Đktisat ve Sosyal Teoride Evrim Düşüncesi

advertisement
Đktisat ve Sosyal Teoride Evrim Düşüncesi*
Cemal Güzel** - Hüseyin Özel***
Özet: Bu makale, evrim düşüncesinin iktisat ve sosyal teorideki kullanımlarının yaratabileceği sakıncalar üzerinde durmaktadır. Đlk sakınca, genel olarak sosyal teoride evrim
kavramının çoğu kez içeriği ortaya konmadan kullanılması, bunun da belirsizlik yaratmasıdır. Evrimsel eğretileme ve benzetmeler, sosyal dünyayı da açıklayacak nedensel
mekanizmalar olarak kullanılmaya çalışıldığından, belirsizliğin artması kaçınılmazdır.
Đkincisi, özellikle iktisatta, evrimci düşüncenin daha çok “Panglosscu”, yani optimizasyon ilkesiyle uyumlu bir biçimde kullanılmasıdır. Đşlevselci düşünce ile eşleşen böyle bir
kullanım, sosyal bilimin yararını azaltmaktadır, çünkü bu, her sosyal oluşum, ilişki ya
da kurumun mutlaka bir işlevi yerine getirdiğini ileri süren “araçsalcı” bir bakış açısına yol açmaktadır. Üçüncüsü de, evrim anlayışının sosyal dünyaya birebir uygulanmaya çalışılmasının, insanın niyetli davranışını gözardı ederek bireyleri içinde yaşadıkları
toplumların ya da sosyal ilişki ve değişmelerinin “kuklaları” haline getirme tehlikesini
taşımasıdır.
Anahtar Sözcükler: Evrim, uyarlanmacı program, insan niyetliliği, işlevselcilik, teleoloji.
The Idea of Evolution in the Economics and Social Theory
Abstract: The paper focuses on the shortcomings of the attempts of applying the idea of
evolution to economics and social theory in an uncritical way. First shortcoming is the
fact that the notion of evolution is used in the social theory in an undiscriminating fashion, without explaining the content of evolution. For the most part, evolutionary notions
are meant to be used as metaphors or analogies in the social science, but sometimes
they are also expected to act like causal mechanisms to explain social change. However, since they are only metaphors, they cannot carry such burden. Secondly, especially
in economics, the notion of evolution is used in an “adaptationist”, even a “Panglossian” way that emphasizes optimization principle, as in the rational choice theory used
in economics. Such uses, coupled with functionalism, leads to an instrumental outlook
that emphasizes the “fitness” of every social relation, institution, etc. to some “needs”.
Last, but not the least, uncritical application of evolutionary notions to the social world
overlooks the importance of human intentionality in social change, and thus making
individuals mere “puppets” of some autonomous evolutionary forces.
Keywords: Evolution, adaptationist programme, human intentionality, functionalism,
teleology.
*
Bu yazının ilk hali, Hacettepe Üniversitesi Đktisat Bölümünün Ankara’da . 19-20 Kasım 2009’da düzenlediği
“Evrimsel Đktisat Sempozyumu” nda sunulmuştur. Yazarlar, makale hakkında yapıcı eleştirilerde bulunan
bilinmeyen hakeme de teşekkür eder.
**
Hacettepe Üniversitesi, Felsefe Bölümü; e-posta: [email protected].
***
Hacettepe Üniversitesi, Đktisat Bölümü; e-posta: [email protected].
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44, Sayı 3, Eylül 2011, s.1-26.
2
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44 Sayı 3
GĐRĐŞ
“Evrim” terimi, belki de sosyal teoride ve iktisatta en çok ve en belirsiz kullanıma sahip olan terimlerden birisidir. Bir terimin bu kadar çok kullanılmasının
kimi belirsizlikleri ortaya çıkarması kaçınılmaz olsa da, benimsenen farklı evrim eğretilemelerinin yarattığı anlam karışıklıkları, genel olarak sosyal teori
bakımından telafisi zor sakıncalara yol açabilmektedir. Bu makalenin amacı da,
işte bu türden biyolojik evrim anlayışlarının birebir ya da mekanik olarak insan
toplumlarına uygulanmasının ne kadar meşru olabileceğini tartışmaktır. Bununla birlikte, makalede, farklı biyolojik evrim anlayışları tartışılmayacak, yalnızca
evrim düşüncesinin iktisada ve genel olarak sosyal teoriye uyarlanma çabalarının yaratabileceği güçlükler ile bu güçlüklerden kaçınmanın olanaklı olup olmayacağı tartışılacaktır. Makale, bu tür çabaların, evrim kavramından ne kastedildiği açıkça dile getirilmediği sürece sınırlı bir analitik yarara sahip olacaklarını ileri sürmektedir. Özellikle insan dünyası ile biyolojik dünya arasındaki
süreksizlik ya da kopuş ilişkisi dikkate alınmadığında, evrim eğretilemelerinin
sosyal bilime yarardan çok zarar getireceğini söylemek olanaklıdır. Đkinci olarak, özellikle iktisatta, evrimci düşüncenin daha çok “Panglosscu”, yani optimizasyon ilkesiyle uyumlu bir biçimde kullanılması, her sosyal oluşum, ilişki ya
da kurumun mutlaka bir işlevi yerine getirdiğini ileri süren işlevselci ya da
“araçsalcı” bir yaklaşımı ortaya çıkarmaktadır. Üçüncü olarak da, evrim anlayışının sosyal dünyaya birebir uygulanmaya çalışılması, insanın niyetli davranışının gözardı edilerek, bireylerin içinde yaşadıkları toplumların ya da sosyal ilişki
ve değişmelerinin “kuklaları” gibi görülmesine yol açmaktadır. Bu makalede,
sözü edilen bu sakıncaların esas nedeninin, “evrim” düşüncesine dayanan sosyal
teori anlayışlarının genel olarak üç düzeyi, yani “eğretileme” düzeyi, varlık
felsefesi düzeyi ve nedensel mekanizma düzeylerini birbirine karıştırmaları
olduğu düşüncesi savunulmaktadır. Başka deyişle, özellikle iktisattaki evrim
kullanımlarında, çoğunlukla bir eğretileme olarak kullanılan evrim teriminin,
daha çok bir nedensel mekanizma muamelesi gördüğünü söylemek olanaklı
görünmektedir. Bu da doğal olarak hem bir nedensel mekanizma olarak evrimden ne anlaşılabileceğini, hem de sosyal dünyada böyle bir mekanizmanın nasıl
işleyebileceğinin anlaşılmasında sorunlar yaratmaktadır. Dolayısıyla makale,
öncelikle değişik örnekler yoluyla, sosyal teoride kullanılan farklı evrim anlayışlarını dikkate alarak bunların ortaya çıkardığı kavramsal sorunları dikkate
almakta, daha sonra da evrimin özellikle iktisatta bu tür sorunlardan uzak bir
biçimde nasıl kullanılabileceğine ilişkin kimi ilkeler geliştirmeye çalışmaktadır.
EVRĐMSEL EĞRETĐLEMELER ve
EDE SELLĐK
Her ne kadar Friedrich Engels, Marx’ın cenaze töreni için hazırladığı konuşmasında, “Charles Darwin gezegenimizdeki organik doğanın gelişme yasalarını keşfetti. Marx, insanlık tarihinin ilerleme ve kendisini geliştirmesinin
Đktisat ve Sosyal Teoride Evrim Düşüncesi
3
temel yasasını keşfetti” (Engels, 1883) demekteyse de, ünlü paleontolog ve
evrim kuramcısı Stephen Jay Gould, Kapital’in Marx’ın bizzat Charles
Darwin’e gönderdiği kopyasının sayfalarının, Darwin’in kütüphanesinde açılmamış bir biçimde bulunduğunu söylemektedir (Gould, 1998: 9). Öyle görünüyor ki Darwin, Marx’ın yarattığı “devrim” ile pek de ilgilenmemişti. Aslında bu
ironi, döneminin öndegelen evrim savunucularından birisi olan ve Engels’in de,
“Maymundan Đnsana Geçişte Emeğin Rolü” (Engels, 1876) başlıklı ünlü yazısında kullandığı evrim anlayışının esin kaynaklarından birisi olan Ernst Haeckel’in amaçlarından birisinin, siyahların insan evriminin aşağı basamaklarında
yer aldığını göstermek olduğu düşünüldüğünde (Gould, 1998: 228; Hodgson,
1998: 301; Hodgson, 2004: 81n) daha da keskinleşmektedir.
Bu küçük anekdot, aslında evrim kavramının yanlış anlamalara (ya da yanlış
kullanımlara) ne kadar açık olduğunu göstermektedir. Özellikle iktisat, hatta
genel olarak sosyal bilim söz konusu olduğunda, bu tür yanlış anlama ya da
sunumların ortaya çıkması, her ikisi de yukarıdaki örnekte kendisini gösteren iki
nedenle neredeyse kaçınılmaz görünmektedir. Bu nedenlerden ilki, Haeckel’dan
Lamarck’a, Darwin’e ve Spencer’a kadar farklı farklı biyolojik evrim anlayışlarının hepsinin de kendilerine sosyal bilimde bir yer bulabilmesinin mümkün
olması, dolayısıyla da bunlardan hangisinin seçileceğinin tümüyle sosyal bilimcinin bakış açısına bağlı olduğu gerçeğidir. Đkinci, belki de aslında birincinin
temelinde de yer alan asıl neden de, evrimin insan toplumları bakımından yarattığı ideolojik çağrışımlardan kaçınılmasının neredeyse mümkün olmamasıdır.
Bu konuda akla gelen önemli örnekler arasında, aslında Herbert Spencer’in
izinden giden, ancak yanlış biçimde “Sosyal Darwinizm” adını alan yaklaşımlardan birisi olan “sosyobiyoloji” (Wilson, 1975); daha yeni bir örnek olarak da,
açıkça ırkçı çağrışımlar taşıyan, A.B.D.’deki siyahların eğitim ve refah düzeyi
bakımından beyazların gerisinde kalmalarının nedenini onların biyolojik özelliklerinde arayan ünlü Çan Eğrisi (Hernrnstein ve Murray, 1994) kitabının yarattığı Çan Eğrisi Savaşları (Fraser, 1995) gösterilebilir. Bu tür örneklerin genel
olarak, sosyal tartışmaların “bilimselliğini” evrim kavramına dayandırmaya
çalışan, ama aslında ideolojik niteliği ağır basan çabalar olduğu söylenebilir.
Sosyal düşüncenin tarihine genel bir bakış, bu tür çabaların biyolojik evrim
kuramları kadar eski olduğunu göstermektedir. Örneğin, ünlü iktisatçı Joseph A.
Schumpeter, Đktisadi Analiz Tarihi (1954) yapıtında “evrimcilik” (evolutionism)
teriminin yalnızca biyolojik evrimcilik anlamında kullanılmadığını, tersine değişik boyutları olan bir bakış açısı, hatta ondokuzuncu yüzyılın temel düşünüş
biçimlerinden birisi olduğunu, bu bakımdan da beş farklı biçimde kendini gösterdiğini belirtmektedir (Schumpeter, 1954: 435-46). Đlk evrimcilik biçimi, Felsefecinin Evrimciliği, özellikle Hegel felsefesine dayanmaktadır; bütüncül bir
metafizik varlığın (“Ruh” gibi) teleolojik nitelikteki değişimini dikkate alır.
