EPĠKARDĠYAL YAĞ DOKU KALINLIĞININ KORONER ARTER

advertisement
T.C.
TRAKYA ÜNĠVERSĠTESĠ
TIP FAKÜLTESĠ
KARDĠYOLOJĠ ANABĠLĠM DALI
Tez Yöneticisi
Doç. Dr. Yüksel AKSOY
EPĠKARDĠYAL YAĞ DOKU KALINLIĞININ
KORONER ARTER HASTALIĞI YAYGINLIĞI VE
LEZYON TĠPĠ ĠLE ĠLĠġKĠSĠ
(Uzmanlık Tezi)
Dr. Flora ÖZKALAYCI
EDİRNE – 2012
1
TEġEKKÜR
Eğitimim süresince bilgi ve deneyimimi
arttırmamda
yardımcı
olan
Anabilim
Dalı
Başkanı sayın Prof. Dr Kubilay ŞENEN’e,
tezimin yöneticiliğini yapan ve bu çalışmanın
hazırlık süresince katkılarını esirgemeyen değerli
hocam sayın
Doç. Dr. Yüksel AKSOY’a
teşekkür ederim. Yine eğitimim süresince mesleki
ve manevi anlamda yardımlarını esirgemeyen
sayın
Prof. Dr. Armağan ALTUN, Prof. Dr.
Yekta Gürlertop, Pof. Dr. Fatih ÖZÇELİK, Doç.
Dr. Meryem AKTOZ ve Doç. Dr. Ersan
TATLI’ya, tezimin hazırlanmasında katkısı olan
Halk Sağlığı Anabilim Dalı öğretim üyelerinden
sayın
Prof.
Gastroenteroloji
Dr.
Galip
Anabilim
EKUKLU’ya
Dalı
ve
öğretim
üyelerinden sayın Prof. Dr. Gülbin ÜNSAL’a en
içten teşekkürlerimi ve saygılarımı sunarım.
2
.
ĠÇĠNDEKĠLER
GĠRĠġ VE AMAÇ........................................................................................................... 1
GENEL BĠLGĠLER....................................................................................................... 3
ATEROSKLEROTĠK SÜREÇ VE ATEROSKLEROTĠK
KORONER ARTER HASTALIĞI ........................................................................ 3
EPĠKARDĠYAL YAĞ DOKU ..............................................................................11
GEREÇ VE YÖNTEMLER .....................................................................................15
BULGULAR ...................................................................................................................17
TARTIġMA ....................................................................................................................26
SONUÇLAR ...................................................................................................................31
ÖZET ................................................................................................................................33
SUMMARY ....................................................................................................................34
KAYNAKLAR...............................................................................................................35
EKLER
3
KISALTMALAR
ACC
: American Collage of Cardiology (Amerikan kardiyoloji topluluğu)
AF
: Atriyal fibrilasyon
AHA
: American Heart Association (Amerikan kalp derneği)
Cx
: Sirkumfleks koroner arter
DM
: Diabetes Mellitus
EF
: Ejeksiyon fraksiyonu
EKG
: Elektrokardiyografi
EKO
: Ekokardiyografi
ESC
: European Society of Cardiology
EYD
: Epikardiyal yağ doku
HDL
: High Dansity Lipoprotein
HT
: Hipertansiyon
KABG
: Koroner arter bypass greft
KAG
: Koroner anjiyografi
KAH
: Koroner arter hastalığı
LAD
: Sol anterior desenden arter
LDL
: Low dansity lipoprotein
MI
: Miyokart İnfarktüsü
PKG
: Perkutan koroner girişim
RCA
: Right coronary artery (Sağ koroner arter)
1
VF
: Ventriküler fibrilasyon
VKĠ
: Vücut kitle indeksi
VT
: Ventriküler taşikardi
2
GĠRĠġ VE AMAÇ
Koroner arter hastalığı gelişmiş toplumlarda morbidite ve mortalitenin en yaygın
nedenlerindendir. Günümüzde aterosklerotik koroner arter hastalığı için bilinen klasik risk
faktörleri dışında yeni risk faktörleri gündeme gelmiştir. Üzerinde çalışılan parametrelerden
birisi de epikardiyal yağ doku kalınlığıdır. Noninvazif yöntemlerle aterosklerotik koroner
arter hastalığının ciddiyeti ve prognozu belirlenebilirse, invazif girişimin neden olabileceği
komplikasyonlar da azaltılmış olur. Koroner anjiyografi gibi invazif işlemlerin ölüm, MI,
nörolojik olay ve defibrilasyon gerektiren ventriküler aritmi gibi hayatı tehdit edebilecek ciddi
komplikasyonları olabilmektedir (1). Dolayısı ile tanı aşamasında öncelik non-invazif tanı
yöntemlerinde olmalıdır. Koroner arter hastalığı risk faktörleri Ulusal Kolesterol Eğitim
Programı’nın (NCEP) 2001’de yayınlanan III.Yetişkin Tedavi Panelinde (ATP III);
hipertansiyon, sigara kullanımı, diyabetes mellitus, obezite, sedanter yaşam tarzı, aterojenik
diyet, trombojenik/hemostatik durum, yaş, erkek cinsiyet, düşük HDL kolesterol düzeyi
(HDL<40mg/dl), yüksek LDL kolesterol düzeyi (LDL≥130) ve ailede erken yaşta koroner
arter hastalığı öyküsü varlığı koroner arter hastalığı risk faktörleri olarak belirlenmiştir.
Koroner arter hastalığı multifaktöriyel ve patogenezi karışık bir hastalıktır. Bu nedenle
günümüzde koroner arter hastalığı etyolojisine yönelik araştırmalar arttıkça yeni risk
faktörleri saptanmaktadır. CRP, lipoprotein-a, homosistein düzeyleri, metabolik sendrom
bunlar arasındadır (2). Bu risk faktörlerine aynı zamanda koroner arter hastalığı varlığını
işaret eden belirteçler olarakta bakılabilir. Epikardiyal yağ dokusunun embriyonal gelişimde
visseral yağ dokusu ile ortak menşeyli olduğu bilinmektedir. Bu nedenle EYD kalınlığının
ateroskleroz riskini tahmin ettirebileceğini ileri süren çalışmalar yapılmaktadır. Bununla
1
birlikte EYD ve KAH arasındaki ilişkiler genotip ve fenotiple ilgili olarak toplumsal
değişiklikler gösterebilir.
Epikardiyal yağ dokusu kalınlık ölçümünün kardiyovasküler hastalık riski belirlemede
kullanılabilecek invaziv olmayan, hassas ve tekrarlanabilir bir yöntem olduğunu ve
epikardiyal yağ doku kalınlığındaki artışın, koroner aterosklerozun yaygınlığı ve lezyon
ciddiyeti ile önemli derecede ilişkili olduğunu gösteren çalışmalar dikkati çekmektedir.
Bölgemiz toplumunda EYD ile KAG arasındaki ilişkiyi gösterebilecek yeterli çalışma
bulunmamaktadır. Bu nedenle çalışmamızda öncelikle koroner ateroskleroz ciddiyeti ve
yaygınlığı ile epikardiyal yağ doku arasında ilişkinin irdelenmesi planlandı.
Koroner arter hastalığı ile obezite ve insülin direnci arasında bir ilişki olduğu bilinmektedir.
Diabetes mellitus patogenezinde; aşikar hiperglisemi tablosunun ortaya çıkmasından çok daha
önce insülin direncinin başladığı bilinmektedir. Kandaki yüksek insülin düzeyleri ateroskleroz
patogenezinde rolü vardır. Hastaların diyabet tanısı almadan önce, insülin direnci arttığı
dönemde tanınması hiperinsüleminin neden olduğu toksik etkilere ikincil gelişecek olan
aterogenez progresyonunu engellemek için bir fırsat olacaktır. Hiperisülinemi ile visseral
obezite arasındaki ilişki uzun zamandır bilinmektedir. Dolayısı ile aynı ilişkinin
ortakmenşeyliolmaları nedeniyle EYD ilede olabileceği düşünülerek çalışmamızda, EYD’nun
KAH arasındaki ilişkinin yanı sıra insülin direnci değerlerine ulaşılabilen az sayıdaki hastada,
insülin direncinin epikardiyal yağ dokusu kalınlığı ile arasındaki ilişki de araştırıldı.
2
GENEL BĠLGĠLER
ATEROSKLEROTĠK SÜREÇ VE ATEROSKLEROTĠK KORONER ARTER
HASTALIĞI
Tanım
Ateroskleroz, gelişmiş toplumlarda morbidite ve mortalitenin en önemli nedenidir.
Kardiyovasküler hastalıklar tüm dünyada epidemik olmaya başlamıştır. Genel tahminlere göre
2020 yılına kadar kardiyovasküler hastalıklar toplam hastalık yükünün önemli bir kısmını
oluşturacak ve Dünya Sağlık Örgütü’nün hazırladığı yaşamı kısıtlayan önde gelen nedenler
listesinde koroner kalp hastalığı birinci sırayı alacaktır (3). Koroner arter hastalığı lipidler,
makrofajlar, fibroblastlar, düz kas hücreleri, ve hücre dışı maddeleri değişik oranlarda içeren
intimal plak gelişimi ile sonlanan dinamik bir süreçtir. Ateroskleroz, endotelyal disfonksiyona
yol açarak arterlerin antitrombotik özelliğinin kaybolmasına neden olur (4). Aterosklerozdan
en fazla etkilenen arterler koroner arterler, internal karotis arterler ve abdominal aortadır, öte
yandan internal mammarian arter aterosklerozdan çok az etkilenir (2).
Patogenez ve Risk Faktörleri
Ateroskleroz, lokal vasküler hasar, inflamasyon, oksidatif stres ve vasküler
kalsifikasyonu içeren bir süreçtir. Bu sürecin ilk basamağı endotel hasarıdır. Endotel hasarını
lipid birikimi, trombosit ve lökosit adezyonu izlemektedir. Hasara uğramış endotel üzerine
adheze olan hücreler inflamatuar bir süreç başlatarak endotel hasarını daha da arttırır. Bu
süreç içerisinde hasarlı endotel hücreleri aktive olarak adezyon molekülleri eksprese ederler,
3
etrafa sitokinler, kemokinler ve endotel kaynaklı büyüme faktörleri salarak düz kas
hücrelerinde proliferasyona, inflamatuar yanıtın artışına neden olurlar (5). Salgılanan
kemotaktik maddeler monositlerin hasarlı alana göçüne yol açarlar. Hasarlı alana göç eden
monositler dokuya geçerek makrofajlara dönüşürler. Makrofajlar interlökin1-beta(IL-β),
tümör nekroz faktör-alfa (TNF-α) gibi sitokinler salgılayarak endotele daha çok LDL
geçmesine ve daha çok lökosit ve platelet göçüne neden olurlar. Makrofajlar okside LDL’yi
fagosite ederek köpük hücresine dönüşürler ve sitokinler, büyüme faktörleri, hidrolitik
enzimler ve prokoagulan maddeler salgılarlar. Sonuç olarak endotel disfonksiyonu, yani
endotelin kan ile damar duvarı arasındaki seçici geçirgen, antitrombotik ve antiagregan tabaka
olma
fonksiyonunu
sürdürememesi
durumu,
vazodilatasyon
ile
vazokonstriksyon,
protrombojenite ile trombojenite, atiproliferasyon ile proliferasyon arasındaki denge
bozukluğu ile sonuçlanır.
Endotel disfonksiyonu aterosklerozun belirlenebilen ilk basamağıdır. Erken evrede
yağlı çizgilenmeler (fatty streaks) ile başlayan ateroskleroz sürecini fibröz plak gelişimi izler.
Trombüs gelişimine yol açan fissür, ülserasyon, anevrizma gelişimi ve sekonder kalsifikasyon
gelişimi; bu plakların neden olduğu komplikasyonlardır. Bu komplikasyonlara bağlı olarak
damar cidarında daralma ile kronik ya da akut olarak uç organ perfüzyonu bozulur (4).
