tc erciyes üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü temel islam bilimleri

advertisement
1
T.C.
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
TEFSİR BİLİM DALI
SORUNSALLIĞI AÇISINDAN KUR’AN TASAVVURLARI
Hazırlayan
Akif TOPUZ
Danışman
Prof. Dr. Celal KIRCA
Doktora Tezi
Mayıs–2013
KAYSERİ
2
3
T.C.
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
TEFSİR BİLİM DALI
SORUNSALLIĞI AÇISINDAN KUR’AN TASAVVURLARI
(Doktora Tezi)
Hazırlayan
Akif TOPUZ
Danışman
Prof. Dr. Celal KIRCA
Mayıs–2013
KAYSERİ
iv
v
ÖNSÖZ
İslam dininin doğru anlaşılması onun asli kaynaklarının sağlıklı bir şekilde
anlaşılmasına bağlıdır. Bu aslî kaynakların en önemlisi şüphesiz Kur’an’dır. Dolayısıyla
Kur’an’ın doğru bir şekilde anlaşılması, dinin sağlıklı bir şekilde anlaşılmasını
sağlayacaktır. Kur’an’ın doğru olarak anlaşılması ise sağlam bir Kur'an tasavvuruna
bağlıdır. Başka bir ifade ile sağlam bir din anlayışı sağlıklı bir Kur’an tasavvurundan
geçmektedir. Hiç şüphesiz günümüze kadar ortaya konulan din anlayışlarında ortak bir
konsensüsten bahsetmemiz mümkün değildir. Bu farklılığın sosyo- kültürel, sosyo
politik, sosyo – ekonomik nedenlerinin bulunduğu gibi -ister ön yargılı olsun ister ön
yargısız olsun- dinin asli kaynağı üzerinde ortak bir tasavvurun olmayışıdır.
Şüphesiz doğru bir Kur’an tasavvurunun yolu, Kur’an kendisinin ve Hadisin, Kur’an’ın
mahiyeti ve muhtevasına yönelik tanımlamalarından geçer. Bundan dolayı Kur’an ve
Hadisin sınırlarını çizdiği, doğru bilgi vasıtaları kullanılarak mezhepsel ve kişisel
kaygılardan uzak bir Kur’an tasavvuru ortaya konulmalıdır.
Kur’an’ın nuzül döneminde sahabenin Kur’an tasavvurunu, Kur’an ve Hz. peygamberin
bizzat kendisi oluşturmaktadır. Nuzül sonrası dönemde ise Kur’an tasavvurunun
oluşumunda, kişinin algısı önemli rol oynamıştır. Bu durum beraberinde Kur’an
tasavvurlarında farklılığı meydana getirmekle birlikte, aynı zamanda farklı anlama ve
anlamlandırmalara da sebebiyet vermiştir. Zikrettiğimiz bu durum, asrı saadetten
sonraki dönemden günümüze gelinceye kadar ortaya çıkan Kur’an tasavvurlarının hepsi
için geçerlidir. Dolayısıyla Kur’an ve hadisten hareketle oluşturulamayan bir Kur’an
tasavvuru, Kur’an’ın kendisini ortaya koyduğu tanımlamalardan da uzaklaşmaktadır.
Dolayısıyla ortaya konulan anlama ve anlamlandırma faaliyetleri Kur’an’ın ne dediğini
veya ne demek istediğini değil, daha çok kişinin sahip olduğu Kur’an tasavvurunu
yansıtmaktadır.
Bu çalışmamız, Kur’an’ın sağlıklı bir şekilde anlaşılması ve anlamlandırılmasına küçük
bir katkı sağlama amacı gütmektedir. Çalışmamızda takip edeceğimiz metod, deskriptif
ve analitik bir yapı arzedecektir. Çalışmamızın giriş kısmında, Kur’an tasavvuru
vi
tabirinin anlam alanını ortaya koymaya çalışacağız. Bu çerçevede Tasavvur, Algı,
Anlam ve Anlamlamaya ilişkin kavramsal çerçeveyi vermeye çalışacağız.
Birinci bölümde yine Kur’an tasavvurunun anlam alanını ifade etmek için öncelikle
doğru bir Kur’an tasavvurunun kaynakları olan Kur’an’ın kendisi ve Hadisin Kur’an’ın
mahiyet ve muhtevasına ilişkin tanımlamalarına yer vereceğiz. Yine bu bölümde
Kur’an’a ilişkin tasavvurların, Kur’an ve Hadisin ortaya koymuş olduğu esaslar
çerçevesinde gerçekleştirilmesi gerektiğine vurgu yaparak Kur’an tasavvuruna etki eden
dinî, dilsel, sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik ve sosyo- politik nedenlere yer vermeye
çalışacağız.
İkinci bölümde ise Asrı saadetten günümüze gelinceye kadar ki sürede ortaya konulan
Kur’an tasavvurlarını ele almaya çalışacağız. Bu süreç içerisinde ortaya konulan Kur’an
tasavvurlarını Tenzil dönemi, Tenzil sonrası dönem ve Çağdaş dönem olmak üzere üç
bölümde ele alacağız. Bu bölümde Kur’an tasavvurlarını ele alırken elimizden geldiği
kadar asıl kaynaklara ulaşmaya gayret göstereceğiz. Oluşan Kur’an tasavvurlarını
betimlerken, tasavvur sahiplerinin Kur’an’ın aşkın ve şehadet alemine ilişkin
algılamalarını ortaya koyduktan sonra Kur’an tasavvurlarını oluşturan esaslara ilişkin
görüşlerine yer vereceğiz. Bunu gerçekleştirirken, konuya ilişkin şazz olacak kabildeki
görüşlere fazla yer vermemeye gayret göstereceğiz.
Üçüncü bölümde ise geleneksel ve çağdaş dönemdeki Kur’an tasavvurlarında görülen
Kur’an’ın neliğine, mahiyetine ve muhtevasına ilişkin sorunları ele almaya çalışacağız.
Sorunları, Kur’an ve Hadisin ortaya koymuş olduğu Kur’an tanımlamalarını esas alarak
ifade etmeye çalışacağız. Yine bu bölümde Kur’an tasavvurlarının, Kur’an’ın
anlaşılması ve anlamlandırılmasına ilişkin sorunları ele almaya çalışacağız. Sonuç
bölümünde ise doğru bir Kur’an tasavvuruna ilişkin değerlendirmede bulunacağız.
Yapacağımız bu çalışmanın hatalardan beri olması düşünülemez. Bu çalışmamızın,
Kur’an ve Hadise bağlı, kişisel ve mezhepsel kaygılardan uzak bir Kur’an tasavvurunun
oluşumunda ve bu tasavvur ışığında Kur’an’ı anlama ve anlamlandırmaya ilişkin ortaya
konulacak yönteme bir nebze olsun katkı sağlayacağını ümit etmekteyiz.
Tezin konusunun ağırlığının idrakinde olduğumu ifade ederek tezin yanlıştan ve
hatadan uzak olmadığını söylememin gerek beşer konumumla gerek konunun
vii
ehemmiyetiyle çelişki arzetmeyeceği kanaatindeyim. Tezin ilk aşamasından bu yana
geniş hoş görülerini ve rehberlik ve danışmanlıkta her türlü desteklerini esirgemeyen ve
yetişmemizde emeği geçen başta muhterem hocam Prof. Dr. Celal KIRCA olmak üzere
kıymetli hocalarım Prof. Dr. Erdoğan PAZARBAŞI ve Prof. Dr. Ahmet Kamil
CİHAN’a ayrı ayrı şükranlarımı arzederim.
Akif TOPUZ
Kayseri–2013
viii
SORUNSALLIĞI AÇISINDAN KUR’AN TASAVVURLARI
Akif TOPUZ
Erciyes Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü
Doktora Tezi, Şubat 2013
Danışman: Prof. Dr. Celal KIRCA
ÖZET
Sorunsallığı açısından Kur’an tasavvurları isimli çalışmamız, Kur’an tasavvurunun
anlam alanı, Kur’an’a ilişkin nuzulünden günümüze gelinceye kadar ki sürede ortaya
konulan Kur’an tasavvurları ve bu Kur’an tasavvurlarının Kur’an’ın mahiyet ve
muhtevası ve anlam ve anlamlandırılmasına ilişkin sorunların ele alınmasına yöneliktir.
Çalışmamız bir giriş ve üç bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde tasavvur ve
tasavvur ile ilgili kavramların yanında anlam ve anlamlama gibi çalışmamızı yakından
ilgilendirilen kavramlara yer verdik.
Birinci bölümde Kur’an tasavvurunun anlam alanı üzerinde durarak Kur’an tasavvuruna
kaynaklık eden Kur’an ve hadisin Kur’an tanımlamalarına yer verdik. Bunun yanında
Kur’an tasavvuruna etki eden nedenleri de ele alınarak Kur’an tasavvuru kavramının
anlam alanın kuşatılmasına katkı sağlama amacı taşıdık.
İkinci bölümde Kur’an’ın nuzulünden günümüze kadar ki geçen süreçte ortaya çıkan
Kur’an tasavvurları ele aldık. Bu süreçte ortaya çıkan Kur’an tasavvurlarını ele alırken
nuzul ve nuzul sonrası şeklinde bir ayırıma tabii tuttuk. Daha sonra nuzul sonrası
dönemi de kendi içinde geleneksel ve çağdaş dönem şeklinde bir sınıflandırmaya gittik.
Üçüncü bölümde Kur’an tasavvurlarında görülen Kur’an’ın mahiyeti ve muhtevası,
anlaşılması ve anlamlandırılmasına yönelik sorunları ele almaya çalıştık.
Sonuç bölümünde ise genel bir değerlendirilme yaparak doğru bir Kur’an tasavvurunda
olması gerekenleri ifade etmeye çalıştık.
Anahtar Kelimeler: Kur’an, tasavvur, Kur’an tasavvuru, anlama, algı, problem
ix
THE PROBLEMATICS FOR CONCEPTS OF THE QUR’AN
Akif TOPUZ
Erciyes Universty, Graduate School of Social Sciences
PhD. Thesis, February 2013
Supervisor: Prof. Dr. Celal KIRCA
ABSTRACT
Our work, called “the problematics for concepts of the Qur’an” contains the meaning
field of the concept of the Qur’an, Qur’an concepts from begining to today, issues
regarding the nature of Qur’an in the Qur’an concepts and understanding problems of
Qur’an concepts with Qur’an
This study, consists of an introduction and three parts. We have included in the
introduction concept related to conceive and imagine. İn addiction to this concepts we
have included as closely related concepts of meaning and signification
We have included the first chapter the meaning field of the concept of the Qur’an. İn
addition to this, we analysised definitions established by The Qur’an and Hadith. And
this part includes the reasons that affect on conceptions of Qur’an.
İn the second chapter, we have discussed Qur’an concepts from begining to today. We
have dealt with this issue in two part. The first part includes Qur’an concepts
established by the time of the revulation and the other part includes Qur’an concepts
established by time of the following periods
İn the third chapter we have discussed issues regarding the nature of Qur’an in the
Qur’an concepts. And understanding problems of Qur’an concepts with Qur’an.
İn the result section, we have evaluated Qur’an concepts are set out in the Qur’an.
Finally, we have explained our views on how it should be accurate Qur’an concepts
Key Words: Qur’an, Qur’an concept, meaning, perception, concept, problem,
x
İÇİNDEKİLER
SORUNSALLIĞI AÇISINDAN KUR’AN TASAVVURLARI
BİLİMSEL ETİĞE UYGUNLUK ..................................................................................... i
YÖNERGEYE UYGUNLUK SAYFASI ......................................................................... ii
KABUL ONAY ...............................................................................................................iii
ÖNSÖZ ............................................................................................................................ iv
ÖZET .............................................................................................................................viii
ABSTRACT ...................................................................................................................viii
İÇİNDEKİLER ................................................................................................................. x
KISALTMALAR ...........................................................................................................xiii
GİRİŞ ................................................................................................................................ 1
BİRİNCİ BÖLÜM
KUR’AN TASAVVURU
1.1. KUR’AN TASAVVURUNUN ANLAM ALANI ................................................... 6
1.1.1. Kur’an Ayetlerinde Kur’an’ın Tanımı ........................................................... 6
1.1.2. Hz. Muhammed’in Hadislerinde Kur’an’ın Tanımı.................................... 11
1.2. KUR’AN TASAVVURUNA ETKİ EDEN NEDENLER ................................... 14
1.2.1. Kur’an Tasavvuruna Etki Eden Dini Nedenler ........................................... 14
1.2.1.1. Allah Tasavvuru ....................................................................................... 14
1.2.1.2. Peygamberlik Tasavvuru ........................................................................ 17
1.2.2. Kur’an Tasavvuruna Etki Eden Dilsel Nedenler ......................................... 22
1.2.3. Kur’an Tasavvuruna Etki Eden Sosyo Kültürel Nedenler ......................... 30
1.2.4. Kur’an Tasavvuruna Etki Eden Sosyo-Politik Nedenler ............................ 35
xi
1.2.5. Kur’an Tasavvuruna Etki Eden Sosyo-Ekonomik Nedenler ...................... 40
İKİNCİ BÖLÜM:
KUR’AN TASAVVURLARI
2.1. TENZİL DÖNEMİNDE KUR’AN TASAVVURLARI ...................................... 43
2.1.1. Mekkeli Müşriklerin Kur’an Tasavvuru ...................................................... 43
2.1.2. Sahabenin Kur’an Tasavvuru........................................................................ 47
2.1.3. Ehli Kitabın Kur’an Tasavvuru .................................................................. 522
2.2. TENZİL SONRASI KUR’AN TASAVVURLARI.............................................. 61
2.2.1. Geleneksel Dönem Kur’an Tasavvurları ...................................................... 61
2.2.1.1. Ehli Hadis’in Kur’an Tasavvuru ............................................................ 61
2.2.1.2. Ehli Rey’in Kur’an Tasavvuru ............................................................... 65
2.2.1.3. Mutasavvıfların Kur’an Tasavvuru ....................................................... 70
2.2.1.4. Kelamcıların Kur’an Tasavvuru ............................................................ 81
2.2.1.5. Felsefecilerin Kur’an Tasavvuru ............................................................ 92
2.3. ÇAĞDAŞ DÖNEM KURAN TASAVVURLARI .............................................. 100
2.3.1. Sosyolojik Kur’an Tasavvuru ...................................................................... 100
2.3.2. Tarihselci Kur’an Tasavvuru ...................................................................... 107
2.3.3. Bilimsel Tefsir Temelli Kur’an Tasavvuru ................................................. 116
2.3.4. Edebî Kur’an Tasavvuru.............................................................................. 131
2.3.5. Antropolojik Kur’an Tasavvuru ................................................................. 136
2.3.6. Popüler Kur’an Tasavvuru .......................................................................... 142
2.3.7. Oryantalist Kur’an Tasavvuru .................................................................... 148
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
KUR’AN TASAVVURLARININ ORTAYA ÇIKARDIĞI SORUNLAR
3.1. KUR’AN’A İLİŞKİN SORUNLAR.................................................................... 158
xii
3.1.1. Kur’an’ın Ne’liğine İlişkin Sorunlar ........................................................... 158
3.1.2. Kur’an’ın Mahiyetine İlişkin Sorunlar ....................................................... 169
3.1.3. Kur’an’ın Muhtevasına İlişkin Sorunlar .................................................... 184
3.2. KUR’AN TASAVVURLARININ KUR’AN’I ANLAMA VE
ANLAMLAMLANDIRMAYA İLİŞKİ SORUNLARI ........................................... 194
3.2.1. Geleneksel Dönem Kur’an Tasavvurlarında Kur’anı Anlama ve
Anlamlamlandırmaya ilişkin sorunlar .................................................................. 198
3.2.2. Çağdaş Dönem Kuran Tasavvurlarında Kur’an’ın Anlaşılması ve
Anlamlandırılmasına İlişkin Sorunlar .................................................................. 211
3.2.2.1. Edebi Kur’an Tasavvurunun Kur’anı Anlama ve Anlamlandırmaya
İlişkin Sorunları .................................................................................................. 211
3.2.2.2.Tarihselci Kur’an Tasavvurunun Kur’an’ı Anlama ve
Anlamlandırmaya ilişkin sorunları ................................................................... 214
3.2.2.3. Bilimsel Tefsir Temelli Kur’an Tasavvurunun Kur’anı Anlama ve
Anlamlandırmaya ilişkin sorunları ................................................................... 220
3.2.2.4. Antropolojik Kur’an Tasavvurunun Kur’an’ı Anlama ve
Anlamlandırmaya İlişkin Sorunları .................................................................. 229
3.2.2.5.Sosyolojik Kur’an Tasavvurunun Kur’anı Anlama ve
Anlamlandırmaya İlişkin Sorunları .................................................................. 233
3.2.2.6.Oryantalist Kur’an Tasavvurunun Kur’an’ı Anlama ve
Anlamlandırmaya ilişkin sorunları ................................................................... 236
3.2.2.7. Popüler Kur’an Tasavvurunun Kur’an’ı Anlama ve
Anlamlandırmaya ilişkin sorunları ................................................................... 237
SONUÇ ......................................................................................................................... 239
KAYNAKÇA ............................................................................................................... 250
xiii
KISALTMALAR
AÜİFD
: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
b.
: bin
bkz.
: Bakınız
Çev.
: Çeviren
DİB
: Diyanet İşleri Başkanlığı
h.
: Hicri
h. no.
: Hadis numarası
İFAV
: İlahiyat Fakültesi Vakfı
İSAM
: İslami Araştırmalar Merkezi
MEB
: Milli Eğitim Bakanlığı
s.
: Sayfa
TDK
: Türk Dil Kurumu
TDVİA
: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi
Terc.
: Tercüme
UÜİFD
: Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
1
GİRİŞ
(TASAVVUR, ALGILAMA, ANLAMA VE ANLAMLAMA)
Tasavvur, kelime anlamı itibariyle dilimizde göz önüne getirme, hayal etme, zihinde bir
kişilik kazandırma, tasarım, düşünce, amaç, niyet, maksat ve plan anlamlarına
gelmektedir. Fiil olarak “Tasavvur etmek” şeklinde kullanıldığında ise zihinde
canlandırmak, göz önüne getirmek anlamlarını ifade etmektedir.1
Cürcanî, tasavvuru “akılda bir şeyin suretinin hâsıl olması” şeklinde tanımlayarak2 ideal
alana ilişkin bir objenin kavrayışından söz etmiştir. Bu tanım daha çok psikologlar
tarafından kullanılmıştır.3 Bu anlamda insan, tasavvur eden bir varlıktır. Kendini,
çevresini, hayatını inşa etmek, anlamlandırmak ve ilişkilendirmek için tasavvur etmek
zorundadır. İnsan kendi dışındaki varlıkları, sadece algı düzeyinde değil, algılamadan
sonra temsil ve sembollerle de zihninde yaşatabilir. Ve bu sembollerle düşünce süreci
devam ettirilir. Bunun yanında insan sadece algılanabilen varlıklara ilişkin düşünceyi
değil, algılanamayan varlıklara ilişkin düşünceyi de soyutlama, kavramlaştırma ve
muhayyile yoluyla sembollerle temsil edebilir ve düşünme sürecinde kullanabilir.
Dolayısıyla insan düşünmeyi, bilincinde olduğunun bilincinde olarak gerçekleştirir.
Bundan dolayı tasavvur, “ruhsal güçler veya duygusal uyarılarla zihinde önceden
oluşan herhangi bir nesnenin olayın, fiilin ya da bir kavramın istekli olarak yeniden
özel bir şekilde şekillenmesi, canlanması, anlam kazanması veya hatırlanması” olarak
tanımlanmıştır.4
Din anlayışlarının oluşumunda dînin aslî kaynaklarının şüphesiz önemli bir yeri vardır.
Kavramlara bağlı olarak inşa edilen din anlayışlarının farklılık göstermesi kavramlara
yüklenilen anlamlardan kaynaklanmaktadır. Din anlayışlarını oluşturan kaynaklar bir
1
Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, Ankara, 2005, s. 1912.
Ali bin Muhammed Seyyid Şerif Cürcânî, Ta’rifat, Daru’l Marife, Beyrut, 2007, s. 59.
3
Abdurrahman Umeyra, konuya ilişkin Taftazanî’nin verdiği bilgilere dipnot düşerek Cürcanî’nin bu
tanımının daha çok “Ulemau’n-Nefs” kişilerince kullanıldığını ifade eder. Bizde “Ulemau’n- Nefs”
ifadesini günümüz diline “psikolog” olarak çevirmeyi uygun bulduk. Saadettin Mesud b. Ömer b.
Abdillah Taftazânî, Şerhu’l Makasıd, (Tahkik: Abdurrahman Umeyra), Alemu’l Kütüb, Beyrut 1998,
Cilt 1, s. 198.
4
Ali Ulvi Mehmedoğlu, Tanrıyı Tasavvur Etmek, Çamlıca yayınevi, İstanbul, 2011 s.17,
2
2
olmasına rağmen ortaya konulan din anlayışlarında farklılıklar olabilmektedir. Her ne
kadar dînin kaynaklarının ortaya koymuş olduğu betimlemeler objektif olsa da bu
kaynaklardan
faydalanılarak
ortaya
konulan
anlayışlar
bu
objektifliği
yansıtamamaktadır. Dolayısıyla din anlayışının mahiyeti, muhtevası, anlaşılması ve
anlamlandırılmasında farklılık kaçınılmaz olmaktadır. Bu farklılık, çeşitli sorunları da
beraberinde getirmektedir. İfade etmeye çalıştığımız bu durum, Kur’an’ı Kerim için söz
konusu olduğunda daha belirgin hale gelmektedir.
Diğer taraftan mantıkçılar Tasavvuru; üzerinde herhangi bir yargıya varmaksızın bir
şeyin mahiyetinin idraki şeklinde ifade etmişlerdir.5 Mahiyet ise daha çok aklen idrak
edilen şeyler için kullanılan bir kavramdır. Örneğin, insan için harici varlığı dikkate
alınmaksızın idrak edilen mahiyeti, onun konuşan hayvan olmasıdır. Bir şeyin ne
olduğu sorusuna verilen cevap idrak edilen şeyi, yani mahiyeti ifade eder. Kısaca bir
şeyin mahiyeti, o şeyin kendisiyle var olduğu şey olarak ifade edilmiştir.6
İslam alimleri idrak olunan şeyleri ikiye ayırır. Birincisi Müfred zatın idraki, örnek
olarak alem, cisim gibi unsurlar. İkincisi ise müfred olan bu şeylerin bazısının bazısına
nisbet edilmesinin idraki. Âlem ve hâdis kelimelerinin birer müfred manaya sahip
kelime olduğu, bu müfred kelimelerin bir birine olumlu veya olumsuz şekilde nisbet
edildiğinde, üzerine yanlıştır veya doğrudur şeklinde bir hükmün terettüp edeceği bir
durumun ortaya çıkacağı ifade edilmiştir. İdrak olunacaklar içinde birinci kısma
herhangi bir yargısal hüküm atfetmek uygun olmazken ikinci kısma ise yargı yüklemek
uygun olmaktadır. Bu müfred manaların bilinmesi tasavvur olarak isimlendirilirken
ikinci
kısmın
bilinmesinin
ise
tasdik
olarak
yine
mantıkçılar
tarafından
isimlendirmişlerdir. İslam alimleri müfredin bilinmesini evvelî ve matlub olmak üzere
iki kısma ayırarak, evvelî olanları araştırmaya ihtiyaç duyulmayan, zihinde araştırma ve
inceleme yapmadan mevcut olan bilgiler, matlub’u ise isminin kendisine icmali olarak
delalet eden şey olarak tanımlarlar ki bunun hadd’ yardımıyla açıklanması gerektiği
ifade edilir.7
5
Cürcânî, 59, Taftazânî, Şerhu’l Makasıd, Cilt 1, s.198
Cürcânî, 179.
7
Ebû Hâmid Muhammed bin Muhammed el-Gazâli, El-Mustasfa min İlmi’l- Usul, Daru’l-Erkam, Beyrut,
Cilt 1, s. 32.
6
3
Hadd’i ise Cürcanî, bir şeyin mahiyetine delalet eden söz olarak tanımlamıştır.8 Gazali
ise hadd’i bazı suallere verilen cevap olarak ifade etmiştir. Fakat ona göre bu sualler
taleb ifade etmek zorundadır. Aksi halde her suale verilen cevap haddi ifade etmez. Ona
göre “‫ ”ما‬sorusuna verilen cevap bir şeyin mahiyeti ve hakikati hakkında bize bilgi verir.
O, bu çeşit hadd’i hakiki hadd olarak tavsif eder. Çünkü muhatabın bununla öğrenmek
istediği şey, bir şeyin hakikatini kavramaktır. Bu tür haddlerin zâta ilişkin hakikatin
bütün özelliğini içine alması şarttır. Bu da cins ve nev’i olarak karşımıza çıkar. Gazalî,
tam bir haddin şu özellikleri taşıması gerektiğinede vurgu yapar. Eğer bu özelliklerden
birini taşımazsa bu durumun gerçek hadd değil, resm veya lafz olduğunu bildirir. Buna
göre hadd’de bulunması gereken birinci özellik, haddin kısımlarından olan fasl ve cins
bir araya toplanmalıdır. İkincisi, tasavvur olunacak şeyin zatına ilişkin bütün
özelliklerin belirtilmesi gerekmektedir. Üçüncüsü, yakın cins ile uzak cinsin birlikte
zikredilmemesi gerekmektedir. Aksi taktirde bu durum tekrara sebebiyet verir.
Dördüncüsü ise yabancı, mecazi ve müşterek lafızlardan kaçınılması gerekmektedir.9
Bütün bunları göz önünde bulundurarak klasik mantık çerçevesinde yakın cins ve
ayrımını da göz önünde bulundurarak “Kur’an ilahi bir kelamdır.” şeklinde
tanımlamışlardır. Bu tanıma Kur’an’a ilişkin yakın cins, hassa ve ilintiler eklenerek
genişletilmiştir. Örneğin “Kur’an, Hz. Peygambere indirilen, Mushaflarda yazılan,
tevatürle nakledilen, tilavetiyle ibadet edilen muciz bir kelamdır.” gibi.10
Bu bağlamda Tasavvurun amacı olan tanımı, kelamcılar Kur’an’ın mahiyetine yönelik
hadd’i üzerinden ifade ederken Fıkıhçılar ise daha çok fenomonolojik yapısını göz
önünde bulundurarak resm’i üzerinden gerçekleştirmişlerdir.11 Dolayısıyla Kur’an’ın
haddine yönelik terimler (kelam, vahiy, tenzil, … vb.) Allahu Teala ile Hz. Muhammed
arasındaki safhayı nitelerken onun resmine ilişkin terimler ise Kur’an’ın işlevselliği
açısından Hz. Muhammed’le muhatapları arasındaki safhayı nitelediğini görürüz.12
8
Cürcânî, 79.
Gazalî, Mustasfa s. 43.
10
Ömer Faruk Yavuz, Varlığından Yorumuna Kur’an, İlahiyat Fakülteleri Tefsir Anabilim Dalı III.
Koordinasyon Toplantısı, M grup Matbaacılık, Kayseri, 08-09 Temmuz 2006, s.76
11
Tahsin Görgün, “Kur’an” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı Yayınları,
Ankara 2002, XXVI, s. 388.
12
Dücane Cündioğlu, Anlamın Buharlaşması ve Kur’an, Kaknüs yayınları, İstanbul, 2005, s.42
9
4
Bunun yanında farklı Kur’an tasavvuru sahipleri, sahip oldukları Kur’an tasavvurundaki
enstrümanları esas alarak farklı Kur’an tanımlamaları yapmışlardır.
“Kur’an’ı Kerim, Allah kelamıdır. Mahluk değildir. Hz. Muhammed’e arapça olarak
indirilmiştir. Onu destekleyen bir mucizedir. Mucizevî yönleriyle araplara meydan
okumuştur. Okunması ile ibadet edilir. Tevatür yoluyla nakledilmiştir.”13
Bir bildirişimde algılama, tasavvur, kavrama, anlama ve anlamlama hepsi birlikte
işlevseldir. Algılama, dış dünyamızdaki soyut ve somut nesnelere ilişkin duyumsal
bilgilerdir. Duyu vasıtasıyla bu alana ilişkin nesnelerin bilgisi edinilir. Bu bağlamda
duyum, düşünce ve anlama zihnin bilgi etmek için kullandığı birer işlemdir. Zihin,
duyumun kendisine ulaştırdığı idea’ları düşünmenin çeşitli biçimleriyle aralarında
ilişkiler kurarak düzenler ve anlama faaliyeti ile aralarındaki bu ilişkileri kavrar.14
Bir bildirişimde aktarılacak olan bir bilgi ve bu bilgiyi aktarmaya yarayan dilsel
göstergeler bulunur. Bildirişimi gerçekleştirecek kişinin bir nesneyi görmesi ya da
anımsamasıyla zihinde görsel imge ya da kavram canlanır. Zihinde canlanan bu kavram
işitim imgesini uyandırır. İşitim imgesi başka bir zihne sesler ve hava yolu ile ulaşarak o
zihindeki işitim imgesini canlandırır. Canlanan bu işitim imgesi de yeni zihinde
çağrışım yoluyla kavramsal imgeyi uyandırır. Her iki imge, bildirenin zihnindeki imge
ile bildirilenin zihnindeki imge, bir biriyle örtüştüğü oranda başarılı bir bildirişim
gerçekleşmiş olur. Bu bildirişimin birinci safhası anlamlamayı oluşturur. İkinci safhası
ise anlamayı meydana getirir. Anlamlandırma, “Bir nesneyi bir varlığı bir kavramı bir
olayı, bunları zihnimizde canlandırabilecek bir göstergeye bağlayan oluştur.”
15
örneğin “At” sözcüğü bir hayvanın göstergesidir. İkinci safhasındaki anlama ise
anlam’ın ortaya çıktığı süreçtir. Başka bir ifade ile dildeki bir birimin aktardığı ya da
uyandırdığı şeyi kavrama sürecidir.16 Bildirişimin birinci safhasında algılama, tasavvur,
kavrama ve anlama gibi şeyler anlamlandırmayı gerçekleştirmek için olmuş bitmiş bir
süreçtir. Bunun yanında bildirişimin ikinci safhasında algılama, tasavvur ve kavrama
gibi şeyler ise anlama götürecek olan araçlardır.
13
Farklı Kur’an Tanımlamaları için bkz. Muhammed Abid Cabirî, Kur’an’a Giriş, Mana yayınları,
İstanbul 2010, s.21
14
İsmail Çetin, John Locke’ta Tanrı Anlayışı, Vadi yayınları, Ankara 1995, s. 64.
15
Pierre Guiraud, Anlambilim, (Çev.: Berke Vardar), Multilingual, İstanbul, 1999, s. 30.
16
Doğan Aksan, Heryönüyle Dil, T.D.K., Ankara 2003, s. 159.
5
Bilişsel eylemler, algılama, düşünce, akıl yürütme, anlama vb. gibi zihinsel faaliyetler,
bazı yönlerden değer biçilmeye konu olmuşlardır. Doğrulukları ve yanlışlıkları
yönünden değer biçildiği gibi kaynakları, imkanları ve sınırları gibi alanlarda farklı
şekillerde değerlendirilmeye tabi tutulmuşlardır.17 Bu değerlendirmelerin bilinmesi, bize
felsefi ekolleri tanımamıza katkı sağlayacağı gibi bir filozofun, bir düşünürün sistemini
kavrayıp değerlendirmek ve onun düşünce tarihindeki yerini ortaya çıkarmak açısından
gereklidir. Çünkü her düşünce sisteminin hatta dogmaya bağlı bir her çıkışın, her bir
dini anlayışın çıkış noktası bu değerlerle yakından ilgilidir.18
17
Adjukiewicz Kazimierz, Felsefeye Giriş, Çev. Ahmet Cevizci), Gündoğan yayınları, Ankara,1994 s.16
18
Necip Taylan, Gazalî’nin Düşünce Temelleri, İFAV, İstanbul, 1982, s. 13.
6
BİRİNCİ BÖLÜM
KUR’AN TASAVVURU
1.1. KUR’AN TASAVVURUNUN ANLAM ALANI
1.1.1. Kur’an Ayetlerinde Kur’an’ın Tanımı
Kur’an, kendisini tanıtırken deskriptif bir yol izler. Bu tanımlamanın büyük bir kısmını,
mahiyetine ve muhtevasına yönelik betimlemeler oluşturur. Neliğine ait bu
betimlemeler isbat edici olumlamalar ile nefy edici olumsuzlamalardan oluşur. Diğer bir
kısmı ise havassına yönelik betimlemelerdir. Kur’an, kendisini Allahın kelamı olarak
ifade eder.19 Kelimelerin ve sözlerin oluşturduğu anlamlı cümlelerden oluşan ayetler
Allahın kelamını oluşturur.20 Kur’an’da kelamullahın yapısı hakkında ayrıntılı bir bilgi
verilmemektedir. Ancak bütün İslam mezhepleri Allahın mütekellim olduğu hususunda
ittifak etmişlerdir. İhtilafa düştükleri konu ise Kur’an’da ayrıntılı olarak ele alınmayan
kelamullahın yapısı, kıdemi ve hudusudur.21
Aynı zamanda Kur’an, kendisini Allah’ın sözü olarak ifade eder.22 Bu söz, sözlerin en
güzeli,23hakkı batıldan ayıran, ciddi, alaya alınmaktan uzak, şaka olmayan,24ağır bir
sözdür.25 Bu kelam ve söz, keyfiyetini bilemediğimiz bir tarzda Cebrail vasıtasıyla Hz.
peygambere intikal ettirilmiştir.26Bu intikal Allahın ilmiyle olmuştur.27 Cenabı Allah,
kulları içinden seçtiği Hz. Muhammed’e28 kendi ilminden, kullarının müttali olmasını
istediği açıklamaları, hidayeti, furkanı, kendisinin istediği ve istemediği şeyleri, geçmişe
ve geleceğe dair haberleri ve zâtına ait ancak kendisinin bildirmesiyle bilinebilecek
sıfatlara ilişkin bilgileri kapsayacak şekilde indirmiştir.29 İndirilen bu kelâmın aslı, yüce
19
Tevbe 9/6, Bakara 2/75,
Rağıp İsfahânî, Müfredâtü Elfâzı’l -Kur’an, (Tahkik; Safvan Adnan Davudî), Daru’l- Kalem, Dımeşk
2002, s. 722.
21
Taftazânî, Şerhu’l- Makâsıd, Cilt IV, s. 144.
22
Zümer 39/23, Tekvir 81/19,20, Müzzemmil 73/5,
23
Zümer39/ 23
24
Tarık 86/11-17
25
Müzzemmil 73/ 5
26
Tekvir 81/19,20
27
Nisa 4/166, Hud 11/13,14, Araf 7/52
28
Muhammed b. Cerîr Taberî, Câmiu’l Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’an, , (Tahkik: Abdullah b.
Abdülmuhsin et-Türkî) Daru Hıcr. Cilt 12 s. 345
29
İmadüddin Ebu’l Feda İsmail İbn Kesir, Tefsiru’l- Kur’an’i’l-Azim, (Tahkik; Mustafa Seyyid),
Mektebetü Kurtuba, Cîze, Cilt 4, s. 384.
20
7
yaratıcının yanında mevcud bulunan levhi mahfuzdadır.30 Fakat Kur’an, levhi mahfuz
hakkında detaylı bir bilgi vermez. Levhi mahfuzun mahiyeti hakkındaki tartışmalar,
kişilerin kendi mezhep ve inanışı doğrultusunda ortaya koyduğu açıklamalardır. 31Aşkın
boyutun nesnesi olan levhi mahfuz, inanç objesi sınırları içinde değerlendirilmektedir.32
Kur’an, kökeninin ilahî olduğunu defaatle vurgular. Kur’ana göre kendisi, her şeyi bilen
hikmet sahibi yüce Allah tarafından indirilmiştir.33 Yüce Allah, daha önceki
peygamberlere kitaplar gönderdiği gibi34 kulları içinden seçtiği Hz. Muhammed’e
de35onun bir müdahelesi olmaksızın36 kendi emriyle kitap göndermiştir.37 Bu gönderiliş
yine daha önceki peygamberlere gönderilen kitaplarda vuku bulan yollarla olmuştur. Ya
vahiy yoluyla, ya Cenabı Allahın perde arkasından konuşmasıyla, ya da bir elçi
aracılığıyla gerçekleşmiştir.38Allahın ilminde veya Levhi Mahfuz’da bulunan Kur’an,
keyfiyeti meçhul bir tarzda Allahın iradesi dahilinde Cebrail’e intikal etmiş, Cebrailde
Cenabı Allah’tan aldıklarını Hz. peygambere iletmiştir.39
Kur’an, kendisinin tutarsızlıktan beri olduğuna deliller sunarak ilahi kökenli olmasına
vurgu yapar.40 Muhteva olarak da farklı konuları içermesine rağmen kendi içinde bir
tutarlılık ve uyumluluk göstermektedir.41
Kur’an, erksel bir tutumdan uzak kalarak kendisinin ilahi kökenli olmadığını iddia
edenlere tehaddi ile açılımda bulunur. Bu açılımın ilk basamağında kendisinin bir
benzerinin meydana getirilmesini ister.42İkinci basamakta ise alanı daraltıp birincisinden
daha kolay bir şeyle tehaddiyi yenileyerek Allahtan başka kimselerden de yardım
alınarak sahip olduğu on sûrenin benzerinin meydana getirilmesini ister.43 Üçüncü
30
Abese 80/11-16, Buruc 85/21-22,Vakıa 56/77-80, Zuhruf 43/4.
Sinan Öğe, İlahi Kelamın Yapısı, İnsan yayınları, İstanbul, 2008, s. 199.
32
M. Zeki Duman, Vahiy Gerçeği, Fecr yayınları, Ankara 1997, s. 78.
33
En’am 6//155,156, Neml 27/1,6, Furkan 25/6, Şûra 42/17, 52, 53, İnsan 76/23, İsra 17/39, Hicr 15/9,
87, Nisa4/ 82, 113.
34
Nisa 4/163
35
Şûrâ 42/52, 53;
36
Kasas 86
37
Şûrâ 42/52
38
Şûrâ 42/51
39
Duman, 75.
40
Öge, 199.
41
Ali Özek, Hayrettin Karaman, vd. Kur’an Meali, Kral Fehd Mushafı Şerif Basım Kurumu, Medine
1992, s. 82.
42
Tur 52/33, 34.
43
Hud 11/13.
31
8
basamakta ise ikinci basamakta istediği şeyden daha kolay bir taleple meydan
okumasını yineler. Bu da sahip olduğu bir sûrenin benzerinin meydana getirilmesidir.44
Kökeninin ilahi olduğundan şüphe duymayan Kur’an, kulların acziyetini bildiğinden
kendisinin ilahi bir kitap olduğunu vurgulayarak bu tehaddiye son noktayı koyar.
“De ki: eğer bütün insanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini oluşturmak için bir
araya gelseler onun bir benzerini meydana getiremezler.”45
Kur’an’ın Levhi Mahfuzdan Hz. peygambere indirilişi bir defada olmamıştır.46 Bu
indiriliş, Ramazan47 ayında mübarek bir gece48 olan kadir gecesinde49 gerçekleşmiştir.
Şüphesiz bu indiriliş, Hz. peygamberin kalbinin Kur’an’la pekişmesi, insanlara dura
dura okuyabilmesi gibi birçok hikmeti içinde barındırır.50Her ne kadar Kur’an, indirilişi
ifade etmek için “nuzül” ve “inzal” kelimelerini kullansa da kelimelerin taşıdığı
anlamlardaki şekillerde indiriliş gerçekleşmemiştir. Kur’an’ın indirilişi için kullandığı
bu kelimeler mecazi anlamdadır. Aksi taktirde bu terimler Kur’an için muhal olan
cismaniyet ve mekaniyet kesbeder. Bu kelimelerin kullanılmasında güdülen maksad
mecaz tarikıyle i’lam ve ifhamdır.51
Onun Allah katından indirilişinde asla şüphe yoktur.52 O, yüce Allahın peygamberine
olan lutfunun bir sonucu olarak merhameti sayesinde baki kalacaktır.53 Onun önünden
ve ardından batıl yaklaşamaz.54 O, Cenabı Allahın koruması altındadır.55 Onun
ayetlerini yüce Allahtan başkası değiştiremez.56 Fakat isterse O, (Kur’an’ın)
ayetlerinden birini nesh edip veya unutturup yerine başka bir ayet getirebilir57 veya
44
Yunus 10/38.
İsra17/ 88.
46
Taha 20/4, isra 106, Furkan 32.
47
Bakara 2/185.
48
Duhan 44/3.
49
Kadr 97/1.
50
Furkan 25/32, İsra 17/105.
51
Zerkanî, 42.
52
Bakara 2/1,2,3; Secde 32/1,2,3.
53
İsra 17/87.
54
Fussilet 41/42.
55
Hicr 15/9.
56
Enam 6/34.
57
Nahl 16/101, Bakara106.
45
9
Kur’an’ı toptan ortadan kaldırabilir.58 Allah tarafından onun peygamberine gönderilen
bu gerçek59 artık doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır.60
Bütün bunlardan dolayı ne Hz. Muhammed bir şairdir ne de ona indirilen bu Kur’an bir
şiirdir.61Onu Hz. Muhammed gibi bir beşer uydurmuş da değildir.62 Bu Kur’an’ı
şeytanlar da indirmemiştir.63Ayrıca o bir kahin sözü de değildir.64Onun Hz. peygambere
indirilişinde herhangi bir bozulma ve değişiklik olmamıştır.65 O hiçbir tahrife
uğramadan Cenabı Allahın indirdiği gibi birçok hikmeti ve doğruyu içinde barındırarak
hak peygambere, hak olarak hikmeti ve doğruyu getirmiştir.66 O, indirildiği toplumun
dilinde kolaylaştırılarak indirilmiştir.67 Onun dili Arapçadır.68Kur’an’ın Arapça nazil
olması indirilen toplumun anlaması ve bunun sonucunda düşünüp ibret ve öğüt almaları
gibi birçok maslahatı içinde barındırır.69Onun ayetlerinin büyük bir kısmında insanların
ihtiyaç duydukları şeylerin hem asılları hem de ayrıntıları70anlaşılmasına hiçbir mani
bulunmayacak şekilde açıklanmıştır.71 O, lafız ve mana yönünden herhangi bir
bozulmaya mahal vermeyecek şekilde tanzim edilmiştir.72Bunun yanında onun öyle
ayetleri vardır ki onların gerçek mahiyetlerini ancak yüce Allah bilir. Kalplerinde eğrilik
olanlar fitne çıkarmak için bu ayetlerin peşine düşerler oysa ilimde rusüh sahibi olanlar
bunlara inanırlar.73 Muhkem bir nazımla dizilen kelimelerden oluşan ayetler fasılalarla
ayet ayet ayrıldığı gibi pasajların konu edindiği tevhid, peygamberlik, ahkam, öğüt,
kıssa emsal, ahbar, v.b. gibi konular74 fasılalarla ayrılmıştır.75
58
İsra 17/86, Rad 13/39.
Saffat 37/37.
60
Enam 6/105.
61
Yasin 36/69,70.
62
Nahl 16/103, Secde 32/1,2,3; Hakka 69/44.
63
Şuara 26/210.
64
Hakka 69/42.
65
İsra 17/105, Zümer 39/1,2,41 Ali İmran 3/108 Bakara 2/119,176 Rad 13/1, Yunus 10/94, 108
66
Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak dini Kur’an Dili, (Sadeleştiren; İsmail Karaçam, Nusrettin Bolelli),
Azim Dağıtım, İstanbul, Cilt 5, s.232.
67
Kamer 54/17, Meryem 19/97
68
Yusuf 12/ 1,2,3,
69
Zuhruf 43/1,2,3, Fussılet 44, Yusuf 1,2,3, Nahl 103, Rad 37
70
Yazır, Cilt 4, 219.
71
Nur 24/1,46, Ali İmran 3/7, 138, Hac 22/16, Enam 6/65,105 Hicr15/ 1, Bakara 2/209,219,242,221,
72
Nasıruddin Ebu Said Abdullah Ebu ömer b. Muhammed Beydavî, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t- Te’vil,
Daru’l- Fikr, Beyrut, 1996, Cilt 3, s. 219.
73
Ali İmran 3/7.
74
Yazır, Cilt 4, s.514.
75
Hud 11/1,2,3, Fussılet 41/1,2,3,4; Enam 6/114, Yusuf 12/24.
59
10
Kur’an’ın muhtevası öz ve ana prensipler olarak76 kendinden önceki ilahi kitaplarda
mevcuttur.77 Bu yönüyle Kur’an önceki kitapları doğrulayıcı ve onları açıklayıcı olarak
indirilmiştir.78 Geçmiş ümmetlerin hal ve durumlarından haberler vermiş ve kendinden
önceki kitapların tahrif edilmeden önceki hallerinin ilahi kaynaklı olduğunu bildirmiş,
içermiş oldukları doğru haberleri tahrifattan koruyup şahitliğiyle onlardaki haberleri
düzeltip bozuklukları iptal ederek Onlar üzerinde tasdik ve teyidine başvurulacak
güvenilir bir merci ve bir koruyucu olmuştur. 79
Kur’an, gaye olarak önceki kitapların taşımış olduğu hedefi devam ettirir. Bu gaye
Allahtan başka ilah olmadığını insanlara bildirmek ve insanları Allaha karşı gelmekten
sakındırmaktır.80 Kur’an, sahip olduğu bilgiler üzerinde insanların düşünmesini
sağlayarak onları karanlıklardan aydınlığa,81hiçbir eğrilik bulunmayan yüce Allahın
yoluna ulaştırmayı gaye edinir.82 Ayrıca insanların kendilerini doğru yola ulaştıracak
kitaptan yoksun olduklarını mazeret göstermelerini engellemek için onlara doğru yolu
ulaştıracak bilgiyi ve malumatı sunmayı,83 zulmedenleri uyarmayı, iyilik yapanları
müjdelemeyi,84 sahip olduğu hükümler ile insanların hüküm vermesini sağlayarak
adaleti en yüksek seviyede gerçekleştirmeyi amaç edinir.85
Kur’an, kendisinin aşkın boyutuna vurgu yaparak Allah katından peygambere
indirilişine muhatapları tarafından inanılmasını ister.86 Bu meyanda Kur’an’ın tümü bir
inanç objesidir. Onun inanç objesi olarak vurguladığı yön inzali ve tenzilidir. Bir inanç
objesi olarak Kur’an tecezzi kabul etmez. O bu yönüyle bir bütündür.87 Onun ayetlerini
76
Ali Özek, Hayrettin Karaman, vd. Kur’an Meali, s. 374.
Şûrâ 42/196.
78
Yunus 10/37, Ali İmran 3/3,4 Ta-Ha 20/133, Ahkaf 46/29, 30, Fatır 35/31, Bakara 2/41, 91 Yusuf
12/111.
79
Yazır, Cilt 3, s.254
80
Nahl 16/102, Enam 6/92, 119,51, Yasin 36/6,70, Hud 2, Şuara 26/193,Furkan 1,2, Taha 20/113,
Şûrâ42/7, Kehf 18/3,4,19, İbrahim 14/52.
81
İbrahim 14/1
82
Maide 5/16, Sebe 34/50, Sad 38/29, Duhan 44/58, Taha 20/113, Nahl 16/44, İbrahim 14/52.
83
Enam 6/156,157.
84
Ahkaf 46/12, Kehf 18/1,2,3.
85
Hadid 57/26.
86
Nisa 4/136,170, Cin 72/1,2 Bakara 2/285.
87
Hicr 15/90, 91.
77
11
inkar, küfürdür.88 Onun varoluşu dolayısıyla sahip olduğu bilgi ve hikmetler inananların
imanını artırırken inkar edenlerinde küfrünü artırır.89
Kur’an sadece aşkın boyutuna vurgu yapmaz. Aynı zamanda şahadet alemine ilişkin
epistemik açıdan bir bilgi kaynağı ve bilgi objesi oluşuna da vurgu yapar. O bu
konumuyla insanları dünya ve ahiret mutluluğuna götürecek hidayete sahiptir.90 Sahip
olduğu geçmişe ait haberler,91 insanların arasındaki hukuku düzenleyici sınırlar,92 insan
için gerekli olan bilgiyi ihtiva eden ayetler,93geçmiş ümmetlere ve peygamberlere ait
haberler,94 çeşitli konulara ilişkin îrad edilen meseller95 ve öğütler96ile bir bilgi kaynağı
ve objesidir. Ayrıca Kur’an, teolojik yönüne, lafız ve mana ile kendisinin okunulmasını
ve dinlenilmesini isteyerek vurgu yapar.97
1.1.2. Hadislerin Kur’an’ı Tanımı
Hz. Peygamberin Kur’an tanımı, Kur’an’ın Hz.Peygambere yönelik tanımlamalarıyla
paralellik arzeder. Kur’an’a göre Hz. Muhammed, Allah tarafından Kelamullah’ın
kendisine vahyedildiği bir bireydir.98 Kur’an, Hz. Peygamberden Kur’an’a ve
Kur’an’dan önce indirilen kitaplara iman etmesini istemektedir.99 Kur’an’a göre Hz.
Muhammed de diğer insanlar gibi bir beşerdir.100 Aynı zamanda O, diğer Peygamberler
gibi Allah tarafından kendisine vahiy gönderilmek üzere seçilmiştir.
101
O, ümmî102 bir
peygamberdir. Ne bir kâhin ne bir mecnun ne de bir şairdir.103 Kur’an’ı Hz Muhammed
uydurmuş değildir. O, yalnızca kendisine vahyolunana tabii apaçık bir uyarıcıdır.104
88
Ali İmran 3/21, Nisa 4/136, Ankebut 29/49.
Zümer 39/23, Nahl 16/30,İsra 17/41,82, Maide 5/ 68, Tevbe 9/124,125,
90
Bakara 2/3,185,159, Nahl 16/89,102, Sebe 34/6, Lokman 31/3, Casiye 45/11,20 İsra17/ 9,82, Araf
7/203
91
Sad 38/88, Enam 6/91, Taha 20/89, Hud 11/49,100.
92
Bakara 2/230, Rum 30/28.
93
Bakara 2/282, Nahl 16/79.
94
Yusuf 12/3, Kasas 28/44,45 Araf 7/175 Ali İmran 3/ 44,58 Hud 11/120.
95
İsra 17/89, İbrahim 14/25, Rad 13/17, Rum 30/51, Zümer 39/27,28, Kehf 18/54.
96
Zuhruf 43/44, Enbiya 21/10,50 Enam 6/126, Bakara 2/231,Yusuf 12/104, Araf 7/2,26, Yunus 10/57.
97
Araf 7/204.
98
Yasin 36/5, Zuhruf 43/43, Şûrâ 42/52,53 Ankebut 29/47, Neml 27/16, Furkan 25/6, Nisa 4/63
99
Bakara 2/285, Ali İmran 3/84.
100
Fussilet 41/6.
101
Şûrâ 42/52, Kasas 28/ 86.
102
Ankebut 29/48.
103
Tur 52/29, 30 Araf 7/184, Tekvir 81/22,
104
Ahkaf 46/9.
89
12
İstediği zaman gökten bir ayet indirme gücüne sahip değildir.105 Kendisine indirilen
âyetlere bir müdahalesi olamaz.106 Kendisine indirilen âyetleri de vahiy sahibinin
dilediği âyetler hariç unutmamıştır.107 Onun getirdiği bilgiler uydurma değildir. Bilakis
gerçeğin kendisidir. Bu bilgiler gaybı kapsadığı gibi geçmiş ümmetleri de içine alır.108
Kur’an, Hz. Muhammed’in dilinde inmiştir.109 Onun Kur’an karşısındaki sorumluluğu
insanları uyarmak,110inkar edenlere karşı Kur’an’la mücadele etmek,111Ehli Kitab’ın
gizlediği bilgileri Kur’an’la açığa çıkarmak112ve gönderildiği insanlara Kur’an’ı
okumaktır.113
Hz. peygamberin Kur’an tanımı, yukarıda sıralamış olduğumuz Kur’an’ın tanımladığı
esaslara paralel bir şekilde betimlemeye yönelik olmuştur. Hz. peygamberin Kur’an’ı
tanıtan pek çok hadisi mevcuttur. Bu hadislerin en bariz özelliği Kur’an’ın kendisini
tanıtırken kullandığı ifadelere lafız veya mânâ bakımından benzerlik göstererek114
Kur’an’ın kendisini tanıttığı unsurları te’kid etmesi ve Hz. peygamberin taşıdığı
misyonun öngördüğü uslüp ve ifadelere paralellik arzetmesidir. Hz. peygambere göre
Kur’an, Allah’ın kelamı ve sözüdür. Bu kelam bütün kelamlardan yücedir.115O,
kendisine Allah tarafından Kur’an’da belirtilen vahiy yollarıyla116kendi dilinde nazil
olmuştur.117
Hadislerde Kelamullah’ın yapısı hakkında pek fazla bilgiye rastlanılmamaktadır. Hz.
Peygambere göre Kur’an’ı Kerim, ümmî bir kavmin kendisini okumasında karşılaşacak
105
Mümin 40/78.
Hakka 69/44-47, Yunus 15.
107
A’la 87/6-7.
108
Hud 11/49,120.
109
Duha 93/58.
110
Enam 6/51,70,99, Araf 7/2, Kehf 18/1-4, Taha 20/43.
111
Furkan 25/ 52.
112
Maide 5/15.
113
Rad 13/30, İsra 17/106, Bakara 2/151 Al–i İmran 3/164.
114
Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman Dârimî, Sünen-i Dârimî, Fezailü’l- Kur’an, (Terc. ve
Tahkik; Abdullah Aydınlı), Madve Yayınları, İstanbul,1994. Cilt 6,, s. 402
115
Ebu İsa Muhammed b. İsa Tirmizî, Sünen, Sevabu’l -Kur’an, 22. Bab h.no. 3092, 16. Bab h.no. 3078,
(Tahkik; Ahmed Muhammed Şakir) , Şirketü Mahmud Muhammed el–Halebî, Darimî, Fezailül Kur’an,
6. Bab h.no. 3359, 5. Bab h.no. 3356.
116
Müslim b. Haccac en-Nisaburî, Sahihu Müslim, Fezâil, 27.bab h.no. 6013, (Tahkik: Halil Me’mun),
Daru’l-Marife, Beyrut 2007.
117
Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam Herevî, Kitabu Fezail’l-Kur’an, (Tahkik: Mervan Atıyye, Vefa
Takuyüddin) Daru İbn kesir, Beyrut, s.165
106
13
sorunları bertaraf etmek için yedi harf üzere nâzil olmuştur.118 Bu yönüyle Kur’an
kolaylaştırılmış bir kitaptır.119 Rahmet âyeti azap âyetiyle tamamlanmadıkça yapılan
hatalar hoş görülmüştür.120 Kur’anı Kerim, her türlü tenakuz ve ihtilaftan uzak bir
kitaptır. Onun âyetleri bir kısmı bir kısmını yalanlar mahiyette inmemiştir. Bilakis
âyetlerinin bazısı bazısını doğrulayıcıdır.121 Kur’an hakkında şüphe etmek ve bu
şüphenin sonucu ortaya çıkacak tartışma ve münazara küfürdür.122 İnsanları tenakuz
gibi gördükleri şeyler cehaletlerinden kaynaklanabilir. Bu gibi durumlarda işin ehline
sorulması gerekir.123
Hz. Peygamber, Kur’an’ın aşkın boyutunun bir inanç objesi olduğunu da ifade etmiştir.
Buna göre Kur’an, iki açıdan inanç objesine konu olur. Birincisi Kur’an’ın Allah
tarafından Hz. peygambere inzal boyutudur.124 Bu boyut aynı zamanda Kur’an’ın emir
ve yasaklarına harfiyen uymayı gerektirir. İkincisi ise Kur’an’da mevcut bulunan
müteşabih ayetlerdir. Bu ayetlerin bildirdiği şeylere iman edilmesi, gerçek mahyetini
araştırmaya gidilmemesi gerekmektedir.125 Diğer taraftan Hz. peygamber Kur’an’ın
varlık boyutunu birkaç farklı unsur içinde mütalaa eder. Bunlardan biri epistemolojik
olarak Kur’an’ın bilgi objesi ve bilgi kaynağı olmasıdır. Kur’an’da insanları güzel
ahlaka, doğru yola götürecek, onları her türlü sapıklıklardan uzaklaştıracak,126adaleti
kâim kılacak ve insanlar arası ilişkileri düzenleyecek hukuki bilgilerin yanında geçmiş
milletlerin haberleri ve geleceğe dair bilgiler mevcuttur.127 Diğer boyut, ise Kur’an’ın
var oluşuna ilişkin teolojik boyuttur. Bundan dolayı Kur’an âyetlerinin telaffuzu
128
ve
manasının tefekkürü129 ibadettir. Hz. peygamber Kur’an okumayı ve manasının tefekkür
118
Ebu Abdillah Muhammed b. İsmail Buharî, Sahihu Buharî, Tevhid, 53.Bab h.no. 7550 (Tahkik: Halil
Me’mun), Darü’l Marife Beyrut 2007
119
Ebü’l Ali Muhammed b. Abdirrahman b. Abdirrahim Mübarekfûrî, Tuhfetü’l Ahfezi bi Şerhi Cami’t
Tirmizî, Daru’l Fikr, Cilt 8, s. 264
120
Tirmizî, Kıraat, 2. Bab, h.no.3112
121
Ahmet b. Muhammed b. Hanbel, el-Müsned, (Tahkik; Ahmed Muhammed Şakir), Daru’l Hadis,
Kahire 1995, Cilt 2, s.181
122
Ahmed b . Hanbel, Cilt 4, s. 205, Herevî, s.353.
123
Ahmed b. Hanbel, Cilt 2, s.181.
124
Buharî, Tevhid, 34. Bab, h. No. 7488, Fezailü’l Kur’an, 1. Bab h.no.4981.
125
Buharî, Tefsir,1. Bab, h.no.4547.
126
Ebu Bekr Abdullah b. Muhammed b. İbrahim İbn Ebî Şeybe, El- Musannef, h.no. 30506 Tahkik;
Muhammaed b. Abdillah El-Cuma, Mektebet’r-Rüşd, Riyad 2004
127
Darimî, Fezailü’l Kur’an,1.bab h.no.3134,3310,3318, Tirmizî, Sevabu’l-Kur’an,14.bab h.no.3069
128
Tirmîzî, Sevabu’l Kur’an, 23. bab h.no.3093, 19. bab h.no. 3085, Darimî, Fezailü’l Kur’an,1. Bab
h.no.3317, 3321, 3329.
129
Buharî, Tefsir, 9. Bab h.no.4582; Herevî, Fezailü’l Kur’an, s. 135.
14
edilmesini teşvik etmiştir. Aynı zamanda Kur’an’dan uzak kalınmasını da uygun
görmemiştir.130
Hz. Peygamber, Kur’an’ın teolojik yapısının doğurduğu sonuçlardan birini de Kur’an
âyetlerinin bereket ve şefaat vasıtası olması olarak açıklar. Onun ayetlerini telaffuz eden
dünyada bereketinden131 âhirette de şefaatinden132faydalanacaktır. Hz peygamber,
Kur’an’ın
teolojik
yapısının
gereği
olarak
Kur’an’a
ancak
temiz
olanların
dokunabileceğini vurgular. Temizliğin mahiyeti konusunda farklı görüşler bulunmakla
beraber hadislerde ifade edilen temizlik cünüplükten ârî olmaktır.133
1.2. KUR’AN TASAVVURUNA ETKİ EDEN NEDENLER
1.2.1. Kur’an Tasavvuruna Etki Eden Dini Nedenler
1.2.1.1. Allah Tasavvuru
Kur’an tasavvuruna etki eden dini nedenlerin başında Allah tasavvuru gelmektedir.
Allah Tasavvurunun Kur’an tasavvuruna etkisi geleneksel dönemde ortaya konulan
Kur'an tasavvurlarında daha belirgin bir şekilde görülür. Geleneksel dönemde Ehli
Hadis, Ehli Rey, Kelamcılar ve Tasavvufçuların ortaya koymuş oldukları Kur’an
tasavvurlarında, Allah tasavvurunun etkisi büyük olmuştur. Bu dönemdeki Kur’an
tasavvurlarında Cenabı Allah’ın sıfat ve fiilleri hakkındaki tartışma Kur’an
tasavvurlarında merkezi bir konum teşkil etmektedir. Kur’an’ın, Allahın kelamı olması
hasebiyle Allah’ın kelamının onun sıfatı mı fiili mi olduğu tartışmasının etkisi bu
dönemde Kur’an tasavvurlarındaki farklılığa neden olan en belirgin özelliktir.
Kur’an’ın, Allahın sıfatlarının bir sonucu olması, onun ezeli ve ebedi olmasını
tazammun ederken, Allahın fiilinin bir sonucu olması ise ontolojik açıdan Kur’an’ın
başka varlıklardan farkının olmadığı anlamını barındırmaktadır. Kur’an’ın Allahın
kadim bir sıfatının veya fiilinin ürünü olması onun neliği, mahiyeti, muhtevası ve
ayetlerinin anlaşılması ve anlamlandırılmasında bu dönem için yönlendirici bir etki
yapmıştır.
130
Darimî, Fezailü’l Kur’an, h.no. 3309.
Ahmed B. Hanbel, Müsned Cilt 5, s. 348, Sicistanî, Ebu Davut Süleyman b. el-Eşas, Sünen’ü Ebî
Davud, Kitabü’s-Salah, 328. Bab, h.no. 1400, (Tahkik; Sadık Cemil El-Attar), Daru’l- Fikr, Beyrut 2005
132
Buharî, Fezailü’l- Kur’an, 14. Bab, h.no. 5016, 9. Bab, h.no. 5007; Darimî, Fezail,12. Bab h.no. 3373.
133
İbn Ebî Şeybe, Musannef, h.no. 1084; Herevî, Fezailü’l-Kur’an, s.196, 121.
131
15
Örneğin Kur’an’ı Allahın zatı ile kaim kelam sıfatının bir sonucu olduğunu düşünenler,
Kur’an’ın lafzını ve manasını ebedileştirirken, Kelamı, Allahın yaratma fiilinin bir
sonucu olduğunu düşünenler ise Kur’an’ın mahluk olduğunu öne sürerek Kur’an’a diğer
yaratılmışlardan farklı bir özellik atfetmemişlerdir. Bunun sonucu olarak bu görüşe
sahip olanlar Kur’an’ın lafız ve mana üzerinde kendilerine insiyatifte bulma imkanını
verecek neshi ve tarihselliği ön plana çıkarmışlardır.
Kur’an’ın Allahın kadim sıfatı olan Kelamullahın bir sonucu veya Allahın bir fiili olan
kelamının sonucu olduğunun ileri sürülmesi, Kur’an’daki kavramların farklı anlaşılması
ve anlamlandırılmasına da etki yapmıştır. Allah tasavvurunun etkisinin Kur’an
tasavvurunu oluşturan Kur’anî kavramların başında nesh gelmektedir. Nesh, sahabe ve
tabiin dönemindeki müfessirlerce teoriye girmeden ve açık bir tarifi yapılmadan
kelimenin lügavi anlamından hareketle anlamlandırılmıştır. Sahabe ve tabiin döneminde
Nesh, zaman olarak daha sonraki ilahi hükmün daha önceki ilahi bir hükmün yerine
geçmesi olarak da algılandığı gibi, mutlakın takyidi, umumun tahsisi, mücmelin beyanı
ve istisna şeklinde de algılanmıştır. Fakat neshin ne olduğu konusunda teorik
tartışmalara girilmemişdir. Hele hele Neshin, Allahın Kelam sıfatının veya fiiline
müteallık bir konu olarak ele alınmasına hiç değinilmemiştir.134 Fakat ondan sonraki
dönemde Nesh, Kur’an tasavvurlarına dayanak olarak, Allahın sıfat ve fiilleriyle
ilişkindirilerek anlamlandırılmaya çalışılmıştır. Nesh olgusu Kelamullahın, Allahın
fiilinin bir sonucu olduğunu düşünenler tarafından Kur’an’ın mahluk oluşuna delil
gösterilirken aynı durum, Allahın zatı ile kaim Kelam sıfatının bir sonucu olduğunu
düşünenlerce,
Kur’an’ın
mahluk
olduğuna
delil
getirenlerin
tam
zıttı
bir
anlamlandırmaya tâbi tutmuşlardır. Mutezilenin Kur’an Tasavvurunda Nesh, sahip
olduğu Kur’an tasavvuruyla bağdaşır şekilde, önce indirilen bir hükmün sonradan
indirilen bir hüküm ile ortadan kaldırılması olarak anlamlandırılmıştır. Bu durum, Ehli
Sünnet ve Kur’an’ın lafiz ve mana bakımından mahluk olmadığını savunan Ehli Hadisin
Kur’an algılamaları için tezat teşkil eder. Ehli Reyin temsilcisi Ebu Hanife ve onun
takipçisi olarak kabül edilen Ehli Sünnet alimlerinden Maturidi, neshi anlamlandırırken
mutezilenin bu görüşünü göz önünde bulundurmuş olmalı ki neshi, bir hükmün
müddetinin sona ermesi ve yerine başka bir hükmün indirilmesi şeklinde
anlamlandırmışlardır. Bu durumda sonraki bir hükmün önceki bir hükmü ortadan
134
Talip Özdeş; Kur’an ve Nesh Problemi, Fecr yayayınları, Ankara 2005, s. 17.
16
kaldırılması değil önceki hükmün müddetinin sona ermesi ve onun yerine başka bir
hükmün getirilmesi söz konusudur. Neticede nesh olgusunda, kelamı nefsî gözetilerek
âyetin mânâ boyutu ortadan kaldırılmamış, âyetin sahip olduğu hükmün süresinin bitmiş
olduğu vurgulanmak istenmiştir. Bu durum ise sahip olunan Kur’an tasavvuruyla
çelişmemekle beraber ve Kur’anî bir olgu olan neshin şekillenmesinde oluşturulan
Allah tasavvurunun etkisini gözler önüne sermektedir.
Yine mutasavvıflar tarafından ortaya konulan Kur’an tasavvurlarında, Allah tasavvuru
üzerine inşa edilen bir Kur’an tasavvurunu görürüz. Şöyle ki, İşarî Mutasavvıfların
algısına göre Kur’an, Allah’ın ilim sıfatının bir sonucu ve ezeli ve ebedi bir varlıktır. Bu
algının sonucu olan bir Kur’an tasavvurunda Kur’an şöyle algılanmaktadır. Nasıl ki
Allahın ilmi ihata edilemezse, Allahın ilminin bir sonucu olan Kur’an’ın taşıdığı mana
da ihata edilemez. Bunun yanında Kur’an’ın kendisiyle yazıldığı Arabî harfler ise bu
manayı gizleyen bir örtü mesabesindedir. Diğer taraftan ontolojik olarak Kur’an’ın
ezelde Levhi Mahfuzdaki varlığı, onun harflerinin kaf dağı kadar büyüklüğünde
algılanılmasına sebebiyet vermiştir. Buna bağlı olarak da sufiler tarafından Kur’an
harflerinin taşıdığı anlamın iri bir cüsseyle örtüştürülme ihtiyacı Kur’an’da aranmaya
çalışılmıştır. Yine Allah tasavvurunun bir sonucu olarak Kur’an’ın kutsiyetinde aşırı bir
tutum sergilenmiştir. Kur’an anlaşılması gereken bir kitap olmaktan ziyade biçimsel bir
metne dönüşmüştürülmüştür.135 Geleneksel dönemdeki İşarî mutasavvıfların Kur’an
tasavvurunda Kur’an’dan çıkan bilgilerden daha ziyade Allah tasavvuru etkin rol
oynamıştır.
Diğer taraftan İslam Felsefecilerinin ortaya koymuş olduğu Kur’an tasavvurunda da
Allah tasavurunun etkisi açıkça görülür. Felsefecilerin varlık algısında, Cenabı Allah
vacibü’l vucud olarak ifade edilir. Varlığı kendinden olan bu ilkten diğer varlıklar
meydana gelmiştir. Felsefecilere göre kâinatın var oluş sebebi esasta Allahın bilgisidir.
Kur’an da Allahı’ın bilgisinin sonucudur. Şöyle ki Cenabı Allah’ın kendini düşünmesi
ve bilmesi sonucu manevi bir cevher olan ilk akıl sudur etmiştir. Bu silsile onuncu akla
kadar devam ede gelmiştir. Cebrail olarak adlandırılan onuncu akıl aracılığıyla
peygamber, Allahın bilgisini elde etmiştir. Fakat bu bilgi, işaret ve remizlerle dolu
olduğu için herkes tarafından anlaşılamaz. Allahın kelamının tezahürü olarak
135
Ebu Zeyd Nasr Hamid, İlahi Hitabın Tabiatı, (Çev.: Mehmet Emin Maşalı), Kitabiyat, Ankara 2001,
s. 67.
17
adlandırdıkları
bu
durum
faal
akıl
ve
“el
Kalemun
Nakkaş”
aracılığıyla
gerçekleşmektedir.
1.2.1.2. Peygamber Tasavvuru
Peygamberler Allah ile insan arasında iletişimi sağlayan, Allah tarafından seçilen
kimselerdir. Vahiy yolu ile aldıkları bilgi, ilke ve esasları insanlara ulaştırmaya
çalışırlar. Ayrıca almış oldukları bu ilke ve esasları uygulayarak da kendilerine tebliğ
edilen görevi ifa etmeye çalışırlar. Bütün bunlar göz önünde bulunduğunda bir dinin
veya bir kitabın sağlıklı bir şekilde anlaşılması o kitabı veya dini getiren peygamberin
sağlıklı bir şekilde algılanılmasına bağlıdır.136
Bundan dolayı Allah tasavvuru,
peygamber tasavvuru ve Kur’an tasavvuru dini anlamada bir sac ayağının üç köşesi
gibidir. Bunlardan herhangi birinin yanlış algılanılması diğerlerine etki edecektir.
Yani doğru bir din anlayışı doğru bir peygamber anlayışına, doğru bir peygamber
anlayışı da doğru bir Kur’an tasavvuruna, Doğru bir Kur’an tasavvuru da doğru bir
Allah tasavvuruna bağlıdır. Eğer doğru bir Allah tasavvurumuz yoksa doğru bir Kur’an
Tasavvurumuz yok demektir. Doğru bir Kur’an tasavvurumuz yoksa doğru bir
peygamber algımız da yoktur. Doğru bir peygamber algısı yoksa doğru bir Allah ve
Kur’an tasavvuru da yoktur. Doğru bir peygamber tasavvuru ise Kur’an ve hadis
merkezli bir algılamadan geçmektedir.
137
Dinin daha doğru ve sağlıklı bir şekilde
anlaşılabilmesi için hz. Peygamberin kimliğinin ve bu kimliğe bağlı misyonunun daha
iyi ifade edilmesi gerekmektedir. Bundan dolayı Kur’an’dan soyutlanmış bir peygamber
yanlış bir algılama olduğu gibi peygamberden soyutlanmış bir Kur’anda yanlış bir
algılamadır.138
Tarihi sürece baktığımızda Hz. Peygamberin ifrat ve tefrit noktasında farklı şekillerde
algılandığını görebiliriz. Bazıları onu insanüstü bir varlık olarak algılarken bazıları ise
olumsuzlayan ve sıradanlaştıran bir kişilik ve kimlik özellikleriyle algılamaktadır.
Algılamaların bir ucunda ulaşılmaz, insan üstü bir peygamber bulunurken diğer ucunda
ise silikleştirilmiş ve sıradanlaştırılmış bir peygamber vardır. Peygamberi insan üstü bir
varlık kabül etme, Hz. Peygamberi ulaşılmaz ve insan üstü bir varlık olarak algılama,
136
Şefaettin Severcan, Peygamberlik Anlayışları ve Hz. Muhammed, Serhat kitabevi, Konya 2006, s. 9
Celal Kırca, Kur’an’ı anlama, Marifet Yayınları, İstanbul, 2010, s. 46
138
Kırca, Kur’an’ı Anlama, 57
137
18
cahiliye dönemi ve geleneksel dönem tasavvufi ve felsefi peygamber tasavvurlarında
daha çok görülür. Cahiliye dönemi peygamber tasavvuru, dönemin kültür ve inanç
yapısı ile sıkı bir ilişki içindedir. Bu dönem insanının peygamber tasavvurunu
şekillendiren ana etken peygamberler hakkındaki bildikleri kıssalar ve dönemin
kültüründe etkin bir yere sahip kahinlik algısıdır. Bu kıssalarda peygamberi insan tabiatı
üzerine çıkarma açık bir şekilde görülür. Bu algılamanın sonucu, peygamber kendisine
ihtiyaç duyulan veya kendisinden istenildiğinde olağan üstü bir güce sahip kişi olarak
algılanılmaktadır.139 Bu tasavvur sonucu cahiliye dönemi insanları kendi peygamberlik
algılamalarına uymadığı için Hz. Peygamberi dışlayarak ona kahin veya şair, onun
getirdiği Kur’an’a da kahin sözü veya şiir demişlerdir.
Dediler ki: yerden bize bir kaynak fışkırtmadıkça sana inanmayız! Yahut senin
hurmalardan ve üzümlerden bir bahçen olmalı ve aralarından ırmaklar fışkırtmalısın.
Yahut zannettiğin gibi üzerimize gökten parçalar düşürmelisin. Yahut Allah’ı ve
melekleri karşımıza getirmelisin. Yahut altından bir evin olmalı ya da göğe çıkmalısın.
Mamafih sen bizim üzerimize, okuyacağımız bir kitap indirmedikçe seğin göğe çıkmana
da inanmayız. De ki: Rabbimi tenzih ederim ben sadece bir insanım.140
Dediler: Bu peygambere ne oluyor ki yemek yiyor, çarşılarda geziyor? Ona kendisiyle
birlikte uyarıcı olarak bir melek indirilmeli değil mi? Yahut kendisine bir hazine
atılmalı, yahut kendisinin bir bahçesi olmalı da ondan yemeli değil mi? Ve zalimler: Siz
başka değil sadece büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz dediler.141
Yemin ederim; gördüklerinize ve görmediklerinize ki o, elbette şerefli bir peygamberin
getirdiği sözdür. O, bir şairin sözü değildir. Ne de az inanıyorsunuz. O bir kahin sözü
de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz. Alemlerin rabbinden indirilmiştir.142
Geleneksel dönem peygamber tasavvurunda da aşırılığa gidilerek Hz. Peygamber aşırı
derecede yüceltilmiş ve insan üstü bir kimliğe büründürülmüştür. Bu durum Ehli Hadis,
mutasavvıflar ve felsefecilerin peygamber tasavvurlarında açıkça görülür.143
139
Severcan, 25-26
İsra 17/90-94
141
Furkan 25/7-8
142
Hâkka 69/38-43
143
Severcan, 50
140
19
Ehli hadis, Hz. Peygamberin bütün fiillerinin vahiy kaynaklı olduğunu düşünerek, Hz.
Peygamberin kelamı, Allah kelamı gibi algılanılmıştır. Bunun sonucunda Darimî’nin de
sünen’inde bab başlığı yaparak görüşünü ifade ettiği, “Kur’an sünnete kâdı değil fakat
sünnet Kur’ân’a kadıdır” sonuç ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla Kur’an, sünneti
neshedemez. Fakat sünnet Kur’an’ı neshedebilir algılaması ifade edilmiştir.
Ayrıca Ehli hadisin peygamber tasavvurunda Hz. Peygamberin fiziki ve biyolojik
özellikleri mucizelerle donatılarak olağan üstü bir şahsiyet olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bu peygamber tasavvuruna göre;
“Hz.Peygamber önünü ve arkasını görmekte, en uzaktaki sesleri mükemmel bir şekilde
işitmekte, başka bir deyişle, insanların duymadıklarını duymakta ve görmediklerini de
görmektedir. Hz. Peygamber’in sesinin bereketinden dolayı sesi her yerde
duyulabilmekte, tükürüğü her türlü yara-bereyi tedavi etmekte, içine tükürdüğü kuyu
misk kokusu saçmakta ve tertemiz hale gelmektedir. Bevli şifalı ve temiz olup, onu içen
kimse, o günden itibaren karın ağrısından şikayet etmemektedir. Onun kanı da temiz ve
içilebilir olup, onun kanını içen kimsenin ağzında misk gibi bir koku yayılmakta,
bununla birlikte onun kanını içen kendini ateşten korumuş olmaktadır. Gaitası ise yer
tarafından yutulmakta ve orada misk gibi bir koku yayılmaktadır. O ihtilam olmamakta
ve esnememektedir, zira bu özellikler şeytanın insana olan bir müdahalesi olarak kabul
edildiğinden Hz.Peygamber’e yakıştırılmamaktadır. Teri misk gibi kokmakta ve koku
imalinde kullanılmaktadır. Onun saçının bir teli dahi yere düşürülmemekte, herkes bir
kıl alabilmek için adeta bir yarış yapmaktadır. Sahabenin bu rağbetini gören
Hz.Peygamber de herkese bu kılların adaletle dağıtılmasını emretmektedir. Bazı
rivayetlere göre, Hz.Peygamber cinsel açıdan 30-40 erkek gücüne sahiptir. Allah
tarafından yedirilip içirildiği için uzun süre acıkma ve susama hissetmemektedir. O
ruhuyla ve cesediyle canlı olup cesedi çürümemekte, vefat ettiği günkü gibi taptaze ve
kokusu değişmeden kalmıştır.”144
Mutasavvıfların peygamber algısında ise Hz. Peygamber, dünyanın fiziki sınırları dışına
çıkarılarak, kozmosun yaratılışının amacı ve ilk maddesi haline getirilmiştir. Buna göre
Allah kendi nurundan bir cevher yaratıp bu cevherden kainatı yaratmıştır. ilk cevher
144
Musa Bağcı, Sünnet ve Hadislerin anlaşılmasında Ehli hadisin beşer üstü Peygamber tasavvurunun
etkisi, www.musabağci.com.tr. Bu konuda daha fazla bilgi için bkz: Musa Bağcı, Hz. Peygamberin beşerî
yönü, Ankara ( Basılmamış doktora tezi), 1999
20
veya nuru muhammediye adını verilen bu nur, İbn arabinin fikirleriyle mutasavvıfların
ana doktirini haline gelerek, gnostik-manihesit fikirlerin sufiliğe girişinin ilk örnekleri
olarak ifade edilmiştir.
Geleneksel dönemde insan üstü bir varlık olarak algılanan peygamber, çağdaş dönemde
bu algılamanın tam tersine sıradanlaştırılmış bir peygamber algısıyla karşımıza
çıkmaktadır. Bu durum çağdaş dönemde, Oryantalist peygamber tasavvuru ile Kur’an’ın
ve Hz. Peygamberin mesajlılığının devamını reddeden sadece kendi zaman ve
mekanlarındaki bir tarih dilimine hapseden (tarihselci ve antropolojik)peygamber
algılamalarında görülür.145
Geleneksel dönemde orta konulan Kur’an tasavvurlarında Peygamber, vahyin bir aracısı
ve açıklayıcısı olarak görülmektedir. Bu algılamaya göre Hz. Peygamberin vahyin
kaynağından muhatabına ulaşana kadar geçen süreçte bir müdahelesi yoktur. Vahiy
meleği Cebrailin, Allah’tan aldığı mesajları Hz. Peygamberin kalbine lafız ve mana
olarak ilka etmesi, Peygamberin de bunu inananlara iletmesi süreci geleneksel dönemde
ortaya konulan Kur’an tasavvurlarında peygambere biçilen görevlerdendir. Bu durum
ise Çağdaş dönem Kur’an tasavvurları tarafından eleştiriye tabi tutulmuştur. Bu
eleştirilerin başında peygamberin, geleneksel dönem Kur’an tasavvurları sahiplerince
âdeta bir aracı olarak algılanılmış olması gelmektedir. Bu algılamaya göre Levhi
Mahfuzda var olan Kur’an, Cebrail aracılığıyla Hz. Peygambere iletilmiş, peygamber de
bu kitabı inananlara ulaştırmıştır. Bu tür bir peygamberlik tasavvuru Kur’an’ı dilsel bir
metin olma özelliğinden çıkararak, kutsal bir objeye dönüştürdüğü ve karşı konulması
mümkün olmayan bir güç tarafından topluma indirilen, toplumun ihtiyaçlarını dikkate
almayan, önceden var olan ve mükemmel bir Kur’an algısını dikte ettiren bir yaklaşımı
da beraberinde getirdiği düşüncesiyle tenkide tabii tutulmuştur.146
Çağdaş dönem Kur’an tasavvurlarının sahip olduğu Peygamberlik algısı, geleneksel
dönemde ortaya konulan Kur’an tasavvurlarının Peygamberlik algısına bir tepki gibidir.
Geleneksel dönem Kur’an tasavvurlarının Peygamberlik algısında Peygamberin vahye
bir müdahalesi olmazken veya vahyin herhangi bir aşamasında sürece dahil olmazken,
çağdaş dönemin ortaya koyduğu peygamberlik algısında peygamber, vahyin ister
145
146
Severcan, 68-69
Ebu Zeyd, İlahî Hitabın Tabiatı,93.
21
metinsel boyutunda isterse olgusal boyutunda sürece müdahildir. Daha çok Tarihselci
ve Antropolojik algılamalarda görülen bu peygamberlik algısı, sahip oldukları Kur’an
tasavvurlarının şekillenmesine de etkide bulunmuştur.
Tarihselci Kur’an Tasavvuruna göre Peygamber bazı niteliklere sahip bir kişidir. Bazen
onun duygu ve düşünceleri, kendini aşıp ahlakî ilkelerle aynîleşmektedir. İşte bu sırada
ilahî kelama mazhar olmakta ve âdeta ahlakî ilkelerle aynîleşen peygamberin duygu ve
düşüncelerine vahiy tercüman olmaktadır. Bu yönüyle kelam îlahi olmaktadır. Fakat
diğer yönüyle de Kur’an, peygamberin kalbinden süzülerek dışarı çıkmaktadır.
Peygamber diğer insanlardan farklı olarak tarihe müdahele etmek isterken bir taraftan
da ahlakî kanunlarla aynileşen duygu ve düşünceleri taşıyabilmektedir. Hal böyle
olunca tarihselci Kur’an tasavvuru Kur’an’ı bir yönüyle Allah Kelamı olarak görürken
diğer yönüyle Hz. Peygamberin kalbinden taşan kendi sözleri olarak algılamaktadır. 147
Diğer taraftan antropolojik Kur’an Tasavvuruna göre Peygamber bir sadece bir aracı
değil vahyin şekillenmesinde olgusal açıdan müdahildir. Nitekim bu Peygamberlik
algısına göre İslam, içlerinde Hz. Muhammed’in de bulunduğu Haniflerin dile getirdiği
olgunun ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir cevap olmaktadır. Peygamber bu durumda
olguyu yansıtmada ve onu aksettirmede bir mümessildir. Zira O, içinde bulunduğu
olgusal hareketten bağımsız olmayan ve aynı zamanda olgunun taleplerini ve gelecekle
ilgili ideallerini dile getiren biridir.148
Tarihselci ve antropolojik Kur’an Tasavvurlarının peygamberlik algısı, geleneksel
dönemdeki peygamberlik algısından tamamen farklılık gösterir. Bu tasavvurun sahip
olduğu peygamberlik algısı, geleneksel dönemde görülen Kur’an’ın lafız ve
hükümlerine kutsiyet atfetme ve tarih üstü görme algısından uzak bir Kur’an
tasavvurunun oluşturulmasına zemin hazırlamıştır. Adeta Kur’an’ın lafız ve
hükümlerini sıradanlaştırmış ve Kur’an’ın inzalini vahiy sahibi için zorunlu kılarak onu
Kur’an’ın inzaline mahkum etmiştir. Geleneksel dönemde ortaya konulan Kur’an
tasavvurlarında peygamber bir aracı gibi algılanırken, çağdaş dönemde ortaya konulan
tarihselci ve antropolojik Kur’an tasavvurlarında peygamber, vahyin teşekkülünde
bizzat etkin rol oynamıştır.
147
148
Fazlurrahman, İslam, (Çev. Mehmet Aydın, Mehmet Dağ), Selçuk yayınları, Ankara 1996, s. 45.
Ebu Zeyd, İlahî Hitabın Tabiatı, s. 91.
22
Bütün bu peygamberlik algılamaları sonucunda ortaya konulan Kur’an tasavvurları
farklı
farklı
olmuştur.
Geleneksel
dönemde
Kur’an’ın
inzalinde
peygamber
pasifleştirilip, insan üstü bir varlık olarak algılanarak olgudan koparılıp Kur’an’a
kutsiyet atfetmede aşırılığa gidilirken, çağdaş dönemde peygambere aktif rol biçilip
ilahî kelamın kutsallığı sıradanlaştırılarak, metnin beşeri alanla ilişkisi ön plana
çıkartılmaya çalışılmıştır.
1.2.2. Kur’an Tasavvuruna Etki Eden Dilsel Nedenler
Allah ile insan arasında iletişimin aracı, insan dili olan söz ile gerçekleşmektedir.149 Bu
dil, Kur’an için, indiği çağın insanının kullanmakta olduğu dil olan Arapçadır. Cenabı
Allah ile insan arasındaki iletişim, bu Arapça dil üzerinden gerçekleşmiştir.150 İletişimin
Arapça dil üzerinden gerçekleşmiş olması ontolojik açıdan iletişimi gerçekleştiren
tarafların farklı alanda bulunması buna engel gibi görünse de iletişimin gerçekleşmesine
ve tarafların birbiriyle iletişim kurmasına her hangi bir maninin olmadığını
göstermektedir. Çünkü Kur’an kendilerine indirilen toplumun dili olan Arapça olarak
indirilmiştir. Kur’an’ın Arapça olarak indirilmesi ise iletişimin sağlıklı bir şekilde
gerçekleşmesi ve tarafların bir birini anlaması içindir.151 Allahu Teala kendi meramını
insanlara iletmek için o dönemde Arapçayı bir vasıta olarak kullanmıştır. Dil ise kültür
ve sosyal yapıdan bağımsız olamayacağından, Kur’an dili de indiği dönemin dilsel ve
kültürel özelliklerini ve dönemin sosyal yapısını yansıtan bir özelliğe sahiptir. Bu
nedenle Kur’an’ın anlam çerçevesi büyük ölçüde indirildiği dönemin sosyo-kültürel
yapısını yansıtmaktadır.152
Kur’an tasavvuruna etki eden dilsel nedenleri Arapça dilinin niteliğine, Arapça dilinin
filolojik yapısı ve dilin taşımış olduğu edebi özellikliğinden kaynaklanmaktadır. Arapça
dilinin taşımış olduğu lafızların garip, hakikat-mecaz, zahir-batın, amm-has, mutlakmukayyed, muhkem-müteşabih, gibi özellikler göstermesi arapça dilinin niteliğine
ilişkin özelliklerden bazılarıdır. Kur’an’ı anlamanın şartlarından biri de Arapça dilinin
bütün özellikleriyle ihata edilmesinden geçmektedir. Zira Kur’an dili, sahip olduğu
149
Toshiko İzutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, (Çev. Süleyman Ateş) Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul,
Tarihsiz, s.168
150
Celal Kırca, Kur’an ve Fen Bilimleri, Marifet yayınları, İstanbul, Tarihsiz s.46
151
Yusuf, 12/1-2
152
Şahin Güven, Kur’an’ın Anlaşılması ve Yorumlanmasında Çok Anlamlılık Sorunu, Denge
yayayınları, İstanbul, 2005, s. 40
23
belağat, fesahat ve üslubuyla tamamen indiği dönemdeki kullanılan dilin özelliğini
yansıtmaktadır. Bunun yanında Kur’an’ın dilsel yapısı indiği dönemde kullanılan dilin
bütün özelliğini yansıtmakla beraber, Kur’an dilinin bir de ilahi yönü vardır. Bu
yönüyle Kur’an, diğer Arapça diliyle gerçekleşen iletişimlerden farklıdır.153
Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda Kur’an dilinin özelliğinde bulunan böyle
bir durumun Kur’anî kavramları algılamada, dolayısıyla Kur’an Tasavvurlarını
oluşturmada etkisi kaçınılmazdır.
Kur’anın dil yapısına ilişkin özelliklerden olan müteşabih ayetlerin Kur’an tasavvuruna
etki eden yukarıda saymaya çalıştığımız nedenlerden biridir. “Müteşabih” kelime olarak
birbirilerine karıştırılacak kadar iki şey arasındaki benzerliği ifade eder.154 Terim olarak
ise “manaları bilinemeyen yahut herhangi bir sebepten ötürü anlamlarında kapalılık
bulunan ya da birden çok manaya ihtimali olup, bu manalardan birisini tercihte zorluk
söz konusu olan ayet, kelime ya da harflere denir.”155 Kur’an’ı Kerimde Cenabı
Allah’ın sıfat ve fiillerine, Kur’an’ın kendisini tanıtımına yönelik müteşabih ayetler,
farklı Kur’an tasavvurlarının oluşmasına neden olmuştur. Kur’anı Kerim, kendi
ayetlerinin bir kısmını muhkem -manası herkes tarafından anlaşılan- bir kısmını da
müteşabih - manasını ancak ilim ehlinin anlayabileceği- olarak ifade etmektedir.156
Tefsirciler tarafından Muhkem ayetler helal haram, ibadetler ve ahkama tealluk eden
ayetler addedilirken, Cenabı Allahın sıfatları, ahiret hayatı ve kulun bu dünyada elde
edemeyeceği konulara ilişkin bilgi veren ayetler müteşabih addedilmiştir. Muhkem
ayetlerin manası açık olduğundan anlaşılmasında her hangi bir sorun mevcut değilken
müteşabih ayetlerin manasında ise gerek kişinin bilgi sınırını aşması gerekse manada
bulunan ikilemden dolayı bir müşkillik ortaya çıkmaktadır. Usülcüler müteşabihliği
ayetlerdeki müteşabihliği lafızda, manada, hem lafızda hem manada olmak üzere üç
kısımda aramışlardır. Lafızdaki müteşabihlik daha çok lafzın garabetinden veya lafzın
müşterekliğinden kaynaklanmaktadır. Kur’an’da az da olsa yabancı kelimelerin
bulunuşu ve ayetlerde az kullanılan kelimelerin bulunuşu bu kelimelerin anlamını
zorlaştırmıştır. Diğer taraftan manadaki müştereklikte lafzın anlaşılmasını zorlaştıran
153
Güven, a.g.e., s.47
Mecduddin Ebu Tahir Muhammed b. Yakub b. Muhammed b. İbrahim b. Ömer Şirazî, Firuzabadî,
Kamusu’l- Muhît, Müessesetür Risale Beyrut, 1993, s. 1610.
155
Muhsin Demirci, Kur’an’ın Müteşabihleri Üzerine, Birleşik yayınları, İstanbul, 1996, s. 38.
156
Âl-i İmran, 3/7.
154
24
etkenlerdendir. Manadaki müteşabih âyetler, usulcüler tarafından Allahın sıfatları,
kıyametin ahvali ve ahiretle ilgili anlamı akıl ve sağduyuyla vakıf olunamayacak gaybi
bilgileri ihtiva eden ayetler olarak ifade edilmiştir.157
Müteşabih ayetlerin niceliği ve niteliği konusunda Kur’an tasavvurlarında bir ittifak
bulunmamakla birlikte Kur’an’daki hangi ayetin müteşabih hangisinin muhkem olduğu
hususunda da bir ittifak yoktur. Örneğin ibn küteybe, manası anlaşılamayacak derecede
kapalı olan her kelamı müteşabih kabül ederken, er-Razi müteşabih ayetlere mücmel
ayetleri de dahil etmektedir. Şatıbi ise mücmellerin yanına âmm ve mutlak anlam ifade
eden ayetleri de müteşabih lafızlar arasına katmaktadır.158 Müteşabih ayetlerin nitelik ve
niceliğinde
bir
ittifakın
bulunmaması
Kur’anî
kavramların
anlaşılması
ve
anlamlandırılmasında ki farklılığı beraberinde getirmektedir. Bu durum ise Kur’an
tasavvurunu doğrudan etkilemektedir.
Müteşabih ayetler karşısında Kur’an tasavvurları ilk dönemlerden itibaren farklı yöntem
ve metod takip etmişlerdir. Geleneksel dönemde Ehli Hadisin sahip olduğu Kur’an
tasavvurunda, müteşabih ayetler tevile edilmezken, müşebbihe ve mücessimenin Kur’an
tasavvurunda bu tür ayetler tevil edilmeden zahir manalarıyla ele alınmıştır. Bunun
yanında Ehli sünnet ve Mutezile ve Felsefeciler, müteşabih ayetleri sahip oldukları
Kur’an tasavvuru doğrultusunda tevil yoluna gitmişlerdir. Yapılan bu tevillerde kimi
aklı esas alırken kimileri nakli ön plana çıkarmıştır. Sıfatiyye adı da verilmekte olan
Ehli hadis uleması, müteşabih ayetleri tevile gitmeden teşbih ve tecsime düşmeden
naslardaki manaları olduğu gibi kabül etmişlerdir. Hz. Peygamber ve sahabenin
müteşabih ayetler üzerinde pek durmadığı ve insanların bu konularla mükellef
tutulmadığı gibi akli, Hz. Ömerin müteşabih ayetler hakkında sual soran adamı dövmesi
gibi nakli delillere dayanarak müteşabih ayetleri tecsim ve teşbihe düşmeden tevilsiz
kabül etmişlerdir. Diğer taraftan Ehli hadisin müteşabih ayetlere ilişkin aldığı tutumun
karşısında Mücessime ve Müşebbihenin müteşabih ayetler karşısında takındığı tutum
gelmektedir. Ehli hadis ve Mücessime arasında bulunan ortak yön, müteşabih ayetleri
tevil etmeme hususu iken ayrıldıkları yön ise müteşabih ayetler hakkında tecsim ve
teşbihe düşme konusudur. Ehli hadis ayetleri teşbih ve tecsime yanaşmazken Müşebbihe
157
Geniş bilgi için bkz. Celal, Kırca İlimler ve Yorumlar Açısından Kur’an’a Yönelişler, Tuğra yayınları.
İstanbul, 1993, s. 41-51.
158
Demirci, 65
25
ve Mücessime, Cehm b. Safvanın Allahın sıfatlarını inkara karşı çıkmasına bir tepki
olarak Kur’an’ın Allahın sıfatları konusunda zikretmiş olduğu sıfatları tevil ederek bu
ayetleri tamamen insandaki sıfatlar gibi algılamışlardır.159
Ehli sünnetin sahip olduğu Kur’an tasavvurunda ise müteşabih ayetler için tevile
gidilmiştir. Bu algıya göre zahiri manaya hamledilmeleri mümkün olmayan ayetlerin
aklî yönden doğru bir manaya hamledilmeleri kaçınılmazdır. Çünkü Kur’an’ın tek bir
manaya ihtimali kesin olmayan müteşabih ayetleri olduğu gibi kabül etmek teşbihe yol
açabilir. Bundan kurtulmak için bu tür ayetlerin mecaza hamledilerek te’vilinin
yapılması gerekir. Diğer taraftan müteşabih ayetlerin te’vilini savunan Mutezile ve
Cehmiyye aklı ön plana çıkararak Allah’ın zatının yanında ezeli sıfatların varlığını ifade
etmenin, zat ile sıfatı müşterek kılacağından ve dolayısıyla zatında olan iştirak diğer
alanlarda da mümkün olacağı ve dolayısıyla Allahın yanında ilahlar meydana getirilmiş
olavağı iddiasıyla müteşabih ayetleri tevil etmişlerdir. Mütezile bu meyanda tecsim ve
teşbihe düşmemek için haberî sıfatların tamamını te’vile gitmiştir. Müteşabih ayetler
karşısında tutum sergileyen bir başka Kur’an tasavvuru da felsefecilerin sahip olduğu
Kur’an tasavvurudur. Felsefecilerin Kur’an tasavvurunda, Allahın sıfatları ile ilgili
ayetler tamamen teşbihlerle doludur. Bu gibi ayetler te’vilsiz ve zahiri manaları ile
anlaşılırsa avam ehlinin küfre düşme tehlikesi vardır. Bu gibi âyetler, ilim sahipleri
tarafından te’vil edilmesi gerekmektedir.160
Kur’an’ın dil yapısında bulunan bir diğer Arapça diline ait özellik, mücmel ve
mübeyyen lafızlardır. Mücmel, manası iki veya daha fazla manaya aynı seviyede hamli
müsait lafzı ifade ederken, mübeyyen ise kapalılık olmaksızın belirli bir mana üzere
delalet eden lafzı ifade etmektedir. Mübeyyen lafız üzerinde herhangi bir ihtilaf vuku
bulmaz iken mücmel lafızların anlaşılması ve anlamlandırılmasında ihtilaflar
olmaktadır. Bu ihtilaflardan birine örnek olarak enam suresi 141. ayeti gösterebiliriz.
Ayette hasat zamanı geldiğinde mahsulün hakkının verilmesi emredilmektedir. Ayette
mücmel olarak geçen “‫ ”الحق‬kelimesinden maksadın ne olduğu hususunda ihtilaf vardır.
İbn Abbas, Enes b. Malik, Said b. Müseyyeb ayette kastedilen manayı hurma ve
hububattan farz kılınan zekat olarak anlamışlardır. Mücahid ve Atâ bundan maksadın
malda farz kılınmayan sadaka türü bir hak olduğunu ifade etmişlerdir. Kur’an’ın üslub
159
160
Demirci, 134.
Demirci,149.
26
özellikleri arasında bulununan mücmellik Kur’anın bir çok ayetlerinde vakidir. Bu
mücmellik Kur’an’ın kendini tanıttığı ayetlerde de görülür. Kur’an’ı Kerim’de
Kur’an’ın tanıtımında yer alan bu tür mücmel ifadeler farklı Kur’an tasavvurunun
oluşumuna etki etmiştir. 161
Farklı Kur’an tasavvurunun oluşumuna etki eden dilsel unsurlardan biri de Kur’an’da
bulunan müşterek lafızlardır. Müşterek lafız, gerek zıt gerekse eş anlamlı iki mananın
bir lafızda toplanmasıdır. Bu durum, isimde olduğu gibi fiilde ve harfte de
olabilmektedir. İsimdeki müşterekliğe "‫ " نكح‬kelimesi örnek gösterilebilir. Ahzab 49.
ayette bu kelime “akd” anlamında kullanılırken Bakara 230. Ayette “cinsî münasebet”
anlamında kullanılmıştır. Yine bakara 228. Ayette geçen “ ‫ ”قروء‬kelimesi İmam Malik,
İmam Şafii ve Ahmed b. Hanbel tarafından “temizlik” olarak anlamlandırılırken İmam
Ebu Hanife tarafından “hayz” olarak anlamlandırılmıştır. Gerek Kur’an’ın kendisini
tanımladığı ayetlerde gerekse mahiyet ve muhtevasına yönelik bu tür ayetlerdeki
müşterek lafızların kullanılması farklı Kur’an tasavvurların oluşumuna etki etmiştir.
Kur’an ayetlerinde bulunan hakikat ve mecaz anlamlarının kullanılması da Kur’an
tasavvuruna etki eden dilsel unsurlar arasındadır. Kelimenin vaz’ olunduğu anlamda
kullanılan hakikat ile kelimenin vaz’olunduğu anlamın dışında asli anlamının
kastedilmediği bir karineyle kullanılan mecaz, Kur’an’ın dilsel örgüsü içinde
mevcudiyeti tartışmalı bir husustur. Mecazın varlığını kabül etmeyenler Allah için
mecazı uygun görmezler. Çünkü bu görüşe göre mecazı, sıkıntıya düşen kişi ariyet
olarak kullanır. Hal böyle olunca mecaz, yalanın kardeşi olarak algılanmıştır. Bu durum
ise Kur’an için muhaldir. Mecazın varlığını kabül edenler ise bu görüşlere katılmayarak
mecazın edebî bir sanat olduğunu Kur’an’daki edebî güzelliğe mecazın katkıda
bulunduğunu ifade etmişlerdir.162 Hakikatin anlamlandırılmasında Kur’an tasavvuru
sahipleri tarafından bir sorun yaşanmazken mecazın gerek varlığı, gerekse
anlamlandırılması konusunda ihtilaflar vuku bulmuştur. Örneğin Fecr suresi 22. Ayette
“Cenabı Allahın gelmesi” hakikat anlamında mı Yoksa mecaz anlamında mı olduğu
hususunda ihtlaf vukuu bulmuştur. Mecaz taraftarları ( mutezile) ayette mecaz olarak
kullanılan kelimenin hazf edildiğini ifade ederek bundan kastedilen anlamın Cenabı
161
Kur’an’ın dilsel özelliklerinin Kur’an’ın Tasavvuruna etki eden sebepler hakkında daha geniş bilgi için
bkz. Fenyasan Suud b. Abdullah; İhtilafu’l Müfessirin, Esbabuhu ve Asaruhu, Daru İşbiliye, Riyad 1997,
s. 93–113.
162
İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, AÜİF yayınları, Ankara 1971, s.173.
27
Allah’ın kendisinin gelmesi olmadığını onun rahmetinin ve emrinin geldiğini ifade
ederken, Buna karşılık Ehli sünnet taraftarları ayete hakiki anlamı vererek Cenabı
Allah’ın gelmesini teşbih, ta’til ve tahrif olmadan kabül etmişlerdir. Allah tasavvuru
gölgesinde farklı şekillerde anlamlandırılan bu gibi mecazi ifadeler, Allahın sıfatlarına
ilişkin ayetleri anlamlandırırken, Allah’ın kelam sıfatı veya fiili olarak düşünüldüğünde
Kur’anî kavramlar da, geri planda mevcut olan Allah tasavvuru gibi unsurların
gölgesinde anlamlandırılarak farklı şekilde Kur’an algılamaları olabilmektedir.
Kur’an Tasavvuruna etki eden bir diğer dilsel unsur Kur’an ayetlerindeki kelimelerin
mutlak ve mukayyed anlamlarda kullanılmış olmasıdır. Muayyen bir şeye delalet eden
mukayyed ile lafız ile cinsine umum bir şekilde delalet eden mutlak lafız türleri
Kur’an’ın kullandığı dilsel yapının özelliklerindendir. Mutlakın, mukayyede hamli
hususunda, takyidi gerektiren bir hal olduğu durumda bu haml zaruri olarak telakki
edilmiştir. Bu durumlardan biri de Mutlak ve mukayyedin, hüküm ve sebebte
birleşmesidir ki bu durumda mutlak, mukayyede hamlolur. Bu konuda alimler ittifak
etmişlerdir. Örneğin Maide suresi 3. Ayette geçen “‫ ”الدم‬lafzı mutlak bir şekilde
zikredilmiştir. Enam suresi 145. Ayette de “‫ ”مسفوحا‬kelimesiyle kayd altına alınmıştır.
Mutlak olarak zikredilen Maide suresindeki lafız, mukayyed olarak zikredilen Enam
sûresindeki lafza hamledilmiştir. Bunun yanında ulemanın ittifak edemediği mutlak ve
mukayyede ilişkin durumlar da vaki olmuştur. Mutlak ve mukayyed konusundaki
alimler arasındaki ihtilaf, mutlak ve mukayyedin hükümde birleşip sebepte ihtilaf ettiği
durumlar ile mutlak ve mukayyedin sebebin hükmünde olduğu durumlardır. Bu
durumlarda Cumhur, mutlakı mukayyede hamlederken Ebu Hanife ve taraftarları
mutlakı mukayyede hamletmemişlerdir. Bu tür ihtilaflara sebep olan durum Kur’an
Tasavvurunun inşasına yönelik ayetler içinde geçerlidir. Buna benzer, mutlakın
mukayyede hamlinde ihtilafa düşülen ayetlerin taşımış oldukları anlamların
anlamlandırılması Kur’an Tasavvurlarına etki ederek farklılıkları da beraberinde
getirmiştir.163
Kur’an tasavvurlarına etki eden diğer bir dilsel unsur, Kur’an diline ait niteliklerdir.
Kur’an, iletişim için her ne kadar Arapça dilini kullanmış olsa da onun ilahilik yönü
Kur’an’ın kullanmış olduğu dilin niteliğinde farklılık yaratmıştır. Bu dil artık sıradan bir
163
Geniş bilgii için bkz. Fenyasan Suud b. Abdullah; s. 93–113.
28
dil değil, Kur’an dilidir. Kur’an kendine özgü sahip olduğu bu dil ile muhataplarıyla
iletişim kurmaktadır. İnsan hayatına ilişkin bilgilendirmeler, bilimsel içerikli bilgiler,
görünen âlemin yanında görünmeyen âleme ilişkin bilgiler Kur’an diliyle muhataplara
iletilmektedir. Bundan dolayı Kur’an dili sıradan bir dilin ifade biçiminden farklılık
göstermektedir.164
“Kur’an bir dinin kitabıdır. İslam dininin kitabıdır. Kur’an’ı kaldırırsanız ortada İslam
dînî diye bir şey kalmaz. Şayet Kur’an bir din kitabı ise onun dili din dilidir. Ancak bu
din, insan hayatının btünlüğünü ve akıllı bütün insanları hedeflediği için Kur’an’da
insan hayatının her alanı ile ilgili her bilgi bu dil ile ifade edilmiştir. Bundan dolayıdır
ki, Kur’an’da dini içerikli kitaplarda yer alan has, amm, mutlak ve mukayyed, nasih
mensuh, daru’l-islam, daru’-harb gibi fıkhî, cüz’ün la yetecezza, cevher ve a’raz, gibi
kelamî, insan-ı kamil, vahdet-i vucud, vahdet-i şuhud, zikr-i hali, zikr-i celi gibi
tasavvufi, çekim kanunu, bing bang, koruyucu hekimlik, molekül, çekirdek, elektron,
elektrik v.s. gibi bilimsel terimlere rastlanılmamaktadır. Bununla birlikte, bu bilim
dallarına veya diğer bilim dallarına ait terimler veya kavramlar Kur’anda yer almasa
da kendisine özgü dili ile Kur’an bu bilim dallarına ait bazı bilgiler vermektedir.”165
Kur’an diline ait niteliklerden biri olan olayların dile getirilişinde failin zaman zaman
Allah’a, zaman zaman bireye izafe edilmesi Kur’an ayetlerinin anlaşılmasında ve
anlamlandırılmasında
göz
önünde
bulundurulması
gereken
hususlardandandır.
