İŞİTME VE DENGE İç kulak

advertisement
DUYU ORGANLARI
DUYU ORGANLARI VE DUYULAR
• Herhangi bir etkinin bir canlı üzerinde bir
duyu meydana getirebilmesi için, o etkiyi
alan özel duyu organının ve reseptörlerin
olması gereklidir.
• Reseptörlerle alınan uyartılar, duygusal
sinirlerle MSS‘ nin ilgili alanlarına veya
merkezlerine iletilir.
DUYU ORGANLARI VE
DUYULAR
• Her bir reseptör, uyaranın ne olduğuna
bakmaksızın ancak özelleşmiş olduğu cevabı
verir.
• Örneğin; göze gelen yumruk sonucu, parlak ışık
ortaya çıkar.
• Bu durum halk arasında "Şimşek çaktı" şeklinde
ifade denilir.
DOKUNMA
• Omurgalı hayvanlar ve insanlar için dokunma
duyusu olan reseptörler deride yer almıştır.
• Balıklar ve sürüngenler gibi derilerinin pullarla
kaplı olduğu hayvanlarda reseptörler, özellikle
pulsuz bölgelerde toplanmıştır.
• Omurgasız hayvanlarda dokunma duyusu için
özelleşmiş anten, kıl, diken veya tüy gibi yapılar
bulunur.
• Bunlar vücudun değişik yerlerine dağılmışlardır.
DOKUNMA
İnsan derisinde temas, basınç ve titreşim
duyularını alan altı değişik reseptör vardır:
1. Serbest sinir sonlanmaları
2. Kıl kökü pleksusları
3. Meissner korpüskülü
4. Merkel diskleri
5. Pacini korpüskülü (Lamelli korpüskül)
6. Ruffini ve Krause korpüskülü
DOKUNMA
1. Serbest sinir sonlanmaları: Serbest sinir
uçları da denir.
Derinin her tarafında ve diğer bir çok yerlerde
bulunan serbest sinir sonlanmaları dokunma ve
basınca duyarlıdır.
Deriden başka, göz korneasında da bulunmaktadır.
Göz korneasına hafif bir temas bile basınç ve
dokunma duyusu oluşturur.
DOKUNMA
2. Kıl kökü pleksusları: Vücutta ilk teması alan
dokunma reseptörüdür. Çok çabuk adapte olur.
Örneğin gömleği ilk giyerken hissederiz fakat
sonradan bu his kaybolur.
3. Meissner korpüskülü: Korpüskül (corpuscle)
cisimcik anlamındadır. Derinin kılsız kısımlarında,
dudaklarda, parmak uçlarında, göz kapaklarında ve
dış genital organlarda dokunma duygusunu alan
reseptörlerdir.
Düşük frekanslı titreşime duyarlıdır.
Saniyenin bölümlerindeki kısa sürelerde adapte
olurlar.
DOKUNMA
4.Merkel diskleri: Bu reseptörler başlangıçta
kuvvetli fakat daha sonra kısmen yavaş adapte
olan sinyalleri alırlar.
Varolan durum ile ilgili uyarıları yollayarak,
kişinin derisine sürekli temas eden şeylerin
farkına varmasını sağlar.
DOKUNMA
5. Pacini korpüskülü (Lamelli korpüskül): Derinin
alt kısmında, dermiste, parmaklar, meme bezleri ve
dış genital organlarda bulunur.
• Ayrıca eklem kapsüllerinde, mezenterde (barsakları
tutan zar), pankreas, uretra ve mesane duvarlarında
mevcuttur.
• Özellikle
doku
vibrasyonu
veya
dokuların
kapsüllerindeki Pacini korpüskülü ayrıca durum
duyusunun algılanmasını sağlar.
• Bunlar sadece dokuların hareketleri ile uyarılırlar ve
saniyenin yüzde bir kaçı kadar kısa sürede adapte
olurlar.
DOKUNMA
6.Ruffini ve Krause korpüskülü: Ağır,
devamlı dokunma sinyalleri, basınç
sinyalleri gibi derin deri ve diğer
dokulardaki deformasyonların devamlı
durumlarını alırlar.
Ayrıca eklem kapsüllerinde de bulunurlar.
Bu sayede eklemin rotasyon derecesi
bilinir.
Derideki reseptörler
Deri duyusu
Reseptör tipi
Temas (hafif)
Serbest sinir uçları, Merkel diskleri ve
Meissner korpüskülü
Temas (derin),
basınç
Kıl kökü pleksusları, Pacini korpüskülü,
Ruffini ve Krause korpüskülü
Sıcak
serbest sinir uçları
Soğuk
Serbest sinir uçları
Ağrı
Özelleşmiş serbest sinir uçları
Propriosepsiyon Özelleşmiş yaygın sinir uçları, Sinovia ve
ligamentlerdeki Pacini korpüskülleri
KOKLAMA
• Koku organı evrimsel olarak karada
yaşayan canlılarda iyi gelişmiştir.
• Özellikle avını veya besinini arayarak
bulmak zorunda olan birçok canlıda çok iyi
gelişmiştir.