Koroner ateroskleroza bağlı gelişen koroner lümendeki daralma myokardın ihtiyaçsunum dengesini bozduğu taktirde iskemi ile sonuçlanır. Bu olay, akut olarak lümendeki
kısmi yada tam okluzyon nedeni ile olursa, stabil olmayan yani akut koroner sendromlardan
bahsedilir. Myokardın oksijen ihtiyacının arttığı durumlarda daralmış lümen ve/veya endotel
disfonksiyonu nedeni ile myokarda yeterince perfüzyon sağlanamadığı durumda ise stabil bir
süreç söz konusudur. Burada olay lümenin tıkanması değil; miyokarda ihtiyacı olan oksijenin,
koroner arterlerce, gerek yapısal gerekse fonksiyonel bozukluklar nedeni ile yeterince
karşılanamaması durumudur (6). Aterosklerozun patofizyolojisini bu şekilde açıkladıktan
sonra bu sürece neden olan ya da bu süreci hızlandıran risk faktörlerine değinelim.
Ateroskleroz risk faktörleri arasında başı hiperlipidemi çekmektedir, Lipid dışı risk
faktörleri arasında hipertansiyon, diabetes mellitus, obezite, metabolik sendrom, periferik
arter hastalığı, sigara içiciliği, sedanter yaşam tarzı sayılabilir. Bunlardan kısaca söz edelim.
Hiperlipidemi; total kolesterol(TK) veya düşük dansiteli lipoprotein kolesterol (LDLK) ile koroner arter hastalığı arasında anlamlı ilişki mevcuttur. Genel olarak LDL’deki %1’lik
artış KAH riskini %2-%3 artırmaktadır. Lipoproteinler kandaki trigliserid ve kolesterolün
4
taşınması için gerekli moleküllerdir. Trigliserid ve kolesterolden oluşan bir lipid çekirdeğe ve
bunları saran apolipoprotein denilen enzimatik işlemler için gerekli olan özelleşmiş proteinler
olan fosfolipidlere sahiptirler. Lipoproteinlerin beş ana ailesi vardır. Bunlar; çok düşük
dansiteli lipoproteinler (VLDL), orta dansiteli lipoproteinler (IDL), düşük dansiteli
lipoproteinler (LDL) ve yüksek dansiteli lipoproteinler (HDL) şeklinde gruplandırılır.
Koroner arter hastalığı riskini azaltmak için hedef LDL kolesterol düzeyi düşük, HDL
kolesterol düzeyini yüksek tutmak amaçlanmaktadır. Aterosklerozun patogenezinde bu
konudan ayrıntılı olarak bahsedilmişti.
Hipertansiyon; sistolik kan basıncının 140 mmHg, diyastolik kan basıncının 90 mmHg
üzerinde olması durumudur. Sistolik kan basıncı, diyastolik kan basıncı ya da nabız basıncına
göre koroner arter hastalığı gelişiminde daha güçlü bir risk faktörüdür. Sistolik kan
basıncındaki artışla uyumlu olarak risk de artar.
Diyabetes mellitus; tip-1 ve tip-2 diyabetes mellitus olarak sınıflandırılır. 2009 Türk
Endokrinoloji derneğince yayınlanan klavuza göre diyabetes mellitus insülin eksikliği ya da
insülin etkisindeki defektler nedeniyle organizmanın karbonhidrat, yağ ve proteinden
yeterince yararlanamadığı, kronik bir metabolizma hastalığıdır. Bu klavuza göre rastgele bir
zamanda ölçülen kan şekeri değerinin 200 mg/dl ve/veya 200 mg/dl üzerinde olması, yada 8
saatlik açlık sonrası kan şekeri düzeyinin 126 mg/dl ve/veya 126 mg/dl üzerinde olması
durumu diyabetes mellitus tanısı koydurur. Kontrolsüz diyabetten kaynaklanan hiperglisemi
akut komplikasyonları ölümle sonuçlanabileceği gibi, uzun dönemde gelişen kronik
komplikasyonları ile de yaşam kalitesini bozar. Daha önce latent veya sınırda diyabet diye
adlandırılan bozulmuş glukoz töleransı (IGT) ve bozulmuş açlık glukozu (IFG) prediyabetik
durum olarak tanımlanmakta ve kardiyovasküler mortaliteyle ilişkili bulunmaktadır (9).
Diyabetes mellituslu hastaların ölüm nedeninin başında koroner arter hastalığı gelmektedir.
Diyabet aterosklerotik lezyonun ilerlemesi için önemli bir prediktördür. Buna, aterosklerotik
lezyonun ilerlemesini hızlandırarak neden olur. Diyabetik hastalardaki aterosklerozun
ilerlemesi eşlik eden hipertansiyon, insülin direnci, hiperlipidemi ve obeziteye atfedilebilir.
Otopsi serilerinde diyabetik hastalarda, diyabetik olmayanlara göre daha fazla sayıda
etkilenmiş koroner, daha difüz yayılm gösteren ateroskleroz ve daha fazla hastalıklı sol
koroner arter saptanmıştır. Diyabetes mellitus lipoproteinlerin taşınma, kompozisyon, ve
metabolizmasındaki anormalliklerle ilişkilidir. Diyabetin mikrovasküler komplikasyonu olan
diyabetik nefropatinin bir sonucu olarak gelişen hipertansiyon koroner arter hastalığı için
5
diyabeti olmayan hipertansiflere nazaran daha fazla artmış riskle ilişkilidir. Dolayısı ile
diyabetik hastalardaki kan basıncı hedefi 130/80mmHg’nın altıdır. Hiperinsülinemi yine
özellikle tip 2 diyabette gördüğümüz bir durumdur. Lipid düzeyinde bozulma, plazminojen
aktivatör inhibitörünün yapımında artış ve aterosklerotik plağı oluşturan hücrelerin
proliferasyonunda artma ile ilişkili olup koroner arter hastalığı riskini anlamlı şekilde
artırmaktadır (8).
Obezite; koroner arter hastalığının önde gelen prediktörü olup, tüm nedenlere bağlı
mortaliteyi ve kardiyovasküler mortaliteyi artıran kolesterol, hipertansiyon ve glukoz
intoleransı ile ilişkilidir. Günümüzde obezite vicüt kitle indeksinin 30’un üzerinde olması
şeklinde tanımlanır. Birçok yaş grubunda VKİ ile dislipidemi arasında anlamlı ilişki
saptanmıştır. Vicütta yağın dağılımının total yağ miktarına kıyasla daha önemli bir prediktör
olduğu saptanmış olup android yağ dağılımı metabolik olarak daha aktif ve dislipidemi ile
daha yakın ilişkili olarak saptanmıştır. Obezite ve koroner arter hastalığı arasındaki ilişkiyi
bel/kalça oranı, VKİ’ne göre daha anlamlı şekilde tahmin ettirir. Abdominal obezitenin nedeni
visseral yağ birikimidir. Bu durumda abdominal ve visseral obezite aynı anlamda
kullanıladabilir. Visseral yağlanma vissera etrafında ve intraabdominal solid organlar
etrafında yağ birikmesi durumudur. Klinik pratikte visseral yağlanma bel çevresi yada
bel/kalça oranı gibi antropometrik ölçümler ile saptanır (10).
Yapılan çalışmalarda santral
obezitesi olan hastalar, koroner arter hastalığı açısından en yüksek risk grubundadırlar.
Obezitesi olan hastalarda KAH riskinin artmasının başka bir nedeni de obezitenin sol
ventrikül kitlesindeki artış ile olan korelasyonudur. Obezitesi olan ancak diyabeti olmayan
hastalarda sol ventrikül kitlesi bir miktar insülin direnci ve hiperinsülinemi ile ilişkilidir, buna
karşılık VKİ ve kan basıncı ile ilişkili değildir. Sol ventrikül kitlesinin de tek başına
kardiyovasküler mortaliteyle ilişkili olduğu bilinmektedir. Dolayısı ile obezite sol ventrikül
kitlesinde artışın sebeplerinden biri olmak kaydı ile de KAH riskini artırmaktadır. Santral
obezite metabolik sendromun bir parçasıdır ve artmış plazma trigliserid seviyesi ve azalmış
HDL kolestrol seviyesi ile karakterizedir (8).
Metabolik sendrom; alternatif olarak insülin rezistansı sendromu olarak bilinmektedir.
Santral obezite, hiperinsülinemi, glukoz intoleransı, düşük HDL kolesterol düzeyi, aterojenik
LDL oluşmasında artışı içeren enflematuar, protrombotik bir durumdur. Ulusal Kolesterol
Eğitim Programı (NCEP) Erişkin Tedavi Paneli III (ATP III) tarafından tanımlanan metabolik
sendrom tanı kriterlerine göre metabolik sendrom; abdominal obezite (kadın için bel
6
çevresi>88cm,erkek için bel çevresi>102cm), trigliserid düzeyinin>150mg/dl olması, HDL
kolesterol
düzeyinin
kadında<50mm/dl, erkekte <40mg/dl
olması,
kan basıncının
>130/85mmHg olması, açlık glukozunun>110mg/dl olması şeklindeki 5 kriterin 3 ve/veya
üzerinde kriteri karşılıyor olma durumudur(8). Avrupa kardiyolojinin 2011 yılında yayınladığı
dislipidemi klavuzunda obezite tanımı için bel çevresi Kafkas ırıkından erkelerde>94cm,
kadınlarda>80cm olarak tanımlanmıştır. İnsülin direnci diabetes mellitus, obezite,
hipertansiyon gibi birçok durumun gerek etyolojisi gerekse sonucu ile ilişkili bulunmuştur.
İnsülin direnci ve hiperinsülinemisi olan bireyler; obez olmasalar dahi trigliserid düzeyleri
yüksek, HDL kolesterol düzeyleri düşük ve kan basıncı düzeyleri daha yüksektir. İnsüline
karşı duyarlılık, normal glukoz toleranslı kişiler arasında bile geniş marjlı bir dağılım
göstermektedir dolayısı ile klinikte insülin direncinin kullanımının yeri henüz net değildir.
Sigara kullanımı; trombositleri aktive eder, kalp hızını ve kan basıncını yükselterek,
plak hasarını hızlandırır. Sigara içiciliği ve koroner arter hastalığı riski arasında güçlü bir doz
yanıt ilişkisi vardır(8).
Sedanter yaşam stili; artmış kardiyovasküler mortalite ile ilişkilidir. Sedanter yaşam
biçimi obezite, hipertansiyon, tip 2 DM ve hiperkolesterolemi ile ilişkilidir. Egzersiz; glukoz
toleransı ve insülin sensitivitesini düzeltir, kalbin oksijen metabolizmasını düzenleyerek,
koroner arter çapını artırır, kollateral gelişimini uyarır. Egzersiz koroner arter hastalığından
koruyucu etkisi olan HDL düzeyini arttırarak, ateroskleroz progresyonunu engellemiş olur(8).
Ateroskleroz ilerlemesinde rol alan yeni risk faktörleri konusunda halen araştırmalar
sürmekte olup bunlar arasında en bilinenleri; CRP, lipoprotein a, homosistein, fibrinojen,
myeloperoksidaz ve bitakım genetik risk faktörleridir. Yeni yapılan çalışmalar da epikardiyal
yağ doku kalınlığının risk sınıflandırılmasındaki yeri henüz belli değildir. Yine ölçüm tekniği
ile ilgili görüş birliği tam sağlanamamıştır.
Hastanın riskleri belirlendikten sonra koruma düzeyine göre risk modifikasyonu
yapılır. Başka bir ifadeyle kişilerde hipertansiyonun kontrolu, kan glukozu regulasyonu,
hiperlipideminin kontrolu için bir dizi davranışsal (diyet ve egzersiz konusunda destek)
değişim önerilmeli, optimum sonuç alınamaz ise farmakolojik terapiye başvurulmalıdır (8).