Kur’an’da faili Allah olan işlerle faili insan olan işler her hangi bir ayrıma tabi
tutulmadan bir işin bazen Allaha bazen de insana izafe edilerek anlatıldığı
görülmektedir. Kur’an ayetlerin anlaşılmasında bu durum göz önünde bulundurulmazsa
ele alınan konulara ilişkin farklı anlamlar ortaya çıkabilir. Bu durum ise Kur’an
tasavvurlarında farklılığa sebebiyet vermektedir. Kuran diline ait bir nitelik olarak
olayın ifade edilmesinde bazen Allah merkezli, bazen insan merkezli dilin
kullanılmasını Celal Kırca şöyle ifade etmektedir.
“Şayet birey, bir iş yaptığı veya bir eylemde bulunduğu zaman onun sorumluluğunu
yükleneceği yerde ondan kaçıyor ve işin sorumluluğunu yaratıcıya bağlıyorsa bu
durumda Allah, o bireye işi kendisinin yaptığını ve bu sebeple de sorumluluktan
164
165
Süleyman Gezer, Sözlü Kültürden Yazılı Kültüre, Ankara okulu Yayınları, Ankara 2008, s. 31
Kırca, Kur’an’ı Anlama, 126
29
kaçmaması gerektiğini vurgulamak için insan merkezli bir dil kullanıyor. Bunun tam
aksine birey, her şeyi kendisinin yaptığını iddia ediyor ve Allahın küllî iradesini yok
sayacak derecede cüz’i iradeyi yüceltiyorsa bu durumda Allah, o bireye işi kendisinin
yaptığını vurgulayan bir dille hitap ederek yaratıcı gücün unutulmamasını istiyor.
Şüphesiz böyle bir dilin kullanılmasında Yüce Yaratıcının doğrudan sunmak istediği
mesajları ile arzu ve istek üzerine sunduğu mesajların içeriklerinin ve mahiyetinin farklı
oluşunun etkisini de hesaba katmalıyız.166
Kur’an tasavvurlarının oluşumuna etki eden bir diğer dilsel etken, Kur’an’ın okunması
ve yazılmasında mevcut kıraat farklılıklarıdır. Kur’an’ın asıl gayesi insanların
kendisinden istifade etmesi ve muhataplarına seslenebilmesidir. Kur’an’dan istifade ve
muhataplarının onu anlaması büyük ölçüde Kur’an’ın sahip olduğu dil ile ilgilidir.
Nüzül döneminde Hz. Peygamber, Kur’an’ın tilavetinde de bir kolaylığın olmasını
Cebrail (a.s) iletmiş bunun sonunda da Cenabı Allah, Kur’an’ın tilavetinde kolaylık
sağlayarak onun anlamı bozulmadıkça yedi lehçede okunmasını bildirmiştir. Hz Ebu
Bekir’in hilafeti döneminde cem edilen mushafta bu yedi kıraat göz önünde
bulundurulmuştur. Fakat Hz. Osman döneminde bu yedi kıraatten Kureyş lehçesinin
esas alınarak çoğaltılmıştır. Bununla birlikte diğer kıraatler ezber ve yazı yoluyla bize
kadar gelmiştir. Kur’an’ı Kerim’in Kureyş lehçesinde okunması diğer okunma
şekillerini nesh etmemiş, diğer kıraatlerinde varlığını sürdürmesine izin vermiştir.
Kureyş lehçesiyle okuma asıl iken diğer kıraatler meşruluğunu sürdürmekle birlikte
okunması ruhsat kabilinde addedilmiştir.167 Kur’an kıraatlerindeki bu farklılıklar
şüphesiz Kur’an ayetlerini anlama ve anlamlandırmada da vuku bulmuştur. Dolayısıyla
Kur’an tasavvurlarına da yansıyarak neticede farklı Kur’an tasavvurlarının oluşmasına
neden olmuştur.
Kıraatlerin anlam ve anlamlandırmaya ilişkin etkileri şu şekillerde gerçekleşmiştir.
Bunların başında lafızları ayrı olmakla beraber anlamları aynı olan kıraat çeşitleri vardır
ki fonetik açıdan farklı olunsa da anlam açısından ayetler arasında bir farklılık olmayan
kıraat
farklılıklarıdır.
Bu
tür
kıraat
çeşitleri
ayetlerin
anlaşılması
ve
anlamlandırılmasında pek etki yapmazlar. Örneğin, Fatiha suresinde geçen “‫”الصراط‬
kelimesinin “‫ ”السراط‬ve “‫ ”الزراط‬şeklinde okunuşunun kelimenin anlamına hiçbir etkisi
166
167
Kırca, Kur’an’ı Anlama, 130
Kırca, Kur’an’a Yönelişler, 43-44.
30
yoktur. Lafız anlam açısından bir diğer kıraat çeşidi de Lafız ve anlam yönünden bir
farklılık arzetmekle beraber iki kıratında bir noktada değerlendirilmesi imkan dahilinde
olan ve aralarında çelişki bulunmayan kıraatlerdir. Buna örnek olarak bakara suresinin
159. Ayetinde yer alan “‫ ”ننشرھا‬kelimesi “‫ ”ننشزھا‬şeklinde de okunmuştur. Birinci
vecihteki “‫ ”ننشرھا‬kelimesi “diriltmek, ölüye can vermek” manasına gelirken ikinci
vecihteki “‫ ”ننشزھا‬kelimesi inşa etmek manasını taşımaktadır. Nihayetinde her iki kıratta
lafız yönünden farklılık arzetmekle beraber anlam yönünden her iki kelimede ölünün
diriltilmesinin bir yönünü açıklamakta ve aralarında tezat bulunmamaktadır.168
Lafız ve anlam yönünden Kur’an ayetlerine etki eden bir diğer kıraat çeşidi de lafız ve
anlamları farklı olan anlam tibariyle bir araya gelmesi mümkün olmayan vecihlerdir. Bu
tür kıraatlerin Kur’an’ın anlaşılması ve anlamlandırılmasına olan etkisi diğerlerinden
daha belirgindir. Örnek olarak İsra sûresi 102. Ayette ‫" قال لقد علمت ما انزل ھااؤالء اال رب‬
"... ‫ السماوات واالرض‬geçen ibareyi gösterebiliriz. Ayette geçen “‫ ”علمت‬kelimesinin zamiri
muhatab ve mütekellim olarak iki şekilde okunmuştur. Kisaî, zamme ile okurken diğer
imamlar da fetha ile okumuştur.169 Zamir mütekellim olduğunda zamirden murat edilen
anlam Hz. Musa olmakta, zamir muhatap olduğunda zamirden maksat firavn
olmaktadır.
Buna
göre
her
iki
kıraati
bir
arada
düşünme
pek
mümkün
gözükmemektedir. Çünkü her bir kıraat ayrı bir ayet mesabesinde ve anlamlarına göre
bağlamları farklılık arzetmektedir. Farklı anlama ve anlamlandırmalara neden olan
kıraat vecihleri kelimelerin kalıp olarak değişikliğe uğramasıyla veya i’rabında
meydana gelen değişikliklerle ortaya çıkmaktadır.170
1.2.3. Kur’an Tasavvuruna Etki Eden Sosyo Kültürel Nedenler
Bir topluma veya halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütününü ifade
eden kültürün Kur’an tasavvuruna etkisi, farklı algılamalara neden olacak kadar büyük
olmuştur. Nuzûl dönemindeki muhatapların içinde bulunduğu kültürel ortamın,
Kur’an’ın inanç objesi olarak kabül edilip edilmemesinde kültürün etkisi vardır. Bu
dönemde Kur’an üzerindeki ihtilaflar vahyin muhtevası veya vahyin kendisine indirilen
şahıs etrafında vuku bulmaktadır. Nuzül dönemdeki Arapların sahip olduğu kültürden
168
Mehmet Ünal, Kur’an’ın Anlaşılmasında Kıraat Farklılıklarının Rolü, Fecr yayınları, Ankara 2005,
s.137.
169
Abdurrahman Çetin, Yedi Harf ve Kıraatler, Ensar yayınları, İstanbul 2005.
170
Daha çok örnek ve geniş bilgi için bakınız; Ünal, s.137.
31
dolayı vahiy olgusuna bir itiraz gelmemiştir. Çünkü kültürdeki, cinin şaire hitapta
bulunup ona şiiri ilham ettiği veya kahinlerin bilgilerini cinlerden aldığı yaygın inanç,
meleğin gökten vahiy getirmesini normalleştirmektedir. Bunun nedeni olarak nuzül
döneminde Mekkeliler, Kur’an’ı o günün kültüründe bulunan metin algısına
indirgemeye çalışmışlardır. O günün kültüründe bulunan metinlerin başında ise şair ve
kahinlerin ürünü olan şiir ve kehanete ilişkin yazılı belgeler yer almaktadır. Arap
anlayışındaki şiir ve kehanet olgusunun cinle olan bağlantısı ve insanın cinle bağlantı
kurabilme düşüncesi, dini nitelikli vahiy olgusunun temelini oluşturmaktadır. Bundan
dolayı o dönemdeki kültürde bir insana gökten meleğin inmesi yadırganmamış bilakis
mesajın içeriği ve mesajın kendisine indirilen şahıs etrafında şüpheler oluşmuştur.171
Sahip olunan kültür, inananlar açısından Kur’an’ın inanç objesi olarak algılanmasına
katkıda bulunurken diğer taraftan inkar edenler açısından onun şiir ve kehanet olarak
algılanmasına etki etmiştir.
Kur’an tasavvuruna etki eden bir diğer kültürel unsur, fetihlerin sonucu karşı karşıya
kalınan yabancı kültürlerdir. Dört halife döneminde fetihler artmış, islamın ilk
dönemlerinde Suriye, Irak, Mısır, İran, Horasan bölgeleri islamın hakimiyeti altına
alınmıştır. Emeviler döneminde sınırlar, kuzey Afrika ve Endülüsü de içine alacak
şekilde genişlemiştir. Abbasiler döneminde fetih hareketleri devam ederek hicrî III.
asrın sonlarında İslam coğrafyası, doğuda Kaşkar ve Sind, batıda Endülüs dahil Atlas
Okyanusuna kadar, kuzeyde Türkistan dahil Sibirya, Aral gölü, Hazar Denizi ve
Kafkasya hattına ve Avrupa Yakasında Pirene dağlarına kadar, Güneyde Hind
Okyanusu, Basra Körfezi ile Afrikada Nube ve Büyük Sahra’ya kadar uzanan geniş bir
toprak parçasını içine alacak boyutlara ulaşmıştır. Fethedilen bölgelerden Farsların
çoğunlukta olduğu Irak ve İran bölgelerinde Hristiyan, az sayıda Yahudi, Mazdek, Mani
ve Zerdüştlerden örülü bir etnik ve kültürel doku bulunmaktadır. Hicri II. Asrın
başlarından itibaren bu bölgelerde Müslümanlar kendi öğretilerini kabül ettirmekle
beraber yeni ilim ve kültürlerle etkileşime geçmiştir. Bunların başında ehli kitabın sahip
olduğu bilgi birikimi gelmektedir. Kur’an ve sünnetin fazla detay vermediği alanlarda
israiliyyat türü bilgiler bu kültürün etki alanını oluşturmaktadır.172
171
172
Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı,56.
Ömer Özpınar, Hadis Edebiyatının Oluşumu, Ankara okulu yayınları, Ankara 2005, s. 116.
32
Yabancı kültürün Kur’an tasavvurlarına etki ederek, farklı Kur’an tasavvurlarının
oluşmasına zemin hazırlamasına en güzel örnek, halku’l Kur’an konusudur. Bir kısım
alimler halku’l Kur’an meselesini yukarda ifade etmiş olduğumuz yabancı kültürün
etkisine bağlamışlardır. Hristyan ilahiyatçılardan olan Yuhanna ed Dimeşki Emeviler
döneminde Hişam b. Abdülmelik zamanında sarayda katiplik yapmıştır. Yuhanna ed
Dimeşki Müslümanlara Hz. İsanın uluhuyetini kanıtlamak için Kur’an’da Hz. İsanın
“Kelimetullah” olarak nitelendirilmesini delil göstererek ilahi kelimenin mahluk
olamayacağını delil göstermiştir. Onun bu delil göstermedeki amacı Kur’an’ın da
mahluk olmadığını Müslümanlara bildirmektir. Yuhanna ed Dimeşki Müslümanların
Kur’an’ın mahluk olduğunu söylemeyeceğini bildiğinden veya bunu söyleyenlerin
tekfir edileceğini bildiğinden Kur’an’ın kadim olduğunu savunarak Hz. İsanın
uluhuyetini ispatlamış olacaktı. Fakat bu durum Cad b. Dirhem, Cehm b. Safvan ve
Mutezili alimler tarafından eleştirilerek hristyanların bu iddiası reddedildi. Cad b.
Dirhem, Cehm b. Safvan ve Mutezili alimler hem kelimetullah olan İsa’nın hem de
Allah’ın kelamı olan Kur’an’ın mahluk olduğunu söylemişlerdir. Kur’an’ın ezeli
olduğunu savunan Ehli hadis ve Ehli sünnet alimleri ise Kur’an’ın mahluk olduğunu
savunan Cehm b. Safvan, Cad. b. Dirhem ve Mutezili alimler tarafından eleştirilerek
savunulan bu fikrin hristyan ilahiyatçıların savunduğu fikirle aynı olduğunu ifade
etmişlerdir.173 Bu benzetme göz önünde bulundurulduğunda Yuhanna ed Dimeşkinin
ortaya atmış olduğu Hz. İsa’nın mahluk olmadığı görüşünün, Kur’an tasavvuruna
derinden etki ederek hal’kul Kur’an tartışmalarının başlamasına neden olmuştur.
Kur’an tasavvurlarına etki eden bir diğer kültürel unsur ise tasavvur sahibinin içinde
bulunduğu kültür ve bu kültüre bağlı olarak bilgi ve kültürel düzeydir. Kişi zamanın
çocuğudur. Yani yetiştiği asrın ve içinde bulunduğu toplumun bir ürünüdür. Her
toplumun sahip olduğu kültür bir olmayacağından insanların algılamaları da hem fiziki
hem de sosyolojik nedenlerden dolayı olarak bir olmayacaktır. Çünkü bir toplum veya
kültürde insanların idealleri, istekleri, menfaatleri ve siyasi eğilimleri farklı olmaktadır.
Bu farklılıktan dolayı herkesin olay ve davranışlara bakması aynı olmayacaktır. Geri
plandaki bu kültürel faktörler nedeniyle herkesin algıladığı veya tasavvur ettiği şeyler
farklı farklı olabilmektedir. Bu durum Kur’an karşısında da farklı olmamaktadır. Birey,
173
Yusuf Şevki Yavuz, “Halku’l- Kur’an” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı
yayınları, İstanbul, 2002, Cilt 30, s.27
33
sahip olduğu bu kültürel nedenlerden dolayı Kur’an’ı algılamada farklı tutum ve
davranışlar sergileyebilmektedir. Ontolojik Kur’an tasavvurun da görülen Marksist
eğilimleri buna bağlamak mümkündür.
Bunun yanında kişinin yaratılıştan sahip olduğu özellikler de Kur’an tasavvuruna etki
eden nedenler arasındadır. Cenabı Allah, her insana farklı kabiliyetler, farklı yetenekler
ve farklı meyiller vermiştir. Aynı ölçüde bireylerin anlama, algılama ve tasavvur
kabiliyeti de farklı farklı yaratılmıştır. Doğuştan gelen bu farklı anlama ve algılama
kabiliyeti bütün eşya ve bilgileri algılamada nasıl farklılığa neden oluyorsa aynı şekilde
Kur’an’ı anlama ve algılamada farklılığa neden olmaktadır. Bunun sonucu olarak da
farklı farklı Kur’an tasavvurları ortaya çıkmaktadır. Kur’an’ın yapısı itibariyle bu
durum göz önünde bulundurulduğunda farklı Kur’an tasavvurların ortaya çıkması
kaçınılmazdır.
Bireyin Kur’an tasavvuruna etki eden bir diğer kültürel unsur ise sahip olduğu bilgi
birikimidir. Her bireyin sahip olduğu bilgi aynı seviyede ve aynı alanda olmamaktadır.
Kişi sevdiği ve meylettiği bilgi alanında kabiliyet ve uzmanlık alanına sahip
olabilmektedir. Bir kişinin her alanda uzman ve görüş sahibi olması ise mümkün
görünmemektedir. İslam ilimleri göz önünde bulundurulduğunda alimler fıkıh, tefsir,
hadis, kelam ve tasavvuf gibi alanlara yönelerek bu sahada söz sahibi olmuşlardır. Bir
alimin bütün sahada söz sahibi olması mümkün olmadığından Kur’an gibi bütün ilimleri
barındıran bir kitabı algılama ve anlaması da mümkün olmamaktadır. Dolayısıyla bir
fıkıhçı ile bir tefsircinin, bir hadisçi ile bir kelamcının sahip olduğu Kur’an Tasavvuru
bir birinden farklılık göstermektedir. Kişi hangi alanda söz sahibi ise o pencereden
Kur’an’a bakışını gerçekleştirmekte bütüncül bir bakış açısı sergileyememektedir. Daha
çok sahip olduğu alanı göz önünde bulundurarak algılama ve anlamlandırmalarını
gerçekleştirmektedir. Bunun sonucunda da farklı Kur’an tasavvurları ortaya
çıkmaktadır.
Ku’ran tasavvuruna etki eden kültürel nedenler arasında toplumun duyduğu ihtiyacı da
unutmamamız gerekir. Toplumun bir ürünü olan kültür, toplumun ihtiyaçları
doğrultusunda şekillenmektedir. Dolayısıyla toplumun ihtiyaçları kültürü yön
vermektedir. Her çağda toplumların ihtiyaçları birbirinden farklılık göstermektedir.
Tarım toplumunun ihtiyacı ile sanayi toplumunun ihtiyacı bir olmamaktadır. Sanayi
34
toplumunun ihtiyacı ile bilgi ve teknoloji toplumunun ihtiyaç bir olmamaktadır. Farklı
toplumların sahip olduğu bu ihtiyaçları göz önünde bulundurulduğunda bireyin Kur’an
algılamalarındaki farklılığın nedeni anlaşılabilir. Nitekim çağdaş dönemde ortaya
konulan bilimsel temelli ve sosyolojik temelli Kur’an tasavvurları bunun apaçık
örneğidir. Bu tasavvurların ortaya çıkmasında sosyal ve bilimsel ihtiyaçların etkisi
kaçınılmazdır.174 Nitekim Bilimsel temelli Kur’an tasavvurunun ortaya çıkışına neden
olarak gösterilen sebeb bunu destekler. Batı, bilimsel ilerlemenin sonucu teknoloji
alanında ileriye gitmiş bunun sonucunda siyasi ve ekonomik alanda büyük bir başarı
göstermişti İslam aleminin ise bilim ve teknoloji alanında başarı sergileyememesi siyasi
ve ekonomik alanda geri kalmasına neden olmuştur. Batının ortaya koymuş olduğu bu
başarı karşısında üstünlük göstermeyen İslam alemi üstünlüğü batıya kaptırmış ve
bunun sonucunda arayışlar ortaya çıkmış akabinde de batının sahip olduğu bilim ve
teknolojiye ait bilgilerin Kur’an’da da mevcut olduğu yönünde görüşler ifade edilmeye
çalışılmıştır. Hatta batının bu bilgi birikimini Kur’an’dan çıktığına dair görüşler ileriye
sürülmüştür. İşte bu gibi nedenlerden dolayı Kur’an’a bilimsel açıdan istinbatçı bir
yöntemle bakılma ihtiyacı hissedilmiştir. Bunun sonunda Kur’an’a farklı bir gözle
bakılır olmuştur.175
Kur’an tasavvuruna etki eden kültürel nedenler arasına tasavvur sahibinin içinde
bulunduğu veya görüşlerini benimsediği mezhebe olan bağlılık ve taassub duygusunu
da ekleyebiliriz. Bu taassub, itikadî veya fikhî yönden olabildiği gibi başka açılardan da
olabilmektedir. Tasavvur sahibini etkileyen en bağlayıcı taassub ise daha çok itikadî
açıdan görülmektedir. İtikadî yönden meydana gelen taassub, delil ve karinelerin önüne
geçmekte ve tasavvur sahibini kendi sahip olduğu mezhebi esaslar çevresinde
şekillendirmektedir. Tasavvur sahibin Kur’an’a ilişkin algılamasını mezhebin esasları
içinde gerçekleştirmeye zorlamaktadır. Oysa algılama ve tasavvurda, mezhebi
kaygılardan ziyade algılanan veya tasavvur edilen objenin sahip olduğu delil ve
karinelerden yola çıkılarak gerçekleştirilmesi daha sağlıklı bir tasavvurun oluşmasına
katkı sağlayacaktır. Geleneksel dönemde ortaya konulan Kur’an tasavvurlarında
mezhebin esas ve görüşlerine riayet ve bu esaslar ve görüşlere muhalif bir Kur’an
tasavvuru ortaya koymama endişe ve kaygısı farklı Kur’an tasavvurlarının doğmasına
174
175
Kırca, Kur’an’a Yönelişler, 54-57.
M. Said Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, Kitap Dünyası, Konya 2008, s. 93.
35
neden olmuştur. Kur’an’ın kendisini tanıtmaya yönelik ortaya koymuş olduğu ayetler
tasavvur sahibi tarafından mezhebin görüş ve usülleri çerçevesinde algılanarak Kur’an
tasavvurları oluşturulmaya çalışılmıştır. Gerek Kur’an’ın dilsel uslübu gerekse
Arapçanın dil yapısı göz önünde bulundurulduğunda farklı sonuçların çıkmasının
mümkün olduğu bu durum, mezhebin kendi esaları çerçevesinde Kur’an tasavvuru
oluşturmasına imkan vermiştir. Kur’an’ı tanıtıcı ayetlerin anlamlandırılması da yine
mezhebin esasları çerçevesinde gerçekleştirilerek sahip olunan Kur’an tasavvurları
desteklenmeye çalışılmıştır.176
Genel olarak Kur’an’ın nüzül döneminde kültürün Kur’an tasavvuruna etkisi daha çok
Kur’an’ın bir inanç objesi olup olmaması açısından olurken geleneksel ve çağdaş
dönemde ortaya konulan Kur’an tasavvurlarında Kur’an’ın muhtevasına yönelik
olmuştur.
1.2.4. Kur’an Tasavvuruna Etki Eden Sosyo-Politik Nedenler
Kur’an tasavvuruna kaynaklık eden iki unsur Kur’an’ın kendisini tanıtması ve Hz.
Peygamberin Kur’an’a dair yapmış olduğu açıklayıcı sözleridir. Nuzül döneminde Allah
ve Rasûlüne iman edenler peygambere sadakatinden dolayı onun Kur’an’a dair
açıklamalarını almışlar bunun dışında farklı tartışmalara yol açacak nedenleri
araştırmaya ihtiyaç duymamışlardır. Fakat daha sonraları İslam dininin fetihlerle
genişleyip farklı kültürlerle kaynaşması sonucu, Kur’an tasavvurunun şekillenmesinde
bazı etkenler ortaya çıkmış ve bu etkenlerden dolayı Kur’an algılamalarında farklılıklar
meydana gelmiştir. Bu genişlemenin sonucu Kur’an tasavvuruna etki eden nedenlerden
biri de sosyo-politik unsurlardır.
İslam tarihinde dört halifeler döneminden sonra kurulan devletler kendi çıkarları
doğrultusunda dinin asli kaynaklarından faydalanmaya çalışmışlardır. Bu durum
özellikle Emeviler ve Abbasiler döneminde bariz bir şekilde görülür. Emeviler
döneminde ortaya konulan Kur’an tasavvuru, Hz. Peygamberin vefatından sonra ortaya
çıkan hilafet sorununun bir devamı olan kader tartışmalarıyla yakından ilişkilik arzeder.
Emeviler döneminde ortaya konulan Kur’an tasavvuru daha çok siyasi bir görünüm
arzeder. Emeviler döneminde devlet politikası gereği ortaya konulan Kur’an
176
Abdurrahman b. Salih, Akvalü’ş-Şazze Fi’t-Tefsir, Silsiletü İsdarati’l-Hikme, Manchester, 2004, s.
223.
36
tasavvurunun anlaşılması itikadi açıdan sahip oldukları kader algısının anlaşılmasına
bağlıdır. Başta Muaviye olmak üzere Emevi yöneticiler kendilerinin idareye gelişlerini
ilahî takdire bağlamışlardır. Aksi takdirde bu işin Allahın rızası dahilinde olmaması
halinde kendilerine verilmeyeceğini ifade etmişlerdir. Emevi hanedanları yaptıkları
bütün icraatları, Allahın kaza ve kaderi doğrultusunda meydana geldiğini ileri sürerek
yaptığı işlerin sorumluluğunuda Allaha havale etmişlerdir. Kendilerini yönetici yapanın
Allah olduğunu ve onun yaptığı işlerinde Allahın bilgisi dahilinde ve kendi iradesi
dışında gerçekleştiğini söyleyerek yapılan işlerin meşruluğuna delil getirmeye
çalışmışlardır. Emeviler iktidara geldikten sonra kader problemini siyasallaştırarak
iktidara gelişlerini inanç problemi olan kader anlayışıyla temellendirmeye çalışmışlar ve
Kendi valilerine de bu talimatları vererek iktidara baş kaldıranları asi ilan ederek
cezalandırma yoluna gitmişlerdir.177
Emevi yönetiminin sahip olduğu bu anlayış ve uygulamaya en iyi örnek Hz. Hüseyin’in
Kerbela’da öldürülmesi sonucu yaşananlardır. Emevi valilerinden olan Ubeydullah b.
Ziyad Hz. Hüseyin’in başını, bir mecliste sergildiği sırada Zeyneb binti Fatıma da hazır
bulunmaktaydı. Zeynep, o gün tanınmaz halde ve elbiseleri pejmurde bir şekildeydi. İbn
ziyad yanındakilere onun kim olduğunu sorduğunda cariyeleri, Zeyneb binti Fatıma
olduğunu söylediler. Bunun üzerine İbn Ziyad, Zeyneb binti Fatıma’ya yönelerek
“Ayıbınızı ortaya çıkaran, sözlerinizi yalanlayan ve sizi öldüren Allah’a hamdolsun”
dedi. Bunun üzerine Zeynep’de “Bize Muhammed’i ikram edene ve bizi tertemiz kılana
hamdolsun. Şüphesiz Allah fâsıkın ayıbını ortaya çıkarır, fâcirin sözlerini yalanlar”
dedi. İbn ziyad daha sonra “ Gördün mü Allah, Ehli beytine ne yaptı” dedi. Zeyneb
de,”Allah onlara öldürülmeyi yazdı ve onlarda yatacakları yerlerine çekildiler. Allah,
Onları ve seni kıyamet gününde buluşturacak ve sizler onun yanında hakkınızı
arayacaksınız.” dedi.178
Yukarıdaki olaydan da anlaşılacağı gibi İbn ziyad, Hz. Hüseyin’in öldürülmesi işini
Allah’ın bir kaderi olarak görmekte bu işinde gerçek failinin Cenabı Allah olduğunu
ifade etmektedir. Bu olay Emevi yönetiminin niteliğini yansıtan çarpıcı bir tablodur.
177
Abdülhamit Sinanoğlu, “İslamın İlk Siyasallaşma Sürecinde Kader İnancı”, AÜİFD, Ankara 2002,
Cilt 43, s. 259.
178
Ali b. Muhammed b. Muhammed b. Eş Şeybani, İbnü’l Esir, el-Kamil Fi’t-Tarih, (Tahkik; Ebu’l Feda
Abdullah el-Kadî), Dâru’l Kütübi’l İlmiyye, Beyrut 1987, Cilt 3, s. 435.
37
Emeviler kendi meşruiyetlerini temellendirmek için kader inancını siyasallaştırdığı gibi
Kur’an tasavvurlarını da kader inancı doğrultusunda şekillendirmişlerdir.
Emeviler Kur’an’ın ezelde yazılı olduğunu ve mahluk olmadığını savunarak kendi
varlıklarını temellendirdikleri kader anlayışına destek sağlamaktadırlar. Nitekim
Kur’an’ın ezelde yazılı olması ve sonradan yaratılmamış olması emevilerin siyasi
varlığının ve yaptıkları işlerin ezelde takdir edildiğine anlamına gelmektedir. Bu
görüşümüzü destekleyen en güzel örnek Emevi halifesi Hişam b. Abdülmelik’in Kufe
valisi Halid el Kasri’ye, Ca’d b. Dirhemi öldürme emri vermesi olayını gösterebiliriz.
Bu emirden sonra da Ca’d b. Dirhem Kufe valisi tarafından öldürülmüştür. Kufe
valisinin Ca’d b. Dirhemi öldürme gerekçesi Allahın kelamını inkar etmesidir. Kufe
valisine göre, Ca’d’ın Allah’ın kelamını inkar etmesinin göstergesi Cenabı Allah’ın,
Musa ile konuşmadığını iddia etmesidir. Ca’d b. Dirhem Allah’ın sıfatları olmadığını ve
bunun neticesi olarak Allah’ın kelamının da yaratılmış olduğunu söylüyordu.
Kelamullah’ın yaratılmış olması ise Emevi yöneticilerinin yaptıkları baskı ve
işkencelerin Allah tarafından önceden belirlenmemiş olmadığını, dolayısıyla da
yöneticilerin ve yaptıkları işlerin kadere bağlanmamış olduğunu ifade etmekteydi.
Emevi yöneticiler Ca’d’ın bu görüşünden kendi yönetimi ve işlerine gelecek zararı
anladıklarından dolayı kısa yoldan onu tekfirle suçlayarak idam etmişlerdir.179
Cahız, emeviler dönemini eleştiren “Beni Ümeyye” adlı risalesinde emevilerin Kur’an
tasavvuruna yer vererek eleştirmiştir. Cahız, bu risalesinde Emevilerin Kur’an
tasavvuruna ilişkin şunları ifade eder.;
“ … sonra onlardan çoğu Allahın kelamı güzeldir, açıktır, kesin delildir diyerek,
tevratın Zebur, zeburun İncil, incilin Kur’an, Bakara’nın da Ali İmran gibi olmadığını
iddia ettiler. Bunun yanı sıra Allahu Teâla, Kur’anı telif edip rasülünün doğruluğuna
kesin delil kıldı. Eğer ona ilavede bulunmak isteseydi ilave ederdi. Eksiltmek isteseydi
eksiltirdi. değiştirmek isteseydi değiştirirdi. Hepsini neshetmek isteseydi neshederdi. Ne
var ki Allah ona Kur’an’ı peyderpey indirdi. Tafsilatıyla açıkladı. Kur’an’ı Allah var
etti. Peygamber kendisi Kur’an’a herhangi bir müdahelede bulunmadı. Bütün bu
niteliklere rağmen Allah’ın Kur’an’ı yaratmadığını iddia ediyorlar, bütün yaratılış
sıfatlarını ona atfediyorlar. Fakat yaratılış sıfatını ona vermiyorlar. Yine ilginç olan bir
179
Sinanoğlu, 265.
38
husus, onları Kur’an’ın mahluk olduğunu iddia etmekten alıkoyan şey, kendilerinden
önceki kişilerden duymamış olmalarıdır. Oysa onlara göre Allah’ın kelamı ses,
karından parça parça harfler şeklinde, dil ve dudağı hareket ettirmekle çıktığı için bu
şekil ve surette olan bir şey kelam değildir diye iddia ediyorlar. Biz Allahın sözünü
onlar gibi bu şekilde ve surette kabül etmediğimiz için söz değildir diyorlar. Görüşümüz
onlara ters düştüğü için kendi sözümüzü kendimizin yaratmadığını iddia ediyorlar.
Dolayısıyla Allah’ın sözü yaratansız oluyor. O zaman kendi sözümüzü yaratmamış
oluyoruz. Açıkça söylememelerine rağmen sözümüz ile Allahın sözü arasında fark
görmedikleri için böyle demek zorunda kaldılar. ….180
Ku’ranı Kerim, politik ve siyasi nedenlerden dolayı emevi yönetici ve taraftarlarının
Kur’an tasavvurunda ezeli ve mahluk olmayan bir durumda algılanırken yine aynı
nedenlerden dolayı Abbasiler ve onun taraftarlarınca yaratılmış ve sonradan var edilen
bir kitap olarak algılanmaktadır. Bu bağlamda Abbasilerin Kur’an’ın mahluk olduğuna
ilişkin gütmüş olduğu politikanın en belirgin sonuçlarından biri ortaya çıkan mihne
olayıdır. İslam dininin fetihler sonucu çeşitli kültürlerle karşılaşması sonucu ortaya
çıkan ve Ca’d b. Dirhem tarafından dile getirilen “Halku’l Kur’an” tartışması, II.
yüzyılıun sonlarına doğru Hişam b. Hakem ve Mutezili kelamcılar tarafından yeniden
başlatılmıştır. Mutezili kelamcıların etkisinde kalan Abbasi halifelerinden Me’mun
döneminde Kur’an’ın mahluk olduğu görüşü, resmi bir görüş haline getirilmiştir. Halife
Me’mun, 212 yılında Kur’an’ın mahluk olduğuna inandıktan sonra Ahmed b. Ebi
Duadın teşvikiyle bağdad valisi İshak b. İbrahime yazı göndererek kadıları ve
hadisçileri Kur’an’ın mahluk olması yönünde imtihan etmesini istemiştir. Bu
kesimlerden kim Kur’an’ın mahluk olduğunu iddia ederse onun serbest bırakılmasını,
bundan yüz çevirenlerin ise bu görüşü kendisinin emrettiğini bildirmesini istemiştir.
Mektubunda Kur’an’ın mahluk olduğuna dair uzunca deliller zikretmiş ve Kur’an’ın
mahluk olmadığını söyleyen hadisçi ve kadılardan yardım istenmesinin terk edilmesini
emretmiştir. Ahmed b. Hanbel, Nuaym b. Hammad, Muhammed b. Nuh gibi alimler
dışındaki alimler Kur’an’ın mahluk olduğu görüşünü kabül etmişlerdir. Ahmed b.
Hanbel ve arkadaşları Kur’an’ın mahluk olmadığını ifade ederek bu görüşe karşı
180
Bu risalenin Arapça metni, Makrizî’nin “en Niza ve’t-Tehasüm Fi Ma Beyne Beni Ümeyye ve Beni
Haşim” adlı eserinin Hüseyin Münir tarafından tahkik edilen, 1984 yılında kahirede Darül Mearif
tarafından basılan nüshasının sonunda neşredilmiştir. Arif aycan tarafından da tercüme edilmiştir. Biz bu
metni irfan Aycan’ın tercümesinden naklettik. Aycan İrfan, “Cahız ve Emevi Tarihine Mutezili
Yaklaşım”, AÜİFD, Cilt 35, s. 288.
39
çıkmışlardır. Bunun sonucu olarak Me’mun tarafından işkence ve baskılara maruz
kalmışlardır. 16 yıl süren bu işkence dönemi mihne ismiyle tarihte yerini almıştır. 181
Kur’an’ın mahluk olduğuna dair ifade ne Kur’an’da bir ayet ne de hadislerde bir haber
mevcuttur. Bundan dolayı asrı saadette Kur’an, bir inanç objesi olup olmaması
açısından daha çok gündeme gelmiştir. Nitekim asrı saadette insanların bir kısmı
Kur’an’ı inanç objesi olarak görürken, bir kısmı da onu inkar etmişlerdir. İlahi kelamın
mahluk olup olmaması hiçbir zaman tartışılmamıştır. Abbasiler döneminde ortaya çıkan
bu mihne olayı sonucunda insanlar Kur’an’ın mahluk olup olmadığını tartışmışlar ve
mezhebî görüşleri doğrultusunda Kur’an tasavvurlarını oluşturmuşlardır. Bunun
sonunda Cehmiyye ve Mutezile gibi mezhepler Kur’an’ın hem lafız hem de mana
itibariyle mahluk olduğunu ileri sürmüşler, diğer taraftan Ehli hadis diye isimlendirilen
bir grup alim bu duruma tepki olarak Kur’an’ın lafız ve mana olarak mahluk olmadığını
söylemişlerdir. Bu iki mezhep karşısında ise İbn küllab ve Haris el Muhasibi gibi Ehli
sünnetin öncüleri olan alimler, Kur’an’ın Allah kelamı olduğunu, mana itibariyle kadim,
lafız itibariyle mahluk olduğunu belirterek orta yolu bulmaya çalışmışlardır.
Mihne olayının ortaya çıkmasında genellikle Mutezili alimlerin, Abbasi halifelerini
Kur’an’ın mahluk olduğu yönünde etkilemesinin neden olduğu bilinir. Bunun yanında
Abbasi halifelerinin mihne siyaseti gütmesindeki amaç -watt’ında ifade ettiği gibihükümlerin kaynağını oluşturan Kur’an lafızlarının ilahi kaynaklı olmadığı, böylece
Kur’an hükümlerinin sosyolojik ve siyasi şartlara göre değiştirilmesi gerektiği
politikasıdır. Bunun yanında hilafetin dini otoritesinin vurgulanması yanında otoriteye
karşı duran Ehli hadis ve Fakihlerin gücünün bastırılması amacı güdülmüştür.182
Muhammed Gazalî, Emeviler ve Abbasiler döneminde sosyo politik unsurların genel
olarak din algısına, özel olarakta Kur’an tasavvuruna olan etkisini ve sonuçlarını, bu
ilişkinin nasıl bir seyir takip ettiğini şu ifadelerinde bize göstermektedir.;
“Daha sonra ümmeti ilmî açıdan yönlendiren Ebu Hanife, Malik, İmam Şafii ve Ahmed
b. Hanbel gibi meşhur âlimler fıkıhla ilgilendiler. Muhaddisler ise hadis rivayetiyle
yetindiler. Gerek fıkıhçılar gerekse hadisçiler yönetimle çatışmaya girmek istemediler.
Çünkü yönetim kendisiyle çatışmaya giren ve fıkıhla ilgisi olmayan Haricilerin kökünü
181
182
İbnü’l Esîr, Cilt 6, s. 3.
Yusuf Şevki Yavuz, 26-27.
40
kazımış, böylece ümmeti hilafet dönemindeki siyasi yapıya götürebilecek reformları
yapabilecek kimseleri ümitsizliğe sürüklemişti. İmamlar bu durumu kabullenerek bize
geldiği şekliyle ibadet ve muamelat fıkhını detaylı bir şekilde açıklamakla meşgul
oldular. Eğer hilafet devrine dönüş yapabilseydi bu yönetimin zararı fark edilebilirdi.
Ancak emevilerden sonra idareyi ele geçiren Abbasiler döneminde insanlar gerçek
manada islamın yüzde yüz uygulanamayacağını anlayarak ümitsizliğe kapıldılar.
Bundan dolayıu İslam fıkhının sadece fer’i ve ferdi ibadet yönüyle ilgilendiler. Netice
olarak bu durumdan İslam siyaseti açık bir şekilde etkilendi şûra kalktı, ümmete de olan
oldu. Şüphesiz İslam o dönemde genel yapısını korudu. İslamı kendilerine düstur edinen
krallar, kendi varlıklarıyla çatışmayan ekonomileriyle ters düşmeyen hususları
islamdan aldılar ve bunları yönetimlerinin devamı için kullandılar. Bu çizginin dışına
çıkan ya tasavvuf aracılığıyla kayboldu ya da bir takım zorluklara katlanarak hayatını
sürdürdü. Böylece İslamiyet teori olarak varlığını korudu. Bu durumu devam ettirmek
hükümetlerin de işine geldi. Bundan dolayı Kur’an ve sahih sünnetten elde edilen ilim
yönetimden erken devirde ayrılarak köşesine çekildi.”183
Görüldüğü gibi Kur’an’ın Emeviler döneminde mahluk olmaması, Abbasiler döneminde
mahluk olmasının nedenlerinin en başında şüphesiz takip edilen siyaset ve politikanın
etkisi vardır. Çünkü Kur’an, dinin asli kaynaklarından olup Kur’an’a söyletilmiş olan
fikir ve düşüncelerin toplum tarafından karşı konulması söz konusu olamaz. Çünkü O,
Allahın kelamı ve doğruları içinde barındıran bir kitaptır. Bunun Emevi ve Abbasi
yöneticiler tarafından da bilinmesi kendi menfeatleri doğrultusunda oluşturulan bir
Kur’an tasavvurunun işlerini ve yönetimlerini kolaylaştıracağını düşünmüşler ve bu
doğrultuda da Kur’an tasavvurları topluma dayatmışlardır. Oysa Geleneksel dönemde
politik nedenlerden dolayı ortaya çıkan Kur’an’ın mahluk olup olmaması tartışması,
günümüzde söz konusu bile yapılmamaktadır. Fakat bu tartışmanın izlerini taşıyan
Ku’ran tasavvurları, Çağdaş dönemde varlığını sürdürmektedir.
1.2.5. Kur’an Tasavvuruna Etki Eden Sosyo-Ekonomik Nedenler
Kur’an tasavvurlarının oluşumuna dini, sosyo politik, sosyo kültürel nedenler kadar
olmasa da sosyo-ekonomik nedenlerin de etki ettiği bilinen bir gerçektir. Sosyoekonomik nedenlerin en başında, devlet yöneticilerinin kendine yakın bulduğu alimlerin
183
Muhammed Gazalî, Kur’an’ı Anlamada Yöntem, Şule yayınları, İstanbul 2002, s.76
41
veya devletin görüşlerine taraf olan ilim adamlarının mevki ve sosyo ekonomik açıdan
desteklenmesi gelmektedir. Bunun en çarpıcı örneği, Abbasiler döneminde yaşamış ve
Abbasi hükümdarlarıyla yakın ilişki kurmuş, mutezili alim Câhız’dır. Cahız, Abbasi
halifelerinden Mütevekkil’in iktidara geldiği ilk zamanlarda Memun, Mutasım, Vasık
dönemlerinin mutezili eğilimli baş kadısı Ebul velid Muhammed b. Ahmed’e takdim
için “Beni ümeyye” adlı bir risale kaleme almıştır. Câhız, bu risalesini Emevî
sempatizanları ve kendisinin de “Ehli nabit” olarak adlandırdığı gruba karşı kaleme
almıştır. Câhız, risalesinde sert bir uslüp kullanarak emeviler dönemini bir çok yönden
eleştirmiştir. Câhızın risalesinde emeviler dönemine ilişkin eleştirdiği konulardan biri
de emevilerin sahip olduğu Kur’an tasavvurudur. Câhız’ı risaleyi yazmaya iten neden
hicri III. Asırda ortaya çıkan “Nabite Ehli” diye isimlendirilen ve Emevi savunuculuğu
yapan kesimin tutum ve davranışları olmakla beraber asıl etken Abbasi halifelerinin
desteğini alma ve mükafatlandırılma düşüncesidir. Nitekim Câhız bu risalesinden dolayı
mükafatlandırılmıştır.184 Nitekim Câhız, daha sonraki dönemlerde yazmış olduğu
risalelerini Abbasi hükümdarlarına takdim ederek bu sayede rahat bir yaşam sürmüştür.
Bağdat’ta şöhretinin yayılmasından sonra daha önce risalelerini okumuş olan Abbasi
halifesi Me’mun onu saraya davet etmiştir. Câhız’la görüşleri örtüşen ve ona yakınlık
gösteren memun, onu sarayda görevlendirmiştir. Fakat Cahız bu görevi sevmediğinden
dolayı ayrılmak istediğini Me’mun’a bildirmiştir. Câhız, Abbasi halifeleriyle sahip
olduğu aynı düşünce ve görüşlerden dolayı Mu’tasım ve Vasık dönemlerinde çok rahat
bir yaşam sürdüğünü, kendi görüşlerine itibar edildiğini ve lüks bir hayat sürdüğünü
ifade eder. Câhız'ın sarayla ve vezirlerle olan irtibatı sayesinde yazmış olduğu eserleri
bu çerçevede iltifat görmüş ve karşılığını almıştır. Mesela, Vezir Muhammed b.
Abdilmelik ez-Zeyyat'a "Kitabü'l-Hayavan" isimli eserini; başkadı Ahmed b. Ebi
Duad’a "el-Beyan ve't- Tebyin"i; İbrahim b. Abbas ez-sûlî’ye "ez-Zer' ve'n-Nahl"i yine
Feth b. Hakan’a da bazı çalışmalarını takdim etmiştir. Bunun karşılığında Cahız, onlar
tarafından, önemli sayılabilecek meblağlarla mükafatlandırmışlardır.185
Yine maddi çıkar sağlama çerçevesinde amelî konularda Ebu Hanife’nin görüşlerini
benimseyen alimlerden de mihne siyasetinde fiili olarak rol üstlenip Abbasi halifesine
destek verenlerde olmuştur. Mihneyi idare eden başkadı Ahmed b. Ebi Duad, Ebu
184
İrfan Aycan, Cahız ve Emevi Tarihine Mutezili Yaklaşım, S. XXXV, A.Ü.İ.F.D., s. 288.
Geniş bilgi için bakınız; Zehebî, Siyeru A’lamin Nübela, (Tahkik Salih es Semr, Şüayb Arnavut),
Müessesetü’r Risale, Beyrut 1982. Cilt 11, s. 529
185
42
Hanife’nin görüşlerini benimseyenlerden biridir. Yine Ebu hanife’nin torunu İsmail b.
Hammad’ın - fakih aynı zamanda kadılık görevinde bulunmuş- Kur’an’ın yaratılmışlığı
inancını benimsediği rivayet edilmiştir. Zikredilen bu iki eğilimin mensuplarının
devletin resmi memurları olmasının bu görüşleri benimsemesinde katkısı inkar
edilemez. Çünkü Abbasi dönemindeki kadıların bir kısmı Hanefî ve Mutezilî
mezheplerinden oluşmaktadır. Bazı ekonomik nedenler halife ve sultanların mihne
sürecinde destekçisi olmasına sebep olmuş olabilir. Mutezile, zaten mihne sürecinde
kendi görüşleriyle paralel doğrultuda olan sultanların yanında yer almıştır.186
186
Geniş Bilgi İçin Bkz. Osman Aydınlı, “Mutezile Geleneğinin Kur’an’ı Kerim Tasavvuru”, İslami
İlimler Dergisi, Yıl: 1, s. 1 Bahar, 2006 s.39-57
43
İKİNCİ BÖLÜM
KUR’AN TASAVVURLARI
2.1. TENZİL DÖNEMİNDE KUR’AN TASAVVURLARI
2.1.1. Mekkeli Müşriklerin Kur’an Tasavvuru
Genelde arap aklının özelde ise nuzûl dönemindeki Mekkeli müşriklerin Kur’an
tasavvurunun anlaşılması, cahiliye dönemi arap aklının anlaşılmasına bağlıdır.187
Cahiliye döneminde Araplar farklı dini ve mezhebi fırkalara ayrılmışlar, Bir kısmı
Allah’a ve tevhide inanırken bir kısmı da bu Allah inancına ek olarak, kişileri Allaha
yaklaştırdığına inanarak putlara ibadet etmişlerdir. Yine onlar arasında Yahudilik ve
hiristyanlığı benimseyenler, putperestler, mecusiler, zındıklar, dünyada tanrının
tehakkümüne iman etmekle beraber ahireti inkar eden dini akımlara mensup kişiler de
bulunmaktadır.188
Putperestliği araplarla tanıştıran ilk şahsın Lühey b. Harise olduğu iddia edilir.189
Cahiliye döneminde her arap kabilesinin bir putu olur ve onlar için kurban kesilir, bu
putlara çeşitli hediyeler sunularak ziyaret edilir ve onların şefaatlerinin umulduğu
belirtilir.190 Kabileye ait putların yanında ayrıca her evde tapılmak üzere putlar
bulundurulduğu, ev sahibinin yolculuğa çıkarken son yaptığı şey ve yolculuktan
döndüğünde ilk yaptığı şeyin putu mesh etmek olduğu zikredilir. Kişi yolculuğu
esnasında konakladığı zaman dört taş bulur en güzelini rab edinir, diğer üç tanesini
tenceresine saç ayağı yaparmış. Tekrar yolculuğa başladığında dört taşı orada bırakır
diğer konaklama esnasında aynı işlemleri tekrar edermiş.191
Araplar, Kâbe’yi tazim edip etrafını tavaf ederlerdi. Kâbe’de putlara kurban keserek
onları yüceltip günahları için af ve mağfiret dilerlerdi.192
187
Ali Cevad, el-Mufassal Fi Tarihi’l Arabi Kable’l İslam, 1993, Cilt 6, s. 30.
Cevad, VI, 34.
189
Ebu’l-Münzir Hişam b. Muhammed b. es-Saib, Kelbî, Kitabü’l-Esnam, (Tahkik ;Ahmed Zeki Paşa),
Matbaatü Daru’l Kütübi’l Mısrıyye, 1923, s. 8.
190
Kelbî, 14
191
Kelbî, 33.
192
İbn İshak, Muhammed b. İshak b. Yesar, Siretü İbn İshak, (Tahkik; Muhammed Hamidullah),
Ma’hedü’t- Diraseti ve’l ebhasi Li’t-Ta’rib, s. 71.
188
44
Cahiliye Arapları arasında cinlerin, şairlerin, kahinlerin, sahirlerin önemli bir yeri vardı.
Cinleri yeryüzünde oturan ilahlar olarak kabul ediyorlar ve meydana gelen bir çok olayı
onların yaptığına inanıyorlardı. Cinlerle - Allah arasında soy birliğinin olduğuna inanıp
onları Allaha ortak koşuyorlar ve onlara tapıyorlardı. Cinlerin insanlara hastalık
getirdiğine ve delilerin de cinlerin istilasına uğramış kişiler olduğuna inanıyorlardı.193
Yine onlara göre sara hastalığına yakalanmanın sebebi cinlerdi. Cin çarpması sonucu bu
hastalık meydana gelmekteydi.194
Cahiliye döneminde şairlerin, kahinlerin, sahirlerin bilgi ve ilham kaynağı cinlerdi.
Araplar büyücülerden çekinirler ve onlara saygı duyarlardı. Onlara göre sihirbazlar
yalancılık ve delilik vasfı taşıyabilirlerdi. Şairlerde vahiylerini ilham yoluyla cinlerden
alırlardı. Her şairin bir cini vardı. Bu cin, şairin aklına ve hislerine hükümran olur,
aklını ve şuurunu çalardı. Şair hissettiklerini söyleyene kadar rahatlayamazdı. Cinin
getirdiği bu hislerin vahiy gibi gökten indiğine inanırlardı. Yine cahiliye arapları
tarafından kahinlerin de bir cininin olduğuna inanılırdı. Bu cin, kahinlere insanlara
söyleyeceği şeyleri vahyeder, kahinlerde bunları seci şeklinde dillendirirdi. Cahiliye
dönemi Arapları kendilerine kitap indirilen Hhristyan ve Yahudilerle sosyal ve kültürel
ilişki içerisinde idiler. Geçmiş peygamberlere ait kıssaları onlardan öğrendikleri
bildirilir.195 Cahiliye Araplarının peygamberlik anlayışlarının şekillenmesinde bu
ilişkinin büyük ölçüde etki ettiği ileri sürülebilir. Onlar için peygamber; tabii ve tarihi
yasalarla kayıtlı olmayan istediğinde veya kendisinden istendiğinde mucizeler
gerçekleştiren olağan üstü yeteneklere sahip olan bir şahsı akla getirmektedirler.196
Bundan dolayı Hz. Muhammed’in bir peygamber olarak gönderilmesi, bazı cahiliye
Araplarının garibine gitmiştir. Onların peygamberlik tasavvuruyla Hz. Muhammedin
sahip olduğu konum bir birine mutabakat arz etmemektedir. Bunun yanında sosyoekonomik ve politik çıkarlar müşrik cahili Arapların Hz. Muhammed’i peygamber
olarak kabüllenmemelerinde büyük etki yapmıştır.197
193
M. Süreyya Şahin, “Cin”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı Yayınları,
İstanbul, 1993, Cilt 8, s. 8.
194
Abdülgaffar Arslan, Kur’an’da Vahiy, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2000, s. 131.
195
Ali Cevad , Cilt 6, s. 30.
196
Şerafettin Severcan, Peygamberlik Anlayışları ve Hz. Muhammed (s.a.v.), Serhat Kitabevi, Konya
2006, s. 25.
197
İbn İshak, 187.
45
Cahiliye Arapların, sahip olduğu eski Mısır, eski Hint ve eski Yunan’a ait masalları
yolculukları esnasında gittikleri yerlerden öğrendikleri ifade edilir.198
Mekkeli müşriklerin Kur’an tasavvurunda cahiliye arap aklının etkisi açık olarak
görülmektedir. Mekkeli müşrikler Kur’an’ın aşkın boyutunu inkar etmişler, onu bir
inanç objesi olarak algılamak istememişlerdir.199 Kur’an’ı bidat ve dalalet olarak
görmüşler, insanları bu bidat ve dalaleti inkara zorlamışlardır.200 Bu inkarcı tutumlarının
bir sonucu olarak Kur’an’ı ibtal ve ihbat için farklı yollara başvurmuşlardır. Kur’an’la
alay etmişler201 ve ondan yüz çevirmişlerdir.202 Kur’an’a karşı kin ve buğzlarını her
fırsatta açığa vurmuşlardır.203 Onlara Kur’an’dan bir ayet okunduğunda yüzlerini
ekşitmişler204 ayetlerini hükümsüz bırakmak için bütün güçlerini seferber etmişlerdir.205
Mekkeli müşrikler Kur’an’ın inzalini daha önce indirilen semavi kitapların geliş
şekliyle kıyaslayarak Kur’an’ı inkar için bir sebep bulmuşlardır. Kur’an’ın diğer
kitaplar gibi bir defada indirilmesi gerektiği kanısına vararak onun ilahi olmadığını
düşünmüşlerdir.206
Bütün bu sebeplerden dolayı Mekkeli müşrikler Kur’an’ın kaynağını beşer üstü
güçlerde aramışlardır. Hz. Muhammedi bir mecnun olarak görmüşler, getirdiği bu
öğretileri de cinlerin ilham ettiğini ileri sürmüşlerdir.207 Yine onlar Kur’an’ı cinler
tarafından vahyedilen bir şiir olarak görmeleri kültürel bir birikimden dolayıdır.208 Hz
Muhammed’e vahyedildiğini zannettikleri bu şiirle Hz. Muhammed’in hiç kimsenin güç
yetiremeyeceği şeylere kadir olacağını ileri sürmüşlerdir.209Hz. Muhammed’in helak
olması içinde kendinden önceki Nabia ve Züheyr gibi şairlerin helak olduğu gibi bir
odaya kapatılıp zamanın onu helak etmesini düşünmüşlerdir.210
198
Arslan, 35.
En’am 6/25,93; Maide 5/104; Hicr 16/90,91; Saffat 38/170;
200
İbn Hişam, Siretü’n- Nebevî, (Tahkik; Mustafa es-Saka), Daru’l-Hayr, Beyrut 1990, Cilt 2, s. 37.
201
Meryem 19/73; Tevbe 9/127; Casiye 45/9.
202
En’am 6/4,5.
203
İbn İshak, 166.
204
Hacc 22/72
205
Sebe 34/5
206
Furkan 25/32.
207
Hicr 15/6; Duhan 44/14; Saffat 37/36.
208
Enbiya 21/5.
209
İbn İshak, 187.
210
Tur 52/30.
199
46
Mekkeli müşriklerin Kur’an’ın kaynağına yönelik ortaya koymuş oldukları bir diğer
görüş ise Hz. peygamberin bir büyücü, Kur’an’ın da bir büyü olduğunu
zannetmeleridir.211Utbe b. Rebia, Hz. peygamberi ikna etmek için onunla konuşmak
istemiş, Hz peygamber de ona Kur’an’dan bazı âyetler okumuştur. Utbe, Mekkeli
müşriklerin yanına döndüğünde Kur’an’ın ne bir şiir ne bir kehanet ne de bir büyü
olduğunu söylediğinde Hz. Muhammed’in Utbe b. Rebia’yı büyülediğini ileri
sürmüşlerdir. Yine aynı şekilde Velid b. Muğire, Kur’an’ı dinlediğinde ona yakıştıracak
herhangi bir olumsuzluk bulamamış en uygun iftiranın onun bir büyü olduğunun ileri
sürülmesinin uygun olacağını düşünmüştür.212
Kur’an’a ilahi kaynağın dışında beşer üstü güçlerde kaynak arayan Mekkeli müşrikler,
Kur’an’ı Hz. Muhammed’in uydurduğunu da ileri sürmüşlerdir.213Yapılan tehaddilere
cevap veremeyen müşrikler, Kur’an’ı Hz. Muhammed’e bir beşerin öğrettiğini ileri
sürmüşlerdir.214 Onlar, yemame’de rahman adında birinin Kur’an’ı Hz peygambere
öğrettiği zannına kapılmışlardır.215
Mekkeli müşrikler, Kur’anın varlık açısından aşkın boyutunu kabul etmemekle beraber
görünür aleme ilişkin boyutunu bir bilgi objesi ve bir bilgi kaynağı olarak
algılamışlardır. Fakat Kur’anî bilginin kaynağını ve kesinliğini Kur’an’ın kendisini
kabul ettiği şekilde kabül etmeyip eski Hint, Mısır ve Yunan masallarına kaynak ve
kesinlik olarak onlara eşdeğer tutmuşlardır.216 Mekkeli müşriklerden Nadr b. Haris,
İran, İsfendiyar ve Rüstem’e ait masalları yolculukları sırasında öğrenip Hz.
peygamberin konuştuğu insanlara öğrendiği bu masalları anlatarak “hangimizin masalı
güzel oldu?” şeklinde onlara sorular sorup Kur’an’ın bu tür masallardan ibaret
olduğunu yaymaya çalışmıştır.217
Kur’an’ın şehadet alemine ilişkin varlığı konusunda müşrikler, onun Arapça diliyle
yazılmış bir kitap olduğunu kabul etmişlerdir. Onun fesahatı ve belağatı karşısında
211
Ahkaf 46/7,8; İsra 17/47; Müddessir 174/8; Yunus 10/2; Sebe 34/4; Sad 38/4,5,6,7,8; Zuhruf 43/30,31.
İbn Hişam, I, 337.
213
Ahkaf 46/8; Secde 32/3; Yunus 10/38; Furkan 25/4; Enam 6/66; Hud 11/13, 35; Nahl 16/101; Enbiya
21/5; Tur 52/33.
214
Furkan 25/5; Nahl 16/103.
215
İbn İshak, 180.
216
Enfal 8/31; Nahl 16/24; Mutaffifin 83/13; Kalem 68/15.
217
İbn İshak, 181.
212
47
acziyetlerini itiraf ederek hayranlıklarını gizleyememişlerdir.218Kur’anı dinlememek
için gürültü yapmalarını birbirlerine tavsiye ettikleri219 halde gizli gizli Kur’an’ı
dinleyebilmek için her fırsatı değerlendirmeye çalışmışlardır.220
2.1.2. Sahabenin Kur’an Tasavvuru
Sahabenin Kur’an algısı, sonraki dönem muhatapların Kur’an algısından farklıdır. Bu
farklılık Sahabe döneminde inzal olunan ayetlerin mevcudiyetinden kaynaklanmaktadır.
Bu durum sonraki Müslümanların sahip olduğu Kur’an algısında söz konusu değildir.
Sahabenin
Kur’an
ayetlerine
tedricen
muhatap
olmaları
sonraki
dönemdeki
Müslümanların muhatap oldukları tamamlanmış vahiyden farklılık arzeder. Kur’an’ın
Sahabeye refarans yönü sonraki müslümanların algılamalarında olduğu gibi değildir.
Onlar Kur’an’ı kendini var eden ve toplumsal açmazlara cevap olarak inen dinamik bir
otorite olarak algılamışlardır. İnmekte olan Kur’an ayetlerinden kişisel olarak ne kadar
birikim yapabildilerse ve hangi amaçla bu birikimi gerçekleştirdilerse Kur’an algısı da
öylece yer etmiştir. Yani Sahabenin zihninde uygulamayı merkeze alan ve öğrenildiği
kadar yaşamayı hedef alan bir Kur’an tasavvuru oluşmuştur. Sahabenin nüzül sonrası
Kur’an algısı da nüzül öncesi birikim ve ihtiyaçları doğrultusunda şekillenmiştir. Hz.
Peygamberin vefatından hemen sonra Hz. Ömer’in ve Hz. Ebubekir’in tutumları bunun
en açık örneğidir. Hz. Ömerin Hz. Peygamberin öldüğünü söyleyenin kellesini
uçuracağına dair çıkışı ile Hz. Ebu bekir’in, Hz. peygamberin de bir insan olduğu,
onunda diğer insanlar gibi öleceğini bildirmesi ve bu konuda ayetler serdetmesi nüzül
dönemine ilişkin Kur’an algılamalarının bir sonucudur. Hz. Ebubekirin nüzül öncesi
Kur’an algısı, nuzül sonrasına ilişkin bu olayda Kur’an’ı bütüncül olarak algılayıp bu
konuda çözüm üretmesiyle yansımıştır. 221
Kur’an’ın, Sahabenin tasavvurunda algılanması Kur’an’ın nuzül dönemine
yayılarak tedricen meydana gelmiştir. Yani Kur’an kendisini bir defada muhataplarına
arz etmemiş yirmi üç yıllık aşamada muhataplarının zihnine kendi tasavvurunu inşa
etmiştir. Bizim, Kur’an’ın kendisini inşa etme sürecini olguyla ilişkilendirerek burada
zikretmemiz konuyu genişleteceğinden, sahabenin Kur’an tasavvurunu ele alırken
218
Fussilet 41/44.
Fussilet 41/26.
220
İbn İshak, 186.
221
Selim Türcan, İlk Dönem Kur’an Tasavvuru ve Dönüşümü, Ankara Okulu Yay., Ankara 2010, s. 296.
219
48
Kur’an’ın inşası sonucu ortaya çıkan algılamaları göz önünde bulundurarak yer vermeyi
uygun gördük. Bunu da ifade etmek için Kur’an ayetlerinden, sahabeden gelen konuya
ilişkin rivayetlerden ve siyer ve tarih kitaplarının konuya ilişkin malumatlarından
yararalandık.
Sahabenin Kur’an tasavvurunun oluşmasında Kur’an ve Sünnet’in Kur’an’a dair
deskriptif tanımlamaları büyük rol oynar. Çünkü Sahabenin Kur’an Tasavvurunu
Kur’an ve Sünnet’in Kur’an’a dair yaptığı tanımlamalar inşa etmektedir. Kur’an,
kendisinin Allah tarafından onlara indirilen hak ve gerçek olduğunu ilk muhataplarına
bildirerek kendilerine gelen bu hak ve gerçekten dolayı kalplerinin titremesini ve
imanlarının artmasını ön görmüştür. Bunu gerçekleştirmek için yapmaları gereken şeyin
de Kur’an’a tabi olunmasını onlara bildirmiştir.
“Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kimse, kör kimse gibi olurmu ancak
akıl sahipleri anlar. Onlar Allahın ahdini yerine getirenler ve verdikleri sözü
bozmayanlardır.”222
Allah, sözün en güzelini, birbirleriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir
kitap olarak indiridi. Rablerinden korkanları, bu kitabın etkisinden tüyleri ürperir,
derken hem bedenleri hemde gönülleri Allahın zikrine ısınıp yumuşar. İşte bu kitap,
Allahın dilediğini kendisiyle doğru yola ilettiği hidayet rehberidir. Allah kimide
sapıtırsa artık ona yol gösteren olmaz.223
“Siz farkında olmadan, ansızın başınıza azap gelmeden önce rabbinizden size
indirilenin en güzeline tabi olun.”224
Sahabenin Kur’an algısında Kur’an, Hz. Peygamber tarafından hiçbir müdaheleye
uğramadan225noksansız bir şekilde rableri tarafından kendilerine indirilen bir gerçek
olarak algılanmıştır.226Kur’an, ilk muhataplarına kendisini bir inanç objesi olarak
algılamalarını227ve bu imanın gereği olarak Kur’an âyetlerini alaya almamalarını, alaya
222
Ra’d 13/19–20.
Zümer 39/23.
224
Zümer 39/55.
225
Buharî, Tefsir, 5.bab h. No.4611
226
Sebe, 34/6, Ali Özek, Hayrettin Karaman vd. Kur’an Meali, s. 427.
227
Bakara 2/285; Nisa 4/170; Buharî, Tevhid 34, h.no. 7488.
223
49
alanların yanında da kalmamalarını,228 Kur’an hakkında yapılacak her türlü tartışma ve
münazaradan uzak durmalarını emretmiştir.229
“Peygamber, rabbi tarafından kendisine iman etti müminlerde ( iman ettiler) her biri
Allaha, meleklerine, kitaplarına peygamberlerine iman ettiler. “Allahın peygamberleri
arasında ayırım yapmayız. İşittik itaat ettik. Ey rabbimiz, affına sığındık dönüş sanadır.
dediler.”230
Sahabenin Kur’an algısı da bu doğrultuda şekillenerek Kur’an, alay konusu olarak
görülmemiş ve Rableri tarafından hakikatleri ihtiva eden bir kitap olarak algılanmıştır.
Sahabe, Kur’an’ı daha önceki ilahî kitaplarda indirileceği müjdelenilen, kendinden
önceki kitaplar üzerine gözetici ve Hz. Muhammed’e indirilen en son Allah kelamı ve
sözü olarak algılamıştır.231 Sahabenin Kur’an tasavvurunda Kur’an, önce dünya
semasında Beytül izze’ye toplu halde vahiy meleği Cebrail vasıtasıyla, sonra yirmi yıl
süre zarfında tencîmî olarak beş ve benzeri ayet sayısından oluşan pasajlar şeklinde
Cebrail tarafından tertil üzere okunarak indirilmiştir.232
Sahabenin aalgısında kendilerine gönderilen bu hakikat yine kendi dillerinde Arapça
olarak indirilmiştir.233 Sahabe tarafından gerek Kur’an’ın tilaveti gerekse Kur’an
ayetlerinin ifade ettiği anlamlar üzerinde kıyaslama sonucu ortaya çıkacak münazara ve
münakaşa, kalplere şüphe ekeceğinden dolayı kerih görülmüştür. Bu tür münazaralardan
uzak durulmasını da birbirlerine tavsiye etmişlerdir.234 Bundan dolayı da Kur’an’da
anlamı
kapalı
ayetleri
kendi
görüşleriyle
tefsir
ve
te’vil
etmekten
çekinmişlerdir.235Kur’an ayetleriyle amel hususunda daha çok muhkem ayetlerle amel
etmeyi yeğlemişlerdir. Birden çok anlama gelebilecek veya anlamı bilinemeyecek olan
müteşâbih ayetleri ise ya hali üzere bırakmışlar veya konu hakkında bilgisi olan birine
danışmayı tercih etmişlerdir.236
228
Nisa 4/140.
Mümin 40/4. Ahmed B. Hanbel, Cilt 2,, s. 181.
230
Bakara 2/285
231
Darimî, Fezailü’l Kur’an, I bab, h. No. 3358, 3330,4.3353,
232
Ebu Abdullah el Hakim Nisaburî; Müstedrek Ala’s Sahihayn, 1997, Cilt 2, s. 222.
233
İbn Ebi Şeybe, Fezailül Kur’an, h. No.30483, 30415, 30412; Herevî, Fezailü’l Kur’an, s. 211.
234
Herevî, Fezailü’l Kur’an, s. 355.
235
İbn Ebi Şeybe, Fezailül Kur’an, h. No. 30602, 30604, 30605, 30607, 30608; Herevî, Fezailü’l Kur’an,
s. 378,375
236
İbn Ebi Şeybe, Fezailül Kur’an, h.no 30532, 30534; Herevî, Fezailü’l Kur’an, 99.
229
50
Sahabenin Kur’an tasavvurunda ayetlerin neshi ile ilgili algılamalar kesinlik
arzetmemektedir. Hz. Peygamberden, Kur’an âyetlerinin bazısı bazısını nesh etmiştir
gibi rivayetler bulunmamasına rağmen sahabeye isnad edilen bazı rivayetlerde Kur’an
âyetlerinin bazısının bazısını nesh ettiği ifadelerine rastlanılmaktadır. Rivayet olarak
gelen
bu
ifadeler,
ibn
abbas’a
Abdullah
b.
Mesud’a,
Ubeyy
b.
Ka’b’a
dayandırılmaktadır.237 Bu tür rivayetlerin haberi vahit türü rivayetler olduğu kabul
edilmektedir.238 Mensuh olduğu söylenen âyetin, âyet mi hadis mi olduğuna dair
rivayetlerdeki tutarsızlıklar, aynı âyetin hem mensuh olduğunu hem de mensuh
olmadığını gösteren rivayetlerdeki ihtilaflar ve âyetin mensuh olarak dikkate alındığında
diğer sahabelerin olumsuzlaması gibi nedenlerden dolayı rivayetler sahabenin nesh
olgusuna bakışı hakkında kesin bir kanaat sunmamaktadır.
Kur’an, onları doğru yola iletecek dünya ve ahiret mutluluğunu onlara kazandıracak ve
her türlü kötülükten onları uzaklaştıracak bir bilgiye sahip olduğunu, bu yönüyle onlar
için bir bilgi kaynağı ve bilgi objesi olduğunu bildirmiştir.
“Tâ sîn, bunlar Kur’an’ın açıklayan kitabın ayetleridir. Namazı kılan, zekatı veren ve
ahirete de kesin olarak iman eden müminler için bir hidayet rehberi ve bir
müjdedir.”239
Sahabenin Kur’an tasavvuru da bu doğrultuda oluşarak Kur’an, epistemik açıdan bir
bilgi kaynağı ve bilgi objesi olarak algılanmıştır.240 Sahabenin Kur’an tasavvurunda
Kur’an, kendisinden bilginin fışkırdığı bir kitap,241Zira onda önceki kavimlerin
haberleri ve gelecekte olacak olayların bilgisinin242 yanı sıra aşkın ve şehadet alemine
ilişkin doğru bilgiler243 ve insanın üzerinde düşünüp ibret alacağı meseller vardır.244
Sahabeye göre Kur’an, sahip olduğu bu bilgilerle insanları dünya ve ahiret mutluluğuna
237
Buharî, Tefsir 2. Bab, h.no. 4762, 4763, 3. Bab 4576; Ahmed b. Hanbel, Cilt 3, 364; Sananî Ebu
Bekir Abdurrazzak b. Hemmam, el–Musannef, h.no 5990 (Tahkik Habibürrahman Azım) Min Menşurati
Meclisil İlmi.
238
Süleyman Ateş, Kur’an’da Nesh Meselesi, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul., s. 14,16.
239
Neml 27/1, 2, 3.
240
Darimî, Fezailül Kur’an, 1 bab h.no. 1333.
241
Darimî, Fezailül Kur’an, I.bab , h.no. 3330.
242
İbn Ebi Şeybe, Fezailül Kur’an, h.no. 30519.
243
Herevî,Fezailü’l Kur’an, s. 257.
244
Buharî,Tefsir, 47. Bab, h.no. 4538.
51
götüren,245doğruluğa ulaştıran ve sertlikten uzaklaştıran246ve güzel ahlaka götüren bir
hidayet rehberidir. Kur’an, sahip olduğu bu bilgilerden dolayı özümsenerek
okunmalıdır. Özümsenen bu bu bilgilerde hayata tatbik edilmelidir. Kur’an’ın hızlı ve
yüzeysel okunması uygun değildir.247İşte Kur’an Sahabenin Kur’an tasavvurunda bu
şuur ve idrakle okunduğu zaman sahip olduğu bilgiler insana fayda sağlayacaktır.248
Kur’an kendisini onlar için vahiy sahibine yakınlaşma aracı249 ve okunması
250
ve
dinlemesi251 halinde cenabı Allah ile yakınlık kurma vasıtası olarak ifade etmiş, aynı
zamanda kendisinin onlar için bir bereket kaynağı ve şifa olduğunu bildirmiştir.252
“Biz Kur’an’dan öyle bir şey indiriyoruz ki O, müminler için şifa ve rahmettir.
Zalimlerin ise yalnızca ziyanını artırır.”253
Kur’an, kendisini tanıttığı şekilde sahabenin tasavvurunda yer edinmiştir. Kur’an’ın
varlıksal boyutu sahabe için teolojik yapı arzetmektedir. Bu yapı, Kur’an ayetlerini
öğrenmenin,254öğrenilen ayetleri tilavet255ve tedarüs etmenin,256okunan ayetleri
dinleme,257onları ezberlemenin258ve zihinleri Kur’an’la meşgul etmenin259vahiy
sahibine yaklaştıran bir ibadet oluşudur. Bunların terki ise günah, manevi boşluk ve
azaba yaklaştırıcı etkenler olarak sahabe tarafından algılanılmıştır.260Sahabenin Kur’an
tasavvurunda Kur’an’ı sevmek Allah ve onun elçisini sevmenin bir göstergesidir. Allah
ve Rasulünü seven Kur’an’ı sevmelidir. Zira Allah ve Rasülünü sevmek Kur’an’ı
245
Sananî, h.no 6033; İbn Ebi Şeybe; Fezailül Kur’an, h.no. 30454; Darimî, Fezailül Kur’an, I. Bab, h.no
3335.
246
Darimî, Fezailül Kur’an, I. Bab, h.no. 3333.
247
İbn Ebi Şeybe, Fezailül Kur’an, 30424; Herevî, Fezailül Kur’an, 157.
248
İbn Ebi Şeybe, Fezailül Kur’an, h.no 30427, Sananî, h.no 5997.
249
Tirmizî, Sevabul Kur’an, 19bab, h.no. 3085.
250
Müzzemmil 73/20.
251
Araf 7/24.
252
Ahmed b. Hanbel, Cilt 5, 348.
253
İsra 17/82.
254
Sananî, h.no.5992.
255
İbn Ebi Şeybe,Fezailül Kur’an, h.no. 30450, 30451, 30500, 30584.
256
İbn Ebi Şeybe,Fezailül Kur’an, h.no. 30817.
257
Herevî, Fezailü’l Kur’an, s.62.
258
Darimî, Fezailül Kur’an, 2. bab, h.no. 3322.
259
İbn Ebi Şeybe, Fezailül Kur’an, h.no 30511.
260
Darimî, Fezailül Kur’an, 2.bab, h.no. 3322, I, 3331, 3310; İbn Ebi Şeybe, Fezailül Kur’an, h.no.
30528.
52
sevmektir. Sahabe, Kur’an’ın teolojik yapısının bir yansıması olarak Kur’an’ı bereket
kaynağı olarak algılamıştır.261
Sahabenin Kur’an algısında Kur’an’ın terki hasret ve hüsrandır. Kur’an’ın bereket
kaynağı oluşu maddi ve manevi hastalıklara262 şifa kaynağı olmasındandır.263Sahabe
algısında Kur’an’ın teolojik yapısının bir başka yansıması ise Kur’an’ın temiz olarak
okunulmasının gereğidir. Sahabenin temizlik olgusuna ilişkin farklı uygulamaları
olmakla beraber Kur’an’ın cünüb olarak ezberden veya yüzüne okunması kerih
görülmüştürr.264 Sahabenin Kur’an’ı ezberden abdestsiz olarak okunmasına ilişkin
uygulamaları olmakla birlikte265abdestsiz olarak Kur’an’ı mushaftan okuduklarına
ilişkin rivayetlere rastlanılmamaktadır. Kur’an’ı mushaftan abdestli olarak okumalarına
ilişkin uygulamaları ise mevcuttur.266
2.1.3. Ehli Kitabın Kur’an Tasavvuru
“Ehli kitap” ifadesi kavram olarak kendilerine semavî kitap gönderilen bütün
milletleri
Tevrat
içine
ve
Kur’an’ın
alacak
İncilin
bu
anlama
muhatabı
ifadeyle
sahipken
olan
yahudi
ve
Kur’an’da
Yahudiler
ve
hristyanları
“Ehli
kitap”
Hristyanlar
muhatab
ifadesiyle
kastedilmiştir.
alması
yahudi
ve
hristyanlığın, dönemin arapları tarafından bilinmesi, bu iki dini kaynaklara ait
tahriflerin bulunması ve İslam’da olduğu gibi Allah, Peygamber, Ahiret ve
Kitap inançlarının bu dinlerde yer almasından olabilir. 267
Medineye hicretle beraber Ehli kitabın Kur’an’a ve Peygambere karşı muhalif
bakışları ortaya çıkmıştır. Bunun ilk tezahürü, öncelikle Hz. Peygamberin
peygamberliğini
inkar
etme
ve
onu
imtihana
tâbi
tutma
şeklinde
baş
göstermiştir. Bununla birlikte Ehli kitap Hz. Peygambere ait vasıfların kendi
kitaplarında mevcut olduğunu bilmelerine rağmen inanmama konusunda direnç
göstermişlerdir. Ehli kitabın Kur’an ve Hz. Peygamberin nübüvvetini inkar
261
Ahmed b. Hanbel, Cilt 4, s. 23.
İbn Ebi Şeybe, Fezailül Kur’an, h.no. 30521; Herevî Fezailü’l Kur’an, s.113.
263
Buharî, Fezail 14.bab, h.no. 5016,5017, 9 bab . h.no.5007
264
İbn Ebi Şeybe, Taharet, h.no. 1086
265
Herevî, Fezailü’l Kur’an, s.195, s.186; İbn Ebi Şeybe, Taharet h.no. 1108,1087.
266
Herevî, Fezailü’l Kur’an, s.122.
267
Remzi Kaya, “Ehli Kitap” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı Yayınları
İstanbul 1994, Cild 10, s.517
262
53
etmeleri nübüvvet geleneğini ve kitabı kendilerine has bir üstünlük ve ayrıcalık
görmelerinden
kaynaklanmaktadır.
Ehli
kitabın
kendilerine
has
kıldığı
bu
üstünlük Kur’an ifadelerinede yansımıştır.
“Onların
bu
tutumları
bize
ateş
sadece
sayılı
günlerde
dokunacaktır,
demelerinin bir sonucudur. Onların vaktiyle uydurdukları şeyler kendilerini
yanıltmıştır.”268
İsrail oğulları sayılı birkaç gün müstesna, bize ateş dokunmayacaktır, dediler.
Deki: siz Allah katından bir söz mü aldınız.-ki Allah sözünden caymaz-, yoksa
Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz.”269
Hz. Peygamber Ehli kitabı, islama davet etmiş, onları islam dinine katılma
konusunda teşvik ederek Allahın azabına karşı uyarmıştır. Fakat onlar Hz.
Peygamberin davetini inkar ederek yüz çevirmişlerdir. Muaz b. Cebel, Sa’d b.
Ubade ve Ukbe b. Vehb, yine böyle bir davete ehli kitabın karşı çıkması
sonucu onlara -Ey Yahudiler, Allahtan korkun sizler onun Allahın peygamberi
olduğunu
biliyorsunuz.
anlatıyordunuz-
diye
Halbu
ki,
çıkıştıklarında,
bundan
önce
yahudilerin
onun
ileri
sıfatlarını
gelenlerinden
Rafi
bize
b.
Hureymele ve Vehb b. Yahuza, -Biz bunu hiçbir zaman söylemedik. Allah
Musa’dan sonra bir kitap indirmedi ve hiçbir beşer göndermedi- diyerek bu
durumu inkar etmişlerdir.270
Ehli kitabın sahip olmuş olduğu Kur’an tasavvurunun temelinde inandıkları
üstünlük
inanmaya
algısı
vardır.
Ehli
çağrıldıklarında
kitap
kitabı
önlerindeki
kendilerine
kitabı
has
bir
doğrulayan
olgu
Kur’an’a
gördüklerinden
çağrıya kulak vermemişlerdir.
“Allah tarafından kendilerine yanlarında bulunanı tasdik edici bir elçi gelince
Ehli kitaptan bir grup sanki Allah’ın kitabını bilmiyormuş gibi onu arkalarına
atıp terk ettiler.”271
268
Al–i İmran 3/24.
Bakara, 2/80.
270
İbn İshak, Cilt 2, s. 208.
271
Bakara 2/101.
269
54
Elinizdekini
tasdik
edici
olarak
indirdiğime
iman
edin.
Sakın
onu
inkar
edenlerin ilki olmayın. Ayetlerimizi az bir karşılık olarak satmayın yalnız
benden korkun.272
Ehli kitap, peygambere ve soy üstünlüğüne sahip olduklarını düşündüklerinden
dolayı
sonunda
kendilerinin
Tevrat’ın
her
şekilde
hükümleri
ayrıcalıklı
karşısında
olduklarına
itaatsiz
bir
inanıyorlardı.
tavır
Bunun
sergileyerek
sorumluluklarını yerine getirmiyorlardı. Bu ruh haletinden dolayı da kendi
dışındaki peygamberleri ve kitapları reddetmekteydiler. Bunun içindir ki Hz.
Peygamberin risaletini inkar ederek onun getirdiği kitabı da reddetmişlerdir.
“Onlar Allah bize and verdi ki “bize ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe
hiçbir elçiye inanmayalım”dediler.273
Yukarıdaki ayet, Ehli kitaptan bazı ileri gelenlerin Hz. Peygambere bir gün
gelerek “ Ey Muhammed sen, Allahın peygamberi olduğunu iddia ediyorsun ve
sana bir kitap verildiğini iddia ediyorsun öyleyse bize gökten ateşin yediği bir
kurban getir de iman edelim. Çünkü Allah bizden kendini peygamber ilan eden
kimseden gökten ateşin yediği bir kurban getirmedikçe inanmamız konusunda
söz aldı.” diye söylenmeleri üzerine nazil olmuştur.274
Ehli kitabın Hz. Peygamberin risaletini tasdik için öne sürmüş oldukları bu
ilahi antlaşma kendilerince uydurulmuş yalan haberden başka bir şey değildir.
Onlardan daha önce bundan daha büyük antlaşmalar ve sözler alınmıştır ki bu
antlaşma onların yanında çok küçük kalmaktadır. Bu sadece Allahın rasülüne
ve kitabına iman etmeyeceklerine bahane olarak öne sürülen bir sözdür.
“Ehli kitap, senden kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. Onlar
Musa’dan daha büyüğünü istemişlerdi de bize Allah’ı apaçık göster demişlerdi.
Zulümleri sebebiyle hemen onları yıldırım çarptı. Bilahere kendilerine apaçık
deliller geldikten sonra buzağıyı tanrı edindiler. Biz bunu da affettik. Ve
Musa’ya apaçık delil verdik. Söz vermeleri için Tûr’u başlarına kaldırdık da
272
Bakara 2/41.
Ali İmran 3/183.
274
Taberî, Cilt 4, s.197.
273
55
onlara baş eğerek kapıdan girin dedik. Cumartesi günü sınırı aşmayın dedik.
Kendilerinden
sağlam
söz
aldık.
Sözlerinden
dönmeleri,
Allahın
ayetlerini
inkar etmeleri, haksız yere peygamber öldürmeleri ve kalplerimiz kılıflanmıştır
demeleri
sebebiyle,
küfürleri
sebebiyle
Allah
o
kalpler
üzerine
mühür
275
vurmuştur. Pek azı müstesna artık iman etmezler.
Ehli kitabın, kendilerine indirilen kitapları tahrif ettikleri, tevrat ve incilin
hükümlerini
rafa
kaldırdıkları
ve
Allah’ı
hakkıyla
takdir
edemedikleri
Kur’an’da ve tarih kitaplarında zikredilmiştir.276 Yahudi ve hiristyanların ahbar
ve ruhbanları Hz. Peygamberin gönderileceği zamanı ve onun taşıdığı sıfatları
kendilerine
indirilen
kitaplarından
bildiklerinden
dolayı
Hz.
Peygamberin
gönderileceği zamana dair olayları ve Hz. Peygamberle ilgili meseleleri kendi
aralarında mütalaa ettiklerini tarih kitapları zikretmiştir.277 Bundan, ahbar ve
ruhbanların
Hz.
Peygambere
gönderilecek
kitaptan
haberdar
oldukları
anlaşılmaktadır.
“Allah
tarafından
kendilerine
yanlarında
bulunanı
doğrulayıcı
bir
elçi
geldiğinde kitap verilenlerden bir grup Allahın kitabını sanki bilmiyorlarmış
gibi sırtlarının arkasına attılar.”278
“Hatırlaki Meryem oğlu İsa: Ey İsrail oğulları, ben size Allahın elçisiyim,
benden önce gelen tevratı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek olan Ahmed
adında
bir
peygamberi
de
müjdeleyici
olarak
geldim,
demişti.
Fakat
O,
kendilerine açık deliller getirince bu apaçık bir büyü dediler.”279
Ehli kitabın Hz. Peygamberin risaletine göstermiş oldukları bu inkarcı tepki,
vahiy elçisi cebraili de içine almaktadır. Ehli kitaptan Abdullah b. Selam Hz.
Peygamberin
olduğunu
sorulara
medineye
öğrenmek
“Biraz
geldiğini
için
önce
ona
Cibril
bazı
duyunca
sorular
cevaplarını
onun
gerçek
sormuştur.
haber
bir
Hz.
verdi.”
peygamber
Peygamber
sözleriyle
bu
cevaba
başlayınca henüz İslamı kabül etmemiş olan Abdullah b. Selam buna tepki
275
Nisa 4/153–155.
İbn Hişam, Cild II, s. 202.
277
İbn İshak, 96.
278
Bakara 2/101.
279
Saff 61/ 6.
276
56
vererek
Cibril’in
yahudilerin
yegane
düşmanı
olduğunu
söylemiştir.
Hz.
Peygamber de bunun üzerine Abdullah b. Selama şu ayetleri okumuştur.280
“Deki Allahın izniyle Kur’an’ı kendinden öncekini doğrulayıcı ve inananlara
yol gösterici ve müjdeci olarak senin kalbine indirdiği için kim cebraile
düşman olursa, kim Allaha, meleklerine, elçilerine, cebraile ve mikaile düşman
olursa bilsin ki Allah da inkar edenlerin düşmanıdır.”281
Kur’an’ın nazil olmasından sonra da yahudi ve hristyanlar Kur’an’ın Allah’ın
kelamı olduğunun farkındaydılar. Kur’an, Ehli kitabın hakkında ihtilaf ede
geldikleri meseleleri çözmek ve Tevrat’ta gizledikleri birçok hakikatleri açığa
çıkarmak için yahudi ve hiristyanlara da gönderilmiş bir kitap olduğunu
açıklamıştır.
“Ey ehli kitap, rasülüm size kitaptan gizlemekte olduğunuz bir çok şeyi
açıklamak
üzere
geldi.
Bir
çok
kusurunuzu
da
affediyor.
Gerçekten
size
Allahtan bir nur, apaçık Allahtan bir kitap geldi.”282
Ellerindeki
kitapları
tasdik
edici
olarak
gönderilen
Kur’an,
Ehli
kitaptan
kendisine iman edilmesini istemektedir.
“Ey ehli kitap, biz bir takım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden
yahut
onları
doğrulamak
cumartesi
üzere
adamları
indirdiğimiz
gibi
Kur’an’a
lanetlemeden
iman
edin
önce,
size
gelenleri
Allahın
emri
mutlaka
olarak
algılayıp
yerine gelecektir.”283
Ehli
kitabın
Kur’an
tasavvuru,
Kur’anı
bir
inanç
objesi
Kur’an’ın Allah tarafından Hz. Peygambere indirilen ilahi bir kitap olduğuna
inananlar ve onun bir hidayet kaynağı olduğunu benimseyenler ile Kur’an’ı bir
inanç objesi olarak algılamayıp Kur’an’ın ilahi kökenli olduğunu inkar ederek
onun
kaynağını
cin
ve
insanda
müteşekkildir.
280
Buharî, Bedu’l Halk, 6.bab Tefsir, 6. bab
Bakara 2/97-98.
282
Maide 5/15.
283
Nisa 4/47.
281
arayanlar
olmak
üzere
iki
algılamadan
57
Ehli kitapdan bir grup Kur’an’ın çağrısına cevap vererek Kur’an’ın önlerindeki
kitapları tasdik edici olduğuna ve Allah tarafından inzaline iman etmişlerdir.284
Tefsirlerde Abdullah b. Selam ve Übeyy b. Ka’b gibi Ehli kitaba işaret
olunduğuna dair rivayetler bulunan Ankebut sûresi 47. ayette bu durum ifade
edilmiştir.
“İşte sana böylece bu kitabı indirdik. Onun için kendilerine kitap verdiklerimiz
ona iman ediyorlar. Şunlardan da ona iman eden nice kimseler vardır.
Ayetlerimizi ancak kafirler bile bile inkar ederler. “285
Ondan önce kitap verdiklerimiz ona iman ederler. Onlara okunduğu zaman
iman ettik. Çünkü O, rabbimizden gelmiş hakikattir. Esasen biz daha öncede
müslümandık derler.286
Kur’an’ın aşkın boyutuna iman eden Ehli kitaba müntesip kişiler, Kur’an’ın
sahip
olduğu
lafzî
ve
manevî
îcazının
etkisinde
kalarak
duygularını
saklayamamışlardır.287 Habeşistan kralı Necaşî, Meryem sûresinin ilk ayetlerini
işittiğinde gözündeki yaşlar sakalını ıslatmış, aynı şekilde yanında bulunan
yardımcıları da sakallarını ıslatacak yaşları gözlerinden akıtmışlardır.288
“Rasüle
indirileni
duydukları
zaman,
tanış
çıktıkları
gerçekten
dolayı
gözlerinden yaşlar boşandığını görürsün, derler ki rabbimiz iman ettik, bizi
şahit olanlarla beraber yaz. Rabbimiz bizi iyiler arasına katmasını umup
duruken niçin Allaha ve bize gelen gelen gerçeğe iman etmeyelim.”289
Ehli kitaptan Kur’an’a iman edenler, Kur’an’ı varlık açısından bilgi objesi
olarak
algılamışlardır.
Kur’anî
bilginin
kesinliğini
kabul
mutluluk ve huzura götürecek bir rehber olarak benimsemişlerdir.
284
İbn Hişam, Cild II, s.220.
Ankebut 29/47.
286
Kasas 28/ 52, 53
287
Maide 5/83; İbn İshak, 200.
288
İbn İshak, 196.
289
Maide 5/83, 84.
285
ederek,
Kur’an’ı
58
“Kendilerine bilgi verilenler rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilir.
Onun mutlak galip ve övgüye layık olan Allah yoluna ilettiğini görürler.”290
Yine Ehli kitaptan Kur’an’ın nuzülüne iman edenler Kur’an lafzının tilavetini
yaratıcıya yaklaştırıcı bir aracı kabül ederler. Abdullah b. Selam hakkında
indiği rivayet edilen şu âyet bunu açık bir şekilde göstermektedir.
“Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler onu, hakkunı gözeterek okurlar. Çünkü
onlar, ona iman ederler. Onu inkar edenlere gelince işte gerçekten zarara
uğrayanlar onlardır.”291
Hepsi bir değildir. Ehli kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır ki gece
saatlerinde secdeye kapanarak Allahın ayetlerini okurlar. Onlar Allaha ve
Ahiret gününe inanırlar. İyiliği emreder. Kötülüğü menederler. Hayırlı işlere
koşuşurlar. İşte bunlar iyi insanlardır.292
Ehli kitaptan üstünlük iddiasında bulunanların sahip olduğu Kur’an algısı ise
Kur’an’ın
aşkın
boyutunu
inkar
ederek
onu
bir
inanç
objesi
olarak
görmeyenlerin ortaya koymuş oldukları algılamadır.293
“Daha
önce
kafirlere
karşı
zafer
isterlerken
kendilerine
Allah
katından
ellerindeki Tevratı doğrulayan bir kitap gelip de bilip öğrendikleri şeyler
karşılarına
dikilince
onu
inkar
ettiler.
İşte
Allahın
laneti
böyle
sevinirler.
Fakat
inkarcılaradır.294
“Kendilerine
kitap
verdiğimiz
kimseler,
sana
indirilene
gruplardan onun bir kısmını inkar edenler de vardır. De ki bana sadece Allaha
kulluk etmem ona ortak koşmamam emrolundu. Ben yalnız ona çağırıyorum ve
dönüşte yalnız onadır. 295
290
Sebe, 34/6.
Bakara 2/121.
292
Al–i İmran 3/113,114.
293
İbn Hişam, Cild II, s.214, 204.
294
Bakara 2/89.
295
Rad 13/36.
291
59
Ehli kitaptan, Kur’an’ın aşkın boyutunu inkar edenlerin durumu duygusal ve
hissi bir boyut taşır.296 Kur’an’ın Allah tarafından indirildiğini bile bile sırf
peygamberin araplardan geldiğini kıskandıkları için Kur’an’ın aşkın boyutunu
inkar etmişlerdir.
“Allahın
kullarından
dilediğine
peygamberlik
etmelerini
kıskandıkları
için
Allahın indirdiğini inkar ederek kendilerini harcamaları ne kötü bir şeydir.
Böylece onlar gazap üstüne gazaba uğradılar. Ayrıca kafirler için alçaltıcı bir
azap vardır. Kendilerine Allahın indirdiğine iman edin denilince biz sadece
bize indirilene inanırız derler ve ondan başkasını inkar ederler. Halbu ki o
Kur’an, kendi ellerinde bulunan Tevratı doğrulayıcı olarak gelmiş hak kitaptır.
Onlara şayet siz gerçekten inanıyor idiyseniz daha önce Allahın peygamberini,
neden öldürüyordunuz deyiver.297
Bunun sonucunda Ehli kitabın Kur’an’ın aşkın boyutunu inkar eden kesim,
onun kaynağını cinler ve insanlarda aramışlardır. Kur’an’ı da bir beşerin veya
bir büyücünün eseri olarak algılamışlardır.298
Ehli kitaptan bir grup Mahmud b. Seyhan, Numan b. Eda, Bahri b. Amr, Uzeyr
b. Ebi Uzeyr ve Selam b. Mişkek, Allah Rasülüne gelerek şöyle söylediler. -Ey
Muhammed bunu senin Allahtan aldığın doğru mu? Gerçekten biz bu Kur’an’ı
Tevrat gibi sağlam ve düzenli bulmuyoruz. Bunun üzerine Hz. Peygamber
şöyle buyurdu, -Allaha yemin olsun ki siz Ehli kitap, bunun Allahtan olduğunu
biliyorsunuz. Bu kitabı sizler tevratta yazılı halde buluyorsunuz. Eğer insanlar
ve cinler bir araya gelse bu kitabın benzerini getirmeye çalışsalar bir benzerini
meydana getiremezler. Bunun üzerine orada bulunan diğer Ehli kitapdan kişiler
de arkadaşlarına destek vererek -Ey Muhammed bunu sana insan ve cin
öğretmiyor mu? Bunun üzerine Allah Rasülü, -Allaha yemin olsun ki siz bunun
Allahtan olduğunu biliyorsunuz. Yine biliyorunuz ki bende Allahın Rasulü’yüm.
Siz bu kitaba dair tevratta bazı şeyleri yazılı olarak buluyorsunuz. Bunun
üzerine Ehli kitaptan bu grup -Ey Muhammed, Allah peygamberinin istediği
296
İbn Hişam, Cild II, s. 189.
Bakara 2/90-91.
298
Saf 61/6
297
60
şeyleri yapar. O zaman bize gökten bir kitap indir. İşte o zaman biz bu kitabın
benzerini getirmiş oluruz- diyerek alay ettiler. 299
Ehli kitabın inkarcıları, kendilerine indirilen bu kitabı alay konusu edinmişler,
mekkeli
müşrikleri
de
kitaptan
Ka’b
el-Eşref
b.
Kur’an’ı
inkar
etmeye
Medine’den
karşı
Mekke’ye
kışkırtmışlardır.
gelerek,
müşrikleri
Ehli
Hz.
Peygamber ve müslümanlar aleyhine kışkırtıp beraber Hz. Peygambere karşı
mücadeleye çağırmıştır. Müşrikler, Ka’b b. el Eşrefe kendi dinlerinin mi, yoksa
Muhammedin dininin mi hak olduğunu sormuş, O da müşriklerin dininin
Muhammed’in dininden daha doğru olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine şu
âyet nazil olarak durumlarını açığa vurmuştur.
“Kendilerine kitaptan nasip verilenleri görmedin mi? Putlara ve batıla iman
ediyorlar, sonrada kafirler için bunlar Allaha iman edenlerden daha doğru
yoldadır diyorlar.300
Ehli
Kitabın
bu
inkarcı
döndürmek
için
sabahleyin
kendileriyle
baş
başa
kısmı,
Kur’an’a
Kur’an’a
kaldıklarında
inanır
Kur’an’ı
inanan
gibi
inkar
insanları
yapıp,
dinlerinden
akşamları
etmişlerdir.
da
Hayber
yahudilerinden bir grup hahamlar topluluğu, günün ilk saatlerinde İslama girip
akşama doğru, kendi kitaplarına baktıklarını Hz. Muhammed’in risaletine dair
bir işarete rastlamadıklarını öne sürerek İslamdan döndüklerini dillendirerek
müslümanları dinlerinden döndürmek istemişlerdir.
“Ey ehli kitap neden doğruyu eğriye karıştırıyorsunuz ve bile bile gerçeği
gizliyorsunuz? Ehli kitaptan bir grup şöyle dedi: müminlere indirilmiş olana
sabahleyin inanıp akşamleyin inkar edin. Belki onlar dinlerinden dönerler.”301
299
İbn İshak, Cild II, s. 217.
Nisa 4/51
301
Al-i İmran 2771
300
61
2.2. TENZİL SONRASI KUR’AN TASAVVURLARI
2.2.1. Geleneksel Dönem Kur’an Tasavvurları
2.2.1.1. Ehli Hadis’in Kur’an Tasavvuru
“Ehli Hadis” ifadesi Abbasilerin ilk döneminde müslümanların içinde bulunduğu
olumsuz durumlardan kurtulmayı Allah’ın kitabı Kur’an’ı Kerim’in yanı sıra Hz.
Peygamberin hadisleri, sahabenin ve tabiinin sözlerine sıkı sıkıya bağlılıkta olduğuna
inanan, hadise dair her şeyi toplayıp bir araya getiren, bunları tasnif eden, ortaya
koydukları görüşlerinde Kur’an ve Hadis’i esas alan, Kur’an ve Sünnetten bağımsız
düşünceyi uygun bulmayan, kitap ve sünnetten bağımsız rey ile görüş beyan edenlere
eleştiriler yönelten kimseleri içine alan bir kavramdır.302
Hadis taraftarları olarak bilinen Ehli hadis’in oluşmasında en büyük rolü oynayanların
hicri I. yüzyılın son çeyreğinden itibaren bidat fırkalarına ve bu fırkaların ortaya
koydukları fikirlere karşı mücadeleyi başlatan ve bu hareketin öncülüğünü yapan
şahısların olduğu ileri sürülmektedir.303 Ehli Hadis’in en belirgin özelliği hadisleri
mümkün olduğu kadar yoruma tabi tutmadan ve kıyasa başvurmadan uygulamak, aklî
ve edebî ilimlerden ziyade naklî ilimlerle meşgul olmaktır.304 İmam Malik, Ahmed b.
Hanbel, İmamı Şafii, Buhari, Tirmizi, Darimi, Ubeyd b. Kasım b. Selam, Ali b. El
Medinî, İbni Ebi şeybe Ehli Hadis’in tanınmış ve önde gelen şahsiyetlerindendir.305
Ehli Hadis’in Kur’an tasavvuru reaksiyonel bir yapıya sahiptir. Sahip olmuş oldukları
Kur’an tasavvurunun oluşumunda Cad b. Dirhem ve takipçisi Cehm b. Safvanın kurmuş
olduğu Cehmiyyenin ortaya koyduğu Allah tasavvuru ve Allah tasavvuruna bağlı olarak
ileri sürdüğü Kur’an tasavvurunun etkisi büyük rol oynamıştır. Ehli hadis, bir yandan
Cehmiyye’nin bu tutumuna birçok reddiyeler hazırlarken diğer yandan da kendi Allah
tasavvurunu ve Allah tasavvuruna bağlı Kur’an tasavvurunu oluşturmaya çalışmıştır.
Oluşturduğu bu Allah ve Kur’an tasavvurunu da Cehmiyye’ye karşı savunmuştur.
302
Ebü’l Feth Muhammed b. Abdilkerim b.Ebi Bekir Ahmed, Şehristanî, el Milel ve’n-Nihal, (Tahkik;
Emir Ali Mehna), Daru’l Marife, Beyrut 2008, Cild I, s.243.
303
Kadir Güler, Ehli Hadisin Düşünce Yapısı, Emin Yayayınları, Bursa 2007, s.102.
304
Abdullah Aydınlı, “Ehli hadis” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı Yayınları,
1994,Cild 10, s 507.
305
Ehli hadis taraftarları için bkz.; Gürler, 288;
62
Dolayısıyla Ehli hadis’in Allah ve Kur’an tasavvurunun anlaşılması Cehmiyyenin Allah
ve Kur’an tasavvurunun anlaşılmasına bağlıdır.
Cehmiyye’nin Allah tasavvuruna göre Allahtan başka kimseye fiil ve amel isnad etmek
doğru olmaz. Ameller, yaratılmışlara mecazen isnad edilir. Yaratılmışlar, kendilerine
isnad edilen bu sıfatlara kadir değillerdir.306 Bunun yanında Cenabı Allah’a da
kullarının vasıflandığı vasıfları atfetmek etmek doğru değildir. Allah için Hayy, Alim,
Mürid, Mevcud denmez. Çünkü bu sıfatlar kullara atfedilen sıfatlardır. Eğer bu sıfatlar
Allaha atfedilirse teşbih meydana gelir.307 Cehmiyye’ye göre Cenabı Allah Kadir,
Mucid, Fail, Halık, Muhyi, Mümît sıfatlarıyla vasıflandırılır. Çünkü bu sıfatlar sadece
Allah’ta var olan sıfatlardır.308
Cehmiyye için Allah’ın kitabına esas teşkil eden “ilim” sıfatı da böyledir. Cehmiyye’nin
Allah tasavvurunda, Allah’ın ilim sıfatı şu niteliklere sahiptir. Allah’ın herhangi bir
mahalde olmayan muhdes bir ilmi vardır. Cenabı Allah için bir şeyi yaratmadan önce
bilmesi caiz değidir. Çünkü bilip de sonradan yaratması ya onun ilminin yaratmadan
önceki hali gibi kalmasına sevk edecektir ki bu da Allah için cehaleti doğurur. Veya
yaratmadan önceki ilmi değişikliğe uğrayacaktır ki bu da Allah’ın ilminin muhdes
olduğunu gösterir. Cehmiyye’nin bu görüşünün altında, bütün değişenlerin kadim değil
muhdes olduğu düşüncesi yatar. Dolayısıyla Allah’ın ilim sıfatı muhdestir. Allah’ın ilim
sıfatı sabit olunca bu hudus ya zatında meydana gelecek. Veya başka bir mahalde
meydana gelecektir. Eğer zatında meydana gelse bu durum, zatında tegayyüre yol
açacaktır. Bu durum ise bu algılamaya göre muhaldir. Veya başka mahalde yaratacaktır.
Başka mahalde yarattığı zaman ilim vasfını, bu mahal alacaktır. Bu durumda da Cenabı
Allah’a bu vasıf verilemez. Öyleyse Allah ilmini bir mahal olmadan yaratmıştır.309
Allah’ın ilim sıfatı gibi kelam sıfatı da cehmiyyeye göre hadistir. Allah’ın kelamla
mütekellim olarak vasıflanması caiz değildir.310Allah’ın kelamı mahluktur. Allah’ın
306
Abdülkadir b. Zahir b. Muhammed Bağdadî, el Fark Beyne’l- Fırak, (Tahkik; Muhammed Muhyiddin
Abdülhamid), Daru’l -Marife Beyrut, s. 211.
307
Ebu Muzaffer, İsferayînî, et Tabsir Fi’d Din ve Temyizü’l Firkati’n Naciye An’l-Firaki’l-Halikin,
(Tahkik; Kemal Yusuf el Hût), Alemü’l Kütüb, Beyrut 1983, s.108.
308
Bağdadî, 211.
309
Şehristanî, 97.
310
İsferayînî, 108.
63
zatıyla kaim zatî veya fiilî bir kelam sıfatı yoktur.311Allah’ın kelam sıfatıyla
vasıflanması mecazidir.312
Zatından başka bütün sıfatları inkar edecek kadar Allah’ın sıfatları konusunda teşbihe
düşme korkusuyla aşırı tenzihçi bir tutum sergileyen Cehmiyye’ye tepki olarak Ehli
hadis, Allahın bütün sıfatlarının kadim olduğuna yönelik aşırı tesbitçi bir tutum
sergilemiştir. Ehli hadis, Allah’ın sıfatları ve Kelamullah konusunda tartışmalar patlak
verdiğinde bu gibi tartışmalardan uzak durmak istemiş ve bu gibi tartışmalara girmeyi
küfür ve bidat olarak algılamıştır.313 Fakat Daha sonraları tartışmalar genişleyince
kendilerini bu tartışmaya müdaheleden geri tutamamışlardır.314
Ehli Hadis’in Allah tasavvurunu Cenabı Allahın isim ve sıfatları hakkında Kur’an’da ve
sahih Sünnet’te vârid olan lafızlar, bu lafızların ifade ettiği Allahın şanına layık
anlamlar ve cenabı Allah’ın kendini tavsif ettiği vasıflar ile Hz. Peygamberin Cenabı
Allah’ı tavsif ettiği vasıflar oluşturmuştur. Bunun temelinde ise Cenabı Allah şanına
layık olmayan cisim olmak ve yaratılanlara benzemek gibi şeylerden münezzeh kılma
algısı yatmaktadır.315
Ehli hadis’in Allah tasavvurunda Cehmiyye’ye tepki olarak şu algılamalar ön plana
çıkar; Allah birdir. Ona hiçbir şey benzemez. Onun sıfatlarını da hiçbir şeye
benzetemeyiz. Ona biçim veremeyiz. Vehmimiz de onun sıfatlarına biçim veremez. O,
vehimde var olan tasavvurun ötesindedir. O, hayat ile Hayy, ilim ile Alim, kudret ile
Kâdir, sem’ ile Semî, basar ile Basir, kelam ile Mütekellim, irade ile Mürid, emr ile
Amir, nehy ile Nahîdir.
