FELSEFE DERS NOTLARI Felsefenin m.ö. 6. yüzyılda Eski Yunan

advertisement
FELSEFE DERS NOTLARI
Felsefenin m.ö. 6. yüzyılda Eski Yunan’da ortaya çıktığı kabul edilir. Özellikle ege
kıyıları, Milet, Efes, Selçuk, Bergama, Atina gibi yerlerde ilk felsefi çalışmalar yapıldığı
kabul edilir. M.Ö. 6. Yüzyılda Thales isimli bir Yunan’lı acaba bu dünyanın, alemin
kendisinden türediği bir varlık ( arkhe) var mıdır? Diye düşünmüş ve her şeyin “su” dan
türediğini iddia etmiştir. Önemli olan bunun doğru ya da yanlış olması değil, ilk defa bir
kişinin kendi aklına, gözlemlerine dayanarak açıklamalarda bulunmasıdır. İlk defa bir kişi
dinden, efsanelerden farklı olarak kendi aklıyla, gözlemleriyle açıklamalarda bulunduğu
için felsefenin bu şekilde başlamış olduğu, felsefenin babasının da Thales olduğu kabul
edilir. İlk çağ filozoflarının bir çoğu arkhe’nin ne olduğu konusunda düşünmüş, kimi ateş,
kimi su, kimi hava… demiştir. Önemli olan bunların hangisinin doğru olduğu değil, insanın
kendi aklıyla, gözlemleriyle açıklamalarda bulunmuş olmasıdır. Peki felsefe niçin Eski
Yunan’da ortaya çıkmıştır? 3 temel sebebi vardır:
a) Eski Yunan’da özgürlük hakimdi, demokrasi vardı. Bireyler özgürce düşünebiliyorlardı.
b) Çoğu Yunanlı gezgindi, tacirdi. Diğer ülkelerde edindikleri bilgi birikimini oraya
taşıyordu, böylece farklı kültürler, bilgiler Yunan şehir devletlerinde kaynaşıyor,
toplanıyordu.
c)Yunanlılar zenginlerdi, felsefeye, sanata, bilime zaman ayırabiliyorlardı. ( Bu cümle 2 defa
üniversite sınavında çıkmıştır. Bir insanın sanatçı, filozof olabilmesi için temel ihtiyaçlarının
karşılanmış olması, boş zamanlarının bulunması gerekir. Aç, sabahtan akşama kadar ekmek
elde etmek için çabalayan bir gariban oturup şiir yazamaz, yaşamı felsefi açıdan
sorgulayamaz.)
Felsefeyi bir çok değişik şekilde tanımlamışlardır. Genel anlamda felsefe insanın kendi
aklıyla yaşamı, varlığı, değerleri sorgulamasıdır. Felsefe ile Arapça hikmet kelimesi bazen
aynı anlamda kullanılsa da aralarında fark vardır. Hikmet bilgelik anlamındadır. Bilge kişi
anlamında da hakim kullanılır. Fakat felsefe bilgelik, filizof da bilen kişi demek değildir.
Felsefe bilgiyi aramak, filozof ise bilgiyi arayan, bilgiyi seven kişi anlamındadır. Yani
Filozof hikmet sahibi değildir, hikmeti arayan kişidir.
Felsefenin Temel Konuları, Disiplinleri
Hemen her konun felsefesi yapılabilir. Fakat filozofların uğraştığı temel konular varlık,
bilgi, değer, sanat, siyaset din, ahlak, dil… dolayısıyla da temel felsefi disiplinler: bilgi
felsefesi (epistemoloji), varlık felsefesi ( ontoloji), siyaset felsefesi, ahlak felsefesi, din
felsefesi, bilim felsefesi, dil felsefesi, sanat felsefesi…Bilgi felsefesine başlamadan önce
bilginin ne olduğu ve türleri üzerinde biraz duralım.
Bilgi ve Çeşitleri
Bilgi kısaca süjenin ( özne), obje ( nesne, insanın dışındaki varlıklar) ile bağ kurması
sonucu ortaya çıkan ürün olarak tanımlanır. Görüldüğü gibi bilginin oluşması için 3 temel
unsura ihtiyaç var; Suje obje, bağ.
Suje (ben) yani bilen, obje bilinen, bağ ise bu ikisi arasında kurulan ilişkidir. Bu 3 unsurdan
birisi olmazsa bilgi de olmaz. Bir çok bilgi türü vardır: gündelik bilgi, bilimsel bilgi, teknik
bilgi, dinsel bilgi, felsefi bilgi, sanatsal bilgi.
Gündelik bilgi: Bireyin günlük yaşamı sonucu edindiği kesin olmayan, öznel ( kişiden
kişiye değişebilen), sonuçları yararlı da olabilen zararlı da olabilen, yöntemsiz, sistemsiz
bilgilerdir. Örneğin dişimiz ağrıdığında sarımsak koymak, tuz koymaz. Çay daha iyi olsun
diye demliğe şeker atmak….
Bilimsel bilgi: Deneyler , gözlemler sonucu ulaşılan, kesin, evrensel, yığılan ve
ilerleyen, nesnel ( kişiden kişiye değişmeyen), sistematik, yöntemsel bilgilerdir. Örneğin su
100 derecede kaynar. Hız = Yol/ zaman. Üçgenin iç açıları toplamı 180 derecedir.
Bilimsel bilginin temel özellikleri
.İnsanın merak ve hayretinden kaynaklanır.
• Akla dayanır. Bilimin bulguları insan aklına uygundur.
• Sistemlidir.
• Yöntemlidir.
• Yığılarak (birikerek) ilerleyen bilgidir.
• Nedensellik ilkesine dayanir.
• Eleştireldir.
• Öngörülerde bulunur.
• Evrenseldir.
• Nesneldir.
• Genellenebilir bilgilerdir.
Teknik bilgi: Herhangi bir aracın yapımında tamirinde kullanılan bilgidir. Örneğin tv.
bozulduğunda tamiri için teknik bilgi kullanılır. Teknik bilginin kökeninde gündelik bilgi de
olabilir, bilimsel bilgi de olabilir. Mesela bir köylü ağaç kütüğünün suyun üzerinde
yüzdüğünü görüp onları bir araya getirerek sal yapabilir. Bir bilim adamı ise suyun kaldırma
kuvvetini hesaplayarak büyük gemiler inşa edebilir. Teknik bilginin temel amacı insanın
günlük yaşamını kolaylaştıran icatlar ortaya koymaktır.
Dini bilgi: İnsanın inandığı dinin ortaya koyduğu, kesin, şüphe duyulmayan, eleştiriye
kapalı, dogmatik ( her zaman her yerde kesin geçerli, şüphe duyulmayan) bilgilerdir. Örneğin
meleklere inanmak, ölünce cennete, cehenneme gidileceğine inanmak…
Sanatsal bilgi: İnsanın coşkun duygularının sonucu olarak ortaya çıkan, ilhama, hayal
gücüne dayalı bilgilerdir. Özneldir. Ürünleri somuttur.
Felsefi bilgi: Felsefe kelimesi Yunanca philia ( sevgi), sophia( bilgi) kelimelerinden
türemiştir. Kısaca bilgi sevgisi, bilgelik sevgisi olarak çevrilebilir. Felsefe temelde varlık,
bilgi, değer, din, ahlak, sanat… konularında sistematik bir sorgulama ( eleştiri) sonucu ortaya
çıkan en genel bilgilerdir. Filozof Ayşe’yi, Fatma’yı, Hasan’ ı sorgulamaz, insanı sorgular.
Elmayı, armutu, cevizi sorgulamaz, varlığı sorgular yani teker teker varlıklarla uğraşmaz,
genel anlamda varlığı sorgular. Felsefe bir sonuca ulaşmak değildir, sürekli yolda olmaktır.
Bu yüzden felsefede cevaplardan çok sorular önemlidir. Felsefi sorunlar kesin olarak
çözümlenemeyen, dolayısıyla kişiden kişiye değişen öznel cevapları olan konulardır. Bu
yüzden Kant “felsefe öğrenilemez, felsefe yapmak öğrenilir” demiştir. ( Üniversite sınavında
çıktı).
Felsefi Bilginin Özellikleri :
• Insanin anlama isteginden kaynaklanir.
• Akla dayanir.
• Evrenseldir.
• Sistemlidir.
• Elestireldir.
• Özneldir (sübjektif). Sonuçlari kesin degildir.
• Yığılan (biriken) bilgidir.
• Sınırlı bir alanın bilgisi değildir.
Bütün bilimler felsefeden doğmuştur. Bütün bilimlerin ana kucağı felsefedir.
(Üniversite sınavında çıktı).
Peki felsefe bir bilim midir? Bu konuda bazı düşünürler evet felsefe bir bilimdir
derken, bazıları ise hayır felsefe bir bilim değildir derler. Çünkü felsefenin bilimlerle
ortak yanları da vardır, farklı yanları da. İlla da bir cevap verilmesi gerekirse bence
felsefe bir bilim değildir. Çünkü bilimlerin en temel özelliği deneye, ölçmeye dayalı
olması, sonuçlarının kesin olmasıdır. Oysa felsefede kesinlik yoktur, sürekli bir arayış,
sorgulayış vardır.
