Jean Deny – Yeni T rkiye

advertisement
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
Jean Deny - Yeni Türkiye
——————————————————————
YENİ TÜRKİYE
Nurer UĞURLU başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanmıştır.
Dizgi - Yayımlayan:
Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş.
Baskı: Çağdaş Matbaacılık ve Yayıncılık Ltd. Şti.
Haziran 2000
JEAN DENY
YENİ TÜRKİYE
Çeviren
Sencer Kodolbaş
Kaynak:
http://ekitap.kolayweb.com/
C
Jean Deny'nin "Petit Maunel de la Turquie Nouvelle" isimli eserinin Türkçesini
okuyucularımıza sunuyoruz. Kitabın 1933'de yayınlanmış olan aslı iki bölümdür.
Birincisinde Türkiye'nin yakın tarihi, İstiklâl Mücadelesi, Zafer ve onu takip
eden devrede devrimlere dair toplu bilgi verilmiştir. Bu bölüm, Jean Deny
tarafından yazılmıştır. İkinci bölümde, Türkiye'nin coğrafyası, iktisadî,
içtimaî hayat ile savunma gücü, dış politikası, Türk-Fransız münasebetleri
vardır. Bu kısımda René Marchand tarafından yazılmıştır. İçindeki bilgi, hayli
eski olduğu için ikinci bölümü tercümeye lüzum görmedik.
Kitabın yazarı Jean Deny, Türk okuyucuları için ismi ve Türk dili hakkındaki
çalışmaları ile tanınmış bir Fransız bilginidir. Paris Şark Dilleri Okulu'nda
uzun seneler dilimizi okutmuş ve Osmanlı lehçesi hakkındaki incelemelerini büyük
eserinde yayınlamıştır. Konusunda klâsik olmuş bu eser, sayın Ali Ulvi Elöve
tarafından ilâveler, eleştirmeler ve hâşiyelerle (notlarla) Millî Eğitim
Bakanlığımız zamanında 1142 sahifelik bir kitap olarak 1941'de basılmıştır.
Profesör Jean Deny, sayılı Türk dostlarından bir Fransızdır. Sunduğumuz
kitabı, 1933 senesine kadarki olayları toplu bir şekilde özetler. Bu dostluk
ruhu, kitabın yazılışında hâkimdir. Bununla beraber, dostumuz Jean Deny bile
Osmanlı topluluğu içinde olup bitmiş Müslüman-Hıristiyan mücadelelerinden
bahsederken bizi suçlandırıcı bir ifade kullanmaktan kendini kurtaramamıştır.
Tarih olaylarını tek taraflı görmeye bir misal olan bu türlü yargılarda, sanki
Türkler durup dururken Ermenileri ve Girit Rumlarını kesmiş gibi gösterilme âdet
olmuştur. Hattâ 1897 Türk-Yunan Harbinde Osmanlı Devleti muharebenin müsebbibi
olarak tasvir edilmiştir. İşin hakikati, o günkü Ermenilerle Girit'teki Rumların
isyanlarını bastırmak için devletin mukabil (karşı) harekete geçmesi ve
Türk-Yunan Harbinde ise galip geldiğimiz halde neticede kazandırılan tarafın
Yunanistan olduğundan anlaşılacağı üzere böyle bir muharebeyi çıkarmakta bizim
hiçbir menfaatimiz olmadığıdır. Türlü vesilelerle Türklere dostluğunu gördüğümüz
Sayfa 1
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
Jean Deny bile tarih olayları karşısında tam tarafsız kalma imkânını
bulamamıştır.
Daha metnin birinci yaprağında yazarın kendisi değil; bu sefer, tarih
konusunda otorite sayılan R. Grousset'den aldığı parçadaki Osmanlı
İmparatorluğuna dair hükümleri de yanlıştır. Osmanlı ordusunda Arnavut ve başka
soydan insan bulunabilir. Ama özü ve aslî unsuru Türktür.
"O hâlde niçin bu gibi yanlışı olan eserler tercüme ettirilip
yayınlanmaktadır" denilecek. Bir defa şu noktayı kabul gerektir ki, umumî olarak
yabancıların hakkımızda olumlu-olumsuz neler söylediğini bilmekte fayda olduğu
muhakkaktır. Başka yoldan aleyhimizdeki propagandaları karşılayıp kendimizi
savunamayız. Öbür yönden, sunduğumuz kitapta olduğu gibi, yazılanların her
tarafı bu haksız yargılarla doldurulmuş değildir. Eleştirdiğimiz cihetler
dışında, hemen bütün kitap, objektif bir görüşle yazılmış ve neticede bizim
lehimize yargılarla son bulmuştur. Sade aleyhimizde olan taraflarına bakıp
kitabı büsbütün elden atmak, lehimize olanlardan vaz geçmek olur ki, bu da
faydamıza bir davranış sayılamaz.
Kitabın başında bulacağınız ve Ankara'da Büyük Elçilik etmiş sayın Albert
Sarraut tarafından yazılmış olan başlangıç, dünyaca tanınmış önemli bir şahsiyet
tarafından Atatürk ve devrimleri konusunda ciddî ve kıymetli bir tanıklık
belgesidir. Türkler, gördükleri dostlukları hiçbir zaman unutmazlar. Loti,
Farrère; hafızalarımızda birer dostluk timsali olarak şükranlarımızla çevrili
durmaktadırlar. Açıkça doğru olmadığını söylediğimiz taraflarına rağmen
sunduğumuz kitabı için Profesör Jean Deny'e de teşekkürden çekinmemekteyiz.
Hakkımızda yazılmış yabancı eserler tercümesine devam niyetindeyiz. Başarı,
Tanrı lûtfu olacaktır.
15 Haziran 1960
Hasan Âli Yücel
ÖNSÖZ
Fransa Büyük Elçisi olarak Türkiye'de bulunduğum zamanlar, hayatımın en iyi
hatıralarındandır. Bu söz, gezici bir mesleğin mihnetlerinin (sıkıntılarının),
hemen hemen bütün kıt'alarda, dünyanın en güzel manzaraları ile karşılaştırdığı
bir insanın ağzında belki ayrı bir kuvvet kazanır.
Bir halkın yenileşmesinden güzel bir şey yoktur. Ben, 1925'de, o vakitler
Angora denilen Ankara'da, zamanın zayıflatamadığı bir hayranlık ve heyecan
hissiyle, bu yenileşmede hazır bulundum. Ve yenileşmenin tanıklığını bu kitabın
girişine kaydetmekle bahtiyarım.
Bu tanıklığın adağı, gayretleri İstanbul'da ölen Türkiye'yi Ankara'da tekrar
var eden kararlı, cüretkâr, açık görüşlü, azimli vatanperverler topluluğuna
düşer. Bununla beraber o adak, önce ve bilhassa, halkı uyandıran, devleti kuran,
benzersiz yaratıcı ve dirilmenin erkekçe fikrini memleketine aşılamak için
şahsında askerî şef kahramanlığı ile politika dehası birleşmiş olan Mustafa
Kemal'e aittir. Bugünün Türkiye'si nedir? O, bizde, Fransa'da, yeteri kadar
tanınmıyor. Aynı zamanda, onu yeniden yaratanlar da kâfi derecede bilinmiyor.
Fransızlar, bu edebiyatçı ve hassas halk; Loti'nin Osmanlılarında, kendi
devrinin Türk dostlarında ve onların romancı lirizmiyle resmedilmiş
tasvirlerinde kalmışlardır.
Boğaziçi, Göksu, Haliç ve yüzlerce minareli İstanbul, Avrupa'nın ve belki
evren manzaralarının en muhteşemi olarak durmaktadır. Bununla beraber, bu
ihtişamın içine girmeye çalışalım: O, her zaman için seyircisiz olduğu gibi
aktörsüz, metrûk (terk edilmiş) bir sahneye konulmuş ilahî bir dekordur. Hayat,
çalışkan, sert, mütevekkil, metin, kuvvetli diğer bir yere gitmek için oradan
çekilmiştir. Şefin uzun zaman meçhul kalan veya herhalde doğuda iyi takdir
edilmeyen cehti (çabası), siyasete, içtimaiyata, münevverliğe, iktisada
çözülmezcesine bağlanmış ve İstanbul sultanından çoktan beri kaybolan istiklâli
büyük mücadeleler ile ele geçirmiştir. Bu ceht, Gazi Mustafa Kemal'de, öyle bir
vasıf (nitelik) ve üstünlüktedir ki, en değerli yardımcıları olan İsmet Paşa ve
Tevfik Rüştü Beyin gayretleriyle kıyaslansa bile, üstünlüğü azaltılamaz.
İlk temasımdan beri onları arkadaşlarım gibi telâkki ettim, aynı ve derin
dostlukla onları daima seviyorum. Şunu söylemek lâzımdır ki, kendilerine ve
başkalarına karşı sert, vatandaşlarından en güç fedakârlıkları talep etmekten
çekinmeyen, yenilik teşebbüslerine karşı koyar gördükleri her yerde
Sayfa 2
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
alışkanlıkları, hatta gelenekleri islâhta tereddüt etmeyen ve kendilerine
uyamayanlardan şüphe eden bu insanlar; eski Türkiye'nin aydın ve olgun insanını,
bir kelime ile bizim XVII'inci asır Fransa'sının çelebi insanı vasfında,
münasebetlerinde tatlılığı, asrımız için şaşırtıcı bir nezaketi muhafaza
etmişlerdir. Kontrolsüz ve daima insiyakî (içten) oluşundan, gerçek görünen bu
devamlı ve güleç nezaket, aradaki münasebetleri, hatta siyasî nizalarda
(anlaşmazlık) bile kolaylaştırıyordu. Bilhassa en mühim meselelerle karşılaşılan
şu Suriye-Türkiye hududunun tahdidini hazırlamak için vazife icabı çağrıldığım
günlerde, kendi kendimi tebrikten başka yapılacak bir şey kalmıyordu.
Burada bir nokta üzerinde ısrar etmek isterin: Bu münasebetlerin kolaylık ve
müsaadekârlığı (izin verdiği), bugünkü Türkiye insanlarının Fransızlar ve
Fransa'yı ilgilendiren hususlar için muhafaza ettikleri bariz temayülle
desteklenmiş ve artmıştır. Bunda ısrar ederim. Millî kalkınma için elzem sayılan
bazı tedbirler neticesi, halk efkârımız Türk hükûmetinin tavrında, asırlarca
karşılıklı ittifak ve anlayışla devam etmiş Fransız dostluğuna karşı bir soğuma,
hatta bir kararma var gibi görmüştü.
Burada, başka her yerde olduğu veçhile, hiçbir şey hakikatten üstün değildir.
Mustafa Kemal'in Cumhuriyet'i, Avrupalı devletlerle, Abdülhamit
imparatorluğunun garabet içindeki münasebetlerine girmeyi isteyemez ve bunu
devam ettiremez.
Kapitülasyonlar denilen, Türkiye'de Avrupa milletlerini Türklerden daha
kudretli yapan idare kaybolmuştur ve bir daha geri gelmeyecektir. Bu idareyle,
Türkiye üzerinde hakikî bir vesayet tatbik eden, Ankara tarafından tahammül
edilmez sayılan, iktisadî ve malî imtiyazlar da yok olmuştur. Bugünün Türkleri
istiklâllerini pahalıya elde etmişlerdir ve istiklâllerinin dokunulmaz olduğunu
kesin söylemektedirler. Onu gölgeleyebilecek olan, kendi hür egemenliğine
kıskançca ve hakikaten âşık Fransız halkı değildir.
Söylenmiştir ve tekrarı lâzımdır; Osmanlı İmparatorluğu, sayısız ve muhteris
parazitlerle boğulan, birliksiz, inzibatsız (düzensiz), dağınık bir uzviyet idi.
Türkiye Cumhuriyeti, şefinin eski usulleri ve eskimiş kısımlarını reddettiği,
lâik bir rejimde, eşit vatandaşlar olan Anadolu Türklerinden mürekkep mütecanis
(oluşan açık) bir devlettir. İşte bu genç nesille ve onun kuvvetli hükûmetiyle,
dürüst temeller üzerine, karşılıklı saygı ile eskinin bağlarını yeniledik.
Evlâtlarının dilimizi pürüzsüz konuşmaya devam ettikleri Türk milletinin
kalbinde, bu dostluğun aziz olarak muhafaza edildiğine inanmak icap eder.
Bana gelince, ırkın faziletlerinin daima mevçut olduğunu görerek, İstanbul
sultanlarını vesayet altına koyan eski hatalı usullerden vaz geçmek ve
karşılıklı müesseselere saygı içinde, müşterek menfaatleri anlama politikasını
müsavi olarak tatbik etmek şartıyla, bu münasebetleri yenilemenin imkânlarını ve
hatta kolaylıklarını takdir etmiş bulunuyorum.
Sonunda kadar temiz ve dürüst olmak yerinde olur.
Büyük Harp'ten önce, Fransız menfaatleri Türkiye'de ön safta idiler; harp
herşeyi altüst etti ve bittabi bundan ilk zarar görmüş olan da Fransız
menfaatleri oldu. Kendilerini kötürüm hâle getiren bir sulhu takip eden ilk
senelerde, Türklerin Avrupa insanlarını, bundan böyle neden yaban telâkki
ettikleri ve başşehirlerinin nakledidiği Asya'nın vatandaşı olarak neden
birbirlerine sokulduklarının sebebi anlaşılmaktadır. Türk menfaatleri için bile
tehlikeli bu çekinme devam edemezdi. Ve Ankara'da, seyirci ve aktör olarak,
Avrupa kıt'asına bir kere daha yönelen millî bir Türk hissinin yeniden doğuşunda
hazır bulunmakla bahtiyarım. İlk anlardan itibaren bu yeniden yönelişin tam
olması istenemezdi; iyileşmiş, hatta tamamiyle şifa bulmuş yaraların deride ne
ıztırap vermesi, ne de iz bırakmaması için günler ve günler lâzımdır; dostluk
çiçeklerinin karşılıklı tekrar açılması için sabır kadar doğruluk ve iyi niyet
gerekir. İşte tam bu devrede hazır bulunduk. Yeniden uyanan ve şuurlanmaya
başlayan alâka üzerine sert hareket etmeksizin, ısrarla düşmeden, Fransız
feraset (anlayış) ve yumuşaklığını harekete geçirmek zamanı idi. Türk, hassas
olduğu kadar şüphecidir. Türk milliyetçiliğinin gayret sarfettiği millî
yenileşme cehti içinde büyük ve asil olanı anlayabilen ve ona hürmet eden
herkes; ona bağlandığı zaman, kendisine güvenene ve ihanet endişesi ve de ne
hayal kırıklığı vermeyecek bir dostluğun emin ve doğru yolunu kolaylıkla
karşısında bulacaktır.
ALBERT SARRAUT
YENİ TÜRKİYE
BİRİNCİ KISIM
Sayfa 3
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
BİRİNCİ BAHİS
KEMALİST RÖNESANSTAN ÖNCEKİ OLAYLAR
Yeni Türkiye sahasının tahdidi. - Osmanlı İmparatorluğunun inkirazı
(yıkılışı). - İkinci Mahmut'tan Abdülhamit II'ye. - Abdülhamit (1878-1908). Jön Türkler (1908-1918). - Jön Türk Hükûmeti. - Mondros Mütarekesinden (30 Ekim
1918) İzmir'in Yunanlılar tarafından işgaline (15 Mayıs 1919).
Yeni Türkiye'nin coğrafî, tarihî, beşerî sahasını, önce halef devlet olarak
Osmanlı İmparatorluğundan farklı bir çerçevede mevcut olduğunu ve geliştirdiğini
işaret ederek, tahdit etmek (sınırlamak) yerinde olur.
"1908'e kadar bir Türk imparatorluğu bulunmadığı aşırı tezada düşmeksizin
ileri sürülebilirdi. Osmanlı İmparatorluğu, birbirine düşman yirmi ırkın bir
araya gelmesinden vücut bulmuş Müslüman Avusturya-Macaristan'a benzer,
milletlerarası bir devlet olarak mütalâa edilebilirdi. Şüphesiz ki bu dağınık
imparatorlukta, hanedan Türk, fakat ordu kısmen Arnavut, din adamları kısmen
Arap, ticaret Rum, Ermeni ve Yahudi, diplomasi Ermeni ve Rum, öğretim münevver
sınıflarda İran ve Fransız idi. Türk halkı, hiçbir zaman başka ırktan unsurları
temsili düşünmedi. Onları lisanlarına, dinlerine, âdetlerine, içtimaî
teşkilâtlarına hürmet ederek iyi, kötü idare ediyordu. Ermeniler ve Kürtler,
Dürzüler ve Maronimler millî mevcudiyetlerini Babıâli'nin hem müstebit (baskıcı)
hem de yumuşak otoritesi altında devam ettiriyorlardı.
"Bu kozmopolit imparatorlukta, Türk halkının kendine mahsus toprağı vardı:
Küçük Asya. Küçük Asya İonya kıyısında Rumları ve Kilikya ve Kapadokya'da Ermeni
azınlıklarını ihtiva ediyorsa da nüfusun büyük kısmı itiraz götürmez şekilde
Türk veya Türk dostu idi. XI'inci asırdan beri, Selçuk Türkleri Orta ve Doğu
Anadolu yaylalarında yerleşmişlerdi. XIV'üncü asırdan beri, Osmanlı Bitini'yi ve
Ege vadilerini Yunanlılıktan temizlemişlerdi. Küzük Asya yarımadası yeni bir
Türkistan, Kaşgar veya Maveraünnehir kadar Turancı bir toprak olmuştu. Buradan
kök alan kuvvetli Türk halkı, yer yuvarlağının en sağlam çiftçi nesli
örneklerinden birini temsil ediyordu. İşte oradan, vadilerin çiftçilerinden ve
yaylaların çobanlarından Osmanlı İmparatorluğu kudretini alıyordu." (René
Grousset, Asya'nın Uyanışı)
Avrupalılar nazarında bu saha, Türklere atalarından kalan Anadolu, Kürt
meselesinin daha da vahimleştirdiği bir Ermeni rehini gibi idi. Gaddar ve
mağdur, ırkça ve lisanca akrabalaşmış fakat dinî kin ve hürriyet rekabetiyle
birbirinden ayrılmış Ermeniler ve Kürtler, sözde müttehit (birlik) ve müstebit
ihtiyar Türkiye aleyhine, akisleri batıda sonsuz bir husumeti (düşmanlığı) devam
ettiren ettiren kanlı bir ihtilâli sürdürüp duruyorlardı.
İşte bu her zaman uyanık batılı heyecanındandır ki, Avrupa milletleri, 'Hasta
adam'ın âkıbetini açıklamakla yetinmiyor, belki onun kesinleşmeyişini ve
imparatorluğun yıkılmasını hazırlayan sarsıntıları dikkate almaksızın bu sonucu
arzuluyorlardı. Fakat Müslüman dünyasının ne olduğunu bizden saklayan bütün
perdeleri Dünya Harbi söküp yırtınca, Küçük Asya'da bir Anadolu Türkiye'sinin,
yani millî emelleri, askerî kudreti ve insan kaynakları bizden önceleri gizli
kalmış, esastan Türk bir ülkenin mevcudiyetini tanıdık.
Demek ki Türkiye, kendisine daha büyük emniyet temineden Asya'daki
yerleşmesiyle Avrupa'daki kudretinin kaybolduğunu gördü. Anlaşma hükümlerince,
Avrupa'da ancak Meriç suyuna kadar 1.200.000 nüfusla meskûn bir mıntıkayı temsil
eden Doğu Trakya elinde bırakıldı. Harpten evvel bütün Balkan yarımadasını işgal
ederken, sahası İstanbul bölgesinde veya Edirne'de kalıyor.
"Bununla beraber bu dar mıntıkanın ehemmiyeti büyüktür. En eski zamandan beri,
Asya'nın Avrupa'yla ve Akdeniz'in Karadeniz'le kavşağı bu karalı ve denizli
çifte geçit, Türkler için refah ve komşu halklar için ihtiras unsuru idi. Süveyş
kanalının açılmasına ve Transsiberiye'nin ihdasına (armağanına) rağmen
faydasından hiçbir şey kaybetmedi." (Jean Brunhes)
Bu ehemmiyet yalnız İstanbul'da 700.000 veya Edirne'de 70.000 tutan yığılmış
nüfustan değil; İstanbul'a erişmek için Edirne'den geçen Paris-Viyana-Belgrad
beynelmilel büyük demiryolundan ileri gelmektedir. Diğer taraftan Marmara denizi
ile birbirine bağlanmış Çanakkale ve İstanbul boğazları, 7 kilometre ile 500
metre arasında değişen bir genişlikte, Boğaziçi kıyılarında geniş bir
milletlerarası pazarın bekâsını (varlığını) temin eden 300 kilometrelik bir
deniz yolu teşkil etmektedirler.
Bununla beraber millî hayat, Asya'ya, hemen hepsi Müslüman, kıyılarda
toplanmış, yaylalarda dağılmış, kilometre karede 16 kişiyle oldukça zayıf nüfus
kesafetli (yoğunluklu), fakat hadiselerin mucizesi olarak Türk vatanının esasını
Sayfa 4
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
temsil eden bugün on iki buçuk milyon ahali ile meskûn Anadolu'ya geçmiştir.
Eski Ancyre'in yükseldiği alanda, yenilenmiş ve yeniden kurulmuş bir
medeniyetin idare merkezi hâline gelen 75.000 nüfuslu küçük Ankara şehrinde,
başkenti cüretle tesbit edilen Ankara hükümeti, Türkiye Cumhuriyeti remzi
altında tahakkuk eden (gerçekleşen) bu yeniden doğma, batı farkında bile
olmadan, böyle bir çerçeve içinde açılıp gelişmiştir.
Avrupa, Türklere meskûn yerlere münhasır, fakat modern devletler umumî
haklarınca bir hükümdarlık bütünlüğü ile cihazlanmış (donanmış) ve ayrıca deniz
mahreçleri (girişlerine) verilmiş, iyi kötü demiryolu vasıtaları ile teçhiz
edilmiş, Yunanistan gibi bütün harp zararlarından kurtulmuş, hukuk ve maliye
bakımından hür bir Türkiye'yi Lausanne'da (24 Temmuz 1923) tanımıştır.
Yahya Kemal Beyin Türk meselesi yazarı Maurice Pernot'ya söylediği gibi
"Osmanlılık ancak Türklerin aleyhine gerçekleşebilirdi. Osmanlılık, memleketin
birliğini temin edemedi ve aksine imparatorluğun zaafını teşkil eden bir
ayrılığı devam ettirdi. Az geniş, fakat daha kuvvetli bir imparatorluk daha
iyidir. Yalnız bu imparatorluk, Müslüman Türklerin ekseriyetle oturduğu
mıntıkalarda bulunmalıdır."
Kıt'adan kıt'aya geçişi bizi hayrete düşüren bu milletin hükûmet merkezini
değiştirmesi nasıl olmuştur? Teokratik, feodal ve birleşik kalıbına rağmen
Osmanlı İmparatorluğu nasıl dağıldı? Halife-sultan, görünüşte ebedî olmasa bile
değişmez olan eski bir geleneğin muhafaza ettiği bu ikili iktidarı, sultanlık ve
hilâfeti nasıl kaybetti? Bu şüphesiz ki Türklerin Kanunî vasfını verdikleri
Muhteşem Süleyman'ın ölümü (1566) ile başlayan uzun bir hikâyedir. Bütün
Müslüman haşmeti geride kalmıştır: Mehmet II tarafından İstanbul'un alınması (29
Mayıs 1453), Türklerin Atina'ya girişi (1458), Trabzon Rumlarının tâbiiyeti
(1461), Karaman Türk beylerine Mehmet II'nin zaferi (1464), Müttefik Rodos,
Venedik ve İran'a karşı mücadelesi (1470), Türklerin Arnavutluk'ta İşkodra
önlerine gelişi (1474), Kaffe'nin alınması ve Kırım Hanlığına el konması (1476),
Friollere (1) Türk girişi (1477), Otranto taarruzu (1480), Mehmet II ölümünde
(1481) en yüksek dereceye geliş, Kafkasya'nın fethi (1489), Venedikle harp
(1499), İranlıların Türkler tarafından yenilmesi (1514), Memlûkların mağlûp
edilmesi (1516), Selim'in Emir-ül Müminin ilân edilmesi (1517), bu sırada Papa
X'uncu Léon'un Türklere karşı boş yere bir vergi ihdas etmesi (koyması),
Mezopotamya'nın Selim tarafından fethi (1518), Selim'e halef olan Kanunî
Süleyman tarafından Rodos'un alınması (1522) ve Mohaç ovasında ordularını
ezdikten sonra Macaristan Kralı Lui II'nin öldürülmesi (1526), Süleyman
tarafından Viyana muhasarası (kuşatması) (1529), François I ile ittifak (1533),
Bağdat ve Tunus'un fethi (1534), kendisini destekleyen tüccar ve bankacı
Fuggerlerin (2) yardımı ile Charles-Quint Tunus'u 1535'te tekrar ele
geçirecektir, Macaristan'ın işgali (1537), Yemen'in alınması (1537), Silezya'da
Osmanlı akınları (1544), Van'da İranlıların bozgunu (1548), Avusturya ile
mütakere (1562). Süleyman'dan sonra Türklerin zafer kronolojisi gittikçe
fakirleşir. Taarruz kuvvetlerini teşkil etmiş olan nizamî orduları, Yeniçeriler,
bundan böyle zaâf sebebi, bozulma etkeni, kargaşalık kaynağı olacaktır;
Yeniçeriliğe giriş para ile elde edilince, ordunun temsil ettiği hakikî kudret,
dükkânlarında oturan, fakat sivil hayatla daimî temasta olan esnafın ellerine
geçti. İhzibat (düzen) alışkanlığı kayboldu. Muhafazakârlık ruhu, devamını
istedikleri imtiyazlarla mütenasip olarak inkişaf etti.
18'nci asırda tehlikenin ciddiyetini anlayacak kadar uyanık, fakat isyan ve
fesatla baş edemeyecek kadar zayıf bir çok sultan geldi: Osman II (1618-1622) ve
daha sonra Selim III (1789-1807) giriştikleri ıslahatı tamamlayamadan onun
ağırlığının altında ezildiler. Üstelik harp hezimetleri, ıslahatları büsbütün
zorlaştırıyordu.
Fransız İhtilâli, Fransa krallarının politikasını yeniden ele almıştı ve
Fransız bayrağının 1535 kapitülasyonlarından beri istifade ettiği imtiyazlardan,
aynı zamanda Fransa ile I. François'dan beri diplomatik ve ticarî münasebetlere
bağlanan bağıştan faydalanmaya gayret ederek Osmanlı temamiyeti mülkiyesini
(toprak bütünlüğünü) benimsemişti. Sultan da, Çariçe gibi, üç renkli bayrağın
istimalini menetmişti (kullanılmasını yasaklamıştı) (1793). Fakat Selâmeti
Umumiye Komitesi din ayrılıklarından kaygılanmıyordu; millî hakikatî ilk defa
ortaya koyuyordu. Elçi Descorches, komite adına Türkiye'yi Rusya'ya karşı
silâhlanmaya teşvik ediyordu: İhtilâllerin diplomatik tutumunda o zamandan beri
değişen bir şey yoktur. General Aubert - Dubayet 1796'da, bir yıl sonraki
ölümüyle bitmiş olan bir öğretim vazifesi görmek üzere İstanbul'a gelir.
Bonapart ve Mısır seferiyle bariz (belirgin) değişiklik başlar, Babıâlî ve Rusya
müşterek bir tehlikenin tehditkârlığı önünde birbirlerine yaklaşırlar: (30
Ağustos 1798 muahedesi), Paris muahedesi (25 Haziran 1802) ile Türklerin gözü
kapalı muhtemel bir harbe gidişleri.
Austerlitz'den sonra yeni bir değişiklik! Napoléon'un Sebastini'ye
Sayfa 5
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
talimatları, Türkiye'yi kurtarma ve kuvvetlendirme arzusuna delâlet (aracılık)
ediyor. Sultanın 23 Ağustos 1807 kararıyla bağlandığı Tilsitt anlaşması (7
Temmuz 1807) Rusların mağlûbiyetini ve Osmanlıların kurtuluşunu gösteriyor. Bu
Fransız tavassutu (aracılığı) kısa sürüyor: Erfurt'tan sonra doğu için Napoléon,
Çar Aleksandr'a tam salâhiyet verince sona eriyor; bu da Osmanlı
İmparatorluğuna, Bükreş anlaşması ile (28 Mayıs 1812) yeni fedâkârlıklar
yükleyerek biten Türk-Rus harbine sebep oluyor. (1809-1812)
Batı ile İslâm doğunun yakınlaşması fırsatı ortadan kaybolmuştu. Bu arada
Selim III öldürülmüştü; halefi Mustafa IV hâl edilmiş, Mahmud II'u korumak ve
Türk idaresini gençleştirmek istemiş olan Alemdar Mustafa, patlayan cephanenin
alevleri arasında ölmüştür.
İşte bu şartlar içinde, saray faciaları ve Sırpların isyanı akabinde Mahmut
II'nin (1809) hükümdarlığı başlıyor. Anlaşılıyor ki, sultan, gördüğü tehlikeye
karşı tedbir almak için 20 sene beklemiştir. Sultanın donanması, parası ve
emrinde olan Mısır Hidivi Mehmet Ali'den başka dayanağı yoktur. Sırp-Hırvat
millî fikri uyanıyor, Bulgarlık imanı kuvvetleniyor, Yunanistan isyan ediyor,
bütün Avrupa Helen taraftarlığını ilân ediyor, Yunan istiklâl harbi umumî bir
dikkat merkezi hâline geliyor; Edirne sulhu (1829), Rusya'nın lehine toprak
kayıplarını ve Osmanlı bozgununu tasdik ediyor (onaylıyor).
İşte bu müthiş tehlikeli anlar sırasında, Mahmut II ordusunu ve
imparatorluğunu yeniden teşkilâtlandırmaya kalktı. Yeniçeriler isyan etmeye
devam ediyorlardı, fakat yaptıkları mücadeleler ciddîliğini kaybetmişti. Mahmut
II top ateşi ve idamla Yeniçerilerin son mukavemetlerini sona erdirdi. Tahayyül
ettiği gibi bir Büyük Petro olacak mıdır? Hayır, zira memleketini kurtarmaya
faideli olacak temel ıslahata cesareti yeter değildi. 70.000 askeri, Avrupalı
usullerle teşkil ve talim etmekle iktifa ediyor; fakat Avrupalılar gibi giyinip,
onlar gibi şarap içtiğinden ve tabiî, ilerlemenin icap ettirdiği masrafları
karşılamak üzere vergileri arttırdığı için müteassıpların itirazlarını
uyandırıyor. Bu itirazlar karşısında gayretleri başarıya eremeyecektir. Üstelik,
Rus politikası onu ürkütüyor, şaşırtıyor ve cesaretini kırıyor; kendini
Rusya'nın vesayetine terkediyor (1833). Köksüz ıslahat arzuları, ordularının
talihsiz akibetine uğruyor. Suriye'nin Mısırlılar tarafından istilâsı ve
Nizip'te (9 Temmuz 1839) Osmanlı birliklerinin ezilmesi, bu aşağı yukarı
fasılasız mağlûbiyetler silsilesini müthiş bir felâketle neticelendirecektir:
Türk ve Mısır filolarının Navarin'de imhası (20 Aralık 1827).
Mahmut II'nin oğlu Abdülmecit, Reşit Paşanın yardımı ile, babasının hürriyetçi
teşebbüsünü takip etmeye boş yere gayret edecektir. Bu, 3 Kasım 1839 Gülhane
Hattı Şerifinin açtığı Tanzimat denilen devre olacaktır. Taassup, bu fermanın ve
o zamana kadar Türkiye'nin en yüksek kanunu olarak devam etmiş bulunan alışılmış
esaslara zıt olan her ıslahatın gerçekleşmesine mani oluyor.
"Süleyman'dan Abdülhamit II'ye kadar (1566'dan 1876'ya) bu dinî imparatorluğu
23 sultan-halife devam ettirdi. Fakat imparatorluğun harpçi gayreti, hilafetin
dinî hizmetinden daha fazla onları meşgul etti; ancak isimde ve davranışta
Müslümanların dinî reisleri olarak kalıyorlardı; fikir ve fiilde daha ziyade
Türk imparatoru idiler. İslâmın birlik ve devamına değil, kendi devletlerinin
genişlemesine ve bütünlüğüne çalıştılar: Mukaddes şehirlere doğru değil,
Avrupa'ya doğru politikalarını çevirdiler. Önce bir buçuk asır zapt ve
ilhaklarla (ele geçirmelerle) (1520-1683) Viyana surlarının önüne kadar
ilerlediler ve Müslüman olmayanlar arasında durmadan çıkan münazâaları
(çekişmeleri) hâl etmeye mecbur kaldılar; Müslümanları türlü tarikâtlar ve
Sünnîlikten çıkarıcı rafizîliklerle oraya, buraya çekilmeye bıraktılar. Daha
sonra, Hıristiyanlara karşı, adım adım fetihlerini müdafaaya iki asır boyunca
(1683-1876) mecbur oldular. İdarelerinin ve ordularının bozulması, daimî bir
çekilmeye onları icbar ettiğinden (zorunlu kıldığından) bunları ıslah etmek için
örnekleri Avrupa'da aradılar. Islah çarelerini Müslüman olmayan Avrupalıların
itikatlarından (inançlarından) değil, ilimlerinden almak istediler.
"Mustafa III (1757-1774) tarafından düşünülen, Selim'in arzu ettiği, Mahmut
II'nin (1809-1839) zorla kabul ettirdiği, Abdülmecit'in (1839-1861) devam
ettirdiği bu ıslahat, genç Türklerin imparatorluğu cihazlandırmayı
tasarladıkları parlemanto idaresine ulaşacaktı: medenî ve lâik bir nizam,
teokratik militarizmin yerini alacaktır; eski İslâmın buyrukları yeni dünyanın
hürriyet taraftarı tecrübelerine yerlerini bırakacaklardır... Fakat Abdülhamit
II genç aydınları bertaraf etti (1877), onların hazırladıkları eserleri harap
etti ve İslâm hükûmet prensiplerini yeniden ortaya koydu: bundan böyle sultan,
herşeyden evvel halife olacaktı." (Victor Bérard)
Abdülhamit II'nin saltanatı eski Türkiye'nin geri gidişinde son merhaleyi
işaret eder. Kızıl Sultan, Türk-Rus harbi (Nisan 1877 - Mart 1878) akabinde
mutlak iktidarı ele almıştı. Bu harpte Osmanlı askerinin meziyet ve
fedâkârlıklarına, Osman Paşanın şahsî başarılarına rağmen, Sırp ve
Sayfa 6
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
Karadağlıların yardım ettiği Rus ordusu bir kere daha İstanbul'un tarihî yolunu
tutmuştu. Edirne Sulh mukaddimâtı (başlangıcı), Yeşilköy anlaşması (3 Mart 1878)
sonra Berlin Muahedesi (13 Temmuz 1878) Bismarc'ın dikte ettiği büyük
devletlerin kararlarına Türkiye'nin tabî kalan çeşitli din ve ırktaki halka
"müsavatçı (eşitlik içinde) bir siyaset" tatbikini vaad etti. Bu tebliğdeki
taahhüt, Abdülhamit'in mizacıyla bağdaşamaz olduğunu hemen açığa vurdu. O
Abdülhamit ki, dindar, müstebit ve müvesvis (kuruntucu) idi ve 1876'nın talihsiz
ıslahatçısı Mithat Paşa'nın karikatür çizgileriyle istihzalara hedef olan
hayalinin bulunduğu Yıldız Sarayına daha 34 yaşında iken kendini kapamıştı.
