“MAVİ MARMARA” OLAYI: ULUSLARARASI HUKUKU NE KADAR

advertisement
“MAVİ MARMARA” OLAYI: ULUSLARARASI HUKUKU NE KADAR
BİLİYORUZ?
Yrd. Doç. Dr. Cavid ABDULLAHZADE*
İnsani yardım amacıyla Gazze’ye doğru hareket eden 32 ayrı devletten yaklaşık 600
kişinin bulunduğu 5 gemiye İsrail askeri birliklerinin müdahale etmesi ve çıkan olaylarda
“Mavi Marmara” gemisinde 9 Türk vatandaşının öldürülmesi son günlerde Türkiye’nin
gündemini fazlasıyla meşgul eden bir konu haline gelmiştir. Bu olayın yaşanmasının
ardından, bazıları hukukçu dahi olmayan “sözde uluslararası hukuk uzmanlarınca” görsel ve
yazılı medyada yanlış “hukuki” değerlendirmeler yapılmakta ve kamuoyu yanıltılmaktadır.
Aynı yanılgıya maalesef kimi zaman hükümet yetkilileri de düşmektedir. Bu nedenle, yaşanan
olayların uluslararası hukuk açısından kısa da olsa bir değerlendirmesinin yapılmasında fayda
vardır. Olayın uluslararası ilişkiler ve dış politika boyutu ayrıca incelenmesi gerektiğinden,
burada siyasi değerlendirmelerden kaçınarak konunun farklı hukuki boyutlarını ele alan
açıklamalar yapılmasının yerinde olacağını düşünmekteyim.
1. En başta, konunun daha iyi anlaşılabilmesi için gemilerle ilgili kısa bir bilginin
verilmesinde fayda vardır. Uluslararası hukukta gemiler devlet gemileri ve ticaret
gemileri olarak ikiye ayrılmaktadır. Devlet gemileri kendi içinde savaş gemileri ve
devletin ticari amaçlar dışında kullandığı gemiler şeklinde ayrıma tabi tutulurken, özel
mülkiyete tabi gemilerle devletin ticari amaçlarla kullandığı gemiler ticaret gemileri
kategorisini oluşturmaktadır. Bu anlamda, Gazze’ye insani yardım götüren “Mavi
Marmara” dâhil tüm gemiler özel mülkiyete tabi gemiler olduğundan ticaret gemisi
kategorisinde değerlendirilmelidir.
2. İsrail, “Mavi Marmara” gemisine kıyılarından yaklaşık 72 mil açıkta müdahale
etmiştir. 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 3. maddesine göre, devletlerin ülkesel
egemenliğinin bir parçası olan karasularının genişliğinin en fazla 12 mil olması
mümkündür. Devletler, karasularının ölçülmeğe başlandığı esas hatlardan itibaren en
fazla 24 mil genişlikte Bitişik Bölge ilan edebilirlerse de, bu alanda kullanılacak
yetkiler gümrük, maliye, mühacerat ve sağlıkla ilgili kanun ve düzenlemelerin kara
ülkesinde veya karasularında ihlal edilmesini önlemekle sınırlıdır. İsrail, 200 millik
Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilan etmiş olsa bile, MEB’de var olan yetkiler diğer
devletlerin seyrüsefer serbestisini engelleyecek şekilde kullanılamamaktadır. Demek
ki, olayın gerçekleştiği anda “Mavi Marmara” gemisi açık denizde tüm devletlerin
gemilerine tanınmış olan seyrüsefer serbestisini kullanmaktadır.
3. Seyrüsefer serbestisinden yararlanan bir ticaret gemisiyle ilgili asli yetki kullanımı
uluslararası hukuka göre sadece Bayrak Devletine aittir. Diğer devletler yabancı
bayraklı ticaret gemisi ile ilgili ancak “deniz haydutluğunun bastırılması” (1982 Deniz
Hukuku Sözleşmesi md. 100 ve devamı), narkotik maddelerin kanundışı ticaretinin
önlenmesi (md. 108), açık denizde yapılan izinsiz yayının önlenmesi (md.109),
kesintisiz takip hakkı (md. 111) ve ziyaret hakkı (md. 110) kapsamında yetki
kullanabilirler.
