Eril Tahakküm ve Üstün Erillik Olgusunun Plâstik Sanatlar Alanında

advertisement
Eril Tahakküm ve Üstün Erillik Olgusunun Plâstik Sanatlar
Alanında Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Oluşumuna Etkileri Üzerine
Sosyolojik Bir Değerlendirme
Hasan SANKIR*
Abstract
The concept of social gender emphasizes roles and expectations coming out values for men
and women produced by society. Men and women in social life exist in a structure where
men have a unequal mastery position over women. Social gender roles result in a
discrimination based on sex. This discrimination due to biological properties creates social
arena as public and private and assign public and private arena for men and women
respectively. The basic agent creating this process is masculine dominancy. The power of
the men on the social life is existed due to men’s self-demands planned by men.
Masculine domination and hypher-masculinty causes a concept of men’s power and its
relations. This process is valid for art, which is part of the social arena. Art arena is
impressed by masculine dominancy. Masculine dominancy determines which is manly
and feminine which evaluates the art. With this regards, art is valued based on gender
roles rather than aesthetic evaluations. In this process, the primary expectations of
masculine dominancy from women are being motherhood, sister and daughter due to their
biological roles rather than their art identities.
Key Words: Sex, Social Gender, masculinity, hypher masculinity, sex discrimination,
masculine discourse
Özet
Toplumsal cinsiyet kavramı kadın ve erkek için toplumun uygun gördüğü değer kalıpları
doğrultusunda kurgulanmış olan roller ve beklentileri işaret etmektedir. Toplumsal yaşamda
erkek ve kadınlar eşitsiz bir şekilde erkeğin kadına üstünlüğü ile belirlenen bir yapıda yer
alırlar. Sonuçları itibarîyle toplumsal cinsiyet rolleri, cinsiyete dayalı ayrımcılığı
beraberinde getirmektedir. Bu ayrım, biyolojik özelliklerden yola çıkarak sosyal alanı
kamusal alan ve özel alan olarak kurgulamış ve erkeğe kamusal alanı, kadına ise özel alanı
tahsis etmiştir. Bu süreci ortaya çıkartan temel etmen ise eril tahakkümdür. Erkeğin
sosyal alan üzerindeki iktidarı bu alanı kendi ihtiyaçları doğrultusunda kurgulaması
sonucunu ortaya çıkartmıştır. Eril tahakküm ve üstün erillik erkeğin iktidarını ve bu iktidar
alanındaki güç ilişkilerini kavramlaştırmaktadır. Bu süreçler sosyal alanın bir parçası olan
sanat alanı için de söz konusudur. Sanat alanı eril tahakkümün etkisi altındadır. Eril
tahakküm bu alanda neyin erkesi neyin kadınsı olduğunu belirleyerek sanat alanındaki
değerlendirmeleri ortaya koyar. Böylece sanat estetik değerlendirmeler dışında toplumsal
cinsiyet rolleri bağlamında değerlendirilmiş olmaktadır. Bu süreçte eril tahakkümün
kadından öncelikli beklentisi sanatçı kimliklerinden çok annelik, eş olma, kız kardeş ve
kız çocuk gibi biyolojik doğasına uygun rollerdir.
Anahtar Sözcükler: Cinsiyet, toplumsal cinsiyet, erkeklik erillik, üstün erillik, cinsiyet
ayrımcılığı, eril söylem.
_______________________________________________________
* Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü
1
1. Giriş
Sosyal ortamda toplumsal cinsiyet rolleri, kadın ya da erkek olmayı biyolojik özellikler
dışında bir dizi rol ve beklentileri işaret eden bir yaklaşımla kurgulamaktadır.
Toplumsal cinsiyet rolleri eril tahakkümün belirlediği ve sonucu itibarîyle cinsiyet
ayrımcılığını ortaya çıkartan ve bu bağlamda sosyal alanı kamusal ve özel alan olarak
kurgulayıp erkeğe kamusal alanı kadına ise özel alanı uygun gören bir yaklaşımı
benimser. Kadının maruz kaldığı bu ikincil konum onun benlik/kimlik potansiyeli
ortaya koyma sürecini olumsuz yönde etkilemektedir. Erkeğin sosyal alandaki iktidar
ilişkilerini kurgulayışı, bu alanda kendi iktidarının meşruluğunu ve devamlılığını
sağlayabilmesi kendi dışındakileri nasıl anlamlandırdığı ve konumlandırdığıyla alâkalı
bir durumdur.
Ataerkil yapılanma erkeklerin kurlarını belirledikleri ve buna bağlı olarak iktidar
ilişkileri doğrultusunda sosyal ortamı örgütledikleri ve ürettikleri bir süreçtir. Bu
süreçte eril tahakkümün ve ataerkilliğin açıklanması kadının bu durumdan nasıl
etkilendiği kadar erkeğin ortaya koyduğu iktidar ilişkileri bağlamında da ele alınıp
incelenmesi gereken bir konudur.
Sosyal alan eril özellikler taşımaktadır. Bunla birlikte sosyal alanın eril tahakkümü
maruz kalması işleyen bir süreci ifade eder. Oysa eril tahakküm ve üstün erillik gibi
ataerkil yaklaşımlar bu süreçlerin ötesinde daha üst düzeyde yapılanmayı ifade eder.
Ataerkil yapılanma, eril tahakkümü, tüm iktidar ilişkilerini ve bunun sonucu ortaya
çıkan hiyerarşik yapılanmayı, rol ve beklentileri içine alan üst bir yapıdır.
Böyle bir yapılanma sonuç itibariyle her iki cinsi barındıran fakat eril özellik taşıyan,
erkeğin tahakkümü altında sosyal ilişkilerin gerçekleştiği bir alanı ortaya koymaktadır.
Böyle bir alanda iktidar tasarrufunu elinde bulunduran cinsiyet olarak erkekler sosyal
ilişkilerin karakteristik özelliklerini eril söylemin ihtiyaçları doğrultusunda
belirlemektedir. Öteki cinsiyet olarak kadınlara, bu alanda eril tahakkümün belirlediği
rol ve beklentileri gerçekleştirmek düşmektedir. Kadınlar böylece üstün erilin iktidarını
meşrulaştırmış ve hatta rol ve beklentileri yerine getirerek bu iktidarın devamlılığını
sürdürmüş olmaktadırlar.
Sosyal alanının bu anlamda gerçekleştirilen kurgusu sonuç olarak, bu alanın tüm
kurumlarını ve bu kurumların ortaya koyduğu tüm sosyal ilişkileri etkilemektedir. Din,
siyaset ekonomi, ahlâk gibi kurumlar eril söylemin iktidar ilişkilerini onaylayan
biçimde oluşturulduğu için ortaya çıkan tüm etkileşimler bu sürecin meşruiyeti ve
devamlılığını sağlamaktadır. Sosyal kurum olarak sanat alanı da eril tahakkümün
belirleyici olduğu etkileşimlerin gerçekleştiği ve onaylandığı bir alan olmaktan kendini
alıkoyamaz. Bu noktada cinsiyet rolleri bağlamında gerçekleştirilen etkileşimler söz
konusudur. Kadın sanat alanında etkileşimlerde bulunsa da hatta çok nitelikli sanatsal
çalışmalar ortaya koysada o sonuçta bir eş bir anne bir kadındır. Kadın, sanat alanında
bile olsa kendi biyolojik doğasından kaçamaz ve sosyal alanın kendi ve hem cinsleri
üzerindeki belirleyiciliğini bertaraf edecek sosyal araçlara henüz sahip değildir. Bu
durum kadını, kendi kimliğini ortaya koyma sürecinde özgür bırakmamaktadır.
2. Araştırmanın Problemleri
1. Sosyal ortamda eril söylemler ile yerine getirilen fonksiyonlardan biri, erkek gücü ve
iktidarının diğerlerine kabul ettirilmesine dayalı olan, cinsiyet ayrımcılığı temelinde eril
tahakküm ve üstün erillik olgusudur. Sosyal ortam için geçerli olan cinsiyet ayrımcılığı
temelinde eril tahakküm ve üstün erillik olgusu Plâstik Sanatlar alanı için de geçerli
midir?
2
2. Erillik-dişillik olarak kavramlaştırılan ikili açıklamalar, güçlü-güçsüz, sert-yumuşak,
aktif-pasif, verimli-verimsiz, savaşçı-boyun
eğen
karşıtlığı
olarak
kavramlaştırmaktadır. Bu açıklamalar aynı zamanda erkeğin sosyal ortamı eril
özellikler bağlamında yeniden kurgulaması ve böylece diğerlerinin kontrolünü
kolaylaştıran açıklamalar mıdır? Bu süreç Plâstik sanatlar alanı için de geçerlimidir?
3. Sosyal ortamda ve buna bağlı olarak Plâstik Sanatlar alanında “erillik”, üstünlük
olarak mı algılanmaktadır?
4. Sosyal ortamda kadının, biyolojik doğası ve doğurganlık özelliği nedeniyle edilgen
ve belirlenmemiş, erkeğin ise; biçimlendirici ve etkin bir yapı sergiliyor olarak
algılanması, Plâstik Sanatlar alanında kadının sanatın nesnesi, erkeğin ise sanatın
öznesi olarak algılanmasına mı neden olmaktadır?
5. Eril tahakküm, sadece zor ya da şiddet üzerinden işlemez. Aynı zamanda, erkeklerin
kadınlara karşı kurdukları tahakküm ilişkilerinin inşasında, kültür ve kurumlar
üzerinden işleyen ikna ve rıza pratikleride söz konusudur. Bu durum Plâstik Sanatlar
alanı için de geçerli midir?
