi. Sadrazam Kemankeş Mustafa Paşayla
İran murahhasları Saru Han ve Muhammed Kuli Han arasında yapılan görüşmeler sonrasında,
aşağı yukarı bugünkü türk İran sınırının tesbit edildiği Kasr-ı Şirin Antlaşması imzalandı.
(17 Mayıs 1639) Bu antlaşmaya göre; Bağdat, Basra ve Şehr-i zûr havalisinden mürekkep Irakı Arap Osmanlılarda, Erivan Safevilerde kaldı. Ayrıca Safevilerin gerek Irak, gerekse Kars,
Ahıska va Van taraflarına saldırmayacakları, Eshâb-ı kirâmı kötülemeyecekleri de antlaşma
şartları
içinde
yer
almıştı.
Sultan
Murâd
Han,
doğuda
İran'la
meşgulken,
batıdaki
hadiselerden de günü gününe haber alıyordu. Bilhassa Venediklilerin hudut tecâvüzlerine
karşı bu Cumhuriyetle bütün ticâri münâsebetlerin kesilmesini ve hemen savaş açılmasını
emretti. Ancak bu sırada damla hastalığından muzdarip bulunan sultanın durumu ağırlaştı.
bunun üzerine Divân, emri çeşitli bahanelerle on üç gün geciktirdi. bu arada Venedik elçisi
gelip,
divanın
bütün
şartlarını
kabul
etti
ve
savaş
durduruldu.
Nitekim
çok
geçmeden
padişahın hastalığı daha da artarak 8/9 Şubat 1640 günü, güneş battıktan sonra İmâm Yûsuf
Efendi Yâsin-i şerif okurken vefât etti. Sultanahmed Câmii avlusunda Şeyhülislâm Yâhya
Efendinin
imâmlığında
müezzinlerin
''Er
kişi
niyyetine!''
nidâları
ve
Müslümanların
gözyaşları arasında kılınan cenâze namazından sonra babası Birinci Ahmed Hanın türbesine
defnedildi.
Dördüncü Murâd Han Arapça ve Batı dillerine hâkim olup her türlü memleket meselesine
vâkıftı. İlmi ve ilim adamlarını çok sever, fırsat buldukça ilim meclislerine gider, onları
teşvik ederdi. Evliyâ Çelebi ve Kâtib Çelebi gibi âlimler, teşvik ettiği kimseler arasında
idi. Kur'ân-ı kerim okumayı ve ibâdetlerini hiç ihmâl etmezdi. Dedesi Yavuz Sultan Selim
Han gibi o da Hırka-i saâdet dâiresinde Kur'ân-ı kerim okurdu. Ömrünü devlete hizmet ve
Allahü teâlânın emir ve yasaklarına itâatle geçiren bu türk hakanı, Ehl-i sünnet düşmanı
Acemlerin pekçok iftirâlarına mâruz kaldı. Bunlar kendilerinde bulunan zilletleri bu büyük
padişaha da bulaştırmaya kalkıştılar.İnsanlara zulüm ettiğini ve içki içtiğini söylediler.
Halbuki devrin kaynaklarında Murâd Hanın içki içtiğine dâir en küçük bir bilgi yoktur.
Birçok tarihçinin Kânuni sonrası en büyük Osmanlı padişahı olarak kabul ettikleri Dördüncü
Murâd Han, hep dedesi Yavuz Sultan Selim Hana benzemeye çalışırdı. Gerçekten de birçok
vasıfları
onunla
uyuşurdu.
Fakat
Yavuz'un
sâhip
olduğu
kıymetli
Devlet
adamlarına
ve
tecrübeye mâlik değildi. Tahta geçtiğinde hazine bomboştu. Vefâtında ise, on beş milyon
altın olup, gümüş paranın haddi hesabı belli değildi. Avrupa baştan başa istihbârat ağı ile
örülmüştü. Avrupalıların en gizli sırları, Osmanlı sarayına gününde ulaşıyor ve ona göre
vaziyet alınıyordu. Tahta çıktığında neye yaradığı belli olmayan yüz bin yeniçeri varken,
vefâtında itâat altına alınmış otuz beş bin yeniçeri bulunuyordu. Dördüncü murâd Han,
bozulmuş
devlet
nizamını
yoluna
koymak
için
mülâzimlikleri
kaldırdı.
Timar
sistemini
yeniden düzene koydu. İsrâfın önüne geçmek için kânunlar çıkarttı. Sipâhilerden zorbalıkla
ele geçirdikleri evkâf idâresini ve diğer hükümet hizmetlerini aldı. Sipâhileri intizam ve
itâat
altına
kahvehâneleri
alarak,
bunların
kapatarak
âsâyişi
ve
bir
temin
takım
etti.
bozguncuların
Yeniçerilik
toplandığı
tahsisâtının
şuna
yerler
buna
olan
yemlik
olması sûistimâlini kaldırarak, yeniçeriliği ıslâh etti. Vefâtında içte ve dışta huzurlu ve
itibârlı bir devlet bıraktı. Sultan Murâd Hanın cesâreti, her türlü zorluğa tahammülü,
keskin zekası, hünerleri, askeri dehâsı, atıcılık, binicilik, silâhşörlükteki başarısı,
askerleri ve tebeası tarafından çok takdir ediliyordu. İki yüz okkalık gürzleri kolayca
kaldırır, hızla giden iki atın birinden diğerine atlar, attığı ok, tüfek mermisinden uzağa
düşerdi.
Devrinin
bütün
silâhlarını
en
iyi
şekilde
kullanırdı.
En
küçük
suçları
bile
memleketin selâmeti için cezâlandırmaktan çekinmeyen sultan Dördüncü Murâd Hanın merhameti
de çoktu. Savaş esnasında otağının yanına kurdurduğu seyyar hastahanelerdeki yaralı ve
hastaları
ziyaret
eder,
onlarla
yakından
ilgilenirdi.
Memleketin
her
tarafındaki
imârethanelerin vakıf şartlarına uygun şekilde çalışması, fakir ve yetimlerin aç ve açıkta
kalmaması için gayret gösterirdi. Din ve Devlet menfaatine iş yapanı hemen mükafatlandıran
Sultan Murâd Han, pekçok hayırlı işin yanında, topkapı sarayında Revan ve Bağdat köşkü gibi
nâdide eserler, köprüler, kervansaraylar, hanlar ve benzeri hayır eserleri de inşâ ettirdi.
Boğazda
yaptırdığı
sarayda,
oğlu
Muhammed'in
doğumundan
yedi
gece
kandilleri
astırıp
şenlikler yapıldığından, buraya Kandilli denildi. Kavaklar'daki kaleleri yaptırdığı gibi,
pekçok şehrin de surlarını tâmir ettirdi. Bağdat'ı feth edince, İmâm-ı A'zam ve Abdülkâdiri Geylâni hazretlerinin türbelerinin tâmiri yaptırdı. Kâbe-i muazzamayı su basması üzerine;
Ankaralı Mehmed ile Rıdvan Ağayı Kâbe-i muazzamayı tâmirle vazifelendirdi. Sultan Dördüncü
Murâd Han devrinde kazanılan zaferlerin yanında pekçok âlim, şâir, târihçi ve sanatkar
yetişerek kıymetli eserler meydana getirmişerdir. bunlardan bibliyografya, târih, coğrafya
sahasında kâtip Çelebi ve Vekâyi-nâme sâhibi Topçular kâtibi Abdülkâdir, Ravdat-ül-Ebrâr ve
Zafernâme sâhibi Karaçelebizâde Abdülaziz, Târih-i Gılmâni sâhibi Mehmed Halife, teşkilât
ve idâre sahasında Koçi Bey vardır. Yine Erzurumlu Ömer, Nef'i, Azmizâde Mustafa Hâleti,
Nâibi, Yahya, Bahâi, Cevri ve Fehim-i Kadim, devrinde önde gelen şâirlerdir. Yine süslü
nesrin
on
yedinci
yüzyıldaki
temsilcilerinden
Nergisi
de
Dördüncü
Murâd
devrinin
meşhûrlarındandır.
Bundan
başka
şâir
olan
bu
padişahın
devrinde
halk
edebiyâtı
sarayca
desteklenmiş,
zaferlerine destanlar, ölümüne halk şâirlerince şiirler yazılmıştır. Bu şâirlerden bâzıları
saraya intisap etmişlerdir. Bunların belli başlıları Kuloğlu, kâtibi, Kayıkçı Kul Mustafa
gibi halk şâirleridir. Yine devrin tekke edebiyatındaki büyük temsilcisi Aziz Mahmûd Hüdâi
de, bu devrin sahasında önde gelen şâirlerindendir.
Sultan İbrahim Han
Padişahlık Sırası 18
Saltanatı 8 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 83
Cülûsu 9 Şubat 1640
Babası Sultan I. Ahmed Hân
Annesi Mâh-ı Peyker Kösem Sultan
Doğumu 5 Kasım 1615
Şehâdeti 18 Agustos 1648
Kabri İstanbul Ayasofya Camiî Bahçesindedir
Osmanlı pâdişâhlarının on sekizincisi ve İslâm halîfelerinin seksen üçüncüsü. Birinci Ahmed
Han ile Mahpeyker Kösem Sultanın oğlu olup, 1615 yılında doğdu. Bu adı taşıyan tek Osmanlı
hükümdârıdır.
Ağabeyi Dördüncü Murâd’ın ölümünde, hayatta kalan tek Osmanlı şehzâdesiydi. Ağabeyinin genç
yaşta ölümüne bir türlü inanamadı. Sultan olduğunu bildiren annesine ve paşalara; “Allahü
teâlâ,
pâdişâh
kardeşimin
ömrünü
uzun
etsin.
Bize
sultanlık
lâzım
değildir.
Pâdişâh
kardeşimin ömrüne duâcıyız.” dedi. Ancak annesi ve devlet adamlarının ısrası ile ağabeyi
Sultan
Dördüncü
Murâd’ın
nâşını
gördükten
sonra
taht
odasına
geçti,
Hırka-i
Saâdet
Dâiresinden getirilen hazret-i Ömer’in sarığı besmele ile başına sarıldıktan sonra ellerini
açtı,
ve;
“Elhamdülillah,yâ
Rab!Benim
gibi
zayıf
bir
kulunu
bu
makâma
lâyık
gördün.
Saltanat günlerimde milletimi hoş-hâl eyle ve birbirimizden hoşnûd kıl.” diye duâ ederek
tahta oturdu (9 Şubat 1640).
Sultanİbrâhim Hanın tahta geçtiğinin ilk senesinde Mirgünoğlu hâdisesi vukû buldu. Dördüncü
Murâd’ın
İran
Seferi
sırasında
Revân
Kalesi
kumandanı
olanEmir
Mirgünoğlu,
kalenin
fethinden sonra affedilerek Emirgan’da oturmasına müsâade edilmişti (BugünEmirgan adı bu
zâtın isminden dolayıdır). Sefih, ayyaş ve ahlâksız bir kimse olan Mirgünoğlu, Sultan
Dördüncü Murâd’ın ölümünü fırsat bilerek bölücü ve yıkıcı propagandalarla Müslümanları
aldatmaya başladı. Bu faâliyetleri üzerine Sultanİbrâhim Han yerinde bir kararla onu îdâm
ettirdi. Hurûfîler ve mülhidler, bundan dolayı İbrâhim Hana da düşman oldular. Çeşitli
iftirâlarda
yaptılar.
bulundular.
Böylece
yalan
Öldürülen
ve
Mirgünoğlu’na
uydurma
hikâyelere
“KesikbaşEvliyâ”
inananlar,
bu
diye
propaganda
Müslüman
Türk
âleti
sultânını
bilmeyerek iftirâ etmektedirler.
İbrâhimHan
bundan
tarafından
işgâl
gelmesi
üzerine
sonra
olunan
Ruslar
dış
meseleler
Azak
Kalesi
kaleyi
ile
üzerine
teslim
akınlar
düzenliyorlardı.
akıncıları
içlerine
kadar
ettiler.
Bu
hâkimiyetini
kabul
bir
ettiler.
olarakAvusturya’ya
Bavyera
ilgilenmeye
ilerledi.
akınlardan
ordu
başladı.
gönderdi.Kırım
Almanya
1641
büyük
sınırında
yılında
Kuzey
1637
bâzı
uğramaları
Ruslar
kuvvetlerinin
ise
akıncılar
düzenlenen
Bavyera’daki
zarâra
yılında
de
dâimî
akında,Osmanlı
kasabalar,Osmanlı
üzerine
İmparator
Ferdinand, Osmanlı fetihlerini kabul ederek Zitvatoruk Antlaşmasını yeniletmeye muvaffak
oldu.
Diğer taraftan Malta Saint-Jean Şövalyelerinin fırsat buldukça Türk ticâret gemilerine
saldırmaları
fethini
yüzünden,Sultanİbrâhim
emretti.20
Haziran
1645’te
Han
onların
en
SakızAdasından
büyük
denize
sığınağı
açılan
olan
Osmanlı
GiridAdasının
donanması,
17
Temmuz’da Girid’in Hanya limanını fethetti.Hanya’nın Osmanlılar tarafından fethi, Avrupa’da
büyük
akisler
uyandırdı.
Almanya
ve
İtalya,
asker
göndererek
Venedik’e
yardım
karârı
aldılar. Bu sırada Hanya muhâfazasına getirilen Deli HüseyinPaşa, harekâta devâmla Resmo
Kalesini ele geçirdi. Osmanlı donanması muhârebeye devâm ederken,Sultan İbrâhim’in hal’i
olayı meydana geldi.
1647’de
Kara
Mûsâ
Paşanın
ölümüyle
sadâret
makâmına
getirilen
Hezarpâre
Ahmed
Paşanın
dikkatsiz ve adâletsiz davranışları aleyhte büyük bir propaganda ve isyânı berâberinde
getirdi. Bu arada Hurûfilerin Sultanİbrâhim Han aleyhine yaptıkları iftirâlar da hedefine
ulaşmıştı.Nitekim Hezarpâre Ahmed Paşa aleyhine olarak başlayan isyân, Sultanİbrâhim Hanın
da tahttan indirilmesiyle sonuçlandı.Tahta, oğlu Dördüncü Mehmed Han çıkarıldı. İsyâncılar
ve
bunların
önderi
olan
Sofu
Mehmed
Paşa,
Sultanİbrâhim
hayatta
durdukça
rahat
edemeyeceklerini bildiğinden, kendisini şehîd ettirdiler (18 Ağustos 1648).
Sultan İbrâhim, çok cömert ve lütufkâr olup, fakirlere, âcizlere ihsânlarda bulunurdu.
Devrinde mâliye düzeltilip, milletin kıtlık çekmemesi ve isrâfın önlenmesi için fermanlar
çıkarıldı. Beylerin zâlim olmaması ve halka zulüm yapmaması için çok dikkat ederdi.Halka
zulüm yapan ister idâreci, ister halktan bir kişi olsun onunla mücâdele eder ve cezâsını
şiddetle verirdi.
Halkın râhat ve huzûrunu herşeyin üzerinde tutardı. Bir gün tebdîl-i kıyâfetle gezerken
fırın önünde ekmek almak için uzun kuyruklar meydana geldiğini gördü. Saraya döner dönmez
sadrâzama; “Tebeâ-i şâhânemden hiç birisinin ekmek almak için bir dakika dahi beklemesine
rızâm yoktur. Bir hoşça mukayyed olasın.... ve illâ başın keserim!” diye emretmiştir.
Bundan sonra da kuyruklar olmamıştır.
İbrâhim Han devrine kadar uzanan Osmanlı kaynaklarının bir tânesi hâriç, bu Sultân’ın aklî
dengesinde
bozukluk
olduğuna
dâir
hiçbir
bilgi
yoktur.Karaçelebizâde’ninRavdat-ül-Ebrâr
kitâbında yer alan Sultan’ın aleyhindeki bu yazı, onun Sultan’ın tahttan indirilmesinde ve
öldürülmesinde rolü bulunduğu, kindârlığı ile tanındığındandır. Bu târih mûteber kabûl
edilmemektedir. Târih,Sultan’ın deli olmadığını iftirâlara uğradığını bildirmektedir.
4. Mehmed Han
Padişahlık Sırası 19
Saltanatı 39 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 84
Cülûsu 8 Ağustos 1648
Babası Sultan İbrahim Hân
Annesi Hatice Turhan Sultan
Doğumu 2 Ocak 1642
Vefâtı 6 Ocak 1693
Kabri İstanbul Yeni Camiî Turhan Vâlide Sultan Türbesi'ndedir
Osmanlı sultanlarının on dokuzuncusu, İslâm halifelerinin seksen dördüncüsü. Babası Sultan
İbrahim Han olup, annesi Hadice Turhan Sultandır. 1642’de 1/2 Ocak gecesi, İstanbul’da
doğdu. Doğumuna çok sevinilip donanma şenlikleri yapıldı. Şehzâdeliğinde, İmâm-ı Şâmi Yûsuf
Efendi,
Şâmi
Hüseyin
Efendi
ve
diğer
kıymetli
hocalardan
ders
alarak
yetiştirilmeye
başlandı. Tahsil, terbiye ve talimini, 7 yaşındayken (8 Ağustos 1648) sultan olduktan sonra
da devam ettirdi.
Sultan Dördüncü Mehmed Hanın çocukluğundan, devlet kademelerindeki nüfuz sâhipleri istifâde
etti. Bunlardan bâzılarının kötü idâreleri ve ehil olmayanların işbaşına getirilmeleri
neticesi devletin mâlî, mülkî ve askerî durumu sarsıldı. Saltanatının ilk yıllarındaki iç
ve dış hâdiseler, 15 Haziran 1656 târihinde Köprülü âilesinden Mehmed Paşanın sadrâzamlığa
tâyinine
kadar
devam
etti.
Köprülü
Mehmed
Paşanın
sadârete
(başbakanlığa)
gelmesiyle,
Dördüncü Mehmed Han devrinde esaslı ıslâhâtlar yapılıp, İstanbul’da ve ülke içinde asâyiş
sağlandı. Ordu ve donanma kuvvetlendirildi. Çanakkale Boğazı girişine kadar gelen Venedik
ve diğer Hıristiyan devletlerin gemileri, 19 Temmuz 1657’de kaçırıldı. Bozcaada ve Limni
düşman işgalinden kurtarıldı. Âsi Erdel prensi üzerine sefere çıkılarak, 1 Eylül 1658’de
Yanova Kalesi ele geçirildi. Erdel, harp tazminâtı vermeyi ve on beş bin altınlık haracı,
kırk bin altına çıkarmayı kabul etti. Kırım Hanı Mehmed Giray, Rusları 12 Temmuz 1659’da
Konotop’ta mağlûb ederek, elli bin esir alıp, yüz yirmi bin Rusu imhâ etti.
Dördüncü Mehmed Han, Köprülü Mehmed Paşanın iç ve dış işlerindeki başarılı icraatlarını
takdir ederek, onun vefâtından sonra oğlu Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşayı, 30 Ekim 1661’de
Sadrazamlığa
tâyin
etti.
Osmanlı
hududunu
ihlal
eden
Avusturyalılar
üzerine
12
Nisan
1663’te sefer açılarak, Serdar-ı ekremliğine Fâzıl Ahmed Paşa getirildi. 1663’te baylayan
Avusturya
harpleri,
10
Ağustos
1664
Vasvar
Antlaşmasıyla
neticelendi.
Arâzi
bakımında
olduğu gibi askerî ve siyâsî yönden de kârlı çıkılan Avusturya Seferinden sonra, 1666
yılında
Girid
Seferine
çıkıldı.
Fâzıl
Ahmed
Paşa,
Girid
Adasının
Kandiye
Kalesini
kuşatırken, fethin gecikmesi üzerine, Sultan Dördüncü Mehmed Han, 18 Ağustos 1668’de sefere
çıktı. Sultan Mehmed Han Girid’e geçmek üzere Eğriboz’a giderken, Kandiye’nin fethi haberi
verilince
geriye
döndü.
Lehistan
Kralının,
Osmanlı
himâyesini
kabul
eden
Ukrayna
Kazaklarına saldırması üzerine, Lehistan’a sefer açıldı. 4 Haziran 1672 târihinde Birinci
Lehistan Seferine çıkan Dördüncü Mehmed Han, 27 Ağustos’da Kamaniçe’nin teslim alınması
neticesinde Osmanlı ordusuyla birlikte süratle Podolya’ya girdi. Lehistan Kralı anlaşma
istedi. 18 Ekim 1672 Bucaş Antlaşmasına göre; Podolya Osmanlı Devletine, Ukrayna Türk
himâyesini
vermeyi
kabul
kabul
eden
etti.
Kazak
Papa
Beyine
ile
verilecekti.
Almanya’nın
yardım
Lehistan,
teklifi
yıllık
üzerine
220.000
tesir
altın
haraç
altında
kalan
Lehistanlılar, Bucaş Antlaşmasını ihlâl ettiler. 7 Ağustos 1673’te İkinci Lehistan Seferine
çıkan Dördüncü Mehmed Hanın Ukrayna’ya girmesiyle Lehliler, tekrar anlaşma istediler. 27
Ekim 1676 Zorawno Antlaşmasıyla Podolya ile Ukrayna Osmanlı Devletine bırakıldı.
Sultan
Dördüncü
Mehmed
Han,
Köprülüzâde
Fâzıl
Ahmed
Paşanın
1676
Kasım
ayı
başında
vefâtıyla Merzifonlu Kara Mustafa Paşayı sadrâzamlığa getirdi. 1677’de Ukrayna’nın Rus
istilâsına
uğramasıyla,
Lehistan
serdârı
İbrahim
Paşa
ile
Kırım
Hanı
Selim
Giray,
Kazakların merkezi olan Çehrin Kalesini kuşattılar. 1678 baharında Rusya Seferine çıkan
Dördüncü Mehmed Han, yol üzerindeki Silistre’den sonra yerine sadrıâzam Mustafa Paşayı
gönderdi. İki yüz bin Rus, Alman, Kazak ve diğer milletlerden meydana gelen müttefik düşman
kuvvetlerinin müdâfaa ettiği Çehrin Kalesi, Osmanlı ordusunun yaptığı şiddetli taarruzlara
dayanamayarak, 1677 yılı Ağustos ayının 20/21. günü gecesi düştü. Şiddetli topçu ateşi
sebebiyle
kalede
çıkan
yangında
düşman
ordusu,
yanarak
veya
can
havliyle
atıldıkları,
nehirde boğularak yok oldu.
1680 yılında Rusların harp hazırlıkları haberi alındığında Dördüncü Mehmed Han 29 Ekim
1680’de
İkinci
Edirne’ye
1681’de
Rus
gelmesiyle,
imzâlanan
kesildi.
Seferine
Kırım
çıktı.
Hanı
Osmanlı-Rus
Avusturya
Kralının
Osmanlı
Murâd
Giray
Antlaşmasına
Macar
seferinden
çok
vâsıtasıyla
göre;
iki
milliyetçilerini
korkan
anlaşma
devlet
imhâ
Ruslar,
Sultân’ın
istediler.
arasında
hareketine
Özi
11
Şubat
Nehri
hudut
karşı,
Macarlar,
Osmanlılardan yardım istedi. Sultan Mehmed Han, 9 Ocak 1682’de Macar milliyetçilerinin
lideri Tökeli İmre’yi Orta Macaristan Kralı tanıdı. Mehmed Han Tökeli İmre’ye mücevher bir
topuz,
Budin
Beylerbeyliğine
de
Hatt-ı
Hümâyun
göndererek
yardım
edilmesini
ve
yeni
krallığın Avusturyalılardan kurtarılmasını emretti. Budin Beylerbeyi İbrahim Paşa, Tökeli
İmre’nin yardım istemesiyle, 27 Temmuz 1682’de, Orta Macar Seferine çıktı. 15 Ağustos
1682’de
Orta
Macaristan’ın
merkezi
olan
Kaşa
Kalesi
fethedilerek,
Tökeli
İmre,
Macar
milliyetçilerinden on iki bin gönüllü askeriyle krallık tahtına oturtuldu.
Yabancı devletlere karşı tavizsiz bir siyâset tâkip eden Vezir-i âzam Kara Mustafa Paşa,
Fransız gemilerinin Sakız Adasında küstahca davranmasını protesto ederek, Fransa Kralından
tazminât aldı. Avusturya’nın tekrar tekrar antlaşma istemesine rağmen, devamlı tecavüzkâr
bir siyaset takip etmesi üzerine, Dördüncü Mehmed Han, 12 Ekim 1682’de sefere çıktı.
Avusturya Seferinde Sultan’ın Belgrad’da kalmasıyla, Sadrâzam Kara Mustafa Paşaya Serdar-ı
ekremlik vazifesi verildi. Papalığın Avusturya’ya yardım ederek Lehistan’la ittifak kurması
üzerine, 27 Haziran 1683 târihindeki Harp meclisinde Viyana’nın fethine karar verildi. 14
Temmuz 1683’te Avusturya’nın merkezi Viyana Osmanlılarca ikinci defa kuşatıldı. Serdar-ı
ekrem
Kara
Mustafa
Paşanın
Viyana
kuşatmasını
kaldırıp,
geri
çekilmesiyle,
15
Aralık
1683’te sadrâzamlığa Kara İbrahim Paşa tâyin edildi. Dördüncü Mehmed Han, Osmanlı Devletini
en
geniş
hudutlara
kazanılmasına
rağmen
kavuşturmasından
Macaristan
sonra,
elden
1683
çıktı.
geri
çekilişiyle
Dalmaçya
kıyıları
mevziî
ve
harpler
Yunanistan,
Venediklilerin tecâvüzüne uğradı. Avrupa devletleriyle muhârebeler, 26 Ocak 1699 târihinde
imzâlanan Karlofça Antlaşmasına kadar devam etti. Antlaşmadan on iki yıl önce 8 Kasım 1687
târihinde Dördüncü Mehmed Han tahttan indirilmişti. Otuz dokuz yıl Osmanlı sultanlığı yapan
Dördüncü Mehmed Han, 6 Ocak 1693 târihinde, vefâtına kadar Edirne’de oturdu. Vefât edince
İstanbul’a
getirildi
ve
Yeni
Câmi
yanındaki
annesi
Turhan
Vâlide
Sultanın
türbesine
defnedildi.
Osmanlı
Devletinde
Kânûnî
Sultan
Süleyman
Handan
sonra
en
fazla
tahtta
kalan
pâdişah
Dördüncü Mehmed Handır. Yaratılışı icâbı mutedil, kadirşinas, vefâkâr olup, verdiği söze
sâdık bir şahsiyete sâhipti. Ava, edebiyata, târihe merakı olup, sohbet dinlemeyi severdi.
Dindardı, beş vakit namazını cemaatla kılardı. İçkiyi ve imâlatını yasakladı. Dîne sonradan
karıştırılan bütün hususların kaldırılması için uğraştı. Kahvehâneleri kapattırıp, oyuncu
ve
çalgıcıları
İstanbul’dan
uzaklaştırdı.
Sadrâzamlığı
Köprülü
âilesine
verip,
idârede
serbest bıraktı. Kendisi de, savaşlardan zaman kaldıkça çok sevdiği sürek avlarına devam
etti. Ava merakından dolayı “Avcı” lakabı verildi. Zamanında Osmanlı Devleti en geniş
hudutlarına kavuşarak, dünyâ siyâsetinde faal rol oynadı.
Dördüncü Mehmed Han devrinde, kıymetli ilim adamları ve sanatkarlar yetişti. Her sâhada
kıymetli
eserler
yazıldı.
Mehmed
Bahaî,
Abdülaziz,
Tulumcuzâde
Abdurrahman,
Memikzâde
Mustafa, Hocazâde Mes’ud, Hanefî, Balizâde Mustafa, Bolevî Mustafa, Mehmed Esirî, Sunizâde
Mehmed Emin, Minkarîzâde Yahya, Çatalcalı Ali, Ankaralı Mehmed Emin, Debbağzâde Mehmed
Efendiler şeyhülislâmlık yaptılar. İçlerinde kıymetli eserler yazıp, talebeler yetiştiren
şahsiyetler vardır. Seyyid Feyzullah, Ayşî Mehmed, Hıbrî Ali efendiler, fıkıh, edebiyat,
lügat ve diğer ilimlere âit eserler yazdılar. Peçevî İbrahim, Kâtib Çelebi, Karaçelebizâde
Abdülaziz, Vecihî, Hezarfen Hüseyin, Ebû Bekr bin Behram Dımışkî, Ömer Avni, Rodosizâde
Abdullah efendiler: Târih, teşkilât, coğrafya ve seyahatnâme sahasında; Kavalalı Abdulhalim
bin Abdullah, Cerrah Mehmed bin Murâd, Mehmed bin Ali, Talatî Çelebi, Sâlih bin Nasrullah,
Ebî Bekr-i Rasî, Hayâtizâde Mustafa Feyzi, Abdullah Ahmed bin Beşir efendiler tıbba dâir;
Molla Mehmed, Mustafa bin Yusuf, Kâtibzâde Mustafa bin Mehmed matematik sâhasında; Cevrî
İbrahim, Nâilî-i Kadim, Neşatî Ahmed Dede, Fasih Ahmed, Mezakî Süleyman efendiler edebiyata
dâir; Derviş Ali, Tenekecizâde İbrahim, Hâfız Osman, Beyazizâde Ahmed, Dukakinzâde Derviş
Mehmed, Şeyh Sunullah, Nefeszâde Seyyid İbrahim ve Tokatlı Ahmed efendiler hattatlıkta
kıymetli eserler meydana getirdiler. Dördüncü Mehmed devrinde inşâası tamamlanıp, ibâdete
açılan
Yeni
Câmi,
Osmanlı
mîmârîsinin
şaheserlerindendir.
