ispiroğlu

advertisement
GİRİŞ
Yüce kitabımız Kur’an-ı kerim’in açıklamalarına göre, Hz. Peygamber son
nebidir ve son Resuldür,1 ancak ilk peygamber değildir.2 Allahu teala ondan önce
peygamberler göndermiş ve bütün peygamberler vahiy adını verdiği bir iletişim aracı ile
gerekli gördüğü bilgileri iletmiştir. Hz. Peygamber’in Allah’tan vahiy yoluyla aldığı
bilgilerin Kurandan ibaret olmadığı hem ilgili ayetlerden 3 hem de ona yüklenen
vazifelerden ve bahşedilen vasıflardan anlaşılmaktadır. O’nu diğer insanlardan ayıran
özellik vahya mahzar olmasıdır. 4Ancak bu onun yegane özelliği değildir.hem vahi
alabilmek için O’nun daha bir çok üstün vasıf ve özellikler bezenmesi şanına uygun bir
terbiye alması gerekmiş, bunlar da bizzat Allahu tealanın lütfu ile gerçekleşmiştir. O
alemlere rahmettir.5 İnsanlar şahit müjdeleyici, uyarıcı Allah’ çağıran, davetçi ve
çevresine ışık saçan kandil olarak gönderilmiştir.6
Belli bir kavme ve coğrafyaya değil, bütün insanları uyaran ve müjde veren bir
peygamber olarak gönderilmiştir.
7
Yalnızca uyarmak ve müjdelemekle yetinmeyip
Allah’ın iradesini yeryüzünde hakim kılmak için mücadele etme vazifesi ve kendisine
itaat etme selahiyeti ile techiz edilmiştir.8 Ebedi saadete talip olanlar için en iyi
örnektir.9 Yalnızca Kuranı tebliğ etmeyecek aynı zamanda onu açılayacaktır.10 Bir
kimsenin hem Allah’ın razı olmadığı O’na itaatsizlik ve isyan teşkil eden fiiller işlemesi
hem de insanlar örnek olarak gönderilmiş olması bir arada düşünülemeyeceği için Hz.
Peygamber’in özelliklerinden biri de ‘ismet’ sıfatıdır. Bu sıfatı gereği olarak Hz.
Peygamber kasten Allah’ın rızasına aykırı bir davranışta bulunmaz, unutma yanılma
gibi elde olmayan sebeplerle hata ederse Allahu teala tarafından uyarılır. Hz,
Peygamber’den zuhur eden hataları din kuralı dini hüküm ve örnek davranış olarak
ümmete intikal etmez.
1
Ahzab 33/40, Maide 5/3
Yusuf 12/109
3
Şura 42/51, Enam 6/50, Yunus !0/15
4
Kehf 18/110
5
Enbiya 21/107
6
Ahzab 33/45-46
7
Sebe 34/28
8
Tevbe 9/33, Nisa 4/59
9
Ahzab 33/21
10
Nahl 16/44
2
Rasulullah (s.a.v.) tebliğ ettiği Kur’an’dan ayırmak mümkün değildir. Hz.
Peygamber Kur’an-ı tebliğ etmenin yanında onu beyan etmiş, öğretmiş, kendisine
havale edilen boşlukları doldurmuş onu yaşanan İslam olarak hayata geçirmiştir. Bu
itibarla hz. Peygamber’in gerek hayatının gerekse sünnetinin özelde Müslümanlar,
genelde de bütün insanlık için önemli bir yeri vardır. Din sürecini son kemal halkasını
oluşturan, yıldızlar nisbetle güneşin doğuşu gibi kendisinden öncekileri hükümsüz klan
Yüce Kur’an’a ulaşmanın tek yolu Resulullah’tır.
2
BİRİNCİ BÖLÜM
1. SÜNNET
1.1. SÜNNET KAVRAMI VE SÜNNETİN TARİFİ
Sünnetin hukuki konumunu ifade etmeden önce kavramın içeriğine kısaca göz
atmak yerinde olacaktır.
Sünnet kelimesi Kur’an-ı Kerim’in sekiz suresinin 14 yerinde geçer. Bunlardan
ikisi çoğul, diğer yerlerde ise tekil olarak zikredilir.
1.2. SÜNNETİN LUGAT TANIMI
‘s.n.n.’ kökünden gelen sünnet kelimesi sözlükte:tutulan yol, hal, tavır, gidişat,
tavır, çığır, kanun, adet, hüküm, olaylar ve yol manalarında kullanılır.11
Kur’an’da
ise
‘sünnet’
kelimeleri
kullanılmıştır.
11
Hüseyin Hatemi, Hukuk Devleti Öğretisi, İstanbul 1998.
3
genelde
değizmez
kanunlar
için
1.3. SÜNNETİN TERİM (ISTILAH) ANLAMI
a. Hz Peygamber’in izlediği yol, hareket tarzları ve yaşayış halleridir.12
b. farz ve vacip dışında, Yüce Peygamberden südür eden söz, iş ve tasvip ettiği
davranışlara denir. Bunlardan ibadet kastıyla olanlara ‘sünen-i hüda’ denir ki bunları
yapmak dini kemale erdirir, mükemmel hale getirir. Terki ise kötü bir hal olup tenkidi
icap ettirir. Adet şeklinde olanlara sünen-i zevaid enir ki, uygulaması iyi ve güzel kabul
edilmiş, terki ise herhangi bir kınama gerektirmez. 13
Hanefi ulemasının büyük bir kısım, Hz. Peygamber’in dışında Ashab’ın
uygulamasına da sünnet demişlerdir. Bu konuda şu hadisi şerifi delil gösterirler.’benin
sünnetime ve benden sonraki raşid halifeleri sünnetine sarılın’14 Nitekim ashab bazı
hükümler koymuşlar ve Müslümanlar bu hükümleri itirazsız benimsemişlerdir. Hz. Ali :
‘Peygamber şarap içene 40 değnek, Hz. Ebu Bekir 40 değneği uygulamış, Hz. Ömer ise
bunu 80 değneğe çıkarmıştır’ buyurmuşlardır. Ramazanda teravih bugünkü şekliyle Hz.
Ömer’in hilafetinin sonlarına doğru uygulanmaya başlanmış bir sünnettir.15
Ömer Nasuhi Bilmen de sünneti şöyle tarif etmektedir: dini islamda farz ve
vacip olmadan Resul-u Ekrem efendimiz tarafından meslük ve mütehaz olan bir
tarikten, bir meslekten ibarettir. Sünnet-i hüda ve sünnet-i zevaid nevilerine ayrılır.16
Günümüz araştırmacıları en geniş manada sünneti Hz. Peygamber’in kendi döneminde
İslam toplumunun akide, ibadet, tebliğ, eğitim, ahlak, hukuk, siyaset, ekonomi gibi
çeşitli alanlarda, kısaca bireysel, toplumsal ve evrensel olmak üzere esas aldığı ilke ve
prensipler bütününün oluşturduğu zihniyet yada dünya görüşü şeklinde tarif
etmişlerdir.17
Al-i İmran 3/137, Fatır 35/43
Seyit Şerif Cürcani, Tarifat-ı seyidi, Muhammed Esad Mat. İstanbul, 1300.s.82.
14
İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı, Tercüme ve Şerhi, Akçağ Basım, Ankara
1992.c. 2, s.330.
15
Muhammed Pezdevi, Keşfu Pezdevi, Şirket’i Sahafiyyei Osmaniye Mat, c.2, İst. 1308, s.308.
12
13
16
Nasuhi Bilmen, Dini Bilgiler, Doğuş Mat. Ankara, 1959, s. 109.
17
Hayri Kırbaşoğlu, ,İslam Düşüncesinde Sünnet, Genişletilmiş 2. bs., Ankara Okulu Yay. Ankara,
1996.s. 104.
4
1.3.1. USULCULER , HADİSCİLER VE FAKİHLERE GÖRE
SÜNNET’İN TARİFİ
1.3.1.1. Usulcüler Göre sünnet
usulcüler, İslam’ın ilk dönemindeki kullanımından hareketle sünnet kavramını
yasama için Kur’an’dan hemen sonra gelen bir kaynak olarak ele almışlar ve onu şu
şekilde tarif etmişlerdir. Sünnet: Nebi’den sadır olup gelen söz fiile ve onaylardır ki,
bunlardan her biri Allah’ın dinini anlama ve uygulamada Nebi’nin yolunu gösterir.18
1.3.1.2. Hadisçilere Göre Sünnet
Hadisçiler, usulcülerin tarifine bazı ilavelerde bulunmuşlar ve sünneti Nebi’ye
izafe edilen söz, fiil, onay, sıfat ve siret şeklinde tarif etmişlerdir. Onlara göre sünnet bu
beş hususu da içermektedir. Yine onların çoğunluğuna göre bu içeriğiyle sünnet
kelimesi hadis kavramıyla eş anlamlıdır.19
1.3.1.3. Fakihler Göre Sünnet
farz ve vacipler dışında Hz. Peygamber’den gelen hükümler sünneti meydana
getirir. Başka bir ifadeyle Kur’an dışında Hz. Peygamber’in şer’i bir hüküm teşkil eden
söz, fiil ve takrirlerine denir.20
18
Yusuf el-Kardavi, Sünneti Anlamada Yöntem, 2. baskı, Kayseri,1993.s. 136.
Kardavi, a.g.e. s. 137.
20
Kardavi, a.g.e. s. 137
19
5
İKİNCİ BÖLÜM
2.SÜNNET VAHİY İLİŞKİSİ
2.1. SÜNNETİN DE KUR’AN GİBİ VAHİY MAHSÜLU OLDUĞU
GÖRÜŞÜ
Genelde sünnetin vahiy oluşuna delil olarak ileri sürülen ‘o, kendiliğinden
konuşmamaktadır. Onun konuşması ancak bildiren vahiydir.21 ayetidir. Sünnet de
alimlerin bir çoğuna göre Allah’ın Hz. Peygamber’e indirdiği bir vahiy ürünüdür.
Ancak bu vahiy bir yönden Kur’an vahyinden farklıdır. Zira Kur’an vahyi muciz ve
ibadetlerle okunma gibi niteliklere haizdir. Peygamberimizin Kur’an dışında vahiyler
aldığı Kur’anda belirtildiği gibi bizzat Hz. Peygamber’in ifadeleriyle de sabittir. Mesala
Hz. Peygamber bir münasebetle şöyle buyurmuştur. Allah bana sizin ancak gönüllü
olmanızı vahyetti.22 Bu yüzden İslam alimlerinin çoğu vahyi ‘metluv’ ve ‘gayri metlüv’
olmak üzere iki başlık altında incelemişler ve sünneti Kur’an’dan sonra ikinci kaynak
olarak kabul etmişlerdir.23
Ashabı kiramın uygulamaları da gerek Hz. Peygamber’in sağlığında gerekse
vefatından sonra hep bu yönde olmuş, problemlerin çözümünde de önce Kur’an’a sora
21
Necm 53/2,3
Müslim, cennet, 64. Ebu Davut, Edep 48.
23
İzmiri, Muhammed Fadıl, Mir’atu’l Usul Haşiyesi, Bosnalı Hacı Muharrem efendi
22
6
Mat.s. 197.
sünnete başvurmuşlardır. Nitekim Resulullah Muaz b. Cebel’i Yemen’e vali olarak
gönderdiğinde kendisine sorar: Sana bir dava getirildiğinde nasıl hükmedeceksin?
‘Allah’ın kitabı ile hükmedeceğim’ der.
Meseleyi Kur’an’da bulamazsan ?
Resulullah’ın n sünneti ile hükmedeceğim der. Resulullah Hem kuran Hem de sünnette
bulamazsan? Dediğinde kendi reyimle ictihad edeceğim hüküm vermekten
geri
durmayacağım demiştir.
Muaz b.Cebel der ki: İşte o zaman Resulullah Memnun kaldı ve göğsüme
eliyle vurup ‘Allah’ın elçisinin elçisini, Allah’ın elçisini memnun edecek şekilde
muvaffak kılan Allah’a hamdolsun’ buyurdu.24 Bu olay ashabın kitaptan sonra ikinci
temel kaynak ettiklerini bize göstermektedir.
Çeşitli vesilelerle Ashab, Resulullah’ın davranışının vahye dayalı olduğunu
ifade ediyorlardı. Mesela Hz. Ayşe bir arada yaşamamış olmalarına rağmen en çok Hz.
Hatice’yi kıskandığını ifadeden sonra Peygamber’e onun hakkında vahy olunduğuna ve
onu cennette bir konak verileceği müjdesinde bulunulduğunu söyler.25
Ebu Davut ve Beyhaki şöyle bir rivayete yer vermişlerdir. ‘ Cibril Resulullah’a
aynı Kur’an’ı indirdiği gibi sünneti indirir ve Ona Kur’an’ı öğrettiği gibi öğretirdi.
Sünnet hangi yaklaşım esas alınırsa alınsın Allah insanlara Resulullah’a itaat
etmelerini farz kılmış ve sünnetin gereği ile onları ilzam etmiştir. Sünnet, kur’an’ın
açıklamasıdır. Bu açıklama ise ya Allah’dan gelen risalet yoluyla ya ilham ya da
kendisine tevdi eylediği bir emir ile gerçekleşir.26
Vahiy-sünnet müşterekliğini özellikle Hz. Peygamber’in koyduğu dini
hükümler noktasında ele almamız, Kur’an’da 20 yerde geçen ‘hikmet’ kelimesini ayrıca
kitap ile verildiği söylenen ‘nur’ kelimesini ve bu kelimelere yüklenen manaları İslam
alimlerinin de görüşlerini ortaya koymak suretiyle dile getirmenin gerekliliğini ortaya
koymuştur.
İbrahim Canan,Kütüb-i Sitte Muhtasarı, Tercüme ve Şerhi, Akçağ Basım, Ankara1992.
Buhari, Nikah, 108, (VI, 158)
26
Celaluddin Ebu’l Fadl b. Ebi bekr Suyuti, Miftahu’l-Cenne fi’l-ihticac Bi’s-Sünne, Beyrut
24
25
s.337.
7
1987.
Kur’an-ı Kerim’in açıklamalarına göre Hz. Muhammed son nebidir.ve
resuldür. Hz. Peygamber’in aldığı bilgilerin sadece Kur’an’dan almadığı ilgili
ayetlerden hem de, ona yüklenen vazifeler ve bahşedilen vasıflardan anlaşılmaktadır.
O’nu diğer insanlardan ayıran en önemli özelliği vahye mahzar olmasıdır.27
Hz. Peygamber’in vasıflarını göz önüne alarak sünnetin vahiy ile ilişkisini
belirlemek gerekirse, sünnetin vahiy kaynaklı olduğu yahut da vahiy yoluyla kontrol
edildiği ve ve gerektiğinde düzeltildiği rahatlıkla söylenebilir.
2.2. HZ. PEYGAMBERE KUR’AN DIŞINDA DA VAHİY GELDİĞİNE
İŞARET EDEN AYETLER
Kuran’a baktığımız zaman Hz. Peygamber’e Kur’an dışında da vahiy geldiğine
işaret den pek çok ayet görmekteyiz. Şimdi bunları kısaca zikredelim.
a. Kur’an’da. Allâh bir insanla (karşılıklı) konuşmaz. Ancak vahiyle (kulunun
kalbine dilediği düşünceyi doğurarak), yahut perde arkasından konuşur; yahut izniyle
dilediğini vahyedecek bir elçi gönderir. O, yücedir, hüküm ve hikmet sâhibidir.28
buyurulur.
Kur’an’ın bu yollarda 3. yolla Cibril ile geldiği açıkça belirtilmiş olduğuna
göre 29 acaba peygamber birinci ve ikinci yolla da yani kuranın dışında hiçbir vahiy de
almamış mıdır? Konu ile ilgili pek çok ayet ve hadisleri göz önüne aldığımız zaman bu
soruya menfi cevap vermek mümkün değildir.30
Bundan başka Hz. Peygamber’e Kur’an’ın dışında da vahiy geldiğine delalet
eden hususlardan biri de Kur’an’da Hz. Peygamber’e ve bazı diğer peygamberlere
kendilerine verilen kitapların yanında bir de hikmet verildiğinin haber verilmiş
olmasıdır. Nitekim Yüce Allah Hz. Peygamber hakkında şöyle buyurmaktadır.
b.Allâh'ın sana lütfu ve acıması olmasaydı, onlardan bir grup, seni saptırmağa
yeltenmişti. Onlar sadece kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allâh,
Süleyman b. El-Eşas, es-Sicistani es-Ezdi Ebu Davut, es-Sünen, Mısır, 1950.s.96-97.
Şura 42/51
29
Bakara 2/98, Necm 53/5
30
Afzalurrahman, Siret Ansiklopedisi, inkılap Yay. C. II., s. 545.
27
28
8
sana Kitabı ve hikmeti indirdi ve sana bilmediğin şeyleri öğretti. Allâh'ın sana lütfu,
cidden büyüktür.31 Bu ayetlerde gecen hikmetten maksat İslam alimlerinin bir çoğuna
göre sünnettir. İma-ı Şafi bu konuda şöyle demektedir. Burada Allah kitabı zikretmiştir
ki O da Kur’an’dır. Hikmeti de zikretmiştir hikmetten maksat da sünnettir. Kur’an
ilmine vakıf olanlardan beğendiğim birinden ‘Hikmet Hz Peygamber’i sünnetidir’
dediğini işittim. Allah insanlara kitap ve hikmetin öğretilmesini onlara kendi lütfu
olduğunu zikretmiştir. Buna göre de hikmetten maksat da Hz. Peygamber’in
sünnetidir.32
c.‘Namazları ve orta namazı koruyun, gönülden bağlılık ve saygı ile Allah’ın
huzurunda durun. Eğer bir tehlikeden korkarsanız, yahut bilmiş olarak kılın. Güvene
kavuştuğunuz ise bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği şekilde Allah’ı anın.’33 Buradaki
‘Size öğrettiği şekilde’ ifadesi dikkat çekicidir. Bilindiği gibi namaz, Kur’an’da tafsilatlı
şekilde öğretilmemiştir. O halde Hz. Peygamber’in bu konuda Yüce Allah’tan Cebrail
vasıtasıyla bir takım emirleri almış olduğu muhakkaktır. Bun görüşü, Cebrail’in Hz.
Peygamber’e gelip beş vakit namazı bizzat tatbikatlı bir şekilde öğrettiği rivayetleri 34
teyit etmektedir. Kısaca, ayette geçen ’Allah’ın size öğrettiği şekilde’ ifadesi
Hz.Peygamber’e Kur’an dışında da vahiy geldiğine işaret etmektedir. Çünkü Cibril’in
öğretmesi demek netice itibariyle Allah’ın öğretmesi demektir.
d.‘O hevadan konuşmaz, O kendisine vahyedilen vahiyden başkası değildir.’35
Alimlerden bazıları ayetin siyak ve sibakını göz önüne alarak buradaki vahyin sadece
Kur’an’ı içine aldığını,36 bazılarını da Kur’an’la birlikte Resulullah’ın ictihadı dışındaki
sünnetlerini de kapsadığını belirtmektedirler.37
e.‘Senin üzerinde bulunduğun yönü (Kabe’yi), Resul’e tabi olanlarla iki topuğu
üzerinde gerisin geri dönenleri bilesin diye kıble yaptık.’38 Bu ayet ilk kıblenin vahiy ile
31
Nisa 4/113
Muhammed b. İdris eş-Şafi, er’Risale, (thk. Ahmet M. Şakir), Kahire 1979., s.45.
33
Bakara 2/238-239.
34
Muhammed b. İsa et-Tirmizi, Sahibu’t-Tirmizi, İst. 1981, salat 149, Ebu Davud, Sünen salat 2, 393.
35
Necm 53/5.
36
İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’k Beyan, Neşr. Halil Eser, İstanbul, 1939, c.9. s.213.
37
Abdullah ibn Ahmed ibn Muhammed ibn İbrahim el-Bağdadi, el-Ma’ruf bi’l-Hazin
Lubabu’t-Te’vil fi Menari’t-Tenzil, İstikamet mat., Kahire 1955, 1.bsk., c.4.