*
A.Ü. Hukuk Fakültesi, Milletlerarası Hukuk Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
4. Peki, İsrail açık denizde bulunan yabancı bayraklı ticaret gemilerine hangi hukuki
gerekçeyle müdahale etmiştir? ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, konuyla ilgili
soruları yanıtlarken, İsrail’in gemileri denetleme hakkının olduğundan bahsetmiştir.
(Bkz. Milliyet, 03.06.2010, Biden’den İsrail’e Destek). Biden, dolaylı olarak bunun
hukuki gerekçesini 2 hususa dayandırmış gözükmektedir; a) 1982 Deniz Hukuku
Sözleşmesi’nin 110. maddesinde düzenlenen ziyaret hakkı ve, b) aynı zamanda
uluslararası bir örf ve adet kuralı olup Birleşmiş Milletler (BM) Antlaşması’nın 51.
maddesinde de düzenlenen “meşru müdafaa” hakkı. Hemen şunu belirtelim ki, 1982
Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde düzenlenen Ziyaret Hakkı, İsrail’in iddia ettiği
anlamda silah kaçakçılığının önlenmesi veya yabancı bayraklı gemide bulunan
suçluların yakalanması kapsamında bayrak devleti dışındaki devletlere açık denizde
seyreden gemiyi denetleme hakkı vermemektedir. Bu anlamda söz konusu birinci
gerekçe hukuki değildir.
5. Meşru müdafaa hakkına gelince, bu savunma bazı İsrailli yetkililerce de dile
getirilmiştir. İsrail, söz konusu gemilerin gerçek amacının insani yardım değil, Hamas
teröristlerine yardım etmek olduğunu ve müdahaleyi kendi ülkesini teröre karşı
korumak amacıyla yaptığını vurgulamakta veya vurgulamaya çalışmaktadır. “Önleyici
meşru müdafaa”, “önvuruş doktrini” gibi değişik şekillerde adlandırılan bu görüş
aslında, 11 Eylül saldırıları sonrasında ABD tarafından “Buş Doktrini” çerçevesinde
gündeme getirilmiştir. Buna göre, bir devletin kendisine yönelik bir terörist saldırıyı
önlemek amacıyla kendi sınırları ve karasuları dışında müdahale yetkisini kullanması
uluslararası hukukun ihlali sayılmamalıdır. Ne var ki, “Buş Doktrini” uluslararası
birçok hukukçu tarafından meşru müdafaa hakkının sınırlarını fazlaca genişlettiği
gerekçesiyle ciddi bir şekilde eleştirildiği gibi, doktrinin uluslararası örf ve adet
hukuku kuralı haline geldiğini de söylemek mümkün değildir. Ayrıca, “meşru
müdafaa” hakkının “Caroline Olayı”ndan bu yana en temel unsuru olan “orantılılık”
ilkesinin somut olayda hiçe sayılmış olması nedeniyle de, İsrail’in “önleyici meşru
müdafaa” hakkına dayanmasının ABD dışında fazla taraftar toplamadığı veya
toplayamayacağı düşünülebilir.
6. Sonuç olarak, İsrail’in seyrüsefer hakkından yararlanan “Mavi Marmara” gemisine
müdahalesinin uluslararası hukuka aykırı olduğu bir anlamda açıkça ortadadır.
7. Bununla birlikte, olayın devamında Türk hükümetinin ve görsel/yazılı medyanın
olaya ilişkin değerlendirmelerinin de uluslararası hukukun kendine özgü yapısı ve
gerçekleri ile örtüştüğünü söylemek mümkün değildir.