• Pirimatlar
(insan
ve
maymunlar)
haricindeki
omurgalıların
ağızlarının
tavanında bulunan ve Jakobson organları
denilen koku reseptörlerine sahiptir.
KOKLAMA
• Balıklar, kurbağalar ve sürüngenlerde
burun genellikle başın üst tarafında iki
çukur halindedir.
• Kuşlarda da benzer yapıdadır ancak
kuşlarda
koklama
duyusu
fazla
gelişmemiştir.
• Onun yerine görme yetenekleri çok iyidir.
KOKLAMA
• İnsanda burun boşluğunun üst tarafındaki
olfaktör (koku) reseptörleri ihtiva eden regio
olfactoria, koku duyusunun alınmasını sağlar.
•
• Erişkin bir insan yaklaşık birkaç bin kadar
kokuyu rahatlıkla ayırt edebilir.
• Kadınların ve çocukların koku alma duyusu daha
da gelişmiştir.
• İnsanların CO gibi zehirli gazları algılayabilme
yeteneği yoktur.
KOKLAMA
• Bir maddenin kokusunun algılanabilmesi için
uçucu veya suda ve lipitte eriyebilir özellikte
olması gerekir.
• Bazı insanlar kendilerinden kaynaklanan bir
şekilde herhangi bir maddeye karşı koku
körüdür.
• Böyle durumdaki kişilerin, toplam yaklaşık
50 madde için koku körü
oldukları ortaya
çıkarılmıştır.
KOKLAMA
• Koku üreten maddeler genel olarak karbon
sayısı
20'ye
kadar
olan
küçük
moleküllerdir.
• Her kokunun duyulabilmesi için belli bir
eşik değeri vardır.
• Sarımsağın kendine has kokusunu
oluşturan metil merkapta’ nın eşik değeri 1
ml havada 25 milyarda bir gibi çok düşük
değerdedir.
KOKLAMA
• Bu yüzden LPG tüplerine konularak
aslında kokusuz olan LPG’nin sızıntı
yaptığında
olası
bir
tehlikesinin
önlenebilmesi için fark edilmesinde
kullanılır.
• Koku şiddetindeki farkın ayırt edilebilmesi
için iki koku yoğunluğunun yaklaşık %30
civarında bir farka sahip olması gerekir.
KOKLAMA
• Kokunun geldiği yön, muhtemel kokunun önce
ulaştığı burun deliği ile anlaşılır.
• Kokunun alınmasında burundan çekilen hava
miktarının fazlalığı kokuyu artırıcı rol oynar.
• Koku reseptörleri çok çabuk adapte olurlar.
• Kokunun alındığı ilk saniyede yaklaşık %50
oranında adaptasyon gerçekleşir.
• Daha sonraki adaptasyon yavaşlayarak artar.
• Genellikle birkaç dakikada o duyuya karşı
adapte olunur.
KOKLAMA
• Koku duyusu ve tat duyusu birbiri ile ilişkilidir.
• Üst solunum yolları enfeksiyonlarına bağlı olarak
kokunun alınmasında bir sorun olduğu zaman
maddenin tadı farklılaşır.
• Koku duyusu tat duyusundan çok daha
yüksek oranda hoşa gitme veya gitmeme
şeklinde lezzetin ortaya çıkmasında etkilidir.
• Hoşlanmadığı bir yemeğin kokusunu alan bir
insan, o yemeği görmese ve tatmasa bile midesi
bulanmaya ve o yemekten iğrenmeye başlar.
KOKLAMA
• Olfaktör reseptörler nazal mukozanın
özelleşmiş bir bölümü olan ve sarımsı
pigment içeren olfaktör müköz membranda
yerleşmişlerdir.
• Bu alanın genişliği o canlının koku
duyarlılığında etkilidir.
• İnsanlarda bu alan her iki burunda
yaklaşık 5 cm2 kadardır.
• Bu alanda yaklaşık 10-25 milyon reseptör
bulunur.
Şekil 4.16. Koku reseptörü
•
KOKLAMA
• Her biri bir nöron olan bu reseptörler, sinir
sisteminin dış dünyaya en yakın yerde
bulunan örneğini oluştururlar.
• Olfaktör müköz membran sürekli mukusla
örtülüdür.
KOKLAMA
• Mukus, membran’ın bazal laminası’nın hemen
altında bulunan Bowman bezleri tarafından
meydana getirilir.
• Ayrıca bu muköz membranda trigeminal ağrı
yolunun çıplak sinir uçları bulunur.
• Bu uçlar irrite olursa hapşırma, göz yaşarması
ve solunum inhibisyonu gibi refleksler ortaya
çıkar.
KOKLAMA
• Yaşa bağlı olarak kokunun eşik değeri
yükselerek koku duyusunda gerileme
ortaya çıkar.
• Düşük konsantrasyonlardaki maddelerin
kokusunu
almak
zorlaşır,
ancak
konsantrasyonu yüksek olan maddelerin
kokusu hissedilebilir.