316
Her kim Cenabı Allah’ın sıfatlarında – ki bunlar sahih
haberlerde varid olmuştur- teşbihe, tecsime, tenvie düşerse kafirdir. Her kim de dilin
gerektirdiği şekilde ve mecaz üzere tevil ederse o Cehmîdir. Kişinin bu konuda yapması
311
Ebu Abdillah Ubeydullah b. Muhammed b. Batta İbn Batta Ukberî; el İbane An Şeriati’l Firkati’n
Naciye ve Mücanebetü’l Firaki’l Mezmume, (Tahkik Osman Abdullah Adem El Esyûbî), Daru’r Raye,
Riyad 1415 h. Cild I, s. 146
312
Muhammed Esen, Kelamullah Tartışmaları ve el Hayde, Araştırma Yayınları, Ankara 2005, s. 19.
313
Ebü’l Kasım Hibetullah b. Hasan b. Mansur Lalekaî, Şerhu Usuli İtikadi Ehli’s Sünneti ve’l Cemaa,
(Tahkik ; Seyyid İmran) Daru’l Hadis, Kahire, 2004, s. 225; Ebu Muhammed Hasan b. Ali b. Halef,
Berbeharî Şerhu’s sünne, (Tahkik ; Ebu yasir halid b. Kasım), Mektebetü’l Gurabaü’l Eseriyye Suudi
Arabistan 1993, s. 71.
314
Ahmed b. Hanbel, er Red Ale’l Cehmiyye ve’z Zenadıka, (Tahkik; Sabri b. Selame Şahin), Daru’s
Sebat, Riyad 2003, s. 110; Gürler, 149.
315
Bekir Topaloğlu, Kelam İlmine Giriş, Damla Yayınları, İstanbul, s. 113.
316
Ebu Ya’la el–Ferrâ, İtikad, (Tah; M. Abdurrahman el Hamis), Daru Atlası’l Hadra, Suudi Arabistan
2002, s. 25.
64
gereken şey tevilsiz, tefsirsiz, tecsimsiz ve teşbihsiz, sahabe ve tabiinin yaptığı gibi
davranmasıdır.317Ehli hadis uleması Allah’ın zatıyla kaim, kelam ile mütekellim bir
kelam sıfatının varlığı hususunda ittifak etmişlerdir. Bundan dolayı onların Allah
tasavvurunda Onun kelamı mahluk değil, zatıyla kaim, irade ile müriddir. Onun iradesi
mahluk değildir.
Dolayısıyla Ehli hadis’in Kur’an tasavvurunu sahip olmuş oldukları Allah tasavvuru
belirlemektedir. Buna göre Allah’ın kelamı mahluk olmayan bir şekilde münezzeldir.
Onun kelamı kendisinden olup yine ona dönecektir. Cenabı Allah’ın bütün sıfat ve
fiilleri kadimdir. Ama “kün” emriyle oluşan her şey muhdestir.318 Kelam sıfatı da
Allah’ın zatî sıfatlarından bir sıfattır. Onun zatının sıfatlarından bir şeyin mahluk
olduğu düşünülemez. Dolayısıyla Kur’an Allah’ın kelamıdır.319 Gayrı mahluktur.320
Nasıl yazılırsa yazılsın ve nasıl okunursa okunsun ve hangi mekanda tilavet edilirse
edilsin Allah’ın kelamı kadimdir. Mahluk değildir. Her halükarda bütün cihetten
Kur’an, Allahın kelamıdır. muhdes, âraz, cisim, mef’ul, değildir.321
Ehli hadise göre Kur’an’ın lafzı da mahluk değildir.322 Onlara göre her kim Kur’an’ın
lafzının mahluk olduğunu söylerse O, Cehmîdir. Kafirdir.323Ehli Hadis’in Kur’an’a
ilişkin mahluk olarak kabül ettiği şeyler Kur’an’ın tenzîli,324 harekeleri, sesleri,
yazılması ve iktisab edilmesidir.325
Ehli Hadis, Kur’an’ın aşkın boyutunu bir inanç objesi olarak algılayarak Kur’an’ı
Allah’ın zatıyla kâim kelam sıfatının bir sonucu ve Hz. Peygambere Cebrail tarafından
indirilmiş ilahi bir vahiy olarak algılar. Kur’an’ın aşkın boyutunu bir inanç objesi olarak
algılarken şehadet âlemine ilişkin varlıksal boyutunu da aşkın boyutunun bir uzantısı
317
el–Ferrâ, 31.
Osman b. Said Darimî, er Red Ale’l Cehmiyye, Daru’s Selefiyye, Kuveyt 1985, s. 121.
319
Beyhaki, İtikad, 192, Tirmizî, Akide, 74,75; Buharî, Efalül ıbad, 7; Darimî, Er Red ale’l Cehmiyye,
112.
320
Muhammed b. İsmail Buharî, Halku Efali’l İbad ve’r Redd Ale’l Cehmiyye ve Ashabi’t Ta’tıl,
Müessetü’r Risale, Beyrut 1990, s. 11,12; Lalekaî, I, 184, 163, 181, 179 Ebu Muhammed Abdullah b.
Müslim b. Kuteybe, el İhtilaf Fi’l Elfaz ve’r Reddü Ale’l Cehmiyye ve’l Müşebbihe, Daru’l Kütübi’l
İlmiyye Beyrut 1985, s. 20. Ahmed b. Hanbel, er Red Ale’l Cehmiyye, s.103,104.
321
Ebu Ya’la, 31, Ebu Bekir Ahmed b. Hüseyin Beyhakî, el İtikad ve’l Hidayetü İla Sebîli’r Reşad Ala
Mezhebis Selefi Ehlis Sünneti ve’l Cemaa, (Tahkik; Abdullah Muhammed Ed Derviş), Daru’l Yemame,
2002, s. 195.
322
Lalekaî, Cild I, s.229.
323
Lalekaî, Cild I, 230.
324
Beyhakî, 195.
325
Beyhakî, 206.
318
65
olarak kabul etmiştir. Yani Kur’an’ın aşkın boyutunu bir inanç objesi olarak görürken,
şehâdet âleminde Kur’an’ın varlıksal boyutunu da bir inanç objesi olarak görmüştür.
Kur’an’ın aşkın alemde neliğine ve mahiyetine ilişkin savunmacı tutum şehâdet
aleminde de devam etmiştir. Ehli hadisin Kur’an’a ilişkin bu tasavvuru epistemolojik
açıdan tenakuz arzeder. Çünkü şehâdet aleminde mevcud olan bir varlığın aynı zamanda
aşkın boyuta ait bir varlık gibi algılanılması imkansızdır.
Diğer yönden Ehli hadis Kur’an’ın tenzîlini, seslerini, iktisâb edilmesini, harekelerini
şehâdet âlemine ilişkin bir unsur kabul etmesi varlık alemine ilişkin Kur’an’da çift
doğalılığı meydana getirmektedir. Yani Ehli hadis kulun okuması, yazması, ve işitmesi
ile üretilen muhdes Kur’an’ın, aynı zamanda Kelamullah’ı da içerdiğini öne
sürmektedir.326
Ehli hadis, Müteşabihatın zahirine inanıp, batınını tasdik ederek, iç yüzünün
anlaşılmasını ise Allaha havale etmişlerdir. Buna göre kullar, Müteşabihatın hükmünü
bilmekle mükellef değildirler. Eğer kullar Müteşabihatın hükmünü bilmekle mükellef
tutulsaydılar o zaman bu durum iman esaslarından biri olurdu.327
Ehli Hadis, Kur’an’ın şehâdet âlemine ilişkin bu algısının sonucu olarak ta Kur’an’ın
herhangi bir örtü içinde bile olsa onu tutacak kişinin Kur’an’a ta’zim ve hürmetten
dolayı temiz olması gerektiğini ileri sürmüşlerdir.328
2.2.1.2. Ehli Rey’in Kur’an Tasavvuru
“Rey” sözlükte düşünce, görüş, fikir anlamlarına gelmekle beraber329 fıkıh literatüründe
“müctehidin hakkında açık bir nas bulunmayan fıkhî bir konuda belirli metodlar
uygulayarak ulaştığı şahsî görüşü”330 ifade eder. Ehl ve Rey kelimelerinden müteşekkil
“Ehli Rey” tabiri ise rey taraftarlarına verilen bir isimdir. Rey taraftarları ise daha
sonraları Hanefi mezhebinin kurucuları olarak bilinecek olan Kûfe ekolüne müntesip
326
Şamil Öçal, Kelamullahın Çift Doğası, İslamiyat, 1999, Sayı 1, Cild. 2, s. 79.
Topaloğlu, s. 113.
328
Malik b. Enes, Muvatta, Kur’an, I. Bab, H.No: 478;
329
T.D.K. Sözlüğü, s. 1310.
330
M. Esat Kılıçer, “Ehli Rey” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı Yayınları,
İstanbul, 1994 Cild X, s. 520.
327
66
kişilerdir.331 Bunlar Ebû Hanife, Muhammed b. El Hasen, Ebû Yusuf, Züfer b. El
Hüzeyl, Bişr El Mersî’dir.332
Kûfe ekolünün “Ehli rey” olarak adlandırılmasında kıyasa başvurarak hükümlerden yeni
anlamlar çıkarıp olayları bu yeni anlamlar üzerine bina etmeleri, kıyası celiyi haberi
vâhidin önüne geçirmeleri,333hadislerin kabülünde titiz bir tavır takınmaları, nass
olmayan konularda hemen reye başvurmaları ve rey ile hüküm vermeyi farazi konuları
da kapsayacak şekilde geliştirip sistemleştirme faaliyetleri etki etmiştir.334 Ayrıca o
dönemde mevcud olan mezhepler arasındaki ilmi rekabet ve arap-mevali çekişmesinin
de farklı bir açıdan bu adlandırmaya etki ettiği söylenebilir.335
Ehli reyin ve bilhassa Ebu Hanife’nin Kur’an tasavvuru, bu dönemde ortaya konulan
diğer Kur’an tasavvurları gibi Allah tasavvurunun gölgesi altında şekillenmiştir. Ebu
Hanife’nin allah tasavvurunun ortaya konulması onun Kur’an tasavvuru hakkında bize
ipucu verecektir. Ebu Hanife “Fıkhı Ekberi’nde” Cenabı Allah tasavvurunu şöyle ifade
eder.
“Allah, sıfatları ve isimleriyle var olmuş ve var olacaktır. Onun isim ve Sıfatlarından
hiçbiri sonradan olma değildir. O, ilmiyle daima bilir. İlim onun ezelde sıfatıdır. O,
kudretiyle daima kadirdir. Kudret onun ezelde sıfatıdır. Kelam ile konuşur. Kelam
ezelde onun sıfatıdır. Yaratması ile daima halıktır. Yaratmak onun ezelde sıfatıdır. Fiili
ile daima faildir. Fail Allahtır. Fiil ise onun ezelde sıfatıdır. Yapılan şey ise mahluktur.
Yüce Allahın fiili ise mahluk değildir. Allahın ezeldeki sıfatları mahluk ve sonradan
olma değildir. Allahın sıfatlarının mahluk ve sonradan olduğunu söyleyen veya
tereddüd eden kafirdir”.336
Ehli reyin Kur’an tasavvurunu belirleyen en büyük etken sahip oldukları Allah
tasavvuruna bağlı Allahın kelam sıfatına ilişkin görüşleridir. Ehli rey Allah’ın kelam
sahibi olmasını mümkün görür. Aynı zamanda onu bir inanç objesi olarak algılar.
331
Kılıçer, “Ehli Rey” Cild X s.520.
Şehristanî, 245.
333
Şehristanî, 245.
334
Kılıçer, “Ehli Rey” cild X, 522.
335
İsmail Hakkı Ünal, Ebu Hanifenin Hadis Anlayışı, Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları., Ankara 1994,
s. 44.
336
Numan b. Sabit Ebu Hanife, Fıkhı Ekber, (Çev. Mustafa öz, İmam–ı Azamın Beş Eseri İçinde,)
İFAV, İstanbul 2002, s. 55.
332
67
Cenabı Allah için mümkün görülen bu kelam, Ehli rey için mecazi değil, hakikat
anlamındadır. Ehli rey’e göre Cenabı Allah, zatı için birçok ayette kelamının olduğunu
isbat etmiştir. Bundan dolayı Allahın kelam sahibi olmasına iman etmek gerekmektedir.
Kelamın anlaşılan, dinlenen, işitilen, dilsizlik ve sukuta zıt bir durum arz ettiğinden
dolayı Allahın kelam sahibi olması mümkündür. Bu sebeptendir ki kelam, Allah için
gerçek olup mecazi değildir.337 Ehli rey, Allah tasavvuruna bağlı olarak, Cenabı
Allah’ın zatından kelamın nefyedilmesini Allah için bir noksanlık alameti olarak
algılamıştır. Böyle bir şeyin varlığını kabül ise onlara göre dilsizliğe, sukuta, veya
cehalete götürmektedir. Böyle birisi kelamdaki âcizlikten ve bozukluktan dolayı sukut
eder ve konuşamaz. Böyle bir kimse ise emredici, nehyedici ve haber verici olamaz.
Bundan dolayı bütün bu noksanlıklar Cenabı Allah için muhaldir.338
Ebu Hanife “Kitabu’l Vasiyye”sinde Kur’an ile Allah arasındaki ilişkiyi şu ifadeleriyle
açıklamaktadır.
“Kur’an, Allahu tealanın mahluk olmayan kelamı, vahyi, tenzili, ilahi zatının aynı
olmayan, zatından da ayrı düşünülemeyen kelam sıfatıdır. O, Mushaflarda yazılı dille
okunur. Kalplerde yer tutmaksızın muhafaza edilir. Mürekkep, kağıt ve yazıların hepsi
mahluktur. Zira bunlar kullarun fiilleri sonucudur. Fakat Allahın kelamı, mahluk
değildir. Yazılar, harfler, kelimeler, işaretler kulların anlama ihtiyacından dolayı
manaya delalet eden şeylerdir. Allahın kelamı zatıyla kaim olup manası bu delalet edici
şeylerle anlaşılır. Allahın kelamının mahluk olduğunu söyleyen kafir olur. Allahu Teala
daima kendisine ibadet edilendir. Kelamı ise kendisinden ayrılmaksızın okunan, yazılan
ve hıfz olunandır.”339
Ebu Hanife, Kur’an’ın mana boyutunu Allahın kelam sıfatının bir sonucu olarak mahluk
görmezken Kur’an’ın lafızına delalet eden boyutunu Allahın fiilinin bir sonucu olarak
mahluk addetmektedir. Ona göre Kur’an, Allahın zatı sıfatlarından olan, zatıyla ne aynı
ne de gayrı onunla birlikte ezelî ve ebedî olan kelam sıfatıyla kaim bir manadır.340 Bu
337
Muhammed Pezdevî, Ehli Sünnet Akaidi, (Çev. Şerafeddin Gölcük) Kayıhan Yayınları, İstanbul,
1994, s. 86.
338
Pezdevî, 86.
339
Ebu Hanife, el Vasıyye, (Çev. Mustafa Öz, İmam–ı Azamın Beş Eseri İçinde) İFAV, İstanbul 2002, s.
61.
340
Faruk Beşer, “Ebu Hanife’nin Kur’an Anlayışı”, Usul Dergisi, (2004) Sayı 1, (7-34), s. 31.
68
yönüyle Kur’an mahluk değildir. Allahın vahyidir. Kağıt, mürekkep, yazı ise mahluktur.
Çünkü bunlar kulların fiillerindendir. 341
“Kuranı Kerim Allah’ın kelamı olup, mushaflarda yazılı, kalplerde mahfuz, dil ile
okunur ve Hz. Peygambere indirilmiştir. Bizim Kur’an’ı Kerim’i telaffuzumuz,
yazmamız ve okumamız mahluktur. Fakat Kur’an mahluk değildir. Allahın Kur’an’da
belirttiği Musa ve diğer peygamberlerden, firavn ve iblisten naklen verdiği haberlerin
hepsi Allah kelamıdır. Onlardan haber vermektedir. Allah’ın kelamı mahluk değildir.
Fakat Musa’nın ve diğer yaratılmışların kelamı mahluktur. Kur’an ise Allah’ın kelamı
olup kadim ve ezelidir.”342
Ehli rey, Mutezile ile aralarındaki ihtilafın Allahın kelamı nefsisinin nefyi ve isbatı
konusunda olduğunu da ifade etmişlerdir.
“Yoksa biz kelamullahın sözlerinin ve harflerinin kadim olmasına hükmetmiyoruz.
Onlarda nefsi kelamın yaratılmış olduğuna hükmetmiyorlar. Bizim bu hususa ilişkin
delilimiz. Peygamberlerden tevatür yolu ve icma ile Allahın kelam sahibi olduğu sabit
olmuştur. Bunun manası cenabı Allahın kelam sıfatıyla vasıflanmasından başka bir şey
değildir. Yaratılmış olan kelamullaha ait olan sözlerin Allahın zati ile kaim olması
mümkün değildir. Öyle ise Allahın kadim olan nefsi kelamı sabit olmuş olur.”343
Ebu Hanife ve Ehli rey, Kur’an tasavvuruna ait enstrümanları yukarıda zikrettiğimiz
Allah tasavvuru doğrultusunda anlamlandırmışlardır. Ehli rey, Allahın kelam sıfatının
bir sonucu olarak Kur’an’ın nazmının dışındaki Allahın kelam sıfatıyla ilişkin
boyutunu, -daha sonraları kelamı nefsi olarak kavramlaştırılacak olan kısmıyaratılmamış olarak algılamışlardır. Elimizde mevcut bulunan nazım ve manzumlarsa
Allahın fiilinin bir sonucu olmakla birlikte yaratılmıştır. Ehli rey başlangıcı, sonucu ve
sayısı olan sûreleri Allahın tanzim ettiği nazımlar olarak algılayıp bunların mahluk
olduğunu ifade etmiştir.344
341
Hüseyin b. İskender El–Hanefî, el Cevheretül Münife Fi şerhi Vasiyeti İmam Ebu Hanife, Dairatü’l
Mearifü’n Nizamiye Haydarabad, H.1322, s. 22..
342
Ebu Hanife, Fıkhı Ekber, s. 55.
343
Aliyyü’l Karî, Fıkhı Ekber Şerhi, (Çev. Yunus Vehbi Yavuz), Çağrı yayınları, İstanbul, s. 78.
344
Pezdevî, 87.
69
Ehli rey, bu manzum eserin farklı dillerde yazılmasını Allahın Kelam sıfatının değil
manzum eserin bir sıfatı olarak algılamıştır. Bu manzum Arapça, İbranice olabilir. Ehli
reye göre Allahın zatıyla kaim kelamı ise ne Arapça ne de İbranicedir. Çünkü Arapça ve
İbranice insana ait dillerdendir. Oysa Allahın kelamı lisanlardan bir lisan değildir. Fakat
Allahın kelamına delalet eden bu yazılı manzum, Arapçadır. O da Kur’an’dır. Ehli reye
göre bir yerden başka bir yere nakil ise manzum olan kitaplar için geçerlidir. Allahın
kelamı için böyle bir durum geçerli değildir. Onun kelamı zatıyla kaim bir sıfattır. Ehli
reyin Kur’an tasavvurunda Kur’an’ın harfleri, Allahın kelamından kabül edilmemiştir.
Bu harfler manzum lafza ait kabül edilmiştir. Bu manzum lafız ise harflerle yazılır ve
yaratılmış olan bu harflerle okunur. Ehli rey, harflerin yaratılmış olduğuna harflerin
yapısını delil gösterir. Ehli reye göre harflerin ağızdan çıkması onların mahluk
olduğunu ifade eder kağıt üzerine yazılan şeyler ise Ehli reye göre bu harflere delalet
eden şeylerdir.345
Ehli reyin Kur’an tasavvurunda Kur’an’ın esas itibariyle manadan ibaret olması onun
herhangi bir dile nakledilen manasının Kur’an diye isimlendirilmesine imkan
vermektedir.346 Bundan dolayı Kur’an’ın veya Fatiha’nın farsça veya ibranice tabir
edilmesi ve onun da namazda okunması durumunda namaz sahih olur. Ebu Hanife’nin
bu görüşe getirdiği delil ise “Bu Kur’an ilk sahifelerde, musanın ve ibrahimin
sahifelerinde mevcuttur.”347 ayetidir. Ebu Hanife’nin bu konuya ilişkin bir başka delili
ise İbn Mesud’un bir adama Kur’an öğretirken okumaya güç yetiremediğinden dolayı “
‫ ”طعام األثيم‬yerine‫ الفجر" "طعام‬kelimesini okutmasıdır. Ona göre bu durumda başka bir
dilde Kur’an’ın okunabilmesi caizdir. Yine Hz. Peygamberin bütün insanlara
gönderilmiş ve onlar için bir uyarıcı olarak vazifelendirilmesi, arabı Arapça lisanıyla
acemi kendi lisanıyla uyarması da Ebu hanifenin Kur’an’ın bir başka dilde okunmasının
cevazına getirdiği delillerdendir.348
Ehli rey, Kur’an’a ilişkin icaz algılarını da sahip oldukları Allah tasavvuruna bağlı
olarak oluşturmuşlardır Ebu Hanifenin Allah tasavvuruna göre Allahın kelamı nefsisi
yaratılmamıştır. Çünkü emreden, yasaklayan, haber veren kişi önceden içinden buna
345
Pezdevî, 90.
Beşer, 12.
347
A’la, 87/ 17-18
348
Ebu’l Kasım Muhammed b. Ömer Zemahşerî, Ruûsü’l Mesalik, (Tahkik. Abdullah Nezir Ahmed),
Daru’l Beşairi’l İslamiyye, Beyrut, 2007, s. 157.
346
70
dair bir mana bulur ve sonra o manaya ibare, yazı veya işaret ile delalet eder. Onun
Kur’an asavvuruna göre Kur’an’ın manası da Allah ile kaim bir kelamı nefsidir. Onun
nazmı bir bakıma tarihseldir. Bu nazım asıl manaya delalet eden vasıtalardan olduğu
içinde hâdistir. Bundan dolayı Ebu Hanif’e Kur’an’ın icazını lafza değil manaya has
kılmıştır. Ebu Hanife’ye göre Kur’an’ın icazı manasındadır. İmameyn ise Kur’an’ın
icazının hem lafızda hem manada olduğunu ifade etmişlerdir.349
Ehli reyin Kur’an tasavvurunda nesh olgusu da sahip oldukları Allah tasavvuru
doğrultusunda şekillenmiştir. Ortaya koymuş oldukları Kur’an tasavvurunda nesh algısı,
hükmün ve tilavetin müddetini beyan şeklindedir. Bu durum, bazen tilavette bazende
hükümde gerçekleşmektedir. Bunun dışındaki konularda Ehli rey, neshi kabül etmez.350
2.2.1.3. Mutasavvıfların Kur’an Tasavvuru
Tefsir Usûlcüleri, mutasavvıfların ortaya koyduğu tefsirleri nazarî ve işarî olmak üzere
ikiye ayırmışlardır. Nazari sufî müfessirler, görüşlerinin revaç bulması için ortaya
koydukları fikirleri Kur’an’a dayandırarak, Kur’an’ı arzularına göre tefsir ve te’vil
etmekle bazı usulcü ve müfessirler tarafından tenkid edilip, yapmış oldukları tefsirler de
kabül görmemiştir. Diğer taraftan ayetin zâhir manasını gözetip sülük erbabının
bilebileceği birtakım işaret ve ilhamlarla Kur’an’ı tefsir eden İşarî sufî müfessirler,
Nazarî sufî müfessirler kadar olumsuz tenkide tabi tutulmamıştır.351 Öte yandan gerek
nazarî gerekse işarî sûfilerin Allah ve Kur’an tasavvurları sonucu yaptıkları tefsirler
genel olarak fukaha tarafından tekfirle itham edilecek kadar tenkide tabi tutulmuştur.
Bunun sonucunda mutasavvıflar kendilerini bu gibi tenkidlerden korumak amacıyla
geleneksel dil yerine remz ve işaret dilini geliştirerek işâreti, herhangi bir belirleme ve
sınırlama olmaksızın anlamın içe doğması olarak anlamlandırmışlardır. Bunun sonucu
olarakta anlam da, ucu açık bir şekil almıştır.352
Nazarî ve işarî sûfilerin ayetleri anlamlandırmadaki, dolayısıyla bir yönüyle Kur’an
tasavvurlarına etki eden farklılık şu iki esastan ileri gelmektedir. Nazarî sûfiler ayetleri
anlamlandırırken sûfinin zihnindeki ön yargıları esas alır. Sonra Kur’an ayetlerini
349
Beşer, 12.
Ebu Bekir Ahmed b. Ali Cassas, Ahkamu’l Kur’an, (Tahkik; Muhammed Sadık Tehavi), Beyrut 1992,
Cild I, s. 72..
351
İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, Fecr yayayınları, Ankara 1996, Cild II, s. 9.
352
Ebu Zeyd, “İbn Arabî’de Dil, Varlık ve Kur’an”, (Çev. Ömer Özsoy), İslamiyat, 1999, Sayı 32, s. 16
350
71
zihnindeki önceden kabül görmüş fikirleri desteklemek için delil getirir. İşarî sûfiler ise
elde ettikleri ilmî ön kabüllere dayanmayıp sûfinin yaşamış olduğu riyazete dayanır.
Ruhî riyazetle aydınlanan sûfi, kudsî işaretleri alacak seviyeye ulaşır. Orada âyetlerin
taşıdığı mana ve gaybi şeyler kalbine doğar. Nazarî ve işarî sufinin bakış açısında
bulunan bir diğer fark ise nazari sûfinin ayete verdiği anlamı kesin olarak kabül etmesi,
işari sûfinin ise kendi verdiği mananın dışında başka manaların da olabileceğine ihtimal
vermesidir.353Nazarî sûfilerin fikirleri, Bistamî, Hallac, Fârâbi, Sühreverdî Maktul ve
ibni Arabi’de yer bulurken,354 işarî sufîlerin fikirleri Tüsterî, Sülemî, Necmeddin Dâye,
Nimetullah Nahcuvanî gibi müfessirlerce dile getirilmiştir.355
1. Nazarî Mutasavvıfların Kur’an Tasavvuru
Nazarî Tasavvufçuların Kur’an tasavvuru kendi sisteminde ortaya koydukları varlık ve
bilgi anlayışlarıyla paralellik arz eder.356 El Afifi, İbn Arabi’nin bütün görüşlerinin
temelinde vahdeti vucut fikrinin yattığını ifade etmiştir. İbn Arabi’ye göre bu şu manaya
gelir. Gerçek varlık zatı ve cevheriyle birdir. Ancak isim ve sıfatlarıyla çoğalmıştır. Bu
isim ve sıfatlar sınırsızdır. Fakat bunların zatla ilişkisi nisbî, izafî ve itibarîdir. Oysa
gerçek hakikat Kadim, Ezelî ve Ebedîdir. Ondan açığa çıkan sûretler değişse de Zatta
değişme olmaz. O, sahili olmayan bir denizdir. Oysa idrak ve hissedilen sûretler bu
denizin sathındaki dalgalardan başka değildir. Zatı itibariyle bakılırsa ona O,“Hak”
olarak görünür. Varlıklarda tecelli eden isim ve sıfatları itibariyle bakılırsa ona O,
“Halk” olarak görülür. Bundan dolayı O, Hem Haktır, hem Halktır. Hem Birdir, hem
Çoktur. Hem Kadimdir, hem Hadistir. Hem Zahirdir, hem Batındır.357
İbn arabiye göre Hakk’ın hem gerçek hem de izafi bir varlığı vardır. Onun izafi varlığı,
mümkin varlıkta tecellisidir. İzafî varlık, vucudî hakîkîye nispetle varlıkların üzerine
yayılan gölge gibidir. Allah, “Zahir” ismiyle ona varlığını vermiştir. O, Rahman’ın en
aşağısından en yukarısına kadar varlıkların ortaya çıktığı nefesidir. Çünkü Rahman’ın
nefesi kuvve halinde bütün mevcudatı içinde barındırır. Nasıl ki insanın nefesi
353
Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, Cild II, s. 11.
Mustafa Kara, “Sünnilik Sufiliğin Neresinde, Sufilik Sünniliğin Neresinde”, İslamiyat, VIII, S. 3,
2005, s. 93.
355
Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II, 9.
356
Ebu Zeyd, İbn Arabî’de Dil, Varlık ve Kur’an s.35.
357
Ebü’l A’lâ, El-Afîfî Fususul Hikem Mukaddimesinde, (Fususu’l Hikem ve Tağlikatü Aleyh) Daru’l
Kütübi’l Arabî, Beyrut, s. 24.
354
72
kelimeleri ve harfleri kuvve halinde içinde barındırıyorsa, Rahman’ın nefesi de öylece
varlığı içinde barındırır. Fakat Hakkın ezelden beri asli varlığı üzere kendisinde değişme
olmaz iken Halk ise sürekli bir değişim ve yeniden yaratılış içindedir.358
İbn Arabî’ye göre Allah, zatı itibariyle zorunlu olarak vardır. Diğer varlıklar ise var
olmak için bu asli varlığa ihtiyaç duymaktadırlar. Allah, sahip olduğu sıfatları özünde
taşıyan tek varlıktır. Allah, sıfat ve isimleriyle belirdiği için onun zatı bilinmez ancak O,
zatının tecellisi olan isim ve sıfatlarının mazharı bu alem yoluyla bilinebilir. Mutlak
varlık birdir. O, da Allahın varlığıdır. Alemdeki nesnelerin vücudu, onun vücuduyla
kaim olmuşlardır. Yani âlem onun Zâtının tecelligâhıdır.359 İbn Arabi’nin bu
düşüncesine - her ne kadar kendisi bu kelimeyi kullanmayıp halefi Sadreddin Konevî
tarafından kullanıldığı belirtilse de-vahdeti vucud adı verilmektedir. Onun bu
düşüncesinde mutlak, sonsuz, ezeli bir varlıktan, bütün varlıklar var olmuştur.360
İbn Arabi’ye göre Allah gerçek varlıktır. Onun zatının dışında varlık yoktur. Onun
yanında bizler varlık olarak var isek bunun sebebi yine O’dur. Bizim varlığımız, onunla
kaimdir. Allahın zatıyla bir, isimleriyle külli olarak isimlendirilmesinin temelinde
zatıyla birliği, isimleriyle ise mahlukatın mazhariyetinde teaddüdü vardır. Ahadiyyet,
birlikte daimîdir. O, bölünme kabül etmez.
361
İbn Arabi, hakîkatî îlahiyenin gözle
görülmekten yüce olduğunu bildirir. Bundan dolayı Cenabı Allah mevcudatı kendisine
ayna yapmıştır. Cenabı Allah’ın isimleri ve sıfatları o aynaya tecelli eder. Böylece gizli
hazine o aynada görülür. Bundan dolayı ibn Arabî’ye göre mahlukat, hakikati ilahiyenin
görünen suretleridir. Kainattaki bütün varlıklar ancak hakikati ilahiye ve onun
suretidir.362
İbn Arabinin varlık anlayışını temellendirdiği vahdeti vucut nazariyesinin temelinde ise
kendi bilgi vasıtalarına göre sahih kabul ettiği Hz. Peygamberden rivayet edilen şu
kudsî hadis yatmaktadır. “Bilinmeyen bir hazine idim. Bilinmek istedim. Alemi yarattım.
358
Muhyiddin İbn Arabî, Fususu’l Hikem ve Tağlikatü Aleyh, Ebü’l A’lâ Afîfî, Daru’l Kütübi’l Arabî,
Beyrut, s. 28.
359
İbrahim Coşkun, İbn Arabî’de Allah Mefhumu, Tasavvuf Dergisi İbn Arabî Özel Sayısı-1, Ankara
2008, Sayı 21, s. 134.
360
Coşkun, 122.
361
Yusuf Zeydan, Fıkhu’s Sufî, Darü’l Emin, 1998, s. 237.
362
Zeydan, 233.
73
Onlara tanındım. Onlarda beni bildi.”363 Bu kudsi hadise göre “Bir” kendisini bir başka
surette görmek istemiş ve o surette tecelli etmiştir. “Bir” kendisini ancak bu yolla
müşahede etmektedir. İbn Arabi, Zatı İlahinin mutlak gayp mertebesinden mutlak varlık
mertebesine tecellisini, zatını başka bir surette görme amacıyla birlik sıkıntısından ve
bir sevgisinden rahatlaması olarak algılamıştır. 364İbn Arabi hakikati ilahiden varlıkların
yaratılmasını şu ifadeleriyle dile getirir:
“Allah var idi ve onunla birlikte başka bir şey yoktu. Alem sonradan var oldu. Allah
alemi kendisi hakkındaki bilgisinden bildi. Öyleyse Allah oluşta izhar ettiği şeyi
kendiliğinde bulunduğu hale göre izhar etti. Sanki O, batın idi de alem ile Zahir oldu.
Alemi ise rahmanın nefesi izhar etti. Bunun amacı sevginin hükmünü ortadan kaldırmak
ve sevenin içinde bulunduğu sıkıntıyı rahatlatmaktır. Böylelikle Allah zuhur edenle
kendisini görerek bilmiş, kendisini izhar ettiği şeyle zikretmiştir. Bu ise marifet ve bilgi
zikridir. Başka bir ifadeyle bu zikir genel ve belirsiz bir zikirdir. Alemin bütün
kelimeleri bu Rahmanın nefesinde ayrışmaksızın bulunur. Onun ayrıntıları ise
sonsuzdur. Allahın kelimeleri sonsuzdur. Öyleyse Allahın zikri de kesilmez. Rahman
isimleriyle Allah’ı zikreder, O’ da bu isimlerle isimlendirilir.365
İbn Arabi’nin uluhiyet anlayışı zât ve sıfat ikilemini ortadan kaldırmakla kalmayıp aynı
zamanda kıdem ve hudus ikilemini ortadan kaldırmaktadır. Bu ikilemin ortadan
kaldırılması hem Kur’an’ın ontolojik boyutunu hem de onun delalet boyutunu
kapsamaktadır. Cenabı Allah’ın kelamı, İbn Arabi’ye göre aynı anda hem kadim hem de
hadistir. Onun kadimliği cenabı Allahın ilmi ezelisindeki ilk var oluşu itibariyle iken,
tek tek varlıklar olarak tecelli etmeleri yönüyle ise hadis özelliği taşır.366
İbn Arabi, hakikati ilahiden varlıkların zuhur edişini insandan harflerin ve kelimelerin
zuhur edişine benzetir. Nasıl ki, nefes vasıtasıyla insanın içinden kelimeler belirli
mahreç yerlerinde meydana geliyorsa Cenabı Allah’ın zatındaki ve gaybındaki
hakikatlerde nefes vasıtasıyla dışarı çıkar ve tanrının sözü ve kelimesi haline gelirler.
363
İbn Arabî, Futuhatu Mekkiyye, (Çev. EkremDemirli), Litera Yayınları, İstanbul. 2007, Cild VIII, s.
386.
364
Ebu Zeyd, 24.
365
İbn Arabî, Futûhât, 386
366
Ebu Zeyd, Haza Tekelleme İbnu’l Arabî, el–Heyetü’l Mısriyyetül Amme Li’l Kitab 2002, s. 191.
74
Bu söz, vahiy gibi kelimelere dökülmüş olabileceği gibi varlık halinde de ortaya
çıkabilir. Hem harfler hem de varlıklar ilahi zatın kelimeleridir.367
İbn Arabi’ye göre aynî varlıklar amâda oluşan varlık mertebelerinden bazılarının bir
araya gelmesiyle oluşmuştur. Burada oluşan aynî varlıklar, her biri bir varlık
mertebesini temsil eden harflerin terkibinden oluşan kelimelere tekabül ederler. Bu
nedenle varlıklar, Allahın kelimeleridir. Ve dilde de bunlara karşılık gelen sözcükler
vardır.368 Hal böyle olunca varlığa İbn Arabi, Allahın kelimeleri olarak bakmaktadır. Bu
benzerliğin tam bir örtüşme olabilmesi için İbn Arabi, varlığın Zatı ilahiyyenin
kendisini göreceği başka bir surette tecelli etmeyi istediğinde nefesi ilahide harfler
olarak ortaya çıktığını, böylece onun mutlak gayp mertebesinden mutlak varlık
meretebesine geçtiğini düşünmektedir. İşte amâ’da ortaya çıkan bu harflerin
toplamından Kur’an meydana gelmiştir.369
İbn Arabî’ye göre varlık ile Kur’an arasında bir paralellik vardır. Kur’an, her bir varlık
mertebelerine delalet eden dilsel veya sayısal ve sözel ifadeler bütünüdür. Varlık ise
Kur’an’ın delalet ettiği bir göstergeler bütünüdür. Kur’an’la varlık arasındaki bu ilişki
tesadüfî, örfî, işarî ve açık değildir. Bilakis Kur’an’la varlık arasındaki bu ilişki açıklıkkapalılık ilişkisidir.370
Nazarî mutasavvıfların Kur’an tasavvuruna göre Allah’ın kelamı olan Kur’an,371 küllî
olarak Hz. Peygamberin kalbine Cebrâil vasıtasıyla indirilmiştir. Daha sonra Hz.
Peygamber, Kelamullahı insanlara tebliğ için Kur’anı tercüme etmiştir. Bu tercüme
esnasında Kur’an, kalpteki birliğinden seslere ve harflere dönüşmektedir. Kur’an’ın
batın’daki külli yönü seslere ve harflere dönüşüp zahir olmuştur.372
Nazari mutasavvıfların Kur’an tasavvurunda Kur’an, Hz. peygamberin kalbine
inzalinden sonra her dem onun ümmetinden olan ariflerin kalplerine inmeye devam
etmektedir. Onlar Kur’an’ı ezberlemiş olsalar bile kendileri için indirilen Kur’an’ın
zevkini tecrübe edeceklerdir. İbn Arabi, Ebu yezid’in Kur’an’ı istihzar edene kadar
367
Abdullah Kartal, “İbn Arabinin Yorum Yöntemi”, Tasavvuf Dergisi, İbn Arabi Özel Sayısı-1, Ankara
2008, Sayı 21, s. 268.
368
Ebu Zeyd, İbn Arabî’de Dil, Varlık ve Kur’an, s.24.
369
Ebu Zeyd, İbn Arabî’de Dil, Varlık ve Kur’an s.23.
370
Ebu Zeyd, Felsefetü’t-Te’vil, Dar’ül-Vahde ve Daru’n-Neşr, Beyrut, 1983, s.260
371
İbn Arabî, Futuhat, VIII, 257.
372
Ebu Zeyd, İbn Arabî’de Dil, Varlık ve Kur’an s.24.
75
ölmediğini ifade ederek onun Kur’an’ı indirme yoluyla aldığını belirtmiştir. Bu yönüyle
Kur’an, İbn Arabî’nin algısında statik değil dinamik bir görünüm arzeder.373
Nazarî mutasavvıflar, Kur’an’ın, ümmül kitap olması hasebiyle Hz. Peygamberden
önceki bütün suhuf ve kitapları içinde barındırdığını savunurlar. Buna göre Cenabı
Allah, nebi ve rasüllerine indirdiği suhuf ve kitapları Kur’an için saklayarak onu
peygamberine indirmiştir. Bundan dolayıdır ki Hz. Peygamber en büyük imam, onun
ümmeti de en hayırlı ümmet olmuştur.374
Nazarî mutasavvıfların Kur’an tasavvurunu oluşturan Kur’anî kavramlar da vahdeti
vucut düşüncesi çerçevesinde anlamlandırılmıştır. Örneğin Kur’andaki nesh olgusunun
Kur’an’da gerçekleşmesi imkan dahilindedir. Bu algılamaya göre Kur’an, genel
anlamda nâsih olmakla beraber içinde de nasih ayetleri barındırmaktadır. Kur’an,
getirdiği kaide ve kurallarla önceki peygamberlerin kaide ve kurallarını neshetmiştir.
Bununla birlikte Kur’an’ın önceki peygamberlere ait kaide ve kuralları neshetmesi, bu
kaide ve kurallardan bazılarının Kur’an’da olmadığı anlamına gelmediğini ifade
etmez.375 Kur’an’ın içinde gerçekleşen nesh algısına gelince İbn Arabi’nin bu neshe
bakışı Ebu Hanife’nin nesh anlayışıyla uygunluk arzeder. O, diğer alimlerin kabul ettiği
nesh anlayışını kabül etmez. İbn Arabi’ye göre nesh, Allah’ın bilgisinde bir hükmün
süresinin sona ermesidir. Hüküm sona erdiği zaman onun yerine Kur’an veya Sünnetten
başka bir hüküm gelebilir. İbn Arabi, bu çeşit neshin dışında öne sürülen nesh
iddialarını kabül etmez.376
Nazari mutasavvıfların Kur’an Tasavvurunda muhkem ve müteşabihlik algısı diğer
İslam alimlerinin ortaya koyduğu algılamalarla hemen hemen aynıdır. Buna göre
müteşabih ayetler, manasını sadece Allahın bildiği ayetler olarak, muhkem ayetler ise
anlamı bilinebilen ayetler olarak ifade edilmektedir. Fakat Cenabı Allah isterse
kullarından dilediğine müteşabih ayetlerin anlamlarını bildirebilir.377Bir de Kur’an’da
haberî sıfatlar olarak nitelenen teşbihi ifadeler vardır ki bunların anlamları Allahın
kendisine nispet ettiği şekilde nispet edilir. Bunların niteliği bilinmez. Onları Arapların
373
İbn Arabî, Futuhat, Cild VII, s. 434.
İbn Arabî, Futuhat, Cilt VII, s.76.
375
İbn Arabî, Futuhat, Cilt I, s..391.
376
İbn Arabî, Futuhat, Cilt VII, s.161.
377
İbn Arabî, Futuhat, Cilt X, s.278.
374
76
anlayamayacağı anlamlarla açıklamaya teşebbüs etmek doğru değildir. İbn Arabi, bu
konuda Ehli hadisin müteşabih ayetlere bakışı ile aynı fikirdedir .378
Nazari mutasavvıflar, Kur’anı aynı zamanda bir bilgi kaynağı olarak algılamışlardır. Bu
algılamada Kur’an, ontolojik açıdan zahir yönüyle bütün ilimleri kendisinde barındırır.
Kur’an ile bütün semavi kitaplarda bulunan veya bulunmayan bütün ilimler açığa çıkar.
Bütün peygamberlerin, meleklerin ilmi ve ilmin her çeşidi Kur’an'da bildirilmiştir.379
Nazari mutasavvıfların Kur’an tasavvuruna göre Kur’an’ın ontolojik açıdan zahire
bakan yönü, aynı zamanda teolojik bir durum da arz eder. Bu algılamaya göre kişinin
Kur’an okuması bir zikirdir. Onu sevenlerin Kur’an okumayı hiçbir şey ile değişmemesi
gerekir. Çünkü Kur’an okuyan kişi Kur’an okurken kendilerinden geçer sanki konuşan
o değil, Allahtır.380
2. İşarî Mutasavvıfların Kur’an Tasavvuru
İşari mutasavvıfların Kur’an tasavvuruna gelince Allah tasavvurları ve bilgi
anlayışlarıyla yakından ilgilidir. Onların Allah tasavvurlarına göre Cenabı Allah,
kendini hangi sıfatlarla tavsif etmişse o sıfatları haizdir. Hangi isimlerle kendisini
tesmiye etmişse o isimlere sahiptir. O Kadimdir. Ezelidir. Hiçbir yönden yaratıklara
benzemez. Zâtı diğer zâtlara, sıfatı da diğer sıfatlara benzemez. O, Evveldir. Âhirdir.
Zâhirdir. Bâtındır. Her şeyi bilendir.381 Onun zâtı, ilim ile mevsuftur. O, idrak edilemez.
Dünyada Gözle görülemez. Cenabı Allah, zâtının künhünün bilinmesini mahlukattan
gizlemiştir. Fakat onları gösterecek ayetler yaratmıştır. Kalpler onu bilirken gözler onu
idrak edemez.382
İşari mutasavvıflara göre Cenabı Allah mütekellimdir. O, ilmiyle alim, kudretiyle kâdir,
iradesiyle mürid, kelamıyla mütekellimdir. Onun sıfatları zatıyla beraber vardır. Sıfatları
zatının aynısı veya gayrısı denemez. Bilakis bu sıfatlar onun ezeli sıfatlarıdır. O, cevher,
378
İbn Arabî, Futuhat, Cilt VI, s.105.
M. Erol Kılıç “İbnü’l-Arabî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam ansiklopedisi, Diyanet Vakfı yayınları,
İstanbul, Cilt XX, s.511.
380
İbn Arabî, Futuhat, Cild VIII, s.257.
381
Ebu Bekir Muhammed b. İshak Kelabâzî, Tearuf, Doğuş Devrinde Tasavvuf, (Hazırlayan; Süleyman
Uludağ), Dergah Yayınları, İstanbul 2002, s. 61.
382
Ebü’l Mevahib Abdulvahhab b. Ahmed b. Ali Şağranî, Levagıhi’l Envar Fi Tabakati’l Ahyar,
(Tahkik; Süleyman Salih), Daru’l–Marife, Beyrut 2005, s. 117.
379
77
araz ve cisim değildir. Onun sıfatları da araz değildir. O zihinlerde tasavvur edilemez.
Akıllarda da takdir edilemez. Onun için her hangi bir cihet ve mekan yoktur.383
İşari mutasavvıflara göre Allah, kelamıyla emredici ve nehyedicidir. Onun Kelamı ezelî,
kadim ve zatıyla kâimdir. Onun kelamı yaratılmışların kelamına benzemez. Ne havanın
akmasıyla ortaya çıkan sesler gibi ne de dilin hareket ettirilmesi ve dudakların basınç
uygulamasıyla kesilen harfler gibidir. Kur’an, Tevrat, İncil, ve Zebur, peygamberlerine
indirdiği kitaplardır. Onun kelamı gerçekte kelamı nefsî’dir. Sesler ve harfler onun
kelamına delalet ederler. Kelamı her hangi bir mahalde değildir. Herhangi bir değişime
de tabii olamaz. Onun sıfatları da zâtı gibi ezelidir. Zira mahalle konu olan hâdis
olmaktan kurtulamaz. Hâdislik ise cisimlerin sıfatıdır. Tegayyüre ve değişime uğrarlar.
Bundan dolayı cisimleri yaratan onlarla aynı sıfatı taşıyamaz. Onun kelamı kadimdir.
Zatıyla kaimdir. Hadis harfler ve sesler ise onun kelamına delalet ederler. 384Bununla
birlikte O’nun kelamı ses ve harflerden müteşekkil olmaksızın işitilebilir.385
İşari mutasavvıfların Kur’an tasavvurunda Kur’an, Allahın zatına ait sıfatlardan kelam
sıfatının bir sonucu olduğundan dolayı mükevven ve mahluk değildir.386 Allahın
kelamından başkası hadis ve mahluktur. Allahın kelamı olan kelamulllah ise böyle
değildir.387Mushafta yazılı olanlara da Kur’an denilmiştir. Rasulullahın “Kur’an’la
düşman memleketlerine girmeyiniz” sözünde zikrettiği Kur’an, Mushaflarda yazılı olan,
alfabe harflerinden müteşekkil Kur’an’dır. Bu ise mahluktur. İşarî mutasavvıfların
Kur’an tasavvurunda Allah’ın hakiki anlamda kelamı olan Kur’an, hulul etmeksizin
dillerde okunan, mushaflarda yazılmış, göğüslerde korunandır. Nasıl ki Cenabı Allah
kalplerle bilinen, dillerle zikredilen, mescitlerde hulul etmeksizin zikredilen ise
Kur’an’da aynı şekildedir.388 O, Hz. Peygambere indirilmiş, mushaflarda yazılı,
mütevatir olarak bizlere nakledilmiş, bütün ilimleri içinde barındıran bir kitaptır.389
Levhi Mahfuz’da yazılı olduğu gibi âriflerin kalplerinde de ehlinin dışındaki kimselerin
383
Ebu’l Kasım Kuşeyrî, er Risaletü’l Kuşeyriyye, (Tahkik Abdülhalim Mahmud), Daru’ş Şa’b, Kahire
1989, s. 8; Kelabâzî, 63.
384
Gazalî, İhyau Ulûmi’d Din, Daru Sadır Beyrut 2004, Cild I, s. 189.
385
Gazalî, Kavaidü’l Akaid Fi’t Tevhid, s. 176.
386
Serrac Ebu Nasır Abdullah b. Alli et Tûsî, el Luma Fi’t Tasavvuf, (Tahkik; Roland Mikilson Leiden),
1994, s. 69; Kelabazî, 67.
387
Kelabazî, 69.
388
Kelabazî, 67.
389
Fuad Enver, Mucemü Mustalahati’s Sufiyye, Mektebe Lübnan, Beyrut, s. 141.
78
eline geçmesin diye korunmuştur. Çünkü Kur’an ehli, ehlullahtır.390 Kur’an, Levhi
Mahfuz’dan dünya semasında Beytül İzze’ye, oradan da her sene Hz. peygamberin
kalbine pasajlar halinde indirilmiştir. Cibrilin, Hz. peygamberin kalbine indirdiği
Kur’an’ın dili Arapçadır. O, cenabı Allahın Hz. Peygamberine gönderdiği mucizedir.391
İşarî mutasavvıfların Kur’an tasavvuruna göre Kur’an’ın tilaveti müminlerin okuması
için kolaylaştırılmıştır. Eğer onun dili kolaylaştırılmasaydı onu okumaya dillerin gücü
yetmezdi.392 Kur’an’ın ayetleri her türlü tebdil ve tağyirden korunmuştur. Onun ayetleri
Cenabı Allah’ın vasıflanacağı ve kulun kendisine ibadet edeceği ahkam konularında
hakkın niteliklerinin beyanı ile ayrıntılandırılmıştır.393Onda hayır şerden, hidayet
dalaletten, mutluluk şekavetten ayrılmıştır.394O, hakk ile batılın, dost ve düşmanın,
Allah’a yakın olan ve uzak olanın arasını ayırmak için indirilmiştir.395 Onlara göre
Kur’an, müminlerin kalplerinin sükun bulacağı şeyleri açıklamakta, müridlerin
beklentilerini
kuvvetlendirmekte,
Muhsinlerin
iştiyaklarını
heyecanlandırmakta,
müştakların aşklarını teşvik etmekte, seçilmiş insan içinde başkalarına men edilen şeyi
ona açıklamaktadır.396 Bu manada Kur’an, sadece hakka delalet eder. Kim Kur’an’a tâbi
olursa ancak hakka ulaşır. Kim de ondan yüz çevirirse ancak dalalete ulaşır. Kur’an,
korkanlar için bir öğüt, günahkarlar için bir rahmet, Allah dostları için de bir
ünsiyettir.397
Kur’an, İşarî mutasavvıfların algısında aynı zamanda bir bilgi objesidir. Cenabı Allah,
Kur’an’ın içinde manası açık ayetleri, açıklayıcı delilleri, yol gösterici huccetleri
kullarının öğüt almaları ve ortaya konulan delillerden kendilerini yüce Allaha götürecek
ibretler edinmeleri için indirmiştir. Sevgilinin kitabından sevgiliye daha haz veren bir
şey olmadığından, onda üzüntüyü giderecek ve ayrılık acısını teskin edecek şifa vardır.
O, İnsanları cehaletin karanlığından ilmin nuruna, şek ve şüphenin karanlığından yakin
390
Ebu Abdirrahman Muhammed b Huseyin b. Musa Sülemi, Hakaiku’t Tefsir, (Tahkik Seyyid İmran),
Daru’l Kütübi’l İlmiyye Beyrut 2001, C. II, s. 387..
391
Kuşeyrî, Letaifü’l İşârât, Cild II, s. 377.
392
Ebu Muhammded sehl b. Abdullah Sehl Tusteri, Tefsir, Kamer 17, www.altafsir.com
393
Kuşeyrî, Letaifü’l İşârât, II, 33.
394
Tusteri, Tefsir, Şûrâ 1, www.altafsir.com
395
Sülemî, Cild II, s.58.
396
Kuşeyrî, Letaifü’l İşârât, Cild II, s. 132.
397
Sülemî, Cild I, s. 434.
79
bilginin nuruna, nefsin isteklerinin karanlığından kalbin marifetlerinin nuruna çıkarmak
için indirilen bir kitaptır.398
İşari mutasavvıfların Kur’an’ tasavvurunda Kur’an’ın bilgi kaynağı olması hasebiyle
Allahın ilim sıfatının yeri kaçınılmazdır. Onlara göre Kur’an, bir ilim denizidir. Bütün
dünyevî ve dînî ilimler ondan neşet eder.399 Nasıl ki her şeyin bir kabuğu bir özü varsa
Kur’an ilimlerinin de bir özü bir kabuğu vardır. Bazı insanlar Kur’an’ın kabuk ilminde
takılırken bazıları onun içindeki ilimlere vasıl olabilir. Kur’an’ın kabuk ilmi Arapçadır.
Bu ilimden lügat ilmi, nahiv ilmi, kıraat ilmi, tecvit ilmi ve tefsir ilmi doğmuştur. Öz
ilimler ise en alt seviyede kıssa, kelam ve fıkıh ilimleri bulunurken en üst seviyede ise
Allah’ı ve ahireti bilme ve seyrü sulük ilimleri gelir. İşarî mutasavvıfların, Kur’an
algılamalarında Kur’an ayetlerinin her kelimesinin zâhiri ve bâtınî anlamları vardır.
Batınî anlamları ancak şehâdet ile gayb âlemi arasında cerayan eden ilişkilere vâkıf
olanlar anlayabilir. Çünkü şehâdet aleminde bir şey olmasın ki onun misali gayb
âleminde bir ruhanî emre tekabül etmesin. Fakat bu şey, şehâdet alemindeki sûretin
aynısı değildir. Şehadet alemindeki cismanî misal, gayb alemindeki ruhanî manada
münderictir. Bundan dolayı insan için misal alemi olan dünya, Cenabı Allah’a ulaşmada
bir yoldur. Tıpkı bir şeyin özüne nasıl ki kabuktan ulaşılıyorsa ruhlar alemine de
yükselmek içinde misal aleminden ulaşılır.400
Mutasavvıflara göre Kur’an’da mevcut kelimelerin zahiri anlamlarından başka sufinin
derecesine göre halka halka genişleyen Batıni anlamları da vardır. Batıni anlamlara
ulaşmak için bilginin yanında sufinin seyri sulukunda aldığı yolda önemlidir. Kur’an’ın
Arapça zahir anlamını Arapça bilenler anlayabilirken bâtın anlamını ârifler
bilebilirler.401
Lüm’a sahibine göre bütün ilimler ve anlayışlar “Bismillah, ve Elhamdülillah”
kelimelerinde mevcuttur. “Billah” ve “Lillah” kelimesinin anlamı var olan bütün ilim ve
anlayışlar kendi zatıyla değil Allah ile kaim ve Allah içindir.
402
Serrac’a göre
müminler, Kur’an’ı muhatap olmalarına göre farklı zümrelere ayrılmışlardır. Onlardan
398
Kuşeyrî, Letaifü’l İşârât, Cild II, s. 115.
Gazalî, Cevahiru’l Kur’an, (Tahkik, Ahmud Bicu), Daru’t Takva Dımeşk 2007, s. 25.
400
Gazalî, Cevahiru’l Kur’an, s.49
401
Süleyman Uludağ, “İşari Tefsir “ Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı
Yayınları, İstanbul, 2001, Cilt XXIII, s.424.
402
Serrac, 87.
399
80
bir kısmı Kur’an’ı işitmişler ve onu ikrar ve kabul etmişlerdir. Fakat onunla amel
etmekten yüz çevirmişlerdir. Dünya meşguliyeti onların arasını açmıştır. Cenabı Allah
bunları kitabında zecr etmiştir. Onlardan bir kısmı onun kelamını işitmişler, onun
davetine icabet etmişler ve Allaha yönelmişlerdir. Bir diğer kısmı ise Allahın, ilmi
onlara nisbet ettiği ve Kur’an’da zikretmekle şereflendirdiği kimselerdir. Onlar Allahın
ilimde rusuh sahibi yaptığı kimselerdir. Onlara, Cenabı Allahın hazinelerinin kapısı
açılmıştır. Onun hazineleri Kur’an harflerinin ve ayetlerinin altındadır. Onlar bu
harflerden cevherler ve inciler çıkarmışlardır.403
İşari mutasavvıfların Kur’an tasavvurunda, Allah’ın kelamı, anlam olarak insanlar
tarafından kuşatılamaz ve ihata edilemez olarak algılanılmıştır. Çünkü sonsuz olan bir
şey ancak sonsuz olan bir nesne ile kuşatılabilir. Oysa yaratılmışların kelimesi, sonsuz
kelamı kuşatamaz.404 Çünkü Kur’an lafızlarının sufilere göre sadece zahirî bir yönü
yoktur aynı zamanda herkesin anlayamayacağı batınî yönü de vardır. Bu batınî yön,
sûfînin Kur’an tilavetindeki sürekliliği sonucu ona açılır405 Bunun yanında batınî yön,
sûfîlere sonsuz bir özgürlük sunmaz. Ortaya konulan batınî anlamların Kur’an’ın
bütünlüğüne ve sünnete aykırı olmaması lazımdır. Kur’an ve Sünnetin desteklemediği
her hakikat, ilhad ve zındıklık olarak kabul edilmiştir.406 Ayetten çıkarılan işarî yön,
ayetin zahirine tezat teşkil etmemelidir. Ayrıca çıkarılan manayı destekleyen başka bir
ayetinde var olmasını gerekli görürler.407 Ehli hadisin Kur’an’ın ontolojik olarak
şehadet alemine bakan yönündeki çift doğalılık sûfiler de epistemik açıdan görülür.
Sufilerin epistemik açıdan Kur’an’ın zahir anlamının yanında bâtın anlamını da ifade
etmeleri bu çift doğalılığın iki yanını teşkil etmektedir.
İşarî mutasavvıfların Kur’an’ın ayet ve kelimelerinde batınî veya işari yön aramaları
sadece kelimelerle sınırlı kalmamıştır. Onların bu yöndeki uğraşları sûrelerin evvelinde
bulunan hurufu mukattaları’da kapsamaktadır.408 Kuşeyrî’ye göre hurufu mukattalar
yemin anlamını taşımakla beraber aynı zamanda birer rumuz ve işarettirler. Bu harfler
öncelikle Allah ve rasulü arasında bir sırdır. Aynı zamanda bu harflerin bir çok
403
Serrac, 77.
Kuşeyrî, Letaifü’l İşârât, Cild II, 233.
405
A.J. Arberry, Tasavvuf, (Çev. İbrahim Kapaklıkaya) Gelenek yayınları., İstanbul, 2004, s. 20.
406
Mehmet Okuyan, Necmuddin Daye ve Tasavvufî Tefsiri, Rağbet Yayınları, İstanbul 2001, s. 201.
407
Ignaz Goldziher, İslamî Tefsir Ekolleri, (Çev. Mustafa İslamoğlu), Denge Yayınları, İstanbul 1997, s.
259.
408
Uludağ, “İşari Tefsir,” Cilt XXIII, s.425.
404
81
anlamları da vardır. Örneğin Bakara suresindeki “Elif Lam Mim” harflerindeki “Elif”
Allah’a, “Lam” Cebrail’e “Mim” de Muhammed’e işaret eder. Bu meyanda bu üç harfin
işaret ettiği anlam “kul peygambere itaat ederek Allahın rızasına kavuşur”a delalet
eder.409 İşarî mutasavvıfların Kur’an tasavvurlarına göre Kur’an’ın varlık açısından
şehadet alemine bakan teolojik bir yapısı da vardır. Zira Kur’an’ın tilavet edilmesi
sonucu hem sevap kazanılacağı hem de batınî anlamların bu yöntem sonucu açılacağı
inancı vardır.410
İşarî mutasavvıfların Kur’an tasavvurunda muhkem ve müteşabih ayetlerin varlığından
da bahsedililir. Onlara göre Kur’an’ın muhkemleri zahir ehline hitap edilen dinin kaide
ve kurallarını açıklayan, onları hidayete götürecek ayetler iken, Müteşabih ayetleri ise
anlamının derinliğinden dolayı te’vilinde müşkil olanlardır. Bunların te’vilindeki
müşkillik bu konulara vukufiyeti olmayan yabancılara karşı gizliliklerin korunması
içindir. İlimde rüsuh sahiplerinin çabası ise onun zahirine uygun manaların talebi
yönündedir. Bu da kalp ile olur. İşaret ehlinin bundaki yolu ise kalp ile beraber bu
ayetlere kulak vermesiyle tarifatın esintilerinden akıllarına gelenler üzerine keşfin
işaretlerini bina etmektir.411
2.2.1.4. Kelamcıların Kur’an Tasavvuru
Kelamcılar, Kur’an tasavvurunu oluştururken Allah tasavvurunu ön planda tutmuşlardır.
Cenabı Allah’ın zâtı ve sıfatlarını ele alırken kendi mantık ve metotlarını esas kabul
edip bu minvalde çözüme kavuşturma ve değerlendirme yoluna gitmişlerdir. Bu durum
kelamcıların,
belli
bakış
açılarını
önceleyerek
problemlerin
çözümünü
gerçekleştirmelerini göstermektedir. Dolayısıyla Allah’ın sıfatlarıyla ilişkilendirdikleri
Kur’an tasavvurunu da bu esaslar çerçevesinde oluşturmuşlardır.
Kelamcılar, Kur’an’a ilişkin tasavvurlarını oluştururken Allah’ın kelamı olmasını
önplanda tutarken, Kur’an’ın mahiyetiyle ilgili konuları da Allah’ın kelam sıfatıyla
ilişkilendirmişlerdir. Kur’an tasavvurunu oluştururken, doğrudan doğruya Kur’an
ayetlerinin ortaya koyduğu Kur’an’ın kendisine yönelik bilgilendirmeleri referans almak
409
Uludağ, , “İşari Tefsir”, Cilt XXIII, s.425.
Ebu Talip Mekkî, Kûtu’l Kulub, (Tahkik; Abdülmünim Hıfnî), Daru’r Reşad, Kahire 1991, s. 90, 92,
95.
411
Kuşeyrî, Letaifü’l İşârât, I, s.133, Tusterî, Tefsir, Al–i İmran 7 www.altafsir.com
410
82
yerine Allah’ın kelam sıfatıyla ilişkilendirdikleri Kur’an’ın mahiyeti konusunda esas
nokta olan tevhid anlayışı etrafında inşa etmişlerdir. Kelamcıların Kur’an tasavvurunda
geniş yer tutan Kur’an’ın mahluk olup olmadığına dair görüş ayrılıkları, Kur’an’ın
mahiyetine ilişkin tartışmalarının bir neticesi olmayıp Allahın sıfatlarının mahiyetiyle
ilgili tartışmalarının bir sonucu olmuştur.412
Kelamcılar, Allahın selbî sıfatlarının niteliği hususunda ittifak ettikleri halde subuti
sıfatların niteliği hususunda bir ittifakları yoktur. Subutî sıfatlar konusundaki ihtilaf, bu
sıfatların Allahın zatına zaid, ezelî, ve hakikî sıfatlar olup olmaması üzerindedir. Hayy,
alim, kadir, mürid, semi, basir, mütekellim gibi ismi fail kalıbındaki bu sıfatların Allah
hakkında kullanışı konusunda kelamcılar arasında ittifak mevcut iken bu sıfatların
mastarları olan hayat, ilim, irade, gibi sıfatların Cenabı Allah için ezelde sabit ve zatına
zait, hakiki ve vucudi sıfatlar olduğu hususunda ise ihtilaf vardır.
Ehli sünnete göre Allah’ın subuti sıfatları zatı ilahiyeye ezelde sabit, vucudi ve ezeli
mefhumu zatı ilahiyeye zaid olan kemal sıfatlarındandır. Buna göre Allah alimdir. İlmi
vardır. Bu durum, Cenabı Allahın diğer subuti sıfatlar için de geçerlidir. Bu sıfatlar
cenabı Allahın zatı ile aynı olmayıp zatına zaittir. Aynı zamanda bu sıfatlar zatı bârînin
gayrısı da değildir.413
Mutezile, Hariciler, Mürcie ve bazı Zeydiye mezhebine mensup kişiler, Allah’ın âlim,
kadir, hayy, mütekellim olduğuna inanmakla beraber Cenabı Allah’ın zatına zâit ilim,
kudret, hayat vb. gibi sıfatların varlığını kabül etmezler. Onlara göre Allah’ın zatı
mahlukatın zatı gibi değildir. Cenabı Allah, yaratmakta ve her türlü fiil ve eserleri
yapmada kendi kendine yeterdir. O, zatından başka zatına zaid sıfatlarla muttasıf
olmaktan müstağnidir. Mutezile, Allah’ın manevi sıfatlarla vasıflanmasında bir beis
görmezken, meâni sıfatlarla Allahın vasıflanamayacağını öne sürmektedir. Allah’ın âlim
olduğunu kabül eder fakat onun ilim sıfatıyla muttasıf olduğunu kabül etmez. Allah ilim
sahibidir, hükmünü benimsemez. Mutezileye göre Allah’ın zatından başka ilim sıfatı
gibi müstakil bir mana tasavvur edilecek olursa bu takdirde ilim sıfatı da Allahın zatı
412
Tahsin Görgün, “Kur’an” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı Yayınları,
Ankara, 2002, Cild XXVI, s. 388.
413
Nureddin Sabunî, Maturidiye Akaidi, (Terc.; Bekir Topaloğlu), Diyanet işleri Başkanlığı Yayınları,
Ankara 2000, s. 76.
83
gibi kadim olur. Neticede kadim varlıklar çoğalmış olur. Bu durum ise Mutezilenin
tevhid anlayışı için aykırı bir durum teşkil eder.414
Mutezile, düşünce sistemini tevhid prensibi üzerine otutturmaya çalıştığından Allahın
zatının mutlak tenzihini ve hiçbir eşyaya benzemediğini savunur. Allah’ın sıfatlarının
zatının dışında bir şey olmadığını vurgular. Onun vahdaniyeti ve ezeli niteliğiyle
çeliştiğine inandığı her şeyi olumsuzlamayı esas alır ve onun hiçbir şekilde muhdes
olanlara benzemediğini ileri sürer. Bundan dolayı Mutezile tarafından zâtı hariç olmak
üzere cenabı Allah’ın diğer bütün sıfatları olumsuzlanmaktadır. Çünkü Allahın zatı
dışında sıfatların olumlanması aynı zamanda zatı dışında kadim ve ezeli varlıkların
varlığını beraberinde getirmek demektir. Bundan dolayı Mutezile açısından bu durumun
reddi gerekmektedir. Mutezile, Allah’ın zatıyla kaim manalar ve kadim sıfatlar olan
ilim, irade, hayat vb. gibi sıfatların aksine onun zatıyla âlim, zatıyla kadir, zatıyla hayy
olduğunu benimser. Bunun yanında Allahın kelam, irade ve fiili sıfatlarını hadis olmak
üzere kabül eder ve bunları da zatıyla kaim olmayarak kabül ederler.415
Allah’ın fiili sıfatlarına gelince Maturidîler, fiili sıfatları kadim sayarak cenabı Allaha
nispet etmişlerdir. Fiili sıfatların hepsini tekvin sıfatı adı altında ele almışlardır. Tekvin
sıfatınıda Cenabı Allah’ın zatıyla kaim ve kadim bir sıfat olarak kabül etmişlerdir.
Eşariler ise Cenabı Allah’ın fiillerine müstakil bir sıfat statüsü tanınmasını gerek
görmeyerek ilim sıfatına kudret ve iradenin de eklenmesi suretiyle ilahi fiiller sisteminin
tamamlanacağı görüşüne varmışlardır. Eşarilere göre Allah’ın fiilleri kadim ve zatıyla
kaim değildir. Bu fiiller doğrudan sıfat olmayıp ilim irade ve kudret sıfatlarının
fonksiyonlarını yerine getirmektedirler. Mutezile kelamcıları ise Allah’ın fiili sıfatlarını
hadis kabül ederek bu sıfatların içine kelam ve irade sıfatlarını da katmışlardır. Onlara
göre bu sıfatlar, hadis ve Cenabı Allah’ın zatıyla kaim değildir.416
Ehli sünnet ve Mutezile Allahın mütekellim oluşunu hem aklen hem de naklen
kabullenmiş olmakla birlikte yukarıda ifade ettiğimiz gibi Ehli sünnet, Allahın
mütekellim oluşunda onun zatını esas alarak kelam sıfatını ve onun zatla ilişkisini
414
Ebu’l Hasan Eşarî, Makalat, (Telif; Muhammed b. Hasan b. Furek Tahkik; Ahmed Abdurrahim es–
Sayih) Mektebetüs Sakafetü’d Diniye, Kahire 2005, s. 223; Gölcük Şerafeddin, Toprak Süleyman,
Kelam, Tekin Kitabevi, Konya 1996, s. 212.
415
Ömer Pakiş, Mutezile ve Kur’an Yorumu, Işık Akademi Yayınları., İzmir 2007, s. 20.
416
Bekir Topaloğlu, “Allah” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı Yayınları,
İstanbul, 1989, Cild II, 492,
84
ortaya koyarken Mutezili ise gaibi şahide kıyas yaparak vakıadan hareketle kelam
sıfatını esas alıp Allahın mütekellim oluşuna yönelik düşüncelerini bu esas üzerine
otutturmaya çalışmıştır. Buna göre Ehli sünnet, Allahın kelam sıfatına sahip olduğunu,
zatıyla kâim ve kadim bir sıfatla mütekellim olduğunu ifade etmiştir. Diğer yandan
Mutezile ise kelamın harf, ya da sesten oluştuğunu, bunun dışında bir kelamın makul
olmayacağını ve bu kelamın zatıyla kaim bir sıfat olarak görüldüğü taktirde bazı teolojik
sakıncaları doğuracağını ifade ederek ilahî kelamı bir fiil olarak telakki etmiştir. Buna
göre Allah, ses ve harfleri kıraat mahallinde yaratmak suretiyle mütekellimdir.417
Kelamcılar arasındaki farklı Kur’an tasavvurunun nedeni, Cenabı Allah’ın kelam
sıfatının mahiyeti konusundaki farklılık ve bunun yanında gaibin, şahide kıyas
edilmesinin bir sonucudur.418 Bu anlayışın sonucu olarak Ehli sünnet, Kur’an’ı, Allahın
zatıyla kaim ve kadim olan kelam sıfatının bir sonucu görürken bunun dışındaki
mezhepler başta Mutezile olmak üzere itizalî fikri benimseyen Şia, Hariciler,
Mürcie’nin bir kısmı ve Zeydiyye’den bazı âlimler Kur’an’ı, Cenabı Allah’ın kudret
sıfatının yansıması olan fiili sıfatlardan kelam sıfatının bir ürünü olarak kabul
etmişlerdir. Dolayısıyla Ehli sünnet taraftarlarınca Kur’an mahluk kabül edilmezken,
Mutezile ve itizali görüşü benimseyenlerce Kur’an mahlük olarak algılanmıştır.
Kur’an’ın, mahlük olup olmadığı sorunu özü itibariyle Allah için ezeli sıfatların
varlığını olumlayanların Allah’ın kelamını da olumlamalarında yatmaktadır. Konuyu bu
biçimiyle ilk ele alan Abdullah b. Küllab olmuştur. Bundan önce selefin Kur’an’ı,
kadim olmakla nitelendirmekten kaçındığı yalnızca Kur’an’ın mahluk olmadığını
söylemekle yetindiği belirtilmektedir. Mutezilenin Allah kelamını mahlük ve muhdes
olarak tanımlamasının akabinde Eşari’nin de Allah’ın ezeli ve kadim olan nefsî kelam
ile hâdis olan emir, nehiy ve habere teallük eden kelam ayrımını gerçekleştirdiği kabül
edilmektedir.419
Kelamcıların Kur’an tasavvuru, daha çok Kur’an’ın aşkın boyutu üzerinden
şekillendiğinden dolayı, oluşturulan Kur’an tasavvurunda Kur’an’ın inanç objesi
olması, onun bilgi objesi olmasından önce gelir. Bundan dolayı kelamcıların Kur’an
tasavvurunda kelamullah’ın ayrı bir yeri vardır
417
Öğe, 94.
Cafer Karadaş, “Gazalinin Düşünce Sisteminde Kur’an”, Diyanet İlmi Dergi, s. 49.
419
Pakiş, 139.
418
85
Mutezilenin yanı sıra Hariciler, Zeydiyye, Kerramiye, İmamiyye ve Rafiziler ise
Allahın kelamı olan Kur’an’ın ses, harf, ayet ve sûrelerden müteşekkil olduğunu, tenzil
ve inzal gibi hudûs alametleriyle vasıflandığını ifade ederek Kur’an’ın mahluk
olduğunu öne sürmüşlerdir.420 Kur’an’ın mahluk olduğunu savunanlardan Kerramiye
mezhebinin Kur’an tasavvurunda yer alan Kur’an’ın yaratılmışlığı algısı, Mutezilenin
yaratılmışlık anlayışından farklıdır. Kerramiye kelam-kavl ayrımına giderek kelamı
konuşmaya güç yetirme ve kadim bir unsur olarak algılamıştır. Bu algılamaya göre
Allahın sözleri zatında hâdistir. Kur’an, Allahın kelamı değil kavlidir. Dolayısıyla
yaratılmıştır.421 Cebriyye, insanların ait vasıflarla Allahın vasıflandırılmayacağını öne
sürerek, Allah’tan onun hayat sahibi, ilim sahibi olmasını nefy, kâdir, fâil, hâlik
olmasını ispat ederken insanın fâil, hâlik, ve kâdir sıfatlarıyla vasıflanamayacağını öne
sürer. İnsanın iradesizliğini ve Allahın dileme ve irade ile ilgili sıfatları ön planda
bulundurarak Allah ve Kur’an tasavvurlarını, temel ilke olarak kabül ettikleri bu anlayış
üzerine göre bina eder.422
Diğer taraftan Mutezilî fikirlerin kuvvetlenip diğer İslam beldelerine yayılmasından
sonra itizalî fikirlerle tanışıp itikadi konularda Mutezileye ittiba eden Şia,423Kur’an’ın
yaratılmış olduğuna ilişkin mutezilenin bütün fikirlerini benimsemiştir. Bu konuda
Mutezilenin ortaya koyduğu tüm fikirlere katılır. Fakat Kur’an için mahluk kelimesinin
kullanılmayacağını ileri sürer. Buna neden olarak da mahluk kelimesinin içinde yalan
gibi
ilahi
kelam
hakkında
düşünülemeyecek
anlamların
bulunmasını
neden
gösterir.424Şia, kelamullahı, Allahın fiili sıfatlarından addederek Allahın mütekellim
olmasını kelam sahibi olarak algılar. Bu algılamaya göre Allah, dil ve dudakla değil,
işitilen, muntazam harf ve seslerle cisimlerden her hangi bir cisimde yaratmasıyla
mütekellimdir.425
Ehli sünnet ise Allah’ın mütekellim olmasını onun kelam sıfatı ile irtibatlandırır.
Cenabı Allah bu sıfat ile konuşması hasebiyle mütekellimdir. Ehli sünnet kelamcıları
Cenabı Allah’ın kelamını, kelamı nefsî ve kelamı lafzî olarak ikiye ayırmışlardır. Nefsî
kelamı Cenabı Allahın zatıyla kaim, mahiyeti bilinmeyen bir sıfat olarak
420
Bağdadî, 337.
Taftazanî, Şerhu’l- Makasıd, Cild IV, s.145.
422
Kırca, Kur’an’a Yönelişler, 111.
423
Topaloğlu, 187.
424
Öğe, 126.
425
Arslan, 251.
421
86
nitelendirirlerken, lafzî kelamı ise nefsî kelama delalet eden, ses ve harflerden
müteşekkil, hâdis, Kur’an’ın lafzı olarak nitelendirilmiştir.426
Mutezili alim Kadı Abdülcabbar, Allah’ın kelamını, şehadet aleminde akledilenlerin
kelamının cinsiyle eş tutar. Ona göre Bu kelam dizilmiş harfler ve kesik kesik seslerden
müteşekkildir. Dolayısıyla ârazdır. Cenabı Allah, bu kelamı duyacakları ve işitecekleri
bir şekilde herhangi bir cisim de yaratmıştır. Melek, bu kelamı bunu emredildiği şekilde
peygambere tevdi etmiştir. Bu kelam, kulların kelamı gibi emir, nehy, haber ve bazı
kısımlar içerir. Kadı Abdülcabbara göre Allah için bizim kelamımıza muhalif kadim bir
kelamın ispatı doğru değildir. Yine aynı şekilde bazılarının Allah’ın kelamı zâtı ile kâim
dediği gibi, akledilenlere muhalif muhdes bir kelamın Allah için ispatı da doğru
değildir. Kadı Abdülcabbar, Mutezilenin arasında Kur’an’ın mahluk, muhdes, önceden
var olmayan sonradan meydana gelen bir fiil olması, Allah’tan gayrı ve Cenabı Allah’ın
Kur’an’ı kullarının maslahatını gözeterek onu meydana getirmesi konularında bir ihtilaf
olmadığını da ifade etmiştir.427 Kur’anın mahluk ve muhdes oluşuna Rahman1-2,alak 12, zümer 23-24, lokman 27,hud 1, vb. surelerdeki ayetleri delil getirmiştir.428
Ehli sünnet ise Allahın kelamı olan Kur’an’ın mahluk olmadığını savunmuştur. İbn
Küllab, Kerâbisi, Eşari, Maturidi gibi ehli sünnete mensup kişiler aynı görüşü
paylaşmışlardır. Ehli sünnetin öncülerinden İbn Küllab, Allahın ezelde mütekellim
olduğunu ve Allah’ın kelamının onun bir sıfatı olduğunu öne sürmüştür. Ona göre, bu
sıfat Cenabı Allah’la kâim ve kadimdir. İlim, kudret sıfatlarının Allah ile kâim olduğu
gibi kelam sıfatı da Allah ile kâimdir. Buna göre Allah’ın kelamı harf, ses değildir.
Bölünmez, parçalara ayrılmaz ve tecezzi de kabül etmez. Onun kelamı Allah’la kâim
olan bir manadır. Harflerden oluşan resimler ise Kur’an’ın okunmasıdır. İbn Küllab’a
göre Allah’ın kelamının ibareleri farklılık arzedebilir ve değişebilir. Oysa Allah’ın
kelamı değişmez, farklılık arzetmez. İbn Küllab, Kur’an’ın Arapça olarak
isimlendirilmesini, onun Arapça okunmasına bağlar. Yani bir illetten dolayı Arapça
426
Gölcük, Toprak, 222.
Kadı Abdülcabbar, el Muğni Fi Ebvabi’t Tevhid ve’l Adl (Halkul Kur’an), (Tahkik: İbrahim Ebyari)
Kahire Tarihsiz, s. 2.
428
Daha geniş bilgi için bkz. Kadı Abdülcabbar, Tenzihu’l Kur’an Ani’l Metain, Daru’n Nehdati’l
Hadisiyye Beyrut Tarihsiz., s. 326, 363, 471, 408.
427
87
olarak isimlendirilmiştir. Aynı şekilde İbranî, Süryanî olarak isimlendirilmesi de bir
illete binaendir.429
İbn Küllab, okunan Kur’an’ı Cenabı Allah’ın kelamından ibaret olduğunu, onun kendisi
olmadığını ifade etmiştir. Ona göre kıraat, kıraat olunandan farklıdır. Kıraat olunan
Allah ile kaim iken, kıraat muhdes, mahluk ve insanın kesbidir. Yine aynı şekilde
Kerâbisi’ye göre de Kur’an mahluk değildir, fakat onun telaffuz edilmesi
mahluktur.430İbn Küllab, Allah’ın kelamını bir sıfat olarak ele almış Allahın dilemesi ve
kudretiyle ilişkilendirmemiştir. Allahın kudreti ve meşietiyle ilişkilendirmiş olsaydı o
zaman Allah’ın kelamı bu sıfatların bir fonksiyonu olacaktı, yani Allah’ın fiilinin bir
sonucu olacak dolayısıyla mahluk olacaktı.431 İbn Küllab, Kur’an’ın kadim ve
yaratılmamış olduğunu ifade ederek kelamı nefsî ile kıraat arasında ayrıma gidip
Allah’ın kelamına muhatap olmadığı dönemlerde kelamın anlamsız olacağını düşünerek
emir, nehy ve haberleri, ses ve harfler gibi mahluk kabül etmiştir.
Ehli sünnetin bir diğer kolu Eşariler de, Allah’ın kelamının mahluk olmadığını
savunmuşlardır.432 Onlara göre Cenabı Allah, mütekellim ve kelam sahibidir. Onun
kelamı kadimdir. Mec’ul ve mahluk değildir. Bilakis onun kelamı, zatî sıfatlarından
olup ilim, kudret gibi kadim bir sıfattır. Cenabı Allah’ın kelamı için ibare ve hikaye
denilemez. Onun kelamı kullara ait bir sıfatla da vasıflanamaz.433 Levhi mahfuzdan
indirilen, vahyedilen ve kıraat olunan Allahın kelamıdır. Kadimdir. Zatî sıfatlarındandır.
Kur’an’ın kıraatı ise peygamberin fiilidir.434 İşitilen, yazılan ve ezberlenen Kur’an ise
levhi mahfuzdaki Kur’an’ın hikayesi ve benzeridir. Meleklerin lisanı üzere
peygamberlere gönderilen lafızlar, Allahın ezeli kelamına delalet etmektedir. Delalet
eden mahluk ve muhdestir. Medlül ise kadim ve ezelidir. Eşariler, lafız ve mana olarak
Kur’an’ın melekler aracılığıyla peygambere indirildiği kanaatini taşırlar. Onlara göre
Kur’an’ın lafız ve manasının oluşumunda peygamberin katkısı yoktur. 435
429
Eşarî, Makalat, 233.
Eşarî, Makalat, 244, 245.
431
İbn Teymiye, Camiu’r Resail,(Tah; Muhammed Reşad Salim), Matbaatü’l Medenî Kahire, Tarihsiz,
s. 4.
432
Eşarî, el İbane An Usuli’d Diyane, (Tahkik Hüseyin Mahmud), Daru’l Ensar 1977, s. 20.
433
Ebu Bekir b. Tayyib Bakıllanî, el İnsaf Fi Ma Yecibu İ’tikaduhu ve La Yecuzu Cehlu Bihi, (Tahkik;
Muhammed Zahid b. Hasan el–Kevserî), Mektebetü’l Ezheriyye Li’tTüras 2000, s. 67.
434
Bakıllanî, 76.
435
Eşarî, Makalat, 244.
430
88
Eşariler ile Mutezilîler arasındaki ihtilaf, Kelamullah’ın tabiatı hakkındadır. Eşariler
Kelamullahı ezeli, zatıyla kaim bir sıfat olarak kabül ederek Cenabı Allah’ın kelamını,
bizim kelamımız gibi ses ve harflerden oluşan bir kelam olarak kabül etmezlerken
Mutezililer, Allah’ın kelamını kendi yarattığı bir fiil olarak kabül ederler. Bundan
dolayı Allah’ın kelamı hâdistir. Bunun sonucu olarakta Allah’ın kelamı, bizim
kelamımızın cinsinden farklı bir şeyde değildir. Her iki mezhepte Kur’an’ın, Allah’ın
kelamı olması noktasında görüş birliğine vardıkları halde Mutezililer, Kur’an’ı mahluk
kabül ederken Eşariler, Kur’an’ı mahluk kabül etmezler.
Maturidî ise Allah’ın mütekellim olduğunu ve kelam sıfatının varlığına delil Nisâ 164.
ayeti göstererek Allah’ın kelamının varlığı konusunda ittifak bulunduğunu fakat
ihtilafın kelamının mahiyeti konusunda olduğunu belirtir. Maturidiye göre Allah
mütekellimdir. Kelam sahibidir.436 Allahın kelamı kadim ezeli ve Allahın meşiet ve
kudretine müteallik olmayan bir manadır. Bu mana harf ve seslerden müteşekkil
değildir. Bu kelam nefsî bir kelamdır, işitilemez. İşitilen ise Allahın kelamından ibaret
olandır. Kur’an’ın Allah kelamı olarak isimlendirilmesi ise Allah’ın zatıyla kâim nefsî
kelamına delalet etmesi açısından mecazîdir.437Arabça ibarelerle ifade edilen Kur’an ise
ses ve harflerden oluşmuştur. Bunlar ise mahluk ve muhdestir. 438
Allah hakkında ezeli sıfatların varlığını mümkün görenler Kur’an tasavvurunu Cenabı
Allahın sıfatlarıyla ilişkilendirirlerken, Allah için ezeli sıfatları mümkün görmeyenler
Kur’an
tasavvurunu,
Allah’ın
adaleti
ve
fiilleriyle
ilişkilendirmeye
gayret
göstermişlerdir. Kadı Abdülcabbar, Allah hakkında ezelî sıfatların varlığını kabül
etmediğinden dolayı Kur’an tasavvurunu Allahın adaleti ve fiilleri bağlamında ele
almıştır. Konunun Cenabı Allah’ın adaletiyle olan ilişkisini belirtirken, Kur’an’ın
Allahın fiillerinden bir fiil olduğunu, dolayısıyla Allahın adaleti de fiilleri hakkında
konuşmaktan ibaret olduğunu öne sürerek Kur’an tasavvurunu, Allah’ın adaleti ve
fiilleri bağlamında oluşturmaya çalışmaktadır.439 Ehli sünnetin algısında ise zâti
sıfatlarından addettiği Allah’ın kelamını mahluk ve muhdes olmaması gerektiği, görüş
436
Ebu Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmud Maturîdî, Kitabü’t Tevhid, (Hazırlayan Bekir
Topaloğlu, Muhammed Aruçi), İSAM yay. Ankara 2005, s. 88.
437
Ebu’l Muin Nesefî, Temhid Li Kavaidi’t Tevhid, (Tahkik Habibullah Hasan Ahmed), Daru’t Tıbati’l
Muhammediyye 1986, s. 173; Ahmed. Abdullah; Harbî, Maturidiyye, Diraseten ve Takvimen, Darü’s
Sami, Riyad, 2000, s. 362; Sabunî, 85.
438
Ebu’l Muin Nesefî, Tebsiratü’l Edile Fi Usuli’d Din, c.1 s.372, Tahkik; Hüseyin Atay ankara 2004
439
Pakiş, 139.
89
olarak benimsenmiştir. Allah’a ait olan kelam, hâdis olan söze tealluku yönüyle
muhdes, tealluktan bağımsız olarak değerlendirilmesi yönüyle kadim olarak
düşünülmektedir.440
Eşariler ile Ehli hadis alimleri arasında Allah’ın kelamı konusunda en önemli fark,
Eşarilerin kelamı nefsîyi, zatıyla kaim ve kadim kabul ederken kelamı lafzîyi hâdis
kabul etmeleridir. Diğer taraftan bu, her ne kadar Eşariler gibi ayırıma gitmeseler de
Mutezilenin de lafzî kelamın hâdis olduğunu kabül ettiği bir durumdur. Ehli hadise
gelince, onlar Allah’ın lafzî kelamını ses ve harflerden müteretteb zatıyla kaim ebedi
olarak algılamışlardır.441
Kur’an’ın bilgi objesi olarak kelamcılar tarafından ele alınması, tamamen Kur’an’ın
inanç objesi çerçevesinde oluşturulan esaslar doğrultusunda olmuştur. Yani Kur’an’ın
aşkın boyutu esas alınarak oluşturulan Kur’an tasavvurları, Kur’an’ın şehadet alemine
bakan yönünün algılanılmasına doğrudan etki etmiştir. Bundan dolayı Kur’an’ın şehadet
alemi boyutunun konusu olan nesh, müteşabih, icaz, vb konuların anlamlandırılması,
onun aşkın boyutunun gölgesi altında olmuştur. Yani Kur’an’ın Cenabı Allaha bakan
yönü, Kur’an’ın insanlara bakan yönünü algılamada esas kabül edilmiştir. Bundan
dolayı oluşturdukları aşkın boyuta ilişkin algılamalarla Kur’an ayetlerinden çıkardıkları
kavramlar ve esaslar arasında tezatlar ortaya çıkmıştır.
Mutezile, Kur’an’ın bilgi objesine bakan yönünü öne sürdüğü Kur’an tasavvurunu
desteklemek amacıyla ele almıştır. Mutezileye göre Kur’an’ın icazı442, ayetlerinin
muhkem ve müteşabih oluşu443, Kur’an’da neshin varlığı,444 dilinin Arapça oluşu,445
ayetlerinin mufassal oluşu, zikr ve hadîs446 vb özellikler onun mahluk ve muhdes
olduğuna bir delildir.
Bu algılamalar doğrultusunda Mutezileye göre Kur’an’da nesh vardır. Bu durum ise
Kur’an’ın muhdes olduğuna bir delilidir. Nesh ortamında nasih ile mensuh ard arda
geldiğinden, sonra gelenin kadim olarak düşünülmesi muhaldir. Bundan dolayı Kur’an
440
Pakiş, 153.
Salih b. Ahmed Ğarsî, Menhecü’l Eşaira Fil Akide, Ravza Yayınları, 2002, s. 118.
442
Taftazanî, Şerhu’l Akaid, 65.
443
Kadı Abdülcabbar, Halku’l Kur’an, 89.
444
Kadı Abdülcabbar, Halku’l Kur’an, 89.
445
Kadı Abdülcabbar, Tenzih, 363
446
Kadı Abdülcabbar, Tenzih, 363.
441
90
mahluktur. Zemahşeri, Cenabı Allah’ın hikmet ve maslahatlarına uygun olarak şeraitleri
nesh edebileceğini belirtir. Ona göre hikmete uygun olarak nesh vardır. Kur’an’ın
Kur’an’la nesh edilebilir. Bunun yanında mütevatir sünnetinde Kur’an’ı nesh
edebileceğini öne sürer. Bunun dışındaki diğer aslî unsurların icma, sünnet ve kıyasın
Kur’an’ı nesh edemeyeceğini ifade eder.447
Ehli sünnet, aşkın boyuttaki Kur’an algılamalarına paralel olarak neshi, hatta ve
tilavetin şeklinde veya hükümlerde kabül etmişlerdir. Kelamı nefsî’de neshi caiz
görmemişlerdir.448 Maturidi, içinde bulunduğu geleneğe bağlı kalarak neshin varlığını
kabül ederek neshi, hüküm dışındaki konularda uygun bulmaz. Ona göre nesh, bir vakte
kadar geçerli olan hükmün sona erdiğinin beyanıdır. Bunun yanında Maturidi, neshin
tilavette ve tilavet edilenin hükmünde gerçekleşeceğini de ifade etmiştir.449
Mutezile, müteşabih ayetleri kendi prensipleri doğrultulsun da değerlendirerek
Kur’an’ın hudus oluşuna delil göstermiştir. Kelime anlamı itibariyle ekolün inanç
esaslarıyla çelişen ayetleri müteşabih eddetmişlerdir. Bunlardan biri de zahiri manası
itibariyle tecsim ve teşbihe neden olacak haberi sıfatları konu alan ayetler Allahı her
türlü noksanlıklardan tenzihe çıkarma anlayışı nedeniyle müteşabihtir. Ehli sünnetle
mutezile arasında müteşabihin tanımı konusunda bir ittifak var ise de hangi ayetlerin
müteşabiih olduğu hususunda ihtilaf vardır. Ehli sünnete göre müteşabih addedilen
Hurufu mukatta, bazı mutezililer tarafından muhkem addedilmiştir.
450
Ehli sünnet,
müteşabihin, kıyametin ne zaman kopacağı, ümmetin ecelinin ne zaman olacağı gibi
gaybi konular - ki bunlara akıl vakıf olmaktan aciz kalmakta- ve marifet ehlinin vakıf
olabileceği konular olarak iki şekilde ele almışlardır.451
Mutezilenin Kur’an tasavvuru, ortaya koymuş oldukları Kur’an’ın icazına ilişkin
algılamaya da etki ederek Kur’an’ın icaz yönü onun mahluk olduğuna bir delildir.
Nazzam, Kur’an’ın icazını, Kur’an’ın gaybi haberler bildirmesinde ve Allahın,
447
Ebü’l Kasım Mahmud b. Ömer Zemahşerî, el Keşşaf, Daru İhyai’t Türasi’l Arabî, Beyrut 1997, II,
592, I, 201.
448
Bakıllanî, İnsaf, 73.
449
Geniş bilgi için bakınız: Talip Özdeş, Maturidi’nin Tefsir Anlayışı, 206-209.
450
Fethi Polat, Mutezili Tefsirin Eleştirisi, İz Yayıncılık İstanbul 2009 s.148.
451
Maturidi, Tevilatü Ehli’s Sünne, (Tahkik; Fatıma Yusuf El Haymî), Müessesetü’r Risale, Beyrut 2004,,
Cilt I, 247–248.
91
insanların Kur’an’ın bir benzerini meydana getirmesini engellemesinde görür.452
Mutezileye göre Hz peygamberin, cahiliye Araplarına Kur’an’ın bir benzerini
getirmeleri yönünde tehaddide bulunması Kur’an’ın mahluk oluşuna delildir. Çünkü
Mutezile, tehaddinin kadim olan bir şeyle olmasını imkan dahilinde görmez.453
Ehli sünnete göre ise Kur’an’ın icazı, onun belağat ve fesahatındadır. Eşari, cahiliye
Arapları kılıç ve muaraza arasında serbest kaldıklarında muaraza yönünden karşı
koyamadıkları için daha şiddetli bir tutum olan kılıçı seçtiklerini ifade eder.454
Maturidi’ye göre Kur’an’ın icazı hem dil hem de mana yönüyledir. Dil açısından
Kur’an’ın lafızları, tertip ve uslüp, etki ve cazibe bakımından insanın tâkâtinin üstünde
bir yapıya sahiptir. Maturidi, Kur’an’ın icazı konusunda Kur’an’ın uslüp yönünden daha
çok anlam yönü üzerinde durmaktadır. Kur’an, bünyesinde çelişki, zıtlık ve tutarsızlığı
barındırmaması ve anlam bütünlüğüne sahip olması gibi yönlerden mucizedir. Maturidi,
Kur’an’ın anlam yönüyle peygamberin söylediklerine uygun haberler getirmesi ve daha
önceki kitapları tasdikleyici ve muhteva yönünden de daha önceki kitaplara ters bir
şeyleri getirmeyişini Kur’an’ın mucize olduğunun göstergesi kabül etmiştir.455
Maturidi’nin, anlama yüklediği bu önemden dolayı Kur’an’ın başka bir dilde de
okunabileceği hususunda Ebu Hanifeyi takip ettiği anlaşılmaktadır. Maturidi’ye göre
diğer kitapların dilleri farklı olmasına rağmen bu durum onların Allah kelamı olmasına
mani olmamaktadır. Ona göre lafzın ihtilafı, hükmün ihtilafını gerektirmez. Dillerin
farklı olması mananın da farklılığını doğurmaz. Allah katında levhi mahfuzdaki dilin de
mahiyeti bilinmemektedir.456
Diğer taraftan sahip olunan Kur’an tasavvurunun şekillendirdiği ve itikadi mezhepler
arasında ihtilafa neden olan bir diğer unsur ise Kur’an’ın metin boyutudur. Kur’an’ın
metninde tahrif olduğu konusunda Ehli sünnet ve Şia arasında karşılıklı ithamların
olduğu görülmektedir. Ehli sünnet, Şia’yı Kur’an’ı tahrif etmekle suçlarken, Şia’da Ehli
sünneti, aynı iddiayla suçlamıştır. İmamet, velayet ve masumiyet kavramlarını ortaya
atarak bu görüşler doğrultusunda Kur’an’ı anlamaya ve anlamlandırmaya çalışan Şia,
görüşlerini dayandıracağı âyetleri Kur’an’da aramaya başlamıştır. Bunun sonucunda
452
Eşarî, Makalat, 271.
Kadı Abdülcabbar, Halku’l Kur’an, 89.
454
Şehristanî, Cilt I, 116.
455
Maturîdî, Tevilatü Ehli’s Sünne, ,Cilt I, s. 461.
456
Geniş bilgi için bakz., Özdeş, Maturidi’nin Tefsir Anlayışı, 281–283.
453
92
buldukları ayetleri işaret yoluyla da olsa Hz. Aliye tahsis etme çabasına girmişlerdir.
Hz. Alinin şahsiyeti, düşünce ve fikrî yapının önüne geçirilerek ona dayalı bir inanç
sistemi oluşturulmaya çalışılmıştır.457 İmamiyye Şia’sının Ahbariyyûn kolu, eldeki
mushafa itimat etmeyerek onda tahrif yapıldığını, bazı sûrelerin iskat edildiğini ileri
sürmektedir. Bunun yanında daha tutarlı olan usûliyyun kolu ise bu tahrifi ve tebdili
asla kabül etmemiştir.458
2.2.1.5. Felsefecilerin Kur’an Tasavvuru
İslam felsefecileri, yunan düşüncesiyle İslam dininin inançla ilgili esaslarını uzlaştırma
yönüne giderek dini mefhumları aklın ışığında tevil etmeye çalışmışlardır. Bu dönemde
Aristonun eserlerinden hareketle Kur’an’a felsefi yönden yaklaşımlar sergileyerek
Kur’an’la felsefi görüşlerin arasını uzlaştırmaya çalışımıştırlar. Bu uzlaştırma çabası
Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd ve İhvanı Safanın fikir ve düşüncelerinde görülür. Dini
gerçekleri uygun felsefi görüşlerle açıklama çabasında izlenen yol daha çok tevil
yoludur. Örneğin İbn Rüşd’e göre dinin hakkında bilgi verdiği konu, burhan ve delile
dayanan bir düşüncenin ulaştığı sonuca uygun değilse tevil edilir. 459
İslam felsefecilerinin ortaya koymuş oldukları varlık ve bilgi nazariyeleri Kur’an’a
ilişkin algılamalarına büyük oranda etki etmiştir. Çünkü felsefecilerin ontolojik
algılamalara ilişkin öne sürmüş oldukları nazariyeler monist bir yapı arzetmektedir.
Fizikten epistemolojiye, hatta ilahiyata kadar ortaya koymuş oldukları nazariyelerin
temelinde bu algılama yatmaktadır. Bu nazariyelerin temelini ise ilk sebep algısı
oluşturur. Bu algılamaya göre ilk sebep tüm varlıların kendisinden neşet ettiği sebebin
sebebidir. O’ da salt sebeptir. İslam Felsefecilerin varlık anlayışlarının temelindeki bu
nazariye südur nazariyesidir.460
İslam Felsefecilerine göre varlığın sebebi esasta bilgi ve ilimdir. Tüm kainatın varoluş
sebebi esasta Allahın bilgisidir. Farabî’nin on akıl teorisine göre her aklın, zaruri olarak
bir üst aklı idrak etmesi ve bilmesi, bir aşağı aklın zorunlu olarak var olmasının
457
Kırca, Kur’an’a Yönelişler, 89.
Topaloğlu, Kelama Giriş, 228; Geniş bilgi için bakz, Mustafa Öztürk, Tefsirde Şia ve Ehli sünnet
Polemikleri, Ankara okulu, Ankara 2009, s. 180-189; İsmail Çalışkan, Siyasal Tefsirin Oluşum Süreci,
Ankara Okulu, Ankara 2003, s. 225.
459
Kırca, Kur’an’a Yönelişler,153.
460
Cabirî, Kur’an’a Giriş, s.185
458
93
sebebidir. Onun nazariyesinde kısaca varlık onun ilminden sadır olur ve onun ilmi
varlığı meydana getirir.461
Farabinin ortaya koyduğu sudur nazariyesine göre salt sebebin varlığı kendisindendir.
Diğer varlıkların zorunlu olarak meydana gelmesi zatıyla var olan ilk sebepten
dolayıdır. Bu da salt sebebin varlığının başka bir varlığa feyziyle gerçekleşmiştir. Başka
bir varlığa feyz eden salt sebep, ondan da başka bir varlığa feyz etmiştir. Fakat bu
durum salt sebepten feyzedenin herhangi bir şekilde onun varlığına sebep olduğu
anlamına gelmez.462 O, madde değildir. O, cevheri itibariyle bil fiil akıldır. Çünkü onun
sûret olarak meydana gelmesine engel, âkıl olması ve bilfiil olarak akletmesidir.
Maddede mevcut olan şey, vucudu sırasında maddeye ihtiyaç duymaz ise bu şey cevheri
itibariyle bilfiil âkıldır. Bu yönüyle salt sebep, bilfiil âkıldır. Yine O, akıl olması
cihetiyle de ma’kuldür. Çünkü O, âkıl olmasından dolayı da kendisini akledecek hiçbir
şeye de muhtaç değildir. Bilakis O, bizzat zâtını akleder. Bundan dolayı o, hem âkıldır,
hem ma’kuldur hem de akıldır. Bunların hepsi bir zât ve bölünmeyen bir cevherdir.463
Farabiye göre” birden bir çıkar” ilkesi gereğince zorunlu varlık olan Allahın kendi zatını
düşünmesi ve bilmesi sonucu ondan manevi bir cevher olan ilk akıl sudur etmiştir. Bu
akıl, Allaha nisbetle zorunlu, özü itibariyle mümkin bir varlıktır. Bu yönüyle çokluk
karakteri taşımaktadır. Şöyleki bu akıl, hem Allahı hem de kendisinin mümkin varlık
olduğunu düşünür. Bunun sonucu çoğalma başlar. İlk aklın, Allahı düşünmesinden
ikinci akıl, kendisinin mümkin varlık olduğunu düşünmesinden de birinci göğün nefsi
ve maddesi meydana gelmiştir. İkinci akılda aynı şekilde ilk akla göre zorunlu, özü
itibariyle mümkin varlıktır. Bu aklın Allah’ı düşünmesiyle üçüncü akıl, kendisinin
mümkin olduğunu düşünmesiyle ikinci felek meydana gelmiştir. Böylece her akıl,
kendinden sonra bir başka aklı ve nefsiyle birlikte bir gök küresini meydana getirmiştir.
Bu durum güneş sistemindeki gezegenlerin sayısınca devam eder. Ay küresinin aklı
olan faal akılda son bulur. Onuncu akıl olan faal akıl ay altı alemindeki her türlü oluş ve
461
Mehmet Bayraktar, İslam Felsefesine Giriş, diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2005, s. 183.
Ebu Nasr Farabî, Kitabü Arai Medineti’l Fadıla, (Tahkik: Nasri Nadir), Darul Meşrik, Beyrut 2000, s.
55.
463
Farabî, Medinetü’l Fadıla, 46.
462
94
bozuluşun ilkesi kabül edilmektedir. Farabî’ye göre bu onuncu akıl dini terminolojide
Cebrail’e tekabül eder.464
“Münfail akıl, Müstefad aklın maddesi Müstefad akıl ise Faal Aklın maddesidir. Şayet
Faal Akıl, kişinin, önce düşünme gücünün iki kısmı olan nazarî ve amelî kısımlarında
peşinden de mütehayyile gücünde yer alırsa bu kişiye vahyedilmiş olur. Böylece yüce
Allah, Faal akıl vasıtasıyla o kişiye vahyeder. Yine yüce Allah, Faal akıla feyz eder.
Faal akılda, Müstefad akıl vasıtasıyla kişinin Münfail aklına arkasından da Mütehayyil
gücüne feyzeder. Kişi Münfeail aklına feyzedilenle “Filozof” ve tam bir müteakkıl
olurken mütehayyil gücüne feyz edilenle “Nebi” olur.465
Farabî’ye göre Filozof ile Peygamber arasındaki fark, vahiy alıp almama hususunda
değildir. çünkü ona göre nebi ve filozofun bilgi kaynakları birdir. Nebi ile Filozofun
arasındaki fark Farabiye göre Faal Aklın vahyi, Münfail Akıl’a veya mütehayyile
gücüne vermesinden kaynaklanmaktadır. Peygamberliğin Farabî’ye göre filozoftan
sonra gelmesi onun dilinde de değişiklik yapmıştır. Bu yüzden peygamberin dili
somuttur.466 Ona göre Faal Akılla, Münfail Aklın temasında ilk ilkeler ve ilk bilgiler
olduğu gibi kavranırken Faal Akılla, Tehayyül yetisi aracılığıyla kurulan temasta ilk
ilkeler ve ilk bilgiler duyusal sembolleri veya temsilleriyle tehayyül edilmektedir.
Birincisi Filozofların iletişim kurma biçimi iken ikincisi Peygamberlerin iletişim kurma
biçimidir.467
İslam felsefecileri, Allahın sıfatları hususunda mutezilî düşünce yapısına sahiptirler. İbn
Sina, Allahın sıfatlarının zatına zait olmadığını ifade ederek sıfatların zait olması
durumunda zatına nispetle bu sıfatların bil kuvve olmuş olacağını savunur. İbn Sina,
sıfatlar konusunda mutezilenin tutumuna benzer bir tutum sergileyerek ilahi sıfatların
varlığını tek bir sıfata indirgemektedir. Bu konuda Farabi’yi takip ederek Allahın bir
sıfatı olduğunu, o sıfatın da ilim sıfatı olduğunu ifade eder.468 Ona göre İlim sıfatı,
464
Mahmut Kaya, “Farabî” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı Yayınları İsanbul.
