Borçlar Hukuku

advertisement
BORÇLAR HUKUKU
Borçlar hukuku, medeni hukukun borç ilişkilerini düzenleyen dalıdır. Borç ilişkilerini düzenleyen kurallar bütünü olarak
da tanımlanabilir.
Günlük yaşantımızdaki eylem ve davranışların büyük bir kısmı medeni hukukun diğer dallarından daha çok Borçlar
hukukunu ilgilendirir. Bundan dolayı borçlar hukuku yaşantımızda çok önemli bir yere sahiptir. Bir başkasından ödünç
para almak, birisine kefil olmak, alışveriş yapmak gibi eylem ve davranışların tümü borçlar hukukunun konusunu
oluşturur.
Borç: Dar anlamıyla sadece para borcunu ifade eder, geniş anlamda ise taraflardan birinin diğerine karşı yerine getirmek
zorunda olduğu görev ve sorumlulukları ifade eder.
BORCUN UNSURLARI
Alacaklı ve borçlu iki taraf arasında doğmuş ve veya kurulmuş olan hukuki bağa “borç ilişkisi” denir. Bir borç ilişkisinden
bahsedebilmek için genel olarak üç unsurun bir arada bulunması gerekir:
1- Alacaklı: Aralarındaki borç ilişkisine dayanarak borçludan alacağını isteme hakkına sahip olan taraftır.
2- Borçlu: Aralarındaki borç ilişkisinden dolayı alacaklıya bir edimde bulunma yükümlülüğü altına girmiş olan
taraftır.
Bir borç ilişkisinde borçlu ve alacaklı, borç ilişkisinin taraflarını oluşturur ve her iki taraf birer kişiden oluşabileceği gibi,
birden çok kişiden oluşabilir.
3- Edim: Borç ilişkisinden dolayı alacaklının borçludan isteyebileceği, borçlunun da yerine getirmekle yükümlü
olduğu şeydir.
Edim borcun konusunu oluşturur. Bu da bir şey verme, bir şey yapma ya da bir şeyden kaçınma şeklinde olabilir. Edimin
iki türü vardır:
a-Şahsi Edim: Bir hizmetin ifasında borçlunun bedeni veya fikri gücüyle yerine getireceği edim türüdür. Ressamın
tablo yapması, terzinin elbise dikmesi borcunda olduğu gibi.
b-Maddi Edim: Bir malın ya da eşyanın alacaklıya teslim edilmesinde olduğu gibi borcun malvarlığı ile yerine
getirileceği edim türüdür. Televizyon satın alındığında satıcının borcu gibi.
SORUMLULUK
Alacaklının alacağını alabilmek için borçluya ait malvarlığına cebri icra yoluyla el koyabilme yetkisi ve borçlunun da
bunlara katlanmak zorunda olması demektir.
Sorumluluğun çeşitli türleri vardır:
1- Kişi ile Sorumluluk: Alacaklının alacağını elde edebilmesi için doğrudan doğruya borçlunun bizzat kendisine
(şahsına) el atabilmesidir. Mevcut yasalar buna izin vermemektedir. Çok eski devirlerde alacaklıların, borcun ifa
edilememesi halinde borçlunun bizzat kendisine el atabiliyorlardı, örneğin kulağını kesmek, öldürmek hakkına sahip
bulunuyorlardı. Sonraları alacaklı borcun ifasını sağlamak için borçluyu hapsettirme hakkına sahipti. Günümüzde
modern hukukta borç için hapis ya da kişi ile sorumluluk esası geçerli değildir.
2- Mal ile Sorumluluk: Alacaklının alacağını tahsil edebilmesi için karşı tarafın şahsı ile değil, fakat malvarlığı ile
tutulmasıdır. Borçlunun mallarına el koyabilmesinde olduğu gibi. Bu da kendi içinde ikiye ayrılır:
a-Sınırsız Sorumluluk: Borçlunun borcundan dolayı tüm malvarlığı ile sorumlu olmasıdır. Ancak sınırsız
sorumluluğun da sınırı vardır. El konulamayacak bazı mallar hariç borçlunun tüm malvarlığına el konulabilir. Borçlunun
mesleğini ve hayatını devam ettirebilmesi için gerekli olan üniforması, yatak odası takımı gibi mallara el konulamaz.
b-Sınırlı Sorumluluk: Borçlunun borcundan dolayı malvarlığının ancak bir kısmı ile sorumlu tutulabilmesidir. Kefalet
sözleşmesinde olduğu gibi.
1
EKSİK BORÇLAR
Bazı durumlarda borç bir sorumluluk doğurmaz. Yani borç vardır ama sorumluluk yoktur. Bu borçlar ifa edilebilme ama
dava edilememe özelliğine sahiptirler. Eksik borçların en önemlileri şunlardır:
1234-
Kumar ve bahis borçları
Evlenme tellallığı
Zamanaşımına uğramış borçlar
Ahlaki görevlerden doğan borçlar
BORÇ İLİŞKİSİNİN KAYNAKLARI
1-Sözleşmeler: Sözleşme, iki tarafın karşılıklı ve birbirlerine uygun irade açıklamaları sonucunda meydana gelen iki
taraflı bir hukuki işlemdir. Kira sözleşmelerinde olduğu gibi.
2-Haksız Fiiller: Hukuka aykırı ve yasaların yapılmasına izin vermediği, zarar doğurucu fiillerdir. Bu tür fiillerle
başkalarına zarar veren kimseler bu zararı tazminle (gidermekle) yükümlüdürler. Örneğin adam öldürmek, hırsızlık gibi
fiillerin karşılığında yaptırım vardır.
3-Sebepsiz Zenginleşme: Bir kimsenin malvarlığını haklı bir sebep olmaksızın diğer kişi ya da kişilerin zararına olarak
çoğaltmasıdır.
İTİRAZ VE DEF’İ
İfa talebiyle karşılaşan borçlu çeşitli yollarla kendini savunup, ifadan kaçınabilir. Bunun da iki yolu vardır:
1- Def’i (Savma, Reddetme): Borçlu her şeyden önce alacağa esas teşkil ettiği ileri sürülen olayın varlığını
reddedebilir. Örneğin satış sözleşmesi yapmadığını iddia edebilir.
2- İtiraz: Alacaklının talebine esas teşkil eden olayın varlığı konusunda bir anlaşmazlık yoksa, sorumluluktan
kurtulmak isteyen borçlu iki şekilde itirazını yöneltebilir:
a- Borçlu alacaklının hakkının doğmadığını veya hakkın artık mevcut olmadığını iddia ederek itirazda bulunabilir.
Örneğin borcunu ödeyerek ifa ettiği itirazı gibi.
b- Borçlu, alacaklının hakkını kabul edip, özel sebepler dolayısıyla borcu ifadan kaçınmak hakkına sahip olduğunu
ileri sürebilir. Örneğin zamanaşımında olduğu gibi.
BORÇLAR KANUNU VE SİSTEMATİĞİ
Borçlar Kanunu, ilk haliyle 544 madde olarak, İsviçre Borçlar Kanundan alınarak ve Medeni Kanun ile birlikte 1926
yılında(4 Ekim) yürürlüğe girmiştir. 1957 tarihinde kapsamlı bir değişiklik geçirmiştir.
Borçlar Kanunu, Miras Hukuku, Eşya Hukuku gibi Medeni Kanunun bir kitabı şeklindeydi.
Borçlar kanunumuz iki ana bölümden oluşmaktadır:
1- Genel Hükümler
2- Akdin Muhtelif Nev’ileri
1-Genel Hükümler (Umumi Hükümler): Borç ilişkisinin doğumu, hükümleri, türleri, sona ermesi ve borç ilişkisinde
tarafların değişmesi konuları düzenlenmektedir.
Borçlar kanunumuzun bütün borç ilişkilerine uygulanacak genel hükümler kısmı (Md.1-181) aşağıdaki şekilde
düzenlenmiştir:
Birinci Bab: Borçların Teşekkülü: 1-Akitten doğan borçlar (Md.1-40)
2-Haksız muamelelerden doğan borçlar (Md.41-60)
2
3-Haksız bir fiil ile mal iktisabından doğan borçlar (md.61-66)
İkinci Bab: Borçların Hükmü: 1-Borçların ifası (Md.67-95)
2-Borçların ödenmememsinin neticeleri (Md.96-108)
3-Borçların üçüncü şahıs hakkındaki tesiri (Md.109- 112)
Üçüncü Bab: Borçların Sukutu (Md.113-140)
Dördüncü Bab: Borçların Nev’ileri: 1-Müteselsil Borçlar (Md.141-148)
2-Şarta bağlı borçlar (Md.149-155)
3-Pey akçesi, zamanı rücu, ücret tevkifi ve cezai şart (Md.156-161)
Beşinci Bab: Alacağın Temliki ve Borcun Nakli: (Md.162-181)
3- Sözleşmenin Çeşitli Türleri (Akdin Muhtelif Nev’ileri): Borçlar Kanunumuzun bu ikinci kısmında, esas itibariyle
çeşitli sözleşmelere ilişkin özel hükümler yer almıştır. Bu kısmın Özel borç ilişkileri şeklinde de isimlendirilmesi
de mümkündür. (Md. 182-541)
Bu ilişkiler içerisinde önemli olan borç ilişkileri satış, trampa, bağışlama, kira, vekalet, kefalet, havale vb. gibi türlerdir.
BORCUN KAYNAKLARI
Borçlar Kanunumuz doğuşları yönünden borçları üç kısma ayırmıştır:
1- Sözleşmeden doğan borçlar (Md.1-40)
2- Haksız fiillerden (muamelelerden) doğan borçlar (Md.41-60)
3- Haksız bir fiil ile mal iktisabından doğan borçlar (md.61-66)
Bu üç temel kaynağın dışında çeşitli olaylardan doğan başka borçlar da vardır.
HUKUKİ İŞLEMLER
Hukuki İşlem (Muamele): Bir veya birden çok kimsenin hukuki bir sonuç elde etmek maksadıyla irade açıklamasında
bulunmasıdır. Örneğin nişanlanma bir erkekle bayanın ileride evleneceklerini açıklamaları şeklinde bir hukuki işlem
niteliğindedir.
Hukuk düzeni, bir kısım tabiat olaylarına ve insan fiillerine hukuki sonuçlar bağlamıştır. Hukuk düzeninin kendilerine
hukuki bir sonuç bağladığı olaylara “hukuki olay” denir. Ölüm, doğum hukuki olaylara örnektir.
Kendilerine hukuki sonuç bağlanmış insan fiillerine (ki bunlar aynı zamanda hukuki olaylardır) “hukuki fiil” denir.
Hukuki fiiller ikiye ayrılır:
a- Hukuka aykırı fiiller: Dar anlamda haksız fiiller ve sözleşmeye aykırı davranışlar bu grubun kapsamına girerler.
b- Hukuka uygun fiiller: Hukuka uygun fiillerin en önemlisi “ hukuki işlemler” dir.
HUKUKİ İŞLEMLERİN ÇEŞİTLERİ
Hukuki işlemler çeşitli açılardan sınıflandırılabilir:
Tek taraflı-Çok taraflı hukuki işlemler
Borçlandırıcı-Tasarrufi işlemler
Sağlar arası-Ölüme bağlı hukuki işlemler
3
a-Tek taraflı hukuki işlemler: Bir tarafın irade beyanıyla bir hukuki sonuç doğabiliyorsa, bu çeşit işlemlere “tek taraflı
hukuki işlemler” denir. Vasiyet, mirasın reddi gibi.
b-Çok taraflı hukuki işlemler: Birden çok kişinin iradelerini açıklamalarıyla meydana gelen hukuki işlemlerdir. Çok taraflı
hukuki işlemin en önemli ve uygulamada en sık karşılaşılan türü sözleşmelerdir.