Đkinci tür evrimcilik, Schumpeter’e göre Hegel ve Darwin’den bağımsız olarak
4
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44 Sayı 3
geliştirilen Marksist Evrimcilik görüşüdür ve sosyal evrimi dikkate almaktadır.
Üçüncü biçim, daha genel olan ve sosyal aşamaları dikkate alan Tarihçinin Evrimciliğidir. Buna benzer olan ama ayrı tutulması gereken dördüncü yaklaşım,
özellikle Condorcet ve Comte gibi düşünürlerle eşleştirilen Entelektüel Evrimcilik görüşüdür ve Aydınlanma ile akla uygunluk düşünceleriyle nitelenen bir
evrimci görüştür. Son evrimci yaklaşım da, Darwin ve Lamarck ile eşleştirilen
ve evrimin bir nedensel mekanizmaya dayanan bir değişim süreci olarak kavrandığı Biyolojik Evrim anlayışıdır. Schumpeter’e göre bütün bu evrimci anlayışlar birbiriyle ilişkili olsalar da, aslında hepsi birbirinden bağımsız gelişmiştir.
Dolayısıyla, genellikle hepsinin de Aydınlanma düşüncesiyle eşleşen değişme,
ilerleme, gelişme, evrim ve mükemmelleşme kavramlarıyla akıl yürütmenin, 19.
yüzyılın karakteristik düşünce biçimi olduğu söylenebilir.
Schumpeter’in bu görüşü, aslında farklı evrim kavrayışlarının sınıflanmasında da yararlı olabilir; evrim, 19. yüzyıl düşünüş biçiminde olduğu gibi, öncelikle bir “eğretileme” (metafor) olarak algılanabilir. Bu açıdan da, değişme, gelişme, belirli bir sona ya da hedefe doğru gitme ya da ilerleme gibi aslında birbirinden farklı olan kavramların hepsinin evrim “bohçasının” içine doldurulduğu
söylenebilir. Evrim düşüncesi bir başka açıdan bir varlık felsefesi (ontoloji))
savı olarak görünebilir. Özellikle Platon ve Aristoteles felsefeleri arasındaki
farktan türetilebilecek (aslında kökeni daha da eskilere, Parmenides ile Heraclitus arasındaki tartışmalara kadar uzatılabilecek olan) ünlü varlık (being) ve
“oluş” (becoming) tartışması, gerçekliğin değişip değişmediği, değişiyorsa nasıl
ve ne yönde değiştiğine ilişkin savları dikkate almaktadır. Bu düzey, yalnızca
benzetmeleri dikkate alan eğretileme düzeyinden daha özgül ve ciddi metafizik
savlara dayanan bir düzeydir. Üçüncü bir düzey de bunlardan çok daha spesifik
olan ve evrimin biçimine ilişkin nedensel savlar öne süren, nedensel mekanizmaları tanımlayan düzeydir. Bu bakımdan, örneğin Darwinci “doğal seçilim” ya
da Lamarckçı evrim mekanizmaları, bu türden savları dikkate alan bir düzeydir.1
Bu bakımdan, yukarıda Schumpeter’in yaptığı sınıflamaya dönersek, örneğin
“felsefeci” evrimciliğinin varlık felsefesine yönelik savlara dayandığını görmek
kolaydır. Buna karşılık gerek Marx’ın gerek “tarihçinin” gerekse de “entelektüel” evrimciliğinin hep eğretileme (ya da benzetme) düzeyinde kaldığı söylenebilir.2 Bu sınıflamada, nedensel mekanizmalar önerebilme kapasitesine sahip
olan tek yaklaşımın biyolojik evrimcilik anlayışı olduğu açıktır.
1
Bunun, “doğal seçilim” gibi terimlerin kendilerinin de birer eğretileme olmadığı anlamına gelmediği açıktır;
yine de kimi zaman eğretilemelerle dile getiriliyor olsa bile, bu savların nedensel mekanizmalar ortaya koyduğu görülebilir. Đktisatta buna karşılık gelen en önemli mekanizma da ünlü “görünmez el” eğretilemesidir
(Özel, 2009).
2
Bu düşünceye, özellikle Marx’ın “tarihsel maddecilik” görüşünün aynı zamanda nedensel bir mekanizma da
ortaya koyduğu söylenerek itiraz edilebilir (“altyapı” ve “üstyapı” arasındaki tek yönlü nedensellik ilişkisi
gibi); yine de tarihsel materyalizmin (“son çözümlemede” olsa bile) bir nedensel mekanizma sunar diye
Đktisat ve Sosyal Teoride Evrim Düşüncesi
5
Bu üç düzey arasındaki ilişki, aşağıda Şekil 1’de olduğu gibi, eşmerkezli daireler biçiminde görselleştirilebilir. Eğretileme düzeyi, en genel düzey olduğu
için her durumda geçerli diye kabul edilir (“Teşbihte hata olmaz”); buna karşılık
varlık felsefesi düzeyi daha özgül varlık savları ortaya koyduğundan, eğretileme
düzeyinden ayrı ise de, hala oldukça genel niteliktedir. En son düzey, nedensel
mekanizma düzeyi, bilim insanını en çok ilgilendiren düzeydir, çünkü sınanabilir, doğrulanabilir ya da yanlışlanabilir hipotezler üretme kapasitesine sahip olan
düzey budur. Ancak bu düzeyin de bir çeşit “metafizik” ya da varlık felsefesi
düzeyine dayanmak zorunda olduğu açıktır. Bu konuda fazla tartışmaya girmeden Schumpeter (1954: 41-42)’in ünlü “bilimöncesi vizyon” kavramını anımsatmak yeterli olur.3
Şekil 1. Evrim Kavrayışları
Eğretileme
(Metafor)
("Evrimci El")
Varlık Felsefesi
(Ontoloji)
("Varlık - Oluş"
Being-Becoming)
edensel
Mekanizma
("Doğal Seçilim")
görülmesi Marksist literatür içinde bile son derece tartışmalıdır. Bu konuda iyi bir tartışma için, “son kertenin yalnız saati hiçbir zaman gelmez” diyen Althusser (1979: 32)’e bakılabilir.
3
“Bilimöncesi vizyon” kavramı ve iktisadi düşünce tarihindeki yeri için bkz. (Özel, 2001).
6
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44 Sayı 3
Bu üç düzeyi ayırt ettikten sonra sosyal teoriye ve iktisada ilişkin olarak bu
makalenin öne sürdüğü üç savı dile getirmek mümkün olabilir:
1-Sosyal teori ve iktisatta evrim kavramı çoğu kez ne kastedildiği tam olarak
ortaya konmadan, belirsiz bir biçimde kullanılmaktadır. Genel olarak benzetme
ya da en iyi olasılıkla varlık felsefesi yaklaşımları olarak benimsenen evrim
kavram ve hipotezleri çoğu zaman nedensel mekanizmalar olarak kullanılmaya
çalışıldığından, üzerlerine yüklenen ağırlığı taşıyamamaktadır. Bunun temel
nedeni, aslında “teşbihte hata olur” gerçeğidir.
2-Özellikle iktisatta (ama sosyal teorinin öteki alanlarında da) evrimcilik daha çok “Panglosscu”4, yani optimizasyon ilkesiyle uyumlu bir biçimde kullanılmaktadır. Daha çok işlevselci düşünce ile eşleşen böyle bir kullanım, sosyal
bilimin yararını azaltmaktadır; çünkü böyle bir durum, ortaya çıkan her sosyal
oluşum, ilişki ya da kurumun tam da “olması gerektiği gibi” olduğunu, çünkü
mutlaka bir işlev gördüğünü ileri süren “araçsalcı” bir bakış açısına yol açmaktadır.
3-Evrim kavram ve kuramlarının sosyal teoriye birebir uygulanmaya çalışılması, insan eyleyeninin dönüştürme gücünü gözardı ederek bireyleri içinde
yaşadıkları toplumların ya da sosyal ilişki ve değişmelerinin “kuklaları” haline
getirecektir.
Aşağıda, bu üç tez sırasıyla tartışılacaktır.
Belirsizlik Tezi: Sosyal Teoride “Evrim” Teriminden e Anlaşılması
Gerektiği Açık Değildir.
Genellikle eğretileme olarak kullanılsa da, evrim terim ve yaklaşımlarının
nedensel mekanizmalar olarak görüldüğü pek çok örnek vardır. Bu tartışmaya
girmeden yalnızca, sosyal teoride evrim yaklaşımının kullanımına karşı çıkan
Giddens (1999: 295-97)’in, bu konudaki belirsizliği ortaya koymak için sunduğu, önemli sosyal bilimcilerden yaptığı alıntıları aynen aktarmak yeterli olabilir.
“‘Biyolojik’ sıfatı kullanılsın ya da kullanılmasın, evrim ilkesinin canlı şeylerin
dünyası için geçerli olduğu sağlam bir biçimde temellenmiştir.... Organik evrim ya
da değişmenin bu türden temel kavramları olan seçilim, uyarlama, farklılaşma ve
bütünleşme, toplum ve kültür alanına yerinde bir biçimde uyarlandıklarında, ilgi
alanımızın temelinde yer almaktadırlar.” (Parsons)
“Evrim, yinelenen biçim, süreç ve işlevlerle ilgileniyor diye görülebilir.... Kültürel
evrim, ya özel bir türü yeniden kurma ya da özgül bir yöntembilim ya da yaklaşım
diye düşünülebilir.” (Steward)
4
Bilindiği gibi Dr. Pangloss, Voltaire’in ünlü Candide romanındaki, bu dünyanın “olanaklı olan dünyaların en
iyisi” olduğunu savunan karakterdir. Ünlü düşünür Bertrand Russell (1945: 581)’a göre Dr. Pangloss aslında, “önceden kurulmuş uyum” düşüncesiyle ünlü Alman düşünür Leibniz’in bir karikatürüdür.
Đktisat ve Sosyal Teoride Evrim Düşüncesi
7
“Evrim (hem doğal hem de sosyal), kendi kendisini sürdüren, kendi kendisini dönüştüren ve kendi kendisini aşan, zaman içinde belirli bir yöne giden ve bu yüzden
de tersinmez olan, ilerleyişinde daha taze yenilikler, daha çok çeşitlilik, daha karmaşık örgütler, daha yüksek farkındalık düzeyi, ve giderek artan bilinçli zihinsel etkinlik yaratan bir süreçtir.” (Huxley)
“Evrim, biçimlerin zamansal bir dizisi diye tanımlanabilir: bir biçim diğerinden
doğar; kültür bir aşamadan diğerine ilerler. Bu süreçte zaman, biçimdeki değişme
kadar tamamlayıcı bir etkendir. Evrimci süreç tersinmez ve yinelenmez niteliktedir.... Evrimci süreç, hem zamansal, ve hem de bu yüzden tersinmez ve yinelenmez
olması bakımından tarihsel süreç ya da yayılma sürecine benzer.” (White)
“Biyolojik ve kültürel alanların ikisinde birden evrim eşzamanlı olarak iki yönde
devinir. Bir yandan, uyarlayıcı ayarlamalarla çeşitlilik yaratır: yeni biçimler eskilerden farklılaşır. Öte yandan, evrim ilerleme yaratır: daha yüksek biçimler, daha düşüklerden doğar ve onları aşar. Bu yönlerden ilki, Özgül Evrim ve ikincisi de Genel
Evrimdir.... evrimin bu iki yönünü incelemek için farklı bir sınıflama gerekmektedir.