1878'de gözden düşen, nefy (sürgün) edilen Mithat Paşa'nın hayatına son
verdiği 1883'e kadar Abdülhamit'in başlıca gayreti, mutlak kudretini rahatsız
eden ve endişeye düşüren hürriyetçi teşekküllerden kurtulma yolundadır.
İmparatorluğun başlıca gelirlerini, Osmanlı borçlarını ihtiva eden (Muharrem
fermanı 20 Aralık 1881) bir malî mürakebe (denetleme) şekli altında Avrupa'ya
terketmekte zorluk çıkarmıyor: Gümrük fazlası, tuz, tütün, pullar vesaire ile
liman inşaatını alacaklı devletlere bırakıyor, yabancı sermayenin işlettiği
demiryollarına garanti veriyor. Fakat aynı zamanda son sultanların elinden
giden, kaybolmuş cismanî iktidarın yerini tutacak bir manevî kudreti halife
olarak yeniden elde etmeye gayret ediyor.
Abdülhamit'in anladığı İslâm birliği, ona göre dinî bir emperyalizmdir: Yeğeni
Prens Sabahttin'in izah ettiği gibi -Osmanlı mutlakiyyetinin sallanan binasını
önce gizlemek, sonra muktedir olabilirse (gücü yeterse) kurtarmak için ruhanî
bir libas (örtü) ile örtmek...
Pan-İslâmizm hareketini destekleyen arka fikirler ne olursa olsun, din, İslâm
ahaliyi derinliğine ve geniş bir alan üzerinde hareketlendirmektedir: Müslüman
olmayanlara karşı olan kini diriltir veya canlandırır. Ermenilerin kanlı
katliâmları 1888'den itibaren yeniden başlar; Girit Hristiyanlarının katliâmı,
1896 kasımındaki Mukaddes cihada, sonra 17 Nisan 1897'de Türk-Yunan Harbine yol
açar. Bu harp, Yunanlıların mağlûbiyetiyle sona ermesine rağmen Girit istiklâl
kazanır ve Prens Georges, büyük devletler yüksek komiseri olarak bir müddet
adayı idare eder. (26 Kasım 1898).
Bununla beraber, Abdülhamit, hakkında müdahalesizlik (karışmazlık) politikası
gözetmeyi kararlıştıran İngiltere ve Almanya, Rusya ve Avusturya gibi büyük
devlterin takındığı tavırdan istifade ediyordu. Fransa, müstenkifliği (çekimser
kalmayı) dostluğa kadar ilerletiyor. Gabriel Hanotaux, ikinci Hariciye
Vekilliğinde (30 Nisan 1896), Mecliste "her türlü müdaheleyi, Haçlı seferi ve
macera zihniyetini" reddederek Fransa'nın isteğine tercüman oluyor ve Müslüman
bütünlüğünün müdafiliğini (savunuculuğunu) vekillikten düşmesine kadar yapmaya
devam ediyordu.
Bu türlü himayeler sayesinde, Abdülhamit'in Makedonya'da Rumeli'de ve bütün
imparatorluk sahasında, zahiren muahede (görünürde anlaşma) hükümlerine uymak
için aldığı belirsiz idarî tedbirleri ıslahat şeklinde maskelemesine müsaade
edilmiştir. Berlin Muahedesinden çıkan rekabetler "Hasta Adam"a, (1897)
Avusturya-Rusya itilâfı Türkiye'yi imtiyazlı avcılar ve dostlar için bir çeşit
mahfuz av sahası yapasıya kadar, uzunca bir hayat sağlar.
"1897, yeni bir devrin başlangıcıdır: Ermenistan katliâmları, yunanistan'ın
mağlûbiyeti, sultanın kudretini temin etmiştir; Avusturya-Rusya anlaşması
Makedonya'yı sultanın arzusuna bırakır. Düşüş Makedonya'dan başlayacaktır.
Fransız maliyesi ve Alman genel kurmayı ile kuvvetlenen Abdülhamit, Slâvlara
karşı zıt bir tavır alır. 200.000 Makedonyalı, kendilerine bir mukavemet
(direnme) teşkilâtı sağlayan (Sofya haricî teşkilâtı 1893) Bulgaristan'a
sığınıyorlardı. Ermenistan üzerine olduğu gibi sultan, Makedonya üzerine de,
başıbozukları, Arnavutları ve Anadolu rediflerini hücum ettiriyor. Bunlar eski
Sırbistan yaylalarını talan ediyorlar, mukavemet edebilmek için Makedonyalılar
Petersburg'a ve Viyana'ya çok bağlı Sofya'dan ayrılıyorlar ve Sarafof'la Selânik
dahili teşkilâtını tesis ediyorlar (kuruyorlar) (1899): Makedonya, Slav
komitecilerin, Yunan andartlarının (gayrî nizamî) ve Müslüman başı bozukların
zülumlarının, sirkat, tecavüz, idam, kesilen kulaklar, açılan karınlar, diri
diri derileri yüzülen çiftçilerin hikâyeleri ile doludur. Babıâlî, kıyamı tahrik
ediyor (Sofya Osmanlı komiseri "bir seferde hepsinin hakkından gelmek için
karşımızda 20.000 asî olmasını isteriz" diyor.) ve birlikler yığıyor (1902-1903
kışı). Arnavutlar Peç, Diakova Sırplarını katl ediyor, köyleri yakıyor,
Makedonya çiftçilerini ateşe veriyorlar (1903 baharı).
"29 Nisan 1903'te Selânik'te bombalar atıldı; 2 Ağustos'ta Manastır'a hâkim
olan, Priştine'de sığındığı Saint-Elie Manastırından Sarafof, ihtilâli ilân
ediyor; Slavların mülkleri satılıyor, kilise ve okulları kapatılıyordu.
Sofya'nın ihtilâlcilerle suç ortaklığını reddetmesine rağmen (10 Ağustos 1903
Bulgar memorandomu) Makedonyalılar kitle hâlinde Bulgaristan'a kaçıyorlar.
Slâvlara hınçlı Yunanlılar, komitacılara cephe alıyor ve Uzak Doğu harbi Rusları
Sayfa 7
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
Balkanlar'dan uzaklaştırdığı için sultan, Yunan çetelerini Slâvlara
saldırtıyordu (1904 Ağustosu).
"1904 baharında, 2 Ekim 1903 Mürzteg programıyla sultana kabul ettirilen
"Avrupalı jandarma" (Hristiyan jandarma, Avrupalı subay) bazı şehirlere
yerleşmişti. Umumî Vali Hilmi Paşayı çevreleyen malî müşavirlerin ve subayların
çalışmalarını Osmanlı otoriteleri felce uğratıyorlar ve Avusturya, bilhassa en
fazla kargaşalık içinde bulunan hududuna komşu sancakları polis kontrolundan
istisna ettiriyordu. Anarşiyi arttırmak için, sultan, Makedonya'yı, ırk
kavgalarını kızıştırmak için iyi bir kararla, "millî bölgelere" ayırıyordu.
İhtilâlcilerin "Makedonya Makedonyalılarındır"dan başka beyanda bulunmamalarına
rağmen Yunan, Sırp, Bulgar çeteleri kendi köyleri için dövüşüyorlar; Yunanlılar
Ulahlarla, Sırplar Arnavutlarla hudutlardan uzaklarda bile boğazlaşıyorlar;
yalnız 1907 Kasım ayı içinde Avrupalı jandarma istatistikleri 150'si Slâvlara
ait olmak üzere 211 cinayet kaydediyor; 20 veya 30.000 komiteci, 100.000 başı
bozuk, 150.000 Osmanlı askerine karşı 50 Avrupalı jandarma subayının elinde 6000
jandarma var! Becerebilen Makedonyalılar en çok Amerika'ya göç ediyorlar: 1903,
1908 arası dörtte üçü Slâv 75.000 göçmen" (Jacques Ancel).
Bu 19'uncu asrın uzun kargaşalığı devamınca ve geçici akitlerle zorunlu olarak
arası kesilmiş harpler süresince batı düşünceleri, edebiyat sayesinde, bilhassa,
İbrahim Şinasi (1826-1871) ve Namık Kemal (1840-1888) gibi mümtaz (seçkin)
yazarlar yardımıyla, herşeye rağmen, Türklere nüfuz etmişti. 1865 Haziranın bir
pazar günü Jean Jacques Rousseau ve Voltaire sevgisini, Stuart Mill ve Spencer
bilgisiyle bir araya getiren bir gençler grubu Genç Osmanlılar Cemiyetini
kurdular. Sonra Paris ve Londra'da (Ali Suavi) faaliyet şubeleri ile bir Genç
Türkiye Komitesi kuruldu. İlk Jön Türk neşriyat organı Hürriyet gazetesi,
1868'de Londra'da intişar etti (yayınlandı). Bu rüşeym (oluşum) halindeki grup,
suplesi olmayan, fakat liyâkatli ıslahatçı sadrazam ve Abdülhamit'ten
bahsederken andığımız gibi siyasî şehit Mithat Paşanın şahsında taazzuv etmek
(simge) talihine erdi. Mithat Paşa, memleketini iki meclisli bir parlemento ile
cihazlandırarak (donatarak) tasarılarını gerçekleştirmişti. (11-23 Aralık 1876
Kanunu Esasisi)
Türkiye'de parlâmento rejimini Abdülhamit'le kurmak için zaman, fena
seçilmişti. Harp çıkınca, sultanın emirlerine bağlı olmalarına rağmen mebuslara
yol verildi: Kanunu Esasî ancak, salnamelerde kalmış, fakat işlemez bir hâlde
bir kenara atılmıştı.
Jön Türk hareketi, daha sonra meşhur olan İttihat ve Terakki Komitesini,
Askerî Tıbbiye'den üç arkadaşıyla kuran Dr. Abdullah Cevdet'le 1894-1895'e doğru
ıslahat gördü.
Evvelce Bursa'da okul müdürü yumuşak huylu Ahmet Rıza, Paris'te Jön Türk
neşriyat organlarının ilki Meşveret'i neşretti (1895). Murat Bey Cenevre'de
Meşveret'e karşılık Mizan'ı çıkardı (1896).
Bu defa tek şef yoktu. Gizli olmaya gayret eden bir reisliğin vazifesini
muhtelif şahsiyetler deruhte ediyorlardı (üzerlerine alıyorlardı). Bazıları kötü
şöhretli oldu: Doktor Nazım, posta memuru Talât Bey, Bahattin Şakir, Damat
Mahmut Paşa ve oğulları, daha sonra ayrılan Prens Sabahattin ve Prens Lütfullah.
Başlangıçta Paris ve Selânik'te yerleşmiş propaganda ocakları çoğaldılar.
Abdülhamit fena metod tatbik ediyordu: ortadan kaldırmak için küçük gazeteleri
satın alırken daha büyük miktarda bunların yerlerini alanları desteklemiş
oluyordu.
Ordu, Fran-masonluğun desteklediği Jön Türk hareketine çabuk denebilecek bir
zamanda kazanıldı. Subaylar, büyük devletlerin yerinde olmayan müdahelelerine
hiddetleniyor, gayrî Müslimlerin hürriyet teşebbüslerinden telâşlanıyorlardı.
Jakobenlikleri, henüz milliyetçilik seviyesinde idi. Hareketi ilk defa
Selânik'teki 3'üncü Ordu topluca tasvip etti (kabul etti).
İttihat ve Terakki Komitesi'nin çok kere romantik, çok kere kahramanca olan
tarihini, tafsilâtına girerek burada anlatamayız. Sadece Manastır yakınında
Resne'den hareketle, bundan böyle hatırası Yeni Türkiye'nin ilk kutlama tarihi
olarak tesit edilmekte olan 23 Temmuz 1908 ihtilâlini çıkaran iki subayın, Ahmet
Niyazi ve Enver'in, cüretkâr hamlesini hatırlatalım.
23 Temmuz 1908 ihtilâli, herkes için, Makedonya mevzuunda Rusya ve İngiltere
tasarıları üzerinde neticesiz konuşup durah batı politikacıları için,
kuvvetlerini tam takdir edemeyen ve ümitlerini sultanın ölümüyle Hamit
idaresinin son bulmasına bağlayan kurtarıcıların kendileri için de beklenmedik
bir süpriz oldu. Filhakika, kudretin zahirî görünüşü Abdülhamit'in çevresinde
emsalsiz bir baskı, men ve ihbar cihazı ile devam ettirilmekte idi. İlk isyan
emaresinde, yıpranmış bir idareyi muhafaza etmeye kimsenin niyetli olmadığı
ortaya çıktı. Makedonya'nın asî birliklerine karşı sultan, Asya birliklerini
çağırdı, onlar ise cevap vermeyi reddettiler. Daha fenası Verisoviç'e toplanıp
Yıldız'a Meşrutiyet idaresine dönüşü talep için telgraf çeken Arnavutların
Sayfa 8
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
döneklikleri oldu.
Şu halde, razı olmak, 1876 Meşrutiyetini meriyete (yürürlüğe) koymak,
seçimleri hazırlamak, yeni bir hükûmet kurmak icap ediyordu.
İktidar, bittabi ekseriyeti subay olan İttahat ve Terakki Komitesini idare
edenlerindi. Bunlar, doğrudan doğruya devlet işlerini ele alacak yerde, hükûmete
getirdikleri şahıslar vasıtasıyla devlet işlerini yürütmeyi ihtiyar (alışkanlık)
edinmişlerdi.
Bu ilk devrede, ilk Fransız ihtilâlinin şairâne aylarında, Lui XVI gibi
Abdülhamit'in de dava haricinde bırakıldığı anlaşılmaktadır. Çünkü ihtiyar
sultan zaruretlere boyun eğdi, iyi teşkilâtlı bir ihtilâlcilere güler yüz
gösterdi.
24 Temmuz 1908, Türkiye'de ve Türkiye haricinde, sultanın hareket tarzındaki
çekinmeye bakarak hükmedildiği gibi, umumî heyecan uyandırdı denilebilir.
Asi subaylar muzaffer oldukları için memnundurlar. Dünün saray adamları tekrar
kendilerini toplama imkânıyla kurtulmuş olmalarına memnundurlar. Birkaç derviş,
birkaç müneccim ve irtikâpla az çok doyurulmuş bir çok yüksek erkân hariç,
Hamitçi memurlar, sultan ve kendileri mevkilerini muhafaza ettiklerinden
hoşnutturlar. Hapse atılmış âsiler hürriyetlerine kavuştukları için
bahtiyardırlar. Yunan andartları, Bulgar komitacıları Meşrutiyet sevinci içinde
kardeş oluyorlar. Hristiyan halk yenilenen Kanunu Esasî'nin "tabî oldukları din
ne olursa olsun, bütün imparatorluk tebaası fark gözetilmeksizin Osmanlıdır"
diyen sekizinci maddesinden ötürü sevinmektedir.
Hele Fransa'da ne sevinç! Bütün cumhuriyetçiler kendilerine demokrasi ve
hürriyette iltihak eden (katılan) Türk kardeşlerinin bayramını kutluyorlardı.
Kendi öz telkinimizi bulmanın hoşumuza gittiği bu Türk ihtilâlinin sevinçli
haberinin ilham ettiği safiyâne mısraları burada tekrarlamaya lüzum yoktur.
Fakat bu hareketin diplomatik sahada tesir ve yayılışı o derece kuvvetli idi ki,
Abdülhamit'e çok bağlı Almanya İmparatoru bile, iktidara gelişleri umumî bir
teveccüh ile selâmlanan bu bahtiyar suikatçileri tebrik etmekten kendini
alamadı. Şüphesiz ki hükûmet reisi Kâmil Paşa tarafından açıklanan programın
bazı maddesi kapitülâsyonların muhtemel ilgasını bildirdiğinden yabancılar için
gönül kırıcı idi. Fakat dikkatli birkaç izan (anlayış) sahibi hariç, tebliğ
safhası, geçirilen zaman ve felâketlerle kazandığı gerçek ehemmiyetini bulamadı.
Yenilenen Türkiye'ye bir dostluk kredisi açılmıştı (1909). Bu evvelce olduğu
gibi, idamlar sistemi işlemeye başlayana kadan uzun aylar sürdü. Fazla olarak
hükûmetler tereddütlü veya yorgun cumhuriyetlerdeki kadar çabuk birbiri
arkasından değişiyordu. Bir komite istibdatı, sultanın istibdatı yerine dehşet
saçıyordu. İstanbul örfî idare altına alınmıştı. Biriken bu hatalar, Selânik
birliklerinin müdahelesine sebep olan ve temsilî bir sultanla, Mehmet V ile
değiştirilen Abdülhamit'in tasfiyesini mazur gösteren bir tepkiyi tahrik ettiler
(27 Nisan 1909).
Türk dahilî hayatı böylece karışmış iken, millî ihtirasın aniden alevlenmiş
olduğu Balkanlar'da, Temmuz 1908 ihtilâlinin neticeleri gelişiyordu. Türk
milliyetçiliği tarafından yaratılan atmosferde, Sırp ve Bulgar milliyetçilikleri
canlanıyorlardı. "Avusturya, kendini rahatsız etmeyen Bulgar milliyetçiliği ile
bağdaşmazdı. Avusturya,Yugoslav kaynaşmasına son vermek için cüretkâr bir karar
aldı: 5 Ekim 1908'de François-Joseph, 1878'de Avripa'nın muhafazasını kendine
emanet ettiği Türk eyaletleri Bosna Hersek'in ilhakını ilân etti. Daha önc,
Avrupa'yla anlaşarak Prens Ferdinant, krallığa tahvil ettiği (çevirdiği)
prensliğinin istiklâlini ilân etmişti; kendini Bulgarların çarı ilân ettirdi"
(J. İsaac)
Avusturya'nın kararı, başlangıcının tarihini belirtmemek ihmalcilik olabilecek
olan Merkezî Avrupa buhranını açıyordu.
Bu arada, Jön Türk hükûmeti, dahilî statüsüyle aynı zamanda haricî
politikasını nafile tesbite uğraşıyordu. Dahiliye nazırı Talât Bey, Selânik'te:
"Rejimimizin, bütün teveccühlere rağmen, bekâsı için hakiki bir desteğe ihtiyacı
olduğundan kudret sahibi Üçlü İttifak'la bilhassa Avusturya-Macaristan'la ve
dolayısıyla hem kuvvetinin hem teveccühünün kâfi delillerini bize göstermiş
bulunan Almanya ile sıkı bir dostluğu devam ettirmeye mecburuz," diye
söylüyordu.
1911. "İhtilâl bitmemiştir. İhtilâli kazananların menfaatleri çekişmek için
ihtilâfa (anlaşmazlığa) düştükleri devredeyiz: Bu, Umumî Selâmet Meclisi veya
İttihat ve Terakki dedikleri bütün mutlak meclislerin âkibetidir". (René Pinon)
Fakat bu dahilî karışıklıklar yanında haricî hadiseler harp mantığına uygun
olarak cereyan ettiler. Fas hadiseleri, Afrika toprakları için tamahı uyandırdı
ve bilhassa İtalya, Fransa Fas'a ve Almanya Kongo'ya yerleştiğine göre Trablus'u
kapmanın saati geldiğini düşündü. Jön Türkler, Trablus'u itibarları zedelenmeden
bırakamazlardı. Harp, İtalyanlar Trablusgarp'ı işgal ettiklerinde ilân edildi (7
Ekim 1911). Bir sene sonra Türkiye, Merkezî İmparatorlukların tazyiki altında
Sayfa 9
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
anlaşmaya mecbur oluyordu (Ekim 1912).
Fakat Türk-İtalyan harbi diğer harpleri hazırlıyordu. Bulgaristan Sırbistan'la
(Mart 1912), sonra Yunanistan'la ittifak ettiğinden, Karadağ Sırbistan'a yardım
vâad ettiğinden, Rusya tarafından gizlice muzaheret (yardım) gösterilen bir
Balkan İttifakı Türklere karşı ortaya çıktı. Yunanlılar Selânik'e girer iken,
Türkler Kırkkilise'de (Kırklareli), Bulgarlar Kumanova'da Sırplar tarafından
mağlûp edildiler. Bulgarlar, İstanbul'a 30 km. mesafede, Çatalca'da,
durdurulabildiler. Türkler, kendilerine Avrupa'da yalnız İstanbul ve Boğazları
bırakan Londra Sulh mukaddimatını (antlaşmasını) (30 Mayıs 1913) imzaladılar. Bu
mağlûbiyet saatinde ne Üçlü İttifakta ne de Küçük İtilâf'ta dostları kalmamıştı
ve Pierre Loti'nin sesi "Can çekişen Türkiye" için tek başına bir matem şakısı
olmuştu. Birkaç ay sonra (1913 Aralığı) Alman generali Liman von Sanders Birinci
Ordu Kumandanlığına getiriliyordu. Rusya'nın itirazı üzerine, generalim görev
emri Türk Ordusu Müfettişi olarak değiştirildi. 1914 Ekiminden itibaren, Türkiye
Dünya Harbi'nde Almanya yanında yer alıyordu.
1908 hadiselerinden çıkan Türkiye'yi Almanya'ya doğru sürükleyen karara, halâ
iktidarda bulunan İttihat ve Terakki Komitesini muhalefet eden Ahrar Fıkrasının
veya İtilaf Partisinin veya tam ünvanını vermek için saflarında Prens Sabahattin
ve Lütfi Fikri'nin faaliyet gösterdiği, fakat Kâmil Paşa ve gayrimüslim
unsurlara dayanan Hürriyet ve İtilaf 'ın yarattığı ayrılıklar sebep olmuştu.
Komite ve bu muhalefet arasındaki mücadele gaddarlığın en feci şekillerine
büründü: İtilâfçı Harbiye Nazırı Nazım, askerî şöhretinin kinlerden koruyamadığı
Sadrazam Mahmut Şevket Paşa, müteaddit defalar ilân edilen bir örfi idare
marifetiyle gazeteleri muntazaman kapatılan ve üstelik kötü muameleye maruz
bırakılan gazetecilere yapılan cinayetler. Tanınmış bir muharrir olan Hüseyin
Cahid'in idare ettiği ve komitenin resmî neşriyat organı Tanin de bu sansürden
kaçınamadı. Sansürün darbeleri eski batı usulüne göre önleniyor; kapatılan
Tanin, Renin, İkdam, İktiham oluyordu.
Türk Robespierreliği rolünde ise muzaffer ihtilâlin uyanık subayı, maceralarda
rütbeler alan, şimdi paşa ve Sultan mehmet V'le hânedana damat olan Enver Paşa
idi. Hakikatte Türkiye'nin harp içerisinde muharip (savaşan) taraflardan birine
katılmasına ve neticede sonuna karar veren de olur.
Enver, niçin Alman dostu oldu? Çünkü Almanya, Boğaziçi kıyılarında kudret ve
kararı temsil ediyordu. Rusya, ananevî düşman idi ve Fransa, İstanbul'da,
prestijine yaramayan imtiyazlı bir saflık havası içinde idi. Sarı kitap,
Sadrazam Sait Halim'in, İtilâf temsilcilerine 4 Ağustos 1914'te "Babıâlî'nin
kâti bir bitaraflık gözeteceğini" temin ederken istifade ettiği bu saflığın
izlerini taşır. Aynı ayın 8'inde aynı teminatlar ve İngiliz donanmasından kaçan
ve Boğaziçi'ne doğru yolda olan Alman kravüzörleri Breslau ve Goeben'e Çanakkale
Boğazı'nın kapatılacağı vaadi. 10 Ağustos 1914'te iki gemi Boğazlar'ı aşıyor ve
ertesi günden itibaren bir satış masalıyla Türk gemisi olarak maskeleniyordu. 11
Ağustos 1914'ten, İstanbul'la Rusya, İngiltere ve Fransa'nın bütün siyasî
münasebetleri kestiği 31 Ekim 1914 tarihine kadar Türkiye, emperyalizmin yeni
müttefikine cephane, işçi ve bahriyeli veren Almanya'nın askerî müstemlekesi
olur. Bu, İtilâf devletleriyle harbe, aynı zamanda mukaddes cihada hazırlıktır.
Kararı Talât, Cemal ve Enver paşalar takbik edecektir: Cemal Paşa İstanbul
askerî valisidir, Talât Bey dahiliyeyi, polisi idare eder ve bilâhare sadrazam
olacaktır (Ocak 1917), üçüncüsü daha aldatıcı, daha kurnaz, fakat asker olduğu
için kendini Napolyon sanmak derecesinde mağrurdur. Bu triumvira, ihtilâlin
babası yaşlı Ahmet Rıza'yı ve intihar eden (1 Şubat 1916) Velieaht Prens Yusuf
İzzetin'i susturur. Bu arada kapitülasyonlar kimseye danışılmaksızın
kaldırıldığında, zorla herşey Türkleştiriliyordu. Ermenistan vak'alarına yeniden
bir dönüş olduğu kendiliğinden anlaşılıyor. Amerikalı Morgenhau'un tahkikatı
benzeri görülmemiş bir dehşet bilânçosunu açıklıyor.
Aşırılıkları bu sert şekilde tezahür eden (beliren) milliyetçiliğin, başka
propaganda tarzları da vardı. Bilhassa, Hamdullah Suphi ve romancı Halide
Edib'in beraberce çalıştıkları Türk Yurdu mecmuası ile prensipleri açıklanan
milliyetçilik, Türk Ocaklarını kuruyordu. Sultan bu gösterilere yabancı
kalıyordu: Çanakkale zaferine veya ordularının methine titrek bir elle
manzumeler yazmakla iktifa ediyordu.
Büyük Harbin ve ona Türk iştirakinin (katılmasının) tarihini yeniden yazmanın
yeri değildir. Sadece tarihçilerin nasıl bir ihtimamla bu Türk iştirakini
asgariye indirdiklerine işaret etmek münasip olur. Fransa tarafından kini
sürdürmek hiç temenni edilmemiştir: aksine, muharebelerin meşru şiddeti içinde,
Türk ruhunu belirten alicenaplık ve insanlık çizgilerine işaret etmekle iktifa
edilmiştir.
Pekâlâ şimdi, harbin müsebbibi Jön Türkler hakkında maziye intikal etmiş bir
meselede, nasıl bir hüküm vermek lâzımdır? Mazeret mevzuubahs olmaksızın
durumları başlı başına bir izahtır. Bu izah nedir? Osmanlı İmparatorluğunu
Sayfa 10
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
teşkil eden bütün unsurlardan kaygılanan vatanperverlikleri ve imparatorluk
Hristiyanlarının kurtuluş teşebbüsleri, İttihatçılar, Osmanlılık fikrini
tutmuşlardı ve bu mükellefiyeti taşıyabilmek için doğru bir mantıkla
Abdülhamit'in İttahadı İslâmcı (İslâm Birliği) politikasını yenilemek zorunda
kalmışlardı. Böylece Arnavutlara, bir Hint-Avrupa dili için hemen hemen
kullanışsız olan Arap harflerini aldırmaya kadar gitmişlerdi.
İslâma, sırf vatanperverlik mülâhazasıyla dönüş, imparatorluk Hristiyan
tebaasının hâmileri (koruyucuları) İtilâf memleketlerine karşı Jön Türkler'in
beslediği husumeti (düşmanlığı) yakından izah eder. 1908 esaslarından
uzaklaşmayı anlamaya imkân verir.
Jön Türk hareketinin nazariyatçısı sosyolog Ziya Gökalp, hareketin programını
şu üç kelimeyle izah etmişti: Türkleşmek, İslâmlaşmak, Muasırlaşmak
(Batılılaşmak)! İslâmlaşmak! O zamandan beri tasavvur edilen, devletin ve dinin
ayrılmasına hiç benzemeyen bir şey!
Islahatlar, bilhassa tensikatlara (kısmalara) "idarî kadroların yeknesak,
tertipli bir hâle getirilmesi için tasfiyesi"ne hasredilmişti (ayrılmıştı). İki
Meclis, namuslu ve usanmaz cethi nihayet mükâfatlandırılmış Ahmet Rıza'nın
riyasetinde (başkanlığında), devri sabıkın en bariz suistimallerine son vermek
mevzuubahs olduğunda birçok kanuna oy verdiler; fakat yenilerini yapmada
çekingen kaldılar. Dinî taassubu gücendirmek korkusu, eski alışkanlıklara
şuursuz bir hürmetten bahsetmeksizin Jön Türk ıslahatçılarının heyecanını sık
sık dizginledi. Onların ve Mustafa Kemal'in icraati arasında ne büyük fark!
Birincilere bu dar hareket tarzını veren belki ve bilhassa bu mukayesedir
(karşılaştırmadır) ve şüphesiz ki İttihatçılar için bir intikal (geçiş) devresi
insanları olmak mazeretini kabul etmek doğru olacaktır.
Büyük bir şef bulmak talihine de eremediler. Belki büyük bir şef olma
istidadından olan Mahmut Şevket'in ömrü, yapabileceğini göstermek için vefa
etmedi. Her biri yapı itibarıyla kısa boylu üçler birtakım liyakatlere sahip
idiler, fakat hiçbiri büyük çapta değildi.
Nihayet ilâve icap ederki, İttihatçılar, halk efkârının gözünde itibarlarını,
iaşe rezaletleri ve aralarından bazılarının bulaşmış bulunduğu gayrimüslimlere
fena muamele ile kaybettiler. Bütün dünyada olduğu gibi harp içerisinde yeni
zenginler edinen Osmanlı rejimi diğer taraftan muhtelif (çeşitli) idare
işlerinden de zarara uğradı. Bir Kara Kemal'in icraati meşhur olarak kaldı.
Feshine karar vermek için, 1918 Ekiminde komitece yapılan son içtimada (Kongreye
nazarî olarak bütün salâhiyetlerin intikali) Talât Paşa, partisine isnat edilen
vakıaların doğruluğunu mahzun bir eda ile kabul etti. Bu icraatı önlemek
niyetinde olduğunu ancak meselenin ahval ve şerait müsaade ettiği zaman, daha
ileride ortaya atılmasını teklif etti.
Meselâ Bahattin Şakir gibi bazı ittihatçılar, isimlerinin Ermeni kaliâmlarına
karışmasıyla, kötü gösterildiler. Komite bunları reddetmeyerek susmasıyla örtbas
etti ve suçları üzerine almış oldu.
Bu sebepten ve başkalarından sönmeyen kinler, bu siyasî partinin idarecilerini
takip edecektir. Meşhur triumvira azalarının Asya ve Avrupa'da harpten bir hayli
sonra feci şekilde öldürüldükleri göze çarpacaktır. İttihatçı eski
sadrazamlardan biri Prens Sait Halim ve Dr. Bahattin Şakir de aynı âkıbete
uğradılar.
Komitenin fırtınalı mukadderatının feci sonu, İzmir Suikastı davası ve komite
azalarından dördünün idama mahkûmiyeti oldu (26-27 Ağustos 1926). Bunlar
arasında, memleketin merkezî imparatorluklar yanında harbe girişine karşı itiraz
etmiş bulunan nadir Jön Türklerden biri, Cavit Bey de vardı.
29 Eylül 1918'de Bulgaristan silâhları bıraktığında, Suriye'de General Allenby
Kumandasında İngiliz birliklerinin ilerleyişinden müteessir olan Türklerin daha
uzun zaman mukavemet edemeyecekleri belli oldu. Filhakika bir ay sonra, yeni
Bahriye Nazırı Rauf Bey ve Akdeniz Müttefik Donanmaları Baş Kumandanı Amiral
Calthrope, Mondros körfezinde demirli Superb zırhlısında bir mütakere
aktediyorlardı.
General Franchet d'Esperey'in tasvibini getirmesi icap eden kuriye İngiliz
hatlarında kaldığından, İngiliz Amirali, Müttefikler adına, mütarekeyi yalnız
olarak imzalamıştı. Müzakerelere, Kut el-Amarâ (Irak cephesi) esiri, esaretinden
beri Türklerin büyük dostu olmuş olan General Towshend'in arabuluculuğu ile
başlanmıştı.
Bu anlaşmanın başlıca hükümleri şunlardır: Boğazların serbestliği; ordunun
terhisi ve harp gemilerinin teslimi; Toros tünellerinin işgali; telgraf
merkezlerinin kontrolu; ticaret gemilerinden ve demiryollarından Müttefiklerce
faydanılması; imha etmemek kaydı ile Müttefikler istediklerinde, silâh, cephane,
harp malzemesinin teslimi; Ermenilerle meskûn bir yerde kargaşalık patlak
verirse Müttefiklerin burayı işgal etmeleri.
Bir maddeyi, belki neticeleri itibarıyla en mühimi olanını ilâve etmek icap
Sayfa 11
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
eder: Müttefikler, emniyetleri için lüzumlu gördükleri bazı stratejik noktaları
işgal etmek hakkını muhafaza ediyorlardı. (7'nci madde)
Mütakere şartları, Türklerin derhal silâhsızlanması hususunda ısrar etmemekle,
az şiddetli gibi telakki edilebilirdi, fakat bu yumuşaklık bile hiç olmazsa
mevzuubahs 7'nci madde kadar müstakbel ihttilâflara gebe idi. Unutmamak lâzımdır
ki, Fransa, eski bir Yunan dostu Clemanceau ve İngiltere öfkeli bir Türk düşmanı
Lloyd George tarafından idare edilmekte idi.
Mondros mütakeresi Ahmet İzzet Paşanın ve Mehmet IV (Vahdettin)'nın
hükümdarlığı sırasında imzalandı.
Aynı senenin temmuz ayından beri sultan olan bi ikincisi, saltanatı kısa süren
Murat V dahil, diğer üç selefi gibi Abdülmecit'in oğlu idi. Zeki, fakat
karaktersiz bir insan idi.
Bütün Türklere yayılmayan bir gevşeme, harbi takip etti,fakat rehavet uzun
sürmedi. Zaten harpten mütessir olmuş memleketi yeni mücadeleler bekliyordu.