8. En başta, Türk yetkililer ile medyanın, İsrail’in eylemlerini “deniz korsanlığı” veya
“deniz haydutluğu” olarak değerlendirdiği gözlemlenmektedir. Oysa, 1982 Deniz
Hukuku Sözleşmesi’nin 100 ve devamı maddelerinde düzenlenen “deniz haydutluğu”
fiili, özel mülkiyete tabi bir gemi tarafından açık denizde bulunan başka bir gemiye,
şahıslara veya mala karşı özel menfaat amacıyla işlenen gayri hukuki şiddet,
tutuklama veya yağmacılık eylemidir. Bu anlamda, “deniz haydutluğu”, Sözleşme’nin
102. maddesindeki istisna dışında devlete ait gemilerle işlenebilecek bir eylem
değildir. Savaş gemileri veya devlete ait diğer gemilerce işlenen bu tür şiddet
eylemleri “deniz haydutluğu” olmayıp, uluslararası hukukun genel kuralları
çerçevesinde devletin sorumluluğunu gerektiren bir eylemdir.
9. Üzerinde durulması gereken bir diğer husus, yine yetkililerce dile getirilen ve
medyada da taraftar bulan görüş çerçevesinde Türk Mahkemelerinde İsrail Başbakanı
dâhil sorumlular hakkında dava açılmasıdır.
10. Hemen belirtelim ki, bu gibi durumlarda özel kişilerce devlete karşı Türk
mahkemelerinde haksız fiile dayanan tazminat davalarının açılması mümkün değildir.
Geçmişte mutlak anlamda algılanan Devletin Sorumluluğu, artık mutlaklığını
kaybetmiş durumdadır. Günümüzde, devletin özel ilişkilerinden kaynaklanan
uyuşmazlıklarda yargı muafiyetinden yararlanmayacağı, bu muafiyetin ancak kamusal
ilişkilerden doğan uyuşmazlıklar için geçerli olduğu, yani “nispi muafiyet” kuralı
kabul edilmektedir. “Mavi Marmara” olayında özel kişilerle İsrail devleti arasındaki
sorun özel hukuk ilişkilerinden kaynaklanan bir uyuşmazlık olmayıp, tamamen
kamusal güç kullanımının yarattığı bir sorundur. Bu gibi durumlarda ise, uluslararası
hukukun en temel ilkelerinden biri olan “devletlerin egemen eşitliği” bağlamında
“eşitlerin bir birini yargılayamayacağı” ilkesi devreye girmektedir. Nitekim Türk
Hukukunda da “nispi muafiyet” kuralı geçerliliğini korumaktadır. MÖHUK’nun 49.
maddesine göre “yabancı devlete, özel hukuk ilişkilerinden doğan uyuşmazlıklarda
yargı muafiyeti tanınmaz”. Tersi ile yorumdan çıkan sonuca göre, Türk hukuku
açısından da, yabancı devletler özel hukuk ilişkisinden doğmayan uyuşmazlıklarda
yargı muafiyetine sahiptir.
11. Bu gibi durumlarda benimsenecek olan yöntem, şahısların devletin diplomatik
himayesine alınarak haklarının devlet düzeyinde korunmasıdır. Bunun için ise, ilgili
şahısların kendisine zarar veren devlette iç hukuk yollarını tüketmesi gerekmektedir.
Sonuç olarak, Türk mahkemelerinde İsrail’e karşı bir tazminat davası açılamasa bile,
İsrail hukuku çerçevesinde İsrail mahkemelerinde hak arama yöntemine
başvurulabilir. Sonraki aşamada diplomatik himaye yolu kullanılarak şahısların hakları
mensubu olduğu devlet aracılığıyla uluslararası alanda savunulabilir.