3. Kavramsal ve Kuramsal Çerçeve
3.1. Kavramsal Çerçeve
Cinsiyet, Toplumsal Cinsiyet
Cinsiyet kavramı, kadın ya da erkek olmanın biyolojik yönünü ifade eden bir
kavramdır. Toplumsal cinsiyet ise kadınların ve erkelerin biyolojik özelliklerinin
ötesinde sosyal ortamda yerine getirdikleri rol ve görevleri işaret eden bir kavramdır.
Toplumsal cinsiyet bu bağlamda sosyal ortamdaki cinsler için birer norm olan hakları
ve yükümlülükleri içermektedir.
Erkeklik, Erillik
Erkeklik, iktidar ilişkileri bağlamında kurulan cinsiyet düzeninin ve buna bağlı olarak sosyal
alana yönelik iktidar üzerindeki tasarruf hakkının devamını sağlamak için oluşturulan sosyal
biçimlendirmelerdir. Başka bir ifadeyle sosyal alanda nasıl davranması gerktiğinin bilgisini
içeren, kendisinden yalnızca erkek olduğu için beklenen rol, görev ve sorumluluklarına
yönelik pratiklerdir.
Üstün Erillik,
Üstün erillik, sosyal alanda kadınlık ve erkeklik biçimlerinin karşılıklı etkileşimlerini kadının
eksik ve edilgen olduğu kabulüne dayandırarak, erkeklerin kadınlar üzerindeki üstünlüğü ve
buna bağlı olarak ortaya koydukları egemenlik ilişkilerini ve kadın üzerindeki erkek
tahakkümünü kavramsallaştıran bir yaklaşımdır. Bu anlamıyla üstün erillik, hem kadınlara
hem de eril iktidara sahip olmayan diğer erkeklere yönelik olarak kurgulanmış iktidar
ilişkilerini işaret eder.
Eril Tahakküm
Eril tahakküm, ailede başlayan ve erkeğin öncelikle ailesindekiler üzerindeki iktidarını işaret
eder. Bu anlamda eril tahakküm kamusal ve özel alanda sosyal dayanaklara sahip olan bir
sistemdir. Eril tahakküm sonuçları itibariyle bir eşitsizlik durumudur ve cinsiyet ayrımcılığına
yönelik pratiklerden oluşur.
3.2. Kuramsal Çerçeve
Her toplum, kadın ve erkeğe farklı roller yüklemektedir. Sosyolojik yaklaşımlar,
cinsiyet esaslı ayrımcılığı ve bu anlamda gerçekleşen iktidar ilişkilerini farklı
3
şekillerde ele almaktadır. Erkeğin tahakkümü altında gerçekleşen sosyal ilişkileri ele
alan yaklaşımlardan biri de sembolik etkileşimci yaklaşımdır. Bu yaklaşıma göre göre,
cinsiyet rolleri ve kimlik anlayışı, bireyin kişiliğinin bileşeninin eleştirisidir. Cinsiyet
kimliğinin, çocukluğun erken dönemlerinde aile, öğretmenler ve kitle iletişim
araçlarıyla etkileşerek geliştiğine inanılır. Bu etkileşimler sonucu ortaya çıkan cinsiyet
kimliği oldukça uzun ömürlüdür. Etkileşimci yaklaşımcılar, kadınlara karşı ortaya
çıkan ön yargı ve ayrımcılığı toplumsallaşmadaki farklılıktan kaynaklandığına dikkat
çekerler. Kadınlar, toplumsallaşma sürecinde pasif ve bağımlı olarak yetiştirilirler, bu
sebeple daha fazla saldırgan ve bağımsız olarak yüreklendirilen erkeklerden daha az
baskın konumda bulunmaktadır. Böylece her iki cinsiyetteki kişi, kadınların ikinci
plânda olduğunu öğrenerek büyümektedir.
Etkileşimci yaklaşım, daha çok sosyal psikolojik bir çerçeveyle cinsiyet rollerini
açıklamaktadır. Kadın ve erkeğin nasıl tanımlandığı ve aralarındaki davranışa yönelik
beklentiler, paylaşılan anlamlar temelinde grup etkileşimi olarak ortaya çıkmaktadır.
Kadın ve erkek etkileşiminin cinsiyet rolleri de değiştireceği varsayılır. Bu anlamda
kadın ve erkeğe ait roller etkileşimle oluşmaktadır. Kadının ve erkeğin birbiri için
düzenlenmiş etkileşim setleri oldukça yaygındır. Her birinin davranışı diğerinin rolünü
yerine getirmeye izin vermektedir. Aksi halde benlik kendini gerçekleştiremez, kültürel
ortama karşı olma yabancılaşma, rekabet vb. ortaya çıkmaktadır.
Toplum tarafından beklenen cinsiyet rollerine uygun davranışları göstermeyen birey
toplumca ayıplanır, dışlanır. Bu süreçte toplumsal cinsiyet rollerinin onayı kadınlar ve
erkekler için farklı süreçlerde de olsa söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak cinsiyet
ayrımcılığını ortaya çıkartan bir şekilde kurgulanmış olan toplumsal cinsiyet rolleri
yalnızca kadını değil her iki cinside baskı altına almaktadır. Toplumsal cinsiyet
rollerine uymayan erkelerin bu anlamda kadınsı olarak algılanması ve dışlanması söz
konusudur. Bu süreçte kadından ve erkekten beklenilen kendilerine yönelik eril bir
bakışla gerçekleştirlmiş olan cinsiyet rol pratiklerini içselleştirmektir. Bu anlamda
sosyal ortamın sıradan bir üyesi olabilmek ve sosyal ortamdan dışlanmamak bu rol ve
beklentilerin karşılanmasıyla ilişkili bir durumdur. Böylece eril tahakküm kendi
iktidarının devamlılığını hem erkeler hemde kadınlar üzerinden sağlamaktadır.
4. Cinsiyet ve Toplumsal Cinsiyet Rolleri
Toplumsal cinsiyet rollerini açıklamanın temeli; kadınların ve erkelerin farklı kişilik
özelliklerine sahip olduğu varsayımına dayanır. Kadınlar ve erkekler, yaradılışları,
özellikleri, dış görünüşleri, düşünüş biçimleri, yetenekleri ve hatta kişilik yapıları
açısından belli noktalarda birbirlerinden farklılık göstermektedir. Kadın ve erkek
arasındaki farklılığı belirten bu kavram “cinsel karakter” olarak adlandırılmıştır.
Kadın ve erkek arasındaki farklılıkların nasıl oluştuğu düşünüldüğünde, çoğu zaman
öncelikle kadınlar ve erkekler arasındaki biyolojik özellikleri yansıtan biyolojik
cinsiyet kavramı akla gelmektedir. Biyolojik cinsiyet doğuştan kazanılır, toplumsal
cinsiyet ise öğrenilir ve dolayısıyla sosyaldir. Her toplum bazı faaliyetlerin erkeğe,
diğerlerinin ise kadına ait olduğuna ilişkin düşünceye sahiptir. Bu doğrultuda,
toplumda birlikte çalışan sosyal kurumlar cinslere uygun faaliyetleri belirlemektedir.
Toplum tarafından beklenen cinsiyet rollerine uygun davranışları göstermeyen birey,
toplumca ayıplanır ve hatta dışlanabilir (Henslin, 2003: 289).
Birçok anne baba, kız ve erkek çocuk ayrımı yapar ve çocuklarının gereksinim,
yetenek ve geleceğe yönelik umutları bakımından farklı olduklarına inanırlar. Böylece
farkında olarak ya da olmayarak kız ve erkek çocuklarının ilgi alanları ve
aktivitelerindeki belirgin farklılığın daha da artmasına neden olurlar. Ebeveynler erkek
ve kız çocuklarının bağımsızlıklarını destekleme konusunda da faklı tutumlara
4
sahiptirler. Erkek çocuklar genellikle araştırma ve kendi başına hareket etme
konusunda cesaretlendirilirken, kız çocukları davranışları daha çok sınırlandırıldığı ve
daha korumacı bir ortamda büyüdükleri için daha bağımlı bir kişilik geliştirme
eğilimindedirler.
Kültürde kadın veya erkek olmak cinsiyet rolü, davranış, yüklemleme ve görevler ile
ilişkilidir. Bu toplumsallaşma doğumun başlangıcından itibaren aşılanmayla başlar.
Toplumsal cinsiyet rolü erkek ve kadın için uygun etkinlik ve nitelikleri kesin olarak
saptayabilmektedir. Pasiflik, uysallık ve tevazu gibi nitelikleri genellikle kadınlar
yüklenirken, cesaret, şiddet, güç gibi nitelikleri ise erkekler yüklenmektedir. Bu
durumda rol çatışması bireyin karşı grubun aktivitesini gerçekleştirdiğinde ortaya çıkar
(Oglesby ve Hill, 1993: 720).
Kadınların toplum içinde sahip oldukları erkeğe göre farklı konumu doğal değil,
kültürel bir belirlemedir. Kadınların daha az söz söyleme hakkına sahip olması, daha
az kaynağı denetlemeleri, daha uzun saat çalıştıkları halde daha az ücret almaları bir
doğa kanunu olarak açıklanamaz. İnsan, kültürü, kültür de içindeki normları yaratmıştır
(Watkins, 2000: 64).
Hiçbir kadın ya da erkek kendi biyolojisinden kaçamaz; bu nedenle burada yapılması
gereken şey en başta kadın ve erkelerin kendi biyolojilerin diğerleri tarafından nasıl ve
ne şekilde yorumlandığını, toplumsal cinsiyet kimliğinin sürekli ve dinamik bir
toplumsal yorumlama süreci içinde nasıl inşa ve yeniden inşa edildiğini analiz
etmektir.