38
Bakara 2/243
32
9
bildirildiğini, ikinci kıblesini Resul’e gerçekten tabi olanlarla sırt çevirenlerin ortaya
çıkması için Allah tarafından belirlendiğini sarahatle beyan eder. Bu ayet, Resul’e
Kur’an dışında bir vahyin ulaştığını ortaya koymaktadır. İlk kıblenin tayin edilişi
Kur’an’da zikredilmemiştir. Oysa biz ilk kıblenin Allah tarafından belirlendiğini bu
ayetten anlamaktayız. Şüphesiz ilk kıblenin tayini Resul’e ulaşan bir vahiyle olmuştur.
Mü’minler 14 yıl boyunca bu kıbleye doğru namazlarını ikame ettiler ve sonra kıblenin
ikinci kez Allah tarafından belirlendiğini öğrendiler. Bu belirleme Kur’an vasıtasıyla
yapıldı ki kimin Hz. Peygamber’e gerçekten itaatkar kimin isyankar olduğu anlaşılsın.39
2.3. HZ. PEYGAMBER’E KİTABIN YANINDA HİKMETİN
VERİLDİĞİNİ İFADE EDEN AYETLERVE HİKMET-SÜNNET BÜTÜNLÜĞÜ
a.‘Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki, insanlara şahit olasınız. Elçi de size
şahit olsun. Biz, Elçi'ye uyanı, ökçesi üzerinde geriye dönenden ayıralım diye, eskiden
yöneldiğin Kabe'yi kıble yaptık. Bu, Allâh'ın yol gösterdiği kimselerden başkasına
elbette ağır gelir. Allâh sizin imanınızı zayi edecek değildir. Şüphesiz Allâh, insanlara
şefkatli, merhametlidir.40
b.Nitekim kendi içinizden, size âyetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size
Kitabı, hikmeti ve bilmediklerinizi öğreten bir Elçi gönderdik. 41
c.Nitekim kendi içinizden, size âyetlerimizi okuyan, sizi temizleyen, size
Kitabı, hikmeti ve bilmediklerinizi öğreten bir Elçi gönderdik.42
d.Andolsun ki, Allâh, mü'minlere büyük lütufta bulundu: Zira daha önce açık
bir sapıklık içinde bulunuyorlarken onlara, kendi içlerinden, kendilerine Allâh'ın
âyetlerini okuyan, kendilerini yücelten ve kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir elçi
gönderdi.
43
bütün bu ayetler göstermektedir ki Resulullah’a kitabın yanı sıra hikmet de
verilmiştir. Diğer bir ifadeyle Kur’an öğretisine , uygulamaya yönelik, bir şekil vermek
39
Afzalurrahman, a.g. e.C. II. S. 543.
Bakara 2/143
41
Bakara 2/151
42
Bakara 2/152
43
Al-i İmran 3/164
40
10
ve kendisine vahiy edildiği gibi hakk, adalet ve iyilik üzerine kurulu bir sistem
oluşturmak için Hz. Peygamber’in yaptığı bütün çalışmalar onun özel muhakemesinde
değil kendisine Allah tarafından verilen bilgi ve hikmete datalı idi. Bu hikmeti yalnızca
kullanmakla kalmadı onu diğer insanlara da öğretti. Böylece ümmete Resulullah’dan iki
tür vahiy ulaştı. İlki kitab, diğeri ise ister sözlü olsun isterse ameli planda olsun Hikmet.
Bu ayetler hiç şüpheye yer bırakmayacak şekilde ifade etmektedirler ki Kur’an yalnızca
Kur’an’a değil, Kur’an’ın beraberinde Resul’e verilen Hikmet’e de uymamızı ister. Bu
ise Resulullah’ın davranışları, sözleri ve amelleri ile açıklanmıştır. Bütün bunlardan
çıkan netice, Kur’an ve sünnet birlikteliğinin temelinde vahiy müşterekliği olduğudur.
O halde sünneti hesaba katmaksızın islami duyarlılıktan söz etmek mümkün olmaz.
2.4. KUR’AN VE SÜNNET BÜTÜNLÜĞÜ
İslam dini, Allah katında gerçek din olup44 onun hoşnut olduğu eksiksiz ve tam
bir mükemmeliyet içinde vaz ettiği, Hz. Peygamber’i de onu tebliğe, ittibaya, ve bu
konuda kullarını uyarmaya memur ettiği kutlu bir dindir. Kur’an’ı Kerim bu yüce dinin
mukaddes kitabıdır. Bu kitab, Allah’ın Katından insanlığa uzanan sağlam bir iptir.45 Bu
kitab sarılan daima aziz olur ve gözlerin göremediği ,,aklın tasavvur edemediği
nimetlerle mükafatlandırılır. Kur’an kendisine tabi olanlara dünya ve ahiret saadetinin
yollarını gösterir. Bu konuda genel kaideler ve külli prensipler koyar. Bazı meselelerde
ise doğrudan düzenleyici normlar getirir.46
Hz. Peygamber ise Kur’an’ı Allah’ın
kendisine verdiği görev istikametinde tebliğ etmiş, açıklamış ve bizzat yaşamıştır. Onun
ahlakından sorulduğu zaman Hz. Ayşe: O’nun ahlakı Kur’an’dı47 buyurarak Hz.
Peygamber’in Kuran ‘ı hayat onda nasıl yaşadığını çok açık bir şekilde anlatmıştır. Hz.
Peygamber’in sözleri,fiilleri ve takrirleri demek olan ‘sünnet’ kavramı Allah’ın dinini
anlama ve hayata tatbik etmede teorik ve pratik olarak Hz. Peygamber’in getirmiş
olduğu nebevi metottur.48
Al-i İmran 3/19
Müddesir 74/1-3
46
Nur 24/30-31, Nisa 4/23
47
Müslim, Müsafirun, 139.
48
Yusuf el-Kardavi, Sünneti Anlamada Yöntem, 2. baskı, Kayseri,1993.s.23.
44
45
11
Bu nebevi metod yani sünnet, Kur’an’ın mücmelini tafsil eder, müphemini
açıklar ve pratik örneklerini ortaya koyar. Hz. Peygamber’in örnek şahsiyeti biz Kur’an
ayetiyle tastik edilmiştir. Hz. Peygamber de pek çok hadislerinde dini kendisinin
açıkladığını ve uyguladığı şekilde anlaşılıp yaşanmasını ifade etmiştir.
49
Benim nasıl
namöaz kıldığımı görüyor iseniz sizde öyle namaz kılınız.50 Bana uyan cennete girmiş
olur, asi olan ise emrine uymaktan imtina etmiş olur.51 buyurmuşlardır.
Kısaca din yani İslamiyet Kur’an ve sünnet bütünlüğü içinde vaz edilmiştir.
Kur’an’ı sünnetten ayrı düşünmek, Kur’an’ı anlamamaktır. Bu peygambersiz bir din
hayal etmek olur ki, o da muhaldir. Kur’an’da bizzat Peygamber’e uyulması istenmiş,
Kur’an ve sünnet bütünlüğü tekrar tekrar vurgulanmıştır. 52
2.5. KUR’AN KAŞISINDA SÜNNETİN DERECESİ
bu konuda değişik görüşler bulunmaktadır. Bir çoklarına göre sünnet Allah’ın
kitabından sonra İslam dininin en mühim kaynağıdır. Bu fikrin yanında sünneti hüküm
bakımında Kur’an ile aynı tutanlar da vardır. Bu üçüncü gurup da sünnetin aşırılık
yönünü tutarak onu delil sayamaya bile lüzum görmemişler. Son olarak sünnet in
Kur’an’a hükümran olduğunu söyleyenler de vardır. 53
Gazzali’ye göre ‘dinde Allah’ın kitabı ile ilk mertebede üzerinde ittifak olunan
ameli sünnet ikinci mertebede ahad hadisler ise üçüncü mertebededir.54
Tayyip Okiç’e göre Kur’an dışında Hz. Peygamber’e nice vahiyler gelmiştir.
Bu suretle vahyolunan Kur’an’daki bazı ayetlerin diğer bazı ayetleri neshedebileceği
kabul edilmektedir.55
Sünnet bir taraftan delilliğini Kur’an’ın onayından almakta öbür taraftan da
Kur’an’ın beyanı onun açılımı, fiili hayata geçirilişi olmaktadır. Çok daha önemlisi
Kur’an’ın Kur’an olduğunu bize Hz. Peygamber haber vermiştir.
49
Buhari, Ezan 18.
Buhari, İ’tisam,1.
51
Buhari, İ’tisam,2.
52
Ali Çelik, Diyanet İlmi Dergi, C. 33, S. 2
53
Mahmut Denizkuşları, Sünneti terk Kur’an’la Amel Meselesi, Ribat Yay. 1992. s.66.
54
Mahmut Ebu Reye, Adva ales-sünen, Muhammediye, Kahire, ts. S.15
55
Tayip Okiç, Bazı Hadis Meseleleri Üzerine Tetkikler, Ankara,1959.
50
12
Bu itibarla sünneti Kur’an’dan koparmak olmaz. Bu iki yaklaşım yerine
sünneti Kur’an’ın Kapsamı içinde fakat onun altında bir yerde kabul etmek daha uygun
olur. böylece değişmez değerler dizisinde piramidin zirvesinde Kur’an yer almış olacak,
onun diğerlerinin sıhhat ve ameli değerini belirlemede sağlıklı bir ölçüt olarak
kullanılmasına imkan doğacak eşdeğerde olmadıkları için de hiçbir zaman Kur’an ile
sünnet arasında gerçek anlamda bir taarruzdan bahsedilmeyecektir.
Kur’an’ı sünnetsiz düşünmek mümkün değildir. Bunlar bir bütünün
parçalarıdır. Sünnet Kur’an’ın tamamlayıcısı ve açıklamasıdır. Birini diğerinden
ayırmaya imkan yoktur. Bunun için önemli olan bunları bir bütün olarak ele alıp,
günümüze taşıyabilmektir.56
Sünnet’in Kur’an’dan sonra gelişine şu hususlar delalet eder:
a. Kitap kat’i, sünnet ise zannidir. Bundan kitabın sünnet üzere takdimi lazım
gelir.
b. sünnet ya kitabı beyan etmektedir, ya da ona ilave bir hüküm getirmektedir.
Eğer, kitabın içeriğini beyan mahiyetinde ise, o zaman sünnet dikkate alınma
bakımından beyan edilen nisbetle ikinci derecede bir yere sahiptir. Eğer sünnet beyan
edici bir konumda değil de kitaba ilave bir şey getiriyorsa o zaman ona itibaqr kitaba
bakıldıktan ve aranılanın onda bulunmasından sonra olacaktır. Bu da kitabın mertebece
sünnetten önde geldiğinin delilidir.57
c.Hanefi usulcülerinin taksiminde yer alan farz ve vacip ayırımı da kitabın
sünnet üzere takdimi, kitaba itibarın sünnetten daha güçlü olduğu esasına dayanır.58
2.6. SÜNNET’İN KUR’AN DIŞINDA HÜKÜM GETİRMESİ
İslam alimleri sünneti sadece Kur’an’ın mücmelini açıklayan, mutlağını
mukayyet kılan veya umumiyet ifade kılan ayetlerini tahsis eden bir kaynak olarak
değil, bunun yanı sıra Kur’an’ın hüküm getirmediği hususlar hüküm koyan, bağımsız
Mehmed Erdoğan, Vahiy-Akıl Dengesi açısından Sünnet, M.Ü.İ.FV.Y. 90. ikinci
baskı, İst. 2001. s.259.
57
Erdoğan, a.g.e. s.255.
58
Ebu İshak Şatıbi, el-Muvafakat fi usuli’ş-Şeria, Beyrut 1986.IV, 5-6.
56
13
hüküm koyan bir yasama kaynağı olarak da düşünülmüştür. Dolaysıyla sünnet
Kur’an’ın sessiz kaldığı alanlarda hükümler koyan ve böylece Kur’an’ın hükümlerine
ilavelerde bulunan bağımsız bir otorite vasfını da kazanmıştır. Şüphesiz ki Hz.
Peygamber’in ictihatları, bir insan olarak yaptığı özel yada geçici uygulamaları gibi bir
takım fiillerini bağlayıcılık anlamının dışında tutmalıyız.59
Sünnet ihtilaf düştükleri konularda insanları aydınlatan böylece onlar için
hidayet ve rahmet kaynağı olan, Kur’an’ı Kerim’in kendisin indirildiği bir peygamberin
sözü olarak üstün bir değer ifade ettiği gibi Kur’an’ı herkesten iyi anlayan ve
ayetlerdeki ilahi maksadın ne olduğunu en iyi bilen Allah resulünün görüşü olarak da
büyük önem taşır. Hz. Peygamberin insanlara sözleriyle açıkladığı fiilleriyle
uygulanışını gösterdiği ilahi emirlerin başında namaz , zekat , hac gibi ibadetler gelir.
Namazların hangi vakitlerde, kaçar rekat ve nasıl kılındığı, orucun nasıl
tutulacağı, zekatın hangi mallardan ne kadar verileceği, haccın nasıl yapılacağı giib
hususlar, Kur’an’da yer almayıp Hz. Peygamber’in Sünnetiyle açıklık kazanmış, İslam
hukukunun bir çok meselesi hadislerde verilen bilgilerle sonuca kavuşturulmuştur.
Ayrıca Kur’an’da birkaç türlü yorumlanabileceği için manası kolaylıkla anlaşılmayan
ayetler, ‘zulüm’ kelimesiyle tefsir edilmesinde olduğu geniş kapsamlı ifadelerle daha
dar anlamların kastedildiği ayetlerde hadis rivayetleri sayesinde yorumlanabilir. Sünnet
aynı zamanda Kur’an’da yer almayan bir çok meseleye açıklık getirmiş, bu konulardaki
uygulama şeklini göstermiştir. Mesela bir kadının adet halinde kılamayacağı namazları
kaza etmeyeceği, bir erkeğin hanımının üzerine onun kardeşi ve teyzesi ile
evlenmeyeceği, nesep yakınlığı sebebiyle de evlenmenin haram olduğu kimselerle süt
yakınlığı sebebiyle de evlenmenin gibi hususlar, ayrıca şuf’a hakkı ile ilgili hükümler,
nineye ve baba tarafından akrabaya düşecek miras gibi meseleler Hz. Peygamber
tarafından halledilmiştir.
Kur’an’da temas edilmekle beraber hakkında fazla bilgi verilmeyen ahiret
hayatıyla ilgili hususlar, kabir hayatı, yeniden dirilme, mahşer, hesap, mizan cennet,
cehennemdeki hayat gibi konular da Hz. Peygamber’in sünnetinden öğrenilmektedir.
59
Kamil Çakın, Hadis inkarcıları, Seba İlim Araştırmalar dizisi, 9, s.15.
14
Ahlaki vazifeler, manevi ve ruhi gelişimi sağlayacak kurallar, düzenli bir aile hayatı için
gerekli olan davranış biçimleri, insanlar arasında insani ve ticari münasebetleri
düzenleyen hükümler, yönetenlerle yönetilenler arasındaki ilişkiler vb. konularda da
hadislerde geniş bilgi bulunmaktadır.60
Sünnet, Kur’an’ın hükümlerine uygun hükümler koyduğu gibi Kur’an’da
olmayan konular hakkında da hüküm koyar.
61
Resulullah hatadan masum olduğuna
göre müstakil hüküm koymasına bir mani yoktur. Onun görevi vahyi tebliğ olduğuna
göre bunu hangi yolla yaparsa yapsın değişmez. İster kitapta olsun ister kitabın dışında
olsun ahkamı tebliğle ilgili Allah’a aittir.
62
Kuranın hükmünün bulunmadığı yerde
hüküm koyma yetkisi verilmiştir.
İslam ansiklopedisi, c.14, T.D.V.Y., s.28.
Ebu Muhammed İbn Hazm, Siretu’n Nebeviyye, c.1.s.14.
62
Sibai, sünnet, s.381.
60
61
15
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
3. Hz. PEYGAMBER VE SÜNNETİ
3.1. HZ. PEYGAMBER’İN İSMETİ VE ÖRNEK TEŞKİL ETMESİ
Bir kimsenin hem insanlara örnek olarak gönderilmiş olması, hem de hoşnut
olmayacağı ve günah saydığı fiilleri işlemesi birlikte düşünülemez. Bu sebeple bütün
peygamberler ismet sıfatıyla muttasıftırlar. Bilerek veya kasten Allah rızasına aykırı bir
davranış içinde bulunmazlar. Yanılmaları sonucu yaptıkları hatalar, unutmaktan
kaynaklanan kusurları Allah tarafından uyarılmasına vesile olur. bu hata ve kusurlar
öncelik veya ahkam konusu olarak ümmete yansımaz. Hz. Peygamber’i zedeleyecek
herhangi bir şeyden masum olması Kur’an’ın delaleti ve ümmetin icmasıyla sabittir.
Dolaysıyla bu konuda hata ve yanılmaya düşmekten korunmuş olduğu yönündeki görüş
16
en doğru yaklaşımdır. Peygamberin hataya düşmüş olabileceğini kabul edenlere göre ise
böyle bir durumda Allah tarafından hemen uyarıldığı ve tashih edilip düzeltildiği
hususunda icma vardır. Bu durumda tebliğle ilgili her haberin doğruluğunda Allah’ın
katındakine uygunluğunda icma edilmiş olmaktadır.
Hz. Peygamber’in şeriatı tebliğ konusunda masum olduğu ve Allah tarafından
kendisine gelen vahye dayandığında hiçbir Müslüman şüphe etmez. Genel kabul gören
anlayış ve yaklaşıma göre Hz. Peygamber’in bu konuda ortaya koyduğu sünnetleri de
vahyin eseridir. Onun Allah’dan aldığı vahyin sadece Kur’an’dan ibaret olmadığı yine
Kur’an
ayetlerinden
ve
Allah
tarafından
kendisine
bahşedilen
vasıflardan
anlaşılmaktadır. Kur’an’ın bir çok ayeti Hz. Peygamberin her söz ve davranışında
Allah’dan bir beyine üzere olduğu açıkça belirtilir. Bu ayetlerden bir kaçının anlamı
şöyledir:
İşte sana da böyle emrimizden bir ruh (gönüllere can veren bir söz) vahyettik.63
Sana vahyolunana uy ve Allâh hükmünü verinceye kadar sabret. O, hüküm
verenlerin en iyisidir. 64
Ben, Rabbimden (gelen) açık bir delil üzerindeyim.65
Tebliğ ile ilgili hususlardan durum böyle olunca, ümmete doğru olarak intikal
etmiş, hatalı olduğu Allah tarafından ifade edilmemiş bütün sünnet çeşitlerinin ümmet
için tüm çeşitlerinin her birinin bağlayıcılığının aynı olduğu söylemek mümkün
değildir. Nitekim İslam alimleri başlangıçtan itibaren bu farklılığa dikkat çekmiş, sünnet
bu açıdan bir ayırıma tabi tutmuşlardır. Tebliği zedeleyecek şeylerden ve günah
işlemekten korunmuş olan bir peygamberin hayatının her safhası örnek alınmayı
gerektirir. Bu örnek oluş mutlaka vacip sünnet ve mendupluk anlamına gelebilecek bir
hüküm ifade etmez. Sadece ortaya konulan davranışta bir sakınca bulunmadığına
mübahlığa ve irşadlığa delalet eder. 66
Şura 42/52
Yunus 10/109
65
Enam 6/57
66
Raşit Küçük, İslam’ın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri Ve Değeri, TDV Yay. İstanbul, 2002, s. 294.
63
64
17
Sünnetin hüccet oluşunun delillerden biri Resulullah’ın bir peygamber olarak
sahip olduğu ismet sıfatıyla her türlü hata ve yanılgıya düşmekten korunmuş olmasıdır.
Hz. Peygamberin ictihadı da hatadan korunmuştur. Bu ya hata etmeyeceği esasına ya da
hatasının üzerine bırakılmayacağı prensibine göredir. Resulullah, yalan, hata ve
iftiradan beri olmasaydı onun söz, fiil ve takrirlerinin hüccet oluşluna ayet ve
hadislerden yeterli delil bulamazdı. Cumhurun görüşüne göre peygamberler büyük ve
küçük günahlardan korunmuşlardır.67
Biz, Hz. Peygamber’in tebliğe hale getirecek hata ve yanılmalardan uzak
olduğunu biliyoruz.