12. İsrailli yetkililer hakkında Türk mahkemelerinde ceza yargılaması başlatılabilmesine
gelince, bu konuda da abartılı yorumlar gündeme getirilmekte, İsrail Başbakanı
hakkında dahi yargılama yapılarak, dava sonucu kesinleştikten sonra Interpol’e
başvurup yetkililerin yakalanarak Türkiye’ye teslim edilebileceği iddia edilmektedir
(bkz. Radikal, 04.06.2010, Savcılar İsrail Yöneticilerinin Peşinde) Olaya karışan
askerlerin yargılanması konusu bile tartışmaya açıkken, İsrail Başbakanı dahil üst
düzey yetkililer hakkında Türk Ceza Mahkemelerinde yargılama yapılabileceğini iddia
etmek, uluslararası hukukla bağdaşmamaktadır.
13. Konuyla ilgili en son örneklerden biri olan Uluslararası Adalet Divanı’nın 2002 tarihli
“Belçika Tutuklama Kararı Davası”nda verdiği karar, bazı hukukçularca eleştirilse de,
insanlığa karşı işlenmiş suçlarda bile devlet yetkililerinin ulusal mahkemelerde
yargılanamayacağı şeklindedir. Belçika ile Kongo arasındaki bu uyuşmazlık, 11 Nisan
2000 tarihinde Belçikalı bir Hakimin, Kongo Dışişleri Bakanı Abdulaye Yerodia
Ndombasi hakkında bir tutuklama kararı verip Interpol aracılığıyla bu kararı
uygulatmaya çalışmasıyla başlamıştır. Uluslararası Adalet Divanı, yapmış olduğu
inceleme sonucunda, Belçika'nın uygulamasının uluslararası hukuk kurallarına aykırı
olduğunu belirterek, Devlet Başkanları dahil üst düzey devlet görevlilerinin yabancı
mahkemeler önünde yargı dokunulmazlığının bulunduğunu ve Belçika'nın tutuklama
kararını kaldırması gerektiğini hükme bağlamıştır. Belçika, Divan’ın kararına uygun
hareket ederek tutuklama kararını kaldırmıştır. Görüldüğü gibi, Uluslararası Adalet
Divanı, fiilen görevde olan Dışişleri Bakanları dahil üst düzey devlet yetkililerinin
resmi eylemlerinden dolayı yargı dokunulmazlıklarının bulunduğunu ve sadece özel
eylemlerinden dolayı cezai sorumluluklarının olabileceğini kabul etmiştir (Bkz. Yusuf
AKSAR, Uluslararası Adalet Divanı’nın Belçika Tutuklama Kararı Davası –Belgian
Arrest Warrant Case-14 Şubat 2002 ve Uluslararası Ceza Hukukuhttp://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/ 280/2535.pdf). Bu anlamda, bazı yönleri ile
haklı olduğumuz “Mavi Marmara” olayında, duygusal davranmadan, uluslararası
mahkeme kararlarını da dikkate alarak uluslararası hukuka uygun değerlendirmeler
yapılması çok daha yerinde olacaktır.
14. Değerlendirilmesi gereken konulardan biri de, BM Güvenlik Konseyi’nin İsrail’i
kınamasının kamuoyuna büyük bir başarı olarak sunulmasıdır. Oysa olayın iç yüzüne
baktığımızda, BM Güvenlik Konseyi’nin açıklamış olduğu Belge’nin, BM Güvenlik
Konseyi’nin aldığı bir karar, orijinal ifadesi ile Resolution değil, sadece Güvenlik
Konseyi adına yapılmış bir başkanlık açıklaması, yani Statement niteliğinde olduğunu
saptamaktayız. Hiçbir hukuki bağlayıcılığı olmayan başkanlık açıklamasında sadece
İsrail’in değil olayla ilgili olan tüm tarafların kınanması henüz tatmin edici bir sonuca
ulaşılamadığını da açıkça ortaya koymaktadır.