Aynı soydan gelenlerle ilgilendiğinden, özgül evrim incelemesi, filojenetik (bir organizma ya da organizma grubunun evrimci gelişimi) sınıflama kullanır. Genel evrimin bakış açısında vurgu, ilerlemenin kendisinin niteliği üzerine kaydırılır ve biçimler, filojeniye herhangi bir gönderme olmadan gelişme aşamaları ya da düzeylerine göre sınıflanırlar.” (Sahlins)
Başka bir örnek, bilim felsefecisi Roy Bhaskar tarafından verilmektedir.
Bhaskar (1981)’a göre biyolojik evrime ilişkin mekanizmaların sosyal teorideki
doğrudan karşılıkları Şekil 2’de olduğu gibi verilebilir:
Şekil 2. Evrimsel Sosyal Teori (Bhaskar, 1981)
Soy (lineage)
Kopyalayıcı (replicator)
Etkileşimci1 (interactor1)
Etkileşimci2 (interactor2)
Çevre (environment)
=
=
=
=
=
tarih
sosyal yapı
pratik /kurum
eyleyen (agent)
biyosfere yerleşmiş olan etkileşimciler
topluluğu.
Đktisat açısından verilebilecek bir başka örnek, Schumpeter’den devralınan
“evrimsel iktisat” geleneğidir. Her ne kadar Schumpeter’in kendisi “evrim”
terimini kullanmaktan özenle kaçınmış ise de, evrimci iktisatçılar görüşlerini
daha çok Schumpeter’in “gelişme” (development) kavramına dayandırmaktadır.5
Schumpeter kavramı, “yenilik” (ki evrimsel iktisatçılar bunu “mutasyon” terimine yakın bir anlamda kullanmaktadır) kavramına dayandırmakta ve gelişmeyi, “ekonomik sistemin bir normdan ötekine, aradaki geçişin küçük küçük parçalara bölünemeyecek biçimde olduğu biçimdeki geçişi” (Schumpeter, 2005:
5
Evrimsel iktisat konusunda kapsamlı bir sunuş ve yaklaşım için bkz. Araz-Takay (2009).
8
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44 Sayı 3
11) diye tanımlamaktadır. Önde gelen evrimsel iktisatçılardan John Foster
(2000: 323) göre bu süreci, “sonuçları bilinmeyen bir gelişen (emergent) süreç”
diye tanımlamaktadır. Bu tanımın evrim olarak anlaşılmasının gerekip gerekmediği sorusu bir yana, değişik evrimsel iktisatçıların iktisadi evrimin birimleri
(evrime konu olan bütünün kendisi) olarak değişik kavrayışları olduğunu gözlemek de şaşırtıcıdır. Örneğin Marx için evrilen tarih ve toplum iken Veblen ve
ardından gelen kurumsal iktisat için kurumlar, Schumpeter ve evrimsel iktisatçılar için kapitalizm, firmalar, teknoloji ve bilgi ya da hatta bunların hepsi evrime
tabi diye düşünülür görünmektedir.
Bu bakımdan, iktisadi düşünce tarihinde benimsenen değişik evrim kavrayışlarına bakıldığında (Araz-Takay ve Özel, 2008), örneğin Veblen’in öncülüğünü
yaptığı “Kurumsal iktisat” anlayışında evrim süreci, kurumların ve toplumların
gelişiminde tedrici ve kesintisiz işleyen bir nedensel mekanizma gibi düşünülmekteyken, benzer bir bakış açısı Avusturya iktisadında, ancak bu kez piyasa
sisteminin gelişim sürecini açıklamakta kullanılmakta, ancak Veblen’den farklı
olarak daha “uyarlanmacı” ya da işlevselci bir bakış açısı benimsenmektedir.
Bunun yanında, daha yeni ve “Schumpeterci” bakış açılarında evrim süreci kimi
zaman bir eğretileme, kimi zaman da bir nedensel mekanizma olarak anlaşılmakta ve evrime tabi olan büyüklükler de, bilgi, teknoloji, ekonomi, kapitalizm
gibi, farklılıklar göstermektedir. Bu yeni evrimsel anlayışlarda evrim, tedrici
olmaktan çok kesintili, sıçramalarla ilerleyen bir süreç diye görülmektedir.
Bütün bu belirsizliklere, evrim teriminin farklı farklı anlaşılmasına bakıldığında, sosyal bilimcilerin terimi olabildiğince kullanmaktan kaçınmalarının,
onların anlaşılırlıkları açısından daha yararlı olacağı sonucuna varmak doğal
görünmektedir.
Yine de bu belirsizliğin yarattığı asıl sorunun, aşağıdaki üç soruya verilecek
farklı yanıtların farklı farklı sosyal teori biçimlerini ortaya çıkarmasıdır:
1. Hangi tür değişmeler “evrim” olarak görülmelidir?
2. Değişme sürecinin nihai bir “amacı” ya da son durumu var mıdır?
3. Değişim tedrici ve sürekli midir; yoksa kesintili ve sıçramalı mıdır?
Bu sorulara verilen yanıtların büyük ölçüde benimsenen temel “vizyona” ya
da genel olarak “evrim ideolojisine” bağlı olduğu söylenebilir. Bu yüzden bu
“evrimcilik” ideolojisinin kimi kavramlarla ilişkilerine göz atmak yararlıdır
(Levins ve Lewontin, 1985).
Evrimcilik ideolojisinin farklı uygulamaları, “değişim”, “düzen”, “değişimin
yönü”, “ilerleme” ve “mükemmelleştirilebilirlik” düşüncelerini kabul edip etmediklerine göre farklı bakış açılarına sahip görünmektedir. Bunun yanında,
farklı bilim alanlarında farklı kavramlara daha fazla ağırlık verildiği de görülmektedir. Örneğin, kozmoloji ve termodinamik gibi inorganik doğaya ilişkin
olan alanlarda daha çok değişme ve düzen kavramları öne geçerken, biyoloji ve
Đktisat ve Sosyal Teoride Evrim Düşüncesi
9
sosyal teori alanlarında değişmenin ilerleme ve mükemmelleştirilme boyutları
daha çok vurgulanır görünmektedir (Levins ve Lewontin, 1985: 10). Buna karşılık örneğin Darwinci evrim anlayışı, evrimin bir amacı olmadığı, dolayısıyla
“düzen” ve “uyum” sergileyen durumların raslantısal olduğu düşüncesi ile evrimin belli bir yönünün olmadığı düşüncesine dayanmaktadır (Gould, 1998: 11).
Evrimin ilk unsuru, kuşkusuz değişme kavramıdır; evrim de bir değişmedir.
Ancak değişmenin nasıl algılanması gerektiği, yukarıdaki alıntılardan da anlaşılacağı gibi, farklılıklar göstermektedir. Yine de öncelikle evrimsel değişmenin,
Nuh tufanında olduğu gibi statik, değişmeyen bir dünya üzerine yüklenen anlık
bir değişme biçimi olmadığı, değişimin sürekli, mutasyonlarla, yer değiştirmelerle, doğal seçilimle nitelenen bir süreç olduğu göz önüne alınmalıdır.
Bunun yanında değişimle birlikte anılan bir diğer kavram da düzen kavramıdır. Bu anlamıyla, örneğin sosyal teoride kullanılan evrim yaklaşımlarının çoğunda, evrim sürecinin yeni düzenleme biçimlerini ortaya çıkardığı düşünülmektedir. Ancak burada da dikkatli olmak gerektiği açıktır, çünkü evrim, bir
sistemin evrimsel dönüşümü ile betimlemenin uygun boyutları, yasalar ya da
betimlemeler hakkındaki önsel varsayımlara dayanmayan, “diyalektik” bir süreç
niteliğindedir (Levins ve Lewontin, 1985: 13). Bu yüzden, aşağıda “görünmez
el” paradigmasından söz edilirken değinileceği gibi, “düzen” kavramının kendisinin ideolojik boyutları olduğu her zaman göz önünde tutulmalıdır. Bu anlamıyla evrim, bir teori ya da olgu olmaktan çok,
dünya hakkındaki bilgilerimizi düzenlemenin bir yolu gibi görünmektedir (Levins ve Lewontin, 1985: 14).
Bir başka tartışmalı kavram da, değişimin yönüdür. Ancak bu da, düzen kavramıyla eşleşen bir başka kavram gibi görünmekte, bu yüzden de ideolojik çağrışımlardan kurtulamamaktadır. Bu bakımdan evrimin algılanma biçimlerinden
birisi, evrim sürecinin “en basitten karmaşığa” doğru gittiği düşüncesidir (Levins ve Lewontin, 1985: 16). Ancak, “bir memeli hangi anlamda, bir bakteriden
daha karmaşıktır?” (Levins ve Lewontin, 1985: 17) sorusunun gösterdiği gibi,
böyle bir düşüncenin geçerliliği kuşkuludur. Üstelik böyle bir kabul, sosyal
dünyaya yaklaşmanın bir yolu gibi görülürse, yukarıda alıntı yapılan Parsons’un
yaklaşımında olduğu gibi, bugünün Batı toplumlarının insanlığın en gelişmiş ve
karmaşık biçimini temsil ettiğini düşünmek neredeyse kaçınılmaz hale gelecektir.
Đdeolojik yükü belki de en fazla olan kavramlardan birisi olan ilerleme kavramının temel sorunu da, hem değişmenin yönünü hem de ahlaki bir değer yargısını içerdiği için, bir tür “erekselci” (teleolojik) ya da “Whig” biyolojisi (ya da
10
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44 Sayı 3
tarihi)6 yaratma riski taşımaktadır: “bütün evrim, girişimci insana doğru gider”
(Levins ve Lewontin, 1985: 24).
Evrim kavrayışı bakımından ortaya çıkabilecek olan bir başka sorun da, evrimin “tedrici” ve “sürekli” olup olmadığı görüşüdür. Her ne kadar süreklilik
ilişkisi evrimsel açıklamalarda daha yaygın görünüyorsa da, son zamanlarda
gelişen önemli bir yaklaşımın, türlerin evriminin kesintili bir biçimde gerçekleşebileceğini öngören “kesintili denge” (punctuated equilibrium) yaklaşımıdır.
Buna göre, gelişim, uzun ve istikrarlı dönemler içerisinde sürerken, ani değişmeler, hatta yeni türler ortaya çıkabilir. Bu durum daha önceki istikrarlı dengeyi
bozarak kesintiye uğratacaktır. Öyle ki, bu tür sıçramalar sırasında çok sayıda
yeni tür ortaya çıkabilir (Eldredge ve Gould, 1972). Bu tartışmaya dayanarak,
sosyal teori ya da iktisatta kullanılacak evrim kavrayışlarının hangisini benimsemek gerektiğini seçerken dikkatli olunması gerektiği sonucunu çıkarabiliriz.