Tanı
Koroner arter hastalığını öngördüren birçok non-invaziv test vardır. Bunlar arasında;
myokard perfüzyon sintigrafisi, egzersiz stres testi, stres EKO sayılabilir. Son yıllarda klinikte
yaygın olarak kullanılan bu testlerin yanı sıra, carotis intima media kalınlığı, epikardiyal yağ
7
doku kalınlığı gibi henüz araştırma aşamasında olan yöntemler üzerinde çalışılmaktadır.
Koroner anjiyografi; koroner arter hastalığı tanısında hala altın standart yöntemdir.
Endikasyonları, olası yararları ve riskleri göz önünde bulundurularak kalifiye ve uzman
hekimlerce yapılması gereken bir işlemdir. Morbid obezite, ileri yaş, kadın cinsiyet, diyabet,
periferik arter hastalığı, sol ventrikül fonksiyonunun kötü olması, kullanılan kontrast ajanın
cinsi ve miktarı, girişim yeri gibi faktörler komplikasyon oranlarını etkileyebilmektedir.
Koroner anjiyografinin en sık karşılaşılan komplikasyonları %2-5 lik görülme oranı ile kateter
giriş yeri komplikasyonudur . Tanısının zor olması nedeniyle retroperitoneal kanama özellikle
tehlikeli olabilir (7). Koroner anjiyografi sırasında antikoagulan alan hastalarda vasküler
komplikasyon riski artar (12). Ölüm, MI veya kalıcı hasara neden olan serebrovasküler
olaylar gibi ciddi komplikasyonlar, %0.1-0.2 oranlarında görülmektedir. Miyokard infarktüsü
genellikle altta yatan ciddi patoloji nedeniyle katetere bağlı ostiyal hasar oluşmasına veya
embolizasyon riski olan kararsız plakların varlığına bağlı gelişir. İnme, kılıftaki veya
kateterdeki trombüslere, iliyak damarlar veya aorttaki plakların, aort kapağındaki kalsifik
plakların veya sol ventriküldeki trombüslerin yerlerinden ayrılmasına bağlı olarak gelişir.
Koroner anjiyografi ile ilişkili ölüm, inme, doğrudan MI veya kalp ve damar perforasyonu
sonucu gelişebileceği gibi kanama, böbrek fonksiyon bozukluğu gibi görece minör
komplikasyonlar sonucu, hastanede yatışı uzatan geç komplikasyonlara bağlı olarak da
gözlenebilir.
İşlem öncesi ve sonrasında vazovagal reaksiyonlara bağlı bradikardi ve hipotansiyon,
majör aritmiler (VF, VT, supraventriküler aritmiler) ve kontrast maddeye karşı aşırı duyarlılık
reaksiyonu oluşabilecek diğer komplikasyonlar arasında sayılabilir. Koroner anjiyografinin
göreceli kontrendikasyonları Tablo 1’de, işlem esnasında görülebilen komplikasyon sıklıkları
Tablo 2’de verilmiştir.
Tablo 1. Koroner anjiyografi için göreceli kontrendikasyonlar (1)
Böbrek yetmezliği
Kanama diyatezi veya aktif kanama
Ateş veya aktif infeksiyon
Aort kapak vejetasyonu
Anemi
Ciddi kontrast alerjisi
Metabolik anormallikler: hiperkalemi, hipokalemi
Digoksin toksisitesi
Kontrol altına alınamayan hipertansiyon
Dekompanse kalp yetersizliği
Kontrol altına alınamayan taşikardi
Tedavi edilmemiş yüksek dereceli kalp bloğu
8
Tablo 2. Koroner anjiyografi komplikasyon sıklığı (1)
Yüzde
Komplikasyon
Ölüm
0.11
Miyokard infarktüsü
0.05
İnme
0.07
Aritmi
0.38
Vasküler komplikasyonlar
0.43
Kontrast reaksiyonu
0.37
Hemodinamik komplikasyonlar
0.26
Kalp boşluğu perforasyonu
0.03
Diğer komplikasyonlar
0.28
Toplam
1.70
Dolayısı ile invaziv yönteme başvurmadan önce noninvaziv olarak hastayı
değerlendirmek sonrasında gerekiyorsa invaziv yöntemlere başvurmak, komplikasyon riskini
anlamlı olarak azaltacaktır.
Koroner arter hastalığı şüphesi olan hastalarda tanıya yönelik koroner anjiyografi
endikasyonları en son 2008 Avrupa Kardiyoloji derneği (European Society of Cardiology;
ESC) klavuzunda tanımlanmıştır. Bu endikasyonlar ve öneri seviyeleri aşağıdaki gibi
tanımlanmıştır.
Sınıf-I Öneriler;
- Şiddetli kararlı angina (Kanada Kardiyovasküler Derneği sınıflandırması: sınıf 3 ve
üzeri), özellikle semptomlar tıbbi tedaviye yeterli yanıt vermiyorsa, test öncesinde hastalık
olasılığı yüksek olan hastalar (Kanıt düzeyi B)
- Kardiyak arest geçirip sağ kalanlar (Kanıt düzeyi B)
- Ciddi ventriküler aritmileri olan hastalar (Kanıt düzeyi C)
- Daha önce miyokard revaskülarizasyonu (PKG, KABG) uygulanan, erken olarak orta
şiddette veya şiddetli angina pektoris yinelemesi görülen hastalar (Kanıt düzeyi C)
Sınıf IIa öneriler;
- İnvazif olmayan testlerde kesin tanıya yönelik bir sonuç alınamayan yada değişik
non-invaziv yöntemlerle çelişkili sonuçlar elde edilen, koroner hastalık riski orta-yüksek
düzeyde olan hastalar (Kanıt düzeyi C)
9
- Perkutan koroner girişimden sonra restenoz riski yüksek olan hastalar; PKG, prognoz
açısından önem taşıyan bir alana yapılmış olmalıdır (Kanıt düzeyi C)
Sonuç olarak koroner anjiyografi önemli bir kardiyolojik tanı yöntemi olup lezyonun
yerini, ciddiyetini ve ateroskleroz yaygınlığını belirlemede altın standart yöntemdir (12).
Amerikan Kardiyoloji Topluluğu ve Amerikan Kalp Cemiyeti (ACC/AHA)
klavuzunda koroner lezyonları, tip A, tip B ve tip C olarak sınıflandırmıştır (Tablo 3). Bu
sınıflama lezyonun girişim açısından uygunluğunu, başka bir değişle lezyonun kompleksliğini
belirlemek için önemlidir.
Tablo 3. Amerikan Kalp Cemiyeti’nin Koroner arter lezyon ciddiyeti sınıflaması (13)
Tip A Lezyonlar
Başarı oranı yüksek (>%85), düşük riskli
lezyonlar
Diskret (uzunluk<10mm)
Konsantrik
Kolay erişilebilir
Belirgin açılanma yok (<45 )
Keskin sınırlı
Kalsifikasyon yok yada sınırlı kalsifikasyon var
Tam tıkanıklık yok
Non-osteal yerleşim
Major dal tutulumu yok
Trombus yok
Tip B Lezyonlar
Orta derecede başarı oranları(%60-%85), orta
derecede risk
Tübüler (10-20mm uzunluğunda)
Eksantrik
Proksimal segmentte orta derecede totuozite
Orta derecede açılanma (45 -90 )
İrregüler sınırlı
Orta/ileri derecede kalsifikasyon
Osteal yerleşim
Bifurkasyon lezyonu
Çift klavuz tel
Birmiktar trombüs varlığı
3 aydan kısa süredir olan total okluzyon varlığı
Tip C Lezyonlar
Düşük derecede başarı oranları(<%60),yüksek
risk
Difüz (uzunluk>20mm)
Proksimal segmentte ileri derecede tortuozite
İleri derecede açılanma(açılanma>90 )
Olası girişimde major yandalın korunması
mümkün olmayan lezyonlar
Dejeneratif ven greftleri
3 ayın üzerinde total okluzyon varlığı
Uygulanacak prosedürün riskini tahmin etmek, akılcı kararlar vermenin anahtarı olup
koroner girişimde teknik ve klinik başarıya ulaşmanın yolu koroner arter hastalığı yaygınlığı
ve lezyonların ciddiyetini iyi analiz etmekten geçer. Girişim sırasında lezyonun ciddiyeti
arttıkça komplikasyon riski de artar (13) (Şekil 1).
10
ġekil 1.Tip C lezyon sıklığı ile komplikasyon görülme sıklığı arasındaki iliĢki (13)
EPĠKARDĠYAL YAĞ DOKU
Tanım
Epikardiyal yağ doku (EYD), kalbin visseral yağ dokusudur (14-18). Embriyogenez
sırasında kahverengi yağ dokudan köken alır. Erişkin kalbinde yoğun olarak atriyoventriküler
ve interventriküler oluklarda yer almasına rağmen her iki atriyum serbest yüzeyleri ve
appendiksler etrafında da görülür. Epikardiyal yağ doku visseral perikard ile myokardın
arasında kalan bölgedir (14,15). Bazen yağ dokunun bir kısmı epikardial yüzeyden miyokarda
koroner arter dallarının adventisiyasına uzanım gösterir. Epikardiyal yağ doku ve myokardı
birbirinden ayıran herhangi bir fasiya yoktur, dolayısıyla bu iki doku aynı mikrosirkülasyonu
paylaşırlar (19). Epikardiyal yağ dokunun iki uçlu bir görev spektrumu olup hem protektif
hemde inflamatuar süreçlerde rol alır (20). Epikardiyal yağ dokusunun ekokardiyografik
ölçümü ilk kez Iacobellis ve ark. tarafından tanımlanmıştır. Bu konuda çalışan araştırmacılar
ekokardiyografi ile çalıştıklarında genelde uzun ve kısa eksen görüntüleri üzerinden ölçümler
almışlardır. Ölçümler bazı araştırmacılarca sistolde bazılarınca diyastolde alınmış olup şu an
için kardiyak siklusun hangi evresinde ölçüm yapılacağı konusunda ortak bir görüş
oluşmamıştır.
11
Patofizyoloji
Epikardiyal yağ dokusunun fizyolojisi henüz tam anlamıyla aydınlatılabilmiş değildir.
