Erdoğan Toprak Resmi İnternet Sitesi

advertisement
ERDOĞAN TOPRAK
HAFTALIK DEĞERLENDİRME
RAPORU
10 EKİM 2017
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU
ANA BAŞLIKLAR
1. TÜRKİYE - ABD ARASINDA YAŞANAN GERGİNLİKLER KARŞILIKLI
VİZE AMBARGOSUNA KADAR ULAŞTI. NATO ÜYESİ VE ABD’NİN
MÜTTEFİKİ TÜRKİYE’NİN SURİYE, LİBYA, SOMALİ, SUDAN, YEMEN VE
BENZERİ ÜLKELERLE AYNI KATEGORİYE KONULARAK VİZE
AMBARGOSUNA TABİ TUTULMASI ÜZÜCÜ BİR KARAR.
2. SURİYE’NİN İDLİB KENTİNDE OLUŞTURULACAK ÇATIŞMASIZLIK
BÖLGESİ İÇİN TÜRKİYE, İLK ADIMI ATTI. AYNI ZAMANDA AFRİN’İ DE
KUŞATABİLECEK YENİ BİR SÜREÇ BAŞLARKEN, İDLİB OPERASYONU
ESAD YÖNETİMİ İLE HÜKÜMET ARASINDA DAHA DA
YAKINLAŞMANIN BİR ADIMI OLACAKTIR.
3. KIBKY
TARAFINDAN
GERÇEKLEŞTİRİLEN
BAĞIMSIZLIK
REFERANDUMU SONRASINDA, TÜRKİYE - İRAN - IRAK ARASINDAKİ
İLİŞKİLER HIZLA YOĞUNLAŞTI. YAPILAN ORTAK AÇIKLAMALAR
GEREK KUZEY IRAK’TAKİ ORTAK ADIMLARIN GEREKSE İKİLİ
İLİŞKİLERİN YENİDEN ŞEKİLLENDİRİLDİĞİNİ GÖSTERİYOR.
4. 2007’DE PUTİN’İN RİYAD ZİYARETİNDEN SONRA, İLK KEZ BİR
SUUDİ KRALI RUSYA’YI ZİYARET ETTİ. SURİYE’DE SAHAYA İNEREK
BÖLGEYE YERLEŞEN RUSYA, YENİ DENGELERİN DE BELİRLEYİCİSİ.
RUSYA’DAN S-400 FÜZE SAVUNMA SİSTEMİ ALACAĞI AÇIKLANAN
SUUDİ ARABİSTAN’A TEKNOLOJİ TRANSFERİNİN DE YAPILACAĞININ
AÇIKLANMASI KRİTİK BİR ADIM!
5. KIBKY’NDE BAĞIMSIZLIK REFERANDUMU SONRASINDA
ORTAYA ÇIKAN GERGİNLİKLERİN TANSİYONU AZALIYOR. BARZANİ,
REFERANDUMUN SONUÇLARININ İPTALİNİN SÖZ KONUSU
OLMAYACAĞINI İLAN ETTİ. ASIL ÖNEMLİSİ 1 KASIM’DA KUZEY
IRAK’TA YAPILACAK MECLİS VE BAŞKANLIK SEÇİMLERİ!
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
1
6. CANLI HAYVAN VE KARKAS ET İTHALATINDAN SONRA
HÜKÜMET ÇIKARTTIĞI YENİ KARARNAME İLE “LOP ET” İTHALATINA
İZİN VERDİ. ENFLASYONU VE GIDA FİYATLARINI DÜŞÜRMEYİ
AMAÇLAYAN HÜKÜMETİN BU ADIMLARIYLA ÜLKE HAYVANCILIĞI
TÜMÜYLE BİTİRİLECEK!
7. BİRLEŞMİŞ MİLLETLER ULUSLARARASI ÇALIŞMA ÖRGÜTÜ’NÜN
(ILO) İSTANBUL’DA YAPILAN AVRUPA-ORTA ASYA BÖLGE
TOPLANTISI, KATILIMIN DÜŞÜKLÜĞÜ VE BOYKOTLARIN ULAŞTIĞI
BOYUTLA, ILO TARİHİNDE İLK KEZ BÜYÜK BİR FİYASKOYLA
SONUÇLANDI. KATILIM EN DİP DÜZEYDE KALDI!
8. TORBA YASA TASARISI VERGİ DÜZENLEMELERİYLE KAMUOYU
GÜNDEMİNE GELMESİNE KARŞIN, TÜTÜN KONUSUNDAKİ
DÜZENLEMELER DİKKAT ÇEKİCİ. FINDIK VE ETTEN SONRA TÜTÜN DE
YABANCI ÜRETİCİ VE İTHALATÇILARININ, SİGARA TEKELLERİNİN
KONTROLÜNE BIRAKILACAK!
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
2
DETAYLAR
1. TÜRKİYE - ABD ARASINDA YAŞANAN GERGİNLİKLER KARŞILIKLI
VİZE AMBARGOSUNA KADAR ULAŞTI. NATO ÜYESİ VE ABD’NİN
MÜTTEFİKİ TÜRKİYE’NİN SURİYE, LİBYA, SOMALİ, SUDAN, YEMEN VE
BENZERİ ÜLKELERLE AYNI KATEGORİYE KONULARAK VİZE
AMBARGOSUNA TABİ TUTULMASI ÜZÜCÜ BİR KARAR.