Çok taraflı hukuki işlemler de iki kısma ayrılabilir:
aa-Sözleşmeler (akidler): Sözleşmelerde tarafların karşılıklı ve birbirlerine uygun irade beyanlarına ihtiyaç vardır.
Sözleşmeler tek taraflı ve iki taraflı olmak üzere ikiye ayrılır. Tek taraflı sözleşmelerde yalnız tek taraf borç altına
girerken (kefalet akdinde olduğu gibi), iki taraflı sözleşmelerde iki taraf da (alım-satım ve kira sözleşmelerinde olduğu
gibi) karşılıklı olarak borç altına girerler.
bb-Kararlar: Karar, ortak bir işte ve kanunun açıkça öngördüğü hallerde birden çok kişinin vardığı ortak çözümdür.
a- Borçlandırıcı işlemler: Başta sözleşmeler olmak üzere, borç altına sokan (borç yükleyen) bütün hukuki işlemler
“borçlandırıcı işlemler” dir.
b- Tasarrufi işlemler: Bir hakka doğrudan doğruya tesir eden, bir hakkı nakleden veya ortadan kaldıran hukuki işlemler
“tasarrufi işlemler” dir. Mülkiyetin naklinde olduğu gibi.
a-Sağlar arası hukuki işlemler: Hukuki işlemin sonucu, hizmet, alım-satım, kira sözleşmelerinde olduğu gibi, işlemi
yapanların sağlığında meydana gelecekse söz konusu olur.
b- Ölüme bağlı hukuki işlemler: Vasiyet ve miras mukavelesinde olduğu gibi hukuki işlem, niteliği gereği sonuçlarını
işlemi yapanın ölümünden sonra meydana getirecekse söz konusu olur.
SÖZLEŞMELER
Sözleşme, iki tarafın bir hukuki sonucu elde etmek üzere iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun surette açıklamalarıyla
oluşan bir hukuki işlemdir. Satış sözleşmesi, eser sözleşmesi, hizmet sözleşmesi vb.
SÖZLEŞMENİN TÜRLERİ
A-TEK TARAFA BOÇ YÜKLEYEN SÖZLEŞMELER:
Bu tür sözleşme ile taraflardan sadece birisi borç altına girmekte, diğer tarafa ise borç yüklenmemekte, bir alacağa sahip
olmaktadır. Örneğin bağışlama, kefalet sözleşmesi vb.
B-İKİ TARAFA BORÇ YÜKLEYEN SÖZLEŞMELER:
Taraflardan her ikisini de borç altına sokan sözleşmelerdir. Satış, kira, trampa, hizmet sözleşmesi, eser sözleşmesi vb. Bu
tür sözleşmelerde her iki tarafın edimi karşılıklı olarak değişilmekte olduğu içindir ki, bu sözleşmelere karşılıklı
sözleşmeler de denir.
Oysa iki tarafa da borç yükleyen sözleşmelerden bazılarında, örneğin vekalet, saklama sözleşmelerinde edimlerin
karşılıklı olarak değişilmesi söz konusu değildir; bu tür sözleşmelere de eksik iki tarafa borç yükleyen sözleşmeler adı
verilir.
SÖZLEŞMENİN KURULMASI
Bir sözleşmenin kurulabilmesi için, karşılıklı ve birbirine uygun surette yapılmış olan iki irade açıklamasına ihtiyaç vardır.
Bu irade açıklamalarından birine öneri (icap), buna cevap oluşturan diğerine ise kabul denir.
4
1. ÖNERİ (İCAP):
Bir sözleşmenin kurulabilmesi için gerekli olan iki irade açıklamasından zaman itibariyle ilk önce yapılan irade
açıklamasına öneri (icap) , bu açıklamayı yapan tarafa da öneren (icapçı) adı verilir.
Öneri, sözleşmenin kurulmasını sağlamak üzere girişimde bulunmak demektir. Bu öneri taraflardan herhangi birinden
gelebilir. Önemli olan önerinin kim tarafından geldiği değil, zaman itibariyle ilk önce kim tarafından yapıldığıdır.
Öneri, tek yanlı ve karşı tarafa varması gerekli bir irade açıklamasıdır. Bununla öneriyi yapan kimse karşı tarafa bir
sözleşme yapmayı önermektedir. Önerinin mutlaka bir şahsa yönelik yapılmasına gerek yoktur, kamuya karşı da
yapılabilir.
Yapılan önerinin istenilen hukuki sonucu doğurabilmesi sözleşmenin esaslı unsurlarını içeriyor olması gerekir. Örneğin,
bir satış sözleşmesi yapılmak üzere satıcı tarafından yöneltilen önerinin satışın konusu olan malı ve satış bedelini
içermesi gerekir.
Yapılan öneri sözleşmenin istenilen hususlarını belirtmiyor ise (fiyatı belli değilse) bu yapılan öneri değildir, öneriye
davettir. Gazetelerde radyolarda fiyat belirtilmeksizin yapılan reklamlar, tarife, katalog, vitrinlerde fiyatı gösteren etiket
konulmaksızın malların sergilenmesi birer öneri değil öneriye davettir.
Öneri kural olarak önereni bağlar, yani öneren yapmış olduğu öneriden dönemez. Bu kesin bir kural değildir, öneren
önerisini yaparken önerisiyle bağlı olmadığını açıkça söyleyebilir veya önerisine bunu belirtecek bir takım ibareler
ekleyebilir.
Borçlar Kanunumuz önerenin önerisiyle bağlı kalacağı zamanı iki kısımda ele alır;
a) Süreli Öneri: Öneren öneride bulunurken kabul için bir süre belirlemiş ise bu süreli öneridir. Kabul haberi bu süre
bitmeden önce kendisine ulaşmazsa, öneren artık önerisiyle bağlı kalmaktan kurtulur. (BK.md.3)
b) Süresiz Öneri: Önerenin öneriyi yaparken karşı taraftan kabul haberinin gelmesine yönelik bir zamanın
belirtilmemiş olmasıdır. Böyle bir durumda öneriyi yapanın önerisine karşı ne kadar zaman bağlı kalacağı iki kısımda
incelenir,
aa)Hazır Olanlar Arasında Yapılan Süresiz Öneri: Öneren ile diğer tarafın (kabulcünün) yüz yüze bulundukları bir
durumda veyahut telefon, bilgisayar, temsilci vasıtasıyla, öneri yapılmışsa derhal kabul edilmediği takdirde öneren,
önerisiyle bağlı kalmaz.
bb) Hazır Olmayanlar Arasında Yapılan Süresiz Öneri: Öneren ile diğer tarafın yüzyüze bulunmadıkları bir durumda
yapılmış, örneğin mektup, telgraf veya bir haberci vasıtasıyla öneri gönderilmiş ise, öneren normal bir kabul haberinin
kendisine ulaşacağı ana kadar önerisiyle bağlı kalır.
Bu durumda önerenin bağlı kalacağı süreyi saptarken üç zamanı göz önünde bulundurması gerekir;
-Önerinin karşı tarafa ulaşması için geçecek zaman
-Diğer tarafın düşünmesi için geçecek zaman
-Kabul haberinin öneren kişiye ulaşması için geçecek zaman
İşte öneren bu üç zamanı dikkate alarak makul bir zaman belirleyecek ve bu zaman dilimine kadar önerisine bağlı
kalacaktır.
ÖNERİDEN DÖNME
Öneren, BK. Md.9’ da öngörülen şartlara uymak kaydıyla önerisinden dönebilir, yapmış olduğu öneriyi geri alabilir.
Önerinin geri alındığı haberi karşı tarafa önerinin varmasından önce veya öneri ile aynı anda ulaşırsa, yahut da öneriden
5
sonra ulaşmış olmakla beraber karşı taraf önerinin alındığını önceden haber alırsa öneriden dönülebilir ve hiç
yapılmamış sayılır.
Önerenin kabulden önce ölmesi veya fiil ehliyetini kaybetmesi durumunda önerenin yaptığı öneri, mirasçılarına geçer.
Ancak yapılan öneri kişisel edimden kaynaklanıyor ise bu öneri mirasçıları bağlamaz.
2. KABUL
Önerenin yapmış olduğu öneriye karşı tarafın (kabulcünün) verdiği olumlu cevaptır.
Kabul iki şekilde yapılabilir
aa)Açık Kabul: Kabul iradesi açık ve seçik olarak yani kullanılan ifade ve sözcüklerden önerinin kabul edildiği
duraksamaya yer vermeyecek şekilde, açıkça anlaşılıyor ise bu açık kabuldür.
bb) Örtülü (zımni) Kabul: Diğer tarafın öneriyi kabul ettiği açıkça anlaşılmamakla beraber, takındığı tavır ve
davranışlarından onun bunu kabul ettiği sonucu çıkarılabiliyorsa, buna da örtülü kabul denir. Örneğin, karşı taraf
önerenin kendisine gönderdiği malları tüketir veya onları kullanmaya başlarsa öneriyi zimni olarak kabul etmiş demektir.
Öneri gibi kabul de belirli bir şekle tabi değildir, yazılı, sözlü veya bir haberci vasıtasıyla kabul haberi önerene
gönderilebilir.
KABULDEN DÖNME
BK. md.9 uyarınca kabulün geri alındığı haberi, karşı tarafa kabulün varmasından önce veya kabul ile aynı anda ulaşırsa,
yahut ta kabulden sonra ulaşmış olmakla beraber karşı taraf kabulden dönüldüğünü önceden haber alırsa kabulden
dönülebilir ve hiç yapılmamış sayılır.
Kabulcünün kabul ettikten sonra ölmesi veya fiil ehliyetini kaybetmesi durumunda kabulcünün kabulü, mirasçılarına
geçer. Ancak edilen kabul kişisel edimden kaynaklanıyor ise bu kabul mirasçıları bağlamaz.
SÖZLEŞMENİN KURULDUĞU AN
Hazır olanlar arasında yapılan bir sözleşme kabulün açıklandığı anda kurulmuş olur.
Hazır olmayanlar arasında yapılan bir sözleşme kabul haberinin önerene vardığı anda kurulmuş olur.
İLAN YOLUYLA ÖDÜL SÖZÜ VERME
İlan yoluyla ödül sözünün verilmesi “belirli bir işin yapılmasına veya bir sonucun elde edilmesine karşılık bir mükafatın
verileceğinin kamuya ilan suretiyle bildirilmesi”dir.
İlan yoluyla ödül vermenin şartları;
a)Bir ödül sözü verilmiş, bir vaad yapılmış olmalı
b)Ödül sözü verme kamuya (umuma) yapılmış olmalı
c)İlan suretiyle yapılmış olmalı
d)Yapılan söz verme (vaad) ciddi olmalıdır.
İlan yoluyla söz verilen ödüle ilişkin şartların da sağlanması gerekir ki bunlar;
a)Ödülün önceden belirlenmiş ya da belirlenebilir olması gerekir.
b)Ödül para ile değerlendirilebilir olmalıdır.
6
c)İlan yoluyla ödül sözü veren kimse bunu bir edimin yerine getirilmesi karşılığında önermektedir; bu edimin
gerçekleştirilebilecek, hukuka ve ahlaka aykırı olmayan bir edim olması gerekir.
Kanser aşısının bulunması, çalınmış olan bir çantanın nerede olduğunun bildirilmesi, proje yarışmaları ilan yoluyla ödül
vermeye örnektir.