Diğer visseral yağ depolarına göre epikardiyal yağ dokunun boyutu daha küçük olmasına
rağmen serbest yağ asiti depo edebilme ve sekresyon özelliği daha fazladır. Fizyolojik
koşullarda epikardiyal yağ dokusu; serbest yağ asidlerini absorbe ederek kalbi yüksek serbest
yağ asidi düzeylerine maruziyetten koruyan bir tampon gibi davranır. Ayrıca miyokardın
enerji ihtiyacı arttığında bir enerji deposu olarak da görev alabilir (21). Yine kahverengi yağ
dokudan köken aldığı düşünülürse, hipotermiye karşı da kalbi koruyucu özelliğinden
bahsedilmektedir (22). Epikardiyal yağ dokusu miyokardı dolaşımdaki yüksek yağ asidi
düzeylerine karşı olası toksik etkilerden koruyabildiği gibi koroner arterlere ve miyokardiyal
hücrelere zararlı olabilecek faktörler de üretebilir (20). Bu konuda yapılan çalışmalar
epikardiyal yağ dokunun çeşitli adipokinler salgılama özelliği olan biyoaktif bir organ
oduğunu göstermektedir. Tümor nekroz faktör alfa (TNF-α), monosit kemoreaktan protein-1
(MCP-1), interlökin-6, nöronal büyüme faktörü (NGF), resistin, visfatin, omentin, leptin,
plazminojen aktivatör inhibitör (PAI-1), anjotensinojen, gibi proinflamatuar ve proaterojenik
sitokinler salgıladığı gibi (23-28), adiponektin, adrenomedullin gibi anti-inlamatuar ve
antiaterojenik adipokinler de salgıladığı belirtilmektedir (29-32). Bütün bu verilere rağmen
epikardiyal yağ dokusunun proinflamatuar ve anti-inflamatuar etkileri arasındaki dengenin
nasıl sağlandığı konusu yeterince açık değildir. Epikardiyal yağ dokusu, lokal olarak etki
ederek proinflamatuar adipokinlerin, parakrin ya da vasokrin sekresyonu yoluyla koroner
arterde çeşitli değişikliklere neden olur (14). Plaklaların altında yatan aterojenik inflamasyon
nedeni ile epikardiyal yağ dokunun inflamatuar resiprokal inflamatuar siyaller verdiği
düşünülmektedir. Bölgesel iskemi komşu epikardiyal yağ dokusunu, oksidan sensitif
inflamatuar sinyallere karşı aktive edebilir. Epikardiyal yağ dokudaki inflamatuar hücreler
plak rüptürüne karşı gelişen cevabı yansıtabilir ve plak inflamasyonunun amplifikasyonuna ve
plak instabilitesine neden oluyormuş olabilir (23). Periadventisiyal epikardiyal yağ dokudan
parakrin yolla salgılanan sitokinler koronerlere difüzyon yolu ile geçerek koroner arterin
tabakaları arasındaki hücrelerle etkileşirler. İnflamatuar sitokinler epikardiyal yağ dokudan
direkt olarak vasa vasorumlara da salgılanarak vasokrin sinyalizasyon mekanizmaları ile arter
duvarıyla etkileşebilir (15). Ciddi ve stabil olmayan koroner arter hastalığında lokal olarak
epikardiyal yağ dokudan sentezlenen proinflanmatuar medyatörler, adiponektin ve
adrenomedullin gibi anti-inflamatuar ve protektif etkili sitokin sentezini baskılayabilirler (2912
32). Adiponektin inisülin direncini azaltır, anti-inflamatuar ve antiaterojenik etkileri
mevcuttur. Adrenomedullin potent bir vazodilatatör olup, anjiyojenik etkileri mevcuttur.
Epikardiyal yağ doku adiponektin ve adrenomedullin aracılığı ile mekanik ve metabolik strese
karşı koruyucu etki gösterebilir. Epikardiyal yağ dokusu biyoaktif moleküllerin kaynağı
olmasına rağmen, hala aktivitesinin kalınlığı ile ilişkili olup olmadığı belli değildir.
Epikardiyal yağ dokusunun ekokardiyografik değerlendirilmesi ilk kez Iacobellis tarafından
2003 yılında tanımlanmıştır. Epikardiyal yağ doku visseral perikard ile myokardın arasında
kalan bölgedir (14,15)(Şekil 2).
ġekil 2. Kırmızı kesikli çizgiler ile gösterilmiĢ ekolusen bölge epikardiyal yağ dokusu
olarak tanımlanmıĢtır (29)
Iacobellis ve ark. (33) epikardiyal yağ doku kalınlığını 1mm-23mm arasında
değiştiğini saptamışlardır. Yapılan ölçümlerde beyaz ırkta epikardiyal yağ doku ortalama
kalınlığı erkeklerde 7mm, kadınlarda 6,3mm olarak saptamıştır (34).
Visseral yağlanmayı; epikardiyal yağ doku kalınlığı, bel çevresi kalınlığına göre daha
doğru olarak göstermektedir. Bunun nedeni epikardiyal yağ dokusunun bel çevresi ölçümünde
olduğu gibi deri ve kas katmanlarından etkilenmemesidir. Epikardiyal yağ doku miktarı ile
sol ventrikül kitlesi ve fonksiyonları, visseral obezite, metabolik sendrom ve koroner arter
hastalığı arasındaki olası ilişki çeşitli çalışmalarda araştırılmıştır. Epikardiyal yağ doku
kalınlığı ile bu parametreler arasında anlamlı ilişki saptanmıştır.
13
Epikardiyal yağ dokusunun teşhisteki potansiyel kullanım alanları şu şekilde
özetlenebilir;
Aynı menşeyli olmaları da göz önünde bulundurulduğunda, visseral obezite göstergesi
olarak kullanılabileceği aşikardır (33).
Çeşitli çalışmalar metabolik sendromlu hastalarda ölçülen EYD kalınlığı, metabolik
sendromu olmayanlara göre artmış olarak saptanmıştır (33-42). Bu veriye dayanarak; EYD
kalınlığının, kardiyometabolik risk faktörleri ile korelasyon gösterdiği ileri sürülmüştür (33).
Artmış sol ventrkül kitlesi koroner arter hastalığı için bağımsız bir kardiyovasküler
risk faktörüdür ve çeşitli çalışmalarda artmış EYD kalınlığı ile de ilişkili olduğu gösterilmiştir
(38,39).
Epikardiyal yağ doku kalınlığının kadınlarda 7mm üzerinde olması subklinik
ateroskleroz ile ilişkili bulunmuştur (37,40). Yine kadınlarda epikardiyal yağdoku kalınlığının
4,5mm üzerindeki değerleri düşük koroner akım rezervleri ile ilişkili olmakla beraber erkek
hasta grubuyla ilgili yeterli veri yoktur (36). Koreli kadın ve erkek hastalardan oluşan bir
örneklem üzerinde yapılan ölçümlerde epikardiyal yağ doku kalınlığının 3mm ve üzerinde
olması koroner
arter hastalığı ile ilintili bulunmuştur. Bu veri; EYD kalınlığı ve KAH
arasındaki ilişkinin, etnisiteden de etkilenebileceğini göstermektedir. Aynı çalışmada
epikardiyal yağ doku kalınlığı koroner arter hastalığı olanlarda olmayanlara göre, unstabil
anginası olanlarda stabil anginası olanlara göre daha kalın olarak ölçülmüştür (41).
14
GEREÇ VE YÖNTEMLER
Çalışma, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilimdalında, 07/ 03/ 2011
ile 12/ 05/ 2011 arasında koroner anjiyografi endikasyonu alarak yatırılmış olan olguların
dosya kayıtları, ekokardiyografi ve koroner anjiyografi görüntüleri, geriye dönük olarak
tarandı. Bu çalışma 08/ 06/ 2011 tarih, 12/04 karar numarası, 2011/115 protokol numaralı
belge) Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Kurulu tarafından onaylandı (Ek-1).
ÇALIġMAYA DAHĠL EDĠLME KRĠTERLERĠ
1. Kardiyoloji polikliniğine başvurarak elektif olarak koroner anjiyografi endikasyonu
alan hastalar,
2. En az 72 saat öncesinde geçirilmiş koroner sendrom öyküsü olup, koroner anjiyografi
için fakültemize ileri tetkik amacıyla sevk edilmiş olan hastalar,
3. Optimal medikal tedaviye rağmen göğüs ağrısı tarifleyen hastalar
4. MPS’de iskemi saptanan hastalar,
5. Efor testi pozitif olan hastalar,
6. Non invazif yöntemlerle şüpheli iskemi saptanan hastalar,
ÇALIġMAYA DAHĠL EDĠLMEME KRĠTERLERĠ
1. Atriyal fibrilasyonu olan hastalar,
2. İlk 72 saat içerisinde girişim gerektiren akut koroner sendrom hastaları
3. Sol ana koroner arter lezyonu olan hastalar,
15
Olgulara ait dosya kayıtları, hastane Avicenna veri tabanı ve arşiv verileri kullanılarak,
olguların yaş, cinsiyet, hipertansiyon, diabetes mellitus, KAH yönünden aile öyküsü, sigara
kullanımı, EKG, lipid profili, üre ve kreatinin değerleri, kullandıkları ilaç verileri tarandı.
Ekokardiyografi laboratuvarından ayrıntılı EKO raporlarına ve görüntü kayıtlarına, KAG
laboratuvarından koroner arter lezyonlarının ayrıntılı dökümlerine ulaşıldı.
Hastaların ekokardiyografik incelemeleri Trakya Üniverisitesi Tıp Fakültesi
Kardiyoloji Anabilim Dalı Ekokardiyografi Laboratuvarı’nda EKO aleti (Vivid 7 Pro, General
Electric Medical Systems, Milwaukee, Wisconsin) kullanılarak gerçekleştirildi. İki boyutlu
ekokardiyografik incelemede; sistol sonu ve diyastol sonu görüntülerinden sağ ventrikül
serbest duvarı komşuluğundaki ekolusen alanın kalınlığı aort anulusuna perpendiküler olacak
şekilde hem sistolde hem diyastolde ölçüldü.
Olguların koroner arter hastalığı açısından değerlendirmesi Philips İntegris H 3000
(Eindhoven, The Netherlands) model anjiyografi cihazı ile yapıldı. Koroner arter lümen içi
darlık derecesinin %50 ve üzerinde olması klinik anlamlı darlık olarak değerlendirildi.
Tutulan koroner arterler lezyon tiplerine göre sınıflandırıldı. Bu sınıflamada ACC/AHA’nın
kriterleri kullanıldı. Olgular koroner arter hastalığı yaygınlığı açısından non kritik koroner
arter hastalığı, yan dal hastalığı, plaklı koroner arterler, normal koroner arterleri olan hastalar ,
tek damar, iki damar ve üç damar hastalığı olanlar şeklinde beş gruba ayrılarak
değerlendirildi.
Olguların kan analizleri, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Merkez Biyokimya
Laboratuvarı bünyesinde bulunan Siemens Advia 1800 otoanalizör (Siemens Healthcare
Diagnostics, Tarrytown NY) cihazı ve cihaza ait aynı marka kitlerle gerçekleştirildi. Hastalara
ait lipid düzeyleri, üre ve kreatinin değerleri incelendi. Hiperlipidemi; herhangi bir zamanda
LDL değerinin bir kez 160 mg/dl üzerinde saptanması olarak kabul edildi. İnsülin direnci
HOMA indeksi ile hesaplandı.
Hastaların bazal EKG verileri Nihon Kohden Cardiofax GEM ECG-9020K (Tokyo,
Japan) cihazı ile değerlendirildi. Normal sinüs ritmindeki hastalar çalışmaya dahil edildi.
Verilerin istatistiksel değerlendirilmesi Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığı
Bilgi İşlem Merkezi’ndeki S0064 Minitab Release 13 (Lisans No: wcp1331.00197) programı
kullanılarak yapılmıştır.
16
BULGULAR
Çalışmaya anjiyografi ve ekokardiyografi yapılmış olan 95 olgu dahil edildi. 33
hastanın koroner arterleri normal, 12 hastada nonkritik koroner arter hastalığı ve/veya yan dal
hastalığı saptandı. 50 hastada klinik olarak anlamlılık ifade eden koroner arter hastalığı
saptandı. Anlamlı daralma lümen içi daralmanın %50 üzerinde olması şeklinde kabul edildi.
Hiperlipidemi LDL değerinin herhangi bir zamanda 160mg/dl üzerinde olması yada hastaların
önceden statin tedavisi alıyor olmaları şeklinde tariflendi. Diabetes mellitus açlık kan
glukozunun iki kez üst üste 126mg/dl ve üzerinde, veya herhangi bir zamanda ölçülen kan
şekeri değeri 200mg/dl üzerinde olması yada oral antidiyabetik/insülin kullanıyor olmaları
şeklinde tanımlandı. Hipertansiyon iki kez yapılan ölçümlerde 140/90 mmHg üzerinde
saptanması şeklinde tariflendi. Kan insülin değerlerine ulaşılan hastalarda insülin direnci
(AKŞ X İnsülin)/405 formülüne göre hesaplandı. Türk Endokrinoloji Derneğinin
tanımlamasına göre HOMA indeksi 2,7 üzerindeki değerler anormal olarak kabul edildi.
