Avrupa`da nesli tehlikede 36 memeli hayvan türünün 15`i (yüzde 42

advertisement
“DÜNYA ÇÖLLEŞME İLE MÜCADELE GÜNÜ”
ÇEVRE VE ORMAN BAKANI PROF. DR. VEYSEL EROĞLU’NUN
KONUŞMA METNİ
17 Haziran 2008 - ANKARA
Değerli Misafirler,
1994 yılında, Birleşmiş Milletler’in aldığı kararla Dünya Çölleşme ile
Mücadele Günü olarak kutlanmaya başlanan 17 Haziran günü, insanoğlunun
geleceğinin de tekrar tartışılacağı bir tarihtir.
Bu yıl, bu anlamlı günün ana teması “Sürdürülebilir Tarım İçin Arazi
Bozulmasıyla Mücadele” olarak belirlenmiştir.
İnsanoğlunun zirai tarihi binlerce yıllık bir geçmişe sahiptir. Ülkemizde ulusal
gelirin %15’ini ve istihdamın %45’ini oluşturan ziraat sektörü; milli gelire katkısı ve
sanayi sektörüne sağladığı hammadde yanında, sağlıklı bir çevrenin oluşması ile
ekolojik dengenin kurulması açısından da çok önemlidir.
Toprak olmadan, ziraat yapılamaz. Toprak olmadan, bitki olmaz. Canlılar
hayatlarını idame ettiremez. Toprak; tabii çevre olarak bir yaşam alanı, gen
kaynağıdır. Fazla suyu tutar. Ziraat dışında da çok sayıda sektöre hammadde sağlar.
Ancak toprak, yeniden üretemeyeceğimiz ve satın alamayacağımız bir varlıktır.
Sürdürülebilir tarım için toprağı korumak, korunan toprağı da ıslah edip
geliştirmek gerekir. Aksi halde yanlış zirai uygulamalar toprağı tüketir, erozyon ve
çölleşmeye yol açar.
Çölleşme, insan faaliyetleri neticesinde oluşan arazi ve toprak bozulmasıdır.
Yani kısaca toprağın verimliliğini kaybetmesidir.Bu bakımdan çölleşme; kuraklık,
susuzluk ve açlık demektir. Çölleşme ve kuraklıkla mücadele, bütün dünya ülkelerinin
müşterek sorumluluğudur.
1
Bugün dünyanın çözmesi gereken en önemli problem, insanların temel
ihtiyaçlarını karşılayan, sürdürülebilir tabii kaynak yönetimini sağlayacak bir sistem
kurmaktır. Bu hedefi gerçekleştirmek için ortaya konan Çölleşme ile Mücadele
Sözleşmesi’nin
temel
maksadı,
sürdürülebilir
kalkınmanın
sağlanması
için
çölleşmeyle mücadele etmek ve kuraklığın tesirlerini hafifletmektir.
Ülkemizin de 1998 yılında taraf olduğu Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi
çerçevesinde tarafların yerine getirmeleri gereken en önemli yükümlüklerden birisi,
Eylem Planı hazırlanmasıdır. Türkiye, Çölleşme ile Mücadele Ulusal Eylem Planı’nı
hazırlamış ve yürürlüğe koymuş durumdadır. Plan çerçevesinde, Toprak Koruma ve
Arazi Kullanımı Kanunu uygulamaya girmiştir. Toprak Kirliliği Kontrol Yönetmeliği
çıkarılmıştır.
Sulak alan yönetim planları hazırlanmıştır. Su havzalarının korunması için
muhafaza ormanları tesis edilmektedir.
Bugün ülkemiz topraklarının takriben %60’ında da şiddetli erozyon ve çölleşme
riski bulunmaktadır. Her yıl 500 milyon tondan fazla toprağımızı, çölleşmenin en
önemli sebeplerinden olan erozyonla kaybetmekteyiz. Ancak bu, sadece toprak değil,
500 bin ton buğday ve 50 milyon ton da su kaybı anlamına geliyor.
Erozyon, Türkiye’nin gıda açısından kendine yeterli bir ülke olmasını tehlikeye
düşürmektedir. Çünkü erozyonun neticesi çölleşmedir. Vatan toprağı akıp giderken,
biz buna seyirci kalamayız. Bu sebeple çevre düzeni planlarını yaygınlaştırıyoruz.
Nitekim 2003 yılı itibariyle ülkemizin %5’inde Çevre Düzeni Planı varken,
bugün ülkemizin yarısı Çevre Düzeni Planına kavuşmuştur.
Ülkemizdeki çölleşmenin en önemli sebepleri arasında sayılan yanlış arazi
kullanımını önleyecek olan Çevre Düzeni Planları ile havza bazında zirai ve yerleşim
alanları belirlenmekte, turizm, sanayi, iskan faaliyetleri için uygun yerler tespit
edilmektedir. Stratejik önemi çok yüksek olan bu planlar, toprak kaynaklarımızın
doğru şekilde kullanımını hedeflemektedir.