Kadının görünürlüğünü azaltan en önemli etkenlerden biri ‘özel alan’la
özdeşleştirilmesidir. Kadın, özel alanla erkek ise; kamusal alanla özdeşleştirilmekte
ve tarih ağırlıklı olarak dışarıyı, iş yaşamını işaret eden kamusal a l a n anlatılarını
içermektedir. Yetişkinlerin yaşamları aile üyeleri, iş görenler ve topluluk üyeleri
olarak değişik rolleri tarafından yapılandırılır. Buradaki ana fikir önemli birçok
toplumsal rolün iki cinsiyet için farklı olarak tanımlanmış olmasıdır. Aile içinde, insanların genellikle anne ve babalardan, karı ve kocalardan, erkek ve kız çocuklardan
farklı beklentileri vardır. Çalışma dünyasında, mesleksel roller genellikle cinsiyet
damgalıdır: Bakım, tezgâhtarlık ve ilköğretim geleneksel olarak kadın alanlarıdır; tıp,
yapı işleri ve üniversite öğretim üyeliği geleneksel olarak erkek alanlarıdır. İş
örgütlerinde, kadınların iş rolleri toplumsal konum, saygınlık ve güç açısından
genellikle erkeklerinkinden daha düşüktür: Erkek patron, kadın yardımcıdır. (Taylor
ve diğerleri, 2007:362).
Geleneksel toplumsal roller erkek ve kadın davranışlarını birçok bakımdan etkiler.
Kadınlar yuva yapıcı, ev kurucu ve çocuk bakıcılar, erkekler ekmek kazanıcılar olarak
cinsiyete dayalı bir iş bölümünü sürdürürler. Roller insanların çocuklukta geliştirip
daha sonra yetişkinler olarak arılaştırdıkları beceri ve ilgileri etkiler. Küçük kızlar
eşler ve anneler olarak yetişkin rollerine hazırlanırken sık sık yemek takımlarıyla ve
yapma bebeklerle oynarlar. Ek olarak, cinsiyet bağlantılı rollerin etkileri yeni
durumlara da taşınabilir. Aile, kilise, cami, sinagog ve işteki deneyimlerimizden
erkeklerin daha otoriter ve konumlarının daha yüksek olduğunu öğrenebiliriz. Yeni bir
kişiyle karşılaştığımızda, cinsiyetini bir ipucu olarak kullanabilir ve örneğin, bir
erkekse kendine güveni yüksek bir lider, bir kadınsa destekleyici bir izleyici olduğunu
varsayabiliriz (Taylor ve diğerleri, 2007:362).
"Toplumsal rol kuramına" göre, erkek ve kadın davranışlarındaki farklılıkların nedeni,
iki cinsin günlük yaşamlarında farklı rolleri yerine getiriyor olmalarıdır. İnsanlar
genellikle özgül rollerle ilişkili normlara uyarlar ve toplumsal olarak uygun görülen
5
biçimlerde davranırlar. Böylece, ailesi için iyi bir ekmek kazanıcı olmak isteyen bir
koca mesleğinde hırslı ve kendini ona adamış olabilir. İyi bir anne olmak isteyen bir
kadın da çocuk bakımıyla ilgili kitaplar okuyup zamanının çoğunu çocuklarına
ayırabilir. Farklı roller erkek ve kadınların farklı ilgilerinin olmasına, farklı uzmanlık
alanları geliştirmelerine ve günlerini farklı etkinliklerde geçirmelerine neden olur.
(Taylor ve diğerleri, 2007:362).
Ayrıca kadının gerçekleştirmiş olduğu “Meslekî rol” kavramı da değersizleştirilmekte
ve eril bakış açısıyla tanımlanmaktadır. Şöyle ki; kadının ev içinde annelik, eşlik veya
ev kadınlığı gereği ev içinde veya evin bağ bahçe gibi eklentilerinde ya da tarlada
harcadığı emek, ne denli üretici ve fonksiyonel olursa olsun, yine de meslekî rol
bağlamında değerlendirilmez.
Kadının özellikle fiziksel görünüşü ve anne olmasıyla ilgili yaratılan mit onun kişilik
özelliklerinin önüne geçirilmiş böylelikle hem toplumsal görünürlüğü azaltılmış hem
de bu mite uyulması durumunda vaat edilen mutluluk, gençlik ve huzur sayesinde
âdil gösterilmiştir. Kadının fiziksel görüntüsüyle ilgili üzerinde kurulan baskı, bir
açıdan, kadın ile erkek arasında bir ‘öteki’lik ilişkisi kurulmasından kaynaklanır.
“Ötekileri, bizim ait olmadığımız somut bir toplumsal grup olarak
kurabiliriz. Bu grup dahil olduğumuz toplumun içinde yer alabilir. Örneğin,
erkekler için kadınlar, fakirler için zenginler, ‘normaller’ için deliler” (Tutal, 2001:
35).
5. Üstün Erillik
Erillik, başlangıç olarak biyolojik bir tanımlamadan yola çıkmakla birlikte, biyolojik
kökenli bile olsa sosyal bazı tanımlamaları da içinde barındıran geniş bir durumu ifade
etmektedir. Her birimiz eril ya da dişil bir bedene sahip olarak doğarız. Fakat bu
bedene özgü bir kimlik geliştirmemiz aşamasında doğrudan içinde yer aldığımız sosyal
ortamın karakteristik özellikleri devreye girer. Herhangi biri için erkek ya da kadın
dediğimiz an başlangıçta biyolojik olarak ortay çıkan fakat zamanla kültürel araçların
şekillendirip ortaya koyduğu çok geniş bir alandan tanımlanabilecek birinden
bahsediyoruz demektir. Erillik ya da dişilik sosyal birer tanımdır. Üstün erillik ise;
sosyal alan içerisinde kadının ötekileştirilerek bir erkeklik modelinin kurgulanması
ifade eder. Ayrıca ataerkil yapılanma sonucu ortaya çıkan iktidar ilişkileri sonucu elde
edilen gücü erkek ve kadın arasındaki eşitsiz sosyal konumlar üzerinden kullanarak
ortaya bir baskıcı eril bir özne çıkarması süreçlerine işaret eder. Bu durum kültürel
olarak övülen / övgüye değer erillik formunun (üstün erillik) neden gerçek yaşamda
çoğu erkek için değişmez bir gerilim olduğunu da gösterir(Almeida, 1996). Üstün
erillik sosyal alanda bulunan toplumsal cinsiyet rolleri, dil, gibi araçları kullanarak
iktidar pratiklerini gerçekleştirir. Bu davranış kalıpları din, ahlâk, ekonomi, aile gibi
kurumlar tarafından da desteklenmiş olur. Böylece sosyal alndaki herkes bu sürecin
üretiminde ve devamlılığında istemese bile üzerine düşen görevi yerine getirmiş olur.
Hearn’ın da vurguladığı gibi, “üstün erilliğin kültürel taşıyıcılarının toplumdaki en
güçlü bireyler olması gerekmez” (Hearn, 2004: 57).
Erillik, sosyal bir tanımlama olduğuna göre kültürden kültüre ya da bağlam ve zamana
göre değişiklik gösterebilmektedir. Böyle bir durumda farklı kültürlerde farklı erillik
tanımlamalarının olması ve de bir kültüredeki erillik tanımının farklı bir kültürdeki
erillik tanımı üzerinde etkileyici olması ya tanımların bu anlamda çatışması
mümkündür. Zira, Fransa’daki maço-erkek tanımı ile bir Ortadoğu ülkesindeki maçoerkek tanımının farklılık göstermesi doğaldır. Popüler maço-erkek kavramı, belirli
sosyal düzenlemelerle yakın bağlantılı olmakta ve canlı ama karmaşık erillik örneği
oluşturmaktadır(Cornwall, 1994). Her toplum kendi kültürüne göre erkeklik degerlerini
yaratır ve bunları kavramlaştırır. Buna bağlı olarak erkeklik kavramı, eril toplumlarda
6
erkekler tarafından içselleştirilir.
Eril tahakküm, “belirli erkek gruplarının güç ve zenginliği nasıl ellerinde tuttukları,
tahakkümü yaratan toplumsal ilişkileri nasıl meşrulaştırdıklarını ve yeniden
ürettiklerini” anlamaya yönelik olarak oluşturulmuş bir kavramdır (Carrigan vd. 2002:
112). Eril tahakküm, sosyal ortamda erkeklerin kadınlara yönelik tanımlamış olduğu
toplumsal cinsiyet düzeni içerisinde kurgulanan ve kadınlarla erkeler arasındaki iktidar
ilşkilerini sürdüren toplumsal bir yapılanma ortaya koyar. Eril tahakkümün, erkeğin
iktidarının meşruiyeti ve devamlılığını sağlamak üzere tüm iktidar ilişkilerini
düzenlemek drumundadır. Bu anlamda erkelerin kendi aralarında kurdukları iktidar
ilişkilerine yönelik tüm mekanizmalar sosyal ortamdaki tüm üretim süreçlerini elinde
bulundurmaya ve yeniden üretmeye yöneliktir. Burada en başta ekonomik ve neslin
devamı gibi her türlü üretim ilişkisi eril tahakkümün kontrolü altındadır.