1995, Cild XII, 150.
465
Farabî, Medinetü’l Fadıla, 85.
466
Şaban Haklı, “Farabîde Din-Felsefe İlişkisi Bağlamında Din Dilinin Yapısı”, Uluslararası Farabî
Sempozyumu, Elis Yayınları Ankara 2004, s. 309.
467
Mehmet Kuyurtar, Farabinin Çok Boyutlu Mutluluk Kuramının Felsefe-Din İlişkileri Bakımından
Önemi, Farabi Sempozyumu, s. 318.
468
Mesut Okumuş, Kur’an’ın Felsefî Okunuşu, Araştırma Yayınları, Ankara 2003, s.141.
95
Cenabı Allahın zatından ayrı değil bizzat zatının aynısıdır.469 Bütün varlıklar bu ilim
sıfatından sudur etmiştir. Bundan dolayı oluş, ne tabii bir süreç ne de tanrının amacıdır.
Oluş, sadece tanrının kendisini bilmesinin zorunlu bir sonucu olarak gerçekleşmiştir.
İbn Sina’ya göre Allah’ın ilminin konusu kendi zatıdır. Oluş sürecini başlatan neden de
onun kendi zatını bilmesidir. Onun kendi zatını bilmesi bir tek varlığı gerekli kılar o da
akıldır. İbn Sina’ya göre varoluş sürecinde akılların hepsi aktif olmakla birlikte dünya
üzerinde etkili olan sadece son akıldır. Bundan dolayı İbn Sina bu akla Faal akıl
demiştir. Ona göre bu Faal akıl, hem insan varlığının hem de bilgisi sebebidir.470 İbn
Sina’ya göre Allahın mütekellim olması da bu faal akıl ile peygamberin kalbine
bilgilerin akması şeklindedir. Bu akış, onun kelamını oluşturmaktadır. Dolayısıyla ibn
Sina’da bilgi kelam hükmünde, kelam da bilgi hükmündedir.
Onun mütekellim olması demek ondan faal akıl ve mukarreb melek olarak da
adlandırılan “el Kalemun Nakkaş” aracılığıyla peygamberin kalbine bilgilerin
akmasıdır. Ki bu onun kelamıdır.” 471
Felsefecilerin Kur’an tasavvurunun anlaşılmasında onların ortaya koymuş olduğu
Peygamberlik tasavvurunun da bilinmesine ihtiyaç vardır. İslam filozoflarının
Peygamberlik tasavvuru, Allah’ın kelamına muhatap olmaları açısından diğer İslami
disiplinlerdeki peygamberlik tasavvurlarından farklıdır. İbn Sina, peygamberlerin
sıfatını ele aldığı A’lâ suresinin tefsirinde peygamberlik konusunda şu fikirleri öne
sürer. Ona göre beşerî nefiste iki kuvve vardır. Bunlardan biri nazarî diğeri ise amelîdir.
Bu kuvvelerle nefis, beden ve âlem üzerinde tasarrufta bulunur. Nazarî kuvve, amelî
kuvveden daha değerlidir. Bundan dolayı ayette de önce zikredilmiştir. “sana (Kur’anı)
okutacağız, artık Allahın dilediği hariç sen hiç unutmayacaksın.”472 Cenabı Allah,
peygamberinin ruhunu kuvvetlendirmektedir. Bunun sonucunda peygamberin nefsi,
ilahi bilgileri gerçek ilimlerle donanmış kudsi bir nefis seviyesine çıkmaktadır. O, bir
şeyi öğrendiğinde artık unutmamaktadır. Fakat insanın nefsi, mutlak anlamda tabiatı
gereği hatadan yoksun olmadığı için bazen onun nefsinde de hata ve unutkanlık vuku
469
Salim Merşan, el Canibü’l İlahî İnde İbn Sina, Daru Kuteybe, Beyrut 2002, s. 114.
Ali Durusoy, “İbn Sina” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı Yayınları
İstanbul. 1996, Cilt XX, 326.
471
İbni Sina, “Arş Risalesi”, (Çev. Enver Uysal), UÜİFD, Sayı 9, Cild IX, 2000.
472
A’la, 87/6
470
96
bulmaktadır.473 Peygamberler, Allah’ın kelamını işitip ve meleklerini de görürler.
Melekler, vahyedilene suretlendirilip kulağında bir ses meydana getirirler ve peygamber
de bu sesi insanların veya başka varlıkların sesi olmaksızın duyar ve alır.474
İslam felsefecilerinin peygamber tasavvurunda peygamberlik, aklın kudsî kuvvesine
yükselmiş ve kazanılmış bir meleke olarak görürlür. Buna göre peygamberin vazifesi,
makullere ait olan hakikatleri, bu makulleri kavrayamayacak halka bir takım
sembollerle anlatmaktır. Kur’an’daki cennet ve cehennem gibi semboller bu
cihettendir.475
İbn Sina’ya göre vahye aracı olan faal akıl peygamber ve insan için bilgi kaynağıdır.
Faal akıldan bilgi edinme ise dolaylı veya dolaysız olur. İnsan, düşünmesi sonucu teorik
aklını bilfiil akıl seviyesine getirerek faal akıldan bilgiyi alır. Peygamber bu akıl
sayesinde her an faal akılla temas kurabilir. Tikelleri, külli surette alır ve benzerlerine
dönüştürebilir. Peygamberin kudsî aklı, peygamberde ki sezgiyi de en üst seviyeye
çıkarır. Bu sezgi gücü ile de peygamber vahyi alır.476 İbn Sina, gizli bir bildirim olarak
gördüğü vahiy olayını, dolayısıyla kitabın oluşumunu şu şekilde açıklamaktadır.
“Peygamber gayb bilgisini hakktan melek aracılığıyla alır. Hayal gücüde bunu alıp,
harfler ve muhtelif şekiller biçiminde tasavvur eder. Nefs levhasını boş bulup ona bu
ifade biçimlerini nakşeder. Ondan manzum bir kelam işitir. İnsan biçiminde bir şahıs
görür. İşte bu vahiydir. Çünkü peygambere bir şeyin ilka edilmesi herhangi bir zaman
diliminde olmaz. Peygamber tertemiz nefsinde ilka edilen şeyin suretini tasavvur eder.
ilka edilenler ise parlak bir aynada aynaya bakanın suretinin görünmesi gibi bunların
suretinin kendisine nakşedildiği peygamber tarafından bazen İbranice bazen de Arapça
ifadelerle dile getirilir. Kaynak tektir. Ama bu bilgilerin ortaya çıktığı yerler farklıdır.
İşte bu, meleklerin kelamını dinlemek ve onları görmektir. Ondan bir ifade
473
İbni Sina, A’la sûresi Tefsiri, Hasan Asi’nin “et Tefsiru’l Kur’anî ve Lügatis Sufî Fi Felsefeti İbn
Sina” adlı kitabının sonunda, Müessesetü’l Camiiyye, Beyrut, 1983, s. 98.
474
İbni Sina, Metafizik, (Çev. Ekrem Demirli), Litera Yayıncılık., İstanbul 2005, Cild I, 181.
475
Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, Cild II, s.35.
476
Özgür Demirel, İbn Sina’da Vahiy, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi unviversitesi. Sosyal
Bililmler Enstitüsü, İslam Felsefesi Tarihi, Ankara 2007, s. 48.
97
kullanıldığında tasavvurun kendisi de onunla beraber gelir. İşte bu, kitabın ayetleridir.
Ona nakşedilmiş ifadelerden biri kullanıldığın da O, nübüvvet haberlerindendir.477
İslam felsefecilerinin Kur’an tasavvurunda Kur’an, remizlerle doludur. Hz. Peygamber
avamın anlayamayacağı hakikatlerin anlamlarını söyleyerek remizlerle ifade etmiştir.
Bunun yanında havassın anlayabileceği, avamın anlayamayacağı şeyleri de avamdan
gizlemiştir.478İbn Sina’ya göre metafizik konularda dinin zahirini delil kabül etmek,
kişiyi tevhid ve tenzih konusunda hataya sürükleyebilir. Çünkü Kur’an, bireye
anlayabileceği şekilde benzetmeye dayalı bir dil kullanarak Allahı, melekleri, cennet ve
cehennemi anlatmaktadır. Allah’a el yüz ve yön isnad edilmesi insanları tevhid
hususunda yanıltabilir. Fakat Kur’an’ın bu dili de kullanması kaçınılmazdır. Çünkü
insanın Allahın varlığı birliği konusunda gerçek anlatıma yakın bir anlam kazanabilmesi
için sembolik ifadeler gerekmektedir. Yine İbn Sina’ya göre Kur’an’da geçen mutluluk
ve ceza ile ilgili ayetler teşbihîdir. Ceza ile ilgili ayetlerdeki zebaniler, zincir ve bukalar,
temsilidir. Uhrevi mutluluğun anlatımı da bu şekilde temsili olarak gerçekleşmektedir.
Ona göre bütün bu temsili dilin kullanılma nedeni, insana soyut kavramları anlatmanın
zorluğunda yatmaktadır.479
İhvanı Safa’nın Kur’an tasavvuru da İbni Sinanın Kur’an algısına benzerdir. İhvanı
Safa’ya göre Kur’an, avamın zihinlerinden uzak olan hakikatler için bir remizdir. Hz.
Peygamber ümmetin havassına getirdiği hakikatleri remizsiz ifade ederken, avamına
getirdiği hakikatleri müşterek lafızlar ve tevile ihtimali olan manalarla ifade etmiştir.
İhvanı Safa’ya göre Kur’an’ın zahiri murad edilen şey değildir.480 Zahiri manaları
uygulayanlar dünyada kurtuluşa ererken, batınî sırları elde edenler uhrevî bir kurtuluşa
nail olurlar.481 İhvanı Safa’nın bu anlayışının sonucu olarak tevil, Kur’an’ın anlaşılması
ve anlamlandırılmasında esas bir yer işkal eder. Çünkü ilahi kitaplar onların katında
okunan ve işitilen lafızdan ibaret olmakla beraber bu lafzın gizli manaları vardır.482
Dindeki gerçek hedefin, nefsin arındırılarak Allah’a benzemesi olduğunu ifade eden
İhvanı Safa, insanlığın gelişim sürecinde tarih boyu ortaya çıkan dini metinleri söz
477
İbni Sina, Arş Risalesi, 6.
Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II, 37.
479
Demirel, 59.
480
Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II, 4.
481
İhvanı Safa, Rasail, Darü’s Sadr, Bombay Tarihsiz, Cild III, s.140.
482
Asî, 19.
478
98
konusu hedefe götüren yol işaretleri olarak belirtir. Onlara göre bu metinlerin gerçek
anlamlarına ancak teville ulaşılabilir.483
Bundan dolayı İhvanı Safa, Kur’an’ı mecazi olarak yorumlamayı tercih eder. Kutsal
kitaptaki adem, şeytan, bilgi ağacı, haşr, hesap günü, cehennem, cennet gibi bütün
metafizik motiflerin sembol olarak alınıp mecazen yorumlanmasını gerekli görür. İhvanı
Safa bu anlamda Rad suresi 17. ayette geçen “O, gökten su indirdi” ayetindeki su’dan
maksadın Kur’an olduğunu vurgulamıştır. Avamın akıl yoluyla bunu elde
edemeyeceğini, ancak peygamberlerin, zahidlerin, velilerin bunu idrak edebileceğini
ifade etmiştir.
484
İhvanı Safa, müteşabih ayetlerin Kur’an’da varlığını kabül ederek bu
ayetlerin ancak kendilerine hikmet verilmiş kimselerce yorumlanabileceğini öne sürer.
Ayrıca İhvanı Safa, Cenabı Allah’ın haberi sıfatlarıyla ilgili ayetleri tevil ederek hurufu
mukattaların gizli anlamlar taşıdığını da îma etmiştir.485
İslam Felsefecileri Kur’an tasavvurunu oluşturan Kur’anî kavramları da sahip oldukları
nazariyeler doğrultusunda anlamlandırmışlardır. Örneğin, İslam âlimlerinin müteşabih
ayetler karşısında takınmış olduğu tavırdan uzaklaşarak hurufu mukattaları tevile
gitmişlerdir.486 İbn sina, “Risaletün Nevruziyye” adlı eserinde Hurufu mukataları tevil
ederek bunların evren ve kozmosun oluşum merhalelerine ilişkin bir takım gerçeklere
delalet ettiğini öne sürmüştür.487 İbn sina, “ Elif lam mim” harflerinden maksadın
yaratma ve emir sahibi olan ilk Evvel’e yemin olduğunu ifade etmiştir.488 Bu konuda
daha da ileri giderek hurufu mukataalara ilişkin yaptığı tevillerin kesinlikle bunlardan
anlaşılan mana olduğunu ve bu manaların da kesin kesin olduğunu ifade etmiştir. Ona
göre hurufu mukattalar için bunun dışında başka mana aramak doğru değildir. İbn sina,
İslam bilginlerinin sonunda gerçek manasını Allaha havale ettiği hurufu mukattalara
ilişkin anlamlandırmada kesin bir tavır izlemiştir. İbn sina, Kur’an’da birçok ayetin
müteşabih özelliği taşıdığını savunarak müteşabih özelliği gösteren ayetleri inanç
alanını ilgilendiren, Allah’tan, onun zat ve sıfatlarından bahseden, semâvat, evrenin
483
Goldziher, 212.
Bayram Ali Çetinkaya, İhvanı Safa’nın Dini ve İdeolojik Söylemi, Eliss yayınları, Ankara 2003,
s.151.
485
Çetinkaya, 153.
486
Abdülhamit Sinanoğlu, İbn Sinanın Felak Suresi Tefsiri Bağlamında İlk Yaratılış Düşüncesine
Teolojik Bir Yaklaşım, Kelam Araştırmaları, 7/2, s. 53-72.
487
Okumuş, 76.
488
İbni Sina, Risaletün Nevruziyye, Tis’u Rasail Fi’l Hikmeti ve’t Tabiat içinde Daru’l Arap, Kahire
Tarihsiz, s. 140.
484
99
yaratılışı ve kıssalardan bahseden ayetler olarak belirtmiştir. Bunun yanında muhkem
ayetlerin varlığını da ifade ederek, muhkem ayetleri ibadet, konularına has kılıp bu
ayetlerde simgesel mananın aranmadığını da belirtmiştir. Yine muhkem ayetler
kabilinden, ahlak ve hukuka dair konulara ilişkin ayetleri kabül etmektedir.489
İslam felsefecileri, Kur’an’ın mucizevi yönünü de sahip oldukları Kur’an tasavvuru
çerçevesinde anlamlandırmışlardır. Kur’an’ın fesahat, belağat ve nazmının güzelliği,
aklî konulara dair bilgiler, Allah, melekler, önceki kitap ve peygamberler, gelmiş ve
gelecekte olacak olaylarla ilgili gaybî haberlerin tamamı Kur’an’ın mucizevi yönleri
arasında addedilmiştir. İslam felsefecilerinin Kur’an algısında bu tür mucizeler, bilginin
üstünlüğü ve tahayyül gücüne bağlı mucizelerdir. İbn sinaya göre bir yandan nebinin
sahip olduğu kutsî aklın faal akıldan aldığı bilgi, yani vahiy bizzat mucize olarak telakki
edilirken diğer taraftan peygamberin tehayyül gücüne bağlı olarak gerek uykuda gerek
uyanık
durumda
iken
edindiği
gaybi
haberler
Kur’an’ın
mucizevi
yönünü
oluşturmaktadır.490
İslam Felsefecileri, Kur’an’ın aşkın boyutunu bir inanç objesi olarak algılarlarken,
Kur’an’ın şehadet alemine ilişkin boyutunu bilgi kaynağı ve bilgi objesi olarak
algılamışlardır. Kindî, Kur’an’ın güvenilir bir bilgi kaynağı olduğunu belirterek onun
bilgisinin beşeri bilginin aksine hiçbir çaba harcanmadan, mantık ve matematik
yöntemlerine başvurmadan Allah’ın peygamberin kalbini aydınlatması sonucu zamana
bağlı kalmaksızın ortaya çıktığını ifade etmektedir. Kindî, aklın kaldıramayacağı
konularda vahyin kılavuzluğunun gerekli olduğunu ifade ederek değer, mertebe ve
insanı tatmin açısından vahyi bilgiyi felsefi bilgiden üstün tutar.491 İbn sina ise her iki
bilginin ilahi olduğunu sadece elde ediliş yönlerinin farklı olduğunu vurgulayarak bir
ayırıma gitmez.492
489
Okumuş, 76.
Okumuş, 180.
491
Kaya,“Kindi” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, Cild
XXVI, s. 45
492
Demirel, 46.
490
100
2.3. ÇAĞDAŞ DÖNEM KURAN TASAVVURLARI
2.3.1. Sosyolojik Kur’an Tasavvuru
Ana hatları Afganî tarafından çizilen sosyolojik Kur’an tasavvurunun önde gelen
taraftarları Abduh, Reşit Rıza, Mustafa Meraği, Şeyh Şeltut gibi müfessirlerdir. Bu
akımın takınmış olduğu genel tavır ictihada yeniden canlılık kazandırmak ve bütün
alanlarda taklidi ortadan kaldırarak dinin temellerini sağlam fikir ve düşünce üzerine
inşa etmektir. Akımın bu düşüncesinin altında yatan muharrik unsur ise batı dünyasının
İslama yöneltmiş olduğu tenkid ve eleştirilere cevap verme gayretidir.493 Bu akımın öne
çıkarmış olduğu anlama ve anlamlandırmaya ilişkin en temel özellik, aklın ön planda
tutularak âyetlerin aklın ışığında açıklanmaya çalışılması ve akla muhalif görülen
rivayetler sıhhat derecesi ne olursa olsun reddedilmesidir.
494
Abduh, Kur’an ayetlerini
tefsir ederken her fırsatta aklı gündeme getirerek önemini vurgulamıştır. Zaman zaman
Kur’anî kavramları, kelimenin esas veya izafi anlamlarından birini taşımayan farklı bir
anlama, akıl yoluyla yorum yaparak ulaşabilmektedir. Örneğin, Âli İmran süresinin 4.
ayetindeki “‫ ”وانزل الفرقان‬ifadesindeki “Furkan” kelimesini akıl olarak yorumlaması
bunlardan biridir. Ona göre aklın inzali, mecazi anlamda demirin inzali gibidir. 495
Akımın öncüsü Afgani öğrencilerine dini inançlarını, taklid üzerine değil akıl üzerine
inşa etmesini tavsiye eder. Bundan dolayı ona göre aklı dışlamış İslam dünyasına aklı,
dini ihmal etmiş batı dünyasına da dinin varlık zaruriyetlerini anlatmak gerekir.496
Abduh, taklidin aklı öldürdüğünü oysa islamın taklidi imha ettiğini fakat sonraki
asırlarda taklidin tekrardan dirildiğini ifade ederek taklidi eleştirmiştir.
“Eğer biz ön yargısız olarak ilk önce kafamızdaki görüşleri Kur’an’la ölçersek o zaman
hidayette ve dalalette olduğumuzu anlarız. Ama biz öyle değil de önce kafamızdaki
görüşleri Kur’an’a onaylatırsak, o zamanda hidayet ile dalaleti bir birinden ayırmamız
mümkün olmaz. Çünkü ölçenle ölçülen birbirine karışmış olur. Bununla şunu demek
istiyorum; Kur’an, mezhep ve görüşlerin kendisine döndürüldüğü temel bir ölçü olması
493
Orhan Atalay, 20. Yüzyıl Tefsir Akımı İctimaî Tefsir, Beyan yayınları, İstanbul 2004, s. 80.
Abdülbaki Güneş, Aklî Tefsir Hareketi, Ahenk yayınları, Van 2003, s. 264.
495
Güneş, 269.
496
Atalay, 116, 118.
494
101
lazımdır. Bazı kişiliksizlerin yaptığı gibi, mezheplerin temel kabül edilip bir takım
yorum ve tahriflerle Kur’an’ın onlara hamledilmemesi gerekir.”497
Abduh, Kur’an’ın aşkın boyutunu bir inanç objesi olarak görür.498Cenabı Allah’ın
varlığının kâinattaki hiç bir şeye benzemediğini, ezelî, ebedî, hay, âlim, kadir,
varlığında ve sıfatlarında tek olduğunu ifade eder. Yine Abduh, Cenabı Allah’ın
mütekellim, basir, semi’ olduğunu ifade eder. Bütün bu saydığımız zâtına ait şeylerin
hepsine sahip olduğunun bilinmesine kulun iman etmesi gerektiğini söyler. Fakat bu
konulara fazla dalınmasını uygun görmez. Çünkü Abduh, bu tür konulara akıl
aracılığıyla vakıf olunamayacağı savunur.499 Reşid Rıza da, hocasının görüşlerini
paylaşarak okuyucularına Allahın sıfatları konusunda şunları tavsiye eder.
“Bil ki ey okuyucu, Allahın kelamının nefsi, kadim, zatıyla kaim, harf, ses, bir tertip ve
dil olmadığı yine Allahın kelamının lafzi ve peygamberlerine indirilen bir kitap olduğu
gibi Allahın kelamına ilişkin taksimler ve Kur’an’ın mahluk olup olmadığı şeklindeki
görüş ihtilaflarının hepsi felsefeden ibarettir. Sonradan ortaya çıkarılmış nazari
görüşlerdir. Bu görüşler ne kitapta ne de sünnette var olmuştur. Allahın zatına ve
sıfatına ilişkin tahlili araştırmalara da karşı konumdadırlar. Bu gibi konular şeytanın
vesvesesinin bol olduğu yerlerdir. Bunlardan sakın ve bu gibi fikirlere dalmaktan da
Allaha sığın… Sana düşen kelamın, Allahın kemal sıfatlarından olduğuna iman
etmendir. Sana düşen kitap ve sünnette doğrulanmış olan bu konulara ilişkin ispat ve
nefy’e ziyadesiz, noksansız, tevilsiz, temsilsiz ve ta’tilsiz inanmandır. Allahın zatının ve
sıfatının künhü, peygamberleriyle konuşması veya münada da bulunması keyfiyeti
konusunda kendi aklınla karar vermemendir. Çünkü senden önceki, peygamberin
ashabları, tabiin alimleri, hadis imamları bu mütekelliminin bidatının çıkmasından
evvel böyle düşünmekteydiler.500
Sosyolojik Kur’an tasavvuru, Kur’an’ı Kerimin kaynağını Cenabı Allah’ın kadim olan
kelam sıfatının bir sonucu olarak görür. Fakat işitilen Kur’an’ın kendisinin ise ontolojik
497
Reşit Rıza, Menar, Daru’l Menar, Kahire 1947, Cild I, s. 71.
Muhammed Abduh, Risaletü’t Tevhid, (Tahkik; Muhammed Ammara), Daru’ş Şuruğ, Beyrut 1994,
s.134.
499
Abduh, Tevhid, 52.
500
Rıza, Vahyü Muhammedi, Müessesetü İzzeddin, Beyrut, H. 1406, s. 83.
498
102
açıdan herhangi bir varlıktan farksız olduğunu, onun hâdis olduğu hususunda ihtilaf
olmadığını ifade eder.501
Reşit Rıza, Cenabı Allah’ın, peygamberlere indireceği şeylerin vahiy yoluyla
gerçekleştiğini ifade ederek Kur’an’ın da Allah tarafından Hz. Peygambere Cibril
vasıtasıyla vahiy yoluyla ulaştırıldığını bildirir.502 Abduh, vahyi kelime olarak gizli
bildirim şeklinde açıklamaktadır. Kavramsal açıdan vahiy ona göre peygamberlerin,
kesbetmeksizin veya herhangi bir kimseden teallüm etmeksizin sahip olduğu bir ilim503
ve irfandır.504Cenabı Allahın peygamberlerin kalplerine attığı vicdani bir ilimdir.
Peygamberler bunu düşünmeksizin nefislerinde bulurlar. Bu ilim kendilerine görünen
bir melek aracılığıyla ulaştırıldığı gibi bazen onu aracısız elde ederler.505
Sosyolojik Kur’an tasavvuru, Kur’an’ın Levhi Mahfuzdan indirildiğini, Levhi
Mahfuz’un mahiyeti konusunda rivayet edile gelen şeylerden kaçınılması gerektiğini,
çünkü bu konuda sahih haberlerin olmadığını, Levhi Mahfuz’un gaybi konulardan biri
olduğu bilgisine sahiptir. Abduh’a göre mümine düşen vazife bu konuda sadece
inanmaktır.506Sosyolojik Kur’an tasavvuruna göre Kur’an’ı Kerim, Hz. Peygamberin
peygamberliği süresince müneccemen indirilmiştir. Kur’an’ın indirilmeye başlandığı
gün ramazan ayı içinde saklı olan Kadir gecesidir. Abduh, Kur’an’ın ramazan ayında
Beytü’l İzzeye indirilişi gibi bir hususu, âyetin zahirine aykırı olduğunu ileri sürerek
kabül etmez.507
Sosyolojik Kur’an Tasavvuru, Kur’an’ın aşkın boyutuna ilişkin konularda selefî bir
tutum takip edip şehadet âlemine ilişkin boyutun da ise yenilikçi bir yol takip
etmiştir.508 Bu yenilikçi yaklaşımda, Kur’an’ın inanç objesi olmasından daha çok
Kur’an’ın bilgi objesi olması yönü üzerinde durur. Bu algılamaya göre Kur’an bir
hidayet kitabıdır. Topluma yol göstermek için gönderilmiştir.509 Varlık alemine ilişkin
doğru bir tasavvur ortaya koymak ve Cenabı Allahın ezelde koymuş olduğu değişmez
501
Abduh, Tevhid, 48.
Rıza, Vahyi Muhammedi, 82.
503
Rıza, Menar, Cild I, 220.
504
Abduh, Tevhid, 101.
505
Rıza, Menar, Cild I, 220.
506
Rıza, Menar, Cild II, 161; Abduh, Tefsiru Cüz’i Amme, Mısır matbaası, H.1341, s. 61.
507
Rıza, Menar, Cild II, 161.
508
Kırca, Kur’an’a Yönelişler, 242.
509
Rıza, Menar, I, 20; Emin, Hulî Kur’an Tefsirinde Yeni Metod, (Terc.; Mevlüt Güngör) Kur’an
Kitaplığı, İstanbul 1995, s. 67.
502
103
ilkeleri bildirmek ve bunları, hayatın bütün alanında Kur’an öncülüğünde tanzim etmek
için vahiy indirilmiştir.510 Bundan dolayı Abduh, yapılacak tefsirin ana gayesinin
Kur’an’ın öğüt, ibret ve hidayet yönünün ortaya konulması olması gerektiğini ön
görür.511 Abduh, Kur’an’ın indiriliş maksadını tevhid, va’d ve vaid, ibadet, saadet
yolunu beyan, mutlu olmanın yolunu açıklama, kıssalar ve tarihi haberler512 olarak
açıklarken Reşit Rıza, Kur’an ayetlerinde aranması gereken maksatları şu on maddede
özetler.
1. Peygamberlerin davet ettiği fakat tâbi olanların ise bu yoldan uzaklaştığı dinin üç
rüknünün açıklanması. Bunlar, Allaha iman, diriliş inancı ve Salih ameldir.
2. Beşerin bilgisini bulunmadığı nübüvvet, risalet ve peygamberlerin vazifelerinin
açıklanması
3. İslamın fıtrat, akıl, fikir vb. dini kılınmasıyla kavimlerin, toplulukların ve fertlerin
nefislerinin kemaliyete ulaştırılması
4. İctimaî, siyasî, vatanî açıdan insanlığın ıslahını beyan
5. Kişisel sorumluluklar açısından gerekli ve sakıncalı hususlar konusunda islamın
genel özelliklerini beyan etme
6. İslama göre uluslar arası siyasetin hükümlerini açıklama
7. Malî ıslahı beyan etmek
8. Harp nizamını ıslah etme, savaşın zararlarını def’ ve insanlık için hayr olan şeyde
sınırlama
9. Kadınlara bütün insanlık haklarını verme
10. Köle azadı hususunda dini yolu beyan etme513
Abduh, her okuyucuya düşenin Kur’an’ı tefekkür ve tedebbür ile tilavet ederek onu
anlamaya çalışması ve onunla da amel etmesi gerektiğini, okuma yazması olmayan
kişilerin de kendilerine okunması için bir yardımcı bularak Kur’an’dan istifade yoluna
gitmesi gerektiğini beyan eder.514
510
Mustafa Öztürk, Tefsir Tarihi Araştırmaları, Ankara okulu, Ankara 2005 s.284.
Güneş, 233.
512
Hasan Yılmaz, Kur’an ve Muhtevası, Fecr yayınları Ankara 2008, s. 33.
513
Rıza, Vahyü Muhammedi, s. 193.
514
Rıza, Menar, I, 20.
511
104
Sosyolojik Kur’an tasavvuru, Kur’an’ın kıssaları konusunda Edebî Kur’an tasavvuruna
öncülük etmiştir. Sosyolojik Kur’an tasavvuru, Kur’an kıssalarının tarihi gerçekler
olamayabileceği, söz konusu kıssaların zahir manalarının ötesinde temsili bir takım aklî
anlamların bulunabileceğini öne sürerek daha sonraki dönemlerde teşekkül eden Kur’an
Tasavvurlarına öncülük etmişlerdir. Örneğin Bakara suresi 243. Ayette geçen kıssanın
gerçekleşmesinin şart olmadığını, olayın netliğini ifade etmek için temsil yolu
kullanıldığı ifade edilmiştir.515 Bunun yanında Kur’an’da zikredilmeyen kıssalar
hakkında gelen israilî rivayetler de kabül edilmemiştir. Bu tasavvura göre bunun nedeni
bu rivayetlerin Kur’an’ın hidayeti bağlamında her hangi faydasının olmadığı, bazen
Kur’an’ın siyakına uymadığı ve akılla çelişmiş olduğudur. Bununla birlikte rivayeti
sahih olan kıssalarla kendileriyle uyuşan nassları izah etmişlerdir.516
Sosyolojik Kur’an tasavvurunun i’caz algısı da Kur’an’a yükledikleri misyonla
paralellik gösterir. Bu tasavvurun taraftarları Hz. Peygamberin Kur’an dışında bir
mucizenin olmadığını ifade etmişlerdir. Onlara göre, Hz peygamberin akli ve manevi
mucizesi Kur’an’dır.517 Abduh’a göre, Kur’an, fesahat, belağat ve nazm yönünden icaza
sahip olduğu gibi, gaybi haberleri barındırması, çelişik ifadelere rastlanmaması, dini ve
ilmi bilgilere sahip olması, zamanlar üstü olması gibi yönlerden de icaza sahiptir.
Abduh’a göre Kur’an’ın bu icaz yönlerinin yanında bir i’caz yönü daha vardır ki bu,
diğer icaz yönlerinden daha üstündür. Bu Kur’an’ın insanlar için bir hidayet kaynağı
olduğudur.518Reşit Rıza da aynı şekilde Kur’an’ın icaz yönünü daha çok hidayet ya da
bireysel ve toplumsal ıslah ekseninde açıklar.519
Sosyolojik Kur’an tasavvuru, Kur’an dilinin Arapça olduğunu ifade ederek Kur’an’ın
Arapça dilinde ifade edildiği zaman Kur’an olacağı fikrini benimser. Reşid Rıza, Kur’an
tercümelerini Kur’an olarak kabül etmediği gibi tercümeden hareketle Cenabı Allah’a
hiçbir şeyin isnad ve izafe edilemeyeceğini de vurgular. Tercüme edilmiş bir Kur’an’ın
515
Rıza, Menar, II, 457.
Geniş bilgi ve örnekler için bkz. Güneş, 293, 308.
517
Güneş, 284.
518
Rıza, Menar, I, 198; Abduh, Tevhid, 133.
519
Öztürk, Tefsir Tarihi Araştırmaları,, 284.
516
105
i’caz unsurlarından hiçbirisine sahip olmadığını ısrarla belirtir. Çünkü O, icaz
konusunda Arapçaya şiddetle vurgu yapar.520
Sosyolojik Kur’an tasavvuruna göre Kur’an’da bazı müphem konular bulunmakla
beraber bunların açıklanması yönünde herhangi bir çaba sergilenmemelidir.
Mübhemata, Kur’an’da geldiği şekliyle iman edilmesi ve bunun ötesinde bir uğraşıya
kalkışılmaması gerekir. Abduh, bu konuda şunları ifade eder.
“Kur’an’da ki açıklananlar ibret ve öğüt almak için bize kafidir. Onun açıkladıklarını
biz de açıklar, mübhem bıraktıklarını biz de mübhem bırakırız.”521
Sosyolojik Kur’an tasavvuruna göre Kur’an’daki müteşabih ayetler birçok hikmeti
içinde barındırmaktadır. Allah bu konuda müminlerin kalplerini sınamak istemiş ve bazı
hususları gizlemiştir. Bu ayetlerin anlamları açık olsaydı iman etmenin bir anlamı
kalmazdı. Soyolojik Kur’an tasavvuruna göre müteşabih ayetlerin varlığındaki diğer bir
hikmet ise müminin aklını çalıştırmasına bir vesile olmasıdır. Mümin açık olan şeylere
çaba göstererek aklı zayıf düşer. Çünkü açık seçik ifadelerde aklın bir rolü olmaz. Bu
durumda akıl zayıflar ve ölür. Ancak müteşabih ayetleri araştırarak akıl bu yönde
derinleşip kuvvetlenir ve dirililir.522 Abduha göre ayetlerde görülen müteşabihlik iki şey
arasında olur. Bu, lafızdaki manadan dolayı kaynaklanan bir durumdur. Zihin, ayetteki
manaları teemmül ettiğinde birini diğerine tercih edecek bir hal bulamaz. Abduh,
müteşabih ayetleri iki kategoride ele alır. Birincisi ahiret, cennet, cehennem gibi ilahi
bilgiye özgü konuları içeren ayetler, ikincisi ise lafzi anlamı, murad edilen anlama
aykırı olan ayetlerdir. İlahi bilgiye özgü ayetlerin getirdiği haberlere inanmak vaciptir.
Bunların bilgisini ancak Allah bilir. Lafzi anlamı, murad edilen anlama zıt olan ayetleri
zahiri anlama göre kavramak mümkün değildir. Çünkü akli ve nakli deliller bu ayetlerin
zahirini anlamlandırmaya izin vermezler.523 Abduh, müteşabih ayetlere misal olarak
Cenabı Allah’ın haberi sıfatlarını ihtiva eden ayetleri göstermiştir. Abduha göre
muhkem ayetler ise insanların davet edildiği esaslardır. Bunlar kolayca anlaşılır,
insanlar bunlarla hidayete ererler.524 Bu ayetler, nazım ve telif açısından sağlam
520
Öztürk, Tefsir Tarihi Araştırmaları, s. 286.
Rıza, Menar, Cilt I, 325.
522
Atalay, 138.
523
Atalay, 136.
524
Rıza, Menar, III, 165.
521
106
kılınmışlardır. Manası açık, delaleti beliğ, sağlam kaleler gibidirler. Bu ayetlerde
kelimelerin manaya olan delaleti açıktır. Bu ayetler şekk ve tevil kabül etmezler.
Teğayyür ve tebeddül ihtimalleri de yoktur.525
Sosyolojik Kur’an tasavvuru, Kur’an’daki nesh olgusuna önceki âlimlerden farklı
şekilde algılar. Abduh, Bakara 106. ayetin tefsirinde âlimlerin ikiye ayrıldığını söyler.
Ona göre bazıları, Nahl 101. Ayet çerçevesinde olaya açıklık getirmeye çalışarak
buradaki neshi tebdil manasında ele almışlardır. Onlara göre ayette mevcut olan nesh
tilavet yönündendir. Diğerleri ise neshi, hem tilavet hem de hüküm açısından
gerçekleştirmişlerdir.
526
Abduh, her iki görüşü de eleştirerek ayeti önce gelen şeri bir
hükmün sonra gelen şeri bir hüküm tarafından neshine delil saymamaktadır. Abduh,
Bakara 106. ayette geçen “ayet” kelimesinin anlamını, Cenabı Allahın peygamberlerin
peygamberliklerini desteklemek için onlara verdiği deliller olarak anlamlandırır. Bu
deliller ise bazen mucize bazen de vahiy olarak tezahür edebilir. 527
Sosyolojik Kur’an Tasavvuru Kur’an’ın teolojik yönüne de vurgu yaparak Kur’an’ın
Arapça tilavetiyle teabbüd olunacağını fakat Kur’an’ın sırf bu amaçla inmediğini bilakis
akıl sahiplerinin düşünüp, öğüt almaları için indirildiğini açıklamaya çalışır. Kur’an ve
sünnetin bu doğrultuda açıklamaları olduğuna vurgu yapar.528
2.3.2. Tarihselci Kur’an Tasavvuru
Tarihsellik kavramı, üzerinde felsefeciler tarafından görüş birliğine varılan bir kavram
olmamakla birlikte “Tarihin belirli bir döneminde ortaya çıkan bir obje, olay ve fikrin
olgusallığı ile oluşumundaki nasıllığı ortaya koyma, bu obje olay ve fikrin var oldukları
zaman ve mekan ile olan ilişkisini dikkate alarak daha sonraki dönemlerde etkinliğin
olup olmadığını tespit işlemi”529 şeklinde tanımlanmıştır. Tarihselcilik kavramı ise tarihi
bir olgu olay, nesne ya da durumu, ortaya çıkmalarını hazırlayan şartlarla birlikte
kavramadır.530Tarihsellik ve tarihselcilik kavramları her ne kadar farklı tanımları
yapılmış olsa da bir birinin yerlerine kullanıla gelen kavramlardır. Tarihsellik ve
525
Rıza, Menar, XII, 3.
Rıza, Menar, I, 414.
527
Rıza, Menar, I, 416.
528
Rıza, Menar, I, 449.
529
Recep Demir, Kur’an Tefsirinde Tarihselci Yöntem, Basılmamış Doktora Tezi, Selçuk Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Tefsir Bilim Dalı Konya 2004, s. 14.
530
Ziya Keskin, Tarihsel Addedilen Ayetlerin Evrenselliği, Rağbet yayınları, İstanbul 2000, s. 18.
526
107
tarihselcilik kavramı arasında şöyle bir nüanstan bahsederler. Olguyu konu edinen
tarihsellik, belirli bir zaman ve mekanda ortaya konan metnin mahiyetinin nasıllığını ele
alırken, tarihselcilik ise daha çok bilginin değeri ve geçerliliğini inceleyen felsefi ve
metodolojik bir eğilim gösterir.531
Kur’an metni çerçevesinde ele alındığı zaman Tarihselcilik, Kur’an vahyinin uğrak
noktaları olarak değerlendirdiği tarihsel olayları, işâret levhaları gibi algılayarak vahyin
yol haritasını çıkarmayı amaçlar. Burada tarihsel yaklaşımın temel amacı, vahyin
gerisindeki görünür tarihsel nedenlere dikkat çekerek bir tür Kur’an vahyinin izlediği
tarihsel yolu, Kur’an mantığı olarak yorumlamaya çalışmaktır532 Bu algılamaya göre bu
mantık ortaya konulduğunda ayetlerin anlamları genel şema içerisinde doğru olarak
tespit edilecektir.533
Celal Kırca’nın bu konuya ilişkin görüşleri tarihselci Kur’an tasavvurunun gayesini
ifade etmeye yönelik yerinde bir tespittir.
“Tarih felsefesinin gelişmesiyle ortaya çıkan bu anlayışa göre kutsal bir metnin de
tarihsel olabileceği, dolayısıyla Kur’an’ın da tarihsel bir metin olarak okunup
anlaşılabileceği ve bunun gerekliliği ileri sürülmüştür. Bu fikrin ileri sürülmesindeki
temel amaç da Kur’an’ın ön gördüğü bazı kural ve ilkelerin çağdaş toplumun değer
yargılarıyla örtüşmediği veya en azından öngördüğü bazı kuralların çağdaş
problemlere çözüm getiremediği iddialarını geçersiz kılmak için Kur’an’ı yeni bir
anlayış veya yöntemle ele alıp okumak ve O’nu yaşayan bir kitap haline getirmektir.
Zira Kur’an’ın klasik okuma biçimlerinden hiçbiri bugün müslümanların içinde
bulunduğu acıklı duruma düşmesine engel olamamıştır. Geçmişin, Kur’an’ı okuma ve
anlama biçimi onları ilgilendiren bir husustur ve bizim için bir bağlayıcı yönü de
yoktur. Bizim görevimiz, çağımızın insanına Kur’an’ı anladığı dilden anlatmak ve onun
problemlerine Kur’an’dan çözümler üretebilmektir. Böyle yapılmadığı taktirde
insanlar, Kur’an’dan uzaklaşmakta ve Kur’an’sız bir hayatı tercih etmektedirler.534
531
Demir, 19.
Burhaneddin Tatar, Tarih Ufkunda Beliren Kur’an Vahyi, İslamiyat, VII, 2004, Sayı 1, s. 30.
533
Tatar, 30.
534
Kırca, Kur’an’ı Anlama, 290
532
108
Gadamer’den iktibas ederek kullandığı etkin tarih ile Kur’an’a tarihsel yaklaşmanın
öncülüğünü yapan Fazlurrahman’ın hermenoutik ve tarihsellik ile ilgili fikirleri, yeni
tarihselcilere ışık tutmuştur. Roger Garaudy hukuka karşı ahlak fikriyle, Hasan Hanefi
din bağlamında akıl ve antropolojiye önem vererek, Arkoun da düşünce ve aklın
tarihselliği ve hukuk kurallarının tarihi seyrine göre şekillenmesi ve konumlanması
fikriyle tarihsellik kavramının anlam alanına katkıda bulunmuşlardır.535
Tarihselcilere göre belirli bir tarihî, coğrafî ve sosyal ortamda mevcut olan hukukî bir
hükmün, varlığı ve devamı aynı şartların varlığına bağlıdır. Bundan dolayı tarih içinde
mevcut olan hükümler, sadece teşri kılındıkları zamanın şartları içerisinde yaşayanları
bağlayıp farklı tarih, yer ve sosyal ortamlarda yaşayanları ise bağlayıcılık yönü yoktur.
Böyle bir metnin uygulama alanı farklı tarih, coğrafya ve sosyal ortamlarda, diğer
şartlarda yaşayan insanların içtihatlarına bağlı olduğu kabül edilir. Kur’an’ın
tarihselliğini savunanların vurgulamış olduğu en önemli husus Kur’an’ı Kerim’in hukuk
kuralları ile ahlak kuralları arasındaki farktır. Fazlurrahman’a göre müslüman hukuk
geleneğinin yaptığı en büyük hata, Kur’an’ı temelde hukuk kitabı olarak ele almasıdır.
Ona göre Kur’an’ın hukuka kaynaklık etmesindeki asıl amaç, adaletin teminidir.536
Tarihselci Kur’an tasavvuruna göre Kur’an’ın mesajının tam ve etkili bir şekilde
anlaşılması için Kur’an’a geniş kronolojik bir gelişim içinde bakmak gerekmektedir. Bu
bakış sırasında Kur’an’ı ayet ayet kronolojik olarak yeniden üretmek imkansız olmakla
birlikte bu durum geniş bir çerçeve içerisinde ve ana çizgileriyle mümkündür. Bunun
için en faydalı yöntem Kur’anî temaların çıkış ve gelişimlerinin tarihsel olarak takip
edilmesidir. Kur’an, başlangıçta putperestliğe ve sosyo-ekonomik dengesizliğe karşı
koyuştur. O, peygamberin mücadelesi süresince ortaya çıkan sorunlara verilmiş bir
cevaptır. Bu anlamda Kur’an tarihsel bir metindir. 537
Garaudy göre Kur’an’ın tarihsel karakterini gösteren en somut veriler, hadis ve tefsir
kitaplarında yer alan ayetlerin esbabı nuzûlüne ilişkin rivayetlerdir. Bu rivayetler,
Cenabı Allah’ın vahyin ilk muhataplarının Hz. Peygambere yönelttikleri sorulara
vermiş olduğu bir cevap yerindedir. Garaudy’e göre ilahî kitabın tarihsel karakteri kadın
535
Keskin, 27.
Keskin, 27.
537
Fazlurrahman, İslamî Yenilenme Makaleler–1, (Çev. Adil Çiftçi), Ankara Okulu, Ankara 2004, s.
158.
536
109
konusunda daha belirgindir. Çünkü Kur’an, indiği dönemin dili ve kültürünü göz
önünde bulundurarak muhataplarına hitap etmiştir. Bu bağlam da Kur’an, kadın
konusunda muhataplarına hitap ederken 7. Asır Arapların sahip olduğu kültürü göz
önünde tutmuştur.538
Garaudy, Kur’an’ın tarihselliğinin onun mesajının evrensel ve tarih üstü olma değerine
zarar vermediğini belirterek ezeli olanın tarihsel nuzüllerinden her biri, nazil olduğu
dönemin ve yörenin kendine özgü şartlarına bağlı yerel ve tarihsel bir kalıp içerisinde
bütün toplumlar ve bütün zamanlar için geçerli bir davranış kodunu içerdiğini ifade
eder. Aksi takdirde Garaudy’e göre belirli zaman ve mekanda herhangi bir illete bağlı
olarak indirilmiş bir hükmün her zaman her yerde geçerli olduğunu söyleyip lafız ve
mana olarak uygulanması, Allahın ezeli ve ebedi değişmez kanununu miladi 7. Asrın
hicaz bölgesindeki uygulamayla özdeşleştirmek olur. bu durum ise Garaudye göre
entegrizme yol açar. Bu da Kur’an’a ve İslam’a aykırı bir durum arzeder.539
Tarihselci Kur’an tasavvuru Kur’an’ın ilahi boyutunu inanç objesi olarak algılar.540
Fazlurrahman, Allah inancını Kur’an’ın inanç sisteminde zirvede yer alan bir unsur
olarak görmektedir. Bu Allah inancından da Allahın tebliğini insana nakleden
meleklere, ilahî vahyin temel alıcısı peygamberlere, peygamberlerin bildirdikleri kitaba
ve hesap gününe inanç doğmaktadır.541
Tarihselci Kur’an tasavvurunda Levhi Mahfuz, Peygamber, Vahiy ve Ruh gibi
kavramlarının büyük önemi vardır. Fazlurrahman, Ruh’u peygambere inen veya
melekler tarafından peygamberin kalbine indirilen “emri” levhi mahfuz olarak
algılamaktadır. Ona göre Levhi Mahfuz’un emir olarak nitelendirilmesindeki hikmet,
Kur’an ve vahiy yoluyla sorumluluk yükleyen emirler olmasıdır. Kutsal Ruh, bu ana
kitabın veya emrin özünden gelip peygamberin kalbine giderek vahyi teslim eder veya
Ruh buradan Allahın emriyle melekler tarafından peygamberlerin kalplerine indirilir. Fazlurrahman, burada Ruh ile vahyin aynı olduğunu ifade etmektedir - Dolayısıyla Ruh,
Kur’an’ın bahsettiği meleklerden daha yüksek bir konumdadır.542Fazlurrahman, melek
538
Mustafa Öztürk, Kur’an Tefsir ve Usül Üzerine, Ankara Okulu, Ankara 2011, s. 276.
Öztürk, Kur’an Tefsir ve Usül Üzerine, 274.
540
Fazlurrahman, İslam, 41.
541
Fazlurrahman, İslam, 49.
542
Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur’an, (Çev. Alparslan Açıkgenç), Fecr yayınları, Ankara 1987, s.
211.
539
110
tabirinin dar anlamda vahiy elçisi olarak kullanılmasını uygun bulmaz. Ona göre
Kur’an, vahiy elçisini peygambere betimlerken Ruh veya Kutsal Ruh olarak
ifadelendirmiştir. Meleklerin, insan ve peygamberlere gönderilebileceğini fakat Kur’an,
bu meleklerden vahyin elçisi olarak bahsetmektedir. Fazlurrahmana göre peygamberler
kendilerine vahiy getiren Ruh’a mazhardırlar. Hz Meryeme gelen, Hz. İsa’nın
kendisiyle desteklenen Ruh ile Hz. Muhammed’e vahiy getiren Ruh aynıdır. Vahyi
getiren bu Ruh ile melekler ayrı varlıklar değildir. Bu Ruh, meleklerin en üstün derecesi
ve Allaha en yakın olanıdır.543
Fazlurrahman, yukarıda izah etmeye çalıştığımız Ruh’un Cebrail olduğunun Kur’an’da
belirtildiğini ifade eder. Yine O, vahiy ve vahiy elçisinin ruhanî, peygambere nisbetle
enfüsî olduklarını dile getirir. Bundan dolayı Cebrail’in insan suretinde tasvir edilerek
vahyi getirdiği ve peygamberle konuştuğunu bildiren hikayelerin uydurulma olma
ihtimalinin olabileceğini de öne sürer.544 Bunun yanında Fazlurrahman, Ruh’un aslen
vahyin muhtevası olduğuna dair işaretlerin de Kur’an’da545 var olduğunu bildirir. O
zaman Ruh, peygamberin kalbinde oluşan ve ihtiyaç duyulduğu zaman vahiy şekline
dönüşen bir kuvve veya bir duyu şeklinde anlaşılması da mümkündür. Bu ruhun
kaynağı da bizzat ilahidir.546 Fazlurrahman, Ruhun bizzat vahiy olabileceğine ilişkin
desteği de şu hadiste bulmaktadır. “Kur’an’ın tümü ilk önce semavatın en alt
tabakasına indirilmiş ve sonra ihtiyaç olduğu zaman o ihtiyaca cevap verecek sözler
şekline dönüşmüştür.” Fazlurrahman, bu görüşüne destek olarakta Gazalî ve
Veliyyüllah dehlevinin hadiste geçen semavatın alt tabakası olarak peygamberin kalbini
göstermesini kendi vahiy anlayışına destek yapar. 547
Tarihselci Kur’an tasavvurunun vahye bakışı geleneksel vahiy anlayışından farklıdır.
Bu algılamaya göre Kur’an, lafzen ilahi olmakla birlikte peygamber zihninin bir
ürünüdür. Allah, peygamberin zihniyle tarihî bir duruma cevap vermiştir. Kur’an, hem
Allahın hem de peygamberin ifadelendirmelerinden oluşur. Fazlurrahman bu durumu
şöyle açıklar;
543
Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur’an, s. 206.
Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur’an, s. 206.
545
Şûrâ 42/52, Mümin 40/15
546
Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur’an, s. 206.
547
Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur’an, s. 206.
544
111
Hz. Peygamber bir insandır. Onun ortalama genel karakteri, fiili davranışının bütünü
genel olarak insanlarınkinden daha üstündür. O, başlangıçta insanları ve onların
ideallerinden çoğunu tehammülle karşılamayan bir kişidir. Tarihi yeniden yaratmak
ister, fakat bütün bunlarla birlikte onun kendi kendini aştığı, ahlak anlayışının son
derece keskin ve canlı olduğu ve böylece bilincinin ahlak kanunuyla aynılaştığı anlar
olmuştu. “İşte sana emrimizden bir ruh vahyettik.”548 ancak ahlak kanunu ve dini
değerler Allahın emridir. Onlar Allah’la tamamen aynı olmasalar da ondan bir
parçadır. Dolayısıyla Kur’an tamamen ilahidir. Ayrıca olağan bilinç söz konusu olduğu
zaman bile fikir ve duyguların onda rastgele dolaşması ve mekanik bir şekilde
kelimelere bürünebileceği hususu hatalı bir düşüncedir. Aslında duygular, fikirler ve
kelimeler arasında ulvi bir münasebet mevcuttur. Vahiyde, hatta şairin ilhamında bu
ilişki o derece tamdır ki duygu, fikir, kelime kendine özgü bir canlılığı olan karmaşık bir
bütündür. Hz. Muhammed’in ahlaki sezgiye dayalı kavrayışı en yüksek noktasına ulaşıp,
bizzat ahlak kanunu ile aynılaşınca kelam bizzat vahiyle birlikte verilmiştir. O halde
Kur’an salt ilahi kelamdır. Fakat aynı ölçüde Muhammed’in iç kişiliği ile de yakından
münasebettedir. Ancak Hz. Muhammed’in Kur’an’la olan ilişkisi bir kayıtta olduğu gibi
mekanik bir şekilde kavranamaz. İlahi kelam Hz. Peygamberin kalbinden süzülerek
dışarı akmıştır.549
Fazlurrahman, zihnin yaratıcı sürecinin psikolojisi hakkında ikbal ile aynı görüşü
paylaşmaktadır. Ona göre vahyin yaratıcı sürecin kaynak ve kökeni, peygamberin
ötesinde ise de sürecin kendisi aracının zihninin ayrılmaz bir parçasıdır. Bundan dolayı
vahiy sıradan anlamda peygamberin zihninde oluşuyorsa psikolojik süreçler açısından
Hz. Peygamberin sözüdür. Kelimeler vahyin alıcısı olan peygamberin bilinçli kontürolü
olmaksızın düşüncelerle birlikte doğdurulmaktadır. Ama kaynağı aracının ötesindedir.
Allah kelamıdır.550 Fazlurrahman, vahiy algısı konusunda Ehli sünneti eleştirir. Ehli
sünnetin vahyin başkalığını, objektifliğini ve sözlü niteliğini koruma uğruna vahyin dış
hakikatlerine önem verdiğini ifade eder. Ona göre Ehli sünnet, akideyi oluştururken bir
yandan vahyin başkalığını ve sözlü niteliğini diğer yandan vahyin Hz. Peygamberin
yaptıkları ve dini kişiliğiyle yakın ilişkisini birleştirecek gerekli fikri araçlardan yoksun
kalmıştır. Yani onlar “Kur’an hem tamamıyla Allahın kelamıdır. Hem de olağan
548
Şûrâ 42/52
Fazlurrahman, İslam, s.45
550
Fazlurrahman, İslami Yenilenme makaleler–3, (Çev. Adil Çiftçi), Ankara Okulu, Ankara 2002, s. 31.
549
112
anlamda tamamıyla Hz. Muhammedin kelamıdır.” diyecek fikri yeterlilikte değildirler.
Fakat Fazlurrahmana göre Kur’an, bu iki durumu da kabül etmektedir.551
Tarihselci Kur’an tasavvuru vahiy ve peygamberliği zorunlu telakki eder. Böyle
algılamaya iten sebep tarihselci Kuran tasavvurunu, insanın acziyeti ve Cenabı Allah’ın
şefkatidir. Allah, insanları hidayete erdirmek için vahiy gönderir. Peygamberler de
kendilerine gönderilen vahiyler doğrultusunda tebliğ yaparak insanları içinde
bulundukları olumsuz durumlardan iyiyi ve kötüyü görebilecekleri ve davranışlarına
yansıtabilecekleri durumu göstermeye çalışırlar.552
Tarihselci Kur’an tasavvuruna göre Kur’an, Hz. peygambere tencimen vahyedilen
pasajlardan müteşekkil sûrelerden oluşmuştur. Kesin olmamakla beraber peygamber,
ayetlerin hangi sûreye konacağına işaret etmiştir. Buna göre Ku’ran, kronolojik sıra
gözetilmeden en uzunların başa, en kısalarında sona konduğu yüz on dört sûreden
müteşekkildir. Kur’an’da ilk inen sûreler kısa ve kesik cümlelerden oluşmaktadır.
Kelamî fikirleri ve ibadetlerle ilgili açıklamaların geçtiği ayetler ise yumuşak ve akıcı
uslüba sahiptir.553
Tarihselci Kur’an tasavvuru Kur’anı, Hz. Peygamberin yegane mucizesi algılayarak
Kur’an’ın da böyle ifade ettiğini belirtir. Bu algılamaya göre önceki peygamberlere
gönderilen kitaplar bu özelliği taşımamaktadır. Fazlurrahmana göre buradan şu netice
çıkarılabilir. Vahiy olayının bizzat kendisi mucize olmasına rağmen bütün vahiylerin
muhteviyatı mucize değildir. Kur’an, hasımlarını kendisinin benzerini meydana
getirmeleri konusunda muarazaya çağırmıştır.554 Arap dili ve edebiyatında uzman olan
bütün kişiler, Kur’an’ın uslüp bakımından kullandığı ifadelerdeki güç ve dilin tüm
güzelliklerini yansıtması yönüyle çok üstün bir kitap olduğunu ittifakla kabül
etmişlerdir. Bundan dolayı Kur’an’ın bir başka dile tercümesi imkansızdır. Kısaca
Fazlurrahmanın icaz algısı Kur’an’ın dili, uslubu ve ifade tarzındadır.555
Fazlurrahman, garânik hadisesi olarakta bilinen Hz. Peygamberin, müşriklerin
tanrılarının lehinde konuşmasını ihtimal dahilinde görerek peygamberin bu tür sözler
551
Fazlurrahman, İslam, s. 42.
Adil Çiftçi, Fazlurrahmanın Dinamik Şeriat Anlayışı, İslamiyat, 1, 1998, Sayı 4, s. 174.
553
Fazlurrahman, Makaleler–1, s. 156.
554
Bakara 2/28.
555
Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur’an, s. 222.
552
113
söyleyemeyeceği kanatini taşıyan kimseleri eleştirir. Ona göre bu olay Kur’an ışığında
mümkündür. Çünkü Kur’an’ın standart doktirini, hiçbir insanın şeytanın iğvasından ve
hucumundan korunmuş olmadığı, bunun yanında Allahın iyi kulları söz konusu
olduğunda doğru ve gerçeğin sonunda galip geleceği ve şeytanın iğva ve aldatmacasının
boşa çıkarılacağı şeklindedir.556 Tarihselci Kur’an tasavvuru nesh anlayışını, yukarıda
zikrettiğimiz garanik olayına dayandırır. Neshin Kur’an’da varlığına delil olarak ta Hac
sûresi 52. Ayeti örnek getirir.
“ Senden önce hiçbir rasül ve nebi göndermedik ki o bir şey arzu ettiği zaman şeytan
onun arzusu içerisine mutlaka karışmış olmasın. Fakat Allah şeytanın karıştırdığını
derhal iptal eder. Sonra kendi ayetlerini sağlamlaştırır. Allah bilendir. Hakimdir.”557
Fazlurrahman göre peygamber her ne kadar korku ve düşünceleri ile uzlaşma yaparsa da
Allah bunu nesh eder, iptal eder. Ona göre peygamberin bazen böyle tutarsızlık
sergilemesi Kur’an açısından normaldir. Bu durum onun insanlığına bir örnek
gösterilebilir. Zaten Kur’an, bazı ayetlerin diğer bazı ayetlerle değiştirildiğine Bakara
106, Nahl 101. ayetlerde açıkça işaret etmektedir. Hukukta bir kanunun ilgası olarak
anlaşılan neshin, nesh olarak anlaşılmaması gerektiğini savunur. Çünkü kanunun ilgası
anlamdaki nesh anlayışı islamda sonraları hukuki ihtiyaçtan doğan bir anlamdan ötürü
geliştirilmiş ve bazı ayetlerin anlamlarından doğan farklılıkların giderilmesi için
kullanılmıştır.558
Tarihselci Kuran tasavvuruna sahip Garaudy, neshi fazlurrahman gibi algılamayarak
normal bir şekilde bir hükmün ilgası şeklinde ifade eder. Fakat garaudy, neshin sınırını
biraz daha genişleterek muamelatın dışındaki, ibadet gibi konularda da neshin vuku
bulabileceğini ifade etmektedir. Garaudy, neshin ibadet konularında vukuu bulmasına
en tipik örnek olarak kıblenin tahvilini gösterir.559
Tarihselci Kur’an tasavvuru, Kur’anı aynı zamanda bir bilgi objesi olarak ta algılar. Bu
algıya göre Kur’an, getirdiği ilkelerle yeryüzünde sağlam ve gerçek ahlakî temele dayalı
bir sosyal düzenin kurulmasını öngörmektedir. Temelde Kur’an bir ahlaki rehberlik
556
Fazlurrahman, Makaleler–1, s. 43.
Hac, 22/52
558
Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur’an, s. 192.
559
Öztürk, Kur’an Tefsir ve Usül Üzerine, s. 274
557
114
belgesi olsa da o, aynı zamanda yasamayı da içermektedir. Yasama konularının önemli
bir bölümünü ise namaz, oruç, hacc, zekat, gibi konular oluşturmaktadır.560
Fazlurrahman, Kur’an’da mevcut bulunan kuralların lafzi manasıyla ele alıp
uygulanmaya çalışılmasını Kur’an’ın hedefini ve toplumsal ve ahlaki gayelerini yok
etmek olarak görür. Ona göre Kur’an’ın yasama alanlarına yayılmış olan şefkat,
yardımlaşma ve adalet ilkeleri açık ve net ise aklın Kur’an’ın bu somut yasamasından
genel prensiplerine doğru ters yönde hareketi bizi Kur’an’ın temel hedefini oluşturan
genel ilkelere götürecektir. Çünkü Kur’an bize pek fazla genel ilke vermemektedir.
Belirli ve somut tarihi meselelere çözümler sunmaktadır. Bunun yanında açık veya
imalı bir şekilde de bu çözümlerin arka planındaki sebepleri de vermektedir. Bunu
sağlamak için de Kur’an’ın nazil olduğu dönemdeki toplumsal tarihi ortam gerektiği
şekilde incelenip Kur’an’ın somut durumları değerlendirmesi ele alınarak genellemelere
ulaşılmalıdır.561
Fazlurrahmanın, nuzül dönemindeki somut olayları inceleyip genel ilkelere ulaşma
düşüncesi Kur’an’daki yasamaya ilişkin durumları da kapsamaktadır. Fazlurrahman’a
göre Kur’an’daki genel yasama ruhu, hürriyet ve sorumluluk gibi değerlerin her zaman
yeni bir yasama biçimine göre şekillenmesine yönelik bir durum arz eder. Fiili yasama
ise o günkü toplumu başvurulacak bir örnek olarak öne çıkarır. Fazlurrahman, bu
durumdan şu neticeyi çıkarmaktadır. Kur’an’daki fiili yasamanın, Kur’an tarafından
lafzî olarak ezeli olduğu kastedilmemiştir.562 Çünkü Kur’an’ın bu özel kaide ve kuralları
da genel prensipler içermektedir. Hukukçuların bu özel kaide ve kurallardan çıkardığı
hükümsel illetler genel prensipten başka bir şey değildir. Bu da hukukun temsil etmeye
ve gerçekleştirmeye çalıştığı ahlakî değerlerdir. Ona göre, Eğer Kur’andan değerler ve
prensipler bir bütün olarak çıkarılırsa Kur’anî bir ahlak sistemi inşa etmek
mümkündür.563
Fazlurrahman, Kur’anî bir ahlak sisteminin Kur’an’dan nasıl çıkarılacağını yine kendisi
sahip olduğu Kur’an tasavvuruna uygun yorumlama süreciyle göstermektedir.
560
Fazlurrahman, Makaleleri 1, s. 53.
Fazlurrahman, İslam ve Çağdaşlık, s. 72
562
Fazlurrahman, İslam, s. 54.
563
Fazlurrahman, Makaleler–1, s. 130.
561
115
“Burada önerdiğimiz yorumlama süreci ikili bir hareketi içermektedir. Önce
zamanımızdan Kur’an’ın indirildiği zamana gitmeli, sonra tekrar oradan kendi
zamanımıza dönmeliyiz. Zira Kur’an, peygamber zamanındaki ahlaki ve toplumsal
durumlara ve özellikle onun zamanında ticaretle uğraşan Mekke toplumunun
sorunlarına peygamberin zihni aracılığıyla verilen ilahi bir cevaptır. O halde yukarıda
zikrettiğimiz iki hareketten birincisi, iki aşamayı içerir. İlk aşama bir ayetin tarihi
ortamını ve çözüm getirdiği sorunu iyice araştırarak onun delaletlerini veya manasını
anlamaktır. Elbette ki belli durumlar ışığında belli ayetleri incelemeden önce Kur’an’ın
nazil olduğu çevreden daha geniş çevreleri toplum, din, adet ve kurumları yönünden
incelenmeli hatta islamın ilk doğuşu esnasında arabistandaki ve özellikle Mekke şehri
ile çevresindeki hayat bütün yönleri ile araştırılmalıdır. Şu halde birinci hareketin ilk
aşaması hem Kur’an’ın bir bütün olarak ne demek istediğini anlamak ve hem de özel
durumlara cevap teşkil eden belli ilkelerini kavramaktan ibarettir. İkinci aşama ise
Kur’an’ın belirli özel cevaplarını genişleterek, onları genel ahlaki toplumsal amaç
ifadeleri olarak ortaya koymaktır. Bu genel ilkeler toplumsal ve tarihi arka planı içinde
incelenen belli ayetlerden ve çoğu zaman bu ayetlerde zikredilen hükmün illetlerinden
süzülerek çıkarılır. Aslında birinci aşama, yani tek tek ayetleri iyice anlamak bu ikinci
aşamaya işaret eder. Ve bizi oraya götürür. Her iki aşama da Kur’an’ın bir bütün
olarak ortaya koyduğu öğretimin mahiyeti yeterince göz önünde tutulmalıdır ki belli
ayetlerden anlaşılan mana, çıkarılan kanun ve ileri sürülen fikir, Kur’an’ın diğer
ayetleri ile tutarlı ve uyumlu olsun. Zira Kur’an bir bütün olarak belli bir hayat tarzı
telkin etmekte ve somut bir dünya görüşü ortaya koymaktadır. Kur’an aynı zamanda
öğretisinin kendi içerisinde herhangi bir çelişki içermediğini, tam aksine tutarlı bir
bütün olduğunu da ileri sürer.564
Tarihselci Kur’an tasavvuru, Kur’an’ın sahip olduğu öğretilerin tamamını uygulamaya
yönelik olarak algılar. Buna göre Kur’an, insana davranışlarında uygulanmak üzere yol
gösterir. Kur’an’ın sahip olduğu teolojik, kozmolojik ve psikolojik öğretiler de hareket
yönelimli olup insanın davranışlarını doğru çizgilerde tutmaya, ahlaki seviyesini
yükseltmeye ve belli hedefe ulaştırmaya yöneliktir. Bundan dolayı Tarihselci Kur’an
564
Fazlurrahman, İslam ve Çağdaşlık, s. 55.
116
tasavvuruna göre Allah kavramı dahil bütün kavramlar Kur’an’ın ilgi merkezine
koyduğu insanla ilgilidir.565
2.3.3. Bilimsel Tefsir Temelli Kur’an Tasavvuru
“Evrenin olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve
gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya çalışan düzenli bilgi”566 olarak tanılan
bilimin sıfat şekli olan “bilimsel” kelimesiyle “tefsir” kavramlarından müteşekkil
“bilimsel tefsir” kavramı Emin el Huli tarafından “ Kur’an metninde ilmi ıstılahları
hakim kılan ve muhtelif ilimleri ve felsefi görüşleri ondan çıkarmaya çalışan bir tefsir ”
567
olarak tanımlanmıştır. El Hûli’nin yapmış olduğu bu tanım anlama objesi olan
Kur’an’ı araştırma ve keşfetme objesi haline dönüştürmesi ve Kur’an-bilim ilişkisini
bütünüyle kuşatıcı bir tanım olmamasından dolayı Bilimsel Tefsir Temelli Kur’an
tasavvuru tarafından eleştiriye tabi tutulmuştur. Bunun yerine Celal Kırca şu tanımın
bilimsel tefsiri daha iyi tanımlayacağını uygun görür. Bilimsel tefsir, “Bilimsel verilerle
ayetlerin delaletleri arasındaki uyumu araştıran, anlamaya ve açıklamaya çalışan
tefsirdir.”568 Kur’an-bilim ilişkisi göz öünde bulundurularak farklı Bilimsel Tefsir
Temelli Kur’an tasavvurları ortaya konulmuştur. Bu tasavvurların bir ucunda Kur’an’la
bilim arasında hiçbir ilişkinin olmadığını söyleyen ayrıştırmacı yaklaşım, diğer bir
ucunda Kur’an’ın bilimsel i’cazını ve bilimin bugün bulduğu bir çok olgu ve keşfin
Kur’an’da yer aldığını savunan istinbatçı yaklaşım bulunmaktadır. Bir de bu iki görüşün
arasını uzlaştırarak ifrat ve tefritten uzak durmaya çalışan, Kur’an ile bilim arasında
bazı ortak noktaların bulunduğunu ve bu ortak noktaların anlaşılmasında bilimsel
verilerin bağlam olarak kullanabileceğini savunan uzlaştırıcı yaklaşım yer almaktadır.
1. Ayrıştırıcı Yaklaşım
Kur’an-bilim ilişkisi göz önünde bulundurulduğunda Kur’an ve bilim ilişkisini
kompartımancı bir yaklaşımla algılayan bu yaklaşımın Kur’an tasavvuruna göre Kur’an
ve bilim arasında bir ayrılık, bir bölümleşme veya bir kompartımanlaşma söz
konusudur. Kur’an ve bilimin alanları, yöntemleri ve amaçları bir birinden farklıdır.
565
Fazlurrahman, Makaleler–1, s. 21.
T.D.K., Türkçe Sözlük, s. 269
567
Emin Hulî, Kur’an Tefsirinde Yeni Bir Metod, (Çev. Mevlüt Güngör), Kuran Kitaplığı, İstanbul, 1995,
s. 41.
568
Kırca, Kuranı Anlama, s. 216.
566
117
Bilimin ilgilendiği konular, Kur’an’ın doğrudan ilgilenmediği veya Kur’an’ın nüzül
döneminde söz konusu olmayan olay ve olgulardır.569
Ayrıştırıcı yaklaşımı savunanların en başında Şatıbî gelir. Şatıbî, Kur’an’da, bilimsel
tefsir taraftarlarının iddia ettiği gibi gelmiş ve gelecek olan ilimlerin olmadığını ifade
eder. Ona göre Kur’an’ın ihtiva ettiği ilim, o dönemdeki Arapların sahip oldukları
ilimden ibarettir. Kur’an’da olmayan bir şeyi Kur’an’a izefe etmek nasıl doğru değilse
Kur’an’da olan bir şeyi de Kur’an’dan yok saymak doğru değildir. Bundan dolayı
Kur’an’ın anlaşılması hususunda, Kur’an’ın indiği dönemde mevcut bulunan ilimlerle
iktifa etmek gerekir. Bunu yapmayan kişi, Kur’an’ı anlayamamış ve Kur’an’da olmayan
bir şeyi Kur’an’a izafe etmiş olur. Şâtıbî konuya ilişkin düşüncesini şöyle ifade eder.
“ Birçok kimse öncekilere ve sonrakilere ait tabiat, riyâzat, hendese mantık ve benzeri
bütün bilimleri Kur’an’a izafe etmekle sınırı aşmışlardır. Oysa önceki anlattıklarımız
dikkate alındığında bunun doğru olmadığı görülür. Çünkü Kur’an’ı ve ihtiva ettiği
bilimleri herkesten daha iyi bilen sahabe, tabiûn ve tebeü’t tabiun âlimleri, dünya ve
ahiret hükümleri dışında Kur’an’ın bütün ilimleri ihtiva ettiğine dair bizlere hiçbir
görüş nakletmemişlerdir. Eğer bu konuda onların sahip olduğu bir görüş olsaydı onları
bizlere bildirir, meseleyi açıklığa kavuştururlardı. Fakat onlardan bize bu konuda
herhangi bir şey nakledilmiş değildir. Bu durum ise zikredilen bu ilimlerin onlar
tarafından bilinmediğini gösterir. O halde bu ilimlerden onların haberdar olmamaları
Kur’an’da gelmiş ve gelecek dönemlere ilişkin bilimlerin Kur’an’da varlığını
zannedenlerin iddia ettikleri gibi olmadığını gösterir. Bunun aksine Bu durum
Kur’an’da bazı bilimlerin olmadığını gösterir. Kur’anda bazı ilimlerin olduğu
gerçektir. Fakat bu ilimler o dönemdeki Arapların bildikleri bilimden ibarettir.570
Şâtıbî, Kur’an’da bilimsel bilginin var olduğunu savunanların delil olarak getirdiği
ayetlerin de onları desteklemediğini ifade eder. Nahl süresi 89. ayetin bilimsel tefsir
taraftarlarınca Kur’an’da bilimsel bilginin olduğuna delil olarak sürüldüğünü ifade eden
Şâtıbî, ayetteki mananın ibadet ve teklifi hükümler için geçerli olduğunu savunur. Aynı
şekilde enam süresi 38. Ayetteki kitaptan maksadın da Levhi Mahfuz olduğunu ileri
569
570
Kırca, Kuranı Anlama, s. 214.
Şatıbî, Muvafakat, Daru’l Marife, Beyrut Lübnan, 2004, Cilt. II, s. 389.
118
sürer. Bu durumda Şâtıbî’ye göre bilimsel tefsir taraftarlarınca Kur’an’da bilimsel
bilginin varlığına delil olarak sürülen ayetler buna delil olamaz.571
Şâtıbî’nin bilimsel tefsire olan bu yaklaşımı daha sonra gelen dönemlerde taraftar
bularak Kur’an’ın bilimsel bilgiyi ihtiva etmediğine dair getirmiş olduğu delillere farklı
bakış açılarından da destek getirilerek ayrıştırmacı yaklaşım devam edegelmiştir. Emin
el-Huli Kur’an’ın anlaşılmasının önündeki en büyük engellerden birinin Kur’anî
kavramların nüzül döneminden sonra geçirdiği aşamalar olduğu savunur. Ona göre
Kur’anî kavramlar nüzül döneminden sonra anlam genişlemesine uğramıştır. Kur’anî
kavramlara daha önce kullanılmayan anlamlar yüklenmiştir. Yüklenilen bu anlamında
daha sonra terimleştiğini ifade eden el Hûli bu durumun bilimsel tefsirin ortaya koymuş
olduğu kavramlar içinde geçerli olduğunu öne sürer.572
Emin el Hûli, Kur’an’da bilimsel bilginin varlığının Kur’an’ın sahip olduğu edebiyat ve
belağatla da bağdaşmadığını belirtir. Ona göre bunun nedeni belağatın tanımında yer
alan muhatabın uygun durumuna göre söz söyleme şeklinin Kur’an’da bilimsel bilginin
varlığınının savunulması durumunda gerçekleştirilememiş olmasıdır. Bu durum
muhataba uygun bir söz söylenecek olursa sonradan Kur’an’da var olduğu öne sürülen
ilimlerin muhatap kitleye sunulan bir söz olmasını gerekli kılmaktadır ki bu da mümkün
değildir. Eğer mümkün olsaydı o dönemin insanları bunun farkına varır ve anlardı. Eğer
anlamış iseler neden çeşitli alanlardaki ilmi gelişmeler Kur’an’la beraber başlamıştır.
Şâtıbînin görüşlerini belağat açısından temellendirmeye çalışan Emin el Hûli, bu
konudaki görüşlerini şöyle dile getirir.
“Belağat, genel olarak şöyle tarif edilir: belağat, içinde bulunan duruma uygun söz
söylemektir. Böyle olunca sormak gerekiyor, acaba Kur’an, o devirdeki muhataplarına
sonradan zikredilen bütün bu manaları murad edilerek bu kadar geniş bir ilmi tefsir
anlayışıyla yöneltilen bir söz müydü? Halbûki bu dünya bu ilmi manaları ancak uzun
zaman geçtikten, uzun çabalar sarfettikten ve böylece anlayışı ve ilmi yükseldikten
sonra öğrenebilmiştir. Farzedelim ki iddia edilen bu manalar, Kur’an’la murad edilen
manalardı. Öyleyse, o zamanlarda yaşayan ve Arapçayı çok iyi bilen o insanlar, bunları
anlayıp farkına varabilmişler miydi? Eğer anlamış olsalardı, çeşitli müsbet ilim
571
572
Şatıbî, Cilt II, s. 390.
Hulî, Kur’an Tefsirinde Yeni Bir Metod, 53.
119
sahalarındaki ilmi kalkınmaları, Kur’an’ın ortaya çıkmasıyla hemen niye başlamamış
ve niye hayatlarını muhtelif ilimlerin nazariyelerini açıklayan ve onların inceliklerini
anlatan bu ayetler üzerine kurmamışlardır. Gerçekte bilfiil görüldüğü gibi, eğer o
ayetlerden, bu manalar anlaşılmamış ve dilin esas sahipleri, Kur’an ibareleri arasında
bunların farkına varamamışsa onlar nasıl olurda Kur’an’dan murad edilen manalar
olabilirlerdi. Ve nasıl o kelimeler, bu manaları anlatmış olurdu. Ve de içinde bulunan
duruma uygunluk bu muydu?573
El-Hûli, bilimsel tefsir taraftarlarının bu uğraşısını, Kur’an’la bilim arasında bağ
kurmaya çalışan ve bunu Kur’an’ın doğruluğuna, mucizeliğine ve çağlar üstü olduğuna
delalet eden yönlerinden birisi olarak göstermeye çalışan iyi niyetli kimselerin
irtibatlandırması olarak görür. El Hûliye göre bu uğraşının yararından çok zararı vardır.
Ona göre din kitabında böyle şeyler yer almaz. Dolayısıyla da Kur’an’ı Kerim bunlarla
ilgilenmemiştir. Ona göre Kur’an, Daha çok insanın hidayetine yönelik bilgileri ihtiva
etmektedir. Kur’an’da bu çeşit bilgileri aramak, arayan kişiyi tatmin etmez. Emin el
Hûli’ye göre bunun nedeni Kur’an’ın ilim adamlarına hitap eden bir kitap olmadığıdır.
Ayrıca ona göre bununda sınırı yoktur.
Emin el Hûlî’nin bilimsel tefsire karşı durduğu bir diğer alan ise astronomi, tıb,
geometri ve kimyanın esaslarının Kur’an’dan çıkarılmaya çalışılmasıdır. El Hûlî, bu
ilimlere göre oluşturulan esaslar değişebilen esaslar olduğunu ifade ederek değişebilen
esaslarla Kur’an’ın tefsir edilmesinin inananda bazı vicdanî sıkıntılara neden
olabileceğini öne sürer.574
Bilimsel Tefsir Temelli Kur’an tasavvuruna yöneltilen bir diğer eleştiride çağdaş
dönemde ahlaki normları merkeze alan hukuki normları tarihsel sayan tarihselci Kur’an
Tasavvuru ve Sosyolojik Kur’an tasavvuru tarafından gelmiştir. Tarihselci Kur’an
Tasavvuru Kur’an’daki ayetlerinin bilimsel bilgilerle tefsir edilmesini, bir diğer ifade ile
Kur’an’da bilimsel bilgilerin aranmasını, Kur’an’ın tarihsel bağlamından koparılması
veya Kur’an’ı, günümüz bilimsel verilerine yamamak olarak algılamışlardır. Bu
tasavvur sahiplerine göre Kur’an bu tür bilimsel bilgilerle doğrudan ilgilenmemiş veya
bu tür bilimsel bilgiler, Kur’an’ın nüzül döneminde olmayan olay ve olgulardır.
573
574
Hulî, Kur’an Tefsirinde Yeni Bir Metod, 53
Hulî, Kur’an Tefsirinde Yeni Bir Metod, 54.
120
Tarihselci Kur’an tasavvuru sahipleri Kur’an’da bilimsel bilginin aranmasını popülizm
olarak algılamışlardır. Tarihselci Kur’an tasavvuruna göre bu tür değiniler bilimsel veya
bilimsel katkı amaçlı değiniler olmayıp Allahın kudret ve azametini vurgulayan dini
amaçlı atıflardır.
“Teknoloji, sanayi, sibernetik, nükleer enerji, astronomi, tıp, embrioloji vb. konular ve
demokrasi, laiklik, sosyalizm, nato içindeki konumumuz veya çevre kirlenmesi gibi
çağdaş sorunlarla ilgili ayetler ya Kur’an’ın doğrudan ilgilenmediği yada Kur’an’ın
nuzül döneminde söz konusu olmayan olgulardır. Kur’an’daki bu gün astronomi, tıb
bilimlerinin araştırma alanına dahil edilebilecek kimi değiniler, bilimsel veya bilgisel
katkı amaçlı atıflar değil Allahın kudret ve azametini vurgulayan dini amaçlı atıflardır.
Kanımız o ki Kur’an’ı onunla çağdaş olmayan konu ve olgularla ilgilenen bir kitap gibi
göstermek tarihi iki kez çarpıtmak anlamına gelecektir. İlkin, ilgili ayeti tarihsel
bağlamından koparmakla ve ikinci olarak her hangi bir ayeti bu günün verili durumuna
yamamakla…575
Ayrıştırıcı yaklaşımca dile getirilen Kur’an’ın dînî ve ahlakî bir rehber olarak
görüldüğü, onun dil yapısının ilmî olmayıp dînî olduğu ve din dilinden bilim üretmenin
nafile olduğu ve Kur’an’ın bilimsel bilgi içermediği hususunda fikirler, bilimsel bilginin
Kur’an’da olmadığını ilk defa dile getiren Şatıbî’nin görüşlerinin esas alınarak farklı
yönlerden ifade edilmeye çalışılmasıdır. Din dilinden bilimin çıkmayacağını ifade eden
Mustafa Öztürk, Kur’an’daki dilin Hz. Peygamberin dönemindeki Arapların dili
olduğunu ifade ederek Kur’an’ı anlama ve anlamlandırmada, Şâtıbî’nin de dolaylı
olarak belirttiği gibi, bu dilin o dönemdeki kullanım sınır ve imkanlarının göz önünde
bulundurulması gerektiğini öne sürmektedir. Arap dilinin o dönemdeki içeriğinin ve
Kur’an’ın sahip olduğu dilin muhtevasının göz önünde bulundurulduğunda Kur’an’dan
bilimsel bilginin çıkarılmasının günümüz insanlarının ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde
olmadığını ifade eden Öztürk, Kur’an dilinin kutsal bir metin dili olduğunu, bunun
bilimsel dil gibi algılanılarak bu dilden bir takım enformasyonal bilgilerin çıkarılmak
istenmesinin doğru olmayacağını ifade eder. Öztürk’e göre bunun nedeni Kur’an’daki
dil, bilimsel bir dil değildir. Bundan dolayı Kur’an’da insanların bilimsel merakların
575
Ömer Özsoy ve İlhami Güler, Konularına Göre Kur’an, Fecr Yayınları, Ankara 2005. s. XXI,
121
giderilmesi veya bilimsel bilgilerin dillendirilmesi gibi bir gayeden söz etmek doğru
olmaz. Çünkü Kur’an’ın amacı insanlara dini ve ahlaki alanda rehberlik etmektir.576
Öztürk, Kur’an’daki ilim kavramının modern dünyadaki bilim kavramından farklı ve
Kur’an ve modern bilimin kullandığı bu kavramların ayrı ayrı olduğunu açıklamaya
çalışır. Ona göre Kur’an dilindeki ilim, vahiy tarafından temellendirilen sahih bilginin
bir bakıma karşılığı gördüğü iman kavramına denk gelir. Yani Kur’an’ın ilim diye ifade
ettiği şey ona göre nicel ve tikel bilgi değil, nitel ve tümel bilgi yani marifeti ifade
etmektedir. Marifet kavramını ise bilimsel ve deneysel bilginin ötesindeki ilim, nefsini
ve rabbini tanımak suretiyle insanı dünya ve ahiret saadetine sevk eden bir bilgi olarak
tanımlamaktadır. Öztürk’e göre bizim bilimsel bilgi olarak gördüğümüz şey Kur’an’da
ifade edilen ilim kavramından farklıdır. Bilim, tümellik ve tikellik gibi bazı temeller
üzerine dayanabilen ve duyularla algılanan şeyler üzerine bina edilen şeydir. Sekülerdir.
Aynı zamanda bu bilimsel bilgi nesnel değil özneldir. İlerlemeci ve yanlışlanabilir bir
nitelik arzetmektedir. Öztürk’e göre bu gibi nedenlerden dolayı Kur’anî bir kavram olan
ilmin, modern bilimin kavramı olan bilimden farklı olduğunu, Bilimsel Tefsir Temelli
Kur’an tasavvurunun iddia ettiği gibi ilim kavramının bilim kavramına karşılık
gelmemektedir.
Ona
göre
Kur’an’ın
ilim
kavramından
maksadı,
hakikatin
Müslümanlarca en iyi şekilde nasıl algılanabileceğini ve en iyi bir toplumun nasıl inşa
edileceğine ilişkin tanımlar koymaktır. Bundan dolayı modern dünyada seküler bilgi ve
bilimin Kur’an’ın ilim kavramıyla açıklanması doğru değildir.
Mustafa Öztürk, din ve bilimi iki ayrı alanda iki hakikat veya birbirini tamamlayan iki
unsur olarak görür. Bu iki alanın kendine özgü ilke ve yöntemleri vardır. Bundan dolayı
din ve bilim birbirinden farklıdır. Öztürk, bu yaklaşıma bağlı olarak Kur’an’da bilimsel
bilgilerin olamayacağını ifade ederek Kur’an ve bilimsel dilin farklı alanlara ait
olduğunu belirtip Kur’an’ı anlama ve anlamlandırmada kompartımancı yaklaşımı
benimser.
“Din ve bilim, nitelik olarak birbirinden ayrı iki hakikat kaynağını temsil eder. vahiy ve
din, daha ziyade varlığın büyük sorularına cevap verme, bilim ise akıl sayesinde özerk
tabiat düzeninden fiziksel ve beşeri dünyaya yön verecek ilke ve yasaları çıkarma işlevi
gören kaynaklardır. İkisi arasında ilgi olmadığı için çatışmada olmamalıdır. Bu
576
Öztürk, Kur’an, Tefsir ve Usül üzerine, 42.
122
noktada din ile bilimin bir birini tamamladığı tezinden de söz edilebilir. Evet, bu tez de
doğrudur. Ancak din ile bilim arasındaki tamamlayıcılık, dinin kitabında yani Kur’an
metninde değil, bu metinde sık sık atıfta bulunulan tabiat kitabında aranmalıdır. Söz
gelimi, insanoğlunun ne denli muhteşem bir ilahi sanat eseri olduğunu anlayıp
kavramak için vahyin ilk muhataplarınca çıplak gözlem yoluyla tanınıp bilinen alaka,
mudğa, gibi basit ve yalın anlamlı Kur’an kavramlarından sözde mucizevi manalar
çıkarmaya çalışmak yerine modern fizyoloji ve anotomi gibi bilim dallarındaki
uzmanlardan brifing almak herhalde daha isabetli olur. Kur’an’ın da, tabiat kitabının
da sahibi elbet Allahtır. Bu yüzden bu iki kitap arasında özsel bir ihtilaf olamaz. Ancak
bu iki kitaptan her biri farklı amaç taşıdığı için bunları birbirine karıştırmamak,
dolayısıyla kendisini dini-ahlaki bir rehber olarak nitelendiren Kur’an metninde
bilimsel veriler aramamak gerekir. Yok, eğer illede aranacaksa, söz konusu bilimsellik
vahyin nazil olduğu tarihsellikte verili bulunan toplumsal ve kültürel kodlar ışığında
aranmalıdır. Çünkü Kur’an’ın malum bir tarihte malum bir topluma o toplumun kültür
ve uygarlık limitleri dahilinde konuştuğu bedihidir.”577
Mustafa öztürkün, Kur’an’ın bilimsel temelli bir kitap olarak algılanılmasına getirdiği
eleştiriler Şatıbî’nin konuyla ilgili görüşlerinin açılımı niteliğindedir. Bu tür eleştirilerin
dayanak noktası, Kur’an’ın indiği dönemle algılanmaya çalışılmasının gerekliliği ve
muhatapların bilgi seviyesinin göz önünde bulundurulmasının zorunluluğudur. Bir de
buna ilaveten Kur’an dilinin, bilimsel dilin özelliklerini taşımamasıdır. Bilimsel Tefsir
Temelli Kur’an tasavvuruna karşı oluşun arkasındaki ana etken sahip olunan Kur’an
tasavvuru ile çelişen algılamalardır. Bundan dolayı Tarihselci ve Sosyolojik Kur’an
tasavvuru sahipleri, Kur’an’da bilimsel bilginin aranmasına tepki göstererek Kur’an’dan
bilimsel bilginin çıkarılamayacağını öne sürmüşlerdir.
2. Uzlaştırıcı yaklaşım
Uzlaştırıcı yaklaşım, Kur’an algısı, Kur’an ile bilim arasında bazı ortak noktalar veya
konular olduğunu kabül eden bir bakış açısına sahiptir. Uzlaştırıcı yaklaşım bu ortak
noktalara
veya
konulara
ilişkin
ayetlerin
veya
bu
ayetlerin
delaletlerinin
anlamlandırılmasında bilimsel verilerin bağlam olarak kullanılmasını öngörür. Bu
algılama, bilim ve felsefenin amacını insan hayatını ve dünyayı anlamak olarak belirler.
577
Öztürk, Kur’an, Tefsir ve Usül Üzerine, 54.
123
Kur’anın hedefi de insan ve insan hayatıdır. Bu yönüyle bilim ve Kur’an’ın amacı
keşişmektedir. Bilim ve Kur’an arasında bulunan belirleyici fark amaç farklılığından
ziyade araç farklılığıdır. Bu algılamaya göre Kur’an’daki bilimsel bilgilere ilişkin
verilerin bulunması veya ayetlerin bilimsel veriler ışığında anlamlandırılması Kur’an’ın
bir hidayet kitabı olmasına mani değildir. Uzlaştırıcı yaklaşım, Kur’anın bir hidayet
kitabı olduğunu esas alır. Kur’anda hidayete yönelik beyyinelerin mevcut olduğunu öne
sürerek bu beyyineler arasında insan-Allah, insan-insan, insan-kainaat ilişkisine yönelik
bilgiler yer aldığını ifade eder. Bu bağlamda bu bilgiler arasında insan-Allah, insanİnsan ilişkisine yönelik bilgiler amaç bilgilerdir. İnsan-evren ilişkisine yönelik bilgiler
ise araç bilgilerdir. Araç bilgilerin bilimsel verilerle olan uyumunu göstermek Kur’an’a
zarar vermez. Çünkü bilimsel verilerle Kur’an arasındaki uyumu ifade etmeye çalışan
bilgiler Kur’an’ın kendisi değildir. Ancak bu bilgiler, tasavvur sahibinin algılamaları
doğrultusunda şekillenen Kur’an’a uygun olma anlamında olabileceği ön görülen
Kur’anî bilgilerdir. Yoksa bu bilgiler bazı Bilimsel Tefsir Temelli Kur’an
tasavvurlarınca dile getirilen Kur’an’dan istinbat edinilen bilimsel bilgiler anlamında
değildir. Bilakis bilimsel verilerle Kur’an ayetleri arasında varsayılan uyumu ve ilişkiyi
açıklama yarayan bilgilerdir. Ayrıştırıcı yaklaşım ile uzlaştırıcı yaklaşımın Kur’an
tasavvuru arasındaki farklılık Kur’an’a ilişkin algılamalar ve yorum anlayışlarından
kaynaklanmaktadır.578
Uzlaştırıcı yaklaşımın Kur’an algısı, Kur’an’ı hem bir inanç objesi hem de bir bilgi
objesi olarak ele alır. Bu algılamada Kur’an’ın inanç objesi olması onun aşkın boyutunu
ifade ederken bilgi objesi olması onun şehadet âlemine bakan yönünü ifade etmektedir.
Uzlaştırıcı yaklaşıma göre Kur’an, aşkın boyutu itibariyle Allahın kelamıdır. Şehadet
alemine ilişkin boyutu ile bir bilgi kaynağı ve bir bilgi objesidir. Bu yönüyle Kur’an,
insan, kainat ve Allah arasındaki ilişkileri düzenleyen ilke ve kuralları içermektedir.
İnsanın hidayetini esas gaye edinen Kur’an’ın verdiği bilgiler, insan hayatının tümüne
yöneliktir. Bundan dolayı da kuşatıcıdır. 579
Ayrıştırıcı
ve
uzlaştırıcı
yaklaşımların
bilimsel
açıdan
Kur’an
ayetlerinin
anlamlandırılıp anlamlandırılmamasına delil olarak getirdiği mantalite aynı olmakla
beraber bu mantaliteye yüklenen anlamların farklılığı, farklı Kur’an tasavvurlarını
578
579
Kırca, Kur’an’ı Anlama, s. 215–216.
Kırca, Kur’an’ı Anlama, s. 218.
124
ortaya çıkarmıştır. Bu mantalite, nuzül dönemindeki Arapların diliyle indirilen Kur’an
kelimelerinin anlamlarındırılmasında yatan algılama farkıdır. Nüzül dönemindeki
Kur’anî kavramları her iki yaklaşım da içinde bulundukları Kur’an tasavvurları sınırını
esas
alarak
anlamlandırdığından
aynı
yaklaşımda
Farklı
tasavvurlar
ortaya
çıkabilmektedir. Ayrıştırıcı yaklaşım Kur’anî kavramları indirildiği dönemde sadece o
dönemin kültürel alanını göz önünde bulundurarak anlamlandırdıklarından Kur’an’ın
bilimsel bilgi kapasitesini ancak o dönemin sahip olduğu bilimsel veriler çerçevesiyle
sınırlandırmaktadırlar. Aynı Kur’anî kavramları uzlaştırıcı yaklaşım ise yine kelimenin
anlam sınırları dışına çıkmayarak kelimenin ikincil veya üçüncül anlamlarıyla da
anlamlandırılabilineceğini ileri sürdüklerinden bu sınırı o dönemin kültürel seviyesiyle
sınırlandırmayıp her çağın sahip olduğu bilimsel bilgi sınırını göz önünde bulundurarak
anlamlandırmaya çalışmışlardır. Bu iki yaklaşımın temelinde ise farklı Kur’an
algılamaları yatmaktadır. Biri Kur’an’ın tarihsel bir metin olduğunu esas alırken diğeri
Kur’an’ın evrensel ve zaman üstü bir kitap olduğunu esas almaktadır. Bunun sonucu
olarakta bir tarafta Kur’an ayetlerinin bilimsel verilerle anlamlandırılması tamamen
engellenirken diğer tarafta Kur’an ayetlerinin bilimsel verilerle anlamlandırılması bazı
ilke ve kurallar içinde uygun görülmektedir.
Ayrıştırıcı yaklaşımın Kur’an’ın indiği toplumun kavramlarıyla iletişim kurduğu
düşüncesini kabül eden uzlaştırıcı yaklaşım, kutsal metinlerin sadece indiği dönemin
değil sonraki dönemdeki insanların da ihtiyaçlarını karşılaması gerektiği öne
sürmektedir. Bundan dolayı Kur’an, indirildiği dönemdeki insanların algılamayadıkları
şeyleri aynı dil, aynı uslüp ve aynı kelimelerle anlatmak durumunda olduğunu belirterek
Kur’an’ın zahiri lafızlarıyla anlaşılmasının yanında her zaman ve her duruma göre
anlamlandırılmasının gerekliliğini savunmuşlardır. Zira Kur’an kelimelerinin pek çok
soyut anlamlarının yanında ikincil ve üçüncül anlamları da bulunabilmektedir. Kur’an
ayetlerini anlamlandıran kişininde bu kavramların taşıdığı anlamlardan birini kendi
yöntemiyle açıklayarak ilgili metnin anlamını ortaya koyması gerekmektedir.580
Ayrıştırıcı yaklaşım, Kur’an dilinin bilim dilinden farklı olduğunu, bundan dolayı
Kur’an’daki ayetlerden bilimsel verilerin çıkarılamayacağını veya bilimsel verilerle
Kur’an ayetlerinin anlamlandıramayacağını ileri sürerken uzlaştırıcı yaklaşım, Kur’an
580
Kırca, Kur’an’ı Anlama, 218.
125
dilinin
bilim
dilinden
farklı
olması
Kur’an
ayetlerinin
bilimsel
verilerle
anlamlandırılmasına engel olarak görmez. Tam tersine Kur’an ayetlerinin bilimsel
verilerle anlamlandırılmasına imkan verdiği kanısındadır. Uzlaştırmacı yaklaşımın
Kur’an algısına göre kozmolojik, biyolojik, jinekolojik, fiziki ve tıbbi bilgiler, bilimsel
formül veya terimler kullanılarak Kur’an’da yer almamıştır. Bunlar, Kur’an’ın kendine
has diliyle sunulmuştur. Bu bilgiler, hem nicelik hemde nitelik yönleri açısından
modern bilimin ifade tarzında yazılmış değildir. Bu bilgiler, modern bilimin bazı
konularına temas eden ve bu modern bilimlerde kullanıldığında malzeme olabilecek
türden bilgilerdir. Kur’an’da var olan bilgiler bilim dallarında olduğu gibi detaylı ve
bütüncül ve sistematik olmayıp Kur’an bütünlüğü içerisinde bir ya da belirli ayet
grupları içinde yer alan dağınık bilgileridir. Zaten insanın hidayetini kendisine gaye
edinen kutsal kitaptan da detaylı ve sistematik bilgininde beklenilmesi düşünülemez.581
“Kur’an’daki bilgilerin amacı insanı doğruluğa ve hidayete götürmektir. Bundan dolayı
Kur’an, insanın yaratıcısı ile insanın insan ile insanın kainat ile olan münasebetlerini
düzenleyici prensipler getirmiştir. Kur’an, insanın yaratıcısı ve insanın insanla olan
münasebetlerine dair kesin bilgiler geniş ve kesin bilgiler içerdiği halde insanın
kainatla olan ilişkisine genel prensipler getirmiştir. Bu prensiplerde daha çok eşyanın
kullanışına dairdir. Eşyanın mahiyeti ve nasıllığı yönünde değildir. Fakat kainat ve eşya
hakkındaki bu genel prensiplerin her asra bakan bir yönü vardır. Bu bilgiler daha çok
eşyanın “niçin” sorusuna cevap teşkil eder. Nasıllığını açıklamak ise pozitif bilimlere
düşer.582”
Celal Kırca’nın yukarıda zikrettiğimiz bu görüşünü, Ayrıştırıcı yaklaşım taraftarlarınca
“Bucailist bakış açısı” olarakta adlandırılan uzlaştırıcı yaklaşım taraftarı Maurice
Bucaillenin düşünceleri, desteklemektedir. Bucaille, Kur’an’ın bilimsel ayetlerini
anlamak için sadece arap dili ve belağatının yetmeyeceğini ifade ederek, bunun yanında
çok çeşitli bilimsel konulara da vakıf olmak gerektiğini ifade eder. Ona göre böylesi bir
çalışma ise çok yönlü ve ansiklopedik olması gerekir.583
581
Kırca, Kur’an’ı Anlama, s. 220.
Kırca, Kur’an ve Fen Bilimleri, s. 35.
583
Maurice Bucaille, Kitabı Mukaddes Kur’an ve Bilim, (Tercüme; Suat Yıldırım), TÖV. İzmir 1981, s.
182.
582
126
Uzlaştırıcı yaklaşım, bilimsel bilgiyi Kur’an’dan ayrı görmeyi bir tefrit olarak
değerlendirdiği gibi, Kur’an’ı adeta bir fizik, kimya, tıp, matematik, astronomi kitabı
olarakda görmeyi ifrat saymıştır. Aynı şekilde Kur’an’ın hiçbir bilimsel gerçekle ilgisi
olmadığını tefrit saymakla beraber ayetlerin bilimsel gerçeklerle yorumunda ayetten
çıkan manayı bilimsel bilgiyle sınırlamayı ifrat kabül ederler. Bu algılamaya göre,
Kur’an’ı bilimsel bilgilerin peşinden koşturmak yerine bilimsel bilgilerle Kur’an
ayetlerini açıklamak uygun en doğru olanıdır.584 Uzlaştırıcı
yaklaşım, ayetlerin
anlaşılması için bilimsel verilerin bağlam yapılmasında herhangi bir sakınca görmez. Bu
algılamaya göre bilimsel konulardaki ayetlerin delaletlerinin anlaşılmasında bilimsel
verilerin bağlam yapılması bu ayetlerin daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Böyle bir
anlayışta bilim ve bilim ahlakı çelişmeyen bir durum arzeder.
Uzlaştırıcı yaklaşım, Gazalî, Razî, İbn Rüşd, Cevheri, Maurice bucaille, Süleyman Ateş
ve Celal Kırca gibi alimlerin Kur’an tasavvurlarında görülür.
Cevahiru’l Kur’an ve İhyau-Ulumiddin gibi eserlerinde Kur’an’ın bilimsel yönlerine
temas ederek sahip olduğu bilgi birikimine göre açıklamalarda bulunan Gazalî, Felsefebilim ilişkisi ile başlatılan Kur’an’a bilimsel yaklaşımı belirgin hale getiren ilk
kişidir.585 Gazalî, Kur’an’ı, Cenabı Allah’ın ilim sıfatının bir sonucu olarak
algılamasından dolayı, Cenabı Allah’ın ilim sıfatındaki sonsuz bilgiyi Kur’an’da
aramaya çalışır. Gazalî’ye göre Kur’an’da yekün olarak mevcut olan bu bilgilere ilimde
derinlik sahibi olanlar, bilgilerinin çokluğu, kalplerinin temizliği ve dine adanmışlıkları
oranında elde edebilirler.586 Kur’an’ın sayısız ilim ihtiva ettiğini, her kelimesinin bir
ilim olduğunu belirterek Kur’an’daki her kelimenin zahir, batın, hadd ve matlaı
yönünden anlamlara sahip olduğunu ifade eden Gazalî,587 kuşatıcı ayetlerin anlaşılması
ve anlamlandırılmasında istinbatçı bir yaklaşım tarzını yöntem olarak benimsememiştir.
Gazali istinbatçı ve istihracı metoddan ziyade bilimsel olgulara ilişkin verilerle ayetlerin
anlamlandırılması şeklinde bir yaklaşım tarzını ön plana çıkarmaktadır. Gazalînin
Kur’an tasavvurunda bilimsel bilgilerin Kur’an’dan geliştiği, icat ve keşf olunduğu
584
Ömer Çelik, Kur’an ve İlmi gelişmeler, Yeni Ümit Dergisi, Ocak, Şubat, Mart, 2011, S. 91, s. 41.
Kırca, Kuran ve Bilim, s. 43.
586
Gazalî, İhya,Cilt I, 384.
587
Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, II, 372.
585
127
anlayışdan daha ziyade bilimsel verilerle Kur’an ayetlerinin açıklanması metodu
görülmektedir.588
3. İstinbatçı Yaklaşım
İstinbatçı yaklaşım, Kur’an’ın bilimsel içerikli ayetlerinden gözlem ve deneye dayalı
bilimsel veriler çıkarılabileceğini ve bunu Kur’an’ın bilimsel icazı olarak tanımlamaya
çalışanların yaklaşımıdır.
Kur’anın bilimsel verilerle tefsir edilmesinde aşırı bir tutum sergileyen Suyutî, tefsir
usûlüne ilişkin eserinde Kur’an’ın bütün her şeyi içinde barındırdığını ve Kur’an
ayetlerinin bilimsel bilgilere delalette bulunduğunu ifade ederek, Kur’an’da mevcut
bulunan bilimsel ve diğer konulardaki bilgilerin varlığını ifade eder.
“Bende diyorum ki, Allahın kitabı her şeyi ihtiva etmektedir. Farklı ilim dallarına
gelince bunlar içinde asli olan ne bir başlık, nede bir mesele yokturki, kuran buna
delalet etmesin. Kuranda yaratılmışların harikulade yönleri, göklerin ve yerin
hükümranlığı ufukta ve toprağın altında her şey vardır.” 589
Suyutî, Mursî’nin Kur’an’da mevcut bulunan ilimler hakkındaki görüşünü zikrettiği
Enam 38. ve Nahl 89. ayete ilişkin yaptığı açıklamalarda şunları zikreder;
“Kur’an’ı Kerim öncekilerin ve sonrakilerin ilminden ne varsa bünyesinde toplamıştır.
Bunu ancak bu kelamın mütekellimi olan Cenabı Allah ihata edebilir. Sonra onun elçisi
cenabı Allah’ın verdiği ilim kadar ondan elde etmiştir. Daha sonra, Hz. peygamberden
sonra büyük bir kısmına sahabe mirasçı olmuştur. Daha sonra tabiinler mirasçı
olmuşlardır. Sonra da düşünceler kısır kalmıştır.590
İstinbatçı yaklaşım taraftarları arasında Muhammed b. Ahmed el İskenderanîyi
görebiliriz. Onun bilimsel tefsir temelli Kur’an algısını yansıtan eseri ise “Keşfü’lEsrari’n- Nuraniyyeti’l- Kuraniyye” dir.591 İskenderanî’yi “Tabaiu’l- İstibdat ve
Mesairu’l İstibad” adlı eseriyle seyyid Abdurrahman Kavakibî takip etmiştir. Daha
sonraları istinbatçı yaklaşıma Serairu’l- Kur’an adlı eseriyle Gazi Ahmed Muhtar Paşa,
588
J.J.G. Jansen, Kur’an’a Yaklaşımlar, (Çev. Halilrahman Açar), Fecr yayınları, Ankara 1999, s. 90
Suyutî, İtkan, Cild II, s.1029.
590
Suyutî, İtkan, Cild II, s. 1025.
591
Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, Cild II, s. 372.
589
128
İcazü’l- Kur’an sahibi Mustafa Sadık er Rafii, Abdülaziz İsmail, Ferid Vecdi katkı
yapmışlardır.
Günümüze gelinceye kadar şüphesiz birçok İslam alimi yaptığı çalışmalarla bu alana
ilgi göstermişlerdir. Fakat bu sahada çağımızdaki en meşhur kişi, yazdığı 26.ciltlik
resimli, ansiklopedik bilgileri içeren “Cevahiru’l- Kur’an” adlı tefsiriyle Tantavi
Cevherî’dir.592 Cevherî, bu eserinde bilimsel tefsir örnekleri sergilemiş, Kur’an
ayetleriyle modern ilimler arasındaki münasebetleri göstermiş ve kevnî acayipliklerin
Kur’an’a uygunluğunu ifade etmeye çalışmıştır.593
Cevherî’nin Kur’an tasavvurunu şu ana tema oluşturur. Cenabı Allahın iki kitabı vardır.