Çarşısı, bu câmiye vakıf olarak yapılmıştı.
Yeni
Câmi
yanındaki
Mısır
2. Süleyman Han
Padişahlık Sırası 20
Saltanatı 4 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 85
Cülûsu 8 Kasım 1687
Babası Sultan İbrahim Hân
Annesi Sâliha Dilâşüb Sultan
Doğumu 15 Nisan 1642
Vefâtı 22 Haziran 1691
Kabri İstanbul Süleymaniye Camiî Bahçesindedir
Osmanlı
sultanlarının
yirmincisi,
İslâm
halîfelerinin
seksen
beşincisi.
Sultan
İbrâhim
Hanın oğlu olup, 15 Nisan 1624 târihinde İstanbul’da, Sâlihâ Dilâşub Sultandan doğdu.
Şehzâdeliğinde mükemmel tahsil ve terbiye gördü. Kardeşi SultanDördüncü Mehmed Han (16481687) zamânında sarayda husûsî hocalardan ders aldı. Hattât Tokatlı Ahmed Efendiden, sülüs
ve nesîh hattını öğrendi. Sultan Dördüncü Mehmed Handan sonra, 8 Kasım 1687’de Osmanlı
sultanı oldu.
Sultan
İkinci
Süleymân
Han
tahta
çıktığı
zaman,
Osmanlı
ordularında
Viyana
bozgunuyla
başlayan çözülme ve toprak kaybı devâm ediyordu. Venedik, Mora Yarımadasını işgâl etti.
Avusturya Vişegrad, Uyvar ve Estergon’un ardından 160 yıllık Türk yurdu Budin’e girdi.
Macaristan’da ise Türk hâkimiyeti sona ermek üzere bulunuyordu. Ayrıca bu mağlubiyetler
hazîne
gelirleri
üzerinde
olumsuz
tesirler
yaptığı
gibi,
Anadolu’daki
eşkıyâlık
hareketlerini de körüklüyordu. Avusturya Cephesi, serdârı Yeğen Osman Paşanın kendisi bir
âsi lideri gibi Rumeli’de yolsuzluk yapıyor, zorla usûlsüz vergiler topluyordu. Bu sırada 8
Eylül 1688’de Belgrad da düştü.
Devlet içindeki karışıklıklar ve Macaristan’ın elden çıkarak, Belgrad’ın düşmesi, Sultan
İkinci Süleymân Hanı çok üzdü. Emir dinlemeyip, pekçok kalenin düşmesine sebep olan Osman
Paşanın katline fetvâ verildi. Avusturya cephesi serdârlığına Receb Paşa tâyin edildi.
Pâdişâh sağlığının elvermemesine rağmen, askeri teşvik için ordunun başında Edirne’den
Sofya’ya kadar geldi ve harekâtı bizzat buradan idâre etmeye başladı.
1689’da Kırım’a saldıran Rus kuvvetlerini Selim Giray Han az bir kuvvetle dağıtarak perişan
etti ve ağır kayıplar verdirdi. Vidin Muhâfızı Sarı Hüseyin Paşa, Tuna kenarındaki Gladova
ve Orsova kalelerini düşmandan geri aldı. Vişegrad’ı muhâsara eden on iki bin kişilik
Avusturya
kuvveti
bozguna
uğratıldı.
1689
yılında
Fâzıl
Mustafa
Paşanın
sadârete
getirilmesinin ordu üzerindeki tesiri çok müspet oldu. Mustafa Paşa, ilk iş olarak bir
adâletnâme
neşrederek
memleketin
umûmî
ahvâlini
yoluna
koydu.
Aldığı
âcil
tedbirlerle
hazineye yıllık 4000 kese fazla para sağladı. Yeniçeri ocağı yoklanıp ulûfeye müstehak
olmayanların isimlerini sildirdi. Orduyu disiplinli ve intizamlı bir hâle getirdi. Fâzıl
Mustafa
Paşa
kuvvetlerini
1690
mağlup
yılında
ederek,
Edirne’den
Şehirköy,
hareketle
Mûsâ
çıktığı
palangası
ve
Avusturya
Niş
Seferinde
şehrini
aldı.
düşman
Osmanlı
Devletinin batıda en önemli serhad kalesi olan Belgrad’ı altı günlük bir kuşatmadan sonra
fethetti. Bu zaferler Osmanlı ülkesinde büyük sevince vesîle oldu.
Hastalığı sebebiyle Dâvûdpaşa Kışlasına kadar arabayla gelen Süleymân Han, burada Fâzıl
Mustafa Paşayı huzûruna kabul edip; “Hoş geldin. Berhudâr ol, yüzün ak, kılıcın berrak,
ekmeğin sana helâl olsun, arzûm üzere hizmet eyledin. Seleflerinden birine böyle bir ulu
gazâ müyesser olmadı.” dedikten sonra ordu erkânının önünde samur erkan kürkünü sadrâzama
giydirdi. Belinden çıkardığı hançeri beline ve bir kıt’a murassa pençe sorgucu da başına
taktıktan sonra; “Ben mükâfat vermeye kâdir değilim. Allahü teâlâ iki cihânda yüzünü ak
etsin.” diye duâda bulundu.
Bu sırada Mora Serdârı Koca Halil Paşa da Venediklilerin elinde bulunan Avlonya’yı otuz bir
günlük bir muhâsaradan sonra ele geçirmişti. 13 Mayıs 1691’de Sancak-ı şerîfi tekrar Fâzıl
Mustafa Paşaya vererek, Avusturya Seferine duâ ile yolcu eden İkinci Süleymân Han, bir
müddet sonra İstanbul’a yakın Yoncaçeşme mevkiinde vefât etti (22 Haziran 1691/26 Ramazan
1102). İki gün sonra Süleymâniye’ye getirilip, SultanSüleymân Hana âit kabrin sağ tarafına
defnedildi.
İkinci Süleymân Han kadirşinas, halîm, cömert ve temkinli bir pâdişâhtı. Fakir, muhtaç ve
ihtiyâç sâhiplerine pekçok ihsânlarda bulunurdu. Saltanat müddeti iç ve dış gâilelerle
geçti. Bilhassa, Avusturya karşısında alınan mağlubiyetler dolayısıyla, herkesin Rumeli
elden çıkıyor, diye Anadolu’ya kaçtığı sırada, muktedir devlet adamı Köprülüzâde Fâzıl
Mustafa Paşayı iş başına getirerek, kaybedilen yerleri devlete tekrar kazandırdı. Memleket
içerisinde îmâr faâliyetleriyle de ilgilenen Süleymân Han, kendisi de Fener Kulesi ile
İzmir’de bir câmi inşâ ettirdi.
2. Ahmet Han
Padişahlık Sırası 21
Saltanatı 4 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 86
Cülûsu 22 Haziran 1691
Babası Sultan İbrâhim Hân
Annesi Hatice Muazzez Valide Sultan
Doğumu 25 Subat 1642
Vefâtı 6 Subat 1695
Kabri İstanbul Süleymaniye'de Sultan Süleyman Hân Türbesindedir
Osmanlı
sultanlarının
yirmi
birincisi
ve
İslâm
halifelerinin
seksen
altıncısı.
Sultan
İbrâhim Hanın üçüncü oğlu olup, 25 Şubat 1643'te Hadice Muazzez Vâlide Sultan'dan doğdu.
Şehzâdeliğini sarayda geçiren Ahmed Han, iyi bir tahsil gördü. 22 Haziran 1691'de ağabeyi
İkinci Süleymân Hanın ölümü üzerine Osmanlı tahtına geçti. Kırk sekiz yaşında tahta geçen
Sultan İkinci Ahmed Han, daha birkaç gün önce ordunun başında Avusturya üzerine sefere
çıkan sadrazam ve serdâr-ı ekrem Fâzıl Mustafa Paşaya, sadâretinin devâmına dâir bir ferman
gönderdi. Belgrad önlerinde bulunan Avusturya ordusu üzerine yürüdü. Orduya henüz kırım
kuvvetleri katılmamıştı. Bu durumu fırsat bilen Avusturya ordusunun kumandanı 25 Ağustos
1691 günü derhal taarruza geçti. Slankamen muhârebesi adı verilen savaşın ilk anlarında
Osmanlı askeri gâlip durumdaydı. Ancak sadrazam Mustafa Paşanın şehit düşmesi üzerine durum
birden Osmanlı ordusu aleyhine döndü ve hezimetle neticelendi. Slankamen mağlûbiyetinden
sonra ilerleyen Avusturya kuvvetleri Kasım ayında Varat Kalesini kuşattılar. Sultan, yeni
sadrâzam Arabacı Ali Paşayı tâyin ve Avusturya üzerine sefere memur etti. bu sırada Avrupa
devletleri Osmanlı- Avusturya savaşının durdurulması için girişimde bulundular ise de,
netice alamadılar. Diğer tarafdan zamanında yardım ulaşmayan Varat Kalesi, Avusturyalılara
teslim olmak mecburiyetinde kaldı.
1692 Haziranının sonlarına doğru sadrazam Hacı ali Paşa Edirne'den hareketle Belgrad'a
vardı.
Kaleyi
tahkim
ve
tâmirden
sonra,
Avusturyalıların
kışlaya
çekilmeleri
üzerine
Edirne'ye döndü. Sadrazam, Avusturya ile uğraşırken, Venedik donanması da Girid'e asker
çıkardı.
Kaptan-ı
deryâ
vezir
Dâmâd
Yûsuf
Paşanın
donanma
ile
Hanya
önlerine
gelmesi
üzerine Venedikliler muhasarayı kaldırarak geri çekildiler. 1693 yılı Mart ayı sonlarında
Bozoklu Mustafa Paşa sadarete getirildi. Yeni sadrazam Temmuz ayında Avusturya seferine
çıktı.
Hedef,
Erdel'i
geri
almaktı.
Avusturya
ordusunun
Belgrad'ı
kuşatması
üzerine
sadrazam Belgrad'a yöneldi. Kırım Hanı Selim Giray'ın Avusturyalılar'ın yardımına gelen bir
orduyu mağlup etmesi üzerine, kuşatma kaldırıldı. Serdar-ı ekrem, çekilen düşmanı tâkible
çok zâyiât verdirdi ve 17 Eylülde Belgrad'a girdi. Kışın yaklaşması üzerine Osmanlı ordusu
Edirne'ye döndü.
Stratejik önemi pek büyük olan Narenta Kalesi 28 Haziran 1694'te Venedikliler tarafından
işgal edildi. Geri almak için yapılan teşebbüsler netice vermedi. Bu hadiseden bir süre
sonra
sefere
çıkan
Osmanlı
ordusu
Varadin
Kalesini
kuşattı.
Ancak
bu
sırada,
Malta,
Floransa ve Papalık filolarından müteşekkil bir Venedik donanması Sakız'ı zaptetti. Buna
çok üzülen Sultan İkinci Ahmed Han, Sadrazama bir hatt-ı hümâyûn göndererek geri dönmesini
ve Sakız adasının geri alınmasını emretti. Kaptan-ı deryâlığa amcazâde Mezemorta Hüseyin
Paşa tâyin edildi. Öte yandan
Osmanlı Devleti dış gâilelerle uğraşırken içte de bâzı
hadiseler
vûku
bulmaktaydı.
Irak
ve
Hicaz'da
çıkan
isyanlar
ile
Suriye'de
Sürhan
ve
Maanoğullarının aleyhte faaliyetlerini Sultan Ahmed Han anında aldığı tedbirlerle önledi.
Bu sırada Sakız Adasının geri alınması için yola çıkan Hüseyin Paşa, ada açıklarında
Venediklilerle
çarpışırken
Sakız'ın
elden
çıkmasının
acısı
ile
üzüntüden
hastalığı
ağırlaşan Sultan Ahmed Han, 6 Şubat 1695 tarihinde fetih haberini alamadan, elli iki
yaşında Edirne'de vefât etti. Nâşı, İstanbul'a nakledilerek Kânûni Sultan Süleymân Hanın
türbesine defnedildi. Çok merhametli ve vatanperver olan Sultan İkinci Ahmed Han, hasta
olduğu zamanlarda bile, devlet işlerinden asla el çekmezdi. Haftada iki gün yapılan divan
toplantılarının
dörde
çıkarılmasını
emretti.
Toplantıları
bizzat
tâkip
eder,
yaptığı
herhangi bir hatayı düzeltmekten çekinmezdi. Âdil bir sultan olarak yaşayan Ahmed Han,
milletini
memnun
etmek
için
elinden
gelen
her
şeyi
yapmaya
çalışmıştır.
San'atkarları
korur, taltiflerde bulunarak daha iyiye ve güzele doğru yönlendirirdi. İyi bir hattat olan
Sultan Ahmed Hanın yazdığı Kur'ân-ı kerimler ve çoğalttığı kitaplar vardır. Diğer Osmanlı
sultanları gibi aynı zamanda iyi bir şâirdi.
2. Mustafa Han
Padişahlık Sırası 22
Saltanatı 8 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 87
Cülûsu 6 Şubat 1695
Babası Sultan Dördüncü Mehmed Hân
Annesi Emetullah Rabia Gülnûş Sultan
Doğumu 5 Haziran 1664
Vefâtı 29 Aralık 1704
Kabri İstanbul Turhan Vâlide Sultan Türbesi'ndedir
Osmanlı
padişahlarının
yirmi
ikincisi
ve
İslâm
halifelerinin
seksen
yedincisi.
Sultan
Dördüncü Mehmed'in Râbia Gülnûş sultandan oğlu olup 5 Haziran 1664'te İstanbul'da doğdu.
Devrin
âlimlerinden
iyi
bir
tahsil
gördü.
Devlet
idâresi
ve
harp
oyunlarını
öğrendi.
Mahâretli bir okçu ve silahşördü. İkinci Ahmed Hanın 6 Şubat 1695'te vefâtıyla tahta çıktı.
Padişah
olduğundan,
Osmanlı
Devleti
on
iki
yıldan
beri
Avusturya,
Lehistan,
Rusya
ve
Venediklilerle harp ediyordu. Gayretli ve kahraman bir hükümdar olan Sultan Mustafa Han,
tahta çıkışının üçüncü günü sadrazama gönderdiği fermânda;
''Cenâb-ı Hak, bu âciz, bu günâhkar kuluna bir cihân padişahlığı ihsân etti. Padişahların
hangisi zevk ve sefâya; kendi nefsinin râhatına düşmüş ise, eli altındaki memleketlerinin
ve tebeasının huzûru ve râhatı kaçmıştır. Biz, bugünden zevki ve sefâyı kendimize haram
kıldık. Düşmana karşı ceddim (Kânuni) Sultan Süleymân gibi kendim sefere çıkmaya kat'i
niyet ettim. Sizler ki veziriâzamım, vüzerâ, ulemâ, vükelâ ve ocak ağalarısınız, cümleniz
bir yere gelip, bu hatt-ı hümâyûnumu okuyup düşününüz, gazâya gitmem mi makbul, yoksa
Edirne'de oturup, kalmamız mı münâsip? Din ve devlet ve halka hangisi faydalı, Allah için
söyleşüp, doğruyu bana bildiriniz vesselâm.'' buyurarak vazifeye başladı. Bu hatt-ı hümâyûn
devlet adamlarını, âlimleri, kumandanları, askerleri ve ahâliyi çok memnun edip coşturdu.
Hocası Seyyid Feyzullah Efendiyi yanından ayırmayıp, sultanlığında da çok istifâde etti.
Ordunun
başında
sefere
karar
verip,
saltanatının
ilk
günlerinde
sevindirici
zaferler
kazanıldı. 18 Şubat 1695'te sakız Adasının Venedik İşgâlinden kurtarılmasını temin eden
Koyun Adaları Zaferi kazanıldı. Venediklilerin sekiz harp gemisi ve bir cephânesini zapt
eden
Koyun
Kaptan-ı
Adaları
deryâlığa
Zaferi
kumandanlarından
yükseltildi.
kalyonlar
Venediklilerin
kaptanı
Sakız'a
tekrar
Mezemorta
hüseyin
saldırmasıyla
Paşa,
Mezemorta
Hüseyin paşa 15 Eylül 1695'te düşmanı çekilmeye mecbûr etti. Venedik, donanmasını tâkip
eden
Hüseyin
paşa
18
Eylül
1695'te
Midilli'nin
Zeytinburnu
açıklarındaki
deniz
muhârebesinde de parlak bir zafer kazanarak düşmanın on üç gemisini tahrip etti.
Sultan
İkinci
Mustafa
Han,
30
Haziran
1695
târihinde
Avusturyalıların
işgâlindeki
Macaristan'ı kurtarmak için ilk Avusturya seferine çıktı. Belgrad'da 9 Ağustos'ta topladığı
harp Divanında Janova- Lippa, Lugos ve havâlisinin işgalden kurtarılmasına karar verildi. 9
Eylül'de Lippa Kalesi feth edildi. 22 Eylül 1695'te Kırım Hanı Selim Giray'ın da iştirâk
ettiği
Lugos
Muhârebesinde
Osmanlı
ordusu
gâlip
geldi.
Lugos
zaferinden
sonra
Sultan
Mustafa Han, sefer mevsimi geçtiğinden, 18 Kasım 1695'te İstanbul'a döndü. Rus Çarı Deli
Petro,
Karadeniz'e
inmek
için
Azak
Kalesini
üç
aydan
fazla
kuşatmışsa
da,
muvaffak
olamamıştı. 13 Ekim 1695'te elli bin ölü vererek Azak2tan çekilen Deli Petro, Kefe Beyl
erbeyi
Mustafa
paşa
ve
Kırım
Kalgayı
Kaplan
Giray'ın
tâkibi
sonucu
daha
da
kayıp
verdirilerek
ateşli
silahları
zapt
edildi.
Azak
yenilgisinin
öcünü
almak
isteyen
Deli
Petro, Venedik, Avusturya, Hollanda ve Prusya'dan teknik eleman ve yardım alarak 1696'da
kaleyi tekrar kuşattı. Azak Kalesini müdâfaa için bırakılan beş yüz kadar asker, Deli
Petro'nun
yüz
binlik
ordusuna
karşı
altmış
dört
gün
dayanabildi.
Yardıma
gönderilen
kuvvetlerin zamanında yetişememesi üzerine Azak Kalesi 6 Ağustos 1696'da vire ile teslime
mecbur oldu. Bu hal Sultan Mustafa Hanın ve bütün ülkenin büyük üzüntüsüne sebep oldu. Azak
Kalesinin ikmâlini ihmâl eden ve yardıma memur edilip, zamânında yetişmeyen kumandanlar
cezâlandırıldı. Kuban Nehri ağzına Açu'ya kale yaptırılarak, Moskof yayılmasını durdurma
çâresi düşürüldü.
İkinci Avusturya seferine 1696 baharında çıkan Sultan Mustafa Han kumandasındaki Osmanlı
ordusui
Saksonya
Kralı
Nalkıran
Friedric
ile
General
Heisler
kumandasındaki
düşman
kuvvetleriyle 1696 yazında karşılaştı. 27 Ağustos 1696'da Olasch yakınlarında meydana gelen
muhârebede şiddetli taarruzlar oldu. Düşman ordusu fazla dayanamayarak, yenildi. Tameşvar
tekrar zaptolundu. Muzaffer padişah Avusturya'ya son ve kesin bir darbenin vurulması için
yeni bir seferin lüzumuna inanıyordu. Ancak 17 Haziran 1697'de bu maksatla çıkılan sefer,
sadrazam Elmas Mehmed paşa ile Tameşvar Muhâfızı Koca Câfer paşanın padişah'ı yanlış yola
sevketmeleri sonucu Zenta bozgununa sebep oldu. Savaşta sadrazam Elmas Mehmed paşa ile on
üç
beylerbeyi
ve
binlerce
asker
şehit
oldu.
Sultan
Mustafa
Han
süvâri
kuvvetleriyle
Tameşvar'a çekildi. Sadrazamlığa Amcazâde Hüseyin paşayı getirdi. Zenta bozgunun tesiriyle
Osmanlı ordusunda disiplin kalmamıştı. bundan faydalanan Avusturya kuvvetleri Sav Nehrini
geçerek Bosna eyâletini kadar girdiler. Saray Bosna şehrine kadar olan sahalar tahrip
edildi.
Ancak
Bosna
beylerbeyliğine
getirilen
Daltaban
Mustafa
paşa
Bosna'da
bulunan
Avusturyalılara taarruz ederek onları memleketlerine kadar sürmeye muvaffak oldu.
Zenta Vak'ası Osmanlı devlet adamlarını sulha tarafdar hâle getirdi. Avusturya da harbe
tarafdar olmadığı için İngiliz ce Flemenk (Hollanda) elçilerinin tavassut teklifi her iki
devletçe de kabul edildi. Karlofça'da antlaşma görüşmeleri devâm ederken, Sultan mustafa
Han,
hudut
tecâvüzlerine
karşı
serdâr
tâyin
edilen
sadrazam
Amcazâde
Hüseyin
paşa
kumandasındaki yüz bin Osmanlı ve otuz bin Kırım askerini Belgrad'a gönderdi. Akdeniz,
Karadeniz
ve
Tuna
donanmaları
yeni
gemilerle
takviye
edilerek,
harekete
hazır
hâle
getirildi. Semendre ve Belgrad önlerinde bekleyen Osmanlı ordusu, uzun süren görüşmeler
üzerine Kasım 1698'de geri döndü. Uzun görüşmeler den sonra Avusturya, Venedik ve Lehistan,
26
Aralık
1699'da
Karlofça
Antlaşmasını
imzâladı.
Buna
göre;
Macaristan'la
Erdel
Avusturya'ya terk edilerek, Sava ve Unna nehirleri hudut kesildi. Mora, Dalmaçya ve Aya
Mavri Adası Venediklilere Ukrayna ve Podolya Lehistan'a verildi. Rusya ile antlaşma 14
Temmuz 1700'de yapıldı. Azak Kalesi Ruslara bırakıldı.
Sultan Mustafa Han, Karlofça Antlaşmasından sonra askeri ve mâli teşkilâtlarla ıslâhat
hareketlerine
girişti.
Donanmada
çektiri
usûlünün
kullanılması
terk
edilerek
kalyon
sistemine geçildi. Bahriyenin ıslahı ve ihtiyaçlarının giderilmesi için bir kânunnâme ilan
edildi.
Ancak
bilhassa
kapıkulu
ocakları
arasında
yapılan
ıslâhatlar
yeniçeri
ve
sipâhilerin hoşuna gitmedi. Bâzı devlet adamlarının tahrikiyle başlayan ayaklanma sonunda
Sultan Mustafa Han 22 Ağustos !703'te tahttan indirildi. Saray geldiğinde kapıda kendisini
feryâd
ederek
karşılayan
Vâlide
Sultanın
elini
öptükten
sonra;
''Kul
beni
tahttan
indirmişler, yerime karındaşım Sultan Ahmed'i padişah eylemişler. Allah mübârek eyleye,
evlâtlarım
kendisine
Allah
emâneti
olsun.''
sözleriyle
kendisine
ayrılan
özel
dâireye
çekildi. Mustafa Han, hizmetleri ortadayken karşılaştığı bu durumdan dolayı çok müteessir
oldu. İstiskâ hastalığından da muzdarip bulunan Sultan, nihâyet 20 Aralık 1703'de vefât
etti. Yeni Câmi yanında Vâlide Sultan Türbesine defnedildi. Babası Dördüncü Mehmed Han da
bu türbededir.
Dokuz
yıla
yakın
Osmanlı
sultanlığı
yapan
İkinci
Mustafa
Han
muktedir
ve
dğerli
bir
padişahtı. Ordulan başında sefere giden son Osmanlı sultanıdır. Âlimlere ve hocasına karşı
hürmeti çok fazlaydı. Edebiyâta meraklı olup Meftûni ve İkbâli mahlasıyla şiirler yazardı.
İkinci
Mustafa
Hanın
devrinde
devlet
adamları
ve
âlimler
kıymetli
ilmi
ve
sosyal
müesseseler yaptırmışlardır. Hocası Seyyid Feyzullah Efendi, Fâtih'de yaptırdığı medrese
ile değerli ve nâdide kitapların toplandığı bir kütüphâne, sadrazam Amcazâde Hüseyin paşa
Saraçhâne'de bir medrese, kütüphâne ve çeşme, sadrazam Rami Mehmed paşa Eyüp'te bir mektep
ile çeşme, Dâmâd Ali paşa bir kütüphâne yaptırmışlardır. Sultan Mustafa Hanın silâhtârı
olan Çorlulu Ali paşa tarafından tersâne içinde iki katlı câmi yapılmıştır. Mihrabı üstüne
Kâbe taşı yerleştirilmiştir. İkinci Mustafa Hanın hanımı Sâliha Sultan, oğlu Birinci Mahmûd
Han zamânında Azapkapısı'nda sebil, çeşme, hamam ve mektep yaptırıp Arap Câmiin tâmir
ettirerek genişletti. Câmide mevlid ve Kur'ân-ı kerim okunmasını vakfiyesinde belirtmiştir.
3. Ahmed Han
Padişahlık Sırası 23
Saltanatı 27 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 88
Cülûsu 22 Ağustos 1703
Babası Sultan IV. Mehmed Hân
Annesi Emetullah Rabia Gülnuş Sultan
Doğumu 31 Aralık 1672
Vefâtı 1 Temmuz 1736
Kabri İstanbul Yeni Camide Turhan Vâlide Sultan Türbesindedir
Osmanlı
padişahlarının
yirmi
üçüncüsü,
İslâm
halifelerinin
seksen
sekizincisi.
Sultan
dördüncü Mehmed Hanın oğlu olup, 31 Aralık 1673'te Râbia Gülnûş Emetullah sultandan doğdu.
Şehzadeliğini önce Topkapı, daha sonra da Edirne saraylarında geçiren Ahmed Han, iyi bir
tahsil gördü. İlk dersini sultani Mehmed Efendiden aldı. Seyyid Feyzullah Efendiden uzun
yıllar ders gördü.
Devrin büyük hat üstâdı hattat Osman'dan yazı meşk etti. Ağabeyi Sultan İkinci Mustafa
Han'ın
çıkan
padişahı
cebeci
oldu.
vak'asında
kaldırdı.
isyânında
Biat
isyânı
çıkaran
Baltacı
tahttan
merâsiminden
Mehmet
elebaşıları
Paşayı
indirilmesi
sonra,
üzerine
İstanbul'a
büyük
sadârete
bir
gelen
ustalıkla
getirdi.
22
Ağustos
Sultan
Devletin
birbirine
iç
1703'te
Üçüncü
Osmanlı
Ahmed,
düşürerek
işlerini
Edirne
ortadan
düzeltmek
için
çalışmalar yaptı. Karlofça Antlaşması yeni imzâlandığı için, devlet barış içinde idi. Ancak
bu sırada İsveç kralı on ikinci Şarl, Poltova'da Ruslarla yaptığı bir savaşı kaybederek,
Osmanlı
Devletine
sığındı.
Kralı
tâkip
eden
Rus
ordusu
Osmanlı
topraklarına
girdi
ve
tahribatta bulundu. bu durum üzerine Osmanlı Devleti Rusya'ya harp ilân etti. Nitekim
Sadrazam Baltacı Mehmed Paşanın kumandası altındaki Osmanlı ordusu 9 Nisan 1711'de Rusya
seferine çıktı.
Baltacı Mehmed Paşa, Rus Çarını Prut üzerinde Palcı mevkiinde kıstırarak, etrafını çevirdi.
Esas niyeti Rus ordusunu umûmi bir taarruzla yok etmekti. Fakat yeniçerilerin isteksizliği
yüzünden ciddi bir taarruz yapmadı. Rus çarı, sadrazama bir heyet göndererek, her şartı
kabul edeceklerini bildirdi. İki taraf arasında antlaşma yapıldı. Rusya, Antlaşmaya göre,
Lehistan
ve
Ukrayna
işlerine
karışmayacak,
elinde
tuttuğu
Azak
kalesini
de
Türklere
bırakacaktı. Baltacı Mehmed Paşanın Rus ordusunu çevirmişken imhâ edememesi ve antlaşma
şartlarının tatmin edici olmaması devlet adamlarını sadrazamın aleyhine çevirdi. Bunun
üzerine
padişah
Edirne'ye
dönen
Baltacı'yı,
görevden
alarak,
yerine
Dâmâd
Ali
paşayı
getirdi. Diğer tarafdan Ruslar Antlaşmanın şartlarına uymak istemediler. Buna çok kızan
Sultan Üçüncü Ahmed Han, yeni sadrazam Dâmâd Ali Paşa kumandasında bir orduyu Rusya üzerine
gönderdi. Kendisi de Edirne'ye kadar ordunun başında gitti. Bu durum karşısında Ruslar
antlaşma
şartlarına
uymak
mecburiyetinde
kaldılar.
Venediklilerin
1714'te
Karadağlıları
isyana teşvik etmesi üzerine Sultan Üçüncü Ahmed Han, Mora üzerine bir sefer açtı. Ali Paşa
kumandasındaki Osmanlı ordusu, Karlofça antlaşmasıyla Venediklilere verilen bütün kaleleri
geri
aldı.