Felsefe ile Bilimin Ortak Yanları
1-Her ikisi de eleştiricidir.
2- “
sistemlidir.
3- “
mantıksaldır, akla dayanır.
4- “
tutarlıdır.
5insanın merak ve hayretinden kaynaklanır.
6-Her ikisinin de amacı evreni ve insanı anlamaktır.
Felsefe ile Bilimin Farklı Yanları
1-Bilim nesneldir, felsefe özneldir.
2-Bilim deney ve gözlem yöntemini kullanır. Felsefe akıl ve mantıkla düşünerek yapılır.
3-Bilimin sonuçları kesindir, felsefenin sonuçları tartışmalıdır.
4-Felsefe bilimden daha geneldir.
5-Bilimin sonuçlarından bir teknoloji geliştirilebilir. Felsefede ise kesin bir sonuç yoktur.
6-Bilimde cevaplar önemlidir, felsefede ise sorular daha önemlidir.
7-Bilim nasıl’ı araştırır, felsefe niçin’i.
8-Bilim olanı, felsefe olması gerekeni araştırır.
Felsefe- Din İlişkisi
Din kaynağı bakımından ilahidir, felsefe ise beşeri ( insan yapısı). Dolayısıyla
felsefenin sonuçları tartışmalıdır, kişiden kişiye değişir. Din ise dogmatiktir, her zaman her
yerde geçerlidir, kesindir, kişiden kişiye değişmez. Dinde eleştiri ve şüphe yoktur, felsefenin
ise temeli sorgulama, eleştiridir. Dinde akıl pasiftir, çünkü doğrulara zaten ulaşılmıştır.
İnanana düşen o doğruları kabul etmek, öğrenmektir. Ama felsefede sürekli bir arayış,
doğruya ulaşma çabası vardır.
Felsefe-Sanat ilişkisi
Sanatta amaç güzele ulaşmaktır, felsefede amaç doğrulara ulaşmaktır. Sanat ürünleri
somuttur, felsefe ürünleri soyuttur. Sanat hayal gücü, ilhamla yapılır, felsefe akılla,
düşünmeyle yapılır.
Felsefenin Geregi
Madem felsefede sonuç yok, kişiden kişiye değişiyor, o halde niçin felsefe yapıyoruz?
Çünkü, felsefe ;
• Insanin anlama ihtiyacini karsilayarak “insan olmanin” bilincine vardirir.
• Insanin çevresinde olup biten her seye elestirel yaklasmasini, böylece kendi düsünce gücüyle
olaylari anlamasini saglar.
• Kisiye, baskalarinin görüslerine saygi duymayi, onlara karsi hos görülü olmayi ögretir.
• Bilimlere yol gösterir, bilimlerin gelismesinin dinamigini olusturur.
• “Bilgi toplumu” nun olusmasina ve bilginin üretilmesine katkida bulunur.
• Toplumsal yasamda baska insanlarla iletisim kurmada yardimci olur.
Kisaca felsefe, evrende, düsünen, anlamaya çalisan, sorgulayan, elestiren, yorumlayan bir varlik
olmamizin ayricalikli onurunu hissettirir.
Bilgi Felsefesi ( Epistemoloji)
Bilginin kaynaklarını, sınırlarını, doğru bilginin mümkün olup olmadığını… araştıran
felsefenin alt dalıdır. Bilgi felsefesinin temel kavramları arasında suje, obje, bağ, doğrulama,
temellendirme, gerçeklik, doğruluk… sayılabilir.
Temellendirme: Bir önermenin doğruluğunu göstermek için açıklamalarda bulunmak,
iddianın altını doldurmak, destekleyici fikirlerde bulunmaktır.
Doğrulama: Bir önermenin doğruluğunu deneylerle, gözlemle, belgelerle ispat etmektir.
Bir filozof görüşlerini sadece temellendirebilir. Bir bilim adamı ise görüşlerini hem
temellendirebilir, hem de doğrulayabilir.
Bilgi felsefesinin temel sorularının başında herkesin üzerinde uzlaştığı, genel geçer
doğruların olup olamayacağı sorusu gelir. Bu konuda 3 temel yaklaşım vardır: Genel geçer
doğruların olmadığını savunanlar, genel geçer doğruların olduğunu savunanlar, bunun
bilinemeyeceğini savunanlar.
A) Genel Geçer Doğruların Olmadığını Savunanlar
Bunların başında sofistler, septikler ve ünlü bir filozof olan Demokritos gelir. Sofistlere göre
her şeyin ölçütü insanın kendisidir. Yani bir şey bana sıcak geliyorsa sıcaktır, soğuk
geliyorsa soğuktur. Herkesin üzerinde uzlaşabileceği ortak bir doğru olamaz. Bu görüşe
relativizm (görecelilik) denir.
Septiklere göre bizi bilgiye götüren duyu organlarımızdır. Fakat duyu organları kişiyi
yanıltabilirler. Bu yüzden her zaman her türlü bilgiden şüphe duymak gerekir. Yani hiçbir
bilgiye bu kesin bilgidir, doğru bilgidir diyemeyiz. Öyleyse herkesin üzerinde uzlaştığı kesin
bilgiler de olamaz.
Demokrit’e göre her varlığın özünde milyonlarca atom vardır. Gerçek bilgi atomun
bilgisidir. Atomun bilgisine ulaşılamayacağı için de herkesin üzerinde uzlaştığı genel geçer
doğrular olamaz.
B) Genel Geçer Doğruların Olduğunu Savunanlar ( Dogmatikler)
Bunlara göre herkesin üzerinde uzlaştığı genel geçer bilgiler mümkündür. Fakat bu
görüşü savunanlar kendi aralarında bilginin kaynağı, bilgiye nasıl ulaşıldığı konusunda
farklılık gösterirler. Bu akımların başında rasyonalizm, empirizm, kritisizm, entüisyonizm,
pozitivizm, analitik felsefe (neopozitivizm) sayılabilir.
a)Rasyonalizm: Genel geçer doğrulara akılla ulaşıldığını savunan görüştür.
En ünlü rasyonalistler arasında Sokrates, Platon ( Eflatun), Aristo, Farabi, Descartes,
Hegel sayılabilir.
Sokrates Platon’un öğretmenidir, yazılı hiçbir eser bırakmamıştır. Düşüncelerinden
ötürü hapse atılmış ve ölüm cezasıyla cezalandırılmıştır. Sokrates’in görüşlerini öğrencisi olan
Platon kendi görüşleriyle kaynaştırarak eserler yazmıştır. Bu yüzden Sokrates’in görüşleriyle
Platon’un görüşleri ile iç içedir. Bu yüzdendir ki Platon’un isminin geçtiği her yerde
Sokrates’in de adını anmak gerekir. Sokrates’e göre ( Platon’a göre) 2 ayrı alem vardır;
İdealar alemi , görüntüler alemi. Gerçek alem idealar alemidir. Şu içinde yaşadığımız alem
idealar aleminin gölgesinden, görüntüsünden başka bir şey değildir. Sokrates’e göre insan bu
dünyaya gelmeden önce idealar aleminde yaşamış, orada her şeyin en safını, en mükemmelini
yani ideasını görmüştür. Fakat bu dünyaya gelirken bütün bunları unutmuştur. İnsan
doğduğunda her şeyin en mükemmeli yani ideasının bilgisi zaten kafasında vardır, çünkü
idealar aleminde bunları öğrenmiştir. O halde hiç kimseye bilgi veremeyiz. Çünkü doğuştan
zaten aklında vardır. Sadece soru sorarak hatırlatabiliriz. İdeaların bilgisi kişiden kişiye
değişmeyeceği için herkesin üzerinde uzlaştığı doğru bilgiler vardır ve bu bilgiler kişiden
kişiye değişmez. Çünkü idea’nın bilgisidir.
Aristo’ya göre ayrı bir ideler alemi diye bir alem yoktur. Gerçek şu içinde
yaşadığımız alemdir. İde ( form) şu teker teker varlıkların içindedir. Aristo’ya göre bir varlığı
meydana getiren 4 temel sebep vardır. Maddi sebep, amaç, form, fail ( yapan).
Örneğin bir mermer heykeli düşünürsek; Heykelin yapıldığı mermer maddi sebeptir, heykelin
bir şekli vardır ( form), heykelin yapılış amacı vardır ve bu heykeli yapan bir heykeltıraş
vardır. Aristo’ya göre madde çok önemli değildir. Çünkü mermerden her şey üretilebilirdi.
Asıl önemli olan o heykelin şekli yani formudur. Aristo’ya göre doğuştan insan aklında bilgi
yoktur, bilgi edinme gücü vardır.