Erillik, biyolojik cinsiyet olarak erkeğin, toplumsal yaşamda nasıl düşünüp, duyup,
davranacağını belirleyen, ondan salt erkek olduğu için beklenen rolleri ve tutum alışları
içeren bir pratikler toplamıdır. (Atay, 2004, s. 14) Maral’a göre erillik; erkeklere mal
edilen özelliklerin, düşünce ve yaklaşım biçimlerinin toplumlara ve zamana göre
değişebilen bir toplamını ifade eder (Maral, 2004, s. 140). Eril yaklaşımın baskın
olarak görüldüğü toplumlarda erkekler, daha hırslı, girişken, rekabetçi rolleri yerine
getirirken, kadınlar hayatın maddî olmayan yönleriyle daha fazla ilgilenirler. Bu
toplumlarda erkekler yönetici pozisyonunda yer alırken, kadınlar ise genellikle onların
yardımcıları konumunda yer almaktadır. Eril degerlerin yüksek olduğu toplumlarda
kadınlar kariyer hayatlarında kendilerini kısıtlanmıs hissedebilirler. Kadınların yaptıgı
isler daha degersiz olarak görülebilir. Erillik, sosyal ortamın karakteristik özelliklerinin
iktidar sahibi eril cinsiyet tarafından kendi ihtiyaçları dorultusunda düzenlenmesini
işaret etmekedir. Bu anlamda üstün erillik, kadın ve erkek arasndaki her türlü farklılığa
vurgu yapan ve iki cinsiyet arasındaki bu mesafenin açılmasından yana eylemler,
etkileşimler gerçekleştiren bir cinsin diğeri üzerindeki tahakkümünü uygun gören bir
anlayıştır denebilir.
Üstün eriller bir anlamda sosyal çevresi üzerinde tahakküm sahibi olan ve bu tahakküm
için gerekirse rekabet edenlerdir. Bir anlamda erkeklik diye de düşünülebilen üstün
erillik kavramı, iktidar ilişkileri bağlamında ortaya çıkan ve sosyal alanda tahakküm
gücünü elde etmiş olan erkek benliği/kimliğinin ortaya koyduğu olan toplumsal
cinsiyet rolü pratikleridir.
Eril tahakküm sosyal alandaki etkileşimleri iktidar ilişkilerine göre tasnif eder. Bu
süreçte, iktidara sahip olanlar ve iktidara maruz kalanlar sözkonusudur. Eril tahakküm
iktidar sahibi olmayan diğerlerinin (kadınlar, çocuklar, eşcinseller vb.) ona göre
şekilleneceği veya rekabet edeceği bir yaklaşımdır. Eril tahakküm içerisinde çatışma ve
uzlaşmaları barındırır. Üstün erillik rolü kendi içerisinde çeşitli rekabet ortamlarını ve
zorlukları barındırır. Bu şekilde kurgulanmış bir sosyal ortamda Üstün eril, yaşlı olarak
kabul edinceye dek pek çok kez erkekliğini ve iktidarını ispatlamak ya da bu iktidarın
devamlılığını sağlamak için diğerleriyle rekabet etmek durumundadır.
Eril tahakküm, sadece zor ya da şiddet üzerinden işlemez. Aynı zamanda, erkeklerin
kadınlara ve birbirlerine karşı kurdukları tahakküm ilişkilerinin inşasında kültür ve
kurumlar üzerinden işleyen ikna ve rıza pratikleride söz konusudur. Her toplum kendi
kültürüne göre hegomenik erkeklik yaratır ve bunları kurumlaştırır. Kurumlaşan bu
erkeklik pratikleri sosyalleşme süreçleriyle toplumsal alandaki diğer erkekler arasında
yayılır ve içselleştirilir. Böyle bir ortamda erkelerin çoğu bu hegomonik şekillenmeye
uyum sağlayarak eril iktidarın devamlılığını sağlar. Bu süreci içselleştiremeyen ya da
onaylamayan erkeler ise eril iktidar tarafından dışlanır.
7
6. Plâstik Sanatlar Alanına Eril Yaklaşım
Batı kültür tarihi incelendiğinde, söylemlerinde başlangıcından beri kadınlığa sırtını
dönmüştür. Toprak kültüründen, gök kültürüne doğru evrimleşme boyunca kadın aşağı
bir dünyaya itelenmiştir. Onun gizemli yaratıcı güçleri, göğüsleri, kalçalarının toprağın
dış hatları ile olan benzerliği, kadını erken dönem sembolizminin merkezine
yerleştirmiştir. O dönemde kadın, dinin doğuşunu sağlayan “Yüce Ana” figürünün
modelidir. Ne var ki ana kültleri, kadının toplumsal özgürlüğü anlamına gelmemiştir.
Kadına doğurganlığı ve doğaya yakınlığı ile her zaman esrarengiz canlılar gözüyle
bakılmıştır. Erkekler onu hem yüceltmiş hem de korkmuşlardır. Bir araya gelen
erkekler, kadının doğasına karşı bir savunma aracı olarak kültürü icat etmişlerdir.
(Paglia, 2004: 21)
Geleneksel sanat tarihi incelendiğinde şu gerçekler ortaya çıkmıştır: Özelikle
modernist sanat tarihçiler kadın sanatçıları görmezden gelmişler, kadınların yaptığı
sanatı zanaatla ilişkilendirerek, kadınları sadece el becerileri gerektiren işlerden
bahsederken kullanmışlardır. Bu ilişkilendirmeyi açıklarken de kadınların yaratıcılık
gerektiren işlerden yoksun oldukları için zanaatla uğraştıklarını iddia edecek kadar da
ileri gitmişlerdir.
Özetle, sanat tarihinin eril bir söylemle yazılmış olması, sanatın izleyicilerinin çoklukla
erkeklerden oluşması, galerilerin ve müzelerin daha çok erkeklerin kontrolünde olması,
eril söylemin kurgusu olarak; kadınların çalışmalarının daha çok zanaat olarak ya da
yüksek kalitede sanat eseri olmadığı yönündeki ön yargılı fikirler gibi yaklaşımlardan
oluşan sosyo-kültürel nedenler ve kadınların biyolojik özellikleriyle ilgili bazı
açıklamalar kadınların sanat alanında erkeklerin gerisinde kalmasının nedenleri
arasında gösterilebilir.
Ayrıca, kadın sanatçıların kendi bedenini gözlemleyip yorumlarken, erkek sanatçıların
kadın bedenini erkek yorumu içerisinde sundukları görülmektedir. Oysa, kadın
sanatçılar bu erotik dili kullanmaktan kaçınmışlardır. Bu farklılık gerçeküstücülüğün
erotik dili içerisinde kadın sanatçının yer almamasına dönüşmüş ve bu durum ise sanatı
üreten kadını bile bir anlamda sanatın öznesi olmaktan alı koyan ve sanatın nesnesi
konumuna dönüştüren bir yaklaşımdır. Ancak buna rağmen kadının bu erotik dili
kullanmamayı tercih etmesinin nedenini erkeğin kadını cinsel meta olarak
sembolleştirmesine karşı ortaya koyduğu estetik bir tepki olarak değerlendirebiliriz.
Eril yaklaşımın kadını sanatı alanında yalnızca estetik bir nesne olarak algılaması ve
onları sanatın yalnızca nesnesi olarak görmesi, kadınların öznelliğinin engellenerek
özgür kalma çabalarını da boşa çıkartan bir sonuç doğurmuştur. Böylece, kadınlar bu
anlamda benliklerini ve de kimliklerini özgürce oluşturamamakta ve erkeğe bağımlı bir
hale gelmekte, bu nedenle de erkeklerin iktidarını onaylamakla bu iktidarın
devamlılığını desteklemiş olmaktadırlar.
Eril yaklaşımın kadını sanatı alanında yalnızca estetik bir nesne olarak algılaması ve
onları sanatın yalnızca nesnesi olarak görmesi, kadınların öznelliğinin engellenerek
özgür kalma çabalarını da boşa çıkartan bir sonuç doğurmuştur. Böylece, kadınlar bu
anlamda benliklerini ve de kimliklerini özgürce oluşturamamakta ve erkeğe bağımlı bir
hale gelmekte, bu nedenle de erkeklerin iktidarını onaylamakla bu iktidarın
devamlılığını desteklemiş olmaktadırlar. Nitekim aynı dönemde kadın sanatçıların ise,
çalışma alanı olarak daha çok sosyal konuları ve annelik gibi kadına özel kimi alanları
tercih ettikleri görülmektedir.
Böyle bir ortamda hayatın, bilim, sanat, felsefe gibi her alanında kadınların temsil
8
eden, sosyal ortamda benliklerini/kimliklerini özgürce ortaya koyan bireyler olarak
karşımıza çıkmaları mümkün değildir. Bunun yerine temsil edilen, üzerinde konuşulan,
sanatın, bilimin, felsefenin konusu olan, seyredilen, edilgen varlıklar olarak
sembolleştirilmektedirler. Sembolleştirme ve nesneleştirme aynı zamanda eril
söylemin ideolojik dayanağını da oluşturmaktadır. Sanat tarihinde eril söylem,
sanatçıyı etken ve üretken erkek, kadını ise, edilgen, sanat üretmekten çok sanata konu
edilen olarak sembolleştirilmekte ve kadınların aslî görevlerini doğalarının bir gereği
olan annelik ve erkeğini her koşulda destekleyen sadık eşler olarak görmektedir. Eril
yaklaşım sanatçıyı erkek, tamamlanmış bir benlik ve özne olarak algılamakta, kadını
ise benlik ve kimlik olarak tamamlanmamış, erkeğin edilgen yaratısı/yapıtı olarak
görmektedir. Yüzlerce yıldır devam eden bu gelenek, özne/nesne ikileminin ve de
doğa/kültür ayrımına dayandırılmaktadır. Bu geleneğe göre kadın, üremeyle olan
ilişkisi nedeniyle doğaya daha yakın; erkek ise kültürün ürünü ve onun yaratıcısı olarak
algılanmaktadır. (Fernic, 1991: 387).