Türk halk efkârı, vatanın bölünmesinden bahsolunmasını istemiyordu, ancak bir
manda ihtimalini kabul ediyordu. Halbuki Müttefikler, hattâ harp sırasında
taksimin şartlarını, İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya arasında aktedilen 26
Nisan 1915 Londra anlaşması gibi ahitlerle (anlaşmalarla) tesbit etmişlerdi. Bu
tasarılardan ve parçalanmalardan bihaber bazı Türk gazeteleri, İngiliz mandasını
övüyor (bilhassa Alemdar), diğerleri 8 Ocak 1918 Reis Wilson beyannamesinin
12'nci maddesinin tesiri altında kalmış, Amerikan tarafları idiler (İstiklâl).
Ali Kemal, Rıza Tevfik, Sait Molla, Şeyhül İslâm Mustafa Sabri'nin mensup
oldukları bir İngiliz Dostları Cemiyeti bile kuruldu. Rahip Frew bu cemiyetin
kurulmasında mühim bir rol oynadı.
Fakat az sonra, Müttefikler mütakere hükümlerinin tatbikine geçtiler. Muahede
(anlaşma) hükümlerini tatbike kâfi derecede Türkiye'nin gayret etmediğini bahane
ederek, Kasım 13'te, İstanbul'a kadim (eski) başşehir Hristiyanlarının heyecan
gösterisi ile istikbâl edilen (karşılanan) donanmalarını gönderdiler ve aynı
ayın 23'ünde General Franchet d'Esperey, Türklerin kalbinde hatırası uzun zaman
hüzünle kalacak olan muzafferane girişini yaptı.
Bu hadiseler, milliyetçi (İttihatçı) veya sırf vatanperver olsun kaynaşmanın
tekrar uyanmasını, aynı zamanda azınlık unsurlar arasında istiklâl emelinin
yeniden doğmasını mukadder olarak tahrik edecek veya hiç olmazsa
şiddetlendirecekti.
Şu manalı olaylar zikre değer: Yunan Konsolosluğu tarafından asılan ve dalgın
yolcuların hayret bakışları altında Beyoğlu kaldırımlarını süpüren muazzam Yunan
bayrakları ve camiye karşı muhtemel bir hareketi önlemek için ihtiyaten
Ayasofya'nın kubbeleri altında yatırılan Türk askelerinin nöbet tutması.
Bu andan itibaren, Türk vatanının kurtulması için türlü cemiyetler kuruldu.
Bilhassa merkezi İstanbul'da, biri Erzurum'da ve bir başkası Harput'ta
mümessillikleri olan Vilâyatı Şarkiye Müdafaaî Hukuku Milliye Cemiyeti vardı. Bu
cemiyetin başlıca sözcüsü meşhur Türk kitapseveri, Diyarbakır sabık (eski)
Defterdarı Ali Emirî Efendi idi. Gaye, Müslümanların göçünü önlemek ve
Ermenilerin muhtemel teşebbüslerine mukaveket etmek idi. Diğer cemiyetler, ademî
merkeziyetçilikte bir çare veya daha az kötülük görerek, infiratçılık isnadına
(ayrılıkçılık suçlamasına) uğramak pahasına bölgeci gruplaşmalar yaratıyordu.
Edirne bölgesinde Trakya Paşaeli Cemiyeti veye Pontus müstakil devletini kurmak
istemelerinden şüphe edilen Rumların hareketine karşı savaşmayı tasarlayan,
merkezi İstanbul'da, Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyet gibi.
Ayrı ayrı unsurlardan mürekkep olan Osmanlılar, Türkler için yeni endiye
mevzuları teşkil eden muhtelif cemiyetlerde gruplaşıyorlardı. Pontus
bölgesindeki faaliyetlerinden başka olarak, Rumların İstanbul'da Patrikhanenin
himaye ettiği yetişkinlere açık Mavri Mira izcilik teşkilâtı vardı.
Kürtler, bir yabancı kuvvetin himayesinde Kürdistan istiklâlini güden Kürt
Tealî Cemiyetini İstanbul'da kurdular. Diyarbakır, Bitlis ve Elâzığ'da (Harput)
mümessillikleri vardı.
Tamamen Türk dahilî siyaseti bakımından, partilerin durumu, uğranılan
mağlûbiyetle altüst olmuştu.
Fesh edilmiş İttahat ve Terakki Komitesi tarafından terkedilmiş hükûmet
mevkilerini eski Hürriyet ve İtilâf azaları ele geçirdiler; Peyam gazetesi ve
daha sonra Mihranın yerine geçen Sabah'ın başyazarı polemikçi Ali Kemal Dahiliye
Nazırı oluyor (gerçekte kısa zaman için: Mayıs-Haziran 1919) Filozof Rıza
Tevfik'e de aynıyle bir vekâlet temin edildi.
Jön Türkler, bununla beraber iktidarı ele geçirmek ümidinden vazgeçmediler ve
partinin yeni ismi olan Tereddüt Fırkası altında tekrar toplanmaya teşebbüs
ettiler. İngilizler, bu kaynaşmalara, başlıca İttahatçıları (bu arada sürgün
mektupları 1931'de neşredilen (yayınlanan) Ziya Gökalp'ı) hapsederek ve sonra
Malta'ya sürerek son verdiler. 16 sürgün Maltan'dan kaçmaya ve Avrupa'ya geçmeye
muvaffak oldu. (Sabık İaşe Nazırı Kara Kemal bunların arasında idi.)
Sayfa 12
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
Mütakereden sonra siyasî klüp veya cemiyet olarak, Hürriyet ve İtilâf (Reisi
Albay Sadık Bey), Ferit Paşa tarafından riyaset edilen, İngiliz tarafları Sulh
ve Selâmet, Tealî-i İslâm Cemiyetleri vardı.
Türk Ocakları da kapatıldı, fakat İttihatçılar gizli olarak faaliyete devam
ediyorlardı.
Böylece, İngilizler memleket üzerinde baskılarını daha fazla arttırmaya lüzum
gördüklerinden politika atmosferi bir hayli bulanık idi.
1919 Ocağından itibaren, Musul'u 3 Kasım'dan beri işgal altında bulunduran
İnglizler Kilikye'da (Adana, Maraş, antep) ve Urfa'da (eski Edes) yerleştiler. 7
ay sonra Suriye ile beraber bu mıntıkayı Fransızlara bıraktılar. Fakat bu andan
sonra Türkler, Mustafa Kemal Paşa tarafından tâyin edilen muhtelif subaylar ve
3.300 kişi ile Mersin, Tarsus, Osmaniye mıntıkasında bir Adana cephesi
kurmuşlardı.
Esasen, Mütakerenin arifesinde Halep yakınında bulunan Katma'daki umumî
karargâhında Mustafa Kemal Paşa, Ali Cenaî Bey gibi mümtaz kimselere millî
müdafaa çeteleri teşkil etmelerini tavsiye ve onlara silâh tedarik etmişti.
29 Nisan 191'da İtalyanlar, 26 Nisan 1915 Londra anlaşmasına uygun olarak
Antalya'yı ve Anadolu'nun doğu-batı köşesini işgal ettiler.
Bu toptan işgaller haricinde İç Anadolu'daki muhtelif şehirlere Müttefik
birlikleri giriyordu: Konya'da İtalyanlar, Merzifon ve Samsun'a İngilizler,
Bursa ve Balıkesir'e Fransızlar yerleşmişlerdi.
Müttefikler arasında tevali eden (süren) ihtilâflara ve muhtelif beynelmilel
anlaşmazlıklara rağmen, Türk arazisi üzerindeki bu el koyuşlar, şüphesiz,
evvelden kararlaştırılmış bir plâna göre devam ediyordu. Bununla beraber
bunların halk efkârında, Türkiye'nin bütünlüğüne yeni bir darbe kadar tesirleri
katî olmuyordu. Müteşebbisleri tarafından ağır bir psikoloji hatası ile İzmir
Yunanlılara işgal ettirildi.
Vaziyetten iyi haberdar edilmeyen İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya
başvekilleri içtimaında (toplantısında), "Yüksek Meclis", Mütakerenin 7'nci
meşhur maddesi gereğince, Yunanistan'ın İzmir'i işgale salâhiyetli kılınmasına
karar verdi. 14 Mayıs 1919'da İngiliz, Fransız, Amerikan ve Yunan birliklerinden
müteşekkil (oluşan) bir donanma ile Amiral Calthrope İzmir limanına girdi.
Calthrope, bu kararı XVII'nci Osmanlı Kolordu Kumandanlığına resmen tebliğ ve
kumandanlığı muhalefet etmemeye davet etti. Kolordu kumandanı İstanbul'dah
talimat talep etti. Fakat âciz hükûmet, İngiliz amiralinin tebliğinin Mütakere
hükümlerine uygun olduğunu Harbiye Nezareti vasıtasıyla bildirdi.
15 Mayıs'ta sabahın saat 7'sinde, nakliye gemileri, Yunan Averof ve Limnos
zırhlıları refaketinde (eşliğinde), Albay Zafiriotis kumandası altındaki
birliklerin çıkartmasına başladılar. Yunun askerleri İzmir'in Ortodoks halkının
alkışlarıyla karşılandılar. Bazı taşkınlıklar yapıldı. Türk askerleri
serpuşlarını (şapkalarını) çıkararak "yaşa Venizelos" diye bağırmaya
zorlanıyordu ve itaat etmeyi red eden bir Türk subayı öldürüldü. İsmi Fethi Bey
idi ve XVII. Kolordu askerlik şubesi reisi ve erkânıharp albayı idi. Yunan
torpitoları, Türk askerlerini getiren gemiler üzerine ateş ettiler, 30 kişiyi
öldürdüler, 40 kişiyi yaraladılar. 8 gün sonra, İzmir hinterlandı da böylece
işgal edildi.
Silâhlı bir mukavemet imkânsızlığından, vatanseverler, Calthrope tebliği
haberi üzerine derhal bir Reddi İlhak Cemiyeti kurdular. Fakat Müttefiklerin
Türkiye'ye karşı tuttukları politikaları için daha endişe verici bir hadise
hemen hemen aynı zamanda vuku buldu. Tam İzmir'in işgalinin ertesi günü, 16
Mayıs, Mustafa Kemal Paşa, İstanbul'u Millî Mukavemeti idare etmek üzere
Samsun'a gitmek için terkediyordu.
Bu fevkalâde insanı okuyucuya takdim etmek sırası gelmiştir.
İKİNCİ BAHİS
MUSTAFA KEMAL
SAMSUN'A HAREKETİNE KADAR HAYATI
(16 MAYIS 1919)
Mustafa Kemal - Çocukluk ve tahsil seneleri - Askerlik mesleği - İlk
muharebeler - Büyük harp (Çanakkale, Kafkas cephesi, Filistin ve Suriye) ,
Sayfa 13
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
Mütakereden sonra.
"Şarkın uyanış tarihine, hadiselere tesir eden nafiz (seçkin) simalı
yaratıcısının siluetini çizmeksizin girmek imkânsızdır. Çok nadir ahvalde
birbiriyle beraber olan iki vasıf, onda bir arada bulunmaktadır: Askerî
kumandanlık kabiliyeti, sivil teşkilâtçılık kudreti.
"Kuvvetli şahsiyetiyle Anadolu'nun şefi, değiştirdiği şark ruhu üzerinde derin
tesir icra eder." (Berthe Georges-Gaulis)
"Mustafa Kemal'in şahsiyeti bu son senelerin Türkiye tarihini baştan başa
doldurur. Sultan ve Babıâlî'nin ihanetiyle vicdanı isyan ederek İstanbul'u
terkettiği, Osmanlı İmparatorluğu yerine bir millî Türk devleti yaratmak için
Samsun'a çıktığı günden beri olan askerî zaferler, siyasî ihtilâl, içtimaî
ıslahatlar (devrimler), hepsi onun kendi eseridir. O, her seferinde, her sahada
ve ne kritik durumlarda takip edilecek yolu çizmiştir; tatbik edilecek usul
hakkında karar vermiş ve icrasını idare etmiştir. Meclisin üstünde ve dışında
milletine lüzumlu teşviki aşılamaya devam eden de odur. Evvelce savaş
meydanlarında ne idi ise, devletin başında yine öyle, bir hareket adamı, insan
idarecisi olmak istiyordu. Nutuklarında şatafatlı cümleler, sözlerinde değersiz,
ağdalı hitabet yoktur. Lisanı sade, samimî, gösterişsiz, herkesin anlayabileceği
seviyededir. Ve görüldüğü gibi, tek bir ülkü onu tamamen kavramıştır: Medeniyet.
Mustafa Kemal'e göre Türkiye, Dünya'yı idare eden modern medeniyeti kayıtsız,
şartsız kabul etmeli, asrıyla beraber yürümelidir." (P. Gentizon. Mustafa Kemal
ou L'Orient en marche)
"Kemal, diktatörlüğe, benzerini söylemek çok güç olan, neticeleri zengin,
kesin bir zaferin kanatlarıyla ulaştı."
"Mustafa Kemal, tam bir istiklâlden faydalanan ve Osmanlı İmparatorluğunun en
şanlı anlarından sonra maruz kaldığı yabancı müdahalelerden masun görünen yeni
Türkiye'yi ortaya çıkardı. Bütün aşağılatılmalara tevekkülle katlanan ve büyük
devletlerce taksimi kararlaştırılmış bir halktan en büyük devletler tarafından
tam itibarla muamele edinen bir millet vücuda getirdi. Hürriyete alışmış olmayan
bir halkın, kurtarıcısının elleri içine bütün kudretleri vermesine nasıl hayret
etmemeli?"
"Mustafa Kemal, bir sulh idaresi ile 12 harp ve felâket senesinin yaralarını
iyileştirmekle iktifa etmedi. Bir doğu halkında asla görülmemiş en derin
ihtilâli Türkiye'de yaptı: Hilâfeti kaldırdı ve onu uzun zamandan beri temsil
eden Osmanlı hanedanını memleket dışına çıkardı; dinin devlet işlerine karışarak
idarenin temelini teşkil ettiği bir memlekette onu devletten ayırdı; esastan
dine bağlı bir halktan, kökten lâik bir millet yaptı."
"Gelenekler düzeninde ortaya attığı devrim, din alanıdaki kadar deri ve
tamdı." (F. Cambo)
Mustafa Kemal, kaderini herkesten çok mîrasa veya irsiyete dayanmadan kendi
eliyle yoğurdu. Anası ve babası, mütevazi kimselerdi; Arnavutluk'un Sırbistan'a
yakın bir yerinden, Mustafa'nın 1880'de doğduğu Selânik'e gelmiş Türklerdi.
Babası, Ali Rıza Efendi, liman müdürlüğünda önceleri memur oldu ve bilâhare
kereste tüccarlığı yapmak için idareden ayrıldı. Genç yaşta öldü ve küçük
Mustafa, Güney Arnavutluk'un mütevazi bir çiftçisi ile bir Makedonyalı'nın kızı
olan annesi Zübeyde Hanım tarafından büyütüldü. Zübeyde Hanım, ikinci oğlu
Mustafa'da benzeri görülecek kuvvetli karakteriyle, iyi çiftçi neslinden bir ev
kadını idi. İlk oğlu doğumda ölmüştü. Mustafa'nın küçüğü, Makbule adında bir de
kızı vardı.
Babanın ölümünden sonra aile, Selânik yakınında Lazaran'da Zübeyde Hanımın
çiftçi kardeşi yanına çekildi ve Mustafa Kemal, Selânik'te oturan teyzesinin
yanına gönderilesiye kadar bir küçük çiftçi çocuğunun sıhhatli hayatını yaşadı.
Teyzesi onu Şemsi Efendi ilk okuluna kaydettirdi. Öğretim, burada yeni
programlara göre yapılmakta idi. Mustafa Kemal, sonra mülkiye rüştiyesine kabul
edildi ise de orduya karşı sevgisinden ve o zamandan tezahüre (belirmeye)
başlayan hür mizacından (kişiliğinden), okulu haksız bir cezadan dolayı terketti
ve kendi arzusu ile Askerî Rüştiyeye kaydoldu. Müstesna kabiliyetleri, burada
hocaları ve bilhassa matematik hocası Yüzbaşı Mustafa Efendi tarafından fark
edildi ve bu, sınıf çavuşu veya müzakereci seçilmesini temin etti. İşte
kendisiyle aynı ismi taşıyan bu subaydandır ki, Arapçada olgun manasına gelen
Kemal ismini aldı.(Mustafa, Peygamber'in isimlerinden biri olup seçkin manasına
gelmektedir.)
Mustafa Kemal, bundan sonra, 17 yaşına Manastır Askerî İdadîsine geçti. Bu
Sayfa 14
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
sıralarda Türkiye Yunanistan'la harp halinde idi. Mustafa Kemal, bu andan
itibaren ihtilâlci fikirleri benimsedi ve dominiken rahiplerinin vermekte olduğu
Fransızca derslerinden faydalanarak Rousseau ile Voltaire'in eserlerini Ohrili
yeni dostu Fethi Bey ile okumaya başladı. Tatillerini Selânik'te geçiriyordu,
fakat annesi Zübeyde Hanımın yeniden evlenmiş olduğu üvey babası Rodoslu zengin
tüccarla geçinemiyordu.
İmtihanlarını parlak bir şekilde vererek, 20 yaşında Manastır'dan ayrıldı ve
asteğmen rütbesiyle İstanbul'a geldi; Pangaltı'daki Harp Okuluna, daha sonra da
bu okulun kurmay sınıfına girdi. matematiğe karşı temayülü (ilgisi) gitgide
artıyordu. Güzel konuşan bir hatipti, arkadaşlarına ihtilâlci mevzularda
nutuklar verir ve siyasî makaleler hazırlardı.
Harp Okulu talebeleri ihtilâlci bir cemiyet kurduklarında, Mustafa Kemal,
neşrettikleri el yazması gazeteye hararetle yardım etti.
Harp Okulundaki siyasî toplantılar Askerî Tedrisat Umum Müdür İsmail Hakkı
Paşa tarafından yasak edilince, talebeler toplantılarını dışarıda yapmaya
başladılar. Mezuniyet imtihanlarından sonra Mustafa Kemal, bu toplantıların
idaresini ele aldı ve annesinin gönderdiği harçlıklarla gizli bir yer kiraladı.
Sultanın hafiyeleri tarafından bu toplantıların ihbar edilmesi gecikmedi ve
Kurmay Yuzbaşı ünvanı kendisine tanındığı gün (29 Kasım 1904) tevkif edildi.
Yıldız Sarayındaki Tahkik Komisyonuna arkadaşları ile beraber götürülen Mustafa
Kemal, hapse mahkûm oldu ve burada üç ay kaldı. Müteakiben, İsmail Paşa
tarafından tekdir edildikten sonra Suriye'ye sürgüne gönderildi.
Suriye'de Mustafa Kemal, asî Dürzülere karşı yapılan seferlere iştirak etti.
Şam'a döndüğünde ihtilâlci faaliyetlerine devam etti ve Harp Okulundan arkadaşı
Lütfi Müfit ile beraber "Vatan ve Hürriyet" adını verdikleri gizli bir cemiyet
kurdu.
Hakikî ihtilâlci merkezin Selânik olduğunu takdir ederek, kısa bir tatilden,
değişik kıyafette Yafa'ya geçmek için istifade etti. Buradan Mısır, Atina
yoluyla Makedonya'ya geçti. Selânik'te annesinin evinde barınır, arkadaşları
vasıtasıyla garnizon değiştirme işini temine çalışırken, İstanbul'dan derhal
tevkifi için emir çıkarıldı. Fakat, o sırada Selânik Merkez Kumandanlığı muavini
(daha sonra Dahiliye Vekili), Vatan Cemiyetine aza olmuş olan Cemil Bey bunu
önledi ve kaçması için zaman bıraktı. Selânik'te bulunalı dört ay olmuştu.
Yafa'ya döndü ve ilk firarında kendisine yardım eden liman kumandanı Ali Bey,
bir üniforma tedarik ederek ve Gazza'ya göndererek bir defa daha yardımına
koştu. Bundan sonra Ahmet Bey, Mustafa Kemal'in Suriye'den hiç ayrılmamış
bulunduğunu ve halen Gazza'da olduğunu bildiren bir rapor hazırladı. Mustafa
Kemal'in takibinden vazgeçildi.
1907 Eylülünde, o zamanlar kolağası bulunan Mustafa Kemal, ileri fikirlere
kazanılmış muhtelif subaylarla teması sayesinde, vazifesini Manastır'a
naklettirmeye muvaffak oldu. Tayin yerine gidemedi; Üçüncü Kolordu Kumandanı bir
askerî teftişte kendisini beğenerek Selânik'te kurmay olarak alıkoydu. Orada
tekrar dul kalan ve rahat bir hayat sürecek kadar geliri olmayan annesini buldu.
"Vatan ve Hürriyet"in bir şubesini Selânik'te kurmayı yeniden denedi. Fakat
burada yerleşmiş bulunan İttihat ve Terakkinin yeni teşebbüslere serbest
bırakmadığını ve mahallî ihtilâl faaliyetini merkezîleştirdiğini farketti.
Mustafa Kemal, İttihatçılarla anlaşamıyordu. İttihatçıların teşkilâtları ve
aralarında dereceleri vardı ve sadece meslekî ve askerî inzibat tanıyan Mustafa
Kemal, kendinde bir maiyet adamı değil, bir şef istidadı seziyordu. Cemal Bey
için müphem (gizli) bir sempatisi vardı, diğerleri için ise başta Enver olmak
üzere hiçbir sempatisi yoktu. 1908 ihtilâlinin patlak verdiği güne kadar,
onların hoşuna gidecek birşey yapmadı, bu şekilde hadiselerden uzak kaldı.
İttihat ve Terakki Cemiyeti erkânının itibarını sarsan kargaşalıktan itibarı
lekesiz çıktığı için bahtiyar bir anlaşamamazlık!
Mamafih Mustafa Kemal, İttihatçı harekete, 1909 Nisanı isyanının (31 Mart)
bastırılmasında iştirak etmiştir: Mahmut Şevket Paşa, 2 ve 3. Kolordularla
İstanbul üzerine yürürken, bu birliklerin öncüsü olan I. Tümen Kurmay Başkanı
Mustafa Kemal idi.
1910'da Mustafa Kemal Fransa'da kısa bir müddet kaldı: Pikardi manevralarına
giden Ali Rıza Paşa heyetine dahil bulunuyordu. Bu vesiyleyle Gazi'nin,
Fransa'daki bu ikametini ve Fransa ülkesinin erdemlerini asla unutmadığını
söylemek mümkündür.
Bundan sonra tamamen meslekî vazifelerine döndü ve 3. Kolordu eğitim
merkezinde ve kurmayında vazifelerini parlak şekilde başardı. Fakat
manevralarda, gezilerde ve harp oyunlarında yaptığı tenkitler amirlerinin hoşuna
gitmiyordu ve bu sebeple kendisinden, Selânik'te 38'inci Alay Kumandanlığını
vererek kurtulmak çaresine başvuruldu. Orada da çok muvaffak oldu ve
arkadaşları, maiyeti nezdinde itibarı arttı. Orduyu isyana teşvik ettiği
bahanesiyle, Harbiye Nazırı olan Mahmut Şevket Paşa onu Selânik'ten çağırttı ve
Sayfa 15
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
payitahttaki Genel Kurmaya tâyin etti.
Bu arada yükselen şöhretinden, kendisine siyasî bir mevki yapmak için istifade
etmeyi denedi ise de hemen bundan vazgeçti. Siyaset hoşuna gitmiyordu ve
siyasetin icap ettirdiği teşebbüsleri istemeyerek yapıyordu. Siyasetten,
gönlünün daha hoşlandığı bir iş için vaz geçiyordu.
1911'de İtalya Trablus'u işgal etmişti. Vaktiyle kısa bir vazifeyle burada
bulunmuş olan Mustafa kemal, birkaç arkadaşıyla Anadolu, Suriye ve Mısır'ı
trenden ve eline geçen her vasıtadan faydalanarak aşıp ikinci defa Trablus'a
vardı. İskenderiye'deki İngiliz kumandanının ihbarına rağmen hududu, hudut
subayı Mısırlının yardımı ile geçebildi. İlk rastladığı birlikler, Tobruk
mevziini tutan Halepli Etem Paşa kuvvetleri idi. Bu birlikleri taarruza
kaldırmaya karar verdi. Trablus'ta Türklerin ilk muvaffakiyeti bu oldu.
Tobruk'ta binbaşılığa terfini öğrendi.
Daha sonra Derne kuvvetleri kumandanlığına tayin edildiğinde, kendisinden daha
genç olmasına rağmen kumandan olan Enver'in emri altında bulundu. Mizaçları çok
farklı bu iki insan, birbirlerine ısınamadılar. Mustafa Kemal bir seneden beri
Derne'de idi ki, daha vahim endişelerTrablus harbini ikinci plâna geçirdi.
Balkan devletleri Türkiye'ye saldırmıştı: Mustafa Kemal, İstanbul'a Mısır,
Fransa, Avusturya, Romanya yolu ile gelebildi. Ümitsiz bir durum buldu: Osmanlı
İmparatorluğu, Balkanları Rauf Bey kumandasında bulunan Hamidiye'nin
Karadeniz'deki baskınları hariç, bir muvaffakiyet tanımaksızın kaybediyordu
Selânik, Mustafa Kemal'in doğduğu şehir, Yunanlıların eline geçmişti. Bir
mülteci (göçmen) kampında bulunan ihtiyar, perişan annesi ile kızkardeşini
aramaya gitti. Onları alıp İstanbul'a yerleştirdi ve Gelibolu yarımadasında
Bolayır hattını tutan bir hücum tümenine kurmay başkanı olarak iltihak etmek
üzere hareket etti. Bu birlik, bilâhare Edirne'nin kurtulması harekâtına iştirak
etmiştir.
Mustafa Kemal, Balkan harbinden sonra yarbay oldu. Enver'le ve İttihatçılarla
münasebetleri, Enver'in Liman von Sanders'i Türk ordusunu yeniden
teşkilâtlandırma heyeti reisliğine atanmış olduğunu öğrenince daha gerginleşti.
Almanya'nın, memleketine bu el koymasını netice almaksızın protesto etti.
İttihatçılar, Mustafa Kemal'i rahatsız edici bulduklarından Sofya'ya askerî
ateşe tâyin ederek uzaklaştırdılar; Sofya'da Türk elçisi olarak dostu Fethi Beyi
bulacaktı. Bulgaristan'da ikameti sırasında, Mustafa Kemal, imkânları nisbetinde
Babıâlî'nin bu harbe karışmasına mani olmaya çalışarak dikkate değer bir ileri
görüşlülük gösterdi. Almanların Paris üzerine yürüyüşlerinde dahi bu harbin
tahripkâr neticelerinden Türkleri korumaya uğraşıyordu.
Mustafa Kemal, bir kumandanlık elde edebilmek için çabalıyordu, Sofya'da 1914
Aralığa sonuna kadar kaldı.
Kafkas cephesine gitmiş olan Enver'in yokluğunda nihayet bir kumandanlık elde
etmeye muvaffak oldu. Bu kadroları bir hayli eksik 19. Tümendi (1). Tümeni
kurmaya, teşkilâtlandırmaya ve kendisine büyük kıymet veren Liman von Sanders'in
teşebbüsü ile Tekirdağ'dan Maydos'a naklettirmeye muvaffak oldu. Aynı bölgeye
bir albayla ikinci bir tümen gönderildiğinden, Maydos kesimi bu albayın emirleri
altına girdi ve Mustafa Kemal, birliğiyle Müttefiklerin Gelibolu yarımadasına
çıkartma tarihi olan 25 Nisana kadar kaldığı Bigalı köyüne yerleşti.
İngilizlerin Arıburnu'na karşı teşebbüs ettikleri beklenmedik hücumu
soğukkanlılığı, karar verme kudreti, bir nevi seziş kabiliyeti sayesinde
muvaffakiyetsizliğe uğratmasını bilen, işte bu Mustafa Kemal'dir. Avustralya ve
Yeni Zelanda (Anzak) kuvvetlerinin ilerleyişini durduran ve cephelerini tesbite
zorlayan da odur.
19 Mayıs 1915'te Miralay oldu.
Gene 6-9 Ağustos günlerinde Suvla koyuna çıkartma yapan İngiliz ordusunun
Anafartalar'ı geriden almak ve Arıburnu cephesini çökertmek için tasarladıkladı
çevirme hareketini Kabatepe, Kocatepe ve Conkbayırı mukabil taarruzu ile önleyen
de Mustafa Kemal'dir.
Mustafa Kemal, Çanakkale'nin hakiki müdafii oldu. Müttefik kuvvetlerinin
çekilmesi üzerine Kafkas cephesine gönderildi ve Diyarbakır'da iken hak ettiği
mirliva rütbesini kazandı. Albay İsmet, Kurmay Başkanı ve General Kâzım
Karabekir kumandan vekili idi.
7 ve 8 Ağustos 1916'da Mustafa Kemal, Bitlis ve Muş'u hatları dağılmaya
başlayan Ruslardan geri aldı. Rusların bozgunu, bu çevrede malzeme ve teçhizat
bakımından feci durumda olan Türkleri büyük bir sıkıntıdan kurtardı.
Tehlike geçince, Mustafa Kemal, cephenin bu kısmında alâka çekici birşey
görmemeye başladığı sırada Hicaz seferî kuvvetleri kumandanlığına tâyin edildi.
Kâzım Karabekir Paşaya Kafkasya Ermeni askerî birlikleri ile uğraşması işini
tevdi ederek (1917) Suriye'ye gitti.
Şam'da Başkumandan Vekili Enver'le bir mülâkat yaptı, Suriye cephesini takviye
için Hicaz'ı boşaltmayı tavsiye etti; fakat görüşünü kabul ettirmeye muvaffak
Sayfa 16
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
olamadı ve bu mülâkat sonunda 2. Ordu Kumandanlığına tâyin edildi.
Az sonra General von Falkenhayn'ın kumanda ettiği ve Bağdat'ı geri almak
vazifesi verilecek olan Yıldırım Ordular Grubuna bağlı 7'nci Ordu
Kumandanlığının kendisine tevdiine karar verildi. Mustafa Kemal, tahakkukunu
imkânsız gördüğü bu projenin terkini talep ederek ileri görüşlülüğünün yeni
delillerini vermiş oldu.
Alman generalinin Arap kabileleri için tasarlamış olduğu siyaseti, Türkiye'nin
dahilî işlerine bir müdahale telâkki eden Mustafa Kemal'i öfkelendiriyordu.
Ayrıca bazı askeri harekât projelerini de tasvip etmiyordu. Düşüncelerinden
vazgeçirmeye çalışmadan başka, her vasıtadan istifade ederek onu ezmeye uğraşan
von Falkenhayn ile arasında vahim anlaşmazlıklar patlak verdi. Nihayet Mustafa
Kemal, o sıralarda Halep civarında bulanan 7'nci Ordu Kumandanlığından
istifasını gönderdi.
Vak'alar Mustafa Kemal'in ileri görüşlülüğünde bir defa hak verdi. Irak
seferini iyi bir sonuca ulaştıracak imkansızlık karşısında, Yıldırım Grubu, von
Falkenhayn tarafından Filistin'e alındı.
İstifasını takiben, Mustafa Kemal 2. Ordu Kumandanlığına yeniden tayin edildi
ise de buraya dönmeyi kabul etmedi. İtibarı zevale (yok olmaya) başlayan Enver
Paşa ısrara cesaret edemedi ve asi komutana izin vererek işin içinden çıktı ve
sonra 1918 Haziranında, Veliaht Vahdettin'in, Alman Genel Karargahına
seyahatinde, Mustafa Kemal'i ona refakat etmekle vazifelendirerek merkezden
uzaklaştırmayı münasıp gördü. Üç aylık hareketsizlikten bıkkın Mustafa Kemal,bu
görevi kabul etti. Hatıralarında, Almanların fikrince Türk misafirlerini oldukça
tesir altında bırakması icap eden bu seyahatin kısa, fakat meraklı hikayesi
vardır. Bu hatıralarda, Guillaume II'nin kabulü ve Hindenburg, Lüdendorff ile
karşılaşmalar yazılıdır. Mustafa Kemal, resmen ilan edilmiş askeri nikbinliğe
(iyimserliğine) iştirak etmediğini kimseden gizlemedi. Müstakbel sultanla
durumun düzeltilmesinde ona yardım için boş yere anlaşmaya çalıştı.
Bu seyahatten sonra tedavi için gittiği Karslbat'ta, Temmuz 1918'de Mehmet
V'in ölümünü öğrendi. Yeni sultan, Mustafa Kemal'i getirtti ise de bu kere hiç
anlaşamadılar. Enver, Mustafa Kemal'in Erkanı Harbiye Reisliğine çağrılan Fevzi
Paşanın yerine 7. Ordu (Karargahı Nablus'ta) Kumandanlığına tayinini istedi.
Damat Başkumandan Vekilinin kışkırtması ile Mustafa Kemal için 8. ve 2. ordular
arasında mekik dokumalar yeniden başlıyordu.
Mustafa Kemal'in iki kolordusuna İsmet ve Ali Fuat paşalar kumanda etmekte
idiler. Başkumandan ise, von Falkenhayn'in yerine gelen Mustafa Kemal'in eski
dostu Liman von Sanders'ti.
Filistin'de durum vahim denilecek derecede karışıktı. Faysal'ın Araplarıyla
hırpalanan, Albay T.E. Lawrence'in baskınlarına maruz Türkler, cepheyi zor
tutuyorlardı. 20 Eylülde İngilizlerin taarruzu esnasında Mustafa Kemal'in
ikazlarını nazarı itibare almamak hatası işlendi. Cephe çöktü ve Mustafa Kemal,
toptan bir hezimeti önlemek için bütün enerjisini kullanmaya mecbur kaldı. Umumi
panikte bütün mesuliyeti üzerine alarak Halep üzerine çekilişte ve bu arada
hazırlattığı ikinci bir hat üzerinde nizamı kurmaya muvaffak oldu. (Umumi
karargahı Halep kuzeyinde Katma'da)
Bu anlarda büyük İttihatçı şefler, Türkiye'yi kendi kaderine bırakıp memleketi
terkediyorlardı.
Liman von Sanders ve Alman subayları, mütakere günü cepheden gittiler. Mustafa
Kemal, imkan nisbetinde teşkilatlandırmış olduğu birliklerle cephede tek
kumandan olarak kaldı. Aynı tarihte, Yıldırım Ordular Grubu ve gruptan ne kaldı
ise onun başkumandanı oldu. Muhasemat sona ermişti. Buna rağmen Sadrazam İzzet
Paşanın emirleri hilafına İskanderun'u İngilizlere vermeyi reddetti.