İslam felsefesinin kurucusu sayılan Farabi’ye göre bilgiye ulaşmamızı
sağlayan 3 unsur vardır; duyu organları, akıl, nazar. Duyu organlarımızla bu dünyanın
bilgisine ulaşabiliriz ama asıl olan bu varlıkların gerisindekinin bilgisidir, özün bilgisidir.
Buna da ancak hep etkin akılla ulaşabiliriz. Hep etkin akıl, insan aklının en yüksek seviyede
mükemmelleşmesi, bilim, sanat ve felsefe ile uğraşmasıdır. Bu açıdan bakıldığında Farabi’ye
göre bilim adamı, sanatçı ve filozof arasında fark yoktur.
Descartes her şeyden şüphe ederek işe başlamış, sonuçta şüphe edilmeyen
doğrulara ulaşmıştır. Yani şüpheyi doğrulara ulaşmak için bir araç olarak kullanmıştır. Buna
yani şüpheyi doğrulara ulaşmak için bir araç olarak kullanmaya “methodik şüphe” denir.
Septiklerde şüphe amaçtı ama Descartes’da şüphe doğrulara ulaşmak için bir araçtır. “Düşünüyorum o halde varım” sözü Descartes’e aittir.
Hegel rasyonalizmin en üst noktası olarak kabul edilir. Hegel’e göre bütün
varlıkların temelinde ideal bir varlık olan “geist” vardır. Bütün varlıklar gesitin tez, antitez ve
sentez değişimi ile oluşurlar. Bu değişim sürecine yani alemdeki hiçbir şeyin durgun
olmadığı, her şeyin zamanla zıddını yarattığına, sonra varlık ile bu zıddın çatışmasından yeni
bir varlık meydana geldiği fikrine diyalektik denir. Hegel’e göre benim aklımla alemdeki her
şey bir ve aynıdır. O halde hiçbir organ kullanmadan sadece aklımla her türlü bilgiye
ulaşabilirim.
b) Empirizm (deneyimcilik)
Empirizme göre insan aklında doğuştan bilgi yoktur. Bilgilerimiz insan doğduktan
sonraki yaşamında tecrübeleriyle oluşur. En ünlü temsilcileri arasında John Locke ve David
Hume sayılabilir. J. Locke’a göre insan aklı doğuştan bomboştur ( tabular rasa). Aklımız
daha sonraki tecrübelerimiz sayesinde dolar. Yani bilgiyi oluşturan tecrübelerimizdir.
c) Kritisizm ( Eleştirici felsefe)
En ünlü savunucusu Immanuel Kant’tır. Kant rasyonalizm ve empirizm arasında denge
kurmaya çalışmıştır. Kant’a göre insan aklında doğuştan boş kalıplar vardır ( bu boş kalıplara
kategori denir). Bu boş kalıplar tecrübelerimiz sayesinde dolarlar. Yani bilginin oluşumunda
hem aklın hem de tecrübelerin rolü vardır.
d) Entüisyonizm ( Sezgicilik)
İnsanı doğru bilgiye götürenin sezgileri olduğunu savunan görüştür. En ünlü
temsilcileri arasında Gazzali ve Bergson sayılabilir. Gazzali’ye göre 2 gözümüz vardır;
Fiziksel gözlerimiz ve kalp gözümüz. Fiziksel gözlerimizle bu dünyanın bilgisine ulaşabiliriz,
ama asıl olan bu dünyanın gerisi, özü, diğer dünyanın bilgisidir. Buna da ancak kalp gözü ile
(sezgilerimizle) ulaşılabilir. Gazali bilim adamlarını küçümser. Çünkü bilim adamları bu
dünyanın bilgisine ulaşabilirler, ama asıl olan öteki dünyadır ve bilimle, deneylerle,
gözlemlerle öteki dünyanın bilgisine ulaşamayız.
e) Pozitivizm ( Olguculuk)
Doğru bilginin olguların bilgisi olduğunu ve olgulara deneylerle gözlemlerle
ulaşılabileceğini savunan görüştür. Yani bizi doğru bilgilere deney ve gözlemlerin
götürebileceğini savunan görüştür. En ünlü temsilcileri arasında Auguste Comte ve Saint
Simon sayılabilir.
f) Analitik felsefe ( Neo-Pozitivizm)
Bu düşünceyi savunanlara göre hiçbir zaman kesin olduğu bilinemeyecek
metafizik konular bir yana bırakılmalı, dil çözümlemeleri ( analizi) yapılmalıdır. Felsefenin
görevi herkesin aynı şeyi anlayabileceği bir bilim dili geliştirmek olmalıdır.
VARLIK FELSEFESİ ( Ontoloji)
Varlığı felsefi açıdan en genel anlamıyla ele alan felsefenin alt dalıdır.
Felsefenin konusu şu, bu varlık değildir. En genel olan varlıktır. Varlıkları ideal varlıklar ve
reel varlıklar olarak ikiye ayırabiliriz. Reel varlıklar zamanla değişen, somut varlıklardır. Şu
masa, kalem, gömlek…. İdeal varlıklar ise soyut olan zamanla değişmeyen varlıklardır.
Örneğin 3 sayısı, kare,üçgen, kafamızdaki ev idesi, elma idesi…
Felsefenin varlığa yaklaşımıyla bilimlerin varlığa yaklaşımı birbirinden
farklıdır. Bilimin varlık anlayışı:
1-Bilimlere göre varlık vardır.
2“
varlık maddedir.
3-Bilimler varlığın bilgisine deney ve gözlemle ulaşırlar.
4-Her bilim dalı varlığa kendi konusu açısından yaklaşır.
Felsefenin varlığa yaklaşımını ise şu şekilde maddeleyebiliriz.
1-Kimi filozoflara göre varlık vardır, kimilerine göre varlık yoktur, kimilerine göre bilinemez.
2-Kimi filozoflara göre varlık maddedir,kimilerine göre ideadır, kimine göre oluştur….
3-Filozoflar varlığın bilgisine akılla, mantıkla ulaşmaya çalışırlar.
4-Felsefe varlığa en genel anlamıyla yaklaşır.
Varlık felsefesinin temel sorularının başında varlık var mıdır? Var ise varlık
nedir? Soruları gelir. Varlık var mıdır? Sorusuna bazı filozoflar yoktur, bazı filozoflar vardır,
bazıları ise bilinemez cevabını verirler.
a) Varlık yoktur diyenler
Bunların başında nihilizm ve Taoizm gelir.
Nihilizm ( hiççilik) : Bu akıma göre hiçbir şey gerçek değildir, hiçbir şey değerli değildir.
Nihilistler sadece varlık konusunda değil, ahlak, din… konularında da aynı görüşü savunurlar.
Nihilizmin en güzel örneği sofist Gorgias’ta görülür. Gorgias’a göre, hiçbir şey var değildir.
Olsa da bilemezdik, bilsek de anlatamazdık.
Taoizm M.Ö. 6. yüzyılda Çin’de Lao-Tse tarafından ortaya atılan bir
görüştür. Bu düşünceye göre bir tek varlık vardır: Tao ( doğru olan yol, evrenin düzeni) .
Taonun bireysel bir varlık gibi olmaması sebebiyle varlık yoktur kısmında gösterilmiştir.
Birey sukunet, eylemsizlik, zayıflık ile Tao’ya ulaşabilir. Yani Tao bir çeşit idedir.
b) Varlığın varolduğunu savunanlar ( Realizm)
İnsan zihninin dışında varlığın nesnel bir şekilde ( Burada nesnel, benim
dışımda, ben olmasam da olan, varlığı benim varlığıma bağlı olmayan anlamında
kullanılmıştır.) var olduğunu savunan filozoflar varlığın ne olduğu konusunda birbirinden
ayrılırlar. Kimi filozoflara göre varlık maddedir ( materyalizm), kimi filozoflara göre varlık
idedir ( idealizm), kimi filozoflara göre varlık hem ide hem maddedir ( dualizm), kimi
filozoflara göre varlık oluştur, kimi filozoflara göre varlık fenomendir ( fenomenoloji) .
1-Varlık “Oluş” olarak Kabul Edenler
Bu filozofların başında Herakleitos gelir. Heraklit’e göre alemde hiçbir
şey durgun değildir. Her şey sürekli bir akış, değişim içindedir. “Değişmeyen tek şey vardır:
Değişim.” Fakat bu değişim rastgele olmaz. Varlık ( tez) zamanla zıddını doğurur ( antitez),
sonra varlık ile zıddı çatışır ve yeni bir varlık oluşur ( sentez). Zamanla bu oluşan sentez de
kendi zıddını doğurur, onunla çatışır….. İşte bu görüşe yani alemdeki her şeyin sürekli tez,
antitez ve sentez şeklinde bir savaşım, değişim içinde olduğu fikrine diyalektik adı verilir. Bu
değişimi alem ruhu ( Logos) düzenler.
Heraklit’e göre bir ırmakta iki kere yıkanamazsınız. Çünkü ikinci kere
geldiğinizde o ırmak artık eski ırmak değildir, suyu değişmiştir.