Bu durumda tebliği içeren bir haber doğrudur ve Allah nezdinde olanlarla
mutabıktır. Öyle ise bunlara uymak vacip olur. tebliği içeren her haber doğrudur derken
Resulullah’ın tebliğle ilgili işlerini, takrirlerini, ictihatlarını, emir ve yasaklarını da buna
katıyoruz. Çünkü dini ilimlerin tebliği, söz , fiil, takrir, ictihad, emir ve yasakların
herhangi biri ile gerçekleşir. Öyleyse bunların hepsi tebliğ şekillerinden birini oluşturur.
Resulullah’a ait bütün bu tebliğ şekilleri Allah’ın onayını aldığı için hüccettir. 68
Resulullah’ın tebliğ kastedilmeyen yeme içme günlük konuşma gibi tabi
işerine gelince bunlar da istisnalarla beraber hatadan korunmuştur. Ancak bunların
hüccet oluşu tartışma konusu olmakla beraber ibaha ifade etmekleri açısından şer’i
hüküm olmalarında şüphe yoktur.
Resulullah’ın yanıldığı , unuttuğu da olurdu. Bir defasında anamaz yanılması
üzerine şöyle buyurmuşru: ben de ancak sizin gibi bir insanım, sizin unuttuğunuz gibi
ben de unuturum.69 Zaten bizzat Kur’an’da da peygamber unutmak fiilinin nisbet
edildiğini de görmekteyiz.70 Bütün bunların risalet görevinin tebliği dışında kalan
alanlarda olduğunu ifade etmek durumundayız. Zira peygamberlik görevinin ifası
alanında peygamberlerin korunmuşluğu söz konusudur. Bütün bunlardan anlaşılıyor ki
Resulullah normal bir insandı. Vahiy karşısında peygamber olarak sahip olduğu yetki ve
Ebu’l Hasen Ali b.Muhamed b. Salim Seyfuddin Amidi, el-İhkam fi Usuli’l-Ahkam, Mısır, 1914.s.
145-146.
68
Abdulgani, Hucciyye , s. 232.
69
Müslim, Mesaci, 92-94
70
Muhammed Fuad Abdulbaki, Mucemu’l Müfehres li elfazil Kur’an, Beyrut, 1989.s.700
67
18
sorumluluk dışında o da diğer insanlar gibi sorumlu idi. Resulullah’ın şu sözleri konuya
ışık tutması açısından önem arzetmektedir. ‘Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı övmede
haddi aştıkları gibi siz de beni övmekte haddi aşmayın. Bilin ki ben sadece bir kulum.
Benim hakkımda sadece Allah’ın kulu ve resulu deyin.’71
3.2. HZ. PEYGAMBERE VE SÜNNETE İTAATİN GEREKLİLİĞİ
Herhangi bir dinin peygamberi olmadan insanlara ulaştırılması , anlaşılması,
yerleşmesi ve kurumlaşması mümkün değildir. İslam dini de aynı şekildedir. Resulullah
olmadan islamı düşünmek mümkün değildir. Zira İslam sadec kur’an değildir. O
Resulullah’ın şahsında açıklanmış ve hayata geçirilmiş, bizzat onun öncülüğünde
kurumalaşmış bir dindir. Resulullah bir taraftan Kur’an’ı tebliğ etmiş , bir taraftan onu
beyan etmiş ve uygulamaya koymuş, diğer taraftan da onun kendisine havale ettiği
boşlukları tamamlamış, böylece onu herkesin anlayabileceği bir mükemmelliğe
ulaştırmıştır.
Bu itibarla dinimizde Resulullah’ın ve dolaysıyla sünnetin önemli bir yeri
vardır. Resulullah ve hikmeti içinde taşıyan sünneti olmadan, sadece Kur’an ile
yetinecek bir Müslümanlık iddeasında bulunmak gerçekçi olmamak, Kur’an’ı
ve
Resulullah’ı tanımamak vahyin ve peygamberlik kurumunun mahiyetini bilmemek
demektir.
Kur’an’da Allah resulune itaat emredilmiş ve bu emir sık sık tekrar edilmiştir.
72
ayrıca getirdiği her şeyin alınması gerektiği,
73
emrine aykırı hareket edenlerin
cezalandırılacağı74, zira onun vahyin dışında konuşmadığı75 da haber verilmiştir.
Peygamberimizin kendisi de ‘ Bana verilen şey, sadece Allah’ın bana verdiği
vahiydir’ buyurarak vahiy doğrultusunda hareket ettiğini söylemiştir. Buna göre Allah
Resulullah’ın ister kitap dahilinde olsun ister kitap haricinde olsun , ne getirirse getirsin
71
Buhari, Enbiya, 48.
Nisa 4/59, Enfal 8/ 46.
73
Haşr 59/7
74
Nur 24/63.
75
Necm
72
19
mutlak itaat edilmesinin gerekliliği ni gösterir. Peygamberler örnek edinme ve
kendilerine uyulma konusunda önde gelen insanlardır.
Mevdudi’ye göre ise: İnsanlar hiçbir zaman peygamberin sçz, emir ve
yetkilerini sınırlandıramaz. Çünkü kendisini tamamıyla peygambere ve onun emrine
tabidirler. İnsanlar için emirlere uymak ve teslimiyetten başka çare yoktur. Mü’minler
peygamberin sadece din ve maneviyatla ilgili emirlerine uymakla mükellef değildir.
Aksine zıraat , ticaret, eğitim gibi çok değişik konularda bile verdiği emre itaata
mecburdurlar. Hiç bir konuda itiraz hakları yoktur.’ 76demektedir.
3.3. BAĞLAYICILIK AÇISINDAN HZ. PEYGAMBER’İN SÖZLERİ
Sünneti doru anlayabilmek ve yanlışa düşmemek için hadisler arasında
bağlayıcı olanla bağlayıcı olmayanı, yerel olan ile evrensel olanı birbirinden ayırt etmek
gerekir. İslam dininin teşri de ikinci kaynağı sünnet olduğundan genel anlamda sünnet
bağlayıcıdır. Ancak sünnetin bağlayıcılığı noktasındaki esas ihtilaf , sünnetin tamamı mı
bağlayıcıdır, yoksa bir kısmı mı bağlayıcıdır? şeklindedir. Asıl tartışma bu noktada
düğümlenmektedir. Hz. Peygamber’in emirleri, yasakları, yemesi, içmesi , oturması,
kalkması, giyinip kuşanması, ve kendine özel zevkleri işerinin tamamına uymamız
gerekli midir değil midir? Bunlardan hangisinin kendisini , hangisinin ümmetini
bağladığını iyi tesbit emek zorundayız. Çünkü Hz. Peygamber’in baba, dede, ailereisi,
muallim, devlet başkanı, hakim ve peygamber olarak yaptığı davranışlar ve söylediği
sözler vardır. Bütün bunları aynı kategoride değerlendirmek mümkün değildir.
Söylediklerini ve yaptıklarını hangi sıfatla yaptıklarını çok iyi tespit etmek gerekir ki
bağlayıcı olan ile olamayan ortaya çıkmış olsun. Aksi taktirde konu açıklığa ve netliğe
kavuşmamış olur. dolaysıyla hiçbir ayırım yapmadan şekilsel ve lafızcı bir yaklaşımla
Hz. Peygamber’in her şeyini tıpa tıp yapmak sünnet değildir.
Hz. Peygamber’in her sözünün, her hareket ve davranışının
bağlayıcı
olduğunu söylemeye imkan yoktur çünkü Hz. Peygamber’in bir beşer olarak yaptığı
günübirlik işler, yaşadığı toplum ve şartların gereği olarak o bölgenin geleneklerine
76
Ebul Ala Mevdudi, Tarih boyunca Tevhid Mücadelesi Ve Hz. Peygamber, Ankara, 1983.s.1899
20
göre yapmak zorunda olduğu iş ve hareketler vardır. Ayrıca Hz. Peygamber’in kendine
mahsus ‘Hasaisu’n Nebi’ dediğimiz ümmetini bağlamayan özel durumlar vardır. Yeme
içme hususunda her insanda olduğu gibi onun da sevdiği sevmediği yemekler vardır.
Örneğin keler yemeğinden hiç hoşlanmaz bu yemeği hiç yemezdi. Bütün bunlar onun
özel şahsi zevkleri arasında yer alıp, başkalarını bağlamaz.insan olarak maddi
ihtiyaçlarını bağlamada yaptığı işler , ev işleri, def-i hacet, ev edinme, tedavi olma,
yeme ve içme o zamana mahsus ev eşyalarını kullanması, bütün bunların hepsi ibahaya
delalet eden hareketler olup bağlayıcı değillerdir. 77
Hz. Peygamber belli bir dönemde, belli bir kültür ve coğrafyada yaşamış
tarihsel bir şahsiyettir. Görevi ve bilgi kaynağının bir sonucu olarak kendisinden
aktarılan bilgilerin önemli bir kısmı zaman ve mekan kaydı bulunmadan insanlığı
saadete , hidayete ve cennete götürecek evrensel bilgiler, gerçekler ve talimatlar ise de
bir kısmı tarihseldir. Bu durumda Hz. Peygamber’e atfedilen bütün rivayetlerin
gerçeklik, bağlayıcılık ve evrensellik açısından aynı olmadığını söyleyebiliriz. Bu ayrım
Hz. Peygamber de yapmıştır. Örneğin bazı söz ve davranışlarının vahiy olmadığını
kendisinin şahsi görüşü olduğunu belirtmiştir.78
Sünnete uymak Hz.Peygamber’den gelen her şeyi hiçbir ayırıma tabi tutmadan
ve bağlayıcılık açısından hepsini aynı düzeyde görerek harfi harfine adeta bir robot gibi
taklit etmek değildir. Buna göre sünnet ortaya konurken ve uygulanırken onun bağlayıcı
olan ve olamayan türleri bulunduğun göz önünde bulundurmak ve bunları bir birinden
ayırt etmek büyük bir önem arz etmektedir. Çünkü günümüzde bazı insanların sünnet
kavramını bağlayıcılık açısından bir sınıflandırmaya tabi tutmadan sünnetin tamamını
bağlayıcı gibi görerek yanlış telakkilere sahip olduklarını görüyoruz. Dolaysıyla
sünnetin bağlayıcılık açısından sınıflandırılmaya tabi tutulması konunun daha doğru
anlaşılması açısından bir nevi zorunluluktur. Nitekim, sahabinin bir kısmı sünneti
bağlayıcılık açısından aynı görmemiş, değişik yönlendirmeye tabi tutmuşlardır.79
Saffet Sancaklı, İslam’ın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri, TDV Yay., İst. 2002. s.343.
Yavuz Ünal, Hadisleri Tesbitte Yöntem Sorunu, Etüt Yay., Samsun 1999.
79
Hayri Kırbaşoğlu, İslam Düşüncesinde Sünnet, Genişletilmiş 2. bs., Ankara Okulu Yay., Ankara,
1996, s. 90-91.
77
78
21
Vahyi açıklamakla görevli olan Hz. Peygamber’in açıklamalarına uymak
gereklidir. Ancak uygulaması gerekli olan vahyin izahı niteliğindeki söz ve
uygulamalarıdır. Adet türünden hükümlere uymak gerekli değildir. Bize emir-yasak
edinilen şer’i meseleler ya Allah’a ibadettir ya bizi bir zarardan korumak ve kamu
yararını korumak içindir. Allah’ın hukuku ve kamu yararı ile ilgisi olmayan eylemler
şeriat değildir. Gelenekler sanatlar, deneyime dayalı bilim ve teknoloji gibi hususlarda
insanların serbest oldukları gelenek türündendir. Bu konuda gelen emirler bağlayıcı
değil, yıl gösterici niteliğindedir. Farz ve haram bildirmezler. Bunların yapılmasına
sevap, yapılmamasına ceza verilmez. Ancak yasak bildiren sözden sonra yapana ahiret
cezası bildirilmiş ise, o zaman onu yapmak deliline göre haram veya mekruh gibi bir
hükümdür.
Kuşkusuz Hz. Peygamber’in dini mahiyetteki sözleri Kur’an’ı kerimin tefsiri
sayılır. Ama onun doğal ihtiyaçları için söylediği sözlerin vahiy olduğunu söylemek
aşırılıktan başka bir şey değildir. Senedi sağlam ve metni de Kur’an’a uygun olan
hadisler Kur’an’ın tefsiri ve yönetmeliğidir. Kur’an ayetleri yanında bunlar da İslam
hukukunun diğer bir kaynağıdır. Çünkü haşr (97/7) suresinin 7 ayetinde ‘ Elçinin size
verdiğini alınız sizi menettiğinden kaçınınız’ buyurulmaktadır. Alimler bu ayetin Hz.
Peygamber’in
emirlerini
tutup
yasaklarından
kaçınmak
gerektiği
anlamını
çıkarmışlardır. Buna göre peygamberlerin emirleri, gerek Kur’an’ın ayetleriyle gerek
Allah’ın vahyine dayanarak emrettiği dini şeylerdir. Onun emirlerin uymak,
yasaklarından kaçınmak her müslümanın görevlerindendir. Ancak peygamberin emri
olarak aktarılan şeylerin doğruluğunun en sağlam ölçütü Kur’an’dır. Kur’an’a uyuyorsa
ve senedi de sağlam ise onun sözüdür ve uygulanması gerekir. Fakat Hz. Peygamber’e
dayandırıldığı halde Kur’an’a ters düşen sözler ona ait olamaz. Çünkü Hz.
Peygamber’in Kur’an’a aykırı şeyler söylemesi düşünülemez. Zira Kur’an’da ona ‘ben
ancak bana vahyolunana uyarım’ demesi emredilmiştir. En büyük amacı Kur’an’ı tebliğ
edip insanları hurafeden, dar düşünceden saplantıdan kurtarmak olan Hz. Peygamber’in
Kur’an’a aykırı hatta bazen Kur’an-ı nesheden insanların yollarını daraltan , gelişmekte
olan toplumun sosyolojik gerçeklerine ters düşen sözler söylemesi mümkün değildir.
22
İnsanlığın ebedi ışığı Kur’an’da gelişmeyi engelleyen, frenleyen toplumu geri bırakacak
ileri çağların sosyolojik gerçeklerine ters düşecek hükümler yoktur.80
Uyulması gereken sünnetin kapsamına Hz. Muhammed’in bir peygamber
olarak söylediklerinin ve yaptıklarının girdiği, şeriatın tanınmış ilkelerindendir. Yani
Hz. Muhammed kişisel olarak ne söylemiş yahut ne yapmışsa elbette ki saygıya layıktır.
Ama uyulması mecburi değildir.81
3.4 PEYGAMBERLİK VAHİY ANLAYIŞLARININ SÜNNET
ANLAYIŞIYLA İLİŞKİSİ
Peygamberlik anlayışında en temel sorun, Hz. Muhammed’in misyonunun ne
olduğudur. Bir uçta peygamberi sadece bir mesaj taşıyıcı, postacı gibi görüp ona Kur’an
dışında hüküm yetkisi tanımayanlar ki bunlara göre Kur’an dışında sünnet diye bir
kaynak yoktur. Hz. Peygamber ve o günkü İslam toplumunun pratikleri Kur’an’ın
uygulamasıdır, hayata aktarılmasıdır. Bundan sünnet diye ayrı bir kategori çıkarmak
doğru değildir. Karşı uçta ise peygamberin Kur’an dışında hüküm koyabileceği,
bağlayıcılık açısından Hz. Peygamber’in hükümleriyle Kur’an’ın hükümleri arasında bir
fark olmadığını savunanlar yer alır. Birinci görüşe göre Hz. Peygamber’in sözü
Kur’an’dan ibarettir. İkinci görüşe göre sünnet Kur’an ile ilişkili Kur’an şemsiyesi
altında fakat müstakil ve Kur’an’dan ayrı bir kaynaktır. Hz.Muhammed’e itaatin anlamı
onun beyan görevinin ne anlama geldiği, ona verilen hikmetin ne olduğu onun örnek
oluşunun
niteliği
üzerindeki
tartışmalarda
ileri
sürülen
farklı
görüşler
Hz.
Peygamberlerin misyonu bağlamında ortaya çıkmaktadır. Peygamberlik anlayışında
başka bir problem vahiy anlayışıdır. Burada bir uçta Hz. Peygamber’in vahiy olarak
sadece Kur’an’ı aldığı Kuranın inmesi dışında Allah ile vahiy ilişkisinin olmadığını,
karşı uçta Kur’an dışında da vahye muhatap olduğunu savunanlar yer alır. Yani birinci
görüşü benimseyenler vahyi bir bilgilendirme olarak görürken ikinci guruptakiler vahyi
80
81
Süleyman Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba yay. S. 14, 2002.
Ebul Ala Mevdudi, Tarih boyunca Tevhid Mücadelesi Ve Hz Peygamber, Ankara, 1983, s.37.
23
bir formasyon, mertebe Allah ilişki süreklidir. Sadece Kur’an vahyi Kur’an dışı
vahiyden nitelik bakımından farklıdır.82
3.5. HZ. PEYGAMBER’İN SÜNNETE ÇAĞRISI
Kur’an’ın yanı sıra Hz. Peygamber’inde
Müslümanları sünnete uymaya
çalışmaktadır. Bu çağrı, iman ibadet ve ahlak da dahil olmak üzere insan hayatının
büyük bir bölümünü içine alacak kadar geniş bir çağrıdır. Nitekim peygamber bir
hadiste: hiç birinizi benim bir emrim veya yasağım kendisine ulaşır da kodluğuna
uzanıp ; bilemiyorum biz sadece Allah’ı kitabın bulduğumuza uyarız derken
bulmayayım. 83
Bir başka hadiste de şöyle buyurulmaktadır. : Bana itaat eden Allah’a itaat
etmiş olur. bana isyan eden de Allah’a isyan etmiş olur.84 demektedir. Hadis ve sünnetin
bu önemi dolaysıyla söz ve fiillerin gelecek nesillere aktarılması ve böylece onların da
sünnete uymaları, Hz. Peygamber’in arzu ettiği bir husus olmuştur. Hz. Peygamber
bunu uygulamak için sahabeyi sünneti gelecek nesilleri aktarmayı tavsiye etmiştir.
‘Allah, benim bir sözümü işitip onu ezberleyen başkasına ulaştıran kişinin yüzünü
ağartsın.’85 aynı şekilde ‘sözlerimi iyi belleyim.sözlerimi burada olmayanlara iletin ve
ey insanlar! Size iki kıymetli şey bırakıyorum. Allah’ın kitabı ve benim sünnetim.
Onları ifsat etmeyiniz.86 Gibi hadislerde hadis ve sünnetin önemine işaret etmekte ve
inananları sünnete uymaya çağırmaktadır.
Müslümanların kulluk görevlerini en iyi şekilde yapmaları hem en önemli
vazifeleri hem de tabii haklarıdır. Müslümanlar bu hak ve ödevlerini sünnete tabi
olmakla yerine getirirler. Sünnete tabi olma zorunluluğu ümmet olmanın ilk ve temel
gereğidir.çünkü hiçbir ümmet veya kişi kendiliğinden in ortaya koymadığı gibi ibadet
82
83
84
Selatin Polat , İslamın Anlaşılmasında Sünnetin yeri ve değeri, T.D.V.Y., s:13.
Ebu Abdillah, b. Yezit el-Kavzani İbn Mace, es-Sünen, Mısır 1954.
Muhammed b. İsmail el-Buhari, el-Camiu’s-Sahih, İst. 1981.cihad, IV, 8.
Süleyman b. El-Eşas, es-Sicistani es-Ezdi Ebu Davut, es-Sünen, Mısır, 1950
86
Kadı Iyaz, İlma, 9.
85
24
şekli ve görevi de tespit edemez. İlk Müslümanlar her konuda imkan nisbetinde sünnete
uymayı prensip haline getirmişlerdir. 87
3.6. SÜNNETEİN GÖREVLERİ
3.6.1. SÜNNET , KUR’AN’DA ZİKREDİLEN KONUYU TE’YİD VE
TE’KİT EDER
Kur’an-ı Kerimde Allah: Ey iman edenler ! aranızda birbirinizin malını batıl
yere yemeyin88 buyurmaktadır. Şu hadiste ise bu ayeti desteklemektedir. Hiç kimsenin
malı diğerine helal değildir. Yalnız kendi isteği ve rızasıyla verdiği müstesnadır.89 Bu
hadis ayette istenen batıl yolarla başkasının mallarını yeme zilletinden kaçınmayı
anlatma ve emretme işinde ayrıva bir pekiştirici ve kuvvetlendirici unsur durumundadır.