Ancak,
Alman
İmparatorluğu,
Karlofça
Antlaşmasına
kefil
olduklarını,
yâni
Venedik'ten alınan yerler iâde edilmedikçe barışı tanımayacağını bildirdi. Bunun üzerine
Osmanlı
Devleti
Alman-
Avusturya
İmparatorluğuna
harb
ilân
etti.
İki
ordu
arasında
Petervaradin'de yapılan savaşta Dâmâd Ali Paşa şehit düşünce, ordunun mâneviyatı bozuldu ve
bozgun başladı. Bu durumdan faydalanan Avusturya ordusu kumandanı önce Tameşvar'ı daha
sonra
da
Belgrad'ı
zabtetti.
Petervaradin
mağlubiyeti
üzerine
Avusturya
ile
1718'de
Pasarofça Antlaşması imzâlandı. Antlaşmaya göre Belgrad ve Semendire Avusturya'da kalmak
üzere Sava Nehri sınır kabul edildi.
Pasarofça
Antlaşmasından
sonra
Dâmâd
İbrâhim
Paşanın
sadârete
getirilmesi
ile
Osmanlı
Devletinde 1730 yılına kadar süren yeni bir devir başladı. ''Lâle Devri'' adı verilen bu
dönemde, Sultan Ahmed Han ülke içinde huzuru sağlamak, orduyu kuvvetlendirmek, devleti
maddi ve mânevi en yüksek seviyeye çıkarmak için çalıştı. İstanbul'da ilk matbaa kuruldu.
Yalova'da kâğıt, İstanbul'da Tekfur Sarayında bir çini fabrikası açıldı. İstanbul'a davet
edilen ve uzun seneler İstanbul'da kalarak orada vefât eden Comte de Bonneval (Humbaracı
Ahmed Paşa) humbaracı ocağına ıslâh etti. İstanbul'un su ihtiyâcını temin için bir de bend
yaptırıp deryâ-yı sim adını verdi. Osmanlı Devletinde sulh ve huzûr devâm ederken, İranSafevi Devleti son günlerini yaşıyordu. İran'a bağlı olan Dağıstan 1722'de Türk himâyesine
girmek istedi ve bu isteği kabul
edildi. Kafkasya'yı tehdid eden Rusya'ya mâni olmak
isteyen Sultan Ahmed Han, hudûd vâlilerine fermân göndererek hazırlıklı olmalarını istedi.
Bu
sırada
İran
cephesindeki
ordu,
1723
yılında
harekete
geçerek
Gürcistan,
Güney
Âzerbaycan, Luristan, Erdelan, Kirmanşah ve Hemedan'ı ele geçirdi. 1725'de osmanlı askeri
Tebriz'e girdi. Gence, Revan ve Nahcivan alındı. 1727'de İran Şahı imzâlanan bir antlaşma
ile Osmanlı Devletinin bütün fetihlerini tanıdı. 1730 senesinde Nâdir Şah İran hâkimiyetini
ele geçirerek, İran birliğini tekrar kurdu. Osmanlı Devletinin elinde bulunan önemli bâzı
eyâletleri geri aldı. Bu durum Dâmâd İbrâhim Paşanın düşmanlarını harekete geçirdi. Bâzı
devlet
adamları,
Üsküdar'a
padişah
geçtikleri
ve
sırada
Dâmâd
İbrâhim
yeniçerileri
paşanın
İran
ayaklandırarak
üzerine
büyük
sefere
bir
çıkmak
isyân
üzere
başlattılar.
Âsiler, padişahtan ileri gelen devlet adamlarının bâzısının idâmını istediler. Listenin
başında Dâmâd İbrâhim paşa da vardı. Sultan Üçüncü Ahmed Han, en sonunda sadrazam İbrâhim
Paşa'nın
idâmına
razı
oldu.
Zorbaların
isteklerinin
sonu
gelmeyeceğini,
kendisinin
de
tahttan ayrılmasını isteyeceklerini bildiği için, 2 Ekim 1730'da tahttan çekilerek, kendi
eliyle yeğeni Şehzâde Mahmûd'u Osmanlı tahtına geçirdi. Kendisi köşesine çekildi.
Yirmi yedi sene hükümdârlık yapan sultan Ahmed Han, saltanattan çekildikten sonra, ilim ve
ibâdetle meşgûl oldu. Altmış üç yaşında iken 1Temmuz 1736'da vefât etti. Yeni Câmiide
Turhan Vâlide Sultan Türbesine defnedildi. Sultan üçüncü Ahmed Han, ülkenin imârı için çok
çalıştı. Aynı zamanda ilme ve ilim adamlarına çok değer verir ve onları korurdu. Sarauda
dağınık
yerlerde
bulunan
kıymetli
kitapları
bir
araya
toplayarak
beyaz
mermer
havuzlu
bahçede bir kütüphâne inşâ ettirdi. Annesi için Üsküdar'da yeni Vâlide Sultan Câmii ve
bunun yanında bir sebil, çeşme, sıbyan mektebiyle bir imâret yaptırdı. Galata kulesini
tâmir
ettirdi.
Topkapı
sarayının
Bâb-ı
hümâyûn
kapısı
önünde
yaptırdığı
çeşme,
hane,
Çağlayan Kasrı önünde, Hasköy'de, Aynalı Kavak Kasrı civârında, Üsküdar'da, Üsküdar İskele
Câmii meydanında klasik tarzda dört cepheli olmak üzere pekçok çeşme inşâ ettirdi. 1715'te
Galatasaray hâricinde bir câmi, 1716'da Bebek Câmii ile etrâfındaki külliyeyi, yaptırdı.
Derin bir sanat zevkine sâhip olup, şâir ve hattattı. Kur'ân-ı kerimler yazdı. Yaptırdığı
Sultanahmed Çeşmesine kendi şiirini bizzat yazdı. Ayrıca Ayasofya Câmiine asılmış güzel
levhaları vardır.
1. Mahmud Han
Padişahlık Sırası 24
Saltanatı 24 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 89
Cülûsu 2 Ekim 1730
Babası Sultan İkinci Mustafa Hân
Annesi Sâliha Vâlide Sultan
Doğumu 2 Ağustos 1696
Vefâtı 13 Aralık 1754
Kabri İstanbul Yeni Camide Turhan Sultan Türbesindedir
Yirmi dördüncü Osmanlı sultânı. İslâm halîfelerinin seksen dokuzuncusudur. Babası İkinci
Mustafa Han, annesi Sâlihâ Vâlide Sultandır. İstanbul’da, 2 Ağustos 1696 târihinde doğdu.
Şehzâdeliğinde,
yüksek
fen
ve
din
ilimleri
öğretilerek
yetiştirildi.
Aklı,
zekâsı,
kâbiliyeti ve anlayışı kuvvetliydi.
Üçüncü Ahmed Han, Patrona Halil ayaklanması sonunda tahttan çekilince, Şehzâde Mahmud, 2
Ekim 1730 günü Osmanlı sultânı oldu. Üçüncü Ahmed Hanın tecrübe ve tavsiyelerinden istifade
etti.
İlk
icrâatı,
Lâle
Devrinde
yapılan
ilim,
kültür
ve
sanat
eserlerinin
tahrîbini
durdurmak oldu. Âsî Patrona Halil’i ve zorbaları imhâ ettirdi. İstanbul’da emniyet ve
asâyişi
sağladı.
Birinci
Mahmud
Ülkede
Han,
huzur
doğuda
dolu,
hududa
mesud
günler
başladı.
saldıran
İran
Safevîleri
İçişlerini
ile,
düzelten
batıda
Sultan
Avusturya
ve
Rusya’ya karşı tedbir aldı. Doğuda İran ile Üçüncü Ahmed Han devrinden beri devam eden
hâdiselere
son
gönderirken,
vermek
diğer
istedi.
taraftan
Ancak
büyük
İran
Şâhı
bir
kuvvetlerle
taraftan
Revan
anlaşmak
üzerine
üzere
yürüdü.
hey’etler
Şah’ın
elçi
göndermekteki maksâdının Osmanlı hükûmetini yanıltmak ve oyalamak olduğu anlaşıldığından
elçi ve maiyeti Mardin Kalesine hapsedildi. Osmanlı kuvvetleri, İran Seraskeri Ahmed Paşa
ile Erzurum Vâlisi ve Revan Seraskeri Hekimoğlu Ali Paşa kumandası altında iki koldan
harekete geçti. 30 Temmuz 1731’de Kirmanşah alındı. 15 Eylülde Kûrican Sahrasında İran
kuvvetleri bozguna uğratıldı. Urmiye ve Tebriz ele geçirildi. İran Şahının sulh istemesi
üzerine Ocak 1732’de Ahmed Paşa Antlaşması imzalandı. Buna göre Aras Nehri iki devlet
arasında hudud olarak kabul edilirken Revan, Gence, Nahçıvan, Bitlis, Şirvan ve Dağıstan
Osmanlılara;
Tebriz,
Kirmanşah,
Hemedan,
Luristan
ve
Erdelan
eyaletleri
ise
İran’a
bırakıldı. Ancak 1733’te İran’da iktidarı ele geçiren Nâdir Şah, Osmanlıların fethettiği
bölgeleri almak için tekrar savaş açtı. 1735’te Arpaçay’da yapılan muhârebeyi Osmanlılar
kaybetti. Gence, Tiflis ve Revan İran’ın eline geçti.
Osmanlı Devletinin doğuda İran ile mücâdelesinden istifâde eden Avusturya ve Rusya da iki
cepheden
harekete
geçmişti.
Azak
Kalesini
ele
geçiren
Ruslar
Osmanlı
kuvvetlerinin
toparlanmasına meydan vermeden Gözleve, Kılburun ve Urkapı’yı da işgal ettiler. 12 Temmuz
1737’de
harekete
geçen
Avusturya
ordusu
ise
Bosna,
Sırbistan
ve
Eflak’a
girdi.
Bu
mağlubiyetler ve düşmanın girdiği yerlerde büyük tahribat ve mezâlim yapması Sultan Mahmûd
Hanı
son
Hekimoğlu
derece
Ali
üzdü.
Paşayı
da
Sedarete
getirdiği
Avusturya
üzerine
Muhsinzâde
sefere
Abdullah
memur
etti.
Paşayı
Rusya
Muhsinzâde
üzerine,
süratli
bir
hareketle Özi ve Kılburun kalelerini ele geçirirken, Hekimoğlu Ali Paşa ise Banyaluka’yı
kuşatan
Avusturya
kuvvetlerine
büyük
bir
darbe
indirdi.
Yapılan
savaşta
Avusturya
kuvvetlerinin asker zayiatı 60 bin idi. Hekimoğlu Ali Paşanın bu zaferi İstanbul’da büyük
bir sevince sebep oldu. Bu zaferler üzerine Avusturya ve Rusya barış istemek zorunda kaldı.
Nihayet
18
Eylül
1739
târihinde
Avusturya
ve
Rusya
ile
Belgrad
Antlaşması
imzâlandı.
Avusturya Devleti ile yirmi yedi yıllık, Rusya ile süresiz olan antlaşmaya göre, Belgrad
Osmanlı Devletine kaldı. Avusturya ile Tuna ve Sava nehirleri tabiî hudud kesildi. Ruslar,
Azak Denizi ve Karadeniz’de donanma bulundurmayacaktı. Kazaklar Osmanlı topraklarına, Kırım
Hanlığı da Rusya’ya akın etmeyeceklerdi.
Rusya
ve
Avusturya
devletleriyle
antlaşmalar
sağlayan
Birinci
Mahmûd
Han
yeniden
İran
üzerine döndü. Nadir Şah ise bu vaziyet karşısında Osmanlılarla baş edemiyeceğini anlayınca
Kasr-ı Şirin Antlaşması maddeleri üzerinden yeniden antlaşma teklifinde bulundu ve bu istek
kabul edildi (1746). Böylece 1739 Belgrad Antlaşmasıyla batı ve kuzey, 1746 Osmanlı-Avşar
Antlaşmasıyla da doğu hudutlarını emniyet altına alan Birinci Mahmûd Hana muhârebelerdeki
muzafferiyet
üzerine
Gâzi
ünvanı
verildi.
Mahmûd
Han
bundan
sonra
ülkede
pekçok
îmâr
faâliyetlerinde bulunup, ilim, kültür, sanat sâhalarında çok kıymetli eserler yaptırdı.
Kâğıthâne
civârındaki
Bahçeköy
ile
Balaban
köyleri
arasında
geçen
iki
çayın
sularını
toplayan Topuzlu Bendini yaptırdı. Burada toplanan sular, Taksim’deki depodan, Tophâne’deki
Meydan
Çeşmesi
ile
Azapkapı’da
Sâlihâ
Sultan
Çeşmesi
ve
Beşiktaş,
Galata,
Kasımpaşa,
Tepebaşı semtlerinin çeşitli yerlerindeki kırk kadar çeşmeye su verildi. Ahâli bol ve tatlı
suya kavuşturuldu. Pekçok saray, kasır inşâ ve tâmir ettirildi. Beşiktaş Sarayının bir çok
kısımlarını ve Bayıldım Kasrını yeniden yaptırdı. Yûşâ Tepesi civârındaki Tokat Köşkünü
donatıp,
Kanlıca’da
Hümâyûn-âbâd,
Mihr-âbâd
Kandilli
Kasrını
Sarayını
yaptırdı.
îmâr
ettirerek
İstanbul’da
Nevâbâd
Ayasofya
Câmii
isimleri
içine,
verildi.
Fâtih
Câmii
yakınında ve Galatasaray’da olmak üzere üç, Belgrad’da bir kütüphâne yaptırdı. Ayasofya
Câmii
Kütüphanesine
sarayın
hazîne
odasından
pek
nefis,
kıymetli,
nâdide
kitaplar
gönderdiği gibi, devrin devlet adamları da hediyelerde bulunarak dört bin cilt nâdide kitap
toplandı.
Ayasofya
Kütüphânesine
İslâm
âleminin
en
meşhûr
hattatlarından
Ya’kût-ı
Musta’sımî, Şeyh Hamdullah ve Hâfız Osman hatlarıyla Mushaflar ve hazret-i Osman ve hazreti Ali’ye âit olduğu söylenen iki Kur’ân-ı kerîm de kondu. Kütüphânenin masrafını karşılamak
için de Cağaloğlu’nda çifte hamamı yaptırıp, gelirini vakf etti. Ayasofya’ya bitişik aşevi
yaptırıp, huzûrunda tertiplenen merâsimle açıldı. Galatasaray ocağında yaptırmış olduğu
kütüphâneye,
saraydan
kitaplar
gönderip,
açılış
merâsiminde,
kütüphânenin
iki
tarafına
yaptırılmış olan çeşmelerin hazînelerine şekerli şerbet doldurulup, halka ikrâm edildi.
Nûruosmâniye Câmiinin yapımını başlattıysa da, vefâtından bir yıl sonra tamamlanabildi.
Beşiktaş’da Arap İskelesi Câmii, Rumeli Hisarı’nda İskele Câmii, Üsküdar’da Sultan Mahmûd
Câmii ve Kandilli, Defterdârkapısı, Tulumbacılar odası, Yalıköşkü, Yıldıztepe mescidlerini
yaptırdı.
Birinci Mahmûd Han devrinde, ilim kültür ve sanat faaliyetleri arttı. İkinci defâ matbaa
açıldı. Matbaa ve hattâtların artan kâğıt ihtiyâçlarının karşılanması için Yalova’da kâğıt
fabrikası kuruldu.
Ülke içinde ve dışında Osmanlı Devletine azamet devri yaşatan Birinci Mahmûd Han, 13 Aralık
1754 târihinde Cumâ selâmlığı yapıp, Cumâ namazını kıldıktan sonra vefât etti. İstanbul’da
Yeni Câmii yanındaki Turhân Sultan türbesine defn edildi. Çok zekî, anlayışlı, hamiyetli,
lütufkâr ve merhâmetli idi. Askerî ıslâhât taraftarıydı. Askerî kitaplar yayınlattı. Lütuf
ve merhâmeti çok olduğundan, devrindeki İstanbul yangın ve zelzelesinde zarar görenlerin
ızdırâbına
samîmiyetle
ortak
olup,
yanan,
yıkılan
yerlerin
yeniden
yapılması
için
çok
yardım etti. Devlet adamları ile memurları kontrol ettirdi. Faaliyetleri ciddiyetle tâkib
ettirip, zamânın ve memleketin durumuna göre icrâatlarda bulunurdu. İlim, sanat, edebiyât
meclislerindeki sohbetlere katılır ve Sebkâti mahlâsıyla şiirler yazardı.
3. Osman Han
Padişahlık Sırası 25
Saltanatı 3 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 90
Cülûsu 27 Ocak 1595
Babası Sultan İkinci Mustafa
Annesi Şehsuvâr Sultan
Doğumu 2 Ocak 1699
Vefâtı 30 Ekim 1757
Kabri İstanbul Turhan Vâlide Sultan Türbesindedir
Osmanlı sultanlarının yirmi beşinci ve İslâm halifelerinin doksanıncısı. Sultan ikinci
Mustafa Hanın oğlu olup, 2 ocak 1699'da Şehsüvar Sultandan doğdu. Şehzâdeliğinde mükemmel
bir eğitim görerek büyüdü. Zamânını, din, edebiyât ve tıb kitaplarını okuyarak kendisini
yetiştirmekle geçiren üçüncü Osman, 13 Aralık 1754 târihinde ağabeyi Birinci Mahmûd Hanın
vefâtı üzerine sultan oldu.
Sultan üçüncü Osman, 2 ocak 1755'te Eyüp Câmiinde kılıç kuşandı. O devre kadar, yeni
pâdişâh tahta çıktığı zaman mukâtaa, timar ve zeâmet sâhiplerinin beratları yenilerek bir
cülûsiye vergisi alınırdı. Hazine dolu olduğu için, Sultan Osman bu vergiyi affetti. Ayrıca
emeklilere de cülûs bahşişi dağıttı. Sultan üçüncü Osman'ın tahta çıktığı 1755 kışı çok
şiddetli geçti. Haliç dondu ve deniz yol oldu. Osman Hanın saltanatı huzur ve sükûnla
başladı.
Belgrad
Muâhedeleyiyle
başlayan
sulh
dönemi
devâm
etti.
Rus
olaylar, Rusya ile bir ihtilâfa yol açacak gibi göründü ise de,
bozulmadı.
hudutlarda
bâzı
ayaklanmalar
oldu.
Mısır'da
sınırındaki
bâzı
iki tarafda da sulh
Memlûklar
başkaldırdılarsa
da
olaylar kısa sürede bastırıldı. Üçüncü Osman Han bu olaylarda ihmâli görülen Veziriâzam
Bahir Mustafa Paşayı azlederek yerine Birinci Mahmûd zamânında iki defâ sadrâzamlık yapmış
olan Hekimoğlu Ali paşayı getirdi. (15 Şubat 1755) Fakat Hekimoğlu, kısa bir süre sonra
sadâretten alınarak, yerine başdefterdâr Nâili Abdullah paşa getirildi. Nâili Abdullah paşa
da üç ay gibi kısa bir süre sonra azledilerek yerine silâhtar Bıyıklı Ali paşa tâyin
edildi. Bu sırada İstanbul târihinin en büyük yangını oldu. 28 Eylül 1755'te Hocapaşa
semtinde çıkan yangın, dört kola ayrılarak büyük bir âfet hâline geldi. Yaklaşık otuz altı
saat süren yangın sonunda Paşakapısı da yandığından, sadâret dâiresi bir müddet Kadırga
Limanındaki Esmâ Sultan sarayına nakledildi.
Sadrâzam, silâhtar Ali paşanın rüşvet aldığını anlayan sultan üçüncü Osman, Ali paşayı 25
Ekim 1755'te görevden azlederek cezâlandırdı ve yerine yirmi sekiz Çelebizâde Said Mehmed
Efendiyi getirdi. 6 temmuz 1756'da, Sultan üçüncü Osman devrinin ikinci büyük yangını oldu.
Bu yangın İstanbul'un dörtte üçünü kül hâline getirdi. Cibâli taraflarında başlayan yangın,
on üç kola ayrıldı. Unkapanı, Süleymâniye tarafları, Vefâ'dan itibâren Şehzâdebaşı, eski
yeniçeri
odaları,
Langa
tarafları,
Zeyrek,
Saraçhâne,
Etmeydanı,
Aksaray,
Dâvutpaşa
iskelesi, Fâtih, Sultanselim, Ali paşa çarşısı, Ayakapısı semtleri harâbe hâline geldi.
Yangının ardından, İstanbul'un yeniden inşâsı için büyük bir imâr faaliyeti başladı.
Sultan
üçüncü
şefkâtli
Osman,
davranırdı.
fakirlere,
Tebdil-i
düşkünlere
kıyâfetle
çok
acıyıp,
İstanbul'da
onlara
dolaşıp,
karşı
halkın
dâima
cömert
dertleriyle
ve
bizzat
alâkadar olurdu. Haksızlıkların önüne geçip, tâmiri mümkün olanları tâmir ederdi. Müslim ve
gayri müslimlerin kıyâfet ve nizâmını ve davranışlarını dikkatle tâkip etti. Yalan ve
rüşvetle amansız bir şekilde mücâdele etti. Kim olursa olsun rüşvetçiyle yalancıyı aslâ
affetmedi.
Kadınların
dikkat
çekici
kıyâfetlerle
sokağa
çıkmalarını
yasakladı.
İmâr
faaliyetlerine önem vererek Üsküdar'da ihsâniyye Câmii ve İhsâniyye Mescidini yaptırdı.
Ağabeyi birinci Mahmûd Hanın başlattığı câmi inşâsını bitirerek Nûru Osmâniye adı ile
ibâdete
açtı.
Câminin
yanına
medrese,
kütüphâne,
imâret,
sebil
ve
çeşme
de
yaptırıp
tâmirâtı ve masraflarının karşılanması için vakıflar tesis ettirdi. Midilli Adası Siğri
Limanında, Malta korsanlarına karşı bir kale inşâ edilerek tahkim edildi. Bâbıâlinin inşâsı
tamamlandı. Ahırkapı Feneri de Sultan Üçüncü Osman devrinde yapıldı.
3. Mustafa Han
Padişahlık Sırası 26
Saltanatı 16 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 91
Cülûsu 30 Ekim 1757
Babası Sultan Üçüncü Ahhmed Hân
Annesi Mihrimah Sultan
Doğumu 28 Ocak 1717
Vefâtı 21 Ocak 1774
Kabri İstanbul Lâleli Camiî'ndedir
Yirmi altıncı Osmanlı sultanı. İslâm halifelerinin doksan birincisidir. 28 Şubat 1717'de
İstanbul'da doğdu. Babası Üçüncü Ahmed Han, annesi Mihrişâh Sultandır. Şehzadeliğinde iyi
bir
eğitim
ve
öğretim
gördü.
Yüksek
din
ilimleri,
edebiyât,
târih,
coğrafya,
askeri
bilgileri devrin meşhur âlimlerinden tahsil etti. Üçüncü Mustafa Han, Üçüncü Mustafa Hanın
vefâtıyla 30 Ekim 1757'de hükümdar oldu. Çalışkan ve azim sâhibiydi. Devlet işlerini iyi
tâkip ederek, mâli ve askeri sahâlarda ıslâhatlar yapmak istedi. Saltanatının ilk yılları
sulh ve sükûn içinde geçti. İlk sadrazamı Koca Râgıb paşayı tahta çıkışından vefâtına kadar
vazifesinde
tuttu.
Avrupa
devletleri
arasında
cereyân
eden
(1756-1763)
''Yedi
Yıl
Harbleri''nde müttefiklerden her biri Osmanlı Devletinin kendi safına katılmasını teklif
etti. Prusya ve Fransa ittifaklarına katılmaları hâlinde, siyasi, askeri ve mâli vaadlerde
bulundular.
Teklifleri
dikkatle
tâkip
eden
Mustafa
Han
ve
devlet
adamları,
ittifak
sâhiplerinin
menfaâkar ve plânlı hareketlerini yerinde teşhis edip, onları ustalıkla oyaladılar. Süratle
ordunun, donanmanın techizine ve yenilenmesine, mâliyenin iyice düzeltilip, takviyesine
başlanıldı. Hudutdaki Hotin, Bender ve Özü kaleleri ihtiyaten takviye kuvvetlerle tahkim
edildi. İstanbul'da bulunan Baren de Tott, Tophâneyi tanzim etmekle vazifelendirildi. Baren
de Tott, Tophâneyi ıslah ederek yeni toplar döktürdü. İstanbul ve Çanakkale boğazlarının
tahkim ve müdâfaası için boğaz içindeki kalelerin plânlarının tanzimiyle Hasköy'de yeni bir
top
dökümhânesi
yapılması,
orduda
kullanılan
kayık
köprü
sisteminin
tâdili
ve
top
arabalarının yeni tertip üzere düzenlenmesi gibi yenilikler yapıldı. Üçüncü Mustafa Han
yapılan işleri bizzat kontrol eder ve görürdü.
Avrupa'da
Yedi
Rusya'nın
antlaşmasıyla,
istiklâlin
Yıl
Harpleri
vazgeçilez
bitip,
Lehistan
savunucusu
iki
ayrı
paylaşıldı.
Osmanlı
ittifaktan
Rus
olmalarına
işgâl
Devletinden
rağmen,
ve
zulmüne
karşı
yardım
isteyen
Leh
Prusya
ve
hürrüyet
ve
milliyetçileri
(Polonezk) Osmanlı hu^dûdundan geçerek Balta'ya sığındılar. Bunları, rus ordusunun tâkip
etmesi ve tecâvüz etikleri topraklarda Lehlilerle berâber Osmanlı ahâlisini de kılıçtan
geçirip, kasabayı yakıp yıkmaları 18 Eylül 1739'da Belgrad'da kabul edilen süresiz OsmanlıAvusturyahakkını
Rusya
korumak,
Antlaşmasının
Rusya'nın
bozulmasına
Lehistan'a
sebep
oldu.
yerleşmesine
Osmanlı
engel
olmak
Devletinin
ve
sahte
hükümdarlık
beyânatlarla
Lehistan işgâlini dünyâ kamuoyunun da geçiştirmeye çalışıp dostu Kont Stanislaw Doniatowski
vâsıtasıyla Balta da zulüm yaptıran Rus Çariçesi İkinci Katerina'ya haddini bildirmek için
toplanan divanda Rusya'ya sefer için karar verildi. 8 Ekim 1768'de Rusya'ya savaş açıldı.
Rusya'da bulunan Osmanlı ticâret heyetinin iâdesi için İstanbul'daki Rus sefiri Obreskoff
Yedikule'de hapsedildi. Osmanlı Devletine tâbi Kırım Hanı Kırım- Giray'ın orduları 1769
Şubatında Güney Rusya'ya girerek Rusları yendi ve yüz binden çok esir alarak, döndü.
Târihte ahlaksızlığı ile meşhur olan Çariçe Katerina Kırım- Giray Hanı, Bağçesaray şehrinde
saray hekimi olan bir Rum doktoru vâsıtası ile zehirleterek öldürttü. 27 Mart 1769'da
serdâr-ı ekrem vazifesiyle Rus seferine çıkan Sadrazam Yağlıkçızâde Mehmed Emin paşa, 1
Mayıs 1769'da ilk Hotin Zaferini kazandı.
Lehistan'ı himâye için girişilen savaşta BirinciHotin Zaferinin ardından tekrar saldıran
Ruslara karşı 12 Ağustos 1769'da Hotin'de ikinci bir zafer daha kazanıldı. Yağlıkçızâde'den
sonra sadrazamlığa getirilen Moldovanlı Ali paşa, Rus seferine serdâr tâyin edildi. Ali
paşa,
Turla
geldi.
Nehrinden
Ayrıca
sşlahların
orduyu
geçirirken
yeniçerilerin
gereği
gibi
artan
köprünün
yıkılmasıyla
itâatsizliği
kullanılmamasından,
rus
ile
büyük
bir
muhârebelerden
orduları
Kırım
Hanlığı
fâcia
meydana
kaçması,
ateşli
topraklarına
ve
Romanya'ya girdi. 21 Eylül 1769'da Hotin Rusların işgâline uğradı. İngiltere ve Fransa'nın
askeri yardım ve siyasi desteğiyle, Baltık Denizinden gönderilen Rus Donanması Cebelitârık
Boğazını
geçerek
Akdeniz'e
girdi.
Bununla,
Çar
Deli
Petro
(1682-
1725)
tarafından
sistemleştirilen sıcak denizlere inme projesi Batıdan da destek ve yardım görmüş oldu. Bir
Osmanlı ülkesi olan Mora Yarımadasında ortodoksluğun hâmisi rolüyle slavlık propagandası
yapan
Rus
Kalamota
donanmasındaki
ve
Isparta'da
subaylar,
âsi
Rumlar
Koron,
ile
Modon,
Navarin,
işbirliğine
Patras,
girerek,
Anabolu,
buradaki
Tripoliçe,
Müslüman
ahâliye
müttefükleri Avrupa devletlerince de tepki gören vahşice katliamlar yaptırdılar. Bunun
üzerine Mora Serdarlığına tâyin edilen Kaptan-ı Deryâ Mandalzâde Hüsâmeddin paşanın Mora
çıkartmasıyla Rumlar geri çekilip, yetmiş bin kişilik Maynot- Rum ordusu, Tripoliçe'de 9
nisan 1770'de bozuldu. Hüsâmeddin paşaya ''Mora Fâtihi'' ünvânı verilip, bölgedeki âsiler
temizlendi. Ruslar geri çekildi. Akdeniz'deki Rus donanmsı, Osmanlılar tarafından devamlı
tâciz edildiyse de fırsatlardan istifâde eden Ruslar, İngiliz subaylarının da yardımı ile
Çeşme limanındaki Osmanlı donanmasını yaktılar.