Kısacası Heraklit’e göre durgun hiçbir şey yoktur, her şey sürekli bir
başka şeye dönüşmekte, bir başka şey olmaktadır. Yani varlık sürekli bir oluş, bir başka
şeye dönüşüm içindedir. Bu yüzden bütün varlıklar içlerinde zıtlarını barındırırlar.
Genç yaşlıyı, yaşlı genci, gece gündüzü, gündüz geceyi barındırdığı gibi. Dolayısıyla
Heraklit’e göre gerçekten var olan oluş’tur, değişimdir.
2- Varlığı idea olarak kabul edenler ( İdealizm)
Bu düşünceyi savunanların başında Sokrat, Platon, Aristo, Farabi,
Hegel gelir. Bu düşünürlere göre gerçekten var olan İdeadır. Sokrates, Platon’un görüşleri
bilgi felsefesinde anlatıldığı için burada değinilmeyecektir. Aristo’ya göre her varlığın bir
sebebi vardır. Örneğin makarnanın sebebi un, unun sebebi buğday, buğdayın sebebi başak….
İlk sebep, ilk hareket ettirici Tanrı’dır.
Farabi’ye göre varlıklar ikiye ayrılır: mümkün varlıklar, zorunlu varlık
(Allah). Mümkün varlıklar Zorunlu varlıktan akıllar halinde vücuda gelirler. Farabi’ye göre
Allah’a en yakın varlık “Hep etkin Akıl’dır”. En uzak olan ise madde yani bedendir. Hep
etkin akıl, insan aklının en yüksek seviyede mükemmelleşmesi, bilim, sanat ve felsefe ile
uğraşarak kendisinden geçmesi halidir. Bu açıdan bakıldığında bilim adamı, sançtı ve filozof
arasında bir fark yoktur. Çünkü en son noktada hepsi hep etkin akla ulaşır.
Hegel’e göre her şeyin temelinde bir tek idea vardır: Geist. Her şey
Geist’ın diyalektik açılımıyla oluşur.
3-Varlığı madde olarak kabul edenler ( Materyalizm)
En ünlü temsilcileri Demokrit, Karl Marx, La mettrie …Demokrit’e
göre varlıkların özünde atomlar vardır. Yani atomların bir araya gelmesiyle maddeler oluşur.
Atomlar da madde oldukları için varlık maddedir. La Mettrie’ye göre idea diye ruh diye bir
şey yoktur. Bütün varlıklar aslında birer makineden başka bir şey değildir. Bazı maddeler
sadedir, bazıları daha karmaşıktır hepsi bu. Örneğin kalem sadedir. Ama insan karmaşık bir
makinedir. Marx diyalektik materyalizmin kurucusudur. Marx’a göre bütün varlıklar tez
antitez sentez şeklinde bir değişim içindedir. Sürekli bir savaşım, değişim vardır. Marx’a göre
ideayı oluşturan maddedir. Düşünceyi oluşturan beyindir. Yani varlığın özünde madde vardır.
Hegel de Marx da diyalektiği savunur. Fakat aralarındaki tek fark;
Hegel ilk varlığın ide ( Geist) olduğunu savunur, Marx ise ilk varlığın madde olduğunu
savunur.
4- Varlığın hem ide hem de madde olduğunu savunanlar (Dualizm)
Bu görüşü savunanların başında Descartes gelir. Descartes’a göre varlığın özünde hem
ruh hem de madde vardır. Bu görüşe dualizm denir.
5-Varlık fenomendir diyenler ( fenomenoloj
Edmund husserl tarafından ortaya atılan bir görüştür. Husserl’e göre algıladığımız
varlıkların özüne ait olmayan şeyler paranteze alınıp atılarak varlığın özüne ulaşılabilir.
AHLAK FELSEFESİ ( ETHİC)
Ahlak’ı sorgulayan felsefenin alt dalıdır. Ahlak, insanların toplum içindeki
davranışlarını ve birbirleriyle olan ilişkilerini düzenleyen, yazısız olan ve uyulmadığında
toplumsal bir yaptırımla karşılaşılan kurallar bütünüdür. Ahlak felsefesinin temel kavramları
arasında iyi, kötü, vicdan, özgürlük, sorumluluk, erdem, ahlaki karar, ahlaki eylem…
sayılabilir.
Özgürlük, bireyin bir baskı altında kalmadan kendi iradesiyle iyi veya kötüden birisini
seçebilmesidir. Sorumluluk, kişinin özgür iradesiyle seçiminin sonuçlarına katlanabilmesidir.
Bireylerin sorumlu tutulabilmesi için özgür olmaları gerekir. Eğer kişi özgür değilse yani
belirli bir şeyi seçmesi isteniyorsa o zaman o kişi kendi tercihini kendisi yapmadığı için
sorumlu da tutulmaması gerekir. Böylece ahlak felsefesinin ilk sorusu karşımıza çıkmaktadır:
İnsan özgür müdür?
Bazı filozoflar insanın özgür olduğunu savunurken bazıları da insanın özgür olmadığını
savunmuşlardır. İnsanın özgür olduğunu savunanlara göre kim ne derse desin son noktada
kararı veren bireyin kendisidir. Yani insan özgürdür. Ayrıca toplum, ahlak, hukuk bireylerden
bazı davranışlarda bulunmasını ister. Eğer insan özgür olmasaydı yani seçme yetisi olmasaydı
o zaman toplum, ahlak, hukuk… bireyden böyle bir şey istemeyecekti. Çünkü insan zaten onu
yapacaktı. Kişinin seçim yapabileceği seçenekler var olduğu için ahlak, hukuk,toplum
bireylerden bazı davranışları bekliyor.
Bazı filozoflara göre birey özgür değildir. Çünkü son noktada kararı veren bireyin
kendisi imiş gibi görünse de aslında birey tek başına bir karar alamamaktadır. Çünkü kararı
alırken acaba annem ne der? Babam nasıl bulur, arkadaşlarım, komşularım nasıl karşılar….
Düşünür de karara verir. Yani birey son noktada kararı kendisi veriyormuş gibi görünse de
aslında tek başına değildir, yani özgür değildir. Ayrıca hukuk,toplum, ahlak… birey bazı
davranışlarda bulunursa ödül,bazı davranışlarda bulunursa ceza vermektedir. Birey de ceza
almamak, toplum dışına itilmemek için onların istediklerini yapmaktadır. Özgür olmak için
seçeneklerin eşit seviyede olması gerekmektedir. Oysa seçenekler eşit sonuçlar
doğurmamaktadır. Yani birey özgür değildir.
Ahlak felsefesinin en önemli sorularından birisi de genel geçer ahlak yasası ( iyi-kötü)
var mıdır? Sorusudur. Bazı filozoflar genel geçer ahlak yasasının olamayacağını savunurken
bazı filozoflar genel geçer ahlak yasasının olabileceğini savunmuşlardır.
a) Genel geçer ahlak yasasının ( iyinin, kötünün) olmadığını savunanlar
Hedonizm ( Haz ahlakı): Hedonizm’e göre iyi, insana haz verendir. Bana haz veren bir
başkasına haz vermeyeceği için genel geçer iyi de olamaz.
Egoizm: Bunlara göre iyi benim çıkarıma uygun olandır. Benim çıkarıma uygun olan
başkasının çıkarına uygun olmayacağı için genel geçer bir iyi, ahlak yasası da olamaz.
Pragmatizm ( Faydacılık): bunlara göre iyi fayda sağlayandır. Fakat bana fayda sağlayan
başkasına fayda sağlamayabilir. Öyleyse evrensel iyi olamaz.
Anarşizm: Bu akımı savunanlara göre her insan özünde iyidir. Fakat kurallar, kanunlar hem
insanın özgürlüğünü kısıtlamakta hem de insanın kötü olmasına sebep olmaktadır. O halde her
türlü kurala ve bu kuralı uygulayan devlete karşı gelmek gerekmektedir.
Nihilistler de evrensel ahlak yasasının olmadığını savunurlar.
Ayrıca burada özellikle gençler arasında popüler olan J. Paul Sartre’dan (varoluşçulukexistansiyalizm) ve Friedrich Nietzsche’den de söz etmek gerekir. Sartre’a göre her
varlığın önce özü gelir sonra kendisi var olur. Örneğin önce yazma düşüncesi vardır, sonra bu
amaçla kalem ortaya çıkmıştır. Yani kalemin bütün kaderi, işlevi daha kendisi var olmadan
belirlenmiştir. Kalem yazılacaktır ve atılacaktır. Bir tek varlık vardır ki önce kendisi bu
dünyaya gelen, sonra özü, kişiliği oluşan; insan. İnsanın sorumlu tutulabilmesi için özgür
bırakılması gerekir. Yani bireylerin özgürlüğü kısıtlanmamalıdır. Nietzsch’ye göre mevcut
ahlak yapısı yanlıştır. Günümüzde ahlak insanı köleleştirmekte, güçsüzleştirmektedir. O’na
göre ahlak yeniden düzenlenmelidir. Temel amaç üstün insana ulaşmak olmalıdır. Üstün insan
her türlü duygusunu, hazzını bastırabilen, cesur, güçlü insandır. Eşitlik diye bir şey olamaz.