Erozyon ve çölleşmenin en önemli panzehiri olan orman varlığımızı artırmak
için Sayın Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımızın himayelerinde Milli Ağaçlandırma
2
Seferberliği’ni başlattık. 2012 yılına kadar 81 ilimizde belirlediğimiz alanlarda
ağaçlandırma ve erozyon kontrolü çalışması gerçekleştirilecektir.
Dünyanın her tarafında ormanları tehdit eden risklerin başında gelen orman
yangınları konusunda da büyük ilerleme kaydettik. İklim özellikleri dolayısıyla risk
oranlarımız benzeyen İspanya, İtalya, Yunanistan gibi Akdeniz ülkeleri ile mukayese
edildiğinde, yangınlarda çok daha az orman alanımızı kaybettiğimiz görülecektir.
Ayrıca yanan alanlar bir yıl içinde yeniden ağaçlandırılmakta, başka maksatlarla
kullanımına kesinlikle müsaade edilmemektedir.
Orman yangınları gibi erozyon risk değerlenmesinde de acil müdahalede imkanı
sağlayan coğrafi bilgi sistemlerini büyük bir hızla hayata geçiyoruz.
Ayrıca Çevre ve Orman Bakanlığı’na bağlı Orman Köy İlişkileri Genel
Müdürlüğü tarafından kırsal bölgelerde güneş enerjisinin geliştirilerek orman
kaynaklarının korunması için krediler verilmektedir.
Erozyon ve çölleşmenin bir diğer neticesi de taşkın riskini artırmaktır. Taşkınla
can ve mal kaybının önüne geçmek için Bakanlığımız bağlı kuruluşlarından DSİ
tarafından taşkın koruma tesisleri inşa edilmektedir. Bugüne kadar inşa edilen 37’si
taşkın koruma maksatlı baraj olmak üzere 4.401 adet tesisle yaklaşık olarak 1 milyon
hektar arazi ve 3.500 yerleşim birimi taşkından korunmuştur. Taşkın riski yüksek olan
yerlerde TEFER gibi izleme projeleri yürütülmektedir.
Taşkın önleme gibi çölleşmenin de izlenmesi için İtalya ve Portekiz’le Avrupa
Uzay Ajansı işbirliğinde müşterek bir proje hazırlanmıştır.
Türkiye olarak çölleşmeyi uluslararası bir mesele olarak görüyoruz. Bu sebeple
hem komşu ülkeler hem de Birleşmiş Milletler ile yakın çalışmalarda bulunuyoruz.
Nitekim 3-14 Kasım 2008 tarihleri arasında Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi’nin 7.
Gözden Geçirme Toplantısı ülkemizde yapılacaktır. Bu toplantı, Habitat ve Dünya
Ormancılık Kongresi’nden sonra, çevre konusunda ülkemizde yapılan en yüksek
katılımlı toplantı olacaktır. 193 ülkeden ilgili kamu ve sivil toplum kuruluşlarını
temsilen çok sayıda uzman ülkemize gelerek çölleşmeyi ve alınması gereken tedbirleri
tartışacak, önemli kararlar alacaklardır.
3
Çölleşmenin beraberinde getirdiği bir diğer problem ise toprağın tuzlanarak
çoraklaşmasına ve su kıtlığına yol açmasıdır. Çölleşmeye dur diyebilmek için
öncelikle, yaşadığımız yerlerde iktisatlı su kullanımını temin etmemiz gerekmektedir.
Bunun içinse mevcut su kaynaklarımızın büyük bir bölümünün kullanıldığı zirai
sulamada tasarruf sağlamalıyız. Çünkü vahşi sulama sadece suyu israf etmekle
kalmaz; rastgele salınan su, toprağın en verimli üst tabakasını sürükleyip erozyon ve
çölleşmeye yol açar.
Tasarruf sağlanması için 2003 yılından itibaren sulama stratejisi değiştirilmiş ve
kapalı sulama sistemleri yaygınlaştırılmaya başlanmıştır.Mevcut şartlarda ülkemizdeki
sulanabilir arazinin %10’undan daha az bir bölümü borulu sulama yöntemleri ile
sulanmaktadır. Ancak bu oran inşaatı devam eden projelerde %40’lara çıkarılmıştır.
Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı ile Ziraat Bankası işbirliğinde, damla sulama
sistemlerine geçiş için kredi verilmektedir.
Toprak ve su kaynaklarının korunması, sürdürülebilir tarımla gıda güvenliği
açısından da önem taşımaktadır. Gelecekte gıda güvenliğinin sağlanması için
önümüzdeki yıllarda sulu ziraatın artırılması gerekmektedir. Yeni sulama alanları
kısıtlı olduğu için yapılması gereken sulamada üretkenliğin artırılması, yani suyun
daha randımanlı kullanılmasıdır.
Gelecek nesillere susuzluk ve çölleşme endişesi olmayan bir Türkiye miras
bırakmak birincil mesuliyetimizdir.
Hayat kaynağımız olan toprağı ve suyu bütün zenginlikleriyle korumak için hep
birlikte mücadele etmemiz gerektiğini bir kez daha hatırlatıyor, hepinize saygı ve
sevgilerimi sunuyorum.
4
Download