Bir diğer ayette ise Allahu Teala kadınlarla hoş geçinmeyi istemektedir.
Onlarla (kadınlarla ) iyi geçinin.
90
buyurulmakta bu hadis mana itibariyle ayeti
desteklemekte Allah’ın dilediği gibi davranma işini daha da kuvvetlendirmekte ve
tamamlayıcı rol oynamaktadır.
3.6.2. SÜNNET KUR’AN’I BEYAN EDER
Beyan, tebliğin anlaşılmasını sağlamaktadır. Buna ameli konularda icra
biçimlerinin bilfiil gösterilmesi ve ümmete öğretilmesi de dahildir. Zaten bütün
çeşitleriyle sünnet budur, buradan kaynaklanmaktadır.
O halde beyan, dinin bizzat tebliğci tarafından
yaşanması, tatbiki
hususiyetlerinin kesin hatlarla belirlenmesi ve uygulamada mümkün olan şekillerin
gösterilmesi demektir. Ümmet hayatının birlik ve bütünlüğünün temel şartı da budur.
Hz. Peygamber’in ‘Benim kıldığım gibi namaz kılınız
92
hadisi ile amel etmek sünnet
vasıtasıyla namazın keyfiyeti açıklanmıştır.
Mahmut Denizkuşları, Sünneti terk Kur’an’la Amel Meselesi, Ribat Yay. 1992, s. 52.
Maide 5/67
89
Ebu Davut, a.g.e., Manasik, 56.
90
Nisa 4/19
91
Buhari, Ezan, 18.
92
Darimi,Salat, 92.
87
88
25
91
Diğer bir ayette: Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık Allah'tan
bir cezâ olarak ellerini kesin! Allâh dâimâ üstündür, hüküm ve hikmet sâhibidir.
93
buyurmaktadır. Bu ayette kesilecek elin sağ el oluşu.kesilecek el, çalınan mal ve
kesmeyi gerektirecek miktar hep sünnet ile kayıt altına alınmıştır.
3.6.3. SÜNNET, YENİ BİR HÜKÜM ORTAYA KOYAR
Bu konuda iki görüş ileri sürülmektedir.
1. Sünnet kitapta olmayan hususlarda hüküm koyar. Bunun için Allah bir çok
ayette kendisine itaat ile Resulüne itaati emretmiştir. Resül de Muaz’ı Yemen’e
gönderirken Kur’an’da bulmadığı konularda sünnete müracaatı istemişti. Sünneti terk
edip yalnızca kur’an’a bağlanmayı da zemmeder. Bunun için ‘Bana Kur’an ile birlikte
bir o kadarı daha verilmiştir’94 buyurmuştur.
2.Sünnet ancak Kur’an’da aslı olan hususlarda hüküm getirir. İster Kur’an’ın
mücmelini tafsil, mutlakı takyit, isterse ammı tahsis etsin, ondan murat olanı açıklar.
Şayet bu durum söz konusu değilse ya gizli bir aslın furuuna ilhak olunur veya birbirine
benzeyen açık iki asıldan birine ilhak olunur. Böylece sünnetin getirdiği bu hükmün
kitapta bir aslı olduğu, sünnetin görevi onun maksadını açıklamaya hizmet, usul ve
kaidelerini tatbike yardım etmektir. 95
3.7. SAHABENİN SÜNNETE BAĞLILIĞI
Sahabe Hz. Peygamber’in vefatından sonra Kur’an ile birlikte sünnete uymaya
büyük bir dikkat göstermiş, gerek hilafet makamında , gerekse ferdi planda hadis ve
sünnete başvurmayı ihmal etmemiştir.
İlk halifenin hayatlarını incelediğimizde yönetim ile ilgili resmi işlerde Kur’an
gibi hadise sünnete başvurdukları ve problemi bu iki kaynaktan hareketle çözmeye
çalıştıkları görülmektedir. Burada konu ile ilgili meşhur bir misali hatırlamakta fayda
vardır. Hz. Ebu Bekir halifeliği sırasında vefat etmiş olan torunun mirasından pay
93
Maide 5/38.
Ebu Davut , Sünnet, 5.
95
Neysaburi, Marife, 60/141.
94
26
almak için kendisine başvuran bir nineye Kur’an’da geçmemesine rağmen sünnet
uyarınca 1/6 pay vermiştir. Hz. Ali’nin birbirinizi ziyaret ediniz ve çokça hadis
müzakeresinde bulununuz, eğer böyle yapmazsanız hadis kaybolup gider96 demesi de
aynı hususu vurgulamaktadır. Hz. Ömer Haceru’l Evsetin yer aldığı taşına selam
verirken söylediği söz onun sünnete bağlılığını vurgulamak için büyük öneme sahiptir. ‘
Biliyorum ki sen taşsın.Eğer Habibim seni öperken ve selamlarken görmemiş olsaydım
seni selamlamaz ve öpmezdim.
97
Allahu Teala peygamberimize uyulmasını emretmiş
ve sahabe de bu şekilde yaşamıştır.
96
97
Accac, Sünne, 86.
Ebu Davut , Sünnet, 5.
27
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
4. SADECE KUR’AN İLE AMEL
4.1. SADECE KUR’AN İLE YETİNİLEBİLECEĞİNİ SAVUNANLARIN
GÖRÜŞLERİ
Sadece kur’an ile yetinme dolaysıyla hadisleri devre dışı bırakma eğiliminin
tarihi geçmişini araştırdığımızda bunun günümüzde ilk defa ortaya çıkmış bir eğilim
olmadığını ve Müslümanların daha önce bu meseleyi zaman zamn tartışmış olduklarını
görüyoruz.
Hz.Peygamberin zamanına baktığımız zaman Hz. Peygamber’den rivayet
edilen ve konuyla ilgili olan bir takım hadislerin olduğunu görürüz. Hz. Peygamber
şöyle buyurmuştur: ‘ bilin ki bana Kur’an ile onun bir benzeri de verilmiştir. Karnı tok
bir şekilde koltuğuna kurulmuş bazı kimseleri ‘sadece bu Kur’an’a sarılın Kur’an’ın
helal dediğini helal , haram dediğini haram kabul edin’ diyeceği zaman yakındır. Bilin
28
ki Allah resulünun haram kıldıkları da Allah’ın haram kıldıkları gibidir.98 Bu ve benzeri
hadislerin değeri ile ilgili iki görüş vardır.
Birincisi bu ve benzeri hadislerin sahih olmasıdır. Bu hadislerin sahih olduğu
varsayımına göre Hz. Peygamber’in haber verdiği bu hususun hemen kısa bir süre sonra
gerçekleşebileceğini söyleyebiliriz. Nitekim, sahabi İmran b. Husayn’ın şu sözünde de
bunu anlamaktayız. O muhtemelen sadece Kur’an ile yetinmek isteyen birisin şu cevabı
vermiştir. Sen ahmak adamın birisin Kur’an’da öğle namazının dört rekat olduğunu ve
kıratın alçak sesle yapılacağını bulabilir misin? . bu rivayetin İmran b. Husayn
zamanında sünnete gerek o olmadığını ve sadece Kur’an ile yetinilebileceği
düşüncesinin ilk izlenimlerini görmekteyiz.
İkinci ihtimal ise yukarıda zikredilenin uydurma olmasıdır. Bu ihtimalin
doğruluğu kabul edilecek olunursa mantığın bu hadislerin uydurulduğu dönemlerde
Kur’an ile yetinme eğilimlerinin varlığı ve bu hadislerin söz konusu eğilimleri etkisiz
hale getirmek için uydurulduğunu kabul etmemizi gerekli kılar. Her iki ihtimalde de
Kur’an ile yetinme eğiliminin islamın ilk dönemlerinde ortaya çıktığı anlaşılmaktadır.
Buradan günümüzdeki tartışmaların geçmiştekilerin bir uzantısı olduğu anlaşılmaktadır.
Geçmişteki tartışmalarla günümüzdeki tartışmalara baktığımızda hadislere karşı
olumsuz tavır takınanların geçmişte olduğu gibi günümüzde de rasyonalist bir zihniyete
sahip oldukları ve itirazın genelde bu akılcı zihniyetten kaynaklandığı gözden
kaçmamaktadır. 99
4.2. KUR’AN İLE YETİNME FİKRİNDE OLANLAR
Hz. Peygamber’in sağlığında cereyan eden bazı hadiseler onda sadece Kur’an
ile yetinme fikrinde kişilerin olabileceği fikrini uyandırmıştı. Bu konuda İrbad b. Sariye
şöyle der: Resulullah ile Hayber’de beraber konakladık. Yanında sahabeden bazıları
vardı. Azgın bir inkarcı olan Hayber Melik’i Nebi’ye gelerek
‘Ey Muhammed!
Develerimizi kesmeye meyvelerimizi yemeye ve kadınlarımızı dövmeye ne hakkınız
var?’ dedi. Resulullah sinirlenerek ibn Avf’ı çağırarak: atına bin ve git Müslümanları
çağır. ‘ buyurdu. Namazı kıldırdıktan sonra ayağa kalkarak oradaki Müslümanlara ‘
98
99
Ebu Davut, es-Sünen, Mısır, 4606, 1950
Kırbaşoğlu, a.g.e. s., 162-165.
29
yoksa içinizde koltuğuna kurularak Alllah’ın Kur’an’dakiler dışında hiçbir şeyi haram
kılmadığını sayanlar mı var? Şuna dikkatinizi çekerim. Ben de bazı şeyleri emreder,
yasaklar, ya da tavsiyede bulunurum. Bunlar da en az Kur’an’daki emir ve yasaklar
kadar bağlayıcıdır. Şüphesiz Allah izinsiz olarak ehli kitap olanların evlerine girmenizi,
kadınlarını dövmenizi ve borçları ödedikleri taktirde de meyvelerini yemenizi haram
kılmıştır.’100 buyurdu.
Muhtelif devirlerde yalnızca Kur’an ile yetinme fikrinde olan bir cereyan
zaman zaman görülür. Hatta bir gurubun bütün ahad haberleri inkar edip Kur’anı
anlayışlarına göre ve akıllarına uygun şekilde tatbikata yöneldikleri ve neticede şu ayete
dayanarak şarabı mubah kıldıklarını müşahade ediyoruz: İnanıp iyi işler yapanlara bundan böyle (kötülüklerden) korunup inandıkları ve iyi işler yaptıkları, sonra
(yasaklardan) korunup (onların yasaklığına) inandıkları ve yine korunup iyilik ettikleri
takdirde (daha önce) yediklerinden ötürü bir günâh yoktur. Allâh güzel davrananları
sever.
101
İşte bunlar ve bunun gibiler hakkında Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Sakın ha ,
sizi koltuğuna yaslanmış benim emir ve yasaklarıma ait bir şey kendisine ulaştığı vakit
biz (Kur’an’dan başkasını bilip) ona uymayız. Allah’ın kitabında ne bulmuşsak ona
uyarız derken bulmayım.102
Şatıbi Kur’an ile yetinme fikrine sahip olanların sünnetten ayrılan nasipsiz
kişiler olduğunu söyledikten sonra, bit at ehlinden bir çoğu hadisi terk edip Allah’ın
kitabını tevile uygun olmayacak şekilde tevil ederek hem kendiler i sapıttı, hem de
başkaların saptırdılar der.103
Ebu Davut, İmare 32.
Maide 5/93
102
Ebu Davut, Sünne, 5.
103
Şatıbi, a.g.e., c.IV, s.17,-18.
100
101
30
4.3. KUR’AN İLE YETİNME FİKRİNDE OLANLARIN AYETLERDEN
DELİLLERİ VE BUNLARA CEVAPLAR
Birinci delilleri: Biz Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmamışızdır.104
İkinci delilleri: Açık kanıtları ve Kitapları. Sana da o Zikr'i indirdik ki,
kendilerine indirileni insanlara açıklayasın, tâ ki düşünüp öğüt alsınlar.105
Bu ayetler Kur’an’ın din ile ilgili her şeyi kapsadığını, hükümlerin her şeyi
açıklayıp aydınlığa çıkardığını belirlemektedir. Öyle olmasa Kur’an’ın atladığı bir çok
şeylerin olduğu ve her şeyi açıklamadığı hususu ortaya çıkar ki bu da Allah’ın
bildikleriyle çelişir. Bunun ise düşünülmesi mümkün değildir. Bu bakımdan dini
hükümler koyacak ve onu açıklayacak sünnet gibi bir şeye ihtiyaç yoktur.
Üçüncü delilleri: O Zikri (Kitap)ı biz indirdik biz; ve O'nun koruyucusu da
elbette biziz!106 Ayeti de Kur’an’ın özellikle kendisi (Allah ) tarafından korunacağını
sünneti zikretmeden belirtmiştir. Eğer sünnet Kur’an gibi hüccet olsaydı onun da
korunmasını alırdı.
Delil olarak gösterdikleri ayetlere verilen cevaplar : Birinci delillerinde geçen
‘kitap’ tan maksat levhi mahfuzdaki Kur’an’dır. Her şeyi ihtiva etmiş, mahlukatın bütün
hallerine büyüğü küçüğü geçmişi, geleceği ve o andaki durumuna bütün tafsilatı ile
şamildir. İkinci olarak ayetten delillerine ise şöyle cevap verilir: kur’an dinin usul ile
ilgili yönünün yanı sıra genel hükümlerin ilkelerini kapsamaktadır. Bunların bir kısmını
açıklıkla belirlerken diğer bir kısmını açıklamasını Hz. Peygamber’e bırakmıştır.
Şüphesiz Allah, Hz. Peygamber’i insanlara dinlerini açıklamak için göndererek ona
uyulmasını zorunlu kıldı. Hz. Peygamber’in ahkamı açıklaması bir bakıma Kur’an’ın
açıklamasıdır. Şu halde delil olarak öne sürdükleri bu ayetten murad, şeriatın bütün
hüküm ve asıllarıdır. Yoksa onların teferruatı değildir. Bunları sünnet ortaya koymuştur.
Üçüncü olarak ayetten delillerin şöyle cevap verilir. Delil olarak öne sürdükleri bu
ayetteki zikrin muhafazasından maksadın sünnet olmayıp sadece Kur’an olduğu
104
Enam, 6/38.
Nahl 16/44
106
Hicr 15/9
105
31
söylemek hatalı bir istidlaldir. Çünkü zikirden murad şeraittir. Onun kaynağı ise Kur’an
ve sünnettir. Zikirden murad kitap ve sünneti ihtiva eden vahiydir. Kuran sünnete zikir
ismini vermiştir.
4.4. KUR’AN İLE YETİNME FİKRİNDE OLANLARIN
HADİSLERDEN DLİLLERİ VE BUNLARA VERİLEN CEVAPLAR
‘Siz benden gelen hadisi Kur’an’a arz ediniz. Şayet onda aslını bulutsanız onu
alınız aksi halde onu reddediniz.’ 107
‘Ben ancak Allah’ın kitabında helal ettiğini helal eder Kitabında haram ettiğini
de haram ederim.’108
‘Benden hadis rivayet edecek, kurana uygunsa bendendir. Kurana muhalif ise
benden değildir. 109
Bu delillere verilen cevaplar şöyledir. Aslı bilinmek şartı ile olsun ister kavli
olsun ister fiili Hz. Peygamber’in hadisinin hüccet olduğunu inkar eden küfre girer.
İslam dairesinden çıkar. Yahudi, Hıristiyan ve kafir fırkalardan biriyle haşrolunur.
Kur’an şeriatın kaynağıdır. Bütün hükümler ona döner. Ancak bütün hükümleri
tafsilatıyla açıklamayı kendisi yapmaz. Sünnete ictihada yer bırakır. Kur’an umumi
ahkam kurallarını ve dinin temelini ihtiva eder. Kur’an’da ahkamla ilgili ayetlerin bazısı
açıktır, bazısının açıklaması da Resulullah’a bırakılmıştır. Allah, elçilerini şeriatını
açıklamak için göndermiş ve onlara itaati de farz kılmıştır. Resulullah’ın ahkama dair
bütün açıklamaları Kur’an’ın açıklamasından ibarettir. Kur’an, sünnet, icma ve kıyastan
biriyle elde edilen ahkam Allah kitabının hükümlerindendir. İster nass ister işaret
yönünden olsun aynıdır.110 Delil oluş açısından kuran ile sünnet arasında bir fark
Ebu Muhammed İbn Hazm, İhkam ,c.II, s.76.
Şafi, a.g.e., s.224.
109
Sünenu’d- Darakutni, IV, 208.
110
Mustafa Sıbai, es-Sünnetü ve Mekanetüha fi’t-Teşrii’l-İslami, el-Mektebetü’l-İslami, s. 153- 155
107
108
32
yoktur.111 Ancak şeriat hükümlerinin çoğu sünnetle sabit olmuştur. Kur’an’daki
hükümler ise genellikle mücmel ve külli kaideler şeklindedir. 112
4.5. SÜNNETİN SADECE O GÜNÜN İNSANINA YÖNELİK OLDUĞU
İDDAASI
sünnetin sadece o günün insanına yönelik olduğu iddiası dayanaktan yokundur.
Sünnette yer alan bazı hükümlerin belli ibadetlere, belli şartlara bağlı olduğu malumdur.
Aynı şey kur’an için de söz konusudur. Hz. Peygamberler hayatta iken bile, sahabilerin
bazı emirleri farklı şekilde anlayıp uyguladıklarına dair bir çok örnekler vardır. Bunun
yanında önceki durumla mukayese edilmeyecek kadar çok hükmün ise peygamberlik
süresi içinde farklı zaman ve yerlerde aynı şekilde uygulandığı görülmektedir. Zamanın
ilerlemesi veya kültürel ortamın değişmesi bunların uygulama şekillerinde değişikliğe
yol açmıştır. Örnek olarak Medine dışına gönderilen görevlilere verilen talimatları
zikredebiliriz. Bunlarda mekan ve ona bağlı olarak değişen kültürel ortamın değişmesi
sebebiyle bir değişiklik yapılması söz düşünülmemiştir. Özellikle yazılı bir kültüre
sahip olduğu bilinen Yemen’e gönderilen görevlilere ildirilen talimatlar zikredilmeye
şayandır. Şu halde Müslümanlığın 23 yıllık uygulama süresi olan asrı saadetteki bu
vakıa belirleyici olmalıdır. dolaysıyla bütün insanlığa gönderilmiş ve kıyamete kadar
baki kalacak son din islamın Kur’an ve sünnette yer alan hükümleri asrı saadette farklı
coğrafyalarda aynı şekilde uygulandığı gibi ileriki asırlarda da aynı şekilde geçerli
olmalıdır.113
bazılar Kur’an’ın bütün ahkamı ihtiva ettiğini, sünnete ihtiyaç duyulmadığını,
dolaysıyla subuti zanni olduğunu ileri sürerek sünnetin hüccet olamayacağını ileri
sürerler. Çağdaş yazar Muhammed Tevfik Sıdkı: ‘İslam tek başına kurandan ibarettir’
başlığı altında yayınladığı bu tezi savunmuştur.114
İslamda kurandan sonra ikinci delil olan sünnet, islamı anlama ve yaşamada
ümmeti Muhammedin güvencesi, yegane örneği ve tek yoludur. Bu sebepledir ki ne
111
112
Nahl 16/44-99
Abbas Mütevfelli Hamade, Es-Sünnetü’n-Nebeviyye Ve Mekan-ı Teşri,s.141-142.
Kahire, 1990.
Abdullah Aydınlı, İslamın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri, TDV yay., İst. 2002. s.151
114
Sıbai,a.g.e., s.153, 1978.
113
33
takva gerekçesi ile ne de ihmal ve tembellik neticesinde sünnet dışında yaşamaya
çalışmak ümmet olmakla bağdaşmamaktadır. Zira ‘Peygamberler mü’minler için öz
nefislerinden önce gelir’115 onun hayatı, sözleri, tavsiyeleri, tebşir ve sakındırmaları
kendine duyulan sevgiye dayalı olarak, mü’minlerin hayatında büyük bir hüsnü kabul
görecektir. Peygamberler i dikkate almadan Müslüman olunamayacağı gibi onun
sünnetine rağmen veya sünneti dikkate almadan da müslüman olunmaz.