Hastaların BMI’leri kilo/(boy)² şeklinde hesaplandı. Olguların 34’ü kadın,61’i erkek olup,
tüm olguların yaş ortalamaları 58,65±10,146 olarak saptandı (Tablo 4). 13 hastada tek damar,
12 hastada iki damar, 25 hastada üç damar hastalığı, 12 hastada non-kritik koroner arter
hastalığı ve /veya yan dal hastalığı ve 33 hastada normal koroner arterler saptandı.
Çalışmanın öncelikli amacı; tüm hastaların sistolik ve diyastolik epikardiyal yağ doku
kalınlığının, koroner arter hastalığı yaygınlığı ve lezyon kompleksliği ile arasında olan ilişkiyi
saptamaktı. Araştırmamızın ikincil sonlanım noktası; hastaların EYD-D ve EYD-S değerleri
ile bel çevresi, VKİ ve HOMA indexi, cinsiyet, yaş,aile öyküsü, HL arasındaki ilişkiydi. Veri
17
kontrolü yapıldıktan sonra biyoistatistiksel analize geçildi.Verilerin analizinde iki grup
karşılaştırmalarında t-testi, veriler normal dağılıma uymuyorsa nonparametrik t-testi (MannWhitney-U), üç veya daha fazla grup karşılaştırmalarında ANOVA kullanıldı. Eğer
gruplardan herhangi birisinde veriler normal dağılıma uymuyorsa nonparametrik ANOVA
(Kruskal-Wallis Testi) kullanıldı. Sürekli değişkenlerin karşılaştırılmasında parametrik
(pearson) korelasyon analizi kullanıldı. Tüm değerlendirmelerde p<0,05 istatistiksel düzeyde
önemli farklılık sınır olarak alındı.
Tablo 4. Olguların özellikleri (N:95)
Ort ± SS
n: olgu sayısı
58,65 ± 10,14
95
101,93 ± 10,36
95
4,19 ± 5,34
40
28,38 ± 4,09
41
EYD-S (mm)
7,14 ± 1,87
95
EYD-D (mm)
4,78 ± 1,61
95
YaĢ
Bel Çevresi (cm)
HOMA Ġndeksi (n:40)
Vicut
Kitle
Ġndeksi
(n:41)(km/m2)
Kadın olgu
34
Erkek olgu
61
Diabetik olgu
27
Sigara kullanan olgu sayısı
36
Aile öküsü mevcut olgular
15
Hipertansif olgular
70
Hiperlipidemi tanısı almıĢolgular
28
Veriler ortalama ± standart sapma olarak verildi
EYD-S: Sistolik epikardiyal yağ doku kalınlığı, EYD-D: Diyastolik epikardiyal yağ doku kalınlığı
Olgular tek damar, iki damar, üç damar nonkritik korner arterhastalığı ve/veya yan dal
hastalığı ve normal koroner arterlere sahip olan vakalar olarak beş gruba ayrıldı. Bu beş
grubun EYD-S ve EYD-D kalınlıkları arasında anlamlı farklılık olup olmadığı nonparametrik
ANOVA testi ile karşılaştırıldı. Epikardiyal yağ doku kalınlığının bu beş grup arasındaki
dağılımı aşağıdaki şekillerde gösterilmiştir (Şekil 3,4).
18
ġekil 3. Sistolik epikardiyal yağ doku kalınlığının gruplara göre dağılımı
ġekil 4. Diyastolik epikardiyal yağ doku kalınlığının gruplara göre dağılımı
19
Beş grup arasında sırasıyla sistolik ve diyastolik epikardiyal yağ doku kalınlığı
arasında fark saptanmadı (p: 0,457; p:0,331) (Tablo 5).
Tablo 5. Olgular arasında koroner arter hastalığı yaygınlığı ve epikardiyal yağ doku
sistolik ve diyastolik kalınlıkları
EYD-S
Normal
olgular
Tek damar
hastaları
Ġki damar
hastaları
Üç damar
hastaları
Nonkritik
Lezyonlar
Ort. ± SS
Ort. ± SS
Ort. ± SS
Ort. ± SS
Ort. ± SS
6,65±1,86
7,49±1,80
7,34±1,45
7,60±1,94
6,92±2,12
0,457
4,35±1,65
5,12±1,72
4,93±0,96
5,09±1,62
4,81±1,84
0,331
p*
(mm)
EYD-D
(mm)
Veriler ortalama ± standart sapma olarak verildi.
EYD-S: Epikardiyal yağ doku-sistolik kalınlığı, EYD-D: Epikardiyal yağ doku diyastolik kalınlığı.
*Nonparametrik ANOVA(Kruskall Wallis ANOVA).
Örneklemimiz kendi içinde kritik koroner arter hastalığı olan olgular ve normal
koroner arterlere sahip olan olgular olarak gruplandırılarak bu iki grup arasında sistolik ve
diyastolik epikardiyal yağdoku kalınlıkları karşılaştırıldı (Tablo 6). İki grup arasında EYD-S
kalınlığı kritik koroner arter lezyonu saptanmış grupta istatistiksel olarak anlamlı ölçüde
artmış saptandı ( p:0,042). Epikardiyal yağdokunun diyastol sonu kalınlığının kritik lezyon
varlığı ile ilişkisi bulunamadı (p:0,54).
Tablo 6. Kritik lezyonu olan hastalar ile, normal koroner arter hastaların epikardiyal
yağ doku sistolik ve diyastolik kalınlıkları arasındaki iliĢki
Normal olgular (n:33)
Kritik lezyonu olan olgular (n:50)
Ort. ± SS
Ort. ± SS
P
EYD-S(mm)
6,65 ± 1,86
7,51 ± 1,71
0,042*
EYD-D(mm)
4,35 ± 1,65
5,06 ± 1,49
0,054
Veriler ortalama ± standart sapma olarak verildi.
EYD-S: Epikardiyal yağ doku-sistolik kalınlığı, EYD-D: Epikardiyal yağ doku diyastolik kalınlığı.
*: Epikardiyal yağdoku sistolik kalınlığı kritik lezyonu olan olgularda anlamlı olarak artmış saptandı.
20
Normal koroner ve kritik koroner arter hastalığı saptanan olgulardan oluşan
gruplardaki EYD sistolik kalınlığı aşağıdaki grafikte şematize edilmiştir (Şekil 5).
ġekil 5. Sistolik epikardiyal yağ doku kalınlığının ciddi koroner arter hastalığı olan
olgular ve normal olgular arasındaki dağılımı
Kritik lezyon (damar lümeninde %50 üzerinde darlığa neden olan lezyon) saptanan
hastaların LAD, Cx, RCA daki lezyonların tipleri ile epikardiyal yağ doku kalınlıkları
arasında ilişki olup olmadığı araştırıldı. Buna göre; her üç damar için de lezyon tipi ile
epikardiyal yağ dokusu diyastolik ve sistolik kalınlıkları arasında istatistiksel olarak anlamlı
fark saptanmadı (Tablo7,8).
21
Tablo 7. Lezyon yeri ve tipine göre epikardiyal yağ doku diyastol sonu kalınlıkları
Tip A
Tip B
Tip C
p
LAD
5,05 ± 1,57(mm) 4,72 ± 0,98(mm) 5,07 ± 1,68(mm) 0,952
Cx
5,13 ± 1,32(mm) 5,58 ± 1,80(mm) 4,95 ± 1,49(mm) 0,835
RCA
4,43 ± 0,90(mm) 6,26 ± 1,74(mm) 5,02 ± 1,57(mm) 0,080
Veriler ortalama ± standart sapma olarak verildi.
LAD: Sol ön inen arter, Cx: Sirkumfleks arter, RCA: Sağ koroner arter.
Tablo 8. Lezyon yeri ve tipine göre epikardiyal yağ doku sistol sonu kalınlıkları
Tip A
Tip B
Tip C
p
LAD
7,63 ± 2,07(mm) 6,94 ± 0,96(mm) 7,67 ± 1,78(mm)
0,505
Cx
6,86 ± 1,68(mm) 8,06 ± 2,03(mm) 7,97 ± 1,78(mm)
0,170
RCA
7,08 ± 1,60(mm) 9,18 ± 1,27(mm) 7,29 ± 1,84(mm)
0,090
Veriler ortalama ± standart sapma olarak verildi.
LAD: Sol ön inen arter, Cx: Sirkumfleks arter, RCA: Sağ koroner arter.
Olguların diabet, hipertansiyon, hiperlipidemi, sigara kullanım öyküsü, aile öyküsü
olan ve olmayan olgular, ve cinsiyetine göre ortalama EYD-S ve EYD-D değerleri
nonparametrik t-testi (Mann Whitney Test) ile karşılaştırıldı (Tablo 9). İstatistiksel analizlere
göre hipertansiyon olan ve olmayan olgular arasında, epikardiyal yağ doku sistolik
kalınlığıarasındaki farklılık bakımından anlamlı ilişki saptanırken (p:0,037), cinsiyet, diabetes
mellitus, sigara kullanım öyküsü, aile öyküsü, hiperlipidemisi olan ve olmayan gruplar
arasında EYD-S ve EYD-D yağ doku kalınlıkları bakımından fark saptanmadı (Tablo 9).
22
Tablo 9. Olguların; diabet, hipertansiyon, hiperlipidemi,aile öyküsü varlığı,sigara
kullanımı ve cinsiyetine göre epikardiyal yağ doku kalınlığı ortalama
değerlerinin arasındaki iliĢki
Parametre
EAT-D
P
Ort. ± SS (mm)
KADIN
4,50±1,72
ERKEK
4,94±1,53
DM(+)
4,70±1,56
DM(-)
4,99±1,73
HT(+)
5,03±1,45
HT(-)
4,68±1,53
HL(+)
4,71±1,67
HL(-)
4,89±1,51
SĠGARA(+)
4,79±1,63
SĠGARA(-)
4,71±1,51
AĠLE(+)
4,35±1,65
AĠLE(-)
5,12±1,72
EAT-S
P
Ort. ± SS(mm)
0,262
6,77±2,10
0,174
7,35±1,70
0,570
6,91±1,90
0,093
7,70±1,70
0,432
7,81±1,52
0,037*
7,07±1,82
0,347
7,03±2,06
0,542
7,32±1,51
0,571
7,12±1,83
0,604
7,25±2,14
0,754
6,65±1,86
0,794
7,49±1,80
Veriler ortalama ± standart sapma olarak verildi.
DM: Diabetes mellitus, HT: Hipertansiyon, HL: Hiperlipidemi, EYD-D: Epikardiyal yağ doku diyastolik
kalınlığı, EYD-S: Epikardiyal yağ doku sistolik kalınlığı.
*hipertansif hasta grubunda EYD-S hipertansif olmayan gruba göre anlamlı olarak artmış saptandı.
Olguların epikardiyal sistolik ve diyastolik yağ doku kalınlıkları ile yaş, belçevresi,
HOMA indeksi, VKİ arasında anlamlı ilişki olup olmadığı pearson korelasyon analizi ile
araştırıldı (Tablo 10).
23
Tablo 10. Epikardiyal yağ doku sistolik ve diyastolik kalınlığı ile; vicut kitle
indeksi,belçevresi, yaĢ ve HOMA indeksi arasındaki iliĢki
EYD-S
EYD-D
r: 0,764
EYD-S (n:95)
r: 1
p: 0,000
r: 0,764
r: 1
EYD-D (n:95)
p: 0,000*
r: 0,289
r: 0,215
p: 0,005**
p: 0,037***
BEL
r: 0,055
r: 0,001
ÇEVRESĠ (n:95)
p: 0,599
p: 0,995
r: -,124
r: -,105
p: 0,446
p: 0,518
VKĠ
r: -,078
r: -,048
(n:41)
p: 0,629
p: 0,767
YAġ (n:95)
HOMA ĠNDEKSĠ (n:40)
VKĠ:Vücut kitle indeksi, EYD-S:epikardiyal yağ doku sistolik kalınlığı, EYD-D: Epikardiyal yağ doku
diyastolik kalınlığı.