Nasıl ki doğada canlılar arasında bir savaş varsa ve güçlüler ayakta kalmaktaysa insanlardan
da güçlü olanlar ayakta kalmalıdır. Güçlü insan enerji dolu, akıllı ve gururlu insandır.
b) Evrensel ahlak yasasının var olduğunu savunanlar
Evrensel ahlak yasasının var olduğunu savunanlar kendi arasında bu yasanın insanın
içinde mi ( öznel), yoksa insanın dışında mı ( nesnel) olduğu konusunda ayrılırlar.
Evrensel ahlak yasasının insanın içinde yani subjektif ( öznel) olduğunu savunanların
başında Henry Bergson gelir. Bergson’a göre evrensel ahlak yasası vardır ve bu yasanın temel
ölçütü sezgidir. Yani sezgilerine uy. Sezgilerimiz insanın içindedir ve insanı iyiye götürür.
Evrensel ahlak yasasının insanın dışında nesnel bir şekilde var olduğunu savunanların
başında ilahi dinler, Sokrates, Platon, Kant sayılabilir. İlahi dinlere göre herkesin uymak
zorunda olduğu evrensel ahlak yasası vardır ve insanın dışındadır. Bu kurallar toplumdan
topluma, kişiden kişiye, zamandan zamana değişmez. Bu kurallar kutsal kitaplarda
yazmaktadır. Yani iyi kutsal kitaplara uymakla olur. Sokrates, Platon’a göre iyi ideası kişiden
kişiye değişmez. İnsan bu dünyaya gelmeden önce idealar aleminde iyi ideasını tanımıştır.
Sokrates’e göre hiçbir insan bilerek kötülük yapmaz. Erdemli insan bilgili insandır. Kant’a
göre ahlaklı olmak ödevlerimizi yerine getirmekle olur. Bir davranış ödev duygusundan
kaynaklanıyorsa ahlakidir, diğer sebeplerden ötürü davranılıyorsa o davranış ahlaki değildir.
Örneğin bir dilenciye acıdığımız için para veriyorsak bu ahlaki bir davranış değildir, bir
öğretmene yüksek puan almak için iyi davranıyorsak ahlaki değildir. Bir insan olarak
ödevimiz olduğu için dilenciye yardım ediyorsak, bir öğrenci olarak bize bilgi veren bir
büyüğümüze saygılı olmak ödevimiz olduğu için öğretmene saygı gösteriyorsak ahlaklı
davranıyoruz. Kant’a göre ödevlerimizin neler olduğu aklımızda vardır. Yani aklımız neyin
iyi neyin kötü olduğunu bize bildirir. İnsan aklının ortaya koyduğu kurallar kişiden kişiye
değişmez, doğuştan aklımızda vardır.
SANAT FELSEFESİ
Bize güzel gelen şeylerin ( heyecan veren şeylerin) incelenmesi ile ilgili olan felsefenin
alt dalına estetik denir. Estetik, güzel olanın sorgulanmasıdır. Bazı filozoflar estetik ile sanat
felsefesini birbirinden ayırırlar. Onlara göre güzellik doğada da vardır, sanatta da vardır. Sanat
felsefesi sadece sanatın sorgulanması, irdelenmesidir. Oysa estetik hem sanatta hem de
doğada nerede olursa olsun güzelin sorgulanmasıdır.
Sanatın ne olduğu konusunda felsefede 3 temel yaklaşım vardır:
a)Taklit olarak sanat b) Yaratma olarak sanat c) Oyun olarak sanat.
a) Taklit olarak sanat: ; Platon ve Aristo gibi bazı düşünürler sanatın aslında doğanın
taklidinden başka bir şey olmadığını öne sürerler. Yani sanat doğanın resme, şiire, müziğe…
yansıtılmasından başka bir şey değildir. Platon’a göre, elinize bir ayna alın ve güneşe, aya,
denize, dağlara… tutun işte size en güzel sanat. Yani ressam manzaraya bakıp manzara resmi
çiziyor, müzisyen doğayı dinleyip onu eserlerine yansıtıyor… Platon’a göre bu dünya idealar
aleminin gölgesinden, yansımasından başka bir şey değildir. O halde sanat, taklidin taklidi
olduğu için, Platon sanatı ve sanatçıları biraz küçümser. Aristo’ya göre ise idealar alemi diye
bir şey yoktur. O’na göre, sanat bu dünyayı ne kadar güzel yansıtırsa o kadar mükemmel sanat
olur.
b) Yaratma olarak sanat: Bu görüşe göre sanatçılar doğadan ilham alırlar ama doğaya kendi
yaratıcılıklarını da ekleyerek yeni, daha güzel, mükemmel eserler üretirler. Belki hayatımızda
hepimiz elma görmüşüzdür ama hiç birimiz mükemmel elmayı görmemişizdir. Oysa Ressam
o kadar mükemmel bir elma resmi çizer ki bu dünyada böyle bir elma yoktur. Ressam o kadar
muhteşem bir manzara çizer ki dünyada böyle bir manzara yoktur. Yani sanat, sanatçının
kendi yaratmasının bir ürünüdür.
c) Oyun olarak sanat: Bu görüşe göre sanat aslında bir çeşit oyundan başka bir şey değildir.
Yani ikisi de pratik bir yarar sağlama amacında değildir. İkisi de insanı günlük baskı ve
sıkıntılarından kurtarır, özgür ve rahat kılar. Estetik deneyi yaşayan insan oyun oynayan insan
gibi özgürdür, rahattır.
Sanat eserinin temel özellikler: Tektir (biriciktir), pratik bir yararı yoktur, karşısında
haz alınır, özneldir, içinde bulunulan toplumun yapısından, kültüründen etkilenir.
Bazı filozoflara göre, doğanın güzelliklerini görebilmenin yolu sanattan,
duygusallıktan geçer. Örneğin Delacroix “Biz aşık olduktan sonra dağlar güzelleşti” demiştir.
Sanat felsefesin en önemli sorularının başında güzel nedir? Ve güzellik kişiden kişiye
değişir mi, yoksa ortak estetik yargılar var mıdır? Soruları gelir.
Güzel kavramını iyi, doğru, hoş kavramlarıyla karıştırmamak gerekir.
Bazı filozoflara göre ( örneğin anarşitler, sofistler, nihilistler…) ortak estetik
yargılar olmaz, kişiden kişiye değişir. Bazı filozoflara göre ise ( Platon, Aristo, Kant…)
estetik yargılar ortaktır. Örneğin Platon’a göre güzel olan idea’dır ve kişiden kişiye
değişmez, herkeste ortaktır. Aristo’ya göre güzel matematiksel orantıyı yansıtan şeydir.
Kant’a göre güzel, hiçbir çıkarım olmadan haz aldığım şeydir. Yani güzellik özneyle ilgili
değildir, nesneyle ilgilidir. Doğuştan ( apriori) olarak ortak estetik yargılara sahip oluruz.
Din Felsefesi
Dine felsefi açıdan yaklaşan, dinin temel kavramlarını nesnel bir şekilde tartışmaya,
irdelemeye çalışan felsefenin alt dalıdır. Teoloji ( ilahiyat) ile din felsefesi çok farklıdır.
İlahiyatçı ( teolog) temelde belirli bir dine inanır. Amacı o dini sorgulamak değil, o dini daha
iyi anlamaya, anlatmaya çalışmaktır. Bu açıdan bakıldığında islam teoloğu ile Hristiyan
teoloğu, Yahudi teoloğu da birbirinden farklıdır. Bir islam ilahiyatçısı islamiyete sonuna
kadar inanır, temel amacı islamın değerlerini daha iyi anlamak, açıklamaktır. Bir hıristiyan
ilahiyatçısı ise hıristiyanlığa inanır, temel amacı hıristiyanlığın ne kadar doğru bir din
olduğunu anlamak ve anlatmaktır. Ama bir din filozofu bütün dinlere aynı mesafededir.
Nesnel bir şekilde dinleri irdelemeye çalışır. Din felsefesi, dini inançla değil, akılla
temellendirmeye çalışır. Dine dıştan, eleştirici bir gözle, nesnel olarak yaklaşır.
Din felsefesinin temel kavramları arasında inanç, ibadet, iman, dini tecrübe, fıtrat,
tevhit, kutsal, Tanrı, vahiy, peygamber gibi kavramlar sayılabilir. Din felsefesinin temel
problemleri arasında Tanrının varlığı, evrenin yaradılışı, vahyin imkanı, ruhun ölümsüzlüğü
gibi konular sıralanabilir.