KOKLAMA
• Kokunun nöronal yolu şöyledir:
Olfaktör reseptörler algıladıkları kokuyu sinir
impulsları haline çevirerek olfaktör bulbuslar
(yumru) sayesinde olfaktör yolla aktarırlar.
• İmpulslar bu yolla serebral korteksin temporal
lobunda yer alan primer olfaktör kortekse
ulaşırlar.
TAT
• Tat duyusu besinlerin niteliğinin ortaya
çıkarılmasında ve kabul edilebilirliğinde rol
oynar.
• İnsanlarda dil, sesin oluşumu ve besinin
yemek
borusuna
iletilmesindeki
fonksiyonlarının yanı sıra sahip olduğu tat
tomurcuklarıyla tat organı olarak görev
yapar.
TAT
• Tat tomurcukları papilla adı verilen dil
kabartılarında bulunur.
•
•
•
•
Papillalar üç tiptir.
1.Papilla fungiformis
2.Papilla circumvallate (vallate):
3.Papilla filiformis
TAT
1.Papilla fungiformis:
Özellikle dil ucunda
yoğunlaşmıştır.
Her birinde 1-8 kadar
tat tomurcuğu
bulunur.
TAT
2.Papilla circumvallate
(vallate): Dil kökünde
V harfi oluşturacak
şekilde bulunurlar.
Her birinde 90-250
kadar tat tomurcuğu
bulunur.
TAT
3.Papilla filiformis: Dilin
anteriorunun 2/3’ünü
kaplayan bu tipte tat
tomurcukları yoktur.
TAT
• Omurgalı canlılarda tat tomurcukları genellikle
ağız içerisinde bulunmaktadır.
• Kurbağalarda dil, ağız boşluğu ve farinkste;
• yılan, kertenkele ve
mukozasında bulunur
timsahlarda
farinks
• fakat balıklarda ağız haricinde kuyrukta veya
vücudun herhangi bir yerinde yer almış olabilir.
TAT
• Hatta bazı balıklarda bıyık veya benzeri
yapılar tat almayı gerçekleştirirler.
• Kuşlarda da tat tomurcukları genellikle
dilleri keratinleşmiş olduğundan farinks ve
alt çenenin iç yüzeyinde yer alır.
TAT
• Tat
tomurcukları
insanlarda dilin yanı
sıra küçük dil, damak
ve
farinkste
de
bulunur.
• Erişkin bir insanda üç
bin veya daha fazla
sayıda tat tomurcuğu
mevcuttur.
TAT
• Yeni doğanda 10 bin kadar olan bu sayı
yaşa bağlı olarak azalır.
• Özellikle 45-50 yaşlarından sonra sayı
iyice azalmaya başlayarak tat duyusunda
çok ciddi kayıplar ortaya çıkar.
TAT
• Tat tomurcukları 5070 mikron kadar olan
oval cisimciklerdir.
• Her tat tomurcuğu
yaklaşık 50 kadar
sinir lifi ile innerve
edilir.
TAT
• Tat reseptörleri yaklaşık 10 gün kadarda
yarı ömre sahiptirler ve sürekli yenilenirler.
• Tat reseptörleri, ağız sıvısında çözünmüş
maddeleri algılayan kemoreseptörlerdir.
TAT
• Tat veren maddeler
tat
porunda
karşılaştıkları
mikrovilluslara
etki
yaparak
duyu
nöronlarında aksiyon
potansiyelleri
oluştururlar.
TAT
• İnsan dilinde dört
temel tat ayırt edilir ve
bu tatlar dilin belli
bölgelerinden alınır.
• Tat duyusuna en geç
birkaç dakika
içerisinde adaptasyon
gelişir.
TAT
• Birbiri ardınca tadılan maddelerin ayırt
edilebilmesi için aralarında en az %30'luk
bir fark olması gerekir.
TAT
• Tatlı tat: Şekerler, alkoller, aldehitler,
amino asitler, sulfonik asitler gibi organik
maddelerdir.
• Örneğin,
sükroz.
sakkarin,
kloroform,
fruktoz,
TAT
• Acı tat: Özellikle azot ihtiva eden uzun
zincirli organik maddeler ve alkoloidlerdir.
• Örneğin, nikotin, kinin, kafein, kokain.
TAT
• Ekşi tat: Asitlerdir.
• pH ile doğru orantılıdır.
• Örneğin, formik, hidroklorik, laktik, asetik
asit.
TAT
• Tuzlu tat: İyonize olan tuzlardır.
• Örneğin, amonyum klorür, sodyum florür,
sodyum klorür.
İŞİTME VE DENGE
• Omurgasız hayvanların çoğunun sesleri
alacak reseptörleri yoktur fakat yaşadığı
yere bağlı olarak, hava, su veya topraktaki
titreşimlere duyarlıdırlar.
• Böceklerde titreşimleri alan kıl veya diken
gibi uzantılar vardır.
İŞİTME VE DENGE
• Özel durum olarak, çekirge ve kriket (cırcır
böceği) gibi bazı böceklerde, torakslarında
(göğüs) yüksek frekanslı titreşimleri alan
kulak zarı gibi timpanal organlar vardır.