Evrim süreci her ne kadar değişmeyi dikkate alsa da, her değişmenin evrim
olmaması ve evrim sürecinin ille de belirli bir sona ya da hedefe doğru ilerleyen
katı ve tümüyle deterministik bir hareket olmadığı gerçeğini dikkate almadan,
bu ideolojik kabullere dayanan evrim anlayışlarının sosyal bilime yarardan çok
zarar verebileceğini unutmamak gerekir.
Buradaki temel bir güçlük, aslında, farklı “evrim” kavrayışlarının, benzetmeler ya da eğretilemeler düzeyinde kullanılsa bile, bu konuda belirsizliğin kaçınılmaz olmasıdır. Bunun temel nedeni, David Hume’un Doğal Din üzerine Diyaloglar (Hume, 2004) yapıtındaki akıllı tasarıma yönelik eleştirilere ilişkin
olarak dile getirilen benzerliklerle (analogies) ilgili düşünceleridir. Benzeşime
dayalı tümevarımsal bir argümana ilişkin olarak şu örnek verilebilir (Sober,
2009: 87):
Đnsanlarda kan dolaşımı vardır
Đnsanlar ve köpekler benzerdir
O halde,
Köpeklerde kan dolaşımı vardır.
Bunu sosyal evrime şöyle uygulayabiliriz:
Organizmalar evrim geçirir.
Toplumlar organizmalara benzer
O halde,
Toplumlar evrim geçirir.
6
Bilindiği gibi “Whig” Đngiltere’de Liberal Partinin takma adıdır. “Whig” tarihçileri de tarihin kaçınılmaz
olarak bugünün liberal kurumlarına dayanan topluma doğru evrimleştiğini ileri sürmekteydiler. Genel olarak
tarihin bugünden başlayarak geriye doğru okunması, geçmişin, bugünün kategorileri kullanılarak değerlendirilmesi, “Whig” tarihi olarak adlandırılmaktadır.
Đktisat ve Sosyal Teoride Evrim Düşüncesi
11
Böyle bir argüman çoğu sosyal teorik yaklaşımda kendine yer bulsa da, yapısı neredeyse tümüyle aynı nitelikte olan, aşağıdaki gibi bir argüman, mantıksal olarak “doğru” bir çıkarım olsa da varlık felsefesi bakımından pek de kabul
edilebilir görünmemektedir:
Memeliler evrim geçirir
Toplumlar memelilere benzer
O halde,
Toplumlar evrim geçirir.
Yukarıda, köpeklerle insanların benzerliğinden yola çıkan çıkarımda varlıksal olarak birbirine benzeyen iki şey karşılaştırılmaktadır. Yani karşılaştırma
yapmanın olmazsa olmazı, yani ancak denk şeylerin birbiriyle karşılaştırılabileceği ilkesi işletilmektedir. Đnsan ile köpek gerçek, yani duyulara verili birer
varlıktır. Yani ikisinin de varlık tarzı aynıdır. Sonra ikisi de canlıdır; organizmadır. ‘Kan dolaşımı’ bir organizmanın temel özelliklerinden biridir. Dolayısıyla tek bir örnekten çıkılarak genelleştirme yapılabilecek bir durum söz konusudur. Organizmayı organizma yapan doğal bir zorunluluk olduğu için de insandaki bu özellik, yine bir organizma olan köpek için de söylenebilir.
Diğer iki çıkarımsa varlık tarzları aynı olmayan iki şeyi, ‘organizma’ ile
‘toplum’ u birbirine benzetmektedir. Yukarıda da söylendiği gibi organizma
gerçek bir varlıktır. Var olması insana bağlı değildir. Toplumsa gerçek olmayan
bir varlıktır. Var olması insana bağlıdır. Đnsanların şu ya da bu düşünceler temelinde oluşturdukları, yapısı zamandan zamana, aynı zaman diliminde de toplumu oluşturmak için temele alınan ilkelere bağlı olarak değişen bir varlıktır. Yani bu iki varlık tarzından biri (organizma) için söz konusu olabilecek doğal zorunluluk diğeri için (toplum) için asla olmayacaktır. Çünkü bu ikincisinde böyle
bir yapısal, doğal zorunluluk olanaksızdır. Böyle olsaydı toplumun ne olduğu
konusunda bir kez ‘doğru’ olarak dile getirdiklerimiz değişmeden, hep öyle
kalırdı.
Üstelik ilk çıkarımın öncülleri doğru birer bilgiyken, ikinci çıkarımın öncülleri, “organizmalar evrim geçirir”, doğru birer bilgi değil de birer kabuldür.
Doğrulukları, yanlışlıkları tartışmalıdır. Evrime “inanan” bilginler topluluğu
için evrim bir hakikati dile getiriyorken, “inanmayan” bilginler topluluğu içinse
bilimsel olmaktan uzak bir açıklama biçimidir. Aynı konuda birbirine zıt böyle
iki değerlendirme yapılabilmesi de bu iki şeyin varlık tarzlarının başkalığına bir
işaret olmak dışında şu da demektir: Evrim bir defalık bir oluşa dair açıklamadır. Canlıların nasıl ortaya çıktıkları, nasıl olup da bu kadar çeşitlilik gösterdikleri hakkında bir açıklamadır. Zamanın bir yerinde başlamış, bugün de devam
etmekte olan bir durumu açıklamaktadır. Tıpkı “evren nasıl oldu?” sorusunu
yanıtlamak gibi. Bir defalık böylesi oluşlar söz konusu olduğunda deney ile
gözlem yapmak, sınama yapmak olanaksızdır. Dolayısıyla da bu sınamalara
12
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44 Sayı 3
dayanarak da doğru ya da yanlış demek olanaksızdır. Yapılan kimi tekil deneyler ya da gözlemler kuramın söylediklerini destekler nitelikte bile olsalar, buradan kuramın bütününe ilişkin kesinleyici sonuçlar çıkarmak oldukça zordur.
Bunun yanında, bir çıkarımın geçerliliği, öncüllerine bağlıdır. Yani şunları
söylediğimde, bu söylediklerime dayanarak şu sonucu çıkarmak söz konusudur.
Yani sonuç öncüllerden zorunlu olarak çıkıyorsa çıkarım geçerlidir. Ne ki çıkarımın geçerli çıkması, çıkarımda kullanılan öncüllerin, dolayısıyla da sonucun
doğru olup olmaması konusunda bir şey söylemez. Yanlış birer bilgi olan öncüllere dayanılarak da geçerli bir çıkarımda bulunmak olanaklıdır. Çıkarımın geçerli çıkması, çıkarımda kullanılan önermelerin doğruluğunu garantileyen bir
şey değildir.
Bu konuda verilebilecek bir başka örnek de, Dawkins (1976: 11. Bölüm)’in
ünlü “mem” yaklaşımıdır. Dawkins’in genlerin sosyal dünyadaki birebir karşılıkları olarak düşündüğü memler, sosyal ve kültürel özelliklerin aktarılmasını
sağlayan mekanizmalardır. Memlerin bir benzetme olarak kullanıldığı açıksa
da, Dawkins’in ifadelerinden, bunların çoğu zaman “metafizik” (varlık felsefesine dayanan) büyüklükler, hatta nedensel mekanizmalar olarak da anlaşıldığı
kuşkusu ortaya çıkmaktadır. Ancak biyolojik dünyada genlerin oynadığı rolün
insan dünyasında memlere yüklenmesi, sosyal bilimin evrim kuramının doğa
bilimlerindeki prestijinden yararlanma isteğine bağlı görünmektedir.
Aslında, bu türden bir “ultra-Darwinizm” (Rose, 2009a, b), yani genlerin nihai açıklayıcı kategoriler olarak kullanılması da kendi içinde sorunlu bir yaklaşımdır çünkü evrim süreci, genler, organizmalar ve çevre arasında karşılıklı
etkileşimle, dolayısıyla da “sürdeterminasyon” ilişkileriyle nitelenen bir süreçtir (Lewontin, 2007; Rose, 2009a,b). Bunun anlamı, bir organizmanın evriminin
ne tek bir gene, ne de yalnızca organizmanın içerdiği genlere bağlı olmadığı,
genetik değişme ile çevresel etkenlerin arasında her zaman karşılıklı etkileşimlerin bulunduğudur (Rose, 2009a: 161-62). Bu yüzden, evrime ilişkin aşağıdaki
savlar önemlidir (Rose, 2009b: 179-80):
1-Gen tek başına, seçilimin olduğu tek düzey değildir;
2-Doğal seçilim evrimsel değişimin tek itici gücü değildir;
3-Organizmalar değişme konusunda sınırsız esnekliğe sahip değildir; bir
“sürdeterminasyon” süreci her zaman ortaya çıkar;
4-Organizmalar seçici güçlere pasif olarak uyarlanmazlar, onlar kendi yaşamlarını ve hatta çevrelerini aktif bir biçimde değiştirme gücüne sahiptirler.
Belirlerler.
Neyse ki Dawkins, daha indirgemeci bir yaklaşımla genleri nihai açıklayıcı
değişkenler olarak kullanma eğiliminde olduğundan, sosyal dünyada da böyle
nihai açıklama kategorisi olarak, hiçbir biçimde sınanması mümkün olmayan
metafizik nitelikteki “memleri” kullanmaktadır.
Đktisat ve Sosyal Teoride Evrim Düşüncesi
13
Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür; neyse ki burada argümanın gücü, benzetmenin ne derece yerinde olup olmadığına, toplumların hangi yönünün özellikle memelilere benzediğine ya da “memlerin” ne ölçüde genlere benzer olduğu, ya da hatta gerçekten de memlerin varlıksal statülerinin bulunup bulunmadığı sorularının yanıtlarına bağlı olacaktır. Bu durumda, uygun benzeşimlerin
kurulması, evrimsel argümanların gücünü de belirleyecektir. Başka deyişle, tek
başına benzeşim, bir kavramın kabul edilip edilmemesini belirleyecek güce
sahip değildir; ya da “teşbihte hata olur”. Bu durumda, hangi benzetmenin seçileceğini belirleyen şeyin de evrime ilişkin benimsediğimiz ideolojik kabuller, ya
da “vizyon” olduğunu söylemek aşırı bir sav gibi görünmemektedir. Yine de
burada önemli olan noktanın, kullanılan evrim eğretilemesinin içeriğinin açıkça
ortaya konmadığı sürece, çok genel nitelikte kalacağı, dolayısıyla da açıklama
gücünü yitireceği noktasıdır. Bu yüzden evrim terimi ve yaklaşımları dikkatli
kullanılmalıdır.
Optimizasyon Tezi: Evrim Süreci, Đşlevsellikle itelenen Bir Uyarlanmacı
Süreç Değildir.