Sünnet, Hz. Peygamber’in ortaya koyduğu hayat modeli, islamın pratik örneği
iken, onu mü’minler için örnek olmaktan çıkarmaya din için delil olmaktan uzak
tutmaya çalışan düşünce ve beyanla, Peygamber’e rağmen peygambersiz bir
Müslümanlık hayalidir. 116
4.6. ‘KUR’AN İSLAMI’ SÖYLEMİNİN TARİHİ GERÇEKLERE
AYKIRILIĞI
Hz. Peygamber’in sünnetinin bir tarafı salt Kur’an metnine dayalı bir İslam
anlayışı oluşturma düşüncesi ve bunun ‘Kur’an İslam’ı’ gibi bir takım söylemlerle dile
getirilmesi Kur’an’ın nazil olduğu 23 yıllık tarihi geçekler ile Peygamberin ve nebevi
sünnetin içerisinde yaşanılan gerçeklikteki konuma açısından bakıldığında hiçbir anlam
ifade etmemektedir. Çünkü Hz. Peygamber’i bir postacı gibi Kur’an’ı insanlara tebliğ
eden Kur’an’ın lafızları doğrultusunda amel eden bizim gibi bir insan konumuna
düşürür. Böylesine bir düşünce Allah’ın kendisine yüksek otorite verdiği Peygamberler
i ve onun yaşam tarzını göz ardı etmektir ki bu zaten Kur’an’ın temel prensibine
aykırıdır. Halbuki Hz. Peygamber’in içerisinde yaşadığı gerçeklikteki konumu ve onun
sünneti, o dönemin mü’minleri arasında örnek alınacak bir vasıfta idi ki Kur’an da
mü’minlere bunu tavsiye etmiştir. Zira gerek Hz. Peygamber döneminde gerekse onun
ölümünden sonra sahabe bir problemle karşılaştığı zaman aklına gelen ilk şey Hz.
Peygamber’in bu konuda uygulaması olup olmadığıydı. Yani Hz. Peygamber’in sünneti
idi. Sahabe dini konudaki bir hükmü ya Hz.Peygamber’den nakledilen bir hadis
nakledilip nakledilmediğini sorarak veya lafız yada mana olarak rivayet edilen bir metin
olmadan onun sünneti olması ile de yetinerek hareket ediyorlardı. Hz. Peygamber’in
115
116
Ahzab 33/6
İ. Lütffi Çakan, Antınoluk Dergisi, Ekim, 1990, s. 6.
34
sünneti ve islamın temel hükümleri bu şekilde nesiller boyu tevatür yoluyla
nakledilmişlerdir. 117
4.7. SÜNNET’İN VAHİY SAYILAMSINA KARŞI ÇIKANLAR.
Bu görüşün sahipleri, sünnet vahiy eseri değildir derler. Fakat görüşlerini ciddi
bir esere isnad edemezler. Sünnetin vahiy sayılmasına kısmen karşı çıkan Suphi esSalih, Ebu Beka’nın Külliyat’taki ve İbn Hazm’ın ihkam adlı açıklamalarında sünneti
vahiy olarak kabul edişlerini mübalağa olarak nitelendirmekte, ilahi vahiy ile hadislerin,
ayrı mütalaa edilmeleri gerektiğini savunmaktadır. Hz. Peygamber’in de bizzat bu
ayırımı tatbik ettiğini söyleyen Suphi es-Salih, Şafi’nin ‘hikmet sünnettir’118 prensibini
delil olarak kabul etmektedir.
Sünnetin vahiy olup olmadığı noktasında aşırı gidenler olduğu gibi orta yolu
tutanlar da vardır. Bu meselede mutedil sayılabilen, Abdu’l-Azim ez-Zerkani’nin vahiy
ile ilgili taksimi biraz daha farklı görüşe sahiptir. Bu alim ‘Hadislerde vahiy unsuru
görüldüğü gibi insani bir unsur da görülür’ demektedir. Hadis nebeviler bazen vahiy
yoluyla bir imla bazen de peygamberin benliğinde bir parıltı, bir tecelli şeklinde
meydana gelir. Aynı zad, burada bahis mevzuu olan vahyi celi ve hafi kısımlarına
bölmektedir.119
Bu ve benzeri aşırı yaklaşımlar, karşı aşırı yaklaşımları doğurmakta ve bu kez
sünneti tamamen dışlayan, onu kaynak ve örnek uygulanma olarak gören, ona tamamen
tarihsel gözle bakan, sadece Kur’an ile yetinmek gerektiğini savunan iddialar ortaya
çıkmaktadır. 120
Sünnetin dinde şer’i bir delil olup olmayacağı konusunda eskiden beri
süregelen tartışmaların varlığı bu sevdada olan insanları ilzam edici hadislerin varlığı
Mustafa Ertürk, İslam’ın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri, s. 230, T.DV.Y.
İst. 2002.
118
Şafi, er-Risale, s.78.
119
Muhammed b. Abdü’l-Azim Zerkani, Menahilü’l- İrfan fi ulumi’l-Kur’an, s. 60, Beyrut 1943
120
Hayri Kırbaşoğlu, İslam Düşüncesinde Sünnet, s. 144, 146.
117
35
sırf bunun hadislerin yazılması böylesi ekollerin mevcudiyeti,121 bu iddeaların zaman
içerisinde ciddiye alındığını gösterir.
Sünneti bir tarafa atıp sadece Kur’an ile yetinme imkanı yoktur.
122
zira şeri
hükümlerin çoğu sünnetle sabit olmuştur. Sünnet, Kur’an’ın bir şerhi, açıklaması ve
açılımı olması itibariyle onun tamamlayıcısıdır. Sünnet, bu yeri hem peygamberlik
makamının tabii bir gereği olarak hem de Kur’an’ın tefviz ve tasvibi ile almıştır.
Nitekim İmam-ı Şafi, ‘ Resulullah ‘dan kabul eden Allah’ın farzı ile kabul etmiştir.’123
der.
İbn Teymiyye bu konuyla ilgili şu açıklamayı yapmıştır. ‘hiç kimse Hz.
Peygamber ve onun götürdüğü hakikatlere inanmadıkça ve ona iç ve dış alemiyle uyup
bağlanmadıkça Allah’a dost olamaz bu itibarla Allah’a sevgi ve dostluğu iddia edip de
Hz. Peygamber’e ve onun sünnetine tabi olmayan kimse Allah’ın dostlarından değildir.
Bilakis ona muhalefet edenler Tanrının düşmanı şeytanın öz arkadaşı olurlar.124
Tusi, itaat kavramı ile ilgili olarak şöyle demektedir.:
taat emre uymak
demektir. Allah’a itaat onun emir ve yasaklarına uymak, Peygambere itaat de aynı
şekildedir, onun emirlerini yerine getirmektir.
125
Peygambere itaat eden Allah’a itaat
etmiş olur. kim yüz çevirirse biz seni onların üzerine bekçi olarak göndermedik.’
126
ayeti bu gerçeği vurgulamaktadır.
Demek oluyor ki, Kur’an açısından bakıldığında Allah’ı sevdiğini ileri sürmek
işi için yeterli olmamaktadır. Aynı zamanda Hz.Peygamber’e ve onun sünnetine uymak
gerekmektedir. Bir insan öncelikle Hz. Muhammed’in Peygamber olduğunu kabul
etmeli ki Kur’an’a uyabilsin. Bu nedenledir ki kur’an Müslüman olmayanlara çağrısında
‘Allah’a ve Peygamber uymayı’ daima beraber zikretmektedir.
Kur’an’ın Allah’a ve Peygambere itaat çağrısı Müslüman olmayanlara olduğu
gibi Müslümanlara da yöneltilmiştir. Ey inananlar, Allah'a itâat edin, Elçiye ve sizden
Kırbaşoğlu, a.g.e. s. 135.
Yusuf el-Kardavi, Sünneti Anlamada Yöntem, s.96.
123
Suyuti, miftahu’l Cenne,s. 42.
124
İbn Teymiyye, a.g.e. s.21.
125
Denizkuşları, a.g.e. s. 14.
126
Nisa, 4/80.
121
122
36
olan buyruk sâhibine itâ'at edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız -onu Allah'a ve Elçiye götürün. Bu, daha iyidir
ve sonuç bakımından da daha güzeldir.127
4.8. SÜNNETİN İSLAM TEŞRİİNDEKİ YERİ VE GÜCÜ
İslam’da kanun koyma teşri Allah ve Resulullah’ ait bir salahiyettir. Sünnet
kendi başına müstakil kanun ve düsturlar manzumesi değildir. O Kur’an ve islami bir
fiil yaşayarak tebliğ eden bir peygamberin yine Kur’an’a dayanan yaşayışı ve
beyanlarıdır. Kur’an üslup ve metot itibariyle teferruata dalamaz, kısa hatta mücmel
beyanlarla yetinir. Tafsilat ikinci derecedeki şari’ durumundaki Hz. Peygamber’e
verilmiş bir vazifedir. Peygamberimiz hem beyan edecek hem o hükmü ve o akideyi
yaşayacak, hem etrafına gösterecek ve hem de inanan zümrenin ve topluluğun fiilleri ve
maddi- manevi şahsiyetlerini temizliğe tavsiyeye kavuşturacak cemiyeti ideal ve
mükemmeliyete eriştirecektir.128
İslam hukuk siteminde hadislerin teşrii kaynağı olduğu görüşü ayet ve
hadislerden çıkarılmaktadır. Bu iki kaynakta Allah ve onun emirlerine itaatle resulü ve
onun emirlerine bağlanma zikredilmektedir. Bu iki itaat kaynağından islamın müdevven
kanunları sudur etmektedir. Sünnetin de ilahi kaynaktan sudur ettiği şu hadisle sabittir:
Bana Kur’an ile birlikte bir onun kadarı daha verildi.129
Usulcüler, sünnetin teşri kaynaklarından ikinci bir kaynak olduğu kabul
ederler. Mücdehit, kendisine arz edilen vakanın hükmünü beyan eden bir nassı
Kur’an’da bulamazsa sünnete müracaat eder.
130
ima-ı Şafi’nin dediğine göre
peygamber ancak Allah’ın helal kıldığını helal, haram kıldığını haram kılmış ve öyle
tebliğ etmiştir.131 Hz. Peygamber, elçi olarak en önemli görevinin ümmetine ilahi mesajı
tebliğ etmek olduğu şu ayetle belirtilir; “Ey Peygamber, Rabbin tarafından sana tebliğ
127
Nisa 4/59.
Denizkuşları, a.g.e. s.23.
129
Ebu Davut, es-Sünne, 5.
130
Hüseyin Hamid Hasan, Usul-u fıkh, s. 282. Kahire, 1970
131
Şafii, a.g.e. , s.21.
128
37
edileni en güzel şekilde tebliğ et.”132 “Ben ancak Allah’dan ve gönderdiklerinden tebliğ
yaparım.”133
sünnetin teşri kaynaklarından ikincisi olduğuna dair hadislerden birkaç örnek
verebiliriz. Resulullah, Muaz’ı yemene göndereceği zaman ‘ne ile hükmedeceksin?
Diya sorduğunda , Muaz,. Allah’ın kitabıyla cevabını vermiş. Resulullah ya onda
bulamazsan deyince Muaz: Resulullah’ın sünneti ile demiş. Onda da bulamayınca
ictihad edeceğini belirtmiş.
Hz. Ömer Küfe’ ye gönderdiği Şüreyh’ e yazdığı mektubunda şöyle dedi:
Allah’ın kitabıyla hükmet şayet onda bulunmayan bir mesele ise Allah resulunun
sünnetine göre hükmet.134 Abdullah b. Ömer, Basra fukahasından Cabi b. Zeyd’e ‘
Ancak kur’an ve sünnetle fetva ver, başka türlü hareket edersen sen de helak oplursun ,
başkalarının da helakine sebep olursun.135 demiştir.
Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer kur’an’da bulamadıkları meseleyi sünnette arar
ona göre hüküm verirlerdi.136
132
Maide 5/67.
Cin 72/23.
134
Ebu Yusuf en –Nemevuri İnb Abdil Berr, Camiu’ul Beyan-ı İlm,.314, Medine 1968.
135
Suyuti, Miftahu’l Cenne, s.76.
136
Abdul Kerim Zeydan, el-Veciz fi Usuli’-Fıkh, s.174. İst. 1979.
133
38
BEŞİNCİ BÖLÜM
5. HZ. PEYGAMBERİN HÜKÜM KOYMA YETKİSİ
5.1. SÜNNET’İN ALLAH ADINA BEYAN OLMA DEĞERİ
Resulullah, kendisine verilen yetkiye dayalı olarak Allah adına beyanda
bulunabilmektedir. Bu bağlamda hüküm koyma yetkisi yalnız Allah’a ait olmasına
rağmen Resulullah da ‘şari’ kapsamına mecazen de olsa girmektedir. Resulullah’ın
mecazen de olsa hüküm koyma yetkisine sahip olup olmadığı muhtelif tartışmalar
vukua gelmiştir.
Şatıbi, sünnetin mana bakımından sonuç itibariyle Kur’an’a raci olduğunu
savunur ve sünnetin müstakil teşri kaynağı olmadığını, sünnete yer alan şöyle ya da
böyle Kur’an’a bir aslının bulunduğunu söyler. Bunun tabii sonucu olarak da sünnet,
dikkate alma bakımından kur’an’dan sonra gelir ve sıhhatinin tesbiti konusund a
Kur’an’a ters düşmemesi şartı aranır.
39
Çoğunluk
alimler
ise,
Resulullah’ın
böyle
bir
yetkisinin
olduğunu
savunmaktadır. Mesela Şevkani, sünnetin müstakil teşri kaynak olmasının dini zaruret
olduğunu bun sadece İslam dininden nasibi olmayanların karşı çıkacağını söyler. 137
Ali o. Koçkuzu, , ise şöyle der: insanları cenabı Hakk ile tanıştıran ilk ve tek
kaynak Hz. Muhammed’dir. Onun peygamberliği tastik edildikten sonra fertler ve ilim
artık ona teslim olacaktır. Onun koyduğu hüküm hükümdür. Haram kıldığı haram , helal
kıldığı helaldir. Sonuç olarak şunu diyebiliriz: peygamberimiz dinimizde şaridir. Haram
ve helal tespit eder. Bizler için zorluk ondan gelen haber ve hadisin gerçekliğinin
tespitinde ortaya çıkmaktadır. 138
Kanaatimize göre fakihin hiçbir zaman hüküm koyma yetkisi yoktur. Hakim ya
da şari, sadec ve sadece Allah’tır. 139 Buna Resulullah’ın dahi hakikat anlamda ortaklığı
yoktur. Hem dinin sahibi de Resulullah değildir. Din ancak Allah’a aittir. belik şeriatları
peygamberler yad kavimlere nisbet etmek doğru olabilir. Müctehid için hüküm koyma
değil, hükmü ortaya çıkarma yetkisidir. Resulullah’ın dolaysıyla sünnetin teşri yetkisi
yoktur diyenlerin kastettikleri işte bu olup, onun ibtidaen bir tavırla ihdas anlamına
gelen hüküm koyma yetkisi yoktur demektir.
Yoksa ayetten murad-ı ilahinin ne olduğunu beyan etme, ortada bulunan ve
bizce bilinmeyen şeyleri hükmü belli iki uca katma cüzileri asıllara kıyas yolu ile
katma, külli esasları örneklendirme şeklinde onlara açıklık getirme gibi yolara faaliyette
bulunması elbette ki inkarı kabul olmayan bir hakikattir. Hiçbir kimsenin
Hz.Peygamberin bu tür faaliyette bulunduğunu inkara kalkışması zaten mümkün
değildir.
Resulullah’ın vahiy dışı kalan tasarruflarında ulema onun varisi konumundadır.
Eğer Resulullah’ın vahye müstenid olmadan müstakil olarak hüküm koyma yetkisi var
idiyse, bunun ona halef olan müctehidler için de aynen söz konusu olması gerekir.
140
Öbür taraftan biz itibar bakımından sünneti kur’an’dan sonra gelen ve ona raci olan ve
Muhammed b. Ali Şevkani, İrşadü’l Fuhul, s.29.
Ali Osman Koşkuzu, Rivayet İlimlerinde Haberi Vahitlerin İtikat Ve Teşri Yönünden
Değeri, Ankara, s.107, 1998.
139
Enam 6/57
140
Şatıbi, Muvafakat, c.II, s.249.
137
138
40
kaynağını onun onayı ile almış ikincil bir kaynak olarak kabul etmezsek, sıhhati sabit
ileri sürülen hadislerin şayet Kur’an’a ters halinde Kur’an vahyine eş değerde
sayılacakları için gerçek anlamda ona bir tearuz oluşturacaklarını kabullenmiş oluruz.
Bunun için halen elimizde mevcut hadis külliyatının sahipleri zayıf ve uydurmasından
ayırabilmekte imkanına sahip olduğumuz bir kıstası kaybetmiş olacağız. Bütün bunların
içinden çıkılmaz sonuçlar doğuracağı açıktır.
Zira bizzat Kur’an Resulullah’ın tefsiriyle Allah’dan alınan bir yetkiye
dayanmadan helalleri haram, haramları da helal kılmaya Rablik olarak nitelemekte 141.ve
bunu uluhiyyete ters görmektedir. İki rabli bir şeriatın olmayacağı açıktır. Bu arada
yüce Allah’ın Hz. Peygamber’i sırf kendisi ile ilgili konularda uyardığı ve eşlerin
rızasını gözeterek Allah’ın sana helel kıldığını niçin kendine haram kılıyorsun
Allahbağışlayandır acıyandır’ buyurduğunu hatırlarsak herkei yükümlülük altına
sokacak bir tasarrufa girişmesi halinde uyarılacağı ve buna imkan
verileceği aşikar
olacaktır.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Resulullah ve ona halef olan müctehitlerin
vahiyden gerçek anlamda bağımsız olarak hüküm koyma yani teşri yetkileri
bulunmaktadır. Bu yetki ancak Allah’a aittir ve hakikat anlamda şari ancak ve ancak
Yüca Allah’dır. Hz. Peygamber ve müctehitleri gerçek anlamda vahiyden bağımsız
olarak nitelemek hem yanlış hem de sakıncalar içermektedir.142
5.2. HZ. PEYGAMBERİN HAKEMLİĞİ VE VERDİĞİ HÜKÜMLERİN
KABULU
Yüce Allah, Hz. Peygamber’ izaha muhtaç ayetleri beyan etme yetkisi verdiği
gibi onun hakemliğini ve verdiği hükümlerin kabulünü de vurgulu bir şekilde
öngörmüş, bunu imamın gereklerinden saymıştır. Bu durumda onun Kur’an’ın dışında
hüküm koyma yetkisine sahip olduğu anlaşılmaktadır. Onun verdiği hükümler hiç
şüphesiz ki vahyin kontrolü altında idi. Nitekim onun bazı küçük yanılgıları bile vahiy
ile tamamen düzeltiliyor, ve ikaz ediliyordu. Bu yüzden onun verdiği hükümlerin
tamamı vahyin tastikinden geçmiş oluyordu. Şimdi genel olarak ise Hz. Peygamber’in
141
142
Tevbe 9/31
Mehmed Erdoğan, Vahiy Akıl Dengesi Açısından Sünnet, s. 239.
41
hüküm verme yetkisini ve verdiği hükme razı olmanın gerekliliğini dile getiren ayetleri
görelim.
Hayır, Rabbin hakkı için onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem
yapıp, sonra da senin verdiğin hükme, içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyle
teslim olmadıkça inanmış olmazlar.143
Görüldüğü üzere ayeti kerimede insanlar arasındaki ihtilafları Hz. Peygamber’e
getirmeleri ve onun getirdiği hükme tam bir teslimiyetle teslim olmaları ve o hükmü
gönülden kabul etmeleri istenmekte ve aksi davranışta bulunanların imanlarının geçersiz
olacakları buyurulmakta bu uyarı ayrıca yemin ile pekiştirilmektedir.
Evlerinizde oturun, ilk câhiliye(çağı kadınları)nın açılıp kırıtması gibi açılıp
kırıtmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Resûlüne itâ'at edin. Ey Ehl-i Beyt (ey
peygamberin ev halkı), Allâh sizden, kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. 144
Bu ayette de ‘Allah ve resulü bir şeye hükmettiği zaman’ ifadesi Allah yanın
da Hz Peygamberin de hüküm koyma yetkisine sahip olduğunu ortay koymakta onlara
verdiği hükme uyulması ve başka bir ihtimalin sapıklık olacağı ifade edilmektedir.