Bu kitaplardan birisini Cenabı Allah eliyle yazmıştır. Diğerini ise vahiyle bize imla
ettirmiştir. Vahiyle imla ettirdiği kitabı, biz kulaklarımızla duyarız. Eliyle yarattığı
kitabı ise gözlerimizle görürüz. Fakat çok şaşılacak şeydir ki eliyle yazdığı kitap bütün
haşmetiyle mücessem, zahir olduğu halde bizim yanımızda gizli kalmıştır. Diğer bize
imla ettirilen kitabı da zayıf anlamışızdır. Cevheri, imla ettirilen kitabın anlaşılması için
kainat kitabının araştırılıp tedris edilmesinin şart olacağını ifade eder. Aksi takdirde
Kur’an’ın anlaşılmasının zayıf kalacağını belirtir.594
Cevheri, Kur’an’ın kendisinden önce yaratılmış olan kainat kitabına insanların yönünü
çevirmek için nazil olduğunu ifade eder. Ona göre bu kainat kitabı apaçık ve ayrıntıları
ile ortaya konulmuş bir kitaptır. Bu kitabı Cenabı Allah, kendi elleriyle yazmıştır.
Peygamberinden de bu kitabı ümmetine izah etmesini istemiştir. İnsanların bu kainat
kitabıyla doğru yola intisap etmelerini ve kainatın ilimlerinden de istifade etmelerini
peygamberine bildirmiştir. Cevheri, Kur’anı her kesimden insanın okuduğunu fakat
Alimlerin dışındaki cahil kimselerin bu mesajı göremediğini de belirtmiştir.595
İstinbatçı yaklaşım taraftarı Cevherî, Kur’an’ın istisnasız bütün ilimleri içinde
barındırdığına inanır. Bundan dolayı modern bilmin verileriyle Kur’an ayetlerini tefsir
etmede bir sakınca görmez. Cevherî’de bu durum öyle had safhaya ulaşmıştır ki Nil
nehrinin doğduğu yerde, yağmurun dağlarda oluşum şeklinin Kur’an’da resmedildiğini
592
Kırca, Kur’an ve Bilim, s. 43.
Cerrahoğlu, Tefsir Tarihii, Cild II, 372.
594
Cevherî Tantavî, el Cevahir Fi Tefsiri’l Kur’ani’l Kerim, Matbaatü Mustafa Halebî, Mısır, H. 1346,
Cilt XV, s.100.
595
Cevherî, Cilt IV, s.29.
593
129
düşünür.596 Cevherî’nin Kur’an algısındaki bu durumun altında yatan amaç Kur’an ile
bilim arasında sunî olarak oluşturulan tenakuzun izalesine yöneliktir.
Cevherî’nin Kur’an algısında Kur’an bir deniz gibidir. Denizde su, balık, inci mercan ve
acaip yaratıklar vardır. Bizden öncekiler bu denizden fıkıh ilmini almışlardır. Fıkıh ilmi
balıklar gibidir. Oysa denizde balığın dışında inci, mercan ve tüm canlıların kaynağı
olan su vardır. Bu suyu, güneşin lemalarıyla buharlaştırıp bütün canlıların hayat kaynağı
olan yağmura çevirmesi gibi Müslümanlarında akıllarıyla düşünerek Kur’an’dan
insanlara hayat olacak düsturları çıkarması gerekmektedir. Bu denizden, geçmiş
ümmetlerin balığı çıkardığı gibi bizimde bu denizden mercanı, inciyi çıkarmamız
gerekmektedir. Fakat bu inci ve mercanlar medfun olarak denizde bulunmaktadır. Lakin
ümmetin çoğu bu durumdan gafildir.597
İstinbatçı yaklaşım, Kur’an tasavvurunu oluşturan enstrumanları anlamlandırırken sahip
olduğu Kur’an tasavvurunu göz önünde bulundurmuştur. Cevherî, Kuran’da neshin
varlığını kabül etmekle beraber onun nesh algısı, diğer nesh algılamalarından farklıdır.
Cevherî’ye göre Kur’an’da çok az sayıdaki ayetlerde nesh olgusu gerçekleşmiştir.
Kur’an’daki neshin varlığını bilimsel bilgilerle bağlantı kurarak açıklamaya çalışan
Cevheri, Allah’ın fiili kitabı olan kainattaki neshin gerçekleşmesini, Allahın kelamı olan
Kur’an’da da gerçekleşebileceğine delil gösterir. Tabiatta neshin varlığına Gece ve
gündüz, kış ve yaz yiyecekleri vb. örnek getirerek Allahın fiilinde gerçekleşen neshin,
kavlinde de mümkün olacağını savunur. Çünkü biri Allahın fiili öbürüde kavlidir.
Cenabı Allah her iki vahyinde de (kevni ve kavli) kulun maslahatını gözetmiştir.598
Cevherî, Kur’an’daki muhkem ve müteşabihlik olgusunu da sahip olduğu Kur’an
tasavvuru ışığında anlamlandırır. Ona göre Muhkem ayetler manası açık olan ayetler
iken Müteşabih ayetler, Cenabı Allah’ın haberî sıfatlarından bahseden manası kapalı
ayetlerdir. Cevherî bu tanımlamanın Cenabı Allah’ın kelamı için olduğunu ifade ederek
nasıl Allahın fiili vahyinde Muhkem ve Müteşabih var ise sözlü vahyinde de Muhkem
Müteşabihin varlığının söz konusudur. Çünkü Allah’ın kelamının ve fiilinin kaynağı
birdir. Tabiat Allahın fiilidir. İnsan oğlunun yaratılması da Allahın varlığına delalet
eden fiili kitabının Muhkem ayetlerindendir. Rahimdeki ceninin yaratılış serüveni de bu
596
Cevherî, Cilt XII, s. 47.
Cevherî, Cilt XII, s.187.
598
Cevherî, Cilt I, s. 91.
597
130
fiili kitabın Müteşabih ayetlerine örnektir. Ona göre bu duruma ancak ilim ehli vakıf
olabilir. Buna benzer sözlü vahiy olan Allahın kitabı Kur’an’da da muhkem ve Allahın
haberi sıfatlarıyla ilgili müteşabih Ayetler mevcuttur.599
Cevherî, Kur’an daki remizlerin semavi kitaplarda bir gelenek olduğunu belirterek bu
durumun Kur’an’da da mevcut olduğunu belirtir. Hurufu Mukattaalar konusunda daha
önceki alimlerin görüşlerini zikrederek bu harflerin ibn abbas’tan rivayet edildiği vech
üzere Allahın isimlerinden bir parça olduğunu kabul eder. Cevheri, bu harfleri
peygamberin sıdkına işaret eden büyük bir mucize kabül eder. Ona göre Peygamber
döneminde kimse böyle bir şey icat etmemişken harflerin oranlarına bakıldığında
sayısal bir dengenin bulunması onun ilahi kaynaklı olduğuna delildir. Çünkü Cenabı
Allah kavlî kelamındaki sayısal oranla fiilî kelamındaki sayısal oranı gözetmiştir.
Bunların birbirine aykırı olması düşünülemez.
Kur’an’ın icaz yönünü de Kur’an tasavvuru ışığında anlamlandırarak Kur’an’ın her asra
uygun ilmi verilere sahip olmasını bu yönde algılayan Cevherî’ye göre Cenabı Allah
peygamberlerini bulunduğu ortamın aklî ve ilmî seviyesine göre gerek mucize gerekse
diğer delillerle desteklemiştir. Yirminci asır, tabiat ilimleri asrıdır. Kuranın icaz
yönünün açığa çıkarılması ilmi yönden icazının araştırılmasını gerekli kılmaktadır.600
Kur’an, her alanda mucize bir kitap olduğu gibi bine yakın ilmi ayetle tabiat ilimlerine
ait bazı konulara değinmesiyle de mucize bir kitaptır. Bilim bugüne kadar aradan
yüzlerce, onlarca yıl geçmesine rağmen ondaki bazı şeyleri yeni keşfetmektedir. Fakat
bu keşif de, Kur’an’daki bütün ilmi hakikatleri ihata edememektedir. 601
Sonuç olarak Cevherî, Kur’an’da bilimsel bilgilerin mevcudiyetinin varlığını kesin
olarak görür. Ona göre bu bilgiler, çağın sahip olduğu verilerle açıklanmak zorundadır.
Çünkü Kur’an ve kainat Cenabı Allah’ın iki kitabıdır. Sözlü kitabı olan Kur’an’ın fiili
kitabı olan kainata mütenakız bir durum arzetmesi imkansızdır. Bu sebeptendir ki
Cenabı Allah’ın sözlü kitabı olan Kur’an’ın, fiili kitabı olan kainata ilişkin bilgilerle
açıklanması gerekmektedir.
599
Cevherî, Cilt II, s. 48.
Adnan Şerif, Min İlmi’t Tibbi’l Kur’an, Daru’l İlm Li’l Melayin, Beyrut 1990, s. 18.
601
Şerif, 10.
600
131
2.3.4. Edebî Kur’an Tasavvuru
1895 Mısır doğumlu Emin el-Hulînin başı çektiği ekolün önde gelenleri, Et-Tefsiru’l
Beyani li’l-Kur’ani’l Kerim adlı eserin sahibi aynı zamanda Emin el Huli’nin zevcesi ve
onun takipçisi olan Aişe Abdurrahman, Muhammed Ahmed Halefullah, Abdülkadir el
Mağribi, Muhammed el Mübarek, Şevki Dayf’tır.602 Her ne kadar Muhammed
Abduh’un bu eğilimin ortaya çıkmasında ilk kıvılcıma sahip olduğu söylenilse de
Abduh’un ekolünde toplumsal alana ilişkin eğilimlerin daha fazla öne çıktığı
görülmektedir.603
El Huli’ye göre Abduh’un asıl hedefi Kur’an ile insanları hidayete kavuşturmaktı.
Bundan dolayı Abduh, tefsirinde en önemli amaç olarak Kur’an’daki itikadi, ameli ve
ahlaki hükümlerin ruhları cezb ettirici bir şekilde açıklanmasını tercih etti. El-Huli de
şüphesiz Kur’an’ın bu hedefinin Müslümanlar tarafından gerçekleştirilmesi gereken bir
durum olduğunu ikrar etmektedir. Fakat ona göre bundan daha önemli bir hedef daha
vardır ki bütün hedeflerin üzerine bina edilmesi gereken bir hedeftir bu. El Hulî’nin
Kur’an Tasavvurunun alt yapısını oluşturan bu hedef, Kur’anın Arapçanın en büyük
kitabı olarak algılanılması ve edebi yönden Arap diline en büyük tesirinin olduğunun
kabül edilmesidir. El Huli’ye göre bunun nedeni Kur’an’ın Arapçayı edebileştiren,
Arapçanın varlığını koruyan, kendisinin de Arapça ile birlikte ebedileşen, Arapçanın
medarı iftiharı ve kültür mirasının süsü olan bir kitap olmasıdır.604
El Huli’nin yukarıda ifade etmeye çalıştığımız bu görüşleri şu ifadelerinde belirgin
olarak görülür.
“Kur’an, araştırmacı onun dindeki yerini kabül etsin veya etmesin en mukaddes bir
arap edebi sanat eseridir. Kur’an hakkında onun dini değeri hiç nazarı itibara
alınmaksızın bir sanat eseri seviyesinde yapılacak olan böyle bir edebî araştırma bizim
ve bizimle birlikte bütün Arapların ve sonradan Araplaşanların önem verdikleri her
gayeyi geçmesi ve her türlü maksatlarından önce gelmesi gereken ilk hedef ve uzun
boyutlu bir gaye olarak kabül edecekleri bir araştırma olmalıdır. Bilahere, her ayrı
maksat sahibi ve özel bir gaye peşinde koşan herkes, bu edebi araştırmanın hakkını
602
M. Said Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, Kitap Dünyası, Konya 2008, s. 121.
Şimşek, 116.
604
Hulî, Tefsirde Yeni Metod, 67.
603
132
verdikten sonra artık bu kitaba kendi açısından eğilerek ondan dilediğini alır dilediğini
iktibas eder. Veyahut ta Kur’anın kendi ilgisini çeken hukuki, itikadi, ahlaki veya sosyal
reform vb. yönlerinden birisi üzerinde durabilir. İkinci derecedeki bütün bu maksatlar
ancak bu eşsiz Arapça kitabın en mükemmel, sağlam ve açıklayıcı bir şekilde yapılan
edebi araştırması üzerine bina edildikleri taktirde layıkıyla gerçekleşebilir.” 605
Edebî Kur’an tasavvuru savunmuş olduğu bu anlayışın birçok misyoner ve
dinsizin ileri sürmüş olduğu iddiaların önüne set çekeçeğini düşünür. Bu anlayışa göre
misyonerler Kur’an’ın Allahtan gelmediğine inanan, bizzat Hz. Muhammed tarafından
oluşturulan, tarihsel yanlışlıklarla dolu olan bir Kur’an algısına sahiptirler. Onların bu
tür yanlış algılamalar ortaya koymalarının ana nedeni Müslümanların Kur’an’ı tarihsel
temele göre algılama üzerindeki ısrarlarıdır. Eğer bu ısrardan vazgeçilip Kur’an,
sanatsal ve edebi metodla algılanılmaya çalışılırsa bütün bu iddiaların önüne geçilmiş
olunacaktır.606
Edebî Kur’an tasavvuruna göre Kur’an, mevzulara ve meselelere göre tertip edilmiş bir
kitap ta değildir. Bundan dolayı şu veya bu konuda varid olan hükümleri toplayan
bablara ve fasılalara da ayrılmış değildir. Kur’an, içinde akaide dair konuları
barındırmakla beraber bir akaid kitabı tertibine de haiz değildir. Hukuki kaide ve
esasları içermekle birlikte fıkıh kitaplarının tertibi üzerine de değildir. Bunun gibi o
diğer konulara sahip olmakla beraber herhangi bir kitapta görülen tertip, Kur’an’da
görülmez. Hatta diğer kutsal kitaplarda görülen tertipler bile Kur’an’da görülmez.
Bunun yanında Kur’an ayetlerinin nüzul sırasının tarihlerini esas alan bir sıra üzerine de
tertip edilmemiştir. Bundan dolayı Kur’an’da pek çok konuya temas edildiği halde
herhangi konuda bile bir yerde toplu halde bahsedilmemektedir. Fakat aynı konu ile
ilgili ayetler bir araya getirildiği zaman bir bütün oluşturarak konu hakkında bir fikir
elde edilebilir. El Huli’ye göre Kur’an’ın bu tertibinde bile bir takım ilahi hikmetler ve
gayeler vardır. 607
605
Hulî, Tefsirde Yeni Metod, s. 67
M. Ahmed Halefullah, Kur’an’da Anlatım Sanatı, (Çev. Şaban Karataş), Ankara Okulu, Ankara 2002,
s. 59.
607
Hulî, Tefsirde Yeni Metod, 71.
606
133
El Hulî, Kur’an’daki ayetlerin tertibi üzerinde durduğu gibi ayetleri oluşturan
kelimelerin terkibi üzerinde de durur. El Huli, Kur’anî terkiplerin edebî sanat açısından
farklı yönlere haiz olduğunu ifade eder.608
Edebî Kur’an tasavvuru, Kur’an’ın tanımına yönelik unsurları anlamlandırmada kendi
Kur’an tasavvurlarının esaslarını göz önünde bulundurarak hareket etmiştir. Bundan
dolayı Kur’ana ilişkin algılamaların temeline Kur’an’ın sahip olduğu edebiyat ve
belağatı yerleştirir. Kuran’daki nesh, müteşabih, icaz gibi olguları anlamlandırıken de
bu temel üzerinden anlamlandırmayı gerçekleştirir. Bu temel üzere algılanan konulardan
biri de Kur’an’da mevcut bulunan tekrarlardır. Edebî Kur’an tasavvuru, Kur’an’daki
tekrarlar hakkında günümüze kadar farklı yaklaşımların sergilendiğini fakat hiç
kimsenin tekrarları Kur’an’daki i’cazın can damarı olan psikolojik perspektiften ele
almadığını öne sürer.609 Bu algılamaya göre Kur’an’daki tekrarlar, insan psikolojisinin
çeşitli yaklaşımlarınca desteklenen evrensel psikolojik bir yaklaşıma bağlı bir
gerekçelendirmeyle ifade edilmelidir.610 Kur’an’daki tekrarları sanatsal edebî bir temel
üzerine inşa ederek anlamlandıran Ahmed halefullah, Kur’an’ın uslup özelliklerinden
olan Kur’an’daki kıssaların tekrarlanmasının açıklanmasında tarihsel yöntemin acze
düştüğünü ileri sürer. Ona göre tarihsel yöntem Kur’an’da niçin tekrarların
bulunduğunu açıklamada aciz kalmıştır. Bazı kişiler bu tekrarları müteşabih ayetlerden
addetmişlerdir. Eğer Kur’an kıssalarındaki tekrarlara tarihsel yöntemle değil de sanatsal
edebi anlayışla yaklaşılsaydı bu tür hatalara düşülmeyecekti.
Halefullah, edebi sanatsal yöntemin Kur’an kıssalarındaki tekrarlarda da göz önünde
bulundurulması gerektiğini şu sözleriyle ifade eder.
“Eğer İslami akıl, Kur’an kıssalarına yönelik anlayışını sanatsal edebi esasa göre
oluştursaydı ilk andan itibaren tekrar sayılan şeylerin hiçbir şekilde tekrar olmadığını,
Kur’an kıssalarında tarihsel konuların aktarımının hedeflenmediğini, Kur’an’ın öğüt,
ibret, uyarı ve müjdeleme gibi amaçlarının bir yerden başka bir yere farklılık arz
edebileceğini, anlatımdaki farklılığın amaçlardan kaynaklandığını, zira amaçlardaki
farklılığın hiç şüphesiz edebi anlatım biçimlerinde farklılığa yol açabileceğini öğrenmiş
olurdu. Taha süresindeki Mûsa kıssasının amacı Neml suresindeki Mûsa kıssasının
608
Hulî, Tefsirde Yeni Metod, 71.
Hulî, Arap Kültüründe Yenilikçi Yaklaşımlar, (Çev. Emrullah İşler), Kitabiyat, Ankara 2006, s. 187.
610
Hulî, Arap Kültüründe Yenilikçi Yaklaşımlar, 192.
609
134
amacından farklıdır. Edebi açıdan o, bir kıssa, diğeri ayrı bir kıssadır. Buna göre
tekrar söz konusu değildir.”611
Edebî Kur’an tasavvuru kıssaların Kur’an’daki mevcudiyetinin salt edebi olduğunu ve
Kur’an kıssalarında tarihi gerçeklik aranmasının doğru olmayacağını ifade eder. Çünkü
Kur’an, kıssalarda tarih bilgisi vermeyi amaçlamamıştır. Bu tür kıssalarda ve diğer
anlatımlarda asıl gaye söz sanatıdır.612
Halefullah, Kur’an’da edebi özgürlükle ilgili birçok olgunun mevcud olduğunu
savunurak Kur’an kıssaları ele alınırken bu yönün de göz önünde tutulması gerektiğini
ifade eder. Halefullah’a göre Kur’an’ın kıssalarda kullandığı anlatım üslubuna ilişkin
olgular, edebiyatçıların kendilerine tanıdıkları edebî özgürlük alanının benzerinin
Kur’an’da da var olduğunu ispatlamaktadır. Bunun en güzel örneği, Ashabı Kehf ve
Zülkarneyn kıssalarıdır. Halefullaha göre Kur’an, bu kıssalarda gerçekliğin kendisini
anlatmamıştır. Arap toplumunun Zülkarneyn ve güneşin batışına dair kulaktan kulağa
rivayet yoluyla bildiği şeyleri tasvir etmiştir. Bunun yanında Kur’an, bu kıssalarda
kullandığı edebi sanatları Arapların yaptığı örf ve geleneğe göre inşa etmiştir. Yani
Kur’an, insanları tasavvurlarıyla birlikte ele almıştır. Bunda doğruluk aramamıştır.
Başlangıçta cahiliyenin zihninde bulunan bu tasavvura muvafakat göstermiş fakat daha
sonra zamandan yararlanarak bu tasavvuru düzeltmeye çalışmıştır. Halefullah’a göre
Kur’an, öğüt ve ibret, hidayet ve irşadı hedeflediği kıssalarda bu özgürlüğü
kullanmıştır.613
Halefullah, Kur’an’ın tarihi kıssalarda bile edebi ve sanatsal yönü ön plana çıkardığını
düşünür. Kur’an’ın kıssalarda hedefe ulaştıran amacı gerçekleştirecek kadarını seçtiğini,
bunun dışında kalan olayları, kişileri ve ayrıntıları bir tarafa bıraktığını öne sürer. Ona
göre, Kur’an’ının kıssalarda muhataplarına tarihi bilgi öğretmek gibi bir amacı yoktur.
Buna mukabil Kur’an, korkutmak ve uyarmak gibi bir hedefe müteallık psikolojik bir
gayeyle kıssaları edebi bir tarzda ele almaktadır.614Yine Halefullah, Kur’an’da edebi bir
tür olan drama ve kurgusal anlatım türlerinin bulunduğunu öne sürerek bu durumun
611
Halefullah, Kur’an’da Anlatım Sanatı 63.
Şaban Karataş, İlahi ile Beşerin Buluştuığu Zemin Olarak Arap Dili, İslamiyat, 2004, Sayı1, s. 85.
613
Halefullah, Kur’an’da Anlatım Sanatı 82.
614
Halefullah, Kur’an’da Anlatım Sanatı 157.
612
135
Arapların ihtiyaç duymasından ve onların dil ve edebiyat tarzından kaynaklandığını öne
sürer.615
Edebi Kur’an tasavvurunun sanatsal ve edebi alan üzerine inşa ettiği bir diğer olgu ise
i’caz algısıdır. Kuranın edebi ve sanatsal öğeleri arabların alışık olmadığı bir tarzda
yeniden inşa ederek kullandığını ve bu kullanımında Kur’an’ın icaz yönlerinden birini
oluşturduğunu vurgular. Halefullah’ın buna örnek olarak gösterdiği unsur mitolojik
anlatımdır. Mitolojik anlatım, mekke’deki edebiyat yaşamında Kur’an’ın getirdiği ve
müşrik Arapların alışık olmadığı bir yeniliktir. Kur’an, bu tarzla Arapların edebiyatında
bir gelenek ve yüksek edebiyat türü oluşturmuştur. Bu gelenek, bazı mitolojiler üzerinde
dini kıssa kurulmasından ibarettir. Halefullaf’a göre Kura’nın mitolojiler üzerine kıssa
kurması Kur’an’a zarar veren bir durum değildir. Çünkü bu tarz, evrensel edebiyatın ve
büyük dinlerin kutsal kitaplarının tarzında var olan şeylerdir. Ona göre önemli olan
Kur’an’ın bu kıssaları ifade ediş şeklidir.616
Belağatla psikoloji arasında sıkı bir ilişkinin olduğunu vurgulayan Edebî Kur’an
tasavvuru psikolojiye büyük önem verir. Kur’an’ın psikolojik icazını belağat-psikoloji
arasındaki bağlantıyı göstererek açıklamaya çalışan617 El Hulî’ye göre belağat
“söylemdeki güzelliğin, estetiğin yanı sıra, bu niteliğin nasıl ve hangi şartlarda
gerçekleştiğini araştıran söz sanatıdır.”618 Ona göre belağat, psikolojiyle insanın iç
dünyasındaki hoşnutluk merkezinin izini sürerek etkilemeye çalıştığı andan itibaren
temasa geçer. El Hulî, geçmiş alimlerin, belağatın ele alındığı yerlerde psikolojik
durumlar ve bu durumların gerektirdiği söz bağlamları ve uslüb özelliklerinden sıkça
bahsettiklerini bundan dolayı sanatın hayatın ve eğlencenin bir aksesuarı olmadığını,
insanı insan yapan ve insanın moral değerlerini oluşturan bir cevher olduğunu,
medeniyetin ancak bu insanî ve moral değerlerle meydana getirilebileceğini savunur. Bu
sebepten dolayı söz sanatı ona göre, insani değerlerle irtibat kurması gereken bir
sanattır.619El Huli, günümüze kadar belağatla sanatın arasının açıldığını, hayat
damarlarının kuruduğunu, bundan dolayı belağat araştırmacılarına antipatiyle
bakıldığını, bu durumun da belağatten istifade edilmesini engellediği kanısındadır. El
615
Halefullah, Kur’an’da Anlatım Sanatı 193.
Halefullah, Kur’an’da Anlatım Sanatı 216.
617
Hulî, Tefsirde Yeni Yöntem, 91.
618
Hulî, Arap Kültüründe Yenilikçi Yaklaşımlar, 167.
619
Hulî, Arap Kültüründe Yenilikçi Yaklaşımlar, 173.
616
136
Huli’ye göre belağatın bu durumdan kurtarılması tekrardan belağatla sanatın arasını
barıştırılmasına, onun bütün güzel sanatların dayandığı temel üzerine oturtulmasına
bağlıdır.620
Kur’an’ın icazıyla insan psikolojisi arasında sağlam bir ilişki olduğunu ifade eden El
Huli, Kur’an’ın icazını sanat zevki ve söz estetiği bilincinden oluşan bir anlam üzerine
kurar. Ona göre Olağan üstü edebi bir sanat olan Kur’an’ın işleyişi de insanın iç
dünyasını eğitme ve idare etme mekanizması üzerine kuruludur.621 Bundan dolayı
Kur’an ayetlerinin psikolojik zemin dışında bir yerde gerekçelendirilmesi doğru
değildir. Çünkü Kur’an ayetlerindeki icaz, itnab, tevkid, tekrar, vb. gibi belağatla ilgili
meseleler ancak derin bir araştırmanın ürünü olan psikolojik unsurlarla açıklanabilir.622
Halefullah, danışmanı olan emin el Hulî’nin bu görüşlerini şu ifadeleriyle teyid eder;
“Kur’an nasılki kendisine yöneltilen eleştirilere cevaplarda indiği çevrede mevcut
bulunan yaygın görüşleri kullanmışsa o dönemde kendisiyle mücadele edenlere karşı
psikolojik unsurları da kullanmıştır. Çünkü fikirlerin duygu ve hislerle ilintilendirilmesi
kuvvetli bir bağdır. Bunu kimse bunu inkar edemez.”623
2.3.5. Antropolojik Kur’an Tasavvuru
“İnsanın
kökenini,
evrimini,
biyolojik
özelliklerini,
toplumsal
ve
kültürel
yönlerini inceleyen bir bilim” olarak tarif edilen624 Antropoloji, 19. yüzyılda
Avrupalılar tarafından batılı olmayan toplulukları, farklı gelenekleri, dinleri
tanımlama amacıyla geliştirilmiş bir bilgiyi ifade eder. Dînî oluşumları, insanın
bulunduğu ortamın çevresel ve tarihsel şartlarının bir ürünü olarak gören
antropolojinin temelinde, insan aklını her şeyin üstünde görme algısı vardır.
Buna dinî metinler de dahildir.625 Antropolojinin dinî bir metne bakış açısını şu
genel esaslara indirgemek mümkündür: Deist bir anlayıştan hareketle vahiy
olgusunun reddi, Vahiyle bildirilen esaslarda sosyal çevrenin esas alınması,
620
Hulî, Arap Kültüründe Yenilikçi Yaklaşımlar, 176.
Hulî, Arap Kültüründe Yenilikçi Yaklaşımlar, 186.
622
Hulî, Arap Kültüründe Yenilikçi Yaklaşımlar, 186.
623
Halefullah, Muhammed ve’l Guva’l Mudadde, Matbatü’l Fenniyyeti’l Hadisiyye 1972, s. 309.
624
TDK.Türkçe Sözlük s.107
625
Durmuş Ali Karamanlı, Tarihsellik ve Evrensellik Bağlamında Kur’an Hitabının Tabiatı, Basılmamış
Doctora Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Blimler enstitüsü, Tefsir Bilim Dalı, Ankara 2008, s. 350.
621
137
İlerlemeci bir tarih anlayışından hareketle dini ve tarihsel olguyu yargılayarak
tekrardan ele almak.626
Antropolojik Kur’an tasavvurunda dinî bir metin olan Kur’an, kültürün bir
ürünü olarak algılanır. Kur’an’ın metafizik, genel ahlak ve ibadetler dışında
kalan bütün dünyevî hüküm ve kurallarının indiği çağın kültürüne hitap ettiği
ifade
edilerek,
Kur’an’ın
metafizik,
genel
ahlak
ve
ibadetler
dışındaki
hükümlerinin yeniden ele alınması gerektiği öngörülür. Bu tasavvura göre
Kur’an’ın muhtevası ve yapısını meydana getiren unsur, muhatap kitlenin
içinde bulunduğu durumdur. Bundan dolayı Kur’an metni antropolojik bir
süreç içinde ele alınmalıdır. Bu tasavvura sahip olanların başında M. Arkoun,
Hasan Hanefi, Nasr Hamid Ebu Zeyd gelmektedir.627
Antropolojik Kur’an tasavvurunda Kur’an’ın aşkın boyutu inanç objesi olarak
algılanılırken628tarihsel ve antropolojik açıdan ilahiliği sorunu bazı antropolojik
Kur’an tasavvuruna sahip kişiler tarafından dile getirilmektedir.629
Antropolojik Kur’an tasavvuru vahyi bir iletişim şekli olarak algılar. Fakat bu
iletişim diğer iletişimlerden farklıdır. Çünkü bu iletişimin bir tarafında Allah,
diğer tarafında bir insan olarak Hz. Peygamber vardır. Dolaylı bir şekilde
gerçekleşen bu iletişim Cenabı Allahın Hz. Peygambere bir melek aracılığıyla
vahyi göndermesiyle gerçekleşen bu iletişim Kur’an’da “ilka”630 olarak ifade
edilmiştir. Söz konusu olan bu iletişim, özel bir şifre kanalıyla gerçekleşmiştir.
Allah’la melek arasındaki iletişimin nasıllığı ve içeriği özgün olmakla birlikte
peygamberle melek arasındaki iletişimin dili Arapçadır. 631
Antropolojik Kur’an tasavvuru farklı ontolojik düzlemlerde meydana gelen bu
iletişimin, ilk etapta rüyalar vasıtasıyla gerçekleştiğini ifade eder. Bu tasavvura
626
Ali Bulaç, “Kur’an’ı Bir Metin Olarak Antropolojik Bir Gözle Okumak”, KURAV, Sempozyum,
Bursa 1996 s. 154,
627
Yasin Pişkin, Kur’an’a Göre Akıl ve Akılcılığın Kur’an Tefsirine Etkisi, Basılmamış Doktora Tezi,
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tefsir Bilim Dalı, Ankara 2008, s. 275.
628
Ebu Zeyd, Kur’an Hermeneoutiğine Doğru Humanist Yorum Arayışı, İslamiyat, VII. Sayı 1, 2004, s.
44.
629
Muhammed Arkoun, Kur’an Okumaları, (Çev. Ahmet Zeki Ünal), İnsan yayınları, İstanbul, 1995, s.
127.
630
Müzzemmil 73/5
631
Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı, 64.
138
göre insan aşkın alemden rüyalar yoluyla haberdardır. Rüyalar bütün insanlarda
mütehayyile gücünün faaliyet alanını temsil ederler. Bunlar insan nefsinin
mensubu
bulunduğu
aşkın
alemin
bazı
hakikatlerine
yönelik
göstergelere
sahiptir. Nefs, kendi arınmışlığı ve ruhaniyeti ölçüsünde bu aşkın alemden
bilgiler
alır.
Bu
durum
ise
peygamberlerde
son
noktadadır.
Antropolojik
Kur’an tasavvuru rüya ile peygamberin ilahi vahye mazhar olmasını kültüre
uygunluk arz eden bir durum olarak değerlendirmektedir. Hz. Peygamberin
nefsi,
rüyada
melekten
bizzat
kendisinin
sonradan
dilsel
bir
ifadeye
dönüştürdüğü özel bir şifre ile mesaj almaktadır. Bu iletişimin etkinliğinin ardı
ardına tekrarlanmasıyla vahye aşina olmanın, uyanıklık halinde ve karşılıklı
konuşma şeklinde vahyin gerçekleşmesine imkan tanıdığı ifade edilmiştir.632
Antropolojik
Kur’an
tasavvuru,
Tanrı
ile
insan
arasındaki
bu
iletişimin
başlangıcı Ramazan ayının Kadir gecesidir. Bakara 185. ve Kadir 1. ayetler bu
duruma işaret etmektedir. ““Ramazan ayı Kur’an’ın indirildiği aydır.”633 “Biz
onu
kadir
ayetlerde
gecesi
ifade
tasavvurlarında
nakledilen
bir
indirdik.”634
edilen
görülen
indirme
inzal
şekliyle
şekli
Antropolojik
kavramını,
bir
gibi
Kur’an
tasavvuru,
Geleneksel
mekandan
alınıp
algılamamıştır.
yukarıdaki
dönemdeki
Kur’an
başka
mekana
Kur’an’ın
bir
önce
Levhi
Mahfuz’dan Beytü’l İzze’ye, oradan da yeryüzüne indirilmesi şeklinde bir
algılama hem tartışmanın eksenini oluşturan ayetle hem de Kur’an’daki Nesh
olgusuyla çelişki arzedeceğini öne sürmüştür. 635
Diğer taraftan Antropolojik Kur’an tasavvuru, şehadet alemine ilişkin bir varlık
olarak Kur’anı, bir bilgi kaynağı ve bir bilgi objesi olarak algılamaktadır.636 Bu
algıya göre Kur’an, İnsanların bu dünyadaki maslahatı için indirilmiş637bir
metindir. Allah kelamının yalnız belirli bir tezahürünü temsil eder.638 Bu
iletişimde kullanılan dil ne ilahi ne de mukaddestir. Bu yönüyle Kur’an,
632
Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı, s.74.
Bakara 2/185.
634
Kadr, 97/1.
635
Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı, s. 129.
636
Hasan Hanefî, el Yemin vel Yesar Fi’l Fikri’l İslamî, Mektebetü Medbulî, Kahire, s. 69.
637
Hanefî, 69.
638
Ebu Zeyd, Kur’an Hermeneoutiğine Doğru, s. 44.
633
139
Allahın ezeli-ebedi kelamıyla özdeş değildir. O, şehadet alemine ilişkin bir
varlık olarak bilgi objesinin sınırları içerisindedir.639
Antropolojik Kur’an tasavvuruna göre İlahi vahyin içeriği, indiği toplumun
diliyle ifade edildiğinden kültür ve tarihsel açılardan belirlenen dilin yapısıyla
kuvvetli bir ilişki içerisindedir. Başta kültürel yapı olmakla birlikte, mevcut
bütün yapılarıyla da olgunun kurallarından bağımsız değildir. Çünkü Allah,
insanların
sahip
olduğu
dilsel
ve
kültürel
ifade
sistemleri
aracılığıyla
gerçekleşen kelamı sayesinde kendini kullarına açmaktadır.640 Bu yaklaşımıyla
Antropolojik Kur’an tasavvuru, Ehli Hadis’in Kur’an algısında görülen şehadet
alemine ilişkin ilahi kelamın çift doğalılığını ortadan kaldırmaktadır.
Antropolojik Kur’an tasavvuru Kur’anın, indirildiği dönemdeki olgunun içinde
bulunduğu krizin varlığına ve bu olgunun değiştirilmesinin zorunlu olduğuna
verilen
bir
cevaptır.
Kısaca
olgu,
metnin
indiriliş
sebebinde
esas
unsur
olmuştur. Cahiliye dönemi insanları arasındaki bir grup insanın Hanif dinini
arayış çabası ve bu dönemde mevcut olan sosyal, ticari ve siyasal krizler
olgunun
yabancı
bulunduğu
Hristyanlıkta
olmadığı
tehlike
ne
ve
de
bir
inancı
sıkıntıların
Yahudilikte
davet
kurtuluşunu
etmektedir.
Arabın
sağlayacak
bulunmaktadır.641Bu
içinde
cevaplar
iletişimde
ne
peygamber,
olguyu yansıtmada bir aracıdır. Fakat peygamber bu iletişimde pasif bir alıcı
değil bizzat kendisinin de mensubu bulunduğu toplumun ideallerinin vücut
bulduğu bir aracıdır.642
Bu algılamadan dolayı Antropolojik Kur’an tasavvuru Kur’anı, metin, hakikat
ve öz itibariyle kültürün ürünü olarak görür. Kur’an, yirmi üç yıllık nüzul
döneminde
olgu
ve
kültürün
içinde
biçimlenmiştir.
Metin
tamamlandıktan
sonra da kültürü biçimlendiren bir yapıya dönüşmüştür. Daha sonra da kültür
içinde otoriterlik kazanarak diğer metinlerin kendisine kıyaslanıp meşruiyetini
aldığı bir duruma gelmiştir. Bundan dolayı Ebu Zeyd’e göre, Mekke dönemi
nazil olan ayetler, Medine dönemi nazil olan ayetlere nazaran içerik ve üslup
639
Ebu Zeyd, Kur’an Hermeneoutiğine Doğru. s. 46.
Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı, s. 83.
641
Hanefî, 71.
642
Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı, 89.
640
140
olarak farklılık arz etmektedir. Mekke döneminde yeni bir toplum inşa süreci
başladığından bu süreçte Kur’an metninin üzerinde durduğu husus, tevhid
inancının yerleştirilmesi ve şirkin dışlanması olmuştur. dolayısıyla herhangi bir
pratik yasamaya ihtiyaç duyulmamıştır. Diğer taraftan Medine dönemi sosyal
yapı ve bu yapıya yönelik hukuki düzenlemelerin gerçekleştirilme sürecidir. Bu
ise ancak yeni toplumun, kendine özgü niteliklere ve belirli sınırlara sahip bir
devletin
varlığına
imkan
tanıyan
mekana
yerleşmesiyle
başlayabilecek
bir
durumdur.643
Diğer taraftan yine Antropolojik Kur’an tasavvuru Mekki ve Medeni ayrımının
Kur’an
metninin
biçimlenmesinde
gerek
içerik
gerekse
yapı
bakımından
önemli katkısı olduğu inancına sahiptir. Bu ayrımın, Kur’anın canlı tarihsel
olguyla olan karşılıklı etkileşimin bir ürünü olduğunu ve bu etkileşimin genel
karakteristiksel
özelliklerini
kanaatindedir.644
gösterdiği
Antorpolojik
Kur’an
tasavvuru, Kur’anın diğer kutsal kitaplardan farklı olarak pasajlar halinde nazil
olduğunu ifade ederek bunun en büyük nedenini Kur’an’ın kültürün bir ürünü
olması
olarak
görür.
Zira
bu
tasavvura
göre
kültür,
ayetlerin
taşıyıcısı,
645
öğütlerin bekçisi ve koruyucusudur.
Antropolojik bakış açısının esaslarından olan nassın sosyal çevre ve şartlar
doğrultusunda
şekillenmesi
anlayışı,
tasavvuru
oluşturan
Kur’anî
enstrümanların anlamlandırılmasında baş rol oynamıştır. Antropolojik Kur’an
tasavvuruna göre Kur’an’ın yapısında insani boyut çok açıktır. Bunun en
önemli argümanları Kur’an’ın tedricen nazil olması -Parça parça indirilmesiyle
Kur’an, Müslümanların istek ve ihtiyaçlarına cevap vermekte- ve iki kapak
arasına getirilmesinin insani bir sürece dayanmasıdır. Diğer bir insani boyut
Kur’an’ın
harekelenme,
iki
kapak
arasına
getirilme,
ayet
ve
sûrelerin
kronolojik sırasına göre değil de farklı bir şekilde tertip edilmesidir.646
Antropolojik Kur’an tasavvurunun olguyla bağlantılı olarak ifadelendirdikleri
bir diğer unsur esbabı nüzuldür. Ebu Zeyd’e göre esbabı nüzul bilgisi,
643
Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı, 36.
Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı, 102.
645
Hanefî, 70.
646
Ebu Zeyd, Kur’an Hermeneoutiğine Doğru, İslamiyat, s. 46.
644
141
Kur’an’ın olguyla ilişkisini ve diyalektiğini gösteren en önemli unsurlardan
biridir. Çünkü Kur’an’dan elde edinen tecrübi gerçekler, onun yirmi küsur yıl
zarfında nazil olduğunu, her bir ayet veya ayet grubunun belli bir sebebe bağlı
olarak indiğini, doğrudan inen ayetlerin çok az sayıda olduğunu gösterir. Ebu
zeyd’e göre Mekki-Medeni ayrımı, ayetlerin genel anlamda karakteristiksel
özelliklerini
verirken,
Esbabı
Nüzul
olgusu,
ayetlerin
etkileşiminde
ince
ayrıntıları ortaya koyarak Kur’an’ın olgu ve kültürün içinde biçimlenişini bize
sunar.647 Bu tasavvurun içerisinde esbabı nüzul, vahyin başlangıçta vakıanın
üzerine
tepeden
indirilen
bir
emir
değil,
bilakis
vakıanın
çağrısına
bir
cevaptır.648
Antropolojik Kur’an tasavvuru için nesh, vahiyle olgu arasındaki diyalektiğin
en
güçlü
delilidir.
Çünkü
nesh,
bir
hükmün
yürürlükten
kaldırılmasıdır.
Değişim ise olgunun en belirleyici özelliklerinden biridir. Olgu sabit kalamaz.
Değişim onun olmazsa olmaz özelliğidir. Eğer Kur’anı olguya yönelik bir
süreç olarak ifade edersek olgunun şartlarını da göz önünde bulundurmak
zorundayız. Bunun en açık örneklerinin içki ve bazı yiyecekler konusundaki
şerî yasamanın aşamalı bir yöntem izlemesinde görebiliriz. Bu durum da
sonradan nazil olan ayetlerin konuyla
ilgili
önceki
ayetleri
nesh
ettiğine
delildir.649
Antropolojik Kur’an tasavvuru kendi esasları çerçevesinde anlamlandırdığı bir
diğer Kur’anî olgu, ayet ve sureler arasındaki münasebetlerdir. Bu algıya göre,
Kur’an’ın bölümleri birbirine bağlantılı bir yapı arzeder. Kur’an’ın ayet ve
sûrelerinin sahip olduğu bu bağlantı kültürde mevcut bulunan kasidelerde de
vardır. Çünkü metin -Kur’an- dilden bağımsız değildir. Dil ise olayları ifade
eden özel mekanik unsurlara sahip olup olayları olduğu gibi resmetmeyip bu
özel
Haricî
mekanik
olaylar
unsurlara
arasındaki
bağlı
ilişki
olarak
sembolik
kaybolsa
bile
bir
dilin
tarzda
şekillendirmiştir.
şekillendirdiği
metin
içerisindeki bu ilişki kaybolmaz. Bu durum Cahiliye dönemindeki kasidelerde
açık olarak görülür. Kur’an’ın da cahiliye edebiyatında önemli bir yeri olan
647
Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı, s. 102.
Hanefî, 71.
649
Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı, 148.
648
142
kaside
ile
aynı
konuları
paylaşabilmesi
kasidedeki
özelliğin
Kur’an’da
da
görelebileceğine gösterir.650
Ebu Zeyd, geçmiş dinlerdeki metinlerin doğruluğunu kendini teyid eden harici
bir delile bağlı görürken, İslam dininde ise bu tarz harici bir delile bağlı
görmez. Ona göre Kur’an’a yüklenen delil-medlül birlikteliği kültürün izafe
ettiği bir anlayıştır. Vahyin delili olan mucizenin vahyin indiği dönemin
kültürünü aşması gerekmez. Bundan dolayı verili kültür, tıp alanında temayüz
ettiğinden,
Hz.
İsa’nın
mucizesi
hastaları
iyileştirmek
ve
ölüleri
diriltmek
şeklinde gerçekleşmiştir. Kendilerine Kur’an inen Arapların üstün oldukları
alan şiir olduğundan mucize de bizzat vahyin metnine karşılık gelen akılsal bir
metin olmuş ve böylece delil ve medlül birleşmiştir.651
2.3.6. Popüler Kur’an Tasavvuru
“Popüler” kelimesi Fransızca “populaire” kelimesinden türk diline aktarılan bir kavram
olup “halkın zevkine uygun, halk tarafından tutulan, herkesçe tanınan” anlamlarına
gelmektedir.652 Popüler Kur’an tasavvurunun daha iyi anlaşılması için kapsam olarak
daha genel bir kavram olan Popüler dindarlık olgusunun açıklanmasının fayda
sağlayacağı kanaatindeyim. Bir diğer ifadeyle popüler Kur’an tasavvurunun nasıllığının
ortaya konulması için popüler dindarlık olgusunun açıklanması gerekmektedir.
Sosyal tabakalaşmanın dindarlığa etkisi kaçınılmazdır. Dindarlık toplumsal tabakalaşma
ve farklılaşmaya paralel olarak farklılık arz etmektedir. Çünkü değerler sosyal kesimlere
göre farklılık gösterirler. Bir değer sistemi olarak din de bu farklılığın içerisindedir.
Farklı toplumsal kesimlerce din farklı şekillerde algılanabilmektedir. Din eğitimi almış
kişilerin entelektüel (kitabî dindarlığı) ile geniş kitlelerin popüler(halk dindarlığı)
arasında tipolojik farklılıklar bulunmaktadır. Bir tarafta entelektüel ve yazılı kültürün
özelliklerini barındıran din bilginleri sınıfının öncü rolüne sahip kitabî dindarlık
bulunurken, diğer tarafta dini unsurlarla mistik, büyüsel ve yerel bir takım unsurların iç
içe görünüm arz ettiği terkibî bir dindarlık tarzı olan popüler dindarlık bulunmaktadır.
Rasyonel ve kurumsal bir niteliğe sahip olan kitabî dindarlık daha çok nitelikli bir din
650
Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı, s.199.
Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı, s. 174.
652
TDK., Türkçe Sözlük, s.1619
651
143
eğitimi almış sayıca az bir sınıfın arasında yaygın iken, popüler dindarlık halk kitlesi
arasında yaygın olup hemen hemen bütün dinlerin bağlıları arasında bu iki tarz dindarlık
anlayışı görülebilir.653
Popüler dindarlık halk arasında bir takım eski kültür ve dinlere ait inanışlar yanında
resmi, kitabi dinin bazı öğelerinin mevcudiyetini de kapsar. Popüler dindarlık, halk
katında kendine has anlamlı bir bütünlüğe sahip olan inanç ve uygulamaları ifade eder.
Yüksek tipli evrensel dinlerin ( hristyanlık, Yahudilik ve Müslümanlık gibi,) ortaya
çıkmasıyla yerel inanışlar, bu dinlere ait inanışlarla birleşerek geniş kitlelere yayılarak
popülerleşirler.654 Popüler dindarlık, gündelik yaşam içerisinde üretilip geliştirilen,
genellikle şekilciliğe ve kolaycılığa kaçan, eski kültür ve bazı inanış ve uygulamaları
devam ettiren, derin dini konulara fazla yer vermeyen, konuları basitleştirerek alma ve
yaşama taraftarı olan dindarlıktır.655 İslam dinindeki hâss-âvam ayrımı da dindarlık
tarzlarında farklılaşmaya dayalı bir ayırımdır. Burada da halk dindarlığı (âvam) büyüsel,
mistik ve mitolojik unsurlara ağırlık vermesiyle kitabî dindarlıktan ayrılmaktadır.656
Mustafa Arslan popüler dindarlığın özelliğini şu ifadeleriyle özetlemeye çalışır
“Popüler dindarlıkta kişi teolojik konular yerine ibadetlerdeki şekilsel öğelere,
ritüellere daha bir önem vermektedirler. Bunlar dikkat gösterme açısından inançla ya
da ahlakla ilgili hususlardan daha önce gelmektedir. Halk arasında dinî vecibeler
yerine getirilirken şekilcilik ve faydacılık daha ön plana çıkmaktadır. Örneğin
ibadetlerde erkeklerde başın örtülü olmasının çok önemsenmesi, kısa kolla namaz
kılmanın çirkin karşılanması, namazda ayakların belli ölçüden fazla açılması, dini
metinlerin anlamına önem verme yerine onları tekrer tekrer anlamadan okuma, yine
farklı amaç ve niyetler için yapılacak uygulamalarda dini metinlerin kullanılması v.b.
gibi”657
653
Mustafa Arslan, Türk Toplumunda Geleneksel Dini Yaşam ve Halk İnanışları, Değerler eğitimi
Dergisi, 2003, 1 (2) (23-46) s.24
654
Mustafa Arslan, “Popüler Dini Yönelimlerin İncelenmesinde Karşılaşılan Güçlükler ve Çözüm
Önerileri”, Değerler Eğitimi Dergisi, C.6 Haziran 2008, s. 12.
655
A. Emin Seyhan, 15. yy. Osmanlı Popüler Dini Edebiyatındaki Fiten Hadislerinin Tahrici ve Tenkidi,
Basılmamış Doktora Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı Isparta
2006, s. 30.
656
Celaleddin Çelik, Değişim Sürecinde Merkez Çevre İlişkileri ve Çevresel Yönelimler, İslamiyat, cilt.5,
ss.81-97, 2002.s. 89.
657
Mustafa Arslan, Türk Popüler Dindarlığı, DEM yayınları, İstanbul, 2004, s. 336.
144
Popüler din konusunun Türkiye’deki dini hayat açısından da büyük yeri ve önemi
bulunmaktadır. Popüler dindarlık denen olgunun, Anadolu’nun geçmişi ve bugünü
içinde büyük bir anlamı vardır. Bu sebeple de Türkiye de popüler dini inanışlar kendi
içinde anlamlı bir tür olarak hayatiyetini sürdürmektedir.658 Türkiye de halkın geniş bir
kesimi, mevlüt törenleri, Cuma namazları, Kur’an’ın hatimle okunması gibi ibadetlerle
dini atmosferi yaşayarak dindarlık geleneğini sürdürmektedirler.659 1950’ li yıllarda
değişik ülkelerdeki İslam biçimleri üzerinde karşılaştırmalarıyla bilinen W. Cantwell
Smith’in Türkiye nin islam’la ilgili cumhuriyet döneminde şekillenen tercihlerine yön
veren söylemlerini incelediği uzun ve kapsayıcı bölümünde halk islamını hurafe, cehalet
ve fetişizmden ibaret saymaktadır.660
İlhami Güler, Türk insanının tipik dindarlık tezahürlerini ramazanlarda hatim indirme
ve ölülere bağışlama, ölülerin arkasından mevlüt okutma ve kandil gecelerinde ibadet ve
dua ile hem dünyalık beklentilerin karşılanması hem de ahiret inancı için bol sevap
kazanılması, ilahî kelamın anlamının değil onu Arapça olarak okumayı öğrenme
şeklinde açıklar.661
Popüler dindarlığın Kur’an tasavvurunda Kur’an’ı Kerim, Allahın kelamı olması
açısından bir inanç objesi olarak görülüp Cenabı Allahın Hz. Peygamber aracılığıyla
insanlığa gönderdiği son kitap olarak algılanmıştır. Diğer taraftan bir bilgi objesi olarak
Kur’an’ı Kerim, insanların hidayete kavuşması ve doğru yolu bulması,662 hayatlarını
Allah rızası doğrultusunda düzenlemesi için gerekli emir ve yasakları içeren bir bilgi
kaynağı olarak ta görülmektedir.663 Bunun yanında, insanın ferdi ve ictimai hayatında
ihtiyaç duyduğu her konuda ilke ve prensipler getirdiğine inanılmaktadır. 664
Popüler dindarlığın Kur’an tasavvurunda Allah kelamı olarak görülen Kur’an’a çok
kuvvetli bir inanç beslenmekte ve büyük bir tazim gösterilmektedir. Kur’an’a gösterilen
bu tazim farklı şekillerde ortaya çıkmaktadır. Dînî açıdan Kur’an’a öncelikli bir yer
658
Arslan, Popüler Din ve İslam, s. 102.
Hüseyin Yılmaz, “Halk Müslümanlığı”, İslamiyat, Cild V. 2002, Sayı 4, s. 60.
660
Yasin Aktay, “Farklılık Politikaları ve Türkiye Müslümanlığı”, İslamiyat, Cild 5. Sayı 4, 2002, s. 41–
45.
661
İlhami Güler, Özgürlükçü Teoloji Yazıları, Ankara Okulu, Ankara 2004, s. 128.
662
İsmail Albayrak, “Müslüman Toplumlarda Kur’an’ın Yeri”, Diyanet İmi Dergi, C. XVI, S. 1, Ocak
Şubat Mart 2010, s. 93.
663
Kamil Coşkun, “Türkiyede Camii Cemaatının Kur’an Anlayışı”, İslamiyat, C. IV, S. 1, Ocak Mart
2001, s. 101.
664
Coşkun, Türkiyede Camii Cemaatının Kur’an Anlayışı, s. 102.
659
145
verilmekle beraber camii veya çeşitli mekanlarda yapılan merasimlerde okunulmakta ve
dinlenilmektedir. Halk arasında görülen Kur’an’a karşı bu ilgi özden çok şekilcilik
boyutunda kalmaktadır. Popüler dindarlıkta Kur’an’ın ilgi gören kısmı onun anlamından
daha ziyade âyetlerin güzel olarak okunmasına ve onun şifa kaynağı olmasıdır. Buna
neden olarak şüphesiz halkın din algısında şekilciliğin etkili bir yerinin olmasıdır.665
Kur’an’ın taşınırken belden aşağı tutulmasının yadırganması, abdestsiz dokunulmaması,
üzerinin açık bırakılmayıp örtülmesi gibi algılamalar dinde şekilciliğin sonucu ortaya
çıkan durumlardır
Popüler Kur’an tasavvuruna göre Kur’an’ın dili Arapça olmakla beraber Arap dili
Kur’an’ın lazımı gayri müfarıkı olarak algılanmıştır. Bundan dolayı Kur’an’ın güzel bir
şekilde yazılması için gayret ve çaba sarf edilmiştir. Mushafta yazılı olan Kur’an
metinlerine de yüksekte tutularak değer verilmiştir.666 Şehadet alemine ilişkin bir varlık
olarak Kur’an’ın metnine verilen bu değer onun bilgi objesi olarak algılanmasının
önüne geçmiştir.667 Kur’an, popüler dindarlıkta insanın ferdi ve ictimai hayatında
ihtiyaç duyduğu her konuda ilke ve prensipler getiren bir bilgi objesi görülmesine
rağmen668 salt Kur’an metnine verilen bu değer, onun bilgi objesi olma yönünü geride
bırakmıştır. Bir diğer ifadeyle aşkın boyuta ilişkin bir inanç objesi olan Kur’an, şehadet
alemine ilişkin bir inanç objesi olarak algılanmıştır.
“Pek çok evde diğer kültürlerdeki resim yerine ince süslü hatlarla yazılmış Kur’an
ayetleri, dindar ev sahibinin bunların manasını anladığından değil her zaman kutsal
kitaba yönelmesi gerektiğinden aynı zamanda göz değmesine koruyucu bir araç olarak
da kullanılmaktadır. Yine pek çok ebeveyn odasında yatağın üstünde süslenmiş bir ipek
torbanın içinde Kur’an’ın asılı durduğunu, bununla onların evlilik barışını
garantilemek istedikleri görülmektedir. Kur’anın yüceliğini göstermek için – en azından
bu Türkiye de böyle- onu rafın en yüksek bölümüne koymak veya köy evlerinde yükseğe
konan Kur’an’ın üzerine bir örtü örtülmektedir. Kur’an’ı okumak isteyen açmadan önce
onu öper daha sonra açar okur. İki kapak arasındaki Allahın sözüne iman onunla
tutarlı bir ilişki yürütmektedir. Hatta bu o dereceye varmıştır ki bazı takva sahibi
insanlar şimdi bile Türkiye de yapılan Kur’an baskısının ilahi vahiy olduğunu
665
Arslan, Türk Popüler Dindarlığı, s. 275.
Albayrak, Müslüman Toplumlarda Kur’an’ın Yeri, s. 93.
667
Güler, Özgürlükçü Teoloji Yazıları, s. 128.
668
Coşkun, Türkiyede Camii Cemaatının Kur’an Anlayışı s. 102.
666
146
düşünüyorlar. Sadece sûrelerin değil, ayetlerin ve harflerin de hatta birkaç yüzyıldan
beri oluşan sayfalara ayrılışı bile sihirli bir tefsir yöntemi olarak algılamayı
düşünüyorlar. Kur’anın ilk baskı denemesine, baskı hatalarıyla metnin kutsallığını
bozabileceği korkusuyla kaba sofular tarafından karşı konmuştur.”669
Böyle bir algılama, Kur’anın hiç okunmasa bile onun evde bulundurulmasına veya bazı
ayetlerinin bedende taşınmasına, nazar, kaza, bela ve hastalıklardan koruyucu bir kalkan
olarak değerlendirilmesine yol açmıştır.670Popüler dindarlık tarafından Kur’an’ın
kutsanıp, süslü kılıflar içinde duvarlara asılarak onun amaç ve gayesinden
uzaklaştırılması kitabî dindarlık tarafından tepki görmüştür. Mehmet Akif, popüler
dindarlık anlayışındaki Kur’an algısını şu ifadeleriyle eleştirmiştir.
“ Kimin hesabına inmiş düşünmüyor Kur’an,
Cenabı hak çıkacak sorsalar muhatap olan”671
“ İbret olmaz bize her gün okuruz ezber de
Yoksa bir maksat aranmaz mı bu ayetlerde”672
Popüler dindarlığın Kur’an tasavvurunda Kur’an’ın şehadet alemine bakan yönü
arasında teolojik bir varlık olarak algılanılmasıda vardır.
“ Anlasa da anlamasa da Müslüman için ilahi sözün gücü etkilidir. Belli veya herhangi
bir sûrenin üç, yedi, veya kırk defa tekrarlanarak okunması değerli bir ibadet tarzı
olarak, bir adağın ifası olarak kabul edilebilir.”673
Bu tasavvura göre Kur’an okunulmasıyla sevap kazanılan bir kitaptır. 674 Bu algının bir
sonucu olarak popüler dindarlıkta ölülerin huzur bulması için Kur’an okutulur ve bunun
sevabı ölülerin ruhlarına bağışlanır.
669
Annemarie Schimmel, Max Henningin “Der Koran” Başlıklı Kur’an Çevirisinin Stuttgart, 1996
Baskısı Önsöz ve Giriş, (Terc. Hüseyin Yaşar), Alman Oryantalizmine Bakış, s. 184.
670
Coşkun, Türkiyede Camii Cemaatının Kur’an Anlayışı, s. 100.
671
Mehmet Akif Ersoy, Safahat, IV. Kitap, Feza Gazetecilik, İstanbul, s. 216.
672
Ersoy, II. Kitap, s. 170.
673
Schimmel,184.
674
Güler İlhami,, Özgürlükçü Teoloji Yazıları, 128.
147
“ Halk arasında yaygın olan diğer bir husus da Kur’an’ın daha çok ölülerin arkasından
ölüye fayda amacıyla okunmasıdır. Ölünün arkasından Kur’an akuma ya da okutma
uygulaması Türk popüler dindarlığında en yaygın olan uygulamalar arasındadır. Hatta
o kadar ki, insanlar çocuklarına Kur’an eğitimini öldükten sonra çocğun kendisine
Fatiha, Yasini-şerif v.b. okuması için aldırmaktadır. Bu sebeple de halk arasında
Kur’an eğitimi sadece Kur’an lafzının öğretilmesinden ibaret kalmaktadır.”675
Böyle bir algılama da Kur’an’ın bir bilgi objesi olmasının önüne geçmesinden dolayı
yine kitabî dindarlık tarafından eleştirilmiştir. Mehmet Akif popüler dindarlığın
takınmış olduğu bu tutumu şu ifadelerle eleştirir.
“İnmemiştir hele Kur’an bunu hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okunmak ne de fal bakmak için”676
Popüler dindarlıkta Kur’an bir şifa kaynağı olarak algılanılarak her derde deva, her
derdin ilacı olarak ta görülmüştür. Buna göre Kur’an, maddi ve manevi hastalıklara
karşı bir şifa kaynağı, rahatsız olunan yere okuyup üflenildiğinde veya suya okuyup
hastaya içirildiğinde hastalıkların giderileceği bir kitaptır.
“Halk arasında Kur’an, her derde deva ve her derdin ilacı olarak kabül edilmektedir.
Onun şifa verici özelliğinin, manevi olmaktan ziyade maddi hastalık, kaza ve belalar
karşısında olduğuna inanılmaktadır. Bu sebeple, yüze ya da rahatsız olunan yere
Kur’an ayetlerini okuyup üfleme suya okuyup hastaya içirme gibi inanışlara
rastlaılmaktadır. Bu inanışların yanında loğusa kadına al basmasını önlemek için başa
Kur’an koyma yine Kur’an metinlerini muska haline getirerek nazarlardan korunacak
kişiye takma ya da Kur’an metinlerini nazardan korunma ve bereket getirmesi gibi
amaçlarla iş yeri ya da evlere asma v.b. gibi birçok uygulama buna örnek olarak
verilebilir.”677
675
Arslan, Türk Popüler Dindarlığı, 276.
Ersoy, 170.
677
Arslan, Türk Popüler Dindarlığı, 275.
676
148
2.3.7. Oryantalist Kur’an Tasavvuru
Oryantalizm, kelime itibariyle doğu bilimi anlamına gelmektedir.678 Oryantalist
ise doğu dünyasını dili, edebiyatı, uygarlığı ve dinleri itibariyle incelemeye
çalışan batılı bilim adamları için kullanılan bir kavramdır.679 Kavram olarak 18.
yy. sonlarında ortaya çıkmıştır. 1779 da İngiltere de daha sonra 1799 da Fransa
da kullanılmaya başlanmıştır. Oryantalizmin başlangıcı hakkında kesin bir tarih
olmamakla beraber doğuya ilişkin yapılan çalışmaların başlaması oryantalizme
başlangıç olarak kabül edilmiştir. 1312 yılında toplanan viyana konsülünde
alınan karar gereği bazı batı üniversitelerinde arap dili kürsüsünün kurulması
olayı oryantalizme başlangıç olarak gösterilen tarihlerden biridir. Bir diğer
başlangıç ise Rudi Paret tarafından öne sürülmüştür. Paret, Kur’an’ı Kerim’in
avrupada ilk defa Latinceye çevrildiği 12. Yüzyılı oryantalizmin başlangıç yılı
olarak ifade eder.680
Oryantalistler tarafından Kur’an hakkında yapılan çalışmaların salt ilmi kaygı
taşımadığı açıktır. Kur’an üzerine oryantalistlerce yapılan çalışmaları, siyasî ve
iktisadî
çıkarlar
faaliyetlerini
ve
başarıyla
nitelendirebiliriz.68112.
İslam
memleketlerinde
gerçekleştirmek
yüzyılda
Robert
için
misyonerlik
yapılan
Ketten
ve
sömürgecilik
çalışmalar
tarafından
olarak
Latinceye
da
yapılan
tercümesiyle Kur’an’la tanışan batının Kur’an’a ilişkin çalışmaları günümüze
kadar devam edegelmiştir. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bazı tarafsız
olmaya çalışan batılı akademisyenlerin iştirakiyle birlikte farklı yaklaşımlar
ortaya çıksa da genel olarak Kur’an üzerine yapılan çalışmalar nesnellikten
uzaktır. Bu dönemde hristyan ilim adamlarının yanı sıra yahudi ilim adamları
da Kur’an’a ilişkin çalışmalar yapmışlardır. Yahudi ilim adamları Kur’an’ın
kaynağını
yahudilikte
arama
çabasına
Kur’an’ın
kaynağını
hristyanlıkta
girerken,
arama
hristyan
telaşına
ilim
adamları
kapılmışlardır.
Bu
da
iki
yaklaşım sonunda yahudi ve hristyan ilim adamları arasında Kur’an’a kaynak
arama rekabeti de doğmuştur. Bu tür yaklaşımları hristyan ilim adamlarından
678
TDK Türkçe Sözlük, 1516
M. Hamdi Zakzuk, Oryantalizm, (Terc. Abdülaziz Hatib), Işık Yay. İzmir 1993, s. 8.
680
Zakzuk, 8.
681
Cerrahoğlu, Oryantalizm ve Batıda Kur’an ve Kur’an İlimleri üzerine Araştırmalar, Cild 31, Sayı
1, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1990 s.67
679
149
Wellhousen,
Tisdall,
Bell
ve
benzerlerinde,
yahudi
ilim
adamlarından
Hirschfeld, Horovitz, ve Torre’yin eserlerinde görmek mümkündür.682
Hiç şüphesiz, Oryantalistlerin Kur’an tasavvurunda Hz. Peygambere yönelik
algılamaların etkisi büyüktür. Oryantalistler Hz peygamberi, Allahın insanlara
hidayet rehberi olarak gönderdiği elçisi Hz. Muhammed’i peygamber olarak
kabül
etmeyerek
emelleri
tahakkuk
onu
papalık
etmeyince
makamına
nübüvvet
tamahkarlık
iddiasında
etmiş
bulunan
bir
bir
sahtekar,
düzenbaz,
sihirbaz, şeytan, kilisenin ahlaki faziletlerini yıkmaya gelen bir facir olarak
algılamışlardır.
Onlara
göre
peygamberin
kırk
yaşından
önceki
hayatı
karanlıktır. Bu yüzden onun hayatının kronolojisini tesbit etmek imkansızdır.683
Max Henning, Hz. peygamber hakkında yaptığı almanca Kur’an çevirisinin
başında şu ifadelere yer verir.
“yaygın bir inanca göre doğumundan beri kötü ruhların tasallutuna girmiş,
sinir rahatsızlığına tutulmuş, süt annesi de onu annesine geri vermiş olmalı…
Her şeyden önce onun iç gelişmesine dair bir bilgi yok. İkinci oğluna
“Abdülmenat” put menatın kulu adını taktığından onun doğum zamanında
babalarının ve vatandaşlarının inancından ayrılmadığını görüyoruz. Kuvvetli
yapısına rağmen sinirli, epileptik, belki de daha doğrusu histerik şartlar,
hayallere
bağlılık
ona
çocukluğunda
musallat
olmuştu.
İnancını
kılıçla
yaymasına rağmen ona cesur denemezdi. Kötü kokuları sevmez, pahalı kokular
sürünürdü. Mizacı melonkoliye eğimli, sevimli, konuşkan ve alçak gönüllü
biriydi…”684
Oryantalistlerin
çoğu,
Hz.
Peygamber’e
gelen
vahyi
inkar
ederler.
Hz.
Peygamberin vahiy geldiği esnada geçirdiği ağır durumu sara nöbeti veya ruh
hastalığı olarak telakki ederler. Hz. Peygambere gelen vahiyleri de onun
682
İsmail Albayrak, “Batıda son Dönem Kur’an Çalışmalarına Genel Bir Bakış”, Batıda İslam
Çalışmaları Sempozyumu, Diyanet Vakfı Yayınları,, Ankara 2003, s. 170.
683
Cerrahoğlu, Oryantalizm s. 116.
684
Henning Max, Der Koran Aus Dem Arabishen Übertragen Leipzig, 1901, (Çev.Hüseyin Yaşar),
“Alman oryantalizmine Bakış” adlı kitabın içinde s. 96.
150
zihnini doldurmuş hayal mahsülleri olarak görürler.685Bu sebeplerden dolayı
Kur’an oryantalistler için ilahî kaynaklı bir kitap olarak kabül görmemiştir.
Rudi paret, Kur’an’ı Hz. Peygamberin sözü olarak algılamış, G. Sale’de 1736
da yayınlanan İngilizce ve almanca Kur’an’ı tercümesinin mukaddimesinde
Hz. Peygamberi Kur’an’ın müellifi olarak kabül etmiştir.
“Hz. Muhammed, Kur’an’ın müellifi ve en önemli mucidi olduğu tartışma
kabül etmeyen bir durumdur. Bununla beraber tercihen onun bu planında
başkalarından
gördüğü
yardım
az
olmamıştır.
Bu
durum
vatandaşlarının
kendisine yaptıkları itirazda da açıkça kendisini göstermektedir.”686
Kur’anın ilahî olduğunu kabül etmeyen oryantalistler bir kaynak bulma telaşına
düşerek farklı görüşler öne sürmüşlerdir. Richard Bell, Hz. Muhammed’in
Kur’an’ı
yazarken
kitabı
mukaddese
özellikle
kıssalar
konusunda
tevrata
dayanmış olduğunu ileri sürmüştür. O’na göre ad ve semud gibi bazı kıssalar,
arap kaynaklarından derlenmiştir. Hz Muhammed, kendi öğreti ve prensiplerini
tefsir edip kuvvetlendirmek için kullandığı unsurların büyük bir kısmını yahudi
ve hristyan kültüründen almıştır. Bu durum Medine döneminde daha fazla
olmuştur. Çünkü Medine döneminde Yahudilerle irtibat halinde olunup Onlar
vasıtasıyla Hz Musa’nın kitaplarının büyük bir kısmını onlardan öğrenmiştir.687
Oryantalistlerden
Kur’an’ın
kaynağı
hakkında
görüş
beyan
edenleri
genel
olarak iki ana grupta toplayabiliriz. Birincisi Hz. Peygamberin İslam devletini
ve
Arabistan
muhitini
çevreleyen
amillerden
etkilendiğini
dolayısıyla
Kur’an’ın bir yönden cahiliye örf ve adetlerine diğer yönden de Tevrat ve İncil
gibi
eski
etkenlerin
mukaddes
bir
kitaplar
karışımı
ile
olarak
yunan,
fars
algılayanlar,
ve
hitit
İkincisi
ise
kültürüne
dayanan
Kur’an
nassının
uluhiyetini inkar etmekle beraber Kur’an’ın Hz. Peygamber ve ashabının telifi
olduğunu ileri sürenler.
685
Mustafa Sıbai, Oryantalizm ve Oryantalistler, (Terc. Mücteba Uğur), Beyan Yayınları, İstanbul,.
2003, s. 43.
686
Zakzuk, 75.
687
Zakzuk, 75.
151
Oryantalistlerin Kur’an’ın kaynağına ilişkin Tevrat ve incilden etkilenildiği
iddiası 19. yy.dan itibaren Abraham Geiger ile başlamıştır. Daha sonraki
oryantalistlerde Kur’an kıssalarında yahudi ve hristyan tesirlerini göstermeye
çalışmışlardır.688 Rudi paret, Kur’an’da kitabı mukaddesin izleri olduğunu şu
ifadeleriyle dile getirir.
“Muhammed
kitabı
mukaddesteki
malzemeyi
iktibas
ederken,
eski
ahit
yazarlarının edebi hikayeciliğiyle rekabet etmek gibi bir amaç taşımıyordu.
Onun için birinci derecede söz konusu olan içerikti. O, nesillerce rivayet edile
gelen, bildiği hikayeleri inançsız kavmini yaklaşan bir helaka karşı uyarmak ve
küçük
bir
topluluk
olan
bağlılarını
yüreklendirmek
amacıyla
kullanıyordu.
Kur’an’ın eski ahit malzemelerini sistematize edişinden, bu açıdan oldukça
olumlu bir yön çıkarılabilir. Kur’an tarihi hikayeleri özellikle kitabı mukaddes
kıssalarını kısmen gerçeğe ve özüne uygun olarak aktarmıştır. Ancak geri
kalan
kısmı
ise
bozmuş,
aslıyla
ilgisiz
hale
getirmiş,
Hz.
Muhammed’in
yaşadığı durumlarla harmanlamış veya tamamen tersine çevirmiş.”689
Bazı batılı oryantalistler vahye kaynak arama adına peygamberin tecrübe ettiği
vahiylerin istisnasız onun bilinç altının bir ürünü olduğu iddiasını ortaya
atmışlardır. Watt, bu görüşün
islamın kavramsal anlamda yüklediği
vahiy
anlayışı arasında büyük farkın olmadığını ifade etmiştir. Fakat aynı zamanda o,
yaşanılan bu vahiy keyfiyetinin bizatihi sahihlik garantisi olmadığını
ileri
sürerek vahyin kat’iliğine şüphe ile yaklaşmıştır.690Wattın vahyin keyfiyetine
dair bir diğer iddiası ise peygamberin vahiy tecrübesinin ilk üç yılında Cebrail
tarafından değil de İsrafil tarafından – ki ona göre Cebrail hicretten sonra vahiy
getiren
varlıktır-
vahiylerin
getirildiği,
bu
vahiylerinde
sözel
biçiminde
olmadığı, zaman zaman sözel- Kur’anî formdaki vahiylerin bu üç yılın sonuna
doğru gelmeye başladığıdır.691
688
Cerrahoğlu, Oryantalizm 120.
Rudi Paret, Kur’an Üzerine Makaleler, (Çev. Ömer Özsoy), Bilgi Vakfı Yay., Ankara 1995, s. 56, s.
98.
690
Watt, Hz. Muhammedin Mekkesi, (Çev. Mehmet Akif Ersin), Bilgi Vakfı Yay., Ankara 1985, s. 120.
691
Watt, Hz. Muhammedin Mekkesi, 99.
689
152
Oryantalist Kur’an tasavvurunun alt yapısını Kur’an’ın aşkın boyutunun inkarı,
şehadet alemine ilişkin boyutunun bilgi objesi olarak algılanması oluşturur.
Kur’an’ı ontolojik açıdan diğer varlıklarla aynı seviyeye koyarak onu bir bilgi
objesi olarak kabül eden oryantalist Kur’an tasavvuru,692onun aşkın boyutunu
Kur’an algılamalarında göz ardı etmişlerdir. Rudi paret, kendilerince önemli
olan
hususun
Kur’an’ın
bir
tarih
kaynağı
olarak
görülmesi
olduğunu
belirtmiştir. Ona göre Kur’anî veriler ile islamın oluşum tarihi ve bu dinin
kurucusunun gerek bizzat kendi gerekse yaşadığı çağın tarihi izlenebilir. Bu
bağlamda Hz. Muhammed beşer olarak bu tarihi sürecin içindedir. 693
Oryantalistler, Kur’an’ın revizyon sürecinin, bizzat Hz. Peygamber tarafından
başlatıldığını694ve yine onun tarafından revizyon işleminin gerçekleştirildiğini
iddia ederler.695Gustav Weil, Hz. Peygamberin Kur’an ayetlerinin korunmasına
pek
ehemmiyet
vermediğini,
ayetleri
içeriğinde
bulunan
çok
sayıdaki
çelişmelerden dolayı geleceğe tam olarak nakletmekten çekindiğini ve böyle
bir tutum sergilemekle de önceden bilemediği kendisinin ölümüne kadar olan
sürede değişiklik ve ilaveler için serbestlik kazanmak istediğini belirtir.696
Oryantalistler yapılan bu revizyon işlemlerinin idda edildiği gibi Kur’an’ın
uslubundan
olduğunu
kaynaklanmadığını
ederler.697
ifade
iddia
Max
ederek
Henning,
bu
durumun
Kur’an’ın
hala
revizyonu
bir
sorun
konusunda
şunları dile getirir;
“Bugün
önümüzde
düzenlenmedi.
İlk
durduğu
vahiyler
şekliyle
açıkça
Kur’an,
inananlara
Muhammed
anlatılamadı.
Bu
tarafından
ve
başka
sebeplerden dolayı küçük bölümler kaybolmuş olabilir. Muhammed bunu dinin
mevcut şartlarına göre tamamladı. Değiştirdi veya ilave etti. Bu sebeple
birbirine
tezat
teşkil
eden
bölümlere
rastlıyoruz.
Sonraki
zamanlarda
Hz.
Muhammed Medinede ki Zeyd b. Sabiti katip olarak seçti. Muhammed, inanç
692
Celal Kırca, “Kur’an ve Tabii İlimler”, Kur’an ve Tefsir Araştırmaları, İSAV, Ensar Neşriyat,
İstanbul 2000, s.184.
693
Paret, 119.
694
Watt, Kur’an’a Giriş, 108.
695
Theodor Nöldeke, Kur’an Tarihi, (Terc. Muammer Sencer), İlke Yayınları 1970, s. 5.
696
Yaşar, 65.
697
Watt, Kur’an’a Giriş, 108.
153
sistemi
içinde
sonra
gelen
vahiylerin
önce
gelen
vahiylerin
neresine
yerleştirileceğine kendisi karar verdi. 698
Oryantalistlerin Kur’an’ın inanç objesi olduğunu dışlayan Kur’an tasavvurunda
Kur’an ayetlerine ilişkin başka bir algı ise ayetlerinin kronolojik sıraya göre
dizilmemesi veya Kur’an’ın içeriğine göre bir bütünlük içinde olmayışıdır.699
Bell’e göre daha özel anlamda bu duruma metnin bağlamı ile tamamen alakasız
bir pasajın, bir sûrenin ortasında yer alması örnek verilebilir. Buna neden
olarak ise bu pasajın sûreye ait olan bitişik pasajlardan birisi için kullanılan
yazı malzemesinin arkasına yazılmış olması sonucu bu durum meydana gelmiş
olabilir.
Bell’in
duygularına
tercüman
olan
Max
Hennige,
Kur’an’ın
kompozisyonu Hz. Peygamberin vefatından bir sene sonra tamamen keyfi bir
şekilde meydana getirilmiştir.
“Mevcud doğru yazımların yanında pek çok mümin vahiyleri hafızalarına
yerleştirdiler,
yemame
ezberlediler.
savaşında
çağdaşlarının
sonunun
Muhammed’in
ölümünden
bir
kısmı
ölünce,
inananların
büyük
gelmesinden
korkulduğundan
Allahın
sene
sonra
ve
Muhammed’in
kitabının
büyük
bir kısmı kaybolma riskiyle karşı karşıya kalmıştı. Ömer’in tavsiyesi üzerine
Ebu Bekir, Zeyd b. Sabit aracılığıyla ham metaryal üzerine yazılı hurma ağacı
yaprakları, beyaz taşlar, tahtalar, kemikler gibi, dağınık parçalar ve insanların
hafızalarındakileri toplayıp düzene koydu. Zeyd, kronolojik düzeni hiç dikkate
almadı. Tamamen keyfi bir tavırla mühim ve uzun sureleri, kanun koyuculuğa
esas olan ahkam ifade eden ayetleri başa, sosyal ve ahkam içerikli olmayan
sureleri de önemli görmeyerek sona koydu. Halbuki bu sûreler daha önemliydi.
Çoğu kez sureler kendi aralarında çok güçlü olmayan irtibatlarla birbirine
bağlandıklarından Kur’an ayetleri birbiriyle karıştırılmıştır. 700
Rudi paret, yukarda Max Hennig’in ifade ettiği Kur’an ayetlerinin belirli bir
düzen doğrultusunda yerleştirilmediği düşüncesini Kur’an’ın okunarak ünsiyet
kazanılması durumunda daha belirgin ortaya çıktığını belirtir. Paret’e göre
okuyucunun bu sebepten dolayı Kur’an’ı rahat bir şekilde okuması zordur.
698
Yaşar, 96.
Yaşar, 65.
700
Yaşar, 96.
699
154
Bütün ilahi kitapların okunmasında baştan başlanıldığı, fakat Kur’an’ın başında
bulunan yılan hikayesi gibi uzun sûrelerin iç düzenden yoksunluğundan dolayı
okuyucunun Kur’an’ı ihata etmesinde zorlandığını ifade etmektedir.701
Kur’an’ın
revizyonuna
tarafından
gelir.
ilişkin
Jeffery,
bir
diğer
günümüzdeki
değerlendirmede
şekliyle
elimizde
Arthur
mevcut
jeffery
bulunan
Kur’an’ın içine gerçek olmayan bazı tebliğlerin sızmasının mümkün olduğunu,
buna
paralel
olarak
yine
birçok
gerçek
vahyinde
şimdiki
metinde
bulunmadığını öne sürmektedir. Jeffery, Fatiha ve Muavezeteyn sûrelerinin
Kur’an’ın bir parçası olduğunu kabül etmeyerek, Fatiha suresinin diğer surelere
tarz açısından benzemediğini, yakın doğuda kutsal kitaplar için uygulanan bir
gelenekten esinlenilerek dua maksadıyla kitabın başına konulmuş olabileceğini
ileri sürer.702
Oryantalist
Kur’an
algılamaları
da
tasavvuru
Kur’an’ın
sûrelerin
genel
isimlendirilmesi
kompozisyonuna
ilişkin
ve
sıralanışına
iddialardan
ait
farklı
değildir. Bu algılamaya göre sûre adları, sûrelerin başlarında ve bu sûrelerde
bahsedilmekte
olan
bir
mevzuya
ait
mühim
kelimelerden
müteşekkildir.
Bunların miladi 8. Asrın ilk yarısından sonra umumiyetle tanınmış oldukları
muhakkaktır.703 Kur’an’ın sûrelere taksimi Hz. Peygamber tarafından meydana
getirilmemiştir. Fakat Hz Muhammed bazı bölümlere ezberleyenlere kolaylık
olsun diye her bölüme özel bir başlık vermiş olabilir.
Güstaw Weil, Hz. Osman’ın Kur’an’ın redaksiyonunda Hz. Ebubekir’den daha
az ihtiyat ve özen gösterdiğini bundan dolayı bazı Kur’an ayetlerindeki kanun,
akide ve menkıbeye ilişkin tekrarlanan ayetleri hazfettiğini ileri sürmüştür. Ona
göre buna ilaveten Hz. Osman, sûre ve ayetlerin sıralanmasında sistematik ve
kronolojik düzen için hiç gayret göstermemiştir. Sûrelerin en eskilerinden en
büyük bir kısmı kaybolmuş ya da kasıtlı olarak yok edilmiş ve sadece isimleri
ve bazı ayetleri kalmış olabilir.704
701
Paret, 99.
Yaşar Okumuş, “Arthur Jeffery ve Kur’an Çalışmaları”, AÜİFD. XLIII. (2002) S.2 s. 121-154
703
F. Buhl, “Kur’an” İslam ansiklopedisi, MEB, İstanbul,1977. Cild VI, 1007.
704
Yaşar, 72.
702
155
Sûrelerin sıralanmasını mekanik bir sıralama olarak algılayan Nöldeke, bunu
surelerin uzunluk ve kısalığına dayandırmıştır. Ona göre eski Müslümanlar
uzunluk
olarak
ayet
sayısını
değil
birbirine
oranlı
bir
biçimde
yazılmış
nüshalardaki sayfa sayısını itibara almışlardır. Bundan dolayı sıralamada bazı
karışıklıklar
olmuştur.
büyüklükteki
Bunun
yapraklara
sebebi,
değişik
kompozisyonu
uçlara
sahip
yapan
kalemlerle
yazara
yazılmış
değişik
ayetlerin
verilmesinden kaynaklanmaktadır. Böylece yazar sûrelerin gerçek büyüklüğü
konusunda yanılgıya düşmüş olabilir. Aksi taktirde surelerin uzunluğuna göre
sıralama ilkesinden kuvvetli ve göze batan sapmaları açıklamak çok güçtür.705
Oryantalist Ku’ran tasavvuru, sûrelerin başlarındaki Hurufu mukatta’lar için de
bir anlam verememiş ve kelimelerin esrarengiz harfler olduğunu ileri sürerek
bu harflere kaynak aramaya koyulmuştur. Oryantalistlerin çoğu, Nöldekenin
hurufu
mukattaya
başlarındaki
Muhammed’in
bu
ilişkin
harfler
bütün
teorisini
Hz
belirli
yenilemişlerdir.
Nöldekeye
göre
sûre
olamaz.
Çünkü
Hz.
Muhammed’den
gelmiş
vahiyler
anlamsız
için
kelimeler
koyması
düşünülemez. Bu harfler olsa olsa Zeyd’in ilk nüshasında surelerin alındığı
kişilerin isimlerine işaret etmek için konulmuştur. Bunlar salt ihtimal sonucu
Kur’an’ın kesin biçimine katılmışlardır. Bunun yanında bu harflerle aynı diziye
sahip olan sûrelere işaret etmiş olabilir.706
Nöldekenin
Hurufu
mukattaya
ilişkin
bu
görüşü,
Max
Henning
gibi
oryantalistlerce devam ettirilmiştir.707 Watt ise hurufu mukattalara ilişkin farklı
bir
yaklaşım
sergileyerek
bu
harflerin
anlamlarının
hala
esrarengizliğini
koruduğunu belirtmektedir. Ona göre bu harfler, daha önceki kutsal kitaplarda
benzerinin bulunduğu harflerin taklitleri olması mümkündür. Bunun yanında
bu harflerin içinde daha sonraları Arapça olarak okunan, süryanice ve ibranice
olarak yazılmış olan kelimeleri görmek de mümkündür.708
Oryantalistler
Kur’an’ın
dilini
Arapça
olduğunu
ifade
eder.
Watt’a
göre
Kur’anın Arapça oluşu sadece dil yönüyle değildir. Aynı zamanda onun
705
Nöldeke, 77.
Nöldeke, 88.
707
Yaşar, 96.
708
Watt, Kur’an’a Giriş, 80.
706
156
Arapça
oluşu
Arapların
anlatmaktadır.709
Watt’a
aşina
göre
olduğu
Kur’an,
kavramlarla
ilk
planda
ifade
hicaz
edildiğini
Araplarına
de
hitap
etmesinden dolayı tüm yönleriyle onların dünya resimlemelerini ifade eder. Bu
durum, onların dünya resimlemelerindeki yanlışları bile kapsar. Watt, buradan
hareketle şu genellemeye ulaşır; amacı bu tür düşünceleri düzeltmek olmadığı
yerlerde Allah, onlara bu yanlış düşünceler çerçevesinde hitap etmiştir.710
Her
ne
kadar
Kur’an
oryantalistler
Kur’an’da
durmuşlardır.
Jeffery’e
dilinin
Arapça
yabancı
göre
olduğunu
kelimelerin
Kur’an’da
ikrar
etseler
varlığı
Arapça
bile
konusunda
olmayan
bazı
ısrarla
kelimeler
vukuu
bulmuştur. Özel isimler hariç yabancı olarak kabül edilen 275 kelime vardır.
Bunların dörte üçü Hz. Muhammed’den önce Arapçada kullanılan kelimelerdir.
Bunların birçoğu da düzenli Arapça kelimeler haline gelmişlerdir. Geri kalan
70 kadarının da daha önceki kullanımları konusunda yazılı delil olmamakla
beraber bunlar konuşma dilinde kullanılmış olabilir. Bu yetmiş kelimenin yarısı
esas
olarak
süryaniceden,
çok
azı
habeşçe’den
olmak
üzere
hristyan
dillerinden, 25 kadarı ibranice veya yahudi âramcadan, çoğu dini açıdan pek
önemli
olmayan
geriye
kalanları
ise
farsça,
yer
eden
yunanca
ve
bilinmeyen
kaynaklardan gelmektedir.711
Oryantalistlerin
Kur’an
tasavvurunda
bir
başka
husus,
Kur’anî
bilginin niteliği konusundadır. Oryantalistlerin çoğu Kur’an’ı, indirildiği çağa
hapsetme eğiliminde olmuşlardır. Buna sebep olarak Kur’an’ın bilgi niteliği ile
günümüz
hayatın
sürmüşlerdir.
kucaklaşmalarını
tarihin
yaşam
Paret’e
birbiriyle
göre
Kur’an,
engellemektedir.
Kur’an’ın
gerilerindedir.
Kur’an’da
standartları
aramaları
Müslümanların
ona
üstesinden
çağdaş
uyum
göstermemesini
Müslümanların
dünyası
gelemeyeceği
çağdaşlıkla
bambaşka
yaşam
bir
ile
yük
öne
ilgili
bir
yerde
sorunları
yüklemektedir.
Mesela Kur’an, belli bir tarihsel durum karşısında çok evliliği öngörmüştür.
Fakat günümüz müslüman çağdaş aydınları ise Kur’an’ın tek eşliliği teşvik
ettiğini savunarak tarihsel açıdan tutarsızlık içine düşmektedirler. Paret’e göre
709
Watt, Kur’an’a Giriş, 205
Watt, Hz. Muhammedin Mekkesi, 12.
711
Watt, Kur’an’a Giriş, 103.
710
157
eğer Müslüman çağdaşlaşmak istiyorsa Kur’an’ı çağın gerisine hapsetmelidir.
Aksi takdirde çağdaşlaşmaktan vazgeçmelidir.712
Oryantalistlerce algılanan inanç objesinden yoksun Kur’an tasavvuru şekilden
şekile girmeye mahkum kalmaktadır. Beşer tarafından yazılan kitap olarak
algılanılan Kur’an, Hz. Peygamber döneminde mevcut bulunan herhangi bir
eser
kadar
nesnel
tasavvurundaki
bir
sürekli
yaklaşımı
eleştirilen
hak
ve
etmemiştir.
olumsuzlanan
Oryantalistlerin
Kur’an
Kur’an
algılamasına
rağmen, Kur’an’ı Kerim onları hayretler içinde bırakmış, fikirlerini dağıtan bir
kitap olarak süre gelmiştir. Blacher’in bu konudaki ifadeleri bir itiraf gibidir.
“Biz şarkın dini kitapları arasında Kur’an’ı Kerim kadar okunuşuyla fikri düzenimizi
dağıtan bir kitap görmedik”713
712
713
Paret, 18.
Zakzuk, Oryantalistler, 89.
158
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
KUR’AN TASAVVURLARININ ORTAYA ÇIKARDIĞI
SORUNLAR
3.1. KUR’ANA İLİŞKİN SORUNLAR
3.1.1. Kur’an’ın Ne’liğine İlişkin Sorunlar
Bugün İslam âleminde farklı müslümanlıklardan bahsedilmesinin sebebi, üzerinde
consensüs sağlanmış bir Kur’an tasavvurunun olmamış olmasındandır. Asrı saadetten
bu yana farklı nedenlerden dolayı günümüze kadar farklı Kur’an tasavvurları ortaya
konulmuştur. Dolayısıyla Kur’an’ın ne olduğu sorusuna farklı cevaplar verilmiştir.
Kur’an’ın ne olduğu meselesi Kur’an’ın neliği veya nasıl olduğu ile ilgilidir.
Kur’an ve hadislerde, Kur’an’ın ne’liğine yönelik ifadelere yer verilmiştir. Buna göre
“Kur’an, Allah tarafından714 Cebrail vasıtasıyla715 levhi mahfuzdan nakledilerek716
tedricen717 Hz. Muhammedin kalbine718 pasajlar halinde719 Arapça olarak720 lafız, mana
ve beyan olarak721 vahyedilmiş, Cenabı Allahın koruması altında olan722 tilavetiyle
teabbüd olunan723 Tevatür yoluyla sahabeden724 günümüze kadar nakledilen, insanlara
yol gösterici, muciz725 bir kelamdır.726
Yukarıda zikredilen Kur’an’ın tarifine ilişkin tanım göz önünde bulundurulduğunda
tarifi oluşturan kavramları şöyle sıralayabiliriz. Kelamullah, vasıta olarak Cebrail,
vahiy, levhi mahfuz, inzal ve tenzil, Hz. Muhammed, Arapça, lafız-mana ve beyan,
Kur’an’ın korunmuşluğu ve mütevatirlik, hidayet ve mucize. Farklı Kur’an
tasavvurlarının Kur’an tariflerinde eksik veya fazla benzer kavramları görebiliriz. Bu
714
Nisa 4/166, Kıyame 75/18.
Bakara 2/97, 98; Nahl 16/102; Şuara26/102; Kadr 97/ 4.
716
Buruc 85/21, 22.
717
Furkan 25/32.
718
Şuara 26/192–195.
719
İsra 17/106.
720
Şuara, 26/195.
721
Kıyame, 75/16-19.
722
Hicr15/ 9.
723
Araf 7/204.
724
Buharî, Tefsir, 5. Bab, h. No.4611.
725
İsra 17/88.
726
Secde 32/1-2.
715
159
kavramlara baktığımızda Kelamullah, Cebrail, levhi mahfuz, inzal ve tenzil gibi
kavramlar Kur’an’ın aşkın boyutunu oluştururken, Hz. Muhammed, Arapça, lafız, mana
ve beyan, korunmuşluk, mütevatir, hidayet ve mucize gibi kavramlar şehadet alemine
yöneliktir. Buradan hareketle şunu söyleyebiliriz. Kur’an’ın neliği onun hem bir inanç
objesi olması hem de bir bilgi objesi olarak ele alınmasını gerekli kılmaktadır. Kur’an
aşkın boyutunu ilgilendiren yönleriyle bir inanç objesidir. Şehadet alemine bakan
yönleriyle bir bilgi objesidir. Kur’an, Allahın kelamı olması ve ondan gelmesi yönüyle
bir inanç objesidir. İnsan-Allah, insan-insan-, insan- kainat ilişkilerine yönelik bilgileri
içerisinde barındırması hasebiyle bir bilgi objesidir.727
Kur’an’ın bilgi objesi olması insanı bilgilendirmek ve yaşadığı hayatta yol göstermektir.
Kur’an’daki bilgiler insan hayatının her alanına yöneliktir. Yani kuşatıcıdır. Fakat
Kur’an insanlarla indirildiği dönemin kavramlarıyla iletişim kurmuştur. Evrensellik
iddiasına sahip bu kitap bu kavramlarla hem indiği dönemin ihtiyaçlarını gidermek hem
de sonraki nesiller tarafından anlaşılıp onlar tarafından tatbik edilmek zorundadır.
Bundan dolayı aynı dil, aynı söylem ve aynı üslupla hem indiği döneme hem de sonraki
dönemlere hitap etmek zorundadır. Bundan dolayı insana önderlik edecek bilgiler
Kur’an’da bir bilim diliyle değil Kur’an diliyle sunulmuştur. Hayatın her alanını içine
alacak bilgiler Kur’an bütünlüğü içinde bir ya da belirli ayet grupları içinde yer
almaktadır. Bu bilgiler ayrıntıdan uzak genel ilkeler şeklindedir. Bu bilgiler nicelik ve
nitelik açısından günümüzün bilimsel anlayışına uygun gelecek tarzda bir hukuk, tarih,
fıkıh, astronomi, sosyoloji, psikoloji v.b. gibi bilim dallarının yöntemleriyle yazılmış
kitaplardaki bilgiler gibi değildir. Bu bilgiler, biraz önce saydığımız bilim dallarının
belirli konularına temas eden ve bu bilim dallarına malzeme olacak bilgilerdir.
Kur’an’daki bu bilgiler ayrıntıdan uzak ve sistematik değildir.728
Kur’an, sahip olduğu bu bilgi yapısıyla kuşatıcı bir konum arzederken Kur’anın
muhatabı olan insanlar zamanla ihtiyaçların yönlendirmesiyle de bazı konuları öne
çıkartarak bazı konuları da arka plana iterek Kur’an’a yönelmişler ve düşünce
sistemlerini bu esaslar çerçevesinde şekillendirmeye çalışmışlardır. İnsan-Allah
ilişkisine yönelik bilgilerin öne çıkartıldığı itikadi mezhepler, ibadete yönelik bilgilerin
727
728
Kırca, Kur’an’ı Anlama, 217
Kırca, Kur’an’ı Anlama, 220
160
öne çıkartıldığı amelî mezhepler, ferdi ve sosyal hayata ilişkin bilgilerin öne çıkartıldığı
tasavvufi mezhepler bu şekillenmenin canlı örneklerindendir.729
Kur’an tasavvurlarının, Kur’an’ın kendisine yönelik tanımlamalarda görülen en önemli
sorunların başında, kavramları anlamlandırmada birlik ve uzlaşmanın olmayışı
gelmektedir. Parçacı bir Kur’an tasavvurun sonucu oluşan bu durum bütüncül bir
Kur’an tasavvurunun olmayışından ileri gelmektedir. Tasavvur sahiplerince her hangi
bir nedenden dolayı Kur’an’a ilişkin bir veya birkaç unsur diğerlerinin önüne geçirilerek
Kur’an’ın bütünü yerine konulmuştur. Bunun sonucunda Kur’an’da mevcut bulunan
bütün Kur’an tasavvurunu inşa eden kavramlar öne çıkarılan unsurların gölgesinde
anlamlandırılmıştır. Tasavvuru inşa eden kavramların farklılığından dolayı Farklı
Kur’an tasavvurları kaçınılmaz olmaktadır. Örneğin kelamcılar, Kur’an’ın neliğine
yönelik algılamalarda Kur’an’ın aşkın boyutunu ön plana çıkarırken fıkıhçılar ve diğer
Kur’an tasavvuru sahipleri onun fenomenolojik yönünüyle ilgilenmeleri sonucu şehadet
alemine ilişkin kavramları ön plana çıkarmışlardır. Sonuçta ortaya konulan Kur’an
algısı Kur’an’ın kendi tanımıyla örtüşmeyerek tasavvur sahibinin inanç ve ilgisi
doğrultusunda şekillenmiştir.
Ortaya konulan Kur’an tasavvurlarında başta ontolojik açıdan alan kayması yaşanarak
tasavvuru oluşturan kavramlar kendi alanlarında ele alınmamıştır. Aşkın boyutu
ilgilendiren inanç objesine konu olan unsurlar, şehadet âlemine ilişkin bir unsur olarak
ele alınmaya çalışılmış veya bunun tersi, şehadet alemine ilişkin enstrümanlar inanç
objesi alanında değerlendirilerek Kur’an tasavvuru oluşturulmaya çalışılmıştır. Bundan
dolayı bilgi objesi alanında yer alan Kur’an tasavvuru kavramı, inanç objesi olarak
algılandığı için, oluşturulan inanç esasları içerisinde kendine yer bulmuştur. Diğer
taraftan inanç objesi alanında yer alan bir unsur da ortaya konulan bilgi objesi alanı
içinde yer bularak inanç boyutundan uzaklaştırılmıştır. Bir de Oryantalist Kur’an
tasavvurlarında görüldüğü gibi Kur’an’ın inanç objesi alanı tamamen kasıtlı veya
kasıtsız ihmal edilerek bilgi objesi içinde ele alınıp aşkın boyut görmezden gelinmiştir.
Dolayısıyla böyle bir tasavvurda Kur’an ontolojik açıdan bilgi objesinin ötesine
geçememiştir. Bunun tam tersi de popüler Kur’an tasavvurunda görülmektedir.
Ontolojik açıdan şehadet alemine ilişkin bir bilgi objesi olarak algılanması gereken
729
Kırca, Kur’an’ı Anlama, 30
161
Kur’an, popüler Kur’an tasavvurunda onun inanç objesi yönü ihmal edilerek ontolojik
açıdan şehadet alemine ilişkin boyutuna kutsallık atfedilerek inanç objesi sınırları içinde
algılanmıştır.
Kur’an’ın kendini tanıtırken ortaya koyduğu enstrümanların muhtevası, Kur’an ve
Hadislerde yeteri kadar açıkça beyan edilmemiştir. Ortaya konulan Kur’an
tasavvurlarında bu unsurlar ya olduğu gibi bırakılmış ki bunlar gerek inanç objesine ait
olsun gerek bilgi objesine ait olsun ya da bu kavramlara Kur’an ve Sünnette açıklanan
özelliklerden daha fazla anlam giydirilerek Kur’an’ın tanımında ortaya konulan
enstrümana ya anlam daraltılması veya anlam genişletilmesi yaşatılmıştır.
Bu bağlamda İslamî disiplinlerde veya yönelişlerde ortaya konulan Kur’an tasavvurları
kendi aralarında farklılık arz ederken, disiplin içersinde bile Kur’an tasavvurlarına etki
eden unsurların farklılaşmasına bağlı olarak, öne çıkarılan kavramlar farklı şekillerde
algılanılmıştır. Bazı kavramlar ehemmiyetini kaybederken bazı kavramlar ön plana
çıkarılmıştır. Örneğin, Emeviler döneminde ortaya konulan Kur’an tasavvurlarında,
Kelamullah’ın yaratılmamışlık olgusu vurgulanırken Abbasiler döneminde ise
Kelamullah’ın yaratılmışlığı hususunda baskılar yapılmıştır. Bu konuda münakaşa ve
münazaralar yapılmış hatta farklı uygulamalara bile gidilmiştir. Oysa günümüzde
Kelamullah’ın yaratılmışlık veya yaratılmamışlık yönü ehemmiyetini kaybederek
sadece vurgu, Kelamullah yönüne yapılıp Kelamullah’ın mahiyetine ilişkin tartışmalar
gereksiz görülmektedir.
Kur’an’ın ne’liğine ilişkin sorunları göz önünde bulundurarak ele aldığımızda en
başında Kelamullah olgusu gelmektedir. Kur’an’ın haddini ilgilendiren bu kavram,
geleneksel dönemdeki Kur’an tasavvurlarında tartışma konusu olmuştur. Bu dönemdeki
Kur’an tasavvurları Kelamullah’ı farklı şekilde algılayıp anlamlandırmışlardır. Kur’an
ve hadis, Kur’an’ın Allah kelamı olduğunu bildirmekle beraber Kelamullah’ın mahiyeti,
nasıllığı ve niceliği konusunda derinlemesine bir bilgi vermemektedir. Sahabeler de bu
doğrultuda Allahın kelamının mahiyetini fazla araştırmaksızın metafizik alana ilişkin bir
inanç
objesi
olarak
algılamışlardır.
Sahabeden
sonra
ortaya
çıkan
Kur’an
tasavvurlarında Kelamullah’ın mahiyeti ve yapısı Kur’an tasavvurlarının teşekkülünde
merkezi bir konum işgal etmiştir. Kelamcılar, oluşturdukları Kur’an tasavvurlarında
Kur’an ayetlerinin esas alındığı bütüncül bir algılamadan ziyade Kur’an’ın diğer
162
enstrümanlarının da Kelamullah algılamasına göre şekillendiği bir Kur’an tasavvuru
oluşturmuşlardır. Kelamullah’ı anlamlandırmalarında da en büyük etken sahip oldukları
Allah tasavvuru olmuştur. Dolayısıyla kelamcıların oluşturdukları Kur’an tasavvurunda
sahip oldukları Allah tasavvurunun etkisi büyüktür. Ortaya konulan Allah tasavvuru
neticesinde aşkın boyutun objesi olan Kelamullah, bazen şehadet âlemine ilişkin bir
nesne olarak algılanmış bazen de Kur’an’ın şehadet alemine ilişkin varlık boyutu inanç
objesi
alanına
kaydırılmıştır.
Ehli
hadis
tarafından
ortaya
konulan
Kur’an
tasavvurlarında bu sorun görülmektedir. Ehli hadis, kelamcılar gibi insan-Allah
ilişkisini ön plana çıkaran bir perspektiften hareket ederek Allah tasavvuru ekseninde
Kur’an tasavvurlarını oluşturmuşlardır. Kelamcılar da görülen ilahi kelamın çift yapısı
Ehli hadiste de görülür. Kelamcılar ile Ehli hadis arasında bir yol takip ederek ikisinin
arasını uzlaştırmaya çalışan Ehli rey’in ortaya koydukları Kur’an tasavvuru da
Kelamullah eksenlidir. Bunun yanında Ehli rey ekolü, alanı biraz daha genişleterek
Kur’an’ın bilgi objesi boyutunu, oluşturdukları Kur’an tasavvurunda göz önünde
bulundurmuşlardır.
Kelamcılar, Ehli hadis ve Ehli rey ve Mutasavvıflar tarafından ortaya konulan
Kelamullah merkezli Kur’an Tasavvurundan kaynaklanan ilahi kelamın çift yapısı
felsefeciler tarafından aşılmak istenmiş bundan dolayı da ontolojik ve epistemolojik
eksenli Kur’an Tasavvuru oluşturulmaya çalışılmıştır. Kur’an tasavvurlarındaki
Kelamullah anlayışından kaynaklanan çift yapısallığı ortadan kaldırmak için nazariyeler
ortaya atan İslam Felsefecileri bilgi ve sudur nazariyeleriyle bunu aşmak istemişlerdir.
Kelamın, kelamı lafzî yada kelamı nefsî olmak üzere çift yapısallığını gündeme getirip
her iki çeşidin de ilahi kelamla özdeşleştirilemeyeceğini izah ederek ilahi kelamın beşer
cinsinden olmadığını, buna binaen bir şeyin kendi cinsinden olmayan başka bir şeyle
kıyaslanamayacağını belirtmişlerdir.730
Diğer taraftan çağdaş dönemde ortaya konulan Kur’an tasavvurlarında geleneksel
dönemde olduğu kadar Kelamullah konusu tartışmaya açılmadan inanç objesi olarak
algılanmıştır. Oryantalist Kur’an tasavvurunda, Kur’an’ın bu aşkın boyutu hiçbir zaman
bir inanç objesi olarak kabül edilmemiştir.
730
Öğe, 90.
163
Kur’an tasavvurlarının Kur’an’ın ne’liğine ilişkin ortaya çıkardığı sorunlardan biri de
vahiy elçisi olarak Kur’an ve Hadiste belirtilen Cebrail meleğinin mahiyeti hakkındadır.
