KİTAP İNCELEMESİ

advertisement
KİTAP İNCELEMESİ
“PAUL JANET’IN METAFİZİK VE PSİKOLOJİNİN İLKELERİ
KİTABININ BİLİM FELSEFESİNE GİRİŞ ADLI BİRİNCİ
BÖLÜMÜNDEKİ İLK DÖRT KISMIN BABANZADE TARAFINDAN
YAPILMIŞ ÇEVİRİSİ ÜZERİNE BİR İNCELEME”
Prof. Dr. Ülker Öktem, Ankara, İmaj Yay. 1997,
Ülker Öktem1
Metafizik ve Psikolojinin İlkeleri, yakın geçmişte yaşamış ünlü Fransız
filozofu Paul Janet’nin 1897’de yayınlanmış olan iki ciltlik bir eseridir.
Eserin ilk bölümü ‘Bilim Felsefesine Giriş’ adını taşır ve yirmi kısımdan
ibarettir. Eseri, 1916-1917 yıllarında, Darü’l-Fünun Edebiyat Fakültesinde
metafizik dersleri de veren Ahmet Naim Babanzade Fransızca’dan Türkçeye
kazandırmış ve aynı fakültede ders kitabı olarak okutmuştur. Eserde yirmi
kadar mesele vardır; ve her mesele bir ders konusu olabilecek tarzda
düzenlenmiştir. Eser, daha sonra, tefrikalar halinde, adı geçen fakültenin
dergisinde de yayınlanmıştır. 2
1
Prof.Dr. Ankara Üniversites, DTCF, Felsefe Bölümü
Bkz. Darü’l-Fünun Edebiyat Fakültesi Dergisi C.1,S.1-2, s.71-96 / 197-221; C1, S.5-6,
s.508-533 / 598-606. Biz, bu derginin, günümüze kadar ulaşmış olan cilt ve sayılarında,
eserin Bilim Felsefesine Giriş adını taşıyan ve yirmi kısımdan oluşan birinci bölümünden,
‘Felsefe Bir Bilim Midir?’, ‘Felsefenin Yeni Birkaç Tanımı’ ve ‘Felsefede Kriter (1-2)’ adlı
ancak ilk dört kısmına rastladık. Bunları günümüz Türkçesine aktardıktan sonra, Janet’nin
felsefeye ve bilime ilişkin görüşlerini inceleyip değerlendirerek, bir kitap oluşturduk.
1997’de yayınlanan bu kitabımıza da ‘Paul Janet’nin Metafizik ve Psikolojinin İlkeleri
Kitabının Bilim Felsefesine Giriş Adlı Birinci Bölümündeki İlk Dört Kısmın Babanzade
Tarafından Yapılmış Çevirisi Üzerine Bir İnceleme’ adını verdik. Bu kitabı 2010 yılında,
söz konusu dört kısma ilişkin Arap harfli Türkçe metin ve Fransızca metinle birlikte,
gözden geçirilmiş nüsha olarak yeniden yayınladık. Kitabı, basılmış bir kitaba şiddetle
ihtiyaç duyduğumuz, Doçentliğe başvuracağımız sırada, bu dört kısmı ayrı ayrı farklı
dergilerde birer makale şeklinde yayınlamak yerine, böyle derli toplu bir kitap hazırlamaya
2
140
Paul Janet, eserin ‘Felsefe Bir Bilim Midir?’ adlı birinci kısmında,
öncelikle, felsefenin bir bilim olup olmadığını sorgulamıştır. Janet, özce
felsefenin bilimden farklı olduğunu kabul etmekle birlikte, yine de, onu,
bilim içinde mütalaa etmek istemiştir. Ona göre, felsefenin bir konusu ve
“evren ezelî midir değil midir?” “Ruh ölümlü müdür ölümsüz müdür?”