Ey inananlar, Allah'a itâat edin, Elçiye ve sizden olan buyruk sâhibine itâat
edin. Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; -Allah’a ve âhiret gününe
inanıyorsanız -onu Allah’a ve Elçiye götürün. Bu, daha iyidir ve sonuç bakımından da
daha güzeldir. 145
Bu ayette müminlerin aralarında çekişip durdukları konularda hükmü Hz.
Peygamber’e terk etmeleri, Allah’a ve Ahiret gününe inanmakla eş değerde
tutulmaktadır.
143
Nisa 4/65
Ahzab 33/36
145
Nisa 4/59
144
42
Bu ayeti tefsir ederken Ebussuud şunları söylemektedir: bu ayet gereğince şer’i
hükümler üçtür. Kitap ile sabit olanlar, sünnet ile sabit olanlar, bir de bu iki ana kaynağa
irca ile sabit olanlar.146
Elçinin, aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Elçisine çağırıldıkları zaman
inananların sözü ancak: "İşittik ve itâ'at ettik" demeleridir. İşte umduklarına erenler
bunlardır, bunlar. 147
Görüldüğü gibi bu ayette de Allah Resulunun verdiği hükme razı olunması Yüce
Allah tarafından istenmekte ve bu durum Allah’a ve ahiret gününe inanmakla
irtibatlandırılmaktadır. Bu ayette geçen Allah’a çağrılmak Kur’an’a Resul’e Çağrılmak
da sünnete çağrılmak demektir.
5.2.1. HZ. PEYGAMBER’İN VERDİĞİ HÜKME RAZI
OLMAYANLARIN DURUMUNU İFADE EDEN AYETLER
Kim de Allah'a ve Elçisi'ne karşı gelir, O'nun sınırlarını aşarsa, Allâh onu,
sürekli kalacağı ateşe sokar. Onun için alçaltıcı bir azâb vardır.
148
Nankörlük edip, (Allâh'ın) Elçi(sin)e karşı gelenler, o gün yerin dibine
geçirilmeyi isterler ve Allah'tan hiçbir söz gizleyemezler. 149
Kim Elçi'ye itâ'at ederse Allah'a itâ'at etmiş olur. Kim de yüz çevirirse (bil ki),
biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. 150
Kim de kendisine doğru yol belli olduktan sonra Elçi’ye karşı gelir ve
mü’minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü yola yöneltiriz ve
cehenneme sokarız. Ne kötü bir gidiş yeridir orası! 151
Ebus’s-Suud, Muhammed b. Muhammed el-İmadi, İrşad ü akli Sahafiyye, Osmaniye, c.III, İstanbul,
1308, s.363.
147
Nisa 4/51
148
Nisa 4/14
149
Nisa 4/42
150
Nisa 4/80
151
Nisa 4/115
146
43
Bilmediler mi ki kim Allah'a ve Elçisine karşı koymağa kalkarsa onun için
sürekli kalacağı cehennem ateşi vardır. İşte, büyük rezillik budur. 152
Benim yapabileceğim sadece Allah'tan (bana vahyedilenleri) size duyurmak ve
O'nun elçilik görevlerini yerine getirmektir. Artık kim Allah'a ve Elçisine baş kaldırırsa,
ona içinde sürekli kalacağı cehennem ateşi vardır. 153
Hz. Peygambere itaati emreden ve ona karşı gelmeyi yasaklayan bu
ayetler, ona itaatin isteğe bağlı değil, zorunlu olduğunu keşsin bir şekilde ortaya
koymaktadır.bu da elbette ki ona inanmanın ve onu Allah’ın buyurduğu gibi en güzel
örnek olarak kabul etmenin zorunlu bir sonucudur.
5.2.1.1. HZ. PEYGAMBERE HELAL VE HARAM KILMA
YETKİSİNİN VERİLMESİ
Hz. Peygamber hüküm verirken bazen doğrudan doğruya bir ayete dayanmış
bazen Kur’an dışı bir ayete isnat etmiş, bazen de dinin ruhuna en iyi hakim olan zat
olarak kendi ictihadı ile hareket etmiştir. ama her halukarda onun peygamberlik görevi
ile ilgili bütün tasarrufları vahyin kontrolünden geçmiştir.
Hz. Peygamber’in Kur’an’da olmayan hususlarda vermiş olduğu hükümlere
örnek olarak, beş vakit namazın zamanı, rekatları, nasıl kılınacağı, vitir namazının vacip
oluşu, namazlarda Kabe’den önce Beyt-i Makdis’e yönelme, orucu bozan ve bozmayan
şeyler, kimlere zekatın farz olduğu, miktarı, şer’i boşanmanın şekli, diyetlerle ilgili bir
çok hükümler, içki içmenin cezası, hırsızın hangi miktarda ceza yaparsa
cezalandırılacağı, hayızlı kadının namaz kılmaması, büyük annenin mirası gibi
hususlardır.154
Hz. Peygamber genel olarak tatbikatta ortaya çıkan konularda hüküm koyma
yetkisi verildiği gibi, Kur’an’da bulunmayan hususlarda da ayrıca hüküm koyma yetkisi
verilmiştir. Nitekim aşağıdaki ayetler bu hususu açık bir şekilde ifade etmektedir.
152
Tevbe 9/63
Cin 72/23
154
Mevlüt Güngör, Sünetin Dindeki Yeri, Ensar neşriyat, İstanbul 1997, s. 66.
153
44
O (Peygamber) ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten meneder;
onlara güzel şeyleri helâl, çirkin şeyleri harâm kılar, üzerlerindeki ağırlıkları,
sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. O'na inanan, destekleyerek O'na saygı gösteren,
O'na yardım eden ve O'nunla beraber indirilen nura uyanlar, işte felâha erenler
onlardır.155
Bu ayette dikkati çeken husus, o peygamber kendine temiz şeyleri helal kılıp,
pis şeyleri haram kılar, ifadesi ile Yüce Allah’ın helal kılma ve haram kılma yetkisini,
doğrudan doğruya Hz. Peygamber’e izafe etmesidir.bunu teyit eden bir başka ayette de
şöyle buyurulmaktadır.
Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, Allâh'ın
ve Elçisinin harâm kıldığını harâm saymayan ve gerçek dini din edinmeyen kimselerle,
küçül(üp boyun eğ)erek elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın. 156
Aynı şekilde bu ayette de
Yüce Allah, haram ve helal kılma yetkisini
kendisinden sonra Resulüne izafe etmektedir.
İşte bu ayetleri görmezlikten gelmek ve tek hüküm koyucunun Allah olduğunu
söylemek aksi bir durumu ise anonim bir şirkete benzetmek gibi bir anlayışın Kur’an’a
dönmek gibi bir slogan ile hiçbir alakası yoktur. Aksine böyle bir anlayışın Kur’an’a
dönmek değil, Kur’an’ı devre dışı bırakmak, onun anlaşılması üzerine set çekmek, ve
Kur’an’a istene bütün düşünceleri söyletmek isteyenlere yardım yolunda atılan bir
adımdan başka bir görüntüsü olmadığını düşünüyoruz.
Hz. Peygamber hüküm koyarken, bu hükümleri kendi kafasından koymamıştır.
Resulullah’ın KurA’an ışında onda olmayan hükümleri koyması da elbetteki bir vahyin
mahsülüdür ve Hz. Peygamber’in bu noktada koymuş olduğu hükümler ‘ o size temiz
şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar’157 ayetine racidir.
Nitekim Hz.Peygamber bir hadisinde: Haberiniz olsun! Bana bir kitab ve bir o
kadar da sünnet verildi. Haberiniz olsun rahat koltuğu üzerinde karnı tok bir halde
155
Araf 7/157
Tevbe 9/29
157
Araf 7/157
156
45
kurulmuş kişinin , ‘Bu Kur’an’a sarılın. Onda nelere helal denmişse onları helal edinin
nelere de haram denmişse onlara haram edinin’ diyeceği zaman yakındır. Haberiniz
olsun ehli eşeğin eti size helal değildir. Yırtıcı hayvanlardan köpek dişli olanlar da helal
değildir. Anlaşmalı olanların yitikleri de helal değildir. Ancak sahipleri tarafından
ihtiyaç duyulmadan atılan müstesna. Kim bir topluma misafir olarak inerse onu
ağırlamaları o topluma gerekli bir görevdir. Şayet misafir etmezlerse hak ettiği miktar
kadar onları cezalandırır.’158 buyurmuştur.
Hz. Peygamber’in Kur’an dışında koyduğu hükümlerin geçersizliğini iddaa
edenlerin diğer bir iddaaları da bu hükümlerin Kur’an’a aykırı olduğu şeklindedir.
Elbetteki Hz. Peygamber’in koyduğu hükümlerin Kur’ana aykırı olduğu düşünülemez.
Bu noktada yapılan en büyük yanlışlık, peygamberin Kuran’da olmayan bir hükmü
ortaya koymasının Kur’an’a aykırılık noktasında ele alınmasıdır. Yukarıda ifade etmeye
çalıştığımız gibi Hz. Peygamber’e genel olarak ortaya çıkan bazı konularda hüküm
koyma yetkisi verildiği gibi Kur’an’da olmayan hususlarda ona haram ve helal kılma
yetkisi verilmiştir.
5.2.1.2.HZ. PEYGAMBERİN TEŞRİİN ÖRNEKLERİ
Resulullah’ın kur’an dışında hükümler vazettiği bütün bu açıklamalar ile ortaya
çıktıktan sonra onun teşriinden birkaç örnek verelim.
Kur’anda zikredildiği gibi ‘ Allah arınanları sever.’ Ve ‘namaza kalktığınız
zaman ellerinizi ve yüzünüzü yıkayın’ emri verilmektedir. Bu gayeyi gerçekleştirmek
için ihtiyacı giderildikten sonra abdest almakla bedeni ve giysileri temizlemekle ve en
azından haftada bir kez yıkanıp Cuma günleri gusletmekle ilgili ayrıntıları açıklayıp
beden ve elbisenin nasıl temiz tutulacağı, bizzat Hz. Peygamber kendi yaşantısıyla
göstermiştir.
Temizlik: İbadeti yerine getirecek temizlikte olmamanın ne anlama geldiği,
hangi durumlarda arınılacağı, hangi şartlarda arınmanın gerekmediği ve temizlenmede
kullanılacak usul ve ayrıntılar yine Resulullah tarafından bizzat açıklanmıştır.
158
Ebu Davut, 6 (4604)
46
Abdest: Kur’an, namaz için kalkındığında abdest alınması emrettiğinde
Resulullah ağzın ve burnun çalkalanması ile burnun temizlenmesinin yüzü yıkamaya
dahil olduğunu, kulakların başa ait olmaları nedeniyle ıslak elle baş mesh edilirken
abdestin ne zaman bozulduğuna ne zaman bozulmadığına, hangi suyun tamiz, hangi
suyun kirli olduğunu açıklamıştır.
Miras: Kur’an’da açıklandığı kadarıyla miras hukuku, eğer bir merhum
ardından erkek bırakmaksızın yalnız bir tek kız bırakmışsa kız çocuğu mirasın yarsını
ikiden fazla kız çocuğu bırakmışsa bunların mirası üçte ikisini alacağını belirtir.
159
ancak iki kız evladın mirası nasıl paylaşacakları Kur’an’da açıklanmamıştır. Bunların
ikiden fazla kız çocuklarına benzer şekilde hisse sahibi oldukları Resulullah tarafından
açıklanmıştır.
Yasaklanan Evlilikler: Kur’an iki kız kardeşin aynı anda evli olmasını
yasaklar.160 Resulullah da hala ve yeğenin yahut teyze ile yeğenin aynı anda bir nikah
altında tutulmalarının da yasaklanmış olduğunu beyan eder.
Hacc: Kur’an hac farizasını genel ifadelerle anlatır. Faka bu yükümlülükten
kurtulabilmeleri için mü’minlerin bir yıl mı yoksa ömürlerinde bir kez mi hac
yapacakları açıklanmaz.
161
Resulullah bu farziyetin güç yetirenler için hayat boyunca
bir kez olduğunu beyan etmiştir.
Hırsızlık: Kur’an, hırsızların cezasını zikredip ellerin kesilmesini emreder.162
Ancak ellerin kesilmesi için çalınmış olması gereken minumum miktarı veya değeri
belirtmez. Belirli bir değerden az hırsızlık, yahut çocuklar veya fkir kimseler tarafından
yiyecek çalınması vb. durumlarda elleri kesilmeyeceğini Resulullah açıklamıştır.
Namaz: Kur’an mü’minlere namazın şeklini, zamanını, namazda na
okunacağını gibi detaylı bilgileri zikretmeden namazı ikame etmelerini, zekatı
159
Nisa 4/11
Nisa 4/23
161
Al-i İmran 3/97
162
Maide 5/38
160
47
vermelerini, hacı yerine getirmelerini, emreder. Namazın niteliği, şekli namazda ne
okunacağı, ve zekatla ilgili en ufak ayrıntıları açıklayan Resulullah’dır. Hac esnasında
giyilecek elbiseler ve haccı oluşturacak diğer esaslar, Hz. Peygamber tarafından
açıklanmıştır. Hz. Peygamber’in beyanları olmadan mü’minler bu ibadetlerin gerçek
niteliğini kavrayamazlar.
5.2.1.3. KANUN KOYUCU VE UYGULAYICI OLARAK HZ.
PEYGAMBER
Hz. Peygamber Kur’an’ın hükümlerini tefsir etmiş, ve hayatın fiili
problemlerine bu hükümlerin uygulanış tarzı
hakkında izahlarda bulunmuştur.
Kur’an’ın ihtiva ettiği ilahi ahkamın herhangi birini değiştirmemiş, akine onun tefsir ve
izah edicisi, olarak hareket edip onu tatbik etmiştir. ilahi hükmün tatbikini gösteren ilk
şahıs Resulullah’dır. Allah resulu olması sebebiyle Allah’ın kanunlarının uygulanmasını
en iyi bilen de odur. Unun hayt tarzı ve uygulamaları Müslümanlar üzerine bağlayıcı
kılınmıştır. Kur’an bu bağlayıcılığı şu ifdelerle açıklar: Kim Elçi'ye itâ'at ederse Allah'a
itâ'at etmiş olur. Kim de yüz çevirirse (bil ki), biz seni onların üzerine bekçi
göndermedik.’
163
ve ‘Elçi size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan
sakının ve Allah'tan korkun. Çünkü Allâh'ın azâbı şiddetlidir.164
Hz. Peygamber in kanunları dünyevi ve uhrevi hayatın her bölüm ve alanını
kapsar. Bu şeref dünyada başka bir kanun koyucu veya nebiye değil, yalnızca Hz.
Peygamber e atfedilebilir. Hz.Peygamber’in ortaya koyduğu kanun manzumesi bütün
gelişim potansiyelini barındırır. Şayet onu yaşama prensipleri olarak kabul eden ilk
Müslümanların durumunda olduğu gibi doğru şekilde takip edilirse insanları ilerlemeye
ve şerefin doruğuna iletir. Şimdiki Müslümanların ekonomik
ve politik alandaki
başarısızlıkları Kur’an ve sünnetin kurallarına değil, aksine Müslümanların bu kurallara
olan güvenlerinin eksikliğine ve
onu hakiki anlamına göre hareket etmemelerine
bağlıdır. 165
163
Nisa 4/80
Haşr 59/7
165
Siret Ansiklopedisi, Hz. Muhammed, İnkılap Yay., İst. 1996. s.516.
164
48
Allah teala Kur’an’da Hz. Peygamber’den bahsederken şöyle buyurmuştur.: ‘
O (Peygamber) ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten men eder; onlara
güzel şeyleri helâl, çirkin şeyleri harâm kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki
zincirleri kaldırıp atar. O'na inanan, destekleyerek O'na saygı gösteren, O'na yardım
eden ve O'nunla beraber indirilen nura uyanlar, işte felâha erenler onlardır.
166
Bu ayette
Allah tealanın Hz. Peygamber’e kanunları hazırlama ve uygulama yetkisi verdiği açıkça
ifade edilmiştir. Demek ki kanun hazırlayıcısı ve uygulayıcısı sadece Allah değildir.
Allahın emrettiği, yasakladığı, helal ettiği, haram ettiği aynı önemi taşımaktadır. Hz.
Peygamber Allah’dan aldığı yetki ile bazı şeylerin gerekli bazı şeylerin gereksiz
olduğunu belirtmiş, bu hususta çeşitli kaide ve kurallar meydana getirmiştir. Bunlar,
Allah’ın kanunları ve şeriatın birer parçasıdır. Bu ve benzeri ayetlerde Hz.
Peygamber’in bir takım kanunları çıkarma ve uygulama yetkisine sahip olduğu açıkça
anlatılmıştır.167
Allah teala koymadığı bazı hükümleri ersulu vasıtasıyla koyar. Dolaysıyla
resulun koyduğu hükümler Allah’ın koyduğu hükümlerdir.168 Resulullah Allah’ın
kitabıyla kanun koymuştur. Yani koyduğu kanunun aynısı Kur’anda yoktur. Bir başka
ifadeyle Kur’an nassının olmadığı yerde sünnet kanun koymuştur. Resulullah da ne
kanun koymuşsa Allah bizi ona uymaya mecbur etmiş ve ona uymayı kendisine itaat
saymıştır.
5.2.1.4. SÜNNETİN KUR’AN’DA YER ALAN BAZI HÜKÜMLERİ
NESHETMESİ
Sünnet, kitabın müphem, müşkil ve mücmelini açıkladığı ammını tahsis
mutlakını takyid etiği gibi cumhura göre nasih ve mensuhu da bildirir. 169 Yani biz nasih
ve mensuhu sünnet vasıtasıyla öğreniriz.
170
Sünnetin dördüncü görevi de mütevatir
sünnetin Kur’an’ı neshetmesidir. 171
166
Araf 7/157
Mevdudi, a.g.e. s. 236.
168
Şafi, Risale, s. 51.
169
Ebu Zehra, a.g.e. s. 99.
170
Şafi, a.g.e. s.103.
171
Abdulhalik Abdulgani, Huccetu’s Sünne, Beyrut, 1986. s.394.
167
49
Hz. Peygamber kendiliğinden bir ayeti neshedemez. O vahiy ile konuşur. 172 ve
vahye tabi olur.173 Öyle ise vahyi nesheder. Sünnet ve Kur’an vahye dayalı oldukları
için birbirlerini neshedebilirler. 174
Nesh şeri ahkamın yerleşmesini temin maksadıyla ilahi hikmet gereği
gerçekleştirilmiş şer’i bir tasarruftur. Nesh, üzerinde düşündüğümüzde bu uygulamanın
islama yeni girenler için gerçekleşmiş olduğunu göreceğiz. Mesela, önceleri kıble Beyti
makdise karşıydı. Sonra Kabe oldu. Bunu örnekleri çoktur 175.
Eğitim ve öğretimde önemli bir yer işgal eden, nesh kavramının anlamı ve
buna dair örnekler üzerinde birkaç söz etmenin yararlı olacağı kanaatindeyiz.
Nesh kelimesi lugat manası açısından yok etmek, izale etmek ve ayazmak
anlamlarına gelmektedir. Istılahi anlamda nesh, şer’i bir hükmün daha sonra gelen şer’i
bir hükümle kaldırılmasıdır. 176
Alimler arasında kitabın, kitabı; sünnetin de sünneti neshi konusunda ihtilaf
yoktur. Bazı ayetler, bazılarını neshettiğine dair usul kitaplarında örnekler verilmiştir.
Sünnetin sünneti neshi konusunda da, mütevatirin mütevatiri , ahadın ahadı neshetiği
kabul edilmiş ve ‘sizi kabir ziyaretinden nehyetmiştim, onları ziyaret ediniz.’
177
hadisi
örnek verilmiştir. Yalnız alimler arasında Ebu Müslim el- İsfehani neshin varlığını inkar
eder.
178
Kur’an’ın sünneti ve sünnetin Kur’an’ı neshi hususu ise ihtilaflıdır. İbn Hazm,
Kur’an ve sünnetin vahye dayandığını ileri sürerek birbirlerini neshetmelerinin caiz
olduğunu savunur.179 Gazali ve Amidi de Kur’an ve sünnetin birbirlerini
neshedebileceğini söyler.