• Omurgalı hayvanların çoğunda işitme
duyusunu alan reseptörler iç kulakta yer
almıştır.
İŞİTME VE DENGE
• Balıklarda sadece iç kulaktan oluşan kulak yapısı,
memeliler ve diğer omurgalılarda iç ile orta ve
karada yaşayan memelilerde ise ilaveten dış
kulak olarak gelişme göstermiştir.
• İşitme duyusunun yanı sıra denge duyusunu da
alan kulak,
• işitme görevini ses dalgalarını MSS‘ ne ileterek ve
bu dalgaların frekanslarını ayırt ederek;
• denge görevini ise vücudun pozisyonundaki
değişiklikleri bildirerek yerine getirir.
İŞİTME VE DENGE
• Hem işitme, hem de denge duyusunu alan
reseptörler tüy şeklindedir.
• Kulak yapısı üç bölge halinde ele alınır.
1. Dış Kulak
2. Orta Kulak
3. İç Kulak
İŞİTME VE DENGE
• Dış kulak, insan ve
maymunlar dışındaki
memelilerin çoğunda
hareketli ve büyüktür.
• Sesin toplanmasını ve
arttırılmasını sağlar.
• Dış
kulak
yolunun
sonunda bulunan kulak
zarı (timpan zarı), ince,
yarı-saydam bir zardır.
İŞİTME VE DENGE
• Orta kulakta üç işitme kemikçikleri vardır.
• Vücudun en küçük kemikçikleri olan, çekiç,
örs ve üzengi kulak zarından aldıkları
titreşimleri 15-20 kat arttırarak oval
pencereye iletirler.
• Orta kulak östaki borusu ile nazofarinkse
açılır.
İŞİTME VE DENGE
• Normalde kapalı olan bu kanal yutma,
çiğneme ve esneme sırasında açılarak,
içindeki hava girip çıkar.
• Bu sayede kulak zarının her iki tarafındaki
basınç dengede tutulur.
İŞİTME VE DENGE
• Bu basıncın dengesi bozulursa işitme kaybı,
ağrı, kulak çınlaması ve baş dönmesi ortaya
çıkar.
• Özellikle ani rakım yükselmesi veya düşmesi gibi
durumlarda ortaya çıkan basınç değişiklikleri
ağzı açık bırakmak, çiklet çiğnemek, esnemek
veya burun ile ağzı kapatıp nazofarinkse
kuvvetle hava yollayarak (Valsalva manevrası)
düzeltilebilir.
İŞİTME VE DENGE
• İç kulak, labirent olarak da adlandırılır ve
kulağın en iyi korunan bölümüdür.
• Birbiri
ile
bağlantılı
bölümlerden oluşmuştur.
kanallar
ve
İŞİTME VE DENGE
• İki yapısal bölümü vardır.
• Birincisi olan kemik labirent;
• vestibulum, üç tane yarım daire kanalı ve
spiral
bir
şekilde
katlanmış
kohlea'dan meydana gelmiştir.
• Vestibulum, labirentin merkezindedir ve
içerisinde utrikulus ve sakkulus adı verilen
içi endolenfle dolu olan kesesi vardır.
İŞİTME VE DENGE
• İkincisi olan membranöz labirent, kemik
labirentin içinde bulunan kese ve tüplerden
meydana gelmiştir.
• Kohleanın alt kısmında, tüy şeklinde işitme
reseptörleri olan korti organı yer alır.
Şekil 4.18. Kulağın yapısı ve işitme yolu
İŞİTME VE DENGE
• Genç bir insanın kulağı, şayet ses yüksekse 2020000 arasındaki frekansa veya hertze (Hz)
sahip sesleri duyabilir.
• Yaşlanma ile birlikte duyma yeteneği azalır.
• Bu aralık, 50-8000 frekansa iner.
• Her ne kadar frekans aralığı geniş gibi görünürse
de günlük hayatımızda çoğunlukla duyduğumuz
seslerin frekansları 100-5000 arasında değişir.
İŞİTME VE DENGE
• Ses dalgaları, atmosferde 344 m/sn hızla
yayılır.
• Daha çok kullanılan değer olarak, ses hızı
1235 km/saattir (veya 768-770 mil/s).
• Ses suda yaklaşık üç kat daha hızlı yayılır.
İŞİTME VE DENGE
• Canlıların
değişiktir.
sesleri
duyabilme
yetenekleri
• Canlının gelişmişlik seviyesi ile ilgisi yoktur.
• Birçok canlı, insana kıyasla çok daha yüksek
veya çok daha düşük frekansa sahip sesleri
duyabilir.
• Birçok hayvanın depremi daha önceden
hissetmeye başlaması bu duruma örnek olarak
verilebilir.
İŞİTME VE DENGE
• Denge duyusu da iç kulaktan alınır.
• Utrukulus, sakkulus ve yarım daire
kanalları, dengenin reseptör organlarıdır.