Geleneksel dönemde Ehli hadis, Ehli rey, Kelamcılar, Tasavvufçular tarafından vahiy
meleği olarak algılanan Cebrail, İslam Felsefecilerinin algısında faal akıl olarak
nitelendirilmiştir. Bu nitelendirme, öne sürmüş oldukları sudur nazariyesi çerçevesinde
gerçekleşmiştir. Diğer taraftan çağdaş dönemde ortaya konulan Tarihselci Kur’an
tasavvurunda, bir taraftan Cebrail olduğu kastedilen kutsal ruh vahiyle eşit tutulurken
diğer taraftan kutsal ruh, aracı melek olarak nitelendirilmiştir.731 Kur’an ve Sünnette
vahiy meleği olarak belirtilen Cebrail’in Kur’an tasavvurları tarafından farklı şekillerde
algılanılması bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kur’an tasavvurlarının Kur’an’ın ne’liği üzerinde oluşturdukları bir diğer sorun, aşkın
boyutun objesi olan Levhi Mahfuzun hakkındadır. Kur’anı Kerim, kendisini tanıtırken
aslının Levhi Mahfuzda olduğuna ilişkin bilgi vermiştir. Fakat bu bilgi fazla detayı
içinde barındırmaz. Geleneksel dönemdeki Kur’an tasavvurlarında Levhi mahfuzu bir
inanç objesi olarak ifade eden Kur’anın, kendisinin Levhi mahfuzdan dünya semasına,
dünya semasından da ramazan ayında yirmi üç yıl süresinde tedricen indirildiği algısı
yaygınlık arzeder. Çağdaş dönemde ortaya konulan Kur’an tasavvurlarından bazıları,
geleneksel dönemde algılanan Levhi Mahfuz ve Kur’an’ın indiriliş şeklini yinelerken
bazıları da farklı bir algı ortaya koymuşlardır. Sosyolojik Kur’an tasavvuru Levhi
Mahfuzun bir inanç objesi olarak algılanılması gerektiğini vurgulamış ve mahiyetinin
bilgi objesinin sınırları dışında kaldığını belirtmiştir. Bunun yanında Kur’an’ın dünya
semasına indiriliş aşamasını kabül etmeyerek bu durumun Kur’an’ın kendisini
tanımlarken ortaya koyduğu inzal ve tenziline aykırı olduğunu beyan etmiştir. Tarihselci
Kur’an tasavvuru ise Levhi Mahfuzu emirler topluluğu olarak algılamıştır. Kur’an’ın
dünya semasına indirilişi ilişkin geleneksel dönemde ortaya konulan olguyu kabül
etmemiştir. Tarihselci Kur’an tasavvuru, inzalin Kutsal Ruh tarafından veya Kutsal Ruh
olarak gerçekleştiği kanaatindedir. Kutsal Ruh ise Tarihselci Kur’an tasavvuru
algılamalarında ana kitabın veya emrin özünden gelip peygamberin kalbine giderek
vahyi teslim eden veya ana kitaptan Allahın emriyle melekler tarafından peygamberlerin
kalplerine indirilen bir Ruh olarak ifade edilmiştir.
731
Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur’an, 211.
164
Diğer taraftan Antropolojik Kur’an tasavvuru, Kur’an’ın inzalini, bir mekandan alınıp
başka bir mekana nakledilen bir indirme şekli olarak algılanılmasına karşı çıkmıştır.
Antropolojik Kur’an tasavvuru, Kur’an’ın inzalinin geleneksel Kur’an tasavvurundaki
gibi bir mekandan başka bir mekana indirilme şeklinde algılanıldığı zaman, hem
tartışmanın eksenini oluşturan ayetin anlamıyla hem de Kur’an’daki nesh olgusuyla
çelişki oluşturacağını ifade etmiştir. Antropolojik Kur’an tasavvuruna göre Kur’an’ın
inzali, sadık rüyalarla başlayan iletişimin tanıdık hale gelmesiyle oluşan vahiylerle
gerçekleşmiştir.
Oryantalist Kur’an Tasavvuru bütün bu tasavvurlardan farklı olarak Kur’an’ın
aşkın
boyutunu
tamamen
inkar
ederek
Kur’an’ı
ontolojik
açıdan
diğer
varlıklarla aynı seviyeye yerleştirip onu bir bilgi objesi olarak kabül etmiştir.732
Rudi paret, kendilerince önemli olan hususun Kur’an’ın bir tarih kaynağı
olduğunu ifade ederek Kur’anî verilere istinaden islamın oluşum tarihi ve bu
dinin
kurucusunun
izlenebileceğini
iddia
gerek
bizzat
etmiştir.
kendi
Bu
gerekse
bağlamda
yaşadığı
Hz.
çağın
tarihi
Muhammed’i
ilahi
hakikatlerin ileticisi olarak görmez. Ona göre Kur’an semadan indirilmemiştir.
Bilakis Hz. Peygamberin kendi ürünüdür.733
Ku’ran tasavvurlarının Kur’an’ın neliğine ilişkin sorunlarından biri de vahyin
mahiyetiyle ilgilidir. Vahyin mahiyetinin lafız mı mana mı veya hem lafız hem mana mı
olduğu konusunda ihtilaflı algılamalar ortaya çıkmıştır. Kur’an kendisinin lafız, mana
ve beyan olarak indirildiğini vurgulamasına karşın Kelamullah’ın mahiyetiyle ilgili de
olan bu konu Kur’an tasavvurlarında farklı şekillerde anlamlandırılmıştır. Kur’an
tasavvurlarında yapılan vahyin mahiyetine yönelik anlamlandırmalar gerek geleneksel
gerekse
çağdaş
dönemde
sahip
olunan
Kur’an
tasavvurları
doğrultusunda
gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Vahyin mahiyeti hususunda ortak bir algılama
oluşmamıştır. Kelamcıların, Ehli hadisin, Ehli reyin, Tasavvufçuların Kur’an
tasavvurlarında Kur’an vahyinin mahiyeti lafız ve mana olarak algılanılırken İslam
Felsefecilerin ortaya koyduğu Kur’an tasavvurlarında Kur’an vahyinin mahiyeti
Kur’an’ın mana olarak inzali yönündedir.
732
733
Kırca, Kuran ve Tabii İlimler, 184.
Paret, 119.
165
Çağdaş dönemde ortaya konulan Kur’an tasavvurlarında ise vahyin mahiyetinin
algılanması hususunda diğer Kur’an tasavvurları göz önünde bulundurulduğunda
farklılık görülür. Tarihselci Kur’an tasavvuru, Kur’an vahyinin mahiyetini mana olarak
algılarken734 Fazlurrahman, Kur’anın Allah kelamı olduğu kadar Hz. Muhammedin
kelamı da olduğunu ifade etmiştir. Bu algılama, Kur’an vahyinin mana olarak Allah
tarafından nazil olduğunu, lafız olarak ise Hz. Peygamberin dilinden döküldüğünü
belirtir. Yani Kur’an ne kadar Cenabı Allahın bir ürünü ise o kadar da Hz. Peygamberin
bir ürünüdür.
Kur’an tasavvurlarının Kur’an’ın ne’liğine ilişkin ortaya çıkardığı bir başka sorun
Kur’an’ın korunmuşluğu ve tevatür yoluyla günümüze kadar tahrif ve tebdile
uğramadan gelmesi husudur. Kur’an’ın tahrif ve tebdil edildiğine dair iddialar
Oryantalist Kur’an tasavvurunca dile getirilmiştir. Bu iddianın oryantalist Kur’an
tasavvuru tarafından ifade edilmes normaldir. Kur’an’ın inanç objesi boyutunu ihmal
aden bu algılamanın onun korunmuşluk yönünü ihmal etmesi sorun değildir. Asıl sorun
Kur’an’ı inanç objesi olarak algılayan Ehli sünnet ve Şian’ın ortaya koymuş oldukları
Kur’anın tahrif ve tebdiline yönelik algılamalarıdır. Ehli sünnet ve Şia birbirlerini
Kur’anı tahrif ve tebdil etmekle itham etmişlerdir.
Gerek Kur’an ayetleri, gerekse onu tebyin ve tefsir eden hadis, Kur’an’ın
korunmuşluğunun kıyamet gününe kadar Cenabı Allahın koruyuculuğu altında
olacağını bildirmiştir. Herhangi bir tahrif, tebdil, eksiltme ve çıkarmanın Kur’an ayetleri
hususunda düşünülemeyeceğini bizlere bildirmiştir. Fakat sahabe döneminden itibaren
Kur’an’ın ayetlerinden bazılarının Kur’an’dan çıkarıldığı konusunda rivayetler vardır.
Bazı ayetlerin mensuh olduğuna ilişkin bu tür rivayetler sahabeye isnad edilmiştir.
Haberî vahid türünden bu rivayetlerin mütevatir haber olarak bize ulaşan Kur’an’ın,
tebdili ve tahrifi, ekleme ve çıkarmalar konusunda delil olarak kullanılamayacağı
açıktır. Aksi takdirde böyle bir algılama Kur’an’ın bu korunmuşluğunu ifade eden
ayetlerle çelişmektedir.735 Geleneksel dönemde Kelamcıların, Ehli hadisin, Ehli reyin
Kur’an tasavvurlarında görülen hem metni mensuh hem de hükmü mensuh olduğu
söylenen “Adem oğlunun bir vadi dolu malı olsa bunun benzerini ister. Adem oğlunun
gözünü ancak toprak doldurur. Allah tevbe edenlerin tevbesini kabül eder.” vb. ayetler
734
735
Duman, 61–64.
Duman, Doktora dersi Tefsir Dersi Notları, s. 5.
166
Kur’an’ın korunmuşluğu konusunda sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Oysa
rivayetler bir bütün olarak ele alındığı zaman durumun böyle olmadığı görülmektedir.
İbn Abbas’ın Buharî’nin rivayet ettiği “kitabu’r-Rikak’ın” 10. Babında iddia edilen
mensuh metnin, ayet mi yoksa hadis mi olduğu hususunda kesin bir kanaatinin olmadığı
görülür. Mütevatir olarak günümüze kadar gelen Kur’an ayetlerinin üzerinde kesin
kanaat olmayan haberlerle aynı kefeye konulması Kur’an’ın kendisi ile büyük çelişki
arzetmektedir.
Diğer taraftan siyasî, amelî ve itikadî mezhep olan Şia’nın ahbariyyun kolundan olan
kişilerin Kur’an tasavvurunda görülen Kur’an’a yönelik tahrif ve tebdile ilişkin
algılamalar imamet, velayet ve masumiyet kavramlarını kendi inanç esaslarında ön
plana çıkarmalarının bir sonucudur. İmametin bir inanç objesi olarak algılanması bu
konuda özel olarak Kur’an’a yönelinmesini ve bu husustaki görüşlerin Kur’an’a
dayandırılmasını
zorunlu
kılmıştır.
Bu
sebeple
Şia,
Kur’an’dan
görüşlerini
destekleyecek ayet ve ayet grupları bulmaya çalışmışlardır. Buldukları ayetleri işaret
yoluyla da olsa Hz. Aliye tahsis etmekten geri durmamışlardır.736 Kur’an’da
bulamadıkları ayetleri ise Hz. Aliye düşman kişiler tarafından tahrif edildiğini öne
sürmüşlerdir. Şia’nın usûliyyun taraftarları nezdinde de eleştirilen Kur’an’ın tahrif ve
tebdil algısı, Kur’an’ın korunmuşluğu ve güvenliğine ilişkin ayetlerle tezat teşkil
etmektedir.
Şia, elimizdeki Kur’an mushafında bazı ilave ve eksikliklerin olduğunu öne sürerek
Kur’an’da tebdil ve tahrifin gerçekleştiğini öne sürmüştür. Son dönem Şia alimlerinden
et Tabersî, Kur’anda Hz. Alinin peygamberden sonra velî ve halife olduğunu ifade eden
velayet sûresinin mevcut olduğunu fakat bunun Hz. Aliye karşı olanlar tarafından
mushafa alınmadığını ifade etmiştir. Yine bir şia alimi olan el- Küleynî tarafından Hz.
Ali’nin isimlerinin Kur’an’dan çıkarıldığını iddia edilmiştir. Örneğin mushaftaki
şekliyle Bakara suresi 23. Ayet şöyledir.
“ Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız. Haydi, onun
benzeri bir sûre getirin.”(Bakara 23)
Şia’nın iddiasına göre ise;
736
Kırca, Kur’an’a Yönelişler, 89.
167
“ Eğer kulumuza Ali hakkında indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız.
Haydi, onun bir benzeri sûre getirin.(Bakara 23)” ayet böyledir.
Bazı Şia kaynakları olayı biraz daha yumuşatarak buradaki tahrifin metnin lafzında
değil anlamlandırılmasında olduğunu ifade etmişlerdir. Günümüz şia âlimlerinin büyük
çoğunluğu ise sahip oldukları ellerindeki mushafın, Hz. Peygamber’e indirilen Kur’an
ile aynı olduğu ve bunun dışında bir Kur’an’ın söz konusu olmadığını ifade
etmişlerdir.737
Kur’an’ın korunmuşluğuna ilişkin algılamalarda görülen sorunlardan biri de Oryantalist
Kur’an tasavvuruna ilişkindir. Oryantalist Kur’an tasavvuru Kur’an’ın tebdil, tahrif ve
tağyire
uğradığını
öne
sürerek
Kur’an’ın
muhafazasının
günümüze
kadar
sağlanamadığını ifade etmiştir. Arthur jeffery, günümüzdeki şekliyle elimizde mevcut
bulunan Kur’an’ın içine gerçek olmayan bazı tebliğlerin sızmasının mümkün olduğunu,
buna paralel yine birçok gerçek ayetinde şimdiki metinde bulunmadığını ifade etmiştir.
Jeffery, Fatiha ve muavezeteyn surelerinin Kur’an’ın bir parçası olduğunu kabül
etmemiştir. Fatiha suresinin diğer surelere tarz açısından benzemediğini ifade ederek
duâ maksadıyla kitabın başına konulmuş olacağını ifade etmiştir.738 Güstaw Weil, Hz.
Osman’ın Kur’an’ın redaksiyonunda bazı Kur’an ayetlerindeki kanun, akide ve
menkıbeye ilişkin tekrarlanan ayetleri hazfettiğini ileri sürmüştür. Yukarıda da ifade
ettiğimiz gibi bu durum Kur’an’ın neliğine ilişkin tanımlamalar ve Kur’an ayetleriyle
çelişmektedir. İnanç objesi olarak algılanmayan bir Kuran tasavvurunda Bu tür
iddaiaların olması normal kabül edilmelidir.
Geleneksel ve çağdaş dönemde Kur’an’ın ne’liğine ilişkin bir diğer sorun Kur’an’ın
i’cazına yönelik algılamalarda mevcuttur. Ku’ran, kendisinin ilahî kaynaklı kitap
oluşuna gerek lafız (belağat, fesahat, nazm) gerekse mana ( muhteva) yönünden vurgu
yapmaktadır. Yani Kur’an’a göre Kur’an hem mana hemde lafız açısından mucizedir.
Allah tarafından Hz. Peygamber’e risaletini teyid edici olarak vahiy aracılığıyla
gönderilmiş ilahi bir kitaptır. hem geleneksel dönemde hemde çağdaş dönemde ortaya
konulan Kur’an tasavvurları, Kur’an’ın bu icaz yönünü bazen lafızda bazen de manada
aramışlardır. Hem mana yönünden hem de lafız yönünden Kur’an’ın icazına vurgu
737
Kur’anın Tahrif ve Tebdil iddialarına geniş bilgi için bakınız. Muhammed Abid el-Cabirî, Kur’an’a
Giriş, (Çev.: Muhammed Coşkun) Mana Yayınları, İstanbul, 2010, s. 341.
738
Okumuş, Jeffery ve Kur’an Çalışmaları, AÜİFD, Cilt 43 (2002) Sayı 2 s. 135
168
yapan Kur’an tasavvuru yok denecek kadar azdır. Bu gibi Kur’an tasavvurlarında mana
ve lafıza birlikte vurgu yapılsa bile mutlaka mana veya lafızdan biri diğerinin önünde
vurgulanmıştır. Geleneksel dönemdeki Kur’an tasavvurlarından Kelamcıların ortaya
koyduğu Kur’an tasavvurlarında Kur’an’ın nazm ve telifi, belağat fesahat ve uslüp yönü
icaz açısından daha ön plana çıkmıştır. Ehli reyin Kur’an tasavvurunda ise lafızdan daha
ziyade Kur’an’ın taşıdığı mana icaz açısından vurgulanmıştır. Bunun sonucu olarak Ehli
rey’ Kur’an’ın manasının başka bir dilde ifade edilişini de Kur’an olarak algılama
konusunda bir kanaate varmıştır. Her ne kadar Ehli reyin temsilcilerinden Ebu
Hanife’nin bu görüşünden rucû ettiği söylenilse de böyle bir kanaat hasıl olmuştur.
Diğer taraftan İslam Felsefecileri ortaya koymuş oldukları Kur’an tasavvurunun i’caz
algısı lafız ve manayı göz önünde bulunduran en kapsamlı icaz algısıdır. İbn Sîna’nın
Kur’an tasavvurunda Kur’an’ın fesahat ve belağat, hayret verici özellik ve nitelikleri,
nazmının güzelliği akli konulara dair bilgiler, Allah, melekler, önceki kitap ve
peygamberler, gelmiş ve gelecekte olacak olaylarla ilgili gaybi haberlerin tamamı
Kur’an’ın mucizevi özellikleri olarak kabül edilir.
Çağdaş
dönemde
ortaya
konulan
Kur’an
tasavvurlarının
i’caz
algısında
bütüncül yaklaşımlara pek rastlanılmaz. Şüphesiz bunda sahip oldukları Kur’an
tasavvurunun etkisi büyüktür. Çağdaş dönem Kur’an Tasavvurları, Kur’an’ın
i’cazına yönelik algılamalarda daha çok Kur’an’ın lafız-metin boyutu öne
çıkarmıştır. Bunun yanında Sosyolojik Kur’an tasavvuru gibi muhtevaya atıfta
bulunan algılamalarda mevcuttu. Sosyolojik Kur’an tasavvurunun i’caz algısı
daha çok Kur’an’ın insanlar için hidayet kaynağı olması yönündedir. Reşit
Rıza, Kur’an’ın i’caz vechesini daha çok hidayet ya da bireysel ve toplumsal
ıslah ekseninde ifade eder.739 Edebî Ku’ran tasavvurunun i’caz algılaması daha
çok
Kur’an’ın
lafzı
yönünden
olmuştur.
Halefullah,
Kur’an’ın,
edebî
ve
sanatsal öğeleri, arapların alışık olmadığı bir tarzda yeniden inşa ederek
kullandığını, bu kullanımın Kur’an’ın icaz yönlerinden olduğunu ifade etmiştir.
Diğer taraftan Tarihselci Kur’an tasavurunun Kur’an’ın icazına yönelik algısı
ise Kur’an’ın lafzı göz önünde bulundurularak ifade edilmiştir. Fazlurrahman,
Kur’an’ın
mucizevi
yönünü,
onun
dil
uslûbu
ve
ifade
tarzında
görür.
Antropolojik Kur’an tasavvurunun Kur’an’ın i’caz algılaması lafız ve metin
739
Öztürk, Tefsir Tarihi Araştırmaları, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2005 s. 85
169
olarak ifade edilmiştir. Mana olarak diğer kitaplardan Kur’an’ın bir farklılığını
görmeyen bu tasavvura göre Kur’an’ın diğer kitaplarla birleştiği nokta ibrahimî
geleneği devam ettirmesidir. Ayrıldığı nokta ise Kur’an’ın delalet ve te’vil
alanındaki genişliktir. Arkoun, bu durumun Kur’an’ın i’caz yönünü temsil
edebileceğini vurgular. Ona göre Kur’an’ın i’cazı, daha önceki alimlerinde
ifade ettiği gibi metin için bir özelliktir. Bu durum ise Kur’an icazının ayrılmaz
bir
unsurudur.
Yani
Kur’an’ın
icazı
arkouna
göre
arap
dilinden
kaynaklanmaktadır.740
Kur’an tasavvurlarının Kur’an’ın ne’liğine ilişkin sorunlardan biri de Kur’an’ın
indirildiği
dilin
muhtevasına
ilişkin
algılamalardır.
Kur’an,
içinde
muarreb
kelimelerin varlığı tartışmalı olmakla beraber kendisinin Arapça lisanı üzere
indirildiğini
tasavvurları
beyan
olsun
etmektedir.
gerekse
Gerek
çağdaş
geleneksel
dönemdeki
dönemdeki
Kur’an
Ku’ran
tasavvurları
olsun
Kur’an’ın Arapça dili üzere indirildiği hususunda ortak bir algılama vardır.
Çağdaş
dönemde
oryantalist
Kur’an
tasavvurunda
Kur’an’ın
diline
yönelik
algılamalar bu durumdan farklılıdır. Oryantalist Kur’an tasavvuru her ne kadar
Kur’an dilinin Arapça olduğunu ikrar etse bile bazı oryantalistler Kur’anda
yabancı
kelimelerin
varlığı
konusunda
ısrarla
durmuşlardır.
Jeffery’e
göre
Kur’an’da Arapça olmayan kelimeler vardır.741
3.1.2. Kur’an’ın Mahiyetine İlişkin Sorunlar
Mahiyet, kelime olarak nitelik, vasıf, öz, asıl, esas ve iç yüzü anlamlarına
gelmektedir.742 Kur’an’ın mahiyetinden kastımız daha çok Kur’an’ın olgusal
yapısına
ilişkin
özelliklerdir.
Bu
bağlamda
Kur’an
ayetlerinin
özelliklerine
ilişkin Muhkem ve müteşabih, nasih ve mensuh, kıssaların varlık değeri, âyet
ve sûrelerin arasında görülen tenasüp ve insicam vb. unsurları sıralayabiliriz.
Kur’an tasavvurlarının fenomolojik açıdan Kur’an’ın mahiyetine ilişkin sorunların
başında nesh olgusu gelmektedir. Kur’an ayetlerinden sonra gelen hükme müteallık bir
ayetin
740
önce
gelen
hükmü
Harb, 87.
Watt, Kur’an’a Giriş, 103.
742
TDK, Türkçe Sözkük, s.1326.
741
ortadan
kaldırması
olarak
ifade
edilen
nesh’in
170
anlamlandırılmasında farklı algılamalar ortaya çıkmaktadır. Nesh olgusu, gerek
gelenekse,l gerekse çağdaş dönem Kur’an tasavvurlarında Kur’an’ın yapısına ilişkin
sorunlar arasında yerini almıştır. Nesh’in varlığı, şekilsel açıdan Kur’an’ın neliğine
ilişkin bir sorun iken, nesh’in mahiyeti Kur’an’ın özüne ilişkin bir sorun olarak
karşımıza çıkmaktadır. Nesh’in şekilsel açıdan metinde gerçekleşmesi Kur’an’ın
neliğine ilişkin bir kavram olarak Kur’an’ın mütevatirliğini ilgilendirirken, neshin
muhteva olarak Kur’an’da yer alınması ise Kur’an’ın özüne ilişkin bir özellik olarak
karşımıza çıkmaktadır. Kur’an, kendisini tanıtırken Cenabı Allah’ın isterse Kur’an
ayetlerini değiştirip, bir ayetinin yerine başka bir ayeti getireceğini haber verir.743
Bunun yanında Cenabı Allah’ın, Kur’an ayetlerinin bazısını neshettiğinde veya
unutturduğunda yerine daha hayırlısını veya benzerini getireceğini de bildirmektedir.744
Fakat Kur’an, ifade edilen nesh’den maksadın ne olduğunu, nesh’in mahiyeti hakkında
derinlemesine bir bilgi vermemektedir. Neshin gerçekleşip gerçekleşmediği konusunda
da bir bilgi vermemektedir. Bunun yanında Kur’anda nesh’in gerçekleşmesi de bir şarta
bağlanmıştır. Bu şartın ne zaman nasıl meydana geleceğine dairde bir bilgi yoktur. Nesh
olgusu, Kur’an’da gerçekleşmişte olabilir, gerçekleşmemişte olabilir. Nesh’in hangi
konularda da gerçekleşeceği hakkında da bir bilgi yoktur. Ayrıca nesh olunacak veya
unutturulacak olan ayetten maksadın ne olduğu konusunda da Kur’an, açık bir bilgi
vermemiştir. Bu ayet Kur’an’ın içinden bir ayet mi yoksa Kur’an’ın dışından bir ayet mi
olduğu açık ve net değildir. Kur’anda neshin varlığı ve mahiyeti konusunda tam bir
açıklık bulunmazken hem geleneksel dönemde hem de çağdaş dönemdeki Kur’an
tasavvurlarında nesh olgusu farklı şekilde anlamlandırılmaya çalışılmıştır. Bu
anlamlandırmayı gerçekleştirirken de çeşitli etkiler sonucu oluşturmuş oldukları Kur’an
tasavvurları çerçevesinde kalmaya özen göstermişlerdir. Kur’an tasavvurlarının
farklılığı neshin anlamlandırılmasına da yansıdığından neshin mahiyeti ve niceliği
konusunda her hangi konsensüs de bulunmamaktadır. Çünkü geleneksel ve çağdaş
dönemdeki Kur’an tasavvurlarına etki eden nedenler bir olmamaktadır. Bazı
tasavvurlarda sosyo-kültürel neden ön plana çıkarken bazı tasavvurlarda sosyo-politik
nedenler ön plana çıkabilmektedir. Bunun sonucu olarak da farklı nesh algılamalarıyla
karşı karşıya kalınmaktadır.
743
744
Nahl, 16/101
Bakara 2/106
171
Sahabeye dayandırılan rivayetlerde ahkama yönelik konuların yanında, diğer konularda
da neshin gerçekleştiğine ilişkin rivayetler görülmektedir. Buhâri’nin rivayet ettiği İbn
Abbasın, Hz. Ademin mala olan tamahkarlığını gösteren rivayeti, ibn Abbas tarafından
ayet mi? hadis mi? olduğu şüpheli olmasının yanında, Kur’an’ın ortaya koyduğu hukukî
bir hükme ilişkin konu olmayıp daha çok bilgilendirici mahiyette bir nitelik arz
etmektedir. Aynı zamanda bu rivayet, neshin şekil yönünden gerçekleşmesini de ifade
etmektedir. Kur’an’daki nesh’in hükümlere tahsis edilmesinin yanında hükümlerin
dışındaki konulara teallük ettirilmesi, neshin sınırları yönünden nasıl anlamamız
gerektiği konusunda sorunlar ortaya çıkarmaktadır.
Geleneksel dönemdeki Kur’an tasavvurları, nesih olgusunu birbirinden farklı şekillerde
açıklamışlardır. Bu dönemde ortaya konulan nesh olgusunun içi bilgi kaynakları felsefeci ve mutasavvıfların ortaya koymuş olduğu Kur’an tasavvurlarında- mezhepsel
ilkeler -kelamcıların ortaya koymuş olduğu Kur’an tasavvurlarında- ve Kur’an’a
yaklaşımlar (ehli reyin ortaya koymuş olduğu Kur’an tasavvurlarında) çerçevesinde
doldurulmuştur. Ehli reyin önde gelenlerinden Ebu Hanife, Kur’an algısını Kur’an’ın
mana boyutu üzerine bina ettiğinden dolayı nesh olgusunu anlamlandırırken manaya
zarar vermeyecek unsurları göz önünde bulundurmuştur. Bundan dolayı neshi, hükmün
müddetini beyan şeklinde anlamlandırmıştır. Çünkü böyle bir anlamlandırma sahip
olunan Kur’an tasavvurundaki esaslara uygun olarak Kur’an’ın mahluk olmayan mana
boyutunun ebedi olmasına zarar vermemektedir. Bu durum yaratılmış olan lafzî boyutun
da ebedi olmama konusu çağrıştıracaktır. Ehli reyin kendi mantalitesi içerisinde tutarlı
olan bu anlamlandırma nesh’in lafzi boyutu söz konusu olduğunda Kur’anın metin
olarak korunmuşluğuna zarar vermektedir.
Diğer taraftan Kelamcıların Kur’an tasavvurunda nesh, Kur’an tasavvurlarını
destekleyen bir olgu olarak yerini alır. Mutezile ve ona tabi olan diğer mezhepler neshi,
Kur’an’ın mahluk oluşuna dair delil göstererek daha çok neshin ne olduğundan ziyade
Kelamullah’la olan ilişkisi çerçevesinde anlamlandırmaya çalışmışlardır. Nesh olgusu,
Mutezile ve onu taklid eden diğer mezheplerin Kur’an tasavvurunda hükmün sübutunun
ilgası şeklinde tanımlanmıştır. Ehli sünnet’in Kur’an tasavvurunda nesh, tilavette olup
olmadığı ihtilaflı olmakla beraber tilavet ve hükümde gerçekleştiği yönündedir.
172
Mutasavvıfların Kur’an tasavvurunda nesh, hem genel olarak semavi kitaplar arasında
hem de özel olarak Kur’an ayetleri arasında aranmıştır. Nazarî mutasavvıfların Kur’an
tasavvuru, genel olan nesh olgusunu, Kur’an’ın kendinden önce indirilen semavi
kitapları nesh ettiği şeklinde ifadelendirirken, özel anlamda ise Kur’an’ın bazı
ayetlerinin bazı ayetler tarafından nesh edildiği şeklindedir. İbn Arabî, Kur’an
ayetlerinde meydana gelen nesh, hususunda Ebu Hanife’nin nesh algısını benimseyerek
bunun dışında ortaya konulan nesh algılarını kabül etmemiştir. Diğer taraftan İşarî
mutasavvıfların Kur’an tasavvurunda nesh olgusu, Kur’an ayetlerinin dışında
anlamlandırmaya çalışmıştır. Buna göre nesh, Hz. Peygamberin bir halden o halin
üstündeki bir hale veya en yüksek mertebeye ulaştırılması şeklinde ifade edilmiştir.745
Bazı
İşarî mutasavvıflar neshi, Ubudiyetin unsurlarından birinin neshedilmesinden
sonra yerine ubudiyetin nurlarının, Ubudiyetin nurlarının birinin neshedilmesinden
sonra
ubudiyetin
ay
parlaklığının
onun
yerine
getirilmesi
şeklinde
de
anlamlandırmışlardır.746
Çağdaş dönemdeki Kur’an tasavvurları neshi geleneksel dönemde olduğu gibi kendi
paradigmaları çerçevesinde anlamlandırmaya çalışılmışlardır. Sosyolojik Kur’an
tasavvurunun nesh algısı daha önce geleneksel dönemdeki Kur’an tasavvurlarının nesh
algısından farklıdır. Sosyolojik Kur’an tasavvuru, hüküm veya tilavet açısından Kur’an
ayetlerinde vuku bulabilecek bir neshi kabül etmemiştir. Sosyolojik Kur’an tasavvuru
neshi, mucize olarak anlamlandırılmıştır. Bu yönüyle nesh, Cenabı Allah’ın
peygamberlerine nübüvvetlerini ispat için göstermiş olduğu delillerden ibarettir.747
Tarihselci
Kur’an
tasavvurunun
nesh
algısı
da
Kur’an
ayetlerinin
dışında
gerçekleşmektedir. Tarihselci Kur’an tasavvurunda nesh, peygamberin algılamalarında
vukuu bulmuştur. Bu bağlamda Garanik hâdisesi, Tarihselci Kur’an tasavvurunun nesh
olgusuna getirdiği bir örnektir. Tarihselci Kur’an tasavvuru neshi hükmün ilgası veya
hükmün müddetinin beyanı şeklinde değil Hacc suresinde ifade edilen şu esaslar
çerçevesinde anlamlandırmıştır.
745
Sülemi, Cilt I, s. 63.
Kuşeyri, Letaifül İşarat, Cild I, s. 60
747
Rıza, Menar, I, 416.
746
173
“Senden önce hiçbir rasül ve nebi göndermedik ki o bir şey arzu ettiği zaman şeytan
onun arzusu içerisine mutlaka karışmış olmasın. Fakat Allah, şeytanın karıştırdığını
derhal iptal eder. Sonra kendi ayetlerini sağlamlaştırır. Allah bilendir. Hakimdir.”748
Tarihselci Kur’an tasavvuru nesh algısını, nesh olgusunun geçtiği bakara 106 ve Nahl
101. Ayetlerini de delil göstererek peygamberin zihninde cereyan eden Kur’an’a uygun
olmayan şeylerin iptali olarak anlamlandırmıştır. Antropolojik Kur’an tasavvuru neshi
kültür ve olguyla ilişkilendirilerek Kur’an ayetlerinde neshin vukuu bulmasını,
Kur’an’ın olgudan bağımsız olmadığına delil göstermiştir. Geleneksel dönemde
tedricilik olarak algılanan içkinin haram kılınması Antropolojik Kur’an tasavvurunda
nesh olarak ifade edilmiştir.
Yukarıda ortaya konulan nesh algılamalarından da anlaşılacağı gibi Kur’an’ı Kerimde
tam olarak niteliği ve Kur’an’da gerçekleştiği yönünde her hangi bir bilgi verilmeyen
nesh, Kur’an tasavvurlarında farklı şekillerde anlamlandırılmıştır. Hz. Peygamber ve
sahabe döneminden bize ulaşan neshin varlığı ve mahiyeti konusunda sağlam bilgilere
sahip olunmazken, geleneksel ve çağdaş dönem Kur’an tasavvurlarında Kur’an’ın
içindeki hükümlerde, kutsal kitaplar arasında, Hz. Peygamberin zihninde veya algısında
anlamlandırılmaya çalışılmış olması Kur’an tasavvurlarında bir sorun olarak karşımızda
durmaktadır.
Yapı itibariyle Kur’an’ın özüne ilişkin Kur’an tasavvuırlarının karşımıza çıkardığı
sorunlardan biri de, ne’liği, niceliği ve niteliği itibariyle muhkem ve müteşabih ayetlere
ilişkindir. Gerek muhkem ve müteşabih ayetlerin varlığı gerekse bu ayetlerin kimler
tarafından nasıl anlaşılacağıyla ilgili husus Âli İmran suresi 7. ayette ele alınmakla
beraber müteşabih ayetlerin neliği ve niteliği konusunda Kur’an’da her hangi bir bilgi
verilmemiştir.
Müteşabih ayetlerin varlığı ve yokluğu hususunda İslam alimleri arasında ihtilaf
bulunmakla749birlikte var olduğunu ifade eden Kur’an tasavvurları arasında da ayetlerin
nicelik, nitelik mahiyet ve muhtevası konusunda bir ittifak yoktur. Bir kısmına göre
müteşabih ayetler, ayetlerin başında görülen hurûfu mukattaalar, kıyametin kopması ve
ahiret hallerine yönelik gaybi haberleri ihtiva eden ayetler addedilirken, diğer bir
748
749
Hac 22/ 52
Demirci, 48
174
kısmına göre de manası anlaşılmayan ayetler dışında birkaç anlama gelebilen ayetler
müteşabih addedilmiştir.
Ubeyy b. Ka’b ve Abdullah b. Mesud’un mütevatir kıraatlerini esas alanlar te’vilin
manasını Allaha havale ederken, ibn Abbas ve tabiinden Mücahid ve ed- Dahhak’ın
rivayetini esas alanlar ise müteşabih ayetlerin manasını alimlerin de bilebileceği
kanaatine ulaşmışlardır.750 Kur’an’da anlamı kapalı olarak ifade edilen müteşabih
ayetlerin gerek varlığı gerekse niteliği konusunda açık bir ifade bulunmamaktadır. Fakat
ortaya konulan gerek geleneksel dönem gerekse çağdaş dönem Kur’an tasavvurlarınca
Kur’an’daki varlığı ve niteliği konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür.
Ehli hadisin Kur’an tasavvurunda müteşabih ayetlerin varlığından söz edilir. Buna göre
Hurufu mukataalar müteşabih ayetlerden sayılmıştır. Ehli hadis, hurufu mukattaaların
anlaşılması ve anlamlandırılması konusunda tevakkufu yeğleyerek tercih etmişlerdir.
Kelamcıların ortaya koyduğu Kur’an tasavvurunda ise müteşabih ayetlere ilişkin
anlamlandırmalar, Allah tasavvurunu destekleme yönünde bir araç olarak kullanılmıştır.
Hurufu mukattaalar müteşabih ayetlerden kabül eden, manalarının ortaya konmasında
tevili benimseyen kelamcılar, hurufu mukattaaların müteşabih olup olmadığı ve
müteşabihden ne kastedildiği konusunda da uzlaşamamışlardır. Mutezile müteşabih
ayetleri kendi prensipleri doğrultulsunda değerlendirerek Kur’an’ın hudus-dolayısıyla
Kur’an’ın Allahın fiilinin bir sonucu - oluşuna delil göstermiştir. Kelime anlamı
itibariyle ekolün inanç esaslarıyla çelişen ayetler müteşabih olarak algılanmıştır. Yine
Mutezilenin Kur’an tasavvurunda zahirî manası itibariyle tecsim ve teşbihe neden
olacak haberî sıfatlar müteşabih olarak algılanmıştır. Ehli sünnet ile mutezile arasında
müteşabihin tanımı konusunda ittifak var ise de hangi ayetler olduğu üzerinde ittifak
yoktur. Ehli sünnete göre müteşabih addedilen hurufu mukatta, bazı mutezililer
tarafından muhkem addedilmiştir. Kur’an’da gayba ve ahirete ilişkin haber veren ayetler
de Ehli sünnet’in Kur’an tasavvurunda müteşabih olarak algılanmıştır.751
İslam Felsefecilerinin Kur’an tasavvurunda müteşabih ayetlerin varlığı kabül edilmiş ve
mahiyeti de sahip oldukları Kur’an tasavvuru ışığında anlamlandırılmıştır. İhvanı
Safa’nın Kur’an tasavvurunda müteşabih ayetler, Allahın haberî sıfatları ve hurufu
750
751
Demirci, 46.
Maturidî, Tevilat, Cilt I, s. 247, 248.
175
mukattaalar olarak ifade edilmiştir. İbn sîna, müteşabih ayetlerin sınırını biraz daha
genişleterek Kur’an’da birçok ayetin müteşabih özellik taşıdığını savunmuştur. Ona
göre bu özelliği ihtiva eden ayetler inanç alanını ilgilendiren, Allah’tan, onun zat ve
sıfatlarından bahseden, semavat, evrenin yaratılışı ve kıssalardan bahseden ayetlerdir.752
İbn Sîna, hurufu mukataaları da müteşabih ayetlerden addetmiştir. Onun Kur’an
tasavvurunda hurufu mukattaaların taşıdığı anlam kendisi tarafından yüklenen kesin
anlamlardır. Bunun dışında başka bir anlam aramak doğru değildir. Bu algılamaya göre
hurufu mukattaalar yer, evren anlayışına ve kozmosun oluşum merhalelerine ilişkin bir
takım gerçeklere delalet etmektedirler.
Çağdaş dönemde ortaya konulan Ku’ran tasavvurlarında, geleneksel dönemde
ortaya konulan müteşabihlik algısı devam ede gelmiştir. Sosyolojik Kur’an
tasavvurunun müteşabihlik algısı içinde birçok hikmeti barındırmakla birlikte
hem lafzı
konuları
hem manayı
alan
ayetler
kuşatmıştır.
gösterilirken,
Mânâdaki
lafızdaki
müteşabihliğe
müteşabihliğe
gaybe
Cenabı
ilişkin
Allah’ın
haberî sıfatlarını ele alan ayetler gösterilmiştir. Bu yönüyle sosyolojik Kur’an
tasavvurunun müteşabihlik algısı geleneksel dönemdeki Kur’an tasavvurlarının
müteşabihlik
algısından
farklı
değildir.
Diğer
taraftan
Oryantalist
Kur’an
tasavvurunda gerek geleneksel gerekse çağdaş dönemde müteşabih ayet olarak
algılanan
hurufu
mukattaalar
Kur’an’ın
sadece
bir
bilgi
kaynağı
olarak
görülmesi sonucu farklı algılanmıştır. Oryantalist Kur’an tasavvurunda sûre
başlarındaki bu harflerin Hz Muhammed’den geldiği kabül görmemiştir. Buna
neden olarak Hz. Muhammed’in bütün belirli vahiyler için anlamsız kelimeler
koymasını kabül etmemeleridir. Onlara göre bu harfler, olsa olsa Zeyd’in ilk
nüshasında sûrelerin alındığı kişilerin isimlerine işaret etmektedir. Bunlar salt
ihtimal sonucu Kur’an’ın kesin biçimine katılmışlardır.753
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Kur’an tasavvurları, Âli İmran sûresi 7. Ayette
geçen
müteşabih
ve
muhkem
niceliği
ve
niteliği
gerekse
tutmuşlardır.
konusunda
752
753
Oysa
açıklayıcı
Kur’anda
bilgi
Okumuş, Kur’anın Felsefî Okunuşu, 76.
Nöldeke, 88.
kelimelerini
konusunda
kavramlaştırarak
farklı
müteşabihlerin
veren
ayetlere
gerek
anlamlandırmalara
varlığı,
niceliği
ne’liği
tabii
ve
niteliği
rastlanılmamaktadır.
Kur’an
176
tasavvurlarının
algılamaları
Ortaya
farklı
koyduğu
farklı
olması
Kur’an
ve
âyetlerinin
ortak
olanlar
müteşabihliğine
arasında
ise
ilişkin
kavramın
içeriğinin farklı şekillerde anlamlandırılması, bunun yanında ayetlerin niceliği
ve
niteliği
karşısındaki
farklılıklar
karşımıza
Kur’anın
mahiyetine
ilişkin
Kur’an tasavvurlarında vukuu bulan bir sorun olarak çıkmaktadır.
Kuran tasavvurlarının Kur’an’ın özüne ilişkin ortaya çıkardığı sorunlardan biri de
Kur’an Kıssalarının gerçeklik değeri hakkındadır. Kur’an’ı Kerim kendini Allah
katından indirilişinde asla şüphe olmayan,754 Onun önünden ve ardından batıl
yaklaşmayan,755 Cenabı Allahın koruması altında,756 Allah tarafından peygamberine
gönderilen bir gerçek757 ve doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmış758 bir kitap
olarak tanıtır. Kur’an, muhteva itibariyle759kendinden önceki ilahi kitaplarda mevcut
olduğunu760 bu yönüyle önceki kitapları doğrulayıcı ve açıklayıcı olarak indirildiğini,761
geçmiş ümmetlerin hal ve durumlarından haberler verdiğini, kendinden önceki
kitapların tahrif edilmeden önceki içermiş oldukları doğru haberleri tahrifattan koruyup
şahitliğiyle onlardaki haberleri düzeltip, bozuklukları iptal ederek onlar üzerinde tasdik
ve teyidine başvurulacak güvenilir bir merci ve koruyucu olduğunu762haber
vermektedir.
Kur’an, epistemik açıdan bir bilgi kaynağı ve bilgi objesi oluşuna da vurgu yapar. O, bu
konumuyla insanları dünya ve ahiret mutluluğuna götürecek hidayete sahiptir.763 Sahip
olduğu geçmişe ait haberler,764 insanların arasındaki hukuku düzenleyici sınırlar,765
insan için gerekli olan bilgiyi ihtiva eden ayetler,766geçmiş ümmetlere ve peygamberlere
754
Bakara 2/1, 2, 3 Secde 32/1, 2, 3.
Fussilet 41/42.
756
Hicr 15/9.
757
Saffat 37/37.
758
Enam 6/105.
759
Ali Özek, Hayrettin Karaman vd., Kur’an Meali, s. 374.
760
Şura 196.
761
Yunus 10/37; Ali İmran 3/3,4; Taha 20/133; Ahkaf 46/29, 30 Fatır 35/31; Bakara 2/41, 91; Yusuf
12/111.
762
Yazır, Cild III, s.254.
763
Bakara 2/3, 159, 185 Nahl 16/89,102; Sebe 34/6 Lokman 31/3; Casiye 45/11, 20; İsra 17/9, 82; Araf
7/203.
764
Sad 38/88; Enam 6/91; Taha 20/89; Hud 11/49, 100.
765
Bakara 2/230; Rum 30/28.
766
Bakara 2/282; Nahl 16/79.
755
177
ait haberler,767 çeşitli konulara ilişkin irad edilen meseller768 ve öğütler769ile bir bilgi
kaynağı ve objesidir.
Kur’an’ın yukarıda kendisini ifade ettiği bilgilere baktığımızda Kur’an, sahip olduğu
bilgilerin doğruluğunda şüphe olmadığını ve kendisinin sahip olduğu doğru bilgilerle
insanları doğru yola götürecek bir hidayet kaynağı olduğunu ifade ettiğini görürüz.
Geleneksel dönemdeki Kur’an tasavvurlarının ortaya koymuş olduğu Kur’an kıssalarına
yönelik algılamalar, bu kıssalarının sadece tarihi bir malumat aktarmadığı bilakis bu
kıssaların dini bir gayeyi gerçekleştirmeye yönelik amaçlar taşıdığı şeklindedir. Bu
gayeyi gerçekleştirirken Kur’an, asıl hedefini gerçekleştirecek ölçüde tarihi bilgiye de
yer vermektedir. Geleneksel Kur’an tasavvurunda kıssaların doğruluk değeri hakkında
herhangi bir tartışma olmadığı ve her kıssanın mutlaka tarihi bir olay ve aktöre işaret
ettiğinden şüphe duyulmadığı görülür.
Çağdaş dönemde ortaya konulan Kur’an tasavvurlarında bu durum biraz farklıdır.
Çağdaş dönemdeki Kur’an tasavvurları, Kur’an kıssalarını sahip olunan Kur’an
tasavvurları çerçevesinde anlamlandırarak Kur’an’ın, yukarıda ifade ettiğimiz, kendi
tanıtımında çizdiği sınırların dışına çıkmışlardır. İlk nüvelerini Sosyolojik Kur’an
tasavvurunda görülen bu algılamalar, Edebî Kur’an tasavvurunda kendini iyice belli
etmiştir.
Sosyolojik
Kur’an
tasavvuru,
Kur’an
kıssalarının
tarihi
gerçekler
olamayabilecekleri yönündeki algılamalarıyla söz konusu kıssalara zahirî manalarının
ötesinde temsilî bir takım aklî anlamlandırmalar yüklemişlerdir. Örneğin Bakara sûresi
243. ayette geçen kıssanın gerçekleşmesinin şart olmadığını, buradaki amacın olayın
netliğini ifade etmek için temsil yoluyla aktarıldığını ifade etmişlerdir.770 Bununla
birlikte rivayeti sahih olan kıssalarla kendileriyle uyuşan nassları izah etmişlerdir.771
Sosyolojik Kur’an tasavvurunda Kur’an kıssalarına yönelik bu tür algılamaların nedeni
sahip oldukları Kur’an tasavvurunun etkisinde aranmalıdır. Zira bu tasavvurda Kur’an,
insanları hidayete erdirmek için gönderilen bir kitap olarak algılanmış olması öne
çıkartıldığından bu doğrultuda Kur’an’da hidayete sevketme bağlamında faydasının
767
Yusuf 12/3; Kasas 28/44, 45; Araf 7/175; Al-i İmran 3/44, 58; Hud 11/120.
İsra 17/89; İbrahim 14/25; Rad 13/17; Rum 30/51; 39/Zümer 27, 28; Kehf 18/54.
769
Zuhruf 43/44; Enbiya 21/10, 50; Enam 6/126; Bakara 2/231; Yusuf 12/104; Araf 7/2, 26; Yunus 10/57.
770
Rıza, Menar, II, 457.
771
Geniş bilgi ve örnekler için bkz. Güneş, 293, 308.
768
178
kaçınılmaz olduğu bazı gerçekliği olmayan temsilî kıssalardan bahsedilmesinde bir
sakınca yoktur.
Diğer taraftan Edebî Kur’an tasavvuru Kur’anın kıssalarının gerçeklik değerine ilişkin
algılamayı tamamen sahip olunan tasavvur çerçevesinde gerçekleştirmiştir. Edebî
Kur’an tasavvuru Kur’an’ın, anlattığı kıssalarda ve diğer anlatımlarda söz sanatını ön
plana çıkardığını, bundan dolayı Kur’an’ın kıssa anlatımında dönemin kültüründe
geçerli olan salt edebi tarzı dikkate aldığını ifade eder. Edebî Kur’an tasavvuruna göre
Kur’an, kıssalarda tarih bilgisi vermeyi amaçlamamıştır. Bu yüzden kıssalarda tarihi
gerçeklik aranmaz. Edebî Kur’an tasavvuru, kıssalara ilişkin algılamalarında da
görüldüğü gibi lafzı, mananın önüne geçirerek Kur’an’ın ön plana çıkarılan yönünün
Kur’an’ın sahip olduğu dil ve metin olduğunu savunur. Emin el-Huli’nin, Edebî Kur’an
tasavvurunu özetleyen Kur’an algısına yönelik ifadesi bunu açık olarak göstermektedir.
“Kur’an, araştırıcı onun dindeki yerini kabül etsin veya etmesin en mukaddes bir arap
edebi sanat eseridir. Kur’an hakkında onun dini değeri hiç nazarı itibara alınmaksızın
bir sanat eseri seviyesinde yapılacak olan böyle bir edebi araştırma bizim ve bizimle
birlikte bütün Arapların ve sonradan Araplaşanların önem verdikleri her gayeyi
geçmesi ve her türlü maksatlarından önce gelmesi gereken ilk hedef ve uzun boyutlu bir
gaye olarak kabül edecekleri bir araştırma olmalıdır. Bilahere, her ayrı maksat sahibi
ve özel bir gaye peşinde koşan herkes, bu edebi araştırmanın hakkını verdikten sonra
artık, bu kitaba kendi açısından eğilerek, ondan dilediğini alır, dilediğini iktibas eder.
Veyahut ta Kur’anın kendi ilgisini çeken hukuki, itikadi, ahlaki veya sosyal reform vb.
yönlerinden birisi üzerinde durabilir. İkinci derecedeki bütün bu maksatlar ancak bu
eşsiz Arapça kitabın en mükemmel, sağlam ve açıklayıcı bir şekilde yapılan edebi
araştırması üzerine bina edildikleri taktirde layıkıyla gerçekleşebilir.” 772
Sosyolojik Kur’an tasavvurunda ilk nüvelerinin göründüğü, Edebî Kur’an tasavvuru
tarafından temellendirilen Kur’an kıssalarında ifade edilen olaylarda gerçekliğin
aranmaması yönündeki algılamalar, Kur’an’ın kendisini tanıtırken dillendirdiği, sahip
olduğu gerçeklik ve doğruluk değeriyle bağdaşmamaktadır. Bunun yanında Kur’an’ın
bir hidayet kaynağı olarak kullandığı bilgilerin gerçeklikten uzak, temsilî ve dönemin
772
Hulî, Tefsirde Yeni Yöntem, 67.
179
kültüründe yer alan gerçek üstü tarihi veriler olması, Kur’an’ın kendisini tanıtırken ifade
ettiği bilgilere aykırı bir durum oluşturmaktadır.
Yukarıda ifade ettiğimiz Kur’an kıssalarının temsili olarak algılanmasına benzer bir
algılamada
Kur’an’da
anlamlandırılmasında
ortaya
konulan
yaşanmaktadır.
Çağdaş
peygamberlere
dönem
Kur’an
ait
mucizelerin
tasavvurlarından
Sosyolojik Kur’an tasavvuru geçmiş dönemde peygamberlerin ortaya koymuş oldukları
Kur’anda zikredilen mucizeleri zahiri manasında anlamayıp olayları tevile giderek
rasyonelleştirmeye çalışmıştır. Birçok örneğin verilebileceği bu konuya Hz. İsa’nın
hastalara şifa vermesi ve ölüleri diriltmesi mucizesinin Sosyolojik Kur’an tasavvuru
tarafından farklı algılanışını örnek verilebilir. Reşit rıza, sûfî anlayıştan hareketle Hz.
İsanın ölüleri diriltmesini şu şekilde ifade eder. Sûfi mezhebin muktezasına göre Hz.
İsa’nın ruhanî tabiatı cismanî tabiatından üstün idi. Ondaki bu tabiat bütün ruhani varlıkları
aşan bir durum arzetmekteydi. Çünkü onun annesi Meryem (a.s.) kendisine insan şeklinde
görünen bir melek tarafından hamile kalmıştı. Bundan dolayı Hz. İsanın ruhu, yoğun maddi
ortamdan çıkıp başka ruhta tasarrufta bulunması kendisinde derin olarak bulunan bu ruhun
yardımıyla olmuştu. Bundan dolayı onun ruhundan çamurdan bir surete üflendiğinde çamur
hareket etmekteydi. Defnedilmemiş Cesetden ayrılmış ruha üflendiğinde ruh ile ceset
birleşerek ölü dirilmekteydi. Fakat isanın ölmüş ve kemikleri çürümüş bir ölüyü tekrar
diriltilmesi yönünde diriltme için geçerli bir durum değildir bu. Reşit rıza bu tutumuyla Hz.
İsanın ölüleri dirilttiği mucizesini çürümüş kemikli cesed için geçerli görmeyerek onun
ölüleri diriltme mucizesini aklileştirmeye çalışmıştır.773 Kur’anda fazla detaya girilmeden
verilen Hz. İsanın ölüleri diriltmesine ilişkin bu bilginin anlamlandırılmasında görülen bu
detayın aklileştirilmesi yönündeki bu algı karşımızda kıssaların gerçeklik değerinin
olmadığını öne süren Edebî Kur’an tasavvurun algısı gibi sorun olarak durmaktadır.
Kur’an tasavvurlarında görülen Kur’an’ın özüne ilişkin sorunlardan biri de âyet ve
sûrelerin tertibi ve aralarındaki uyum ve insicama yönelik algılamalardır. Her ne kadar
Kur’an’da ayet ve surelerin tertip ve uyumuna ilişkin açıklamalar bulunmasada ayetlerin
tevkifiliği konusunda geleneksel Kur’an tasavvurunda ortak bir algılama oluşmuştur.774
Sûrelerin tertibi konusunda ise geleneksel Kur’an tasavvurunda farklı algılamalar vardır.
Bunlardan bazıları Kur’an sûrelerinin tevkiliği yönünü öne sürerken bazıları da sûrelerin
773
774
Rıza, Menar, Cild III, s. 312.
Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, 53.
180
tertibinin ictihadî olduğu yönünde beyanatta bulunmuşlardır. Diğer taraftan ayetlerin
arasındaki tenasüp ve insicam geleneksel Kur’an tasavvurlarında Kur’an’ın sahip
olduğu üstün bir özellik olarak algılanırken, bu uyumunun onun icazına ilişkin bir yön
olduğu da serdedilmiştir. Bunun yanında geleneksel Kur’an tasavvurlarında sûrelerin
arasındaki uyum ve insicamdan bahsedilerek bu durumun Kur’an’a has bir özellik
olduğu ifade edilmiştir.
Çağdaş dönemde ortaya konulan Kur’an tasavvurlarından Kur’an’a sanatsal ve edebî bir
metodla yaklaşan Edebî Kur’an tasavvuru, ayet ve surelerin tertibini, hatta ayetteki
kelimelerin terkibini, ayet ve surelerde görülen uyum ve insicamı geleneksel Kur’an
tasavvurunda görülen algılamalara benzer bir algı içinde ifadelendirmiştir. Edebî Kur’an
tasavvuru, Kur’an ayetlerinin tertibinin tevkifi olduğunu dolaylı olarak Kur’an’a ilişkin
algılamalarında ifade etmiştir. Edebî Kur’an tasavvuru, ayetlerin şüphesiz bu şekildeki
tertibi bir takım ilahi hikmetleri ve gayeleri barındırdığını da belirtmiştir.775 Edebî
Kur’an tasavvuruna göre Kur’an, mevzulara ve meselelere göre tertip edilmiş bir kitap
değildir. Bundan dolayı şu veya bu konuda varid olan hükümleri toplayan, bablara ve
fasılalara da ayrılmamıştır. Kur’an içinde akaid, fıkıh, tarihe dair konuları içinde
barındırmakla beraber bir akaid, fıkıh ve tarih kitabı tertibine de haiz değildir. Bunun
gibi, Kur’an diğer konulara sahip olmakla beraber herhangi bir kitapta görülen tertip
Kur’anda görülmez. Bunun yanında Kur’an ayetlerinin nüzul sırasının tarihlerini esas
alan bir sıra üzerine de tertip edilmemiştir. Bundan dolayı Kur’an’da pek çok konuya
temas edildiği halde herhangi konuda bile bir yerde toplu halde bahsedilmemektedir.
Fakat aynı konu ile ilgili ayetler bir araya getirildiği zaman bir bütün oluşturarak konu
hakkında bir fikir verir.
Çağdaş dönemde ortaya konulan Oryantalist Kur’an tasavvurunda ise Edebî Kur’an
tasavvuru ve geleneksel dönemdeki Kur’an tasavvurlarında görülen, ayet ve sûrelerin
tertip ve insicamına yönelik algılamalara zıt bir algılama vardır. Oryantalist Kur’an
tasavvuruna göre Kur’an’ın kompozisyonu tamamen keyfî bir şekilde gerçekleşmiştir.
Bundan dolayı ayetler kronolojik sıraya göre dizilmemiş ve ayetler arasında tenasüb ve
insicam da mevcut değildir. Oryantalis Kur’an tasavvuru, buna örnek olarak metnin
bağlamı ile tamamen alakasız bir pasajın, bir surenin ortasında yer almasını örnek
775
Hulî, Tefsirde Yeni Yöntem, 71.
181
göstermiştir. Max Hennige’in bu konudaki ifadesi Oryantalist Kur’an tasavvurunun
ayetlerin ve sûrelerin tertip ve tenasübüne yönelik algılamaları yansıtır mahiyettedir.
“Zeyd, kronolojik düzeni hiç dikkate almadı. Tamamen keyfi bir tavırla mühim
ve uzun sureleri, kanun koyuculuğa esas olan ahkam ifade eden ayetleri başa,
sosyal ve ahkam içerikli olmayan sureleri de önemli görmeyerek sona koydu.
Halbuki bu sureler daha önemliydi. Çoğu kez sureler kendi aralarında çok
güçlü
olmayan
irtibatlarla
birbirine
bağlandıklarından
Kur’an
ayetleri
konulan
Kur’an
birbiriyle karıştırılmıştır.776
Gerek
geleneksel
gerekse
çağdaş
dönemde
ortaya
tasavvurlarında ayetlerin tertibinin tevkifî olduğu konusunda bir ittifak mevcut
iken
Oryantalist
Kur’an
tasavvuru
söz
konusu
olduğunda
karşımızda
bir
problem olarak durmaktadır. Zira Kur’an’ın inanç objesi olarak algılanılmadığı
bir
Kur’an
tasavvurunda
gözükmemektedir.
ayetlerinin
Yukarıda
Max
tevkifiliğinden
Hennige’in
bahsetmek
ifadeleri
mümkün
doğrultusunda
şekillenen Oryantalist Kur’an tasavvurunun ayet ve sûrelerin tertip ve uyumuna
yönelik
algılamalar
tamamen
Oryantalist
Kur’an
tasavvurunu
temsil
eden
Kur’an’ın özüne yönelik algılamalardır.
Yapısı itibariyle Kur’an’ın özüne ilişkin Kur’an tasavvurlarında görülen bir
diğer sorun ise Kur’an’ın teşekkül sürecinde nass-olgu arasındaki ilişkidir.
Nass-olgu arasındaki bu ilişki nassın, içinde bulunduğu sosyo-kültürel ortamla
olan diyaloğunu ele alır. Gerek geleneksel Kur’an tasavvurlarında gerekse
çağdaş
Kur’an
algılamalar
tasavvurlarında
sahip
olunan
ortaya
Kur’an
konulan
tasavvuru
nass-olgu
ilişkisine
çerçevesinde
yönelik
olmuştur.
Bu
algılamalarda Kur’an her zaman yukarıdan inen bir vahiy şekline bürünmüştür.
Oysa vahyin indirilmesinde kültür ve olgunun da etkisi olmuştur. Antropolojik
Kur’an
tasavvuru
vahyi,
olguyu
önceleyen,
ona
karşı
koyan
kanunlarının
ötesine geçen ve ilahi güç tarafından olguya rağmen empoze edilmiş verili bir
şey
olarak
algılamaz.
Antropolojik
Kur’an
tasavvurunda
nass,
dilsel
bir
metindir. Olgunun telakkilerini kendine hareket noktası yapmıştır. Olgu içinde
şekillenmiş olan dil, biçimlendirilmesine sebep olan kültürel sistem ile son
776
Yaşar, 96.
182
derece güçlü bir bağa sahiptir. Antropolojik Kur’an tasavvuru, olgunun nassa
önceliğini Kur’an’ın hakikati ve özü itibariyle kültürün ürünü olarak kabül
etmesiyle Kur’an metninin yirmi kusür yılı aşkın bir sürede olgu ve kültürün
içinde biçimlenmesini dile getirmiştir. Bu algılama nass-olgu ilişkisini teşekkül
ve teşkil olmak üzere iki dönemde ele almaktadır. İlk süreç vahyin, hitap ettiği
kültür ve olgu doğrultusunda ilkelerini vaz’ etmesi, diğer bir ifade ile Kur’an
metninin kültürden istifade etmesi ve kültürü dile getirmesi, ikinci sürec ise
vahyin hitap ettiği kültüre etkide bulunması ve onu değiştirmesi sürecidir.
Antropolojik Kur’an tasavvuru olguyu ifade ettiği ilk süreçte nassın, olgunun
salt pasif bir taşıyıcısı olmadığını, ona yeni bir yapı kazandırdığını ikinci
süreçte ise olgunun nass üzerindeki etkisinin nassın yeniden okunması ve
yorumlanması bağlamında kendisini gösterdiğini düşünmektedir.
Antropolojik Kur’an tasavvurunda nass-olgu ilişkisine yönelik algılamalara göre Vakıa
asıldır atlanamaz. Nass vakıadan doğar, vakıanın kültüründen ve dilinden nassın
mefhumları oluşur. İnsanla olan etkileşimin devamında anlamlar da yenilenir. Bundan
dolayı vakıa hep ön plandadır. Donuk bir metin uğruna olgunun heder edilmesi hem
olguyu hem de nassı masala çevirebilir. Sosyal olgunun üzerine değişmeyen farazî bir
ezeli anlam ihdas etmek suretiyle de vakıa hayale terk edilmiş olur. Antropolojik Kur’an
tasavvuru, geleneksel Kur’an tasavvurunun Kur’anın teşekkülüne yönelik algılamaları
pratikte hiçbir faydası olmayan, vakıanın gücünü dışlamaktan başka bir işe yaramayan
bir tutum olarak değerlendirir.
Antropolojik Kur’an tasavvuruna göre Kur’an metni, hakikat ve özü itibariyle kültürün
ürünüdür. Yani Kur’an yirmi küsür yılı aşkın süre zarfında olgu ve kültürün içinde
biçimlenmiştir. Bu tasavvura göre metnin önceden mevcut bir metafizik varlığının
olduğuna inanmak Kur’an’ın gücünü azaltmakta, dolayısıyla metin fenomenine yönelik
bilimsel bir anlayışın imkanını zorlaştırmaktadır. Metnin kaynağının ilahi oluşu
muhtevasının olgusallığı ve onun beşeri kültüre aidiyeti ile çelişmez. Metnin kültürel bir
ürün olduğu görüşü Kur’an açısından onun oluşum ve tamamlanma sürecini ifade eder.
Bu daha sonraları Kur’an metninin kültürü meydana getiren bir unsura dönüştüğü bir
süreçtir. Yine bu süreç Kur’an metninin egemen ve otoriter bir metne dönüştüğü, diğer
metinlerin kendisine kıyaslanıp meşruiyetini ondan aldıkları bir süreçtir. Kur’an
183
tarihinde bu iki süreç arasındaki fark Kur’an metninin kültürden istifade etmesi ve
kültürü dile getirmesi ile bu kültüre katkıda bulunması ve onu değiştirmesidir.777
Antropolojik Kur’an tasavvuruna göre Kur’an göğün yere yönelik bir mesajı olmakla
beraber başta kültürel yapı olmak üzere mevcut bütün yapılarıyla olgunun kurallarından
da bağımsız değildir. Allah insanların sahip olduğu dilsel ve kültürel ifade sistemleri
vasıtasıyla gerçekleşen kelamı sayesinde kendini onlara açmakta ve onların düzeyine
inmektedir. Bunun yanı sıra Kur’an’ın tamamı yalnızca muhataplarına ait dil sistemi
içerisinde bir anlam ifade eder. Zira İslam öncesi arap kültürü metinlerinde metnin
sahibinden ziyade muhatabı önceleyen bir kültür olarak nitelenebilir. Kur’an’ın bu
kültür havzasına ait olması da onu muhataba öncelik veren bir metin haline
getirmektedir. Nitekim Kur’an’da birçok nida edatının yer alması bu eğilimin onun
metin yapısındaki ve dilsel mekanizmadaki en güçlü kanıtıdır. Antropolojik Kur’an
tasavvuru nass-olgu bağlamında Ku’ran metninin olgunun yönlendirilmesinden uzak
kalmadığını ileri sürer. Bu algılamaya göre geleneksel Kur’an tasavvurundaki Kur’an’ın
şiirden farklı olarak algılanmasının altında Kur’an nassının ilahi yönünü vurgulama
amacı yatmaktadır. Antropolojik Kur’an tasavvurunun Kur’an’ın vakıaya uygun olarak
indiği görüşünü destekleyen en önemli unsur Onun ezeli bir kelam olmadığı
düşüncesidir. Antropolojik Kur’an tasavvuruna göre Kur’an’ın ezelde var olan bir
bütünce olarak algılanılması geleneksel Kur’an tasavvurun zorlama algılar ortaya
koymasına sebep olmuştur. Kur’an’ın ilk defa bir bütün olarak dünya semasına
indirildiği daha sonra parça parça dünyaya indiği şeklindeki algılamalar bu şekildeki bir
Kur’an tasavvurunun neticesidir. Antropolojik Kur’an tasavvurunda geleneksel Kur’an
tasavvurunun sahip olduğu nass-olgu ilişkisi tenkid edilmiştir. Buna göre geleneksel
Kur’an tasavvurunda görülen Kur’an’ın yukarıdan aşağıya doğru bir yapı arz etmesi
ortaya konulan Kur’an tasavvurunda Kur’an’ın, tarihin hiçbir olgusunu dikkate
almayacağı ve tarihsel sürecin Kur’an tarafından bir başka zaman anlayışı tarafından
şekillendirileceğini îma etmektedir. Yani bu algılamaya göre bu dünya hayatının anlamı
ve gerçekliği ancak ahirette söz konusu olabilecektir.
Kur’an tasavvurlarında görülen Kur’an’ın teşekkül sürecine yönelik algılamalar bir
sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Antropolojik Kur’an tasavvurunda görülen ayetlerin,
777
Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı, 47–48.
184
olayların akabinde inmiş olduğu tezi olayların bu tenzili etkilediği algısını beraberinde
getirmektedir. Fakat bu durum ise her zaman geçerli olmamıştır. Bazı önemli olayların
akabinde Kur’an’dan ayetlerin inmediği görülmektedir. Bundan dolayı ayetlerin inişine
yön veren tek kaynak Allahu Tealanın bizzat kendisidir. Olgu her zaman bunda rol
oynamaya bilir.778 Bunun yanında Antropolojik Kur’an tasavvurunun Kur’an’ın nassolgu ilişkisinde güttüğü kaygı tamamen göz ardı da edilmemelidir. Geleneksel
dönemdeki Kur’an tasavvurlarında Kur’an’ın Levhi Mahfuzda önceden yazılı olarak
bulunan bir varlık olarak algılanılmış olması metinle kültürel olgu arasındaki diyaloğun
göz ardı edilmesine yol açmıştır. Bunun sonucunda Kur’an’ın ezelî olarak Levhi
Mahfuzdaki varlığına ilişkin algılama Kur’an’ın kutsiyetinde aşırıya gitmeye yol açıp
Kur’an’ı dilsel bir metin olmaktan çıkararak biçimsel bir metne dönüştürmüştür. Fakat
ayetlerin inişinde olgunun tamamen başat bir rol oynadığı da nassı sıradanlaştırıp pasif
bir duruma düşürmüştür. Bu durum, geleneksel dönem Kuran tasavvurlarında görülen
olguyu çok az yer verme, Kur’an’ın çağlar üstü bir kitap olarak algılanılmasına yol açıp
entegrizme neden olabilir. Ayetlerin nass-olgu ilişkisi içerisinde değerlendirildiğinde
nassın ve olgunun etkisini bir arada değerlendirmek gerekmektedir. Aksi takdirde nass
olguya, olgu da nassa feda ettirilebilir.
3.1.3. Kur’an’ın Muhtevasına İlişkin Sorunlar
Kur’anı Kerim’in muhtevası, konu itibariyle diğer kitaplarda rastlanan bütünlüğe,
sistematik olarak da diğer kitaplarda rastlanan biçimselliğe sahip değildir. Bu durum
onun muhtevasını konu başlıklarına ayırarak kategorik bir şekilde vermeyi
zorlaştırmaktadır. Kur’anî bilgilerin içeriği çok çeşitli ve çok yönlü bir durum arzeder.
Kur’an’da, Kur’an ve Kur’an’a ilişkin, Allah ve Allah’ın sıfatları, yaratılışa ilişkin,
dünya ve ahiret hayatı, peygamberlik, iman esasları, ibadet ve çeşitleri, bireysel ve
toplumsal ahlaki değerler, günah ve çeşitleri, aile ve toplum, ekonomi, hukuk, sosyal,
sağlık ve fen bilimlerinin bazı konuları, beslenme, temizlik, sosyal ve doğal çevreye
ilişkin bilgiler yer almaktadır. Kur’an, muhtevasındaki bu bilgileri herhangi bir bilimin
dilini kullanılarak değil kendi dilini esas alınarak sunmaya çalıır. Kur’an, bu bilgileri
nicelik ve nitelik açısından günümüz bilim anlayışına uygun gelecek yöntem gözeterek
ele almış değildir. Fakat Kur’an, nitelik ve niceliği farklıda olsa günümüz bilim
778
Ahmet Fethi Polat, Çağdaş İslam Düşüncesinde Kur’an’a Yaklaşımlar, İz Yayıncılık, İstanbul 2007 s.
358.
185
dallarına ilişkin bilgilere değinerek onlara malzeme olacak nitelikte bilgiler sunmuştur.
Günümüz bilim dallarına birkaç ayetle de olsa temas eden veya içerisinde bu bilim
dalına konu olan ayetleri barındıran Kur’an’daki bu bilgiler, derinlemesine ve sistematik
bir şekilde alınmamaktadır. 779
Diğer taraftan Kur’an’ın hedeflerini esas alarak onun muhtevasını baktığımızda, amaç
ve araç konular olarak iki kategoride ele almamız mümkündür. Amaç konuları “itikadi,
ameli ve ahlaki” olarak ele alabiliriz. İtikadî konuları oluşturan ayetler, imanın ilkeleri,
esasları, imanın insan ve toplum hayatına sağladığı yararlar ve inançsız kimselerin
durumu konularına yer vermektedir. Ameli konuları ele alan ayetler, kişinin yaratıcıya
olan kulluk vazifelerini ( namaz, oruç, hac, vb), başka kimselerle ve toplumla olan
ilişkilerini ve insan ve çevre ile olan ilişkilerini konu alırlar. Ahlaki değerleri içeren
ayetler ise insanın ve toplumun sahip olması gereken pozitif değerlerle yine insan ve
toplumun uzak durması gerektiği kötü ve çirkin davranışları ele alır. Kur’an’ın hedefleri
açısından tâli konular ise yaratılış ve varlıklar, peygamber ve topluluklara ilişkin
haberler, Allah’ın varlığını ve birliğini algılamaya yönlendiren kevnî ayetler, Yahudi ve
hristyan, kafir ve münafıkların iç yüzlerini anlatan ayetler olarak dört tali hedef şeklinde
tasnif edilebilir.780
Bu güne kadar ortaya konulan Kur’an tasavvurlarında Kur’an’ın muhtevası, içerik
açısından farklı şekillerde algılanmıştır. İhtiyaçların yönlendirilmesiyle ortaya çıkan bu
algılamalar bazı konuları ön plana çıkarırken bazı konuları da geri plana itmiştir.
Halbuki Kur’an’da yer alan bilgiler sadece bir alanla sınırlı değildir. İnsanla ilgili ne
kadar bilgi alanı var ise Kur’an’da da o kadar bilgi alanı ve çeşidi vardır. Fakat bu
bilgiler ayrıntıdan uzak bilgilerdir.781
Geleneksel dönemde ortaya konulan Kur’an tasavvurlarında Kur’an’ın muhtevası
yönündeki algılamalarda bir birlikteliğin olmadığı açıkça görülür. Kelamcıların
Kur’an’ın tasavvurunda Kur’an’ın muhtevası yönündeki algılamalarda, Allah-insan
ilişkisine yönelik unsurlar ön plana çıkarken, Ehli reyin Kur’an tasavvurunda ise ibadet
ve muamelata ilişkin konular ön plana çıkmıştır. Nazarî ve İşarî Tasavvufçuların Kur’an
779
Kırca, Kur’an’ı anlama, s. 32.
Yılmaz, 124.
781
Kırca, Kur’an’ı anlama, 30
780
186
tasavvurlarında Kur’an’ın muhtevasına ilişkin algılamalar ise ferdi ve sosyal ahlaka
yönelik konular ön plandadır.782
Geleneksel ve çağdaş dönemde ortaya konulan Kur’an tasavvurlarının Kur’an’ın
muhtevasına ilişkin ana sorun Kur’an’ın muhtevasına yönelik algılamaların bütüncül ve
kuşatıcı olmayışıdır. Bütün Kur’an tasavvurları, Kur’an’ın muhtevasını Kur’an’dan
çıkarmak yerine sahip olunan bakış açısı, bilgi birikimi veya gerçekleştirilmek istenen
amacın muhtevasını Kur’an’a gidirmeye çalışılmışlardır.
Ehli reyin, Kur’an tasavvurunda muhteva olarak Kur’an, daha çok bir kanun kitabı
olarak algılanmaktadır. Bu algılamaya göre Kur’an, muhteva itibariyle asli bir hukuk
kaynağıdır. Sünnet, icma ve kıyasla birlikte aslı deliller arasında yer alır. Kur’anın
hükümleri islamın asli hükümleri olmakla beraber tafsilî ve cüzî ayetlerde bu genel
ahkama destek olmaktadır. Bundan dolayı, iman, ahlak, adabı muaşeret, geçmiş
ümmetlere ilişkin kıssa ve öğütler, genel insanî ve aklî değerler ahkam konusunda
hüküm çıkarmada istifade edilebilmektedir. Ehli reyin tasavvurunda Kur’an, bir tür
hukuk kitabı olarak görülerek onda bulunan ahkam ayetlerinin, hukuki düzenin maddi
unsurunu oluşturduğunu varsayılmaktadır.783
Vahyin temelini teşkil ettiği dinin, ibadet ve ahlak konuları içermesi zorunludur. Dinin
bu asli unsurlarından iman, Allahın tanınması ve bilinmesi boyutunu, ibadetler Allah’a
itaat boyutunu, ahlak ise Allah’ı sevme boyutunu konu edinir. Bu unsurların hepsi İslam
dininin temelini teşkil eden vahiyde mündemiçtir. Bu üç unsur arasında birbirini
tamamlar mahiyette bir ilişki vardır. Fıkıhçıların Kur’an tasavvurunda Kur’an’ın
muhtevasına yönelik algılamalarda bu üç unsurdan ibadet konulara ilişkin algılamalar
ön plana çıkmıştır. Oysa Kur’an her üç konuyu da bünyesinde bir birini tamamlar
mahiyiyette barındırmaktadır. Geleneksel dönemde ehli reyin takipçilerinin ortaya
koyduğu Kur’an tasavvurlarında Kur’an mahiyet iribariyle algılanılmasında fıkhî
konular ağırlık teşkil ederek muhteva açısından bütüncül yaklaşılmamıştır. Bundan
782
Geniş bilgi için bkz. Kırca, Kur’an’ı anlama, 29-45
Tahsin Görgün, Kuran ve Hukuk, Kur’an ve Tefsir Araştırmaları III. İSAV Ensar Neşriyat İstanbul,
s.108.
783
187
dolayı Ehli reyin takipçilerinin Kur’an’ın muhtevasına ilişkin algılamaları ahlakî
konuları geri plana iterken, şekilselliği ve biçimselliği ön plana çıkarmaktadır.784
Diğer taraftan geleneksel Kur’an Tasavvurunda kelamcıların Kur’an muhtevasına ilişkin
algılamaları usül açısından Ehli reyin Kur’an algılamasından farklı değildir. Ehli reyde
görülen muhtevaya yönelik parçacı algılama, Kelamcıların Kur’an algılamalarında da
kendini gösterir. Kur’an’ın muhtevasında bulunan bilgilerden biri de şüphesiz yaratan
yaratılan ilişkileri ile ilgilidir. Allah-insan ilişkisinin inanç yönünü oluşturan bu bilgiler
Allah’ın ve insanın konumunu ve konum itibariyle bu iki alan arasındaki ilişkiyi ifade
etmektedir. Hz. Peygamber döneminde inançla ilgili ayetlerin ihtiva ettiği Kur’anî
bilgiler yoruma gidilmeden aynen kabül edilmiştir. Bu durum sahabe döneminde de
devam etmiştir. Sahabe döneminden sonra ortaya çıkan siyasî, kültürel, sosyal ve
ekonomik nedenlerden dolayı yeni anlayışlar ortaya çıkmıştır. Bu yeni anlayışların her
biri kendilerine ait bazı ilkelere sahip olmuşlar ve Kur’an’a yönelişleri de bu yönde
olmuştur. Allah, insan ve Allah-insan konumu çerçevesinde kendilerine özgü sahip
oldukları bu ilkeler çerçevesinde Kur’an’a yaklaşmışlardır. Şia, bir ferdin kimliğini ve
kişiliğini, Kur’an algılamalarında ön plana çıkarırken, Cebriye Allahın irade ve
dilemesini ön plana çıkarmıştır. Diğer yandan mutezile mezhebi ise kulun iradesini ve
dilemesini Kur’an algılamalarında ön plana çıkarmaktadır.785 Kelamcıların bu tür
Kur’an’a yaklaşımları Allah-insan ve Allah-insan konumu çerçevesinde gerçekleşmiştir.
Böyle bir yaklaşım ise bütüncüllükten ve kuşatıcılıktan Kur’an’ın muhtevası açısından
uzaktır.
Geleneksel dönemde Kur’an tasavvurlarından tasavvufçuların Kur’an’ın muhtevasına
ilişkin algılamaları yaklaşım tarzı açısından kelam ve fıkıhçıların algılamalarından pek
farklı değildir. Tasavvufçuların Kur’an algılamalarında Kur’an’daki ferdî ve sosyal
ahlaka ilişkin bilgiler ön plana çıkartılarak Kur’an ahlak kitabı olarak algılanmıştır.
Geleneksel dönem Kur’an tasavvurunda Tasavvufçular, Kur’an’ı muhteva olarak
müminlerin kalbi problemlerine cevap veren küfrün karanlığından imanın nuruna,
manevi ilim, irfan, ahlak ve insanlık zirvesine çıkaracak bilgi ve muhtevaya sahip bir
kitap olarak algılamışlardır.786 Bundan dolayı sûfiler Kur’an’da yer alan ahlakî
784
Kırca, Kur’an’a Yönelişler, s. 73.
Geniş bilgi için Bkz. Kırca, Kur’an’a Yönelişler, s. 77–86.
786
Zehebî, et Tefsir ve’l Müfessirun, Daru’l Erkam, Beyrut, C. II, s. 266.
785
188
kavramlara yönelmişlerdir. Ele alınan bu kavramlarında zahirî manasının yanında batınî
manaların olduğunu öne sürmüşlerdir. Sûfî Kur’an tasavvurunda Kur’an’ın muhtevasına
ilişkin algılamalar Kur’an’ın bütünlüğü içinde kalmasına karşın, Kur’an’ı bütüncül
olarak kuşatamamıştır. Geleneksel dönemde ortaya konulan Kur’an muhtevasına ilişkin
parçacı algılamalar tasavvufçuların Kur’an algılamalarında da görülmektedir.
Çağdaş dönemde ortaya konulan Kur’an tasavvurların da Kur’an’ın muhtevasına ilişkin
algılamalarda geleneksel dönemde görülen parçacı algılama devam edegelmiştir.
Çağdaş dönem Kur’an tasavvurlarında görülen Kur’an’ın muhtevasına ilişkin
algılamalar muhteva olarak kuşatıcı olmaktan uzaktırlar. Çağdaş dönemde ortaya çıkan
Sosyolojik Kur’an tasavvuru Kur’an’ın muhtevasına ilişkin algılamalarında Kur’an’ın
toplumsal yönden sahip olduğu bilgileri öne çıkarmıştır. Sosyolojik Kur’an tasavvuruna
göre Kur’an, beşerin ihtiyaç duyduğu bilgi ve konuların hepsine sahiptir. Bundan
dolayıdır ki Kur’an’ın asıl amacı fertleri ve toplumları hidayet ve ıslah etmektir. Reşid
Rıza, Kur’an’ın ana mevzularını şu başlıklar altında kategorize eder. Tevhid, ibadet ve
teşri, muamelat, vahiy ve peygamberlik, iman ve amel bütünlüğü, güzel ahlak, adalet,
hikmet, fertleri ve toplumları terbiye ve tezkiye etmek, dini ve içtimai ıslah, geçmişten
ibret ve öğüt alınacak kıssalar, geçmiş milletlerin tarihi olayları ve sünnetullah konuları
Kur’an’ın muhtevasında bulunan ana mevzulardır.787
Sosyolojik Kur’an tasavvuru, Kur’an’ı, din, hidayet, ve ıslah kitabı olarak algılamıştır.
Sosyolojik Kur’an Tasavvurunun Kur’an algılamalarında hidayet yönünün ön plana
çıkarılması İslam dünyasında ahlakî çöküntünün varlığı ve toplumun ıslah edilmesi
gayesinden dolayıdır. Bu algılamada Kur’an toplum için inmiştir. Çağın toplumsal
sorunlarına çözüm ayetlerde mündemiçtir. Bu tür algılamaya iten neden Kur’an’ın
insanlığı dünya ve ahiret mutluluğuna götüren bir din kitabı olarak algılanılmasıdır.788
Çağdaş dönem Kur’an tasavvurlarından Tarihselci Kur’an Tasavvurunun Kur’an’ın
muhtevasına ilişkin algılaması ahlaki bir gaye etrafında şekillenmiştir. Bu doğrultuda
ahlakî öğretiyi sosyal ve ekonomik adalet takip etmektedir. Buna göre her şeyden önce
Kur’an, dinî ve ahlakî ilke ve uyarılar kitabıdır. Hukukî bir belge değildir. Bununla
beraber bazı önemli hukuki sözleri de ihtiva etmektedir. Buna örnek olarak alkol
787
788
Yılmaz, 40–43.
Şimşek, 62.
189
kullanma yasağına ilişkin ayetler gösterilebilir.789 Tarihselci Kur’an tasavvurunun
algılamasında Kur’an, başından sonunan kadar insanın yaratıcı faaliyeti için gerekli olan
bütün ahlakî gerilimleri vurgulamak için ortaya konan bir belgedir. Çünkü Kur’an’ın
ilgili merkezi insan ve insanın ıslahıdır. Bunun yanında adalet fikri de doğrudan
doğruya ahlak kanununun üstünlüğü fikrinden doğmuş ve aynı ölçüde Kur’an tarafından
vurgulanmıştır.790 Fazlurrahman, bundan dolayı Kur’an’ın muhtevasına yönelik
fıkıhçıların ve tefsircilerin yaklaşımını eleştirir. Ona göre fakihler Kur’an’ın
muhtevasını parçacı bir şekilde algılamışlardır. Bu algılayış Kur’an’ın bütüncül ve
kuşatıcılığından uzaktır. Bütün bu eleştirilere rağmen Tarihselci Kur’an tasavvuru,
fıkıhçı ve tefsirleri eleştirdiği Kur’an’ın muhtevası hususundaki parçacı yaklaşım
konusunda kendisi de aynı hataya düşmüştür. Nitekim Kur’an, sadece bir ahlak kitabı
olarak algılanılması, onun hukuki ve sosyolojik ve diğer alanlarda insanlar için
serdetmiş olduğu bilgiyi görmezden gelmek anlamına gelir.
Çağdaş dönemde kendisini ifade eden Antropolojik Kur’an tasavvuru, Kur’an’ın
muhtevasını daha çok nass-olgu ilişkisi etrafında şekillendirmiştir. Bu algılamaya göre
Kur’an’ın hedefi sosyal ve tarihsel bir obje olan insandır. İlahî ile beşerî arasında
gerçekleşen bu iletişim tarihsel, sosyal, kültürel ve beşeri bir vasıta ile gerçekleşmiştir.
Antropolojik Kur’an tasavvurunun Kur’an’ın muhtevasına yönelik algılamasının
temelinde Kur’an metninin hakikat ve öz itibariyle kültürün ürünü olduğu düşüncesi
yatmaktadır. Ona göre her kültürel ürün insan varlığına bağımlı olarak vardır veya
yoktur. Bundan dolayı da Kur’an’ı Kerimde bir kültürel ürün olarak değer
kazanırantropolojik Kur’an tasavvuru nass-olgu ilişkisini teşekkül ve teşkil dönemi
olarak iki dönemde ele alır. İlk süreç, vahyin hitap ettiği kültür ve olgu doğrultusunda
ilkelerin vaz edilmesi, yani Kur’an metninin kültürden istifade etmesi ve kültürü dile
getirmesi, ikinci süreç ise vahyin hitap ettiği kültüre etki ederek onu değiştirmesidir.791
Çağdaş dönemde kendisine yer bulan Edebî Kur’an tasavvuru, diğer Kur’an
tasavvurlarında görülen Kur’an’ın muhtevasına ilişkin parçacı yaklaşımdan kendisini
kurtaramamıştır. Edebi Kur’an tasavvuru Kur’an’ın muhtevasını bütüncül ve kuşatıcı
bir algılamayla ortaya koymaz. Muhteva olarak Kur’anı daha çok kendi Kur’an
789
Fazlurrahman, İslam, 47–52.
Fazlurrahman, İslam, 47–49.
791
Polat, 146–150.
790
190
tasavvurunu inşa eden dinamikler çerçevesinde algılamaya çalışır. Kur’an’ın
muhtevasına yönelik algılamaları daha çok Kur’anı’n dil ve uslüp özelliğine yöneliktir.
Edebî Kur’an Tasavvurunun Kur’an’ın muhtevasına ilişkin algısında Kur’an toplumsal
düzenlemelerde insanı ıslah etmeye yönelik temel ilkelere sahiptir. Kur’an bu genel
ilkeleri bahsettikten sonra gerisini insan aklına bırakmıştır. Ayrıntılı olarak Kur’an insan
hidayetinden bahsetmemektedir. Bu algılamaya göre Kur’an insan fıtratına aykırı şeyler
getirmemiştir. Edebi Kur’an tasavvuru buna örnek olarak Mal edinme duygusunu
gösterir. Yine bu tasavvura göre Kur’an, insanların gündelik ihtiyaçlarına bire bir cevap
vermez. Ayrıca Kur’an, tıp, astronomi, mühendislik, kimya, gibi ilimlerin verdiği
bilgileri barındırmaz. Bunun yanında Kur’an insanların pratik hayatlarına ilişkin
doğrudan bilgi vermez ve bu konularla da pek fazla ilgilenmez.
Emin el-Hûlî Kur’an’dan bilimsel bilgilerin çıkarılmasını da doğru bulmaz. Ona göre
Kur’an, insan hayatının bu yönüyle ilgilenmez. Ne bu konuların açıklamasını yapar ne
de insanların bu alana ilişkin ihtiyaçlarını giderir. Ona göre eğer Kur’an’da ille
Kur’an’la bilim arasında tezatın olmadığının vurgulanması açısından bir şeylerin
söylenmesi gerekliyse Kur’an’da bilimsel bilgiye ters düşecek her hangi bir bilginin
olmadığının söylenmesi kafidir.792Emin el Hûli’nin Kur’an’ın muhtevasına ilişkin
algılamalarında Kur’an’da hiçbir şekilde ideolojik bakış da yoktur. Bundan dolayı
Kur’an’da kapitalizm ve sosyalizm gibi akımların temelini aramak boş bir uğraştır.
Bunun yanında fıkıh ilminde müteala edilen ameli hükümler de son derece az
bulunmaktadır.793
Çağdaş
dönemde
Kur’an’ın
muhtevasına
ilişkin
algılamaya
sahip
Kur’an
Tasavvurlarından biri de Bilimsel Tefsir Temelli Kur’an tasavvurudur. Bilimsel Tefsir
Temelli Kur’an tasavvuruna sahip kişilerin Kur’an algılamaları uzlaştırıcı, ayrıştırıcı ve
istinbatçı olmak üzere farklı şekillerdedir. İstinbatçı yaklaşım, Kur’an’ın modern
bilimleri öncelediğine inanan müfessirlerin sahip olduğu algılama, Kuranın muhteva
olarak bilinebilir her şeyi içeren ve bütün bilim, ustalık ve tekniklerin asıllarının
kendisinde bulunduğu bir kitap şeklinde algılanmıştır.794İ’cazcı yaklaşım tarzı olarakta
nitelendirilen bu algılama Kur’an’ın muhtevasını bir araştırma ve keşfetme objesi haline
792
Hulî, Arap İslam Kültüründe Yenilikçi Yaklaşımlar, s. 35.
Geniş Bilgi İçin Bkz. Karataş, “İlahi ile Beşerin Buluştuğu Zemin Olarak Arap Dili”, İslamiyat VII.(
2004), Sayı, 1, s. 94–95.
794
Jansen, 86.
793
191
dönüştürmüştür. Bilimsel tefsirde aşırı olarak nitelendirilebilecek olan bu tutum
Ku’ran’ın muhtevasıyla paralellik arzetmemektedir.
Diğer taraftan Uzlaştırıcı Bilimsel Tefsir Temelli Kur’an tasavvuru, Kur’an’ın bir
hidayet kitabı olduğu ve bundan dolayı Kur’an’da hidayete yönelik beyyinelerin
bulunduğu ve bu beyyineler arasında insan-Allah, insan-insan, insan-kâinat ilişkilerine
yönelik bilgilerin bulunduğunu öngörmektedir. Bu tasavvur, Kur’an’ın muhtevasında
yer alan insan-Allah ve insan-insan ilişkisine yönelik bilgilerin amaç bilgiler, insankainat ilişkisine yönelik bilgilerin araç bilgiler olarak algılamaktadır. Bu algılamaya
göre Kur’an’ın sahip olduğu bu araç bilgiler daha çok eşyanın niçin’ine ışık tutan
nasıl’ını insana araştırması için tevdi eden bilgilerdir. Uzlaştırıcı yaklaşımın Kur’an
tasavvurunun Kur’an’ın muhtevasına yönelik algılaması Kur’an’ın tamamıyla bir bilim
kitabı olarak görülmesi şeklinde değil, eşyanın niçin’ini dile getiren bazı âyetlerin
bilimsel veriler taşıdığı yönündedir. Bu tasavvurun ortaya koymuş olduğu algılamaya
göre eldeki bilimsel bilgiler Kur’an’ın niçini ortaya koymuş olduğu bilimsel verileri
açıklar. Yoksa bilimsel bilgilerin Kur’an’dan çıkarılacağı anlamında istinbatçı bir
algılama değildir.795
Uzlaştırıcı yaklaşım, Kur’an’ı bir hidayet bir akide ve bir takım ahlaki ve fıkhi
hükümleri barındıran bir kitap olarak algılamakla beraber onda bilimsel gerçeklere
işaret eden ayetlerinde varlığı yönündedir. Bu tasavvura göre bu ayetler insanoğlunu
araştırmaya ve gözlemde bulunmaya teşvik etmektedir. Uzlaştırıcı yaklaşım Kur’an ile
bilimsel veriler arasında bağ kurmaya çalışmışlardır.
Bu yaklaşım, Kur’an’ın her konuda kendi dilince bazı bilgiler ihtiva ettiğini, bunun
diğer ilim dallarının sahip olduğu dilde olmadığını, bu tür ayetlerin de ancak diğer ilim
dallarında uzman olan kişiler tarafından daha iyi anlaşılacağını savunduklarından bu tür
ilim sahiplerinin Kur’an’daki ilmi verileri ortaya çıkarması Kur’an’ın muhtevasına zarar
vermeyeceği kanaatindelerdir. Bu düşünceyi Rafî’nin şu ifadelerinde görebiliriz.
“Alimlerimizden bazıları yeni keşiflere işaret eden ve bazı doğa bilimlerinin
inceliklerini gerçekleştiren yeni çalışmalar ortaya koymuşlardır. Onlar tüm bu
konularda uzun uzadıya açıklamalar yapmışlardır ki amacımız bunları sayıp dökümünü
795
Jansen, 90.
192
yapmak değildir. bu tür ve benzeri çalışmalarda bilimsel gerçeklere işaret ve
göndermeler vardır. Bu türden yeni ilimlere gerçekten vakıf olan bir kimse, Kur’an’ı
Kerim’i iyice düşünse ve güzelce incelese onu anlamak için bir takım gereçlere ihtiyacı
olmamak ve Kur’an meselelerini anlamakta zorlanmamak kaydı ile her ne kadar
detaylarına kadar inmeksizin ve bir isim vermeksizin de olsa mutlaka bilimsel
gerçeklere işaret eden pek çok ayet bulup çıkaracaktır.”796
Görüldüğü gibi uzlaştırıcı yaklaşımın tasavvuru Kur’an’ın içinde bütün bilimsel
bilgilerin, disiplinlerin sahip olduğu bilimsel bir dille mevcut olmadığını fakat
Kur’an’ın kendi dilinde bazı bilimsel bilgilere işaret ettiğini vurgulamaktadırlar. Bu
bilimsel bilgiler, işin uzmanı tarafından ortaya konularak ayetlerin daha iyi
anlaşılmasına katkı sağlayabilir.
Bunun yanında Gazalî gibi Kur’an’ı çok yönlü algılayan uzlaştırıcı yaklaşım taraftarları
bu alanda işi daha fazla genişleterek Kur’an’ın ne kadar ilim varsa hepsini içinde
barındırdığını ve ilmin bütün meselelerine Kur’an’da işaret edildiği kanaatini taşıyanlar
da vardır. Şüphesiz onları bu düşünceye sevk eden enam 32. ve vb. ayetlere olan
yaklaşımlarıdır. “Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık”797 Oysa bu ayetteki
kitaptan maksadın Levhi Mahfuz olduğunu ifade edenler de vardır. 798
Ayrıştırıcı yaklaşımın Kur’an tasavvuru ise Kur’an’dan bilimsel bilgiler çıkartılmasını
doğru bulmaz. Buna göre Kur’an’ı Kerim’den modern döneme ait bilgilerin çıkartılması
lügat, filolojik, dini, mantıki ve inanç açılarından yanlıştır. Bu yaklaşımın Kur’an’ın
muhtevasına ilişkin algılamalarında dinin kitabından bilimin çıkarılamayacağı
düşüncesi ağır basmaktadır. Buna göre böyle bir bilginin çıkartılması tenzil dönemi
insanının bu bilgilerle sorumlu tutulması anlamına gelir ki bu durum ise muhaldir. Bu
algılamaya göre Kur’an indirildiği dönemin bilimsel bilgilerini ihtiva edebilir fakat bu,
uzlaştırıcı ve istinbatçı yaklaşımın iddia ettiği gibi birçok bilimsel bilgiyi
içermemektedir.799 Şatıbi, Kur’an’dan her türlü ilmi çıkaranların haddi aştığını beyan
ederek Kur’an’da her türlü bilginin mevcut olduğunu savunanların, Abdullah b. Ömere
nisbet ettikleri “ilim istiyorsanız Kur’an’ı tercih ediniz. Çünkü onda gelmiş ve
796
Şerbasî, 126.
Enam 6/32.
798
Şerbasî, 128.
799
Jansen, 110–111.
797
193
geleceklerin ilmi vardır.” sözüne dayandıklarını belirtir. Şatıbi’ye göre bu düşünce
doğru değildir. Ona göre nasıl ki Kur’an’ın gerektirdiği şeyleri inkar etmek doğru bir
şey değilse onun gerektirmediği şeyleri ona izafe etmekte doğru bir şey değildir.800
Ayrıştırıcı Bilimsel Tefsirci Kur’an Tasavvuru, Kur’an’da bilimsel bilgilerin aranmasını
aşağılık kompleksin verdiği bir sonuç olarak ifade eder. Bu algılamaya göre Kur’an’da
bilimsel bilgilerin aranmasına ilişkin denemeler, hezeyan ve skandallarla noktalanan bir
fiyaskodur.801
Sorun olarak Bilimsel Tefsir Temelli Kur’an tasavvurunun Kur’an’ın muhtevasına
yönelik algılamaları bazen Kur’an’ın muhteva sınırını aşmakta ise de çoğu zaman
Kur’an’ın sınırları gözetilerek var olan bilgilerin anlaşılması yolunda muhtevaya sadık
kalınmaya çalışılmıştır. Diğer taraftan ayrıştırıcı yaklaşımın ortaya koymuş olduğu
bilimsel bilgi açısından muhtevaya yönelik algılama, Kur’an’ın genel muhtevasını
daraltmaya yönelik bir tutum arz eder.
Genel olarak ifade etmek gerekirse gerek geleneksel dönemde gerekse çağdaş dönemde
ortaya konulan Kur’an tasavvurlarının muhtevaya yönelik algılamalarında görülen
sorunun başında bütüncül yaklaşımın sergilenememesi gelmektedir. Kur’an hemen
hemen fazla ayrıntılara yer vermeden bütün konulardan bahsetmektedir. Fakat Kur’an
tasavvurlarının
muhtevaya
yönelik
algılamaları
sınırlarını
çizdikleri
Kur’an
tasavvurlarından farklı olmamıştır. Örneğin Kelamcılar Kur’an’ı bir inanç esasları
kitabı, Ehli rey bir hukuk kitabı, Tasavvufçular bir ahlak kitabı, Sosyolojik Kur’an
Ttsavvuru bir ıslah kitabı, Felsefeciler bir nazariyeler kitabı, Tarihselci Kur’an
tasavvuru bir ahlak kitabı, Antropolojik Kur’an tasavvuru olguya mahkum ve olgunun
peşinden gelen bir din kitabı şeklinde algılamışlardır. Bu Kur’an tasavvurlarının
öncelediği konular Kur’an’ın bütününe hakim şekilde algılanılmış ve diğer konular geri
plana itilmiştir. Oysa Kur’an Muhteva olarak hepsini içine almaktadır. Fakat bu
Kur’an’ın kendi dili ve gerçekleştirmek istediği gaye sınırları içinde vukuu bulmuştur.
Bundan dolayı parçacı bir yaklaşımla tasavvurun öncelediği bir konuyu diğer konuların
önüne geçirerek Kur’an’ın genel muhtevasına yaklaşılması doğru bir bakış açısı
değildir. Şüphesiz bunda tasavvur sahibinin bilgi birikimi, yaşadığı çevre ve yaşadığı
zamanın etkisi kaçınılmaz olmuştur. Kur’an muhteva olarak ele alınırken bütüncül
800
801
Şerbasî, 130.
Öztürk, Kuran ve Tefsir Kültürümüz, Ankara Okulu, Ankara 2008, s. 157.
194
yaklaşılmalı
ve
bu
yaklaşımda
herhangi
bir
muhteva
diğerlerinin
önüne
ANLAMA
VE
geçirilmemelidir.
3.2.
KUR’AN
TASAVVURLARININ
KUR’AN’I
ANLAMLAMLANDIRMAYA İLİŞKİN SORUNLARI
Anlam, “Dildeki bir birimin aktardığı ya da uyandırdığı kavram, tasarım, düşünce;
içerik”802şeklinde, dilbilimsel bir kavram olarak tanımlanmıştır. Anlamlama veya
anlamlandırma ise “bir nesneyi, bir varlığı, bir kavramı, bir olayı, anlığımızda
canlandırabilecek bir göstergeye bağlayacak oluş, gösterenle gösterilenin birleşme
süreci, anlam aktarma ve anlam verme eylemi, anlamın eklemlenişi: anlamın üretiliş ve
kavranışı”803 şeklinde ifade edilmiştir. Anlam, dil içi bağıntıların yanı sıra bağlam ve
durum tarafından belirlenmektedir. Bu iki tanım Kur’an için söz konusu olduğunda
ayetleri önce indirildiği zaman dilimindeki sosyo-kültürel bağlamına ve dil kurallarına
göre uygun olarak anlamak, daha sonra da bu anlamı bu gün için anlamlı kılmak
anlamına gelmektedir.804
Genel olarak geleneksel dönem ve çağdaş dönemdeki anlama ve anlamlandırmaya
yönelik Kur’an metnine ilişkin sorunların ele alınmasından ziyade Kur’an
Tasavvurlarına ilişkin sorunların ele alınması sorunların asıl kaynağına yönelik bir
amacı gerçekleştirmek içindir. Çünkü tasavvura ilişkin sorunlar yorumların da arkasında
olan bir bilinci açığa çıkarmayı amaçlamaktadır. Bir kimsenin metin hakkındaki
yorumları nihayetinde o kimsenin metin hakkındaki tasavvurlarının bir neticesidir. Bu
durumda herhangi bir metne ilişkin tasavvur, o metnin yorumuna tekaddüm etmektedir.
Muhatap, metne yönelirken zihnindeki tasavvurla beraber yönelmektedir. Bunun
sonucunda metinden zihnindeki tasavvura uygun yorumlar arayışına girmektedir.805
Şüphesiz bütün kitaplar anlaşılmak için yazılmıştır. Buna Kur’an’da dahildir. Fakat
anlaşılmak için yazılan kitaplardan her bireyin anladığı şey farklılık arzetmektedir.
Bireyin anlayışına etki eden unsurlar göz önünde bulundurulduğunda bunun normel bir
husus olduğu unutulmamalıdır. Kur’an’ın indirildiği dönemde anlaşıldığı ve içeriğinden
büyük ölçüde istifade edildiğini o dönemdeki yapılan çalışmalardan anlayabiliriz. Fakat
802
Berke Vardar, Dilbilim terimleri sözlüğü, multilingual yayınları İstanbul 2002, s.18
Vardar, Dilbilim terimleri sözlüğü, 21
804
Kırca, Kur’an’ı Anlama, 87
805
Dücane Cündioğlu, 30.
803
195
belirli bir süre sonra bu istifadenin zayıfladığını, Kur’an merkezi anlamadan yorum
merkezli bir anlamaya kayma olduğunu yine ortaya konulan Kur’an’ı anlamaya yönelik
eserlerden anlayabiliriz. Sahabe döneminde Kur’an, Yüksek düzeyde okunmuş ve
geneli tarafından anlaşılmıştır. Bunun yanında sahabenin Kur’an anlayışlarında kendi
kabiliyetleri ve algılamaları doğrultusunda farklılıklar da bulunabilmektedir. Sahabe
döneminden sonra Kur’an’ı anlama ve anlamlandırma faaliyetleri devam edegelmiştir.
Bunun sonunda Kur’an’a pek çok yönelişler ortaya çıkmıştır. Nitekim bazı nedenlerden
dolayı fakihler ahkam ayetleri olarak ifade edilen ayetleri ön plana çıkarıp diğer ayetleri
ilgi odağı yapmayarak Kur’an’a fıkhi bir yönelişi gerçekleştirmişlerdir. Bu yönelişi
diğer yönelişler takip ederek her yöneliş ilgi duyduğu alan çerçevesinde Kur’ana’a
odaklanmıştır. Kur’an’a olan bu yönelişler kendi alanlarında daha çok derinleşirken
Kur’an’ın sahip olduğu diğer alanlar ihmal edilmiştir. Kur’an’ın hayatın her alanına
ilişkin verdiği bilgilerden istifade edilmesi gerekirken maalesef yöneliş farklılığı onun
bir bütün olarak algılanılmasına ve anlaşılmasına engel teşkil etmiştir.806
Kur’an’ın Levhi Mahfuzda Cenabı Allahın sıfatlarıyla irtibatlandırılması hususundaki
algılamadan kaynaklanan anlam sorunu Kur’an’ın taşıdığı anlamların derin ve çeşitli
seviyelerde olduğu inancıdır. Zira onun anlam ve delaletinin, ezelî kelamı nefsî ile
örtüşmesi gerektiği algısı bu beklentiyi beraberinde getirmektedir. Bu durum anlam
düzeylerindeki çeşitliliğin Kur’an’ın ilahî aslıyla ve ezelî varlığıyla irtibatlandırılması
Kur’an metninin anlamlarının anlaşılmaz bir hal almasına ve sonuçta onun anlamlarına
nihai düzeyde nufuz etmenin imkansız olduğu algısına yol açmıştır.807oysa sadece
Kur’an’ın kaynağı ve söyleyeni üzerinde yoğunlaşmak onun bizatihi yapısını ve olgu
içindeki işlevini yokedebilir. 808
Kuran tasavvurlarında Kur’an’ı anlama ve anlamlamaya yönelik çabalarda karşımıza
çıkan genel sorunlardan biri diğer dînî tasavvurların oluşmasına da kaynaklık eden
Kur’anî kavramların anlaşılması ve anlamlandırılmasında görülmektedir. Her ne kadar
Kur’an’ın dili Arapça olsa da onun taşımış olduğu misyon bu dile bağımlı değildir. Yani
Kur’an her ne kadar Arapların dili ile inmişse de Kur’an’ın muhatap aldığı kitle sadece
806
Kırca, Kur’an’ı Anlama, 150
Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı, s. 67.
808
Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı, s. 83.