Bilindiği gibi Hanefiler, mütevatir ve meşhur sünnet ile kitabın neshedebileceği
kanaatindedirler. Onlara göre nesh bir hükmün son bulduğu açıklamadan ibaret olunca,
172
Necm 53/3-4
Enam 6/50
174
İbn Hazm, İhkam, c. S. 522.
175
Şatibi,a.g.e. c.IV, s. 78-79.
176
Şatibi,a.g.e. c.II, s. 80.
177
Müslim, Cenaiz, 6.
178
Sıbai, Sünnet, s.394.
179
İbn Hazm, İhkam, c.I, s118.
173
50
kitaptaki bir hükmün sona erdiğini peygamber açıklayabilir.zaten peygamberimizin
görevi ilahi hükümleri açıklamak değil midir? Ancak şunu belirtmek gerekir ki sünnet
ile nesih, kitabın sadece hükmünde cari olur, nazmında olmaz. Zira sünnet ile kitabın
nazmının değiştirme ve ortadan kaldırma caiz değildir.
180
İma-ı Şafi ise sünnetin
Kur’an’ı neshedemeyeceğini savunur.181
Netice olarak şunu söylemek mümkündür. Cumhura göre Kur’an’la Kur’an’ın,
Kur’an’la sünnetin, sünetle de Kur’an’ın neshi caizdir. Zira her ikisi de vahiy ile
gelmiştir. 182
Bunlar çeşitli örnekler verilmiştir. Biz her üçüne sırayla birer örnek
verelim.kur’an’da içki yasağı ile ilgili inen ayetler dört tanedir. Birinci ayet:
‘üzümlerden içki ve güzel rızık elde edersiniz.183 İkincisinde: ‘Sana içki ve kumardan
soruyorlar. Deki o ikisinde büyük günah vardır. İnsanların bazı faydaları varsa da
günahları faydasından büyüktür.184 Üçüncüsü: ‘Ey iman edenler sarhoş iken namaza
yaklaşmayın.185 Sonuncusu ise, ‘Ey iman edenler içki kumar , dikili taşlar, şans okları,
şeytan işi birer pisliktir. Bunlardan kaçının.186 Buyurulmakta ve dördüncü ayette
diğerlerinin hükmü kaldırılarak içki yasaklanmaktadır.
Beytul Makdis’in kıble olarak tayini sünnetle bilinmektedir. Ayetlerde oraya
dönüleceğine dair malumat yoktur. Ancak bu sünnetin ‘Mescidi Haram tarafına yüzünü
çevir.187 ayetiyle neshedildiğini nakledilmiştir. ’188
Sünnetle Kur’an’ın neshedildiğine dair de şu örnek vardır. ‘Birinize ölüm
yaklaştığı zaman eğer bir hayır bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde
Nasuhi Bilmen, Dini Bilgiler, Doğuş Mat. Ankara, 1959.c., s. 100-103.
Şafi, a.g.e., s.55.
182
İbn Hazm, a.g.e., c.I, s. 519.
183
Nahl 16/67
184
Bakara 2/129
185
Nisa 4/43
186
Maide 5/90-91
187
Bakara 2/180
188
Amidi, ag.e. c.II, s.135.
180
181
51
vasiyet etmek Allah’dan korkanlar üzerine borçtur.189ayetinin hükmü ‘ Varise vasiyet
yoktur. Hadisiyle neshedilmiştir.190
189
190
Buhari, a.g.e. vasaya, 6.
Gazali, a.g.e. c.I, s. 124.
52
ALTINCI BÖLÜM
6. HZ. PEYGAMBER’İN KONUMU VE YÜKÜMLÜLÜĞÜ
6.1. HZ.PEYGAMBER’İN BEYANI
Hz. Peygamber’in beyan faaliyeti, onun bir bir peygamber olark üstlendiği
vahyin tebliği yanında hemen onun kadar önemli olan bir görevi olmaktadır. Bizim,
Resulullah’ın beyanlarından sarfı nazarla Kur’an’a ulaşmamız onu anlamamız ve onu
yaşanabilen bir hayata geçirmemiz mümkün değildir.
Resulullah, gerek sözleriyle
gerek fiilleriyle Kur’anı bize açıklamıştır.’Sünnet Kur’an’ın açılımıdır’ sözüyle
kastedilen budur. Nasıl ki Kur’an kendi içinde birbirini açıklıyorsa Medeni süreler
Mekki süreler in açılımı mahiyetinde ise Medeni süreler olmadan Mekki sürelerden
yaşanabilir, mükemmel ir hayat mümkün değilse sünnet olmadan da Kur’an’ı anlamak
ve onu hayata geçirmek mümkün değildir. Çünkü sünnet yaptığı beyan göreviyle
Kur’an’ın açık bıraktığı alanları doldurmakta ve din böylece tamamlanmaktadır.
Vahyin aynı zamanda inkılapçı özelliğiyle her zaman toplumun arkasından
gelmemekte aksine çoğu zaman başı çekerek toplumu belli bir hedefe doğru
yönlendirmekte, ileri hedefler vermekte, ulaşılacak seviyelere ilişkin hükümleri işin
aciliyetine de bağlı olarak bir ön hazırlık yapılmadan daha başta indirebilmektedir. Bu
durumda vakıadan hareket etmek zorunda kalan peygamberin, belirlene hedeflere
53
ulaşabilmesi için işin başında ortamın gereklerini dikkate almış olması ve ona uygun bir
uygulamaya girişmesi 191 ve fakat zaman içinde ilerledikçe bunları terk etmesi mümkün
olabilir.
Bu itibarla biz Resulullah’ın beyanlarını uygulamadan ayırmak istiyoruz.
Beyanın vahye dayalı olduğunu fakat uygulamanın ortamla yakın ilişkisi olduğunu
dolaysıyla hiçbir uygulamanın kendi ortamından soyutlanarak evrenselleştirilmesinin
mümkün olmayacağını düşünüyoruz. İmam-ı Şafi’nin ‘ her kim Resulullah’dan kabul
etmişse Allah’dan kabul etmiştir’
192
sözünün beyana yönelik sünnet olması gerektiğini
düşünüyoruz. Bu noktada konunun zorluğu, bu ikisinin aradı ayırabilmektedir. Bundan
çıkış da yine ancak vahiy külliyatının istikrası sonucu elde edilecek olan külli esasların
kıstas olarak kullanılması ile mümkün olabilecektir.
Bu noktada toptancı ve aceleci davranmamak gerekecektir. Herhangi bir
sünnetin Kur’ani bir esas ters düşmesi halinde hükümde aceleci olmamak aksine o
sünnetin başka bir Kur’ani
esasa uygun düşüp düşmeme ihtimalinin bulunup
bulunmadığını araştırmak gerekir.
Aslında sözünü ettiğimizde bu konu sadece sünnete has değildir. Vahyin şeriat
boyutunda farklılık esasıdır. Bu farklılığın sebebi de vahyin inmesinde etkin olan
gerçekçiliktir. Yani şeriatlar belli bir zamanın ve mekanda belli bir kültüre sahip
insanların ihtiyaçlarını karşılamak için gelir ve her şeriat, dini içinde taşır. Bir benzetme
yapacak olursak, şeriat dinin belirli şartlar içerisinde bedenleşmiş şeklidir diyebiliriz.
Bu itibarla ruha nisbetle bedenlerdeki farlılık gibi vahiyde de sosyal gerçeklikten
kaynaklanan, dolayısıyla izafi ve tarihsel öğelerin bulunması tabiidir. Dini özünde
taşıyan şeriat bedenine uygun elbise dikmek ise başka bir şeydir.
191
192
İbn Aşur, a.g.e. s.205-206
Şafi, a.g.e., s.33.
54
6.2. RASULULLAH’IN VAHİYDE TASARRUFTA BULUNAMAMASI
Hz. Peygamber’in vahiyde herhangi bir şekilde şöyle yada böyle oynama,
değişiklik yapma yetkisi bulunmuyordu. Rasulullah vahyin ilk muhatabı, ilk mümini ve
gereği ile sorumlu ilk yükümlü sıfatıyla vahiy üstü değildi. Vahye mutlak itaatle görevli
idi. Bu konuda doğrudan ona yönelik ayetler bulunmaktadır:
Rabbinden sana vahyolunana uy;193
Aralarında Allâh'ın indirdiğiyle hükmet, onların keyiflerine uyma ve onların,
Allâh'ın indirdiği şeylerin bir kısmından seni şaşırtmalarından sakın! Eğer dönerlerse bil
ki Allâh, bazı günâhları yüzünden onları felâkete uğratmak istiyordur. Zaten insanlardan
çoğu, yoldan çıkmışlardır.194
Onlara açık âyetlerimiz okunduğu zaman, bizimle buluşmayı ummayanlar:
"Bundan başka bir Kur'ân getir veya bunu değiştir." derler. De ki: "Onu kendi
tarafımdan değiştiremem. Ben sadece bana vahyolunana uyarım. Şâyet ben Rabbime
karşı gelirsem, büyük bir günün azâbından korkarım."
195
Elbette onun sağ(elini veya kuvvet)ini alırdık.
Sonra onun can damarını
keserdik. Sizden hiç kimse buna engel olamazdı.196
Aynı manayı teyid eden bizzat Resulullah’ın kendi beyanları da bulunmaktadır.
Resulullah bir defasında mescidde hissettiği aşırı sarımsak kokusu üzerine
‘Kim bu pis kokulu bitkiden yiyecek olursa sakın mescidde bize yaklaşmasın’ buyurur.
İnsanlar sarımsak haram kılındı, sarımsak haram kılındı derler. Bu Resulullah’ın
kulağına gider bunun üzerine şöyle buyurur: Ey insanlar! Allah’ın bana helal kıldığı bir
şeyi benim haram kılma yetkim yoktur. Şu var ki ben bu bitkinin kokusundan
hoşlanmıyorum. 197
193
Enam 6/106
Maide 5/49
195
Yunus 10/15
196
Hakkı 69/47
197
Müslim, Mesacid, 76.
194
55
Yukarıda ayetlerde Allahu teala bize peygamberine, kendisine indirilen vahye
uymayı emrettiğini ve ona vahiyde herhangi bir değişiklik yapma yetkisi tanımadığını
çok açık bir şekilde ifade etmektedir. 198
Resulullahın vahiyde herhangi bir değişiklik yapma yetkisinin olmayışı onun
istek üzerine değişikliğe gitmek gibi bir surette tecelli eden sözlü tasarruflarının vahye
dayalı olmadığını gösterir.
Hz. Peygamber’in Kur’an’a ekleme yapmamasında maksat, beyan yada yorum
anlamında olmayıp vahye kendi sözünü sokuşturmak, Allah’a iftirada bulunmak, Risalet
görevleri ile ilgili yapması gerekenleri yapmayıp yapmaması gerekenleri yapmak,
kısaca vahiy üzerinde oynama yapmak anlamındadır.
Resulullah, Kur’an vahyini tebliğ etmekle memur biri sıfatıyla onu ilga ve iptal
etme yetkisine sahip değildir. Vahyin ilk muhatabı olan Hz. Peygamber ona herhangi
bir değişiklik yapma yetkisi olmadığı gibi, onun gereğini harfiyyen uygulamak ve
hayata geçirmekle de sorumluydu.
6.2.1. RESULULLAH’IN ŞURA YETKİSİNE BAŞVURMASI
Resulullah, olaylar karşısında ilke olarak aceleci davranmayıp vahyin
gelmesini beklerdi. Buna rağmen vahiy gelmediği zaman özellikle önemli konularda
‘onlara iş(emr) konusunda danış’199 buyruğu gereğince Ashabı ile iştişare yoluna
giderdi.
Akılların aşılanması200 demek olan şura esas itibarıyla farklı görüşlerin ortaya
konulması esasına dayanır. Danışman konumunda olan kimse her türlü güvenceye sahip
olması seçerken danışma üyelerinin ileri sürdüğü görüşler arasında en uygun olanını
seçer. Tabi söz konusu olan İslam’sa seçilecek görüşün Kur’an’ın ruhuna amacına,onu
izlediği teşrii siyasetine en uygun olması gerekir.
Şafi, a.g.e. s.107.
Al-i İmran, 3/159
200
Serahsi, Usul, II, 34.
198
199
56
Resulullah vahiy ile müeyyeddi. Bununla birlikte hemen her alanda istişareye
büyük önem verir, böylece bunun bir esas olarak ümmete hem öğretilmesi, hem de
alışkanlık olarak kazandırılmasını amaçlardı. O ibadetlerin düzenlenmesi, dini şeairin
belirlenmesi, gibi konularda dahi istişare etmiş, Şura’nın islamın önemli bir umdesi
olduğunu bizzat kendi uygulamalarıyla göstermiştir. İnsanları görüş bildirme teşvik
etmiş, bu halde yanılmaları halinde dahi ecir alacaklarını bildirmiştir.
6.2.2. HZ.PEYGAMBERİN ŞURASINDAN ÖRNEKLER
a. Namaz çağrısı ezanın tespiti: Resulullah,m namaza çağrı gibi çok önemli
olan ve ileride islamın en belirgin şiarı haline gelecek olan ezanın belirlenmesi için
ashabıyla istişare etmiş ve onların u konudaki teklifini almıştı. Yapılan teklifler tartışıldı
ve tam bir karar alınamadan toplantı dağıldı. Sonra Abdullah b. Zeyd el- Ensari’nin ‘hak
rüyası’ an dayalı olarak bugünkü icra edilmekte olan ezan vahyin de onayı ile İslam
çağrısı olarak kararlaştırılmış oldu.201
b. Aile hayatıyla ilgili bir örnek: Sevgili eşi Hz. Aişe validemize çirkin bir
iftira atılmıştı. Medine bu haberle çalkalanmış, mü’minler çok üzülmüş, münafıklar ise
içten içe sevinmişti. Ve bu asılsız haberi içten içe körüklemişlerdi. Resulullah tam bir ay
boyunca vahiy beklemiş, fakat vahiy bir türlü gelmemişti. Bunun üzerine yakınlarından
olan Hz. Ali ile Usame’ye danışmış onlara ne yapması gerektiği hakkında onlarla
istişarede bulunmuştur. Bürün bunlardan sonradır ki bizzat Kur’an ile validemizi temize
çıkarmıştır. 202
c. Yönetimle ilgili konularda istişare ederdi: Bilindiği gibi İslam’da yönetim
şura esası üzerine kurulmuştur. Şekli zamanla insanların emrine bırakılmıştır. Fakat
önemi Kur’anda defalarca vurgulanmıştır. ‘Allâh'ın rahmeti sebebiyledir ki, sen onlara
yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, çevrenden dağılır, giderlerdi.
Öyleyse onlar(ın kusurların)dan geç, onlar için mağfiret dile. İşini onlara danış, karar
verince de Allah'a dayan; çünkü Allâh kendine dayanıp güvenenleri sever’203
201
Ebu Davud, Salat, 28(499)
Nur 24/11-12
203
Al-i İmram 3/159
202
57
‘Onların işleri aralarında danışma iledir.’204
Bu meyanda olmak üzere Resulullah’ın Bedir, Uhud, Hendek gibi savaşalar
hakkında ettiğini biliyoruz. Hendek savaşının sona erdirilmesi amacıyla Medine hurma
mahsulunün bir kısmının savaş alanına terk etmeleri karşılığında Feraze Oğulları’na
verilmesi konusunda sa’dlerle istişare etmiş, ve onların görüşü doğrultusunda hareket
ederek kendi düşüncesinden vazgeçmiştir. 205
Resulullah’ın şuraya götürmekle memur olduğu konular, elbette ki hakkında
vahiy olmayan konulardı. Hakkında vahiy bulunan konularda vahyin gereğini yerine
getirmek zorundaydı. Nitekim ifk hadisesinde iftiracılar had cezası tatbik etmiş, istişare
sonucu ortaya sunulan fikirlere aldırmamıştı.206 Keza o azmettikten sonra kararından
dönmemekle memur bulunuyordu.207 Uhud savaşı öncesi yapılan şurada kendi reyi
Medined kalıp savunma savaşı yapmaktı. Fakat özellikle gençle düşmanla dışarıda
karşılaşmak istiyordu. Resulullah sonunda dışarı çıkmaya karar verdi ve zırhını giydi.
Sonra ashab belki yanlış yaptıkları gerekçesiyle Resulullah’dan Medine’de kalmak
istediklerini belirtseler de artık karar verilmişti. Allah ne taktir etmişse onu
göreceklerdi.
6.2.3. RESULLAH’IN REY VE İCTİHADI
Resulullah olaylar karşısında eğer mevcut vahiy ile bir çözüm bulamamış, ve
belli bir süre de geçtiği halde vahiy gelmemişse o taktirde rey ve ictihadı ile hareket
ederdi. Resulullah’ın sözünü ettiğimiz bu şartlarda ictihad etmesi, çok tabi ve vahyin
amacına uygun bir tavırdır. Onun ictihada olan ihtiyacı diğerlerine nisbetle daha çoktur.
Zira vahiy, Kur’an’da da ifade edildiği gibi208 insanlık için gerekli bütün tafsilatı
vermemektedir. Zaten verecek olsa rahmet olmaktan çıkar, haşa insanlığa bir zahmet ve
yük olurdu.
Şura 42/58
Serahsi, Mebsud, XVI, 70,
206
Nadiye Şerif el Ömeri, İctihadu’r -Resul, 124.
207
Al-i İmram 3/159
208
Kehf 18/109
204
205
58
Vahyin amacı belli bir tekamülden sonra insanların artık kendi ayakları
üzerinde durmalarını sağlamak ve belirlenen hedefe doğru çizilen yolda verilen usul ve
ilkelerle yol almalarını sağlamaktadır.vahiy nazarı esasları vermekte bunun hayata
geçirilmesini ise Resulullah ve ümmeti gerçekleştirmektedir. Bu bağlamda Hz.
Peygamber vahiy meleği elinde bir kukla değildir.209 Elbetteki uygulamadaki pek çok
problemlerle pek çok olaylarla karşılaşılır. İşin tabiatı budur. Bu durumda Resulullah’ın
ve sonrasında onun yerini alacak olan ulemanın nazari esasları hayata uyarlama
esnasında bazı yetkiye sahip olmaları re’sen bazı kararlar alabilmeleri pek tabiidir.
Resulullah’ın ictihad etmesini gerekli kılan bu gerekçeye karşılık , onun cevazına mani
herhangi bir şey yoktur. Zira bu haddi zatında ne muhaldir. Ne de muhale yada
mefsedete götürecek bir şeydir.210 İctihada dayalı görüş beyan etmek ne Hz. Peygamber
ne de sonraki müctehidler içi heva ve hevese uyma anlamına gelemez.
Eğer mesele vahiy ile ilgili ise yani bir meselenin ibtidaen konulmasını yada
bir usul bir esas bir ilke bir hedef belirlemesini gerektiren bir alanda ilgili ise o zaman
Resulullah da vahyi beklemek durumundadır. dolaysıyla ashabında elbette kendilerini
aşan bu gibi konularda vahye ve vahyin temsilcisi durumunda olan Resulullah’a
başvurmaları gerekecektir. Yok böyle değil de uygulama mahiyetinde ise bir yargıyı bir
tedbiri gerektiriyorsa dinin günlük yaşantıya aktarılmasında bir çıkış yolu aranıyorsa o
zaman ashab ,Resulullah’dan da aldıkları cesaretlendirici teşvikle bu gibi alanlarda
ictihad etmişler, bunda bir sakınca duymamışlardır. Dinin yaşanabilirliği de zaten bu
anlayışa bağlıdır. Her şeyi en ince ayrıntılarına kadar ortaya koymayı ilke olarak
benimseyen vahyin isteği de budur.
Resulullah, vahiy olan vahye dayalı konuşan ve içinde yanılmazlık ve
hatadan beri olma vasfının yanında, fani bir kul yanılabilen, unutabilen bir insan olma
özeliğini211 de taşıyordu. Ancak o hiçbir zaman vahyin kontrolü dışında değildi. Hayatın
acı-tatlı bütün yönlerinin ashaba öğretilmesi zaruriyyeti onun böylesine bir insan
peygamber olmasını gerektiriyordu. Yani her şey vahyin sihirli değneği ile
çözümlenmeyecek, insanlara, insani melekelere, insani gayretlere ve katkılara iş
İsa Abdulcelil, İctihatu’r-Rasul, Mısır, ty., s. 23.