• Bunların
içerisindeki
tüy
hücreleri
yerçekimi ve vücudun durumuna göre
ortaya çıkan değişiklikleri ileterek dengeyi
sağlarlar.
• http://media.pearsoncmg.com/bc/bc_marie
b_ehap_8/activities/index.html
• http://highered.mcgrawhill.com/sites/0072507470/student_view0/
chapter15/animation__effect_of_sound_w
aves_on_cochlear_structures__quiz_1_.ht
ml
GÖRME
• Işığın algılanması canlı türleri için önemli bir
yetenektir.
• Omurgasız hayvanlarda değişik şekilleri vardır.
• Örneğin; Yassı kurtlardan Planaria'da ışığın
geldiği yönü algılayan iki göz noktası,
Arthropodların çoğunda basit ve bileşik olmak
üzere iki tipte göz yapısı vardır.
GÖRME
• Ahtapod ve kalamar (mürekkep balığı) gibi
bazı kafadan bacaklı hayvanlarda ilginç
olarak aynen omurgalılardaki gibi göz
yapısı mevcuttur.
• Omurgalı türlerinde göz yapısı hemen
hemen aynıdır. Çok az fark vardır.
GÖRME
• Farklılık genellikle göz küresinin
merceğin şeklinden kaynaklanır.
ve
• Görme organı olan bir çift göz, insanda
yaklaşık 2-5 cm çapında ve 8-10 g
ağırlığındadır.
GÖRME
• Göz doğumdan sonra en az büyüyen
organdır.
• Gözde yüz milyondan fazla reseptör
(çubuk ve koniler) bulunur ve vücuttaki
reseptörlerin yaklaşık %70'i gözdedir.
GÖRME
• Ayrıca MSS‘ ne giden tüm afferent sinir
tellerinin 1/3'ü gözden çıkar.
• İnsan havadaki hızı saatte 300 bin km olan
ve katı ile sıvıda hızı oldukça yavaşlayan
ışığın ancak 1/70'ine duyarlıdır.
• İnsan gözü ancak spektrumun yaklaşık
400-700 nm dalga boyuna sahip ışınlarını
algılayabilir.
GÖRME
• Göz küresi, dıştan içe doğru
– destekleyici (fibröz) tabaka
– vasküler tabaka
– retinal tabaka
olmak üzere üç tabakadan meydana
gelmiştir:
GÖRME
• Destekleyici (fibröz) tabaka: Fibröz bağ
dokudan meydana gelmiş, kalın ve
dayanıklı bir tabakadır.
• Bu tabakanın 5/6'i gibi önemli bir kısmı
beyaz ve opak olan sklera, 1/6'i ise
saydam korneadan meydana gelmiştir.
GÖRME
• Sklera gözün beyaz kısmını oluşturur ve
daha iç tabakaları korur.
• Kornea ise ışığın göze girdiği yerdir.
GÖRME
• Kornea sinir yönünden zengin olmasına
rağmen kan ve lenf damarları ihtiva etmez.
• Doku reddinde rol oynayan lenfositler
bulunmadığı
için
kornea
transplantasyonları yaklaşık %95 oranda
başarı ile sonuçlanır.
GÖRME
• Vasküler
tabaka:
Kan
damarları
yönünden zengin olduğu için bu adı
almıştır.
• Bu tabakanın posterior 2/3'ü koroid
(choroid) denilen ince bir membrandan
meydana gelmiştir.
GÖRME
• Bu tabaka sklera ile retina
arasında bulunur ve kan
damarlarınca zengindir.
• Vasküler
tabakanın
anteriorunda kalın corpus
ciliare
(silyer
kısım)
bulunur.
• Burada
düz
mevcuttur.
kaslar
• Bu kaslara da tutunur.
GÖRME
• Lens; saydam, eğilip bükülebilir, gözün
renkli kısmı olan irisin arkasında, renksiz,
yaklaşık 1 cm çapında olan, bikonveks ve
kan damarı ihtiva etmeyen epitel
hücrelerden meydana gelmiştir.
GÖRME
• Koroid tabakasının
önünde ince bir kas
tabakası bulunur.
• Gözün rengini
belirleyen bu renkli
kas tabakası iris
olarak adlandırılır.
GÖRME
• İris göze giren ışığın miktarını ayarlayan
bir diyafram gibi iş görür.
• İrisin düz kasları isteğimiz
çalışarak kasılıp, gevşer.
dışında
GÖRME
• Bu olay adaptasyon mekanizmasıdır.
• İrisin ortasında adına pupilla denilen göz bebeği
vadır.
• Pupilla koyu renkli gözükür, çünkü göze giren
ışıklar dışarıya yansıtılmaz.
• Pupilla normal oda ışığında yaklaşık 4mm
çapındadır.
GÖRME
• Gözün
rengi
iris
tabakasındaki
pigmentlerin (melanositlerin) miktar ve
dağılımına bağlıdır.
• Şayet melanositlerin miktarı fazla ise
gözün rengi koyu olur.
GÖRME
• Koyu ten renkli ve koyu göz renkli anne ile
babanın çocukları da genellikle koyu göz
renkli olurlar.