807
196
Araplar değildir. Kur’an insanlar ile iletişim kurmak amacıyla indiği dönemin
kavramlarını kullanmıştır. Fakat bu Kur’an’ın sonraki dönemlere söyleyecek sözünün
olmadığı anlamına gelmez. Kur’an daha sonraki dönemdeki insanlar için de gönderilen
bir kitaptır. Bundan dolayı Kur’an’ın indiği dönemin dilini kullanarak hem indiği
dönemdeki insanlara hem de sonraki dönemdeki insanlara hitap etme zorunluluğu
vardır. Bu gerekliliğin verdiği bir netice olarak Kur’an ayetlerinin sadece indiği
dönemdeki ayetlerin zahiri anlamlarıyla yetinmek doğru olmaz. Ayetlerin taşımış
olduğu bu zahiri anlamların aynı zamanda yorumlanması gerekmektedir. Örneğin
Kur’an indirildiği çağda Günümüze ilişkin bilgileri vermiş olsaydı, bu bilgi o dönem
inananları için kabül edilemez bir şey olacaktı. Oysa Kur’an bu ihtimale yer vermemek
için konuyu o dönemdeki insanlara ve sonraki dönemlerde gelecek insanlara ters
gelmeyecek bir uslüpla konulara değinmiştir.809
Kur’an’î kavramların anlaşılması ve anlamlandırılmasında karşılaşılan sorunlardan biri
somut olduğu halde soyut dil ile ifade edilen kavramlardır. Somut kavramların soyut
alana ilişkin bir varlığın tanıtımında kullanılması kullanılan kavramları ister istemez
soyutlaştırmaktadır. Kur’an ayetlerinin anlaşılmasında ve anlamlandırılmasında bu
somut kavramlar soyut kavramlar gibi algılanmak ve anlamlandırılmak gibi bir
çelişkinin içine düşülmektedir. Celal Kırca’nın bu konuya ilişkin vermiş olduğu örnek
olayı dahada aydınlığa kavuşturacağı inancındayım;
“Bunun en canlı örneği hiç şüphesiz Allah için Kullanılan somut kavramlardır. Yaratıcı
için kullanılan “Allah” lafzı soyut bir kavramdır. Zira bu kavram soyut bir varlığı
tanıtmak için kullanılmıştır. Bir başka ifade ile Allah sözcüğü onun kimliğini belirten
kavramdır. Fakat kimlik tanıtım için yeterli değildir. O, kimliğe ait nasıllığında
tanıtılması gerekmektedir ki biz o soyut varlığı bir ölçüde de olsa tanıyalım. Söz gelimi
el, yüz, gelme gibi sözcükler somut kavramlardır. Fakat bu sözcükler Allah için
kullanıldığında, beşer için kullanıldığında olduğu gibi somut br anlam mı taşımakta
yoksa soyut bir anlam mı ifade etmektedir…
İşte konunun problem olan yönüde burasıdır. Geçmişte kimileri Allah için kullanılan
soyut kavramları esas alarak Allahı tanımak istemiş kimileri de buna karşı çıkarak
reaksiyoner bir tavır içine girmiştir. Konuya bir dil problemi ya da zihniyet problemi
olarak bakılmıştır. Halbuki konuya tanıma problemi olarak bakılmalıydı.810
809
810
Kırca, Kur’an’ı Anlama, 153
Kırca, Kur’an’ı Anlama, 154
197
Bununla birlikte tanıma konu olan varlığın hangi alana dahil olduğunun bilinmesi ve
ona göre bir tavır takınılması kavramın doğru bir şekilde anlaşılmasına katkı
sağlayacağı kanaatini taşımaktayım. Aşkın âleme ilişkin varlıkların bir inanç objesi
olarak algılanılması ve bu alana ait verilen bilgilerin imkan verildiği ölçüde
bilinebileceği hususunun unutulmamasının doğru bir tavır olacaktır. Yani soyut
kavramların açıklığının imkan verildiği ölçüde bilinebilir olduğunu aksi taktirde bunun
bir inanç objesi sınırları içinde algılanılmasının doğru olacağı kanaatindeyiz.
Oluşturulan Kur’an tasavvurlarında aşkın alan ile şehadet alemine ilişkin bu durum
gözetilmediği için alan kaymaları ortaya çıkmış ve zaten soyut olan kavramların açıklığı
da sahip oldukları tasavvur sınırları içinde şekillendirilmiştir. Bunun sonunda üzerinde
konsensüs sağlanamamış farklı Kur’anî kavramlar ve bu kavramların oluşturduğu farklı
Kur’an tasavvurları ortaya çıkmıştır.
Geleneksel ve çağdaş dönemde farklı Kur’an tasavvurlarının görülmesinin nedenlerinin
en başında her tasavvurun kendi anlama ve anlamlandırma yöntemini inşa ederek ortak
ve nesnel bir anlama ve anlamlandırma yöntemine sahip olunamaması gelmektedir.
Bunun asıl nedeni her Kur’an tasavvurunun Kur’an ayetlerini anlama ve
anlamlandırmada oluşturdukları anlama ve anlamlandırma yöntemleri ile Kur’anî
kavramların açıklığını doldurmaya çalışmalarıdır. Bunun sonunda ise her ne kadar
Kur’anî
kavramların
seçikliğinde
bir
sorun
oluşmazken
açıklığında
farklı
anlamlandırmalar meydana gelmektedir. Dolayısıyla Kur’an bir tane olmasına rağmen
Kur’an baz alınarak oluşturulan Kur’an tasavvurların sayısı birden fazladır. Nesnel bir
anlama yönteminden uzaklaşıldıkça öznellik artmakta ve doğru bir anlama ve
anlamlandırmadan uzaklaşılmaktadır. Celal Kırca’nın Kur’an ayetlerini anlama ve
anlamlandırma hususunda nesnelliğin sağlanması için sistematik ve içi doldurulmuş bir
dilbilimsel yönteme ihtiyaç olduğunu ifade etmesi bu sorunu ortadan kaldırmaya
yönelik bir yaklaşımdır.
“Bunun içindir ki Kur’an’ı anlama yöntemi olarak, mutlaka sistematik ve içi
doldurulmuş bir dil bilimsel yönteme ihtiyaç duyulmaktadır. Geçmişte bu anlama
yönteminin farklı biçimlerde kullanıldığı biliniyorsa da bu yöntemin Kur’an’ın tümüne
değil de belli alanlardaki ayetlere uygulanması, maalesef Kur’an’ın bütününü kapsayan
bir anlama yönteminin ortaya çıkmasına engel olmuştur. O nedenle bütüncül bir
anlama yöntemine ihtiyaç vardır. Bu anlama yöntemi de asgari iki ana unsurdan
oluşmalıdır. Bunlardan birincisi, dilbilimsel anlama ikincisi bağlamsal anlamadır.
198
Anlamın doğruluğu açısından tarihsel şartların bilinmesi metnin dilini bilmek kadar
önemlidir…
Bağlamlarından koparılmış bir dilbilimsel anlama ne kadar eksik ise, dil bilimsel
anlamadan kopuk bir bağlamsal anlamada o kadar eksiktir. Doğru bir anlama için
mutlaka bu iki unsurun birlikte olmasında gereklilik hatta zorunluluk vardır. Dilbilimsel
anlama sözcüklerin anlamlarının ve anlam delaletlerinin tespitinde ilk kriterdir. Fakat
tek kriter değildir. Doğru bir anlama için dilbilimsel anlamanın yanında mutlaka iç
bağlamın sözün söylendiği kültürel bağlamın ( dış bağlam)veya özel indiriliş
sebeplerininde dikkate alınması gerekir.811
3.2.1.
Geleneksel
Dönem
Kur’an
Tasavvurlarında
Kur’anı
Anlama
ve
Anlamlamlandırmaya ilişkin sorunlar
Geleneksel ve çağdaş dönemde ki Kur’an tasavvurlarının Kur’an’a ilişkin ortaya
koyduğu anlama ve yorum faaliyetleri, Kur’an’ın neliği, mahiyeti ve muhtevası göz
önünde bulundurularak değerlendirildiğinde farklı sorunları da beraberinde getirmiştir.
Kur’an’ın anlaşılması ve anlamlandırılmasına ilişkin geleneksel dönem Kur’an
tasavvurlarında ortaya çıkan sorunların en başında parçacı yaklaşım gelirken bu
dönemdeki Kur’an tasavvurlarından her biri kendi ilgi alanı ile irtibatlı olarak Kur’an’ı
anlama ve anlamlandırmaya yönelik çabalar sarfetmişlerdir. Sonuçta ilgilendikleri alanı
ön plana alırken Kur’an’ın içinde bulunan diğer alana ilişkin bilgiler arka plana
itilmiştir. Dolayısıyla Kur’an bütünlülüğünden uzak bir anlama ve anlamlandırma
faaliyeti gerçekleştirmişlerdir.
“Kur’an’ı anlama ve anlama ve yorumlama faaliyeti, Hz. Peygamber döneminde ve onu
takip eden yıllarda etkin bir biçimde devam etmiş ve bu etkin faaliyet neticede pek çok
tefsir ekolünün ortaya çıkmasına da neden olmuştur. Nitekim fakihler tarafından tasnif
edilen ve ahkam ayetleri olarak tanıtılan maksimum beş yüz civarındaki ayetlerin öne
çıkartılması, diğer ayetlerin ise ilgi odağı yapılmaması fıkhî tefsir ekolünü doğurmuş ve
bunu diğer ekollerin teşekkülü takip etmiştir. Özellikle fakihler tarafından önceki
ümmetlerin tecrübelerinin anlatıldığı peygamber kıssaları, birer hikaye gibi algılandığı
için yeterli ilgiye mazhar olamamıştır. Oysa bu tecrübeler, pek çok alana özellikle
sosyalbilimlere rehberlik edecek ilkeleri içermektedir. Bunun böyle olduğunu 20.
811
Kırca, Kur’an’ı Anlama, 158
199
Yüzyılın ulaştığı bilimsel düzey bize daha iyi açıklamaktadır. Aynı bakış açısı ve aynı
yöntem daha sonra ortaya çıkan tefsir ekollerinde de görülmüştür. Bu ekollere mensup
ilim adamları kendi alanına göstermiş olduğu ilgiyi maalesef diğer alanlara
göstermemiştir. Öyle ki kendi ilgi sanki alanı öz evlat, diğer alanlar ise üvey evlat gibi
olmuştur. Kur’an’ın verdiği bilgilerin insan hayatındaki yeri ve önemi ihtiyaçlara göre
değişse de Kur’an’ın tümüne ait bilgileri anlamaya yönelik ilginin sürekli ve canlı
tuıtulması gerekirken maalesef ilgi farklılığı onun bir bütün olarak algılanılmasına ve
anlaşılmasına engel olucu bir fonksiyon icra etmiştir.”812
Bunun sonucunda geleneksel dönemde âlimler, fakihlerin furu ilmiyle Kur’an’ı anlama
ve anlamlandırmaya tabii tutmalarıyla meşgul olmuşlardırr. İnsan- bilim, tabiat-bilim ve
daha pek çok alanda ilerleme gerçekleştiremişlerdir. Dini ilimlerin bir çeşidi olan fıkıh
dayatılıp kâinat ve tabiatla ilgili ayetler yeteri kadar ilgiyi görmemiştir. Böylece Kur’an
bütün olarak değerlendirilemediğinden insanın ihtiyaçlarına yön veren ayetler İslam
kültürünün oluşumunda gerçek değeri alamamıştır.813
Geleneksel dönemdeki Kur’an tasavvurlarının Kur’an’ı anlama ve anlamlandırmaya
ilişkin genel sorunu, Kur’an’ı anlama ve anlamlandırmada kriter olarak sahip oldukları
Kur’an Tasavvurunu esas almalarıdır. Bunun sonucunda ayetlerin kendi görüşlerinin
doğrulattırıldığı veya dayanak yapıldığı bir manaya büründürülmeye çalışıldığı
görülmektedir. Bu dönemde anlama ve anlamlandırılmaya yönelik çabalar Kur’an için
değil daha çok yaklaşımların kendi Kur’an tasavvurlarının esaslarının Kur’an’a
onaylattırıldığı bir anlama ve anlamlandırma çabasıdır.
Geleneksel dönemde ortaya konulan Kur’an tasavvurlarının anlama ve anlamlandırmaya
ilişkin sorunları arasında mantık sorunu en başta gelen sorunlar arasındadır. Bu soruna
bağlı olarakta başka sorunlar meydana çıkmaktadır. Buradaki mantık sorunu, Kur’an’ın
sahip olduğu mantık ile Kur’an’ı anlamaya çalışan mantık arasındaki uyum sorunudur.
Tüme varım ve deney yöntemi Kur’anî bir yöntem iken bu yöntemden uzak kalınarak
tümden gelim yöntemiyle Kur’an ayetleri anlaşılmaya ve anlamlandırılmaya
çalışılmıştır. Aristo’nun tümden gelim mantığı kategorik ve korumacı bir anlayışa
sahiptir. Bu mantık ile beyan edici, ortaya çıkarıcı Kur’anî bir mantığın anlaşılması
812
813
Kırca, Kur’an’ı anlama, 150
Muhammed Gazali, Kur’anı Anlamada yöntem 102
200
mümkün değildir.814 Celal Kırca’nın geleneksel dönemde Kur’an’ı anlamaya ilişkin
mantık sorununa dair ifade etmiş olduğu şu görüşleri sorunun boyutu hakkında bize
daha net bir bilgi vermektedir.
“Kur’an’ın doğru anlaşılmasında mantık sorunu Kur’anî bilginin dayandığı temel
mantık ilkeleriyle onu anlamaya çalışan bireyin sahip olduğu mantık ilkeleri arasındaki
uyumsuzluktan kaynaklanmaktadır. Kur’anî bilgilerin dayandığı temel mantık, beyan ve
hidayet merkezli iken onu anlamaya çalışan bireyin dayandığı mantık korumacı bir
yapıya sahiptir. Dolayısıyla anlaşılmak istenen bilgi objesi ile onu anlamaya çalışan
birey arasındaki mantıki dokuda bir uyuşmazlık söz konusu olmaktadır. Kur’anî bilginin
mantığı beyan ve hidayeti, kısaca araştırma, keşfetme ve bilgi üretmeyi öngörmesine
rağmen, Kur’anî bilgiyi anlamaya yönelen bireyin mantığı ise sadece korumayı
öngörmektedir. Bundan Kur’anî bilginin mantığında hiçbir korumanın bulunmadığı
anlamı çıkartılmamalıdır. Tam aksine Kur’anî bilginin mantığında korumanın da bir
yeri mevcuttur. Ancak onda değişimin de, M. Carullahın ifadesiyle beyanında
hidayetinde bir yeri bulunmaktadır. Öyleyse neden Kur’an bilgi bütünlüğü içinde ele
alınıp açıklanamamaktadır. Bizce bunun sebebi Aristo mantığının ak-kara, siyah-beyaz,
iyi-kötü, hak-batıl gibi bir ikileme dayanması ve ara tonların da bulunabileceğini
dikkate almadan anlamada ve yorumlamada kullanılmış olmasıdır.”815
Bu durum, hemen hemen bütün geleneksel dönemde ortaya çıkan Kur’an
tasavvurlarının Kur’an’ı anlama ve anlamlandırmaya yönelik genel sorunların başında
gelmektedir.
Geleneksel dönem Kur’an tasavvurlarında görülen anlam ve anlamlandırmaya yönelik
görülen bir diğer sorun ayetlere ilişkin rivayetlerin subutü yönünden tam bir metin ve
sened tenkidi yapılmadan eldeki rivayetlerin kendi Kur’an algısına uygunluk
arzettiğinden dolayı kullanılmasıdır. Bunun en tipik örneği İbn Abbas’tan gelen metni
mensuh hükmü baki olarak gösterilen recm ayetine ilişkin rivayetdir. Bu rivayetde İbn
Abbas, mensuh olduğu yönünde algılamalar bulunan recm ayetinin ayet mi? hadis mi?
olduğu yönündeki ihtilafına rağmen usül kitaplarında bile metni mensuh ayetlere örnek
olarak
814
815
verilmesidir.
Bu
durum
ise
rivayetlerin
Muhammed Gazali, Kur’anı Anlamada yöntem 108
Kırca, Kur’an’ı anlama, 204
Kur’an
tasavvuruna
göre
201
değerlendirildiğini gösteren önemli bir delildir. Diğer taraftan rivayetin haberi vahid
olmasına rağmen Kur’an gibi tevatüren gelen bir kitabın haberî vahid gibi bir nitelik
arzeden haberlerle yorumlanması, hele hele bunun Kur’an’ın mevsukiyetine gölge
düşürecek bir konuda olması, üzerinde düşünülmesi gereken bir sorun olarak karşımıza
çıkmaktadır. Geleneksel Kur’an tasavvurlarının nakil kavramı içine giren rivayetleri
merkeze alıp ilgili Kur’an ayetlerinin bu rivayetlere göre yorumlanması, akıl ile nakil
yoluyla gelen bilgilerin çatışmasında naklin tercih edilerek aklı nakle ait bilginin
rasyonelleştirilmesinde kullanılması kategorik düşünce tarzının bir sorunu olarak
karşımıza çıkmaktadır.816
Geleneksel dönemde Ehli hadis, Kelam, Ehli rey, Felsefe ve Tasavvufçuların Kur’an
tasavvurlarında Kur’an ayetlerinin anlaşılması ve anlamlandırılmasında Allah
tasavvurunun öncelenmesi farklı Kur’an tasavvurlarının oluşmasında büyük bir yere
sahiptir. Örneğin Ehli hadis, Kur’an’ı Allahın ilim, irade ve kelam sıfatıyla
ilişkilendirerek, bu sıfatların Allahın zatıyla kâim ve kadîm olarak algılayıp bunun
neticesinde Kur’an’ın mahluk olmadığı görüşüne kanaat getirirken, Mutezile ve onun
takipçileri Kur’an’ı Allah’ın kelamı olarak kabül etmekle beraber Allahın kelamını onun
fiilinin bir sonucu kabül edip neticesinde Kur’an’ın mahluk olduğu görüşüne
varmışlardır.
Yine bu öncelemenin sonucu olarak Ehli hadis, Kur’an’ın kapsamış olduğu bilgiyi yüce
Allahın sıfatlarına paralel olarak algılamıştır. Bunun neticesinde oluşturulan Kur’an
tasavvurunda Cenabı Allahın sonsuz ezeli ve ebedi sıfatlarının bir sonucu olan Kur’an
ayetlerinin taşımış olduğu anlamda sonsuz görülmüştür. Tarihte hayde olayı olarak
geçen Abdülaziz el mekkî ve Bişr el Mersî arasındaki tartışmada cerayan eden şu olay
Ehli hadisin, Kur’an’a yükledikleri anlamın boyutu hakkında bize ipucu vermektedir.
Bişr el Mersî, insanların dinlerini bilmesi konusunda her şeyin Kur’an ayetlerinde var
olmadığını ileri sürdüğünde Abdülaziz el Mekkî, insanların dinlerini bilmek için ihtiyaç
duydukları her şeyin Kur’an’da var olduğunu savunmuştur. Savunduğu bu görüşü
desteklemek için El Mekkî, şu ayeti delil olarak getirmiştir. “Biz kitapta hiçbir şeyi eksiz
bırakmamışızdır.” Bişr el Mersînin bunun üzerine Kur’an’da tevil ve tefsirsiz her şeyin
var olduğunu mu iddia ediyorsun? şeklindeki sorusuna El Mekkî evet ben böyle
816
Kırca, Kur’an’ı Anlama, s. 316.
202
söylüyorum diyerek karşılık vermiştir. Bunun üzerine Muhammed b. El Cehm salonda
serili olan hasrın mahluk olup olmadığına ilişkin Kur’an’da bir nassın olup olmadığını
sorduğunda El Mekki de hasrın mahluk olduğuna delil olarak Kur’an’dan şu üç ayeti
delil olarak getirir. El Mekki bu ayetlerle hasrın mahluk olduğunu tefsirsiz ve tevilsiz
Kur’an’dan açıklamaya çalışır.817 El mekki bu ayetlerde Cenabı Allahın sıfat ve
fiillerine atıfta bulunarak hasrın yaratılmış olduğunu öne sürer. “Onun ağacını siz mi
yarattınız yoksa yaratan biz miyiz?”818 “ Hayvanları da o yaratmıştır. onlarda sizin için
bir ısıtıcı- koruyucu ve daha pek çok yararlar vardır.819
Ehli hadis’in Allahın sıfatlarıyla ilişkilendirdiği Kur’an’ın taşıdığı bu sonsuz anlam ve
anlamlandırma çabası Tasavvufçuların, Felsefecilerin, bazı kelamcıların Kur’an
tasavvurlarında da görülmektedir. İlhami Güler, Ehli hadis ve Ehli sünnetin Kur’an
tasavvurlarındaki ayetleri anlama ve anlamlandırmadaki boyutu şu ifadelerle açıklar.
“ Kur’an kelamı kadimdir. Yaratılmamıştır. Kelamı nefsî olarak yani mana olarak Allah
ile birlikte ezelidir. Kelamı lafzî olarak yani Arapça olarak Hz. Muhammede 7. Yüzyılda
indirilmiştir. Hitabı ve hükümleri evrenseldir. Yani bütün insanlaradır. Hükümleri
itibariyle tarih üstü, toplum dışı, sabit ve mutlaktır. Tanrı nihai hakikati söylemiştir. Bu
inanç giderek bütün hakikati söylemiştir kanaatine dönüşmüştür. Teşbihde hata olmaz
onun taşı toprağı altındır. İbarelerin, ifadelerin, cümlelerinin altında binlerce mana
vardır. Her çağa göre manalar çıkabilir. O evrensel bir akide evrensel bir şeriattır.
Vahiy aklın alternatifidir. Aralarında derece farkı değil mahiyet farkı vardır. Vahiy
tabir yerindeyse Allahın aklının bir ürünüdür.”820
Kur’an’ı ezeli ve ebedi varlık olan Allahın zatına ilişkin bir sıfat olan kelamının tecellisi
gören Ehli hadis ve Ehli sünnete göre Kur’an ayetlerinin sahip olduğu anlam sonsuz ve
bitmez tükenmezdir.
Diğer taraftan Mutezili Kur’an tasavvurunda, Kur’an’ın anlam ve yorumuna ilişkin
takınılan tutum Ehli hadis ve Ehli sünnetin tasavvurundaki anlam ve yorum
algılamalarında düştükleri hatadan farklı değildir. Mutezilî Kur’an tasavvurunda
817
Geniş bilgi için bkz. Esen, Kelamullah Tartışmaları ve Hayde olayı, s. 102.
Vakıa 56/72.
819
Nahl 16/5.
820
Güler, 38.
818
203
Kur’an, Allahın fiili sıfatlarından kelam sıfatının bir ürünü olarak algılandığından dolayı
mahluk görülmüştür. Kur’an Mutezilenin Kur’an tasavvurunda ontolojik açıdan
herhangi bir canlı varlıktan farklı değildir. Bundan Kur’an ayetlerinin sahip olduğu
anlama ilişkin Mutezilenin tasavvurunda yer alan şu algılamayı çıkarabiliriz. Kur’an’ın
sahip olduğu anlam ayetlerde bulunan kelimelerin ötesinde kadim vasfına haiz bir
anlama sahip değildir. Cenabı Allah, belirli bir tarihte beşerin diliyle kullarıyla iletişime
geçmiştir. Dolayısıyla bu kelam hadis ve tarihseldir. Bundan dolayı tarihin belirli
kesiminde sözel bir dilsel metin olarak somutlaşan kitabını anlamak için arap dilinin
tüm imkanlarını kullanmak ve akıl yetisini bu anlama ve yorumlama işinde işlevsel ve
hakim kılmak gerekir.821 Mutezilenin Kur’an’ı anlama ve anlamlandırmada ölçü Allah
tasavvurudur. Kur’an’ın anlaşılması ve anlamlandırılmasında Allah tasavvuruna bağlı
kalınarak bir yaklaşım sergilenmiştir. Ayetlerin anlaşılması ve anlamlandırılmasında,
tevhid ve adalet prensibi baz alınarak gerçekleştirilmeye çalışıldığı için tenzihçi bir
tutum esas kabül edilerek zahiren uygun olmayan ayetler müteşabih kabül edilip tevil
yoluna gidilmiştir. Yapılan tevillerde kendi tevhid ve adalet ilkesine uygun şekilde
anlamlandırılmıştır.822
İlhami Güler, Mutezili ve onun çağdaş dönemdeki takipçilerinin sahip olduğu
tasavvurların Kur’an’ın anlama ve yorumuna ilişkin algılamalarını güneş metoforunu
kullanarak şöyle ifade etmeye çalışır.
“Bu tasavvura göre Kur’an güneşe benzer. Güneş sıcaktır. Dinamiktir. Varlık olarak
sınırı belli olsa da ışıma yoluyla görülmez. Işıma yoluyla kendinden bir şeyler kaybeder.
Kur’an’ın ışıması Müslüman entelektüelin kalbi vasıtasıyla olur. Kur’an’ı okuyan
mümin entelektüel, ondan kimliğini, kişiliğini, benliğini, karakterini ve bilincini
oluşturur ve dünyevi olgular, olaylar ve fenomenler dünyasına dalar. Ve sorun çözer.
Kur’an’ı tefsir etmez. Olayları tevil eder. Bu Tasavvura fenomolojik tasavvur ismi
verilebilir. Olguların özüne bakar. Kur’an bütünüyle ölçü değildir. Örnektir. Örneği
kavrayan Allahın karakterini ve insanlardan ne istediğini anlayan mümin Allah gibi
sorun çözer, kitap yazar, hüküm koyar. Çünkü her dönemin ayrı bir hükmü vardır.
Kitabı şerhetmez. Bulunduğu epistemolojik zemin yorumsamacıdır. Hermenoutiktir.
821
822
Öztürk, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak, Ankara okulu Ankara 2004 s.17.
Öztürk, Kur’an’ın Mutezilî Yorumu, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2008. s. 44–74,
204
Rölativzm ile mutlak hakikat iddiasının arasında, dinlemeyi bilen hakikatin
bulunabileceğine inanan, delile dayanan iknai bir yoldur bu.”823
Geleneksel dönemde ortaya konulan Kur’an tasavvurlarının Kur’an’ı anlama ve
anlamlandırmaya yönelik sorunlardan bir başkası, yine mantık sorununa bağlı olarak
ortaya çıkan ayetlerin anlama ve anlamlandırma sürecinde tutunulan parçacı
yaklaşımdır. Mezhep veya siyasi görüşlerin Kur’an’a söylettirilmek istenmesinden
dolayı ortaya konulan anlam ve anlamlandırmanın Kur’an’ın bütüncül yapısıyla tenakuz
ve çelişki arzetmesi kelamcıların Kur’an tasavvurlarında görülen genel bir sorundur.
Muhammed Gazali’nin bu bağlamda Ehli sünnetin Kur’an ayetlerini anlama ve
anlamlandırma falliyetlerinde bu parçacı yaklaşımdan uzak kalamadığını şu ifadeleriyle
belirtmektedir.
“Zaman zaman Kur’an’ı anlama yöntemimiz hakkında kafa yoruyor ve bunun üzerinde
durulması gerektiğini düşünüyorum. Yapmakta olduğumuz işin Allahtan olduğunu
söylemek için şu ayeti delil getiriyoruz. “ Sizi ve yapmakta olduklarınızı Allah yarattı”
(saffat;96) bu ayeti Ehli sünnetin “Ameli yaratan Allah’tır.” Görüşünü desteklemek için
siyakından kopardık. Sonra bu söz doğru olduğu taktirde puta tapanların sorumlu
olmamaları gerektiğini de unuttuk! Çünkü bu durumda kendileri gibi şirkleri ve
putçulukları da Allahın yarattığı olacak ve bu durumda da herhangi bir günahları
olmayacaktır. Ancak biz, ayetin zahir manasını alıp siyakından kopardık; yani önceki ve
sonraki ayetlerle ilişkisini kestik. İşte böylece batıl bir görüşe ayeti delil yaptık… bu
davranış parçalanma ve dar bakış hastalığından kaynaklanmaktadır.824
Bu parçacı yaklaşıma maide 55-56. Ayetlerin anlaşılması ve anlamlandırılmasında
Şia’nın ortaya koyduğu tavır da örnek gösterilebilir.
“Sizin dostunuz ancak Allahtır. Rasülüdür. İman edenlerdir. Onlarki Allahın emirlerine
boyun eğerek namazı kılar zekatı verir. Kim Allahı, rasülünü ve iman edenleri dost
edinirse üstün gelecek olanlar şüphesiz Allahın tarafını tutacak olanlardır.”825
823
Güler, 40.
Muhammed Gazalî, 86
825
Maide 5/55-56.
824
205
Şii tefsirlerde bu ayete ilişkin açıklamalar, Hz. Peygamberin Hz. Ali’yi yukarıdaki
ayetler ışığında övdüğü şeklindedir.
“İnsanlar namazda iken Hz. peygamber, bir dilenci gördü ve yanına çağırarak sana bir
şey veren oldu mu? diye sordu. Dilenci; Evet, gümüşten bir yüzük verdiler dedi. Hz.
peygamber; Onu sana kim verdi? Dedi. Dilenci; şu ayakta duran diyerek Hz. Ali’yi
gösterdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber onu sana hangi haldeyken verdi dedi. Dilenci
de rükûda iken dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü, tekbir getirdi ve yukarıda
zikrettiğimiz ayetleri okudu”826
Şiî kanallardan gelen çok sayıdaki rivayete göre, bu iki ayet, namaz sırasında yüzüğünü
sadaka olarak veren Hz. Ali hakkında inmiştir. Bu iki ayetin genel değil, özel Anlamlı
olduğu ifade edilmiştir. Müfessirler ise ayetin Hz. Ali hakkında inmediğini ifade ederek
rivayetinde uydurma oduğunu belirtmişlerdir.827 Şia’nın imamet anlayışının gölgesinde
oluşturduğu Kur’an tasavvuru gibi onun ayetlerinin anlamlandırılmasında da bu anlayış
etki etmiştir. Aynı durumun benzeri Eşarî’nin ve Kadı Abdülcabbarın Allah’ın
dilemesine ilişkin ayetleri anlamlandırmalarında da görülür.828
Ehli reyin Kur’an tasavvurunun Kur’an’ın ayetlerini anlama ve anlamlandırmada da bu
parçacı yaklaşım görülür. Ehli reyin takipçileri Kur’an’ı anlamada daha çok Kur’an’ın
ne dediğini değil, kendilerinin işine yarayabilecek delil veya hüküm peşinde
koşmuşlardır. Ayetler fıkhî hüküm istinbatı için incelenmiş ayetlerin taşımış olduğu
diğer mesajlar ihmal edilmiştir. Kur’an sanki bir fıkıh kitabı gibi görülmeye
başlanmıştır. Kur’an mesajlarının taşımış olduğu insanlara medeniyetin esaslarını
öğreten sosyal kuralları, insan, doğa, ahlak ve felsefe ortamında ele alınmamış yani
Kur’an, bütüncül bir yaklaşımla ele alınamamıştır. Kur’an’da mevcut bulunan ahkam
ayetlerinin dışında kalınan ayetlere hak ettiği değer verilmemiş, teberrüken okunup
geçilmiştir. Bunun yanında indiriliş gayesi ibret ve ders almaya yönelik geçmiş
ümmetlerden bahseden ayetler asli okunuş gayesinden soyutlanarak fıkhi istinbat için
delil olara kabül edilmiştir. Ehli reyin ortaya koymuş olduğu bu tutum çağdaş
826
Ebu’l Hasen Ali b. İbrahim Kümmi, Tefsiru’l-Kummî, . www.ruqayah.net/books/index.php?id=164
İmaduddin Ebu’l Feda İsmail İbn Kesir, Tefsiru’l Kur’ani’l Azim, (Tahkik; Mustafa Seyyid
Muhammed), Müessesetü Kurtuba, Cize, Cilt II, s. 71.
828
Geniş bilgi için bakz. Muhammed Vehbi Dereli, Kur’an Tefsirinde Yanılgı Sebepleri, Fecr Yayınları,
Ankara 2009 s. 156.
827
206
dönemdeki Kur’an tasavvurlarınca da eleştirilmiştir. Tarihselci Kur’an tasavvuru, Ehli
reyin ortaya koyduğu Kur’an’ın anlaşılmasına ilişkin tutumu eleştirerek Kur’an
ayetlerini anlamlandırmada Kur’an’ın maksadının göz önünde bulundurulmadığını öne
sürmüşlerdir. Tarihselci Kur’an tasavvuru Ehli reyin Kur’an’ı anlamlandırılmasının
bütüncül olmadığını belirterek ayetlerin anlamlandırılmasında ayetin varmak istediği
maksadında göz önünde bulundurulması gerektiğini öne sürerek ayetlerin sahip olduğu
maksatların, ayetlerin dilsel bağlamından veya ayetlerin nuzül sebeplerinden
çıkarılarılması gerektiğini savunmuşlardır.829
Geleneksel dönemde Kur’an tasavvurlarında görülen Kur’an ayetlerini anlama ve
anlamlandırmaya yönelik bir diğer sorun aşırı yorumdur. Daha çok tasavvufçuların
Kur’an tasavvurlarında görülen bu sorunda Allah merkezli Kur’an tasavvurunun ve
bilgiye ulaşmada kullandıkları araçların etkisi kaçınılmazdır. Tüsterî’nin şu ifadeleri
yukarıdaki görüşümüzü açıklar mahiyettedir.
“İnsana Allah’ın kitabını anlama hususunda Kur’an’dan her harf için bin mana
verilmiş olsa yine de bir tek ayete yüklenen anlamların nihayetine ulaşamaz. Çünkü
Kur’an, Allah kelamıdır. Kelam ise onun bir sıfatıdır. Allah için sonluluk olmadığına
göre kelamın manası içinde sonluluk söz konusu olamaz. İnsanlar Allahın veli
kullarının kalplerine açtığı enginlik ölçüsünde ilahi kelamı anlayabilir.”830
Allah tasavvuru, tasavvufçuların Kur’an tasavvurunda merkezî bir konum teşkil
etmektedir. Bu algılamaya göre Allah için bir son olmadığı gibi onun kelamını da
anlamanın bir sonu yoktur. Allahın kelamı yaratılmış değildir. Fakat yaratılmış olan
kulun idrakidir. Sonradan yaratılan kulun anlayışı Allah’ın kelamını anlamanın sonuna
varamaz. Çünkü sonradan yaratılan, yaratılmamış şeyi kuşatamaz.831 Lüm’a sahibinden
nakledilen şu örnek, tasavvufçuların Kur’an’ı anlama ve anlamlandırmada ortaya
koymuş oldukları algıyı özetleyen en güzel ifadedir.
829
Adil Çiftçi, Fazlurrahmanın Dinamik Şeriat Anlayışı, İslamiyat, Cilt 1, Sayı 4, Ekim –Aralık 1998 s.
182.
830
Mustafa Öztürk, Tefsir Tarihi Araştırmaları, (Naklen). Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2005, s. 228.
831
Şerbasî, 135.
207
“Sehl b. Abdullah şöyle demiştir. Her bir harf için kula bin anlayış verilseydi yine kul,
Allahın kitabındaki ayette Allah tarafından verilen anlaşılması gereken mananın
nihayetine ulaşamazdı. Çünkü anlaşılması söz konusu olan Allah kelamıdır.”832
Diğer taraftan tasavvufçular tarafından bilgi vasıtası olarak kabül gören ilham ve keşf,
Kur’an’ı anlamada bir aracı olarak kullanmaktadır. Tasavvufçular, ayetlerde zahîr-batîn
ayırımı gözeterek ayeti yorumlamaya çalışmaktadırlar. Onların Kur’an algılamalarında
her ayetin bir zahiri bir de batını, bir haddi ve bir matlaı vardır. Zahir tilavete, batın
idrake, hadd, haram ve helale, tekabül ederken matla ise Allah tarafından bahşedilen bir
kavrama yetisi ile Kur’an ayetlerindeki maksadı anlamaya yönelik bir kalbî ufuk
açılımına tekabül etmektedir.833 Gazalî, Kur’an’ı anlama ve yorumlamaya ilişkin zahirin
yanında batınî anlamların da gözetilmesi gerektiğini şu ifadeleriyle göstermektedir.
“Ey Kur’an tilavetine ihtimam gözeten Kur’an’ın incelenmesini kendisi için bir meslek
edinen ve onun zahiri anlamlarını kavrayan şahıs! Ben seni uykudan uyandırıyorum.
Sen denizin sahilinde gözlerin onun güzelliklerine kapalı olarak kim bilir kaç defa
döndün dolaştın. Onun güzelliklerini görmek için derinliklere dalman, onun hoş
kokularını koklamak için adalarına çıkman, derinliklerine nüfûz etmen gerekmez miydi?
Devamlı olarak onun sahillerine ve dış yüzeylerine iltifat sebebiyle inci ve
cevherlerinden mahrum olduğundan dolayı nefsini kınaman gerekmez miydi?834”
Gazalî, daha sonra Kur’an’ın anlam ve yorumuna ilişkin tasavvufçuların sahip olduğu
Kur’an tasavvurunun algılamasını ifade ederek şu izahatlarda bulunur.
“Kur’an bir okyanus olduğundan, nehirlerin ve derelerin okyanus sahillerinden kollara
ayrıldığı gibi, öncekilerin ve sonrakilerin ilminin de ondan çıktığından haberin yokmu?
Onun dalgalarının karanlıklarına dalıp ta kibriti ahmeri elde edenlere, derinliklerine
dalıp da kırmızı yakut, parlak inci ve yeşil zebercedi çıkaranlara sahillerinde dolanıp
da gri amberi, yaş yeşil ödü bulanlara, onun adalarına çıkıp hayvanlarından bol
miktarda tiryaki ekber ve miski ezfer elde edenlere gıpta ile bakmaz mısın? 835
832
Şerbasî, 134.
Öztürk, Tefsir Tarihi Araştırmaları, s. 231,
834
Gazalî, Cevahiru’l Kur’an, 25.
835
Gazalî, Cevahiru’l Kur’an, 25.
833
208
Sûfilerin Kur’an’ı anlama ve yorumlamada Kur’an’ı Kerim’in Allahın kelamı olduğu
düşüncesine dayanılarak Allahın kelamındaki sonsuzluğun Kur’an’a kıyas edilerek
Kur’an’daki ayetlerindeki anlamlarının sonsuzluğunu öne sürmeleri Kur’an’ın dilsel bir
metin olduğunu unutturduğu, hitabın anlamının olabildiğince genişlettiği ve öznel ve
aşırı yorum özgürlüğüne hizmet ettiği için eleştirilmiştir.836
Geleneksel dönemde Felsefî Kur’an tasavvuru da Kur’an’ı anlama ve anlamlandırma
faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Hemen hemen filozofların çoğu Kur’an hakkında
düşünme ve fikir yürütmenin yanı sıra bazı ayetler üzerinde akıl yürüttükleri
görülmüştür. Yapılan bu akıl yürütmeler Kur’an’ın başından sonuna kadar olmayıp ilgi
duydukları ayet ve sûreler üzerine gerçekleştiği bir vakıadır. Bunu yaparken lafza fazla
bağlı kalmayıp daha çok tevil yolunu tutmuşlardır. Geleneksel dönemdeki mevcut
Kur’an tasavvurlarında görülen Kur’an’ı anlama ve yorumlamaya yönelik parçacı, aşırı
yorum ve öznellik Felsefecilerin Kur’an tasavvurunda da görülür.
İslam felsesefecileri de sahip olduğu Kur’an tasavvurları doğrultusunda Kur’an’ı
anlama ve yorumlama faaliyetine girişmişlerdir. Bunun sonunda yapılan anlama ve
yorumlama faaliyetleri eleştiriden uzak kalmamıştır. Felsefecilerin Kur’an tasavvurunda
Kur’an’ın dili, yerine göre tenzihi, yerine göre de teşbihi, yerine göre hakikî yerine göre
de mecazî olarak ifade edilmiştir. Bu algılamaya göre Kur’an’daki bir çok ayetin teşbihi
özellik taşımasından dolayı bu gibi ayetlerin anlamları mecazî bir yapı arzettiği,
Felsefecinin görevi de bu mecazî ve remzî Kur’an ayetlerindeki manayı keşfetmektir.
İslam felsefecilerine göre Kur’an’la felsefi düşünce arasında bir zıtlık yoktur. Onların
Kur’an tasavvurunda Kur’an, felsefenin ulaştığı gerçekliklerin icmali, imalı ve sembolik
olarak ifade edildiği ilahi bir kitaptır. Felsefede Kur’an’daki bu mübhem ve sembolik
olarak verilen şifrelerin çözücüsü durumundadır. Yani Felsefe rehber, din ise takipçidir.
Bu meyanda İhvanı Safa gibi gruplar Kur’an’ı remizlerle dolu bir kitap olarak algılarken
bazı filozoflar Kur’an ayetlerinin anlamını lafız boyutunun yanında müteşabihliğini de
ifade ederek tevilî yapılmasının gerekliliğini ifade etmişlerdir. Müteşabih olduğunu
ifade ettikler ayetler, daha çok bazı inanç alanları, iman esasları, mead ve ahiret hayatı,
836
Geniş bilgi için bkz. Mustafa Öztürk, “Tefsirde Zahir Batın Düalizmi ve Aşırı Yorum”
İslamiyat, temmuz- eylül 1999, Cilt.2, Sayı 3 s. 100-120
,
209
semavat, gezegen, evrenin yaratılışı gibi kevni olaylar, bazı Kıssalara ilişkin ayetler ve
Hurufu mukatta olarak bilinen harflerdir. 837
Bunun sonucu olarak Felsefecilerin Kur’an tasavvurunda anlama ve yorumlamaya
ilişkin şu yöntemler takip edilmiştir. Bunlardan birincisi, Kur’an ayetlerini uygun
düştükleri felsefi görüşlerle uzlaşır bir mahiyette açıklama diğeri ise Kur’an ayetlerini
felsefi görüş ve düşüncelere uygun gelecek şekilde uyarlamadır. Birincisinde fazla
sorun ortaya çıkmazken ikinci yöntem eleştirileri üzerine çekmiştir. İkinci yöntemde
Kur’an ayetleriyle uzlaşmayan felsefi görüşler, mecazî ve sembolik addedilmek
sûretiyle tevil yoluna gidilerek anlaşılmaya ve anlamlandırılmaya çalışılmıştır.
Filozofların Kur’an’ın anlaşılmasına ilişkin takındıkları bu tutum bazı müfessirler
tarafından tekellüf olarak algılanmıştır.838
İbn Sînanın Felak suresinde “Düğümlere üfleyen büyücülerin şerrinden…”
839
ayetini
yorumlaması bu duruma güzel bir örnektir.
“Bu âyet, rûha dair kuvvetlerden kuvve-i nebatiyyeye bir işarettir. Çünkü o, bedenin
gelişimini düzenlemekle görevlidir. “Neffâsât” kuvve-i nebatiyyedir. Çünkü “n-f-s” bir
şeyin cevherinin, miktar yönünden boy, en, derinlik gibi kendi cihet özelliklerinin
tamamından fazla olmasına sebeptir. Bütün nebatî kuvvetler, zikredilen bütün
cihetlerden, gelişen ve gıdalanan cismin ziyadeleşmesinde etkili olmaktadır.840
Bunun sonucunda filozoflar Kur’an’ı anlama ve yorumlamalarında aşırı yorum ve
öznellik eleştirisinden kurtulamamışlardır. Diğer taraftan İslam felsefecileri Kur’an’ın
anlam ve yorumunda Kur’an’ı baştan sona bütüncül bakış açısıyla ele almaktan ziyade
kendi felsefi görüşleriyle uygunluk arzeden ayet ve görüşleri ele alarak parçacı bir
yaklaşım sergilemişleridir.
Genel olarak geleneksel dönemde Kur’an tasavvurlarında parçacı, aşırı ve farklı anlama
ve anlamlandırmanın görülmesinde ana etken sahip olunan tasavvur doğrultusunda
oluşturulan yöntemdir. Bu dönemde Kur’an’daki âyet ve sûrelerin tertibi esas alınarak
her bir ayetin kelimeleri anlamlandırılarak ayetler arasında bağlantılar kurulup manalar
837
Okumuş, Kur’an’ın Felsefi Okunuşu, 74-84.
Okumuş, Kur’an’ın Felsefi Okunuşu, 101–107.
839
Felak113/ 4.
840
Zehebî, et-Tefsîr ve’l Müfessirun, Cilt II, s. 465.
838
210
açıklanmaya çalışmıştır. Bunun sonucunda anlama ve anlamlandırmada gözetilen yol ve
yöntem kişinin ruhunun eğilimine göre şekillenmiştir. Kişi kendisindeki baskın cihete
göre hareket etmiştir. Eğer baskın cihet belağat ise belağat kurallarını ağırlıklı olarak
uygulamıştır. Kendisinde dil bilgisi ve gramer eğilimleri ağır basıyorsa tefsirinde
kelimelerin gramatik durumlarını açıklamaya çalışmıştır. Kendisinde tarihçilik ruhu ağır
basan kişiler geçmiş milletlerin hayatına ve israilii rivayetlere ağırlık vermiştir.
Kendisinde felsefecilik ruhu ağır basıyorsa varlık meselelerine önem vermiş ve
tefsirinde bu yön ağırlık kazanmıştır. Kendisinde kelam veya fıkıh ruhu ağır basmışsa
tefsirinde bu özellik kendini göstermiştir. Bunun sonunda Kur’an’ın asıl gayesi olan
hidayet unutulmuş ve müfessirin kendi eğilimi ağır basmıştır.841
Neticede bazı ayetler indiriliş ve özgün amacından sapmıştır. Ayete verilen manaları
ayet kaldıramaz hale gelmiştir. Böyle bir durumda kalan müfessir, ayetin ya nesh
olduğunu söylemiş veya ayetin müteşabih olduğu iddia ederek muhkem ayeti bile
te’vile tabi tutmuştur. Çoğu kere ayetler mezhep sahiplerinin detaylarla ilgili
meselelerden çıkardıkları usül kaidelerine göre anlaşılmış ve anlamlandırılmıştır. Daha
sonra bu kurallar Kur’an’ı anlamada hakem rolünde olan kurallar olarak yerini
bulmuştur. Bu tür davranışlar ayeti anlama ve anlamlandırma ile de sınırlı kalmamış
akaid ve inanç mezheplerinin anlayışına da yerleşmiştir. Şöyle ki ayet tefsir edildiğinde
ayetin manası mezhebin inanç esaslarıyla çeliştiğinde bu ayet bizim itikadımıza
uymuyor, tevil edilmeli veya ayet kişinin ameldeki mezhebine ters ise bu ayet bizim
ameli mezhebimizle uyuşmuyor, tevil edilmeli veya bu ayet şu ayetle uyuşmuyor
öyleyse nesh edilmiştir şeklinde çözüm yoluna gidilmiştir. Bu durumda Kur’an,
uyulması gereken bir kitap iken mezhebin veya tasavvur sahibinin eğilimine tabii olan
bir kitap olmuştur.842
Razi’nin tevbe suresi 31. ayeti tefsir ederken hocasından aktarmış olduğu olay
görüşümüzü desteklemektedir.
“ Bazı fıkıhçıları taklid eden bir cemaat gördüm. Onlara bazı meselelere dair Allahın
kitabından ayetler sordum. Okuduğum bu ayetler onların mezhebine uymuyordu. Onlar
bu ayetleri kabül etmediler. Hatta ayetlerle ilgilenmediler bile. Bana şaşkın bir halde
841
842
Şerbasî, 158.
Şerbasî, 159.
211
baka kaldılar. Yani daha önce geçen âlimlerimizden rivayet edilenler bu ayetlere
aykırıdır. Bu durumda bu ayetlerin zahiri olarak ifade ettiği manayı uygulamak nasıl
mümkün olur.”843
3.2.2. Çağdaş Dönem Kuran Tasavvurlarında Kur’an’ın Anlaşılması ve
Anlamlandırılmasına İlişkin Sorunlar
Çağdaş dönemde ortaya çıkan Kur’an tasavvurlarında Kur’an’ı anlama ve
anlamlandırmaya yönelik görülen genel problem aklın esas alındığı naklin ise ya geri
plana itildiği veya tamamen dışlandığı bir yöntemin izlenmesidir.
“Geleneksel İslam tanımında Kur’an, Sünnet ve yorum bir başka ifade ile Kitap-sünnet,
icma-kıyas birlikteliği akla gelirken, çağdaş İslam yorumunda ise Kur’an ve yorum bir
başka deyişle Kur’an-Kıyas ve hadis birlikteliği akla gelmektedir. Daha açık bir ifade
ile hadisin gündeme gelmesi ya önerilen görüşlere destek hasıl olduğunda bu desteği
sağlamak için ya da akıl ve bilim dışlılıkla itham edilen hadisleri sorgulamak için
olmaktadır. Geleneksel İslam yorumunda olduğu oranda ve yoğunlukta hadis veya
rivayetlerin fonksiyonel olmadıkları görülmektedir. Geleneksel İslam anlayışında
sünnet; teybin hem de teşebbbüh için yorumun merkezinde yer alırken çağdaş İslam
yorumunda sünnete örnek ve model olması açısından yaklaşılmakta ve sünnetin
tebyinliğini tartışırken teşebbühü tartışmasız reddetmektedir.844
Çağdaş dönemde ki Kur’an tasavvurlarının Kur’an’ı anlama ve anlamlandırmaya
yönelik görülen bir başka genel sorun sahip olunan Kur’an tasavvurunu öncelemedir.
Bu dönmede görülen bütün Kur’an tasavvurları ayetleri anlama ve anlamlandırmada
sahip oldukları Kur’an tasavvurunu önceleyerek kendi tasavvurlarına uygun bir anlama
ve anlamlandırma yöntemi geliştirerek Kur’an ayetlerini anlama ve anlamlandırmaya
çalışmışlardır.
3.2.2.1. Edebi Kur’an Tasavvurunun Kur’anı Anlama ve Anlamlandırmaya İlişkin
Sorunları
Edebi Kur’an Tasavvuru, Kur’an’ın edebi yönünü göz önünde bulundurarak Kur’an’ı
anlama ve anlamlandırma faaliyetine girişmiştir. Şüphesiz buna Kur’an’ı arapçanın en
büyük kitabı ve edebî ürünü olarak algılamaları neden olmuştur. Bundan dolayı kim
843
844
Şerbasî, 160.
Kırca, Kur’an’ı Anlama, 317
212
olursa olsun Kur’an’ı anlama ve yorumlamaya çalışan kimse onun bu özelliğini göz
önünde bulundurmadan her hangi bir anlama ve yorumlama faaliyetine girişmemesi
gerektiğini bildirmektedir. Bu tasavvura göre anlama ve anlamlandırma faaliyetinde
bulunacak kişi önce edebî açıdan Kur’an’ı incelemeli daha sonra Kur’an’a yönelip
yasama, inanç, ahlak, sosyal reform vb. gibi konularda araştırma yapmalıdır.
Günümüzde anlama ve anlamlandırmanın amacı pür edebî olmalı ve bundan başka
herhangi bir değerlendirmeden etkilenmemelidir. Gerçekleştirilmesi gereken diğer
hedeflerde buna bağlı olarak değerlendirilmelidir. Kişi Kur’an’ı edebî yönden ele
aldıktan sonra diğer gayelere yönelenebilir.845 Edebî Kur’an Kur’an’ı yorumlama ve
anlama algısının gerçekleşmesi için öngördüğü yöntem konulu yöntemdir. Bu yöntemin
kullanılması Kur’an’ın tertibi gereğidir.846
Edebi Kur’an tasavvuru, doğru şekilde Kur’an’ın anlaşılması ve yorumlanmasına ilişkin
çalışmayı gerçekleştirmek içinde şu iki aşamanın yerine getirilmesini öngörmektedir.
Birincisi Kur’an hakkında yapılan araştırmadır ki bu da iki özel ve genel olmak üzere
iki kısımdan oluşur. Özel olan çalışma Kur’an’ın kıraâtı, toplanması ve yazılması,
esbabu nüzül vb. konularda yapılan çalışmadır. Genel olan çalışma ise Kur’an’ın ortaya
koyduğu maddi ve manevi çevreyle olan ilgisidir. Kur’an’ın gayelerini gerçekleştirmek,
ancak arabın içinde bulunduğu şartları özümsemek ve kavramakla olur. ikinci basamağı
Kur’an’da yapılan araştırmalar oluşturur. Müfessir bunu gerçekleştirmesi için ilk önce
Kur’an’daki kelimeler üzerine çalışma yapar. Bundan sonrada cümleleri ele almaya
başlar.
Bu tasavvura göre bütün bunların yanında, Kur’an’ı anlama ve yorumlamada göz
önünde bulundurulması gereken bir diğer hususun edebiyatın psikolojiyle ilgisinden
dolayı Kur’an’ın psikolojik icazının göz önünde bulundurulmasının gerekliliğidir. Bu
gereklilik Kur’an’ın psikolojik yönden yaklaşılması gerekliliğini de ortaya çıkarmıştır.
Çünkü Kur’an’ın hem sanatsal hem de inançsal boyutu içsel yaşantımızın iki yönünü
oluşturmaktadır. 847
Edebi Kur’an tasavvurunun Kur’an’ı anlama ve yorumlamaya yönelik ileri sürmüş
olduğu yöntem bazı yönlerden sorunludur. Bunlardan biri ayetin kendi siyakından
845
Hulî, Arap İslam Kültüründe Yenilikçi Yaklaşımlar, 42.
Hulî, Arap İslam Kültüründe Yenilikçi Yaklaşımlar, 44.
847
Geniş bilgi için bkz. Hulî, Arap İslam Kültüründe Yenilikçi Yaklaşımlar, 179-210.
846
213
koparılıp
başka
ayetlerle
bir
araya
getirilmesi
esnasında
bağlamının
belirginleştirilemediği durumlarda ayete sahip olmadığı mananın verilmesi riskiyle karşı
karşıya kalınmasıdır. Bundan kurtulmak için ayetler tekrardan bağlamları doğrultusunda
ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Edebî Kur’an tasavvurunun Kur’an’ı anlama
ve yorumlamadaki konu bazlı yaklaşım tarzı parçacı bir yaklaşımın da yolunu açmıştır.
Çünkü Kur’an’a gündemde olan konularla yaklaşılması diğer konuların gündeme
getirilmemesi parçacı anlayışı öne çıkarıp Kur’an’ın bütünlüğünü göz önünde
bulunduramama gibi sorunlara yol açmaktadır. Kur’andaki hükümler bazen gündemle
örtüşürken bazıları da gündemi belirleyici rol oynamaktadır. Bu yaklaşım esas alınarak
Kur’an’ın anlama ve yorumlanmasına gidildiğinde gündemde olmayan konular ele
alınamayacağından Kur’an’ın bütününden de istifade yolu mümkün olmayacaktır.
Bir diğer sorun ise Edebî Kur’an tasavvurunun anlama ve yorumlama faaliyeti
Kur’an’ın bilgi yönünü öncelediğinden Kur’an’dan istifade tam manasıyla mümkün
olamamaktadır. Çünkü Kur’an sadece bir bilgi kaynağı değil aynı zamanda teolojik ve
eğitici boyutunun olduğu bir kitaptır. Bu yöntemde Kur’an’ın eğitici uslûbu ihmal edilip
bilgisel yönüne ağırlık verilmektedir. Bu da Kur’an’dan bütün yönleriyle faydalanmaya
mani olmaktadır.848
Edebî Kur’an tasavvurunun Kur’an’ı anlama ve yorumlamada edebî ve sanatsal yöntemi
ön planda tutması, Kur’an’da geçen kıssa ve tekrarların salt edebî olduğunu ileri
sürmesi, bu kıssalarda tarihi verilere muvafakat ve muhalefet etme gibi bir amacın
aranmasının anlamsız olduğunu ön görmesi, Kur’an’ın tarihi verilerinin gerçeklik
boyutunu geri plana itmesi gibi hususlar Kur’an’ın bütünlüğü göz önünde
bulundurulduğunda Kur’an’ın epistemik yönüyle bağdaşmamaktadır. Yine Edebî
Kur’an tasavvurunun Kur’an’ı anlama ve yorumlamaya ilişkin Kur’an’daki tekrarları
sırf edebi yönden algılaması, tekrarlarda bulunan gaye ve hedefin geri plana itilmesi
Kur’an’ın sahip olduğu usul ve gaye ile bağdaşmayan hususlardandır.
848
Şimşek, 141–142.
214
3.2.2.2.Tarihselci Kur’an Tasavvurunun Kur’an’ı Anlama ve Anlamlandırmaya
ilişkin sorunları
Sahip olduğu Kur’an tasavvurunu önceleyerek Kur’an ayetlerini anlama ve
anlamlandırmaya çalışan, modern zamanlarda Müslüman kalarak çağdaşlaşmanın
imkanını öngören bir yenilik ve yenileşme talebini gaye edinen Tarihselci Kur’an
tasavvurunun, Kur’an’ı anlama ve yorumlama faaliyeti bu hedefini öngördüğü metod ve
yöntemle gerçekleştirmeyi istemektedir. Bu tasavvur, Kur’an’ın muhtevasına yönelik
algılamaları doğrultusunda öncelikli olarak Kur’an’ın ahlakî bir rehberlik belgesi olarak
okunmasını ifade eder. Bu tasavvura göre Kur’an’daki emir ve yasaklar daha çok
hukukî
değil
ahlakîdir.
Bundan
dolayı
ahlakî
prensipler,
hukukî
normlara
öncelenmelidir. Kur’an’ın anlaşılması ve yorumlanmasında takip edilecek yöntem de
bunu gerçekleştirmeye yönelik olmalıdır. Geleneksel dönemdeki Kur’an tasavvurlarının
bunu gerçekleştirememeleri ve Kur’an’ın hukukî yönünü ön plana çıkarıp ahlakî
yönünü geri plana itmeleri, ahlakî ilkeleri emir ve nehiyden ziyade bir öğüt ve tavsiye
olarak görmeleri Tarihselci Kur’an tasavvuru tarafından üzerinde durularak eleştirilen
bir konu olmuştur.
Tarihselci Kur’an tasavvuruna göre geleneksel dönemde vaz’ edilen hükümlerin
topluma rehberlik etmesi mümkün değildir. Ancak bu değer ve hükümlerden
çıkarsamalar yapılarak yeni bir düşünce ortaya konulmalıdır. Ortaya konan bu düşünce
modern dönemdeki kişilere rehberlik yapabilmelidir. Aksi takdirde bu anlayışa göre
geleneksel
dönemdeki
mîrasın
bu
günün
insanına
getireceği
çözüm
fayda
vermeyecektir. Bundan dolayı geçmişin bütünüyle korunmasından ziyade, değerli ve öz
olanın korunması, tarihsel olanla ile dini olanın ayrıştırılması gerekmektedir.849
Kur’an’ın hükümlerinin tarihselliğini ifade eden Tarihselci Kur’an tasavvuruna göre
Kur’an’daki hükümlerin asırlar öncesi şekliyle bugünkü duruma uyarlanması
imkansızdır. Bu hükümler bu gün yine uygulansa bile ihtiyaca cevap vermeyecektir.
Bundan dolayı Kur’an’ın günümüz ihtiyaçlarına cevap verebilmesi için önce anlama
sonra yorumlama faaliyeti gerçekleştirilmelidir. Tarihselci Kur’an tasavvuru Kur’an’ın
sahip olduğu genel ahlakî ilkeleri çıkarmak ve lafzın ardındaki maksadı kavramaya
çalışmak için iki basamaklı bir yöntem uygulamaya çalışır. Kur’anı anlama ve
849
Karadaş, Çağdaş İslam Düşünürleri, Ensar Neşriyat, İstanbul 2007, s. 122.
215
yorumlama şeklinde iki ayrı basamaktan oluşan bu yöntem, ilk basamakta bu günden
her ayetin indiği ortama gidilerek her ayeti kendi tarihselliği içinde anlamayı, bundan
sonra da ayetin tikel hedef ve değerlerinden tümel çıkarsamalar yapmayı uygun görür.
Anlama süreci de diyebileceğimiz bu süreç ilk basamağı oluşturur. İkinci basamakta ise
nüzûl döneminden şimdiki modern zamana tekrar dönülerek oluşturulan tümel ilkeler
doğrultusunda bugünün sorunlarına cevap bulma aşamasıdır. Yorumlama ve tatbik
süreci diyeceğimiz bu bölümde ikinci basamağı oluşturur. İctihadın işlerliğinin
canlandırılmasına yönelik bu iki aşamalı metod geleneksel dönemde nassın suskun
kaldığı dönemde işletilirken Tarihselci Kur’an tasavvurunun uygulamasında nassın
konuşmadığı alanlarda da işletilme çabası vardır. Bunun nedeni Kur’an tasavvurlarında
mevcut olan Kur’an’ın her çağa söyleyecek bir sözünün olması düşüncesi
yatmaktadır.850
Tarihselci Kur’an tasavvurunu bütün bu oluşumlara iten neden sahip olunan modernlik
algısıdır. Bu algıya göre modernlik, dini hayatın yeniden yorumlanması için bir fırsattır.
Bu noktada Kur’an, modern dünyada dinden üretilecek bir değerler sisteminin kaynağı
olarak algılanır.851 Tarihselci Kur’an tasavvurunun düşünce sisteminin altında yatan ana
fikir değişimdir. Buna göre geçmişin fikirlerini anarak yaşamak ve zamanın gerçeklerini
göz ardı etmek toplumu geriye götürür. Bu bağlamda Müslüman aydınların dini
yorumlamak suretiyle toplumun değişimine ayak uydurmasının ve bu değişimi sürekli
kılma yönünde çaba göstermesi gerekir. Tarihsel Kur’an tasavvuruna göre toplumun
değişimiyle değişmeyecek ve yenilenmeyecek tek unsur Kur’an’dan çıkarılacak genel
hükümlerdir.852
Sorunsallık açısından Tarihselci Kur’an tasavvurunun sahip olduğu bu anlama ve
yorumlama çabası kendi içinde birkaç hususu gündeme getirmektedir. Tarihselci Kur’an
tasavvurun anlama ve anlamlandırmaya yönelik eleştirilerin –ki bütün görüşlerinin
altında bu düşünce yatar- en başında sahip olduğu tarih anlayışı gelmektedir.
850
Öztürk, Kur’an ve Tefsir Kültürümüz, Öztürk, Kuran ve Tefrsir Kültürümüz, Ankara Okulu, Ankara
2008 s.144. Geniş bilgi için bkz, Çiftçi, Gelenek ve Modern Durum Arasında Fazlurrahman, İslamiyat, s.
53–60, Cilt I, Sayı 2, Nisan, Haziran, 1998.
851
Öztürk, Kur’an ve Tefsir Kültürümüz, 185.
852
Karadaş, Çağdaş İslam Düşünürleri, 124.
216
“…İnsanoğlunun sürekli bir düşünsel evrim ve gelişim içinde olduğunu söylemektir.
Daha açıkçası insanlık, geçmişten günümüze kesintisiz olarak terakki etmekte;
tabiatıyla din, bilim ve felsefi konular üzerine daha derin ve yetkin biçimde
düşünebilmektedir. Nitekim bundan 1400 sene önceki insanların kainatı algılama
şekliyle bugünkü insanların algılama şekli arasındaki derin uçurumu fark etmek için
bilim ve düşünce tarihine göz atmak yeterlidir. Bu husus din ve düşünce tarihi içinde
söz konusudur. Zira bir kuşakta belli insanlar tarafından oluşturulan tanrı tasavvuru
bir başka kuşakta anlamsız kalmıştır.”853
Tarihselci Kur’an tasavvuru taraftarlarının yukarıdaki ifadelerindende anlaşılacağı gibi
ortaya koymuş olduğu tarih anlayışı ilerlemeci doğrusal bir tarih anlayışıdır. Marks’ın
temsil ettiği bu tarih anlayışında insan fıtratı sabit ve her zaman için aynı olan bir şey
değildir. Bu kurama göre insan içinde yaşadığı, hareket ettiği ve çalıştığı sosyal sistemin
ürünüdür.854 Dini anlamda ele alındığında, ilerlemeci bir tarih telakkisi ve insan fıtratına
bakış açısıyla Kur’an’ın tarih anlayışı ve insan fıtratına bakış açısı çelişmektedir. Kur’an
bütün milletlere peygamberler gönderildiğini ve bu peygamberlerin gönderildiği
milletlere islamı tebliğ ettiğini, sonraları ise milletlerin bu dini çizgiden ayrılarak azaba
uğradıklarını ifade eder. Daha sonra da tekrar yeni bir peygamberin ve yeni bir
başlangıcın meydana geldiğini beyan eder. Bununla beraber peygamberlerin mesajında
bir değişme olmadığını da açıklar. Bu durum ise Kur’an’ın döngüsel bir tarih anlayışını
benimsediğini ortaya koyar.855 Diğer taraftan tarihsel olgular Marksist anlayışın insan
fıtratını yalanlamaktadır. Unutulmuş çağlardan bu yana insanlar değişik siyasal ve
ekonomik sistemler altında yaşamışlar fakat bütün bu sosyo–politik şartlarda
davranışları ortalama bir benzerlik göstermiştir. Eğer insanlar her toplumsal değişimle
birlikte kendi iç fıtratlarınıda değiştirebilselerdi tarih tamamıyla anlaşılmaz hale
gelirdi.856
Tarihselci Kur’an tasavvuruna yöneltilen anlama ve anlamlandırmaya yönelik
sorunlardan biri de Kur’an’ın yorumlanmasına yardımcı olacak rivayetlerin metin ve
sened tenkidi yapılmadan kullanılmasıdır. Fazlurrahman’ın kendi Kur’an tasavvurunda
853
Öztürk, “Kur’an’ın Tarihsel Bir Hitap Oluş Keyfiyeti”, İslami İlimler Dergisi, Yıl 1, Sayı 2, Güz 2006,
s. 69.
854
Mazharuddin Sıddıkî, Kur’an’da Tarih Kavramı, Pınar yayınları, İstanbul, 1982, s. 219.
855
Salim Öğüt, “Kur’an’ın Tarihsel Bir Hitap Oluş Keyfiyeti” Başlıklı Yazı Üzerine”, İslami İlimler
Dergisi, Yıl 2, Sayı 1, Bahar 2007, s. 244.
856
Sıddıkî, 220.
217
nesh olgusunu üzerine bina ettiği Hacc sûresinde vukuu bulduğuna inandığı garanik
olayı bunlardan biridir. İslam alimlerince uydurma olarak kabül edilen857 bu rivayetin
üzerine nesh olgusunun inşa edilmesi Kur’an yorumunda takip edilen en büyük
hatalardan biri olarak görülür.
Tarihselci Kur’an tasavvurunun anlama ve anlamlandırıma yöntemine yönelik bir başka
sorun, ortaya konulan yöntemin bir tefsir yöntemi olmasına ilişkin bu yöntemin ele
almış olduğu ayetlerin daha çok fıkıh usulünün kapsam alanına ilişkin konular
olduğudur. Yani Fazlurrahmanın teklif ettiği yöntem ahkam ayetlerini konu almasına
rağmen bir tefsir metodunu önceleyerek bu konulara yaklaşmaktadır. Yani
Fazlurrahman, tefsir usülü yerine yeni bir tefsir usulü değil, fıkıh usulü yerine yeni bir
tefsir usulünü inşa etmek istemektedir. Bu yönden yöntemler arasında bir uyumsuzluk
olduğu ifade edilmiştir. Zira yerine konulmak istenilen yöntem olan fıkıh usülü İslami
bir disiplin olmasının yanında bu disiplinin herhangi bir karşılığı batı disiplinlerinde
yoktur. Fakat batı kökenli hermeneotik türü yaklaşımların İslami disiplinlerde karşılığı
tefsir ilmidir. Yine batı kökenli bir tarihselci anlama ve yorumlama yöntemiyle fıkıh
usulüne ilişkin konuların anlaşılması tutarsız görünmektedir. Bundan dolayı tarihselci
Kur’an tasavvurunun anlama ve anlamlandırmada uyguladığı yöntemin sağlam bir
zemine oturmadığı ileri sürülmüştür.858
Tarihselci Kur’an tasavvurunda anlama ve anlamlandırmaya yönelik görülen
sorunlardan biri de ayetlere yaklaşım tarzındadır. Bu yaklaşım tarzında Tarihselci
Kur’an tasavvuru, ilahi kelamı beşeri-ilahi karakterli bir kelam olarak sunmakta,
peygamberliği ilahi mesajı insanlara ulaştıran bir kurum olmaktan çıkarıp vahye ortak
ederek beşeri nitelikli bir mesajın taşıyıcısı olarak görmekte ve Kur’an’daki bütün
konuları ahlaka odaklayarak onun hukuki bir metin olma yönünü ihmal etmektedir.
Halbu ki ilahi kelamın mucize olduğuna dair düşünce islam inanç esasların ve fıkıh
usulünün üzerine bina edildiği esastır. Kur’an’a bu şekilde inanıldığı taktir de onun
getirdiği her hükmün ilahi bir hüküm olarak kabüllenilebileceği ileri sürülmüştür.
Kur’an’ın saf ilahi kelam olma yönü ortadan kaldırıldığı taktirde kutsallığını ve değerini
kaybedeceği endişesi ortaya çıkmaktadır. Kur’an, kendisini Cebrail vasıtasıyla Hz.
857
Geniş bilgi için bkz, Şimşek, 389-427.
Adnan Koşum, Nassları Anlama ve Yorumlamada Yöntem Sorunu, Fazlurrahman Örneği, İz. Yay.
İstanbul, 2004, s. 59.
858
218
Peygambere vahyolunan ilahi bir kelam olarak takdim eder. Bundan dolayı tarihselci
Kur’an tasavvurunun Kur’an’ı yüzde yüz ilahi görmesinin yanında yüzde yüz beşeri
görmesi onun kutsallığına zarar vermektedir. Bu durumda Kur’an’ın kendisiyle çelişen
bir durum arzetmektedir.859
Tarihselci Kur’an tasavvurunun Kur’an’ı anlama ve anlamlandırmada eleştirildiği bir
diğer husus ise Kur’an nasslarına biçtiği görev hususundadır. Tarihselci Kur’an
tasavvurunun nasslara biçtiği rol daha çok modern değerler göz önünde bulundurularak
anlamlandırılır. Bir diğer ifade ile tarihselci Kur’an tasavvuunun anlamlandırma
yönteminde ikinci harekette nassların günümüz sosyal, kültürel, siyasi ve ekonomik
şartlar göz önünde bulundurularak yorumlanır. Oysa İslami bir disiplin olan fıkıh
usulünde nasslar belirleyicidir. Çünkü nassların ideal bir toplum yaratma amacı taşıyan
gayeci bir özelliği bulunmaktadır. Bundan dolayı Hz. Peygamber toplumun normlarına
ters düştüğü halde zeyneple evlenmiştir. Yani nasslar teşride toplumu bazz almamıştır.
Tabii bunda Cenabı Allahın dilemesi hariçtir. Yani vahiy egemen ve düzenleyicidir.
Toplum ise vahye tâbiidir.860
Tarihselci Kur’an tasavvurunun Kur’an’ı anlama ve yorumlamada ortaya koyduğu
tutum Kur’an’daki hukuki ayetlerin evrenselliğini ve tarihselliğini tesbit konusunda
atılmış bir adım olarak değerlendirilmiştir. Fazlurrahmanın sunmuş olduğu iki aşamalı
anlamlamdırma ve anlamaya ilişkin yöntemin birinci basamağına fazla itiraz gelmez
iken ikinci basamağına asıl eleştiriler yöneltilmiştir. Fazlurrahmanın ortaya koymuş
olduğu bu yöntemin ikinci basamağı problemi çözmekten daha ziyade problemin
kendisini ortaya koyan bir nitelik arzettiği görüşü öne çıkmıştır. Şöyle ki
Fazlurrahmanın bu görüşünde ikinci adıma tatbik edilecek ayetlerin ayırt edilmesinin
zoruluğuyla karşı karşıya kalınmaktadır. Çünkü Fazlurrahmanın elinde hukuki ayetlerin
tarihselliği ve evsenselliğini birbirinden ayıracak bir turnuson kağıdı bulunmamaktadır.
Bundan dolayı evrensellik ve tarihsellik tartışmaları süre gitmektedir. 861
Bunun yanında Tarihselci Kur’an tasavvuruna sahip kişilerin de dile getirdiği Kur’an’ın
yorumlanmasına yönelik sorunlardan biri de öznellik sorunudur. Tarihselci Kur’an
859
Koşum, 60.
Koşum, 62.
861
Ferhat Koca, Kur’an’daki Fıkhi Hükümlerin Evrensellik ve Tarihselliğini Tenkid Konusunda Bir
Deneme, İslam Dünyasında Yeni Arayışlar, (Yayına Hazırlayan İlyas Çelebi), İstanbul. 2001, s. 135-136.
860
219
tasavvurunun ortaya koyduğu anlama ve yorumlama metodunun ikinci basamağı
nesnellikle sonuçlanıp sonuçlanamayacağı bu tasavvura sahip kişilerce de tartışma
konusu olmuştur.862 Entegrizmden uzaklaşmayı gaye edinen bu tasavvur diğer taraftan
öznelliğin etkisiyle karşı karşıya kalmaktadır. Ayrıca anlamadan sonra ortaya
çıkarılacak genel ilkelerin sınırları da tam olarak belirtilmemiştir. Bu da keyfiliği
beraberinde getirecektir. Diğer taraftan bu genel ilkelerin sadece ahlakî olanla
sınırlandırılması Kur’an’ı parçacı bir şekilde algılamaya yol açacaktır.
Tarihselci Kur’an tasavvurunun Kur’an’ın ceza hukuku, aile hukuku, kadın hakları,
zekat, namaz, faiz ve bankacılık gibi alanlarda mevcut ihtiyaçları göz önünde
bulundurarak Kur’an’a dönüp yeni ictimaî-ahlakî doğrultuda çözüm üretmeyi
düşünmesi, Kur’an’ın zâhirini reddetme şeklinde algılanılarak tepki çekmiştir.
Tarihselci Kur’an tasavvurunun yorum yönteminde nassın lafzî anlamını aşan bir
yorumun benimsemesi ve bu yorumun içine herhangi bir kısıtlama getirmeden muhkem
ayetleri de içine alacak şekilde genişletilmesi Kur’an ayetlerinin taşıdığı anlamın
buharlaşmasına yol açabileceği endişesi de ortaya çıkmışır. Bunun yanında Kur’an’da
bulunan bazı ayetlerin tümel ilkeler taşıdığı bilinmektedir. Bu doğrultuda bu ayetlerin
genel ahlakî değerler içinde ele alınması bu tümel ilkelerin hedefinin gerçekleşmesini
önlemektedir. Yine bu genel ilkeler bazen lafız boyutunda ifade edilmektedir. Bu
ayetlerde lafzın arka planın aranması da Kur’an’ın gerçekleştirmek istediği hedef
açısından engel teşkil edebileceği öne sürülmüştür.
Yine yukarıda sıralamış olduğumuz alanlara giren faiz, kadının şahitliği, miras çok
evlilik gibi ahkama ilişkin konularda tarihselci Kur’an tasavvurunun mevcudu olması
gereken olarak ele alması eleştirilere uğrayan bir husustur. Tarihselci Kur’an
tasavvurunun bu konulardaki algısı mevcudu meşrulaştırıcı bir tutum olarak
değerlendirilmekte ve mevcut halin şartları esas alınarak modern çağda islamı
uygulanabilir kılma çabası olarak görülmektedir. Tarihselci Kur’an tasavvurunun bu
çabasının arkasında yatan esas unsur ise modern değerle uyuşmadığı varsayılan bir
takım hukuki hükümlerden kurtulma çabası olarak algılanmıştır.863
862
863
Öztürk, Kur’an ve Tefsir Kültürümüz, 144
Koşum, 68.
220
Tarihselci Kur’an tasavvurunun Kur’an’ı anlama ve anlamlandırmaya yönelik bir diğer
sorunu, ahkama teallük eden konulara tarihsellik penceresinden bakarak değişimi
kaçınılmaz görmesidir. Halbuki İslam alimlerinin riba, miras vb. konulara ilişkin hukuki
düzenlemelerin mümkün olmayacağı bu konuların Kur’an’da zikredildiği şekliyle
uygulanması gerektiği yönünde fikirler öne sürmüşlerdir. Bu gibi konulara ise tarihselci
bakışın şamil kılınması Kur’an’ın fıkhî ayetlerini yorumlamada sorun oluşturmaktadır.
Bunun yanında Tarihselci Kur’an tasavvurunun hukukî ayetleri, ahlakî değerler içinde
ele alması ilahî kelamın yaptırım gücünün yansıtılmaması tehlikesiyle karşı karşıya
bırakmaktadır. Bazı ayetlerce konulan hukukî sınırlamaların da ahlakî değerler arasında
ele alınırken haddlerin sınırının korunamayacağı yönünde kaygılar ortaya çıkmaktadır.
Bunun yanında ayetlerin arka planının tesbiti de bütün ayetlerde imkan dahilinde
değildir. Çünkü her bir ayetin arka planını ifade eden sebebi nüzûl bulunmamaktadır.
Bu durumda sebebi nüzul bulunmayan ayetlerin tesbit ve değerlendirilmesi hangi esasa
göre yapılacaktır.
Tarihselci kuran tasavvuruna yöneltilen bir diğer anlama ve anlamlandırmayla ilgili
eleştiri ise hadisi dışlamaya yönelik ortaya koyduğu tutum ve davranışlardır. Buna
örnek olarak Fazlurrahmanın sünneti dikkate almadığı için ayette geçen “kadın ve erkek
hırsızlık yaptığında elini kesin”864 söz konusu emri mutlak olarak anlamlandırıp bu
konudaki hadisleri göz önünde bulundurmamasıdır. Bu tutumun aksine islam
hukukçuları hadisin ışığında hırsızlık fiilinin oluşması ve cezanın asgariye indirilmesi
için bir takım şartlar ortaya koymuşlardır. Kur’anın açıklayıcısı ve tebliğcisi olan sünnet
ve hadisin Kur’an’ı anlama ve anlamlandırmada dikkate alınmaması yöntem açısından
bir eksiklik görülmüş ve tarihselci Kur’an tasavvuru bu yönden eleştiriye maruz
kalmıştır.865
3.2.2.3. Bilimsel Tefsir Temelli Kur’an Tasavvurunun Kur’anı Anlama ve
Anlamlandırmaya ilişkin sorunları
Bilimsel Tefsir Temelli Kur’an tasavvurunun sorunlarını aşırıya gidenler, kısmî olarak
savunanlar ve reddedenler olmak üzere üç grupta ele alabiliriz. Öncelikle, geleneksel
dönemdeki Kur’an tasavvurlarında izleri görülen ancak varlığını belirgin şekilde çağdaş
864
865
Maide 5/38.
Koşum, 72.
221
dönemde hissettiren istinbatçı Bilimsel Tefsirci Kur’an tasavvurunun Kur’an’ı anlama
ve anlamlandırmada sahip olunan tasavvuru önceleme hatasına düştüğü görülür.
Kur’anın i’cazından dolayı Kur’an’da geçmiş ve geleceğe dair ne varsa her türlü
bilginin mevcut olduğunu algılayan istinbatçı diyebileceğimiz Bilimsel Tefsir Temelli
Kur’an tasavvurunun ortaya koymuş olduğu anlama ve yorumlamaya yönelik metod,
istinbatçı bir yapı arzeder. Bu metod tıpkı fıkıhtaki istinbatçı anlayış gibi Kur’an’ın
bilimsel
içerikli
ayetlerinden
gözlem
ve
deneye
dayalı
bilimsel
verilerin
çıkarılabileceğini savunur. Kur’an’da bilimsel i’cazın varlığını savunan bu yaklaşıma
göre Kur’an adeta bir araştırma ve keşfetme objesi olarak algılanmıştır. Bu tasavvurun
Kur’an’ı anlama ve yorumlamaya yönelik ortaya koyduğu sorunların başında anlama ve
yorumlama objesi olan Kur’an, içinde keşfedilmeyi beklenen gizli bir hazine şeklinde
algılanılmış olmasıdır. Kur’an’ın, insanın hidayetine neden olacak yönlerinin geri plana
itilip asıl hedef ve gayesinden uzaklaştırılarak bir bilim kitabı olarak algılanılmış
olması, amaç ve gayesi insanları hidayete ulaştırmak ve onların dünya ve ahiret
hayatının mutluluğunu gerçekleştirmek olan bir kitabın sadece içinde bilimsel verilerin
gizli olduğu bir kitap haline dönüştürülmesi Kur’an’ın yapısı ve muhtevasıyla uygunluk
arz eden bir durum değildir.866 Her ne olursa olsun böyle bir Kur’an tasavvurunun,
Kur’an’ı anlama ve yorumlamaya ilişkin ortaya koyduğu bu yaklaşım tarzı, içinde hem
aşırı yorumu hem de parçacı bir yaklaşımı barındırmaktadır. Böyle bir yaklaşımla
Kur’an’ın icazını ortaya koymak ta doğru değildir. Çünkü mucize olarak Kur’an’ı
Kerim’in bu güne gelinceye kadar bilimsel verilere ters bir bilgiyi barındırmaması ve
hale barındırdığı hakiketlere bilimsel verilerin ulaşamaması yeterdir.867 Bundan dolayı
Kur’an’ın ana gayesini bir kenara bırakarak, amaç olarak Kur’an ayetlerinden bilimsel
veri çıkarmaya yönelik anlama ve anlamlandırma faaliyetinde bulunulması hem
Kur’an’ın gayesine hemde muhtevasına zıt bir durum arzeder.
Diğer taraftan Uzlaştırıcı Bilimsel Tefsir Temelli Kur’an tasavvuru, Kur’an ve bilimin
arasını uzlaştırma amacı güdüp ortaya koyduğu anlama ve yorumlamaya yönelik
algılamada, anlamacı bir yaklaşım sergilediği görülür.868Bu yaklaşım tarzına göre
Kur’an ile bilim arasında ortak bazı konular vardır. Dolayısıyla bu ortak konulara ilişkin
ayetlerin anlaşılmasında bilimsel bilgi aracı olarak kullanılabilir. Bu kullanım
866
Kırca, Kuran ve Modern Bilim, 5.
Şerbasî, 130.
868
Jansen, 90.
867
222
Kur’an’dan istihraç yoluyla bilimsel icat ve keşiflerin çıkartılması tarzında değil
Kur’an-bilim ilişkisini ele alan ayetlerin daha iyi anlaşılması ve açıklanmasına
yöneliktir. Uzlaştırıcı Bilimsel Tefsir Temelli Kur’an tasavvuruna sahip olanlar
Kur’an’daki bilimsel bilgiyi, bilim dallarının belli konularına temas eden ve bu bilim
dallarında kullanıldığında malzeme olacak nitelikte bilgi olarak görürler. Bu algılamaya
göre Kur’an’da bilim dallarına ilişkin bütün bilgiler yoktur. Ayrıca mevcut bilgilerde
diğer bilim dallarında bulunan bilgiler gibi sistematik değildir. Fakat Kur’an’daki
bilgilere dayanılarak bir sistem kurulabilir. Kur’an’ın bir hidayet kitabı olması ve içinde
ahkama müteallık konuları barındırması, onun bilimsel konulara değinmesini ve
bunlardan genel ve özel ifadelerle kendi dilince bilimsel veriler taşımasını engellemez.
Bundan dolayı Kur’an’ın daha iyi anlaşılması için bilimsel verilerden yararlanarak onun
haklılığını çıkaran bir uslüp takınmak gerekir.869
Kur’an’daki bilimsel bilginin açıklanması yöntemini benimseyen Uzlaştırıcı yaklaşımın
Kur’an tasavvurunun anlama ve anlamlandırma da bazı ortaya çıkmaktadır. Tarihselci
Kur’an tasavvuru tarafından uzlaştırıcı bilimsel tefsirci Kur’an tasavvuru sahiplerinin
çabaları, savunma psikolojisinin bir ürünü olarak algılanmıştır. Onlara göre bilimsel
Tefsir Temelli Kur’an tasavvuru sahipleri, Kur’an’ın ne kadar yüce olduğunu cümle
aleme göstermek için bu tür çabalara girişmişlerdir. Bu durum ise bazı skandal düzeyde
fiyaskolarla sonuçlanmıştır. Bütün bu çabaların temelinde aşağılık kompleksin yattığı
vurgulanmıştır.870
Uzlaştırıcı yaklaşımın Kur’an tasavvuru anlama ve anlamlandırma yöntemi açısından
siyak-sibak ilişkisi ve ayetin bağlamını göz önünde bulundurmama, arapça dilinin
kurallarını dikkate almama, Kur’an’ın indiği ortamda muhatapların zihin dünyasını ve
kavrayışlarını dikkate almama, din dili ile Kur’an dilinin farklı özelliklere sahip
olmasından dolayı din dili ile bilimsel muhtevalar çıkarmanın mümkün olmadığı
bilimin amacı ile Kur’an’ın amacının farklı olmasına rağmen bilimsel anlama ve
açıklama lehinde kullandıkları ve dolayısıyla ayeti sahip olduğu anlamın dışında bir
anlamlandırmaya gidilerek istedikleri manayı elde etmeye çalışma gibi yönlerden
eleştirilmiştir.
869
870
Şerbasî, 126–127.
Öztürk, Kuran ve Tefrsir Kültürümüz, s. 157.
223
Ayrıştırıcı bilimsel tefsirci Kur’an tasavvurunun, Uzlaştırıcı Bilimsel Tefsirci Kur’an
tasavvuruna yönelttiği eleştiri genel olarak din ve bilimin birbirinden ayrı iki hakikat
oluğu esasına dayalıdır. Bu yaklaşıma göre din ile bilim nitel olarak birbirinden ayrı iki
hakikat kaynağını temsil etmektedir. Vahiy, varlığın büyük sorularına cevap vermeye
yönelik bir kaynak iken, bilim ise akıl yoluyla fiziksel ve beşeri dünyaya ilişkin yasaları
çıkarmaya yönelik bir kaynaktır. İkisi arasında ise bir ilgi ve çatışma yoktur. İkisi de
ayrı ayrı şeylerdir. Fakat ikisi arasında birbirini tamamlayıcı bir bağ vardır. Bu
tamamlayıcılık ilahi metinde değil, tabiat kitabında mevcuttur. Örneğin Kur’an’daki
vahyin ilk muhataplarının tasavvurunda yer alan “alaka, mudğa,” gibi kavramlar
hakkında Kur’an ayetlerinden mucizevi bilgiler çıkarma yerine bu alanla ilgili bilimsel
bilgilerden faydalanmak daha isabetli olacaktır. Buna göre ne Kur’an bilime ne de bilim
Kur’an’a bulaştırılmamalıdır. Tam tersine her ikiside kendi amaç ve işlevlerine uygun
farklı kompartımanlarda konuşlandırılmalıdır.871
“Kur’an herhangi bir tarihsel olaya atıfta bulunduğunda anlattığı olayın tarihsel
seyrini rahatlıkla ihmal edebilmektedir. Biz Kur’an’da yer alan bir kıssa ile muhataba
ne verilmek istendiğini anlaya bilmek için ilgili kıssa hakkında ayrıntılı tarihsel
bilgilerden çok, tarihten seçilen bu örneğin, vahyedildiği bu ortamla ilişkisini
hissetmeye ihtiyaç duyarız. Kur’an’ın tabiata atıflarında da bu durum farklı değildir.
onun amacı iletiyi yüklemek için seçilen malzeme ne olursa olun herhangi bir tarihi
veya fiziksel olayın gelişim biçimini tasvir etmek değil; ama her seferinde anlatılan
olaya anlam katmaktır. Bunun sonucu olarak Kur’an hemen her şeyi dini alana
çekmekte ve ona bir anlam yüklemektedir. Örneğin Kur’an, yağmuru Allahın rahmeti
olarak nitelemektedir. Kur’an hiçbir yerde yağmurun oluşumuyla ilgili fiziksel
gerçekliğe aykırı bir beyan içermemekle beraber onun için yağmur asla buharlaşan
suyun soğuk hava tabakasına çarparak yeryüzüne geri dönmesinden ibaret kuru bir
fiziki olay değildir. Kur’an açısından yağmur, yeryüzündeki canlıların ona olan
ihtiyaçları düşünüldüğünde Allahın bütün yeryüzü halkına ihsanı ve rahmetinin bir
ürünüdür. Kur’an’ın- yağmurun fiziksel oluşumu konusunda bilgi sahibi olsun, olmasınyağmur olayını müşahede eden muhataptan temel beklentisi bu dindar bakış açısıdır.
871
Öztürk, Kur’an, Tefsir, ve Usül Üzerine, s.50.
224
… bu itibarla herhangi bir olayın oluşum gösterdiği Kur’an ifadelerinden hareketle
bilgi sahibi olmak mümkün değildir. Böyle bir sorunun cevaplanması, daha çok Kur’an
dışı araştırmalara mütevakkıf bir iştir.872
Ayrıştırıcı yaklaşımın Kur’an’ın tabiata ilişkin atıflarının doğrudan bilimsel katkı
amaçlı olmadığını öne süren bu yaklaşımına karşın Uzlaştırıcı yaklaşım da bu görüşe
katılmakla beraber, bu ayetlerin her ne kadar farklı amaçlar için ele alınmış olsa da
bilimsel verilere uygun düşen bazı bilgileri ihtiva ettiğini belirtmiştir.
“ … Bir başka deyişle bu tür ayetlerin birinci ve öncelikli amacı tabii bilimlere bilgisel
ve bilimsel katkıda bulunmak olmadığı halde bu ayetler, ihtiva ettiği ikincil ve üçüncül
anlamlarıyla, yani delaletleriyle bilimsel bilgilere zıt olmayan tam tersine bilimsel
bilgilerle tam bir uyum içinde olan bazı bilgileri içermektedir. Bu bilgilerin daha iyi
anlaşılması için bilimsel bilgilerle yorumlanmasının hiçbir sakıncası yoktur. Nitekim
tarihi süreç içerisinde bu tür yorumlar yapılmıştır ve yapılmayada devam edilmektedir.
Ön yargı ile veya kategorik bir yaklaşımla bu tür yorumlara karşı olmak, bardağın dolu
tarafını inkar ederek sadece boş tarafını görmek demektir. Böyle bir yaklaşım ne
bilimsel yöntemle ne de bilim ahlakı ile bağdaşır.873
Uzlaştırıcı yaklaşımın Kur’an tasavvurunun Kur’an’ı anlama ve açıklamaya yönelik
tavırları bir de Kur’an’ın kullandığı dilsel, belağat ve itikadi açıdan eleştirilir. Bu
eleştiriye göre dilsel açıdan Kur’an dilinin, bilimsel dilin kavramlarıyla anlama ve
açıklanmaya çalışılması uygun bir davranış olarak görülmemektedir. Nedeni ise
Kur’an’ın indiği dönemdeki Arapçanın kavramları ile günümüzde kullanılan Arapça
dilin kavramları arasında farklılıklar vardır. Kur’an’ın indiği dönemdeki Arapların
anlayamayacağı kavramlarla Kur’an’ın anlaşılmaya çalışılmanın doğru olmayacağı
ifade edilmiştir. Bu lafızların indiği dönemin dışında bir mana ile anlamlandırılması
Cenabı Allahın asırlar sonra anlaşılacak bir dille muhataplarına seslendiği imajını
oluştur ki bu da doğru değildir. Ayrıştırıcı yaklaşım, Kur’an kavramlarının anlaşılması
ve anlamlandırılmasında indiği dönemin bilgilerinin esas alınması gerektiğini ileri
sürmüştür. Aksi taktirde günümüz kavramlarla Kur’anî kavramların anlaşılması ve
anlamlandırılmasını bir tahrif olarak görmüşlerdir. Bu tasavvur sahipleri, bilimselci
872
873
Ömer Özsoy, Kuran ve Tarihsellik Yazıları, Kitabiyat, Ankara 2004, s. 18–19.
Kırca, Kur’an’ı Anlama, 234.
225
Kur’an tasavvuru sahiplerinin Kur’an ayetlerinin doğrudan veya dolaylı olarak bilimsel
verilerle anlamlandırılmalarını yanlış ve yanıltıcı olarak telakki etmektedirler. Bu
tasavvura göre Kur’an’ın bilimle alıp veremediği bir konu yoktur. Aynı zamanda
Kur’an’ın bilimsel bir bilgi vermek gibi bir amacı da yoktur. Bu husus, Kur’an’ın ana
gayesine aykırı bir durum olarak görülmüştür. Onun evrenselliği iman ve ahlak
temelinde bir mesaj olmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla farklı mecralarda
Kur’an’ın evrenselliğini beyan etmek onun ruhuna aykırıdır.874
Uzlaştırıcı yaklaşımın Kur’an tasavvuruna yöneltilen bir diğer eleştiri Kur’an’ın nazil
olduğu dönemdeki insanların tabiata ve kainata ilişkin tasavvurlarını dikkate alan
Kur’an ayetlerinin üzerine, bilimsel bilginin inşa edilemeyeceğidir. Bu eleştiriye göre
Kur’an, o dönemin insanının doğru olsun yanlış olsun sahip olduğu kozmolojik
tasavvurlara uygun ifadeler kullanarak dikkatlerini çekme amacı gütmüştür. Bundaki
asıl amaç dikkatleri ilahi hedefe yöneltmedir. Bu tür ifadelerden bilimsel bilgilerin
türetilmesi Kur’an’ın amacına aykırıdır. Buna örnek olarak Ra’d sûresinin 13. Ayeti
örnek olarak gösterilmiştir. Cenabı Allah bu ayette yeryüzünü arapların o günkü
tasavvuruna uygun düz bir zemin olarak ifade etmiş ve “medde-l-arz” ifadesini
kullanmıştır. Bu ayete binaen bazı klasik Bilimsel Tefsir Temelli Kur’an tasavvuru
sahipleri dünyanın düz olduğunu ifade etmişlerdir. Bu durum ise olgusal gerçekliğe
aykırı olduğu için yanlıştır. Bu tür beyanların enformatif zannedilerek bilgi türetme
şeklinde bir anlama ve anlamlandırma faaliyetine girişilmesi doğru bir yaklaşım
değildir. Çünkü Kur’an’daki dil, bilimsel bir dil değildir. Bundan dolayı Kur’an bilimsel
bilgi verme gayesi gütmez. Onun asıl amacı insanlara dînî, ahlaki planda rehberlik
etmektir. 875
Ayrıştırıcı yaklaşımın, Bilimsel Tefsir Temelli Kur’an tasavvurunun anlama ve
anlamlandırmasına yönelttiği bir diğer eleştiri ise Kur’an’ın sahip olduğu ana gaye
üzerinedir. Buna göre Kur’an’ın ana gayesi insanoğluna bu dünyada rızai ilahi
doğrultusunda bir hayat yaşatmak ve ahirette de mutluluğunu sağlamaktır. Ana gayesi
bu olan Kur’an’ın, bilimsel bilgi vermek gibi bir gayesi olamaz. Bunun yanında sadece
bilimsel değil aynı zamanda tarihi bilgiler ve tarihin bütün zamanlarında
uygulanabilecek özelliğe sahip özel hukuk ilkelerini içinde barındıran bir yapı arzetmesi
874
875
Öztürk, Kur’an’ı Kerim Meali, Otto yayınları, Ankara 2008, s. 9.
Öztürk, Kur’an, Tefsir, ve Usül Üzerine, s.40
226
mümkün değildir. Bilakis Kur’an’ı bu türden tabiata, tarihe, hukuka ve diğer konulara
ilişkin atıfları Allaha teslimiyet ve iman ve ahlak sahibi insanlar olmamız ve neticede
dünyada salaha ahirette de felaha kavuşmamızın gerektirdiği ile ilgilidir.876 Bundan
dolayı Bilimsel Tefsir Temelli Kur’an tasavvurunun ortaya koymuş olduğu Kur’an
ayetlerini anlama ve anlamlandırma çabası problemlidir. Buna neden olarak bilimin de
içinde bulunduğu her şeyin dinin kutsal metnine refere edilmesidir. Bu tutum yanlış bir
durumdur. Çünkü dinin temel amacı insanı ahlaken arındırmaktır. Kur’an ifadeleri de,
bunu gerçekleştirmeye yönelik erekselci ve tavsiye kipindedir. Bu tür kalıplarda
bilimsel veriler aranması Kur’an’ın varlık sebebine aykırıdır.877
Ayrıştırıcı yaklaşımın Kur’an’ın gayesine yönelik parçacı bir yaklaşımla Bilimsel
Tefsirci Kur’an Tasavvurunun görüşlerini dışlayan bu tutumuna karşın uzlaştırıcı
yaklaşım, Kur’an’ın gayesinin insanı ve insan hayatını hedef aldığını ifade ederek
Kur’an’ın amacının bilim ve felsefe ile farklılık arzetmediğini öne sürmektedir.
“Kur’an da insanı ve insan hayatını hedef alır. Özellikle insan-Allah, insan-insan,
insan-evren ilişkilerine yönelik kurallar getirir. Bu yönüyle Kur’an’ın amacının da
bilimin ve felsefenin amacından çok farklı olmadığı, hatta belli oranda keşiştiği ve
benzerlik gösterdiği söylenebilir. Zira bilim, felsefe ve Kur’an arasında belirleyici fark
amaç farklılığından ziyade yöntem, dil ve kaynak farklılığından kaynaklanır.”878
Ayrıştırıcı yaklaşımın, Uzlaştırıcı yaklaşıma yönelttiği bir diğer eleştiri de bakış açısına
yöneliktir. Uzlaştırıcı yaklaşımın sahip olduğu bakış açısını romantik ve ideolojik olarak
niteleyen ayrıştırıcı yaklaşım bu akış açısının takındığı durum da Kur’an’ın ne dediği
değil kişinin ondan ne anlamak istediğini ve ne anladığını önceleyen bir bakış açısı
olarak niteler. Ayrıştırıcı yaklaşıma göre bu tutum ise Kur’an ayetlerindeki tarihsel
unsuru görmezden gelmektir. Bu yaklaşım kişinin metinde ne görmek istediğini
algılamaya yöneldiği bir yaklaşımdır. Bu durum ise kişiyi anakronizme götürür. Bu da
yanlış bir tutumdur.879
876
Öztürk, Kur’anı Kerim Meali, 9–10.
Öztürk, Kur’an Tefsir ve Usül Üzerine, 60.
878
Kırca, Kur’an’ı Anlama , s. 210.
879
Öztürk, Kur’an Tefsir ve Usül Üzerine, 60.
877
227
Ayrıştırıcı yaklaşımın yöneltmiş olduğu bu itham edici eleştiri daha bilimsel bir
yaklaşımla aradaki görüş farklılığının, mantık anlayışında ve Kur’an’ı anlamada
kullanılan yöntem farkındalığından kaynaklandığı uzlaştırıcı yaklaşım tarafından
reddedilmiştir.
“İster Kur’an’la bilimin farklı olduğunu savunan kompartımancı yaklaşımlar olsun,
ister Kur’an ve bilimin arasında bazı alansal ve bilgisel birlikteliklerin bulunduğunu
savunan bilimsel tefsirci yaklaşımlar olsun neticede her iki yaklaşımın ayrışmasına
sebep olan son nokta, Kur’an tasavvurlarında, mantık anlayışlarında Kur’an’ı
anlamada kullanılan yöntemlerin farklılığında ve yapılan tanımlama sorunlarında
odaklanmaktadır. Neticede yorumcunun, bu konularda ön yargılı kalıp yargılı ve bir
paradigmaya sahip olup olmamasına göre Kur’an-bilim ilişkisine yaklaşımı ya
kompartımancı olmakta ya da Kur’an la bilim arasında kısmen de olsa birlikteliğin
bulunduğu yöne doğru kaymaktadır. Bir başka ifadeyle bu yaklaşım farklılığı Kur’an’ın
muhtevası içinde yer alan bazı kevni veya bilimle ilgili olduğu varsayılan ayetlerin,
bilimsel verilerle yorumlanıp yorumlanamayacağı konusundaki düşünce farklılığından
kaynaklandığı görülmektedir.”880
Ayrıştırıcı yaklaşım tarafından yöneltilen bir diğer eleştiri noktası Bilimsel Tefsir
Temelli Kur’an tasavvurunun anlama ve anlamlandırma faaliyetlerini batı kaynaklı
modern bilime İslami bir temel oluşturma ve bilimsel verileri Kur’anîleştirme çabası
olarak nitelemesidir. Bu iddiaya göre, Kur’an bilimin tezkiyesine muhtaç bırakılmakta
ve seküler bilgi ve bilim Kur’an’la meşrulaştırma çabası içine girilmektedir. Bu tür bir
davranış modern bilimi dinin güdümüne sokmak ve bilimin dinamik yapısını dinin
statik yapısına mahkum etmek anlamına gelir. Bunun yanında değişime ve yanlışlama
ve doğrulamaya açık olan bilimsel bilgi ile ayetlerin anlamlandırılması bilimsel bilgi
alanındaki her değişim dini beyandaki değişim anlamına gelecektir ki bu doğru bir
tutum ve davranış değildir.881
Bilimsel Tefsir Temelli Kur’an tasavvuruna yönelik bir diğer eleştiri ise itikadi
açıdandır. Bu eleştiriye göre Kur’an, evrensel ve tarih üstü bir kitap olduğundan
değişken bilimsel sonuçlarla ayetlerin açıklanması ve bazen ileride aralarında
880
881
Kırca, Kur’an’ı Anlama s.216.
Öztürk, Kur’an Tefsir ve Usül Üzerine, 49.
228
çelişkilerin açığa çıkabileceği bilgiler aracılığıyla Kur’an’ın açıklanmaya çalışılması
kişinin Kur’an’a olan inancını zedeleyebilir. Nitekim geçmişte tefsir literatüründe
zamanın bilimsel verileriyle açıklanan bazı Kur’an ayetlerinin bilimsel görüşlerin
değişmesiyle yanlış yorumlandığı anlaşılmaktadır. Geçmişte yapılan hatalara tekrardan
düşülmemesi için değişken verilerle Kur’anın anlama ve anlamlandırma faaliyetine tabi
tutulmaması bir zorunluluktur. Aksi taktirde bu tutum müslüman kişinin itikadına zarar
verebilir.
Her ne kadar Uzlaştırıcı yaklaşım teorik olarak Kur’an’ın bütünlüğünü göz önünde
bulundurulup bilimsel bilgi içerikli bazı ayetlerin anlaşılmasını çağın bilgi birikimiyle
açıklamayı
ve
anlamlandırmayı
hedef
olarak
belirlenmişse
de
pratikte
bu
yansıtılamamıştır. Diğer tasavvurların anlam ve yorumlanmasında görülen aşırı yorum
ve parçacı yaklaşım bilimsel temelli Kur’an tasavvurun anlama ve yorumlamalarında da
görülür.882
Uzlaştırıcı bakış açısının tam karşısında yer alan ayrıştırıcı yaklaşım -Geleneksel
dönemde Şatıbî’nin öncülüğünü yaptığı çağdaş dönemde Edebî Kur’an Tasavvuru,
Antropolojik Kur’an Tasavvuru, Tarihselci Kur’an Tasavvuru- taraftarlarınca
Kur’an’dan bilimsel bilginin çıkarılamayacağının öne sürülmesi de sorunlu bir
yaklaşımdır. Ayrıştırıcı yaklaşımın Kur’an’da bulunan bilimsel bilgiye malzeme olacak
veya bilimsel bilgilerle daha iyi anlaşılacak ayetleri yok sayması Kur’an’ın kendisiyle
tenakuza düşmektir. Kur’an’daki bilimsel bilgilerin dilini anlamayıp sadece bunları
sistematik bilimlerdeki gibi bir dille okumaya çalışanlar, en az istinbatçı yaklaşım kadar
hata içindedir. Kur’an’daki bilimsel bilginin kendi dilinde olduğu ve bu bilgilerin daha
çok niçin’e yönelik olduğu bir gerçektir. Her alanda bilgiye sahip olan Kur’an’ın sadece
bir ahlak kitabı olarak görülmesi Kur’an’ın kapsam alanını daraltmaktan başka bir şey
değildir.
Ayrıca yaklaşımın sık sık dile getirilen değişen bilimsel verilerle Kur’an’ın anlama ve
anlamlandırılmaya tabi tutulması Kur’an’a atfedilen değeri ortadan kaldırmaz. Tam
aksine onun mucizeliğini kuvvetlendirir. Günümüze kadar bilimsel içerikli ayetlerin
tefsirinde insanların yaptığı hatalar onun ne kadar Kur’an’ın sahip olduğu gerçeklere
882
Geniş bilgi için bkz: Süleyman, Gezer Kur’an’ın Bilimsel Yorumu, Ankara Okulu Yayınları, Ankara
2009, s. 127–187.
229
ulaşımadığını apaçık göstermektedir. Çünkü insanların bu dönemlerde yaptıkları tefsire
araç olan bilimsel veriler zayıf ve kısa idi. Görüşler geliştikçe bilgiler çoğaldıkça, bilim
yeni buluş ve keşifler gerçekleştirdikçe Kur’an’ın sahip olduğu doğal gerçekler apaçık
ortaya çıkmaktadır. Bu gerçekler o derece yüce bir hedef durumundadır ki insan aklı
hala onlara ulaşamamış görünmektedir. Bundan dolayı bilimin gereçleri göklerin ve
yerin gerçeklerine yöneldikçe Kur’an ayetlerine yönelmiş olmaktadır. 883
3.2.2.4.
Antropolojik
Kur’an
Tasavvurunun
Kur’an’ı
Anlama
ve
Anlamlandırmaya İlişkin Sorunları
Antropolojik Kur’an tasavvurunun anlama ve anlamlandırmaya yönelik sorunu sahip
oldukları yöntem ve bu yöntem doğrultusunda kendi tasavvurlarını Kur’an’ı anlama ve
anlamlandırmada öncelemesinden kaynaklanmaktadır. Bu tasavvura göre Kur’an’ı
anlama ve anlamlandırmada takip edilecek metod dilsel metin analizidir. Çünkü Kur’an
yirmi üç yıllık bir zaman diliminde kültür ve olgu içerisinde biçimlenen dilsel bir
metindir. Metnin anlamı ise öncelikle onun dilsel yapısının analiziyle ikinci olarak da
onun oluştuğu bağlama müracaat etmekle ortaya çıkar. Kültür ve olgudan kopuk bir
metinden bahsetmek mümkün olmadığı gibi kültür ve olgudan kopuk bir dilden de
bahsetmek mümkün değildir. bundan dolayı Kur’an metnini incelemeye bu metne
muhatap olan insanların hareketlerini çevreleyen olgu ile dil içerisinde vücut bulan
kültürden başlamak gerekmektedir.