Umumi maneviyat bozukluğu arasında, uzakta, Suriye'de Türk şerefinin halası
(kurtuluşu) için çalışırken, İstanbul çevreleri onu unutmaya karar vermişe
benziyorlardı.
Arkadaşlarından çoğu, daha gözde olanları İzzet Paşa kabinesine girmişlerdi.
Albay İsmet Bey Harbiye Nezareti müsteşarı olmuştu (22 Kasım 1918) Fevzi Paşa,
Rauf, Fethi beyler hükumet azası idiler.
İzzet Paşa tam istifa ettiği anda, Mustafa Kemal'i telgrafla İstanbul'a
çağırdı. Beraberce İngiliz taraftarı Tevfik Paşa kabinesini devirmek için
uğraştılarsa da muvaffak olamadılar. Mustafa Kemal'in ikaz ve gayretlerine
rağmen Meclis yeni sadrazama itimat beyan etti ve sultan da bu suretle hem ondan
yakasını kurtardı, hem de Mustafa Kemal'in tenkitlerinden sıyrılmış oldu.
Mustafa Kemal'in bu vesile ile huzura kabulü ise Mebusan Meclisinin kapamasına
sebep olmakla itham edilmesine imkan verdiğinden kendine zararlı olmuştur (21
Aralık 1918). Sultan, bu arada sadrazam olarak bir başka İngiliz taraftarını,
Damat Necip Paşanın dulu Mediha Sultan'ın kocası, üvey kardeşi Damat Ferit
Paşayı tayin ediyordu.
Böylece eski Bizans, büyük itibarı ve dokunulmaz askeri zaferleri temsil eden
Sayfa 17
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
bu insanı tanımamazlıktan geliyordu. Şu halde İstanbul'da müessir bir şekilde
muvaffak olamazdı. İttihatçılar gibi Hürriyet ve İtilafçıların da onu
istemedikleri açıkça görünüyordu. Şüphesiz ki, bu anda vatanın selametinin başka
yerde, Anadolu'da onu beklediğini anladı.
Dikkate en çok çarpan husus, sultanın kendi kaderini kendi eliyle
hazırlamasıydı. Aynı zamanda sultan, hünkar yaveri olan Mustafa Kemal'in bütün
telkinlerini reddetmişti. Bununla beraber, zihinlerin bulanmasının endişe verici
bir mahiyet almaya başladığı Anadolu'da nizamı kurmayı Mustafa Kemal'e vazife
olarak vermeyi düşündü. İngilizlerin hoş görmemelerine rağmen, Mustafa Kemal,
şahsında Enver'in ve İttihatçı şeflerin muazırını (karşısında) gören Damat
Ferit'in tavsiyeleriyle bu vazifeye seçildi.
İzmir'e Yunan çıkartması günü 3. Ordu Müfettişliğine tayin emrini alıyordu. Bu
iki hadise arasında, çıkartma ve tayinde bir tarih tesadüfü vardır; fakat birçok
Türkün olduğu gibi İzmir kaybının Mustafa Kemal'in kararlarında ağır bastığı
muhakkaktır.
16 Mayıs'ta İstanbul'u terkediyor.
19'da Samsun'a çıkıyor.
Bu tarihten sonra Türk milli mücadelesi başlıyor.
Milli kahraman o sıralarda 39 yaşında idi.
ÜÇÜNCÜ BAHİS
MİLLİ MÜCADELE
Muhtelif Milli cepheler - 1919 Mayısında nizami Türk Ordusu - Kemalist
hareketin başlangıcı - Erzurum Kongresi - Sivas Kongresi - Milli Kuvvetlerin
Reisi olarak Mustafa Kemal'in çalışmaları - Son Osmanı Mebusan Meclisi ve
İstanbul'un Müttefikler tarafından işgali.
Müttefikler, Yunanlılar da dahil, Türkiye'de işgal mıntıkalarını
genişletmişlerdi. Zaten bir hayli uzamış olan Mütakere, daha da devam edeceğe
benziyordu. Bu sebeptendir ki, Müttefikler emniyet tedbirlerini almaya devam
ediyorlardı. Bu vesile ile Fransa ile aktedilen anlaşmaya dayanarak (22 Mayıs
1919), İngiltere'nin Filistin, Mezopotamya (Irak) ve petrol mıntıkası Musul'u da
işgal ettiğini ilave edelim.
Türkiye'de yabancı işgal kuvvetlerinin mevcudu, Tarih kitabına göre (Cilt IV,
sayfa 30) şu şekilde dağılmıştı:
İngilizler
İstanbul mıntıkası. 30.000
Çanakkale kesimi 3.000
Anadolu demiryolları 5.500
Musul kesimi 3.000
41.500
Fransızlar
İstanbul ve Çatalca mıntıkası .24.000
Çanakkale kesimi 4.000
Şark demiryolları (Trakya) 1.000
Klikya (Adana, Mersin, Tarsus, Urfa,
Maraş, Antep) 20.000
49.000
İtalyanlar
İstanbul mıntıkası .3.900
Antalya, Isparta, Söke, Muğla, Finike 12.000
Afyon Karahisar, Konya ve Akşehir. 1.500
17.400
Umumi yekun 107.900
Bu miktara İzmir ve havalisi Yunan işgal kuvvetlerini ve öteye beriye dağılmış
Sayfa 18
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
Müttefik birliklerini de ilave etmek icap eder.
Türklerin ise sadece, nizami orduda kalandan başka Mütarekeyi takiben kurulan
müteaddit birlikleri vardı. Bunların faaliyeti muhtelif cephelerin teşekkülüyle
neticelendi ise de bu cephe tabiri mütecanis ve devamlı bir mukavemet hattı
manasını ifade etmiyordu.
Samsun'a vardığı andan itibaren, Mustafa Kemal, bu dağınık iyi niyetli
insanları cesaretlendirmeyi ve kabil olduğu kadar sevk ve idareyi vazife edindi.
Batıda Yunanlılara karşı en mühim birlik, halen Meclis Reisi Albay Kazım
(Özalp) ve Yarbay Ali'nin (Çetinkaya) (Afyon Mebusu) kumanda ettiği 61. tümendi.
Bu sonuncusu, 28 Mayıs 1919'da Ayvalık'ı işgal etmiş bulunan Yunan kuvvetlerine
silahlı mukavemetinin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Bursa ve civarında
silahlı 1000 kişi toplanmıştı. Haziran ve temmuzda bazı birlikler, maneviyatları
bozularak dağılmaya başladılar. Mustafa Kemal bunları toplayarak
teşkilatlandırdı ve Bahriye Nazırlığından istifa ederek Milli Mücadele'ye
katılan Rauf Beyin yardımı ile bu kuvvetleri birleştirdi.
Güneyde Toros ve Amanos geçitlerini 20 Ekim 1921'e kadar tutan Adana cephesi
kuvvetlerinden ayrı olarak Kozan ve Osmaniye'de cepheler kuruldu. Bu mıntıkadaki
gerillalara yüzbaşı Osman Nuri (Tufan) ve yüzbaşı Salim (Yörük Selim) kumanda
ediyorlardı. Bu kimseler, bizim bu mıntıka Ermenilerinden kurmuş olduğumuz
birliklerle savaştılar ve daha sonra 14 Kasım 1921'de Kozan'ı aldılar. Maraş,
Urfa ve Antep mıntıkalarında olanlardan, daha ileride bahsedeceğiz.
Kuzeydoğuda Türkiye'yi taksim planlarının tatbikine, Bolşevikleşmiş Rusya'nın,
16 Şubat 1916 İngiliz, Fransız, Rus anlaşmasının temin ettiği imkanlardan
faydalanmak istememesinden, geçilememişti (1). Rusların, bu mıntıkada, mezkur
anlaşmaya göre işgal edeceği yerleri, eski Türk hududu kuzeyinde İngilizlerin
yardımı ile kurulan genç Ermeni devleti almıştı.
Dolayısıyla, burada da bir Türk cephesi, hem de her taraftan daha kuvvetli ve
nizamlı, General Kazım Karabekir tarafından kumanda edilen bir harp cephesi
vardı. Silahtan tecridi, müttefik kontrol subaylarının talebine rağman
reddedebilecek kadar silahlı kuvveti bulunuyordu.
Şu halde özet olarak, üç milli mukavemet cephesi olduğu söylenebilir: Biri
batıda Yunanlılara karşı, ikincisi güneyde Fransız ve Ermenilere, üçüncüsü ise
kuzeydoğuda Ermenilere karşı. Güneybatıda İtalya işgaline karşı bir cephenin
mevcut olmadığı görülmektedir.
Mustafa Kemal Samsun'a çıktığında Türkiye'de silahlı kuvvet olarak 50.000 kişi
kalmıştı. 3. Orduya, daha doğrusu Ordu Müfettişliğine ayrılmış bulunan bu
kuvvetlerin dağılış tarzı şöyle idi:
Birinci Ordu : İstanbul, Fevzi Paşa, 4 kolordudan müteşekkil
17'nci Kolordu : İzmir cephesinde, Ali Nadir Paşa
14'üncü Kolordu : Bandırma, Yusuf İzzet Paşa
25'inci Kolordu : İstanbul, Sait Paşa
1'inci Kolordu : Edirne, Cafer Tayyar Bey
İkinci Ordu : Konya, Mersinli Cemal Paşa, iki
kolordu
12'inci Kolordu : Konya, Fahrettin Bey
20'inci Kolordu : Ankara, Ali Fuat Paşa
Üçüncü Ordu : Erzurum, Mustafa Kemal Paşa,
iki kolordu
3'üncü kolordu : Sivas, Refet Bey
15'inci Kolordu : Erzurum, Kazım Karabekir Paşa
Bundan maada (başka) Diyarbakır'da Cevdet Bey kumandasında 13'ünca Kolordu
müstakil, gerçekte doğrudan doğruya İstanbul'a bağlı olarak bulunmakta idi.
Bütün bu birliklerin sadece isimleri veya pek az mevcudu vardı. En kesif
(yoğun) birlik Mustafa Kemal'in emrinde bulunan, evvelce bahsettiğimiz Kazım
Karabekir Paşa'nın 15'inci Kolordusu idi. Üçüncü Ordunun kumandasını alır almaz
(19 Mayıs 1919) Mustafa Kemal diğer iki ordu kumandanlığı ile temasa geçti.
Samsun'da bulunan İngiliz kuvvetlerinin ve Entellijans Servisinin nezaretinden
kurtulmak için Mustafa Kemal, önce Havza'ya, sonra sahilden daha içeride
Amasya'ya geçti.
İstanbul'da Damat Ferit Paşa hükumetinin tasvip ve teşviki ile Yüksek
Müttefikler Meclisinin sert kararlarını önlemek hususundaki boş ümidine göre
Sayfa 19
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
basında ve sokakta şöyle böyle bir kaynaşma ortaya çıkarken, Fransa'ya
sırtlarını çevirerek İngiliz dostluğu güden İstanbul hükûmeti, yine Fransa'nın
teşebbüsü ile Paris toplantısına Damat Ferit ve Tevfik Paşa idaresinde bir heyet
gönderiyordu. Mustafa Kemal ise taşrada daha geniş ve daha cüretkar bir harekete
başlamak üzere idi: Anadolu'da ecnebi nüfuzuna, eski payıtahta ve Osmanlı
hanedanının teşebbüslerine rağmen yeni bir devlet kurmak büyük ülküsünün önce
belirmesi, sonra yavaş yavaş gerçekleşmesi görülecektir.
Bu sebeple sultanın hükumeti, bu hareketin başlangıç hamlelerini müsbet
karşıladığı halde bir müddet sonra bundan hoşlanmamaya başladı.
Mustafa Kemal'in tasarılarını, Edirne 1. Kolordu Kumandanı Cafer Tayyar Beye
yazdığı mektuplarda görmek kabildir: ''Trakya ve Anadolu'da milli hareketlerin
birleştirilmesini ve Türk halkının dünyaya açıkça ilan edilmesini temine matuf''
Sivas'ta bir kongre toplanması daha o zaman mevzuu bahistir.
Aynı ayın 22'sinde Mustafa Kemal, Amasya'dan yine mahrem bir tamim
gönderiyordu:
1. Vatanın bütünlüğü ve milli istiklal tehlikededir.
2. Merkezi hükumet mesuliyetini müdrik değildir. Bu, millet için bir
şerefsizliktir.
3. Millet hürriyetini kendi gayreti ile kurtaracaktır.
4. Millete reva görülen kötü muameleye bir hal çaresi bulmak ve milletin meşru
taleplerini cihana duyurmak için, herhangi bir tesir ve murakebeden uzakta bir
milli meclis kurulmalıdır.
5. Anadolu'da en emin yer olarak Sivas görüldüğünden, burada bir kongrenin
toplanması kararlaştırılmıştır.
6. Netice olarak her vilayetten milletin itimadına layık üç delegenin
seçilmesi ve bunların en kısa zamanda Sivas'a gönderilmesi lazımdır.
7. Her ihtimale karşı bu tasavvurun milli bir sır olarak muhafazası ve
delegelerin seyahatlerini gizli yapması iktiza eder.
8. Doğu vilayetleri adına bir kongre Erzurum'da 10 Temmuzda toplanacaktır.
Eğer diğer vilayet temsilcileri, bu tarihten evvel Sivas'ta toplanabilirler ise
müstakbel Erzurum Kongresi azaları Umumi Meclise iştirak için aynı zamanda
Sivas'a gideceklerdir.
Bu tamim bütün taşra askerî ve sivil mercilerine ve payıtahtın bazı
şahsiyetlerine gönderildi: Beyannameye şu manalı cümleyi ihtiva eden bir mektup
ekliydi: ''Bundan böyle İstanbul, Anadolu'ya hâkim değil, tâbi olacaktır.''
Bu davet Kâzım Karabekir, Cafer Tayyar, Mersinli Cemal gibi kıymetli
kumandanların kazanılmasını temin etti.
Mustafa Kemal, Amasya'yı 27 Haziran'da terketti ve coşkulu bir şekilde
karşılandığı Sivas'a vardığında ikna için evlerine gitmek suretiyle kendisi
gayret sarfederek her zamankinden daha faal bir politikaya girişti. Askerler
nezdinde sivillere nazaran daha muvaffak oluyordu, fakat umumiyetle halk,
Yunanlıların kötü hareketlerinden son derece heyecanlıydı (17 Haziran Menemen
hadisesi.) Aynı zamanda mahallî millî müdafaa delegelerinin istikrarı ile 28
Haziran Balıkesir'de bir kongre yapıldığı da biliniyordu.
Mustafa Kemal'in İstanbul'a karşı takındığı tavır, Harbiye Nazırı Şevket
Turgut Paşa'nın istifasına ve yerine gelen Ferit Paşa'nın ise Mustafa Kemal'i
azletmesine sebebiyet verdi. İstanbul'dan gelen bu haberlerden hiç kaygılanmayan
Mustafa Kemal, 3 Temmuzda Erzurum'a geldi ve kongre hazırlıkları ile meşgul
oldu. Bu arada Fevzi ve Cevat paşalar (Genel Kurmay başkanlığı vazifesinde Fevzi
Paşanın halefi, halen harp meclisi azası ve Orgeneral) ile ve dostu İsmet Beyle
(Albay ve sulh hazırlıkları komisyonu azası) mektuplaşıyordu.
8-9 Temmuz gecesi Mustafa kemal yalnız vazifesinden değil, askerî
sıfatlarından da istifa ettiğini padişaha bildirdi. Az sonra Doğu Vilâyetleri
Müdafaai Hukuk Cemiyeti ve Erzurum İcra Komitesi, kendisini reisliğe seçti.
Erzurum Kongresi 23 Temmuz 1919'da toplandı ve müzakere 14 gün sürdü (6
Ağustos'a kadar). Reisliğe Mustafa Kemal seçildi ve aşağıdaki esaslardan mülhem
bir nizamname ve beyanname hazırladı:
1. Millî hudutlarla çevrili vatan, tektir ve paylaşılamaz.
2. Osmanlı hükûmeti zaaf gösterirse, millet her türlü yabancı işgal ve
müdahalesine karşı savaşacaktır.
3. Vatanın müdafaasını idare edecek bir hükûmet kurulacaktır. Bu hükûmetin
azaları millî kongre veya bunun toplanmamış bulunması halinde icra komitesince
seçilecektir.
4. Millî kuvvetler, icra organı ve millî irade mutlak hâkim olmalıdır.
5. Hristiyan azınlıklar (metinde unsurlar) siyasî hükümranlığımıza ve iktisadî
muvazenemize tesir edebilecek herhangi bir imtiyazdan istifade etmemelidirler.
6. Ne manda, ne himayecilik kabul edilmeyecektir.
7. Millî Meclisin en yakın zamanda toplanması ve hükûmet faaliyetinin bu
meclise murakabesi için icap eden yapılacaktır.
Sayfa 20
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
Bundan maada Kongre, Aralık ayından beri lağv edilmiş bulunan Mebusan
Meclisinin toplanmasını İstanbul'dan talep etti.
Erzurum kararları, metnin baştan sona tetkikinin gösterdiği üzere, millî
hareketin tâbi olacağı esasları tesbit etmekle beraber ancak mahdut bir sahaya
tealluk ediyordu. (Doğu Anadolu'nun 7 vilâyeti, Canik Sancağı ile Trabzon,
Erzurum, Sivas, Mamuretülaziz (Elâzığ), Van, Bitlis). Kararlarda günün
şartlarına göre Müslüman ve hilâfet tâbirlerinden istifade etmek zaruretine
uyulmuştu.
Kongrenin Doğu Vilâyetleri yerine Doğu Anadolu Müdafaai Hukuk Cemiyeti adını
aldığı da nazarı dikkati çekmektedir.
Kongre kapanmadan evvel seçilen Heyeti Temsiliye şöyle idi:
Mustafa Kemal Sabık 3. Ordu Müfettişi, Askerlikten Müstafi
Rauf Bey Sabık Bahriye Nazırı
Raif Efendi Sabık Erzurum Mebusu
İzzet Bey Sabık Trabzon Mebusu
Servet Bey Sabık Trabzon Mebusu
Şeyh Fevzi Efendi Erzincan Nakşibendî Şeyhi
Bekir Sami Bey Sabık Beyrut Valisi
Sadullah Efendi Sabık Bitlis Mebusu
Hacı Musa Bey Kürt Motki Aşireti Reisi (1)
Yine Erzurum'da Mustafa Kemal, İstanbul'dan kendisini tevkif emrini almış
bulunan Kâzım Karabekir Paşanın millî mücadeleyi iştirakini temine muvaffak
oldu.
Mustafa Kemal Erzurum'u 2 Eylülde, Sivas'a gitmek üzere terketti. İki gün
sonra Millî Kongre Sivas'ta, onun reisliği altında toplandı. Erzurum programı
genişletilerek, kararlaştırılan hususların bütün Türkiye'de tatbiki kabul
edildi. Bu suretle cemiyetin ismi "Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti"
adını alarak değiştirildi.
Kongre, padişaha, çok hürmetkâr bir başlangıçtan sonra şu mealde devam eden
bir telgraf gönderdi: (1)
"...Kendimizi kırgın durmaktayız ve dünün yaraları halâ kanayan, millî ve dinî
ve coşkun hislerle dolu kalplerimiz müteakip hâdiselerle yeniden rencide edilmiş
bulunmakktadır:
1. Daha düne kadar hükümranlığımıza bağlı yeni devletlere Türk halkının 100 de
75, hattâ 90'ı teşkil ettiği aziz vilâyetlerimizin hibe şeklinde terkedilişi,
2. Umumî harpte aldığı yaralar halâ kapanmamış kardeşlerimizin ve
dindaşlarımızın maruz kaldığı eza ve cefalar.
Eğer Avrupa bizi benzeri görülmeyen bir ölüme mahkûm etmeyi tasarlıyorsa,
katillerimizin dahi içine dehşet salcak bir kahramanlık ve cesaretle bu hükme
karşı gelmeye ve mukadderatımıza sükûn içinde razı olmak yerine,
damarlarımızdaki kanın son damlasını düşmanlarımızın kanına karıştırmadan,
teslim olmamaya yemin ettik.
Memleketin hükümdarı ve bu milletin sevinç ve kederini bizimle 600 seneden
beri paylaşmış bir sulltanlar ailesinin şanlı halefi olan siz, padişah
hazretlerinin lütfûndan beklediğimiz, Osmanlı milletinin ölüm veya kalımı mevzuu
bahs olduğu şu tarihî anda, millî hareketi ciddî telâkki etmeniz ve memleketi
her isyan ve dahilî taksimden korumanız ve muhafaza etmenizdir.
Zatı şahaneye, bu mıntıkada gelişmeye başlayan millî hareketin siyasî
partilerin basit menfaatleri ile alâkası olmadığını katî olarak temin ederiz.
Bu sebepler, umumî bir kararla, müteakip hususları huzuru şahanelerine
arzederiz:
1. Türkler, her ne şekilde olursa olsun, hürriyetlerinin tahdidine, ne de
Türklere meskûn vilâyetlerinin en küçük parçasının dahi terkine razı değildirler
ve olmayacaklardır.
2. Müslüman olmayan vatandaşlarımıza azamî kanun eşitliğini ve mal, can
emniyetini tanımaya hazırız; esasen kitabımız Kur'an'ın emirleri de bizi buna
zorlamaktadır.
3. Vilâyetlerimizin bir karış toprağının dahi Ermenistan'a veya başka bir
devlete verilmesi imkânsızdır. İskenderun Körfezi'nden Musul'a giden hattın
kuzeyinde herhangi bir bölgede işgal ve yabancı idaresi devam ettikçe, silâhları
bırakmamaya katî kararlıyız ve bunun için yemin etmiş bulunuyoruz.
4. Eğer Avrupa devletleri, iddia ettikleri gibi insanlık hislerine hakikaten
sahip iseler, lüzumsuz ve haksız bir kan dökülmesine müsamaha etmeyi tasvip
etmezlerse yukarıda belirtilen taleplerimizin esas olarak kabul edileceğine dair
teminat vermelidirler ve bu teminatı fiilen teyit içinde Adana, İzmir gibi bize
ait mıntıkalardan kuvvetlerini derhal çekmelidirler.
5. Memlekette âhenk ve birliğin her zamandan daha fazla hâkim olması icap eden
bu tarihî anda bile, tarafgirâne hareketten çekinmeyen ve milletin yüksek
menfaatlerinin korunmasında ve vatanın müdafaasında âcizliklerini isbat eden
Sayfa 21
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
hükûmete ve hükûmet azalarının her birine karşı hiçbir güven beslememekteyiz.
Netice olarak zatı şahaneleri, imparatorluğu her türlü taksimden ve çözülmeden
uzak tutmak isterse, Osmanlı milletinin itimadına lâyık tecrübeli ve şerefli
şahıslardan müteşekkil bir hükûmet, iktidarı ele almaya davet edilmesi ve
seçimler çabuklaştırılarak Meclisin en kısa zamanda toplanması temin
edilmelidir.
6. Bu kararlar nihaî bir karar alınmadan evvel, aynı zamanda İtilâf
devletlerine ve onların insanlık hislerine hitaben açıklanmalıdır.
7. Taleplerimize uygun bir cevabı sabırsızlıkla telgraf başında beklemekteyiz.
Şimdilik talep edebileceklerimizin hepsi budur.
Taleplerimizin reddinin sebebiyet vereceği vahim neticelerin takdiri zatı
şahanelerine bırakıyoruz. Bu mesuliyet hükûmete ve zatı devletlerine düşecektir.
Türklerin büyüklüğünü, bütün dünyanın yüzüne çarparak, selâmeti kuvvetimizde
arayacağız. (*)
Sivas Kongresi Heyeti
Demek ki, kongrenin İtilâf devletlerine ve İstanbul Hükûmetine karşı tavrı
Erzurum'a nazaran daha mütecaviz, buna mukabil Hristiyan azınlıklara karşı daha
yumuşaktı.
Diğer taraftan toplantıların havası çetindi ve bazı delegeler mütereddit,
hattâ mütecaviz tavırlarıyla Mustafa Kemal'e bir hayli müşkülât çıkardılar.
Bazıları Amerikan mandası meselesini ortaya attılar ise de bu husus kongre
tarafından reddedildi. Müzakerelerde sükûnu temin ve bazı delegelerin
sinirlerini yatıştırmak için Mustafa Kemal toplantıya gönderilen birtakım
maksatlı haberleri elemek mecburiyetinde kaldı.
Millî hükûmete açıkça cephe alamayan Damat Ferit Paşa hükûmeti, çarpışık
yollardan itifadeyi denedi. Ali Galip namında birini Harput Valisi tâyin etti.
Bu, mürteci Kürtlerle Sivas Kongresi üzerine bir hücum hazırladı. Mustafa Kemal
taraftarlarını öfkelendirmekten başka işe yaramayan bu harekete Malatya'da
bulunan İngiliz Albayı Novill bulaşmış olmakla bilâhare itham edildi. Mustafa
Kemal yedeklerden müteşekkil 15'inci Alayı Malatya'ya sevketti ve Kürtler
toplanmadan dağıldılar.
Erzurum Kongresi gibi Sivas Kongresi de, 7 günlük içtimadan sonra, 11 Eylülde
toplantı dağılırken Mustafa Kemal'in reisliğinde bir icra heyeti seçti.
Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti başka toplantı yapmaya imkân
bulamadığından İcra Komitesinin reisi olarak Mustafa Kemal iktidarı fiilen ve
hukuken temsil ediyordu. Şu hâlde Mustafa Kemal'in 11 Eylü 1919'dan itibaren
millî hükûmetin reisi olduğunu kabul etmek iktiza eder (gerekir).
İlk işi, Ali Galip tarafından tasarlanan tecavüze karışmış olduğu için
İstanbul hükûmetini itham etmek oldu. (Mütecavizin ele geçen mektuplarından
sadrazamın suç ortaklığı meydana çıkıyordu.) Dahiliye Nazırı Adil Beye çektiği
telgraf sarayın alışmadığı sertlikte idi ve tehditlerle sona eriyordu. Bu
muharebereler, Osmanlı hükûmetiyle münasebetin kesilmesini sonuçlandırdı.
Mustafa Kemal, bundan sonra Damat Ferit Paşa kabinesinin azli ve Meclisin
davet edilmesi için sultana mümessiller gönderdi. Sultan nihayet boyun eğdi ve 2
Kasımda İstanbul'da kabine değişti.
Tevfik Paşa Hükûmet kurma talebini yaşı bahanesiyle reededince, sultan
kabineyi kurmaya General Ali Rıza'yı davet etti. Salih Paşa Bahriye, Damat Şerif
Dahiliye, Reşit Paşa Hariciye, Tevfik bey de Maliye Nazırı oldular.
Harbiye Vekâleti, Mustafa Kemal'in dostu Mersinli Cemal Paşaya verildi.
Yeni kabine bir bakımdan millî hareket için müsaitti.
Yeni kabineyi ilân eden Hattı Hümayun, Mebusan Meclisinin de kısa zamanda
davet edileceğinden bahsediyordu.
Diğer taraftan Mustafa Kemal, 7 Kasım tarihli beyanatı ile Ali Rıza Paşa
kabinesi için memnuniyet ve sempatisini izhar ediyordu.
Hatta Bahriye Nazırı Salih Paşa Millî hareketin başbuğu ile müzakere için
gönderildi. Müzakereler üç gün sürdü (20-22 Kasım 1919) ve hükûmetin bu
müracaatı Kemalist hükûmetin gayrı resmî tanınması olarak telâkki edildi.
Amasya'da 22 Kasımda imzalanan bu protokolle Salih Paşa, müteakip kararları
arkadaşlarına kabul ettirmeyi, kabul ettiremediği takdirde istifa etmeyi taahüt
etti.
1. Manda şeklinde dahi olsa Türklerle mesûn hiçbir vîlayet yabancı bir devlete
terk edilmeyecektir.
2. Hristiyanlara müteallik hükümler Erzurum Kongresi kararlarına uygun
olacaktır.
3. Anadolu ve Rumeli Müdaafi Hukuk Cemiyetinin hükmî şahsiyeti tanınacaktır.
4. Müttefiklerler Barış Konferansına iştirak edecek delegeler, Heyeti
Temsiliye tarafından tasvip edilecektir.
5. Yeni Mebusan Meclisi İstanbul'dan başka yerde toplanacaktır.
Osmanlı kabinesi bu protokolü tasvip etmedi ve Salih Paşa da istifa etmek
Sayfa 22
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
vaadini tutmadı. Bilhassa Damat Şerif Paşanın hareket tarzından bir müddet sonra
Mustafa Kemal'le nazırlar arasında anlaşmazlıklar çıktı. Bununla beraber,
Mustafa Kemal Ali Rıza Paşa kabinesinin müstakbel seçimleri hazırlamada
kendisine yardım edeceğine inanıyordu.
Yeni Mebusan Meclisi nerede toplanacağı sorusu bütün zihinleri işgal etmekte
idi. Mustafa Kemal, yabancıların eli altında olacağından, Meclisin İstanbul'da
toplanma fikrine muarızdı (karşıydı). Seçimlerle meşrû olmayı ümit eden
arkadaşlarından ekserisi ise kendisinden ayrı kanaatte idiler. Bu fikir cereyanı
daha kuvvetli olduğundan Mustafa Kemal tarafından idare edilen Heyeti Temsiliye
itiraza cesaret edemedi ve Rauf Beyin ve diğer muhalif Kemalistlerin Osmanlı
payıtahtına gitmesine müsaade etti. Mustafa Kemal, siyasî hadiselere daha yakın
olmak için İstanbul'a demiryolu ile bağlı Ankara'ya taşınmaya karar verdi. İşte
bu 27 Aralık 1919 tarihinden itibaren Ankara millî hareket muvakkat hükûmetinin
merkezi oldu. Mustafa Kemal, Ankara'da seçimlere hazırlananlara tavsiyelerde
bulunmayı ve mebusları lüzumlu talimatla teçhizi düşünüyordu, fakat bu hususta
fazla bir muvaffakiyet elde edemedi. Bunun üzerine seçimlerle alâkasını kesti ve
namzetliğini koymaktan vazgeçti. İleride kendisini ziyarete gelecek Ankara
mebuslarına ve diğer müstakbel parlamentoculara tesir etmeyi ümit ederek
millete, yani halka dönmeye karar verdi.
Aralığın ortasında, millî teşkilât, yani milliyetçiler ile Kemalistlerin
himayesinde seçimler yapıldı ve bittabî Hürriyet ve İtilâfçıların aleyhine
neticelendi.
Meclis 12 Ocak 1920'de ekseriye temin edilemediğinden toplanamadı ve aynı ayın
onaltısında yapılan ikinci toplantıda saray, açılış nutkunda, harbin
müsebbiplerinden (İttihatçılardan), İzmir'in Yunanlılar tarafından işgalinden,
iyi bir idareyle durumun halli lüzumundan bahsetmekle beraber, millî hareketten
söz etmedi. Mustafa Kemal, çalışmaların millet tarafından takip edileceğini
hatırlatmayı ihmal etmeyerek Meclisi tebrik etti. Mebuslar, programı toprak
bütünlüğünü temin, hilâfet ve hükûmetin istiklâli, iktisadî bağımsızlık,
Milletler Cemiyetine Türkiye'nin kabulü gibi hususları ihtiva eden millî hizip
adlı bir parti kurmaya teşebbüs ettiler. Bu milliyetçi temayüllü parti, 1
Şubattan itibaren Felâhı Vatan adını aldı. Yeni mebusların durumu zordu:
Müttefikler yeni meclisi çok millîci, Mustafa Kemal ise Müttefiklere karşı kâfi
derecede karşıt bulunmakta idi.
General Milné ve Fransız (Defrance), İtalyan (Maissa) yüksek komitelerinin
müşterek müracaatı üzerine Mustafa Kemal'in hükûmette en sadık arkadaşı, Harbiye
Nazırı Mersinli Cemal Paşa istifa etmek mecburiyetinde kaldı (18 Ocak 1920).
Bazılarına göre Klikya'da Fransızlara, bazılarına göre ise İzmir'de Yunanlılara
karşı millî kuvvetleri desteklediği kendisine isnat edilmekte idi. Aynı zamanda
Erkânı Harbiye Reisi Cevat Paşanın istifası istendi ve elde edildi. Mustafa
Kemal ise, Fevzi Paşanın 1 Şubatta Cemal Paşanın yerine alması, kabinede yeni
kısmî değişiklik (1) ve bilhassa Ankara'yı ziyarete gelen mebuslar nezdinde
propagandasında muvaffak olarak Erzurum ve Sivas kongrelerinin teyidi demek olan
Misakı Millî'yi Meclise kabul ettirmkle mukabelede bulundu.
Bu Misak'ın metni şudur:
''Ekte bir suretini verdiğimiz Misakı Milliîyi tasvip ve imza etmiş Osmanlı
parlamentosu mebusları, Misakı Millîde belirtilen esasların adil ve devamlı bir
sulhu temin için, Osmanlı milletinin tasvip edebileceği âzami fedakârlığı ihtiva
ettiğini beyan ederler.
Madde 1. Hassaten Arap ekseriyetiyle meskûn ve 30 Ekim 1918 mütakeresi
sırasında düşman işgali altında bulunan Osmanlı İmparatorluğu ülkelerinin
mukadderatı, ahalisinin serbestçe belirtecekleri reylere göre tesbit
edilmelidir.
Mütakere hattının içinde veya dışında, dince, ırkça ve emelce bir ve yek
diğerlerine karşılıklı hürmek ve fedâkarlık duyguları ile bağlı ve ırkî ve
içtimaî hakları, muhit şartlarına tamamıyla riayet eden Osmanlı İslâm
çoğunluğuyla meskûn bulunan kısımların bütünü, hakikaten ve hükmen hiçbir
sebeple ayrılma kabul etmez bir küldür.
Madde 2. Ahalisinin ilk serbest kaldıkları zamanda umumî reyleri ile anavatana
iltihak etmiş bulunan üç vilâyet (Kars, Ardahan, Batum) için icabında tekrar
kamu oyuna müracaat edilmesini kabul ederiz.
Madde 3. Batı Trakya'nın hukukî vaziyeti ise, halkının serbestçe ifade
edilecek arzusuna istinat edilmelidir.
Madde 4. İmparatorluğun payıtahtı, hükûmetin ve halifeliğin durağı İstanbul ve
aynı zamanda Marmara denizinin emniyeti, her tecavüzden masun bulunmalıdır.
Bu esas mahfuz kalmak şartı ile, Akdeniz ve Karadeniz boğazlarının dünya
ticaret ve münakalâtına (ulaşımına) açılmasında, bizimle diğer âlakalı
devletlerin verecekleri karar muteberdir.