• Çocukların çoğunun doğumda göz rengi
mavidir.
GÖRME
• Çünkü doğumda melanositlerin dağılımı
düzenli değildir.
• Doğumdan birkaç ay sonra irisin önünde
melanositler birikmeye başladığında göz
kahverenkli görünür.
GÖRME
• İnsan yaşlanmaya başladığında melanin
pigmentinin bir kısmı kaybolur.
• Bu yüzden yaşlı insanların göz rengi daha
önceki göz rengine göre biraz daha açık
bir hal alır.
GÖRME
• Retinal Tabaka: En içteki ışığa duyarlı,
özelleşmiş
sinir
hücreleri
ağından
meydana gelmiş tabakadır.
• Retina tabakası beyne bir milyondan fazla
sinir bağlantılı optik sinirle bağlanır.
GÖRME
• Retina sinir dokudan oluşmuş kalın bir
nöroretina tabakasına sahiptir.
• Nöroretina, ışık dalgalarının alınması, sinir
impulsları halinde beyne iletilmesi ve
görme duyusuna çevrilmesi görevini
yapar.
GÖRME
• Nöroretinada oldukça özelleşmiş sinir
hücreleri olan çubuklar (rod, basil) ve
koniler (cone) bulunur.
• Her bir gözde yaklaşık 125 milyon çubuk
ve yedi milyon koni vardır.
GÖRME
• Konilerin çoğu lensin
arkasında, retinanın
merkezinde ve adına
sarı nokta (macula
lutea) denilen alanda
yoğunlaşmıştır.
• Retinanın fovea veya
fovea centralis adı
verilen küçük bir
noktasında çubuk
hücreleri bulunmaz.
GÖRME
• Fovea bölgesi keskin ve ayrıntılı görme
yeteneğine sahiptir.
• Çubuklar siyah-beyaz,
görüşten sorumludurlar.
koniler
renkli
GÖRME
• Gece
görüşünden
hemen
hemen
tamamen çubuk hücreler sorumludur.
• Renk görüşünün sağlanabilmesi için koni
hücreler, çubuk hücrelere nazaran 50-100
kat daha fazla uyarana ihtiyaç duyarlar.
GÖRME
• Optik sinirin gözü terk ettiği retina kısmına
kör nokta veya optik disk denir.
• Bu bölge ışığa duyarsızdır çünkü çubuk ve
koni ihtiva etmez.
• http://www.sumanasinc.com/webcontent/to
olsamples/sampledd.html
• http://www.macula.org/anatomy/eyeframe.
html
Şekil 4.19. Gözün yapısı ve pupil.
GÖRME
• Göz küresi; normalde günde 1 mg kadar
üretilen ve gözün yabancı cisimden
kurtulmasını,
• sahip olduğu lizozimal antibakterial
enzimler
sayesinde
bakterilerin
öldürülmesini,
• kornea ve lense besin maddeleri ile suyun
getirilmesini ve nemli tutulması sağlayan
gözyaşı ile yaklaşık her 2-10 saniyede bir
gerçekleşen göz kırpması sonucunda
yıkanır.
GÖRME
• Gözün nemli kalmasında göz kapaklarının
önemli rolü vardır.
• Göz kapaklarının iç yüzeyi konjonktiva
denilen örtü epiteli ile kaplıdır.
GÖRME
• Konjonktivanın allerjik, bakterial veya viral olarak
iltihaplanması konjonktivit olarak adlandırılır.
• Gözün sulu ve kanlanarak pembe renk alması
ile karakterizedir.
• Kronik allerjik konjonktiviti olan insanlar, loş veya
karanlık ortamdan parlak, aydınlık ortama
çıktıklarında hapşırırlar.
GÖRME
• Görme olayı beş basamakta ele alınabilir:
1. Göze giren ışık ışınları kırılır (refraksiyon).
2. Lensin akomodasyonu sonucu görüntü bir
noktaya yöneltilir ve retinada odaklanır.
3. Işık dalgaları fotokimyasal aktivite ile nöral
impulslara dönüştürülür.
4. Oluşan impulslar optik sinir boyunca ilerler.
5. İmpulslar beyinde işlenir, görüntü algılanır ve
cisim görünür.
• http://www.biologymad.com/resources/eye
.swf
Renk Körlüğü
• İnsanlar ve maymunlarda üç renk ayırt
eden üç tip koni vardır.
• Her bir konide maviye, yeşile ve kırmızıya
duyarlı pigmentler bulunur.
Renk Körlüğü
• Renkli görme bu üç temel
kombinasyonu ile ortaya çıkar.
rengin
• Beyaz görme, beyaza karşılık gelen bir
dalga boyu olmadığı için, bu üç renk
konisinin eşit olarak uyarılması ile ortaya
çıkar.
Renk Körlüğü
• Bazı insanlar bir veya daha fazla rengi
ayırt edemez, karıştırırlar.
• Renk körlüğü, temel renk konilerinin bir
veya daha fazlasının yokluğu veya varsa
da fonksiyon görmemesinden kaynaklanır.