Osmanlı donanması yanarak imhâ olunca İngiliz amirali ve Rus donanma komutanı, Boğazları
tehdit
etmek
istediler.
Fakat
tahkim
ve
müdâfaadan
ürkûp,
cesâret
edemediler.
Çeşme
fâciasından sonra, tuna boyundaki Kartal ovasında bulunan Osmanlı ordusu Yeniçerilerin
itaatsizliği yüzünden 1 Ağustos 1770'de bozguna uğradı. 1771 yazında Kırım'ın işgâlinden
başka General Tatloben idâresindeki Rus ordusu Ahıska bölgesinde bozguna uğrayıp, geri
çekildi. 2 Ağustos 1771'de Özü (Kırım) 12 Eylül 1771'de Yerköyü (Romanya), 29 Haziran
1773'te Varna (Bulgaristan), zaferleri kazanıldı. Sultan Üçüncü Mustafa Han, bei yıldan
beri devâm eden Rus seferini neticelendirmek için hazırlanırken, 21 Ocak 1774'te vefât
etti. 1768- 1774 Osmanlı- rus Harbi, Birinci Abdülhamid Han devrinde, zafer kazanılmasına
bakılmaksızın,
21
Temmuz
1774'te
imzâlanan
Küçük
Kaynarca
Antlaşmasıyla
aleyhte
neticelendi. Üçüncü Mustafa Han devrinde, Osmanlı ülkesi içeride sulh ve sükûn içindeydi.
22 Mayıs 1766 İstanbul zelzelesinden başka tabii afet olmadı. Osmanlı Rus Harbi esnâsında,
Mısır'da Kölemenli Cin Ali Beyin Suriye, Filistin ve Arabistan'daki isyânı, 1 Mayıs 1773'te
Sâlihiyyr'de mağlubiyetiyle bastırıldı. Balkanlarda Rus yayılma siyâsetinde ortodoksluğun
hâmisi
rolüyle
Mora'da
Slavlık
prapagandası
yapılıp,
,syân
çıkarıldı.
Kısa
zamanda
bastırılıp, Osmanlı ordusunun 9 nisan 1770 zaferiyle neticelendirilerek, bölgede sulh ve
sükûn sağlandı. Dış politikada, devletlerin büyük menfaatları karşılığı teklif ettikleri
siyâsi ve askeri ittifaklar kabul edilmedi. Osmanlı-Rus Harbinde de görüldüğü gibi ittifak
tekliflerinin
samimiyetsizce
ve
menfaâtkar
olduğu
meydana
çıktı.
Lehistan
(Polonya)
milliyetçilerinin ''Türk atları Vistül'de'' sulanmadıkça Polonyalılara hürriyet yok sözü
Osmanlılardan yardım istemelerinden kalmıştır.
Bütün Osmanlı sultanları gibi yüksek din ve fen ilimlerinde devrin en iyi hocalarından ders
görerek yetiştirilen Üçüncü Mustafa Han, dindâr, âdil, çalışkan, âzimli hamiyetli, metin,
hassas ve ilme, âlimlere hürmetkârdı. Devrin âlimleri seviyesinde ilmi vardı. Güzel konuşur
ve
yazardı.
ülkelerden
''Cihângir''
yazılmış
mahlasıyla
kitapları
da
yazdığı
getirdir,
şiirleri
incelerdi.
vardır.
Doğu
ve
Çok
kitap
Batı
kültürüne
okurdu.
Dış
vâkıftı.
Yapılan icrâatları bizzât yerinde kontrol ederdi. Askeri ve donanmayı teftiş etmeyi, tebdil
gezmek,
ata
binmek,
avlanmak
ve
gezi
yapmayı
severdi.
Askeri,
idâri
ve
mâli
birçok
ıslahatlarda bulundu. Çok hayırseverdi. Âlimlere ve ahâliye cömertçe ihsânlarda bulunurdu.
Süveyş'te kanal açmak, Sakarya Nehrini, Sapanca Gölü üzerinden İzmit Körfezine bağlamak
gibi düşünceleri vardı.
Birçok hayır müessesesi, askeri ve sivil eser yaptırdı. Lâleli Câmii ve yanındaki türbesi,
Çakmakçılar'da kendi adıyla bir câmi, Kadıköy'de İskele câmi Paşabahçe'de İncirliköy Câmii,
Üsküdar'da Ayazma Câmii ve zelzelelerde hasara uğraması üzerine yenilediği Fâtih Câmii,
yaptırdığı
eserlerden
Mühendishâne'i
Hümâyun
açıldı.
Bahr-i
bâzılarıdır.
Hümâyun
Zamânında
ve
1773'te
teknik
Tüfeklere
Deniz
üniversite
süngü
takıldı.
Harp
Okulunun
temelini
teşkil
eden
mâhiyetindeki
Mühendishâne-i
Berr-i
Islahatçı
hükümdâr
Üçüncü
bir
Mustafa Hanın icraatlarını oğlu Üçüncü Selim Han (1789- 1807) devâm ettirdi.
olan
1. Abdülhamid Han
Padişahlık Sırası 27
Saltanatı 15 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 92
Cülûsu 21 Ocak 1774
Babası Sultan III. Ahmed Hân
Annesi Rabia Şermi Sultan
Doğumu 20 Mart 1725
Vefâtı 7 Nisan 1789
Kabri İstanbul Sirkeci Birinci Abdulhamid Hân Türbesindedir
Osmanlı
Üçüncü
padişahlarının
Ahmed'in
yirmi
oğludur.
yedincisi
Annesi
ve
Râbia
İslâm
halifelerinin
Hâtun'dur.
20
Mart
doksan
1725
günü
ikincisi.
Topkapı
Sultan
Sarayında
(saray-ı Cedid) doğmuş ve Ocak 1774 târihinde ağabeyi Sultan Üçüncü Mustafa'dan sonra
padişah olmuştur.
Birinci Abdülhamid Han, tahta çıktığı zaman devlet buhran içerisindeydi. Tahta çıkışından
evvel başlamış olan Rus Harbi devam ediyor ve birçok eyalette de isyanlar başgöstermiş
bulunuyordu.
yenecek
Mali
kudrette
sıkıntı
bir
da
mevcuttu.
padişahtı.
Birinci
Saltanatı
Abdülhamid
müddetce
bu
Han
bu
güçlükleri
zorluklarla
mücadele
başarıyla
etti.
İyi
niyetli, dindar, gayretli bir insandı. Rus Harbine devam kararı verdi.
Çünkü düşmana karşı hiç olmazsa bir muharebe kazanarak sulh yapmak istiyordu. Fakat Osmanlı
ordusu Kozluca'da yenilmiş ve Serdar Muhsinzâde Mehmed Paşanın yanında ancak 12000 kişi
kalmış diğerleri dağılmıştı. Bu vaziyette Rusya'nın sulh şartlarını kabul etmekten başka
çare yoktu. Türk temsilcileri Ahmed Resmi ve İbrâhim Münib efendilerle Rus temsilcisi Prens
Repnin arasında 21 Temmuz 1774'de küçük Kaynarca Antlaşması yapıldı. Bu antlaşmaya göre
Kırım, Kuban ve Bucak yanlız dini bakımdan halifeye bağlı olmak üzere müstakil oluyor;
Yenikale, Kerç, Azak, Kılburun kaleleri Rusya'ya geçiyordu. Eflâk, Boğdan ve Cezâyir-i
Bahr-i
Sefid
sahili
gibi
savaşta
Ruslar
tarafından
işgâle
uğramşı
yerler
ise
Osmanlı
Devletine geri veriliyordu. Kaynarca Antlaşmasının ağırlığını artıran en önemli maddesi,
Rusların
Türk
bulunabilecek
topraklarındaki
tarzda
Ortodokslar
hazırlanmış
üzerinde
olanıdır.
bir
Antlaşmadan
çeşit
hemen
himaye
sonra
hakkı
iddiasında
Avusturya,
Osmanlı
Devletinin zâfiyetinden faydalanarak Boğdan Beyliğine bağlı Bukaniva'yı işgâl etti. (1775)
Saltanatın
başında
böyle
kahredici
bir
durumu
kabul
ile
barışı
sağlayabilen
Birinci
Abdülhamid, savaş zamanında devletin çeşitli bölgelerinde çıkmış isyanları bastırmak ve
askeri sahada ıslahatta bulunmak durumundaydı. İsyanları bastırmak üzere Kaptan-ı Deryâ
Cezâyirli
Hasan
Paşa
ve
ıslahat
yapmak
için
de
sadrazam
Halil
Hamid
Paşa
görevlendirildiler.
Kapıkulu'nun bâzı ocaklarının ıslahı için Fransa'dan mühendisler getirtilmiş, Mühendishânei Berri-i Hümâyûn (Devlet Kara Mühendishânesi) kurulmuş, yüzüstü bırakılan metruk haldeki
İbrâhim Müteferrika matbaası tekrar açılmıştır. Birinci Abdülhamid devrinde yapılan hayırlı
işlerden birisi de, yerli malı kullanılmasının mecburi hâle getirilmesidir. Diğer taraftan
Anadolu'da çeşitli karışıklıklar çıkmıştı. Her vilâyette bir âsi hüküm sürüyordu. Hele
kapısız levent denilen binlerce âsi Anadolu'yu yakıp yıkıyordu. Şam ve Mısır'da isyanlar
başgöstermiş,
İranlılar
osmanlı
topraklarına
saldırarak
pekçok
yeri
kendi
topraklarına
katmışlardı. hicaz'da ayaklanmalar birbirini takip etmişti. Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla,
Osmanlılarla Ruslar arasında tam bir sulh temin edilememiş, yanlız bir çeşit müterâke hâsıl
olmuştu. Bu antlaşma her iki tarafı da tatmin etmemişti. Osmanlılar olsun, Ruslar olsun
Kırım üzerinde daha çok hakka sahib olmak istiyorlardı. Nitekim Kırım'da bağımsızlık ilan
edildiğinde devlet Giray Han, Bâbıâli ile eski bağlılığın korunmasına tarafdardı. Bunun
üzerine
Ruslar,
asker
sevkedip
kendi
adamlarından
Şâhin
Giray'ı,
han
seçtirmişlerdi.
Böylece Kırım Hanının tâyininde çıkan anlaşmazlık, iki devleti yeni bir savaşa götürürken,
Fransızların
yardımıyla
imzâlanmıştır.
Küçük
Haliç
Kaynarca
Aynalıkavak
Kasrında
Antlaşmasının
bazı
10
Mart
maddeleriyle
1779'da
ilgili
bir
olan
bu
antlaşma
antlaşma
Aynalıkavak Tenkihnâmesi adıyla anılır. Tenkihnâmeye göre, Kırım bağımsız kalacak ve Ruslar
buradan askerlerini çekecek; buna karşılık, Osmanlılar da Şâhin Giray'ın hanlığını kabul
edeceklerdi. Kafkaslardan güneye kadar Rus hâkimiyetinin artmasını Osmanlı Devleti için
büyük tehlike olarak gören Birinci Abdülhamid Han ve Devlet adamları, Kafkasya'nın bazı
bölgelerini Türk nüfûsu altına almayı tasarladılar. Bu sebeple Soğucak ve Anapa kalelerinin
tahkim ettiler. Buradaki Çerkez kabilelerini itâat altına almaya çalıştılar.
Şuursuz olarak Rus tarafdarlığı yapan Şâhin Giray aleyhinde Kırım'da isyân çıkınca, Ruslar
buraya hemen asker gönderdiler. Binlerce Müslümanı şehit ettikten sonra yine Kırım'ı Şâhin
Giray'a bırakarak geri çekildiler. Daha sonra yeni bir bahâneyle tekrar Kırım'a girerek
memleketi
Rusya'ya
bağladılar.
(1784)
Bunun
üzerine,
tekrar
bir
Osmanlı-Rus
savaşı
tehlikesi doğdu. Osmanlı ordusu harbe hazır değildi. Bu sebepten Sultan Abdülhamid Han
antlaşmayı
bozmak
istemedi.
Rusya
ile
birkaç
yıl
gerginlikten
sonra
Koca
Yûsuf
Paşa
sadrazam oldu. Aslında 1781'de Rusya, Avusturya ile beraber bir tasarı hazırlamış ve bu
tasarıya göre de Osmanlı Devletini taksime karar vermişlerdi. Yeni Sadrazam, Rusya ile
mutlaka savaşmak istiyordu. İkinci Katerina'nın gösteri yaparak Kırım'ı ziyâret etmesine ve
Avusturya imparatoru ile görüşme yapmasına Bâbıâli artık tahammül edemiyordu. Rus elçisi
Sad'arete
çağrılarak
Kırım'ın
iâdesi
istendi.
Elçinin
uygun
cevap
vermemesi
üzerine
Rusya'ya savaş ilan edildi. Rusların idâresi altındaki Kılburun Kalesine hücum ile 17861792
Osmanlı-Rus
Sırbistan'a
savaşı
taarruz
başlamış
ettilerse
de
oldu.
bir
Avusturyalılar
sonuç
alamadılar.
da
bu
savaş
açmadan
vaziyet
Belgrad
karşısında
ve
yalnız
Ruslarla başa çıkamazken, iki düşmanla birden karşılaşılıyordu. Serdar-ı Ekrem Sadrazam
Koca
Yûsuf
Paşa,
önce
Avusturya
derdini
halletmek
istedi.
Avusturya
imparatoru
İkinci
Josef'in saldırılarını önledikten sonra sınır aşılarak düşman kendi topraklarında ağır
yenilgiye uğratıldı. İkinci Josef güç belâ kaçabildi. Fakat Rus cephesindeki savaş aleyhte
gelişiyordu. Kısmi başarılar Özi Kalesini kurtarmaya yetmedi. Özi Kalesi Ruslar tarafından
alınınca târihin en büyük mezâlimine uğradı. Mâsum ve günahsız çocuklar, genç ve ihtiyar
kadınlar dâhil 30 bin civârında insan vahşice öldürüldü.
Sadrazam, Özi Kalesinin düştüğünü bildiren ve yapılan mezâlimleri dile getiren telhisi
okurken, padişah, kederinden felç olup çok geçmeden vefât etti. (28 Mart 1789) Birinci
Abdülhamid Han, devlet işleriyle yakından ilgilenir, her konuda düşüncelerini dikte ederek
vezirlere bildirirdi. Saltanatı boyunca hep liyâkatlı sadrazam, ehil adam aramış ve onlara
yetki verip ıslahatların yapılmasına uğraşmıştır. Halil Hamid Paşa, sadrazamlarının en
değerlisidir. Abdülhamid Han, halka karşı merhametli ve çok dindar bir padişahtı. Halk
arasında kerameti dahi yaygındı. Oğullarından ikisi, Dördüncü Mustafa ve İkinci Mahmud,
padişah olmuşlardır. Birinci Abdülhamid Han, Eminönü Bahçekapı'daki imâretin karşısındaki
türbede
yatmaktadır.
Bu
türbede,
Yeni
Cami
tarafındaki
duvardaki
dolapta
Resul
aleyhisselâmın mübârek ayaklarının izleri bulunan taş vardır. Sultan Birinci Abdülhamid
Hanın, Beylerbeyi'nde bir cami ve mektep, Bahçekapı'da bir sebil, bir imâret, bir kütüphâne
ve bir türbe (şimdi bunlarınyerinde Dördüncü Vakıf Han vardır) Emirgân'da bir cami ile
çeşme ve Medine'de yaptırdığı bir medrese başlıca eserleridir.
3. Selim Han
Padişahlık Sırası 28
Saltanatı 18 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 93
Cülûsu 7 Nisan 1789
Babası Sultan Üçüncü Mustafa Hân
Annesi Mihrişah Sultan
Doğumu 24 Aralık 1761
Şehâdeti 28 Temmuz 1808
Kabri İstanbul Lâleli Camiîndedir
Osmanlı sultanlarının yirmi sekizincisi, İslâm halifelerinin doksan üçüncüsü. Sultan Üçüncü
Mustafa Hanın oğlu olup, annesi Mihrişah Sultandır. İstanbul’da 24 Aralık 1761 târihinde,
Topkapı Sarayında doğdu. Şehzâde Selim’in doğumunda yedi gün, yedi gece “Şehrâyîn”, üç gece
de
Deniz
Donanmasında
tertiplenen
merâsimlerle
büyük
şenlikler
yapıldı.
Şehzâdeliğinde
sarayda mükemmel bir eğitim, öğretim gösterilip, terbiye edilerek yetiştirildi. Yüksek din
ve fen ilimleri, Arapça ve Farsça öğrendi.
Veliahd Selim, devam etmekte olan Osmanlı-Avusturya-Rus Harbinde cephelerden gelen acı
haberlere dayanamayan amcası, Birinci Abdülhamid Hanın vefâtıyla 7 Nisan 1789 târihinde
Osmanlı Sultanı oldu. İçte ve dışdaki meseleleri hâl etmek için yüksek devlet memurlarının
katıldığı, 16 Mayıs 1789 târihinde büyük bir dîvân toplantısı yaptı.
Dîvânda devlet meselelerinin halli için herkesin fikirlerini söylemesini istedi. Dîvândan
sonra idârî, mâlî, siyâsî ve askerî meselelerin halli için tâlimat verdi. Avusturya ve
Rusya ile harplerin devâmına karar verildi. Mâliyenin düzelmesi için, sarayda bulunan altın
ve gümüş eşyânın büyük bir kısmı paraya çevrilmek üzere, darphâneye gönderildi. Merkez ve
eyâletlerdeki halk da Sultan Selim Hana yardımcı olmak ve saraya uymak için, altın ve
gümüşlerini devlete teslim etti. Saray ve halkın yardımlarıyla cepheler takviye edildi.
Fransa ve İspanya sefirleri sulh; Prusya, Kırım’ın kurtarılması için antlaşma; İsveç ise
Rusya’ya karşı yardım talebiyle harp teklif ettiler.
Sultan Selim Han, cephelerdeki harbin devâmını istedi. İsveç ile Rusya’ya karşı 11 Temmuz
1789 târihinde Beykoz İttifak Antlaşması imzâlandı. 1788 yılından beri devam eden OsmanlıAvusturya harplerinde, Serasker Kemankeş Mustafa Paşa, takviye kuvvetlerle Yaş’tan Rus
ordusuna
karşı
Arnavutların
sefere
giderken,
ihânetiyle
Foksan’da
Osmanlıordusu,
1
Avusturya
Ağustos
ordusunun
1789
âni
târihinde
taarruzuna
Foksan’da
uğradı.
bozuldu.
Avusturyalılar, Belgrat’a kadar ilerleyip, 8 Ekimde şehir düştü. 31 Ocak 1790’da Prusya ile
Avusturya
ve
Rusya’ya
karşı
ittifak
anlaşması
imzâlandı.
Prusya’nın
arabuluculuğuyla
Avusturya ile devam etmekte olan harbe son verilmesi kararlaştırıldı. Fransız İhtilâlinin
Avrupa’da sebep olduğu hâdiseler üzerine, İngiltere ve Prusya’nın müdâhalesiyle Rusya da
antlaşmaya
taraftar
hâle
getirildi.
Avusturya
ile
4
Ağustos
1791
târihinde
Ziştovi
Antlaşması imzâlandı. Antlaşmaya göre; Avusturya 1788-1791 harbinde aldığı yerleri Osmanlı
Devletine geri verecekti. Rusya ile 1787’den beri Kafkasya ve Balkanlar’da devam eden harp,
9 Aralık 1792 târihli Yaş Antlaşmasıyla neticelendi. Osmanlı Devleti, Rusya ile Avrupa’da
Dinyester Turla Nehri, Kafkasya’da Kuban Nehri hudut kesildi. Osmanlı Devleti, Ziştovi ve
Yaş Antlaşmalarıyla, en az kayıpla harbe son verip, büyük mâlî külfetlerden kurtulmuştur.
Avusturya-Rus harplerinin antlaşmalarla halli sonrasında; Avrupa devletlerinin 1789 Fransız
İhtilâli’nin etkisiyle, ülkelerinde meydana gelen hâdiselerle uğraşması, Osmanlı Devletini
geçici bir sulh devrine soktu.
Sultan Selim Han, devletin dışta sulh devrine girmesiyle; veliahtlığından beri düşündüğü
ıslâhatların icraatına geçti. Osmanlı Devleti için lüzumlu askerî, idârî, iktisâdî, ticârî
ve
sosyal
ıslâhatları
harplerdeki
mağlûbiyet
Nizâm-ı
ve
Cedid
kesin
adıyla
netîce
tatbikat
alınamaması,
safhasına
koydu.
askeriyenin
Son
ıslâhını
sefer
daha
ve
fazla
gerektiriyordu. Sultan Selim Han, devlet adamlarından aldığı lâyihalarla 24 Şubat 1793
târihinde, modern tarzda, yeni bir orduyu Nizâm-ı Cedid adıyla kurdu.
Nizâm-ı
Cedid
ordusunun
masraflarının
karşılanabilmesi
içinİrâd-ı
Cedîd
Defterdarlığı
kurulup, eski sadâret kethüdâlarından Mustafa Reşîd Efendi de bu işle vazifelendirildi.
Levend çiftliğinde kışla kurulup, yeni ordu hemen tâlime başlatıldı. Nizam-ı Cedîd ordusuna
getirilen yenilik ve tâlimler, Yeniçerilere de tatbik edilmek istendi. Ancak Yeniçeriler,
yenilik ve tâlimleri kabullenmeyerek, birkaç ay sonra eğitimi terk ettiler. Ordunun teknik
sınıfları takviye edilerek; humbaracı, lağımcı, topçu ocakları için yeni kânunlar yapıldı.
1794’te Teknik Üniversite mâhiyetinde Sütlüce’de Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn kuruldu.
Okulun
öğretim
üyesi,
kitap,
ders
âlet
ve
edevatları
yurtiçi
ve
dışından
bütünüyle
karşılandı. Nizâm-ı Cedîd ordusu yetiştirilmek üzere Ankara, Kayseri ve Konya’da teşkilât
kurulup, askerin mevcudu artırılmaya çalışıldı.
Mülkî
ıslâhat
Âyanların
da
yapılıp,
eskiden
olduğu
Anadolu
gibi
ve
halk
Rumeli
toprakları,
tarafından
seçilmesi
yirmi
kânun
sekiz
eyâlete
hâline
ayrıldı.
getirildi.
Resmî
dâirelere tâlimat gönderilerek, yazışmalara, kullanılan dile, tâbirlere dikkat edilmesi ve
halkın işlerinin sür’atle tâkip ve yerine getirilmesi istendi. İlmiye ricâli(ileri gelen
devlet adamları) için yeni nizâmnâme yayınlandı. İlmî eserler yazılıp, pekçok kitap tercüme
edilerek, yayınlandı. Ticârî ve iktisâdî sahada yenilik yapılıp, Zahire Nazırlığı kuruldu.
Tecdid-i Kânun-i Tımar ve Zeamet kânunuyla, harbe katılmayan tımar ve zeâmet sâhiplerinden
topraklarının geri alınması esâsı getirildi.
Gayri müslim esnaf ve tüccardan bâzıları vergi ve yurt dışına para kaçırmak ve Osmanlı
ülkesinde
oturduğu
halde,
yabancı
devlet
tebaasına
giriyorlardı.
Bu
durum
ve
paranın
dışarıya çıkarılmasına karşı tedbir alındı. Avrupa devletlerine daimi elçilikler kurularak,
1793’te
ilk
tâyinler
yapıldı.
Avusturya,
Fransa,
İngiltere
ve
Prusya
merkezlerine
gönderilen elçiler; bulundukları memleketlerin yalnız siyâseti ve diğer devletlerle olan
münâsebetleri hakkında bilgiler toplamakla kalmadılar. Aynı zamanda, oraların kültürleri,
her türlü ilerleme ve gelişmeleri hakkında bilgiler toplayıp, rapor hâlinde İstanbul’a
gönderdiler.
Avrupalılar
ve
Rusya’nın
kışkırtmasıyla
Balkan
kavimleri,
İngilizlerin
teşvikleriyle
Arabistan’da Vehhâbi Bedevîler, Ortadoğu’da Dürzî veMarunîler, Kölemen Beğleri,Rumeli’de
kânun
kaçaklarından
meydana
gelen
eşkiyânın
koruyucusu
Kırcalılar
da
denilen
Dağlı
Eşkiyası, devlete âsi olup, isyan çıkardılar. Bu meselelerin halli için teşebbüs edildiyse
de,
Fransa’nın
Balkanlar,
Akdeniz,
Kuzey
Afrika,
Mısır,
Filistin
ve
Suriye’deki
faaliyetleri ardından Napolyon Bonapart’ın 1798’de âni harekâtla Mısır’a asker çıkarması
sebebiyle bütünüyle tam bir hal çâresi bulunamadı.
Sultan
Selim
devletleri
Hanın
hükümdarlığının
Fransa’ya
cephe
olmasına
üçüncü
rağmen,
ayında
çıkan
Osmanlı
Fransız
Devleti
İhtilali’yle,
meseleye
Avrupa
karışmadığı
gibi
münâsebetlerini de dostâne devam ettirdi. Nizam-ı Cedid için, Fransa’dan teknik ve yetişmiş
eleman getirildi. Fransa’nın müstakbel imparatoru General Napolyon Bonapart, memleketinde
görevden alınınca, sultan SelimHanın dâveti üzerine, Nizâm-ıCedid Ordusunda vazife kabul
etmişti.
Osmanlı
Devleti;
ihtilâlle
değişen
yeni
Fransız
idâresini
tanıyan
ilk
devletlerdendi.
kıyılarını
Fakat,
almasıyla
Fransa’nın
Balkanlarda
1795
BaselAntlaşmasıyla
başlattığı
istiklâl
Venediklilerden
(bağımsızlık)
fikri
Dalmaçya
propagandası,
tâkip edilen siyâsetin değişmesine sebep oldu. Adâlet-Eşitlik-Hürriyet fikriyle yapılan
Fransız
İhtilâli,
Hırvat,
Rum
istiklale
çıkış
gâyesinden
veSırplar
dâvet
arasında
ettiler.
uzaklaşarak,
ihtilâl
Fransa,
Fransa’nın
fikirlerini
bununla
da
yayılma
yaydılar;
kalmayarak,
siyâsetine
Yahûdîleri
sömürgecilik
döndü.
Filistin’de
zihniyetiyle;
İngiltere’yi Akdeniz’den çıkarıp, Uzakdoğu’daki İngiliz sömürgelerini ele geçirmek için
Hind’e giden yolların en kısası olan Mısır’a sâhip olmak idealiyle, Osmanlı Devletinin
toprak bütünlüğünü bozmaya çalıştı. Napolyon Bonapart, beş yüze yakın gemiye aldığı Fransız
ordusuyla
Akdeniz’e
açılıp,
Malta’yı
işgâl
ettikten
sonra,
2
Temmuz
1798
târihinde
İskenderiye’den Mısır’a çıkarma yaptı. Fransa’nın beklenmedik harp îlânı ve Mısır’a çıkarma
yapması, İngiltere’nin menfaatlerine ters düştüğünden, Akdeniz’deki İngilizAmirali Nelson
harekete
geçti.
Amiral
Nelson,
1
Ağustos
1798
târihinde
Fransız
Donanmasını
Ebûkîr’de
mağlup etti. Fransız donanmasının Ebûkîr’de imhâsıyla, Napolyon’un ve Mısır’daki Fransız
ordusunun anavatanla irtibatı kesildi. Rusya, ihtilâlin tesirinden çarlığı korumak için
Fransa’ya karşı Osmanlı Devletiyle ittifak kurdu. Karadeniz’den kdeniz’e geçirilen Rus
filosu, Osmanlı donanmasıyla birlikte hareket etti. Arnavut sâhillerinin muhâfazası ve
Venediklilerden Fransa’ya geçen yerlerin alınmasıyla vazifelendirilen Tepedelenli Ali Paşa,
Preveze’de
Fransızları
mağlup
etti.
Osmanlı-Rus
donanması
Zenta
ve
Kefalonya
adaları
sâhilindeki Fransız gemilerini mağlup edip, bir kısmını da zaptetti. Bu muvaffakiyetler
üzerine, İngiltere ve Rusya ile antlaşma imzâlanarak, ittifaklar resmîlik kazandı.
Fransız donanması imhâ edildiğinden Napolyon Bonapart ve ordusunun deniz yolu, Akdeniz’de
Osmanlı-İngiliz-Rus donanmasınca kapatıldığından, Osmanlı ülkesinde mahsur kalmıştı. Sultan
Selim Han, Fransa’ya karşı ordu sevk etmek için tâyinlerde bulundu. Sayda Vâlisi Cezzâr
Ahmed Paşa, Mısır Seraskerliğine tâyin edildi. Tırhala Mutasarrıfı Köse Mustafa Paşa da
deniz
yoluyla
Mısır’a
gönderildi.