Gazali, a.g.e. C.II, s. 903.
211
Hamidullah, a.g.e. c.II, s. 903.
209
210
59
düşecekti. İşte Resulullah hayatın bu yönüyle de insanlığa örnek olmuş, onlara ictihad
etmeyi bilfiil öğretmişti. Hayatın sonsuza dek yürümesi için yapılacak olan buydu
6.2.4. HZ. PEYGAMBER’İN SÜNNETİNİN VAHYE DAYALI OLUP
OLMADIĞINI AYIRMANIN FAYDASI
Resulullah’ın vahiy tarafından onaylanmış olan sünneti tümüyle kendi tabii
ortamında ve özel şartla içerisinde doğrudur,yerindedir ve her zaman için ideal bir
örnektir. Yoksa faklı ortamlarda olduğu gibi taşınması gerkli evrensel mahiyeti şeri
hükümler değildir. Aksine şer’i hükümlere kaynak olacak peygamberi çözümlerdir.
Burada bir noktayı daha belirtmek gerekir. Mutlak hakikat tektir ve hiçbir
zaman ve mekana göre toplumlara nisbetle değişiklik arzertmez. Fakat bu mutlak
hakikatın tezahürü başka bir ifadeyle sosyal gerçekler, toplumlara zaman ve şartlarına
göre değişir. Dolaysıyla sosyal alanlarda doğruluğun tekliği gibi bir zorunluluğun ve
buna bağlı olarak da izafiliğin esas olduğu unutulmamalıdır. Bir konuda pek çok
birbirinden farklı ictihadi çözümlerin bulunabilmesi ve bunlarla amel eden her insanın
yükümlülüğünü yerine getirmiş, kulluk görevini hakkıyla ifa etmiş sayılması212 bu
anlayışın sonucu sayılmaktadır. Görülüyor ki insanlar sadece imkanları doğrultusunda
kullukta bulunmakla yükümlüdürler. Allah’a götüren vasıtaların çok olduğu da
bilinmektedir.
Dolaysıyla Resulullah’ın vahye dayalı olarak ortaya koyduğu tebliğ ve beyan
tasarrufları dışında ictihadi tasarruflarının vahyin takriri sonucunda doğru olduğunun
sabit olması, ictihada dayalı o tasarrufun aynı zamanda evrensel ilahi bir hakikat
mahiyeti olmasını gerekli kılmaz. Zaten Resulullah’ın bütün ictihatları belirli esasların
uygulanması nassların belirli şartlar , özel konumlar müvacehenesinde yorumlanması,
yahut da tamamen akıl ve tecrübenin ilgi alanına bırakılmış olan hususlarda ilgilidir.
Evrensellik arzetmek zorunda olan bir nassın ideal tatbikinin her zaman ve her
mekan için tek olduğunu söylemek yanlıştır. Resulullah’ın bütün ictihadi çözümleri
doğru ve isabetli çözümlerdir. Ancak yegane çözümden ibaret değildir. Resulullah’ın bu
212
Karafi, İhkam, s.221.
60
tür ictihadi sünnetnin diğer beşeri çözümlerden ayrıca farkı da bulunmaktadır. O da
hatasızlığı kesin olarak bilinen örnek olmasıdır. Diğer ictihadi beşeri çözümlerde ise
isabet edilmişliğin bir garantisi yoktur. O yüzden de onların ictihadi sünnetin aksine
herhangi bir kaynak değeri yoktur.
6.3. RESULULLAH’IN BİR İNSAN OLARAK DİĞER İNSANLARDAN
FARKLI OLMAYIŞI
Resulullah, kırk yaşına kadar sadece bir kul hayatı yaşamıştı. O zamana kadar
herkes ne yapıyorsa o da öyle davranıyordu. Hayvan otlatmasından tutunuz uluslararası
ticarete bir çok iş yapmış, geçimini temin için çalışmıştı. Evlenmiş ve çoluk çocuk
sahibi olmuştu.
Kırk yaşında peygamberlik göreviyle ortaya çıktığında melekleşmemiş yine
insan olarak ortay çıkmıştı. Diğer insanlar gibi yemek yiyor çarşıda dolaşıp
geziniyordu.213
Onun da cibilli olarak bazı şeylerden hoşlanmaması, bazı şeyleri sevmesi insan
olmasının bir gereğiydi. Cibilli olarak sevmediği m şeylerin sevilmemesi de
Resulullah’a muhalefet sayılmasın. Bunlar zaten elde olmayan şeylerdir. Bu itibarla
‘kabağı sevmem diyenin küfründen korkulacağı’ gibi sözler insanları korkutup
ürkütmenin anlamı yoktur. Bu tür çabalar sözde Resulullah sevgisi adına bütün insan
mizaclarını resul’ın mizacı içinde toplamaya çalışma insanların yaradılış farklılıklarını
dikkate almama demektir ki bu da fıtrat yasasına aykırıdır. Dolaysıyla genel refah
düzeyinin yükselmesi sonucu insanlar israfa kaçmadan beyaz buğday ekmeği yemeye
ve elek kullanmaya başlamışlarsa bu bidat anlamına gelmez. Sadece şükri gerekli kılan
bir nimet olur. Allah’ın nimetine de doyum olmaz.
Resulullah eşleri arsında adalete son derece önem verirdi. Buna rağmen
Müslümanlar Resulullah’ın Hz.Ayşe’ye olan farklı sevgisini bilirlerdi. Çünkü bu cibilli
olup kendi elinde değildi. Elinde olmayan şeyler konusunda sorguya çekilmemesi için
dua ettiğini de bilmekteyiz.
213
214
214
Kendince hoşlanmadığı dinlenme şekilleri vardı. Sabah
Furkan 25/7
Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercümesi Ve Şerhi, İstanbul, 1975, c.VII, s.162.
61
namazından sonra sağ tarafına uzanması ile ilgili rivayetler. Yine kendisine has yürüyüş
şekli, yolculuğu esnasında bineğe biniş şekli gibi şeyler de bu kabildendir. 215
Hz. Peygamber diğer insanlar gibi heyecanlanıp telaşa kapılabilirdi. Rivayete
göre güneş tutulması sırasında telaşından yanlışlıkla hanımına ait bir elbiseyi üzerine
geçirmişti.216 Resulullah, gülerdi ağlardı, öfkelenirdi, kızardı. Ayağına basan birine
kızmış, kırbacıyla iteklemiş ve acıttığını söylemişti. 217
Resulullah’ın yanıldığı ve unutulduğu da vardır. Bir defasında namazda
yanılması üzerine şöyle buyurmuştu. ‘ ben de ancak sizin gibi bir insanım sizin
unuttuğunuz gibi ben de unuturum’218 Zaten bizzat Kur’an’da da peygamberler unutmak
fiilinin nisbet edildiğini görüyoruz.219 Bütün bunlar risalet görevinin tebliği dışında
kalan alanlarda olduğu muhakkaktır. Zira peygamberlik görevinin ifası alanında
peygamberlerin korunmuşluğu söz konusudur.
Bütün bunlardan sonra anlaşılıyor ki Resulullah da normal bir insandı. Vahiy
karşısında peygamber olarak sahip olduğu yetki ve sorumluluk dışında o da diğer
insanlar gibi sorumlu idi. Yükümlülük bakımından kapsam dışı değildi.
6.4. HZ. PEYGAMBERE HAS İŞLER
Bazı işler vardır ki özel olarak Resulullah’a emredilmiştir. Diğer insanlar
bununla mükellef değildir. Mesela dörtten fazla kadınla evlenme , visal orucu gibi.
Bazıları da diğer peygamberlerle ortaktır. Mucizeler de bunun konusunu teşkil eder.
Diğer bazıları ise ümmetiyle ortak olup diğer peygamberlerde de bulunmayan
özelliklerdir. Mesela peygamberimizin : düşmanlara karşı bir aylık mesafeden korkuyla
yardım alınması, yeryüzünün kendisine ve ümmetine temiz kılınması, ganimetlerin helal
olması ve bütün insanlar gönderilmesi buna örnektir.220
İbn Aşur, a.g.e. s. 88.
Müslim, Küsüf, 16.(V, 91)
217
Darimi, Mukaddime, 12( 1, 35)
218
Müslim, Mesacid, 92-94.
219
Abdulbaki, a.g.e. n-s-y maddesi s. 700.
220
Buhari, Teyemmüm, 1.
215
216
62
6.5. RESULULLAH’IN EVRENSEL OLUŞU
Evrensellikten kastedilen resulullah’ın bütün zamanların ve bütün insan ların
peygamberi oluşudur. Şu halde sünnet bütün zamanlara ve bütün insanlara yönelik ve
kucaklayıcı olmalıdır. Bunun ise anca amaçlar, ilkeler, esaslar ve yöntem düzeyinde
mümkün olabileceği bir gerçektir. Bunların içini doldurabilen uygulamaya gelince,
onlar günümüze taşınırken dikkatli olunmalı ve ancak ortam birliği varsa
gerçekleştirilmelidir.
63
bu
SONUÇ
Yüce Allah’ın beşere kendi içinden birini örnek seçerek bir peygamber
göndermiş olması insanlık için en büyük bir lütuftur. Ona inanmak sadece onun
peygamber olduğunu tastik etmek olmayıp onu Kur’anda çizilen bütün yönleriyle
birlikte kabul edip itaat etmeyi de gerektirir.
Yüce Allah, Hz. Peygamber’i bizzat kendisi tespit etmiş kitabında onun üstün
bir ahlak sahibi olduğunu ve örnek olarak alınması gerektiğini ifade etmiştir. ayrıca ona
bir peygamber olarak verilen bilgiler sadece Kur’an’dan ibaret olmayıp bunun dışında
da kendisine pek çok bilgi verilmiştir. Kaldı ki onun kendi ictihadıyla yapmış olduğu
işler ve söylemiş olduğu sözler de vahyin kontrolü altında olduğundan ‘zelle’ diye tabir
edilen küçük hataları bile vahiy ile düzeltilmiş ve böylece onun yapmış olduğu fiiller ve
söylemiş olduğu sözler her türlü hatadan arındırılmıştır. Hz. Peygamber’e bizzat Allah
tarafından ayetleri açıklama yetkisinin verilmesi onun tefsirlerinin bir başka ifadeyle
sünnetinin insanları bağladığını göstermektedir.
Yine ayetlerde Hz. Peygamber’e itaatın Allah’a itaatle birlikte zikredilmesi ve
Resul’e itaatin Allah’a itaat demek olduğunu net olarak belirtilmesi onun sünnetine
verilen değeri açıkça ifade etmektedir. Bu itaat elbette sağlığındayken bizzat şahsına
vefatından sonra da sünnetine uymakla gerçekleşir.
Bundan başka Kur’an’da olmayan hususlarda Hz. Peygamber’e hüküm koyma
haram ve helal tayin etme yetkisi bizzat Allah tarafından verilmiştir. Bu itibarla kuranda
bulunmayn hususlarda peygamberin sünneti şeri bir kaynaktır.
Hz. Peygamber vasıtasıyla bize ulaşan ilahi öğret iki şekildedir. İlki tamamıyla
Resulullah’a vahyedilen kelimelerle Allah’ın emir ve hükümlerini ifade eden Kur’n’dır.
İkincisi Kur’an’ın gayesini aydınlatıp açığa çıkaran Resulullah’ın sünneti ve siretidir.
Resulullah Allah’ın mesajını ilettikten n sonra artık başka bir fonksiyonu kalmayan bir
elçi değildir. Kur’an’ın anlattığı kadarıyla Hz. Peygamber yalnızca Allah’ın bir elçisi
değildir. O aynı zamanda Allah tarafından görevlendirilen ve Müslümanlar için boyun
eğme ve itaatin zorunlu olduğu rehber, yönetici ver öğretmendir. Yaşantısı bütün
insanlar için örnek teşkil eder.
64
BİBLİYOGRAFYA
Abdulbaki, Muhammed Fuad, Mucemu’l Müfehres li elfazil Kur’an, Beyrut,
1989.
Abdulcelil, İsa, İctihatu’r-Rasul, Mısır, ty.
Abdulgani, Abdulhalik, Huccetu’s Sünne, Beyrut, 1986.
Accac, Muhammed, el-Hatib, Es-Sünne, Kalbe’t-tedvin, Kahire, 1963.
Afzalurrahman, Siret Ansiklopedisi, inkılap Yay. C. II.
Amidi, Ebu’l Hasen Ali b.Muhamed b. Salim Seyfuddin, el-İhkam fi Usuli’lAhkam, Mısır, 1914.
Ateş, Süleyman, Kur’an Ansiklopedisi, Kuba yay. S. 14, 2002.
Aşkar, Muhammad Süleyman, Ef’alu’r-Resul ve Delaletuha Al’el Ahkami’şŞeria, 2. baskı Beyrut 1988.
Aydınlı, Abdullah, İslamın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri, TDV
yay., İst. 2002.
Baci, Ebu’l- velid Süleyman, İhkami’l-Fusul fi Ahkami’l-Usul, ( tah.
Amedullah Muhammed el-Ceburi) 1.bsk., Beyrut 1989.
Bağdadi, Abdullah ibn Ahmed ibn Muhammed ibn İbrahim, el-Ma’ruf bi’lHazin Lubabu’t-Te’vil fi Menari’t-Tenzil, İstikamet mat., Kahire 1955, 1.bsk., c.4.
Başaran, Selman, Hadis Usulu ve Tarihi, U.Ü. Bursa, 1993.
Bilmen, Nasuhi, Dini Bilgiler, Doğuş Mat. Ankara, 1959.
Buhari, Muhammed B. İsmail, el-Camiu’s-Sahih, İst. 1981.
Bursevi, İsmail Hakkı, Ruhu’l Beyan, Neşr. Halil Eser, İstanbul, 1939, c.9
65
Canan, İbrahim, Kütüb-i Sitte Muhtasarı, Tercüme ve Şerhi, Akçağ Basım,
Ankara 1992.
Cürcani, Seyit Şerif, Tarifat-ı seyidi, Muhammed Esad Mat. İstanbul, 1300.
Çakan, ,İ. Lütffi, Antınoluk Dergisi, Ekim, 1990.
Çelik, Ali, Diyanet İlmi Dergi, C. 33, S. 2
Darugudni, Ali b. Ömer, es-Sünen, Medine, 1966.
Darimi, Ebu Muhammed, Abdullah b. Abdurrahman, es-Sünen, İstanbul, 1981.
Davudoğlu, Ahmed, Sahih-i Müslim, tercümesi ve şerhi, İstanbul, 1975.
Denizkuşları, Mahmut, Sünneti terk Kur’an’la Amel Meselesi, Ribat Yay.
1992.
Ebu Davut, Süleyman b. El-Eşas, es-Sicistani, es-Ezdi, es-Sünen, Mısır, 1950.
Ebu Reye, Mahmut, Adva ales-sünen, Muhammediye, Kahire, ts.
Ebus’s-Suud, Muhammed b. Muhammed el-İmadi, İrşad ü akli Sahafiyye,
Osmaniye, İstanbul, 1308.
Ebu Zehra, Muhammed, Fıkıh Usulu, Ankara, 1979.
Erdoğan Mehmed, Vahiy Akıl Dengesi açısından Sünnet, M.Ü.İ.FV.Y. 90.
ikinci baskı,İst. 2001.
Ertürk, Mustafa, İslam’ın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri, T.DV.Y.
İst. 2002.
Gazali, Ebu Hamid Muhammed, Kitabu’l Mustasfa, Min ilmil Usul, Bulak,
1924.
Mevlüt Güngör, Sünetin Dindeki Yeri, Ensar neşriyat, İstanbul 1997.
66
Hamade, Abbas Mütevfelli, Es-Sünnetün nebeviye ve Mekan-ı teşri, Kahire,
1990.
Haseballah, Ali, Usulu’t teşrii İslam Mısır, 1971,
Hasan, Hüseyin Hamid, Usul u fıkh, Kahire, 1970
Hatemi, Hüseyin, Hukuk Devleti Öğretisi, İstanbul 1998.
İnb Abdil Ber, Ebu Yusuf en –Nemevuri, Camiu’u Beyan-ı İlm, Medine
1968.
İbn Hazm, Ebu Muhammed, Siretu’n Nebeviyye,
İbn Mace, Ebu Abdillah, b. Yezit el-Kavzani, es-Sünen Mısır 1954., .
İslam Ansiklopedisi, c.14.T.D.V.Y. İstanbul, 1996.
İzmiri, Muhammed Fadıl, Mir’atu’l Usul, Haşiyesi, , Bosnalı Hacı Muharrem
efendi Mat.
Kadı iyaz, Musa el Yahsubi, el-ila’ila Marifetir Rivaye ve Takyidi’s-Sema.
Kahire,1970.
Karafi, Ahmed bin İdris, el-ihkam fi Temyiz’i Fetava, Halep 1967.
Kardavi, Yusuf, Sünneti Anlamada Yöntem, 2. baskı, Kayseri,1993.
Kırbaşoğlu, Hayri, İslam Düşüncesinde Sünnet, Genişletilmiş 2. bs., Ankara
Okulu Yay. Ankara, 1996.
Koşkuzu, Ali Osman, Rivayet İlimlerinde Haberi vahitlerin İtikat ve Teşri
Yönünden Değeri,Ankara, 1998.
Küçük, Raşit, İslam’ın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve değeri, TDV Yay.
İstanbul, 2002.
67
Mevdudi, Ebul Ala, Tarih boyunca Tevhid Mücadelesi Ve Hz Peygamber,
Ankara, 1983.
Müslim, Ebu’l Hüseyin Müslim Bin Haccac el- Küşeyri, El-Camiu’s- Sahih,
Mısır 1955.
Neysaburi, EbuAbdullah el-Hakim, el-Mustedrek Ala Sahihayn, Beyrut,ts.
Okiç, Tayip, Bazı Hadis Meseleleri üzerine tetkikler, Ankara,1959.
Ömeri, Nadiye Şerif, İcdihadü’r-Rasul, Beyrut 1985.
Polat,
Selatin,
İslamın
Anlaşılmasında
Sünnetin
yeri
ve
değeri,
T.D.V.Y.s:13.
Pezdevi, Muhammed, Keşfu Pezdevi, Şirket’i Sahafiyyi Osmaniye Mat, c.2,
İst. 1308.
Sancaklı, Saffet, İslamın Anlaşılmasında Sünnetin Yeri ve Değeri, TDV
Yay., İst. 2002.
Serahsi, Ebu Bekr Muhammed b. Ebu Sehl, Usulu’s-Serahsi, Beyrut 1973.
______, Kitabü’l-Mebsud, İst. 1983.
Sıbai, Mustafa, es-Sünnetü ve Mekanetüha fi’t-Teşrii’l-İslami, elMektebetü’l-İslami, 1978.
Siret Ansiklopodisi, Hz. Muhammed, İnkılab Yay., c.2, İst. 1996.
Sönmez, M.Ali, Hadis Usulu ve Tarihi, U.Ü., Bursa 1993.
Suyuti, celaluddin Ebu’l Fadl b. Ebi bekr, Miftahu’l-Cenne fi’l-ihticac Bi’sSünne, Beyrut 1987.
_______, Esbabü vurdi’l Hadis, Beyrut 1984.
68
Şafi, Muhammed b. İdris, er’Risale, (thk.Ahmet M. Şakir), Kahire 1979.
_______, el-Umm, Bulak 1325H.
Şatıbi, Ebu İshak, el-Muvafakat fi usuli’ş-Şeria, Beyrut 1986.
Şevkani, Muhammed b. Ali, İrşadü’l Fuhul ila Tahkikul Hakk Min İlmu’lUsul, Mısır 1978.
Tirmizi, Muhammed b. İsa, Sahibu’t-Tirmizi, İst. 1981.
_______, Sünen, Çağrı Yay., İst. 1981.
Tusi, Ebu Cafer Muhammed b. El-Hasen, Tefsiru’t-Tibyan, Necef 1957.
Ünal, Yavuz, Hadisleri Tesbitte Yöntem Sorunu, Etüt Yay., Samsun 1999.
Zerkani, Muhammed b. Abdü’l-Azim, Menahilü’l- İrfan fi ulumi’l-Kur’an,
Beyrut 1943..
Zeydan, Abdul Kerim, el-Veciz fi Usuli’-Fıkh, İst. 1979.
69
Download