Bu duruma ilişkin örnekleri modern dönemde de görmekteyiz. Modernizmin erken
dönemlerinde ortaya çıkan ve sanat tarihçilerinin ve özellikle de feminist yaklaşımın
dikkatini çeken temel konulardan birisi ise erkek sanatçıların kadın bedenine
yükledikleri cinsel ve erotik anlamlardır. Modern sanatın yönlendirmesiyle resim ve
heykel alanında çalışılan kadın bedeni erkek sanatçılar tarafından âdeta erotizm temelli
bir saldırıya, tacize uğramıştır. Erkek sanatçılar kadın bedenini bir anlamda fetiş
malzemesi olarak kullanıp cinselliğin üzerinden erotik anlatılar ortaya koymuş ve bu
anlamda kadın bedenini kendi kurguları bağlamında metalaştırmışlardır. Manet ve
Picasso’nun fahişeleri, Gaugen’in ilkelleri, Matisse’nin çıplakları örnek niteliğinde
çalışmalardır. Renoir’dan Picasso’ya kadar birçok modern sanatçı, sanatsal
yaratıcılıklarını erkek cinsel enerjisiyle birleştirerek modelleri olan kadın figürlerini
güçsüz ve cinsel bakımdan boyun eğer biçimde sunarak cinsel olanla sanatsal olanı
kaynaştırmışlardır. (Grosenick, 2005: 15)
Sanat tarihinde tüm özverileriyle var olmaya çalışan kadın sanatçılar mevcut eşitsiz
ortamda sanatsal faaliyetler ortaya koyarak erkek sanatçılarla rekabet etmek
durumunda kalmışlardır. Özellikle plâstik sanatlar alanında ünlü erkek sanatçılarla
ilişkilerinde, eş, kardeş ya da sevgili olarak sanatsal çalışmalarda bulunan kadın
sanatçılar çoğunlukla erkeklerle aynı düzeyde, hatta bazen onlardan üstün olarak
değerlendirilen çalışmalar ortaya koyarak sanat tarihinde biz de varız diyebilmişlerdir.
Kadının ve erkeğin yeteneklerinin eşit ölçüde verimli ve paralel geliştiği durumların
yanı sıra, genellikle “kadın yeteneğinin” ilgili erkek partner (eş, sevgili, baba, kardeş)
tarafından sömürüldüğü ve yok edilmeye çalışıldığı hatta yaratıcı payının dışlandığı ve
geriye itildiği sanat tarihinde çeşitli örneklerle gözlemlenmiştir (Stephan, 1989: 11).
Kadının eril söylem tarafından görünmez olarak algılandığı böyle bir sosyal ortamda
kadın sanatçılar da kurallarını erkeklerin koyduğu sanat alanında varlık gösterebilmek
için kendisine uygun görülen biçimde tüm olumsuzluklara rağmen çalışmalar ortaya
koymaya gayret göstermişlerdir. Bununla birlikte erkeklerin hâkimiyetindeki bir alan
olarak algılanan sanat alanı içerisinde varlık göstermeye çalışan kadın sanatçılar, eril
söylem tarafından kadın olmalarını tescilleyecek bir şekilde çalışmaları kadın çalışması
olarak algılanmış bir anlamda sanat eseri bile olsa bir anlamda ötekileştirilmiştir.
Sonuç olarak yaratma edimi yalnızca erkelere has bir özellik değildir. Sanat tarihinde
kadın sanatçılarının gerekli koşullar sağlandığında plâstik sanatlar alanında verilen
eğitimlerle desteklenmesi durumunda ve de ünlü erkek sanatçılarla çalışabilme fırsatı
yakaladıklarında kendilerini geliştirebildikleri sanat tarihi adına değerli çalışmalar
ortaya koyabilmişleridir. Kadınların birey olabilmelerinin önündeki engeller aşılarak
9
özgün ve bağımsız bir biçimde benliklerini ve kimliklerini var etmeleri
gerekmektedir. Kadın sanatçı olarak var olabilmek aynı zamanda kadın kimliğini
özgürce var edebilmekle mümkündür.
7. Eril Tahakküm ve Üstün Erillik Olgusunun Sanatta Standart Kimliğin Oluşumuna
Etkileri Üzerine Tartışma
Bu bölümde, buraya kadar aktarılan “Toplumsal cinsiyet rolleri, eril tahakküm ve
üstün erillik” olgusu, çalışmanın problemleri dahilinde ele alınıp tartışılacaktır.
1. Sosyal ortamda eril söylemler ile yerine getirilen fonksiyonlardan biri, erkek gücü ve
iktidarının diğerlerine kabul ettirilmesine dayalı olan, cinsiyet ayrımcılığı temelinde eril
tahakküm ve üstün erillik olgusudur. Sosyal ortam için geçerli olan cinsiyet ayrımcılığı
temelinde eril tahakküm ve üstün erillik olgusu Plâstik Sanatlar alanı için de geçerli
midir?
Üstün erillik ve eril tahakküm kavramları erkeklerin sosyal ortamda diğerleri üzerindeki
iktidarlarını ortaya koyar. Üstün erillik, eril tahakküm üzerine kurulumuş bir
kavramdır ve özne olarak erkeklerin; sosyal alandaki iktidarını, ataerkil güç
yapılarını, cinsiyet esaslı ayrımcılığa yönelik davranışlar ortaya koyma sürecini anlatır.
Bir başka söylemle, erkeklik, olarak da kavramsallaştırılabilen üstün erillik, iktidar
ilişkileri bağlamında ortaya çıkan, sosyal alanda eril tahakküm gücünü ele geçirmiş
ve cinsiyet temelli ayrımcılık üzerine kurgulanmış olan erkek benliği/kimliğinin ortaya
konmuş biçimi olarak toplumsal cinsiyet rolü pratikleridir.
Bu bağlamda eril tahakküm, erkek olmanın anlamına yönelik olarak sosyal
ortamda iktidar sahibi ve avantajlı konumda olan ve de toplumsal süreçler içinde
idealize edilmiş erkeklik formunun toplumsal kurumlar tarafından hem onaylanan
hem de üretimine katkıda bulunulan biçimidir.
Sosyal ortamda eril tahakküm ve üstün erillik sonuç olarak kadına yönelik cinsiyet
ayrımcılığına işaret eder. Sosyal alanda iktidar sahibi özne ikitidarını kulanmak
adına diğerlerini ötekileştirmektedir. İktidarın devamlılığı diğerlerinin eril iktidarı
meşru görmesine bağlıdır. Bu durumda devreye eril iktidarı onaylayacak ve bu
iktidarın devamlılığını sağlayacak olan sosyal onayı ortaya çıkartacak mekanizmalar
olarak toplumsal cinsiyet rolleri girmektedir. Üstün erilliğin ortaya çıkmasını
sağlayacak sosyal ortamın düzenlenmesinde kullanılan toplumsal cinsiyet rolleri yine
ortamın soysal kurumları tarafından üretilmektedir.
Sosyal ortamın kurumlarından biri olan sanat, tıpkı aile, din, siyaset kurumlarında
olduğu gibi bu sürecin bir parçası olarak eril tahakkümün ve üstün erilliğin de üretildiği
bir alan olmaktadır. Sanat alanı sosyal ortamın içerisinde yer alan ve kurum olarak
bu ortamın karakteristik özelliklerini taşıyan bir alandır ve eril söylemin iktidarına
maruz kalmaktadır. Sanat alanı bu anlamda eril tahakkümün ve üstün erilliğin ortaya
konduğu ve cinsiyet eyrımcılığına maruz kalan kadın sanatçıların ikinci plânda yer
aldığı bir alan olmaktadır. Eril tahakküm ve üstün erilliğin kurguladığı toplumsal
cinsiyet rollerine göre, kadına, erkeğin sanatçı kimliğini onaylamak çalışmalarını
sanat yapıtı olarak kabul etmek gibi edilgen roller düşmektedir.
Kadınlar, eril tahahkküm söylemi doğrultusunda cinsiyet rolleri temelinde katı bir
şekilde kurumsallaştırılmış olan sosyal ortamda kendilerini cinsiyet temelli ayrımcılığa
maruz bırakılmış bulmaktadırlar. Dahası kadınlar, böylesi bir ortamda sanatçı
kimliklerini var etmek için sanat alanını tahakkümü altında bulunduran erkeklerle
10
rekabet etmek zorunda kalmışlardır.
Eril söylemin ve egemen kültürün baskısına maruz kalan kadınlar kendilerini
tanımalarına ve benliklerini ortaya koyabilmelerine olanak sağlayacak özgür sosyal
ortamdan uzak kalmışlardır. Eril yaklaşımın ve egemen kültürün sembolik mesaj
bombardımanı altında kendini tanımlamaya çalışan kadın bunu gerçekleştirirken
farkında olmadan eril söylemi de bir anlamda meşrulaştırmış olmaktadır. Bu
süreç sonunda kadınlar kendi benliklerini kendi imgelerini erkekler kadar özgürce
ve toplumsal yapının her alanını kapsayacak bir biçimde ortaya koyma şansına sahip
olamamaktadırlar. Sonuç olarak sosyal ortam için geçerli olan cinsiyet ayrımcılığı
temelinde eril tahakküm ve üstün erillik olgusu Plâstik Sanatlar alanı için de geçerlidir
ve erkekler sanat alanında bu durumun tüm avantajlarını kullanırken kadınlar bu süreçte
edilgen bir konumda kalmakta mualefetleri bile sonuç itibarîyle bu yapının onayı
ve devamlılığına katkı sağlamaktadır.
2. Erillik-dişillik olarak kavramlaştırılan ikili açıklamalar, güçlü-güçsüz, sert-yumuşak,
aktif-pasif, verimli-verimsiz, savaşçı-boyun eğen karşıtlığı olarak devam etmekle
beraber bu açıklamalar aynı zamanda erkeğin sosyal ortamı eril özellikler bağlamında
yeniden kurgulaması ve böylece diğerlerinin kontrolünü kolaylaştıran açıklamalar
mıdır? Bu süreç Plâstik sanatlar alanı için de geçerlimidir?