Tanrının varlığı konusunda 3 temel yaklaşım vardır: Tanrı vardır diyenler( teizm),
Tanrı yoktur diyenler ( ateizm), Tanrının varlığının veya yokluğunun bilinemeyeceğini
öne sürenler ( agnostisizm).
a)Tanrının var olduğunu savunanlar
Bu görüşü savunanlar kendi arasında 3 kısımda ele alınabilir: Teizm, deizm,
panteizm.
Teizm: Evreni yaratan ve yöneten Tanrının olduğunu savunurlar. İslamiyet, yahudilik,
hıristiyanlık gibi dinlerin yanı sıra politeizm ( çok tanrıcılık) inancı da bu düşünceyi savunan
yaklaşımlar arasında gösterilir. Teistler Tanrının var olduğunu kanıtlamak için bazı kanıtlar
öne sürerler. Ontolojik kanıt, kozmolojik kanıt, teleolojik kanıt, dini deneyim kanıtı gibi.
Ontolojik kanıt: Kafamda mükemmel kavramı var. Oysa etrafımda mükemmel olan yok.
Peki kafamdaki bu mükemmel kavramını kim yerleştirmiş olabilir? Kendisi mükemmel olan
bir varlık yani Tanrı. Örneğin bir manava gittiğimizde elmalara baktığımızda elmaların hiç
biri kafamdaki mükemmel elma kavramı kadar güzel değildir. Belki hiç birimiz hayatımızda
mükemmel bir elmayı görmemişizdir. Kafamızdaki bu mükemmel elma nereden geldi?
Kozmolojik kanıt: Hiçbir şey yoktan var olmaz. Yani durup dururken önümde bir çanta
ortaya çıkmaz. Çanta varsa onu yapan bir varlık da olmalıdır. Bu alemi var eden de bir Tanrı
olmalıdır.
Teleolojik kanıt: Evrene baktığımızda her şey belirli bir düzen içerisinde, belirli bir amaç
dahilinde varlığını sürdürmektedir. Dünya dönmeseydi gündüzler ve gece olmayacaktı,
dünyanın bir bölümü sıcaktan kavrulurken bir bölümü soğuktan donacaktı. Dünya güneşe
biraz daha yakın veya uzak olsaydı yine bütün dengeler alt üst olacaktı… Bu aleme bir denge
veren güç olmalıdır. Yani Tanrı vardır.
Dini deneyim kanıtı: Dinin buyruklarına göre yaşayan, ibadet eden insanlar zaten
yüreklerinde Tanrının var olduğunu hissederler.
Deizme göre, Tanrı vardır. Fakat Tanrı bu dünyayı yaratmış, belirli kurallar koymuş,
sonra da kendi akışına bırakmıştır. Yani artık Tanrı dünyada olup biten hiçbir şeye müdahale
etmez.
Panteizme göre, bu evren ile Tanrı bir ve aynı şeydir
Felsefe tarihinde 2 temel yaklaşım vardır: “Natura naturata”, “natura naturans.”
Natura naturans: Doğa doğurur. Natura naturata : Doğmuş doğa. Yani birileri bu içinde
yaşadığımız doğanın aslında Tanrı olduğunu ve her şeyi bu doğanın kendisinin yarattığını
savunurken, bazı düşünürler bu doğanın ( alemin) dışında bir yaratıcı olduğunu ve bu doğanın
o yaratıcı tarafından yaratılmış olduğunu savunurlar. İşte panteizme göre, doğadaki tüm
nesneleri bir araya getirdiğimizde bu Tanrı’nın kendisidir. Oysa bazı düşünürlere göre ise bu
doğadaki tüm nesneleri bir araya getirdiğimizde Tanrı’ya ulaşamayız, Tanrı bu nesnelerin
hepsinin toplamının dışındadır, bunları aşan ( transandantal) bir yapısı vardır.
Ateizm: Bu düşünceyi savunanlara göre, Tanrı yoktur. Ateistler de kendi görüşlerini
temellendirmek, Tanrının olmadığını savunmak için bazı kanıtlar öne sürmüşlerdir. Bunların
başında kötülük kanıtı, ahlak kanıtı, madde kanıtı gelir.(Sayfa 171 okunacak.)
Eğer Tanrı kötü ise Tanrı olamaz. Yok eğer iyi ise, dünyadaki bu kadar kötülüğün
yapılmasına nasıl müsaade etmektedir? Ya Tanrı yoktur, ya güçsüzdür ( güçsüz olması
mümkün olamayacağı için tanrı yoktur).
Eğer Tanrı var ve kaderi yaratmışsa o zaman benim özgürlüğüm yoktur. Ben özgür değilsem
o zaman günahlarımdan sorumlu da tutulmamam gerekir.
Eğer her varlığın bir yaratıcısı varsa, Tanrı’nın da bir yaratıcısının olması gerekmez mi? Yok
eğer Tanrının kendi kendisini yarattığını düşünüyorsak, peki bu doğanın kendi kendisini
yarattığını niçin düşünemiyoruz? türünden kanıtlar öne sürerler.
Agnostisizm: Tanrının var olduğunun veya olmadığının bilinemeyeceğini savunan görüştür.
SİYASET FELSEFESİ
Siyaseti ( politikayı) sorgulayan felsefenin alt dalıdır. Siyaset ( politika) kelimesi
Yunanca polis ( şehir develeti) ve cratos ( yönetim) kelimelerinden türetilmiştir.
Siyaset bilimi, siyaset sosyolojisi de siyaseti siyaset felsefesi gibi siyaseti konu edinir. Fakat
bunların siyasete yaklaşımları birbirinden farklıdır. Siyaset bilimi olan siyaseti araştırır.
Siyaset sosyolojisi, siyasetin toplum yaşamı üzerindeki etkilerini araştırır. Ama Siyaset
felsefesi, olması gereken siyaseti araştırır. Yani en mükemmel devlet yönetimini araştırır.
Siyasetin temel kavramlarını sorgular. Örneğin Başbakanın görevleri siyaset biliminin
konusudur. Kaç yılda bir cumhurbaşkanı seçildiği siyaset biliminin konusudur. Ama en
mükemmel yönetim biçiminin hangisi olduğu, her insanın mutlu olacağı bir toplum düzenin
nasıl olabileceği siyaset felsefesinin konusudur. Siyaset felsefesinin temel kavramları arasında
politika, sivil toplum, adalet, hak, hukuk, bürokrasi, yönetim, meşruiyet, ütopya… sayılabilir.
Sivil toplum örgütleri, devletin isteği dışında, vatandaşların kendi arzularıyla
kurdukları, temel amaçlarının kendi düşüncelerine taraftar bulmak, yöneticilere baskı yapmak,
toplumda bilinç oluşturmak… olduğu örgütlerdir. Örneğin İskenderun’u güzelleştirme
derneği, kanarya sevenler derneği, çevreye tükürmeyi önleme derneği gibi…
Ütopya, olmayan yer anlamında Yunanca bir kavramdır. Günümüzde gerçekleşmesi
imkansız olan, hayal ürünü düşünceler için kullanılır. Örneğin bütün vatandaşların zengin
olduğu bir ülke çoğu insan için bir ütopyadır. Genel olarak ütopya, her şeyin mükemmel, ideal
olduğu bir ülke, yaşam için kullanılır.
Bürokrasinin bir çok değişik tanımı yapılabilir. Devleti oluşturan bir memurlar
hiyerarşisi vardır. Örneğin okulları düşünürsek öğrenci, sınıf öğretmeni, müdür yardımcısı,
müdür, ilçe milli eğitim müdürü, il milli eğitim müdürü, bakan…Askeriyeyi düşünürsek er,
onbaşı, çavuş, astsubay….Genel olarak bu hiyerarşiyi anlatmak için bürokrasi terimi
kullanılır.
Meşruiyet, yasalara uygunluk olarak söylenebilir. Örneğin gayrı meşru yollardan
zengin oldu dendiğinde, yasal olmayan yollardan zengin olunduğu anlatılmak istenir. Meşru
yollardan hakkımızı arayacağız dendiğinde, yasal yollar anlatılmak istenir. Fakat günümüzde
çoğu düşünür, meşru olmanın ölçütünün yasalar değil, vicdan, akıl, sezgi olduğunu savunur.
Yani bir davranış yasalara uygun olsa da, vicdanlar tarafından kabul edilmiyorsa meşru
olarak da kabul edilmez.
Devlet ve hükümet arasındaki fark çoğu kişi tarafından bilinmemektedir. Hükümet
devlet yönetimini belirli bir süre kullanan organ demektir. Örneğin Türkiye Cumhuriyeti
devleti 29 ekim 1923’den beri vardır ama 61 tane hükümet değişmiştir. Seçimler sonucu
hükümetler kurulur veya yıkılır ama devletin yıkılması isyanlarla, işgallerle olur.
Siyaset Felsefesinin Temel Soruları
Siyaset felsefesinin sorguladığı temel sorular arasında en önemlileri olarak iktidar
kaynağını nereden alır? Meşruiyetin ölçütü nedir? Egemenliğin kullanılış biçimleri nelerdir?