ÖDÜL SÖZÜ VERMENİN HÜKÜMLERİ
Ödül sözü veren kişi mutlaka edim yerine getirilince, söz verdiği ödülü karşı tarafa ödemek zorundadır. Edim belli bir kişi
tarafından yerine getirilmişse ödül ona verilir. Buna karşılık, birden çok kişinin edimi yerine getirmiş olması halinde
ödülün bunlardan hangisine verileceği, ödül sözü verenin iradesine bırakılmıştır. Bu kişinin iradesinden bir sonuç
çıkarılamadığı takdirde bu konuda karar verecek olan kişi hâkimdir. Hâkim, durum ve şatlara verilen ödül sözünün
mahiyetine göre takdir hakkına dayanarak karar vermelidir.
İlan yoluyla ödül sözü veren kişi edim kendisine ulaşıncaya kadar sözünden dönebilir, ancak bu sözden dönmenin de
kamuya bildirilmiş olması gerekir.
Ayrıca, sözünden dönen kimse, söz verdiği ödülün değerini aşmamak üzere üçüncü kişilerin edimi gerçekleştirmek üzere
iyi niyetle yaptıkları giderleri tazmin etmekle de yükümlüdür ki, bu tazminat “menfi zarar”ı karşılar. Sözünden dönen
kişi, sözünden dönmeseydi dahi edimin gerçekleşmesinin mümkün olmayacağını ispat ederse, tazminattan kurtulur.
SÖZLEŞMELERDE ŞEKİL
Sözleşme, iki taraflı bir hukuki işlemdir. Şekil ise, iradenin belli bir biçimde ve belli araçlar ile açıklanması demektir.
Sözleşmelerde şekil, sözleşmenin kuruluşunda tarafların iradelerini nasıl, yani hangi biçim ve kalıplar içinde
açıklayacaklarını, bu hususta ne gibi hukuki araçlardan yararlanacaklarını ifade eder.
SÖZLEŞMELERDE ŞEKİL TÜRLERİ
Sözleşme şekilleri çeşitli ayrımlara tabi tutulabilir. Başlıca ayrım türleri, kaynaklarına göre ve amaçlarına göre ayrımı esas
alanlarıdır.
I- Kaynaklarına göre sözleşme şekilleri:
a-Kanuni (yasal) şekil: Bir sözleşmenin geçerli surette kurulabilmesi için tarafların iradelerini hangi biçimde
açıklamaları gerektiğinin bizzat kanun tarafından belirlenmiş olmasıdır. Kısacası bizzat kanunun öngördüğü şekildir.
b-İradi şekil: Kanunun herhangi bir şekle tabi tutmadığı bir sözleşmeyi, tarafların kendi istek ve iradeleriyle bir
şekle bağlamalarıdır.
Borçlar Kanunumuz, taraflara özel bir şekle bağlanmamış bir sözleşmeyi aralarında kararlaştırabilecekleri bir şekle tabi
kılabilme imkanını tanımış, hatta “geçerlilik şekli” niteliği dahi vermiştir. B.K.md.16’ ya göre sözleşme kararlaştırılan
şekilde yapılmadıkça iki taraf bununla bağlı olmaz.
II- Amaçlarına Göre Sözleşme Şekilleri:
a-Geçerlilik şekli: Bir sözleşmenin geçerli surette kurulabilmesi için uyulması gerekli olan şekildir. Borçlar
Kanunumuz, kural olarak “şekil serbestisi” prensibini kabul etmiştir. B.K. md.11/I’ de “ sözleşmenin geçerliliği, kanunda
açıklama olmadıkça hiçbir şekle bağlı değildir” demek suretiyle bunu açıkça belirtmiştir. Sözleşmenin geçerliliği,
kanunda açıklık olmadıkça hiçbir şekle bağlı değildir. Böylece, kanunun açıkça bir şekli öngörmediği hallerde (menkul
malların alımı-satımı vb),taraflar iradelerini sözlü olarak açıklayabilirler ve sözleşme karşılıklı irade beyanlarının varlığı
halinde geçerli olarak meydana gelir.
Kanun, bir sözleşmenin belli bir şekilde yapılmasını emretmişse, emredilen şekil, sıhhat şartı (geçerlilik şartı) dır.
Kanunun emrettiği şekle göre yapılmayan sözleşmeler geçersizdir, batıldır (gayrimenkullerin alım ve satımıyla ilgili
7
sözleşmeler vb.). B.K. md.11/2’ de öngörülen şekle uyulmaksızın kurulan sözleşmeler geçerli değildir. Kanunun emrettiği
şeklin yanında bizzat tarafların kararlaştırdıkları şeklin yani iradi şeklin de bir geçerlilik şekli olduğu B.K.md.16/I’ de
açıkça belirtilmiştir.
Kanunun belli bir şekle uyulmasına ilişkin kuralları “emredici” niteliktedir. Taraflar anlaşarak bu kuralları etkisiz
kılamazlar.
Şekil şartlarına uyulmaması sebebiyle sözleşme geçersizse (batılsa), sözleşmeyi geçerli zannederek borcunu yerine
getiren kimse, verdiğini geri isteyebilir. Borç, sözleşmenin geçersiz olduğu bilindiği halde yerine getirilmişse bağışlama
söz konusudur.
b-İspat şekli: Bir hukuki işlemin, bir sözleşmenin varlığının kanıtlanması için öngörülen şekildir.
İspat şekli, borçlar hukukunu değil medeni yargılama hukukunu ilgilendiren bir konudur. Hukuk Usulü Muhakemeleri
Kanununun 288. maddesi böyle bir ispat şeklini içermektedir. Bu maddenin 4146 sayılı Kanunla yapılan değiştirilmiş olan
hükmüne göre değeri 01.01.2000 tarihinden itibaren kırkmilyon lirayı aşan hukuki işlemler ancak yazılı bir belgeyle, yani
senetle ispat edilebileceği hükmünü getirmiştir. Usul Kanununun bu hükmü, Borçlar Kanununun şekil serbestliği ilkesini
büyük ölçüde sınırlamıştır.
KANUNİ GEÇERLİLİK ŞEKLİNİN TÜRLERİ
Medeni Kanun ile Borçlar Kanunumuz, geçerlilik şekli olarak başlıca üç şekil öngörmektedir:
Bunlar; sözlü, yazılı ve resmi şekillerdir.
1-Sözlü şekil: İrade açıklamasının mutlaka sözle yapılması istenen şekildir. Borçlar Kanunumuzda söz konusu olmayıp,
Medeni Kanunumuzda ve sadece iki hukuki işlem hakkında söz konusudur. Bunlar da; evlenme sözleşmesi ile sözlü
vasiyettir. Bu iki hukuki işlemde de irade açıklamalarının mutlaka sözle yapılmış olması şarttır (Medeni Kanun
md.142,539). Evlenme töreninde taraflar evlendirme memurunun sorusuna mutlaka sözlü olarak cevap vermek
zorundadırlar.
2-Yazılı şekil: Tarafların elyazısıyla, daktilo, bilgisayar veya başka bir aletle bir belge(senet) düzenleyerek altını
imzalamalarıdır. B.K. nun yazılı şekle tabi tuttuğu önemli hukuki işlemlerden bazıları şunlardır:
Alacağın devri(md.163/I), bağışlama taahhüdü(md.238/I), rekabet yasağı(md.350), kefalet(md.484), taşınmaz
tellallığı(md.404/III), ömür boyunca gelir(md.508). Ayrıca Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’ a göre taksitle satış da
yazılı şekle tabidir(Md.6/A).
Yazılı şeklin iki unsuru vardır: Metin ve imza.
a-Metin: Tarafların irade açıklamalarını içeren belgedir. Taraflar bu belgede, üzerinde karşılıklı olarak anlaşmaya
vardıkları hususları belirtirler.
Metnin mutlaka borçlu veya alacaklı tarafından yazılmasına gerek yoktur, taraflar senedin metnini bir başkasına da
yazdırabilirler. Diğer taraftan, metnin elyazısıyla ya da daktiloyla yazılmasına da gerek yoktur. Metinde kullanılan dil ve
ifade biçiminin senedin geçerliliği üzerinde herhangi bir etkisi yoktur. O halde Türkçe olduğu kadar yabancı bir dilde
yazılmış olan senetler de geçerlidir. Sadece el yazılı vasiyetnamede, vasiyetname metninin vasiyetçi tarafından bizzat
kendi el yazısıyla yazılması zorunluluğu vardır (M.K.md.538), aksi halde geçerli olmaz.
b-İmza: Bir kimsenin kimliğini belli eden ve genellikle o kişinin öz adı ile soyadının yazılmasından oluşan bir işarettir.
İmzada öz ad ve soyadının tam yazılması şart değildir. Burada önemli olan husus, imzadan sahibinin kim olduğunun
anlaşılabilir olmasıdır.
Yazılı şekle bağlı kılınmış sözleşmelerde borç altına giren tarafın veya tarafların metni imzalaması gerekir. Örneğin;
kefalet sözleşmesinde olduğu gibi yalnız bir taraf borç altına giriyorsa sadece o tarafın sözleşmeyi imzalaması yeterli
olup, senedi ayrıca alacaklının da imzalamasına gerek yoktur.(B.K.md.13/I).
8
İmza, borç altına giren kimsenin el yazısı ile atılmalıdır. Bununla beraber 15.01.2004 tarih ve 5070 sayılı Elektronik İmza
Kanunu, güvenli elektronik imzanın da el ile atılan imza ile aynı ispat gücüne sahip olduğu hükmünü getirmiştir (md.22).
Örf ve âdetin el verdiği ve özellikle çok miktarda tedavüle çıkarılan kıymetli evrakın imzalanmasının gerektiği hallerde,
imzanın bir alet vasıtası ile konulması mümkündür. Örneğin piyasaya çıkarılan kağıt paraların, tahvillerin veya hazine
bonolarının üzerine el yazısı ile imza koymanın güçlüğü ortadadır.
Görmeyenlerin imzaları, usulen tasdik olunmadıkça veya imza attıkları zaman işlemin metnini bildikleri sabit olmadıkça,
onları bağlamaz (M.K.md.14/III). Demek ki; görmeyenlerin imzalarının kendilerini bağlaması için, ya imzalarının noterce
onaylanmış olması veya özürlü kişinin imzasını attığı sırada senedin içeriğini bildiğinin ispat edilmesi gereklidir.
İmza atacak olan kimse okuma yazma bilmediği için veya bedeni bir sakatlık sebebi ile el yazısı ile imza atamıyorsa, bu
kişiler usulen tasdik olunmuş ve el ile yapılmış işaret koymaya ya da resmi bir belge kullanmaya yetkilidir. Bu alamet
veya işaret çeşitli türden olabilir, en yaygın olanı parmak basma ve mühür kullanmadır. Ancak bu işaretlerin imza yerine
geçebilmesi için noterce onaylanmış olmaları şarttır (Noterlik Kanunu md.75). Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu
297.md. ne göre ihtiyar heyeti ve o yöreden iki kişinin onayladığı bir işaretin bu kişilerce kullanabileceği belirtilir.
İmza, bütün metnin benimsendiğini gösterecek şekilde metnin altına atılmalıdır.
3-Resmi Şekil: Resmi şekilden maksat, hukuki işlemin yetkili resmi bir makam önünde yapılmasıdır. Bizim hukukumuzda
bu makamlar;
—Hakim
—Noter
—Tapu memurudur
Bu makamların düzenledikleri senetlere “resmi senet” denir. Noterlerin düzenledikleri senetlerin ispat gücü fazladır,
bunlar sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedirler. (Noterlik K.md.82/II)
Medeni Kanun ile Borçlar Kanununun resmi şekle tabi tuttuğu hukuki işlemlerin başlıcaları şunlardır;
“Mal rejimi sözleşmesi”(M.K.md.205), “resmi vasiyetname”(M.K.md.532), “miras sözleşmesi”(M.K. md.545),
“taşınmazlar üzerindeki ayni haklar ile ilgili işlemler”, “ipotekli borç senedi ve irat senedi” gibi hukuki işlemlerin büyük
bir kısmında yetkili resmi makam noterlerdir.