“İnsan seçme özgürlüğüne sahip midir değil midir?”... gibi çözüm bekleyen,
hakikaten mevcut meseleleri vardır; ve insanoğlu var oldukça bu meseleler
sürekli olarak ortaya konulacaktır. Ona göre, “çözümü istenen,
çözümlenmemiş meseleler bilimi” olmak bakımından bir bilim, yani felsefe,
her ne suretle olursa olsun vardır ve var olmak durumundadır. Bunu hiç
gözden kaçırmamak gerekir. Çünkü insanın en belirgin özelliği, soru sorma
kabiliyetine sahip olmaktır. Bu kabiliyete sahip olduğu içindir ki, insanoğlu,
aynı zamanda evreni tanıyabilme gayretiyle hareket edebilmiş ve değerlere
yönelebilmiştir.
Birinci kısmın sonlarına doğru, P.Janet, felsefenin birkaç tanımını
yapmış ve bunları açıklamıştır. Ona göre, felsefe, yalnızca “çözümü istenen,
çözümlenmemiş meseleler bilimi” değildir; bundan daha fazla bir şeydir;
bilimsel faraziyelerdir. Felsefe belirli olmayan bir bilinmezin değil, belirli
ve sınırlı olan bir bilinmezin bilimidir. Felsefe olaylar ve kanunlar bilimidir.
Olaylar ve kanunlar da hakikat olduklarından, felsefe, hakikatler bilimi
olmuş olur. Aynı zamanda, felsefe, felsefi sistemler diye tabir edilen
faraziyelerden müteşekkil ve sınırları az çok belirginleşmiş olduğu için
başlangıçta her bilim gibi, kısmi hakikatler bilimidir.
P. Janet, eserin ‘Felsefenin Yeni Birkaç Tanımı’ adını verdiği ikinci
kısmında, felsefeyi yeniden ele almış ve onun ne olduğunu sorgulamıştır.
bizi teşvik ederek bu ihtiyacımızı en iyi şekilde karşılayan, akademik çalışmalarımızda
destek ve ilgilerini hiçbir zaman eksik etmemiş olan, çok sevgili hocamız Sayın Prof. Dr.
SevimTekeli hanımefendiye ithaf ettik. Kendilerine, burada, bir kez daha teşekkür eder,
nice sağlıklı yıllar dileriz.
141
Felsefenin bundan sonra şöyle tanımlandığına işaret etmiştir: ‘Felsefe,
bilinmeyenin bilimidir; belirlenmemiş (indetermine) bir bilimdir.’ Bu tanımı
şu şekilde incelemiştir:
‘Bu düşünceye göre, kainattaki bütün şeyler, bilinenler ve
bilinmeyenler olmak üzere iki kısma ayrılmıştır. Bilimin konusu sadece
bilinenler, felsefenin konusu ise bilinmeyenlerdir. Bilinmeyenler içinde
bilinenlerden olanlar da bulunur. Bunlar, salt bilinmeyenler olmayıp,
bilinenler arasındaki boşluklardır; sırası gelince, bilinenler sınıfına girecek
olan şeylerdir. O halde, felsefenin konusu, bilinmeyenlerdir. Şimdiye dek
araştırma alanına girmemiş ya da girmeyecek olan sadece bileşim ve somut
karışım içinde bildiğimiz, kısımlarını da ayırt etmeğe kudretimiz yetmeyen,
özü veya illeti sadece salt, soyut delille keşfedilen türden yani belirlenmemiş
(indetermine) olandan ibaret şeyler, felsefenin konusunu teşkil ederler.
Belirli olmayan, belirlenebildiği takdirde, varlık şartları deney alanına
girer girmez, felsefenin konusu olmaktan çıkar, pozitif bilimlerin alanına
girer. O halde, felsefe, kendisine konu olarak, belirlenmiş olanın dışında
kalan şeylerden başkasını alamaz. Bu konular, bir kez, deney ve hesap
yoluyla bilime mal edildi mi artık, felsefe onların yakasını bırakır, bundan
dolayı da alanı genişlediği oranda daralır. Böyle demekle, acaba, felsefenin
konusu, şimdiki halde belirsizken ileride belirecek ve deney ile olguların
varlığını belirlenmiş olan şartlarına indirgeyebilecek bir şeyi mi
kastediyor? Yoksa, ‘belirlenmemiş’ kelimesini, özgürlük, ruh, Tanrı gibi
belirlenmiş (determine) ama, ortaya çıkış şartı farz ve tahmin edilemeyen
bir şey manasına mı almak lazım geliyor? Burası anlaşılamıyor. Birinci
takdirde, halen belirlenmemiş olup, ileride belirlenecek, başka deyişle, fizik
dengi olabilecek olan bu gibi şeylerin, felsefe alanından çıkıp, özel bir
bilimin alanını oluşturacağı iddiası saklıdır. İkinci takdirde ise, bu gibi
konuların, pozitif bilimlerin ebediyen dışında kalacağı iddiası gizlidir.