Evrim sürecinde optimizasyon ilkesinin kullanımı, hem biyolojide hem de
özellikle iktisatta sık sık karşımıza çıkan bir bakış açısıdır. Örneğin,“bir tavuk,
yalnızca bir yumurtanın yeni bir yumurta yapma yoludur” diyen Samuel Butler’ın düşüncesi ya da bedenlerin, aslında genlerin kendi varlıklarını sonsuza
kadar sürdürmeleri için geliştirdikleri makineler olduğunu ileri süren Richard
Dawkins (1976)’in bakış açısı, bu türden “uyarlanmacı” yaklaşımlara örnekler
olarak verilebilir. Genel olarak evrim sürecinin ya da bir nedensel mekanizma
olarak doğal seçilim sürecinin, optimizasyon peşinde koşan bir eyleyen (agent)
gibi davrandığını varsayan bu uyarlanmacı yaklaşım, evrimi “Panglosscu” bir
biçimde görmektedir (Gould ve Lewontin, 1979: 581-98; Lewontin. 1991: 14546, Lewontin, 2007; Dawkins, 1976; Sober, 2009: Bölüm 5). Bu uyarlanmacı
yaklaşım, aşağıdaki temel kabulleri benimser görünmektedir (Gould ve Lewontin, 1979: 151):
1) Organizma, atomize “özellikler” den (traits) oluşur; her bir özellik doğal
seçilim tarafından belirli işlevleri en iyi biçimde yerine getirmek üzere
tasarlanmıştır. Bu özelliklerin her birisi için ayrı bir çevresel koşullara
uyarlanma öyküsü anlatılır.
2) Eğer organizmanın, birbiriyle rekabet içinde olan farklı unsur ya da özellikleri, işlevlerini yerine getirirken öteki unsur ya da özelliklerin işleyişini engelleyebiliyorsa, bütünün uyarlanmasını bozmayacak biçimde, farklı unsurlar arasındaki “uzlaşmaları” (trade off) dikkate almak gerekmektedir. Başka deyişle parçalar düzeyinde optimal olmayan durumlar olanaklıdır; ancak organizmalar bir bütün olarak, farklı talepler arasında
ulaşılabilecek en iyi uzlaşmaları temsil etmektedir.
14
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44 Sayı 3
Bu yüzden evrim “Panglosscu” bir süreçtir: “Dünyamız soyut bir anlamda
iyi olmayabilir; ancak, bizim sahip olabileceğimiz en iyisidir. Her bir özellik
kendi rolünü, tam da üzerine düşen biçimde oynar” (Gould ve Lewontin, 1979:
151).
Böyle evrimci “açıklama”ya (stilize) bir örnek olarak aşağıdaki durumu verebiliriz:
(i) Đşlevsel Tez: ineğin kuyruğu sinekleri kovmakta işlevseldir.
(ii) Sonuç Tezi : Bu yüzden, inekler kuyruk geliştirir;
(iii) Đçinde dile getirilen bağlantının kuramsal olarak işlenmesi (Darwinci
doğal seçilim);
(iv) Ele alınan durumun ayrıntılı doğal tarihi (kuyruksuz / kısa kuyruklu
inekler ortadan kalkar).
Bu bakış açısı, uyarlamanın, “dışsal dünyanın organizmalar için kimi ‘sorunlar’ belirlediği, evrimin de, tıpkı bir mühendisin bir sorunu çözmek için bir makine tasarlaması gibi, bu sorunları ‘çözme’ yoluyla ilerlediği” (Levins ve
Lewontin, 1985: 25) görüşüne dayanır. Bu bakış açısının “Panglosscu” niteliği,
uyarlanmacı programın benimsediği aşağıdaki stratejiler tarafından açıkça ortaya konmaktadır (Gould ve Lewontin, 1979: 152-53):
1) Eğer bir uyarlanmacı açıklama başarısızlığa uğrarsa, hemen yerine yenisini koy;
2) Eğer bir uyarlanmacı açıklama başarısızlığa uğrarsa, hemen bir başkasının varolması gerektiği varsayımını yap (ilk argümanın daha zayıf bir
biçimi);
3) Eğer ilk elde iyi bir uyarlanmacı argüman bulunamıyor ise, bunu organizmanın içinde yaşadığı çevrenin ve organizmanın davranışlarının anlaşılmasındaki yetersizliğe bağla;
4) Organizmanın sahip olduğu, yalnızca belirli yararlara yönelik özellikleri
dikkate alarak, öteki özelliklerini göz ardı et.
Görülebileceği gibi, bu stratejiler, uyarlanmacı “açıklamalar”ın, Poppercı terimlerle söylenirse, hiçbir zaman “yanlışlanamamasını” sağlayan “bağışıklık
stratejileri” (Güzel, 1998) olarak kullanılmaktadır. Bu yönüyle de uyarlanmacı
bakış açısı, tıpkı neoklasik iktisattaki rasyonel seçim kuramı gibi yanlışlanması
olanaklı olmayan, hatta yanlışlanması istenmeyen bir hipotezdir. Önde gelen
genel denge teorisyenlerinden Frank Hahn (1984: 1-2)’ın kendisini neden bir
neoklasik olarak gördüğünü açıklarken söylediği gibi, neoklasik iktisadın aşağıdaki üç yöntembilgisel ilkeye dayandığı söylenebilir:
1) Açıklamalarımı, bireysel karar birimlerinin eylemlerine dayandırmaya
çalışmak anlamında bir indirgemeciyim.
Đktisat ve Sosyal Teoride Evrim Düşüncesi
15
2) Karar birimi hakkında teori geliştirirken kimi rasyonellik aksiyomlarını
ararım.
3) Bir denge kavramının gerekli olduğunu ve denge durumlarının incelenmesinin yararlı olduğunu düşünürüm.
Bu üç özellik, yani indirgemecillik (yöntembilgisel bireycilik), optimizasyoncu davranış ilkesi ve denge yaklaşımı neoklasik iktisadın temel kabulleridir;
ve uyarlanmacı evrim kuramıyla benzerlik çarpıcıdır. Konumuz bakımından
önemli olan nokta, amaçlarla araçlar arasındaki uyum anlamındaki rasyonellik
postülasının da tümüyle bir bağışıklık stratejisi biçimini almasıdır. Örneğin
Avusturya ekolü iktisatçısı Boland (1981: 1034)’a göre, neoklasik “tüm karar
birimleri için maksimize ettikleri bir şey söz konusudur” türündeki önerme,
kendisi hiçbir zaman doğrulanabilir ya da reddedilebilir nitelikte olmayan ve
“statüsü, bir araştırma programında nasıl kullanıldığına bağlı olan” bir “metafizik” önermedir. Metafizik önermeler yanlış olabilir; ancak bunların yanlış olduklarını hiçbir zaman bilemeyiz çünkü bunlar bir araştırma programının bilerek sorgulama dışında bırakılan varsayımlarıdır”. Bu durumda, “bir tüketicinin
faydasını, ya da üreticinin karını maksimize etmediğinde bile, bu neoklasik
hipotezin yanlışlığının gösterilmesi diye görülmeyecektir” (Boland, 1981:
1034).
Başka deyişle, rasyonel, optimizasyon peşindeki davranış biçimi aslında, bir
açıklayıcı önerme olmaktan çok, normatif bir buyruk niteliğindedir: insanların
rasyonel olduklarını söylemek onların ne yaptıklarını değil, yalnızca en iyi olasılıkla bunu nasıl yapmaları gerektiğini göstermektedir (Bhaskar, 1989: 30).
Ancak rasyonellik kendi başına bir şeyi açıklamaz; o, araştırmanın a priori bir
kabulüdür ve aslında, Schumpeter (1954: 41-42)’in, “bilim öncesi vizyon” unu
belirleyen türden bir önermedir.
Uyarlanmacı/optimizasyoncu evrim anlayışının, özellikle sosyal teori bakımından önemli bir başka sakıncası, “işlevselci” bakış açısıyla birlikte ortaya
çıkıyor olmasıdır. Đşlevselcilik, herhangi bir varlık, organizma, sistem, kurum
ya da sosyal pratiğin, ilk elde yerine getireceği işlev yüzünden var olduğunu
ileri sürmektedir. Bir başka deyişle, bir sistemin işleyişinin “açıklanması”, önceden tanımlanmış amaç ya da işlevlerini yerine getirmek biçiminde gerçekleştirilmektedir. Sosyal bilimlerde işlevselcilik, sosyal sistemlerin “gereksinimleri”
olduğu, dolayısıyla da toplumların ya da sosyal sistemlerin bu gereksinimleri
nasıl yerine getirdiklerinin belirlenmesi gerektiğini ileri sürer. Toplumun herhangi bir unsurunun daha geniş sistem için yararlı olacak koşulları nasıl yarattığı, işlevselciliğin temel olarak yanıt aradığı sorular arasındadır.7
7
Đşlevselcilik düşüncesi ve eleştirileri için bkz. Hollis (1994: 95-100); Giddens (1984: 293-97); Little (1991:
91-93), Mahner ve Bunge (2001). Marksist bir işlevselcilik yaklaşımı için bkz. Cohen (1978).
16
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44 Sayı 3
Bununla birlikte, biyolojik evrime ilişkin bu kavrayışta iki temel sorun olduğu söylenebilir (Levins ve Lewontin, 1985: 25). Đlkin, doğanın ya da çevrenin
organizmalar için belirlediği sorunların ne olduğunu açıkça tanımlamak olanaksız değilse de çok zordur; ikincileyin de bulunan “çözüm” ün gerçekten de eldeki soruna yönelik en iyi çözüm olup olmadığını belirlemek olanaksızdır. Bu
yaklaşım, yalnızca evrim sürecinde bulunduğumuz yerin en iyi çözüm olduğunu
kabul eder görünmektedir ki bu da sonunda teleolojik bir bakış açısının üstü
kapalı olarak benimsendiği anlamına gelir.
Sosyal teori bakımından uyarlanmacılık, bunlara ek olarak, daha farklı sorunlar da yaratır. Örneğin, herhangi bir sosyal unsur, pratik ya da sistemin kimi
işlevleri yerine getiriyor olması, bu unsur, pratik ya da sistemin ilk elde neden
ortaya çıktığını açıklamamaktadır.8 Đşlevselcilik, kimi seçilmiş nitelik ya da
süreçler yoluyla belirli amaçları yerine getirmek üzere tasarlanmış yapay sistemlerin işleyişini açıklamakta yararlı olabilir; ancak sosyal süreç, yapı ve ilişkilerin bu türden tasarlanmış nitelikte olduğunu ileri süren hemen hemen kimse
yoktur.
Đşlevselciliğin sosyal teorideki sorunlarına daha yakından bakabilmek için
farklı işlevselcilik biçimlerinden söz etmek yararlı olabilir. Đşlevleri beş grupta
ele almak mümkün görünmektedir (Mahler ve Bunge, 2001):
Đçsel (biyotik) Etkinlik (Đşlev1): Bir organizma sistem ya da alt sistemindeki
(bir doku ya da organ gibi) gerçekleşen bütün süreçler (örnek: karaciğerde gerçekleşen biyokimyasal süreçler). Bu kavram hiçbir evrimsel, uyarlanmacı ya da
teleolojik içerik taşımaz.
Dışsal (biyotik) Etkinlik (Đşlev2): Organizma sistem/alt sisteminin bir bütün
olarak organizmayla ya da organizmanın kendisinin çevresiyle ilişkisi içinde
oynadığı rol. Alt sistemin parçası olduğu süper sistemin içinde yerine getirdiği
işlevler. (örnek: karaciğerin diğer organlarla etkileşimi) Bu haliyle çok geneldir; her türlü işleve göndermede bulunur. Spesifik hale getirilmelidir.