Bu
bağlamda
Antropolojik
Kur’an
tasavvurunun
Kur’an’ın
anlaşılması
ve
yorumlanmasına ilişkin yaklaşımı, Kur’an’ın tarihsel ve antropolojik okunması
yönündedir. Çünkü Antropolojik Kur’an tasavvuru vahyi tamamen antropolojik bir
süreç olarak kabül etmektedir. Kur’an’ın Allah için söylenmiş bir söz olduğunu ifade
edecek kadar bu süreçte ileri giden Antropolojik Kur’an tasavvuruna göre vahye yön
veren olgudur. Bundan dolayı da Kur’an’ın yorumu yapılırken günümüzde de olgu esas
alınmalı ve bu çerçevede yorum yapılmalıdır.884
Bu çerçevede Hanefî, Kur’anî kavramları istediği gibi tevil ederek Kur’anî bir değeri
kendi tasavvuruna uygun bir lafızla anlamlandırır. İslam teolojisini, İslam antropolojisi
olarak anlamlandırdığı gibi.
883
884
Şerbasî, 128.
İlhami Güler, “Hasan Hanefi ve İslami Sol”, İslamiyat, Nisan -Haziran 2002, Cilt 5, Sayı 2 s. 158.
230
“Bu da gösterir ki her teolojinin ters çevrilmiş bir antropolojisi vardır. Teoloji Allah'ın
şahsının değil, sözünün bir ilmi olarak vahyin ilmi olmaktadır, zira vaIıiy Allah'ın
sözüdür. Vahiy yani Allah'ın sözü insana gönderilmiştir. Bu, Allah insana konuşuyor
demektir, zira O, insanı mutahap olarak almıştır. Allah kelfımı olarak vahyin objesi
insandır. Bu durumda vahiy insanın ilmidir, zira o insanı bir obje, bir muhatap olarak
almıştır. Bu, Allah'ın ilminin objesi insandır manasına gelir. O halde nasıl oluyorda
teoloji, bu "Allah ilmi", Allah'ı obje olarak alıyor? Her ne kadar AIlah'ın ilmi Allah'la
değil, fakat insanla uğraşıyorsa da, insan bilgisi olan vahiyden Allah bilgisi olan vahye
doğru teoloji tarafından yapılan ters bir çevrilişe şahit oluyoruz. O halde tek gerçek
teoloji, Allah'ın ilmi ile uyum halinde olan, yani vahye ve bir antropoloji olan Allah
kelamına uyan teolojidir. Allah vahyinde, kelamında ve ilminde, kendinden bahsederek
teoloji değil, insana konuşarak antropoloji yapıyor.”885
Kur’an’ın tarihsel okuma onun kültürün bir ürünü olduğu yönünü vurgularken
antropolojik okuma ise onun yükselen bir diyalektik olması yönüne vurgu yapar. Bu
algılamaya göre Kur’an’ın beşeri yönünün olması onun tarihselliğini zorunlu
kılmaktadır. Dolayısıyla beşeri yönü bulunan bir metnin değişime ve başkalaşıma
uğraması kaçınılmazdır.886 Bunun sonucu olarak Antropolojik Kur’an tasavvuru,
Kur’an’daki hükümlerin bağlı bulundukları dönemin şartlarına uygun olarak
getirildiğini ve o dönemdeki antropolojik şartların bugün mevcut olmadığını ifade eder.
Antropolojik Kur’an tasavvurunun ortaya koymuş olduğu anlama ve yorumlama
anlayışına göre Kur’an’daki muamelata ilişkin ayetler yerel bir takım hükümler
içermekte olup dönemin şartları göz önünde bulundurularak düzen ve tertip
edilmişlerdir. Bundan dolayı Kur’an ayetlerinin lafızları sabit kalsa bile taşıdıkları
anlamların Hz. Peygamber dönemini aşarak değişmesi gerekmektedir. Bu durum,
Kur’an’ın her dönem için geçerli ve dönemsel gereksinimleri karşılayan bir yapıyı
barındırmasının şartıdır.
Kur’anın tarihsel olarak okumanın yanında olgusal olarak okunmasını da gerekli gören
Antropolojik Kur’an tasavvuruna göre bunu sağlayacak yöntem vâkiî anlama ve
anlamlandırmadır. Bu yöntem Kur’an’ın literal okunmasından uzak bir anlayış sergiler.
İçerik ve hedef kriterini göz önüne alarak maslahat eksenli okumayı ön planda tutar.
885
886
Hanefî, Teoloji mi Antropoloji mi, (Çev.: M. Said Yazıcıoglu), A.Ü.İ.F., Cilt. XXIII, 1976, s. 514.
Polat, 230.
231
Çünkü Kur’an vakıanın fikre önceliği olan esbabı nuzül ile zaman ve hareketin metne
önceliği olan nasih ve mensuhtan oluşmuş bir yapı arzeder. Vakıa, bu anlayışa göre
nasstan önce gelir. Çünkü nass, vakıaya verilen bir cevaptır. Vakıa bir soru sorar ve bu
soruya nass cevap verir. Bundan dolayı Kur’an vakıaya verilen bir cevaptır. Hal böyle
olunca Kur’an’ı anlama ve anlamlandırmada vakıa önce gelmelidir. Günümüz için
Kur’an’ı anlama ve anlamlandırma faaliyetinde yaşayan tecrübe öncelenmelidir. Çünkü
vahyin kendisi her zaman ve zeminde insanların maslahatını gözetmektedir.
Antropolojik Kur’an tasavvuruna göre vahiy durduk yere gönderilmemiştir. O,
toplumun içinde bulunduğu problemlerin halli için gönderilen bir yapı arzeder. Bu
durum, vakıanın fikre, dinamik olanın durağan olana önceliğini ispat eden esbabı
nuzülde de görülmektedir. Burada asıl hedef vakıayı olduğu gibi bırakmak değil onu
değiştirmekte yatar. Bundan dolayı vakıî anlama ve anlamlandırma zamanı ve mekanı
olmayan, vakıanın dışında dolaşan ve insanların problemini çözemeyen bir evrensel ve
kuşatıcı Kur’an tasavvurundan bahsetmez.
“Halbu ki biz gerçekliğe karşı nassa önem verdik ve geri kaldık. Şairin şu dizelerinde
olduğu gibi “baban nasslara sığınınca hırsız içeri girdi” Nasih ve mensuha gelince o,
nasslarda zamanın varlığına ve onlardaki gelişmeye delalet eder. Nass donmuş
değildir. Bilakis gerçekliğin değişmesi ve gelişmesiyle beraber değişir, gelişir. Biz
gelişmeyi durdurduk ve sabit nass uğruna zamanın kurbanı olduk.887
Antropolojik
Kur’an
tasavvuru
anlama
ve
anlamlandırma
faaliyetini
tanrıyı
içkinleştirmeye, iradeyi özgürleştirmeye aklı geçerli kılmaya, kitlesel yenileşmeye,
işlevsel hukuka, metinden realiteye ve lafızdan manaya geçişi gerçekleştirecek bir araç
olarak görmektedir. Bunu gerçekleştirmek için anlama ve anlamlandırma faaliyetinde
metin değil olgu öncelenmelidir.888
Antropolojik Kur’an tasavvurunun anlama ve anlamlandırma anlayışına yöneltilen
eleştiriler bir yönüyle Tarihsel Kur’an tasavvuruna yöneltilen eleştirileri kapsamakla
beraber şu yönlerden de Antropolojik Kur’an tasavvurunun Kur’an’ı anlama ve
yorumlama yöntemine eleştiriler yöneltilmiştir. Bu tasavvurun ortaya koyduğu anlama
ve yorumlamaya ilişkin sorunların başında Kur’an’ı diğer metinler seviyesine indirerek
887
888
Öztürk, Kur’an ve Tefsir Kültürümüz, 181.
Öztürk, Kur’an ve Tefsir Kültürümüz, 181.
232
onlara uygulanan hermeneoutik yöntemin Kur’an’a da uygulanması sırasında ortaya
çıkmaktadır. Oysaki bu durum gerçekle tezat oluşturur. Kur’an tecrübenin ürünü
olmayıp ilahi bir kaynaktan gelmektedir. Her ne kadar onun tarihsel ve olgusal
olmasının onun ilahiliğine zarar vermeyeceğini ifade edilse de realitede Kur’an ilahi
kaynaklı olup insanlara kendisini mutlak doğru olarak ifade etmektedir.
Diğer taraftan Antropolojik Kur’an tasavvurunun önerdiği olgusal ve beşerî okumanın
öznellikten kurtulamayacağı apaçık ortadadır. Manayı lafza önceleyen bir yaklaşım
öznellikten kurtulamayacak ve her olguya yönelik farklı uygulamaları açığa
çıkaracaktır. Olgunun her zaman esas kabül edilmesi Kur’an’ı zamanla insanların öznel
duygu ve düşüncelerini onaylattığı bir kitap haline dönüştürmesi de kaçınılmaz
olacaktır.
Antropolojik Kur’an tasavvurunun anlama ve yorumlamaya ilişkin bir diğer sorunu da
Kur’anî bilgilerin değeri hususundadır. Epistemolojik açıdan bir bilgi kaynağı olan
vahiy, kesin bir bilgi içerirken ve bu bilginin değeri akıl ve sağduyuya öncelenirken
Antropolojik Kur’an tasavvurunun anlama ve yorumlama sürecinde, vahyî bilgi akıl ve
sağduyunun gerisine itilerek arka plana düşürülmüştür. Oysa Kur’an, bilginin değerine
yönelik ifadelerinde kendisinin mutlak ve otoriter olduğunu vurgulamıştır. Kısaca,
geleneksel dönemde ortaya konulan Kur’an tasavvurlarında anlama ve yorumlama
faaliyetlerinde lafız ön plana itilip olgu arka planda kalırken Antropolojik tasavvurunun
ortaya koyduğu anlama ve yorumlama faaliyetinde olgu ön plana çıkıp lafız arka plana
itilmektedir. Bu durumda Kur’an’ın normatif ve ahlakî ve hukukî konulardaki
yaptırımsal yönü bertaraf edilmektedir.
Ayrıca Antropolojik Kur’an tasavvuru Kur’an’ın indiği döneme ilişkin ahkama yönelik
hususları tarihsel olarak algılaması, ahkama dair konular için geçerli olurken aynı
durumun ahlaka ve yönelik ayetlerin tarihsel olarak algılanması mümkün olabilecek
midir? Bu konulardaki normatif ve öğütçü bir yapı arzeden Kur’an ayetlerinin tarihsel
olarak addedilmesi hangi esaslar çerçevesinde olacaktır? Veya Kur’an’ın bazı ayetlerine
tarihsel diğer bazı ayetlerine evrensel bir gözle mi bakılacaktır? Bunun sonunda şiddetle
savunulan bütüncül yaklaşımdan uzak kalınmayacak mıdır? İşte bu gibi sorunların
cevabı Antropolojik Kur’an tasavvurunun Kur’an’ın anlama ve yorumlamaya ilişkin
ortaya koyduğu yöntemde bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
233
3.2.2.5. Sosyolojik Kur’an Tasavvurunun Kur’anı Anlama ve Anlamlandırmaya
İlişkin Sorunları
Sosyolojik Kur’an tasavvurunun Kur’an’ı anlama ve yorumlamada gözettiği yöntem ve
metot, Kur’an’a yükledikleri misyon ve sahip oldukları Kur’an tasavvuru ile sıkı bir
ilişki içerisindedir. Sosyolojik Kur’an tasavvuru Kur’an’ın varlık sebebini, insanları
hidayete erdiren bir araç olarak görmektedir. Bundan dolayı onu anlama ve
anlamlandırmada Kur’anın ulaştırmak istediği hedeften saptıracak bilgilerden uzak
durulmasını ön görmektedir. Çünkü hangi zaman ve zemin olursa olsun Kur’an’ın
mutlaka söyleyecek bir sözü vardır. Kur’an’da miadı dolmuş bir ayet veya hüküm
yoktur. Zira Kur’an’daki tüm buyruklar tarih üstü bir hüviyete sahiptir. Bu tasavvura
göre Kur’an, toplum ve hayat ile bağlantılı kılınmalı ve islam dininin evrensel, edebî ve
her zaman ve mekan için elverişli olduğu ortaya konulmalıdır. Kur’an’a bu doğrultuda
yaklaşılmalı ve Kur’an’dan bu yönde istifade edilmelidir. Bunu gerçekleştirmek içinde
anlama ve anlamlandırma faaliyeti metin çözümlemelerine indirgenmemeli, sıhhati
belirli olmayan rivayet malzemelere de pek itibar edilmemelidir. Bilakis Kur’an
öncelikle Kur’an ayetleriyle yorumlanmalı ve bunu gerçekleştirirken akıldan da etkin
bir şekilde istifade edilmelidir.889 Bunun için Kur’an’ı Kur’an’la, sahih hadislerle, arap
dilinin özellikleriyle, ictihadlarla ve Kur’an metninin birbirini tamamlayan bir bütün
olma özelliği göz önünde bulundurulmalıdır. Bütünlük içinde ele alınmayan Kur’an
ayetleri sağlıklı anlama ve anlamlandırmalara konu olamaz. Bilakis aynı grubu
oluşturan ayetler bütünlük içinde alınmalı ana amaç ve temel hedef birlikte
sunulmalıdır.
Sosyolojik Kur’an tasavvuru Kur’an’ı anlama ve anlamlandırmada fazlaca belağat, dil
ve gramer araştırmalarına yer vermez. Çünkü bunun temelinde böyle bir yöntemin
ayetteki manayı meşgul edeceği algısı yatmaktadır. Sosyolojik Kur’an tasavvuru
ayetleri anlama ve anlamlandırmada fazla detaylı bilgiden de kaçınır. Çünkü tefsir ile
meşgul olanların belağat, gramer ve felsefe ile meşgul olmaları ayetteki ilahi maksadın
dışına çıkılmasına yol açabilir. Bu asıl hedef Allahın kitabını insanların dünya ve ahiret
hayatında mutlu olabilecekleri bir din kitabı olmalıdır. Bundan dolayı genel mana ve
hedefler göz önünde bulundurularak anlama ve anlamlandırma faaliyetine girişilmelidir.
889
Öztürk, Tefsir Tarihi, 283–287.
234
Yine sosyolojik Kur’an tasavvuruna göre ayetleri anlama ve anlamlandırma faaliyetine
tabii tutarken Kur’anı doğa ve sosyal bilimlere, milletlerin siyaset bilimlerine ulaştıran
sebeplere değinilmelidir. Aynı zamanda konular ele alınırken çağdaş felsefecilerin,
sosyologların, siyasilerin görüşleri ile anlatılan meseleler tanıklandırılmalıdır. Her
münasebette Kur’an’la-bilim arasındaki uyuma özen gösterilmelidir.890
Reşit Rıza’nın şu sözleri Sosyolojik Kur’an tasavvurunun anlama ve yorumlamadaki
takip ettiği metodu daha net bir şekilde yukarıda açıklamaya çalıştığımız tutumu bize
özetlemektedir.
“İşte bu tefsir, doğru haber ile aklın açık hükümlerini birleştiren bir eserdir. Bu metod,
teşriin hükmünü, Allah’ın beşeriyete ilişkin yasalarını ve Kur’an’ın her zaman ve mekan
için bir rehber olduğunu beyan eder. Onun bu rehberliği ile Müslümanların bu çağdaki
halleri arasında bir denge kurar ve Müslümanların bu rehberlikten ve ona tutunan
selefin tarzından yüz çevirmeleri sonucu içine düştükleri sonucu konu edinir. Sözü,
çeşitli ilim ve fenlerin terimleri ile karıştırmaktan kaçınan bir uslüpta yazılan bu tefsir,
avamın açıkça anlayacağı, havassın da kendisinden müstağni kalamayacağı bir
tefsirdir…”891
Ey Müslümanlar, Allah size kitabı hikmeti öğretmek, sizi temizlemek, size vaad ettiği
dünya ve ahiret mutluluğuna hazırlamak için nur ve hidayet kitabı olan Kur’an’ı
indirmiştir. Bu kitap kuru bir kanun kitabı gibi dünyevi bir kanun kitabı olarak,
bedenleri tedavi etmek için bir tıb kitabı olarak, olayları anlatan bir tarih kitabı olarak
veya kazanç ve menfaat elde etmek için bir teknik kitap olarak indirilmiş bir kitap
değildir. Çünkü bu söylenenleri yapmak sizin gücünüz dahilinde bir şeydir. Bunların
yapılması rabbinizden bir vahiy gelmesine bağlı değildir.892
Sosyolojik Kur’an tasavvurunun yukarıdaki anlama ve anlamlandırma faaliyetini
gerçekleştirmek için takip ettiği metod şu basamaklardan müteşekkildir. Kişi önce bir
konudaki ayetleri bir araya toplamalı sonra o ayetleri analiz etmeli ve ayetlerin
birbirileriyle olan münasebetlerini görerek manalarını anlamaya çalışmalıdır. Bunun
sonucu tefsir yapan kişiye konunun hükmü tecelli eder ve ayetlerin o konudaki teması
890
Şerbasî, 156.
Atalay, 103.
892
Şerbasî, 157.
891
235
açıkça ortaya çıkar. Hikmet barındıran ayetlerden gafil olunmadığı gibi ayete ve ayetten
murad edilmeyen manayıda o ayete zorla yüklemez. Eğer insanların kuranın içinde yol
gösterme türlerine yönlendirilmesi isteniyorsa en iyi metod bu olmalıdır. Yine insanlara
kurandaki konuların sadece teoriden ibaret olmadığı, bu konuların bireyin ve toplumun
yaşamıyla alakalı gerçekçi konular olduğu anlaşılacaktır. Yine bu metod, uygulayan
kişiye hayatta mevcut olan pek çok konuyu çözüme kavuşturma imkanı verecektir. Bu
metod sayesinde insanlar kuranın konularını açık adlarıyla bilecek, Kur’an’daki
konuların yaşadıkları hayatla ne kadar ilgili olduğunu göreceklerdir.893 Sosyolojik
Kur’an tasavvurunun hedeflerini gerçekleştirmek için ortaya koymuş olduğu bir diğer
anlama ve anlamlandırma metodu ise sûrede bulunan konuların hedefleri ve amaçları
özet olarak ortaya konularak yapılan şekildir. 894
Sosyolojik Kur’an tasavvuru, Kur’anı anlama ve yorumlamada takip ettiği usül ve
yöntem açısından kendisinden sonra gelen müfessirler tarafından eleştirilmekten
kurtulamamıştır. Bu eleştirilerden en önemlisi Sosyolojik Kur’an tasavvurunun Kur’anı
anlama ve yorumlamada aşırı serbestlik içinde olması ve aklı Kur’anı anlama ve
yorumlamada fazla ön plana çıkarmasıdır. Sosyolojik Kur’an tasavvuru modern
uygarlığın verileriyle çelişen ayetlerin lafızlarını aklın ilkeleriyle tevil etmiştir. Fil
sûresinin tefsirinde görülen “ebabil” sözcüğünü mikroplarla anlamlandırması buna
örnek gösterilebilir. Bu tutum, Sosyolojik Kur’an tasavvurunun kendi anlama ve
yorumlama prensiplerine aykırı olmakla beraber tarihi verilere ve Kur’an’ın taşıdığı
lafızlara ters düşmektedir.895Yine buna benzer olarak sosyolojik Kur’an tasavvurunun
Kur’an kıssalarını tarihi gerçekliklerinin olamayabileceği anlayışı, Kur’an kıssalarını bir
takım aklı veriler ışığında tevil etmeye mecbur etmiştir. Bu doğrultuda melek ve şeytan
kavramlarına zahirî anlamlarının dışında temsili bir takım akılcı yorumlar da
getirilmiştir. Bu durum sosyolojik Kur’an tasavvurunun hem kendi ilkeleriyle hem de
Kur’anın yapısıyla çelişki arzetmektedir.
Sosyolojik Kur’an tasavvuruna yöneltilen bir diğer eleştiri ise kendisi bir ilke olarak
belirtmesine rağmen anlama ve anlamlandırma faaliyetinde konusal açıdan Kur’an’a
bütüncül olarak yaklaşamamasıdır. Kur’anı anlama ve yorumlamada güttüğü amaç
893
Şerbasî, 160.
Şerbasî, 163.
895
Atalay, 278.
894
236
yalnızca Kur’anın hidayet yönünün ortaya çıkarılmasıdır. Oysa Kur’an sadece bir ahlak
kitabı olmayıp aynı zamanda epistemik açıdan bir bilgi kaynağı olup içinde farklı
konularda bilgiler içermektedir. Bütün bunlar göz önüne alındığında Sosyolojik Kur’an
Tasavvurunun ortaya koymuş olduğu Ku’ran’ın anlaşılmasına yönelik bu yaklaşım
kuşatıcılıktan uzak görünmektedir.
Sosyolojik Kur’an tasavvurunun Kur’anı anlama ve yorumlamada düştüğü bir diğer
hata ise Kur’an’daki bütün unsurları mutlak değer kabül edip tarih üstü olarak görmesi
diğer taraftan da bazı çağdaş döneme uymayan ahkama ilişkin konuları savunmacı bir
anlayışla tevil ederek insanlığın hali hazırda ulaştığı seviyeyi gelişme kabül edip bu
konuları günümüz şartlarına uyarlamaya çalışmasıdır. Bu konuda ahkam ayetlerini
savunmacı bir şekilde ele aldığı görülür. Buna örnek olarak çok eşlilik, kadının şahitliği
ve kocası tarafından dövülmesi gibi konulardan söz eden ayetleri günümüz değerler
sistemine uyarlanmaya çalışması gösterilebilir.896
3.2.2.6. Oryantalist Kur’an Tasavvurunun Kur’an’ı Anlama ve Anlamlandırmaya
İlişkin Sorunları
Oryantalist Kur’an tasavvurunun Kur’an’ı anlama ve anlamlandırmadaki en büyük
sorun Kur’an algısından kaynaklanmaktadır. Kur’an, kendisini hem inanç objesi hemde
bilgi objesi olarak ifade etmektedir. Kur’an’a sırf inanç objesi olarak bakmak kadar ona
sırf bilgi objesi olarak bakmak ve onun inanç objesi olduğunu inkar etmek Kur’an’ı
anlama ve anlamada ortaya çıkacak sorunların en başında gelir. Nitekim oryantalist
Kur’an tasavvurunun Kur’an’a ilişkin bütün hezeyanlarının altında onu bir inanç objesi
olarak değil, Rudi Paret’in Kur’ana ilişkin algısında açıkça görülen bir bilgi objesi, bir
tarih kitabı, bir Hz. Muhammedin hayatının kendisiyle anlaşılacağı kitap olarak
algılaması yatmaktadır. Tabiî ki Kur’an’ın diğer kitaplardan farklılığını inkar, bu algıya
göre tarihin tanıklık ettiği bütün geçerli veya geçersiz metin tenkitleriyle yaklaşılması
doğal karşılanılacaktır. Oysa Kur’an’ın kendini ortaya koyduğu ifadeleri göz önünde
bulundurmadan Kur’an’a yaklaşmak ilimcilik yapmaktan başka bir şey değildir.
Nitekim oryantalist Kur’an tasavvuru tarafından Kur’an’a uygulanmak istenilen
nesnelci yaklaşım bunun en bariz sonucudur. Oysa Kur’an kendisine nesnel değil öznel
olarak yaklaşılmasını ister. Bunun için önce kendisine iman edilmesini arkasından
896
Öztürk, Kuran ve Tefsir Kültürümüz, 150.
237
içindeki, insanın hidayetine vesile olacak bilgilerden faydalanılmasını ister. Nesnellik
adı altında onun vahiy kaynaklı olduğunu görmezden gelinerek yapılan bir yaklaşım
doğru bir anlama ve anlamlandırma yöntemi değildir.
Bunun sonucunda Oryantalist Kur’an Tasavvuru Kur’an’a hep ön yargılı yaklaşarak
Kur’an’ı kendi kriterlerine göre değerlendirerek, revizyon, kaynak arama, yabancı
kelimelerin tesbiti gibi boş uğraşlara kendilerini kaptırmışlardır. Oysa bu iddialarına
cevabı Kur’an’dan arasalardı kendilerini yormazlar ve doğru cevaba ulaşmış olurlardı.
Kur’an’ı tarih kitabı olarak algılayan Rudi Parette bu durum görülür. Kur’an kıssalarına
kaynak ararken, hristyan ve Yahudi kaynaklarını temel gösteren oryantalistlerin yaptığı
gibi o’da kendi kutsal kitabını kaynak olarak işaret eder. Paret’e göre Kur’an
kıssalarının alındığı yer kendi kutsal kitabıdır. Oysa Kur’an kendisinden önce tahrif
edilmiş olan semavi kitapları tashih ve tasdik edici olarak indidirilen bir kitapdır.
Kur’an’ın bu ifadesini görmeden yapılan anlama ve anlamlandırmaya ilişkin çabalar
sorundan başka bir şey değildir.
Kur’anın inanç objesi olarak algılanmadığı tasavvurda, Bütün hususlar sorundan
geçilmez olur. Hangi konuya el atsanız Kur’an’ın inanç objesi görülmediği bir
algılamada karşınıza Kur’an’la çelişen bir durum ortaya çıkar.
3.2.2.7. Popüler Kur’an Tasavvurunun Kur’an’ı Anlama ve Anlamlandırmaya
ilişkin sorunları
Popüler Kur’an tasavvurunda Kur’an’ın anlaşılması ve anlamlandırılmasına ilişkin
sorun daha çok Kur’an’ın inanç boyutunun bilgi boyutu önüne geçirilerek bilgi
boyutunun arka plana itilmesi ve teolojik ve inanç boyutunun öne çıkarılmasıdır.
Popüler Kur’an tasavvuru, Kur’an ayetlerinin bilgisel yönünden daha çok teolojik
boyutunu ön plana çıkararak ayetlerin anlamına vakıf olmadan Kur’an’ı bir sevap
kaynağı olarak algılamıştır. Yani Kur’an’ın bir hidayet kaynağı olması yönü teabbudî
yönünün arkasına itilmiştir. Bu bağlamda Kur’an, mezarlıklarda okunan, ölülerin
arkasından sevabı gönderilen, merasimlerde ve mevlütlerde olmazsa olmaz ritüellerden
görülen bir kutsal metin olmuştur. Bunun sonucunda Kur’an’a gösterilen değer
Kur’an’ın anlaşılmasından çok okunmasına verilmiştir. Kur’an, kutsal bir objeye
gösterilen saygı çerçevesinde evlerin baş köşesinde yerini almıştır. Kur’an ayetleri de bu
238
kutsallık çevresinde anlamlandırılarak ayetlerin içinde geçen kelimelere ayrı bir
ehemmiyet atfedilmiştrir. Yeni doğan çocuklara verilen isimlerde Kur’anda geçen
kelimeler ad olarak verilmiştir. Fakat bu isimlendime sırasında kelimenin taşıdığı anlam
göz önünde bulundurulmamıştır.
“Özellikle çocuklara isim verilirken, verilecek ismin Kur’an’da olup olmadığına
bakılması ve buna özen gösterilmesi tavrının daha dikkat çekici olduğunu söyleyebiliriz.
Zira bu tavır anlamına bakılmaksızın yalnızca Kur’an’da geçtiği için çocuklara isim
olarak verilmesi, Kur’an’ı bilgisel ve ilkesel boyutu ile hayatın içinde anlama ve
yaşamayı değil, şekil yönüyle Kur’an’la ilişki kurma tarzındaki bir yaklaşımı sembolize
eder.
Bu
tarz
Müslüman-Kur’an
ilişkisi,
Hz.
Peygamberin
ve
sahabenin
uygulamalarında bilgisel ve ilkesel boyutu ile yaşanan Kur’an’ın; zamanla nasıl
şekilciliğe dönüştüğünü gösteren çarpıcı örneklerden biridir. Kur’an’da yer alan
sözcüklerin çocuklara isim olarak verilmesi, Müslümanın Kur’an’a olan ilgisini,
gösteren bir olgu olmakla beraber, anlamını bilinmeden verilen bazı isimlerinde ne
denli sorunlu olduğunu da ortaya koyar. Mesela aleyna, venhar, yûled, sanem ve
kezban gibi bazı sözcüklerin isim olarak çocuklara verilmesi, bunların bilgisel
anlamsızlığı kadar olumsuz çağrışımları da sorunlu gözükmektedir.”897
897
Kırca, Kur’an’ı Anlama, 106
239
SONUÇ
Kur’an tasavvuru, Kur’an’ın İslam dininde üstlendiği misyondan dolayı önemli bir yere
sahiptir. Kur’an ise Cenabı Allahın, insanlarla vahiy aracılığı ile peygamber vasıtasıyla
kurmuş olduğu iletişimin bildirisidir. Bu bildiri, Allah tarafından kendi rızasına uygun,
insanların dünya ve ahirette mutluluğunu sağlayacak bir hayatının inşasını gaye
edinmiştir. Bu gayenin gerçekleşmesi, iletişimdeki bildirinin muhatap tarafından bildiri
sahibinin muradına uygun olarak anlaşılmasına bağlıdır. Sahabe, nuzül döneminde bu
mesajı anlama ve anlamlandırma yönünden her hangi bir zorluk çekmemiş ve Kur’an’ın
yapısı ve muhtevasına ilişkin bir tartışmaya girmemiştir. Çünkü bu dönemde mesajla
birlikte mesajın açıklayıcısı ve tatbik edicisi bizzat sahabenin müşkil olarak gördüğü
yerleri açıklayarak uygulamalarıyla da mesajın anlaşılmasına yardımcı olmuştur. Hz.
Peygamberin vefatından sonra bu iletişimin muhatapları Kur’an ve mesaja aracı olan
Hz. Peygamberin bıraktığı hadislerle baş başa kalmışlardır.
Fetihlerin artmasıyla sınırlar genişlemiş ve Kur’an’a muhatap olanların yapısında
farklılıklar meydana gelmiştir. Arapça diline vakıf olmayan ve Farklı kültürlerden
insanlar İslam dine girerek Kur’an’a muhatap olmuşlardır. Bunun sonucunda Kur’an’ı
anlama ve anlamlandırma yönünde sahip oldukları kültürün, yaşadığı çağın ihtiyaçları,
sosyo-politik ortam, dini etkenlerin ve Kur’an’ın dil ve üslüp özelliğinden dolayı farklı
anlama
ve
anlamlandırma
faaliyetlerinde
bulundurmuşlardır.
Bu
anlama
ve
anlamlandırma faaliyetleri sahip olunan Kur’an tasavvuru çerçevesinde gerçekleşmiştir.
Zira herkes sahip olduğu Kur’an tasavvuru çerçevesinde Kur’an’ı anlama ve onu hayata
dönük anlamlandırma faaliyetine girişmiştir. Dolayısıyla Kur’an’ın kendisini tanıtması
veya Kur’an dışı harici etkilerden dolayı oluşan Kur’an tasavvuru, onu anlama ve
anlamlandırmada etkin bir rol oynamıştır.
İnsanların huzur ve mutluluğunu hem ahirette hem de dünya hayatında gaye edinen
Kur’an’ın doğru olarak anlaşılması ve anlamlandırılması için doğru bir Kur’an
Tasavvurunun oluşması kaçınılmazdır. Kur’anın açıklayıcısı ve uygulayıcısı hayatta
olmadığından muhatapların ilahi muradın gayesine uygun bir anlama ve anlamlandırma
faailiyette bulundurmasının yegane yolu, doğru bir Kur’an tasavvurundan geçmektedir.
Doğru bir Kur’an tasavvuru da ilahî muradın anlaşılmasında en etkin unsurdur.
Şüphesiz doğru bir Kur’an tasavvuru, doğru bir Allah tasavvuru ve doğru bir
240
Peygamber tasavvuruyla sıkı bir ilişki içerisindedir. Kur’an’ın kendi kendisinin
tanıtmasının yanında Allah tasavvuru ve Peygamber tasavvurunun önemli bir katkısı
vardır. Her ne kadar Allah ve Peygamber tasavvuruna Kur’an’ın katkısı, iki tasavvurun
Kur’an’a olan katkısı kadar değilse de Allah ve Peygamber tasavvuru, Kur’an
tasavvurunda belirleyici bir rol oynar. Geleneksel dönemde ortaya konulan bütün
Kur’an tasavvurlarının belirleyicisi Allah tasavvuru olmuştur. Kur’an’a yönelerek
Kur’an’dan çıkartılması gereken Ku’ran tasavvuru bu dönemde ortaya konulan Kur’an
tasavvurlarında Allah tasavvurunun bir yansıması olarak ortaya konulmuştur. Çağdaş
dönemde ortaya konulan Kur’an tasavvurlarında ise Allah Tasavvuru belirleyici olma
özelliğini kaybetmiştir. Bunun yerini Peygamber tasavvuru almıştır. Nitekim Tarihsel
ve Antropolojik Kur’an tasavvurlarında Peygamber tasavvurunun etkisi büyüktür.
Çağdaş dönemde ortaya konulan Kur’an tasavvurları amaç ve gaye yönünden
geleneksel dönemde ortaya konulan Kur’an tasavvurlarından farklılık arzeder.
Geleneksel dönemde ortaya konulan Kur’an tasavvurlarında daha çok Kur’an’ın aşkın
boyutu ve teolojik yapısı ön plana çıkarken, çağdaş dönemde ortaya konulan Kur’an
tasavvurlarında şehadet alemine ilişkin boyutu ve bilgi objesi olması yönü öne
çıkmıştır.
Kur’an tasavvurunda bu kadar farklılıkların ortaya çıkmasında en büyük neden şüphesiz
Kur’an’ın kendisidir. Kur’an’ın yapısı ve muhtevası farklı tasavvurların oluşumuna
imkan vermektedir. Vahyin sahibi, muhatabın anlayacağı bir dilde iletişim kurmuştur.
Bu yönüyle Kur’an’ın kullandığı dil beşeridir. Bu dil nüzül döneminde insanların
konuştuğu Arapçadır. Kur’an indiği toplumun dilini kullanarak insanlarla iletişim
kurması onun sıradan bir kitap olduğunu göstermez. İlahi kaynaklı bir kitap olan
Kur’an, indiği toplumun dilini en güzel şekilde kullanarak vahiy kaynaklı muciz bir
kitap olduğunu göstermiştir. Kur’an’ın muciz bir kitap oluşu insanlar tarafından belirli
bir dönemde tamamıyla kuşatılmasını da zorlaştırmıştır. İlahi bilginin karşısında beşeri
bilginin kuşatıcılığı sönük kalmıştır. Bir diğer açıdan Kur’an’ın evrensel ve çağlar üstü
bir kitap oluşu onun her devirin muhataplarınca kendi bilgi birikimine göre
anlaşılmasına imkan vermiştir. Bu yönüyle de beşer, Kur’anî bilgiyi kuşatmada acze
düşmüştür.
241
Kur’an tasavvuru, Allah ve peygamber tasavvuruyla birlikte İslam dininin mantalitesini
ortaya koyan birbirine bağlı üç saç ayağıdır. Bunlardan birinin algısı, diğerinin
algılanmasına etki etmektedir. Geleneksel ve çağdaş dönem Kur’an tasavvurlarında bu
üç tasavvurdan Allah tasavvuru veya Peygamber tasavvuru öne çıkartılarak üzerine
Kur’an tasavvuru inşa edilmeye çalışılmıştır. Bunun sonucunda islamî mantaliteyi
ortaya koyan kuşatıcı bir bakış açısı ortaya konulamamıştır. Oysa doğru bir Kur’an
tasavvurunun dolayısıyla doğru bir İslam dini mantalitesinin oluşturulması Kur’an ve
Hadisin ortaya koymuş olduğu paradigmalar üzerine inşa edilmek sûretiyle
gerçekleştirilebilir. Kur’an ve Hadisin, Kur’an tanımlamaları bir kenara bırakılarak
mezhebin veya kişisel görüşlerin Kur’an tasavvuruna giydirilmesi sağlam bir Kur’an
tasavvurunu dolayısıyla sağlam bir İslam mantalitesine ulaşılmasını engellemektedir.
Sosyo-politik, sosyo-kültürel, sosyo-ekonumik gibi nedenlerin etki ettiği Kuran
tasavvurları, geleneksel ve çağdaş dönemde daha çok sahip olunan algılamalar
çerçevesinde şekillenmiştir.
Halbuki doğru bir din anlayışının yolu sağlam bir Kur’an tasavvurundan geçmektedir.
Sağlam bir Kur’an tasavvurunun yolu ise Kur’an’ın kendisi ve onu tebliğ ve beyan ile
görevlendirilen Hz. Peygamberin açıklamalarından geçmektedir. Gerek geleneksel
gerekse çağdaş dönemdeki farklı İslam anlayışlarının, farklı din anlayışlarının
mevcudiyetinin
yegane
sebebi
farklı
Kur’an
tasavvurlarıdır.
Farklı
Kur’an
tasavvurlarının mevcudiyetinin yegane sebebi ise Kur’an ve sünnet ışığında aranmayan,
dönemin sosyo-kültürel, sosy- politik, sosyo-ekonomik
nedenlerinin
etkisiyle
oluşturulan Kur’an tasavvurlarından kaynaklanmaktadır. Buna bir de Kur’an’ın kendi
uslûbundaki özellikler eklendiğinde Kur’an tasavvurlarındaki bu farklılıklar kaçınılmaz
olmuştur.
Dinin anlaşılması ve uygulanması dinin asli kaynakları olan unsurların anlaşılması ve
anlamlandırılmasına bağlıdır. Kur’an İslam dininin anlaşılması ve anlamlandırlmasında
dinin en önde gelen asli kaynağıdır. Dinin bu asli kaynağına yukarda ifade ettiğimiz ve
tezin de genelinde görüldüğü gibi Kur’an’ın kendisinin oluşturduğu bir tasavvurla değil
de farklı etkenlerin oluşturduğu bir tasavvurla bakılması ayetlerin anlaşılması ve
anlamlandırılmasında doğrudan etkin rol oynamıştır. Çünkü Kur’an ayetlerinin
anlaşılmasında ve anlamlandırılmasında bu tasavvurun çizmiş olduğu genel çerçeve
etkin olmuştur. Bu bağlamda ayetlerin anlaşılması ve anlamlandırılmasında ortaya
242
konulan Kur’an tasavvurları baz alınmıştır. Bu doğrultuda tasavvura etki eden
unsurların ayetlerin anlaşılması ve anlamlandırılmasında ki etkisi kaçınılmaz olmuştur.
Ayetlerin sahip olunan Kur’an tasavvurlarıyla zahirî manada çelişmesi üzerine bu engeli
aşacak Kur’an ve sünnet bütünlüğüne ters düşecek zorlama anlayış ve tevillerin, subûti
kat’i olmamış rivayetlerin ve Kur’an’ın uslüp özelliğinin lehte kullanılması kaçınılmaz
olmuştur. Neticede ortaya konulan bu anlama ve anlamlandırma çabası genel geçer
olmayacak, belirli fırkanın ve mezhebin görüşlerinin dillendirildiği bir Kur’an
tasavvurunun Kur’an algısının anlamı ve anlamlandırılması olacaktır. Yani ortaya
konulan Kur’an değil, Kur’an’ın mezhebçe veya kişiye göre yorumu olacaktır. Bunun
sonucunda Kur’an’ın insana hidayet rehberi olma özelliği kaybolup yerine mezhebin
veya kişinin ideoloji ve görüşlerine yardımcı bir tanıtım kitabı olma özelliği ortaya
konulacaktır.
Kur’an, Allahın kelamı olması hasebiyle aşkın boyutu ilgilendiren bir olgu olarak inanç
objesidir. Kur’an’ın kendisi de kendisinin aşkın boyutun yani inanç objesinin konusu
olduğunu, müteaddid yerlerde ifade etmektedir. Kur’anın varlık alemine bakan şehadet
alemine ilişkin yönü ise bilgi objesi sınırları içerisinde epistemolojinin alanına girer. Bu
yönüyle Kur’an hem bir bilgi objesi hem de bir bilgi kaynağıdır. Bilgi kaynaklarının
farklı olması farklı Kur’an tasavvurlarını da beraberinde getirmiştir. Felsefecinin
tasavvurunda bilgiye farklı rol biçilirken Tasavvufçuların tasavvurunda bilgiye farklı rol
biçilmiştir. Bu farklılık Kur’an tasavvurunun oluşumuna yansıdığı gibi Kur’an
ayetlerinin anlaşılması ve anlamlandırılmasında yansımıştır. Şüphesiz Kur’an
tasavvurlarının oluşumunda epistemik açıdan bilgi vasıtalarının önemi kadar sosyoekonomik, sosyo-kültürel sosyo-politik ve dini nedenlerin önemi gelmektedir. Kuran ve
Sünnet, Kur’anı en güzel şekilde tanıtmasına rağmen farklı Kur’an tasavvurlarının
ortaya çıkışı şüphesiz bu saydığımız nedenlere bağlıdır. Her dönemin içinde bulunduğu
fikri cereyan, kişilerin bilgi birikimi ve toplumun sosyal sorunları farklı Kur’an
tasavvurunu doğuran nedenler arasında zikredilebilir. Geleneksel dönemdeki Kur’an
tasavvurlarında daha çok siyasi, politik ve toplumsal sorunların etkisi büyük rol
oynarken çağdaş dönemde ortaya konulan Kur’an tasavvurlarında çağın ihtiyaçları daha
belirgin bir rol oynamıştır.
Ortaya konulan Kur’an tasavvurları, Kur’an’ın ne’liği ve özüne ilişkin unsurların
anlamlandırılmasında büyük öneme sahiptir. Sahip olunan mezhebi veya kişisel
243
kanaatler çerçevesinde oluşan Kur’an tasavvuru doğrultusunda Kur’an’ın ne’liğine ve
mahiyetine ilişkin enstrümanlar anlamlandırılarak Kur’an’ın kendisinin ifade ettiği bu
enstrümanlara ilişkin tanıtımlardan uzaklaşılmıştır. Bunun sonucunda Kur’an’la çelişen
Kur’anî kavramlar artaya çıkmıştır.
Yine bunun doğal bir sonucu olarak Kur’an’ın anlaşılması ve anlamlandırılma çabası
sahip olunan Kur’an tasavvuru doğrultusunda yapılarak kendi düşüncelerinin Kur’an’a
söylettirildiği bir anlama ve anlamlandırma çabasına dönüşmüştür. Kur’an’ın insanlık
için hidayet rehberi olma özelliği, oluşturulan bu Kur’an tasavvurunda buharlaşarak
kaybolmaktadır. Bunun sonucunda farklı Kur’an algılamaları baş göstermekte ve
Kur’an’ı anlama ve algılamada bir birliktelik gerçekleştirilememektedir. Sahip olunan
tasavvurlar doğrultuısunda bir anlama ve anlamlandırma faaliyeti gerçekleştirirken
Kur’an’ı anlama ve anlandırılmaya yönelik usül ve yöntemler kişisel ve mezhepsel
kaygılar doğrultusunda şekillendirilerek bu manalara ulaşılmaya çalışılmaktadır. Bu da
Kur’an’ı anlama ve anlamlandırmada usül ve metod birlikteliğinide etkiliyerek bunun
sonucunda Kur’an tasavvurlarında farklılıklar kaçınılmaz olmaktadır.
Kur’an Tasavvuru dinin anlaşılmasında büyük bir öneme haizdir. Bu tasavvur,
Kur’an’ın kendisini tanıttığı ayetler ve yine Kur’an’ı tanıtan hadisler doğrultusunda
teşekkül ettirilmelidir. Bu algılama yapılırken Kur’an’a bütüncül, kuşatıcı ve ön
yargılardan uzak bir şekilde yaklaşılmalıdır. Elde edilen bu tasavvur doğrultusunda
Kur’an’ın neliği, mahiyeti ve muhtevası anlaşılmalı ve çağın ihtiyaçları doğrultusunda
anlamlandırılmalıdır.
Bütün bunlar bir arada değerlendirildiğinde doğru bir Kur’an tasavvurunda
bulundurulması gereken en önemli hususun Kur’an’ın doğasının iyi belirlenmesidir.
Bundan kastımız Kur’an’ın inanç boyutunun ve bilgi objesine konu olan alanının
belirlenmesidir. Bu durum tespit edildiğinde Kur’an tasavvurlarına yansıyan Kur’an’ın
doğasına ilişkin ikilem ortadan kalkacak ve doğru bir Kur’an tasavvuruna zemin
hazırlanacaktır. Kur’an’ın Allah kelamı olması, levhi mahfuzda bulunması, vb. gibi
hususular Kur’an’ın aşkın boyutu ile ilgilidir. Dolayısıyla bu gibi kavramlar, Kur’an
tasavvurunda inanç objesi alanına girmektedir. Yani öncelikli olarak inanılması gereken
hususlar arasındadır. Bu konuda bizim tavrımız, Kur’an’ın Allah kelamı olduğu ve levhi
mahfuzda bulunduğuna iman etmektir. Bu konuda bilgi sahibi olmak değildir. Eğer bu
244
konuda bilgi sahibi olunmak isteniliyorsa Kur’an ve hadisin vermiş olduğu bilgilerle
iktifa edilmelidir. Ve bu doğrultuda kavramlar anlamlandırmaya çalışılmalıdır. Aksi
taktirde Kur’an ve hadisin ifade etmediği konulardaki bilgiler kesinlikten yoksun
olacaktır. Çünkü aşkın alana ilişkin bilgiler zann ifade etmekten öteye geçemezler.
Kur’an ve hadislere baktığımızda ise kelamullah’ın ve levhi mahfuzun mahiyetine
ilişkin fazla bir bilgi verilmemektedir. Öyleyse Kur’an, oluşturulacak Kur’an
tasavvurunda, mahiyetini bilemediğimiz bir şekilde Allahın kelamı olarak Levhi
Mahfuzda yer aldığına inanılması gereken bir kitaptır. Kur’an tasavvurumuzda da bir
inanç objesi olarak yerini almalıdır.
Kur’an tasavvurunda, Kur’an’ın aşkın ve şehadet alemi boyutuna ilişkin bu ayırımın
olması, geleneksel dönemdeki Kur’an tasavvur tasavvurlarında görülen Kelamullah’ın
çift doğasını ortadan kaldıracaktır. Bununla birlikte buna bağlı diğer hususlarında
ortadan kalkacağı inancındayız. Ehli hadisin Kur’an’ın lafzını mahluk olmadığını ve
buna mukabil Cehmiyye’nin Kur’an’ın lafzının mahluk olduğunu ileri sürmesi bu iki
alanın bir birine müdahil kılınmasından dolayıdır. Ehli hadisin Kur’an’ın görünen aleme
ilişkin boyutunu, aşkın boyutunun uzantısı olarak görmesi, kelamullahın çift doğalılığını
ortaya çıkarmaktadır. Kur’an’ın lafzının mahluk olmadığını öne sürmek, onun aşkın
boyutunun şehadet aleme ilişkin boyuta taşınması anlamına gelmektedir. Bu durum ise
görünen alemdeki bir objenin görünmeyen alemin özelliklerini taşıması anlamına
gelecektir ki bu da çelişki oluşturmaktadır. Aynı şekilde bu durum, Cehmiyye’nin
Kur’an tasavvurunda da görülmektedir. Cehmiyye de Ehli hadisin Kur’an algısının tam
tersi bir şekilde bir algılama ortaya koyarak, yani Kur’an’ın, görünen aleme ilişkin
boyutunu aşkın aleme müdahil kılarak aşkın aleme ilişkin kısmının, mahluk olduğunu
ileri sürmüş ve görünen aleme bir algılamayla aşkın alemi anlamlandırmaya çalışmıştır.
Bu iki yaklaşım sonunda Kur’an ya lafız ve mana yönünden kutsallaştırılmış ya da lafız
ve mana yönünden kutsiyetten arındırılmıştır. Oysa Kur’an, mana açısından aşkın
boyuta konu olurken lafız açısından bilgi objesine konu olmuştur.
Yine alan kaymasından dolayı yaşanan bir diğer sorun da kelamcıların, Kur’an’ı Allahın
sıfatlarıyla ilişkilendirip aşkın aleme ilişkin boyutunun bir inanç objesi olduğunu göz
ardı ederek, Kur’an’ın mahluk veya mahluk olmadığı görüşlerine varmalarıdır. Kur’an,
Allahın kelamı olması açısından ister zatına ilişkin bir sıfatın ister fiili bir sıfatının
ürünü olsun mahiyeti itibariyle inanç alanının bir objesidir. Bu alan hakkında ise ne
245
Kur’an ne de Hadis detaylı bilgi vermez. Dolayısıyla bu alan bir inanç objesi olarak
kalmalıdır. Kur’an’ın aşkın alemine ilişkin boyutu hakkında onun mahluk olup olmadığı
yönünde bir yargıya ulaşılamaz. Çünkü ister mahluk olsun isterse gayri mahluk olsun
her iki halde de Kur’an, Allahın kelamıdır. Bu alan ise aşkın alanın objesidir. Aşkın
alanda yer alan bir obje ise ancak inanca konu olabilir. Aşkın alana konu olan bir
hususun aynı anda bilgi objesine konu olması düşünülemez. Bundan dolayı bir
oryantalist için Kur’an sadece bilgi objesidir. İnanç objesi değildir. Bundan dolayı,
oryantalist Kur’an tasavvurunda Kur’an’ın bir tarih kitabından farkı yoktur. Oysa
Kur’an, kendisinin aşkın alanın bir inanç objesi olarak kalmasını istemiş ve bu konuda
fazla bilgi vermemiştir.
“ Ey iman edenler Allah, peygamberine, ona indirdiği kitaba ve bundan önceki
indirdikleri kitaba iman edin. Kim Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine
ve âhiret gününe inanmazsa o büsbütün sapıtmış olur.”898
İnanıp iyi ve yararlı işler yapanların, rableri katından muhammed’e indirilen Kur’an’ın
hak olduğuna inananların günahlarını bağışlayacak onların hallerini, din ve dünya
işlerini düzgün kılacaktır. Çünkü küfürde direnenler aslı esası olmayan şeylerin
peşinden gitmişler, inananlar ise rablerinden hak ve hakikatlerle dolu olan Kur’an’a
uymuşlardır. İşte Allah, insanların durumlarını böyle açıklayacaktır.899
Kur’an tasavvurunda göz önünde bulundurulması gereken hususlardan biri de Kur’an’ın
korunmuşluğuna ilişkin husustur. Bu husus, Kur’an tasavvuruna etki edecek bir çok
konuda farklı algılamalara sebebiyet vermektedir. Kur’an’ın korunmuşluğu ister Levhi
Mahfuzda olsun ister dünyada olsun Cenabı Allah’ın garantisi altındadır. Bu yönüyle
Kur’an, her hangi bir tebdil, tahrif ve tağyirden uzaktır. Kur’an’ın bu durumu Kur’an
tasavvurunda mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Kur’an’ın mahiyet ve
muhtevasına ilişkin kavramlar anlamlandırılırken bu esasa riayet edilmelidir. Aksi
takdirde ortaya konulan tasavvur sağlam bir Kur’an tasavvurundan uzak kalacaktır.
Kur’an tasavvurlarında yerini alan nesh kavramı bunlardan biridir. Kur’an’daki nesh
kavramı, Kur’an’ın korunmuşluk ilkesi900 dikkate alınmadan anlamlandırılırsa,
Kur’an’ın kendisini tanımladığı esaslara aykırı bir durum ortaya çıkacaktır. Örneğin
898
Nisa 136
Muhammed, 2-3
900
Hicr, 15/9
899
246
geleneksel dönem Kur’an tasavvurlarında görülen nesh kavramının, metni mensuh
hükmü baki veya hem hükmü mensuh hem metni mensuh gibi bir ayrıma giderek
anlamlandırılması, Kur’an’ın korunmuşluk yönü dikkate alınmadan ortaya konulan bir
algının sonucudur. Bu durum Kur’an ile çelişki arz etmektedir. Ayrıca bu durum,
Kur’an’ın mütevatir yoluyla geldiğine ilişkin algılamaya da ters düşmektedir. Haberi
vahid özelliği gösteren ve itikadî konularda amel edilmesi uygun görülmeyen bir
haberden hareketle, tevatür yolu ile gelen Kur’an’a eklemeler ve çıkarımlar yapılması
usül açısından ve aklen kabül edilemez bir husustur. Dolayısıyla bu haberlerden
hareketlerle neshin anlamlandırılması doğru değildir.
Fakat geleneksel dönem Kur’an tasavvurlarında bu tür algılamalara rastlanılmaktadır.
Maalesef bu tür anlamlandırmaların Kur’an’dan hareketle değil Kur’an dışından,
mezhepsel görüşlerin ve zayıf rivayetlerin etkisinde kalınarak gerçekleştirildiği bir
gerçektir.
Kur’an’ın korunmuşluğuna ve tevatür yoluyla geldiği esasına ters düşen algılamalardan
biri de Şia’nın Kur’an tasavvurunda yer alan Kur’an ayetlerinin günümüze eksik geldiği
iddiasıdır. Bu durum da geleneksel dönemdeki Kur’an tasavvurlarının nesh kavramını
anlamlandırmalarından farklı değildir. Çünkü her iki algılama da Kur’an’ın
korunmuşluk ve tevatür ilkesine ters düşmektedir. Dolayısıyla sağlam bir Kur’an
tasavvurundan uzaktır.
Kur’an’ın aşkın boyutu ile şehadet alemine ilişkin boyutun gözetilmediği alanlardan biri
de muhkem ve müteşabih kavramların anlamlandırılmasındadır. Ali İmran sûresi
yedinci ayette muhkem ve müteşabih ayetlerin varlığından bahsedilmektedir. Fakat
Kur’an’ın başka ayetlerinde bu kavramların vasfına yönelik bilgiler verilmemiştir.
Kitabın çoğunluğunu oluşturan muhkem ayetleri bir kenarda tutarsak, hangi ayetlerin
müteşabih olduğu hususunda bir bilgiye rastlanılmamaktadır. Ortaya konulan bu
kavramların anlamlandırılması tamamen öznellik arzetmektedir. Farklı şekillerde
algılanan bu kavramların anlamlandırılması ya mezhebin esasları veya diğer etkenlerin
etkisi altında kalınarak gerçekleştirilmiştir. Oysa hangi özelliğe sahip olursa olsun,
aşkın boyutu ilgilendiren alanın bilgisini ihtiva eden bütün ayetler inancın objesidir. Bu
durum kavramların anlamlandırılmasında göz önünde bulundurulmalıdır. Dolayısıyla bu
husus, müteşabih kavramının anlamlandırılmasında da göz önünde bulundurulması
247
gereken bir durumdur. Aşkın boyutun alanına giren bir konu ise inanç objesi içinde
kalması ve bu alana ilişkin bilgilere ulaşmak mümkün olmadığından bu gibi ayetlerin
tevile zorlanılmamasıdır. Burada asıl olan lafızda müteşabihlik değildir ki teville
bilinsin. Burada müteşabihlik lafızdan çok ayetin taşımış olduğu bilgidedir. Bu da aşkın
boyutun konusudur. Dolayısıyla bu konularda tevil yapılsa bile zannın ötesine
geçilemeyecektir. Bundan dolayı bu alanın inanç boyutu sınırları içinde kalması ve hali
üzere iman edilmesi en sağlıklı yoldur.901
Kur’an tasavvurlarında göz önünde bulundurulması gereken hususlardan biri de
Kur’an’ın inzali olayıdır. Kur’an, kendisini ramazan ayında, mübarek bir gece olan
kadir gecesinde indirilmeye başlandığını ve bu indirilişin keyfiyeti hakkında bilgi
vermezken, bunun müneccemen olduğunu ifade eder. Kur’an, bu konuda detaylı bilgi
vermemesine rağmen İbn abbastan gelen bazı rivayetlerle olayı anlamaya çalışanlar
olgunun gerçekliğini göz ardı etme hatasına düşerlerken, bu anlayışın tam karşısında
olanlar bu gibi hadislere fazla değer vermeyerek Kur’an’ın ilahi boyutunu geri plana
itirek olgusal boyutunu ön plana çıkarmaya çalışıp Kur’an’ın semavi yönünü ihmal
ederek aynı hataya düşmüşlerdir. İbn abbastan gelen rivayetlerde ve tefsir kitaplarında
zikredilen Kur’an’ın inzaline ilişkin bilgiler gaybın konusuna ilişkindir. Gaybın konusu
olan alandaki bir bilgiye bu tür rivayetlerle ulaşmak imkansızdır. Hakkında kitap ve
hadislerde fazla bilgi verilmeyen, inanç objesine konu olan bu alana iman etmek ve
Kur’an ve hadislerce gelen bilgilerle yetinmek doğru olanıdır. Kur’an’ın inzalinin iki
basamakta gerçekleştiğinin söylenmesi beraberinde bazı sorunları da beraberinde
getirmektedir. Bu hususlardan biri Kur’an’ın yirmi üç yıllık bir sürede indirilmesinin
hikmetlerinden biri olan vahyin olguyu dikkate almasıdır. Eğer Kur’anın, iki aşama olan
Levhi Mahfuzdan Beytül İzze’ye oradan da peygamberin kalbine indirildiği şekli
dikkate alınırsa, vahyin olguyu göz ardı ettiği algısı oluşmaktadır. Bu durum da semânın
dayatmış olduğu bir kitap algısına mahal vermektedir. Bu ise otomatik olarak
peygamber tasavvuruna etki edecektir ki peygamber, bu algılamada aracı konumuna
düşecektir. 902 Bunun yanında bir diğer husus ise Beytü’l- İzze gibi bir kavramın ortaya
çıkmasına ve bu kavramın ne, nerede ve niçin ihtiyaç duyulduğuna ilişkin sorunları da
beraberinde getirecektir. Ayrıca bu algılama, Kur’an’ın aşkın boyutta varlıksal açıdan
901
Müteşabih ayetlerin nitelikleri için bkz. Muhsin Demirci, kuranın müteşabihleri üzerine, birleşik yay.
İst. 1996, s. 63
902
Fazla bilgi için bkz; Hasan Elik, Kur’an’ın Korunmuşluğu Üzerine, İFAV. İst.,1998, s.62
248
bir yanının olduğu vehmine götürecektir ki bu durum Kur’an ve hadislerde yer almayan
bir husustur.
Buradan hareketle şunu da ifade etmek gerekir ki geleneksel dönem Kur’an
tasavvurlarında görülen Kur’an’ın semavi bir kitap oluşunun ön plana çıkartılarak onun
arzi boyutunun geri plana itilmesi ve bunun sonucunda da dayatmacı bir kitap ve aracı
bir peygamber algısına varılması doğru bir Kur’an tasavvurunu yansıtamamaktadır. Bu
algılamanın tam karşısında yer alan Kur’an’ın olgunun emrine hasredilmesi ve ilahi
boyutun, ayetlerin indirilişinde eli kolu bağlar bir vaziyette mecbur bırakılma algısı
doğru da değildir. Tarihselci ve daha çok Antropolojik Kur’an tasavvuru taraftarlarınca
öne sürülen bu yaklaşım, vahyi olguya mahkum eden bir algılamayı içerisinde
barındırmaktadır. Unutulmaması gereken bir husus vahyin olgusal boyutunun olduğu
kadar semavî bir yönün de bulunmasıdır. Vahyin yapısında bulunan bu iki yönden her
birinin diğerinin gölgesinde bırakılamayacağıdır.
Son olarak Kur’an tasavvurunda dikkat edilmesi gereken hususlardan bir tanesi de
Kur’an’ın muhtevasına ilişkindir. Her şeyden önce Kur’an’ın muhtevasına geçilmeden
önce Kur’an’ın makasıdı ve Kur’an’ın dilinin iyi analiz edilmesi gerekmektedir.
Kur’an’ın ana hedeflerinin, onun insanlık için gönderilen bir hidayet kaynağı olması,
peygamberin nübüvvetini ispat eden bir yönünün olması ve lafzıyla teabbüd edilen bir
yönünün olması göz önünde bulundurulması gereken bir husustur. Kur’an bütün bu
hedefleri gerçekleştirmek için insan biçimci bir dili kullanmakla beraber uslub
yönünden farklı bir özellik göstermektedir. Onun kendine ait özel bir dili vardır. Kur’an
bu dil vasıtasıyla insanlara seslenmektedir. Bunun yanında Kur’an, indiği toplumun
dilini kullanarak insanlarla iletişime geçmiştir. Kısaca ifade etmek gerekirse bu manada
Kur’an’ın muhtevasının sadece indiği dönemle hasredilmesi doğru değildir. Bu durum
Kur’an’ı indiği kültürün sınırlarına hapsetmek olur ki bu da beraberinde bazı sakıncaları
ortaya çıkarır. Kur’an, arapça bir kitap olmasına karşın, sadece araplara indirilmiş bir
kitap değildir. Kur’an’ın her asra söyleyecek bir sözü ve her asırda hitap edecek
muhatapları vardır. Kur’an’ın, indiği döneme hapsedilmesi, onu donuklaştırmak ve
sonraki dönemlere söyleyecek bir sözünün olmadığını ifade etmek olur ki onun
evrensellik özelliğine ters düşen yanlış bir algılamadır. Dolayısıyla Kur’an’ın dili
üzerinden hareketle Kur’an’ın muhtevasına ilişkin bir algılama ortaya koymak doğru bir
Kur’an Tasavvurundan uzaklaştırmaktadır. Yani Kur’an’ın arapça olarak indirilmesi
249
indiği dönemdeki muhataplarının anlayamayacağı konuları barındırmaması anlamına
gelmez. Kur’an her hangi bir konuyu o dönemdeki muhataplarının anlayacağı bir dil ile
fakat sonraki dönemlerdeki muhataplarına da hitap edecek şekilde ele almıştır. Yani
Kur’an’ın her asırdaki muhatapları, kendi bilgi seviyesine göre Kur’ana muhatap
olmaktadır. Bu durum Kur’an dilinin üslup ve özelliğinden kaynaklanmaktadır.
Kur’an’ın muhtevası algılanırken bu durum göz ardı edilmemelidir. Diğer taraftan
Kur’an’ın içinde her şeyin mevcut olduğunu söylemekte onu kültürün bilgisine
indirgemekten farklı bir algılama tarzı değildir. Kur’an, bir tarih kitabı değildir ki
detaylı bir tarih bilgisi versin, bir fizik kitabı değildir ki içinde fiziki kaide ve kurallara
ilişkin bilgi versin. Fakat bu demek değildir ki Kur’an’da bilim den, tarihten, fizikten
bahseden ayetler yoktur. Tabiî ki Kur’an’da hemen hemen her konuda bilgiler vardır.
fakat bu bilgiler bu günkü tedavülde olan bilimsel bilgiler gibi sistematik bilgiler
değildir. Farklı yerlere serpiştirilen bu bilimsel bilgiler, insanları araştırmaya teşvik
edici ve daha çok kendine özgü üslubuyla sonuçsal bilgiler sunarak insanları araştırma
yapmaya sevk edicidir. Dolayısıyla hemen hemen her alandaki bilgiler bu üslup içinde
sunulmuştur. Dolayısıyla bu hususu görmemek Kur’an tasavvurlarında farklı
algılamalara götürmektedir.
Bu konuyla ilgili bir diğer önemli bir husus ise Kur’an tasavvurun oluşturulurken
Kur’an’ın muhtevasının, parçacı değil bütüncül bir bakış açısı ile ele alınmasıdır.
Kur’an sadece bir akaid kitabı, bir fıkıh kitabı, bir ahlak kitabı, bir bilim kitabı, bir
sosyoloji kitabı vb. değildir ki sadece bir açıdan öne çıkarılsın. Kur’an’da hem ahlakî
konulara, hem hukukî konulara hem de diğer ilim dallarına ilişkin konulara
rastlayabiliriz. Fakat bu konular ilgili bilimin kavramlarıyla değil de Kur’an’ın kendi
diline ilişkin kavramlarla ifade edilmiştir. Ayrıca bunlarda sistematik bir biçim de söz
konusu değildir. Yine bunlar Kur’an’ın dil ve üslûbu çerçevesinde sunulmuştur. Bundan
dolayı Kur’an’a gerek muhteva açısından gerekse anlama ve anlamlandırma açısından
yaklaşıldığında bütün bunlar göz önünde bulundurularak parçacı yaklaşımdan kaçınılıp
bütüncül bir bakış açısı yakalanmaya çalışılarak bakılmalıdır.
250
KAYNAKÇA
Abduh,
Muhammed; Risaletü’t Tevhid, (Tahkik; Muhammed Ammara), Daru’ş
Şuruğ, Beyrut 1994.
______,
Tefsiru Cüz’i Amme, Mısır matbaası, h.1341.
Abdurrahman, b. Salih; Akvalü’ş-Şazze Fi’t-Tefsir, Silsiletü İsdarati’l- Hikme,
Manchester/England 2004.
Açıkgenç,
Alparslan, Bilgi Felsefesi, İnsan yayınları, İstanbul. 1992.
Adjukievitch, Kazimierz; Felsefeye Giriş, (Çev. Ahmet Cevizci), Gündoğan yayınları,
Ankara 1994.
Afîfî,
Ebü’l A’lâ, Fususul Hikem Mukaddimesinde, (Fususu’l Hikem ve
Tağlikatü Aleyh) Daru’l Kütübi’l Arabî, Beyrut,
Ahmet,
b. Muhammed b. Hanbel; el–Müsned, (Tahkik; Ahmed Muhammed
Şakir), Daru’l Hadis, Kahire 1995.
______
er Red Ale’l Cehmiyye ve’z Zenadıka, (Tahkik; Sabri b. Selame Şahin),
Daru’s Sebat, Riyad 2003
Akarsu,
Bedia, Çağdaş Felsefe, İnkılap yayınları, İstanbul. 1994.
Aksan,
Doğan , Heryönüyle Dil, T.D.K. yayınları Ankara 2003,
Aktay,
Yasin “Farklılık Politikaları ve Türkiye Müslümanlığı”, İslamiyat, Cild 5.
Sayı 4, 2002, s. 41–45.
Albayrak,
İsmail, “Batıda son Dönem Kur’an Çalışmalarına Genel Bir Bakış”,
Batıda İslam Çalışmaları Sempozyumu, Diyanet Vakfı Yayınları,,
Ankara 2003,
_______
Müslüman Toplumlarda Kur’an’ın Yeri”, Diyanet İmi Dergi, Cilt. XVI,
Sayı 1, Ocak Şubat Mart 2010
251
Aliyyü’l Karî, Fıkhı Ekber Şerhi, (Çev. Yunus Vehbi Yavuz), Çağrı yayınları İstanbul
Alper,
Ömer Mahir; İslam Felsefesinde Akıl Vahiy İlişkisi, Ayışığı Kitapları,
İstanbul, 2000.
Arberry,
A.J.; Tasavvuf, (Çev. İbrahim Kapaklıkaya), Gelenek yayınları., İstanbul.
2004.
Arkoun,
Muhammed; Kur’an Okumaları, (Çev. Ahmet Zeki Ünal), İnsan
yayınları. İstanbul. 1995.
Arslan,
Abdülgaffar; Kur’an’da Vahiy, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2000.
Arslan,
Ahmet; Felsefeye Giriş, Vadi yayınları., Ankara 2002.
Arslan,
Mustafa, Türk Popüler Dindarlığı, DEM yayınları, İstanbul, 2004
______
“Popüler Dini Yönelimlerin İncelenmesinde Karşılaşılan Güçlükler ve
Çözüm Önerileri”, Değerler Eğitimi Dergisi, Haziran 2008 Cilt 6
______
Türk Toplumunda Geleneksel Dini Yaşam ve Halk İnanışları, Değerler
Eğitimi Dergisi, 2003, 1 (2) (23-46) s.24
Atalay,
Orhan; 20. Yüzyıl Tefsir Akımı İctimaî Tefsir, Beyan yayınları, İstanbul
2004.
Ateş,
Süleyman, Kur’an’da Nesh Meselesi, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul
Aycan,
İrfan, Cahız ve Emevi Tarihine Mutezili Yaklaşım, A.Ü.İ.F.D., Cilt, 35,
s. 288.
Aydın,
Mustafa; Bilgi Sosyolojisi, Açılım Kitap, İstanbul. 2004.
Aydınlı,
Abdullah “Ehli hadis”
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
Diyanet Vakfı Yayınları, 1994, Cilt 10,
252
Aydınlı,
Osman “Mutezile Geleneğinin Kur’an’ı Kerim Tasavvuru”, İslami
İlimler Dergisi, Yıl: 1, s. 1 Bahar, 2006 s.39-57
Bağdadî,
Abdülkadir b. Zahir b. Muhammed; el–Fark Beyne’l- Fırak, (Tahkik:
Muhammed Muhyiddin Abdülhamid), Daru’l -Marife Beyrut.
Bakıllanî,
Ebu Bekir b. Tayyib; el–İnsaf fi ma Yecibu İ’tikaduhu ve La Yecuzu
Cehlu Bihi, (Tahkik: Muhammed Zahid b. Hasan el–Kevserî),
Mektebetü’l Ezheriyye Li’tTüras 2000.
Bayraktar,
Mehmet İslam Felsefesine Giriş, Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2005,
Berbeharî, Şerhu’s Sünne, (Tahkik; Ebu Yasir Halid b. Kasım), Mektebetü’l Gurabaü’l
Eseriyye, Suudi Arabistan 1993.
Beşer,
Faruk, “Ebu Hanife’nin Kur’an Anlayışı”, Usul Dergisi, (2004) Sayı 1,
(7-34), s. 31.
Beydavî,
Nasuru’d-Din Ebu Said Abdullah Ebu Ömer b. Muhammed; Envaru’tTenzil ve Esraru’t Te'vil, Daru’l–Fikr, Beyrut 1996.
Beyhakî,
Ebu Ya’la, 31, Ebu Bekir Ahmed b. Hüseyin el İtikad ve’l Hidayetü İla
Sebîli’r Reşad Ala Mezhebis Selefi Ehlis Sünneti ve’l Cemaa, (Tahkik;
Abdullah Muhammed Ed Derviş), Daru’l Yemame, 2002,
Bucaille,
Maurice, Kitabı Mukaddes Kur’an ve Bilim, (Tercüme; Suat Yıldırım),
TÖV, İzmir 1981.
Buharî,
Ebu Abdillah Muhammed b. İsmail; Sahih–u Buharî, (Tahkik; Halil
Memun), Darü’l Marife, Beyrut 2007.
______,
Halku Efali’l İbad ve’r Redd Ale’l Cehmiyye ve Ashabi’t Ta’tıl,
Müessetü’r Risale, Beyrut 1990.
Buhl,
F. “Kur’an” İslam ansiklopedisi, MEB. İstanbul,1977. Cild VI, 1007.
253
Bulaç,
Ali “Kur’an’ı Bir Metin Olarak Antropolojik Bir Gözle Okumak”,
KURAV, Sempozyum, Bursa 1996
Cabirî,
Muhammed Abid Kur’an’a Giriş, (Çev.: Muhammed Coşkun) Mana
Yayınları, İstanbul, 2010
Cassas,
Ebu Bekir Ahmed b. Ali; Ahkamu’l Kur’an, (Tahkik; Muhammed Sadık
Tehavi), Beyrut 1992.
Cerrahoğlu,
İsmail, Tefsir Usûlü, AÜİF yayınları Ankara 1971.
______
Tefsir Tarihi, Fecr Yayınları, Ankara 1996.
______
Oryantalizm ve Batıda Kur’an ve Kur’an İlimleri üzerine Araştırmalar,
Cild 31, Sayı 1, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1990
Cevad,
Ali, el-Mufassal Fi Tarihi’l Arabi Kable’l İslam, 1993.
Cevherî,
Tantavî, el–Cevahir fi Tefsiri’l Kur’ani’l Kerim, Matbaatü Mustafa
Halebî Mısır, h. 1346
Coşkun,
İbrahim, İbn Arabî’de Allah Mefhumu, Tasavvuf Dergisi İbn Arabî Özel
Sayısı-1, Ankara 2008, Sayı 21, s. 134.
Coşkun,
Kamil, “Türkiyede Camii Cemaatının Kur’an Anlayışı”, İslamiyat, Cilt
IV, Sayı 1, Ocak Mart 2001,
Cündioğlu,
Dücane, Anlamın Buharlaşması ve Kur’an, Kaknüs yayınları, İstanbul,
2005,
Cürcânî,
Ali bin Muhammed Seyyid Şerif, Ta’rifat, Daru’l Marife, Beyrut, 2007
Çalışkan,
İsmail; Siyasal Tefsirin Oluşum Süreci, Ankara Okulu, Ankara 2003.
Çelik,
Celaleddin Değişim Sürecinde Merkez Çevre İlişkileri ve Çevresel
Yönelimler, İslamiyat, cilt.5, ss.81-97, 2002.s. 89.
Çelik,
Ömer Kur’an ve İlmi gelişmeler, Yeni Ümit Dergisi, Ocak, Şubat, Mart,
2011, Sayı 91.
254
Çetin,
Abdurrahman; Yedi Harf ve Kıraatler, Ensar yayınları. İstanbul 2005.
Çetin,
İsmail; John locke’da Tanrı Anlayışı, Vadi yayayınları, Ankara 1995.
Çetinkaya,
Bayram Ali; İhvanı Safa’nın Dini ve İdeolojik Söylemi, Eliss yay. Ankara
2003.
Çiftçi,
Adil Fazlurrahmanın Dinamik Şeriat Anlayışı, İslamiyat, Cilt 1, Sayı 4,
Ekim –Aralık 1998 s. 182.
______
Gelenek ve Modern Durum Arasında Fazlurrahman, İslamiyatCilt I, Sayı
2, Nisan, Haziran, 1998. , s. 53–60,
Çüçen,
Abdülkadir; Bilgi Felsefesi, Asa Kitabevi, Bursa 2004.
Dârimî,
Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman; Sünen-i Dârimî, (Terc. ve
Tah. Abdullah Aydınlı), Madve Yayınları, İstanbul 1994.
______
Osman b.Said; er–Red Ale’l Cehmiyye, Daru’s Selefiyye, Kuveyt, 1985.
Demir,
Recep; Kur’an Tefsirinde Tarihselci Yöntem, Selçuk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi, Konya 2004.
Demirci,
Muhsin; Kur’an’ın Müteşabihleri Üzerine, Birleşik yayınları., İstanbul
1996.
Demirel,
Özgür; İbn Sina’da Vahiy, Yayınlanmamış Master Tezi, Gazi
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2007.
Daud,
W. M. Von; İslami Bilgi Anlayışı, Ankara Okulu yayınları., Ankara 2002.
Duman,
M. Zeki; Vahiy Gerçeği, Fecr Yayayınları Ankara 1997.
Durusoy,
Ali “İbn Sina” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Diyanet
Vakfı Yayınları İstanbul. 1996, Cild XX,
255
Ebu Hanife,
Numan b. Sabit, Fıkhı Ekber, (Çev. Mustafa öz, İmam–ı Azamın Beş
Eseri İçinde,) İFAV yayınları, İstanbul 2002
______
el Vasıyye, (Çev. Mustafa Öz, İmam–ı Azamın Beş Eseri İçinde) İFAV,
İstanbul 2002
Ebu Zeyd,
Haza Tekelleme İbnu’l Arabî, el–Heyetü’l Mısriyyetül Amme Li’l Kitab
2002.
______
İlahi Hitabın Tabiatı, (Çev. Mehmet Emin Maşalı), Kitabiyat, Ankara
2001.
______
“İbn Arabî’de Dil, Varlık ve Kur’an”, (Çev. Ömer Özsoy), İslamiyat,
1999, Sayı 32,
______
Felsefetü’t-Te’vil, Dar’ül-Vahde ve Daru’n-Neşr, Beyrut, 1983
______
Kur’an Hermeneoutiğine Doğru Humanist Yorum Arayışı, İslamiyat, VII.
Sayı 1, 2004,
Eker,
Süer; Çağdaş Türk Dili, Grafiker yayınları., Ankara 2003.
Enver,
Fuad Mucemü Mustalahati’s Sufiyye, Mektebe Lübnan, Beyrut
Ersoy,
Mehmet Akif; Safahat, Feza Gazetecilik, İstanbul
Esen,
Muhammed; Kelamullah Tartışmaları ve el Hayde, Araştırma Yayınları,
Ankara 2005.
Eşarî
Ebu’l Hasan; Makalat, (Telif; Muhammed b. hasan b. Furek, Tah.;
Ahmed Abdurrahim es–Sayih), Mektebetüs Sakafetü’d Diniye, Kahire
2005.
_______
el–İbane An Usuli’d Diyane, (Tahkik Hüseyin Mahmud), Daru’l Ensar
1977.
Farabî,
Ebu Nasr; Kitabü Arai Medineti’l Fadıla, (Tah.; Nasri Nadir), Darul
Meşrik, Beyrut 2000.
256
Fazlurrahman, İslam, (Çev. Mehmet Aydın, Mehmet Dağ), Selçuk yayınları, Ankara
1996.
_______
İslam ve Çağdaşlık, (Çev. Alparslan Açıkgenç, Hayri Kırbaşoğlu),
Ankara Okulu, Ankara 2002.
_______
İslamî Yenilenme Makaleler–1, (Çev. Adil Çiftçi), Ankara okulu, Ankara
2004.
______
İslami Yenilenme makaleler–3, (Çev. Adil Çiftçi), Ankara Okulu, Ankara
2002
_______
Ana Konularıyla Kur’an, (Çev. Alparslan Açıkgenç) Fecr yayınları.
Ankara 1987.
_______
İslami Yenilenme Makaleler–3, (Çev. Adil Çiftçi), Ankara Okulu, Ankara
2002.
Fenyasan
Suud b. Abdullah, İhtilafu’l Müfessirin, Esbabuhu ve Asaruhu, Daru
İşbiliye, Riyad 1997
Ferrâ,
Ebu Ya’la İtikad, (Tah; M. Abdurrahman el Hamis), Daru Atlası’l
Hadra, Suudi Arabistan 2002
Fîrûzâbâdî,
Mecdüddin Muhammed b. Yakup; el-Kâmûsü’l-Muhît, Müessesetü’r
Risale, Beyrut 1993.
Gazalî,
Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed b. Muhammed; Mecmuatü Rasail
İçinde Kavaidü’l Akaid Fi’t Tevhid, Darul Kütübil İlmiye, Beyrut 2006.
______
Cevahiru’l Kur’an, (Tah., Ahmud Bicu), Daru’t Takva, Dımeşk 2007.
______
El-Mustasfa min İlmi’l- Usul, Daru’l-Erkam, Beyrut,
______
İhyau Ulûmi’d Din, Daru Sadır Beyrut 2004,
Gazalî,
Muhammed Kur’an’ı Anlamada Yöntem, Şule yayınları, İstanbul 2002,
257
Gezer,
Süleyman; Kur’an’ın Bilimsel Yorumu, Ankara Okulu Yayınları, Ankara
2009.
Goldziher
İgnaz; İslamî Tefsir Ekolleri, (Çev. Mustafa İslamoğlu), Denge Yayınları,
İstanbul, 1997.
Gölcük,
Şerafeddin, Toprak Süleyman; Kelam, Tekin Kitabevi, Konya 1996.
Görgün,
Tahsin, “Kur’an” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Diyanet
Vakfı Yayınları, Ankara 2002, XXVI,
______
Kuran ve Hukuk, Kur’an ve Tefsir Araştırmaları III. İSAV Ensar Neşriyat
İstanbul,
Guiraud,
Pierre, Anlambilim, (Çev.: Berke Vardar), Multilingual, İstanbul, 1999
Güler,
Kadir, Ehli Hadisin Düşünce Yapısı, Emin Yayınları, Bursa 2007.
Güler,
İlhami; Özgürlükçü Teoloji Yazıları, Ankara okulu, Ankara 2004.
“Hasan Hanefi ve İslami Sol”, İslamiyat, Nisan -Haziran 2002, Cilt 5,
Sayı 2
Güneş,
Abdülbaki, Aklî Tefsir Hareketi, Ahenk Yayınları, Van 2003.
Güven,
Şahin, Kur’an’ın Anlaşılması ve Yorumlanmasında Çok Anlamlılık
Sorunu, Denge yayayınları, İstanbul, 2005
Ğarsî
Salih b. Ahmed; Menhecü’l Eşaira Fil Akide, Ravza Yayayınları, 2002.
Haklı,
Şaban “Farabîde Din-Felsefe İlişkisi Bağlamında Din Dilinin Yapısı”,
Uluslararası Farabî Sempozyumu, Elis Yayınları Ankara 2004,
Halefullah
M. Ahmed, Kur’an’da Anlatım Sanatı, (Çev. Şaban Karataş), Ankara
Okulu, Ankara 2002.
________
Muhammed ve’l Guva’l Mudadde, Matbatü’l Fenniyyeti’l Hadisiyye
1972.
Hanefî,
Hasan el Yemin vel Yesar Fi’l Fikri’l İslamî, Mektebetü Medbulî, Kahire,
258
______
“Teoloji mi Antropoloji mi, (Çev.: M. Said Yazıcıoglu), A.Ü.İ.F., Cilt.
XXIII, 1976,
Hanefî,
Hüseyin b. İskender, el Cevheretül Münife Fi şerhi Vasiyeti İmam Ebu
Hanife, Dairatü’l Mearifü’n Nizamiye, Haydarabad, h. 1322.
Harb,
Ali, Nakdü’n Nass, Merkezü’s Sakafeti’l Arabî Daru’l Beyda, Mağrib
2005
Harbî,
Ahmed Abdullah; Maturidiyye, Diraseten ve Takvimen, Darü’s Sami,
Riyad, 2000.
Herevî,
Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam; Kitabu Fezail’l-Kur’an, (Tahkik; Mervan
Atıyye, Vefa Takuyüddin), Daru İbn Kesir, Beyrut.
Hulî,
Emin, Kur’an Tefsirinde Yeni Metod, (Terc.; Mevlüt Güngör) Kur’an
Kitaplığı, İstanbul 1995.
_____,
Arap Kültüründe Yenilikçi Yaklaşımlar, (Çev. Emrullah İşler), Kitabiyat,
Ankara 2006.
İbn Arabî,
Muhyiddin, Fususu’l Hikem ve Tağlikatü Aleyh Ebü’l A’lâ Afîfî, Daru’l
Kütübi’l Arabî, Beyrut.
______
Futuhatu Mekkiyye, (Çev. EkremDemirli), Litera Yayınları, İstanbul.
2007,
İbn Ebî Şeybe, Ebu Bekr Abdullah b. Muhammed b. İbrahim; El- Musannef, (Tah.;
Muhammaed b. Abdillah El-Cuma), Mektebet’r-Rüşd, Riyad 2004.
İbnü’l Esir
el-Kamil Fi’t-Tarih, (Tah.; Ebu’l Feda Abdullah el-Kadî), Dâru’l
Kütübi’l İlmiyye, Beyrut 1987.
İbn Hişam,
Siretü’n- Nebevî Tahkik; Mustafa es-Saka, Daru’l-Hayr, Beyrut 1990.
İbn İshak,
Muhammed b. İshak b. Yesar, Siretü İbn İshak, (Tahkik; Muhammed
Hamidullah), Ma’hedü’t- Diraseti ve’l ebhas Li’t-Ta’rib
259
İbn Kesir,
İmadüddin Ebu’l Feda İsmail; Tefsiru’l- Kur’an’i’l-Azim, (Tah.; Mustafa
Seyyid), Mektebetü Kurtuba, Cîze.
İbn Küteybe, Ebu Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe; el–İhtilaf Fi’l Elfaz
ve’r Reddü Ale’l Cehmiyye ve’l Müşebbihe, Daru’l Kütübi’l İlmiyye
Beyrut 1985.
İbni Sina,
A’la sûresi Tefsiri, Hasan Asi’nin “et Tefsiru’l Kur’anî ve Lügatis Sufî Fi
Felsefeti İbn Sina” Adlı Kitabının Sonunda, Müessesetü’l Camiiyye
Beyrut, 1983.
______
Arş Risalesi, (Çev. Enver Uysal), UÜİFD. Sayı: 9, Cilt: 9, 2000.
______
Metafizik, (Çev. Ekrem Demirli), Litera yayınları., İst 2005.
______
Risaletün Nevruziyye, Tis’u Rasail Fi’l Hikmeti ve’t Tabiat içinde Daru’l
Arap, Kahire ts.
İbn Teymiye, Camiu’r Resail, (Tah; Muhammed Reşad Salim), Matbaatü’l Medenî
Kahire Ts.
İhvanı Safa,
Rasail, III. Darü’s Sadr, Bombay Trhsz.
İnceoğlu
Metin, Algı, Tutum, İletişim, Elips yayınları., Ankara 2004.
İsfahânî
Rağıp, Müfredâtü Elfâzı’l–Kur’an, (Tah.; Safvan Adnan Davudî),
Daru’l–Kalem, Dımeşk 2002.
İsferayînî
Ebu Muzaffer; et–Tabsir Fi’d Din ve Temyizü’l Firkati’n Naciye An’lFiraki’l-Halikin, (Tahkik; Kemal Yusuf el–Hût), Alemü’l Kütüb, Beyrut
1983.
İzutsu,
Toshiko, Kur’an’da Allah ve İnsan, (Çev. Süleyman Ateş) Yeni Ufuklar
Neşriyat, İstanbul, Tarihsiz,
260
Jansen
J.J.G.; Kur’an’a Yaklaşımlar, (Çev. Halilrahman Açar), Fecr yayınları,
Ankara 1999.
Kadı Abdülcabbar, el–Muğni Fi Ebvabi’t Tevhid ve’l Adl (Halku’l Kur’an) (Tah.;
İbrahim Ebyari Kahire Ts.
_______
Tenzihu’l Kur’an Ani’l Metain, Daru’n Nehdati’l Hadisiyye Beyrut Ts.
Kara,
Mustafa “Sünnilik Sufiliğin Neresinde, Sufilik Sünniliğin Neresinde”,
İslamiyat, VIII, Sayı 3, 2005,
Karadaş,
Şaban, Çağdaş İslam Düşünürleri, Ensar Neşriyat, İstanbul 2007.
______
İlahi ile Beşerin Buluştuığu Zemin Olarak Arap Dili, İslamiyat, 2004,
Sayı1,
Karamanlı
Durmuş Ali; Tarihsellik ve Evrensellik Bağlamında Kur’an Hitabının
Tabiatı, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış
Doktora Tezi, Tefsir Bilim Dalı, Ankara 2008.
Kartal,
Abdullah “İbn Arabinin Yorum Yöntemi”, Tasavvuf Dergisi, İbn Arabi
Özel Sayısı-1, Ankara 2008, Sayı 21,
Kaya
Mahmut “Farabî” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Diyanet
Vakfı Yayınları İsanbul. 1995, Cild XII,
______
“Kindi” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı
Yayınları, Ankara, Cild XXVI,
Kaya,
Remzi “Ehli Kitap”
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
Diyanet Vakfı Yayınları İstanbul 1994, Cild 10,
Kazimierz,
Adjukiewicz, Felsefeye Giriş, Çev. Ahmet Cevizci), Gündoğan yayınları,
Ankara,1994
Kelabâzî,
Ebu Bekir Muhammed b. İshak, Tearuf, Doğuş Devrinde Tasavvuf,
(Hazırlayan; Süleyman Uludağ), Dergah Yayınları. İstanbul 2002.
261
Kelbî,
Ebu’l-Münzir Hişam b. Muhammed b. es-Saib, Kitabü’l-Esnam, (Tahkik
;Ahmed Zeki Paşa), Matbaatü Daru’l Kütübi’l Mısrıyye, 1923,
Keskin,
Hanefi, İslam Düşüncesinde Bilgi Teorisi, Beyan yayınları, İstanbul
1997.
Keskin
Ziya; Tarihsel Addedilen Ayetlerin Evrenselliği, Rağbet yayınları,
İstanbul, 2000.
Kılıç,
M. Erol “İbnü’l-Arabî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam ansiklopedisi,
Diyanet Vakfı yayınları, İstanbul, Cilt XX,
Kılıçer,
M. Esat “Ehli Rey” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Diyanet
Vakfı Yayınları, İstanbul, 1994 Cild X,
Kırca,
Celal, Kur’an’ı anlama, Marifet Yayınları, İstanbul, 2010,
______
İlimler ve Yorumlar Açısından Kur’an’a Yönelişler, Tuğra Yayınları
İstanbul, 1993.
______
“Kur’an ve Tabii İlimler”, Kur’an ve Tefsir Araştırmaları, İSAV, Ensar
Neşriyat, İstanbul 2000,
______
Kur’an ve İnsan, Marife Yayınları İstanbul, 1996.
______
Kur’an ve Fen Bilimleri, Marifet yayınları, İstanbul, Tarihsiz.
Koca,
Ferhat, Kur’an’daki Fıkhi Hükümlerin Evrensellik ve Tarihselliğini
Tenkid Konusunda Bir Deneme, İslam Dünyasında Yeni Arayışlar,
(Yayına Hazırlayan İlyas Çelebi), İstanbul. 2001,
Koşum,
Adnan,
Nassları
Anlama
ve
Yorumlamada
Yöntem
Sorunu,
Fazlurrahman Örneği, İz. Yayınları. İstanbul, 2004
Kuşeyrî,
Ebu’l Kasım; er–Risaletü’l Kuşeyriyye, (Tah.; Abdülhalim Mahmud),
Daru’ş Şa’b, Kahire 1989.
262
______,
Letaifü’l İşârât, Daru’l Kütübi’l İlmiyye, Beyrut 2007.
Kuyurtar,
Mehmet, Farabinin Çok Boyutlu Mutluluk Kuramının Felsefe-Din
İlişkileri Bakımından Önemi, Farabi Sempozyumu, Elis Yayınları Ankara
2004
Küçük,
Hasan, Sistematik Felsefe Tarihi, Dersaadet Yayınları., İstanbul, 1985.
Kümmi,
Ebu’l Hasen Ali b. İbrahim Tefsir, . www.ruqayah.net/books
Lalekaî,
Ebü’l Kasım Hibetullah b. Hasan b. Mansur; Şerhu Usuli İtikadi Ehli’s
Sünneti ve’l Cemaa, (Tah.; Seyyid İmran), Daru’l Hadis, Kahire 2004.
Maturîdî
Ebu Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmud; Kitabü’t Tevhid,
(Haz.: Bekir Topaloğlu, Muhammed Aruçi), İSAM Yayınları, Ankara
2005
______,
Tevilatü Ehli’s Sünne, (Tah.; Fatıma Yusuf El Haymî), Müessesetü’r
Risale, Beyrut 2004.
Mehmedoğlu, Ali Ulvi Tanrıyı Tasavvur Etmek, Çamlıca yayınevi, İstanbul, 2011
Mekkî,
Ebu Talip; Kûtu’l Kulub, (Tah.; Abdülmünim Hıfnî), Daru’r Reşad,
Kahire 1991.
Mengüşoğlu, Takiyittin; Felsefeye Giriş, Remzi Kitabevi, İstanbul. 2000.
Merşan,
Salim; el–Canibü’l İlahî İnde İbn Sina, Daru Kuteybe, Beyrut 2002.
Muhammed, b. İshak b. Yesar; Siretü İbn İshak, (Tah.; Muhammed Hamidullah),
Ma’hedü’t–Diraseti ve’l ebhasi Li’t-Ta’rib
Muhasibî,
Haris; el–Akl ve Fehmül Kur’an, (Çev. Veysel Akdoğan), İşaret
Yayınları. İstanbul, 2003.
Mübarekfûrî, Ebü’l Ali Muhammed b. Abdirrahman b. Abdirrahim; Tuhfetü’l Ahfezi bi
Şerhi Cami’t Tirmizî, Daru’l Fikr.
263
Nesefî,
Ebu’l Muin; Temhid Li Kavaidi’t Tevhid, (Tah. Habibullah Hasan
Ahmed), Daru’t Tıbati’l Muhammediyye, 1986.
_____,
Ebu’l Muin, Tebsiratü’l Edile Fi Usuli’d Din, (Tah.; Hüseyin Atay),
Ankara 2004.
Nisaburî,
Müslim b. Haccac en- Sahihu Müslim, (Tah.; Halil Memun), Daru’lMarife, Beyrut 2007.
Nisaburî,
Ebu Abdullah el–Hakim, Müstedrek Ala’s Sahihayn, 1997.
Nöldeke,
Theodor Kur’an Tarihi, (Terc. Muammer Sencer), İlke Yayınları 1970
Okumuş,
Mesut; Kur’an’ın Felsefî Okunuşu, Araştırma Yayınları, Ankara 2003.
______
“Arthur Jeffery ve Kur’an Çalışmaları”, AÜİFD. Cilt XLIII. (2002) Sayı
2 s. 121-154
Okuyan,
Mehmet, Necmuddin Daye ve Tasavvufî Tefsiri, Rağbet Yayınları,
İstanbul. 2001.
Öçal,
Şamil “Kelamullahın Çift Doğası”, İslamiyat, 1999, Sayı 1, Cild. 2,
Öğe,
Sinan, İlahi Kelamın Yapısı,İnsan Yayınları, İstanbul. 2008.
Öğüt,
Salim “Kur’an’ın Tarihsel Bir Hitap Oluş Keyfiyeti” Başlıklı Yazı
Üzerine”, İslami İlimler Dergisi, Yıl 2, Sayı 1, Bahar 2007, s. 244
Özcan,
Hanifi; Maturîdî de Bilgi Problemi, MÜİFY. İstanbul 1993
Özdeş,
Talip; Kur’an ve Nesh Problemi, Fecr Ankara 2005.
______
Maturidi’nin Tefsir Anlayışı, İnsan yayınları, İstanbul, 2003.
______
“Sosyal Değişim Olgusundan Hareketle Kur’an’ın Tarihsel Olduğu Tezi
Üzerine Bir Değerlendirme”, CÜİFD. Cilt VII/1, Sivas, 2003,
264
Özek, Ali, Karaman, Hayrettin vd. Kur’an Meali, Kral Fehd Mushafı Şerif Basım
Kurumu, Medine 1992,
Özlem,
Doğan; Felsefe ve Doğa Bilimler, İnkılap Yayınları., İstanbul 2003.
_____,
Günümüzde Felsefe Disiplinleri, İstanbul. 1997.
Özpınar,
Ömer; Hadis Edebiyatının Oluşumu, Ankara Okulu Yayınları, Ankara
2005.
Özsoy,
Ömer; Güler İlhami; Konularına Göre Kur’an, Fecr Yayınları., Ankara
2005.
______
Kuran ve Tarihsellik Yazıları, Kitabiyat, Ankara 2004,
Öztürk,
Mustafa; Tefsirde Şia ve Ehl–i Sünnet Polemikleri, Ankara Okulu
Yayınları, Ankara 2009.
______
Kur’an Tefsir ve Usül Üzerine, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2011.
______
Kuran ve Tefsir Kültürümüz., Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2008.
______
Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak, Ankara Okulu Yayınları, Ankara
2007.
______
Kur’an’ın Mutezilî Yorumu, Ankara Okulu Yayınları Ankara 2008.
______
Tefsir Tarihi Araştırmaları, Ankara Okulu Yayınları Ankara 2005
______
Tefsirde Şia ve Ehli sünnet Polemikleri, Ankara okulu Yayınları Ankara
2009
______
“Tefsirde Zahir Batın Düalizmi ve Aşırı Yorum”
, İslamiyat, temmuz-
eylül 1999, Cilt.2, Sayı 3 s. 100-120
______
“Kur’an’ın Tarihsel Bir Hitap Oluş Keyfiyeti”, İslami İlimler Dergisi,
Yıl 1, Sayı 2, Güz 2006, s. 69.
______
Kur’an’ı Kerim Meali, Otto yayınları, Ankara 2008
265
Pakiş,
Ömer; Mutezile ve Kur’an Yorumu, Işık Akademi Yayınları., İzmir 2007
Paret,
Rudi; Kur’an Üzerine Makaleler, (Çev. Ömer Özsoy), Bilgi Vakfı
Yayınları., Ankara 1995.
Peker,
Hidayet; İbni Sîna’nın Epistemolojisi, Arasta Yayınları., Bursa 2000.
Pezdevî,
Muhammed, Ehli Sünnet Akaidi, (Çev. Şerafeddin Gölcük), Kayıhan
Yayınları, İstanbul, 1994.
Pişkin,
Yasin; Kur’an’a Göre Akıl ve Akılcılığın Kur’an Tefsirine Etkisi, Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Doktora Tezi,
Ankara 2008.
Polat,
Ahmet Fethi; Çağdaş İslam Düşüncesinde Kur’an’a Yaklaşımlar, İz
Yayınları İstanbul, 2007.
______
Mutezili Tefsirin Eleştirisi, İz Yayınları İstanbul 2009
Razî,
Fahreddin; Halku’l Kur’an Beyne Mutezile ve Ehlissünne, (Tahk. Ahmed
Hicazi Saka), Darü’l–Ceyl, Beyrut 1992.
Rıza,
Reşit; Menar, Daru’l Menar, Kahire 1947.
____,
Vahyü Muhammedi, Müessesetü İzzeddin, Beyrut h. 1406
Sâbunî,
Muhammed Ali; et-Tibyan fî Ulûmi’l-Kur’an, Mektebetü’l Asriyye,
Beyrut, 2002.
Sabunî,
Nureddin; Maturidiye Akaidi, (Terc.; Bekir Topaloğlu), DİB. Yayınları,
Ankara 2000.
Sananî,
Ebu
Bekir
Abdurrazzak
b.
Hemmam;
el
Musannef,
(Tah.
Habibürrahman), Azım Mim Menşurati Meclisil İlmi.
Severcan,
Şefaettin, Peygamberlik Anlayışları ve Hz. Muhammed, Serhat kitabevi,
Konya 2006,
266
Seyhan,
A. Emin, 15. yy. Osmanlı Popüler Dini Edebiyatındaki Fiten
Hadislerinin Tahrici ve Tenkidi, Süleyman Demirel Üniversitesi
Yayınlanmamış Doktora Tezi, Isparta 2006.
Sıbai
Mustafa; Oryantalizm ve Oryantalistler, (Terc. Mücteba Uğur), Beyan
Yayınları., İstanbul. 2003.
Sıddıkî,
Mazharuddin Kur’an’da Tarih Kavramı, Pınar yayınları, İstanbul, 1982
Sicistanî,
Ebu Davut Süleyman b. El–Eşas, Sünen’ü Ebî Davud, Kitabü’s-Salah,
(Tahkik; Sadık Cemil El-Attar), Daru’l- Fikr, Beyrut 2005.
Sinanoğlu,
Abdülhamit “İslamın İlk Siyasallaşma Sürecinde Kader İnancı”, AÜİFD,
Ankara 2002, Cilt 43, s. 259.
______
İbn Sinanın Felak Suresi Tefsiri Bağlamında İlk Yaratılış Düşüncesine
Teolojik Bir Yaklaşım, Kelam Araştırmaları, 7/2, s. 53-72.
Suyutî,
Celaleddin Abdurrahman; el-İtkân fî Ulûmi’l- Kur’an, Daru İbn Kesir,
Beyrut 2002.
Sülemi,
Ebu Abdirrahman Muhammed b Huseyin b. Musa Hakaiku’t Tefsir,
(Tahkik Seyyid İmran), Daru’l Kütübi’l İlmiyye Beyrut 2001
Şağranî,
Ebü’l Mevahib Abdulvahhab b. Ahmed b. Ali Levagıhi’l Envar Fi
Tabakati’l Ahyar, (Tahkik; Süleyman Salih), Daru’l–Marife, Beyrut 2005
Şahin,
M. Süreyya “Cin”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Diyanet
Vakfı Yayınları, İstanbul, 1993, Cilt 8,
Şatıbî,
Muvafakat, Daru’l Marife, Beyrut, 2004.
Şehristanî,
Ebü’l Feth Muhammed b. Abdilkerim b.Ebi Bekir Ahmed; el Milel ve’nNihal, (Tah.; Emir Ali Mehna), Daru’l Marife, Beyrut 2008.
Şerbasî,
Ahmet, Hz. Peygamberden Günümüze Tefsir Ekolleri, (Terc; Mustafa
Özcan), Özgü Yayınları, İstanbul 2010,
267
Şerif
Adnan; Min İlmi’t Tibbi’l Kur’an, Daru’l İlm Li’l Melayin, Beyrut 1990.
Şimşek,
M. Said; Günümüz Tefsir Problemleri, Kitap Dünyası, Konya 2008.
Taberî,
Muhammed b. Cerîr; Câmiu’l Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’an, (Tah.;
Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî) Daru Hıcr.
Taftazanî,
Sa’düddin Mesud b. Ömer b.Abdillah, Şerhu’l- Akaid, Daru’l-Beyrûtî,
2007.
________
Şerhu’l- Makâsıd, (Tah.; Abdurrahman Umeyre), Alemü’l- Kütüb,
Beyrut 1998.
Tantavî,
Cevherî, el Cevahir Fi Tefsiri’l Kur’ani’l Kerim, Matbaatü Mustafa
Halebî, Mısır, H. 1346,
Tatar,
Burhaneddin “Tarih Ufkunda Beliren Kur’an Vahyi”, İslamiyat, Cilt VII,
2004, Sayı 1,
Taylan,
Necip, Gazalinin Düşünce Sisteminin Temelleri, İFAV Yayınları.
İstanbul, 1982
Tirmizî,
Ebu İsa Muhammed b. İsa; Sünen, (Tah.; Ahmed Muhammed Şakir),
Baskı; Şirketü Mahmud Muhammed el Halebî.
Tûsî,
Serrac Ebu Nasır Abdullah b. Alli el Luma Fi’t Tasavvuf, (Tahkik;
Roland Mikilson Leiden), 1994
Tusteri,
Ebu Muhammded sehl b. Abdullah Sehl, www.altafsir.com
Türcan,
Selim; İlk Dönem Kur’an Tasavvuru ve Dönüşümü, Ankara Okulu
Yayınları., Ankara 2010.
Topaloğlu,
Bekir; Kelam İlmine Giriş, Damla Yayınları, İstanbul
______
“Allah” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı
Yayınları, İstanbul, 1989, Cild II,
Türk Dil Kurumu,
Türkçe Sözlük, Ankara, 2005,
268
Ukberî,
Ebu Abdillah Ubeydullah b. Muhammed b. Batta İbn Batta; el–İbane An
Şeriati’l Firkati’n Naciye ve Mücanebetü’l Firaki’l Mezmume, (Tah.
Osman Abdullah Adem El Esyûbî), Daru’r Raye, Riyad, h.1415.
Uludağ,
Süleyman “İşari Tefsir “ Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001, Cilt XXIII
Ünal,
İsmail Hakkı; Ebu Hanifenin Hadis Anlayışı, DİB Yayınları. Ankara
1994.
Ünal,
Mehmet; Kur’an’ın Anlaşılmasında Kıraat Farklılıklarının Rolü, Fecr
Yayınları, Ankara 2005.
Vardar,
Berk; Dilbilim Terimleri Sözlüğü, Multilingual Yayınları., İstanbul, 2002.
Watt,
W. Montgomery; Kur’an’a Giriş, (Çev. Süleyman Kalkan), Ankara
Okulu Yayınları, Ankara 1998.
____,
Hz. Muhammedin Mekkesi, (Çev. Mehmet Akif Ersin), Bilgi Vakfı
Yayınları Ankara 1985.
Yaşar,
Hüseyin; Aman Oryantalizminde Kur’an’a Bakış, İz yayınları, İstanbul
2010.
Yavuz,
Ömer Faruk, Varlığından Yorumuna Kur’an, İlahiyat Fakülteleri Tefsir
Anabilim Dalı III. Koordinasyon Toplantısı, M grup Matbaacılık,
Kayseri, 08-09 Temmuz 2006,
Yavuz,
Yusuf Şevki, “Halku’l- Kur’an”
Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı yayınları, İstanbul, 2002, Cilt 30,
Yazır,
Elmalılı M. Hamdi Hak dini Kur’an Dili, (Sadeleştiren; İsmail Karaçam,
Nusrettin Bolelli), Azim Dağıtım, İstanbul,
Yılmaz,
Hasan, Kur’an ve Muhtevası, Fecr yayınları Ankara 2008
Yılmaz,
Hüseyin “Halk Müslümanlığı”, İslamiyat, Cild V. 2002, Sayı 4,
269
Zakzuk,
M. Hamdi; Oryantalizm, (Terc.: Abdülaziz Hatib), Işık yayınları., İzmir
1993.
Zehebî,
Siyeru A’lamin Nübela, (Tah. Salih es–Semr, Şüayb Arnavut),
Müessesetü’r Risale, Beyrut1982.
______
et Tefsir ve’l Müfessirun, Daru’l Erkam, Beyrut.
Zerkânî,
Muhammed Abdülazım; Menahilü’l İrfan Fi ulumi’l Kur’ân, Daru’l
Marife, Beyrut 2001.
Zemahşerî
Ebu’l Kasım Muhammed b. Ömer, Ruûsü’l Mesalik, (Tah. Abdullah
Nezir Ahmed), Daru’l Beşairi’l İslamiyye, Beyrut, 2007.
______,
Keşşaf, Daru İhyai’t Türasi’l Arabî, Beyrut 1997
Zerkeşî,
Bedrüddin;
Muhammed b. Abdullah, el-Burhan Fi Ulumi’l - Kur’ân,
(Tahkik; Yusuf Abdurrahman Maraşlı), Daru’l Marife, Beyrut 1994.
270
ÖZGEÇMİŞ
KİŞİSEL BİLGİLER
Adı–Soyadı
: Akif TOPUZ
Uyruğu
: Türkiye (TC)
Doğum Tarihi ve Yeri: 24. O5. 1975 / Tomarza
Medeni Durumu
: Evli
Tel
: 0505 3570569
e-mail
: [email protected]
Yazışma Adresi
: Diyanet Eğitim Merkezi Tire/ İzmir
EĞİTİM
Derece
Kurum
Doktora Tezi
EÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü
……
Yüksek Lisans
EÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü
2004
Lisans
SA.Ü. İlahiyat Fak.
1998
Lise
Kayseri Merkez İmam Hatip
1993
YABANCI DİL
İngilizce
Mezuniyet Tarihi
Download