Napolyon
Bonapart,
Mısır’dan
çıkış
yolu
bulmak
ve
Suriye’ye hâkim olmak için, Akka’yı kuşattı. Akka Kalesi,Mısır Seraskeri Cezzar Ahmed Paşa
kumandasındaki
Napolyon
Nizâm-ı
Bonapart’ın
neticesiz
kaldı.
karşısında
Cedid
Cezzar
kuşatmanın
askerince,
inatla
taarruzu,
Ahmed
altmış
Paşa
Fransızlara
Fransızların
ve
dördüncü
Nizam-ı
günü,
karşı
kahramanca
çeşitli
Cedid
Napolyon
hîle
ve
askerlerinin
Bonapart;
müdâfaa
edildi.
vaatleri
Akka’da
destânî
“Akka
müdâfaası
olmasaydı,
Doğu
İmparatoru olurdum.” diyerek, büyük hayallerle kendisine bağlanan Fransız ordusunu vebâ
salgını, sefâlet ve mağlubiyetle önce Kahireye çekip, sonra da yüzüstü bırakarak, 1799
yazında gizlice Fransa’ya kaçtı. Mısır’da kalan Fransızlar, Osmanlılara mukâvemet ettilerse
de,
üst
üste
mukâvelesiyle
mağlubiyete
Fransızlar
uğradılar.
Mısır’ı
27
Haziran
boşalttı.
25
1801
târihinde
Haziran
1802
imzâlanan
târihli
tahliye
Osmanlı-Fransız
anlaşması, Fransa ile harp hâline son verdi. Mısır Vâliliğine, 1805’te Kavalalı MehmedAli
Paşa
tâyin
edildi.
Napolyon
Bonapart’ın
İstanbul
şehri
ve
Çanakkale
ile
İstanbul
Boğazlarını almak istemesi üzerine 24 Eylül 1805’te Osmanlı-Rus ittifâkı yenilendi.Napolyon
Bonapart
tehlikesine
karşı
İngiltere
ve
diğer
Avrupa
devletleri
Osmanlılara
yardım
talebinde bulundular. Fakat, Rusya ile ittifak ve İngiltere ile dostluk uzun sürmedi.
Arabistan Yarımadasındaki Vehhâbiler, Avrupalılardan gördükleri yardımlarla, çeşitli batı
dillerinde birçok yayınlarda da bulunup, 18 Şubat 1803’te Tâif’i muhâsara ettiler. Sultan
Selim Han, Arabistan’daki hâdiselere esaslı tedbirler almayı plânladıysa da; İngiltere ve
Rusya
Balkanlar
Rusya’nın
harp
meselesinden
îlân
dahi
Bâbıâli’ye
etmeden
baskı
Osmanlı
yapmak
hududunu
istemeleri,
ihlâli
muvaffak
sebebiyle
olamayınca,
gerçekleştiremedi.
Sâdece, Mısır Vâlisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa, sultandan aldığı emirle Vehhâbi isyanını
bastırıp, Arabistan ve Mısır’da kısmen huzur ve asayişi temin etti.
Sultan
Üçüncü
Selim
Han
zamânında
İngiltere’nin
Ortadoğu’da;
Rusya
veAvusturya’nın
Balkanlarda Osmanlı Devletinin iç işlerine karışıp, müdâhaleci bir siyâset tâkip etmeleri,
bu devletlerle harp hâlinde bulunan Fransa’ya yakınlaşmaya sebep oldu. Osmanlı Devletine
tâbi
Eflâk
Beyi
Konstantin
İpsilanti
ile
Boğdan
beyi
Aleksandr
Moruzzi,
Rus
yanlısı
olduklarından azledilince, İngiltere ve Rusya’nın müdâhalesiyle karşılaşıldı. Rusya, harp
îlân etmeden, General Michelson komutasındaki altmış bin mevcutlu Rus Ordusuyla, Eflâk
veBoğdan’ı işgâle başladı. Vezir-i âzam İbrâhim Hilmi Paşa, sefer için Serdar-ı ekrem tâyin
edildi.
Rusya’nın Balkanlara girmesiyle, İngiltere’de on altı gemiden meydana gelen bir İngiliz
filosunuİstanbul önlerine gönderdi. İstanbul önlerine kadar gelen İngiliz donanması, Fransa
ile münâsebetlerin kesilmesini, Osmanlı-İngiliz ittifakının yenilenmesini teklif ettiler.
Kabul edilmeyince, teklifi daha da ağırlaştırdılar. Eflâk veBoğdan’ın Rusya’ya, Çanakkale
Boğazının da İngiltere’ye teslimini teklif ettiler. İngiltere’nin teklifleri kabullenmenin
ötesinde
akıl
oyalanılarak,
zamanda
ve
boğaz
tahkim
yerleştirildi.
görünce,
hayâle
sığmayacak
sâhillerinin
iki
derecede
yakası
askerlerin
edildi.
Boğaz
İngiliz
donanması,
Osmanlı
Devletinin
üzerine
İngiltere
hükümeti,
çekildi.
Bunun
sâhillerine
olduğundan,
birkaç
gün
ve
İngilizler
ahâlinin
içinde
ve
bin
müzâkerelerle
gayretleriyle
iki
ahâlinin
yüzden
fazla
kuvvetli
Akdeniz’deki
kısa
top
tepkisini
İngiliz
donanmasını
Mısır’ın zaptıyla vazifelendirdi.
İngilizler,
çıkarma
Osmanlıya
yaparak
âsi
teslim
Kölemenlerle
aldılar.
anlaşıp,
Balkanlarda;
20
Mart
İbrâhim
1807
Hilmi
târihinde
Paşa,
İskenderiye’ye
RusCephesine
sefere
çıkınca, İstanbul’da türeyen âsiler harekete geçti. Sultan Selim Hanın, Osmanlı Devleti
lehine
icraatlarına
karşı,
iç
ve
dış
düşmanların
aleyhine
propagandasıyla
muhâlefet
başladı.
1806
Edirne
Vak’asına
sebep
olan
Nizâm-ı
Cedid
aleyhtarlığıyla
başlayan
muhâlefet,
âsilerden Kabakçı Mustafa’nın liderliğinde büyük hâdiselere sebep oldu. Yeniçeri zorbaları,
25 Mayıs 1807 Kabakçı Vak’asından sonra; asıl niyetlerini ortaya koyarak, 29 Mayısta Sultan
Üçüncü SelimHanı hâl edip, tahttan indirdiler. Âsiler, Sultan SelimHanın amcasının oğlu
Veliaht
Mustafa’yı
Osmanlı
tahtına
geçirdiler.
Sultan
Selim
Han,
on
dört
ay
Topkapı
Sarayında nezâret altında yaşadı. Kendisine sâdık devlet adamları ve âsilerin hükümetteki
icraatlarını
beğenmeyen
taraftarları,
tekrar
tahta
geçirmek
için
faaliyet
gösterdiler.
Sultan SelimHan taraftarları, Rusçuk’taki Alemdar Mustafa Paşa etrafında toplanıp, harekete
geçtiler. Alemdar Mustafa Paşa, Sultan SelimHanı tekrar tahta geçirmek için Rumeli’deki
maiyetiyle İstanbul’a geldi. 28 temmuz 1807’de Bâbıâli ve Topkapı Sarayını basıp, Sultan
Selim Hanı tahta geçirmek istediyse de muvaffak olamadı. Sultan Selim Han, 28 Temmuz 1808
târihinde Harem Dairesinde şehit edildi. 29 Temmuzda kalabalık bir cenâze merâsimiyle,
Lâleli
Câmii
yanında
babası
Üçüncü
Mustafa
Hanın
türbesine
defnedildi.
Sultan SelimHan, yaratılışında halim, selîm ve çok zekîydi. Hayırsever olup, pekçok hayır
müessesesi ve eserler yaptırdı. Üsküdar’da Selimiye Câmiini ve ÇiçekçiCâmiini yaptı. Eyüp
Câmiini
büyüterek
yeniden
Mescidini
yaptırıp,
kullanılan
meşhur
Mektebini,
yaptırdı.
Karaca
Küçükmustafapaşa’da
Selimiye
Kışlasını,
Halıcıoğlu’ndaTeknik
Ahmed’de
Gül
Câmiini
Miskinler
kiliseden
Heybeliada’da
Üniversite
Deniz
mâhiyetindeki
Tekkesi
çevirdi.
Harp
Mühendis
denilen
Üsküdar’da
Okulu
ve
Dedeler
Topçu
olan
hâlâ
Bahriye
mekteplerini
yaptırıp yeni bölükler kurdu. Saltanatı müddetince içte ve dışta büyük düşmanlarla mücâdele
etmesine rağmen, ülke îmâr edilip, fazla toprak kaybı olmadı. Tam ıslâhata başlayacağı
zaman şehit edilmesi, düşündüğü büyük hizmetlerin yerine getirilmesine mâni oldu.
4. Mustafa Han
Padişahlık Sırası 29
Saltanatı 1 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 94
Cülûsu 29 Mayıs 1807
Babası Sultan Birinci Abdülhamid Hân
Annesi Âîşe Sine Perver Sultan
Doğumu 8 Eylül 1779
Vefâtı 16 Kasım 1808
Kabri İstanbul Sirkeci Birinci Abdulhamid Han Türbesindedir
Yirmi dokuzuncu Osmanlı sultanı. İslâm halifelerinin doksan dördüncüsüdür. Babası birinci
abdülhamid Han, annesi Âişe Sineperver Vâlide sultandır. İstanbul'da 8 Eylül 1779'da doğdu.
Şehzâdeliğinde yüksek din ve fen bilgileri öğretilerek yetiştirildi. Amcası Sultan Selim
Hanın ıslahat fikirlerine karşı çıkan bâzı devlet adamları yeniçerileri tahrik ettiler.
Neticede
Kabakçı
Mustafa'nın
sevk
ve
idâresinde
ayaklanan
yamaklar
Selim
Hanı
tahttan
indirerek Şehzâde Mustafa'yı sultan ilân ettiler. Devlet idâresini ele geçiren âsiler,
Nizâm-ı cedid kuvvetlerini dağıttılar. İsyânın teşvikçisi Köse Mûsâ paşa, Sultan Selim
taraftarlarını birer birer ortadan kaldırdı. İstanbul'daki isyân, Rus cephesinde ordunun
disiplinini de bozdu. Orduda bulunan Selim Han tarafdarları Ruscuk âyânı Alemdâr Mustafa
paşanın yanına sığındılar.
Bu hâdiseler üzerine Mustafa Han, sadrazâm Hilmi paşayı azlederek yerine Çelebi Mustafa
paşayı sadarete getirdi. Osmanlı ordusundaki bu karışıklıktan faydalanan Ruslar, Eflak ve
Boğdan'da
bâzı
kaleleri
ele
geçirdiler.
Ancak
bu
sırada
Fransa
imparatoru
Napoleon
karşısında zor durumda kalmaları barış istemelerine sebep oldu. Rusya'nın Eflâk, Boğdan ve
diğer zaptettiği yerleri tahliye ederek çekilmesi şartıyla 20 Ağustos 1807'de mütâreke
imzâlandı.
Dördüncü Mustafa Han, Rusya ile yapılan mütârekeden sonra İstanbul'da âsâyişi sağlayabilmek
için
harekete
yağmalamaya,
geçti.
Bu
yeniçeriler
sırada
de
her
âsiler
işe
işi
çığırından
karışmaya
çıkararak
başlamışlardı.
halkın
Mustafa
Han,
mallarını
öncelikle
âsilerin bir kısmını çeşitli bahâne ve vazifelerle saraydan uzaklaştırdı. Ancak, zorbaları
tamâmen
sindirebilmek
için
büyük
bir
güce
ihtiyâcı
vardı.
Bunun
için
Alemdâr
Mustafa
paşanın İstanbul'a gelmesini istedi. Kendisine sâdık 16 bin kişilik kuvvetle harekete geçen
Alemdâr, öncelikle Boğaz nâzırlığı yapmakta olan Kabakçı Mustafa'yı öldürttü. Kabakçı'nın
öldürülmesi
saray
erkânı
ve
yeniçeriler
arasında
büyük
telâşa
sebep
oldu.
Daha
sonra
İstanbul'a giren Alemdâr, zorbaları ortadan kaldırmaya ve fesatçıları sürmeye başladış Bu
sırada
Alemâr'ın
tarafdarları
Sultan
Selim
Hanı
tekrar
tahta
çıkarmaları
için
tahrike
başladılar. Onun bu niyetini sezen sadrazam Çelebi mustafa paşa kendisinden İstanbul'u terk
etmesini istedi. Alemdâr Mustafa paşa da bunun üzerine 28 Temmuz günü on beş bin kişiden
fazla askeriyle Bâb-ı âliyi bastı. Sadrazamdan mührünü aldı. Ancak Üçüncü Selim'in yeniden
tahta çıkması hâlinde kendilerini öldürteceğinden korkan âsiler ve bâzı devlet adamları
padişahtan Üçüncü Selim ve şehzâde Mahmûd'un öldürülmeleri için ferman çıkarttırdılar.
Nitekim zorla saraya giren Alemdâr, Selim Hanın hançer darbeleriyle şehit edilmiş cesediyle
karşılaştı. Hizmetkârlarının yardımı ile hayâtını kurtaran Şehzâde Mahmûd'u padişah ilân
etti. (28 Temmuz 1808) Mustafa Han ise Topkapı Sarayına yerleştirildi.
Dördüncü
Mustafa
Han,
14/15
Kasım
gecesi
meydana
gelen
Alemdâr
Mustafa
paşa
Vak'ası
sırasında yeniçerilerin saraya saldırmaları ve kendisini tekrar başa geçirmeye teşebbüs
etmeleri üzerine İkinci Mahmûd Han tarafdarlarınca öldürüldü. (1808) Mustafa Han, zeki ve
tedbirli
olmasına
rağmen
Üçüncü
Selim
Hanın
tahttan
indirilmesi
neticesinde
tahta
çıkarılmış olmasından dolayı isyancıların elinde kaldı. Yeniçerilerin tamâmının zorba bir
güruh hâline gelmeleri sebebiyle eşkiyâyı bertaraf edecek bir kuvveti yanında bulunamadı.
Bu sebeple onların isteklerine boyun eğmek zorunda kaldı. Daha sonra âsileri sindirmek
üzere çağırdığı Alemdâr Mustafa paşanın Selim Hanı tekrar tahta geçirme teşebbüsü Mustafa
Hanın
aleyhte
hareketine
yol
açtı.
İkinci
Mahmûd
Hanın
saltanatı
döneminden
ve
ıslahatlarından memnun olmayan bâzı devlet adamları, yeniçerileri tahrik etmek sûretiyle
kendilerine
yakın
gördükleri
Dçrdüncü
mustafa'yı
tekrar
tahta
geçirmek
üzere
harekete
geçtiler. Bu durum neticede Mustafa Hanın öldürülmesine yol açtı. Mustafa Hanın cenâzesi
merâsimle kaldırılarak, Bahçe Kapısında babası Birinci Abdülhamid'in türbesine defnedildi.
Saltanat müddeti bir sene iki ay olup, vefât ettiğinde otuz yaşında idi
2. Mahmud Han
Padişahlık Sırası 30
Saltanatı 31 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 95
Cülûsu 27 Ocak 1595
Babası Sultan I. Abdulhamîd Hân
Annesi Nakş-İ Dil Sultan
Doğumu 20 Temmuz 1786
Vefâtı 30 Haziran 1839
Kabri İstanbul Çebmberlitaştadır
Otuzuncu Osmanlı sultanı. İslâm halifelerinin doksan beşincisidir. Osmanlı sultanlarından
birinci Abdülhamid Hanın Nakş-i Dil sultandan olan oğlu olup, İstanbul'da 20 Temmuz 1786
târihinde
doğdu.
Şehzâdeliğinde
iyi
bir
eğitim
ve
öğretim
gördü.
Yüksek
din
ve
fen
ilimlerini, devrin kıymetli âlimlerinden öğrendi. Amcası Üçüncü Selim Han onun yetişmesine
çok itinâ göstererek, modern askeri ve teknik bilgileri ve devlet idâresini iyi bir şekilde
öğrenmesini sağladı. Selim Han tahttan indirildikten sonra da yeğeni Mahmûd'la sık sık
görüşerek, ona tavsiyelerde bulundu ve tahta çıktığı zaman dikkat etmesi gereken hususları
bildirdi. 28 Temmuz 1808'de Alemdâr Mustafa paşanın Selim Hanı tekrar başa geçirmek üzere
saraya girdiği sırada sâbık hâkânın âsiler tarafından şehit edilmesi üzerine Sultan Mahmûd,
Osmanlı tahtına çıktı.
İkinci Mahmûd Han, Alemdâr Mustafa paşayı, veziriâzam tâyin edip, Kabakçı isyânından sonra
ülkede pekçok hâdise çıkaran zorbaları yola getirmekle vazifelendirildi. Kabakçı Mustafa
isyânında rol oynamış bulunan âsiler cezâlandırıldı. Fesat çıkaranlar İstanbul dışında
ikâmete mecbur tutuldu. İstanbul'da otorite sağlamaya çalışırken, Rumeli ve Anadolu'nun
birçok
yerinde
ve
bilhassa
Halep
ve
Bağdat'ta
vâlilerin
çıkardığı
karışıklıklar
devâm
ediyordu. Cezâyir'in idâresini dayılar ele geçirmişti. Vehhâbiler Haremeyn'i zaptederek,
hutbelerden
padişahın
adını
kaldırmışlardı.
Bu
kötü
gidişe,
dur
demek
isteyen
Sultan
Mahmûd, Anadolu ve Rumeli vâlilerini İstanbul'a dâvet etti. Bu vâlilerin yeni sultan'a
bağlılıklarını
bildirmelerini
istedi.
Vâliler
İstanbul'a
gelip,
Sultan
Mahmûd
Hana
bağlılıklarını arz ettiler ve muhtemel âsilere karşı ittifak senedi imzâladılar. Diğer
tarafdan isyânlar neticesinde iyice bozulan yeniçeri ocağını yola getirmek için tâlim ve
terbiye usûllerinin tekrar tatbik edilmesi istendiyse de, yeniçeriler bu icrâattan memnun
olmadılar.
Sehbân-ı
14
Ekim
Cedid
1808'de
askeri,
Sekbân-ı
yeniçeriler
Cedid
ve
adıyla
modern
tarafdarları
bir
ordu
tarafından
kurulmaya
Nizâm-ı
başlandı.
Cedid'in
ihyâsı
olarak kabul edildi. Veziriâzam Alemdâr Mustafa paşanın devlet adamlarına ve askerlere
karşı tâvizsiz icrâatları, yeniçerileri harekete sevk etti. 14-15 Kasım gecesi meydana
gelen
büyük
isyan
sırasında
Alemdâr
Mustafa
paşa
öldürüldü.
Mahmûd
Han,
yenilikleri
durdurmak zorunda kaldı. İstanbul'daki hâdiselerin yatıştırılmasından sonra diğer iç ve dış
meselelerin haline bakıldı. Arabistan'daki Vehhâbiler, Osmanlı Devletine ve Ehl-i sünnet
Müslümanlara karşı siyâsi faâliyetlerden katliamlara varan tecâvüzlerde bulunuyorlardı. Bu
arada,
Vehhabilerin
mevsiminde
hacıların
reisi
Sü'ûd
yollarını
bin
kesip,
Abdülaziz,
Hicaz'ı
Müslümanlara
istilâya
işkenceleri
ve
teşebbüs
İslâm
etti.
dinine
Hac
olan
hakâretleri, dayanılmaz bir hâl aldığından, Halife İkinci Mahmûd Han, Mısır vâlisi Mehmed
Ali paşaya fermân gönderip, Vehhabileri cezâlandırmasını emretti. Mehmed Ali paşa bir dizi
harpten sonra mübârek beldeleri Vehhabilerden temizledi. Zafer haberine çok sevinen Mahmûd
Han, Mısır vâlisi Mehmed Ali paşaya ihsanlarda bulundu.
Öte
yandan
parçalamak
Balkanlarda,
gâyesiyle
Avrupa
devletlerinin
yaptırdıkları
bölücü
ve
Osmanlı
Devletinin
yıkıcı
faaliyetler
birlik
çok
ve
bütünlüğünü
artmıştı.
Sırplar
Bükreş Antlaşması ile (28 Mayıs 1812) muhtâriyet kazanmalarına rağmen rahat durmuyorlardı.
Osmanlı Devletine ödeyecekleri senelik vergiyi kestiler. Tam istiklal propagandaları ile
kalelerdeki
getirmek
Osmanlı
için
âsileri
askerlerine
Hurşid
yola
paşa
getirdi.
saldırmaya
seraskerliğinde
Âsi
Sırp
lideri
başladılar.
sefer
Kara
1813
açıldı.
Yorgi,
yılında,
Hurşid
esir
Sırplıları
paşa
Belgrad'a
düşmekten
yola
gelip,
kurtulmak
için,
Avusturya'ya kaçtı. Belgrad ve Semendire kaleleri Osmanlılara tâbi oldu. Serasker Hurşid
paşanın umûmi af ilan etmesiyle, Sırplıların silahları toplatıldı. Kara Yorgi'den sonra
Sırplıların başına Miloş Obrenoviç geçti. Osmanlı Devletine sadâkatle hizmete devâm eden
Miloş Obrenoviç, 1818'de Avusturya'dan dönen rakibi Kara Yorgi'yi öldürdü. 1829 yılında
Sırbistan'a
muhtâriyet
verilmesine
rağmen,
yıllık
vergi
vermeyi
ve
dış
işlerinde
Osmanlılara bağlılığını devâm ettirdi. Arnavutluk'ta ise Tepedelenli Ali paşanın nüfusu
sebebiyle
Rumlar,
Rusya'nın
bütün
teşvik
ve
yardımlarına
rağmen
isyana
cesâret
edemiyorlardı. Ancak Fenerli Rumlarla eskiden beri sıkı münâsebetlerde ve İngilizlerle
gizli muhârebelerde bulunan Hâlet Efendinin hâince faâliyetleri ve özellikle Tepedelenli
Ali paşayı bertaraf etmesi Yunanlılara ayklanma fırsatı verdi. Etniki Eterya ve Fener'deki
Rum Pâtrikhânesinin hedef tâyin ettiği isyân, 1820 yılında başlatıldı. 12 Şubat 1821'de
Mora Yarımadasına yayıldı. Rum âsiler, yüzyıllardır hâkimiyeti altında yaşayıp, komşuluk
hakkını
dahi
çiğneyerek,
Müslüman
ahâliye
karşı
katliamlara
giriştiler.
İsyan
Atina,
Tesalya ve Adalara da yaıldı. Katliamlarda 1500 Müslüman şehit edildi. Rus Çarının yâveri
ve Etniki Eterya lideri Aleksandra İpsilanti, 6 Mart 1821'de Eflak'ta isyan çıkardı. İsyan
bastırıldı.
ahâlisine
İkinci
silâh
İstanbul'daki
Osmanlı
Mahmûd
Han,
dağıttırdı.
Rum
Patriği
Devletinin
iç
asilere
Bölgede
ve
birkaç
durumu
ve
karşı
yerinde
isyanlarla
metropolit,
Avrupa
ve
zamanında
alâkası
isyanla
devletlerinin
tedbir
görülenler
alâkası
aldı.
cezâlandırıldı.
görülerek
asilere
Bölge
devamlı
asıldılar.
yardım
ve
müdâhaleleri, isyânın bütünüyle bastıralamamasına sebep oldu. Mora'daki isyan büyüyerek
Adalara ve SelÂnik'e kadar yaıldı. Bu durum üzerine sultan Mahmûd Mısır vâlisi Mehmed ali
paşaya isyanı bastırmaya memur etti. Nitekim Kavalalı Mehmed Ali paşanın oğlu İbrâhim paşa
kumandasında
gönderdiği
küçük,
fakat
disiplinli
ve
modern
ordu,
isyânı
kısa
sürede
bastırmaya muvaffak oldu. (1825) Yunan isyânı sırasında yeniçeri ve sipâhilerin daha fazla
bozulduğunu gören sultan Mahmûd Han, bu fesât yuvalarını ortadan kaldırmaya karar verdi.
Yniçerilerin artan tecâvüz ve zorbalıkları kamooyuna da aleyhlerine çevirmişti. Pâdişah,
Yunan isyânının bastırılmasıyla kavuşulan sulh devresinde önce, orduyu ıslâha girişti.
Ancak askeri tâlim ve terbiyeye karşı çıkan yeniçeriler, isyân mânâsında kazan kaldırdılar.
Buna karşılık sultan Mahmûd Han da sadrazam, şeyhülislâm ve devlet erkânını toplayarak
yeniçerilerin
artık
hıyânette
bulunduklarını,
bu
sebeple
tedbir
alınmasını
belirtti.
Âlimler, din ve devletin bekâsı için bu fesat yuvasının ortadan kaldırılmasını gerektiğini
bildirdiler. Şeyhülislâmın fetvâsı ile sancak-ı şerif çıkarılarak, dinine ve padişahına
bağlı olanların onun altına gelmesi ve mücâdeleye girişmesi istendi. Böylece eşine ilk defâ
rastlanan bir olayla padişaha bağlı birlikler halkla bütünleşerek fitne ve fesat yuvası
yeniçeri
ve
sipahi
ocaklarını
ortadan
kaldırdılar.
İstanbul'da
âsi,
ahlâksız,
serseri
temizliği yapılarak, yirmi binden ziyâdesi cezâlandırıldı. Yeniçeri ocağının kaldırılması
hayırlı bir hâdise kabul edilerek Vak'a-i Hayriyye denildi. Kendilerini Bektâşi kabul eden
yeniçerilerin
babaları
ortadan
başka
kaldırılmasıyla,
yerlere
gönderildi.
hurûfi
Asâkir-i
olan
sahte
Mansûre-i
Bektâşi
tekkeleri
Muhammediyye
adlı
kapatılıp,
asker
ocağı
kurularak, devrin ihtiyaçlarına göre tâlim ve terbiye edilmesi, silâh verilmesi ve özel
kıyâfet giydirilmesi kararlaştırıldı. Topçu, humbaracı ve lağımcı ocakları ıslâh edildi.
Mekteb-i
Bahriye
açıldı.
Eğitim
ve
öğretimi
en
üst
seviyeye
çıkarmak
için
Avrupa'dan
hocalar getirildi.
Osmanlı Devletindeki bu süratli ve olumlu gelişme, Avrupa devletlerini harekete geçirdi.
İngiliz ve Fransızlar, Osmanlı Devleti içerisindeki Mustafa Reşid paşa gibi adamlarını
yardım vâdiyle kullanarak Rusya ile harbe sebebiyet verdirdikleri gibi, Mısır vâlisi Mehmed
Ali paşayı da devletine karşı kışkırttılar. Mısır'da Mehmed ali paşanın hâkim olacağı bir
devleti tanıyacağını bildiren İngiliz ve Fransızlar, onun güçlü ve disiplinli kuvvetlerini
Osmanlılara karşı çevirmeyi başardılar. Mehmed ali paşa, oğlu İbrâhim paşa kumandasında,
daha ordusu bütünüyle yeniden teşekkül etmemiş Osmanlı Devletinin Suriye eyâleti üzerine
asker sevk etti. 1831-1832 yılındaki muhârebelerde, Mısır askeri, çokluğu ve intizamlı
olması sebebi ile gâlip gelince, Osmanlılar Rusya'dan yardım istediler. Bu durum, İngiltere
ve
Fransa'yı
imzâlandı.
telaşa
düşürdü.
Antlaşmaya
göre,
Fransa'nın
Mehmed
ali
aracılığıyla
paşaya
8
Mısır
Nisan
1833
vâliliğine
Kütahya
ilâveten
Antlaşması
Suriye,
oğlu
İbrâhim paşaya da Adana eyâleti muhassıllık olarak verildi. 8 Temmuz 1833'te Rusya ile
savunma
ve
yardım
esâsına
dayanan
Hünkâr
İskelesi
Antlaşması
imzâlandı.
1839'da
Mısır
üzerine ordu sevk edildiyse de neticesi gelmeden İkinci Mahmûd Han İstanbul'da vefât etti
ve Çemberlitaş'daki türbesine defnedildi. Sultan İkinci Mahmûd Han, Osmanlı Devletinin
ilerlemesini, teknik sanâyide devrin seviyesine ulaşılmasını isteyen tedbirli, gayretli bir
padişahtı. Devrindeki büyük hâdiseler karşısında aslâ ümidsizlik ve gevşeklik göstermedi.