Toplam Đşlev (Đşlev3): Đçsel ve dışsal etkinlikler birbirine bağımlı olduğu
için, bu ikisinin birlikte, etkileşim içindeki durumları. (örnek: ayakların yerine
getirdiği işlev, kasların hareketini sağlayan fizyolojik süreçlere bağlıdır.) Bunların kimileri organizma için yararlıdır (kalbin işleyişi gibi), kimi de yararsızdır
(apandisit gibi); Uygunluk (Aptation) (Đşlev4): Organizma için yararlı olan
işlevlerin herhangi birisi. [Eğer işlev nötr ise bu durumda “uygun olmama”
(nullaptation) “işlev görmeme” (dysfunction) adını alır.
8
Ne ki, aynı kurum, birdan fazla işlevi de yerine getirebilir; hatta bu, genel bir kural da olabilir: “hiçbir kurum, kendi işlevini yerine getirecek kadar yaşamaz –böyle göründüğü zamanlarda da bunun nedeni, kurumun özgün işlevi olması gerekmeyen başka bir işlevi, ya da işlevleri yerine getirmesidir.” (Polanyi, 1944:
183).
Đktisat ve Sosyal Teoride Evrim Düşüncesi
17
Uyarlanma (Adaptasyon) (Đşlev5): Uygunluğun tesadüfen ya da arızi olarak
ortaya çıkması değil, seçilimin ürünü olması durumu. Bütün uyarlanmalar uygunluk özelliğine sahiptir; ancak tersi doğru değildir. Uyarlanma özelliğine
sahip olmayan uygunluk durumlarına “uyarlanamama” (malaptation) denir.
Đşlevler arasındaki mantıksal ilişki de, doğa bilimleri için, aşağıdaki gibi dile
getirilebilir (Şekil 3).
Şekil 3. Đşlev Biçimleri Arasındaki Mantıksal Đlişki (Doğa Bilimleri)
İçsel etkinlik
(işlev1)
Toplam
Etkinlik
(işlev3)
Aptasyon
(İşlev4)
Adaptasyon
(İşlev5)
Dışsal etkinlik
(işlev2)
Kaynak: Mahler ve Bunge, 2001: 79
Buna karşılık aynı ilişki, sosyal bilimler için aşağıdaki gibi dile getirilebilir.
Şekil 4. Đşlev Biçimleri Arasındaki Mantıksal Đlişki (Sosyal Bilimler)
İçsel Etkinlik
Teleo(sosyo)işlev1
Toplam Etkinlik
Uygunluk (İşlev4)
Teleo(sosyo)işlev3
Teleo(sosyo)işlev5
Dışsal Etkinlik
Teleo(sosyo)işlev2
Kaynak: Mahler ve Bunge, 2001: 80.
Adaptasyon
Teleoişlev5
18
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44 Sayı 3
Teleoişlev: Đşlevin belirli bir hedefe (amaca) yönelmiş olması. Bireysel düzeyde [“görünür” (manifest) işlev] ya da sistem düzeyinde [“örtük” (latent)
işlev] gerçekleşebilir. Genel olarak, sosyal teoride kullanılan işlevselcilik biçimleri şöyle dile getirilebilir: (Mahner ve Bunge, 2001):
“Biçimselci” (formalist): Birleşim bakımından farklı iki sistemin içsel etkinliklerinin (işlevler) öz bakımından aynı olması. (teleoişlev1)
“Kara kutucu” (black boxist): Birleşim bakımından farklı iki sistemin, aynı
dışsal etkinlikleri gerçekleştirmesi. Bu durumda işlevselcilik, sözkonusu sistemlerin iç işleyişlerini dikkate almaz. (teleoişlev2)
“Uyarlanmacı” (adaptationist): Belirli türden sistemler belirli işlevi (“amacı”) yerine getiriyorsa sözkonusudur. (teleoişlev4-5).
“Erekselci” (teleological): Sosyal ya da teknolojik işlevler, teleoişlev olduğunda geçerlidir. Bunlar kişi ya da gruplar için yararlı olan ya da yararlı olması
planlanan işlevlerdir. (işlev5).
Burada, dikkate alınması gereken iki noktadan söz etmek mümkün görünmektedir. Bunlardan birisi, hem “uyarlanmacı” (adaptationist) hem de “erekselci” (teleological) işlevselcilik biçimlerinin sonucu dikkate alan bir bakış açısını
benimsediklerinin kolayca farkedilebileceğidir. Erekselci yaklaşımlar daha “metafizik” nitelikte olsa da, uyarlanmacı anlayışlarla aynı sonucu vermektedir; bu
yüzden de ikisinin birbirine karıştırılması kolayca mümkündür. Ancak daha da
önemlisi, özellikle iktisatta yaygın olan bakış açısının özünde uyarlanmacı bir
işlevselcilik biçimi olduğudur; çünkü özellikle rasyonel seçim kuramı bireysel
kararların tümüyle optimizasyon, dolayısıyla da uyarlanma süreciyle açıklanması gerektiği konusunda ısrarcıdır.
Dikkate alınması gereken ikinci nokta da, iktisatta kullanılan işlevselcilik biçimlerinin aynı zamanda “kara kutucu” niteliğinin de ağır basmasıdır. Bunun
anlamı, iktisatta daha çok benzetmeler ya da eğretilemeler olarak kullanılan
evrimsel süreçlerin aslında nedensel mekanizmalar gibi anlaşılarak öne sürülen
savları güçlendirmeleri ya da genel olarak öne sürülen “bilimsellik” savlarını
temellendirmelerinin sağlanmasıdır. Ancak buradaki sorun, bu kullanımların
“kara kutular” olarak kalmaları, içindeki, nedensel mekanizmaların hiçbir zaman açık bir biçimde ortaya konmadan ya da mekanizmanın nasıl işlediği anlatılmadan tümüyle sonuca yönelik bir bakış açısının benimsenmesidir.
Özellikle iktisat açısından böyle bir bakış açısının ne kadar çekici olduğu ortadadır. (Neoklasik) iktisat, kendisi de rasyonel seçim kuramına dayanan bir
yaklaşım olarak optimizasyon ilkesini bütün insan davranışlarına, hatta doğaya
yayma eğilimini en başından beri göstermekte tutarlı davranmıştır. Özellikle
“Görünmez El” kavrayışının evrimsel savunusu, daha çok Avusturya iktisadına
ait bir bakış açısı olsa da, iktisatçılara çekici gelen bir yaklaşım olmuştur. Ancak bu türden yaklaşımların temel sorunu, tam da benimsedikleri, her zaman
Đktisat ve Sosyal Teoride Evrim Düşüncesi
19
uyumlu bir sosyal düzenin ortaya çıkacağını öngören “Panglosscu” bir bakış
açısıdır (Özel, 2009, 2010). Bunun dışındaki “Görünmez Ters El” (Ylikoski,
1995) ya da “Evrimsel El” (Dosi vd., 1988) türünden, optimal olmayan bakış
açılarının benimsenmesi, iktisatçıların çoğunluğu için kabul edilebilir görünmemektedir. Bir kez daha, altta yatan “vizyon” un ya da varlık felsefesi görüşlerinin evrimsel iktisadi ya da sosyal bakış açılarını belirlediğini söylemek mümkün görünmektedir.
9iyetlilik Tezi: Sosyal Evrim, Đnsanın iyetlerinden Bağımsız Değildir.
Biyolojik dünya ile insan dünyası arasındaki en önemli farklılık belki de, insanların niyetli davranışlara ve dönüştürme gücüne sahip olan eyleyenler olduğu
gerçeğidir. Biyolojik organizma ve süreçlerde seçim yapma ya da niyetli davranabilme özelliği bulunmadığından, evrim sürecinin, belirli bir hedefe doğru
ilerlediği varsayılmadıkça, niyetlere dayanan bir süreç olarak kavranamayacağı
açıktır. Yine de bu konuda, özellikle Aristotelesci “doğa” kavramına dayanan
bir evrim anlayışı benimsenerek bu güçlükten kaçınılabilir. Bu anlayışa göre,
her varlığın “doğası”, onun doğal gelişme potansiyellerini tanımlayan özünden
oluşur; doğa, “herhangi bir şeyin yetkinleşme sürecinin tamamlanmış ürünü”dür
(Aristoteles, 1975: 9). Dolayısıyla, varlığın potansiyelinin gerçekleşme süreci,
evrim olarak anlaşılabilir. Benzer bir bakış açısı, evrimin temelinde yer alan
“gelişim” kavramı, tıpkı bir fotoğrafın tabedilmesinde (“developmanı”) olduğu
gibi, bir “katların açılması”, özde saklı bulunanların açığa çıkması, ortaya çıkarılması” biçiminde anlaşıldığı durumda geçerlidir (Lewontin, 2007: 3-4). Buna
bir örnek olarak, insanlığın bütün gelişiminin Adem’ in (ya da Havva’nın) yumurtalarında zaten bulunduğu biçimindeki 17. yüzyıl “preformasyonist” bakış
açısı verilebilir (Lewontin, 2007: 4-5; Westfall, 1998: 118-24).
Öte yandan, insan söz konusu olduğunda bu özün “açılması”, olanakların
değerlendirilerek insanın kendisini gerçekleştirmesi de, etik boyutu öne çıkan
bir evrimsel süreç olarak kavranabilir. Böyle bir bakış açısı, “genel olarak insan
doğası” ile “ her bir çağda değişen insan doğası” (Marx, 1976: 759n) arasındaki
farkı vurgulayan Marx’ın “evrimsel” yaklaşımında kendini göstermektedir.
Marx’ın kapitalizm analizinin temelinde yer alan yabancılaşma kuramının,
her insanda bulunan, onun uygun ya da “doğal” bir biçimde gelişmesini belirleyen potansiyeller bütününe göndermede bulunur biçimde algıladığı insanın
“özünün”, özel mülkiyet altında onun “varoluşu” ile çeliştiği önermesinden yola
çıktığı söylenebilir. Marx’a göre, insanın özünü belirleyen şey, onun aynı anda
hem özgül olanın, hem de genel olanın, ya da aynı anda hem birey, hem de sosyal bir varlık olma özelliklerinin birliğidir; Marx’ın 1844 Elyazmaları’nda benimsediği terim kullanıldığında, insan, “kendisine var olan, yaşayan bir tür olarak baktığı için, kendisine evrensel ve bu yüzden de özgür bir varlık olarak baktığı için”, bir türsel varlıktır [species-being] (Marx, 1975: 327). Bir bireyin bir
20
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44 Sayı 3
türe ait olmasının, aslında birbiriyle aynı anlamı taşıyan iki anlamı vardır: Đlkin,
bir kişi “insanın algısal ve bilişsel yetileri ile yaşam etkinliği” yüzünden, ikinci
olarak da, “insanın etkinliğinin sosyal bir etkinlik olması” yüzünden türsel niteliktedir (Hunt, 1986: 97,98). Yani aslında hem bir birey, hem de sosyal bir varlık olan insanın, kendi varoluşu da dahil olmak üzere bütün etkinliği, ister istemez sosyal niteliktedir. Bu yüzden toplum bireylerden bağımsız, onun üzerinde
ya da ona karşı bir varlık diye görülmemelidir; başka deyişle birey sosyal bir
varlıktır (Marx, 1975: 350). Đnsanı öteki “doğal” varlıklardan ayıran da onun
yaşam etkinliğinin, ya da tarihinin doğayla gerçekleştirilen sosyal bir etkileşime
dayanıyor olmasıdır (Marx, 1975: 391). Đnsanların hem doğayı, yani kendi “organik olmayan beden”lerini (Marx, 1975: 328), hem de kendilerini dönüştürmek
için giriştikleri bu amaca dayalı, özgür ilişki (praxis), aslında Marx’a göre, insanın kendi özünü “nesneleştirme” etkinliğinden başka bir şey değildir. Kendi
emeğini kullandığı bu etkinlik yoluyla insan hem kendi potansiyellerini gerçekleştirir; yani insanlığını ortaya koyar, hem de kendi kendisini, yarattığı üründe
tanır.