Fakat bu konuların pozitif bilimlerin dışında kalmaları demek, onların
142
hiçbir bilime konu olmamaları demek değildir. Birinci takdirde, felsefenin
birlik yönü, geçici olmuş olurken, ikinci takdirde, gerçek olmuş olur. Demek
ki, felsefenin kendine özgü bir konusu vardır, ki, o da, belirlenmemiş, yani
maddi varlık şartlarına indirgenmesi mümkün olmayan şeyden ibarettir.
Böyle bir konunun bir ‘hiç’ olduğunu iddia etmek ise, yersizdir. Bu
konunun bilinemez olduğunu iddia ederek itiraz etmenin de bir hükmü
yoktur. Bu konu mutlak olarak bilinemez değilmiş ki, tartışma konusu,
tartışma malzemesi olmaktadır. Bir dereceye kadar bilindikçe de, bilindiği
oranda bilimin konusu olabilir. Bu derece, tartışma öncesi belirlenemez ve
sınırlanamaz. Çünkü onu belirleyecek ve sınırlayacak olan, olsa olsa bilimin
kendisi olabilir.’3
P. Janet, eserin ‘Felsefede Kriter’ adlı üçüncü ve dördüncü
kısımlarında, aradığı şeyin, her bilim dalında doğruluğu herkesçe kabul
edilmiş ve edilmemiş olan şeyleri ayırmaya yarayacak pratik ve objektif bir
kriter olduğunu vurgulamıştır. O, esasında, felsefede, bütün bilim dallarında
kullanılan kritere benzer sırf emprik ve pratik bir kriter aramaktadır. Ona
göre, felsefede geçerli olacak mutlak yöntemi arama fırsatı hiçbir zaman
elden kaçırılmış değildir. Hattâ, eğer bu mutlak yöntem keşf olunabilirse,
felsefe de, doğruluğu herkesçe kabul edilmiş hakikatleri içeren bilim
dallarından biri olacaktır. Ona göre, filozoflar arasında kuruntudan ve
hatâdan arınmış göreceli bir inanç oluşturacak kadar büyük bir anlaşma
bulunması ve bu inancın da bu hakikatlerin sayısı arttıkça artması yeterlidir.
Bu amaçla, ona göre, başlangıçta göreceli ve sınırlı bir anlaşma ile bütün
felsefî sistemlere başvurmaktansa, yalnız bazı özel meselelerde, bir
diğerinin çelişkisini gerektiren, birbirinden mümkün olduğu kadar uzak
kalan çeşitli gruplarla çeşitli sistemleri incelemek daha bilgece olur. Bu
nedenle, birbirine uygun düşen iki sistemin her ikisince de kabul edilmiş
3
P Janet, a.g.mkl, s.201-204.
143
olan her şey, bu iki sisteme göre, -hiç olmazsa göreceli de olsa“bilimseldir” denilebilir. Şöyle ki:
“... örneğin, felsefe tarihinin en eski iki sistemi olan spiritüalist ve
materyalist sistemlerin öne sürdükleri faraziyelere bakalım. Bu iki sistemce
üzerinde anlaşılmış olan ya da anlaşılmış olması gereken ne vardır? Şu iki
şey: 1) Bedenin ruh üzerindeki etkisi 2) Bilinç olaylarının varlığı. Her iki
sisteme mensup olanlarca anlaşmalı olarak doğruluğu kabul edilmiş ve
üzerinde uyuşulmuş olan şey, diğer sistemlere mensup olanların hepsi
tarafından da doğru olarak kabul edilir. Çünkü meseleyle en çok ilgili
olanlar, bu iki sisteme girmiş olanlardır. Bunlarca kabul edilen şey, en
şiddetli tartışma konusu olsa bile, reddedilemeyecek olan şeydir.