Taşınmazlar üzerindeki ayni haklarla ilgili olan hukuki işlemlerde resmi makam tapu memurlarıdır. Bir taşınmazın
satılması, oturma hakkı, rehin hakkı, intifa hakkı v.b. gibi sınırlı ayni hakların kurulmasında resmi makam tapu
memurlarıdır. (Tapu Kan. md.26)
ŞEKLE UYMAMANIN SONUÇLARI
Kanunun ister yazılı ister resmi olsun şekle tabii tuttuğu hukuki işlemlerin mutlaka aranılan şekle uyularak yapılmaları
şarttır. Uyulmadığı takdirde bu hukuki işlem batıldır. (B.K. md.11/II)
Şekle uymamanın yaptırımı mutlak butlan olduğu için, hakim bu durumu re’sen, taraflardan birisinin ileri sürmesine
gerek kalmadan görevi gereği kendiliğinden dikkate alır. Şekle uyulmadan yapılan bir sözleşmede, taraflar edimlerini
yerine getirmiş olsalar dahi, her biri diğerinden edimini geri verilmesini isteyebilir.
SÖZLEŞMELERİN YORUMU
Sözleşme, iki tarafın karşılıklı ve birbirine uygun irade açıklamalarıyla meydana gelen hukuki bir işlemdir.
Tarafların irade açıklamaları arasında uygunluk veya uyumluluk bulunup bulunmaması önemli olduğu için, bunun ciddi
şekilde saptanması gerekir. Bu da ancak yapılmış olan açıklamaların gerçek anlamlarının ortaya çıkarılması, başka bir
deyişle açıklamaların yorumlanması ile mümkündür.
9
Sözleşmeleri yorumlama ihtiyacı, çoğu kez yapılmış olan irade açıklamalarında kullanılan bir deyimin veya sözcüğün
anlamında tarafların anlaşamamaları durumunda ortaya çıkar.
Tarafların sözleşmede kullanmış oldukları deyim ve sözcüklerden neyi kastettikleri, asıl amaçlarının ne olduğunun ortaya
çıkarılması ancak yorumla mümkün olabilir ki, bu görev de hakime düşmektedir.
İrade açıklamalarının yorumunda gerek doktrin gerekse yargısal içtihatlarda hakimin “güven ilkesine” uygun olarak işin
özel durumunu, hal ve şartları gözden uzak tutmayarak orta zekalı, dürüst ve güvenilir bir kişinin alışılmış hayat
şartlarına ve deneyimlerine göre vereceği anlamı esas alması görüşü egemendir.
İRADE İLE İRADE AÇIKLAMASI ARASINDAKİ UYUMSUZLUK
Sözleşme, karşılıklı olarak iki kişinin birbirine uygun, açık irade beyanlarında bulunması ile oluşan hukuki bir işlemdir. Bu
nedenle sözleşmenin geçerli olabilmesi için karşılıklı irade beyanlarının birbirine uygun olması şartı aranır.
Bir sözleşmenin geçerli surette kurulabilmesi için, aynı zamanda kişilerin iradeleri ile irade açıklamaları arasında da
uyumluluk bulunması gerekir.
İrade ile İrade Açıklaması Arasındaki Uyumsuzluk
BİLEREK VE İSTENEREK (KASDİ)
YAPILAN UYUMSUZLUK
Tek taraflı
Latife
BİLMEYEREK VE İSTEMEYEREK
(GAYRİKASDİ)YAPILAN UYUMSUZLUK
İki taraflı
Zihni
Muvazaa(Danışıklık)
İrade Bozukluğu
Hata
Hile
İkrah Beyanı
kayıt
10
BİLEREK VE İSTENEREK YARATILAN UYUMSUZLUK
A-TEK TARAFLI BİLEREK VE İSTENEREK YARATILAN UYUMSUZLUK
1- LATİFE BEYANI: İradesini açıklayan kişinin ciddi olarak istemediği, salt görünüşte, sözde bir açıklama niteliğinde olan bir
irade açıklamasıdır. Örneğin; bir öğretmen konunun daha iyi anlaşılabilmesi için kolundaki altın saati göstererek 20 YTL’ ye
satmak istediğini söyler, bir öğrencide saati satın aldığını açıklarsa, burada bir latife beyanı vardır. Latife beyanı, kural
olarak bağlayıcı bir irade açıklaması değildir.
2- ZİHNİ KAYIT: İrade açıklamasında bulunan kişinin, açıkladığı sonucu arzulamadığını kendi zihninde gizleyip saklı
tutmasıdır. Örneğin; bir kimse kiracısına kira sözleşmesini yılsonu için feshettiğini bildirmektedir, fakat asıl amacı fesih
değil; kira bedelinin yükseltilmesini sağlamaktır. Sözleşmelerde zihni kaydın, irade açıklamasında bulunan kişiyi bağladığı
kabul edilmektedir.
B-İKİ TARAFLI BİLEREK VE İSTENEREK YARATILAN UYUMSUZLUK
MUVAZAA (Danışıklık)
Muvazaa, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla, gerçek iradelerine uymayan bir işlem yapmaları, fakat görünürdeki
bu işlemin kendi aralarında geçerli olmayacağı hususunda anlaşmalarıdır. Muvazaada asıl amaç başkalarını yapılan sözde
işlem ile aldatmaktır.
Muvazaa Türleri;
1- Mutlak Muvazaa: Taraflar gerçekte hiçbir işlem yapmadıkları halde, başkalarına karşı sanki bir hukuki işlem yapmış gibi
görünmek konusunda anlaşırlar ki, buna mutlak muvazaa denir. Bu görünürde bir hukuki işlemdir.
Örneğin; bir borçlunun alacaklısının icra takibinden kurtulmak için televizyonunu bir arkadaşına satmış gibi işlem yapması
mutlak muvazaadır.
2- Nisbi Muvazaa: Taraflar aralarında yaptıkları gerçek hukuki işlemi görünürdeki işlemin arkasına gizlemek, yani sanki
görünürdeki işlemi yapmış gibi görünmek konusunda anlaşırlar ki, buna da nisbi muvazaa denir.
Örneğin; miras bırakanın saklı paylı mirasçılarından mal kaçırmak maksadıyla bir malını oğluna bağışladığı halde, sanki ona
satmış gibi işlem yapması nisbi muvazaadır.
Muvazaalı İşlemlerin Geçersizliği
Tarafların gerçek iradelerine uymayan görünürdeki işlem ister mutlak muvazaa, isterse nisbi muvazaalı olsun geçersizdir,
batıldır. Muvazaalı işlem taraflar arasında hiçbir hukuki sonuç, alacak ve borç doğurmaz. Muvazaalı işlemin batıl olduğunu
taraflardan her biri ve hatta üçüncü şahıslar bile ileri sürebilir.
Görünürdeki işlemin arkasına gizlenmiş, tarafların gerçek iradesine uyan bir sözleşme varsa, bu sözleşme (şekil şartı yerine
getirilmiş olacak) geçerlidir. Böylece, örneğin; A radyosunu B’ye sattığı halde, herhangi bir sebeple satış, bağış olarak
gösterilmiş ise, bağışlamaya ilişkin sözleşme muvazaalı olduğu için geçersizdir, fakat tarafların gerçek iradelerine dayanan
satış sözleşmesi geçerlidir.
Muvazaanın İspatı
Hukuki işlemin muvazaalı olduğunu, gerçek iradelerine uymadığını ileri süren taraf bu iddiasını ispat ile yükümlüdür.
Muvazaalı olduğu iddia olunan hukuki işlem adi senede veya bir resmi senede bağlanmışsa, tarafların muvazaa iddiası
tanık ile ispat olunamaz, adi veya resmi bir senetle (kesin bir delille) ispatı zorunludur.
Hukuki işleme taraf olmayan üçüncü bir şahıs, işlemin muvazaalı olduğunu ve bu nedenle geçersiz bulunduğunu iddia
ediyorsa, bu iddiasını, hukuki işlem senede bağlanmış olsa dahi tanıkla delillendirebilir.
11
BİLMEYEREK VE İSTENMEYEREK (Gayr-i Kasdi) YAPILAN UYUMSUZLUKLAR
İrade ile irade açıklaması arasındaki uyumsuzluk bilmeyerek ve istenmeyerek, yani kasıt dışında meydana gelirse söz
konusudur. Buna irade bozukluğu da denir. İrade bozukluğu halleri üç çeşittir. Bunlar:
1- HATA (YANILMA): İrade ile irade açıklaması arasındaki uyumsuzluk, iradesini açıklayan tarafın dikkatsizliğinden ileri
gelir. İradesini açıklayan kişi yeteri kadar dikkat ve özen göstermediğinden hiç de arzu etmediği ve düşünmediği bir
açıklamada bulunmuş olur. Örneğin 10 ton buğday alacağı halde, yanlışlıkla iradesini 10 ton arpa alacağı şeklinde
açıklamasında olduğu gibi.
Hata iki şekilde ortaya çıkabilir;
a)Beyanda bulunan kimse öyle bir beyanda bulunmak istememiştir. Örneğin; metresini 100 liradan satarım diye yazmak
isterken 10 lira yazmış olması vb.
b)Beyanda bulunan kimse, bazı ticari deyim ve kısaltmaları bilmemesinden dolayı hataya düşebilir. Dolar işareti yerine
başka bir işareti kullanması gibi.
Borçlar Kanunumuz yanılmada, yanılan tarafın bu sözleşme ile bağlı olmayacağını kabul etmekte, fakat bunun için de
yanılmanın esaslı olmasını istemektedir.(B.K.md.23)
Kanunumuz hatanın esaslı sayılacağı halleri belirlemiştir(B.K.md.24). Bunlar;
1.Sözleşmenin niteliğinde yanılma: Hata ettiğini iddia eden taraf, sözleşme hakkında rızasını beyan ederken başka bir
sözleşmeyi kastetmişse bu beyanda hata esaslıdır. Örneğin bir kimsenin referans mektubu imzalıyorum zannederek kefil
olması gibi.
2.Sözleşmenin konusu olan şeyde yanılma: Hata ettiğini iddia eden taraf sözleşmeye konu teşkil eden şeyden başka bir
şey kastetmişse, örneğin katalogdaki numarayı dikkatsizlikle yanlış yazmışsa bu hata da dikkate alınır.
3.Kişide yanılma: Taraflardan birisinin A’ yı avukat olarak tutmak isterken B ile sözleşme yapmışsa bu hata da esaslıdır.
4.Miktarda yanılma: Miktardaki hatanın dikkate alınabilmesi için aradaki farkın önemli olması gerekir.
5.Sözleşmenin zorunlu unsurlarında yanılma: Bir kimse bazı yanlış tahminler veya değerlendirmeler sebebiyle beyanda
bulunup, sözleşme yapmışsa saikte hata söz konusudur. Bu tür durumda belli şartlarda, istisna olarak hataya düşen taraf
sözleşme ile bağlı olmamakta, sözleşmenin iptalini isteyebilmektedir. Örneğin orijinal diye bir tabloyu alıp bunun kopya
çıkmasında olduğu gibi.
***İki taraftan birinin iradesi haberci tarafından veya başka bir vasıta ile yanlış nakledilirse hata hakkındaki hükümler
kıyasen uygulanır, yani bu durum esaslı hata sayılır.
***Kanunumuz yalnızca adi hesap yanlışlıklarını ve sözleşmenin sadece saiklerine ilişkin yanılmayı esaslı yanılma
saymamıştır. (B.K.md.24)
Sözleşme yapılırken esaslı hataya düşen taraf sözleşmeyle bağlı değildir. Ancak hatalı olan kişinin sözleşmenin feshinden
doğan zararı tazmin etmesi için bazı hususların gerçekleşmesi gerekir. Bunlar;




Hatayı yapan kişi kusurlu olmalıdır
Karşı taraf hataya düşürüldüğünü bilmemelidir
Hata yapan sadece menfi zararı ödemekle yükümlüdür.