Đnsan eyleyeninin niyetli davranışının evrim bakımından yaratabileceği sorundan kaçınmanın, özellikle iktisatçıların en fazla benimsediği bir başka yolu,
“niyetli eylemin niyetlenilmemiş sonuçları” hipotezidir (Özel, 2010). Bu hipotez, her ne kadar insan davranışlarının bireylerin niyetlerine bağlı olsa da, bu
davranışların kimi niyetlenilmemiş sonuçlarının bulunacağını öngörmektedir
(Giddens, 1999). Buna ilişkin en önemli örnek kuşkusuz, yine Görünmez El
anlayışıdır. Bütün bir iktisat teorisi analitik gücünü neredeyse bu eğretilemeden
almaktadır. Benzer bir yaklaşım, evrimin teleolojik niteliğini vurgulayan Hegel
(2007: 33)’in ünlü “aklın hilesi” düşüncesidir: insanlar kendi davranışlarının
kendi akıllarına ve seçme özgürlüğüne dayandıklarını düşünürlerse de aslında
davranışları tümüyle belirli bir “kozmik” sonucun ortaya çıkması için gerçekleşen araçlardır. Hegelci özellikleri ağır basan Marksist “tarihsel materyalizm”
yaklaşımı da benzer bir bakış açısına sahiptir. Başka deyişle, bütün bu yaklaşımlarda, “bir toplumun yalnızca insanların isteği ve iradesiyle biçimlendirilebileceğini varsaymak, bir yanılsamadır” (Polanyi, 1944: 257-58) görüşü öne
çıkmaktadır. Bu da sosyal evrimin bireysel, niyetli davranışlardan bağımsız
işlediği düşüncesini destekleyen bir bakış açısıdır. Bunun kabul edilebilir bir
örneği, Giddens’in ünlü “yapının ikiliği” görüşüdür (Giddens, 1999: 372-80);
sosyal yapı, kurum ya da ilişkiler, hem bireylerin niyetli davranışlarına olanak
verir; hem de onların davranışını kısıtlar. Dahası, niyetli davranışlar her zaman
niyetlenilmemiş sonuçlar da yaratır ve bu sonuçların “optimal” olmaları hiçbir
zaman gerekmez.
Görüldüğü gibi bir kez daha, evrim kavramının nasıl anlaşılması gerektiğine
ilişkin ideolojik sorunlar (evrimin niteliği, yönü ve hedefi gibi) her durumda
Đktisat ve Sosyal Teoride Evrim Düşüncesi
21
kendini göstermektedir. Bu yüzden de evrim, dikkatle kullanılması gereken bir
yaklaşım olarak kendini göstermektedir.
Alternatif Bir Sosyal Evrim Tasarımı
Evrim anlayışının sosyal teori ve iktisattaki kullanımı her zaman dikkatle
yaklaşılması gereken bir sorundur. Özellikle evrim teriminden ne anlaşıldığı
açıkça ortaya konmadığı zaman, yukarıda sözü edilen düzeyler, yani eğretileme,
varlık felsefesi ve nedensel mekanizma düzeylerinin birbirine karıştırılması
neredeyse kaçınılmazdır. Bu bakımdan, kabul edilebilir bir sosyal evrim anlayışının sahip olması gereken özelliklere ilişkin olarak, bir varlık felsefesi yaklaşımı olarak alınan “kesintili denge” (Eldredge ve Gould, 1972) yaklaşımına
yakın duran bir evrim anlayışının benimsenmesi, yukarıda dile getirilen sakıncaların önlenmesi bakımından önemli görünmektedir. Ancak burada vurgulanması gereken nokta, bu anlayışın doğrudan biyolojiden devralınan nedensel
mekanizmalar biçiminde değil, daha çok varlık felsefesi hipotezleri olarak düşünülmesi gereğidir. Öteki türlü, eğretileme ya da benzetmeler, kendilerinden
beklenen nedensel mekanizma olma rolünü yerine getirecek yeterlilikte olmayacaktır.
Uyarlanmacı ve işlevselci bir yaklaşımın benimsenmesi, ortaya çıkan toplum
tasarımının “Panglosscu” ya da en azından “Görünmez El” kavrayışına dayanan
bir tasarım olmasına yol açacaktır. Bu tasarım, işlevselci hatta erekselci bir değişmeye, deterministik ve çizgisel bir ilerleme düşüncesine yaslanmak durumundadır. Bunun yanında ortaya çıkan sonuç her zaman “mümkün olan dünyaların en iyisi” olma eğilimindedir; başka deyişle optimal olmayan durumlar,
dengesizlikler ya da istikrarsızlıklara bu tasarımda ya yer yoktur; ya da bunlar
geçici nitelikte olan ve sistemin işleyişini etkilemeyen türden durumlar olarak
kavranacaktır. Değişim süreci de tedrici nitelikte ve kesintisiz olacak, nihai
olarak da belirli bir sonuca doğru ilerleyecektir.
Buna karşılık kesintili denge yaklaşımına yakın duran bir varlık felsefesi tasarımında, her zaman kimi zaman raslantısal olarak ortaya çıkabilecek olan
yenilikler ya da mutasyonlar, dallanmalar (bifurcation) mümkün olmakta, evrimsel değişme, geriye döndürülemez ve sonucu önceden kestirilemez, hatta
“kaotik” bir süreç olarak kavranmaktadır. Bu bakımdan denge, eğer hala dengeden sözetmek mümkünse, değişmenin hiç olmadığı bir “dinlenme durumu”
olmak yerine bir “yapısal değişme yokluğu” olarak kavranmalıdır. Yine de bütün evrim süreci, sürekli değişmelerin, sıçramaların, kesintilerin yaşandığı bir
“oluşan” (emergent) süreç diye görülmelidir. Böyle bir tasarım da “Panglosscu”
bir “Görünmez El” olmak bir yana, en iyi sonuçların ancak raslantıyla gerçekleşebileceği, hatta hiçbir zaman ortaya çıkmayabileceği bir “Evrimsel El” diye
görülmelidir.
22
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44 Sayı 3
Dolayısıyla, evrim yaklaşımının sosyal teori ve iktisatta kullanılmasına yönelik olarak aşağıdaki tezleri ortaya atmak mümkün görünmektedir:
Varlık Felsefesi: “Evrim” terimi; eğer kullanılmak zorundaysa, varlık felsefesi hipotezi olarak değerlendirilmelidir. Biyolojik evrim kuramından alınan
nedensel mekanizmalar, ancak yeterli neden varsa (biyolojik alan ile sosyal alan
arasındaki süreksizlik dikkate alındığında) sosyal teoride yarar sağlayabilir.
Tarihsellik: Evrim sürecinin kendi tarihi olduğunu unutmamak gerekir. Bu
tarihsellik iki boyutta anlaşılabilir. Bunlardan bir tanesi, başlangıçta yapılan
belirli “seçimlerin” kimi kaçınılmaz sonuçları olabileceğini, yeni bir “seçime”
ya da sıçramaya kadar, bu seçimin etkilerinden kaçmanın mümkün olmadığını
gösteren “Yol Bağımlılığı” (Path Dependence) düşüncesidir. Đnsan tarihine
yönelik olarak Marx’ın ileri sürdüğü, “insanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar; neyse ki istedikleri gibi değil. Kendi seçtikleri koşullar altında değil, doğrudan karşılaştıkları, verili olan ve geçmişten taşınan koşullar altında tarihi yaparlar” (1963: 15) düşüncesi buna bir örnektir. Đkinci bir nokta da, tarihsel süreç
içerisindeki olayların eşsiz olmasına yol açan “sürdeterminasyon” (Overdetermination) ilkesi (Althusser, 1979), yani aynı nedenlerin her zaman aynı sonuçları yaratmayacağı, çünkü nedenler arasındaki etkileşimlerin mümkün olduğu
düşüncesidir: “Birbirine çarpıcı biçimde benzeyen ancak farklı tarihsel koşullar
altında gerçekleşen olaylar tümüyle farklı sonuçlara yol açarlar” (Marx ve Engels, 1942: 354, aktaran: Manicas 1987: 11).
Teleolojik Olmayan Evrim: Sosyal değişme, her zaman belirli bir sona ya da
optimal bir sonuca gitmek zorunda değildir: “Kaderin herkes üzerine koyduğu
bir “tarihsel-felsefi marche générale kuramı yoktur” (Marx ve Engels, 1942:
354, aktaran: Manicas 1987: 11).
“Yapının Đkiliği”: Toplumun yeniden üretiminde / dönüştürülmesinde insan
etkinliği önemlidir; ancak “niyetlenilmemiş sonuçlar” da mümkündür. Bu sonuçların her zaman optimal olması gerekmez.
“Olanaklara Dayanan Đnsan Doğası”: Aristotelesci insan doğası anlayışı
insanların kendilerini gerçekleştirmelerini etik bir sorun olarak gördüğünden,
evrimin etik boyutu her zaman önemlidir. Başka bir deyişle, teleoloji, ancak
insan niyet ve tasarımları düzeyinde geçerlidir; yoksa sistemik bir teleolojiden
söz etmek katı bir indirgemeci bakış açısına yol açar.
SO
UÇ
Bu makalede, sosyal bilimler ve iktisat alanlarındaki evrim kavram ve anlayışlarının kullanımının, çözdüğünden daha çok sorun yarattığı ileri sürülmektedir. Bunun nedeni de, evrim kavramının, özellikle sosyal bilimlerde nasıl anlaşılması (bir varlık felsefesi anlayışı olarak mı, bir benzetme olarak mı yoksa bir
nedensel mekanizma olarak mı) gerektiğinin açık bir biçimde ortaya konmama-
Đktisat ve Sosyal Teoride Evrim Düşüncesi
23
sının, bu konuda zaten var olan analitik belirsizlikleri daha da ağırlaştırıyor
olmasıdır. Dolayısıyla makalede bu tür belirsizlikleri ortadan kaldırma konusunda kimi ipuçları ortaya konmaya çalışılmaktadır. Bu ipuçlarını şöyle özetlemek olanaklıdır. Đlk olarak, “evrim” terimi, değişmeyi ve “oluş” (becoming)
kavramını dikkate alan bir varlık felsefesi anlayışı çerçevesinde kullanılmalıdır.