Gayreti sâyesinde devlet, Avrupa tarzında sistemli orduya sâhip oldu. Avrupa'da askerlik ve
yeni silahların kullanılmasını öğrenmek için, talebe gönderdi. Askeri Tıbbiye ve Harbiye
mekteplerini kurdu. Bu iki müessesenin eğitim ve öğretimini en üst seviyeye çıkarmak için
Avrupa'dan
okulların
hocalar
öğrenci
ve
mütehassıslar
ihtiyacını
getirdi.
karşılamak
Askeri
için
Tıbbiye,
medrese
ve
Harbiye
mekteplere
ve
sivil
yüksek
ilâveten
sıbyan
mekteplerinin üstünde Rüşdiyeler (ortaokul), devlet memurlarının yetiştirilmesi için de
Mekteb-i
Maârif-i
mütehassıs
eleman
Adli
kuruldu.
yetiştirmek
Ülkenin
için
ihtiyaçlarını
Avrupa'da
çok
karşılamak,
sayıda
öğrenci
çeşitli
tahsil
sahâlarda
mecbûri
hâle
getirildi. Açılan okulların seviyesini yükseltmek için ve lüzumlu fen ve teknik bürosu
kuruldu. Tekrar Avrupa devletlerinin şehirlerine konsolos gönderilmeye başlandı. 1 Ekim
1831 târihinde Takvim-i Vekâyi adlı gazete, Osmanlı Türkçesi ile ülke içinde çıkarılmaya
başlandı. Fransızcası da ülkelere gönderildi. Avrupa ülkelerine gönderilen gazeteler ile
Türkiye'nin propagandası yapılarak hâdiseler ve ıslâhatlar dünyâ kamuoyunda değerlendirmeye
tâbi tutuldu. avrupa basınında, Türkiye ve sultan Mahmûd hakkında neşredilen yayınlar tâkib
edildi.
İkinci Mahmûd Han, hükûmet teşkilâtı usülleri, kıyâfet nizamında yenilikler yaptı. Osmanlı
Devlet
teşkilâtındaki
Defterdara
Bakanı);
Mâliye
sadrazam
önceki
Nâzırı
müesseselerin
(Mâliye
Kethüdâsına
Bakanı);
Dâhiliye
yerine,
Reisü'l
Nâzırı
sadrazama
küttâba
(İçişleri
.baş
Hâriciye
Bakanı)
Vekil
(Başbakan);
Nâzırı
denilmeye
(Dışişleri
başlanıldı.
Osmanlı Devletinde büyük bir yekün tutan vakıflar için Evkaf Nezâreti kuruldu. Hükûmet ve
ahâlinin önemli meselelerinin görüşüldüğü Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye; askeri işlerin
görülüp, kararlaştırıldığı Dâr-ı Şûrâ-yı Askeri müessesesi kuruldu. Memurlar iç ve dış
işlerde
olmak
üzere
ikiye
ayrılıp,
maaşları,
rütbe
ve
derecelerine
göre
bağlanarak,
verilmeye başlanıldı. 1827'de Osmanlı Tıp Fakültesi kuruldu. 1838'de Karantina usûlünü
vücûda getirdi. Posta müessesesini kurdu. Posta yollarının kurulmasına çalıştı. Üsküdar'dan
İzmit'e
kadar
bir
posta
yolu
yaptırdı.
1831
yılında
kısmi
nüfus
sayımı
yapıldı.
Arabistan'dan asker alınmadığı için sayımdan hâriç tutuldu. Nüfus sayımında insan ve servet
durumu
ölçülmüş
oldu.
Dört
mülyon
Hıristiyana
karşılık
sekiz
milyon
Müslüman
ahâlinin
sayımı yapıldı. Bölgelerdeki Hıristiyanların sayısı, devlete verilen cizye miktârını da
ortaya çıkarmış oldu. İkinci Mahmûd Hanın ilmi fazla olup, dini, fenni, teknik, askeri,
idâri ve sanat sahalarında kendisini çok iyi yetiştirmişti. Dindar, akıllı, zeki, çalışkan
olup,
gayret
ve
azim
sâhibiydi.
Şâirdi.
Adli
mahlasıyla
şiir
yazardı.
İlim,
sanat
adamlarına ve eserlerine çok alâka gösterdi. Onlara kıymet verip, himâye ederdi. Ülkenin
imârına, ilim, sanat, hayır ve sosyal müseseselerine önem veren İkinci Mahmûd Han, pekçok
eser yaptırdı. Bâyezid Yangın Kulesini; Unkapanı ile Azapkapı arasındaki şimdi Unkapanı
Köprüsü
denilen
Nusratiye,
Mahmûdiye
Bahçekapı'da
Köprüsünü;
Hidâyet,
Beylerbeyi
Üsküdar'da
ve
Adliye,
Çırağan
saraylarını;
Arnavutköy
sâhilinde
Tophâne'de
Tevfikiye
câmilerini yaptırdı. Hazret-i Hâlid'in türbesini mükemmel tâmir ettirip, iyi bir hattat
olduğundan sandukası pûşidesi üzerindeki yazıyı kendi el yazdığı ile yazdı. Yine güzel bir
hüsnü
hatla
yazdığı
Lefkoşe'de
Selimiye
Câmiinde
asılıdır.
Tophâne'de
Kâdiri
Câmii
ve
tekkesini tâmir ettirdi.
İkinci
Mahmûd
Han,
1820
senesinde
Hücre-i
saâdete
hediye
ettiği
şamdanla
birlikte
gönderdiği aşağıdaki yazı, Osmanlı sultanlarının Resûllah'a olan hürmet ve muhabbetlerinin
bir vesikasıdır.
Şamdan ihdâya eyledim cüret yâ Resûlallah!
Murâdım der-i ulyâya hizmet, yâ Resûlallah!
Değildir ravdaya şâyeste, destâviz-i nâçizim,
Kabûlünle kıl ihsân u inâyet, yâ Resûlallah!
Kimim var hazretinden gayrı, hâlim eyleyem i'lâm,
Cenâbındandır ihsân u mürüvvet, yâ Resûlallah!
Dahilek, el'emân, sad el- emân, dergâhına düştüm,
Terahhüm kıl, bana eyle şefâ'at yâ Resûlallah!
Dü- âlemde kıl istishâb bu Han Mahmûd-i Adliyi,
Senindir evvel ü âhırda devlet yâ Resûlallah!
Mısır, Yanha ve Mora gibi vilâyetlerin isyânı ve yeniçerilerin kazan kaldırmaları, yok
edilmeleri ve Rus ordularının saldırmaları sırasında sultan Mahmûd Han, Mekke ve Medine'yi
ancak tamir edebilmiş, kendisinden sonra oğlu Abdülmecid Han, bunları tezyin için şaşılacak
bir himmet ve gayret göstermiştir.
Sultan Abdülmecid Han
Padişahlık Sırası 31
Saltanatı 21 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 96
Cülûsu 1 Temmuz 1823
Babası Sultan II. Mahmud Hân
Annesi Bezm-i âlem Vâlide Sultan
Doğumu 25 Nisan 1823
Vefâtı 25 Haziran 1861
Kabri İstanbul Sultan Selim Hân Türbesindedir
Osmanlı sultanlarının otuz birincisi ve İslâm halifelerinin doksan altıncısı. Sultan İkinci
Mahmûd
Hanın
oğlu
olup,
25
Nisan
1823
târihinde
Bezm-i
Âlem
Vâlide
Sultandan
doğdu.
Şehzâdeliğinde iyi bir tahsil gördü. Fransızca öğrendi. Avrupa'da yayınlanan neşriyatı
yakından tâkib eden Abdülmecid Han yenilik taraftârıydı. Babasının 1 Temmuz 1839'da vefâtı
üzerine on yedi yaşında tahta çıktı.
Abdülmecid Hanın devlet idâresinde yeterli tercübesi yoktu. Buna karşılık devlet erkânına
güvendiğini,
babasının
başlattığı
ıslâhat
hareketlerinin
devam
ettireceğini
ilân
etti.
Fakat bu sırada devlet ileri gelenleri arasındaki rekâbet ve kıskançlık son safhada idi.
Sultan İkinci Mahmûd Hanın cenâze merâsimi sırasında, Meclis-i vâla-yı ahkâm-ı adliyye
reisi Koca Hüsrev Paşa, sadrâzam Mehmed Emin Raûf Paşadan 2 Temmuz 1839'da mühri hümâyûnu
zorla alıp, kendini sadrâzam ilân ettirdi. Bu sırada Osmanlı Devleti, Mısır ile muhârebe
hâlindeydi. Bu sebeple genç padişah meseleyi kurcalamadı ve Hüsrev Paşanın sadrazamlığını
kabul etti. Ayrıca Mısır meselesini halletmek istediğinden, Mısır vâlisi Mehmed Ali Paşaya
Köse Akif Efendiyi göndererek affettiğini bildirdi; ordu ve donanmaya harekâtı kesme emri
verdi. Ancak bu sırada Nizib'te Osmanlı ordusunun Mısır ordusuna yenildiği haberi geldi.
Kaptan-ı
deryâ
Ahmed
Fevzi
Paşa
da,
sadrazamın
eski
husûmetinden
korkarak,
donanmayı
Mısır'a götürüp teslim etti. Böylece ordusuz ve donanmasız kalan Osmanlı Devleti karşısında
cesâret alan Mısır vâlisi, sultan ile anlaşmaya yanaşmadı. Sultan Abdülmecid Han, devleti
bu zor durumdan kurtarmak için çareler aradı. bu sırada Avrupa'dan yeni dönen Mustafa Reşid
Paşa, sultan'a Avrupa'nın yardımını sağlamak gibi bir bahâneyle Gülhâne Hatt-ı Hümâyûnu adı
ile
meşhur
olan
Tanzimat
Fermanı'nı
yayınlatmaya
muvaffak
oldu.
Tanzimat
Fermânı'nın
yayınlanmasından sonra Mısır'a karşı İngiltere'nin ön ayak olması ile, Mehmed Ali paşayı
tutan Fransa dışarıda bırakılarak Osmanlı, İngiltere, Rusya, Prusya ve Avusturya devletleri
Londra'da bir araya geldi ve 15 Temmuz 1840'da Londra anlaşması imzâlandı. buna göre,
anlaşmaya imzâ koyan devletler, Mehmed Ali paşaya onar günlük iki ültimatom verdiler.
Mehmed Ali paşa bu ültimatomları kabûl etmediğini bildirdi. bunun üzerine İngiltere ve
Avusturya tarafından desdeklenen Osmanlı kuvvetleri, Mısır ordusunu yendi. Osmanlı askeri
16 Ekim 1840 günü Trablusşam'a, 4 Kasım günü Akka'ya, 13 Kasım günü Haleb'e, 29 Aralık günü
Şam'a
girdi.
Londra
anlaşmasına
göre
artık
Mehmed
Ali
paşanın
Mısır'dan
çıkarılması
gerekiyordu. 27 Kasım1840 günü Mısır ile İngiltere arasında yapılan anlaşma ile, Mehmed Ali
paşa,
ihânet
ikinci
ültimatomun
ederek;
şartlarına
Bâbıâli'den
Mısır
ile
uyacağını
Sûdan'ın
bildirince,
ırsi
olarak
İngiltere,
Mehmed
Osmanlı
Ali'ye
Devletine
bırakılmasını
istedi. bundan maksadları, Mısır'ı yanlız bırakıp, şartların müsâid olduğu bir zamanda
işgal etmekti. Bunun üzerine Reşid paşa, Sultân Abdülmecid'e 24 Mayıs 1841 günü Mısır
fermânını yayınlattı. Bu fermân, 1914 senesine kadar Mısır'ın bir çeşit anayasası olarak
kalmıştır.
Fermâna
göre
Mısır,
mensuplarınca idâre edilecekti.
Osmanlı
padişahı
tarafından
tâyin
edilen
Kavalalı
Mısır meselesi halledildikten sonra, 13 Temmuz 1841'de Osmanlı, İngiltere, Rusya, Fransa,
Avusturya ve Prusya devletleri Londra'da tekrar bir araya gelerek, Boğazlar andlaşmasını
imzâladılar. Kendi menfaatlerine aykırı olmasına rağmen bu andlaşmayı imzâlayan Rusya,
İngiltere'nin dostluğunu kazanarak sulh yolu ile Osmanlı topraklarını bölüşmek gâyesinde
idi.
Fakat
İngiltere,
Fransa'yı
Ortadoğu'da
etkisiz
hâle
getirip,
Mısır
meselesi
ile
Osmanlı Devleti üzerinde bir çeşit ekonomik, siyâsi ve kültürel vesâyet kurarak; elde
ettiği
imtiyâzlı
durumu
paylaşmak
istemediğinden,
Rusya
ile
berâber
hareket
etmek
istemiyordu. Ayrıca Hindistan ve Hind yolu için tehlikeli gördüğü Osmanlı Devleti'ni Rusya
ile meşgul ederek, Hindistan'da ve Ortadoğu'da istediğini yapıyordu. Mısır meselesinde
yenilgiye uğrayan Fransa, Lübnan'daki Mârûnileri kışkırtarak, Dürzilerle çarpıştırdı. 1845
senesinde Osmanlı hükûmeti bâzı tedbirler alarak Fransız kışkırtmalarını önlemeye çalıştı.
Lübnan dağlarında birisi Mârûnilere, diğeri de Dürzilere âit otonom iki kaza kuruldu ve
bunlar Sayda vâlisine bağlandı. Tahta çıkışının ilk senelerinde iç ve dış olaylar ile
uğraşmakla geçiren sultan Abdülmecid, böylece devleti kısmen huzûra kavuşturdu. Islâhat
işleri ve iç meseleler ile uğraşmak imkânını buldu. 24 Haziran 1844 târihinde halka yakın
olmak, beldelerini bizzat görmek için seyâhatler yaptı. 1848'de Avusturya'da Macarlar,
Rusya'da ise Lehler bağımsızlık için ayaklandılar. İsyânı Avusturya ve Rusya çok kanlı bir
şekilde bastırdı. bu durum, Fransız ve İngiliz kamuoyunda Rusya aleyhine büyük bir tepkinin
çıkmasına sebep oldu. Macar ve Leh milliyetçilerinin liderleri Osmanlı topraklarına girerek
hükûmetten sığınma hakkı istediler. Sultan Abdülmecid Han, kendisine sığınan mültecileri,
Rusya
ve
Avusturya'nın
savaş
tehditlerine
rağmen
geri
vermedi.
Sultan'ın
bu
hareketi
Osmanlı Devletinin itibârını çok artırdı. Rusya ve Avusturya'ya karşı Fransız ve İngiliz
ortak desteğini sağladı. Nitekim çok geçmeden kutsal yerler mes'elesi ve Romanya'nın işgâli
dolayısıyla Rusya'ya savaş açan Osmanlı Devleti, bu devletlerin yardımını te'min etti.
Böylece rusya ile vukû bulan 1853-55 Kırım Harbi görünüşte parlak bir zaferle neticelendi.
Ancak cephedeki zafer, içeride Osmanlı Devletine pek pahalıya mal oldu. Batılı devletler
yaptıkları
yardımların
karşılığı
olarak
Osmanlı
ülkesinde
Hıristiyanlara
yeni
haklar
verilmesi için 1856 Islâhat Fermânı'nı yayınlattılar. Âli paşa hükûmeti tarafında ilân
edilen bu Fermân'ın hazırlanmasında İngiliz ve Fransız elçileri de bulunmuştu. Görünürde
Osmanlı toplumunu ırk, din ve dil ayırımı gözetmeden kaynaştırmayı hedef alan Islâhat
Fermânı
azınlıkların
bağımsızlık
hareketlerini
hızlandırıp,
devleti
yıkılmaya
doğru
götürmekten başka bir işe yaramamıştır. Nitekim Fermân'ın yayınlanmasından çok kısa bir
süre
sonra
Suriye'de
ve
Cidde'de
Müslümanlar
ile
Hıristiyanlar
arasında
çarpışmalar
başladı. Eflak, Boğdan ve Karadağ'da bağımsızlık gâyesiyle isyânlar çıktı. Böylece Osmanlı
Devletinin yeniden bir iç ve dış gâilelerin içine düştüğü esnâda sultan Abdülmecid Han
vefât etti. (25 Haziran 1861) Kabri, Sultan Selim Câmii bahçesindedir. Abdülmecid Hanın
genç yaşta tahta çıkışı ile saf ve temiz kalpli olması onun saltanatının hemen başında
büyük bir hatâ yapmasına sebep oldu. Bu hatâ, Osmanlı târihinde korkunç bir dönüm noktası
olmuş ve bu muhteşem İslâm devletinde bir yol olma devrinin başlamasına yol açmıştır. Bu
hatâ;
azılı
ve
sinsi
İslâm
düşmanı
olan
İngilizlerin
tatlı
dillerine
aldanarak
İskoç
masonlarının yetiştirdikleri câhilleri iş başına getirmesi ve bunların devleti içerden
yıkmak siyâsetlerini hemen anlayamamasıdır. Diğer tarafdan Abdülmecid Han devrinde başarılı
işler
de
Köprüsü
yapıldı.
yapıldı.
iskelesi
yanında
1840'da
1848'de
Büyük
ilk
olarak
Beşiktaş'la
Mecidiye
kâğıt
Ortaköy
Câmiini
para
çıkarıldı.
arasında
yaptırdı.
küçük
1851'de
1844'te
Mecidiye
(Galata)
Mecidiye
Câmiini,
Ortaköy
Şirket-i
Hayriyye
denilen
Boğaziçi vapurları işletilmeye başlandı. 1853'te başlayan Kırım Harbi sırasında ilk telgraf
hattı İstanbul- Varna-Kırım hattı olarak döşendi. 1854'te Beykoz Kasrı, 1856'da Küçüksu
Kasrı
ile
yaptırıp,
Dolmabahçe
eski
Sarayı
eserleri
yaptırıldı.
tâmir
Ayrıca
ettirdi.Abdülmecid
İstanbul'un
Hanın
pekçok
kardeşi
yerinde
çeşmeler
Abdülaziz'den
sonra
oğullarından beşinci Murâd Han, İkinci Abdülhamid Han, Beşinci Mehmed Reşad ve Altıncı
Mehmed Vahideddin Han pâdişah olmuşlardır.
Sultan Abdülaziz Han
Padişahlık Sırası 32
Saltanatı 15 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 97
Cülûsu 25 Haziran 1861
Babası Sultan ikinci Mahmud Hân
Annesi Pertevniyâl Vâlide Sultan
Doğumu 8 Şubat 1830
Vefâtı 4 Haziran 1876
Kabri İstanbul Çemberlitaş Sultan II. Mahmud Hân Türbesindedir
Osmanlı
padişahlarının
otuz
ikincisi.
Sultan
İkinci
Mahmûd'un
ikinci
oğlu
ve
İslâm
halifelerinin doksan yedincisidir. 1830 yılında doğdu. Annesi Pertevniyal Sultan Hanımdır.
İyi bir tahsil görerek yetiştirildi. Sultan Abdülmecid Hanın vefâtından sonra 1861 yılında,
32 yaşında padişah oldu.
Abdülaziz Han, güçlü kuvvetli, ata sporlarından güreşe ciride, ava meraklı, kahraman yapılı
bir
hükümdardı.
Halk
kendisini
sevmekte,
ikinci
bir
Yavuz
olarak
görmekteydi.
Üzerinde durduğu en mühim mesele ordu ve donanmanın yeniden tanzim edilmesi, yeni usûllere
göre tekâmül ettirilmesiydi. Avrupa'dan elde edilen kredilerin pek çoğu bu sahada sarf
edildi. Donanma, dünyânın sayılı donanmalarından birisi oldu. Nizâmiye, ihtiyat, redif ve
müstahfız
adıyla
700.000'i
aşkın
askeri
bir
kuvvet
hazırladı.
Bunların
top
ve
tüfek
ihtiyaçları için de modern tesisler kurdurdu. Sultan Abdülaziz Han, zeki, anlayışlı ve
dünyâ siyâsetine vâkıf olduğu için saltanatının ikinci yılında (1863) Mısır'ı ziyâret etti.
Kalabalık bir heyetle berâber, Mısır'a yapılan bu gezi çok gösterişli oldu. Yavuz sultan
Selim'den sonra Mısır'a gelen ilk Osmanlı sultanına halk çılgınca sevgi gösterilerinde
bulundu. Sultan Abdülaziz, Kahire'yi at üstünde dolaştı. Bu seyâhat Mısır halkının Hilâfet
makâmına olan bağlılığının güçlenmesini sağladı.1867 yılında Paris'te açılan büyük bir
sergiyi görmek için imparator Napolyon'un dâvetini kabul ederek Fransa'ya gitti. Oradan,
İngiltere,
Belçika,
Almanya,
Avusturya,
Macaristan
yoluyla
memlekete
döndü.
bu
seyahatlerinde Fransa imparatoru Üçüncü Napolyon, İngiltere Kraliçesi Victoria, Belçika
Kralı İkinci Leopold, Prusya Kralı Birinci Wilhelm, Avusturya imparatoru ve Macaristan
Kralı Birinci Fransuva-Josef, Romanya Prensi Birinci Karol ile görüştü. Balkanlarda Rusya
ve diğer devletlerin teklemesi ile çıkan isyanlar, devrinin en mühim hâdiselerindendir.
Rumeli ve Girit'teki gayri müslim halkın ayaklanmaları devletin başına büyük gâileler açtı.
Karadağ, Sırp, Bulgar ve Girit isyanları ile hükümet hem nüfûs, hem de mâli bakımdan
kayıplara uğradı. Karadağ'a yapılan savaşlar kazanılarak bu mesele bir müddet için kapandı.
Sırbistan'da bâzı kalelerdeki askerlerin geri çekilmesi ile anlaşma yapıldı. Girit'teki
isyân başarılı bir askeri harekât ile bastırıldı. Mahmûd Nedim Paşanın sadâreti, hem dışta
hem
de
içte
İgnatiyef'in
devletin
itibarının
tavsiyeleri
ile
sarsılmasına
hareket
eden
sebep
Mahmûd
oldu.
Nedim
Tarafdarı
Paşa,
aldığı
olduğu
Rus
sefiri
kararlarla
Avrupa
devletlerinin tepkisini çekti. Bilhassa devletin senelik ödediği borcunu beş sene müddetle
ödenmeyeceğini bildirmesi üzerine Avrupa'da Osmanlılar aleyhine gösteriler yapılmasına yol
açtı. Zâten Rusya'nın da istediği buydu. Nitekim, Ruslar bu karışıklıktan faydalanarak
Balkanlarda Panislavizm propagandasına yaygınlaştırıp büyük huzursuzluklar çıkardılar. 1875
yazında Bosna-Hersek'te isyanlar çıktı. Bunu Rusya'nın teşviki ile 1876'da Sırbistan'ın
Osmanlı Devletine savaş ilanı tâkip etti. Osmanlı Devleti sıkıntılar içinde olmasına rağmen
Sırbistan'ı kısa sürede mağlup etti. Ardından Bulgaristan'da karışıklıklar çıktı ise de
mahalli kuvvetlerle bastırıldı.
Sultan
Abdülaziz
Han,
Balkanlardaki
tehlikeli
gelişmeyi
önlemeye
çalışırken
daha
önce
görevlerinden azledilmiş bulunan Hüseyin Avni, Midhat, Mütercim Rüşdi paşalar ile Hasan
Hayrullah Efendi ihtilâl hazırlığı yapıyorlardı. Bilhassa Hüseyin Avni paşa, Mahmûd Nedim
Paşa tarafından azledilip, sürüldüğü için padişaha kin bağlamıştı. ''Kinim dinimdir'' diyen
bu adam, padişahı tahttan indirip öldürmeye karar verdi. Londra'ya gidip İngilizlerle bu
işi planladı. İkinci adam olan Midhat paşa ise, batı kültüründen ve din bilgilerinden
tamamen
yoksun
birisiydi.
Tunâ
Valiliği
zamânında
yaptığı
işler,
bilhassa
İngilizler
tarafından reklâm edilerek şişirilmişti. İçki masalarında devlete âit kararlar alırdı.
Memleketi kurtaracak tek insanın kendisi olduğuna inanırdı. Hüseyin Avni, Midhat, Mütercim
Rüşdi
ve
Süleyman
paşalar,
padişahın
tahttan
düşürülmesi
için
geniş
bir
propagandaya
giriştiler. Halıkn gözünde Sultân'ı küçültmek için çeşitli iftirâlar yaydılar. 30 Mayıs
1876 Cumâ günü sabahı, saat 04.30'da harekete geçtiler. Taşkışla'dan gelen taburlarla,
Mekteb-i
Harbiyyenin
tarafını
kontrol
300
kadar
altına
talebesi,
aldı.
Sultan
Dolmabahçe
Abdülaziz
Sarayını
Han
çevirdi.
kayıkla
alınıp,
Donanmada
topkapı
deniz
Sarayına
götürülerek, Sultan Üçüncü Selim Hanın şehid edildiği odaya hapsedildi. Sonra Fer'iyye
Sarayına götürüldü. 4 Haziran 1876'da Avni paşa, çoktan planlamış olduğu cinâyeti saraydan
elde ettiği adamlarına yaptırdı. Cezâyirli Mustafa Pehlivan, Mâbeyince Fahri Bey, Yozgatlı
Pehlivan Mustafa Çavuş ve Boyabatlı Hacı Mehmed Pehlivan, sultan Abdülaziz Hanın kaldığı
odaya zorla girdiler. büyük mücâleden sonra iki bileklerini kesip dışarı kaçtılar. Avni
paşa çığlıkları duyar duymaz, Kuzguncuk'taki yalısından Fer'iyye Sarayına geldi. Henüz
ölmemiş olan Sultân Abdülaziz Han, pencereden çıkartılan âdi bir perdeye sarılarak yakın
bir karakola nakledildi. Ölüm raporunu imzâlamak istemeyen iki doktordan birini Avni paşa
hemen Trablusgarb'a sürdü. Diğerinin de apoletlerini söktü. Üç pehlivana maaş bağlanarak
gerçeği
açıklamaları
verdikleri
önlendi.
ifâdelerde,
Sultan
Sultanın
iki
Abdülaziz'in
dişinin
naaşını
kırık
yıkayan
olduğunu,
imâmlar,
sakalının
sol
sonradan
tarafının
yolunduğunu belirtmişlerdir. Pehlivanlar da, yaptıklarını sonra itiraf etmişlerdir. İsmâil
Hâmi Danişmend 5 ciltlik İzâhlı Osmanlı Târihi Kronolojisi adlı kitabında sultanın ölüm
sebebinin intihar olmayıp, cinâyet olduğunu 31 delil ile izâh etmektedir. İntihar eden bir
kimsenin iki bileğini küçük bir makasla kendisinin derince kesmesi adli tıbba göre mümkün
değildir. Sultanın cenâzesi 5 Haziran 1876 günü büyük bir merâsimle kaldırıldı. Babası
sultan İkinci Mahmûd Hanın Çemberlitaş'taki türbesine defnedildi.
Sultan
Abdülaziz
Han,
on
beş
senelik
saltanat
zamânını
Dolmabahçe
Sarayında
geçirdi.
Zamânında yeni asker elbiseleri kabûl edildi. İlk defâ posta pulu kullanıldı. Süveyş Kanalı
açıldı. Sâhillere deniz fenerleri kondu. İstanbul'da tramvay işletilmeye başlandı. Galata
Tüneli
yapıldı
ve
işletilmeye
başlandı.
Askeri
Rüştiye
Mektepleri
ve
Osmanlı
Bankası
açıldı. Devlet Şûrâsı (Danıştay) ve Adliye Teşkilatı kuruldu. Mahkeme-i Nizâmiye, İcrâ
Cemiyeti, Cezâ, Cinâyet ve Hukuk Mahkemelerini hâvi İstinaf Mahkemesi, Temyiz Mahkemesi,
gümrüklerle
Abdülaziz
ilgili
Han
Rüsûmat
zamânında
Eminliği,
vilâyet
ve
Merkez
Bidâyet
sancaklar
yeni
Mahkemeleri
bir
teşkilata
teşkil
tabi
edildi.
tutuldu.
Yine
Mâliye
Nezâretinin Muhâsebe Meclisi genişletilerek Divân-ı Muhâsebat (Sayıştay) kuruldu. Meclis-i
Kebir-i Maârif ve Tapu Umum Müdürlüğü ve Meclis-i Hazâin teşkil edildi. Ahmed Cevdet Paşa
başkanlığında
Mektepleri
Mecelle
(Liseler)
Cemiyeti
ve
kuruldu.
Sanâyi
Maârif
Mektepleri
Teşkilat
açıldı.
Nizâmları
Fransa
düzenlendi.
İmparatoriçesi,
Sultani
Avusturya
İmparatoru, İran Şahı, Sultan Abdülaziz'i ziyâret için İstanbul'a geldiler. Şark ve İzmir
Demiryolları
açıldı.
Tıbbıye,
Mülkiye,
Orman
ve
Mâden
Mektepleri,
Dârüşşafaka
Lisesi
açıldı. İtfâiye Alayı teşkil edildi. Erzurum'un müdâfaası için yapılan ''Aziziye''tabyaları
onun
zamânında
bitirildi.
Sultan
Abdülaziz
muhtelif yerlerdeki kasrları yaptırdı.
Han,
Çırağan
ve
Beylerbeyi
sarayları
ile
5. Murad Han
Padişahlık Sırası 33
Saltanatı 93 Gün
İslâm Halifelik Sırası 98
Cülûsu 30 Mayıs 1876
Babası Sultan Abdülmecîd Hân
Annesi Şevk-efzâ Vâlide Sultan
Doğumu 21 Eylül 1840
Vefâtı 29 Ağustos 1904
Kabri İstanbul Turhan Vâşide Sultan Türbesindedir
Otuz üçüncü Osmanlı sultanı. İslâm hâlîfelerinin doksan sekizincisidir. Babası, Osmanlı
sultanlarından Abdülmecîd Han, annesi Şevkefzâ Kadınefendidir. 21 Eylül 1840 târihinde
İstanbul’da doğdu. İyi bir eğitim ve öğretim gördü. Devrin büyük âlimlerinden ders görerek
yetiştirildi. Devlet idâresi, fen ilimleri ve Arapça, Farsça, Fransızca öğrendi. Okumayı
çok sevdiğinden veliahtlığı devrinde yabancı ülkelerden de kitap getirtirdi.