Madde 5. İtilâf devletleriyle düşmanları ve bazı ortakları arasında takarrür
Sayfa 23
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
eden (imzalanan) anlaşma esaslarına göre azınlıklar hukuku, komşu
memleketlerdeki Müslüman ahalinin de aynı haklardan istifadesini sağlamak üzere
tarafımızdan teyit ve temin edilecektir.
Madde 6. Millî ve iktisadî inkişafımızı temin ve daha modern bir idare ile
memleketi teçhiz etmek gayesi ile istiklâl, mutlak hürriyet ve hareket
serbestisini, bu paktı imzalayanlar, millî mevcudiyetin ayrılmaz unsuru olarak
kabul ederler.
Netice olarak siyasî, adlî, malî vs gelişmelerimize engel olacak kayıtlara
muhalifiz.
Tahakkuk edecek borçlarımızın ödenmesi şartları da bu esaslara mugayir
(aykırı) olmayacaktır. (28 Ocak 1920)
6'ıncı ve sonuncu maddelerin kapitülasyonlâr meselesinden evvelce yapılan
beyanlarda daha sarih (açık) olduğuna dikkat ediniz. Nizamî olan veya olmayan
millî kuvvetlerin faaliyetlerinin muhtelif cephelerde ciddiyet kesbetmesiyle
Müttefiklerle olan çatışma gitgide vahimleşiyordu.
İzmir hinterlandında mühim takviye kuvvetleri getiren Yunanlılar, 3 Ekim
1919'da Milne tarafından tesbit edilen hattı memleketin içinde daha ileri
götürmek müsaadesene Müttefiklerden aldılar.
Fransız taraftarlığına umumî efkârda uyanan temayüller, Klikya cephesinde
İngilizlerin yerini Fransızların almasıyla infiale (tepkiye) döndü. Millî
kuvvetler bu cephede taarruzla arazi kazanmaya ve 11 Şubat 1920'de Maraş'ı
tahliye ettirmeye muvaffak oldular. Maraş cephesinde (İslahiye, Maraş, Pazarcık)
iki şef temayüz etti: Kılıç Ali (lâkabı yüzbaşı Asaf) ve Aslan (sabık Maraş
mebusu).
Ayıntap'ta önce Kılıç Ali Bey, Şahin, daha sonra ise Recep ve Özdemir beyler
kumandasında 2500 kişiden ibaret bir kuvvet, askerlerimize 10 ay mukavemet ve
şehri 8 Şubat 1920'ye kadar müdafaa etti. (Bu şerefli müdafaadan dolayı şehir
bilâhare Gazi Antep adını alacaktır.)
9 Şubatta Ali Saip Bey ve Nuri Bey kumandasında Urfa'ya karşı harekete
başlandı. Kuvvetlerimizi üç ay sonra bu şehri terketmeye mecbur ettiler.
Garnizon harp kaidelerine rağmen hücuma uğradı, bir kısmı katledilde, geri
kalanı ise esir alındı. Diğer gerillalar Suruç, Birecik ve Cerablus'ta Ağustos
sonuna kadar büyük faaliyet gösterdiler.
Yine şubat içerisinde, askerlerimiz tarafından muhafaza edilen Akbaş'taki
silâh ve mühimmat deposuna muvaffakiyetle neticelenen bir baskın yapıldı.
Kuvvetlerini peyderpey Kafkasya, Kırım ve Anadolu'dan çekmekte ve terhis
etmekte olan İngilizler, milliyetçilerin cüretinin artmasından endişelendiler ve
İstanbul Türklerine bir kuvvet gösterisi ile tesir etmeyi tasarladılar.
Müttefiklerin hükûmet nezdinde gitgide artan müracaatları karşısında iki ateş
arasında kalan Ali Rıza Paşa kabinesi 3 Mart 1920'de istifa etti. Yerine, ölü
doğan Amasya protokolu murahhası Salih Paşa geçti. Yeni kabine Damat Ferit'in
iktidara gelişi için bir intikal (geçiş) kabinesi vazifesini görecektir.
Sultan ve Salih Paşa, nazırlarının dağıtılmasında Müttefiklerin şüphesini
izaleye çalıştılarsa da Müttefikler daha müessir bir hususun tatbikine
kararlıydılar.
1920 Martında İstanbul'daki Türk Ocağına baskın yapıldı.
16 Martta İstanbul'un işgali, daha doğrusu mevcut işgal baskının
arttırılmasına teşebbüs edildi.
Fransa, İngiltere ve İtalya yüksek komiserlerinin sultana ve sadrazama
notasını İstanbul Müttefik İşgal Kuvvetleri Kumandanı General Sir Henry Wilson,
kara ve deniz kuvvetlerinin yardımı ile Harbiye, Bahriye nazırlıklarını, polis
ve posta telgraf idarelerini ve karakollarını (Şehzadebaşı karakolundaki erler
öldürüldü) işgal ettirdi. (1)
Yüksek komiserler, İstanbul'un sultanın hükümdarlığı altında kalacağını
bildirdilerse de işgal müddetini tasrih etmediler. İşgal, neticede hakikî bir
örfi idare hâlini aldı. Örfi idare hükümlerini bildiren General Wilson'un
beyannamesinde, millici ve tahrikçi herhangi bir harekete teşebbüs edenin
şiddetle cezalandırılacağı bildiriliyordu. Böylece sabık Sadrazam Prens Halim,
Ağaoğlu Ahmet Bey ve birçok mebus, Mütakereden beri Malta'da bulunan İttihatçı
arkadaşlarının yanına sevkedildiler. Mebuslar arasında Rauf, Fethi Bey gibi
mümtaz şahsiyetler bulunduğundan protesto maksadı ile ve Sinop mebusu Rıza Nur
Beyin teklifi ile Meclisin lağvına karar verildi. (18 Mart 1920)
Mebuslar 23 Martta İngilizlerin İzmit'e çıkartma yapmasından birkaç gün sonra
dağıldılar. Ekseriyeti Ankara'ya gidecek ve toplanan Millî Meclisi takviye
edecektir. Diğer bazı şahsiyetler de onlara Ankara'da iltihak etti. Fevzi Paşa,
İsmet Bey (20 Mart), Halide Edip, Adnan Adıvar vs...
Sadrazam Salih Paşa, Müttefiklerce Kemalist hareketi teline zorlandığından
istifa etmeyi tercih etti. (7 Nisan)
Böylece Müttefikler tarafından yapılan tazyik, Millî harekete yarıyordu.
Sayfa 24
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
Müttefikler, Mustafa Kemal'in nazarında siyasî otoritesini zaten kaybetmiş
İstanbul'u aşağılatırken, Anadolu'yu takviye etmekten başka birşey
yapmadıklarının farkında değillerdi.
Umumiyetle ilâve edilebilir ki, Müttefikler Millî hareketin ehemmiyetini
değerlendirmeyi bilemediler. Mustafa Kemal, batının basını ve adamlarıyla temasa
girmek ve dikkatlerini çekmek için gayret sarfederken, Müttefikler, hareketi
hafifsediler. İrtikâp edilen en büyük hata ise Kemalizmle İttihatçılığı
karıştırmak idi. Başlangıçta ki hareketin kaynaştığı fikrinin tesiri altında
kalınmıştı ve ne zaman birbirlerinden ayrıldıkları, daha başlangıçta,
farkolunamamıştı. Bazı İttihatçılara muarız (karşı) Türkler ve öncelikle
azınlıklar, ayırtedememekten veya anlayamamaktan Müttefikleri bu hayata
sevkediyorlardı. Fransa, kendi istihbarat ajanlarını yalancı çıkarmayı sevmez:
tehlikeli veya müziç (zararlı) olmaya başlayan dostlarının, sadaketlerine bağlı
kalarak aldanmayı, bazı kıstaslara göre tanzim ettiği muhakeme tarzını yeni
ahval ve şahıslara göre değiştirmeye tercih eder. İşte uzun zaman, tembelce
ısrar edilen hatâlı bir usulün esası budur.
DÖRDÜNCÜ KISIM
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
İlk millî parlamento - 2'nci ve son Damat Ferit Paşa hükûmetleri ve millî
kuvveterle mücadelesi - Türk-Fransız Ankara mütakeresi (30 Mayıs 1920) - İlk
millî Teşkilâtı Esasiye kanunu - Büyük Millet Meclisinde siyasî partiler.
Damat Ferit Hükûmetinin ilk işlerinden biri, zaten kendiliğinden dağılmış
Mebusan Meclisini resmen lağvetmek oldu. Kanunu Esasinin 7'nci maddesine göre
kaleme alınan sarayın fermanı, İstanbul Merkez kumandanı Mustafa Natık Paşa
tarafından Fındıklı Sarayında bekletilen 15 mebus huzurunda okundu. (Pazartesi
12 Nisan 1920)
Mustafa Kemal, eskiden beri istediği, İstanbul dışında devamlı bir meclisin
kurulması saatinin nihayet geldiğinde hükmetti.
Rıza Nur'un veto gösterisinden bir gün sonra, yani 20 Mart 1920'de millî sivil
ve askerî mercilere hitaben kaleme aldığı bir beyanname ile ''Ankara'da
fevkâlade salâhiyeti haiz bir meclisin toplanacağı'' bildirdi. Gazi tarafından
bilâhare verilen izahatten anlaşıldığına göre, teşriî meclis tabiri kendi
tarafından önce münasip görülmekle beraber halk tarafından anlaşılmayacağı
düşüncesiyle terk edilmiştir. Beyanname, İstanbul'den gelecek mebuslarla temsil
edilme imkânından bahsediyor ve 15 günde bitirilmek üzere seçimlere başlanmasını
talep ediyordu.
Türkiye için münasip hükûmet şeklini münakaşa ile işe başladı. Bir hükûmet
reisinin veya padişah vekilinin seçilmesi arzu edilmediği kararlaştırıldı. Büyük
Millet Meclisi, milletten aldığı bütün salâhiyetleri, teşriî ve icraî, elinde
bulunduracaktı. Salâhiyetleri kendi içinden bir vekiller heyetine devredecek ve
Meclis reisi de bu heyetin reisi olacaktı.
Böylece karara bağlanan tasarısının sonunda şu not vardı: Padişah ve halife,
Meclis tarafından hazırlanacak kanun hudutları dahilinde, üzerinde baskı
kalktıktan sonra, salâhiyetlerini elde edecektir.
Bu karardan sonra Mustafa Kemal, Meclis reisi ve hükûmet başkanı seçildi.
(24-25 Nisan 1920)
27 Nisan Fevzi Paşa, İsmet Bey Büyük Millet Meclisine kabul edildiler.
29 Nisanda Meclis, İhaneti Vataniye kanununu çıkarıyordu.
30 Nisanda, yeni Türk devletinin kuruluş Müttefiklere tebliğ edildi.
2 Mayısta, Vekiller Heyetinin kuruluşuna dair kanun çıkarıldı. Genel Kurmay
Başkanı bu heyete dahil bulunuyordu.
3 Mayısta ilk millî kabine kuruldu. Fevzi Paşa Harbiye Vekili, İsmet Bey Genel
Kurmay Reisi oldu. Heyetin diğer âzaları Şeyhülislâm Mustafa Fehmi, Dahiliye
Cami, Hariciye Bekir Sami, Sıhhat Dr. Adnan, Maliye Hakkı Behiç, Maarif Rıza
Nur, Nafıa İsmail Fazıl, Adliye Celâlettin Arif beyler idi.
Yeni hükûmet, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti adını aldı ve 5 Mayısta
ilk defa toplandı.
Sayfa 25
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
Şu hâlde milli başkent, 1920'den itibaren Ankara'da yerlişiyordu.
O tarihlerde Angora dediğimiz, Galatların şehri ve Ogüst'ün vasiyetnamesinin
hâkkedilmiş (yazılmış) olduğu âbideden dolayı maşhur tarihî Ankir, bir şehirden
ziyade büyükçene bir köydü ve ehemmiyeti vilâyet merkezi olmasından ileri
geliyordu. Yüksek yaylaların temiz ve aydınlık atmosferinde, geniş ovayı
çevreleyen güzel tepelerden birinin üzerindeki şairane kalesiyle güzelliği yoktu
denemez; fakat tuzlu ve çorak toprak bitkiye ve insana muhtaçtı ve kalenin içine
ve etrafına dağılmış, sıkışık, alçak evleriyle çöl ortasında kaybolmuş gibi idi.
Yolcu burada hiçbir konfor bulamazdı. Otel diye harpten beri beyaz Ruslar
tarafından işletilen ve yontma taştan yapıldığı için onlar tarafından Taşhan adı
verilen barınak vardı.
Boğazın şirin kıyılarını terkederek, toz ve o zamanlar hüküm süren sıtma
içinde yaşamaya gelenlerin bu hareketindeki feragatı anlayabilmek için, eski
İstanbulluların hissettiği soğumayı, içlerinde bulundukları kayıtsızlık havasını
tanımış olmak lâzımdır. Onları canlandıran millî heyecanın büyüklüğü ve göç
hâlindeki bu vatanın yeni şefinin cazibesi bu suretle ölçülebilir.
Yeni Osmanlı kabinesi iktidarı 5 Nisan 1920'de aldı. Yeni kabine, tasvibini
(onayını) almadan, Hürriyet İtilâf Partisine istinat ediyordu. Bu parti ise
bütün hükûmet mevkilerinden tek başına faydalanmak istiyor ve Damat Ferit'i
siyasî görüş farklarının tercihinde hoşuna gideni yaptığından beğenmeyip tenkit
ediyordu.
Damat Ferit hükûmet idaresinin zihniyeti, neşredilen hattıhümayûn ile kısa
zamanda ortaya çıktı. Padişah, Kanunu Esasinin 27'nci maddesini zikrettikten
sonra millîcilik perdesi altında, zaten zor bir durumu büsbütün vahimleştiren
ihtilâlin tenkili (ortadan kaldırılması) lüzumuna işaret ediyordu.
Sultanın politikasında değişiklik âni ve kâti idi. Bu değişiklik kabinenin ilk
kararında, Şeyhülislâm Dürrizade Aptullah Efendi imzalı ve 10 Nisan tarihli bir
fetvada görülmektedir. Bu fetvada şu mülâhazalar (görüşler) vardı: ''Halifenin
(Allah onu kıyamete kadar korusun) hükümdarlığı altında bulunan Müslüman
şehirlerde toplanmış ve kendilerine reis seçmiş, yalan ve hileleriyle padişah
hazretlerinin tebâsını kandırmış, müsaadesiz asker toplanmış, vergi tarhetmiş
(koymuş) kimselerin öldürülmesi, şeran câiz midir? Bu şakilleri öldüren halife
askerlerinin gazi ve onlar tarafından öldürülenlerin şehit unvanına lâyık
olacağı doğru mudur? Bütün bu sualleri cevap ''evet''ti. Anadolu ile bütün
muhabere (haberleşme) kesilmiş olduğundan, bu fetvâ müttefik tayyareleri ile
atıldı.
Ertesi gün (11 Nisan), hükûmet Meclisin lağvını ilân ediyor ve 23 Nisanda,
metni verilen mukaddes fetvaya senâda (övgüde) bulunarak, millî kuvvetlerle
ilişiği olanların, bunlarla münasebetini kesmesi için bir hafta mühlet
verildiğini bildiren bir tebliğ neşrediyordu.
Kemalistlere karşı, önce paşa unvanını alan, Muhammediye denilen birliklerin
kumandanı, Çerkez Ahmet Anzavur Bey gönderildi. Bazı muvaffakiyetler kazandı,
Bandırma'yı (16 Nisan), Adapazarı'nı (20 Nisan) geri aldı, bir karşılaşmada 500
kadar esir alarak Eskişehir civarına kadar ilerledi.
Nisan sonuna doğru, eski Harbiye Nazırı Süleyman Şefik Paşa kumandasında,
erkânı harbiyesi de bulunan bir başka birlik kuruldu. Bu gaye için 300.000 Türk
lirası tahsis edildi (ayrıldı). Sadrazam ve Hariciye Nazır Vekili Damat Ferit,
Harbiye Nazırlığını da derihte etti (üzerine aldı) ve Bolu, Düzce mıntıkasında
teşekkül eden birlikler, Hilâfet ordusu adını aldı.
Süleyman Şefik de başlangıçta muvaffakiyetler kazandı Hilâfet ordusu, az sonra
İzmit'i, Biga'yı, Bursa'ya kadar olan havaliyi işgal ederken, halk Konya'da ve
diğer şehirlerde millîcilere karşı ayaklanarak, Mustafa Kemal'in askerlerine
vahşiyâne hareketlerde bulunuyordu.
11 Mayısta Divanı Harp, Mustafa Kemal'in ve 20'nci Kolordu sabık kumandanı Ali
Fuat Paşa, Kara Vasıf Bey, sabık Washington Elçisi Ahmet Rüstem Bey (Alfred
Bilinski), sabık Sıhhat Müdürü Dr. Adnan ve eşi Halide Edip Hanım gibi bazı
taraftarlarının idamına gıyaben karar veriyordu.
Bu karar 24 Mayısta, padişah tarafından tasdik edildi.
Mustafa Kemal, sadrazam tarafından alınan kararlara şiddetle mukabele etti
(karşılık verdi).
İsyanı bastırmak için, Büyük Millet Meclisinden, evvelce bildirdiğimiz İhaneti
Vataniye Kanunu'nu çıkardı. 5 Mayısta Ankara müftüsü, birçok dinî ve sivil erkân
tarafından imzalanan bir fetvayı, İstanbul'unkine mukabele olmak üzere ilân
etti.
Bilâhare İhaneti Vataniye Kanunu'na istinaden (dayanarak) teşekkül eden
(kurulan) İstiklâl Mahkemeleri faaliyete başladılar.
Mustafa Kemal, durumu düzeltmeye muvaffak oldu. Hilâfet ordusunu olduğu gibi
diğer düşmanlarını da kaçırttı. 6 Haziranda padişahın iki alayı Millîcilere
iltihak ettiler (katıldılar) ve 10 Haziranda İstanbul Harbiye Nazırı
Sayfa 26
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
çarpışmalara son verilmesini emrediyordu.
Damat Ferit kabinesi, bu çarpışmalara yeniden başlamak üzere kuvvetlerini
teşkilâtlandırmaktan yine de vazgeçmeyecektir ve göreceğimiz gibi Sèvres
muahedesinin (antlaşmasının) Mustafa Kemal tarafından tanınmasının reddi üzerine
düşecektir.
Gördüğümüz gibi, birliklerimiz Kilikya'da bir hayli aksiliklere maruz
kalmışlardı. Diğer muvaffakiyetsizlikler de onları bekliyordu. 17 Mayısta
Millîciler, Pozantı mıntıkasında şiddetli bir taarruza giriştiler ve aynı ayın
28'inde birçok birliğimiz esir edildi.
Lüzumsuz bir kan dökülmesini durdurmayı arzu eden ve bu mücadelenin hakiî bir
harbe dönerek soysuzlaşmamasını isteyen Fransa, Suriye Yüksek Komiserlik Umumî
Sekreteri M. Robert de Caix de Saint-Aymour'u bir anlaşma aktiyle
vazifelendirerek Ankara'ya gönderdi. 30 Mayısta General Gouraund'nun temsilcisi
20 gün için mütakere imzalandı. Mustafa Kemal, müzakerelerde temsilcilerimizden
Kilikya'nın tahliyesinin taahhüt edilmesini talep etti. Temsilciler bu hususta
karar vermeye salâhiyetli olmadıklarını bildirdiler. Çarpışmalar, Zonguldak
kömür mıntıkasının 18 Haziran 1920'de Fransızlar tarafından işgalini Türklerin
bir harp hali telâkki etmeleri üzerine, yeniden başladı. Türk-Fransız sulhu bir
sene sonra imzalanabilecektir.
Buna rağmen Ankara mütakeresi faydasız olmamıştır. Bu şimdiye kadar kimsenin
tanımadığı Büyük Millet Meclisi hükûmetiyle yabancı bir devletin aktettiği ilk
anlaşmadır. Demek ki -bunu unutmayınız- bu hükûmetin zımnen (üstü kapalı)
tanınması teşebbüsünü (girişimini) Fransa yapıyordu.
Teşekkül eder etmez, Büyük Millet Meclisi, Mustafa Kemal tarafından verilen
direktiflere uygun olarak, Esas Teşkilât Kanunu'nu hazırlamakla meşgul oldu. Bu
gayeyle seçilen Kanunu Esasi Encümeni, esasları 4 ay müzakere edilen bir lâyiha
hazırladı. Münakaşa, bilhassa lâyihanın 2'nci maddesi üzerine yapıldı. Millî
Meclis hükümetinin ''gayenin hüsulüne değin'' devam etmesi hükmü tahdit edici
görülmekte idi. İki teyamül vardı. Bu tahditin muhafazasına taraftar olanlar,
Millet Meclisini muvakkat (geçici) bir meclis telâkki ediyor (görüyor) ve hatta
din adamları, hocalardan müteşekkil bu grubun sağ kanadı halifelik ve
sultanlığın yeniden tesisinin daha vazıh (açık) olarak yer alacağı bir metnin
ilâvesini talep ediyorlardı. Diğerleri, millî hükûmetin yeni şeklinin nihaî
olduğunu ileri sürerek talep edilen hususun reddini istiyorlardı.
Mustafa Kemal, sürüp giden bu münakaşalara son vermek gayesi ile o günkü
halife ve padişahın bir hain olduğunu, dolayısıyla yaşanılan zor şartlar
içerisinde hilâfet meselesini münakaşa etmenin yersiz olduğunu söyledi. (25
Eylül 1920)
Mesele muâllakta (boşlukta) kaldı, fakat 13 Eylülde Mustafa Kemal tarafından
hazırlanan tasarıyla uygun olarak Teşkilâtı Esasiye ana maddeleri 20 Ocak
1921'de Meclisce kabul edildi. Metin, hâkimiyetin millete ait olduğunu, milletin
de bu hakkı Büyük Millet Meclisine bıraktığını ilân ediyordu. Meclis reisi
hukuken, meclis içinden seçilen Vekiller Heyetinin Reisidir. Hilâfetin ne lağvı
ne de muhafazası mevzuu bahis idi. Zamanın zihniyeti, Meclisin şerî kanunlarının
tatbikini gözetmekle mükellef olmasına lüzum göstermekte idi.
Millî Mücadelenin başında, Millîcilerin Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk tâbir
edilen geniş bir cemiyet kurmuş olduklarını söylemiştik. Bu hususlar, Erzurum,
Sivas kongrelerinde ve nihaî (son) şekil olarak Misakı Millî'de ifade
edilmiştir. Misakı Millî'nin mahdut hükümlerine bakarak bunun bir parlamento
partisi programı olarak kullanılamayacağı söylenebilir. Bu sebepten Mustafa
Kemal, Meclisce tasvip gören Teşkilatı Esasiye'nin ana 10. maddesine istinat
eden bir siyasî parti programı hazırladı. Ve 13 Eylülde bunu Halkçılık programı
adı altında ilân etti. Yine bu programın prensiplerine nazaran talî siyasî
gruplar teşekkül etti: Tesanüt grubu, İstiklâl grubu, Müdafaai Hukuk zümresi,
Halk zümresi, Islahat grubu gibi. Parlamentonun çalışmasını vazife taksimiyle
kolaylaştırmak için bu kuruluş teşvik edilmişti. Fakat az sonra hayal
kırıklığına uğrandı. İhtilâfların hakikîden ziyade zahiri vasıflarına rağmen,
müzakereler lüzumsuz yere uzuyordu.
Mustafa kemal, bunun üzerine Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti adı
altında ve aynı ismi taşıyan eski cemiyetin parlamentoda temsili için bir grup
teşkile karar verdi. (15 Mayıs 1921)
Mustafa Kemal tarafından idare edilen bu mütesanit (birlik) grup, Misakı
Millî'ye istinat ederek (dayanarak) Teşkilâtı Esasiye'de bildirilen prensipleri
tatbik edecekti.
Bahsettiğimiz kısa ömürlü gruplar istisna edilirse, Millî Mecliste siyasî
partilerden ziyade birtakım siyasî temayüller (yönelimler) olduğu söylenebilir.
Sağ kanatta Müslüman muhafazakârlar, bilhassa din adamları vardı. meclisin
bazı ıslâhatlarını başlangıçta geciktirmeye muvaffak oldu ise de, bu topluluk,
ikinci Büyük Millet Meclisinde büsbütün ehemmiyetini kaybedecektir.
Sayfa 27
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
Sonra mutedil (ılımlı) muhafazakârlar vardı. bunlar yavaş yavaş Mustafa Kemal
politikasına iltihak ettiler (katıldılar).
Sol kanatta halkçılar, Mustafa Kemal'in siyasî fikirlerine taraftar olanlar
vardı.
Aşırı solda komünistler var idi ise de, maceralarını ileride anlatacağımız
Yeşil Ordu ve Etem vakasında itibarlarını tamamen kaybettiler.
BEŞİNCİ BAHİS
İSTİKLÂL HARBİ
İKİNCİ İNÖNÜ MUHAREBELERİNE KADAR
26 Haziran 1920-31 Mart 1921
İstiklâl harbinin başlangıcında durum. -20 Haziran 1921 Yunan taarruzu.
-Sèvres muahedesi (10 Ağustos 1920). -Yeşil Ordu ve Çerkez Ethem. -Birinci İnönü
muharebesi (9-10 Ocak 1921). -Kuzey Doğu cephesinde Ermenilere karşı zaferler.
-Müttefiklerle Osmanlıların uzlaşma teşebbüsleri. -İkinci İnönü harbi (26-31
Mart 1921).
İstiklâl Harbi Millî Mücadele'nin en mühim safhasıdır ve bu safha, Sèvres
muahedesini kabul ettirmek için başlayan, Türk-Yunan harbiyle karışmaktadır.
(Müttefikler görünüşte müstenkif (çekimser) veya müdafaa halinde idiler.) Bu
safha sonnuda Sèvres muahedesinin meriyete (yürürlüğe) girmesine mani
olunacaktır. Sévres muahedesinin Osmanlı hükûmetince kabulü ise, eski
imparatorluğun fiilen son bulmasına ve yine Türkiye ile arasında katî bir uçurum
açılmasına sebep olacaktır.
Harp ilân olmadığından, Yunan taarruzunun başlangıç tarihi olan 20 Haziranı,
İstiklâl Harbi'nin başlangıcı olarak almak gerekir.
Bu tarihin sulh sulh muahedesinin imzalanış tarihinden evvel olmasının pek
ehemmiyeti yoktur. Hükümler evvelce Türklere bildirilmişti ve daha çok önceden
manevî tesirlerini yapmıştı; Millîciler mücadelenin tehlike ve ehemmiyetini
müdrik (anlamış) idiler.
Mayıs ortasına doğru, İtilâf devletlerinin pek ağır şartlar teklif edecekleri
öğrenilince, durumları bu sıralarda karışık olan Millîciler işlerini hâlle
muvaffak olmuşlardı. Anzavur öldürülmüş, Süleyman Şefik İstanbul'a sığınmıştı.
Müttefikler fena durumda idiler. İngilizler İzmit'i işgal etmişlerdi, fakat bir
taraftan Marmara denizine diğer taraftan Boğaz içine doğru ilerliyen Millîciler
tarafında durumları tehdit edilmekte idi. Hattâ bir mütareke bile aktedildi.
Çarpışmalar mütareke sona ermeden başladı ve Millîciler 17 Haziranda Gebze'yi
aşmış ve Tuzla'yı işgal etmişlerdi. Anadolu'nun içinde, Konya mıntakasında
demiryolunu tutan İtalyan birlikleri Eskişehir'e kadar itildiler ve buradaki
İngiliz garnizonu ile beraber denize kadar sürüldüler. Müttefik kontrol
subayları tevkif ve Malta sürgünlerine karşılık rehine olarak muhafaza
ediliyordu. Kilikya'da Millîcilerin muvaffakiyetleri (başarıları) ise mâlumdur.
Trakya'da İstanbul'un 16 Martta işgali üzerine, sadrazama hükûmetiyle bütün
münasebetleri kesmiş olduğu ve müterekenin ihlâl edilmiş telâkki ettiğini
bildirmiş olan Mustafa Kemal'e bağlı Cafer Tayyar, duruma hâkimdi. Kuzey-Doğuda
seferberlik, 9 Haziran 1920'de, Büyük Millet Meclisi tarafından ilân edilmişti.
Kâzım Karabekir Paşa, bu çevrede Ermenilere karşı mühim zaferler kazanmak
arifesinde idi.
İstanbul'da bile Millîcilerin gitgide tehdidini arttıran çevirmenleri, bazı
muhitlerde (çevrelerde) Hristiyanları, her an Mustafa Kemal'in askerlerinin
gözükmesinden endişe ediyorlardı. O senede Haziranın 20'sine tesadüf eden
bayramın son günü, Mustafa Kemal'in İstanbul'u geri almak niyetinde olduğu
söyleniyordu. Sokaklarda, vatansever Türk kadınları gizlice millî renkleri
taşıyan kokartlar dağıtıyorlardı. Müttefik kuvvetlerine gelince, şehri
boşaltmaya hazırlanıyorlardı.
Millîcilerin başlıca kozu, İtilâf devletlerinin yeni bir harp için inkâr
edilmez isteksizlikleri idi ama bu isteksizlik, Mustafa Kemal'i yenmek için
ortaya atılan Venizelos'un taleplerini kabule mani olmuyordu. Venizelos'un
talepleri, Hythe ve Boulgone konferanslarında kabul edildi. Yunanistan, Anadolu
ve Trakya'yı işgal müsaadesini aldı.
Şu hâlde, Yunanlıların Hazira 1920 taarruzu, serbest ve millîyetçi Türkiye'yi
dize getirmek için yapılan dört tazyik teşebbüsünden sonuncusu ve en mühimidir
(1).
Yunanlılar ilerlerken, siyasî çalışmalar bunları takip ediyordu. Bunlar bir
müddetten beri devam etmekte idiler; Uzun ve çetin müzakereler Londra Sulh
Sayfa 28
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
Konferansının 5 komisyonunu işgal etmekte idi. San-Remo konferansında 1920
Nisanında Lloyd George ve Millerand tarafından büyük bir hamle yapıldı.
Müttefiklerin daveti üzerine, San-Remo kararlarını tebellûğ etmek( bildirmek)
için, Damat Ferit Paşa tarafından bir heyet teşkil edildi. Bu heyet Versailess'a
6 Mayıs'ta geldi. Heyet şu şahıslardan müteşekkil idi: Tevfik Paşa, eski
Sadrazam, Heyet Başkanı; Reşit Bey, Dahiliye Nazırı; Fahrettin Bey, Maarif
Nazır; Cemil Paşa, Nafıa Nazır, eski İstanbul Valisi. (Mahmut Muhtar Paşa,
Bahriye Nazırı ve harbin ilk üç senesinde Berlin elçisi, delege olarak seçilmeyi
kabul etmemiştir.)
Heyet, Millerand'ın riyaset (başkanlık) ettiği Sulh konferansı tarafından 11
Mayısta kabul edildi. İtilâf devletlerinin görüşü belirtildikten sonra
anlaşmanın başlıca hükümlerini muhtevi (içeren) metin heyete verildi. Muahedeyi
(anlaşmayı) incelemek ve görüşlerini yazılı olarak ifade etmek üzere heyet ebir
ay mühlet (süre) verildi.
Tevfik Paşanın, Müttefiklerin talep ettikleri hususları bildiren telgrafı
Türkler arasında şaşkınlık yarattı.
Verilen mühlet 15 gün daha uzatıldığından, heyetin iki azası Reşit Bey ve
Cemil Paşa, Türkiye'nin cevabını hükûmetlerine takdim etmek üzere İstanbul'a
geldiler. Dönüşlerini beklemeksizin Damat Ferit, Boulogne Konferansı'nda
konuşulmak üzere, Trakya ve İzmir'e dair mukabil (karşı) teklifleri hâmil olarak
Toulon'a doğru yola çıktı. Versailles'a 20 Haziranda, Yunanlıların Türklerin
hakkından gelmek vazifesini aldıkları tarihte geldi. Mukabil teklifler, mühletin
sona erdiği 26 Haziranda, Damat Ferit tarafından veridi. İstanbul'a giden diğer
iki delegenin cevabı 31'inde teklifler tamamlandı.
Tanzim edilen mukabil teklifleri Spa konferansı inceledi ve 17 Temmuzda
Millerind, Yüksek Meclis adına bunların reddedildiğini Osmanlı heyetine
bildirdi. Spa'daki ''sükût''la maneviyatı bozulan heyet, 14'te İstanbul'a
dönmüştü: Damat Ferit, Spa konferansına kendini davet ettirmeye muvaffak
olamamıştı.
Anlaşmayı imzalamayı reddederse payıtahtını da kaybedeceğinden korkan padişah,
mühim hâllerde yapıldığı gibi Şûrayı Saltanatı davet etti (22 Temmuz). Sabık
sadrazam Ali Rıza Paşa hariç, Şûrayı Saltanat, ekseriyetle muahedenin
imzalanmasına karar verdi. Bununla beraber, Sulh Konferansından Trakya'nın
Milletler Cemiyetinin kontrolu altında bulunmasının ve İzmir'in serbest liman
olmasının hükûmetçe temin edilmesi temennisini (dileğini) belirtti.
Bundan sonra Damat Ferit kabinesi anlaşmanın imzası içni 3 temsilci tesbit
etti: Bağdatlı Hâdi Paşa, Filozof Rıza Tevfik, Bern elçisi Halis Bey.
Müttefiklerle sulh muahedesi 10 Ağustos 1920'de S­evres'de imzalandı (1).
Hiçbir zaman tatbik edilmemiş olmasına rağmen muahede hükümlerini hatırlamak
gerekir:
1. İstanbul- Bu şehir, anlaşma hükümlerini ve bilhassa azınlıkların haklarını
ihlâl etmemek şartıyla padişaha bırakılmıştı (36'ncı madde).
2. Boğazlar- Harp zamanında dahi seyrüsefere açık veserbest olacaktı (37'nci
madde). Alâkalı milletler ve İtilâf devletleri temsilcilerinden müteşekkil
Boğazlar komitesinin nezareti (gözetimi) altında bulunacaktı.
3. Kürdistan- İstanbul'da bulunan bir komisyon, kürt halkının ekseriyette
bulunduğu bölgeler için bir istiklâl tasarısı hazırlayacaktı.