Bu konuda özellikle önemli bir nokta, biyolojiden alınan nedensel evrimsel
mekanizmalar kullanılırken, biyolojik alan ile sosyal alan arasındaki süreksizlik
ilişkisinin dikkate alınmasıdır. Đkinci bir nokta, evrim sürecinin tarihsellik boyutunun, yani “yol bağımlılığı” düşüncesi ile “sürdeterminasyon” olgusunun unutulmaması gereğidir. Başka deyişle evrimsel değişme, zorunluluk ile raslantının
bir bileşimi olarak değerlendirilmelidir. Böyle bir bakış açısı, “erekselci” bir
evrim anlayışından uzak durmayı sağlayabilir. Özellikle sosyal evrim açısından
bakıldığında, amaçlı davranışın sosyal sistem, ilişki ya da kurum bakımından
değil, yalnızca bireysel davranış bakımından bir anlamı olacağı, dolayısıyla
önceden belirlenmiş, belirli bir sona doğru giden bir sosyal evrim düşüncesinin
benimsenmesinin sakıncalı olacağı açıktır. Đnsan dünyasının önemli bir özelliği
olan etik boyut, yani insan davranışlarının kimi “meta” ilkelere (“iyi yaşam”
kavramı gibi) göre değerlendirilmesi gereği, insan davranışının dolayısıyla da
sosyal evrimin önemli bir özelliği haline gelmektedir. Yine de bu tür davranışların “istenmedik” sonuçlarının olacağı, dolayısıyla da sosyal evrimin her zaman
iradi ve gayri-iradi yönlerinin olduğu da dikkate alınmak zorundadır.
KAY AKÇA
Althusser, Louis (1979), “Contradiction and Overdetermination,” For Marx, Verso,
London içinde. s. 15-35.
Araz Takay, Bahar (2009), “Evrimsel Đktisat ve Sosyal Değişme”, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, yayınlanmamış doktora tezi.
Araz Takay, Bahar - Hüseyin Özel (2008), "Schumpeter and the Evolutionary Economics: Three Conceptual Issues," paper presented to the 12th Annual Conference of
the European Society for the History of Economic Thought: "Development and
Transition in the History of Economic Thought," Prague (Czech Republic), 15th –
17th May.
Aristoteles (1975), “Politika”, Mete Tunçay (çev.), Đstanbul: Remzi Kitabevi.
Bhaskar, Roy (1981), "The Consequences of Socio-Evolutionary Concepts for Naturalism in Sociology: Commentaries on Harre and Toulmin," in U.J. Jensen and R.
Harré (eds.) The Philosophy of Evolution, Sussex: Hervester, 1981, pp. 196-209.
Bhaskar, Roy (1989), “The Possibility of Faturalism: A Philosophical Critique of the
Contemporary Human Sciences”, 2nd ed., New York, Harvester Wheatsheaf.
Boland, Lawrence (1981), “On the Futility of Criticizing the Neoclassical Maximization
Hypothesis,” American Economic Review, December, s. 1031-36; tıpkıbasım: Bruce
24
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44 Sayı 3
Caldwell, Appraisal and Criticism In Economics: A Book of Readings, London, Allen and Unwin, 1984 içinde, 246-51
Cohen, Gary A. (1978) “Karl Marx's Theory of History: A Defence”, Oxford: Oxford
University Press.
Dawkins, Richard (1976), “The Selfish Gene”. Oxford: Oxford University Press (Türkçe
çevirisi,: “Gen Bencildir”, Ankara: TÜBĐTAK Yayınları, 2005).
Giovanni, Dosi- Freeman, Christopher – Nelson, Richard – Silverberg, Gerald - Luc
Soete (eds.) (1988), “Technical Change and Economic Theory”, London: Francis
Pinter and New York: Columbia University Press.
Eldredge, Niles – Gould, Stephen Jay (1972), “Punctuated equilibria: an alternative to
phyletic gradualism” T.J.M. Schopf, ed., Models in Paleobiology. San Francisco:
Freeman Cooper, içinde, s. 82-115. Tıpkıbasım: N. Eldredge, Time frames, Princeton: Princeton Univ. Press, 1985.
Engels Friedrich (1883), “Draft of a Speech at the Graveside of Karl Marx”, Published
in the newspaper La Justice, March 20, 1883;
http://www.marxists.org/archive/marx/works/1883/death/justice.htm
Engels, Friedrich (1876), “The Part Played by Labour in the Transition from Ape to
Man,” http://www.marxists.org/archive/marx/works/1876/part-playedlabour/index.htm. [Türkçe çevirisi: “Maymundan Đnsana Geçişte Emeğin Rolü”,
Dünü ve Bugünüyle Evrim Teorisi, Đstanbul: Evrensel Basın Yayın, 2009, s.70-79].
Foster, John (2000), “Competitive Selection, Self-organization, and Joseph A. Schumpeter,” Journal of Evolutionary Economics, 10: 311-328.
Fraser, Steve (ed.) (1995), The Bell Curve Wars: Race, Intelligence, And The Future Of
America, Basic Books.
Giddens, Anthony (1999), Toplumun Kuruluşu: Yapılaşma Kuramının Anahatları, Ankara: Bilim ve Sanat, (The Constitution of Society, London: Polity, 1984 kitabının
çevirisi).
Gould, Stephen Jay (1998), Darwin ve Sonrası: Doğa Tarihi Üzerine Düşünceler, Ceyhan Temürcü (çev.) Ankara TÜBĐTAK Yayınları, Popüler Bilim Kitapları Genel Dizisi.
Gould, Stephen J. - Richard C. Lewontin, “The Spandrels of San Marco and the Panglossian Paradigm: A Critique of the Adaptationist Programme,” Proc. B. Soc. Lond.
B, sayı 205, 1979, s. 581-98 (Türkçe çevirisi: “Adaptasyoncu Programın Eleştirisi”,
Dünü ve Bugünüyle Evrim Teorisi, Đstanbul: Evrensel Basın Yayın, 2009, s. 135-51).
Güzel, Cemal (1998), Sağduyu Filozofu: Popper, Derleme, Ankara: Bilim ve Sanat
Yayınları.
Hahn, Frank (1984), Equilibrium and Macroeconomics, Oxford: Basil Blackwell.
Hegel, Georg Wilhelm Friedrich (2007), Philosophy of History, New York: Cosimo
Books.
Herrnstein, Richard J. - Charles A. Murray (1994), The Bell Curve: Intelligence And
Class Structure In American Life, New York: Simon & Schuster.
Đktisat ve Sosyal Teoride Evrim Düşüncesi
25
Hodgson, Geoffrey (1998), “A Reply to Howard Sherman,” Review Of Social Economy,
Vol LVI, No. 3 Fall, s. 295-306.
Hodgson, Geoffrey, (2004), The Evolution Of Đnstitutional Economics: Agency, Structure, and Darwinism, New York: Routledge.
Hollis, Martin (1994), The Philosophy of Social Science: An Introduction, Cambridge:
Cambridge University Press,
Hume, David (2004), Hume’s Dialogues Concerning Fatural Religion, Millis (MA):
Agora Publications.
Hunt, E. K. (1986), “Philosophy and Economics in the Writings of Karl Marx,” S. W.
Helburn and D. F. Bramhall (eds.), Marx, Schumpeter & Keynes: A Centenary of
Dissent, Armonk (NY).: M.E. Sharpe, içinde, s. 97-98.
Levins, Richard - Richard Lewontin (1985), “Evolution as Theory and Ideology,” Dialectical Biologist, Cambridge (Mass.): Harvard University Press içinde, s. 9-62
(Türkçe çevirisi: “Teori ve Đdeoloji Olarak Evrim”, Dünü ve Bugünüyle Evrim Teorisi, Đstanbul: Evrensel Basın Yayın, 2009, s. 80-123).
Lewontin, Richard (2007), Üçlü Sarmal: Gen, Organizma ve Çevre, Ankara: TÜBĐTAK
Popüler Bilim Kitapları.
Little, Daniel (1991), Varieties of Social Explanation: An Introduction to the Philosophy of Science, Boulder: Westview Press.
Mahner, Martin - Mario Bunge (2001), “Function and Functionalism: A Synthetic Perspective”, Philosophy of Science, sayı. 68, No. 1 (Mart), s. 75-94.
Manicas, Peter, (1987), A History and Philosophy of the Social Sciences, Oxford: Basic
Blackwell.
Marx, Karl (1975), Early Writings, translated by R. Livingstone, Harmondsworth: Penguin.
Marx, Karl (1976), Capital (vol. I), translated by B. Fowkes, Harmondsworth: Penguin.
Marx, K. - Engels, F. (1942), Selected Correspondences:1846-1895, New York: International Publishers.
Marx, Karl (1963), The Eighteenth Brumaire of Louis Fapoleon, New York: International Publishers.
Özel, Hüseyin (2001), “Đktisadi Analiz Tarihine Nasıl Yaklaşmak Gerekir?” H.Ü. Đktisadi ve Đdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 19, Sayı 2, 200K s. 19-38.
Özel, Hüseyin (2009), “Đktisat ve Sosyal Teoride ‘Görünmez El’ Eğretilemesi’, Amme
Đdaresi Dergisi, Cilt 42, Sayı 2, Haziran, s. 45-65.
Özel, Hüseyin (2010), “Görünmez El ve Adam Smith’in (Kötüye?) Kullanımı,” Görünmez Adam Smith, M. Kara - M. E. Aydınonat (der.), Đstanbul: Đletişim Yayınları,
s. 169-96.
Polanyi, Karl (1944), The Great Transformation: The Political and Economic Origins
of Our Time, New York: Rinehart & Co.
Rose, Steven (2009a), “Evrensel Darwinizm”, Dünü ve Bugünüyle Evrim Teorisi, Đstanbul: Evrensel Basın Yayın, s. 152-74.
26
Amme Đdaresi Dergisi, Cilt 44 Sayı 3
Rose, Steven (2009b), “Ultra-Darwinizm’in Ötesinde”, Dünü ve Bugünüyle Evrim Teorisi, Đstanbul: Evrensel Basın Yayın, s. 175-193.
Russell, Bertrand (1945), A History of Western Philosophy, New York: Simon and
Schuster.
Schumpeter, Joseph Alois (1954), History of Economic Analysis, ed. by E. B. Schumpeter, New York: Oxford University Press.
Schumpeter, Joseph Alois (2005), “Development,” Journal of Economic Literature, 43:
108-120.
Sober, Elliott (2009), Biyoloji Felsefesi, Ankara: Đmge Kitabevi.
Westfall Richard S. (1998), Modern Bilimin Oluşumu, Đsmail Hakkı Duru (çev.), Ankara: TÜBĐTAK yayınları.
Wilson, Edward O. (1975), Sociobiology: The Few Synthesis, Cambridge: Mass., Harvard University Press.
Ylikoski, Peter (1995), “The Invisible Hand and Science”, Science Studies, sayı 8, 1995,
s. 32-43;
Download