Cinsiyet ayrımcılığı temelli eril tahakküm erkeği ve tahakküm işlevlerini tanımlarken
kadında olmayan ya da kadına ait olmayan özellikler bağlamında kurgulamıştır.
Bu anlamda kaının tanımı ise erkeğin tamamlanmış etken, üretken yapısını
bütünleyecek, erkeğin eril tahakkümünü onaylayacak bir tanımı tamamlayacak
özellikler üzerinden tanımlamaktadır. Yani erkek etken kadın edilgen bir konumdadır.
Erkek tamamlanmış, kadın ise tamamlanmamış bir özellik ortaya koyar. Kadının bu
süreçte rolü erkeğin eril tahakkümüne onay vermek olmuştur. Bu tanımlama
çalışmaları ikili açıklamalar üzerinden gerçekleştirlimiş olmakla birlikte erkeğe
düşen keskin belirlenmiş ve kendisini eril iktidara götürecek özellikler iken, kadına
düşen bu süreçte mevcut sosyal statikonun devamlılğını sağlayacak ve sosyal
ortamı yine ve yeniden üretmek olmaktadır. Bunla birlikte cinsiyet ayrımcılığı
temelinde eril tahakküm ve üstün erillik yaklaşımları sosyal ortamdaki eril iktidarın
inşası ve bu iktidar yapısının onayının ve devamlılığının sağlanmasına yönelik
olarak toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında kalıp yargılar üretmektedir.
Cinsiyet esaslı ayrımcılığa yol açan kalıp yargılar, kadınları bir grup olarak ele
alıp, onlara yüklenen inanç ve yargılardır. Toplumsal cinsiyet kalıpları; erkeği aktif,
cesur, rekabetçi, aklıyla hareket eden, kendine güvenir, sert yapılı, korkusuz,
saldırgan ve his hayatında ise biraz kabaca davranır şeklinde açıklamaktadırlar.
Kadınları ise edilgen, hisleriyle hareket eden, çekingen, pasif, duygusal olup bunu
belli etmekte sakınca görmeyen bir grup olarak ele alınmaktadır. Erkeklerin sahip
olduğu özellikleri belirleyen iyi kalıp yargılar, bağımsız, mantıklı, baskın,
tarafsızlık gibi özellikleri ön plâna çıkarırken, kadınlara ilişkin iyi kalıp yargılar;
zarif, kibar, tertipli, sakin gibi
özellikleri belirtmektedir. Bu durum incelendiğinde, erkeklere yüklenen özelliklerin
daha olumlu olduğu görülmektedir. Erkeleri tanımlayan bu özelliklerin temel görevi
ise eril söylemin iktidarını meşrulaştırmak ve devamlılığının sağlanmasıdır.
Cinsiyetçi kalıp yargılarla ön yargıya dönüşen durum, davranışla birlikte cinsiyet esaslı
ayrımcılığı ortaya çıkarmaktadır. Örneğin, erkeklerin ilgileri, bilim, teknik, çalışma
ve maceraya yöneliktir, erkekler makinelere, âletlere ve silâhlara düşkündürler
şeklindeki bir ön yargıya karşı, kadınlar daha ziyade ev işleri, güzel sanatlar ve
yardım dernekleriyle uğraşırlar şeklinde bir ön yargı var olabilmektedir. Erkekler teori
ile ekonomik ve politik değerlere eğilirken, kadınlar daha ziyade estetikle, sosyal
11
olaylarla, dinle ilgilenirler şeklinde bir ön yargının varlığı ortaya çıkabilmektedir.
Bu durum sanat alanı için de geçerlidir. Sanat alanında, sanat, sanatçı, sanat eseri,
gibi en temel tanımlamalar bile eril tahakkümün belirleyici rolü dahilinde otaya
çıkmış ve kadına erkekğe göre farklılaşan tanımlamalardır.
Eril-dişil ikicilikte erkek heykeltıraş, kadın ise ressamdır. Erkek figüratif ve
doğacı, kadın ise tasarımsız bir sanata yönelmiştir. Eril yapı köşeli ve geometrik, dişil
yapı ise eğrisel ve serbesttir. Aslında erkek-kadın ikiciliği resim-heykel, temsilsoyutlama, köşe-eğri, geometri-arabesk, boyun-karın, bakışımlılık-bakışımsızlık,
çizgi-yüzey, kenar-motif, parça-alan ve figür-fon gibi yapılarla da gözlemlenir.
Örnekten de anlaşılacağı üzere sanat alanında da sosyal ortamın karakteristik
özellikleri olan eril söylemin iktidarı ve düzenlemeleri söz konusudur. Bu açıdan
değerlendirildiğinde üstün erillik yaklaşımı doğrultusunda cinsiyet ayrımcılığı
temelinde kadına ve erkeğe yönelik ikili açıklamalar ve toplumsal cinsiyet temelli
kalıp yargılar sonuç olarak eril söylemin tahakkümünün diğerini yani kadınların
kontrolünü kolaylaştıracak özellikte yapılandırıldığı görülmektedir. (Sosyşekerci,
2006: 1)
3. Sosyal ortamda ve buna bağlı olarak Plâstik Sanatlar alanında erillik, üstünlük
olarak mı algılanmaktadır?
Sosyal ortamda ve onun bir parçası olan sanat alanında erillik, üstünlük olarak
algılanmaktadır. Zira sosyal ortam eril iktidarın ihtiyaçları doğrultusunda
diğerlerinin ötekeliştirldiği bir süreçte kurgulanmıştır. Toplumsal yapının kilit
önemde parçalarından olan ekonomi, din, siyeset, gibi kurumlarda eril özellikler
daima bir üstünllük olarak algılanmış ve hatta bu gibi kurumlar eril söylemin
üstünlüğü ve iktidarının varlığını devam edttirmede işlevsel araçlar geliştirmişlerdir.
Sanat alanı da bir kurum olarak düşünüldüğünde içinde var olduğu sosyal yapının
küçük bir ölçeği bazında çalışmakta ve sosyal ortamın tüm karakteristik
özelliklerini taşımaktadır. İşte böyle bir ortamda erillik üstünlük olarak
algılanmaktadır. Hatta sanatçı denince akla öncelikle erkeler gelmekte, erkeklerin
yaptığı çalışmalar sanat olarak kabul edilmekte, sanat kamusunun çoğunluğu
erkelerden oluşmaktadır. Tüm dünyada modern sanatlar müzelerine bakıldığında
sergilenen işlerin çok büyük oranda erkeklerin çalışmaları olduğu görülmektedir.
Ayrıca sanat alıcısı, sergi salonlarının sahipleri, koleksiyonerler, müzeler,
eleştirmenler ve izleyiciler daha çok erkeklerden oluşmaktadır. Sanat alanı
hakkında ilk kitapların yazılmaya başladığı ortaçağ döneminden günümüze sanatçı
olarak kavramlaştırılan erkekler olmuştur. Kıasaca sanat alanı toplumun pek çok
alanında olduğu gibi eril bir özellik taşımaktadır ve eril özellikler bu alanda
üstünlük olarak algılanmakta ve kabul görmektedir. Bu bağlamda sanat alanında eril
bakış açısının ve eril tahakkümün meşruiyeti ve gereksinimleri doğrultusunda
iktidar
ilişkileri kurgulanmaktadır. Bu iktidar yapısı erkeklerin sosyal konumlarını ve cinsiyet
rollerini avantajlı olarak belirleyip bu ayrıcalıklı durumu pekiştirirken bu iktidar
ilişkilerinden yararlanamayanları ötekileştirip bir anlamda erkeğin iktidarına
sunmaktadır.
4. Sosyal ortamda kadının, biyolojik doğası ve doğurganlık özelliği nedeniyle
edilgen ve belirlenmemiş, erkeğin ise; biçimlendirici ve etkin bir yapı sergiliyor
olarak algılanması, Plâstik Sanatlar alanında kadının sanatın nesnesi, erkeğin ise
sanatın öznesi olarak algılanmasına mı neden olmaktadır?
Kadın ve erkek arasındaki ayrım toplumsal yaşamda evrensel bir örgütleyici
ilkedir. Çocuklar olarak, erkek ve kızlardan farklı beceriler öğrenmeleri ve farklı
kişilikler geliştirmeleri beklenir. Yetişkinler olarak, erkek ve kadınlar karı ya da
12
koca, anne ya da baba olarak belirgin bir biçimde farklı cinsiyet ilişkili roller
üstlenirler. Kültürler neyin erkeksi ya da kadınsı olduğuna yönelik tanımlar
barındırırlar. Sosyal ortamda neyin erkesi neyin kadınsı olduğunu belirleyen ise yine
eril tahakkümdür. Bu durumda erkekler kendi iktidarlar alanlarında özgürce hareket
edebilmek ve bu iktidarın meşruiyetini ve sürekliliğini sağlayabilmek için toplumsal
cinsiyet rollerini kurgulamaktadırlar. Böyle bir ortamda kadına erkeğin önceliğini
kabul edecek ikincil bir konum ve bu konuma uygun özel alanla ilişkili edilgen rol ve
görevler düşmektedir.
Kadının ‘özel alan’la özdeşleştirilmesi, görünürlüğünü azaltan en önemli
etkenlerden biridir. Kadın, özel alanla erkek ise; kamusal alanla özdeşleştirilmekte
ve tarih ağırlıklı olarak dışarıyı, iş yaşamını işaret e d e n kamusal alan
anlatılarını içermektedir. Böyle bir anlayış yeryüzündeki yapılan işlerin yarıdan
fazlasını kadınların gerçekleştiriyor olmasına rağmen kadınların yaptıkları işler ve
ortaya koydukları görmezden gelinmiş ya da değersiz bulunmuştur. Bunun
nedeni kadınların birincil öenmde görülen kamusal alanla değil fakat ikincil önemde
görülen özel alanla ilişkilendirlimesidir. Sonuç olarak bu süreç kadının ikincil
konumu pekiştiren ve onu erkeğin iktidarına sunan bir anlayıştır. Bu anlamda
kadının ikincil rolleri ve sosyal ortamın kendisinden beklentileri erkeğin
tahakkümünün bir sonucu olarak onun ihtiyaçlarının giderilmesine yönelik bir
yaklaşıma işaret eder.