Babasının 25 Haziran 1861’de vefâtından sonra Abdülazîz Han pâdişâh olunca, veliaht oldu.
Nezâketi, kibârlığı, çağına göre bilgisi ve yumuşak huyluluğu ile sevildi. Amcası Abdülazîz
Hanın
1863
Mısır
ve
1867
Avrupa
seyâhatlerine
katıldı.
Bu
gezilerde
davranışları
ile
Osmanlı hânedânının asâletini temsil ederek takdir topladı.
Veliaht Murâd, 30 Mayıs 1876 târihinde Sultan Abdülazîz Hanın hal’ edilmesiyle Osmanlı
Sultanı îlân edildi. 4 Haziran 1876’da Abdülazîz Hanın fecî şekilde şehit edildiğini ve
annesi Pertevniyâl Sultana çok çirkin işkenceler yapıldığını işiten Sultan Murâd Hanın
üzüntüden ve bu felâket yolunun sonunu düşünmekten aklı bozuldu. Üzüntüden hastalığının
artmasında doktor Capoleone’nin câhilâne ve yanlış teşhis ve tedâvisinin mühim rolü oldu.
Beşinci
Murâd
Han
belirli
odakların
bu
hasta
devleti
ve
hâliyle
ihtilâlcilerin
İslâmiyeti
yok
etmek
kuklası
için
hâline
getirilip,
hazırladıkları
yıkıcı
Avrupa’da
plânları
tatbik edilmek istendiyse de kardeşi İkinci Abdülhamîd Han bunların önüne geçti. 31 Ağustos
1876’da
hal’
edilen
ve
doksan
üç
gün
saltanat
süren
Beşinci
Murâd
Han,
Osmanlı
sultanlarının en az pâdişâhlık yapanıdır.
Saltanattan hal’inden sonra, âilesiyle Çırağan Sarayına yerleştirilen Beşinci Murâd Hanın
hastalığı sonradan iyileşti.Vaktini okumak ve torunlarını okutmakla geçiren Murâd Han,
kardeşi Sultan Abdülhamîd Hanın nâzikâne hatır sormasını, dâimâ teşekkürle cevaplandırırdı.
29 Ağustos 1904 târihinde vefât eden Beşinci Murâd Han, İstanbul’da Yeni Câmideki türbeye
defnedildi.
2. Abdülhamid Han
Padişahlık Sırası 34
Saltanatı 33 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 99
Cülûsu 31 Ağustos 1876
Babası Sultan Abdülmecîd Hân
Annesi Tir-i Müjgân Kadın Efendi
Doğumu 21 Eylül 1842
Vefâtı 10 Şubat 1918
Kabri İstanbul Çemberlitaş Sultan II. Mahmud Hân Türbesindedir
Osmanlı padişahlarının otuz dördüncüsü ve İslam halifelerinin doksan dokuzuncusu. Sultan
Abdülmecid’in
ikinci
oğlu
olup
1842’de
Tir-i
Müjgan
Sultandan
doğdu.
On
yaşında
iken
annesini kaybeden şehzade Abdülhamid, babasının emriyle Perestu Kadın Efendinin himayesine
verildi. Özel hocalar tayin edilerek iyi bir eğitime tabi tutuldu. Arapçayı, Ferid ve Şerif
efendilerden, Farsçayı kazasker Ali Mahvi Efendi ve Sadrazam Safvet Paşadan; tefsir, hadis,
fıkıh ilimlerini Gümüşhanevi Ömer Hulusi Efendiden; Fransızcayı Gardet, Edhem ve Kemal
paşalardan ve diğer din ve fen ilimlerini de sahasında üstad olan hocalardan öğrendi.
Tahsilinden
artan
zamanlarını;
ata
binmek,
silah
kullanmak
ve
spor
yapmakla
değerlendirirdi.
Şehzade Abdülhamid’in zeka ve hafızasının son derece yüksek oluşu ile politik kabiliyeti,
amcası olan Sultan Abdülaziz’in dikkatini çekti. Nitekim Sultan Abdülaziz Han, onun daha
serbest bir ortamda yetişmesini sağladı. Mısır ve Avrupa seyahatlerinde yanında götürdü.
Şehzade Abdülhamid de bu imkanlardan en iyi şekilde istifadeye çalıştı. Yabancı basını
devamlı takib ederek dış devletlerin niyet ve emellerini ve gayelerine ulaşabilmek için
uyguladıkları metodları çok iyi etüd etti. Ayrıca o, ticari faaliyetlerde de bulundu.
Kendisinin
marangoz
atölyesi
ile
çiftliği
vardı.
Toprak
işleriyle
meşgul
oldu.
Koyun
besletti. Üstübeç madenleri işletti. Son derece cömerd olan Şehzade, kazandığı paraları
saltanatı sırasında din ve devlet işleri ile fakir ve yoksullara harc etti.
İngilizlerden para alarak düşmanın kuklası haline gelen Hüseyin Avni Paşa; Midhat, Mütercim
Rüşdi, Mahmud Celaleddin ve Nuri paşalar, şeyhülislam Hasan Hayrullah Efendi ile anlaşarak
1876’da Sultan Abdülaziz’i tahttan indirdiler ve çok geçmeden de şehid ettiler. Yerine
çıkardıkları şehzade Murad, rahatsızlığı sebebiyle ancak üç ay tahtta kalabildi. Bunun
üzerine şehzade Abdülhamid otuz dört yaşındayken 31 Ağustos 1876 Perşembe günü Osmanlı
tahtına oturdu.
Sultan Abdülhamid Han tahta çıktığında devlet en buhranlı günlerini yaşıyordu. Bosna-Hersek
ve
Bulgar
ayaklanmalarına
Sırbistan
ve
Karadağ
muharebeleri
de
eklenmişti.
Girit’te
huzursuzluk had safhadaydı. Rusya, bu karışıklıkta devletten en büyük payı kapma sevdasıyla
savaş hazırlıkları yapıyordu. Yeni Osmanlı Padişahı ise aktif bir siyaset takip ediyordu.
Bütün hükümet üyeleriyle mabeyn personelini saraya davet ederek bir yemek verdi. Burada
yaptığı
konuşmada
bahriyelilerle
da
milli
birlikte
birliğe
oturup
asker
duyulan
yemeği
ihtiyacı
yedi.
dile
Zaman
getirdi.
zaman
haber
Tersaneye
giderek
vermeden
çeşitli
camilere gidip, halkın arasında aynı safta namaz kıldı. Sultanın bu hareketleri asker ve
halkın hoşuna gidiyordu. Nitekim herkeste ve özellikle orduda bir moral düzelmesi görüldü.
Bunun neticesi olarak Sırp cephesindeki ordu önemli başarılar kazanmaya başladı. Osmanlı
ordusu Belgrat’a girmek üzereyken büyük devletler işe karıştılar. Rusya’nın savaşa derhal
son verilmesi konusundaki ültimatomu üzerine Sırbistan ile üç aylık ateşkes imzalandı.
Diğer
taraftan
İngiltere,
Şark
Meselesinin
İstanbul’da
toplanacak
bir
konferansta
ele
alınmasını istedi. 23 Aralık 1876’da İstanbul’da toplanan Tersane Konferansından sonra
batılı devletler Osmanlı Devletinin bağımsızlığını tehlikeye sokacak ağır hükümler taşıyan
teklifler sundular. Bu toplantıdan bir gün önce 23 Aralık 1876’da Osmanlı Devletinde Kanuni Esasi ilan edilmiş ise de batılılar bunu nazar-ı dikkate almamışlardı.
Tersane Konferansı kararlarını reddetmenin, devletini Rusya ile karşı karşıya bırakacağını
bilen
Sultan
Abdülhamid
Han,
bu
teklifleri
kabul
etmiş
görünerek
ortalığı
yatıştırmak
istiyordu. Ancak İngilizlerin kendilerini destekleyeceği vadine aldanan sadrazam Midhat
Paşa, mecliste gayri müslimleri de kendi tarafına çekmek suretiyle Rusya aleyhine bir
konuşma
yaptı.
Harb
aleyhinde
rey
kullanacak
olanları;
peşinen
vatan
sevgisizliği
ve
ihaneti ile itham etti. Neticede meclis, Tersane Konferansı kararlarını reddetti. Ayrıca
Sultan Abdülhamid’in devlet işleriyle çok sıkı bir şekilde ilgilenmesini siyasi geleceği
açısından tehlikeli gören Midhat Paşa, onu tahttan indirmenin yollarını aramaya başladı.
Hatta Osmanlı Hanedanını dahi ortadan kaldırmayı planlayan Midhat Paşa, konağında topladığı
Namık Kemal, Ziya ve Rüşdi paşalarla kendi taraftarı olan diğer devlet ileri gelenlerine
“Al-i Osman yerine Al-i Midhat denilse ne olur?” demişti. Yine sadareti müddetince Müslüman
halkın çoğunlukta bulunduğu vilayetlere azınlıktan valiler tayin etmek ve Osmanlı ordusunun
temeli durumundaki Harbiye Mektebine Rum talebe almak gibi Osmanlı Devletini temelinden
yıkabilecek faaliyetler içerisindeydi. Onun bu zararlı icraatları üzerine Sultan Abdülhamid
Han, Kanun-i Esasi’nin kendisine verdiği yetkiye dayanarak Midhat Paşayı sadrazamlıktan
uzaklaştırdı ve yurd dışına sürdü.
Diğer
taraftan
Midhat
Paşa
sadrazamlıktan
uzaklaştırılmış
ancak
Tersane
Konferansı
kararlarını mecliste reddettirmekle Osmanlı Devletini Rusya ile karşı karşıya getirmişti.
Nitekim 24 Nisan 1877 günü Rusya, Osmanlı Devletine resmen harb ilan etti. Mali 1293
senesine rastladığı için “93 Harbi” denilen bu savaş, Edirne Mütarekesine kadar dokuz ay
sürdü. Plevne’de Gazi Osman Paşa, doğuda Ahmed Muhtar Paşanın kısmi başarılarına rağmen
savaş
umumi
bir
bozgunla
neticelendi.
Ruslar
Edirne’ye
girdiler
ve
Yeşilköy’e
kadar
geldiler. Doğuda ise Kars düşmüş ve Rus kuvvetleri Erzurum’a yaklaşmıştı. Savaşlarda on
binlerce Müslüman-Türk şehid olurken, bir o kadarı da İstanbul’a akın etti. Muhacirler bir
plan içinde Anadolu’nun çeşitli bölgelerine yerleştirilmeye çalışıldı. Bu sırada memleketin
tek karar organı olan mecliste de tam bir anarşi hüküm sürmekte ve milletvekilleri hiçbir
meselede bir araya gelememekte idiler.
Bu vaziyet karşısında Sultan Abdülhamid Han, İngiltere’yi devreye sokarak savaşın sona
erdirilmesini sağladı. Arkasından devletin başına böyle bir felaketin gelmesine sebeb olan,
savaşın bitmesi ile de bu durumda hiçbir mesuliyeti yokmuş gibi padişahı suçlamaya başlayan
Meclis-i
Meb’usan’ı
sağlanmasından
süresiz
hemen
sonra
kapattı
Osmanlı
(13
Şubat
1878).
ile
antlaşma
Devleti
Bu
arada
imzalayarak
Rusya
ateşkesin
galip
gelmenin
avantajını iyi kullanmak istiyordu. Nitekim 3 Mart 1878’de imzalanan Ayastefenos Muahedesi,
Osmanlılar için çok ağır ve feci şartlar getiriyordu. 29 Maddelik antlaşmaya göre, batıda
büyük
bir
Bulgaristan
prensliği
kurulacak,
Makedonya,
Batı
Trakya,
Kırklareli
bir
Rus
kuklası olarak düşünülen bu otonom prensliğe verilecekti. Kars, Ardahan, Batum Rusya’ya
verilip, Karadağ ve Sırbistan’ın istiklalleri kabul edilecekti. Ayrıca Osmanlı Devleti,
Rusya’ya 245 milyon Osmanlı altını harb tazminatı verecekti.
Sultan Abdülhamid Han devleti için çok tehlikeli olan bu antlaşmayı kabul etmedi. Diğer
taraftan Hind yolunun tehlikeye girdiğini gören İngiltere de, Paris Antlaşmasını ihlal
ettiği
iddiasıyla
Ayastefenos
Antlaşmasının
milletlerarası
bir
konferansta
gözden
geçirilmesini istedi. Ayrıca İngiltere toplanacak olan bu konferansta Osmanlı Devletini
desteklemek vadi ile bazı tavizler kopardı. Kıbrıs’ın idaresinin geçici olarak İngiltere’ye
bırakıldığı antlaşma, 4 Haziran 1878’de imzalandı. Sultan Abdülhamid Han hükumetin bir oldu
bitti
ile
imzaladığı
bu
antlaşmayı
kabul
etmemek
için
çok
direndi.
İngilizler
askeri
tehditte bulundular. Bunun üzerine Padişah, Kıbrıs’ta hükümranlık haklarına asla zarar
verilmeyeceği konusunda İngilizlerden bir belge almak suretiyle antlaşmayı onayladı. Buna
rağmen İngiltere 13 Temmuz 1878’de imzalanan Berlin Muahedesinde Osmanlılara vaad ettiği
desteği vermedi. Her ne kadar Berlin muahedesi ile daha önce kaybedilen bazı topraklar geri
alındı ise de Osmanlılar ümid ettikleri sonuca ulaşamadılar. Çünkü Kıbrıs’ın İngiltere’ye
bırakılmış olması diğer devletlerin de bu konudaki faaliyetlerini arttırdı. İngiltere’nin
teşvikiyle Bosna-Hersek’in idaresi Avusturya’ya bırakıldı. 1881’de Fransa Tunus’a, ertesi
yıl İngiltere Mısır’a bir oldu bitti ile el koydular. Bulgarlar da 1885’te Doğu Rumeli
eyaletini işgal ettiler.
Sultan Abdülhamid Hanın tahta çıktığı iki yıl içinde gelişen feci olaylarda padişahın
sorumluluğu yok denecek kadar azdı. Çünkü bu sırada Osmanlı dış siyasetine yön veren devlet
adamları yabancı diplomatların tesirinden çıkamıyorlardı. Devletin yüksek menfaatlerini bir
kenara iterek yabancı devletlerin çıkarlarına alet olmuşlardı. Bu yanlış tutum dolayısıyla
devletin dış itibarı sarsılmış, İstanbul ve Berlin kongrelerinde devlet adamları hakaret
derecesine varan muameleye maruz kalmışlardı. Bu sebeple milletlerarası politikada devletin
bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü savunmayı birinci hedef gören Sultan Abdülhamid Han,
hükümet üyelerinden bu hususta raporlar istedi. Ayrıca son yüz yıldır Osmanlı Devletinin
başına
gelen
felaketlerin
dış
devletlerin
piyonu
olmuş
Osmanlı
devlet
adamlarının
basiretsiz tutumlarından kaynaklandığını anlayan ve Hüseyin Avni Paşa gibi İngilizlerden
para
bile
kuvvetli
alanları
bir
gören
istihbarat
Padişah,
teşkilatı
devlet
kurdu.
hizmetinde
Nitekim
çalışanları
Sultan
kontrol
Abdülhamid
de
etmek
bu
üzere
teşkilatı;
“Vatandaşı değil, hazineden maaş aldıkları, Osmanlı nimetiyle gırtlaklarına kadar dolu
olduklar
halde
devletine
ihanet
edenleri
tanımak
ve
takib
etmek
için”
kurduğunu
belirtmektedir.
Gerçekten de Sultan Abdülhamid’in bu tedbirleri almasındaki isabeti çok geçmeden görüldü.
İngiliz taraftarı olup devletin ancak İngiliz yardımı ile kurtulabileceğine inanan Ali
Suavi, Galatasaray Lisesi Müdürlüğünden azledilmesini hazmedemeyerek Çırağan Sarayına bir
baskın düzenledi. Ali Süavi’nin hedefi, Sultan Abdülhamid Hanı saltanattan düşürmek ve
yerine Beşinci Murad’ı tekrar padişah yapmaktı. Fakat Beşiktaş Zaptiye Amiri Hasan Paşa,
kısa sürede isyanı bastırdı. Çıkan vuruşma sırasında Ali Suavi öldürüldü (20 Mayıs 1878).
Sultan
Abdülhamid
Han,
amcası
Sultan
Abdülaziz’i
şehid
ettiren
Midhat
Paşa
ve
arkadaşlarının yargılanması için 27 Haziran 1881’de Yıldız Mahkemesini kurdurdu. Bu sırada
suçluluğun verdiği bir duygu ile mahkemeye çıkmaktan korkan Midhat Paşa, İzmir’de Fransız
Konsolosluğuna sığındı. Fransızlar, Midhat Paşayı teslim etmek istemedilerse de Padişah’ın
sert direktifi karşısında duramayıp teslime mecbur kaldılar. Nitekim mahkeme sonucunda da
suçlu görülen Midhat Paşa ve arkadaşları idama mahkum edildiler ise de, Padişah verilen
cezaları müebbed hapse çevirdi.
Öte yandan devletin toparlanabilmesi için zamana ihtiyaç olduğuna inanan Abdülhamid Han,
bilhassa
savaşlardan
kaçınma
yoluna
gitti.
O,
savaşlardan
zaferle
sona
erenlerin
dahi
milleti yorup bitirdiği görüşündeydi. Saltanatı müddetince daima idareli davrandı. Devletin
pekçok
ihtiyaçlarını
hazineden
para
almak
yerine
kendi
kesesinden
karşıladı.
Padişah
öncelikle devleti ekonomik alanda düştüğü borç bataklığından kurtarmak istiyordu. Alacaklı
devletlerin
tazminat
başında
alacaklısı
İngiltere
ve
durumundaydı.
Fransa
geliyordu.
Padişah,
20
Rusya
Aralık
da,
Berlin
1881’de
Muahedesine
yayınlanan
göre
Muharrem
Kararnamesiyle
devletin
borçların
tütün,
damga
ödenebilmesi
pulu,
tuz,
için
ipek,
yeni
balık
bir
ve
formül
sigara
buldu.
Bu
tekelleri
kararnameye
ile
bazı
göre
imtiyazlı
eyaletlerin maktu vergileri bu iş için kurulan Duyun-i Umumiye teşkilatına bırakılıyordu.
Bu suretle İngiltere ve Fransa başta olmak üzere alacaklılar verdikleri borçları muntazam
bir şekilde tahsil edebileceklerdi. Bunun karşılığında 278 milyon borcun 161 milyonu, yani
yarısından fazlası Türkiye lehine siliniyordu. Alacaklılar alacaklarını belirli şekilde
tahsil edebilecekleri için memnundular. Meselenin bu şekilde halli ve Osmanlı Devletinin
üzerinden ekonomik baskının kalkması Sultan Abdülhamid’in büyük başarılarından biri oldu.
Osmanlı Devletine hasta adam gözü ile bakıldığı ve paylaşma hesapları yapıldığı bir devrede
başa geçen Sultan Abdülhamid Hanın, devletin idaresini bizzat eline aldığı 1878’den sonraki
dış
siyaseti
itibariyle
dahiyane
basit
bir
fakat
mahiyet
uygulaması
arz
etmektedir.
bakımından
Padişah’ın
zordu.
O,
dış
dünyadaki
siyaseti
politik
prensip
gelişmeleri
yakından takip etmek üzere sarayda bir çeşit bilgi merkezi kurdu. Osmanlı ülkesiyle ilgili
bütün
dünyada
çıkan
yazılar
ve
dış
temsilciliklerden
Padişah’a
gelen
raporlar
burada
toplanır ve değerlendirilirdi. Abdülhamid Han, zaman zaman önemli gördüğü meselelerde yerli
ve yabancı ilim adamlarından dış politika konusunda bilgi alırdı. Padişah’ın dış politikada
hedefi Osmanlı Devletini savaştan uzak, barış içinde yaşatmak ve her bakımdan güçlü bir
hale
getirmekti.
Devletler
arası
rekabetin
Osmanlı
Devleti
üzerinde
yoğunlaştığı
bir
devirde böyle bir siyaseti uygulamak gerçekten zordu. Padişah bilhassa Avrupa devletlerinin
Türkiye üzerinde birbirleriyle çatışan çıkar ve ihtiraslarından faydalanmaya çalıştı. Bu
sebeple milletler arası şartlar değiştikçe onun siyaseti de değişiyordu.
Sultan Abdülhamid Hanın İslam dünyasındaki itibarı pek fazlaydı. Doğu Türkistan ve Orta
Afrika’daki
Sultanlıklar
oluyorlardı.
Padişah’ın,
bile
onun
Almanya
adına
hutbe
İmparatoru
ve
okutup,
Prusya
para
Kralı
bastırıyor
İkinci
ve
Wilhelm
ona
ile
tabi
şahsi
dostluğu vardı. Avusturya ve Macaristan ile dostluk kurulmuş olup, İtalya ile münasebetler
iyiydi. Sırbistan ve Romanya etkisizdi. Karadağ ve Bulgaristan prensleri ise, Padişah’a
bağlıydılar.
Yanya
ve
Girid
vilayetlerine
göz
diken
ve
Osmanlı
hududunda
tecavüzkar
faaliyetlerde bulunan Yunanistan’a ise, 18 Nisan 1897’de harp ilan edildi. Büyük devletler
işe karışmadan Yunanistan’ın işini bitirmek isteyen Sultan Abdülhamid, başkumandan Edhem
Paşaya yıldırım savaşı istediğini bildirdi. Avrupalıların altı ayda geçilemez dedikleri
Tırhala-Çatalca
hattını
bir
kaç
günde
aşan
Osmanlı
birlikleri,
Dömeke
önlerinde
Yunan
ordusunu büyük bir bozguna uğrattılar. Artık Atina’ya 150 km kalmış ve yol açılmıştı. Ancak
Yunanistan’ın
Osmanlılar
eline
geçeceğini
anlayan
Rusya
başta
olmak
üzere
Avrupa
devletleri, Sultan Abdülhamid’den harbin durdurulmasını rica ettiler. Babıali 10 milyon
altın savaş tazminatı ve işgal edilmiş olan Teselya’nın teslimi karşılığında mütarekeye
hazır olduğunu bildirdi. Ancak mütareke sırasında işe karışan Avrupa devletleri tazminatın
4 milyon altına indirilmesini ve Türkiye’nin küçük bazı toprak parçaları ile yetinmesini
sağladılar.
Böylece
Osmanlı
Devleti,
bütün
hıristiyan
devletlerin
bir
araya
gelmeleri
neticesinde, zaferle çıkmış olduğu bir harbin bile faydasını göremedi. Fakat Yunanlılar
önemli ölçüde ezilmiş oldu.
Sultan Abdülhamid Hanın fevkalade akıllı ve tedbirli siyaseti ile bütün İslam alemini
kendisine bağladığını gören İngilizler, Osmanlı Devletinin iyiye gidişini durdurmak ve
yıkmak
için
faaliyetlerini
yoğunlaştırdılar.
Bir
taraftan
Padişah
aleyhine
faaliyette
bulunan İttihad ve Terakki Cemiyetini desteklerken, diğer taraftan Arabistan Yarımadasında
bedevi kabilelerini ve Doğu Anadolu’da Ermenileri Osmanlı Devletine karşı kışkırttılar. Bu
arada
Osmanlı
vilayetlerde
Devletinden
ıslahat
Berlin
yapılmasını
antlaşmasının,
isteyen
61.
Anadolu’da
maddenin
Ermenilerin
kesinlikle
tatbik
yaşadığı
edilmesini
istediler. Bu uygulamanın ermeni muhtariyetini doğuracağını bilen Sultan Abdülhamid Han,
İngilizleri yıllarca oyalıyarak böyle bir teşebbüse fırsat vermedi. Ayrıca ermenilerin,
Avrupa
devletlerinin
dikkatlerini
çekmek
üzere
giriştikleri
isyanları
anında
bastırdı.
Hatta bu iş için polis ve jandarmadan ziyade sivil halkı kullandı (1895-1896). Bunun
üzerine Ermeniler bir arabaya yerleştirdikleri saatli bomba ile Padişah’ı Cuma namazından
çıkışta
öldürmek
istediler.
Fakat
Abdülhamid
Han,
bu
suikastten
kurtuldu.
Bütün
bu
faaliyetler onu, tatbik ettiği politikadan zerre kadar döndürmedi.
Anadolu'yu Ermenistan olarak görmek isteyen Fransız yazar Albert Vandal, bu Türk Hakanına
"Le Sultan Rouge=Kızıl Sultan" diyerek iftiralar yağdırdı. Ne yazık ki bu satırlar Osmanlı
ülkesindeki İslamiyet ve Türklük düşmanları tarafından da aynen alınarak Padişah'a karşı
kullanıldı. Günümüzde dahi bazı gafiller bu iftiraları eserlerine koyarak genç nesilleri
aldatmaktadır.
Sultan Abdülhamid Hanın kabul etmediği ve sonuna kadar direttiği önemli konulardan birisi
de Filistin meselesiydi. Siyonistler, Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması için Sultan
Abdülhamid’e başvurdular ve Osmanlı maliyesinin en büyük problemi olan dış borçların bir
kalemde silineceğini bildirdiler. Padişah bu teklifi şiddetle reddettiği gibi, Yahudilerin
çeşitli yollarla Filistin’e gelip yerleşmelerine engel olacak tedbirleri de aldı.
Bu arada İngilizlerin Arabistan’da Cemaleddin Efgäni ve meşhur casus Lawrens yolu ile
hilafet meselesini kurcalamaya başlamaları üzerine, Sultan Abdülhamid de bölgeye büyük bir
derviş
kafilesi
gönderdi.
Aynı
şekilde
bir
kafileyi
de
Hindistan’a
gönderen
Padişah,
böylece İngilizlerin propagandalarını etkisiz kılmaya çalıştı. Padişah’ın bu faaliyetleri
üzerine
İngilizler
onu
saltanattan
uzaklaştırmadıkça
emellerine
kavuşamıyacaklarını
anladılar. Bunun için İttihad ve Terakki Cemiyetinin faaliyetlerine hız verdirdiler. Başta
Adana olmak üzere memleketin çeşitli yerlerinde isyanlar çıkardılar. Neticede İttihad ve
Terakki
Partisine
mensup
bazı
Türk
subayları,
Padişah’ı,
Kanun-i
Esasi’yi
ilan
etmeye
zorladılar. İkinci Abdülhamid Han da 23 Temmuz 1908’de anayasayı tekrar yürürlüğe koyduğunu
ilan etti. İkinci Meşrutiyet adı verilen bu olay, beklenenin aksine Osmanlı Devletinin
dağılmasını daha da hızlandırdı. Avusturya-Macaristan imparatorluğu 1908’de Bosna-Hersek’i
işgal ettiğini bildirdi. Aynı gün Bulgaristan bağımsızlığını ilan etti. Bir gün sonra da
Girit Yunanistan’a katıldığını açıkladı. Bu olaylar cereyan ederken 17 Aralık 1908’de yeni
seçilen
Meclis-i
Meb’usan
toplandı.
En
azılı
Osmanlı
düşmanları
dahi
mebus
seçilerek
meclise girmişti. Mecliste Osmanlı düşmanları daha etkiliydi.
Meşrutiyete
nazırları
göre
Sultan,
seçiyor,
kabine
sadece
güven
sadrazam
oyu
ile
alırsa
şeyhülislamı
çalışıyor,
seçebiliyordu.
meclis
istediği
Sadrazam
zaman
da
hükümeti
düşürebiliyordu. Neticede devletin idaresi ehliyetsiz, tecrübesiz ellere geçti. Böylece
çeşitli
din,
dil
ve
ırka
mensup
meb’usların
hepsi
Osmanlı
Devletinden
ayrılarak
istiklallerini ilan etmek için her türlü gayr-i meşru vasıtalara başvuruyorlardı. Binlerce
Müslümanın kanına giren Yunan, Sırp, Bulgar ve Ermeni çeteleri için umumi af ilan edildi.
Osmanlı Devletinden kaçan ne kadar isyancı varsa, hepsine yeniden kapılar açıldı ve bunlar
İstanbul’a
geldiler.
İngilizler,
Ruslar
ve
diğer
hıristiyan
devletler,
azınlıklara
el
altından bol miktarda silah gönderdiler.
İttihad ve Terakki Cemiyeti liderleri, yaptıkları acemi siyasetleri ile ortalığı birbirine
karıştırmışlardı. Yapacakları icraatlarda kendilerine destek olması için, Selanik’ten avcı
taburlarını getirerek taş kışlaya yerleştirdiler. Kendilerine karşı olanları çekinmeden
öldürüyorlar, memlekette terör havası estiriyorlardı. Kısa zamanda halkın huzuru kaçtı.
İttihatçılar lanetle anılmaya başlandı. Yine bunların baskısıyla hükumet alaylı subayları
ordudan çıkarttı. Bu sırada bazı gazeteler, İttihatçılara karşı halkın dini duygularını
galeyana getiren neşriyat yaparak, halkı ve orduyu isyana teşvik ediyordu. Rumi 31 Mart
günü
dördüncü
avcı
taburuna
bağlı
askerler
gece
yarısı
isyan
ederek
subaylarını
hapsettiler. Padişah Abdülhamid Han, isyanı Hüseyin Hilmi Paşanın gönderdiği bir telgraf
sonucu
öğrendi.