4. Ermenistan- 88'nci madde ''İtilaf devletleri gibi Türkiye'de Ermenistan'ın
hür ve müstakil bir devlet olduğunu ilân eder. ''Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis
vilâyetlerinde Türk-Ermeni hududunun tesbiti Birleşik Amerika Devletleri
Cumhurreisinin hakemliğine tevdi edilmiştir (bırakılmıştır). (madde 89)
5. Yunanistan- Türkiye, Yunanistan'a Trakya'yı Karadeniz sahilinde Podima'nın
7 km. kuzey batısındaki bir noktadan (Midye'nin doğusunda), Büyük Çekmece gölü
kenarındaki Kalikrita'nın 1 km. güney batısındaki bir noktaya kadar terkediyordu
(1). Bozcaada ve İmroz adaları Yunanistan'a geçiyordu. İzmir, 66'ıncı maddede
tasrih edilen (belirtilen) civar bölge ile beraber, Türk hükümdarlığında
kalıyor; fakat Türkiye, bu şehirdeki hükümranlık haklarını Yunan hükûmetine
devrediyordu. Türkiye'nin imtiyaz hakları şehrin dış kalesine devamlı çekilecek
bir Türk bayrağı ile temsil edilecekti. Beş sene sonra İzmir şehir meclisi
Yunanistan'a nihaî ilhakı talep edebilirdi. Milletler Cemiyeti de kendi
zaviyesinden plebisit isteyebilirdi.
6. Hudut Arap Memleketleri- Türkiye, Suriye, Arabistan ve Musul vilâyeti dahil
Irak, aynı zamanda Mısır üzerindeki haklarını kaybediyordu. Mısır üzerinde
İngiliz himayeciliği tanıyordu. Suriye sınırı Mardin kuzeyinden, Urfa'dan
Cebelibereket (Osmaniye) sancağından geçiyordu.
7. Diğer memleketler- Türkiye, Fransa'nın Tunus ve Fas'ta himayeciliğini
tanıyor, Britanya İmparatorluğuna Kıbrıs'ın, İtalya'ya On İki Ada'nın ilhakını
(katılmasını) kabul ediyordu.
8. Azınlıklar- Müteaddit (çeşitli) hükümler onların haklarını koruyordu.
Sayfa 29
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
9. Ordu ve deniz kuvvetlerine dair hükümler- Türkiye, 35.000'i jandarma,
15.000'i asker olmak üzere 50.000 kişiyi silah altında bulundurabilecekti. Deniz
kuvveti, 7 şalopa ve 6 torpito muhburundan ibaret olacaktı.
10. Malî hükümler- İtilâf devletleri tazminat talebinden vazgeçmekte, fakat
sivillerin zararları için tazminat hakkını muhafaza etmekte idiler.
11. Kapitülâsyonlar- Yeniden tesis edilecek ve ağırlaştırılacaktı.
Sèvres muahedesinin ertesi günü, yabancılar ve Kemalistlere muarız (karşı)
Türkler, millî hareket olmasaydı şartların bu kadar sert olmayacağını, diğerleri
ise, belki de haklı olarak, millî hareket olmasaydı daha da sert olacağını
düşünüyorlardı.
Muahedenin imzasını takiben, derhal İtalya İstanbul'da bir elçilik kuracağını
bildirdi. Fransa, 1920 Eylülünde İtalya'yı takip etti. İngiltere ise bir
mümessillik iki iktifa etti (yetindi). Yunan Yüksek Komiseri Kanellopulos,
Ortodosk Kilisesi Saint-Synode ve Karma Meclisin müşterek toplantısında, Sèvres
muahedesinin ''Helenleri, başşehirler kraliçesinin kanlı boyalı kapılarına
yaklaştırdığını'' bildiriyordu. (1920 Ağustos sonu)
Ağustos sonunda Yunanlılar Simav ve Uşak'ı işgal ettiler, sonra cephede kısa
bir sükûn oldu. Müttefikleri muahededen itibaren Anadolu'da asayişi temin için
altı ay mühlet tanıdıkları Osmanlı kabinesi, Lütfi Fikri'nin teklifiyle
Yunanistan'la müzakere ederek, meşkük (belirsiz) imtiyazlar elde etmeye
çalışıyordu. Fakat yola getirilemeyen Mustafa Kemal'in mütecaviz tavrıyla
karşılaşan İtilâf devletlerinin memnuniyetsizliği karşısında Damat Ferit,
kabinesini iki defa islaha teşebbüsten sonra bir daha iktidara gelmemek üzere,
Kasım 1920'de istifa etti. Hürriyet İtilâf Partisi çöküyor ve iktidar bir
intikal (geçiş) hükûmeti kuran Tevfik Paşa'ya geçiyordu.
Bir müddet sonra, Millîciler lehine, başka bir hadesi olacaktır: Venizelos'un,
Kral Aleksandr'ın kaza ile ölümü akabinde, seçimde devrilmesi (Kasım 1920).
Plebisitle tahta geçen Kral Konstantin'in dönüşü ile Müttefiklerin Yunanlılar'a
karşı durumunu değişip değişmeyeceği konuşuluyordu.
Fakat başka endişeler Mustafa Kemal'i beklemekte idi.
Bu da, bu anda ihtiyacını hissettiği, Yunan kuvvetlerine karşı koymaya
muktedir kâfi miktarda nizamî askerdi. Diğer cephelerde olduğu gibi, Batı
cephesinde de disiplinsiz cephelere başvurmak mecburiyetinde kalıyordu ki,
bitmez tükenmez harplerle yorgun düşmüş nizamî birliklerin, bunlarla teması
maneviyatlarının bozulmasına sebebiyet veriyordu. Bu duruma deva bulmak için
bazı müteşebbis kimseler Millet Meclisi'ne harpçi ve itimat telkin eder bir
kuvvetin teşkilatlandırılmasını teklif ettiler. Mustafa Kemal, meşgul
bulunduğundan, bu teşebbüse karışmadan yapılmasına izin verdi. Teşkilatçılar
isminin nüfuzundan istifade ettiler. Bir müddet sonra kurulan birlikler, Yeşil
Ordu adını aldı. Çerkez Reşit Bey, bir mebus ve iki kardeşi, Ethem ve Tevfik Bey
belli başlı kurucular arasında idi. Anzavur'a karşı çarpışmalarda Ethem,
Millîcilere büyük hizmet etmişti. Bu muvaffakiyetler başını döndürdüğünden
siyasî rol oynamaya kalktı; komünist propagandasına kapıldı ve kızıl temayüllü
Yeni Dünya gazetesi, yeni askerî teşkilâtın himayesinde, Eskişehir'de 20
Ağustos'ta çıktı. Kütahya'da ikamet eden Ethem'in birlikleri Kuvvei Seyyare
adını aldı. Bu işte tehlike gören Mustafa Kemal'in tavsiye ve gayretlerine
rağmen, bu propaganda Büyük Millet Meclisi mebusları arasında da taraftar buldu
ve bu mebusların ekseriyeti reislerine ciddi müşkülât çıkardılar.
Hatta o zamanki Garp Cephesi Kumandanı Ali Fuat Paşanın, 24 Kasım 1920'de,
Gediz'de Yunanlılara karşı yaptığı taarruzun, Ethem ve kardeşi Tevfik'in
talimatıyla yapıldığı dedikodusu dolaştı. Bu taarruz, Yunanlıların Bursa
cephesinde biraz daha ilerlemesini temin etmekten başka bir netice vermedi.
Diğer taraftan, Nazım Bey adlı sabık bir vali, yabancı desteğiyle bir Komünist
Partisi kurmayı tasarladı (Halk İştirakiyön) ve hafif bir ekseriyetle Dahiliye
Vekili seçilmeye muvaffak oldu.
Mustafa Kemal bunun üzerine harekete geçti. Nazım Bey'i istifaya mecbur etmeye
muvaffak oldu ve umumî karargâhı Bilecik'te bulunan Garp Cephesi
Kumandanlığı'na, Gediz taarruzuna Erkânı Harbiye Reisi olarak muhalefet etmiş
olan İsmet Bey'i tâyin etti (10 Kasım). Ali Fuat Paşa ise Moskova'ya elçi olarak
gönderildi (8 Kasım 1920).
Bu tedbirlerden memnun olmayan Ethem, Mustafa Kemal'e karşı hesaplı bir
hürmekâr tavır muhafaza ederken cephe kumandanının emirlerine açıkça karşı
gelmeye ve dilediği gibi hareket etmeye başladı. Mustafa Kemal, nihayet
bulunduğu zor duruma rağmen, cepheden çektiği askeri Ethem'e karşı sevketti.
Bunlar, âsiyi ve kardeşlerini Kütahya'dan atarak, Gediz istikametine sürdüler.
Ethem, o zaman, Yunanlılara iltihak ederek hizmetlerine girdi. Ethem'in ve
ihanetinin hatırası, Rus propagandasına kapılan birkaç Türkün ham komünistlik
arzularını sarstı.
Yunanlılar, önlerindeki perdenin Ethem'in takibi yüzünden inceldiğini
Sayfa 30
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
farkedince, Bursa ve Uşak cephesinde, Afyon ve Eskişehir istikametinde yeni bir
taarruza geçtiler (6 Ocak 1921). Ethem'in tenkilinin (uzaklaştırılmasının)
yarattığı imkândan istifade ederek Anadolu'yu kat eden demiryolunu ele geçirmek
istiyorlardı.
Taarruzun başında İsmet Bey, Kütahya cephesinde Ethem'in âsilerine karşı
Yarbay İzzettin Bey kumandasında 61'inci Tümeni ve bir süvari birliğini
bırakarak, bütün kuvvetlerini kuzeyde, Eskişehir batısında, İnönü'ye ve güneyde
Uşak doğusunda, Dumlupınar'a gönderdi. 9 Ocakta, Bursa kesimindeki 3 Yunan
tümeninden ikisi, İnönü'deki Türk mevzileri ile karşılaştılar. 10 Ocakta
âsilerin takibinden vazgeçen İsmet bey, Kütahya'dan İnönü'ye geldi ve gecenin
9'unda, Yunan taarruzunun kırılmasıyla son bulan, şiddetli bir savaş başladı.
Aynı gece, Yunanlılar Bursa istikametinden çekildiler.
Tarihe'e göre, bu muharebe, Yunanlarıların kuvvetleri 20.000 silâh, 150 ağır
makineli, 50 top, 200 kılınç, Türklerinki ise 6.000 silâh, 50 mitralyöz, 28 top,
300 kılınçtı.
Yunan ordusu, Afyonkarahisar'ı tutan Dumlupınar mevziine hücuma teşebbüs
etmedi.
Birinci İnönü Savaşı, Yunanlılara karşı harpte ilk Türk zaferi olmakla
mühimdir. Bu zafer, Kemalist ordunun maneviyatını yükseltmeye yaradı.
Kuzeyde Yunanlılar hücum ederken, Ethem aynı anda, kütahya batısındaki Türk
kuvvetlerine taarruz ediyordu. İzzettin Bey tarafından mağlûp edildi ve
İnönü'nün muzaffer kuvvetleri tarafından Gediz istikametinde kovalandı. Ethem ve
kardeşleri Eskişehir'e hücumu denedilerse de mağlûp oldular ve askerlerinin
kendilerini terketmesiyle yunan hatlarına iltica ettiler.
1917'de Rus cephesinin dağılmasını takiben, Kafkasya'nın güneyinde Erivan
mıntıkasında, Gümrü ve Karsta, İtilâf devletleri tarafından himaye edilen ve
milliyetçi, Türk düşmanı hislerle mücehhez (donanmış) Taşnak Ermeni siyasî
partisinin idare ettiği bir Ermeni devleti kurulmuştu.
Millet Meclisi, bu mıntıka ve hudut Türklerinin maruz kaldıkları tethiş, hattâ
kâtliâma müsamaha etmekle itham ettiği bu hükûmete karşı mevziî seferberlik ilân
ve emri altında 15'inci Kolordu bulunan Kâzım Karabekir Paşaya kuzey-doğu
cephesi kumandanlığını tevdi etti. Ermeniler, Türklerin müstakil bir devlet
kurmayı tasarladıkları için Oltu'yu işgal ettiklerinden, Büyük Millet Meclisince
7 Temmuz 1920'de bir ültimatom gönderildi. Bu ültimatom hiçbir netice vermedi.
22 Eylülde, Afyankarahisar'da toplanan askerî şefler, Ermenistan'ı istilâya
karar verdiler. 24'te hudutta yığılan Türk birlikleri, bir Ermeni hücumunu
defettiler ve sonra taarruza geçtiler. Kâzım Karabekir Paşa Oltu, Albay Halit
Sarıkamış, Yarbay Nihat Bey Bayburt ve Karakilise, Nuri Paşa ise Karabağ ve
Zangezor üzerine yürüyordu. 29 Eylülde, bu anî taarruzla şaşıran Ermeni hükûmeti
seferberlik ilân etti.
Çarpışmaları, Türkler, maharet ve süratle sevkettiler. İlk olarak, Kâzım
Karabekir Paşa Oltu'yu aldı. 8 Ekimde, Bolşevikler ve Azerbaycanlılar, başı
bozuk Tatarlar açlığın hüküm sürdüğü Ermenistan'ın kuzey hududuna hücum ettiler.
Erivan hükûmeti tarafından yanında harbe davet olunan Gürcistan seferber oldu
ise de hududunu beklemekle iktifa etti. Sarıkamış cephesinde Ermenilerin birkaç
muvaffakiyetine rağmen bu şehir, 10 Ekimde Türkler tarafından alındı ve 17
Ekimde Iğdır'da Azerbaycanlılar ile Türkler irtibat tesis ettiler. 22 Ekimde
Sovyetler bir nota vererek, Erivan demiryolu imtiyazının terki şartı ile,
Rus-Tatar cephesinde muhasamatın (çatışmasının) kesilmesini teklif ettiler.
talep reddedildi. 30 Ekimde 15'inden beri boşaltılmış Kars'ı Türkler aldı. 7
Kasımda, Gümrü zaptedildi. Bu arada, Erivan'da bir halk hareketi Taşnak
hükûmetini devirmişti ve 5 Kasımda yeni sosyal-demokrat kabine mütakere talep
ediyor ve 3 Mart 1918 Brest-Litowsk anlaşmasını tanımayı kabul ediyordu. Bu
anlaşmaya göre, Ermeni birlikleri Arpaçay gerisinde, Türk birlikleri ise Gümrü
hattında kalacaklardı. Türk kumandanı nizamı teminle mükellefti. Ermenilerin,
Türkleri derhal silâhsızlanmaları hususunda ısrar etmekle ve Türklerin
Ermenileri, Ermeni Generali Sabuh'un Gümrü üzerine yürüyerek mütakereyi ihlâl
etmekle itham etmeleri (suçlamaları) üzerinde çarpışmalar tekrar başladı. (11
Kasam 1920)
Bir defa daha yenilen Ermenisten, 18'de yeni bir mütakereyi kabul etti ve
26'da başlayan sulh müzakereleri Gümrü anlaşmasına (3 Aralık 1920) ulaştı.
Ermenistan, Brest-Litowsk anlaşmasını tanıyor, hangi devletin olursa olsun
valiliğini kabul etmemeyi taahhüt ediyor, Natişevan, Zangezor ve Karabağ
mıntıkalarının mukadderatını (geleceğini) plebisitle tesbiti tasvip ediyordu.
Türkiye, bu suretle 1878'de kaybetmiş olduğu Kars'ı geri alıyordu.
Ermenistan'da iktidar, Sovyetlerin eline geçince Gümrü anlaşması, Moskova (16
mart 1921) ve Kars (13 Ekim 1921) anlaşmaları ile teyit edildi.
Türklerin Ermenistan üzerinde zaferleri, İngilizlerin tahliyesinden sonra
Batum'u işgal eden Gürcülerin daha münisleşmesini (yumuşamasını) temin etti.
Sayfa 31
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
Büyük Millet Meclisi, bu ilhakı protesto ederek, Brest-Litowsk ve Trabzon
Türk-Gürcü anlaşmalarının, Batum'u Türklere bıraktığını bildirdi. Gürcüler,
murahhas (delege) göndererek, Artvin, Ardahan ve Batum'un Türklere terkini kabul
ettiler. Bu bölgeler, 1921 Martında, Türk ordusu tarafından işgal edildi; fakat
Batum, Moskova antlaşmasıyla sonradan Ruslara verilecektir. Artvin ve Ardahan
kesim olarak Türkiye'ye kalacaktı. Böylece, Büyük Millet Meclisi, millî
sahasını, felâketli Sévres muahedesinin imzalanmasından pek az sonra,
genişletiyordu.
Esasen Millîcı Türklerin bir taraftan, Antalya'yı (Mayıs 1921) boşaltmak üzere
bulunan İtalya ile, diğer taraftan Mart 1921 anlaşmasına zemin teşkil edecek 23
Ağustos 1920 tarihli anlaşmayı imzalamış bulunduğu Sovyet hükûmeti ile iyi
münasebetleri vardı.
Bu anlaşmaya göre, Millîci hükûmet ''Sovyet hükûmetinin muvafaki olmaksızın
Müttefiklerle anlaşmaya girişmeyeceğini'' taahhüt ederken, Sovyet hükûmeti de
''Türk millîcilerin haklı taleplerini manen ve maddeten desteklemeyi'' kabul
ediyordu (madde 2). Bu hükümler başlangıçta gizli iken 1920 Aralığında
açıklandılar.
Damat Ferit Paşa ve Venizelos'un devrilmesinden sonra siyasî hava bir hayli
değişmişti. İhtiyar Tevfik Paşa tarafından riyaset (başkanlık) edilen yeni
kabine, mutedil, millî harekete müsait kimselerden müteşekkildi. Şu şekilde
hülâsa edilebilecek programının başında Mustafa Kemal'e yakınlaşmak yer
alıyordu:
1. İstanbul ve Ankara'yı iki hasım kardeş gibi ayıran iktidar ikiliğine bütün
Türklerin birliğini gerçekleştirerek ve Anadolu'yu sükûna erdirerek son vermik,
2. İtilâf devletleri ile iyi münasebetleri arttırmak. (Halka ilân tarihi 20
Ekim)
Dahiliye Nazırlığının, Tevfik Paşanın siyasî karşıtı Ahmet İzzet Paşaya
verilmesi bile manidardı. Hürmet gören bu general, bilindiği gibi, Mondros
mütakeresi sırasında sadrazam olmuştu ve Mustafa Kemal'le iyi münasebetleri
vardı.
İşe başlar başlamaz, kabine, İzzet Paşa reisliğinde bir heyeti, Müttefiklerin
tasvibi ve bazılarına göre telkini ile, Mustafa Kemal nezdine göndermekle meşgul
oldu. Vaktiyle, bu tasarı Damat Ferit Paşa tarafından da düşünülmüş ise de
düşüşünü hızlandırmaktan başka işe yaramamıştı. Bilhassa millî harekete karşı
sempatisinin, bu hareketi Müttefik kararları üzerine bir baskı vasıtası olarak
görmesinden ileri geldiği sanılan İzzet Paşanın tercih edilmesi şartlara en
uygun olarak görülmekte idi. Sèvres muahedesinin imzalanmasından beri değişen
zaruret karşısında, Şurayı Saltanat toplantısı kararına iştirak etmiş olduğu
için, bu muahede hükümlerinin tatbikine de yararlı olması icap ettiği
düşünülüyordu.
Millîcilerin şüphelerini izale (gidermek) için, heyete hiçbir yabancı
temsilcinin katılmaması kararlaştırılmıştı. İzzet Paşa, Mustafa Kemal'e
Müttefiklere karşı mukavemetin beyhudeliğini ve onlarla uyuşmasının daha yerinde
olacağını anlatacaktı.
Mareşal İzzet Paşa ve arkadaşları (1) Bilecik'e 5 Aralık 1920'de geldiler ve
Mustafa Kemal tarafından karşılandılar. Daha sonra Ankara'ya geçtiler ve Osmanı
heyeti burada uzun müddet kaldı. Gazi'nin sonradan dediği gibi, ''İzzet ve Salih
Paşa Anadolu'ya ısınamadılar.'' Aralık ayı sonunda, sadrazam Fransa yüksek
komiseri vasıtası ile, açık bir mektup göndererek geri dönmelerini istedi; buna
rağmen heyet gitmeyince gizli emirlerle birincinin iptal edilmesi düşünüldü.
Nihayet uzlaştırıcı heyet hiçbir netice elde edemedi.
İzzet Paşa, İstanbul'a 19 Mart 1921'de, beklenmediği, zira İstanbul'da bile
kimse onlarla alâkadar değildi, bir sırada döndü. Vazifesi, gayesini
kaybetmişti. Müttefiklerin bile değiştirmeye hazırlandıkları bir muahedenin
tatbikini övemezdi.
Müttefik siyaseti zaten başka anlaşma yolları arıyordu; Sèvres muahedesinin
yeniden gözden geçirilmesi fikri yavaş yavaş vücut buluyordu. Bu değişikliğin
emareleri, daha Venizelos'un devrilmesinden evvel zuhur etmişti. Bir müddet
evvel Sèvres muahedesinin tâdil edilmeyeceğinden (değiştirilemeyeceğinden)
bahseden Fransa Hariciye Nazırı Millerand, Aix-les-Bains'de, M. Gioletti ile
millîcıler ve Babıâlî arasındaki ihtilâfa son verdirerek, Türkiye'ye yardım
etmek hususunda anlaşmıştı. (1920 Eylülü). Türkler, bundan mütehassis oldular ve
bunu takiben Millerand'ın Cumhurreisliğine seçilmesi hararetle karşılandı.
Millerand'ın halefi Leygues, Meclisin hariciye komisyonunda, muahedenin,
Türkiye için müsait bir şekilde değiştirilmesi mevzuu bahs olduğunu
bildirdiğinde kimse hayret etmedi. Bu fikre alışılmaya başlanmıştı.
İtalya, Fransa gibi Kemalist harekete git gide taraftar olmakta ve Roma,
Anadolu ile gizlice temas etmekte idi. Cavit Bey kabinesi hususî kalem müdürü
olan Reşit Saffet Bey ve eski Atina elçisi Galip Kemalî Bey, İtalyan hükûmeti
Sayfa 32
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
nezdindeki siyasî temsilcisi Osman Nizamî Paşa ile irtibat temin ediyorlardı.
15 Ocak 1921'den 20'ye kadar Roma'da, Batıda bulunan Türk devlet adamları
gizli bir toplantı yaptılar: Ahmet Rıza, Cavit, Hüseyin Hilmi Paşa, Şükrü Paşa,
Mahmut Muhtar Paşa ve iki kemalist delege Rüstem Bey (Talât Paşanın kongreye
iştirak talebini red eden) ve Kenan Bey.
25 Ocakta Paris Konferansı, esası Sévres muahedesi olmak üzere, Doğu
meselesinin hallini müzakere etmek için, Müttefik devletler ile Yunan ve türk
hükûmetlerinin Londra'da yapılacak 21 Şubat konferansına davet edilmesine karar
verdi. Aynı tebliğ, Türk hükûmetinin, Mustafa Kemal'in veya Ankara hükûmeti
seçkin temsilcilerinin Osmanlı heyetinde bulunması şartı ile davet edileceğini
ilâve ediyordu. Bu, Anadolu'da kurulan hükûmetin yeni ve zımnî (dolaylı)
tanınması idi.
Tevfik Paşa, Mustafa Kemal'i temsilcilerini tesbite davet etti. Mustafa Kemal
dayatarak, beynelmilel bir konferansta Türkiye'yi temsile, yeni Teşkilâtı
Esasiyenin gösterdiği gibi, yalnız Büyük Millet Meclisi hükûmetinin salâhiyetli
olduğunu cevaben bildirdi ve cevabına Teşkilâtı Esasiye metninin bir suretini
ekledi. Demek ki Millîci delegeler, doğrudan doğruya Londra konferansına
gönderileceklerdi. Filhakika, Lloyd George, İtalya vasıtası ile bir davet
yaptığından, Mustafa Kemal, Hariciye Vekili Bekir Sami reisliğinde bir heyet
teşkil ettirdi. (1)
Londra konferansı (27 Şubat -12 Mart 1921), İzmir ve Trakya'ya ilk olarak
beynelmilel bir heyetin gönderilmesine karar vermekle işe başladı. yunanistan,
bu kararı kabul etmeyince (6 Mart notası) Sèvres muahedesi hükümlerine zıt bir
çok değişiklik ihtiva eden (içeren) ikinci bir teklif yapıldı (12 Mart). Cevap
için bir ay mühlet verilmişti; fakat teklif, ne Türkleri ne de Yunanlıları
memnun etmediğinden Londra konferansı neticesiz kaldı ve çarpışmalar, az sonra
yeniden başladı.
Müzakereler esnasında, ihtiyarlardan müteşekkil Osmanlı heyeti genç Ankara
delegelerine büyük hürmet gösterdi. Heyete Sadrazam Tevfik Paşa riyaset ediyordu
ve heyet azaları arasında Mustafa Reşit Paşa ile Osman Nizamî Paşa vardı.
Aynı zamanda Londra konferansına davet, Osmanlı hükûmetinin millîci şeflere
karşı tutumunun değişmesi gibi bir netice de verdi. İstanbul Divanı Harbinin
Mustafa Kemal ve arkadaşlarını idama mahkûm eden kararı, Askerî Temyiz Meclisi
tarafından bozuldu. 1 Şubattan itibaren İstanbul gazeteleri Damat Ferit
kabinesinin bir kararının manettiği paşa, bay ünvanını millîciler için
kullanmaya başladılar.
Londra müzakerelerine muvazi (paralel) olarak Büyük Millet Meclisi hükûmeti,
Moskova'da Sovyetlerle bir anlaşma imza ediyordu (16 Mart 1921).
Yine Londra konferansı sırasında, Ankara delegesi Bekir Sami Bey, İngiltere,
Fransa, İtalya ile alaşmalar aktetti. Briand'la müzakere edilen konu, Klikya'nın
bazı şartlarla tahliyesine dairdi. Bu anlaşmalar, Üçlü İtilâftan mülhem olduğu
ve Sèvres'i tamamladığı, Türkiye'ye bırakılan mıntıkaları İngiltere, Fransa ve
İtalya'nın iktisadî nüfus bölgelerine böldükleri mülâhazasıyla, Büyük Millet
Meclisinde red edildiğinden meriyete (yürürlüğe) giremedi. Londra anlaşmaları,
1921 Mayısında neşrolunan Malta sözleşmesi kadar faydasız oldu. Bekir Sami, 12
Mayıs 1921'de istifa etti.
Yunan taarruzu, 23 Martta, yani Londra Konferansında teklif edilen bir aylık
müddetin sona ermesinden evvel başladı. 1'inci İnönü Harbini takiben, Bursa ve
Uşak'taki Yunan ordusu takviye edilmişti. Diğer taraftan İzmit'te Yunanlılar bir
tümen yerleştirdiler ise de, Türkler, Kocaeli grubu ile buna karşı koydular.
İkinci İnönü, neticede birinciye cevap oldu. Bu defa da Yunanlılar, Bursa ve
Uşak'tan aynı gaye ile hareket ettiler: Anadolu demiryolu. Bununla beraber,
kuvvetler evvelkinden daha mühim idi: Yunanlıların 40.000 tüfek, 3700 ağır ve
hafif makineli, 144 top, 1200 kılınç; Türklerin ise 15.000 tüfek, 150 ağır ve
hafif makineli, 56 top ve 900 kılıçları vardı. Yunan cephesinde General Papulas,
Türk cephesinde ise İsmet paşa (Ethem'in tenkili, I'inci İnönü zaferinin
mükâfatı olarak 10 Ocak 1921 Büyük Millet Meclisi kararıyla) kumanda ediyordu.
Yunan taarruzu, millîciler için bir süpriz olmadı. 15 Marttan beri, Eskişehir
ve Afyon mıntıkalarına birlikler yığmışlardı. 22 martta Kütahya'ya, maraş askerî
kumandanı Salâhattin Adil Bey kumandasında 2'nci Kolordu geliyordu. İleride bu
birlik, İnönü mevzilerinin sağ kanadını takviye edecektir. Kastamonu valisi ve
askerî kumandanı Muhittin Paşa, 20 Martta, Bursa cephesi sağ kanadının
kumandasını aldı.
Bursa'dan hareket eden Yunan birlikleri, Bilecik-Pazarköy istikametinde
yürüdüler. İlk gün, 20 km. ilerleyerek Hasanpaşa-Fındıklı-Yenişehir hattını
işgal ettiler. Ertesi gün, 24 Martta, Türkleri Nazif Paşa -Köprühisar
mevzilerinden çıkardılar ve Gümüş deresi - Bilecik hattını ve 25 Martta da
Pazarcık-Yeniköy hattını işgal ettiler. 26'da Adapazarı alındı ve Yunanlılar,
İnönü'ndeki Türk uç mevzileri ile temasa geçtiler. Türk birlikleri Karaköy,
Sayfa 33
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
Afgin, Karadağ ve Çukurdağ arasında toplanmıştı. Yunanlılar, önce sağ kanada ve
sonra yeni takviyelerle merkeze ve sola hücum ettiler. Türklerin geri çekilmesi
ile Kovalıca'ya ulaştılarsa da hamleleri Türk mukabil (karşı) taarruzları ile
kırıldı. 30 Martta takviyelerle taarruza kalkmayı denediler fakat Ankara'dan, bu
arada Meclis Muhafız Taburunu da takviye olarak alan Türkler tarafından
püskürtüldüler.
Güneydeki Yunan kuvveti, Uşak'tan hareketle Dumlupınar mevzilerini 24 Martta,
Balmahmud'u 27 Martta ve nihayet Afyonkarahisar'ı 28 Martta aldı ise de kuzey
ordusunun muvaffakiyetsizliği güney ordusunu çekilmeye icbar etti (zorladı).
Buna rağmen 8'den 11 Nisana kadar, Türklerin geri almaya çalıştıkları
Dumlupınar'ı muhafaza ettiler.
Yunanlılar aynı zamanda İzmit'i 28 Nisandan 28 Haziran 1921'e kadar işgal
ettiler.
ALTINCI BAHİS
İSTİKLÂL HARBİ. DEVAM VE SON İKİNCİ İNÖNÜ HARBİNDEN MUDANYA MÜTAREKESİNE
(31 Mart 1921 - 11 Ekim 1922)
Kütahya Eskişehir muharebeleri. - Sakarya harbi (23 Ağustos - 13 Eylül 1921).
- Arabuluculuk teşebbüsleri. - Sakarya muharebesinden sonra askerî durum. Zafer taarruzu ve Başkumandanlık savaşı. - Mudanya Mütakeresi (11 Ekim 1922). Türk-Rus anlaşması. - Türk-Fransız Ankara anlaşması (20 Ekim 1922).
Anadolu'da Yunan seferi, görüldüğü gibi Venizelos'un eseri idi. Bu devlet
adamı yunanistan'ı terkedince, (16 Kasım 1920) bir plebisitin yeniden tahta
çıkarttığı Kral Konstantin, siyasî hasmı tarafından başlanılan teşebbüsü
bırakmak istemedi veya bırakamadı. Zaten, Millîcilerin davranışlarından memnun
olmayan Müttefiklerden, daha doğrusu Lloyd George'dan teşvik görüyordu. Yunan
başkumandanı ise, Türk nizami ordusunu olgunlaşmadan ezmek için zamanın müsait
olduğunu, İkinci İnönü Savaşı'ndan sonra tanzim ettiği (düzenlediği) bir raporda
belirtiyordu. Yalnız, 85.000 kişilik bir takviye istemekte idi.
İstek kabul edildi ve ikinci neticesiz teşebbüsü takip eden sükûn devresinde,
yunanlılar kuvvetli bir ordu kurmakla meşgul olur iken küçük İnebolu şehrini
bombardıman ve Pontus Yunan Cumhuriyeti çetelerini takviye etmekle yetindiler.
Tarihe göre Anadolu'daki Yunan kuvvetleri, bu arada 96.00 tüfek karşılığı 7
ilâ 12 tümene, 1300 kılınca, 5600 ağır ve hafif mitralyöz ve 345 topa yükseldi.
türklerin bütün Batı cephesinde 51.265 tüfekleri, 440 mitralyözleri, 4.727
kılınçları ve 162 topları vardı.
Her iki İnönü savaşında da cephe iki kısma bölünmüştü. Batı cephesi İsmet
Paşa, Güney cephesi ise Refet Paşanın emirleri altında idi. Tecrübe, tek bir
kumandanlığın idaresine ihtiyaç gösterdiğinden, Batı cephesi Geyve'den
Afyonkarahisar'a kadar uzatıldı ve İsmet Paşanın kumandasına verildi.
Eskişehir'in kuzeybatısında, Kütahya batısında ve daha güneyde müdafaa sistemi
takviye edildi.
Türk tümenleri dört gruba ayrılmıştı:
1'inci grup Albay İzzettin Bey : İnönü kesimi
3'üncü grup Albay Arif Bey : Kütahya bölgesi
4'üncü grup Albay
Kemâlettin Sami : Çöğürler kesimi ve
Kütahya kuzeyi
12'nci grup Albay Halit Bay : Afyonkarahisar şehri
ve bölgesi
Bundan maada (başka), Kocaeli grubu tâbir edilen diğer bir grup daha olup,
Albay Kâzım Bey kumandasında idi. Albay Fahrettin Bey kumandasında da 5'inci bir
süvari grubu kuruldu.
1921 yazında yeni Yunan taarruzu başlayınca, 2'nci İnönü'nden beri ancak 3 ay
geçtiğinden ve ulaştırma zorluğundan, Türkler mühimmat ve silâh stoklarını
tamamlamak için kâfî zaman bulamamışlardı. Dolayısıyla kabul edilen taktik
müdafaa oldu.
Yunan birlikleri, 10 Temmuz 1921'de harekete geçtiler. İlerlemeleri çok
süratli oldu. Türklerin merkezinde ve sağ kanadına yükleniyorlardı. 13 temmuz'da
Afyon, 17'de Kütahya, 20'de Eskişehir alındı. Evvelki Yunan taarruzlarının
hedefine nihayet ulaşılmıştı ve Türkler, demiryolu gibi kıymetli ulaştırma
vasıtasından mahrum kalacaklardı. yYunanlılar bu ilk muvaffakiyetle
Sayfa 34
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
yetinebildilerdi. Onlar için esef edilecek cihet, daha ileri gitmek istemeleri
oldu.
18 Temmuz'da Karacahisar'a nakledilen Batı cephesi karargâhına gelen Mustafa
Kemal, cephe kumandanına orduyu Sakarya gerisine çekmek üzere, Eskişehir'in
kuzey ve güneyinde toplanılması için talimat verdi. İki ordu arasına pek
bereketli olmayan toprakları ve nehri sokmak ve Türklere yeniden toplanmak için
zaman kazandırmak istiyordu.
Buna rağmen Türk kumandanlığı, 21 Temmuzda Eskişehir'in doğusunda bir mukabil
(karşı) hücumu denedi; fakat birlikler Seyit Gazi-Kırgızdağ mıntıkasında bir
çevirme hareketine girişen, adetçe üstün Yunan kuvvetleri ile karşılaştılar. Bu
Türklerin Eskişehir muharebesi diye isimlendirdikleri karşılaşmadır.