Bu noktada kadının özellikle fiziksel görünüşü ve anne olmasıyla ilgili yaratılan
mit onun kişilik özelliklerinin önüne geçirilmiş böylelikle hem toplumsal
görünürlüğü azaltılmış hem de bu mite uyulması durumunda vaat edilen
mutluluk, gençlik ve huzur sayesinde âdil gösterilmiştir. Kadının fiziksel
görüntüsüyle ilgili üzerinde kurulan baskı, bir açıdan, kadın ile erkek arasında bir
‘öteki’lik ilişkisi kurulmasından kaynaklanır. Bu durum sosyal alanın bir parçası
olarak sanat alanı için de sözkonusudur.
Eril yaklaşımın kadını sanatı alanında yalnızca estetik bir nesne olarak algılaması
ve onları sanatın yalnızca nesnesi olarak görmesi, kadınların öznelliğinin
engellenerek özgür kalma çabalarını da boşa çıkartan bir sonuç doğurmuştur.
Kadınlar bu anlamda benliklerini ve de kimliklerini özgürce oluşturamamakta ve
erkeğe bağımlı bir hale gelmektedir. Bu nedenle de erkeklerin iktidarını
onaylamakla bu iktidarın devamlılığını desteklemiş olmaktadırlar.
Eril yaklaşımın kadını sanatı alanında yalnızca estetik bir nesne olarak algılaması
ve onları sanatın yalnızca nesnesi olarak görmesi, kadınların öznelliğinin
engellenerek özgür kalma çabalarını da boşa çıkartan bir sonuç doğurmuştur.
Böyle bir ortamda hayatın, bilim, sanat, felsefe gibi her alanında kadınların temsil
eden, sosyal ortamda benliklerini/kimliklerini özgürce ortaya koyan bireyler olarak
karşımıza çıkmaları mümkün değildir. Bunun yerine temsil edilen, üzerinde
konuşulan, sanatın, bilimin, felsefenin konusu olan, seyredilen, edilgen varlıklar
olarak sembolleştirilmektedirler. Sembolleştirme ve nesneleştirme aynı zamanda eril
söylemin ideolojik dayanağını da oluşturmaktadır. Sanat tarihinde eril söylem,
sanatçıyı etken ve üretken erkek, kadını ise, edilgen, sanat üretmekten çok sanata
konu edilen olarak sembolleştirilmekte ve kadınların aslî görevlerini doğalarının bir
gereği olan annelik ve erkeğini her koşulda destekleyen sadık eşler olarak
görmektedir. Eril yaklaşım sanatçıyı erkek, tamamlanmış bir benlik ve özne olarak
algılamakta, kadını ise benlik ve kimlik olarak tamamlanmamış, erkeğin edilgen
yaratısı/yapıtı olarak görmektedir. Yüzlerce yıldır devam eden bu gelenek,
özne/nesne ikileminin ve de doğa/kültür ayrımına dayandırılmaktadır. Bu geleneğe
göre kadın, üremeyle olan ilişkisi nedeniyle doğaya daha yakın; erkek ise kültürün
13
ürünü ve onun yaratıcısı olarak algılanmaktadır. Ayrıca bu durum sanatsal üretim
süreçlerine de konu olmakta ve sanatsal imgeler bu bağlamında mevcut sosyal
kurguyu yarattığı imajlar yolu ile pekiştirmektedir.
5. Eril tahakküm, sadece zor ya da şiddet üzerinden işlemez. Kavramın asıl
değeri, erkeklerin kadınlara karşı kurdukları tahakküm ilişkilerinin inşasında,
kültür ve kurumlar üzerinden işleyen ikna ve rıza pratiklerine göndermede
bulunmasında yatmaktadır. Bu durum Plâstik Sanatlar alanı için de geçerli midir?
Sosyal ortamın eril söylemi erkeği cesaretlendirir ve erkek gücü, aileden başlayıp
yayılarak kadın bedenini denetler, nesneleştirir ve kullanır. Kadınlara da kendini
koruma ve yaşadıkları toplumda kadınlık rolü ile kendini gerçekleştirme olanaklarının
neler olduğunu, bağımlılığı öğreterek iş birliği yapar. Kadına yönelik ayrımcılık sadece
güç kullanılarak zor yoluyla değil, kadınların onayıyla da gerçekleşmektedir. Erkekler
hükmetmeyi, kadınlar boyun eğmeyi öğrenmekte ve içselleştirmektedirler. Ancak
egemen olma bütün erkeklerin tercihi ve istediği yaşam biçimi olmayabilir.
Sertlikten ve önde gitmekten hoşlanmayan veya toplumsal değerleri içselleştirememiş
erkekler de saygınlıkları zedelenerek, fiili olarak taciz edilerek veya kılıbık, hanım
evlâdı gibi küçümseyici adlarla dışlanırlar, cezalandırılırlar. İkincil konumda olma
ve ezilmişlik duygusu, kadınların kendilerine birey olarak saygı duymasını ve öz
güven oluşturmasını engelleyicidir. Kendisine biçilen toplumsal rolü kısmen veya
tamamen reddeden kadın ise, dışlanma başta olmak üzere çeşitli biçimlerde
cezalandırılabilir. Kadının biyolojik doğası ve annelik duyguları eril tahakkümün
kadın için uygun gördüğü ikincil konum ve kendi iktidarının onayı sürecinde
yararlandığığı en önemli kaynak olmaktadır. Ayrıca kadına başta din ve ahlâk
kurumu olmak üzere toplumun tüm kurumları erkeğin iktidarını onaylamasını
sağlayacak ve meşrulaştıracak bir takım ikna ve rıza pratikleri ortaya koymaktadır.
Bu ikna ve rıza pratiklerinin gerçekleştiği en önemli alan ise aile olmaktadır. Evlilik
kurumu ile oluşturulan aile ortamında bu tür rıza pratiklerinin uygulanması
beklenmekte ve bu ikna ve rıza pratikleri ailenin çocuk sahibi olmasıyla birlikte
sosyalizasyon sürecinde çocuğa öğretilmekte böylece nesilden nesile aktarılmaktadır.
Eril söylemin egemen olduğu sosyal yaşamın bir parçası olarak evlilik kurumu bu
haliyle kadın erkek eşitsizliğinin sürekli yeniden üretildiği bir yapı
sergilemektedir. Ayrıca, evlilik kadınların birincil arzusu gibi gösterilmekte,
ailenin özellikle de çocuk sahibi olmanın, anne olmak kutsallaştırılmakta, böylece
kadına varlık alanı olarak aile alanı işaret edilmekte ve bu sayede erkeğin
otoritesinin kabulünü ve devamlılığı sağlanmış olmaktadır. Ataerkil sistem
içerisindeki eril kodlamalardır. Dolayısıyla, diyebiliriz ki; ev, aile, evlilik, çocuk
sahibi olmak gibi özel alanla ilgili dilsel öğeler kadınlar ile erkekler açısından aynı
derece ve şekilde işlevsel değildir ve ağırlıklı olarak erkeğe hizmet eder. Kadınlar,
hem kamusal alanda hem de ağırlıklı ve öncelikli şekilde ait olduğu yer olarak
işaret edilen özel alanda, eril bir dilsel kodlamayla karşı karşıya olduğundan
toplumsal görünürlüğü az ve görece suskun bir grubu oluştururlar. Bu süreç sanat
alanı içinde geçerlidir. Sanat alanı maskülen bir özellik taşımaktadır. Sosyal alanın
her aşamasında olduğu gibi yukarıda tartışılan tüm süreçler sanat alanında da
kendini göstermekte kadının sanatçı kimliğini var etme sürecinde eril tahakküm
devreye girermektedir. Toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında toplumun tüm
kurumlarının ortak çalışmaları sayesinde kadına biyoljik doğası nedeniyle ikincil
bir konum uygun düşmektedir. Toplumun kadınan öncelikli beklentisi anne,
kızkardeş, eş ve kız çocuk gibi biyolojik doğasından kaynaklanan rolerdir. Tüm
bu olumsuzluklara rağmen kadınlar sosyal ortamda gerekli mücadelereri vererek
sosyal ortamın pek çok alanında olduğu gibi sanat alanında da ben de varım
diyebilmiş olsada kendi biyolojisinden kaçamadığı için biyolojik doğasından
kaynaklanan roleri yerine getirmekle yükümlü olmaktadırlar. Bir kadın santaçı
14
olsa bile sosyal ortam onu öncelikle anne ya da eş olarak görmekte ısrar etmektedir.
Tüm bu süreçler kadının özgür bir biçimde ve özgün bir benlik/kimlik potansiyeli
ortaya koymasını engellemektedir.
8.Sonuç
Toplumsal cinsiyet ve iktidar ilişkisinin sistematikleştiği ve kurumsallaştığı bir
biçimleme olan ataerkillik, toplumsal yapının bütün alanlarında, günlük pratikler
yoluyla işleyen bir iktidar şeklidir. Bu süreçte, toplumsal cinsiyet bağlamında aile
içinde erkeğe ve kadına verilen roller ve görevler, eril tahakkümün iktidar
ilişkisine dayanır. Buna göre, erkek ve kadın aile içerisinde farklı rol ve
sorumluluklara sahiptirler. Bu durum sosyal alanın kamusal ve özel alan olarak
ayrıştırılmasıyla ortaya çıkan her bir cinsiyete uygun düştüğü varsayılan bölümleri
için de geçerli olmaktadır. Bütün toplumsal alan ve kurumlarda hakim olan ve belirli
bir erkeklik söylemini ifade eden eril tahakküm ve üstün erillik kavramı, sadece
kadınlara karşı değil, bazı erkeklere karşı da “normalleştirici” bir işlev görür.