Hakkaniyet gerekiyorsa müspet zarar da istenebilir.
2- HİLE (ALDATMA): Bir kimsenin, birtakım yalan-dolan ve yanıltmalarla bir irade açıklamasında bulunmaya
yöneltilmesidir. Kısacası, bir kimsenin birtakım yalanlarla kasten yanılgıya düşürülerek bir sözleşme yapma durumuna
getirilmesidir. Örneğin, altın suyuna batırılmış bakır bir bileziğin gerçek altınmış ve gerçek değerinden çok ucuza
satılıyormuş gibi gösterilip satılmasında olduğu gibi.
12
Hilenin şartları
 Belli hususlarda aldatma olmalı (bazı hususları gizlemek ya da doğru olmayan hususları ileri sürmek)
 Aldatma kasten yapılmış olmalı (gerçekdışı beyanda bulunmak)
 İlliyet bağıntısı olmalı (sözleşme hilenin etkisiyle yapılmış olmalıdır)
Kanunumuz, aldatmanın bizzat karşı tarafça yapılmış olması ile üçüncü kişilerce yapılmış olması arasında sonucu
bakımından bir fark gözetmemiştir. Aldatma ister, bizzat karşı tarafça isterse üçüncü kişiler tarafından yapılmış olsun,
aldatılan taraf yapılan sözleşmeyle bağlı değildir. Ancak, üçüncü kişilerle yapılmış olan aldatmanın bu sonucu
doğurabilmesi için karşı tarafın bunu bilmesi gerekir. Eğer karşı taraf, üçüncü kişilerin aldatmasını bilmiyor ise aldatılan
taraf yaptığı sözleşme ile bağlıdır.
3- İKRAH (KORKUTMA): Bir kimsenin kendine veya yakınlarından birine zarar verileceği korkusu altında iradesini
açıklaması konusunda zora tutulmasıdır. Dolayısıyla, açıkladığı irade beyanı ile gerçek iradesi arasında uyumsuzluk
doğmuş olur. Korkutma sonucu sözleşme yapan kimse, o sözleşme ile bağlı olmaz.
Korkutmanın var olabilmesi için bazı şartlar gerekir(B.K.md.30);
 Sözleşmeyi yapan kimseye veya yakınlarından birine yönelmiş bir tehlike söz konusu olmalıdır
 Tehlike ağır ve derhal meydana gelebilecek nitelikte olmalıdır
 Tehdit haksız (hukuka aykırı) olmalıdır
 İlliyet bağlantısı bulunmalıdır (korkutma, korkutulanı o hukuki işlemi yapmaya yöneltmiş olmalıdır)
Kanunumuz, korkutmanın bizzat karşı tarafça yapılmış olması ile üçüncü kişilerce yapılmış olması arasında sonucu
bakımından bir fark gözetmemiştir. Korkutma ister, bizzat karşı tarafça isterse üçüncü kişiler tarafından yapılmış olsun,
korkutulan taraf yapılan sözleşmeyle bağlı değildir.
İrade Bozukluğunun Sonuçları:
İrade bozukluğunun yaptırımı yani sonucu tek taraflı bağlamazlıktır. İradesi yanılma, aldatma veya korkutma dolayısıyla
bozulmuş olan taraf, bu sözleşmeyi iptal edebilir.
-İptal için, sadece iptal iradesini açıklaması gerekli ve yeterlidir. Ayrıca mahkeme kararına gerek yoktur.
-Hakim hata, hile ve ikrahı kendiliğinden dikkate alamaz.
-Bu konudaki açıklamanın karşı tarafa vardığı andan itibaren sözleşme ortadan kalkmış olur.
-Kişi bir yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını karşı tarafa bildirmezse sözleşmeye onay(icazet) vermiş olur.(B.K.
md.31)
SÖZLEŞMENİN KONUSU
SÖZLEŞME ÖZGÜRLÜĞÜ
Sözleşme özgürlüğü; tarafların aralarında bir sözleşme kurarken onun içeriğini ve kapsamını diledikleri gibi
belirleyebilmeleri demektir. B.K.mad.19’da “bir sözleşmenin konusu, kanunun gösterdiği sınır içerisinde serbestçe
belirlenebilir” ifadesiyle sözleşme özgürlüğüne yer verildiği görülmektedir.
Sözleşme özgürlüğü ilkesi, borçlar hukuku alanında geçerli olan bir ilkedir. Bu nedenle aile hukuku, miras hukuku ve eşya
hukukunda düzenlenmiş olan sözleşmeler açısından böyle bir özgürlük söz konusu değildir. Örneğin evlilik sözleşmesi ve
mal rejimi sözleşmesinin içeriğini ve kapsamını belirlemede tarafların özgür oldukları iddia edilemez.
SÖZLEŞME ÖZGÜRLÜĞÜNÜN SINIRLARI
Sözleşme özgürlüğü ilkesi kural olmakla birlikte bu ilkeye çeşitli sebep ve düşüncelerle (B.K.md.19,20) birtakım
sınırlamalar da getirilmiştir. Bunlar;
13
 Sözleşmenin konusu emredici kurallarına aykırı olamaz:
Bu tür kurallar genel olarak aile hukuku ve eşya hukukunda yer almakla beraber, Borçlar Kanunumuzda da az olsa
bile örnekleri vardır. Zamanaşımı ile ilgili B.K. md.125,126,139 hükümleri ile temsil olunanın temsil yetkisini geri
alma veya sınırlama hakkından önceden vazgeçmesini (feragatini) yasaklayan B.K.md.34 hükmü örnek olarak
gösterilebilir.
 Sözleşmenin konusu kamu düzenine aykırı olamaz:
Toplum hayatında barış ve güveni sağlamayı amaçlayan kurallar olarak tanımlanabilen sınırlamalara uymak
zorunludur. Bunların bütününe kamu düzeni denir.

Sözleşmenin konusu kişilik haklarına aykırı olamaz:
Hiç kimse taraf olduğu bir sözleşmeyle kişilik haklarından ve özellikle kişiliği oluşturan en önemli unsur olarak hak
ve fiil ehliyetlerinden kısmen dahi vazgeçemez(feragat edemez).

Sözleşmenin konusu ahlaka aykırı olamaz: Örneğin yabancı bir ülkeye kaçak eşya sokmayı öngören
sözleşmeler geçersizdir.
 Sözleşmenin konusu imkansız olamaz:
Örneğin özel mülkiyete konu olmayan bir malın satılması, Aya ya da Merih gezegenine seyahat konusunda yapılan
bir sözleşmede borçlunun yüklendiği edimin yerine getirilmesinin imkansız olduğu açıktır.
SÖZLEŞME ÖZGÜRLÜĞÜ SINIRLARININ AŞILMASININ YAPTIRIMI
1-BUTLAN
a) Mutlak Butlan: Yukarıda yer alan sınırlar aşılarak bir hukuki işlem yapılmış ise bu hukuki işlem geçersizdir, batıldır.
Yani hiç yokmuş gibi kabul edilir ve başlangıçtan itibaren geçersizdir.
Sözleşmenin batıl olduğunu yalnızca taraflar değil, üçüncü kişiler de ileri sürebilir. Hatta görülmekte olan davada mutlak
butlan ileri sürülmemiş olsa bile, hakim bunu kendiliğinden dikkate almak zorundadır. Mutlak butlanla hükümsüz olan bir
sözleşme belli bir zamanın geçmesiyle sonradan geçerli hale gelemez. Edimler, yerine getirilmişse taraflar edimlerini geri
isteyebilirler.(B.K.md.20)
b) Kısmi Butlan: Sözleşmenin içerdiği şartlardan bir kısmının butlanı, sözleşmeyi hükümsüz kılmayıp yalnız konulan
şartları hükümsüz kılıyorsa buna kısmi butlan denir. Fakat bu hükümsüz olunan şatlar olmaksızın sözleşmenin
yapılamayacağı kabul edildiği takdirde, sözleşmeler tamimiyle geçersiz olur.(B.K.md.20)
2-AŞIRI YARARLANMA (GABİN)
İki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde taraflardan birinin darda kalmasından, düşüncesizliğinden veya deneyimsizliğinden
yararlanılarak edimler arasında yaratılan açık oransızlıktır. (B.K.md.21)
Gabinin Şartları;

Edimler arasında açık bir oransızlık bulunmalı; (buna objektif şart da denir) Örneğin bir diş hekiminin bir diş
çekme karşılığında kişiden 500 YTL istemesi, bir taksi şoförünün 3 km’ lik yol için 100 YTL istemesi gibi…

Açık oransızlık, karşı tarafın özel durumundan yararlanılarak meydana getirilmeli; (buna subjektif şart da
denir) Kişinin darda kalma, düşüncesizlik, deneyimsizlik nedeniyle aldatılmasıdır. Örneğin, çocuğu zehirlenmiş bir
babanın gece yarısı kasabanın tek doktoruna çok yüksek ücret ödemek zorunda kalması gibi.
Darda kalma; bir kimsenin zor durumda bulunması, büyük bir sıkıntı içinde kalmış olması demektir. Örneğin
açlıktan ölmek üzere olan işsiz bir kimsenin çok düşük bir ücretle çalışmaya razı olması halinde olduğu gibi.
Düşüncesizlik; bir kimsenin giriştiği hukuki işlemlerin hukuki sonucunu düşünememesi, kendi menfaatlerini iyi
hesaplayamaması, aldatılmaya ve sömürülmeye müsait (elverişli) olması demektir.
Deneyimsizlik; iş hayatının gidişini bilememek veya belli bir işin özelliklerinin gerektirdiği bilgi düzeyine
erişememiş olmak demektir. Örneğin kendisine hediye edilen çok değerli antika bir tablonun değerini anlayamayan bir
kimse bu tabloyu gerçek değerinin altında satarsa, karşı taraf onun deneyimsizliğinden yararlanmış olur.
14
Aranılan şartlar gerçekleşmiş olmadıkça, salt edimler arasında açık bir oransızlığın bulunması sözleşmenin iptali imkanını
vermez.
Gabinin Sonuçları;
Aşırı yararlanma sebebiyle zarara uğramış olan taraf, sözleşmenin kurulmasından itibaren 1 yıl içinde tek yanlı bir irade
açıklamasında bulunarak sözleşmeyle bağlı olmadığını karşı tarafa bildirerek verdiği şeyi geri isteyebilir.
Hakim bir yıllık sürenin geçtiğini kendiliğinden göz önünde bulundurmak zorundadır. Sözleşme yok hükmünde değildir,
ama askıdadır. Zarara uğramış olan taraf bu süre içerisinde sözleşmeyle bağlı olmadığını karşı tarafa bildirmezse, sözleşme
baştan itibaren geçerli hale gelir. Bir yıllık süre zamanaşımı değil, hak düşürücü süredir.
HUKUKİ İŞLEMLERİN HÜKÜMSÜZLÜĞÜ
Borçlar kanunumuz başta olmak üzere hukukumuzda sağlar arası hukuki işlemlerdeki sakatlıklar iki grupta toplanabilir:
1.Batıl hukuki işlemler, 2.Feshedilebilen (iptal edilebilen) hukuki işlemler.
1.BATIL HUKUKİ İŞLEMLER
Belli bir sakatlık sebebiyle, baştan itibaren kendilerine bağlanan hukuki sonuçları doğurmayan ve geçerli hale
getirilemeyen işlemlere batıl hukuki işlem denir. Bu tür sözleşmeler baştan itibaren geçersizdir, butlandır, hiçbir hukuki
sonuç doğurmaz. Gayrimenkul alım satım sözleşmesinin resmi şekilde yapılmaması durumunda olduğu gibi.