Türkler, Sakarya gerisine çekildiler.
Eskişehir'in alınmasından sonra, 25 Temmuzda başlayan Yunan taarruzunun
durdurulmasına rağmen durum vahim idi. Kâzım Karabekir Paşa, yapılacak bir iş
kalmamış olan kuzey-doğu cephesinden takviyeler getirdi.
Millet Meclisinde endişe hüküm sürüyordu ve paniği durdurmak zarurî idi. Bütün
ümitler Mustafa Kemal'de toplandı ve 5 Ağustos 1921'de Büyük Millet Meclisi,
Mustafa Kemal'e, o zamana kadar yalnız padişaha verilen, Başkumandanlık unvanını
verdi ve üç ay sonunda yenilebilir mutlak hak tanıdı.
3 Nisan 1921'den beri Vekiller Heyeti Reisi, Harbiye Vekili ve Erkânı Harbiye
Reisi olan Fevzi Paşa, Harbiye Vekâletini Rafet Paşaya bırakarak diğerlerini
muhafaza etti.
Mustafa Kemal, derhal faaliyete geçerek, birliklerin ikmâli için millî tekalîf
komisyonlarını kurdu ve Fevzi Paşayla Polatlı'ya gitti.
Diğer taraftan, Yunanlılar da büyük faaliyet gösteriyorlardı. Başkumandan olan
Kral Konstantin İzmir'e çıkmış ve 7 Temmuz'da Uşak'a gelmişti. Sonra Kütahya'ya
yerleştiğinde Lloyd George, İngiliz Parlamentosunda Sèvres muahedesinin
kifâyetsiz (yetersiz) olduğunu ve daha da genişletilmesi icap ettiğini
(gerektiğini) söylüyordu.
13 Ağustosta Eskişehir Seyit Gazi hattından harekete geçen Yunanlılar,
ilerlemeye başladılar. 15'de, Kral Konstantin ''Ankara'ya!'' emrini veriyordu.
Tarihe göre, yunanlılar 88.000 tüfek, 7.000 mitralyöz, 300 top ve 1300 kılınç,
15-20 tayyare ile mücehhez iken Türklerin 40.000 tüfeği, Yunanlılardan 10 defa
eksik olmak üzere 700 mitralyözü, 177 topu, 2.745 kılıcı ve 2 tayyareleri vardı.
Süvari kuvvetleri hariç, Türklerin adetçe azlığı barizdi (belli idi).
Türk ordusunun dağılışı, gruplar itibarıyla, İkinci İnönü muharebesinin aynı
idi ve grup kumandanları da değişmemişti. birliklerin dağılışı şöyle idi: 1'inci
grup Mihallıççık'ta, sakarya önünde, 3'üncü grup Ankara-Eskişehir demiryolunun
kuzeyinde ve nehrin doğusunda, 12'nci grup aynı demiryolunun öbür tarafında,
4'üncü grup Polatlı-Malıköy mıntıkasında, Kocaeli grubu, Sakarya istikametinde
yürüyüşte idi. Bir ihtiyat grubu, Sincanköy'de Yusuf İzzettin Paşa kumandasında
idi. Nihayet, Kilikya'da Fransızlarla yapılan anlaşma sonunda serbest kalan
2'nci Kolordu, Akşehir'den Haymana'ya, Salâhattin Adil Bey kumandasında
ilerlemekte idi. 5'inci süvari grubu, Fahrettin Paşa kumandasında Aziziye'de
idi.
Hareket hâlinde birlikler müstesna, yalnız süvariler ve 3'üncü grup Sakarya
önünde bulunuyordu.
Taaruzun başında, Yunanlılar süratle ilerleyerek nehrin sağ kıyısına, karşıya
geçmemiş Türk birliklerini attılar; sonra, Yunan taaruzu sol kanat üzerine
yüklendi. Yunan sağ kanadı Sakarya'yı geçti ve doğudan batıya akan ve
Sakarya'nın sağ kanalını teşkil eden Ilıca çayına geldi. İki ordu arasında yakın
temas 23 Ağustos'ta temin edildiğinden, bu tarih Türklerce, bu muharebelerin
başlangıç tarihi olarak kabul edilmiştir.
Bu muharebe 22 gün, 22 gece, 100 kilometre uzunluğunda bir cephe üzerinde
cereyan etti. Muharebede, Yunanlıların Helenizm Megoloideası'nın mukadderatı,
Türklerin ise vatanlarının bekâsı mevzuu bahs olduğundan, çarpışmalar çok
şiddetli oldu. Türkler tarafında en seçkin kumandan olarak Kâzım, Şükrü Naili,
Kemâlettin Sami, Fahrettin, İzzettin, Derviş ve başkaları vardı.
Bilhassa, Türkler için ikmâl zorluğu mevcuttu ve daimi bir gayret ve tükenmez
imana ihtiyaç gösteriyordu. Biçare köylüler, tahta tekerlekli kağnıları ile,
kadınlar ise sırtlarında mühimmat taşıyorlardı. (1)
Ilıca nehri üzerinde Yunan birlikleri taarruza başladıklarında, evvelce batıya
dönük bulunan Türk cephesi, cenuba (güneye) bükülmüştü. Türkler şimdi Ankara'yı
müdafaa ediyorlardı. Mustafa Kemal, taarruzun başında Yunanlıların güneyden bir
çevirme hareketine girişeceklerini tahmin ederek, bu tedbiri baştan düşünmüştü.
Ilıca nehrinin kuzeyinde, düşmanı şiddetli bir mukavemetle yıprattıktan sonra,
sol kanadından birliklerini mukabil taarruz için mecburi yürüyüşle sağa
çekmekten çekinmedi ve sonra mukabil taarruz bütün cephede başladı. Yunan ordusu
kaçıyordu. 13 Eylül de Sakarya'nın sağ kıyısında Yunanlı kalmamıştı.
Sayfa 35
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
Yunan ilerleyişi, bundan 22 asır evvel, Makedonyalı Büyük Fatih'in, zihnindeki
''Doğu meselesi''nin karışık düğümlerini çözmek için efsanevi ve sembolik kılınç
darbesini indirmiş olduğu, tarihi Gordium mıntıkasında kırılmıştı.
19 Eylül 1921'de Büyük Millet Meclisi, Türkiye'nin kurtarıcısına Müşir askeri
ünvanını ve Müslüman memleketlerde muzaffer manasına gelen Gazi şeref rütbesini
veriyordu. Milli Mücadelenin ve Türklerin Marne'ı olan bu muharebenin ruhu,
Mustafa Kemal olmuştu.
İtilâf devletleri, Fransa, İngiltere ve İtalya, muhasamata (düşmanlığa) son
vermek için hizmetlerini sunmaya karar verdiklerinde, Paris'te 22 Mart 10922'de
toplanan üç hariciye vekilinin ''Doğu Konferansı'', bir mütareke teklif etti. Bu
teklif, İtilâf devletleri tarafından tesbit edilecek askeri komisyonların
kontroluna tâbi, bir bitaraf mıntıka tesisine dairdi. Mütareke üç ay için
imzalanacak ve yenilenebilecekti.
İtilaf devletlerinin teşebbüsü, iki hasım tarafça kabul edildi. Bununla
beraber, Kemalist Türkiye yabancı askerî kontrol tanımıyordu. Müzakereyi,
Yunanlıların Anadolu'yu tahliyesi hâlinde kabul ediyordu.
O zaman, 26 Martta, Paris Konferansı, sulh anlaşması şartlarını bildiren bir
nota gönderdi. Bu Sèvres muahedesinin iyileştirilmiş veya yeniden tanzim edilmiş
bir nevi idi. Bazı tahdide tâbî olarak, İzmir Türklere iade ediliyordu. Türk
birliklerinin sulh zamanı mevcudu 50.000 den 85.000 çıkarılacaktı.
Bu teklifler, Türk Millîcilerinde İnfiü (tepki) yarattı. Sèvres muahedesinin
nefret uyandıran hükümlerinin yeni ve basit bir tab'ı, bir nevi sulh taarruzu
denilebilecek bu tekliflerle, Yunanlıların başını kurtarmak, aynı zamanda Doğu
meselesini yine Batının lehine halletmek istendiği düşünülüyordu.
Ankara hükûmeti, 5 Nisanda, mukabil tekliflerde bulundu. Teklifler, 15 tarihli
bir cevapla reddedildiler. Büyük Millet Meclisi, İzmit'te bir konferans
toplanmasını teklif etti. Bu da Londra tarafından reddedildi.
Bir defa daha söz silâhlarındı.
Sivrihisar ve Afyonkarahisar istikametinde çekilen Yunan birlikleri takip
edildiler ve Eskişehir'in doğusunda, Kütahya ve Afyon'da evvelce hazırlanan
müdafaa mevzilerine kadar kovalandılar. Netice olarak, Yunanlılar, Eskişehir
muharebesinden sonra işgal ettikleri mevzilere dönmüşlerdi.
İşi bitirmeye karar veren ve müzakerelerin lütfuna kâti bir zaferi tercih eden
Mustafa Kemal, tasarısını gerçekleştirmek üzere Türkiye'yi lüzumlu kuvvetlerle
teçhiz (donatmak) için bütün enerjisini kullandı. Diğer cephelerde fazla olan
herşey, yayan veya en iptidaî (ilkel) ulaştırma vasıtaları ile, batıya yollandı.
Erzurum, kars, Elcezire, Adana mıntıkasında pek az kuvvet bırakıldı. Kağnı,
belki de basitliğinden olacak, yeniden ikmâl çalışmalarına iştirak etti: Dolu
tekerlekler, parmaklı tekerleklerden daha az çamura batıyordu. Sadık unsurların
ve millî gayeye katılan bahriyelilerin gayretleri ile, Müttefiklerin nezareti
altında bulunan İstanbul'daki silâh depolarından, cephane sandıkları, hattâ
toplar gizlice alınıyor ve Anadolu'ya sevkediliyordu.
Sakarya'da sağ kanada kumanda eden ve Büyük Millet Meclisi başkanı olacak olan
yeni Millî Müdafaa Vekili Kâzım Paşa, ordunun ikmâlini teşkilâtlandırarak
memlekete büyük hizmetler etti. Tesirli olduğu görülen süvari birlikleri takviye
edildi.
Yunanlılar, mevzilerini süratle sağlamlaştırmakla meşgul idiler. Durum tersine
dönmüştü ve dikenli tellerin arkasında Türk taarruzunu bekleyen şimdi onlardı.
Taarruza, 1922 Haziranında, Mustafa Kemal karar verdi. Bu sıralarda, Mustafa
Kemal, bazı Meclis azalarının, bilhassa Malta'dan dönen İttihatçıların, sinsi
faaliyetlerine maruz idi. Mustafa Kemal'e tanınan mutlak hakkın yenilenmesinden
memnun olmadıklarından, Yunanlılara taarruzda gecikilmiş olmasına hayrette
gözüküyorlardı. Bunun üzerine Gazi, askerî durum hakkında açıklamada bulunmay
lüzumlu gördü.
Yunanlılara hücum kararı verilince, 10 Ekim 1921'den beri Batı cephesi
kumandanı İsmet Paşa, taarruzu hazırlamakla meşgul oldu. Başkumandan,
Akşehir'deki karargâha bir ziyaretten sonra harekâtın Ağustos'ta başlamasına
karar verdi ve Ankara'ya döndü. (6 Ağustos)
Bu sıralarda, tamamlanan askerî güç meyvalarını vermişti; Türk ordusu,
Yunanlıların kuvvet ve silâhlarına ulaşamamakla beraber hissedilir derecede
yaklaşmış, hattâ süvari birliklerinde adetçe bir üstünlüğe bile sahip
bulunuyordu. Batıdan kolaylıkla ikmâl gören Yunanlıların malzemesi daha iyi
idi.? tarihte Yunan ordusu 130.000 tüfek, 8.060 mitralyöz, 348 top, 1.300
kılıçtan müteşekkildi. Türk ordusu ise 98.670 tüfek, 1.864 mitralyöz, 232 top ve
5.286 kılıçtan ibaretti.
Mustafa Kemal'in plânı şöyle idi: Düşmanın silâhlı kuvvetlerinin imhasını
hedef tutan bir hareket harbi yapmak ve Afyonkarahisar'ın güneyinden Akarçay ve
Dumlupınar'a hücum etmek, bu suretle katî bir netice elde etmek.
Şuhut kasabası civarında dar bir sahada, Türk birliklerinin toplanmasını gizli
Sayfa 36
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
tutmak için, icap eden (gereken) bütün tedbirler alınmıştı.
20 Ağustos 1922'de, Başkumandan, gizlice ayrıldığı Ankara'dan, otomobille
Konya üzerinden Akşehir umumî karargâhına geliyordu.
İsmet ve Fevzi Paşa, Erkânı Harbiye Heyetleri ile birlikte, Türk hücum
birliklerinin toplanma yeri, Küçük Şuhut'a gittiler. Buradan, hücum kuvvetini
teşkil eden 11 piyade ve 3 süvari tümeni, gece yürüyerek, gündüz tayyarelerden
saklanarak Akarçay ile Ahırdağ arasında mevzi aldılar.
26 Ağustos'ta, İsmet ve Fevzi paşalar refakatinde Başkumandan, Kocatepe
(Afyonkarahisar güneyinde, bu şehirle Şuhut kasabası arasında) rasat yerine
çıktı. Sabahın beş buçuğunda kesif bir topçu ateşi başladı. Hücum akşama kadar
devam etti ve Yunanlıların takviyeli mevzileri bir günde alındı. Ertesi günü,
yeni taarruzlar, Yunanlıları kuzeye doğru püskürttü. Müteakip günlerdeki
savaşlarda 1 ve 2'nci Türk orduları, güney ve doğu kenarından cepheyi tazyik
ettiler ve süvari grubu batı ve kuzeyden onları takip etti; böylece Yunan ordusu
ikiye bölünmüş oldu. Dumlupınar'ın kuzey batısındaki Aslıhanlar mıntıkasında
çevrilen güney kısmı, Çalköy yakınında, başkumandan tarafından şahsen idare
edilen bir muharebe sonunda tamamen imha edildi (30 Ağustos). 31 Ağustos'ta
Mustafa Kemal, bu zaferi kazandığı harp sahasını incelerken, kaçan düşman
kuvvetlerinin takbini süratledirmek, Uşak'tan trenle çekilen birliklere ve
Eskişehir bölgesinde bulunan Yunan ordusunun ikinci parçasına hücum ederek,
Anadolu'yu Yunanlılardan tamamen temizlemek tedbirlerini kararlaştırıyordu. 1
Eylülde meşhur emrini verdi: ''Ordular, Hedefiniz Akdeniz'dir. İleri!''
2 Eylülde Uşak'a girdi. Burada, esir edilen General Trikupis (azledilen Hacı
Anestis'in yerine gelen) ve yardımcısı General Dionis kendisine getirildi.
Türk ordusu, İzmir'i 9 Eylülde ve Mustafa Kemal, ertesi günü şehre girdi.
Maalesef, 13 Eylülde, müthiş bir yangın, şehri tamamen harap etti. Yunanlılar
ve Türkler, bu felâkete sebebiyet verdikleri için, birbirlerini karşılıklı
olarak itham ettiler (suçladılar).
Menderes bölgesi Yunan birlikleri, Türklerin ellerine düşen kumandanlarından
emir alamadıklarından, İzmir'in işgalinden sonra esir edildiler.
Diğer taraftan, Yunanlıları Eskişehir'den çıkarmış olan 3'üncü Ordu grubu,
onları takip etti ve Bursa doğusunda çevirdi. bu gruba bağlı bir tümen, Mudanya
yakınlarında esir edildi. Gerisi, Bandırma'dan veya Kapıdağ yarımadasından
gemilere binerek kurtuldu.
18 Eylülde Batı Anadolu, Yunan birliklerinden tamamen temizlenmişti. Sakarya
harbinden sonra yaptıkları gibi Yunanlılar, peşlerinde Yunan halkı olduğu hâlde,
yolları üzerinde bulunan herşeyi yakarak ve tahrip ederek kaçtılar.
Bir müddet sonra, İzmit'ten hareket eden Türk birlikleri, Boğazlar
istikametinde, Gebze'ye kadar ilerleyerek İngiliz birlikleri ile temasa
geçtiler.
Trakya'da bir Yunan ordusu var idi ise de duruma tesir edemezdi. Herşey,
İstanbul Boğazında ve Çanakkale'de mevzilenmiş, Harrington birliklerinin
takınacağı tavra bağlı idi. Başvekil Lloyd George silâhlı bir çatışma ihtimalini
kabul eder göründü. Hattâ dominyonlara takviye için müracaat etti ise de,
hadiselerin haricî inkişafından (gelişmesinden), teşebbüsü neticesiz kaldı.
İşte bu kritik anda, Çanakkale'yi tahliye ettirmiş olan ve ileride görüleceği
üzere, Türkiye ile ayrı bir anlaşma aktetmiş bulunan Fransa, bir çatışmayı
önlemek için gayret gösterdi. Fransa, Franklin-Bouillon'un keskin zekâsı ve
açıksözlülüğü ile buna muvaffak oldu. Müzakereler, Türk-Fransız dostluğunun
yeniden teessüsünü temin etti (kurulmasını sağladı).
Fransa İstanbul yüksek komiseri General Pelle'nin İzmir'de, Mustafa Kemal'den
Türk ordularının bitaraf mıntıkaya sokulmamasını talep ettiği bir ziyaretten
maada (başka) Gazi, bir Fransız harp gemisiyle buraya gelen M. Franklin
Bouillon'la mühim bir görüşme yaptı.
Mustafa Kemal'in Trakya kurtarılmadıkça ileri yürüyüşü durdurmanın imkânsız
olduğunu bildirdiği bu görüşme sırasında, Meriç'e kadar Trakya'nın tahliye
edileceğini vaad eden ve Yunan birliklerinin hangi hat gerisine çekileceğini
tespit için İzmit veya Mudanya'da bir askerî mütareke komisyonu toplanmasını
teklif eden, 23 tarihli İtilaf devletlerinin muhtırası geldi.
Büyük Millet Meclisi hükümeti Mudanya'yı seçtiğinden, muhtelif devlet
temsilcileri 3 Ekim 1922'de ve müteakip günlerde toplandılar.
İngiltere'yi General Harrington, Fransa'yı General Charpy, İtalya'yı General
Monbelli, Türkiye'yi İsmet Paşa ve Yunanistan'ı General Mazarakis temsil
ediyordu.
Müzakereler, İtilaf devletleri temsilcilerinin, Trakya'nın tahliyesini bir
sulh antlaşması neticesine doğru bağlamak istemelerinden çetin geçiyordu.
Çarpışmalara Türklerin yeniden başlama tehdidi karşısında derhal kesilen
müzakerelere bir müddet sonra tekrar başlandı ve 11 Ekim'de bir anlaşmaya
varılabildi. Yunan temsilcisi imzalamayı reddetti ise de hükümetin müttefiklerin
Sayfa 37
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
tazyiki (baskısı) ile anlaşmayı daha sonra tanıdı.
Yunan ordusu, Trakya'yı on beş gün içerisinde tahliyeyi kabul ediyor, Türkiye
ise, burayı bu suretle silâh atmadan elde ediyordu. Türkler, bu mıntıkada
nizamı, anlaşmanın gerçekleşmesine kadar, en fazla 8.000 kişilik bir jandarma
kuvveti göndererek temin edebileceklerdi.
Boğazlar mıntıkasında sivil idare Türklere geçiyor, fakat İtilâf devletleri,
sulhun akdine kadar, burada asker bulundurma hakkını muhafaza ediyorlardı.
Trakya'daki Yunan halkının ekseriyeti, çekilen Yunan birliklerini takip etti.
Evvelce görüldüğü gibi, Büyük Millet Meclisi ile Sovyetler arasında bir
anlaşma 20 Ağustos 1920'de aktedilmişti ve Ali Fuat Paşa Moskova'ya elçi olarak
gönderilmişti.
Ruslar, çifte İnönü zaferinin ve Müttefiklerin, Ankara delegelerini Londra
Konferansına davet etmelerinin tesiri altında kalarak, 1 Mart 1921'de Türkiye
ile bir anlaşma aktettiler.
Bu anlaşma, İktisat Vekili ve Kastamonu mebusu Yusuf Kemal bey, Maarif Vekili
ve Kastamonu mebusu Rıza Nur Bey ve elçi, hususî murahhas olarak Ali Fuat Paşa
ile Haricî İşler Halk Komiseri Çiçerin ve Merkez İcra komitesi azası Korkmazof
tarafından imzalandı.
Wilson'varî bir başlangıçla, milletlerin kardeşliği prensibinden ve
milletlerin mukadderatını serbestçe tâyin haklarından bahsediyor ve
emperyalistliğe karşı mücadelede milletleri tesanüte (dayanışmaya) davet
ediyordu.
Her iki taraf da, tarafeynden (taraflardan) birine yüklenmek istenen, herhangi
bir sulh anlaşması veya beynelmilel akti tanımamayı prensip olarak kabul
ediyordu. Rusya, Türkiye namı altında 19 Ocak 1920 tarihli Misakı Millî'de
belirtilen mıntıkaların anlaşıldığını kabul ediyordu. (1'inci madde)
Her iki taraf da, Çar Hükûmeti ile padişahın Türkiyesi arasında aktedilen
bütün anlaşmaları muteber (geçerli) saymıyorlardı. (madde 6)
Rusya'da Türkiye'de kapitülasyonların lâğvını kabul ediyordu (madde 7).
Taraflar, mukabil (karşı) tarafa hasım toplulukların kendi memleketlerinde
teşkilat kurmalarını veya ikametini kabul etmemeyi taahhüt ediyor (8. madde) ve
milletçe en fazla istenilen rejimin karşılıklı olarak tatbikinde anlaşıyorlardı.
Takriben 7 ay sonra, Türkiye, Rusya ve üç Sovyet Sosyalist Kafkas Cumhuriyeti
ile (Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan) Kars anlaşmasını aktediyordu. (13 Ekim
1921) (1)
Bu anlaşma, bilhassa Moskova muahedesi hükümlerini, Türkiye'nin yeni
ilhaklarını teyid ediyordu. (1)
Nihayet 2 Ocak 1922'de, Ukranya Sovyet Sosyelist Cumhuriyeti ile bir anlaşma
yapıldı. Hariciye Vekili Yusuf Kemal ve Ukranya Sovyetleri Merkez İcra Komitesi
azası, halk komiserleri meclisi azası, Kırım ve Ukranya'da bütün silâhlı
kuvvetler başkumandanı, Kızıl Yıldız nişanını hâmil, konferansta fevkalâde elçi
olarak bulunan Mişel Frunze arasında aktedildi (imzalandı).
Ruslar, Türkiye'yi resmen tanıyan ilk devlet oldular.
Türk-Rus anlaşması, şu hâlde Kemalist devlet için çok ehemmiyetli idi.
Müzakereler, Avrupa'da büyük hoşnutsuzlukla takip edildi. Bununla beraber,
tekmil Doğu Avrupa'nın istikrar kazanması hususunda bu anlaşmaların gayet müsait
inikâslarını (yansımalarını), aynı zamanda bazı gayeye matuf (yönelmiş)
neşriyatın Türkiye'yi komünizm hegemonyası altına sokmayı istemekle itham etmeye
kadar vardıkları Kemalist politikaya tevcih edilen aceleci tenkitlerin
esassızlığını, Avrupa fark etmeye başladı.
Türkiye ile Fransa'nın 1920 Mayısından beri bir anlaşma zemini aradıkları
görülmüştü. Bu gayretler Briand tarafından devam ettirildi. Fakat 1921
Haziranında bir neticiye varılabildi ve Ankara'ya resmî sıfatla giden Franklin
Bouillon'la bir anlaşma tanzim edilebildi. Mustafa Kemal, Hariciye Vekili Yusuf
Kemal ve Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa tarafından takip edilen müzakereler
uzadı.
Türkiye'ye karşı iyi temayüllerini takdir ettiği Franklin Bouillon'la, Mustafa
Kemal müzakere ederken, yalnız yeni Türk devletinin var olduğunu ve Misakı
Millî'ye uygun bu devletin mutlak bir hürriyeti hakkı bulunduğunu ona kabul
ettirmeye çalışıyordu. Müzakereler, kapitülasyonlar meselesinden ve Kemalist
hareketin belirtiği kökten değişikliğin anlaşılmamasından zorluklarla
karşılaştı. Kemalist hareketten doğan Türk devleti, sadece Osmanlı
İmparatorluğu'nun yeniden canlanması olmayıp, üstelik dahilî siyasetinin başlıca
noktalarında ona tamamen zıt anlayışa istinat eden (dayanan) bir teşekküldü. M.
Franklin Bouillon'un büyük liyâkatı, bu hususu açıkça ayırt etmeye ve peşin
hükümlere galebe çalmaya muvaffak oldu. Kendisi ile Yusuf Kemal tarafından 20
Ekim 1921'de Ankara anlaşması diye anılan aktin imzalanması, bu peşin hükümlere
ilk darbeyi vurdu.
Bu siyasî vesika diplomatik maharati gösterir: İki taraf arasında harp halinin
Sayfa 38
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
sona ermesi (1. madde) ve üçüncü müteakip maddelerde Kilikya'nın Fransa
tarafından tahliyesi demek olan birliklerin karşılıklı çekilmesi. 7'inci madde
ile Fransa, Türk halkının ekseriyette bulunduğu İskenderun mıntıkasında, resmî
lisanı Türkçe olmak üzere, bu hususî idare rejimi tesis etmeye razı oluyordu.
8'inci madde ile Türk-Suriye hududu şöyle tarif edilmişti. ''İskenderun
Körfezinde Payas'ın kuzeyindeki bir noktadan hareketle hudut Meydanı Ekbes'e
doğru ilerleyecek, oradan güney doğuda Moskova'yı Suriye'yi, Karnaba'yı ve
Kilis'i Türkiye'ye bırakarak dönecek; buradan Bağdat hattına ulaşarak Nusaybin'e
kadar bu hattı Türk arazisine bırakacak; oradan Nusaybin-Cezire - İbni Ömer eski
yolunu takiben Dicle'ye ulaşacaktır.''
Muahedede, kapitülasyonlardan bahis yoktu. Yalnız muahedeye ek bir mektubunda,
Yusuf Kemal Bey, Türkiye'nin hükümranlık ve hürriyetine dair bütün meselelerini,
karşılıklı bir anlayışla halletmeye, Fransa hükümetinin çaba sarfedeceğine ümidi
olduğunu ifade ediyordu.
Sade bu memlekete derhal temin ettiği imkânlar bakımından değil, Türkiye'ye
karşı bir müttefik cephesinin kalkmasını belirtmesinden, yeni devleti resmen
tanınmasına delâlet ettiğinden ve o zamana kadar Kilikya cephesinde tutulmakta
olan Millîci birliklerin serbest kalmasını temin etmesinden, Ankara anlaşması,
Türkiye'de mühim bir siyasî muvaffakiyet (başarısı) olarak telâkki (kabul)
edildi.
YEDİNCİ BAHİS
SALTANATIN LAĞVI VE LAUSANNE KONFERANSI
Saltanatın lâğvı (1 Kasım 1922).- İlk Lausanne Konferansı (20 Kasım 1922-4
Şubat 1923).- İkinci Lausanne Konferansı (23 Nisan-24 Temmuz 1923).- İstanbul'un
Müttefikler tarafından tahliyesi (2 Ekim 1923).- Lausanne müzakereleri sırasında
iç siyasî durum.- İkinci Büyük Millet Meclisi ve Halk Fırkası.- Türkiye'nin yeni
başkenti.
Mudanya mütarekesinin aktinden sonra Müttefikler sulh müzakereleri ile meşgul
oldular. İki Türk hükûmetine yapılan davet, sadrazam Tevfik Paşaya hitaben
gönderildi. Sadrazam Tevfik Paşa da bu daveti Büyük Millet Meclisine ulaştırdı
(28 Ekim 1922). Bu beceriksizlik, aşağıda Gazi tarafından bizzat hülâsa edilen
hikâyede görüleceği üzere, Saltanatın devrilmesine sebep veya vesile oldu:
Zaferden sonra Mustafa Kemal, askerî ve siyasî meselelerin kendisini tuttuğu
İzmir'de, ikametini bir müddet daha uzattı. Mebusların çoğu ise, onu Ankara'da
görmek istiyorlardı. Siyasî çevreler, bilhassa Sultanın mukadderatının ne
olacağını tahminle meşgul idi. Millîcilerin galebesi, Mehmet VI'nın tahtı ergeç
terketmeye mecbur kılacağını ve mühim değişiklikler olacağını tahmine imkân
veriyordu.
O sıralarda, (12 Temmuz 1922'den beri) Vekiller Heyeti Reisliğinde Rauf Bey
bulunmakta idi. İkinci grup tabir edilen Sultanın iktidarına taraftar olanlarca
seçildiğinden, Rauf Bey bu andan itibaren, eski dostunun hareket tarzından
uzaklaşmaya başlamakta idi. Hattâ, Mustafa Kemal'i Ankara'ya getirtmeye çalıştı.
Mustafa Kemal, bu ısrarda, askerî hareket bittiğinden devlet işlerine
karışmamaya bir davet görüyordu. Mustafa Kemal'in reddi üzerine Rauf Bey İzmir'e
gitti ve müteaddit günlük işler müzakere edildi.
Mustafa Kemal, nihayet Ankara'ya gitmeye karar verince, Rauf Bey bundan,
saltanatın âkibetini soruşturmak için istifade etti. Konuşma, Keçiören'de Refet
Paşa'nın evinde, ev sahibi ile Ali Fuat Paşanın yanında oldu. Rauf, Gazi'ye
âniden Saltanatın lâğvına niyeti olduğuna dair dedikoduların neye istinat
ettiğini sordu. Mustafa Kemal, Rauf'a Saltanat mevzuunda ne düşündüğünü sorarak
cevaptan sakındı. Rauf, kendisinin ve babasının ekmeğini yemiş oldukları
padişahların devamına taraftar olduğunu açıkça söyledi. Asırlardan beri süren
bir hürmetle çevrili olarak ve tebaalarının ihtiras ve kavgalarının üstünde
tahtta kalmaya devam etmelidirler.
Refet Paşa bu görüş tarzını tasvip etti. Ali Fuat, Rusya'dan dönüşünü mazeret
göstererek özür diledi ve konuşmaya iştirakı reddetti.
Mustafa Kemal, bu meseleyi müzakere için zamanın gelmemiş olduğunu söylemekle
iktifa etti.
Aslında harekete geçmek için müsait bir fırsat bekliyordu. Yukarıda
bahsettiğimiz davet şeklinde bu fırsat ortaya çıktı.
Tevfik Paşanın telgrafını ele geçiren Mustafa Kemal, Büyük Millet Meclisindeki
Sayfa 39
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
locasına Rauf'u, sonra da Kâzım Karabekir Paşayı çağırttı ve Saltanatın
devrilmesini talep edeceğini söyledi. Kendisine yardım etmelerini rica ediyordu.
Kabul ettiler ve Rauf Bey, kürsüde Padişahlığın devrilmesini ileride millî bir
gün olacağını söyledi.
Mustafa Kemal burada söz aldı, saltanatın kaldırılması icap ettiğini açıkladı.
Ertesi gün, Büyük Millet Meclisinde Hilâfet meselesi uzun, uzun münakaşa
edildi. Mustafa Kemal, bu müessenin Hülâğu'nun son halife Mustasım'ı 1258'de
katlettiğinden beri mevcut olmadığını ve bittabı Selim I'ın Mısır'ın fethi
sırasında Mustasım'ın soyundan bir mülteciye mübâlağalı bir ehemmiyet atfetmiş
olmasının, bugün de mevcut olmasını icap ettirmeyeceğini söyledi.
Bundan sonra bir önerge yağmuru oldu. Meselenin müzakeresi, üç encümene
gönderildi: Teşkilâtı Esasiye, Şeriye, Adliye. Bu bir red idi. Ama, Mustafa
Kemal meseleyi böyle görmüyordu. Bir sıranın üzerine çıktı ve şu sözleri
söyledi: Beyler, iktidar ve hükümranlık az veya çok akademik münakaşalarla temin
edilemez. Sultanlar, iktidarı ve hükümranlığı kuvvetle elde ettiler ve millete
emri vakî yaptılar. Eğer millet hükümranlık istiyorsa, ayni şekilde hareket
etmelidir, bu emri vakî hali de esasen mevcuttur. Benim gibi düşünmeyen
mebuslara gelince, hiç bir şeye mani olamıyacaklardır ve başlarını lüzumsuz yere
tehlikeye atmaktadırlar.''
Sonra bazı teknik izahat vererek, Meclisin din adamlarını ikna etti. Karma
encümen süratle bir kanun lâyihası hazırladı.
''Aynı günün ikinci içtimaında, (toplantısında)" Gazi ilâve ediyor, ''kanun
tasarısı okundu. Birisi açık reye konmasını teklif ettiğinde, kürsüye çıktım:
Beyhude, dedim, Yüksek Meclisinizin memleketin ve milletin hürriyetini ebediyen
temin edecek tedbirleri ittifakla kabul edeceğinden şüphe etmiyorum. ''Reye,
reye'' diye sesler işitildi. Nihayet reis oya koydu ve derhal ilân etti.
''İttifakla kabul edildi''. Bununla beraber bir itiraz, bir tek itiraz duyuldu.
Birisi ''itiraz ederim'' diye bağırıyordu. Haykırışı ''karar verilmiştir''
sözleriyle bastırıldı. İşte Saltanatın yıkılışının son safhası böyle
kapanıyordu.''
Kanun, Mehmet VI.nın Padişah ünvanının kaldırıldığına dairdi. Hilâfet, Osmanlı
hanedanına, salâhiyetleri belirtilmeden, bırakılmıştı.
Son Osmanlı kabinesi derhal istifasını verdi ve beş gün sonra, İstanbul'un
adresi Millî Meclisin eline geçiyordu. O sırada, Trakya yüksek komiseri olarak
oradan geçmekte olan Refet Paşa idareyi ele aldı ve az sonra Adnan Bey daimî
temsilci oldu.
Ali Kemal'in gün ortasında kaçırılması ve linç edilmesiyle telâşa düşen
Sultan, bir müddet sonra İngiliz kuvvetleri baş kumandanı Sir Charles
Harrington'a mutemet bir adamını gönderdi. Hayatından endişe ederek, bütün
müslümanların halifesi sıfatı ile, kendisine melce teminini rica ediyordu.
17 Kasım 1922 sabahı, İngiliz generali Mehmet VI.yı otomobille aldı ve bir
harp gemisine götürdü. Burada, İngiliz amirali tarafından kabul edildi. Yüksek
komiser Henderson, kendisini ziyarete geldi ve Krala bildirilecek bir husus olup
olmadığını sordu.