Erkeklik, başlı başına bir iktidar pratiğidir. Erkek olma, kendini kanıtlama,
iktidarını ispatlama süreçleri üzerine kuruludur.
Sosyal alanda iktidar sahibi erkek, iktidarını kullanma sürecinde diğerlerini
ötekileştirmektedir. Eril iktidarın devamlılığı bir anlamda diğerlerinin iktidarı
meşru görmesine bağlıdır. Bu nedenle eril tahakküm toplumsal cinsiyet pratiklerini
kendi iktidarının meşru görülmesini sağlayacak bir şekilde kurgulamaktadır. Üstün
erilliğin ortaya çıkmasını sağlayacak sosyal ortamın düzenlenmesinde kullanılan
toplumsal cinsiyet rolleri yine ortamın soysal kurumları tarafından üretilmektedir.
Toplumsal cinsiyet alanındaki iktidar yapısına ait önemli bir değerlendirme,
iktidar ilişkilerinin gündelik yaşamın olağan parçası haline gelmiş olmasıdır.
Toplumsal cinsiyet alanında iktidar, ürettiği söylemlerle, “erkek” ve “kadın”
kurgusunu yayar ve
bu kurguya uymayan bireyler sosyal ortamdan dışlanarak cezalandırılırlar.
Toplumsal cinsiyet rolleri eril iktidarın ihtiyaçları doğrultusunda kurgulanmış olan ve
beraberinde cinsiyet ayrımcılığına da işaret eden rol ve beklentiler bütünüdür.
Sosyal alnın tüm bileşenlerini etkileyen eril tahakküm iktidarının devamlılığının
sağlanması için sosyal kurumların ortaya koyduğu pratiklerden de yararlanır. Bu
anlamda sosyal alanın kurumlarından biri olan sanat alanı da bu etkileşimlerin
gerçekleştiği bir alan olmaktadır. Sanat alanı eril bakışın kurguladığı etkileşimlerden
oluşur ve sonuç olarak toplumsal cinsiyet pratikleri üzerinden cinsiyet esaslı
ayrımcılığın ortaya konduğu bir alan olmaktadır. Eril tahakküm ve üstün erilliğin
kurguladığı toplumsal cinsiyet rollerine göre, kadına, erkeğin sanatçı kimliğini
onaylamak, çalışmalarını sanat yapıtı olarak kabul etmek ve bu süreçte erkek
sanatçılarla sosyal rekabetten uzak durmak gibi edilgen roller düşmektedir. Sonuç
olarak, sosyal ortam için geçerli olan cinsiyet ayrımcılığı temelinde eril tahakküm ve
üstün erillik olgusu, Plâstik Sanatlar alanı için de geçerlidir ve erkekler sanat alanında
bu durumun tüm avantajlarını kullanırken kadınlar bu süreçte edilgen bir konumda
kalmakta muhalefetleri bile sonuç itibarîyle bu yapının onayı ve devamlılığına katkı
sağlamaktadır.
15
Kaynakça
Acar, Savran. (2004). Beden Emek Tarih: Diyalektik Bir Feminizm İçin.
İstanbul: Kanat
Yayınları.
Almeida, M.(1996) The Hegemonic Male: Masculinity in a Portuguese Town. Vol:4,
Berghahn Books, Providence, RI,
Atay, T. (2004) “ “Erkeklik” En Çok Erkeği Ezer!”, Toplum ve Bilim, sayı: 101.
Carrigan, T, Connel, B., Lee, John. 2002. “Toward a New Sociology of
Masculinity”, Adams, R. ve Savran, D. (eds) The Masculinity Studies
Reader içinde, Oxford:
Blackwell.
Cohan, S. (1997) Masked Men: Masculinity and the Movies in the Fifties,
Connell R.W. 1995. Masculinities. Cambridge: Polity Press.
Cornwall, A. (1994) Dislocating Masculinity: Comparative Ethnographies,
Routledge: New
York, s.
Demez, G. (2005) Kabadayıdan Sanal Delikanlıya Değişen Erkek İmgesi, İstanbul:
Babil Yayınları.
Doğramacı, . (1993). Atatürk ten Günümüze Sosyal Değişmede Türk Kadını.
Anakara: Atatürk Kültür Dil Tarih Yüksek Kurumu Atatürk
Araştırma Merkezi Yayını
Fernic, E. (1991). Art History and Its Methods. London: Phaidon Press.
Grosenick, U. (2005). Women Artists. London: Taschen.
Grosenick, U. (2005). Women Artists. London: Taschen.
Hanke, Robert. 1992. “Redesigning Men: Hegemonic Masculinity in Transition”, S.
Craig (ed.) Men, Masculinty and The Media, London: Sage.
Hearn, Jeff. 2004. “From Hegemonic Masculinty to the Hegemony of Men”, Feminist
Theory, vol. 5 (1), pp. 49-72.
Henslin, J. M. (2003). Social Problems. New Jersey: Prentice Hall.
Hewit, J. P. (1979). Self and Society: Symbolic İnteractionist Social Psychology.
Ally and Bacon Inc.
Işık, S. N. (2002). 1990’larda Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Hareketi
İçinde Oluşmuş Bazı Gözlem ve Düşünceler. (Bora, A, Günal, A. der.).
İlyasoğlu, A., Akgökçe, N. (2001). Yerli Bir Feminizme Doğru. İstanbul: Sel
Yayıncılık.
Jones, A. (1998). Body Art/Performing The Subject. London : University of
Minnesota Pres.
Kağan, S. M. (2008). Estetik ve Sanat Notları (Aziz Çalışlar, Çev.). İzmir:
Karakalem Kitabevi.
Kalnicka, Z. (2006). Feminist Metaforlar. Felsefeye Ne Önerebilirler?. Kadın
Çalısmaları Dergisi, Sayı. 2.
Maral, E. (2004) “İktidar, Erkeklik ve Teknoloji”, Toplum ve Bilim, sayı: 101.
Oglesby, C. A., Hill, K. L. (1993). Gender and Sport. Handbook of research on sport
psychology. New York: Macmillian Publishing company.
Paglia, C. (2004). Cinsel Kimlikler. (D. Atay, Çev.) Ankara: Apos Yayınları.
Publisher: Indiana University Press, Bloomington, IN.
Ritzer G. (1997). Postmodern Social Theory. New York: The McGraw-Hill
Companies.
Ritzer G. (2005). Encyclopedia of Social Theory. California: Sage Publications, Inc.
Ritzer G., Smart, B. (2003). Handbook of Social Theory. London: SAGE
Publications
Ltd.
Rowbotham, S. (1987). Kadın Bilinci Erkek Dünyası (Ş. Alpagut, Çev.).
İstanbul: Payel Yayınları.
Savcı, İlkay. (1999). Toplumsal Cinsiyet ve Teknoloji. Ankara: Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi DergisiC.54, S. 1
16
Sayın, Z. (2003). İmgenin Pornografisi. İstanbul: Metis Yayınları.
Schoenberg, B. M. (1993) Growing Up Male: The Psychology of Masculinity, Bergin
& Garvey, Westport, CT, s.4.
Scott, W. J. (1996). “Gender: A Useful Category Of Historical Analysis”, Feminzm
and History. New York: Oxford University Pres.
Sevim, A. (2005). Feminizm. İstanbul: İnsan Yayınları.
Seymour, S. M. (2000). Yüzyılların Yüz Kitabı- Dünden Bugüne İnsanlığın Düşünsel
Serüveni (Özden Arıkan, Çev.). İstanbul: Boyner Holding Yayınları.
Shiner, L. (2003). The Invention of Art. Chicago: The University of Chicago Pres.
Skelton, A. (1993) “On becoming a male physical education teacher: The informal
culture of students and the construction of hegemonic masculinity”, Gender
and Education, Vol: 5(3).
Slattery, M. (2007). Sosyolojide Temel Fikirler. İstanbul: Sentez Yayıncılık.
Smith, P. (2001). Rönesans ve Reform Çağı. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları.
Soyşekerci, S. (2006)Cinsiyet Ayrımcılığı Olarak Üstün Erillik Olgusunun Aile
İşletmelerindeki Etkisi: Kuramsal Bir Bakış. Çanakkale: Çanakkale
Üniversitesi Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi Cilt 3, Yıl 2, Sayı 2
Stephan, C. (1989) Gender and Feminzm. New York: Oxford University Pres.
Stephan, C. (1989) Gender and Feminzm. New York: Oxford University Pres.
Taylor, S. E., Peplau, L. A., Sears, D. O. (2007). Sosyal Psikoloji. Ankara: İmge
Kitapevi.
Towns, Ann. (2003). Women Governing For Modernity: International Hierarchy and
Legislature Sex Quotas. Philadelphia: (Http//quotaproject.org/Conference
papers/APSA 2003.pdf)
Tutal, N. (2001). Fransız Düşünürlerden Ötekilik Yaklaşımları. Kültür ve İletişim,
Sayı. 4.
Watkins, G. (2000). Feminizm Herkes İçindir. İstanbul: Çitlenbik Yayınları.
Wetherell, M.,Edley, N. (1999) Negotiating hegemonic masculinity: Imaginary
positions and psycho- discursive practices, Feminism and Psychology,Vol: 9
(3).
Yuval-Davis, Nira. (2003). Cinsiyet ve Milliyet. (Ayşin Bektaş, Çev.) İstanbul:
İletişim Yayınları
17
Download