*: Epikardiyal yağ doku diyastolik kalınlığı ile sistolik kalınlığı arasında güçlü pozitif korelasyon saptandı.
**: Epikardiyal yağ doku sistolik kalınlığı ile yaş arasında zayıf güçte pozitif korelasyon saptandı.
***:Epikardiyal yağ doku diyastolik kalınlığı ile yaş arasında zayıf güçte pozitif korelasyon saptandı.
Yapılan pearson korelasyon testi sonucunda epikardiyal yağ doku diyastolik kalınlığı
ile sistolik kalınlığı arasında güçlü, yaş ile arasında zayıf güçte korelasyon saptandı. Yine
EYD-D ile yaş arasında zayıf güçte korelasyon saptandı.
Son olarak EYD-S ve EYD-D kalınlıkları ile insülin direnci arasında anlamlı ilişki
olup olmadığı araştırıldı. Bunun için AKŞ ve insülin düzeylerine ulaşılabilinen olguların
HOMA indeksleri hesaplandı. HOMA indeksi 2,7 üzerinde olan grup (hiperinsülinemik grup)
19 olgudan, HOMA indeksi 2,7’nin altında hesaplanan grup (normoinsülinemik) 21 olgudan
oluşuyordu. Bu iki grup arasında EYD-D ve EYD-S kalınlıkları açısından anlamlı fark olup
24
olmadığı incelendi (Tablo 11) . Her iki grup arasında sırası ile diyastolik ve sistolik EYD
kalınlık farkı saptanmadı (p: 0,573; 0,348)
Tablo 11. Ġnsülin direnci olan (HOMA>2,7) ve olmayan gruplar arasındaki sistolik ve
diyastolik epikardiyal yağ doku kalınlıkları
HOMA indeksi > 2,7
HOMA ĠNDEKSĠ< 2,7
P
EYD-D(mm)
4,44 ± 1,52
4,85 ± 1,8
0,573
EYD-S(mm)
6,77 ± 1,80
7,43 ± 2,1
0,348
EYD-S: Epikardiyal yağ doku-sistolik kalınlığı, EYD-D: Epikardiyal yağ doku diyastolik kalınlığı
.
25
TARTIġMA
Koroner arter hastalığı için risk belirlenmesinde diğer birçok risk faktörünün yanı sıra
visseral obezite; majör risk faktörleri arasında yerini almaktadır. Visseral obezite total vücut
yağ miktarına göre koroner arter hastalığı riskini belirlemede daha yararlı saptanmıştır.
Visseral yağ dokusundaki artış hızlanmış ateroskleroz ile ilişkili bulunmuştur (43). İntra
abdominal yağ dokusundaki progresif artış karaciğer ve adipoz dokuda insülin direncine ve
bunun sonucu olarakta glukoz intoleransına, düşük HDL değerlerine, yükselmiş trigliserid
değerlerine ve hipertansiyona yol açmaktadır (44,45). Reaven (44) bu metabolik anomaliler
topluluğunu sendrom X, insülin rezistansının da etyolojide
ana rolü alması nedeni ile;
insülin rezistans sendromu olarak tanımlanmıştır (46). Visseral obeziteye yatkınlık oluşturan
faktörler arasında; beta-3 adrenerjik reseptör polimorfizmi ve etnisite gibi kalıtsal faktörlerin
yanı sıra, seks hormonlarındaki dengesizlikler, serumdaki serbest testosteron, growth hormon,
IGF-1, yüksek insülin düzeyleri, aşırı sükroz ve doymuş yağ asitlerinden zengin diyet ile
beslenme, fiziksel inaktivite ve yaş sayılabilir (10).
Çalışmamız epikardiyal yağ dokusunun visseral yağ dokusundan köken alması nedeni
ile, epikardiyal yağ doku kalınlığının koroner arter hastalığını tahmin ettirmede faydalı
olabileceği hipotezini araştırmaktadır. Çeşitli yöntemlerle yapılan araştırmaların çoğu bu
hipotezi desteklerken bir kısmı ise bu iki parametre arasında anlamlı ilişki bulamamıştır. Bu
ilişkinin çeşitli etnik gruplar arasında da farklılık gösterdiğinden bahsedilmiştir, öyleki kore
toplumundan alınan bir örneklemde EYD 3 mm ve üstünde olması koroner arter hastalığı ile
ilişkili bulunurken, Iacobellis ve ark. başka bir örneklem üzerinde EYD ortalama kalınlığının
26
kadın için 7mm, erkek için 6,3mm olarak saptamıştır (41,34). Başka bir çalışmada EYD
kalınlığının kadınlarda 7mm üzerinde olması subklinik ateroskleroz ile ilişkili bulunmuştur
(37,40). Benzer bir çalışmada da EYD kalınlığının 4,5 mm üzerindeki değerleri kadınlarda
düşük koroner akım rezervleri ile ilişkili bulunmuşken erkeklerde böyle bir ilişki net
gösterilememiştir (36). Bizim çalışmamızda Trakya bölgesinde yaşamakta olan olguların
verileri kullanılmıştır. Bu bölgenin balkan göçmenleri ve ülkenin doğusundan göç eden halkın
bir arada yaşadığı bir bölge olduğu göz önünde bulundurulduğunda; etnik açıdan karma bir
örneklemle karşı karşıya olduğumuz ortaya çıkmaktadır. Dolayısı ile etnik çeşitlilik arttıkça
normal aralık diye nitelendirdiğimiz aralık giderek açılacaktır. Çalışmada olguların etnik
kökenleri araştırılmamıştır bu nedenle etnisitenin istatistiksel değerlendirmeyi nasıl etkilediği
de bilinmemektedir.
Yapılan çalışmalarda sistolde ve diyastolde EYD ölçümü için kullanılan yöntemler
farklılık göstermektedir. Bazı araştırıcılar ekokardiyografi gibi daha araştırıcıya bağımlı
yöntemler seçerken, başka bir grupta çok kesitli bilgisayarlı tomografi gibi daha
araştırmacıdan bağımsız yöntemler tercih etmektedirler. Çalışmamızda ekokardiyografik
görüntüler üzerinden EYD ölçümü yapılmıştır.
Kliniğimizde
uygulanmaktadır.
ekokardiyografik
inceleme,
anjiyografi
öncesi
tüm
hastalara
Ekokardiyografi noninvazif, pratik ve ekonomik bir yöntemdir,
Radyoaktivite gibi istenmeyen etkileri yoktur. Ancak çok fazla inter ve/veya intraobserver
farklılık saptanmasından ötürü, EYD ölçümü amacıyla kullanımı rutine geçmemiştir.
Literatürde
epikardiyal
yağ
doku
kalınlığının
koroner
arter
hastalığı
ile
ilişkilendirilmesi daha fazla irdelenmeye gereksinim duymaktadır. Belkide araştırmalarımızda
dikkat edeceğimiz bir diğer nokta, en doğru ölçüm yöntemini bulmak ve araştırıcılar arası
ölçüm farklarını en aza idirebilmek olmalıdır.
Bizim çalışmamızın birincil amacı EYD kalınlığının öncelikli olarak KAH yaygınlığı
ve tipi arasındaki ilişkiyi araştırmaktı. Çalışmada, EYD sistolik ve diyastolik kalınlığı ile
koroner arter hastalığı yaygınlığı, lezyon tipi ve ciddiyeti arasında ilişki araştırıldı. Sonrasında
aynı parametrelerin HOMA indeksi, hipertansiyon, yaş, hiperlipidemi, diabetes mellitus, aile
öyküsü, sigara içiciliği gibi diğer koroner arter hastalığı risk faktörleri ile arasındaki ilişki
araştırıldı. Kliniğimize başvurmuş 95 hastanın geriye dönük verileri çalışmada kullanılmıştır.
27
Epikardiyal yağ doku sistolik ve diyastolik kalınlıkları ile hasta damar sayısı arasında
anlamlı ilişki saptanmamıştır. Yine ayrı ayrı koroner arterlerin lezyon tiplerine göre
gruplandırıldığında epikardiyal yağ doku sistolik ve diyastolik kalınlıkları tiplere göre
istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir. Olgular kritik koroner arter hastalığına
sahip olgular ve normal koronerlere sahip olgular şeklinde gruplandırıldığında, EYD sistolik
kalınlığı normal gruba göre, hasta grupta istatistiksel olarak anlamlı şekilde artmış
saptanmıştır. Bu sonuç; Roxana Djaberi ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmayı destekler
niteliktedir. Roxana Djaberi ve ark (49) yaptıkları çalışmada, çok dedektörlü bilgisayarlı
tomografi (MSBT) kullanarak EYD kalınlığı ve koroner ateroskleroz miktarlarını ölçtüler.
Ayrıca çalışmada; koroner arter kalsiyum skorlaması yapıldı. Hastalar normal, tıkayıcı
olmayan (lümen içi darlık %50 altında olan grup), tek damarda tıkayıcı olan (lümen içi darlık
%50 üstünde olan grup), sol ana koroner arterde tıkayıcı lezyonu olan ya da çok damar
tutulumu olan hastalar olarak gruplandırıldı. İstatistiksel analizler sonucunda EYD’ın koroner
arter hastalığı yaygınlığı ile anlamlı ilişki bulunmamasına rağmen koroner ateroskleroz varlığı
ile anlamlı oranda ilişkili olduğu saptandı. Benzer sonuçlara bizim çalışmamızda da ulaşıldı.
Matthew Janik ve ark. (48) koroner arter kalsiyum volumü (CAC) ve epikardiyal yağ
doku kalınlığının (EYD) pozitron emisyon tomografisi/bilgisayarlı tomografisi (PET/CT) ile
ölçülerek, koroner arter hastalığını tahmin ettirici özelliğini karşılaştırdıkları bir çalışmada;
EYD volumu total iskemiyi göstermede total CAC’a göre daha iyi korelasyon gösterdiği
saptadılar. Bizim hasta grubumuz, noninvaziv testlerde (MPS/efor testi) iskemi lehine bulgu
saptanması nedeni ile yada son 2 ay içerisinde tipik angina tariflemesi nedeni ile KAG
endikasyonu almış hastalar idi. Ancak bu hastalaın iskemi yaygınlığı bu çalışmada ayrıca
incelenmedi. Dolayısı ile EYD kalınlığı ve iskemi yaygınlığı arasındaki ilişki araştırılmadı.
Nicolas Alexopulosun ve ark (51). 2009’da yapmış olduğu bir çalışmada kardiyak
bilgisayarlı tomografik anjiyografi ile (kardiyak CT) saptanan koroner arterdeki aterosklerotik
plak tipi ile EYD arasındaki ilişki araştırıldı. Aterosklerotik yük, koroner arter kalsiyum
skorlamasına göre belirlendi. Bu çalışma sonucunda EYD volumü nonkalsifiye plaklarda ve
tıkayıcı lezyonlarda daha yüksek olarak ölçüldü. Bu durum EYD volümündeki artışın daha
çok stabil olmayan plaklarda gözlendiğini düşündürebilir. Bu fikri destekleyen başka bir
çalışmada Ahn SG ve ark (47) tarafından yapılmıştır. Bu çalışmada diğerlerinden farklı olarak
EYD kalınlık ölçümünde ekokardiyografi kullanılmıştır. Bu çalışmada akut koroner
sendromlu hastalarda EYD kalınlığının; stabil koroner arter hastalarına göre anlamlı olarak
28
artmış olduğu saptanmıştır. Epikardiyal yağ dokusunun vazomotor tonusta değişiklikler
yaptığı ve toksik parakrin etkileri aracılığı ile hassas plakta rüptürü tetiklediği
düşünülmektedir. Bu sonuç ileride koroner arter hastalığı yaygınlığı ve ciddiyetini tahmin
ettirmekten ziyade epikardiyal yağ dokunun akut koroner sendromlu hastalar ve stabil koroner
arter hastaları arasında da farklılık gösterebileceği, hatta hassas plak ve stabil plak ayrımında
non-kritik olarak değerlendirilen darlıkların akut koroner sendroma yol açabilme riskini
belirlemede yol gösterici olabileceği hipotezini akla getirebilir. Bilindiği üzere çoğunlukla
hassas plaklar, anlamlı darlık oluşturmayan lümenin %50’sinden azında obstrüksyona neden
olan plaklardır. Bizim çalışmamızda ise, 72 saat içerisinde girişim gerektiren akut koroner
sendromlu hastalar çalışmanın dışında bırakıldı. Bunun nedeni EYD kalılığının, geleneksel
risk faktörleri gibi akut olay olmaksızın koroner arter hastalığı olasılığı ile ilgili klinisyene
önceden bir fikir verip veremeyeceği konusunu araştırmaktı. Epikardiyal yağ doku endokrin
bir iç organ gibi olup, hem proinflamatuar hem de antiinflamatuar maddeler salgılamaktadır.