Bürokrasiden vazgeçilebilir mi? Birey devlet ilişkileri nasıl olmalıdır? Herkesin mutlu olduğu
yönetimler, ideal devlet yapıları yani ütopyalar mümkün müdür? Soruları gelir. Her konuda
olduğu gibi bu konularda da filozoflar arasında birçok değişik görüş vardır. Şimdi bunları
anlatmaya çalışalım.
İktidarın kaynağı konusunda farklı yaklaşımlar vardır: İktidar kaynağını insanların
korunma ihtiyacından alır, ortak iradeden alır, yasalardan alır, Tanrıdan alır gibi.
Meşruiyetin ölçütü sorununda yasalar, vicdan, akıl, sezgi gibi farklı yaklaşımlar
vardır.
Egemenliğin kullanılış biçimleri temelde 3 kısımda olur: Geleneksel egemenlik
biçimi, Karizmatik egemenlik biçimi, Rasyonel/ yasal yönetim biçimi.
Bürokrasinin çok fazla olması vatandaşların çoğunun haklı olarak çok büyük bir
tepkisini çekmiştir. Örneğin bir kasap açmak istediğinizde yüz yerden yüz değişik evrak
istenmekteydi. Özellikle teknolojinin gelişmemiş olduğu yıllarda bunların sağlanması ayları
bulabilmekteydi ve bu da insanların çileden çıkmasına sebep olmaktaydı. Ama günümüzde
hem bu bürokratik işlemler azaltılmış hem de teknik imkanlar geliştiği için belgelere ulaşmak
çok daha kolay ve hızlı olmaktadır. Artık bir pasaport almak için aylarca uğraşılmamaktadır
gibi. Bürokrasi olmadan devlet olmaz. Dolayısıyla bürokrasi olmalıdır. Ama bürokrasi de
mümkün olduğunca azaltılmalıdır.
Bazı düşünürler bireylerin temel görevinin devletin devamını sağlamak olması
gerektiğini savunurlar. Yani birey devlet için olmalıdır. Devlet güçlendiğinde zaten
vatandaşları da güçlenecektir görüşü hakimdir.” Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım”
anlayışı gelişmiştir. Bazı düşünürler ise devletin aslında insanlar için var olduğu, dolayısıyla
asıl olanın vatandaşların mutluluğu olması gerektiğini savunurlar.
Yani bazı düşünürler devleti ön plana çıkartıp vatandaşları ikinci plana iterken, bazı
düşünürler ise insanların mutluğunun ön planda olması gerektiğini savunurlar.
Sivil toplum örgütleri geliştiğinde demokrasi de gelişmiş olur. Bir ülkenin ne
kadar demokratik olduğunu anlamak için sadece o ülkenin yasalarına bakmak yeterli değildir.
Bir ülkenin sivil toplum örgütleri ne kadar çoksa, güçleri ne kadar fazlaysa o ülke o kadar
demokrasiye yakındır.
Siyaset felsefesinin en önemli sorularından biri de devlet nasıl ortaya çıkmıştır
sorusudur. Bazı düşünürlere göre devlet doğal bir kurumdur, bazı düşünürler ise devletin
yapay bir kurum olduğunu savunurlar. Örneğin Platon’a göre devlet doğal bir kurumdur.
Platon’a göre bir devlette 3 sınıf vatandaş olmalıdır: 1)Yöneticiler ( filozoflar), 2)Savaşçılar,
askerler, bekçiler 3) İşçiler, köylüler. Platon’a göre aslında bu devlet insanla aynı şeydir. Yani
işçiler köylüler ( ayak), bekçiler, savaşçılar ( kalp), yöneticiler ( beyin).
Bazı düşünürler insanların doğasının iyi olduğunu savunurken, bazı düşünürler
insanların doğasının kötü olduğunu savunmuşlardır. (Örneğin T. Hobbes’a göre insan insanın
kurdudur.) İşte insanın bu kötü doğasının frenlenebilmesi, başka insanlara ve canlılara zarar
verilmesinin önlenebilmesi için devletler yapay bir şekilde, bir toplum anlaşması şeklinde
kurulmuştur.
İdeal bir düzen, herkesin mutlu olduğu bir devlet olabilir mi? Sorusuna sofistler,
anarşistler, nihilistler hayır olamaz derken, bazı düşünürler ise ideal bir düzenin mümkün
olabileceğini savunmuştur. Bunlar kendi arasında ideal düzenin belirleyen temel ölçütün ne
olacağı konusunda ayrılmışlardır. Kimilerine göre “eşitlik”, kimilerine göre “özgürlük”,
kimilerine göre ise “adalet” ideal düzeni belirleyen temel ölçüttür.
Ütopyalar
Ütopya kelime anlamı olarak olmayan yer anlamına gelse de, çok farklı anlamlarda
kullanılmaktadır. Felsefede genel olarak ütopya denildiğinde, insanın kafasında
tasarlayabildiği ama gerçekleşmesi mümkün olmayan bir dünya, yaşam olarak kullanılır. Her
ne kadar hem olumlu hem de olumsuz anlamda kullanılabilse de, genellikle olumlu anlamı
daha kuvvetli bir şekilde kullanılır ve herkesin mutlu olduğu bir yaşamı, devleti anlatmak için
ütopya terimi kullanılır. Felsefe tarihinde bir çok filozof kendilerine göre herkesin mutlu
olduğu bir devleti, yaşamı anlatan kitaplar yazmışlardır. Bunlara iyi ( gerçekleşmesi istenen)
ütopyalar adı verilir. Bunlar arasında özellikle Platon’un “devlet” adlı eseri,
Campanella’nın “Güneş Ülkesi”, Thomas More’un “Ütopya” adlı kitabı, Farabi’nin
“Erdemli toplum” , Francis Bacon’ın “Yeni Atlantis” adlı kitabındaki görüşleri ön
plana çıkanlardır. Karl Marx’ın savunduğu komünist dünya görüşünün de bir ütopya
olduğunu savunan çok sayıda düşünür vardır. Bazı filozoflar ise bu gidişle ilerde insanların
çok mutsuz bir yaşama sahip olacağını savunmuşlar, bunları anlatan kitaplar yazmışlardır.
Bunlara da gerçekleşmesi istenmeyen ( olumsuz ütopyalar) denir. Olumsuz ütopyalar arasında
George Orwel’ın “1984”, Alex Huxley’in “Yeni Dünya” adlı eserleri gösterilebilir.
Platon’a göre bir devlet insana çok benzer. Bir devlette 3 sınıf olmalıdır.
1-İşçiler, köylüler, 2-Bekçiler, savaşçılar, 3-Yöneticiler ( filozoflar). Böyle bir devlet zaten
insan doğasına da uygundur. En üstte kafa( beyin, yönetici) bulunur, sonra cesaretin simgesi,
kalp olur, en altta ise ayakları temsil eden işçiler, köylüler bulunur. Platon’a göre çocuklar
doğduktan bir süre sonra eğitime alınırlar. Sonra onlar belli bir yaşa geldiklerinde tekrar
eğitim hayatına devam etmek isteyip istemediklerine bakılır. Eğer okuldan, eğitimden sıkılan,
istemeyen varsa bunlar işçi köylü olurlar, eğitime devam etmezler. Böylelikle sadece bedensel
güçleriyle yaşamlarını sürdürdükleri için mutlu olurlar. Bazıları bilgi eğitimine değil de
cesaret, beden eğitimi, spor konularında yeteneklilerdir. Bunlar da asker, savaşçı, bekçi olarak
kullanıldığında onlar da sevdikleri işi yapacakları için mutlu olurlar. Okumayı, eğitimi
sevenler ise okuyabildikleri kadar okurlar. Zaten belli bir yaştan sonra bunlar o toplumun en
bilge, en kültürlü bireyleri oldukları için (filozof) yönetici de bu insanların olması gerekir.
Böyle bir devlette herkes mutlu olur, çünkü hem insan doğasına uygun bir yaşam olur, hem de
her isteyen istediği yaşam tarzına sahip olur.
Francis Bacon Yeni Atlantis adlı eserinde bilime dayanan bir toplumu anlatır.
Farabi’nin Erdemli Toplum adlı eserinde ahlaklı bir toplum yapısı, Thomas More’un ve
Campanella’nın eserlerinde ise sınıfların olmadığı, paranın olmadığı herkesin istediği işi
yaptığı, istediğini alabildiği kısacası mutlu olduğu bir yaşam anlatılır. ( Daha ayrıntılı bilgi
için sayfa 188-189 okunacak).
Olumsuz ütopyalardan George orwell’ın 1984 adlı eserinde ( 1948’de yazılmıştır.)
Dünya birbirine düşman 3 bloktan oluşur. Herkes birbirinin düşmanıdır. Yöneticiler halkı
zorbalıkla yönetirler. Vatandaşların çoğu yöneticilerin ajanıdır. Herkes birbirinden
kuşkulanır… Alex Huxley’in Yeni Dünya adlı eserinde bilim çok ilerlemiştir. İnsanlar
normal doğum yapmazlar, kuluçka makinalarından istedikleri boyutta renkte, zekada...