BUTLAN SEBEPLERİ;
Genel olarak aşağıdaki hallerde hukuki işlemler geçersizdir (M.K.md. 15,18,19,20);






Hukuki işlemi yapan kişi temyiz kudretinden (ayırt etme gücünden) yoksunsa (tam ehliyetsizse)
Geçerlilik şartı olarak “şekil” aranan hallerde, hukuki işlem şekle uyulmaksızın yapılmışsa
Hukuki işlem muvazaalı ise
Hukuki işlemin konusu, hukuka (emredici kurallara, kamu düzenine, şahsiyet haklarına) aykırı ise
Hukuki işlemin konusu ahlaka aykırı ise
Hukuki işlemin konusu baştan itibaren objektif olarak imkansız ise
Bu yapılan işlemler geçersizdir, batıldır.
BUTLANIN SONUÇLARI;
Batıl olan bir hukuki işlem aşağıdaki özellikleri taşır;




Batıl olan hukuki bir işlem; baştan itibaren kendiliğinden hukuki sonuçlarını doğurmaz
Butlanı yalnızca taraflar değil, yararı olan üçüncü şahıslar da ileri sürebilirler
Hukuki işlemin batıl olduğunu, hâkim kendiliğinden dikkate alır
Batıl olan hukuki bir işlem, belli bir zamanın geçmesiyle veya butlan sebebinin ortadan kalkmasıyla geçerli hale
dönüşmez. Butlan halinde kesin bir geçersizlik söz konusudur. Hukuki sonuç doğurabilmesi için işlemin yeniden
yapılması gerekir.
 Batıl olan bir hukuki işlemde edimler yerine getirilmiş ise, taraflar durumlarına göre ayni hakka dayanan istihkak
davası (gayrimenkullerde kaydın düzeltilmesi davasıyla) veya sebepsiz zenginleşme davası açıp geri isteyebilirler.
 Batıl olan hukuki işlemlerde kusurlu olan taraf kusursuz olan tarafın menfi zararını ödemekle yükümlüdür.
2.FESHEDİLEBİLEN HUKUKİ İŞLEMLER
Feshedilebilen hukuki işlemler, kendiliğinden hükümsüz olmayıp, belli bir sakatlık sebebiyle fesih hakkına sahip kimse
tarafından iptal edilebilen işlemlerdir. Fesih hakkı yenilik doğuran bir haktır.
Fesih hakkına sahip olan kimse işlemi iptal ettiği takdirde, işlem baştan itibaren ve kesin olarak geçersiz olur. Buna karşılık,
hak sahibi işlemi süresi içinde feshetmez veya fesih hakkından vazgeçerse işlem baştan itibaren ve kesin olarak geçerli
hale gelir.
Feshedilebilen hukuki işlemler batıl hukuki işlemlerden farklı olarak kendiliğinden hükümsüz değildir. Feshin kanunun
korumayı öngördüğü şahıs tarafından ileri sürülmesi gerekir, hakim bir fesih sebebinin (hata, hile, ikrah, gabin)
15
bulunduğunu kendiliğinden dikkate alamaz. Ayrıca, feshedilebilen hukuki işlem, batıl hukuki işlemden farklı olarak zaman
geçmesiyle veya ifa ile, icazet ile geçerli hale gelebilir.
TEMSİL
Bir hukuki işlemin bir kimsenin adına ve hesabına bir başkası (temsilci) tarafından yapılmasına temsil denir.
Temsil ilişkisinde daima üç kişi vardır;



Temsil olunan
Temsilci
Üçüncü kişi
Bir hukuki işlemi, başkasının adına ve hesabına yapan kişiye “temsilci (mümessil)” denir.
Kendi adına ve hesabına bir hukuki işlem yapılan kişiye “temsil olunan” adı verilir.
Temsilci ile o hukuki işlemi yapan kimseye de “üçüncü kişi” adı verilir.
Borçlar Kanunumuz temsil kurumunu 32–40. maddeleri arasında düzenlemiştir. Ancak, aile ve miras hukukunda temsile
her zaman müsaade edilmemiştir. Örneğin; evlenmede, evlat edinmede, vasiyet ve miras mukavelesinde temsil
müessesesinden yararlanılamaz. Haksız fiillerde de temsilden söz edilemez, ancak şahsı haksız fiil yapmaya yönelten kimse
B.K.md.50 uyarınca, fiili yapan kişiyle birlikte müteselsilen (zincirleme) sorumludur.
Temsil Türleri
1 – Dolaylı (Vasıtalı) Temsil: Temsilci, hukuki işlemi kendi adına, fakat temsil edilen hesabına yaptığı takdirde dolaylı
temsil söz konusudur. Temsilci, hukuki işlemi yaparken, üçüncü kişiye bu işlemi başkasının adına yapmakta olduğunu
söylemez.
Dolaylı temsilde hukuki işlemden doğan alacak ve borçlar önce temsilciye ait olur, sonradan bu hak ve borçlar alacağın
devri ve borcun nakli kurallarına göre temsil edilene devredilir. Temsilci bu hak ve borçları devretmeye, temsil edilen de
devralmağa mecburdur.
2 –Doğrudan doğruya (Vasıtasız) Temsil: Temsilcinin, hukuki işlemi temsil olunan adına ve hesabına yaptığı takdirde
doğrudan doğruya temsil söz konusudur.
Temsilci doğrudan doğruya temsilde, temsil edilen adına yaptığı işlemden doğan hak ve borçlardan sorumlu değildir.
Bunlar ikinci bir işleme ihtiyaç olmaksızın tamamen temsil edilene aittir.
Doğrudan doğruya Temsilin Şartları;
Temsilci tarafından yapılan hukuki işlemden doğan hak ve borçların doğrudan doğruya temsil edilene ait olabilmesi için,
iki unsurun birleşmesi gerekir:
a- Temsil Yetkisi: Temsilcinin temsil edilen adına (nam ve hesabına) hukuki işlem yapmaya yetkili olmalıdır. Bu yetki, bir
hukuki işlemden veya kanundan doğabilir. Hukuki işlemden doğan temsil yetkisine örnek vekalet sözleşmesidir. Velayet
altındaki küçükler ile kısıtlanmış olanları temsil eden kimselerin, temsil yetkileri doğrudan doğruya kanundan
doğmaktadır, bu sebepledir ki onlara “ kanuni temsilciler” denir ve bu veli ya da vasidir.
b - Temsil Olunanın Adına Hareket Etmek: Temsilci, hukuki işlemi temsil edilen adına yapmak niyetiyle hareket etmeli ve
işlemi temsil edilen adına yaptığını karşı tarafa bildirmelidir. Böylelikle tüm bu işlemlerden doğan hak ve borçlar temsil
edilene ait olur. Temsilci, işlemi temsil edilen adına yaptığını karşı tarafa bildirmemişse alacak ve borçlar temsilciye ait
olur. Temsilci, bu hak ve alacakları daha sonra temsil edilene devreder.
Bazı hallerde temsilci başkası adına hareket ettiğini üçüncü kişiye açıkça belirtmemiş olsa bile, yine de doğrudan doğruya
temsil olabilir ve sözleşmeden doğan hak ve borçlar doğrudan doğruya temsil edilene aittir. Bu istisnai haller;
16


Üçüncü kişinin kendisiyle hukuki işlemi yapmakta olan kimsenin temsilci olduğunu hal ve durumdan
çıkarabilmesi,
Hukuki işlemin temsilci veya temsil olunan biri ile yapılmasının üçüncü kişi için önemli olmaması halidir.
Doğrudan doğruya Temsilin Sonuçları;
Temsilcinin diğer bir şahıs adına yaptığı hukuki muameleden doğan hak ve borçlar temsil edilene aittir. Temsilci başkası
adına yaptığı hukuki muamelede kendi iradesini beyan etmektedir. Bu nedenledir ki, temsilcilerde bazı şartlar
aranmaktadır. Bu şartlar;
1.Temsilcinin mümeyyiz (ayırdetme gücüne sahip) olması şarttır; fakat işlem ile kendisi borç altına girmediğinden
tam ehliyetli olmasına gerek yoktur.
2.Temsilci sözleşmeyi yaparken esaslı bir hataya düşmüşse ya da hile veya ikrahın etkisiyle sözleşmeyi yapmışsa,
temsil edilen kimse, genel kurallar uyarınca sözleşme ile bağlı değildir. Temsil edilen sözleşmeyi feshedebilir.
3. Bir hakkın kazanılması için iyiniyet aranan hallerde (M.K.md.3) kural olarak temsilcinin iyiniyetli olması gerekir.
4. Hukuki işlem bir şekle bağlanmışsa, temsilci bu sıfatını belirterek kendi imzasını atmalıdır.
Temsil Yetkisi
Temsil yetkisi; başkasının adına ve hesabına hukuki bir işlem yapabilmek hususunda temsilciye verilmiş olan izindir. Temsil
yetkisi ya “kanundan” ya da temsil olunanın “iradesinden” doğabilir. Yetki kanundan doğmakta ise buna; “kanuni temsil”,
iradeden doğmakta ise “iradi temsil” denir.
Kanundan doğan temsil yetkisine örnek olarak “veli, vasi, kayyum” ların temsil yetkilerini verebiliriz. “Yasal temsilci”
dediğimiz bu kişiler, vesayet altındaki kişilerin adına hukuki işlem yaparlar ve temsil yetkilerini temsil ettikleri bu kişilerden
değil; doğrudan doğruya Medeni Kanundan alırlar.
İradi temsilde ise; temsilcinin temsil yetkisi temsil olunanın iradesinden doğar. Tek taraflı hukuki bir işlemdir ve bu irade
beyanı temsilciye ulaştığı anda temsilci yetkili olmuş olur.
Temsil Yetkisinin Verilme Şekli
Borçlar Kanunumuzda temsil yetkisinin belli bir şekilde verileceği konusunda bir açıklama yoktur. Temsil yetkisi
“şekilsizce” de verilebilir. Yani açık ya da zımni (örtülü) bir biçimde temsil yetkisi verilebilir. Ancak kişinin başkasını temsil
ettiğini kanıtlayabilmesi için hemen hemen her konuda kendisinden temsil yetkisine sahip olduğuna dair bir belge istenir.
Temsilcinin temsil yetkisini kanıtlamasına yarayan bu yazılı belgeye “yetki belgesi” denir. Bu belge şart değildir, ancak 3.
kişileri ikna etmek açısından verilebilir yoksa bu belge verilmese de olur.
Bankalarda imza yetkisi verme, bankayı temsil etme hakkının verilmesi demektir. Temsil olunan, temsilciye vermiş olduğu
temsil yetkisini üçüncü kişilere bildirebilir. Bunu gazeteye ilan vererek yapabileceği gibi, ilgililere bir genelge göndermek
suretiyle de yapabilir.
Temsil Yetkisinin Kapsamı
Temsil yetkisi kanundan doğuyorsa yetkinin kapsamını ilgili kanun belirler. Temsil yetkisi bir hukuki işlemle verilmişse,
yetkinin kapsam ve sınırı bu hukuki işlemde yani temsil olunanın irade beyanında gösterilir.
— Temsil yetkisi süre yönünden sınırlanabilir
— Temsil yetkisi kişi bakımından sınırlandırılabilir
— Temsil yetkisi konu bakımından sınırlandırılabilir
*Temsil olunan, temsil yetkisini dilediği zaman sınırlayabilir, ancak 3. kişilere bunu bildirmelidir.