Dolayısı ile akut inflamatuar reaksiyona yanıt olarak mı görev aldığı, yoksa bizzat inflamatuar
yanıta kendisinin mi neden olduğu sorusunun cevabı henüz netleşmiş değildir. Bu nedenle;
akut enflematuar durumdaki patofizyolojiyi ekarte etmek amacıyla, stabil koroner arter
hastalığı olan hastalar çalışmaya dahil edildi.
Çalışmadaki olgu sayısı, örneklemin alt gruplara de bölündüğü göz önünde
bulundurulduğunda yetersiz olup, daha sağlıklı istatistiksel analizler için daha büyük vaka
sayıları üzerinden yapılan çalışmalara ihtiyaç vardır. Araştıdığımız örneklemde; EYD-S
kalınlığının kritik lezyon varlığında istatistiksel olarak anlamlı şekilde artmış olduğu
gösterildi. Ancak EYD-S ve EYD-D’nin lezyon yaygınlığı ve tipi ile ilişkisi saptanmadı.
Olguların diabet, hiperlipidemi, sigara kullanım öyküsü, aile öyküsü ve hipertansiyon
varlığı ve cinsiyetine göre ortalama EYD-S ve EYD-D kalınlıkları arasındaki ilişki araştırıldı.
N.Bettencourt ve ark (50) tarafından 2010 yılında yayınlanan başka bir çalışmada MSBT ile
saptanan aterosklerotik yük ile abdominal yağ doku ve EYD’ın ilişkisi araştırıldı. Bu
çalışmada EYD hacmi ile kadın cinsiyet, yaş, VKİ, bel çevresi, abdominal visseral yağ doku
ve aterosklerotik yük ile doğrudan ilişkili saptandı. Koroner arter kalsifikasyon skorlamasına
göre değerlendirme yapıldığında; EYD hacmi, abdominal yağ dokudan bağımsız olarak
aterosklerotik yük ile ilişkili tespit edildi. Kendi çalışmamızda ise hipertansif hastalarda EYDS kalınlığı hipertansif olmayanlara göre anlamlı olarak artmış saptandı. Bunun dışında,
cinsiyet, DM, HL, sigara kullanıcısı olmanın, aile öküsü varlığının EYD-S ve EYD-D ile
29
ilişkisi saptanmadı. Beklenenin aksine EYD kalınlığının HL ve DM ile ilişkisiz oluşunun
nedeni, hastaların önemli bir kısmının hiperlipidemi ve DM tanısını önceden alarak lipid
düşürücü ve antidiabetik tedavi alıyor olmaları olabilir. Olguların bel çevresi, VKİ, yaş ve
HOMA indeksi ile EYD sistolik ve diyastolik kalınlıkları arasında korelasyona bakıldı. Yaş
ile diyastolik ve sistolik yağ doku kalınlıkları arasında pozitif yönde korelasyon saptandı.
Diğer parametrelerle anlamlı korelasyon gösterilemedi. Literatürde VKİ, HOMA indeksi ve
bel çevresi ile EYD kalınlığının pozitif korelasyonu saptanmıştır, bunun yanı sıra epikardiyal
yağ dokunun TNF alfa, IL-6 gibi proinflamatuar sitokin sekresyonuna neden olduğu
düşünülürse, bu medyatörler üzerinden insülin direncini arttıracağı akla gelmektedir.
Çalışmamızda insülin ve açlık kan şekerine ulaşılabilinen hastaların insülin dirençleri
hesaplandı. Düşünülenin aksine epikardiyal yağ doku kalınlığı artmış vakaların HOMA
indekslerinde anlamlı yükseklik saptanmadı. Bu durum ekokardiyografide yapılan ölçümlerin
epikardiyal yağ doku hakkında sınırlı bilgi vermesi, kalbin tümünü çevreleyen yağ dokuyu
ölçmekte yetersiz kalması olabilir. Bundan önce yapılan çalışmalarda ekokardiyografi
dışında; kardiyak manyetik rezonans görüntüleme, multislice BT, pozitron emisyon
sintigrafisi gibi yöntemler kullanılmış olup bu yöntemlerle yapılan ölçümlerde EYD kalınlığı
ve KAH arasında ilişki saptanmıştır. Olgularımız retrospektif olarak tarandıkları için
ölçümlerimiz
ancak
ekokardiyografik
görüntü
kayıtları
üzerinden
alınabilmiştir,
ekokardiyografik inceleme diğer görüntüleme yöntemlerine göre daha subjektif ve kişiye
bağımlı bir yöntemdir. İncelemenin diğer sınırlılıkları arasında hastaların bir kısmının insülin
değerlerine ulaşılamaması dolayısı ile az sayıda hasta grubunda HOMA indeksinin diğer
parametrelerle olan ilişkisine bakılmasıydı. Dolayısı ile HOMA indeksi ile EYD kalınlığı
arasındaki ilişkiyi sağlıklı değerlendirebilmek için daha fazla olguya ve daha objektif ölçüm
tekniklerine ihtiyaç vardır.
Epikardiyal yağ dokusunun koroner arter hastalığı etyopatogenezindeki rolü, hala net
olmayıp, klinik araştırmalara ek olarak biyokimyasal ve genetik araştırmalara da ihtiyaç
duyulmaktadır. Bu çalışma her ne kadar sonuçları itibari ile epikardiyal yağ doku kalınlığı ve
koroner arter hastalığı yaygınlığı ve tipi arasında anlamlı ilişki saptamamış olsa da bunun aksi
sonucu olan büyük vaka sayılarına sahip bir çok çalışma vardır. Epikardiyal yağ doku
kalınlığı ve KAH arasındaki ilişkinin saptanması yeterli sayıda hasta örneklemi üzerinden
yapılacak daha fazla araştırma gerektirmektedir.
30
SONUÇLAR
Trakya üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji kliniğimizde koroner anjiyografi yapılan
95 olgunun dahil edildiği çalışmada, tüm hastaların ekokardiyografik görüntü kayıtları geriye
dönük olarak dosya verileri ile beraber tarandı. Görüntü kayıtları üzerinden sistol sonu ve
diyastol sonu epikardiyal yağ doku kalınlıkları ölçüldü. Sonrasında hastalar
üç damar
lezyonu, iki damar lezyonu, tek damar lezyonu olan gruplar ile, ciddi olmayan koroner arter
hastalığı ve normal koroner arter saptanan hasta grupları birbirleri arasında EYD kalınlığı
açısından karşılaştırıldı. Bu karşılaştırma sonucunda;
1- Epikardiyal yağ doku kalınlığı ile koroner arter hastalığı yaygınlığı arasında
anlamlı ilişki bulunamadı.
2- Koroner arter hastalığı saptanan grupta tutulan damarlardaki lezyonun tipi ile EYD
kalınlığı arasında da istatistiksel olarak anlamlılık ifade eden ilişki bulunamadı.
3- Klinik olarak anlamlılık ifade eden koroner arter hastalığı olan olgularda, normal
olgularla karşılaştırıldığında sistolik EYD kalınlığı istatistiksel olarak anlamlı
ölçüde artmıştı.
4- Epikardiyal yağ doku sistolik ve diyastolik kalınlıkları ve yaş arasında pozitif
korelasyon saptandı.
5- Epikardiyal yağ doku sistolik kalınlığı ile hipertansiyon varlığı arasında anlamlı
ilişki saptandı.
6- Olguların bel çevresi, VKİ, HOMA indeksi ile EYD sistolik ve diyastolik
kalınlıkları arasında anlamlı korelasyon saptanmadı.
31
7- Ekokardiyografide elde edilen ölçümlerin araştırmacılar arasında farklılık
gösterdiği de göz önünde bulundurulduğunda, koroner arter hastalığı yaygınlığı ve
lezyon tipini tahmin ettirmede; EYD ölçümü rutin kullanımda pratik bir yöntem
gibi görünmemektedir.
32
ÖZET
Önceki çalışmalarda koroner arter hastalığı ile epikardiyal yağ doku arasında ilişki
saptanmış olup, epikardiyal yağ dokunun koroner arter hastalığı yaygınlığı ve kompleksliği
üzerine etkisi yeterince irdelenmemiştir. Çalışmamızdaki amaç koroner arter hastalığı
yaygınlığı ve lezyon tipi üzerinde epikardiyal yağ doku kalınlığının etkisini araştırmaktır.
Kliniğimize elektif koroner anjiyografi amaçlı yatırılmış olan hastaların geriye dönük
olarak ekokardiyografik ve koroner anjiyografik görüntü kayıtları üzerinden ölçümler alındı.
Geleneksel risk faktörleri açısından dosyaları tarandı.
Sistol ve diyastol sonunda ölçülen epikardiyal yağ doku kalınlığının koroner arter
lezyon yaygınlığı ve tipi ile ilişkisiz, ciddiyeti ile sistolik kalınlığın ilişkili olduğu saptandı.
Vicut kitle indeksi, bel çevresi, HOMA indeksi ile epikardiyal yağ doku kalınlık
ölçümleri arasında herhangi bir korelasyon saptanmadı.
Sonuçların,
vaka
sayısı
bazında
değerlendirildiğinde;
istatistiksel anlamlılık
arzedebilmesi için daha geniş ölçekli hasta gruplarında yapılacak çalışmalara ihtiyaç vardır.
Anahtar kelimeler: Epikardiyal yağ doku kalınlığı, koroner ateroskleroz yaygınlığı,
koroner arter lezyon tipi, insülin rezistansı, HOMA indeksi.
33
THE RELATIONSHIP BETWEEN EPICARDIAL ADIPOSE TISSUE
THICKNESS, CORONARY ARTERY DISEASE EXTENSITY AND
LESION TYPE
SUMMARY
Evaluation in previous studies has been made upon the relation of epicardial adipose
tissue thickness with coronary artery disease. There is still need for further investigations
about this subject, so we aimed to interrogate the relation of epicardial adipose tissue
thickness to coronary artery lesion extensity and lesion severity. We assesed 70 patients who
underwent coronary angiography at our clinic. We eveluated the angiographyc and
echocardiographyc images, and file data retrospectively.
Through anlaysing all these data, we demonstrated no relations between epicardial
adipose tissue thickness and coronary atherosclerosis extensity. Thus, in the statistical
analyses there were no data found supporting a relation between epicardial adipose tissue and
coronary artery lesion type. However there is staticaly suggestive relation between systolic
epicardial adipose tissue and lesion severity. There were no staticaly suggestive relation
between epicardial adipose tissue, HOMA index waist circumference and body mass index.
There need to be more studies conducted.
Key words: Epicardial adipose tissue thickness, coronary atherosclerosis extensity,
coronary artery lesion type, insulin resistance, HOMA index.
34
KAYNAKLAR
1. Noto TJ, Johnson LW, Krone R, Weaver WF, Clark DA, Kramer JR et al. Cardiac
catheterization 1990: a report of the Registry of the Society for Cardiac Angiography and
Interventions (SCA&I). Cathet Cardiovasc Diagn 1991; 24(2): 75-83.