Dolayısıyla, materyalistlerle spiritüalistlerin öne sürdükleri tezleri, diğer
sistem mensuplarının reddetmeleri söz konusu olamaz. Yalnız idealistler bu
konuda bazı güçlükler çıkarabilirler; çünkü onlar, maddenin varlığına
inanmadıklarından, herşeyi bilinç olaylarına indirgediklerinden, bedenin
ruh üzerindeki fiil ve etkisini kabul etmezler. İdealistler, maddenin varlığını
sırf teorik olarak inkâr etmekle birlikte, bir dış evrenin varlığını pekalâ
kabul ederler.”
Peki o halde, çeşitli bilim dallarındaki filan hakikatin henüz varlığa
gelmemiş, sadece gelişme yoluna girmekle kalmış bilimsel meselelerden
olmayıp da doğruluğu herkesçe kabul edilmiş ve kararlaştırılmış bilimsel
meselelerden olduğunu bize gösteren şey nedir? Bunun belirtisi nedir? Bu
belirti, o hakikatin tartışma alanının dışında kalıp, tartışmada yerinin
olmamasıdır. Şüphesiz, o hakikate inanmak, görüşler arasındaki yaygın
oluşa ve uyuma dayanmaz. Onu bize bahşeden açıklıktır. “Bir karenin dört
dik kenarı vardır” önermesine bütün geometri bilginleri “doğrudur”
dedikleri için değil, delille ispat edilmiş olduğu için inanırız. O halde,
felsefede de tartışma alanı dışında kalmış, doğruluğu herkesçe kabul edilmiş
144
olan önermelerin varlığı ispat edilirse, felsefenin “bilimsel” olan meseleleri
de ispat edilmiş olacak demektir. Ama bu sefer de “felsefede tartışmalı
olmayan önermelerin sayısı çok azdır” denilecektir. Gerçekten, felsefede
tartışılmamış olan meseleler son derece azdır. Hattâ, Descartes’ın
“Düşünüyorum öyleyse varım” önermesi bile uzun uzun tartışmalara kaynak
olmuştur. Fakat ilkin bizim aradığımız şey, hakikatin ne sayısı, ne faydası,
ne de estetik önemidir; her şeyden önce hakikattir. Bu yöntemle kurtarılacak
hakikatler ne kadar az olursa olsun- ki esasında kurtarılacak hakikatler
zannedildiğinden çok fazladır- herhalde, bu sınırlar içinde felsefede, diğer
bilim dallarındaki unsurlarla kıyaslanabilecek birçok unsuru içerebilecek
sabit ve kararlaştırılmış bir şeyden işe başlanmış ve tartışmasız bir temelden
eyleme geçilmiş olacaktır.
Kısacası, P. Janet’e göre, felsefede de bütün sistemlerce az çok kabul
edilen sağlam, doğruluğu herkesçe kabul edilen ve hiç olmazsa göreceli
olarak da olsa seçkin bir bilimsellik özelliği ile sıfatlanmış olan bir dizi
önerme vardır. Hattâ, ona göre, metafizikte bile, genel ve ortak olarak kabul
görmüş, pek çok olayı tasavvur edebilecek birtakım soyut kavramlarla,
mantıkî birtakım düşünme tarzlarına rastlanabilir. Örneğin, Aristoteles’in
belirginleştirdiği “aktüel” ve “potansiyel” kavramları bu söylenilen şeye o
kadar uygundur ki, bilim adamları bile, P. Janet’e göre, “potansiyel enerji”
dedikleri enerji çeşidini “aktüel enerji” dedikleri enerji çeşidinden ayırmak
için bu kavramlara başvurmak ihtiyacını hissetmişlerdir. Yine, ona göre,
Kant’ın en azından bir faraziye olarak kabul edilmesi gereken “Sentetik A
priori Yargılar Kuramı” neredeyse “bilimsel” sayılabilecek, sağlam ve
seçkin bilgi veren bir kuramdır.