çocuklar alırlar. İnsan yolculukları bellerine bağladıkları roketlerle yaparlar, duygu diye bir
şey yoktur, bütün varlıklar kuluçka makinalarından çıkmış bir tür robottur. Bütün dünyada
gerçek olan sadece bir insan vardır. O da dayanamaz ve intihar eder.
BİLİM FELSEFESİ
Özellikle son 2 yüzyıldır bilim korkunç bir hızla ilerlemektedir. Felsefenin hala milattan
önce 5.6. yüzyıldaki soruları irdelediğini gören bazı filozoflar, artık felsefenin sonucu
olmayan metafizik konuları bir yana bırakması gerektiğini, doğrudan insanın yaşamının artık
her noktasında olan bilimi irdelemesi gerektiğini savunmaya başlamışlardır. Böylece bilimi
sorgulayan bir felsefe, bilim felsefesi doğmuştur. Fakat bilim yapmakla, bilimin felsefesini
yapmak farklı şeylerdir. Bir bilim adamı ( kimyacı, fizikçi, doktor…) deneyler yapar, her
yerde kesin geçerli bilimsel kanunlar bulmaya çalışır. Ama, acaba ben bilim yapıyor muyum?
Bilim nedir? Bilimsel kanun nedir? … sorularını sorgulamaz. İşte bunları bilim felsefesi
sorgular.
Bilimin tarih içindeki gelişimine baktığımızda ilk bilimsel çalışmaların daha çok insanın
günlük yaşamını kolaylaştıran doğrudan pratik hayata dönük çalışmalar olduğunu
görmekteyiz. Özellikle alış-veriş için hesaplama lazımdı matematik gelişti, yağmurun
yağması, güneşin doğması, mevsimler… ( tarım için) gerekliydi, astronomi, coğrafya
doğdu… Günümüz anlamındaki teorik bilimsel çalışmalar milattan önce 5-6. Yüzyılda ortaya
çıkmaya başladı. Çünkü felsefe olmadan bilim olmaz. Şu unutulmamalıdır, “Bütün bilimlerin
ana kucağı felsefedir”. Yani önce bir konuda felsefi görüşler oluşur, tartışılır, sonra bu
görüşler deneye, gözleme tabi tutulur ve kesin bilgilere ulaşılır. Böylece o konuda bir bilim
doğmuş olur. Ortaçağ’a kadar ilerlemesini sürdüren bilim, Ortaçağ’a ( skolastik döneme)
girilmesiyle ilerlemesini durdurdu. Çünkü bu dönemde her konuya egemen olan kiliseler artık
bilimin de önüne engel olmaya başlamıştır. Bilim yeni icatlar için değil, hıristiyanlığın ne
kadar akla yatkın, bilimsel bir din olduğunu ispatlamak için yapılır oldu. Hıristiyanlığın ,
kiliselerin savunduğu görüşlerin aksi ortaya çıktığında bunu öne sürenler öldürüldü, yakıldı,
aforoz edildi… 15-16. Yüzyıla gelindiğinde ( Renasans, Rönesans dönemi) kiliselerin
baskılarına karşı artık insanlar isyan etmeye hem toplum yapısında hem de bilimde
özgürleşmeye tekrar başlandı, laiklik doğdu… günümüze kadar hızlı bir şekilde bilimler
gelişme gösterdi.
Bilime Farklı Yaklaşımlar
Bilimi sorgulayan filozoflardan bazıları bilimin yapılış aşamasının, bilim adamının
bilimsel kanunları ortaya koyuncaya kadar ne gibi faaliyetlerde bulunduğunun, bunları
yaparken bilimsellikten uzaklaşıp uzaklaşmadığının, öznel duygularının çalışmalarına
yansıyıp yansımadığının sorgulanması gerektiğini savunmuşlardır ( etkinlik olarak bilim
görüşü). Bazı filozoflar ise felsefenin ortaya konan bilimsel sonuçları sorgulaması gerektiğini
savunmuşlardır ( Ürün olarak bilim görüşü). Görüldüğü gibi bilim felsefesinde 2 temel
yaklaşım bulunmaktadır: Ürün olarak bilim, etkinlik olarak bilim.
a) Ürün Olarak bilim
Bu görüşü savunanlara göre bilim olmuş, bitmiş, ortaya konmuş önermeler yığınıdır.
Felsefenin görevi, bu önermeleri açıklamak, bunu yapabilmek için de herkesin üzerinde
uzlaştığı bir bilim dili geliştirmek olmalıdır. Bu yaklaşımın başlıca iki hedefi vardır:
1-Bilimi teoloji, metafizik gibi ispatlanamayan unsurlardan arındırmak.
2-Felsefeye bilimsel bir kimlik kazandırmak.
Öncelikle bilimsel olmak ne demektir? Bunun açıklanması gerekmektedir. Rudolf
Karnap’a göre bilimselliğin ölçütü “ doğrulanabilirliktir”. Yani bir hipotezi, önermeyi
deneylerle, gözlemlerle, belgelerle ispat edebiliyorsak bu önerme bilimseldir. Eğer bir
teoriyi ispat edemiyorsak bilimsel değildir. Karl Pepper ise bilimselliğin ölçütünün
“yanlışlanamamazlık” olduğunu savunmuştur. Yani bir hipotezin yanlışı ispat edilene
kadar o hipotez doğru kabul edilmelidir.
b) Etkinlik olarak bilim
Bu görüşü savunanlara göre bilimi yapan bilim adamı da insandır; Duyguları,
inançları, kültürü, zaafları… vardır. Bilim adamı ister istemez araştırmalarına az da olsa
bunları da katar. Bilim felsefesinin yapması gereken, bilimsel bulgulardan çok bilim
adamının öznelliğinden yansımış olan bunları ayıklamak olmalıdır. Bu görüşün en ünlü
savunucuları arasında Thomas Khun, S. Toulmin sayılabilir.
Khun’a göre, bilimler sürekli düz bir çizgi gibi ilerlemezler. Zaman zaman bocalar,
geriye döner, daha sonra tekrar ilerler. Yani bilim
şeklinde ilerlemez,
şeklinde
ilerler. Ayrıca paradigmalar da bilim adamının görüşlerini, bulgularını ister istemez
etkiler. Bu yüzden bulgu kadar, o bulguya nasıl ulaşıldığı da önemlidir ve asıl araştırılması
gereken de budur.
Toulmin’e göre bilimler arsında da Darwin’in teorisindeki gibi ( Doğada güçlüler
ve güçsüzler arasında sürekli bir savaş vardır ve güçlüler yaşamaya devam eder, güçsüzler
yok olur.) bir savaş vardır. Bilim içinde de teoriler arasında veya bazı bilimler arasında bir
savaş vardır. Güçlü bilimler, teoriler ayakta kalır, diğerleri yok olur gider. Bilimi güçlü
yapan da onun doğruları yansıtma gücü değil, insanın karşılaştığı problemleri çözebilme
gücüdür.
Klasik Bilim Anlayışı ve Ona Yapılan Eleştiriler
Genel anlamda bilimde kabul edilen temel ilkeler vardır. Buna klasik bilim
anlayışı denir. Bazı düşünürler klasik bilim anlayışını savunurken, bazıları bunun tersini
savunurlar. Klasik bilim anlayışının temel özellikleri şunlardır:
1-Bilim nesneldir.
2-Bilimler düz bir çizgi gibi ilerler.
3-Bütün bilimler sonuçta doğayı açıklamaya çalıştığı için hepsi fizik biliminin
parçalarıdır. Yani asıl olan Fiziktir.
4-Bilimler bugün açıklayamamış olsalar bile doğadaki her şeyin bilimsel bir açıklaması
vardır ve bir gün mutlaka açıklanacaktır. Bilim bir gün her sırrı çözecektir.
Klasik bilim anlayışına yapılan eleştiriler ise şunlardır
1-Bilim adamı sanıldığı kadar nesnel değildir. O da insandır, az da olsa öznel olur.
2-Bilimler sonuçta ilerlese de düz bir çizgi gibi ilerlemezler, zig zaglar çizerek ilerler.
3-Her bilimin konusu, yöntemi farklıdır, hepsini sadece fiziğe indirgemek yanlıştır.
4-Ne kadar ilerlerse ilerlesin bilimin çözemeyeceği sorular mutlaka olacaktır.
İnsan sadece bir makine değildir. Yani bilimsel bilgi sanatsal, dinsel, ahlaki…
bilgilerle tamamlanmalıdır. Sadece bilimle her şeyin biteceği düşünülmemelidir. Ayrıca
özellikle şu unutulmamalıdır: Bilim tek başına bir şey ifade etmez. Onu kullanandır asıl olan.
Siz atom teknolojisini enerji olarak insanlığın yararına da kullanabilirsiniz, atom bombası
olarak da.
HAZIRLAYAN:
ALİ SERDAR GÜDEN
İSKENDERUN ANADOLU LİSESİ
Download