15. Peki çözüm nedir? Asıl başarı ne sayılabilir? Gerçek başarı, Başkanlık Açıklaması
(Statement) değil, ABD’nin veto hakkını kullanmasının nerede ise kesin olduğu
bilinmekle birlikte, BM Güvenlik Konseyi’nden 7. Bölüm çerçevesinde İsrail’e karşı
en azından kuvvet kullanılmasını içermeyen tedbirlere ilişkin Karar (Resolution)
alınmasını sağlamaktır. Gazze’deki insanlık dışı ablukanın hemen kaldırılması, insanı
yardımların uluslararası gözlemciler eşliğinde yerine ulaştırılmasının sağlanması,
“Mavi Marmara” olayında zarar gören sivillere ve ailelerine tazminat ödenmesi gibi
hususları içerecek bir BM Güvenlik Konseyi kararı belki gerçek bir başarı olarak
değerlendirilebilir.
16. Siyasi ve ekonomik yaptırımlar dışında, Türkiye’nin İsrail’e karşı somut hukuki
yaptırım olarak başvurabileceği bir diğer yöntem konuyu Uluslararası Adalet
Divanı’nın (UAD) önüne götürebilmektir. Ancak, Uluslararası Adalet Divanı zorunlu
yargı yetkisine sahip olmadığından, Türkiye’nin İsrail’e karşı UAD’de dava
açabilmesi İsrail’in bu yönde bir rızası olmadığı sürece olanaksızdır.
17. Türkiye, belki Gazze’de uygulanan insanlık dışı ambargonun hukuki niteliğini
tartışmaya açarak, BM Güvenlik Konseyi veya Genel Kurul aracılığı ile Uluslararası
Adalet Divanından Danışma Görüşü alınmasını sağlayabilir. Danışma Görüşleri
bağlayıcı nitelikte olmamakla birlikte, İsrail üzerinde bir baskı oluşturmak amacına
uygun sonuca ulaşmak mümkün olabilir.
18. Konuya ilişkin değerlendirmeleri bitirirken son bir hususa da değinmekte fayda vardır.
“Mavi Marmara” gemisinin kayıtlarda Komor bandıralı, yani Komor Adaları
Devletinin bayrağını taşıdığı görülmektedir. Bununla birlikte geminin seyir halinde
iken Türk Bayrağı çektiği veya Türk Bayrağı ile yola çıktıktan sonra Güney Kıbrıs
karasularından geçerken Komor Bayrağı çektiği ifade edilmektedir. Olayın detaylı
incelenmesi sonucunda net bir bilgiye ulaşılması mümkün olmakla birlikte, eğer
hakikaten böyle bir durum gerçekleşmiş ise, bu durumun İsrail tarafından koz olarak
kullanılabilecek bir husus olduğunu gözden kaçırmamak gerekir.
19. Zira, 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 92. maddesine göre, açık denizde gemiler
sadece bir devletin bayrağı altında seyredecektir. Bir gemi, gerçek bir mülkiyet devri
veya tescil yeri değişikliği hali dışında, bir yolculuk esnasında veya bir uğrama
limanında bayrağını değiştiremez. İki veya daha fazla devletin bayrağı altında seyredip
yerine göre birini kullanan gemi, bahis konusu tabiiyetlerden herhangi birisini diğer
herhangi devlet bakımından iddia edemez ve tabiiyetsiz gemi ile aynı işleme tabi
tutulur. Geminin tabiiyetsiz olması durumunda ise, Sözleşme’nin 110. maddesi
çerçevesinde tüm devletlerin harp gemilerinin gemiye yanaşma hakkı doğmaktadır. Bu
amaçla şüpheli gemiye bir subay komutasında tekne gönderilebilir. Belgeler
denetlendikten sonra şüpheler giderilmezse, daha ileri incelemeye geçilebilir.
20. “Mavi Marmara” gemisinin çift bayrak kullanması İsrail’in gemideki sivil kişilere
karşı güç kullanmasını hiçbir şekilde meşrulaştırmaz. Ancak yapılacak soruşturmada
bu durumun tespit edilmiş olması, seyrüsefer hakkını kullanan “Mavi Marmara”
gemisine asker çıkarmasını haklı kılacak şekilde İsrail’in eline güçlü bir koz vermiş
olacaktır.
Download