17
Temsil Yetkisinin Sona Ermesi
Temsil yetkisini sona erdiren sebepler;




Temsil yetkisi belli bir süre için verilmişse sürenin sona ermesiyle temsil yetkisi sona erer.
Temsil yetkisi belli bir hukuki işlem için verilmişe (Örneğin bir malın satın alınması gibi) işlemin
yapılmasıyla temsil yetkisi sona erer.
Temsil yetkisi bir hukuki işlemden doğmuşa temsil olunan kimse, verdiği yetkiyi her zaman geri alabilir
veya sınırlayabilir. Temsil olunan kimsenin ise bu hakkından önceden vazgeçmesi
geçersizdir.(B.K.mad.34)
Hukuki işlemden doğan temsil yetkisi, taraflardan birinin ölümü veya medeni hakları kullanma ehliyetini
kaybetmesi ya da iflası halinde son bulur.
Temsilin Sona Ermesinin Sonuçları
Temsilci, temsil yetkisinin sona erdiğini bilmiyorsa bunu öğrendiği ana kadar yapmış olduğu hukuki işlemler temsil olunanı
ya da onun mirasçılarını bağlar. Fakat temsilci ile hukuki işlem yapan diğer 3. kişiler yetkinin alındığını biliyorlarsa (iyi
niyetli değillerse) yapılan hukuki işlem temsil olunanı ve mirasçılarını bağlamaz.
Temsil yetkisi daha önce ilan ve sair suretlerle üçüncü kişilere bildirilmiş ise; yetkinin geri alındığı ilan yoluyla
bildirilmelidir. Bildirim yapılmamış ve üçüncü kişiler bundan habersizse o zaman yapılan hukuki işlemler geçerlidir.
Temsil yetkisi üçüncü kişilere bildirilmemiş yalnızca temsilciye temsil yetkisinin olduğuna dair bir belge verilmiş ise; temsil
yetkisi dolduğunda bu belgenin ya temsil olunana ya da mahkemeye ibraz edilmesi gerekir. Eğer belge alınmadığı takdirde
temsilcinin üçüncü kişilerle yapmış olduğu hukuki işlemlerden doğabilecek her türlü zararı temsil olunan ödemek
zorundadır, aslında temsilci ile iyi niyetli üçüncü kişiler arasında yapılan hukuki işlem de geçersizdir.
HAKSIZ FİİLLERDEN DOĞAN BORÇLAR
Hukuk düzenin birtakım hukuki sonuçlar bağladığı fiillere ya da edimlere hukuki fiil denir.
Hukuki fiillerden hukuk düzeninin olumlu karşıladığı ve yapılmasına izin verdiği fiillere hukuka uygun fiil; izin vermediği
hoş karşılamadığı fiillere ise hukuka aykırı fiiller denir.
Hukuk düzenimiz, hukuka veya sözleşmeye aykırı bir fiiliyle başkalarına zarar veren kimseyi, verdiği zararı gidermekle
yükümlü tutmaktadır ki buna da hukuki sorumluluk denir.
Haksız Fiil
Haksız fiil; hukuk düzeninin izin vermediği ve hoş karşılanmadığı zarar verici eylemlerdir.
Haksız Fiilin Unsurları
1. Hukuka aykırı fiil
2. Zarar
3. Kusur
4. İlliyet bağı
1. Hukuka aykırı fiil: Hukuk düzeninin mal varlığı ve kişisel değerleri zarar görmekten korumak amacıyla koyduğu emir ve
yasaklara uymayan, onları çiğneyen eylem ve davranışlar hukuka aykırı fiillerdir. Haksız fiilin doğabilmesi için zararın bizzat
bilerek ve istenerek yapılmış olması gerekir. Örneğin; bir kimseyi öldürmek ve yaralamak, başkasının otomobilinin camını
kırmak, bir kimsenin tarlasındaki harmanını yakmak vb.
18
Hukuka aykırılığı ortadan kaldıran haller;





Kamu kudretinin kullanılması (polisin mahkeme kararı sonucu bir kişiyi tutuklaması)
Özel hukuktan doğan bir hakkın kullanılması (anne ve babanın çocuğunu terbiye etmek için dövmesi)
Zarar görenin zarara razı olması (A şahsının B şahsının rızasıyla kitaplarını yakması)
Bilimsel eleştiriler
Haklı savunma ( meşru müdafaa);
Bir fiilin meşru müdafaa sayılabilmesi için;
a)Savunma şahsın malına veya yakınına olması ve derhal meydana gelecek nitelikte olması
b)Savunma sırasında saldırı devam etmekte olmalı
c)Saldırı karşı tarafa haksız bir nedenle yapılmış olmalı
d)Savunma saldırıyı durdurmaya yönelmiş olmalıdır ve saldırıyı durdurmak için zorunlu olan fiillerle yetinilmelidir.

Zorda kalma
Zorda kalmanın söz konusu olabilmesi için
a)Saldırı şahsa veya mala zarar verecek şekilde derhal meydana gelecek şekilde olmalı
b)Yapılan saldırı üçüncü bir şahsın malına tecavüz edilmiş olmalı
c)Zarar ve tehlikeden korunmak için üçüncü şahsın malına tecavüz kaçınılmaz olmalıdır ve bu tecavüzün
neticesinde zarardan korunmak mümkün olmalıdır.
 Hakkını korumak için kuvvet kullanılmalıdır.
 Kanundan doğan bir yetkinin kullanılmasıdır.
Borçlar Kanunumuz, hukuka aykırı bu fiilleri yapanları karşı taraftaki kişinin zararını ödemekle yükümlü kılmıştır.
2. Kusur: Haksız fiilin ikinci unsuru kusurdur. Kusur kasıt ve ihmal olmak üzere iki türden oluşur.
Kasıt; hukuka aykırı sonucu önceden görerek ve bu sonucun doğmasını istemektir.
İhmal ise; hukuka aykırı sonucun doğmasını istememekle birlikte, bu sonucun doğmaması için gerekli özen ve itinayı
göstermemektir.
3. Zarar: Bir kimsenin malvarlığında kendi rızası olmaksızın meydana gelen bir eksilmedir. Zararın da iki türü vardır;
Maddi zarar; bir kimsenin malvarlığında oluşan parayla ölçülebilen azalmalardır. Hayata, bedensel yapıya ve diğer kişisel
değerlere yönelmiş eylemlerin malvarlığında yol açtığı eksilmeler maddi zarar kavramına girer.
Örneğin, ölüm halinde söz konusu olabilecek maddi zarar, cenaze giderlerini, ölüm hemen gerçekleşmemişse hastane
masraflarını, ölenin desteğinden yoksun kalmış bakmakla yükümlü olduğu kişilerin bu yüzden uğramış olduğu kayıpları
içerir.
Manevi zarar; bir kişinin manevi değerlerine karşı yapılan haksız saldırı sonucu duyduğu acı ve elemdir.
4. İlliyet Bağı: Hukuka aykırı fiil ile zarar arasında bir sebep sonuç ilişkisinin olmasıdır.
a)Ortak illiyet; zarar birden çok kimsenin aralarında anlaşarak birlikte yaptıkları bir haksız fiil sonucu ortaya
çıkıyorsa buna ortak illiyet denir.
b)Birlikte illiyet: Birden çok kimse, her biri diğerinden bağımsız olarak bir zarar sebep olur ve bunlardan her
birinin fiili tek başına aynı zararı doğurmaya yeterli olursa buna birlikte illiyet denir.
c)Alternatif illiyet: Birden çok kimsenin fiilinden yalnız biri zarara sebep olmuş fakat zararın kimin fiilinden
olduğu tespit edilememiş ise alternatif illiyet söz konusu olur.
19
Hükümleri;
Haksız fiil sonucu zarara uğrayan tarafın; zarara uğratan tarafından maddi ve manevi zararlarını tazmin etmesi
gerekir. Tazminatın miktarını bizzat hakim belirler. Zararı ispat etmek davacıya düşer.
KUSURSUZ SORUMLULUK
Kusursuz sorumluluk halleri;
1) Ayırt etme gücünden yoksun olanların sorumluluğu
Ayırt etme gücünden sürekli yoksun olanlar fiil ehliyetine sahip değillerdir. Bu nedenle bu kişilerin, fiil ehliyetine giren
hukuki işlem ehliyeti, dava ehliyet ve özellikle haksız fiillerden sorumlu olma ehliyeti yoktur. Ayırt etme gücünden yoksun
olan bir kişi, haksız fiiliyle bir başkasına zarar verecek olursa kural olarak bundan sorumlu tutulamaz yani verdiği zararın
tazmini kendisinden istenemez.
B.K. m.54/1 hükmüne göre ayırt etme gücünden yoksun bulunan kişinin sorumlu tutulabilmesi için, haksız fiil
sorumluluğunun kusur dışındaki diğer bütün unsurların gerçekleşmiş olması gerekir. Ayrıca diğer bütün unsurlar
gerçekleşmiş olduğu halde, kusur unsurunun gerçekleşmemiş olmasından dolayı bu kişinin sorumlu tutulamamasının da
hakkaniyete aykırı düşmesi gerekir. Hakkaniyet gerektirmedikçe hakimin böyle bir karar vermesi söz konusu değildir.
Ayırt etme gücünü geçici olarak kaybeden kimseler bu durumda iken işledikleri haksız fiillerden sorumlu tutulurlar, bu
nedenle de zararları gidermekle yükümlüdürler. Ancak, bu kişi bu duruma kendi kusuruyla düşmediğini( örneğin; başkaları
tarafından uyuşturucu madde, alkol içirildiğini) ispat ederse sorumluluktan kurtulur.
2) Başkasını çalıştıranın sorumluluğu
B.K.mad.55 göre başkalarını çalıştıran kimse, emrinde çalıştırdığı kimselerin ve işçisinin hizmetlerini yerine getirdikleri
esnada yaptıkları zarardan sorumludur. Ancak böyle bir zararın doğmaması için hal ve durumun gerektirdiği bütün dikkat
ve itinanın gösterildiği veya dikkat ve itinada bulunulmuş olsa dahi zararın doğumuna engel olamayacağını ispat ederse
çalıştıran sorumluluktan kurtulur.
Sorumluluğun şartları;
a. İstihdam eden ile zarar veren kimse arasında “istihdam-çalıştırma” ilişkisi mevcut olmalıdır.
b. Zarar hizmetin yerine getirilmesinde ve hizmetle ilgili meydana gelmiş olmalıdır. Örneğin; istihdam edeni
bürosundan almaya giderken bir kaza yapan şoförün verdiği zarardan istihdam eden sorumludur. Ancak
büroya giderken benzin almak üzere bir istasyona uğrayan şoförün herhangi bir sebeple orada kavga ederek
bir şahsı yaralamasından doğan zarardan istihdam eden sorumlu tutulamaz.
c. Zarar, çalıştırılan kişinin haksız bir fiilinden doğmuş olmalı ve yapılan davranışla zarar arasında uygun illiyet
bağı olmalıdır. Örneğin; işçinin meşru savunma halinde verdiği zarardan istihdam eden sorumlu tutulamaz.
İstihdam edenin sorumluluktan kurtulması;
-İstihdam eden, zararın meydana gelmemesi için şartların gerektirdiği her türlü dikkat ve özeni gösterdiğini
kanıtlayabilirse zarardan sorumlu değildir.
-İstihdam eden, bütün şartların gerektirdiği özen ve itinayı göstermiş olsaydı dahi zararın meydana gelmesini
önleyemeyeceğini ispat edebilirse sorumluluktan kurtulur. Örneğin; intihar etmek isteyen bir kimse kendini
arabanın altına atarsa veya zarar şoförün ani bir baygınlık geçirmesinden kaynaklanmışsa istihdam eden sorumlu
tutulamaz.