P. Janet’e göre, felsefede en önemli ve en câzip olan husus, onun
tartışmalı meselelere sahip olmasıdır. Ona göre, tartışmalı meseleleri
halletmenin en iyi yolu, herkesçe kabul edilmiş olan kavramlardan işe
başlamaktır. Esasında Janet, kendisinin, Descartes’ın şüphe yöntemini daha
145
kapsamlı bir tarzda uygulamaktan başka bir şey yapmadığını vurgular. O da
tıpkı Descartes gibi, hakikate varmak için ilkin, şüpheli olan her ne varsa,
hepsini ‘kabul edilmiş hakikatler’ sınıfından çıkarmakla işe başlar. İlkin,
sadece, doğruluğu genel olarak kabul edilmiş olan şeylerle yetinir. “Çözümü
istenen meseleler bilimi” olarak adlandırdığı felsefenin, her ne suretle olursa
olsun, daima var olacağını ifade eden P. Janet, burada tartışılan meselelerin
de hep var olanlara ilişkin olduğunu söyler. Bu meseleler, bilimsel yolla,
bilimin tarzına uygun bir şekilde ortaya konulacak ve aralarındaki oranlar
belirlenecektir. Bu meseleler sistematik olarak birbirlerine bağlı olacaklar ve
bir silsile teşkil edeceklerdir. Böyle bir şey ise, “pozitif bilim” adını alır ve
kendisiyle uğraşılmaya değerdir. Esasında, P. Janet, felsefenin bütün
bilimlerden önce, evrensel bir bilim olarak var olduğuna işaret eder ve onu
sağlam, güvenilir ve kesin bir bilgi türü olarak görür; hattâ onun geometri
gibi bir bilim olduğu kanaatına varır. Bu nedenle, bütün bilimlerin
kendisinden yavaş yavaş çıkıp geliştiklerini, konularını da felsefenin
konusundan çıkarsadıklarını belirtir. Bunun, inkarı mümkün olmayan tarihi
bir olgu olduğunu söyler. Üstelik, bilimlerin kendisinden yavaş yavaş
çıkmalarıyla ve bağımsızlıklarını kazanmalarıyla da felsefenin kesinlikle
fakirleşmediğini belirtir.
Kısacası, P. Janet, felsefenin çözümlenmemiş meseleleri bilimsel
yöntemle çözmeye çalışan bir bilim olduğunu iddia etmektedir. Ona göre,
felsefe meseleleri, birer faraziyeden ibarettir. O bakımdan, felsefe, ona göre,
sadece çözümü istenen bilimsel meseleler değildir; bundan daha fazla bir
şeydir, bilimsel faraziyelerdir; belirli olmayan bir bilinmezin değil, belirli ve
sınırlı olan bir bilinmezin bilimidir. Üstelik, yine ona göre, çok uzun asırlar
boyunca da felsefe, kendine özgü konusu, yöntemi ve sonuçları olan seçkin
bir bilim olarak kabul edilmiştir.
Özetleyerek tanıtmaya çalıştığımız eserin içerisindeki görüşler
anlaşıldığı üzere, bugün de geçerliliğini korumaktadır. Dolayısıyla,
146
Babanzade’nin Türkçeye kazandırmış olduğu ve 1916-17’de Darülfünun
Edebiyat Fakültesi Dergisinde yayınlanmış olan, incelediğimiz bu kısımlar,
bize, felsefi meselelerin, felsefenin yapısı gereği aynı olmakla birlikte,
içerik bakımından gittikçe zenginleştiğini göstermektedir. Bu nedenle, eser,
gerek felsefeye, gerekse vaktiyle Darülfünun’da okutulmuş olan felsefe
derslerine ve bu derslerde tartışılan felsefi meselelere ilgi duyanlara yararlı
olacaktır
147
Download