İsyancılar
sadrazamın
azledilmesini,
görevden
alınan
alaylı
subayların
tekrar orduya alınmasını istiyorlardı. Bunun üzerine Hüseyin Hilmi Paşayı sadrazamlıktan
azl ederek yerine Tevfik Paşayı getirdi ve Müşir Edhem Paşayı da harbiye nazırı yaptı.
Mabeyn başkatibi ile isyancılara isyandan vazgeçtikleri takdirde affedildiklerine dair bir
hatt-ı hümayun gönderdi. Bunun üzerine isyan bir mikdar yatıştı. Ancak, ertesi gün yine
alevlendi.
İsyanın
Rumeli’deki
yankısı
büyük
oldu.
Hadisenin
kim
tarafından
hazırlandığı
belli
olmadığı için, Sultan boy hedefi oldu. Üçüncü ordu ile gönüllü Bulgar müfrezesi ve Sırp,
Yunan, yahudi, Arnavut çetecilerden müteşekkil bir ordu kurularak İstanbul’a sevk edildi.
Mevcudu on beş bine varan Hareket Ordusu, 24 Nisan’da Topkapı ve Edirnekapı’dan şehre
girerek yol üzerindeki askeri karakolları teslim aldı ve Harbiye Nezaretini işgal etti.
Taksim kışlası ile Taşkışla’daki mukavemet, şiddetli top ateşi karşısında kırıldı. Bu arada
Yıldız Sarayının işgali sırasında Sultan Abdülhamid Han kendisine sadık olan Birinci ordu
ile,
Hareket
ordusuna
karşı
konulması
hususunda
yapılan
teklifleri
kabul
etmeyerek;
“Müslümanların halifesi olduğunu ve Müslümanı Müslümana kırdıramayacağını” söyledi. Eğer
ülkenin en mükemmel ordusu olan Birinci Orduya, karşı koyma emri verilseydi, derme çatma
olan
Hareket
ordusu
bir
anda
dağıtılabilirdi.
Padişah’ın
emrine
boyun
eğen
askerler
silahların teslim edince, 25 Nisan günü Hareket Ordusu İstanbul’a hakim oldu. Mahmud Şevket
Paşa, sıkıyönetim ilan ederek suçlu suçsuz bir çok insanı idam ettirdi. Yüzlerce Balkan
çetesiyle saraya girerek kıymetli eşyaları yağmaladı. İttihad ve Terakki hakimiyetini devam
ettirmek için İstanbul’da terör havası estirmeye başladı.
27 Nisan 1909 günü Ayan ve Mebuslar meclisi toplandı. Ayan’dan Gazi Ahmed Muhtar Paşa,
kürsüye gelerek, önceden kararlaştırıldığı gibi Padişah’ın hal’ edilmesini teklif etmişti.
Bu teklif kabul edildikten sonra, yine Gazi Ahmet Muhtar Paşa, hal’ kararının bir fetvaya
istinad ettirilmesi lüzumuna işaret etmişti. Hal’ fetvasının ilk müsveddesini mebuslardan
Elmalılı Hamdi Yazır hoca yazmıştı. Fetvada Sultan Abdülhamid Hana 31 Mart İsyanına sebeb
olmak, din kitaplarını tahrif etmek ve yakmak, devletin hazinesini israf etmek, insanları
suçsuz oldukları halde idam ettirmek... gibi asılsız suçlar yükleniyordu. Fetva emini Hacı
Nuri Efendi bu suçlamaların iftira olduğunu ileri sürerek fetvayı imzalamadı. Ancak Meclis,
bu fetva gereği Sultan’ı hal’ kararı aldı.
Nihayet, hal’ kararını Padişah’a tebliğ için, Ayan ve Mebusanı temsilen bir heyet seçilmiş
ve Yıldız Sarayına gönderilmişti.
Sultan Abdülhamid Hana hal’ini tebliğ için Yıldız’a gönderilen heyetin teşekkül tarzı ise,
Türk tarihinin en yüz kızartıcı hadiselerinden birisi oldu. Bütün Osmanlı tebeasını temsil
etmesi gerektiği iddiası ile teşekkül olunan hey’ette tek bir Türk yoktu. Bunlar; Yahudi
Emanuel
Karasso,
Arnavut
Esat
Toptani,
Ermeni
Aram
Efendi
ve
Padişah’ın
uzun
seneler
yaverliğini yapmış olan katışık soydan Arif Hikmet Paşa idiler. Padişah, hal’ kararını
tebliğe gelenlerin kimler olduğunu, mabeyn başkatibi Cevad Beye sorup öğrenince; “Bir Türk
padişahına, İslam halifesine hal’ kararını bildirmek için bir Yahudi, bir Ermeni, bir
Arnavut ve bir nankörden başkasını bulamadılar mı?!” demekten kendini alamadı.
İttihatçılar, o gece (27 Nisan 1909) Sultan Abdülhamid Hanı İstanbul’dan çıkararak, kontrol
altında tutabilecekleri Selanik’e naklettiler.
Bu
sırada
hiçbir
şeyini
almasına
izin
verilmedi.
Padişah’a
yolculuğunda
üç
kızı
ile
oğullarının ikisi refakat etti. Selanik’te Alatini Köşkü kendisine tahsis edildi. Burada
çok sıkı bir nezaret içinde acıklı yıllar geçirdi. Gazete okumasına dahi izin verilmedi.
Sultan Abdülhamid Han, Selanik’te üç yıldan fazla kaldı. Yunanistan’ın Osmanlı Devletine
harb ilan etmesi üzerine, Büyük kabine denilen Gazi Ahmed Muhtar Paşa kabinesi, Sultan
Abdülhamid
Han’ın
Selanik’te
muhafazası
zorlaşacağından,
İstanbul’a
nakledilmesini
kararlaştırdı. Sultan Reşad da bu kararı tasdik etti.
1 Kasım 1912 günü Loreley vapuru ile İstanbul’a getirilen Hakan-ı sabık (eski padişah),
ikametine tahsis olunan Beylerbeyi Sarayına yerleştirildi.
Sultan Abdülhamid Han, Beylerbeyi Sarayında beş buçuk yıl yaşadı. Bu müddet zarfında, otuz
üç yıl dahiyane bir denge siyaseti ile harp riskine sokmadan ayakta tutmaya çalıştığı
devletin bir oldu bittiye getirilerek harb-ı umumi felaketine sürüklendiğine şahid oldu.
İngilizler ile Fransızların Çanakkale Boğazını zorladıkları günlerdi. Boğaz istihkamlarının
dayanamayacağı ve düşman donanmasının Marmara Denizine geçebileceğinden endişe edildiği
için bir tedbir olarak padişahın ve hükumetin Eskişehir’e nakli kararlaştırılmıştı. Durum
Abdülhamid
Hana
bildirilince;
“Ben
Fatih’in
torunuyum.
Hiçbir
vakit
Bizans
İmparatoru
Kostantin’den aşağı kalamam. Dedem İstanbul’u alırken, Kostantin askerinin başında savaşa
savaşa
ölmüştür.
Biraderim
nereye
giderse
gitsinler.
Fakat
o
ve
hükumet,
İstanbul’dan
ayrılırlarsa bir daha dönemezler. Bana gelince; ben Beylerbeyi Sarayından ayağımı dışarıya
atmam!” diye cevab verdi. Onun bu kararlılığı karşısında hükumet İstanbul’da kaldı. Böylece
devletin daha o gün yıkılmasını önlemiş oldu.
Abdülhamid
Han,
Harb-ı
Umuminin
sonuna
yaklaşıldığı
1918
yılının
Şubat
ayı
başında
hastalandı. Yetmiş yedi yaşındaydı. Şiddetli bir nezleye tutulmuş, yaşlılığından dolayı
yatağa düşmüştü. 10 Şubat 1918 günü akşamı vefat etti ve Çemberlitaş’taki Sultan Mahmud
türbesine defnedildi.
Sultan Abdülhamid’i tahttan indiren paşalar ise sonunda, memleketi düşman çizmeleri altında
bırakarak kaçtılar. İlk olarak Enver Paşa, Talat Paşa, Doktor Behaeddin Şakir, Doktor
Nazım,
30
Ekim
1918’de
Mondros
Antlaşmasını
imza
ettikten
sonra,
gece
yarısı
ülkeyi
terkettiler. Talat Paşa, 1921’de kırk dokuz yaşında Berlin’de, Enver Paşa 1922’de kırk
yaşında Türkistan’da, Cemal Paşa da 1922’de elli yaşında Tiflis’te öldürüldüler.
Sultan
Abdülhamid
zamanında:
Her
vilayette
mektepler,
hastaneler,
yollar,
çeşmeler,
yapıldı. Viyana’dan başka bir yerde eşi bulunmayan modern bir tıp fakültesi açıldı. 1876’da
Mekteb-i Mülkiyeyi yaptırdığı gibi 1879’da da bir müze yaptırdı. 1880’de Hukuk Mektebi ve
Divan-ı Muhasebatı (Sayıştay) kurdu. Beyoğlu Kadın Hastanesini yaptırdı. 1881’de Güzel
Sanatlar Akademisi, 1883’te Yüksek Ticaret Mektebi, 1884’te Yüksek Mühendis Mektebi ve
Yatılı Kız Lisesi açıldı. 1886’da Terkos Suyunu İstanbul’a getirtti ve Mülkiye Lisesini
açtı. 1887’de Alman İmparatoru İstanbul’a geldiğinde, Sultan Ahmed Meydanında Alman Çeşmesi
yapıldı. 1889’da Bursa’da İpekçilik Mektebini yaptırdı. 1891’de Halkalı Ziraat ve Baytar
Mektebi
ile
Kağıthane’de
bir
poligon
kurdurdu.
1890’da
Bursa
demiryolunu
ve
Aşiret
Mektebini yaptırdı. 1891’de Üsküdar Lisesi ve Rüşdiyye Mektebleri ve yeni postane binası ve
Osmanlı Bankası ile reji binalarını ve Yafa-Kudüs demiryolu ile Ankara demiryolu yapıldı.
Yine
1892’de
Hamidiye
Kağıt
Fabrikası,
Kadıköy
Havagazı
Fabrikası
ve
Beyrut
Limanı
Rıhtımını yaptırdı. 1893’te Osmanlı sigorta şirketi, Küçüksu Barajı ve Manastır-Selanik
demiryolu yapıldı. 1894’te Şam-Horan demiryolu ve Eskişehir-Kütahya demiryolu yapıldı. Yine
1894’te Hamidiye Yüksek Ticaret Mektebi ve Galata-Tophane Rıhtımı, Dolmabahçe Saat Kulesi
inşa edildi. 1895’te Beyrut-Şam demiryolu, Darülaceze binası, mum fabrikası, Afyon-Konya
demiryolu, Sakız Limanı Rıhtımı, şimdiki İstanbul Lisesi binası, İstanbul-Selanik demiryolu
yapıldı. Ereğli kömür ocakları çalıştırıldı. 1896’da Tuna Nehrinde Demirkapı Kanalını,
Kapalıçarşı tamirini yaptırdı. Akıl Hastanesini, 1900’de Medine-i münevvereye kadar telgraf
hattı yaptırdı. 1902’de Hamidiye Hicaz demiryolu Zerka’ya kadar işledi. Kağıthane’deki
Hamidiye
suyu
İstanbul’a
getirildi.
Yeni
balıkhane,
Haydarpaşa
Rıhtımı,
Maden
Arama
Mektebi, Şam’da Tıbbiye-i Mülkiye yapıldı. Haydarpaşa’da 1903’te Askeri Tıbbiye Mekteb-i
Şahanesi,
1904’te
Dilsiz
ve
Sağırlar
Mektebi
açıldı.
1904’te
Bingazi’ye
telgraf
hattı
yapıldı. 1905’te İstanbul-Köstence kablosu döşendi. Haydarpaşa İstasyon Binası yapıldı.
Beşiktaş Tepesindeki Yıldız Sarayı ve önündeki camiyi yaptırdı. Velhasıl Avrupa’da yapılan
yeniliklerin hepsini en modern şekilde yurdumuzda yaptırdı.
Ne yazık ki, 1909’da tahttan indirilince, bütün bu ilerlemeler durdu ve memleket kana
boyandı. Abdülhamid Han, İstanbul-Eskişehir-Ankara ve Eskişehir-Adana-Bağdad ve Adana- ŞamMedine demiryollarını yaptırdığı zaman, başka memleketlerde bu kadar demiryolu yoktu. Din
bilgileri, fen ve edebiyat ile ilgili pekçok kitap bastırdı. Köylere kadar kurslar açtırdı.
Parasız kitaplar gönderdi. Harp gücünü kaybetmiş olan eski gemileri Haliç’e çekip Avrupa’da
yapılan üstün evsaflı kruvazörler, zırhlılar ile donanmayı kuvvetlendirdi. Askeri, subayı
öyle şerefli olmuştu ki, bir kahvenin önünden bir binbaşı geçerken, kahvede oturanlar ayağa
kalkarak saygı gösterirlerdi. Öyle bereket vardı ki, bir binbaşının evinde pişen yemekten,
bir
mahalle
severdi.
fakirlerinin
karnı
doyardı.
Bütün
millet,
sivil,
asker,
herkes
birbirini
Sultan Mehmet Reşat Han
Padişahlık Sırası 35
Saltanatı 9 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 99
Cülûsu 27 Nisan 1909
Babası Sultan Abdulmecîd Hân
Annesi Gülcemâl Kadın Efendi
Doğumu 2 Kasım 1844
Vefâtı 3 Temmuz 1918
Kabri İstanbul Eyyüb Sultan Reşâd Hân Türbesindedir
Osmanlı
padişahlarının
otuz
beşincisi
ve
İslâm
halifelerinin
yüzüncüsü.
Çocukluğundan
itibaren husûsi olarak iyi bir tahsil ve terbiye ile büyüdü. Yüksek din ve fen bilgilerini
okudu. Arapça ve Fransızcayı mükemmel bir şekilde öğrendi. Uzun Şehzâdelik devrinin çoğunu
okumakla geçirdi. 1890 senesinde İngilizlerin yardımıyla kurulan ve padişah aleyhtârı Türk,
Rum, Ermeni, Arnavud ve Yahudilerle Bulgar, Sırp ve Yunan çeteleri tarafından desteklenen
İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1909 yılında Sultan Abdülhamid Hanı tahttan indirdi ve yerine
kukla
bir
vaziyette
Mehmed
Reşât
Hanı
geçirdi.
Devlet
idâresini
tamâmen
hâkim
olan
ittihatçılar, istedikleri kabineyi iş başına getiriyorlar, istemediklerini ise baskı ve
tehditle görevden uzaklaştırıyorlardı.
Sultan Abdülhamid tarafdarı diyerek pekçok kişiyi idâm ettirdiler. Herkes ölüm ve hapis
korkusu içine düştü. Memlekette can, mal ve nâmus enmiyeti kalmadı. Devlet düşmanlığı, küfr
ve
dinden
neticesi
dönme
olarak
moda
oldu.
Her
Arnavutluk'ta
vilâyette
isyân
zâlimler,
hareketleri
âsiler
başladı.
ve
zorbalar
Arnavutluk
türedi.
bölgesi
Bunun
mebusları,
hukümete müracaat ederek şiddet hareketlerine başvurulmadan bölgeye bir nasihat heyeti
gönderilmesini istediler. Ancak şiddet tarafdarı olan İttihat ve Terakki mensupları, Mahmût
Şevket paşa komutasında büyük bir orduyu Arnavutluk'a göndermelerine rağmen ve pekçok kan
dökülmesine sebep oldukları hâlde isyânı önleyemediler. Sultan Reşâd, 16 Haziran 1911'de
Kosova'ya gitti. 522 sene önce dedesi Murâd-ı Hüdâvendigâr'ın zafer kazandığı yerde, yüz
bin Arnavut ile Cumâ namazı kıldı. Balkan Müslümanları ve Arnavutlar asırlar öncesi Osmanlı
hâkimiyetine girişlerinde adâlet hissini Sultan Reşâd Hanın ''Baba'' davranışıyla tekrar ve
daha
ziyâdesiyle
yaşadılar.
arnavutluk'taki
yüzbinlerce
Müslüman,
Halife-i
Müslimin
ve
Osmanlı Sultanı Reşâd Hanı görebilmek için bütün sıkıntılara katlanarak yollara düştü.
Sultan din ve millet farkı gözetmeden bütün halka bol ihsânlarda bulundu. Huzûru sağladı.
Mahmûd
Şevket
paşanın
yirmi
iki
taburla
yapamadığını,
sultan
Mehmed
Reşâd
bir
gövde
gösterisiyle temin etti.
Ancak İttihâtçıların ihânet derecesine varan gafletleri devâm ediyordu. Sultan Abdülhâmid
Hanın bizzat körüklediği kiliseler ihtilâfını, 3 Temmuz 1910'da neşrettikleri bir kânunla
hâllettiler.
Böylece
Balkan
milletleri
arasında
ihtilâf
kalmadığından,
Osmanlı
Devleti
aleyhine kolayca birleştiler. Bu birleşme bir süre sonra (8 Ekim 1912) Balkan Harbinin
başlamasına sebep oldu. Siyâset yapmaktan memleket müdâfaasına vakit bulamayan komutanların
elinde kalan Osmanlı orduları, Karadağ, Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan, karşısında
bozguna
uğradılar.
30
Mayıs
1913'e
kadar
devâm
eden
savaş
sonunda,
Osmanlı
Devleti,
Yenipazar, Libya, Girit, Rodos, Onikiada, Arnavutluk, Epir ve Trakya'yı kaybetti. Edirne'de
Balkan devletleri eline düştü ise de daha sonra müttefikler arasında çıkan anlaşmazlıktan
faydalınarak tekrar kazanıldı. Son fâcialarla Afrika kıtası ile ilişiğimiz kesilirken,
Avrupa'da çok küçük bir toprağımız kaldı. Afrika'da 1.200.000, Rumeli'de ise 250.000km'lik
yerimiz
elden
neticesinde
gitti.
Osmanlı
İttihat
Devleti,
ve
Terakki'nin
padişahın
haberi
gâfil,
bile
câhil,
olmadan
bu
fırkacı,
defâ
da
bölücü
idâresi
dünyânın
süper
güçlerine karşı Almanya safında Birinci Dünyâ Harbine katıldı. (11 Kasım 1914) Dört sene
süren savaş sonunda koca Osmanlı imparatorluğu yağma olundu. Bir milyon km'den fazla toprak
kaybedildi. Asker zâyiâtının yekünü ise 550.000'i şehit, diğerleri yaralı, kayıp ve esir
olmak üzere bir milyonun üzerindeydi.
Sultan
Mehmed
1918'de
vefât
Reşât,
memleketin
etti.
Cenâzesi
içinde
kendisi
bulunduğu
tarafından
durumun
ızdırabı
hazırlanmış
olan
içerisinde
3
Temmuz
Eyüb'teki
türbesine
defnedildi. Mehmed Reşâd Han, halim, selim ve merhâmetli bir şahsiyet sahibi olup, terbiye
ve nezâketi her türlü ölçünün üstünde bulunuyordu. Maiyetine karşı çok şefkatli davranır,
biri
rahâtsızlanınca,
iyileşinceye
kadar
defâlarca
hatırını
sorardı.
Hâfızası
çok
kuvvetliydi. Dini vecibelerini geciktirmeden yapar, boş zamanlarında kitap okurdu.
Meşrûtiyet anayasası çerçevesinde devleti idâre etmek istedi. Ancak İttihatçıların Osmanlı
Devleti aleyhindeki faaliyet ve icrâatlarının önüne geçecek kuddrette değildi. Hükûmeti ele
geçiren İttihatçıların çoğu, hattâ din işleri başkanı olan Şeyhülislâm Mûsâ Kâzım dahi
masondu. Bu sebeple Sultan Reşâd Hanın saltanat devri, İttihâtçıların keyfi ve mesûliyetsiz
icrâatları neticesinde büyük hâdiselerle geçti. Neticede üç kıta yedi denize hâkin olan
Osmanlıl Devleti, dünyâ çapında faaliyet gösteren yıkıcı ve bölücü teşkilâtların, plânlı,
sinsi çalışmaları sonucu yok olma noktasına getirildi.
Sultan Vahdettin Han
Padişahlık Sırası 36
Saltanatı 4 Yıl
İslâm Halifelik Sırası 101
Cülûsu 4 Temmuz 1918
Babası Sultan Abdulmecîd Hân
Annesi Gülistû Sultan
Doğumu 2 Şubat 1861
Vefâtı 15 Mayıs 1926
Kabri Şamda Selim Camiî Kabristanındadır
Son Osmanlı pâdişâhı ve İslâm halifesi Sultan Birinci Abdülmecid Hanın ogullarının en
küçügüdür. Annesi Gülistû Sultan’dır. 2 Şubat 1861 târihinde dogdu. Çok küçükken anne ve
babasını kaybetti. Agabeyi İkinci Abdülhamid Han tarafından büyütülüp, himâye edildi. Çok
zekî olup fıkıh bilgisinde pek ileriydi. 4 Temmuz 1918’de agabeyi Sultan Reşâd’ın vefât
ettigi gün pâdişâh ve halife oldu.
Saltanata geçtiginde ordu ve donanmaya bir Hatt-ı Hümâyun göndererek Başkomutanlıgı üzerine
aldıgını bildirdi. Enver Paşanın Başkumandan Vekili ünvânını Başkumandanlık Kurmay Başkanı
şekline çevirdi.
Tahta geçişi dolayısıyla hazırlanan Hatt-ı Hümâyunda Pâdişâh: Kabinede adâletin dagıtımı ve
güvenligin saglanması husûsunda daha fazla gayret harcamasını, zaruri gıdâ maddelerinin
ucuzlatılması için acele tedbir alınmasını, ögretimin arttırılmasını, siyâsi suçluların af
edilmesini,
savaş
bölgesi
dışındaki
sıkıyönetimin
kaldırılmasını,
devlet
hizmetinde
çalışacak olanların nâmuslu kimselerden seçilmesini, kânûni bir sebep olmadıkça kimsenin
işinden uzaklaştırılmamasını istedi.
Bu istekler ve yeni icraatı pâdişâhın devlet işlerinde ve memleket meselelerinde aktif bir
yol tutacagının açık bir deliliydi. Ancak bu sıralarda Birinci Dünyâ Savaşının korkunç
neticeleri alınmak üzereydi. Nitekim 30 Ekim 1918’de Mondros Mütârekesi imzâ edilerek,
Birinci Dünyâ Harbi, maglubiyetimizle bitti.
Mütârekeye imzâ koyan delegeler, 10 Kasım 1918’de saraya arz-ı tâzim için geldiklerinde
pâdişâh bunları kabul etmedi. Mütârekeden hemen sonra Osmanlıları Birinci Dünyâ Savaşına
sokan Talât, Enver ve Cemâl Paşalar 3 Kasımda yurt dışına kaçtılar. 24 Kasım 1918’de
Pâdişâh Daily Mail Gazetesi muhâbirine beyânat verdi. Daha sonra Times Gazetesi’nde de
yayınlanan bu beyânatta, Osmanlıların Dünyâ Savaşına girmeleri sorumlulugunu İttihat ve
Terakki
Fırkasına
yüklüyor,
bu
suretle
felâkete
onları
sebep
gösteriyordu.
Bu
beyânatında:“Osmanlı Devletinin harbe katılması âdetâ bir kazâ neticesidir. Eger siyâsî
vaziyetimizle
cografi
durumumuz
ve
millî
menfaatlarımız
ciddî
sûrette
nazarı
dikkate
alınsaydı, vukû bulan teşebbüsün aslâ mâkul olmadıgı açıkça anlaşılırdı. Maalesef o zamanki
hükûmetin basiretsizligi bizi bu bâdireye sürükledi ve felâketimize sebep oldu. Eger ben
Makam-ı saltanatta bulunsaydım, bu elim vak’a katiyyen husûle gelmezdi. ’’demiştir.
Neticede
İttihatçı
liderlerin
baskısından
kurtulan
Sultan
düşmanlara teslim edilmiş bir milleti idâre etmek kaldı.
Vahideddîn’in
elinde
ancak
16 Mart 1920’de Îstanbul İtilâf devletleri tarafından işgâl edildi. Yunanlılar İzmir’e,
İtalyanlar
Güneybatı,
Fransızlar
da
Güney
Anadoluya
girdiler.Vahideddîn
Han
11
Mayıs
1920’de düşmanların hazırladıgı ve Anadolu’nun işgâlini ihtivâ eden Sevr Antlaşmasını bütün
baskılara ragmen imzâlamadı. Osmanlı ordusu tamâmen lagvedildi. Medîne muhâfızı Fahri Paşa,
on ikinci ordu kumandanı Ali İhsan Paşa ve Harbiye Nâzırı Mersinli Cemâl Paşa gibi degerli
kumandanlar Malta’ya sürüldüler. Yalnız pâdişâhın şahsını korumak için, yedi yüz kişilik
maiyyet’i seniyye kıt’ası bırakıldı. Sultan bu taburu, Ayasofya etrâfındaki sipere sokup
câmiye çan takmak veya müze yapmak isteyenlere ateş ediniz emrini verdi.
İşgâl altındaki Îstanbul’dan vatanın kurtarılmayacagını anlayan Vahideddîn Han, güvendigi
kumandanları Anadolu’ya göndermek istedi. Ancak bunlar;(Dünyâya karşı harp edilmez. Bu iş
olmaz.)
diyerek
gitmeyi
reddettiler.
Sultanın,
kurtuluşun
Anadolu’dan
gerçekleşecegine
ümidi tamdı. Bir ara kendisi gitmeyi düşündüyse de İngilizler;’’ Eger Anadolu’ya geçersen
Îstanbul’u Rumlara işgal ettirir, taş üstünde taş bırakmayız.’’ Diyerek engellediler. Bunun
üzerine bir gün saraya çagırdıgı Mustafa Kemâl’i;’’Paşa, paşa! Şimdiye kadar devlete çok
hizmet ettin. Bunları unutun. Asıl şimdi yapacagın hizmet hepsinden mühim olabilir. Devleti
kurtarabilirsin.’’ Sözlerinden sonra, büyük yetkilerle Anadolu’ya gönderdi.
Vahideddîn Han, bundan sonra Îstanbul’daki işgâl kumandanlarını oyalamak ve Anadolu’daki
mücâdeleyi gözden uzak tutmak için türlü siyâsî gayretler içine girdi. Fakat İngilizler de
Türk birligini parçalamak için pâdişah aleyhine çalışmaktan geri kalmadılar ve aleyhine
kampanya başlattılar. Yegâne arzuları pâdişahı milletin gözünden düşürmekti. Nitekim bunda
ısrar eden İstanbul’daki İngiliz işgâl kuvvetleri, 17 Kasım 1922 Cumâ günü halîfeyi baskı
ve silah zoruyla Dolmabahçe Sarayından motora alarak Malaya harp gemisine bıraktı. Bu gemi,
son Osmanlı pâdişahı ve İslâm halîfesini, İngilizlerin Türk aydınlarını sürdükleri Malta
Adasına götürdü. Vahideddîn Han, acı ve sıkıntı içinde geçen bir sürgün hayâtından sonra,
16
Mayıs
1926’da
İtalya’da
vefât
etti.
Cenâzesi
Şam’a
getirilerek
Sultan
Selim
Câmii
Kabristanına defnedildi.
Vahideddîn Han, çok akıllı ve çabuk kavrayışlıydı. Arada Sultan Reşâd olmayıp da, İkinci
Abdülhamîd
önleyecek,
Handan
sonra
felâketlerin
tahta
önüne
çıksaydı,
geçecek
İttihat
kudret
ve
ve
idâre
Terakki
hükûmetinin
sâhibiydi.
Mala,
hatâlarını
dünyâya
düşkün
olmadıgı güzel ahlâklı ve eşi az görülebilecek kadar fazla nâmuslu oldugu vesîkalarda göze
çarpmaktadır. Çok sevdigi vatanından koparken yanında şahsî ve pek cüz’î mal varlıgından
başka bir şey götürmedigi, ayrılmasının üzerinden henüz dört yıl geçmeden vefâtında kasaba,
bakkala ve fırına olan borçlarından dolayı 15 gün tabutunun kaldırılmamış olmasından da
anlaşılmaktadır.
Vahideddîn Hanın vatanının ve milletinin ugradıgı felâketler karşısında neler düşündügü ve
neler hissettigi kayıtlara geçmiş şu hadîseden çıkarılabilir. 1919 senesi Ramazanında bir
sabah
Yıldız
Sarayında
yangın
çıkar.
Kısa
zamanda
büyüyen
alevler,
sultanın
geceleri
kaldıgı dâireyi de sarar. O geceyi tesâdüfen Cihannümâ Köşkünde geçirmiş olan Vaideddîn,
yangını haber alınca, üzerine pardesüsünü giyerek dışarı çıkar. Köşkün önünde hiç telaş
göstermeden
yangını
seyrederken
çevrede
aglayanları
görünce
gözleri
yaşararak;
vatanım ateş içinde, onun yanında bunun ne kıymeti var.’’ Demekten kendini alamaz.
’’Benim
Download