Renk Körlüğü
• Kırmızı ve yeşil renk konisinden biri yoksa
veya fonksiyon yapmıyorsa kırmızı renk,
yeşilden ayrılamaz.
• Böyle durumlardaki kişiler, kırmızı-yeşil
renk körüdür.
Renk Körlüğü
• En yaygın renk körlüğü bu tiptir.
• Yaklaşık her 300 bin kişiden birinde
görülür.
Renk Körlüğü
• Bu renk körlüğü kadınlarda nadiren ortaya
çıkar fakat erkeklerde çok yaygındır.
• Renk körlüğünün ortaya çıkarılmasında en
çok kullanılan yöntem kişiye ishihara
kartlarını okutmaktır.
Renk Körlüğü
• Renkli beneklerle yazılan sayıların ayırt
edilmesi istenir.
• Bu kartlarda kullanılan renkler renk körü
olan kişiye zeminle aynı görülecek şekilde
seçilmiştir.
• http://colorvisiontesting.com/ishihara.htm#
plate%20with%2010%20answer
Renk Körlüğü
• Renk körü olan kişi hayatında zaman
zaman sıkıntı yaşayabilir.
• Avrupa
ülkelerinin
bir
çoğunda
uygulanmamasına rağmen ülkemizde renk
körlerine trafik ışıklarını karıştırabilecekleri
düşüncesi
ile
sürücü
belgesi
verilmemektedir.
Akomodasyon (Uyum)
• Göze gelen ışınlar normal bir gözde
retinada odaklanarak görüntünün ortaya
çıkmasını sağlar.
• Altı metreden daha yakın nesnelerden
gelen ışınlar retinanın arkasında odaklanır
ve nesne bulanık görülür.
Akomodasyon (Uyum)
• Bu durum lensin eğriliğinin ve dolayısıyla
kırma gücünün arttırılması veya lens ile
retina arasındaki uzaklığın arttırılması ile
giderilir.
• İyi bir görüntü için lensin eğriliğinin
ayarlanması olayına akomodasyon adı
verilir.
Akomodasyon (Uyum)
• Lensin daha konveks (dış bükey) oluşumunu
silyer kasın kasılması sağlar.
• Bu özelliği nedeniyle silyer kas vücutta en çok
çalışan kaslardan biridir.
Gözün Kırma Kusurları
• Uzaktan gelen paralel ışık ışınları, silyer
kas gevşek durumda iken retina üzerinde
tam olarak odaklandığında göz normal
olarak, emetrop kabul edilir.
• Böyle bir gözün yakındaki cisimleri
görebilmesi için silyer kası kasılarak uyum
yapar.
Gözün Kırma Kusurları
• Göz küresinin kısa olması veya mercek
sisteminin zayıf olmasından dolayı paralel
ışınlar yeteri kadar kırılamadıkları zaman
retina üzerine odaklanamaz.
• Bu durum hipermetropi olarak adlandırılır.
Gözün Kırma Kusurları
• Uzağı gören göz (yakını iyi görmeyen)
olarak da bilinen hipermetropluk lensin
önüne konulan konveks (dışbükey) yani
ince kenarlı bir mercek ile lensin kırma
gücü arttırılarak ışınların retina üzerinde
odaklanması ile düzeltilir.
• Göz küresinin normalden uzun olduğu
durumda, ışık ışınları retinanın önünde
odaklanır.
Gözün Kırma Kusurları
• Ayrıca gözün mercek sisteminin kırma
gücünün yüksek olması da aynı sonucu
doğurur.
• Bu durum miyopi olarak da adlandırılır.
Gözün Kırma Kusurları
• Yakını gören göz (uzağı iyi göremeyen)
olarak da bilinen miyopluk lensin önüne
konulan konkav (iç bükey) yani kalın
kenarlı bir mercek ile lensin kırma gücü
düşürülerek ışınların retina üzerinde
odaklanması ile düzeltilebilir.
Gözün Kırma Kusurları
• Bunlardan başka kornea eğriliğindeki bir
düzensizlikten ortaya çıkan ve insanlarda
oldukça yaygın olan astigmatizm vardır.
• Korneanın meridyenlerinden (düzlemlerinden)
birinin eğriliğinin diğerlerinden daha fazla olması
sonucunda kırılan ışınlar farklı odaklanacağı için
görüntünün o kısmı bulanıklaşır.
Gözün Kırma Kusurları
• Genellikle eşit kırılmayı sağlayacak olan
silindirik mercekle düzeltilir.
• Astigmatizm
ayrıca
düzensizliğinden de kaynaklanır.
lensin
Gözün Kırma Kusurları
• Göz kusurlarının ortaya çıkarılması altı
metre uzaklıkta tutulan harf tablosundaki
büyüklükleri
farklı
harfleri
okuyup
okuyamaması suretiyle gerçekleştirilir.