Başvuru hakkı;
Haksız fiil sonucunda zarar gören kimse isterse haksız fiili yapan şahsa ya da doğrudan doğruya istihdam edene karşı
tazminat davası açabilir. Her ikisini de mahkemeye vermesi de mümkündür.
20
3) Hayvan İdare edenlerin sorumluluğu
Hayvan bulunduran kimse; hayvanın gözetiminde, bakımında ve kullanılmasında karar yetkisine sahip kişidir. Tüzel
kişilerde, hayvanı idaresi altında bulunduran şahıs sıfatıyla hayvanın verdiği zarardan sorumlu tutulurlar. Hayvanın vahşi
veya evcil olması arasında bir fark yoktur.
B.K.mad.56 göre sorumluluğun söz konusu olabilmesi için hayvanın kendi hareketi ile bir zarara sebep olması gerekir. Bir
at arabasının kullanılmasında ya da atın kullanılmasında olduğu gibi hayvanın hareketine insan iradesi hükmediyorsa ve
zarar hayvandan çok ona hükmeden tarafından yerine getirilmiş ise bu zarardan hayvan idaresine sahip olan kişiler değil;
hayvanın hareketine hükmeden kişiler sorumludur.
Hayvanın idaresini elinde bulunduran kişi, hal ve durum için bütün özen ve itinayı gösterdiğini ya da özen ve itina
göstermiş olsaydı dahi bu zararın yine de gerçekleşebileceğini ispat ederse zararın tazminden kurtulabilir; aksi takdirde
zararı ödemek zorundadır.
4) Bina ve diğer eser maliklerinin sorumluluğu
B.K.mad.58 göre sorumluluğun şartları;
-Bina veya diğer bir eser söz konusu olmalıdır
-Yapımda bozukluk veya bakımda noksanlık bulunmalıdır. Örneğin; bir binanın yapımında malzemeden çalma
veya çürüyen merdivenin, çatının, tesisatın yenilenmemesi gibi.
-İlliyet bağı mevcut olmalıdır.
Binanın yapımındaki bozukluk veya bakımındaki eksiklik sebebiyle zarar gördüğünü iddia eden ve tazminat
talebinde bulunan davacı iddiasını ispat ile yükümlüdür.
SEBEPSİZ ZENGİNLEŞMEDEN DOĞAN BORÇ İLİŞKİSİ
Sebepsiz zenginleşme; bir kimsenin malvarlığının haklı bir sebep olmaksızın diğer bir kimsenin malvarlığı aleyhine
çoğalması demektir.
Sebepsiz zenginleşme davasının şartları
1) Zenginleşme: Mal varlığında meydana gelen bir çoğalmadır. İki şekilde söz konusu olur;
-Malvarlığında fiili çoğalma meydana gelmiş olabilir. Örneğin, haklı bir sebep olmaksızın arsamızın değerinin artması,
miktar olarak paramızda bir artışın meydana gelmesi gibi.
-Malvarlığının azalması önlenmiş olabilir. Örneğin; bir şahsın hukuki yönden hiçbir zorunluluğu yokken başka bir kişinin
çocuğunun eğitim masraflarını karşılaması halinde, çocuğun babası yükümlü olduğu giderlerinden kurtulmuş olur ve
sonuç olarak zenginleşmiş olur.
2) Fakirleşme: Bir tarafın malvarlığındaki zenginleşme, diğer tarafın malvarlığının aleyhine olarak gerçekleşmeli, yani bir
tarafın malvarlığı zenginleşirken diğer tarafın mal varlığı o oranda fakirleşmiş olmalıdır. Bu fakirleşme ise, bazen
malvarlığının aktif kısmının azalması (bir kıymettin malvarlığından çıkması gibi) bazen de pasif kısmın çoğalması (
malvarlığına yeni bir borcun girmesi) şeklinde olabilir.
3) İlliyet bağı: Tarafların malvarlıklarında gerçekleşen zenginleşme ve fakirleşme arasında bir “sebep-sonuç” ilişkisi
bulunmalıdır.
4) Haklı bir sebebin bulunmaması: Zenginleşmenin haklı bir sebebe dayanmamasıdır. Haklı bir sebep olmaksızın
zenginleşme halleri 3 grupta incelenir;
-Hukuki sebebin geçerli olmaması ve borç olmayan şeyin ödenmesi: (Örneğin parayı veren kişi ödünç vermiş ve karşı
taraftaki kişi bunu bağış zannetmişse ya da A, B’ ye göndermek istediği parayı yanlışlıkla C’ye göndermişse bu durumda
21
zaten hukuki sebep geçerli değildir). Borç olmayan şeyin ödenmesinde ise sebepsiz zenginleşme davasının açılabilmesi
için;
a)Borcun ifası amacıyla ödemede bulunulmuş olması gerekir
b)Ödenmesi gereken bir borç mevcut olmalı
c)Ödemede bulunan yanılarak kendisini borçlu zannetmesi gerekir.
-Hukuki sebebin gerçekleşmemiş bulunması
-Hukuki sebebin ortadan kalkması
Sebepsiz Zenginleşme Davasının Açılamayacağı Haller



Zaman aşımına uğramış olan bir borcun ödenmesi
Ahlaki bir görevin yerine getirilmesi
Haksız veya ahlaka aykırı bir amaç için ödemede bulunulması
Eğer zenginleşen kimse iyiniyetli ise, yani malvarlığında gerçekleşen zenginleşmeyi geri vereceğini bilmiyor veya
bilmesi gerekmiyor ise, geri verme anında elinde kalmış olan miktarı vermekle borcundan kurtulur.
MADDİ ZARARIN TAZMİNİ
MADDİ ZARARIN İSPATI
Haksız fiil sebebiyle maddi tazminat talebinde bulunan kimse, BK. M. 42/1 uyarınca, maddî bir zarara uğradığını ve
zararının miktarını ispat etmekle yükümlüdür.
MADDİ TAZMİNATIN ŞEKLİ
1.Aynen tazmin: Haksız fiilden önceki durum yeniden ve aynen tesisi olunur. Örneğin, haksız olarak alınan
mal iade edilir; yırtılın kitabın yerine bir başkası verilir.
2.Para ile tazmin: Haksız fiil sebebiyle malvarlığında meydana gelen eksilme para ödeme suretiyle ortadan
kaldırılır, malvarlığı haksız fiil yapılmasaydı arz edeceği değere ulaştırılır. Örneğin, haksız fiil neticesinde yaralanan
kimsenin tedavi giderleri ödenir. Tazminatın şeklini, yani zararın aynen mi, yoksa nakden mi tazmin edileceğini, nakden
tazmin edilecekse paranın sermaye şeklinde mi, yoksa “gelir bağlanması” suretiyle mi ödeneceğini tayin yetkisi hakime
aittir.
MADDİ TAZMİNATIN KAPSAMINI ETKİLEYEN UNSURLAR
1-Uğranılan zarar
2-Kusurun ağırlık derecesi
3-Zarara uğrayanın rızası
4-Zarar görenin birlikte kusuru
5-Failin ekonomik durumu
6-Hal ve şartlar
ADAM ÖLMESİ, BEDENSEL ZARAR VE HAKSIZ REKABET HALLERİNDE MADDİ ZARARIN KAPSAMI
1)Adam ölmesi
“Bir Adam öldüğü takdirde zarar ve ziyanı özellikle gömme giderlerini de kapsar. Ölüm derhal meydana gelmemişse,
zarar ve ziyan tedavi giderlerini ve çalışmaya muktedir olmamaktan doğan zararı kapsar.”
22
“Ölüm neticesi olarak diğer kimseler ölenin yardımından yoksun kaldıkları takdirde, onların bu zararını da
tazmin etmek gerekir.”
Borçlar kanunumuzun 45. maddesine göre, haksız fiil sonucunda ölüm meydana gelmişse maddi zarar aşağıdaki
hususları kapsar:
a)Gömme giderleri
b)Tedavi giderleri ve çalışamamaktan doğan zarar
c)Yardımdan yoksun kalmaktan doğan zarar
2)Bedensel zarar
“Bedensel (cismani) zarar” kavramına, yaralama, organlardan birini sakatlama, zehirleme, korkutma sonucunda
erken doğuma veya bir sinir krizine sebep olma gibi, bedensel veya ruhsal zararlar, sarsıntılar girer.
Haksız fiiliyle bedensel bir zarara sebep olan kimse aşağıdaki maddi zararı tazminle yükümlüdür.
a)Tedavi giderleri
b)Çalışma gücünün tamamen veya kısmen kaybedilmesinden doğan zarar.
c)Ekonomik gelişmenin zorlaşmasından doğan zarar
“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı olarak tecavüze uğrayan veya bir tecavüz tehlikesi karşısında bulunan kişi, tecavüze son
verilmesini veya tecavüz tehlikesinin önlenmesini talep edebileceği gibi, sona ermesine rağmen, etkisi devam eden
tecavüzün hukuka aykırılığının tespitini ve gerekiyorsa kararın yayınlanmasını ya da üçüncü kişilere bildirilmesini talep
edebilir.
“Maddî ve manevî tazminat davaları açma hakkı ile birlikte bu tecavüzden elde edilen kazançları vekâletsiz iş görme
hükümleri uyarınca talep etme hakkı saklıdır”. “Manevî tazminat talebi karşı tarafça kabul edilmedikçe devredilemez,
ancak miras yoluyla intikal eder”.
Şahsiyet haklarında haksız tecavüze uğrayan kimselerin, yukarda ön görülen davalardan ayrı olarak, yasal şartları varsa,
a) “Manevi tazminat” davası
b) “Maddi tazminat” davası,
c) Haksız tecavüzden elde edilen kazançların vekaletsiz iş görme hükümleri uyarınca verilmesi” davası
açabilecekleri, bu hakların saklı olduğunu belirtilmek.
Manevi tazminatın şartları(BK.Md.49)
“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevî zarara karşılık, manevî tazminat namıyla
bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
Borçlar kanunumuzun değişik 49. maddesinin incelenmesinden anlaşılacağı üzere, kanun, manevi tazminat
istenebilmesini aşağıdaki şartların varlığına bağlamıştır:
a)
b)
c)
d)
e)
Şahsiyet haklarına tecavüz edilmiş olmalıdır
Tecavüz haksız olmalıdır
“Manevi zarara” uğranılmalıdır
Kusurlu olunmalıdır
İlliyet bağı bulunmalıdır.
23
MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT DAVASI
DAVAYA BAKMAYA YETKİLİ VE GÖREVLİ MAHKEME
“Davacı, şahsiyet haklarının himayesi için kendi ikametgahı veya davalının ikametgahı mahkemesinde de dava açabilir”,
“Davacı, aynı zamanda maddi ve manevi tazminat ile vekaletsiz iş görme hükümleri uyarınca tecavüzden elde edilen
kazancın kendisine verilmesini birlikte talep etmiş ise, bu davaları da kendi ikametgahı mahkemesinde de açabilir. 8.
maddesi uyarınca, istenen tazminat miktarı yüz milyon (1.1.2000`den itibaren 400 milyon) lirayı geçmiyorsa “sulh
hukuk”, yüz milyon (1.1.2000’den itibaren 400 milyon) lirayı aşıyorsa, “Asliye hukuk mahkemesi”dir.
DAVANIN TARAFLARI
1)
a)
b)
c)
2)
a)
b)
c)
Davacılar
Haksız fiilden zarar görenler
Zarar görenin başka bir sebepten ölümü halinde mirasçılar
Haksız fiil sebebiyle ölüm halinde, mirasçılar, yardımdan yoksun kalanlar, yakınlar.
Davalılar
Haksız fiili yapanlar
Dolayısıyla sorumlu olanlar
Mirasçılar
24
Download
Study collections