18 Kasım içtimada, Büyük Millet Meclisi Vahdettin'i halifelikten de iskât
ediyor ve Abdülâziz'in oğlu ve Mehmet VI.'nın kardeş çocuğu Aldülmecit efendiyi
halife ilân ediyordu.
Sèvres muahedesinin halle muvaffak olamadığı sulhü müzakere etmek üzere
Lausanne'a gidecek heyet reisliğine, Türkiye tarafından İsmet Paşa seçildi.
İsmet Paşa, bu vazifeye hazırlık olarak 26 Ekimden beri Hariciye Vekilliğine
getirilmişti (1).
Yalnız Türkiye, üç delege göndermişti. Fransa, Barrare ve Bompard, İngiltere
Marki Curzon of Kedelston (Konferans Başkanı) ve Sir Horace Rumbold tarafından
temsil edilmekte idi.
Uzun müzakerelerden sonra, ilk Lausanne Konferansı bir tasarı hazırladı.
A. Türk-Yunan münasebetlerine müteallik hükümler:
1. Sulh müzakereleri neticelenmeden evvel sivil ve askerî esirlerin
mübadelesine dair anlaşma (öncelikle imzalandı.)
2. Mudanya mütarekesine uygun olarak Trakya'da Meriç'in sol kıyısından Türk
hududunun tesbiti. Türkiye İmroz ve Bozcaada'yı geri alıyor ve Yunan adalarından
Anadolu kıyısına yakın olanlar silâhsızlandırılıyordu. (Midilli, Sakız, Sisam,
Nikarya)
3. Türkiye'deki Yunanlılar ile Yunanistan'daki Türkler, Batı Trakya ve
İstanbul Rumları hariç, mübadele edileceklerdi. Mübadele edilen kimseler hiçbir
mazeretle eski yerlerine dönemiyeceklerdi.
4. Doğu Trakya'da ve Batı Anadolu'da, Yunanlılar tarafından yapılan tahribatın
tazmini meselesi.
B. Türkiye'nin Müttefik devletlerle münasebetlerine taalluk eden hükümler
(Anlaşma ile halledilebilenler)
Sayfa 40
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
1. Suriye hududunun tesbiti (Ankara-Türk-Fransı anlaşmasının tasvibi).
2. On iki ada üzerinde İtalya hâkimiyetinin tanınması.
3. Boğazlar meselesine gelince, Türkiye'ye, kendinin de iştirak edeceği bir
harpte, bunları silâhlandırmak hakkı tanınıyordu. Yabancı devlet gemilerinin
geçişi, bazı formalitelere tabi idi. Boğazlar komisyonu, yalnız ecnebi gemiler
için yetkili olabilecekti; askerlikten tecrit edilen mıntıkalarda ise hiçbir
kontrol hakkı olmayacaktı.
4. Çanakkale mıntıkasında Müttefik mezarlıklarına saygı gösterilmesi.
C. Anlaşmanın Müttefik Devletlerle halledemediği meseleler.
1. Sabık Osmanlı İmparatorluğu ile olan borçlar meselesi. Bilhassa Fransız
murahhaslarını alâkadar etmekte idi.
2. Kapitülasyonlar meselesi.
3. İstanbul'un ve Boğazlar'ın Müttefiklerce tahliyesi.
4. Irak'la hududun tesbiti.
Bu tasniften sonra, İsmet Paşa ile Müttefiklerin hal edemediği meselelerin bir
hayli olduğu görülmektedir. Türk heyeti reisi, kendisine tevdi edilen tasarıyı
imzalamayı reddettiğinden konferans inkitâa uğradı (4 Şubat 1923).
Lozan Konferansı, 23 Nisan 1923'te toplanarak tam üç ay sürdü. Sekreterlikte
bazı değişiklikler müstesna, Türk heyeti ilk konferanstakinin aynı idi.
Müttefikler, bilhassa Fransızlar heyette değişiklik yapmıştı. General
Pell´e'nin delege olarak tâyini, Türkler tarafından çok müsait karşılandı.
Bununla beraber, Türk-Fransız nizaları, (anlaşmazlıkları) konferansta en fazla
endişe veren hususlar oldu. Hattâ, Türk gazeteleri Fransa'nın tecridinden
bahsettiler ve bu güçlüklerle, General Weygand'ın Suriye yüksek komiserliğine
tâyini ile Suriye hududunda Türk birliklerinin yığınak yapmasını, ilgili
gördüler. Borçlar meselesinde hakkımızın tanınmasını takiben, iki memleket
arasında başlıca zorluk, Osmanlı borçları kuponlarının ödenme şekli oldu.
Fransa, Türkiye'ye borç verilen paranın, bu kuponların ödenmesinde de ayni, yani
altın olmasına dair Muhterem kararını teyidini kat'iyetle istiyordu. Türkiye ise
bunu reddetti. Bundan başka Chester projesine taalluk eden (dayanan) anlaşma
kararını, daha doğrusu bu isimdeki yeni projeyi, (1'inci Chester projesi 1911'de
idi.) Fransa protestosu ediyordu. Bu, Büyük Millet Meclisince tasvibi kaydıyla,
Nafıa Vekili Fevzi Bey ile ''K.A. Quennedy ve Arthur Chester'' Amerikan grubu
arasında imzalanan muazzam bir mukavele idi. 4385 kilometre uzunluğunda bir
demiryolu inşasına dairdi. Samsun-Sivas hattının inşası harpten evvel
Fransızlara verildiğinden, General Pell´e, millici hükûmet temsilcisine,
hükûmetimizin protesto notasını verdi (11 Nisan). Nihayet üçüncü bir zorluk
mevcuttu: Ekseriyeti Fransız olan demiryolu, liman, tramvay ve gaz, tütün
işletmelerini veya şirketlerinin imtiyazları meselesi.
İngiltere ile İstanbul'un ve tahmin edilmeyen müşkülât (zorluk) mevzuu
Musul'un tahliyesi vardı.
Harp tazminatı ödemek istemeyen Yunanlılarla da zorluklar çıktı ise de bu
mevzuda çabuk anlaşıldı: 27 Mayısta tanzim edilen bir anlaşma ile Edirne'nin
istasyonu Karaağaç, harp tazminatlarına karşılık Türklere verilecekti. Münakaşa,
bir müddet sonra, Yunan ordusu tarafından Türkiye'de imzalanan harp tekâlifi
senetlerinin Yunanlıların ödemeyi reddetmeleriyle tekrar canlandı.
Bütün devletleri alâkadar eden kapitülasyonlar meselesinde, yabancılara hukukî
teminatlar veren bir anlaşmaya varıldı. 5 sene süresince, Türk Adliye Vekâleti
nezdinde Avrdupalı hukuk müşavirlerinin bulunmasına, her yabancı tebaalının
tevkifinde, bunların haberdar edilmesi ve bu tedbir sebeplerini tetkik etmeleri
karar altına alındı. Bu tedbir muvakkat olduğundan, Türkler haklı olarak
kendilerini kapitülasyonlar meselesinde dâvayı kazanmış kabul ettiler.
Karantina ve sağlık servisleri için 3 doktorun Türk memuru olarak tâyini, bu
arada kabul edildi.
Müttefik delegelerinin 4 Temmuzda müşterek müracaatı gibi âcil meselelere
rağmen, İsmet Paşa evvelce kararlaştırdığı meseleler üzerinde ısrar etti ve
böyece diğer imkânlar, meselâ kabotajın millîleştirilmesi gibi, elde etti.
Nihayet Müttefikler, sulh muahedesinin tasvibinden 6 hafta sonra, Boğazlar'ı
ve İstanbul'u tahliyeyi kabul ettiler ve anlaşma 23 Temmuz 1923'te Polonya, 24
Temmuzda da bütün İtilâf devletleri ile imzalandı. Bu, Meşrutiyetin ilânı
yıldönümünün ertesi gününe tesadüf ediyordu.
İki vâhim mesele halledilmemiş kalıyordu: Kuponların ödenmesi ve Musul'un
tahliyesi.
''Bizden istenenler ve elde ettiklerimiz'' başlığı ile 25 Temmuz tarihli akşam
gazetesi, sulhun bilânçosunu şöyle yapıyordu:
''Bizden istenilen, Trakya'nın Yunan, İstanbul'un beynelmilel, Anadolu'nun
Ermeni, Adana'nın bir Fransız, İtalya'nın bir İtalyan kolonisi olması idi. Ne
ordumuz, ne bahriyemiz olmamalıydı. Anadolu'nun ortasında kaybolmuş iki veya üç
vilâyetle, Saray, ufak veya büyük devletlerin mürakabesinde kalacaktı;
Sayfa 41
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
Maliyemiz, Adliye, Nafıa, Deniz ve Kara kuvvetlerimiz, hudutlarımız, boğazlar,
maarifimiz mürakabe altında bulunacaktı. Türkler parya ve Hristiyanlar efendi
olacaktı; bir kelime ile, Türkiye bir devlet olmaktan çıkacak, dağılacak,
bayrağı Marmara ve Ege denizi kıyılarından kaybolacaktı. İşte Sèvres muahedesi
tasarısı, mânası bu idi.
''Elde ettiklerimiz ise: Anadolu ihtilâli, İzmir mıntıkasında Yunanlıların,
Adana bölgesinde işgal ordusunun, Doğu cephesinde Ermenilerin yolunu kesti.
Antalya'daki kuvvetler çekildiler. Bütün Doğu ve Batı Anadolu, Adana, Trakya,
Antalya, Boğazlar, İstanbul bizimdir. Ordumuz, bahriyemiz olacak, kendi
kendimizin efendisi olacağız. Millî birlik tahakkuk edilmiştir. Türkiye'de,
Türkler imtiyazlı unsuru teşkil edeceklerdir. İşte, arzumuz bu idi. İşte
Lausanne anlaşmasının mânası budur.''
Türkler, Sèvres muahedesi ile İstiklâl harbi zaferinin temin ettiği anlaşma
arasında kat ettikleri yolu böyle ölçüyorlardı. Lausanne anlaşmasının
imzalanması haberiyle Türkleri saran büyük sevincin mânası böylece anlaşılıyor.
Bazı istisnalar dışında, Mustafa Kemal'in askerî başarılarından sonra sadık
yardımcısı İsmet siyasî başarıların en parlağını kazanmış oluyordu.
Bu iki muvaffakiyet, bazılarınca, hattâ Avrupa'da ''Türk Mucizesi'' olarak
vasıflandırıldı.
Daha, anlaşmanın Büyük Millet Meclisince tasvibi vardı.
23 Ağustos 1923 içtimaında, Büyük Millet Meclisi haricî işler encümeni reisi
Yusuf Kemal Bey, raporunu okuyarak, İsmet Paşa'yı tebrik etti. Bununla beraber,
bunu takip eden müzakerede bazı tenkitler belirtildi. Bilhassa Suriye hududunun
çizilmesi Mersin Mebusu Niyazi, Şair Yahya Kemal ve Hamdullah Suphi Beyler
tarafından tenkit edildi. 23 içtimaında İsmet Paşa bir nutuk söyledi ve anlaşma
4 kanun lâyıhası halinde tasvip edildi. İkisi 13 oya karşı 208'le, diğer ikisi
ise 14-16 oya karşı 213 oyla.
Lausanne'da kararlaştırıldığı gibi İstanbul ve Boğazlar, anlaşmasının tasvibi
tarihi 23 Ağustos'tan itibaren 6 hafta içerisinde tahliye edielcekti.
Bu tasvibi dahi beklemeksizin, Türk hükûmeti, bu hareketi hazırlamakla
vazifeli bir komisyon kurmuştu. İstanbul Mevki Kumandanı Salâhattin Adil'in
başkanlığında bu komisyon, subaylardan ve alâkalı diğer teşkilât
mümessillerinden müteşekkildi. (Hariciye, İstanbul Vilâyeti, Vakıflar, Polis.)
Tahliye faaliyetine, bu komisyonun ilk toplantısını takiben başlandı (5
Ağustos). Harp malzemesi müstesna, tahliye hususunda fazla zorlukla
karşılaşılmadı. Bir kaç müzakereden sonra, depolarda mevcut malzemenin,
anlaşmanın imza edildiği 24 Temmuzda teslim edilmesi kararlaştırıldı.
Türkler, hâdise çıkarmadan ve birbiri ardına Osmaniye telsiz istasyonlarını (6
Eylül), posta merkezlerini (20 Eylül), İmroz ve Bozcaada'yı (aynı ayın sonunda)
işgal ettiler.
Müttefik birlikleri, Tevhidi Efkâr gazetesinin yazdığı gibi, ''Dört buçuk
asırdan beri ilk defa yabancı işgal görmüş bir şehri'' terkederek 2 Ekimde
gittiler.
6 Ekim 1923'te Türk birlikleri, Türk halkının çılgınca tezahüratı arasında,
şehri giriyordu. Başlarında, Yunan Baş Kumandanından alınan ata binmiş, Şükrü
Naili Paşa ilerliyordu. 6 Ekim, Türkiye'nin millî bayramlarından biridir.
Lausanne murahhasları toplandığı sırada, Büyük Millet Meclisinde şu siyasî
partiler vardı:
1. İktidarda ve ekseriyette, Mustafa Kemal'in idare ettiği, Müdafaai Hukuk
Partisi,
2. Reisleri, Millet Meclisi Reis Vekili Hüseyin Avni olan İkinci Grup denilen
muhalefet.
İkinci grubun katî bir programı olmamakla beraber, muhafazakâr temayüllü,
düşen hanedana sempati besleyen ve her fırsatı (Meselâ I.inci Lausanne
Konferansının inkitâa (kesintiye) uğraması gibi) kollayarak Mustafa Kemal'e
sinsi bir muhalefet yapmakta idi. Taktiğini belirtmek için, 22 Aralık 1922'de 3
mebus tarafından Meclise verilen ve Türkiye'nin şimdiki hudutları içerisinde
doğan kimselerin Büyük Millet Meclisine seçilebilmesine taallûk eden bir kanun
tasarısı zikredilebilir. Bu, Mustafa Kemal'i, siyasî faaliyetten uzaklaştırmak
idi.
3. İttihatçılar. Nizamî İttihat ve Terakki partisi mevcut değildi fakat
uslanmamış bazı ittihatçılar eski devirleri tahayyül ediyor ve icabında perde
arkasından faaliyet gösteriyorlardı. Yeni nizama hararetle iltihak eden bir kaçı
müstesna, diğerleri pek itibar görmüyordu ve Malta sürgünlerinin dönüşü resmen
tesit edilmedi.
İkinci grup, âzalarından Trabzon mebusu Ali Şükrü Beyin bir lâz, Topal Osman
Ağa tarafından 27 Mart 1923'te öldürülmesiyle, galeyana geldi. Nizamî olmayan
bir birliğin, Giresun alayının, yarbay payesini edinmiş bulunan Osman Ağa,
aslında Çerkez Etem nevinden, başlangıçta millî harekete hizmet eden nizamî ordu
Sayfa 42
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
kurulunca gücenen, bir çete reisi idi. Hükûmet, seri ve merhametsiz (katilin 25
adamı ile gizlendiği evin muhasarası ve ağanın öldürülmesi) bir tenkille, ikinci
gruba bu cinayeti istismar imkânını vermedi.
Tahmin edilemiyecek kadar vahim bazı haller sonunda, muhalefetin
tasavvurlarına bir mani teşkil edeceğinden kaygılanarak, Mustafa Kemal Meclisi
lâğva, daha doğrusu kendi kendini feshe zorlamaya karar verdi. 20 Ocak 1921
Teşkilâtı Esasiye Kanununa ek muvakkat bir madde ''Büyük Millet Meclisi iki sene
için seçilmiştir ve millî tasavvurların tahakkukuna değin devam edecektir''
hükmünü ihtiva etmekte idi. Bu maddeye istinaden, 3 senedenberi toplanabilen
Meclis, alkışlar arasında kendini fesh etti. (1 Nisan 1923)
1 Nisanda, Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal'in bir yazısı, 120 kişilik
yeni seçimlerin yapılacağını bildiriyordu.
3 Nisanda 50.000 yerine 20.000 kişinin bir mebus seçeceğine dair yeni seçim
kanun yürürlüğe giriyordu (1. madde). Seçime iştirak edebilmek için 25 yerine 18
yaş kâfi idi. (2. madde). Profesörler müstesna, memurlar, seçimlerden iki ay
önce istifa ettikleri takdirde, mebus olabilirlerdi (3. madde). Seçimler,
evvelce olduğu gibi, iki dereceli olacak, fakat seçim için hiç bir iştirak
ücreti alınmayacaktı (4. madde).
Kanun kabul edilir edilmez, seçim faaliyetine Dahiliye Vekili Fethi Beyin emri
ile başlandı.
8 Nisanda, Mustafa Kemal, Halk Fırkası adı altında yeni bir partinin, Müdafaai
Hukuk yerine kurulacağını bildiren bir seçim beyannamesini, Müdafaai Hukuk
Grubuna tasvip ettiriyordu.
Beyanname, aynı zamanda, yeni siyasî partinin programını teşkil edecek dokuz
temel prensibi de (umde) tanıtıyordu.
Birinci prensip, hükümranlığın halka ait olduğunu ve mahallî idare
teşkilâtının şekillerini gösteriyordu: Vilâyet meclisleri, vilâyet
müfettişlikleri, köy kanunları.
İkincisi, Saltanatın lâğvına dair idi.
Diğer prensipler, veciz tabirlerle, bütün sahalarda yeniden teşkilâtlanma
projelerine temas etmekte idi.
Seçim faaliyeti şu şekilde devam etti: Teftiş heyetleri, 66 yerine 78 livada
kütükleri tanzim ettirip ilân oluyor ve namzetlik beyannamelerini kabul
ediyordu. Müdafaai Hukuk müteşebbis heyeti, namzetleri merkezden gösteriyor,
icabında mahalline propaganda heyetleri gönderiyor ve Ankara'daki heyetle
mahallî heyetler daimî, temas halinde bulunuyordu. Hakikatte Mustafa Kemal,
Müdafaai Hukuk'un reisi sıfatiyle sık, sık müdahale ediyor ve mühim kararlar
onun imzasını taşıyordu.
Bu ilk devre, namzetlerin ekseriyetlerini eleyerek, miktarını azaltmaya
yaramakta idi. Kabul edilen namzetler, bittabi Müdafaai Hukuk'unkilerdi.
Birinci derece seçimlere, 9 Haziranda ilk önce İstanbul'da başlandı. Seçimler,
mutlak bir sükûnet havası içinde tamamlandılar. Onlar, zaten yegâne mevcut parti
Müdafaai Hukuk'un namzetlerine ittifakla verildi. Memleketin seçim kargaşalığı
yerine her zamandan daha fazla sükûna ihtiyacı vardı.
Mebusların seçilmesi de ayni şartlar altında yapıldı. 29 Haziranda, İstanbul
şehri valisine, Mustafa Kemal bir mektup göndererek, kendisine tevdi edilen
şehir hemşeriliği fahri ünvanı için teşekkür ediyordu. Bu mektuba, ikinci
derecede seçmenlerin (müntehibi sani) reylerini verecekleri 15 namzedin
isimlerini havi listeyi eklemişti. Seçimler, 1923 Ağustosu başında
nihayetlendirildi.
İkinci Büyük Millet Meclisi, 11 Ağustos 1923'te en yaşlı üye, tarihçi
Abdurrahman Şeref'in (İstanbul mebusu) reisliğinde toplandı. Geçici reislik için
ise, Ali Fuat Paşa namzet gösterildi.
İkinci içtimada, (13 Ağustos) Meclis Başkanlık Divanını kurdu. Mustafa Kemal
ittifakla reis seçildi. (Aslında ittifak değil ekseriyet idi. Zira Mustafa Kemal
oyunu, Lausanne'dan yeni dönen İsmet Paşa'ya vermişti.) Ali Fuat Paşa, ikinci
reis olarak bırakıldı.
Mustafa Kemal, iki şehirden, Ankara ve İzmir'den seçilmişti. Ankara'yı tercih
etti.
Hüseyin Avni Bey ve eski meclisin bir kaç mebusu seçilmişti.
Bir müddet evvel kurulacağı resmen bildirilen Halk Fırkası, bir kaç gün evvel
teessüs etmişti (9 Ağustos). Programı derhal ilân edildi ise de 18 Ağustos'ta
bazı değişiklikler yapıldı.
Vekiller Heyeti, 14 Ağustosta Büyük Millet Meclisi tarafından ekseriyetle
seçildi: En talihsizi 190 oydan 186'sını almıştı.
Mustafa Kemal'in siyasetinden git gide ayrılan Rauf Beyin yerine Fethi Bey,
Başvekil ve Dahiliye Vekili seçildi.
İsmet Paşa Hariciye, Kâzım Paşa Millî Müdafaa Vekilliklerine ittifakla
getirildiler. Fevzi Paşa, Genel Kurmay Başkanı olarak kaldı.
Sayfa 43
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
13 Ekim 1923'te, Büyük Millet Meclisi, Ankara'nın merkez olmasına dair kanunu
kabul etti. Bütün mühim kararda olduğu gibi, mesele oya konmadan önce, meşru ve
müessir bir ekseriyeti olan yegâne siyasî parti Halk Fıkrası grubunda
görüşülmüştü. Konya'nın merkez olarak seçilmesi de mevzuu bahs oldu ise de,
Millî Mücadele hatıraları sebebiyle, Ankara tercih edildi.
Aslında, yeni kanunda kullanılan tabir, başşehir olmayıp, Fransızcaya idare
merkezi veya idarenin ikametgah yeri olarak tercübe edilebilecek ''makarri
idare'' idi. Bu değişiklik, payıtaht kelimesinden itimolojik sebeplerle
hoşlanmıyan Mustafa Kemal'in müdahalesi ile olmuştur. Filhakika bu kelime
aslında ''tahtın eşiği'' demektir.
SEKİZİNCİ BAHİS
REJİMİN İSTİKRAR BULMASI CUMHURİYET
Lausanne Konferansını takiben iç siyasî durum.- Cumhuriyetin ilânı (28 Ekim
1923).- 9 Ekim 1923 tarihli kanunun metni.- Hilâfetin lâğvı.
Yeni Büyük Millet Meclisinin Lausanne anlaşmasından sonra toplandığı
görülmüştü. Halk Fırkası tarafından kuvvetle desteklenen seçimlerin, bu parti
şefinin elleri arasına itaatli bir parlamento getireceği sanılabilirdi. Bu
ümitler tamamen tahakkuk etmedi. Filhakika, muhaliflerin en mühimleri yeni
Meclisten uzaklaştırılmış iseler de, Meclis eski âzalarından çoğunu muhafaza
ediyordu. Ve aralarında yeni rejim sertleştikçe muhalefet fikri uyanıyordu. Ve
aralarında yeni rejim sertleştikçe muhalefet fikri uyanıyordu. Muhalefet,
kendini sakladığından ve ihtiyatla sindiğinden, henüz elle tutulur halde
olmamakla beraber, başını kaldırmak için müsait fırsatlardan istifadeye yeniden
hazırdı.
Bu karışık durumdan Mustafa Kemal, Türkiye'ye demokratik ve meşrutî idare
şeklini verirken, şahsî durumunu kuvvetlendirecek bir rejim değişikliği yaratmak
için istifade edecektir.
Gazi, Cumhuriyeti ilân etmesine nelerin zorladığını bizzat anlatıyor. Burada,
bu mevzuda, ''Nutku''nun bize öğrettiklerini hülâsa etmekle yetineceğiz.
Yeni Fethi Bey kabinesi, aşikâr bir kötü niyete maruz kalmakla gecikmedi. Bazı
mebusların tavrı o kadar mütecaviz idi ki iktidar hırsı ile hareket edip
etmediklerinden şüphe edilebilirdi.
Kendini hırpalanmış hisseden ve vazifelerinden birini atmak suretiyle teselli
bulacağını zanneden Başvekil Fethi Bey, 24 Ekim 1923'te Dahiliye Vekiliğinden
istifa etti. Aynı gün, Ali Fuat Paşa da, Millet Meclisi ikinci reisliğinden
ayrılıyordu.
Bu istifalardan cesaret bulan muhalefet, Dahiliye Vekilliğine, Mustafa
Kemal'in bu mevkie onu istemediğini bile bile, Erzincan mebusu Sabit Beyi namzet
gösterdi. Ayni zamanda Halk Fırkası grubu, İstanbul'da bulunan Rauf Beyi ikinci
reisliğe teklif etmeyi kararlaştırıyordu. Bu, namzet göstermeyi Lausanne
siyasetinin vasıtalı bir reddi telâkki eden Mustafa Kemal'e karşı çıkınca cephe
almaktı.
Fethi Bey ve arkadaşları, Mustafa Kemal'e, haksız tertip ve hücumlarda
hareketsiz bırakıldıklarından, acı acı şikâyet ediyorlardı.
Bunun üzerine Gazi, durumun zannedildiğinden de kötü olduğuna hükmederek,
vekilleriyle müteakip tedbirler üzerinde anlaşmaya vardı.
Fethi Bey ve diğer vekiller, Çankaya'ya, Mustafa Kemal'in ikametgâhına davet
edildiler. Onlara, Mustafa Kemal, istifa etmelerini ve yeni bir kabine için
teklifleri kabul etmemelerini tavsiye etti. Yalnız Fevzi Paşa, Genel Kurmay
Başkanlığını, askerî meselelerde idarenin devam etmesini temin için, kabul
edecekti. Kendi haline terk edilen Büyük Millet Meclisi, bu sebepten kargaşalığa
düşecek ve neticesiz konuşmalarla meşgul olacaktı. İşte o sırada, yeni
cumhuriyetçi rejimin ilânını teklif eden bir kanun tasarısıyla Mustafa Kemal
müdahale edecekti.
Her şey bu plâna uygun olarak cereyan etti.
27 Ekimde, Fethi bey kabinesi istifa etti. 28'inde Halk Fırkası merkezi,
zorlukla namzetler listesini hazırlayabiliyordu. Ayni gün grupta, Fethi Bey
başkanlığında müzakere edildi. Mustafa Kemal, kanunen reis olduğundan, bu
toplantıya davet edildi. Müzakereler, bir neticeye varmaksızın, geç vakte kadar
devam etti. Toplantı sonunda, Mustafa Kemal, fikrini söylemek için, bazı
mebusları Çankaya'ya götürdü. Kâzım Paşa vasıtasıyla davet ettiği İsmet ve Fethi
Beyleri, ayni zamanda kendisini ziyarete gelmiş bulunan Rize mebusu Fuat ile
Afyon Karahisar mebusu Ruşen Eşref'i de yemeğe alakoydu. İşte bu yemekte,
Sayfa 44
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
Mustafa Kemal ertesi günü Cumhuriyeti ilân edeceğini bildirdi. Davetlilerin
ayrılacağı sırada yalnız İsmet Paşa'yı tuttu ve onunla bir kanun tasarısı
hazırlamak için geç vakitlere kadar çalıştı.
29 Ekim Pazartesi, öğleden sonra, Halk Fırkası evvelki gibi bir neticeye
ulaşamıyan yeni bir toplantı yaptı ve ümitsizlik içinde, Gazinin fikrine
müracaat etmeye, grubun açık oturumunda düşüncesini bildirmesini ricaya karar
verdi.
Bu toplantı, aynı günün akşamı oldu. Davete icabet eden Mustafa Kemal, cevap
vermek için mebuslardan bir saat mühlet talep etti. Bu mühlette, bir çok mebusu
odasına çağırmak, evvelki gece hazırladığı kanun tasarısı müsfettesini göstermek
ve metni münakaşa etmek için istifade etti.
Bundan sonra, toplantı salonuna giden Mustafa Kemal, söz alarak, en iyi usulün
Teşkilâtı Esasiye'yi değiştirmek olduğunu bildirdi. Sonra, Cumhuriyetin ilânı
tasarısını okudu. Yeni bir münakaşayı takiben bu tasarı kabul olundu ve toplantı
İsmet Paşa riyasetinde Büyük Millet Meclisi açık içtimaına (toplantısına)
çevrildi. Öğleden sonra saat, altı idi. Teşkilâtı Esasiye encümenine tasarı
verilirken, gündemdeki diğer hususların müzakeresine geçildi. Bir müddet sonra
encümen, tasarıyı âcilen müzakeresi kaydıyla iade ediyordu. Alkışlarla teklif
kabul edildi. Bundan sonra Mustafa Kemal'i, yeni cumhuriyetin reisi yapan kanun
oya kondu. Gizli oya iştirak eden 158 mebus tarafından tasarı ittifakla
kanunlaştı.
Cumhuriyet rejimi, 29 Ekim 1923, saat 8.30'da ilân edilmişti.
Türkiye'de Cumhuriyeti ilân eden bu kanun metninin tercümesi şudur:
''Milletin bekâsını ve hürriyetini temin eden harp müddetince millî hâkimiyet
esası kabul edilmiş ve bu esasa hassasiyetle riayet edilmişti. Bu tarzın millete
temin ettiği hizmetleri tekrarlamak yersizdir. Millî hâkimiyet millilerin kendi
mukadderatının kendi tarafından idaresi esasına dayandığnıdan Cumhuriyet idaresi
ile karışmaktadır. Cumhuriyet kelimesi kendi kendini idare kavramını ifade etmek
için daha makul görülmektedir. Cumhuriyetçi rejimi katî bir şekilde ifade eden
bu tarzın Teşkilâtı Esasiye'ye yerleştirilmesine bu sebepten lüzum görülmüştür.
Cumhuriyet ilân edildiğinde bir Cumhurreisliği ihdas etmek gerekmektedir.
''Salâhiyetlerin tesbiti bakımından, Cumhurreisinin Başkanvekili göstermesi,
bunun da hükûmeti kurması lâzımdır. Netice olarak mevcut hükûmet şeklini tasrih
gayesi ile, Teşkilâtı Esasiye kanununun 1, 3, 8, 9 maddelerinin müteakip şekilde
değiştirilmesini ve devletin müslüman dinine ve Türk lisanına dair yeni bir
madde konulmasına lüzum olduğu kanaatindeyiz. Acilen oya baş vurulmasını ve
maddelerin kanunlaştırılmasını teklif ederiz.
1. Madde. Hâkimiyet mutlak şekilde milletindir İdare, halkın mukadderatını
kendi kendine idaresi esasına dayanmaktadır. Türk hükûmeti şekli cumhuriyettir.
2. Madde. Türk devletinin dini islâm, resmî lisanı türkçedir.
4. Türk devleti, Büyük Millet Meclisince idare edilir. Büyük Millet Meclisi,
muhtelif hususları, bu arada hükûmet çalışmalarını, vekiller vasıtasıyla idare
eder.
10. Madde. Cumhurreisi, Büyük Millet Meclisi tarafından, açık oturumda âzaları
arasından ve bir devre için seçilir. Reis, halefi seçilesiye kadar, vazifesine
devam eder ve tekrar seçilebilir.
11. Madde. Türkiye Cumhuriyetinin reisi devletin de reisidir. Bu sıfatla lüzum
görüldüğünde Vekiller Heyetine başkanlık edebilir.
12. Madde. Başkanvekil, Büyük Millet Meclisi âzaları arasından Cumhur Reisi
tarafından seçilir. Diğer Vekiller yine Meclis âzaları arasından ve Başvekil
tarafından seçilirler. Cumhur Reisi, kabineyi Meclisin tasvibine arzeder. Eğer
Meclis, toplantı halinde değil ise içtimaını bekler.''
10, 11, 12'nci maddeler, Gazi tarafından 28 Ekim gecesi hazırlandığı gibidri.
2'inci madde encümen tarafından ilâve edilmiştir.
Ekim ayı ortalarından beri, basında, Teşkilâtı Esasiye'de bir islâhattan ve
rejimin cumhuriyetle yenilenmesinden bahsolunmakta idi. Gazetelerin tedarike
muvaffak oldukları Meclis Teşkilâtı Esasiye encümeni tarafından hazırlanan bir
kanun tasarısı, 23 Ekimde neşredilmekle değişik tefsirlere ve anlaşmazlıklara
sebebiyet vermişti. 114 maddelik bu tasarının kabul edilenle pek az benzer
tarafı vardı. En büyük fark ise, ilk tasarıda Cumhurreisinin yalnız Vekiller
Heyetinin değil, Büyük Millet Meclisinin de kanunen başkanı tanıması idi.
Mustafa Kemal'in mahir ve enerjik müdahalesi olmaksızın, mezkûr tasarının
kabul edilmesi ve hiçbir zaman kanunlaşamaması muhakkak gibi idi.
Bundan böyle, O'nun sayesinde, Hükûmet mekanizması, Cumhurreisinin himayesinde
arızasız işleyecektir. Vekiller için istikrar temin edilmiştir. İsmet Paşa, bu
devirden, yani 10 seneden beri memleketi, şefinin ve daimi dostunun umumî
talimatları ile idare etmektedir.
Bu istikrar sayesinde iktisadî, idarî, hukukî, içtimaî dini bir programın
tamamı, ciddî mukavemet olmaksızın tatbik edilecektir.
Sayfa 45
Generated by Foxit PDF Creator © Foxit Software
http://www.foxitsoftware.com For evaluation only.
Jean Deny - Yeni Türkiye
Cumhuriyetin kuruluşunun 10.uncu yıl dönümü münasebetiyle hazırlanan böyle bir
tarihî eser, Cumhuriyetin ilânı mevzuuna gelip orada kalmalıdır.
Bununla beraber evvelkilerin tabiî bir neticesi olmakla beraber, hiç olmazsa
kısaca mühim bir mevzua temas etmezsek, vazifemiz tamamlanmamış olur: Hilâfetin
lâğvı.
İzmir'de yapılan harp oyunları sırasında (15-22 Şubat 1923) kararlaştırılan
hilâfetin lâğvı, Halk Fırkası tarafından 2 Martta müzakere edildi.
3 Mart 1924'te Büyük Millet Meclisinde, eğitimin laikleştirilmesi, şeriye
işleri, vakıflar (müdürlüklere değiştirildi) ve Erkânı Harbiye
''Vekilliklerinin'' kaldırılması kanunları ile beraber kabul edildi.
Kanunlaşan metinler kısa, fakat manalı (anlamlı) idi. Medreseler ve dün
tedrisatı mekteplerinin kaldırılmasına ve nizamiye, şeriye mahkemelerinin
tefrikine taâlluk etmekte idi. Halife Abdülmecit efendi, 4 Martta, yani kanunun
kabulünün ertesi günü, bütün düşen hanedanla birlikte Türkiye'den ayrıldı.
Böylece yeni Türkiye'nin siyasi rejimi sağlamlaştırılmış oldu.
Kaynak:
http://ekitap.kolayweb.com/
Sayfa 46
Download