Gözün Kırma Kusurları
• Oftalmoskop gibi retinanın net olarak
incelenmesine imkan veren aletler de
gözün
kırma
kusurunun
ortaya
çıkarılmasında kullanılmasına rağmen göz
kusuru
bulunan
kişiye
uygun
merceğin bulunması deneme yanılma
yöntemiyle belirlenir.
Gözün Kırma Kusurları
• Uygun mercek 0.5,1,2,.. gibi diyoptri
değerleri ile derecelendirilir ve
hipermetropluk "+“, miyopluk ise "-"işareti
ile gösterilir.
Gözün Kırma Kusurları
• Yaşlanmaya bağlı olarak lens büyür, kalınlaşır
ve esnekliğini kaybeder.
• Bu yüzden lensin akomodasyon yeteneği yok
olur.
• Bu durum
adlandırılır.
presbiyopi
(yaşlı
gözü)
olarak
• Kişi yaşlandığı zaman göz devamlı uzaklığa
odaklanmış durumdadır.
Gözün Kırma Kusurları
• Genellikle uzaktaki cisimler net görülebilir
ve yazılar okunabilirken özellikle yakına
uyum yapmakta zorlanılır.
• Presbiyopi kadınlarda erkeklerden daha
önce başlar.
Gözün Kırma Kusurları
• Lens uzağa ve yakına uyumda zorlandığı
için yaşlılıkta bifokal gözlükler önerilir.
• Bu tip gözlüklerde uzak görüşün yanı sıra
altta okumayı sağlayan yakın görüş kısmı
bulunmaktadır.
Şaşılık (Strabismus)
• Uzaktaki bir cisme bakıldığı zaman
gözlerin optik eksenlerinin paralelliklerinin
bozulmasına şaşılık adı verilir.
• Genellikle göz kaslarının bir veya daha
fazlasının felci sonucu oluşur.
Şaşılık (Strabismus)
• Üç boyutlu ve derinlik hissi olan
stereoskobik binoküler bir görüş için
gözlerin frontal planda bulunmaları ve,
görme
yollarının
kiazmada
çaprazlaşmaları gereklidir.
• Tek göz ile görme iki boyutludur ve derinlik
hissinden yoksundur.
Şaşılık (Strabismus)
• Stereoskopik görüntü ile elde edilen
derinlik hissi günlük hayatımızda oldukça
önemlidir.
• Örneğin ipliği iğneye geçirmek tek gözle
çok zorken, çift gözle oldukça kolaydır.
Şaşılık (Strabismus)
• Ayrıca
merdiven
basamaklarının
yüksekliğinin tayin edilmesi veya trafikte
önümüzdeki
aracın
uzaklığının
belirlenmesi
stereoskopik
görme
sayesinde olur.
• Yaklaşık
yedi
metreden
stereoskopik görüntü kaybolur.
sonra
Şaşılık (Strabismus)
• İki göz ile bakıldığında bir cismi tek olarak
görebilmek için o cisimden çıkan ışınların
iki gözün retinalarının birbirine uygun
korespondan
noktalarını
uyarmaları
gerekir.
• Korespondan
fovealarıdır.
noktaları
gözlerin
Şaşılık (Strabismus)
• Şaşılarda bir cismin görüntüsü bir gözde
foveaya, diğer gözde ise fovea dışında
korespondan
olmayan
bir
noktaya
düşmesi diplopi (çift görme) olarak
adlandırılır.
• Şaşılık tedavi edilmezse cisme fikse
olmayan gözde tembellik (ambliyopi)
gelişir.
Şaşılık (Strabismus)
• Böyle durumda sağlam göz belli sürede
kapatılarak
bozuk
gözün
gelişimi
amaçlanır.
• Bu durum ayarlanmayı gerektirir.
Şaşılık (Strabismus)
• Maymunlarla yapılan deneylerde bebek
maymunun bir gözünün üç ay süreyle
kapalı
tutulması
sonucunda
gözün
fonksiyonunun kaybedilmesi nedeniyle
körlük ortaya çıkmıştır.
• Gerekirse göz
uygulanabilir.
kaslarına
operasyon
Gece Körlüğü (Nyctalopy)
• Uzun süren A vitamini eksikliğinde
rodopsinin yapısında yer alması, çubuk ve
konilerin gelişimindeki öneminden dolayı
gündüz görüşünde herhangi bir değişiklik
olmamasına rağmen gece görüşü azalır.
Gece Körlüğü (Nyctalopy)
• Uzun süreye bağlı olarak fotoreseptör
hücrelerde ortaya çıkan anatomik
değişiklikler retinanın nöral katmanlarını
da etkilediğinden A vitamini takviyesi
reseptörler tahrip olmadan önce
gerçekleştirilebilirse retina fonksiyonunu
tekrar kazanabilmektedir.
Gece Körlüğü (Nyctalopy)
• A vitamini preparat olarak alınabileceği
gibi havuç gibi A vitaminince zengin besin
maddelerini fazlaca tüketmekle de
sağlanabilir.
• A vitamininin yanı sıra retina ve diğer nöral
dokuların normal fonksiyonları için B
kompleks vitamin takviyesi de yararlıdır.
Download