2. Murphy JG, Lloyd MA. Mayo Clinic Cardiology Concise Textbook.3rd Ed. Rochester,
Minnesota: Mayo Clinic Scientific press, 2005 p. 687-781.
3. Braunwald E, Fauci AS, Kasper DL, Hauser SL, Longo DL, Jameson JL. Harrison’s
Principles of Internal Medicine, 15th Ed. New York: McGraw Hill Co, 2001.p. 1377- 87.
4. Gimbrone MA Jr. Vascular endothelium, hemodynamic forces and atherosclerosis. Am J
Pathol 1999; 155:1-5.
5. Murphy JG, Mayo clinic Cardiology review. The Endothelium. 2nd Ed. Rochester,
Minnesota: Mayo Clinic Scientific pres, 2003.p.99-106.
6. Krishnaswamy A, Kapadia SR. Kararlı angina(çeviri: H.Aksoy). Atalar E (Editör).
Kardiyovasküler Hastalıklar El Kitabın’da. Üçüncü basım. Ankara: Güneş Kitabevleri;
2010.s.77.
7. Kaminski MA, Dislipidemi (çeviri: C. Şabanov). Atalar E.üçüncü basım, Kardiyovasküler
Hastalıklar El Kitabın’da. Ankara:Güneş Kitabevleri; 2010.s.564-77.
8. Grasso AW, Lipid dışı kardiyovasküler risk faktörleri (çeviri: C. Şabanoc). Atalar E.
Üçüncü basım, Kardiyovasküler Hastalıklar El Kitabın’da. Ankara: Güneş
kitabevleri;2010.s. 578-96.
9. Diabetes mellitus çalışma grubu.beşinci basım. Diabetes mellitus ve komlikasyonları tanı,
tedavi ve izlem klavuzu-2011. Türkiye endokrinoloji ve metabolizma derneği.Ankara.
2011. s. 15.
35
10. Hamdy O, Porramatikul S, Ozairi EA. Metabolic obesity: The paradox between visceral
and subcutaneous fat. Current Diabetes Reviews, 2006 2(2):3.
11. Sreeram S, Lumsden AB, Miller JS, Salam AA, Dodson TF, Smith RB. Retroperitoneal
hematoma following femoral arterial catheterization: a serious and often fatal
complication. Am Surg 1993; 59(2): 94-8.
12. Omoigui NA, Califf RM, Pieper K, Keeler G, O'Hanesian MA, Berdan LG et al. Peripheral
vascular complications in the Coronary Angioplasty Versus Excisional Atherectomy Trial
(CAVEYD-I). J Am Coll Cardiol 1995; 26(4): 922-30.
13. Classification of Coronary Lesions, Department of Medicine (Cardiology), Barnes-Jewish
Hospital, Washington University in St. Louis, St. Louis, MO, USA.2003.
14. Iacobellis G, Corradi D, Sharma AM. Epicardial adipose tissue: anatomic, biomolecular
and clinical relationships with the heart. Nat Clin Pract Cardiovasc Med 2005; 2(10): 53643.
15. Sacks HS, Fain JN. Human epicardial adipose tissue: a review. Am Heart J 2007; 153(6):
907-17.
16. Rabkin RW. Epicardial fat: properties, function and relationship to obesity. Obesity Rev
2007; 8(3): 253-61.
17. Reiner L, Mazzoleni A, Rodriguez FL. Statistical analysis of the epicardial fat weight in
human hearts. AMA Arch Pathol 1955; 60(4): 369-73.
18. Schejbal V. Epicardial fatty tissue of the right ventricle: morphology, morphometry and
functional significance. Pneumologie 1989; 43(9): 490-9.
19. Iacobellis G, Willens HJ, Echocardiographic epicardial fat:A review of research anc
clinical applications. J Am Soc Echocardiogr 2009; 22(12): 1311-9.
20. Iacobellis G, Barbaro G. The double role of epicardial adipose tissue as proand antiinflammatory organ. Horm Metab Res 2008; 40(7): 442-5.
21. Marchington JM, Pond CM. Site specific properties of pericardial and epicardial adipose
tissue: the effects of insulin and high-fat feeding on lipogenesis and the incorporation of
fatty acids in vivo. Int J Obesity 1990; 14(12): 1013-22.
22. Sacks HS, Fain JN, Holman B, Cheema P, Chary A, Parks F et al. Uncoupling protein-1
and related mRNAs in human epicardial and other adipose tissues: epicardial fat
functioning as brown fat. J Clin Endocrinol Metab 2009; 94(9): 3611.
23. Mazurek T, Zhang L, Zalewski A, Mannion JD, Diehl JT, Arafat H et al. Human epicardial
adipose tissue is a source of inflammatory mediators. Circulation 2003; 108(20): 2460-6.
24. Baker AR, Silva NF, Quinn DW, Harte AL, Pagano D, Bonser RS et al. Human epicardial
adipose tissue expresses a pathogenic profile of adipocytokines in patients with
cardiovascular disease. Cardiovasc Diabetol 2006; 13(5):1.
36
25. Chaldakov GN, Fiore M, Stankulov IS, Manni L, Hristova MG, Antonelli A et al.
Neurotrophin presence in human coronary atherosclerosis and metabolic syndrome: a role
for NGF and BDNF in cardiovascular disease? Prog Brain Res 2004; 146: 279-89.
26. Kremen J, Dolinkova M, Krajickova J, Blaha J, Anderlova K, Lacinova Z et al. Increased
subcutaneous and epicardial adipose tissue production of proinflammatory cytokines in
cardiac surgery patients: possible role in postoperative insulin resistance. J Clin Endocrinol
Metab 2006; 91: 4620-7.
27. Cheng KH, Chu CS, Lee KT, Lin TH, Hsieh CC, Chiu CC et al. Adipocytokines and
proinflammatory mediators from abdominal and epicardial adipose tissue in patients with
coronary artery disease. Int J Obes (Lond) 2008; 32(2): 268-74.
28. Fain JN, Sacks HS, Buehrer B, Bahouth SW, Garrett E, Wolf RY et al. Identification of
omentin mRNA in human epicardial adipose tissue: comparison to omentin in
subcutaneous, internal mammary artery periadventitial and visceral abdominal depots. Int J
Obes (Lond) 2008; 32(5): 810-5.
29. Iacobellis G, Pistilli D, Gucciardo M, Leonetti F, Miraldi F, Brancaccio G et al.
Adiponectin expression in human epicardial adipose tissue in vivo is lower in patients with
coronary artery disease. Cytokine 2005; 29(6): 251-5.
30. Iacobellis G, di Gioia CR, Cotesta D, Petramala L, Travaglini C, De Santis V et al.
Epicardial adipose tissue adiponectin expression is related to intracoronary adiponectin
levels. Horm Metab Res 2009; 41(3): 227-31.
31. Silaghi A, Achard V, Paulmyer-Lacroix O, Scridon T, Tassistro V, Duncea I et al.
Expression of adrenomedullin in human epicardial adipose tissue: role of coronary status.
Am J Physiol Endocrinol Metab 2007; 293: 1443-50.
32. Iacobellis G, Gioia CR, Di Vito M, Petramala L, Cotesta D, De Santis Vet al. Epicardial
adipose tissue and intracoronary adrenomedullin levels in coronary artery disease. Horm
Metab Research 2009; 41(12): 855-60.
33. Iacobellis G, Willens HJ, Barbaro G, Sharma AM. threshold values of highrisk
echocardiographic epicardial fat thickness. Obesity (Silver Spring) 2008; 16(4): 887-92.
34. Jeong JW, Jeong MH, Yun KH, Oh SK, Park EM, Kim YK. Echocardiographic epicardial
fat thickness and coronary artery disease. Circ J 2007; 71(4): 536-9.
35. Iacobellis G, Assael F, Ribaudo MC, Zappaterreno A, Alessi G, Di Mario U et al.
Epicardial fat from echocardiography: a new method for visceral adipose tissue prediction.
Obesity 2003;45: 304-10.
36. Sade LE, Eroglu S, Bozbasx H, Ozbic¸er S, Hayran M, Haberal A et al. Relation between
epicardial fat thickness and coronary flow reserve in womenwith chest pain and
angiographically normal coronary arteries. Atherosclerosis 2009; 204(2): 580-5.
37. Natale F, Tedesco MA, Mocerino R, de Simone V, Di Marco GM,Aronne L et al. Visceral
adiposity and arterial stiffness: echocardiographic epicardial fat thickness reflects, better
37
than waist circumference, carotid arterial stiffness in a large population of hypertensives.
Eur J Echocardiogr 2009; 10: 549-55.
38. Iacobellis G, Ribaudo MC, Zappaterreno A, Iannucci CV, Leonetti F. Relation between
epicardial adipose tissue and left ventricular mass. Am J Cardiol 2004; 94(8): 1084-7.
39. Iacobellis G, Pond CM, Sharma AM. Different ‘‘weight’’ of cardiac and general adiposity
in predicting left ventricle morphology. Obesity (Silver Spring) 2006; 14(10): 1679-84.
40. Eroglu S, Sade LE, Yildirir A, Bal U, Ozbicer S, Ozgul AS et al. Epicardial adipose tissue
thickness by echocardiography is a marker for the presence and severity of coronary artery
disease. Nutr Metab Cardiovasc Dis 2009; 19(3): 211-7.
41. Ahn SG, Lim HS, Joe DY, Kang SJ, Choi BJ, Choi SY. Relationship of epicardial adipose
tissue by echocardiography to coronary artery disease. Heart 2008; 94(3): 7.
42. Iacobellis G, Ribaudo MC, Assael F, Vecci E, Tiberti C, Zappaterreno A et al.
Echocardiographic epicardial adipose tissue is related to anthropometric and clinical
parameters of metabolic syndrome: a new indicator of cardiovascular risk. J Clin
Endocrinol Metab 2003; 88(11): 5163-8.
43. Lakka TA, Lakka HM, Salonen R et al. Abdominal obesity associated with accelerated
progression of carotid atherosclerosis in men. Atherosclerosis 2001; 154(2): 497-504.
44. Reaven GM. Bunting lecture 1988. Role of insulin resistance in human disease. Diabetes
1988; 37(12): 1595-607.
45. Pascot A, Despres JP, Letnieux I et al. Contributionof visceral obesity to the deterioration
of the metabolic risc profile in men with impaired glucose tolerance. Diabetologia 2000;
43(9): 1126-35.
46. Despres JP. Abdominal obesity as important component of insulin-resistance syndrom.
Nutrition 1993; 9(5): 452-9.
47. Ahn SG, Lim HS, Joe DY, Kang SJ, Choi BJ, Choi SY et al. Relationship of epicardial
adipose tissue by echocardiography to coronary artery disease. J Am Soc Echocardiogr.
2009 Dec;22(12):1311-9.
48. Janik M. Hartiage G. Alexopoulos, Mirzoyev Z, McLean DS, Arepalli CD et al. Epicardial
adipose tissue volume and coronary artery calcium to predict. J Nuc Cardiol 2010; 17(5):
841-7.
49. Djaberi R, Schuijf JD, Jackob M, Nucifora G, Jukema W and Bax JJ. Relation of epicardial
adipose tissue to coronary atherosclerosis. Am J Cardiol 2008; 102(12): 1602-7.
50. Bettencourt N, Toschke AM, Leite D, Rocha J,Carvalho M, Sampaio F et al. Epicardial
adipose tissue is an independent predictor of coronary atherosclerotic burden.
Ateherosclerosis.2010 May;210(1):150-4.
38
51. Alexopoulos N, McLean DS, Janik M, Arepalli CD, Stillman AE, Raggi P. Epicardial
adipose tissue and coronary artery plaque characteristics. Atherosclerosis 2010
210(2010):150-4.
39
EKLER
40
Ek 1
41
Download