Birleşmiş Milletler Genel Kurul toplantıları için geçtiğimiz ay New
York’a giden Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın korumaları hakkında
çıkartılan tutuklama kararı ve devam eden yargılama nedeniyle
yaşanan gerginliğin, Trump ile yapılan görüşmede dile getirildiği ve
“Trump’ın özür dilediği” açıklanmıştı.
Daha sonra Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada Erdoğan-Trump
görüşmesinde özür dilenmesinin söz konusu olmadığı dile getirildi.
Bunun üzerine Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın “Özür
dilemedi ama üzüntülerini bildirdi” açıklamasını yapmak zorunda
kaldı.
Cumhurbaşkanının Mayıs ayındaki ABD ziyareti sırasında
Washington’daki Türkiye Büyükelçiliği önünde gündeme gelen
protestolar ardından Cumhurbaşkanlığı korumalarının müdahalesiyle
yaşanan arbede sonrası açılan davada halen 2 kişi tutuklu
yargılanıyor. Cumhurbaşkanlığı korumaları için de tutuklama kararı
çıkartılmış durumda.
Bu son krizin hemen öncesinde de Cumhurbaşkanının ABD ziyareti
sırasında, Cumhurbaşkanlığı korumaları için satın alınması
kararlaştırılan Sig Sauer otomatik silahların, Türkiye’ye satışı ABD
Kongresi tarafından yasaklandı. Başkan Trump, Kongre’nin bu kararını
veto etmedi.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
3
Türkiye ile ABD arasında aslında bir süredir devam eden farklı
konulardaki gerginliklerin birikimi, son olarak ABD Konsolosluğunda
görevli bir Türk çalışanın FETÖ bağlantısı iddiasıyla gözaltına alınıp,
tutuklanması sonrasında vize ambargosu ile zirve noktasına ulaştı.
Türkiye ile ABD arasında, Fethullah Gülen’in iadesi talebiyle başlayan
süreçte, Obama yönetimi döneminden bu yana zaman zaman
yükselen zaman zaman da durağanlaşan bir karşılıklı gerginlik ve
yüksek tansiyon söz konusuydu.
Türkiye’nin “PKK’nın Suriye kolu ve terör örgütü” olarak nitelendirdiği
PYD-YPG güçlerine verilen destek, son dönemde hükümetin
açıklamalarıyla tonlarca silah ve mühimmat katkısı, binlerce TIR
dolusu ABD silahının YPG ağırlıklı Demokratik Suriye Güçleri’ne (DSG)
aktarılması süregelen gerilimin ana başlıklarından birisiydi.
Cumhurbaşkanının korumalarına getirilen silah satış yasağıyla ilgili
olarak gösterilen tepkide “Türkiye’nin resmi olarak parasını ödeyerek
satın almak istediği silahlara yasak getirilirken, YPG-OYD güçlerine
bedelsiz olarak milyonlarca dolarlık silahın verilmesi, bu silahların
daha sonra Türkiye’ye karşı kullanılmak üzere PKK’nın eline geçeceği
eleştirisi” dile getirildi.
ABD yönetimi bu eleştirilere önem vermedi. Silahların daha sonra geri
alınacağını açıklamakla yetindi ve YPG’yi Suriye’deki “müttefiki”
olarak gördüğünü açıkladı.
15 Temmuz 2016’daki Darbe Teşebbüsü sonrasında gündeme gelen
Gülen’in iadesi talepleri konusunda da gerek eski başkan Obama
gerekse şimdiki başkan Donald Trump adres olarak sürekli şekilde
ABD yargısını gösterdiler.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
4
Buna karşılık geçtiğimiz yıl Ekim ayında, Türkiye’de kapatılan 17-25
2013’te açılan Aralık Rüşvet ve Yolsuzluk dosyalarının önde gelen
zanlılarından Rıza Sarraf’ın, Miami’de tutuklanarak, New York’a
getirilip cezaevine konulması, ardından Halkbank Genel Müdür
Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla’nın tutuklanması bir başka gerginlik
noktası olarak ortaya çıktı. Geçtiğimiz ay davaya eski Ekonomi Bakanı
Zafer Çağlayan’ın yanı sıra eski Halkbank Genel Müdürü Süleyman
Aslan ve diğer bazı Halkbank yöneticilerinin de dahil edilmesi,
haklarında yakalama kararı çıkartılması gerilimi daha da büyüttü.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Donald Trump’ın,
New York’taki BM toplantıları sırasında yaptıkları bir saati aşan
toplantı sonrasında yapılan ortak açıklamada, “İlişkilerin hiç olmadığı
kadar iyi olduğunu” ilan etmelerinin üzerinden bir aydan az süre
geçmesine karşın gelinen vize ambargosu noktası, ilişkilerin dışarıya
aksettirildiği gibi olmadığını gösterdi.
ABD Büyükelçiliği, 8 Ekim Pazar akşamı yaptığı açıklamada, “Son
zamanlarda yaşanan olaylar, ABD hükümetini, Türk hükümetinin ABD
misyonunun tesisleri ve personelinin güvenliğine ilişkin taahhütlerini
yeniden değerlendirmek zorunda bırakmıştır” diyerek, göçmen
olmayan vize hizmetlerinin askıya alındığını duyurdu. Türkiye,
mütekabiliyet ilkesi çerçevesinde benzer bir açıklamayı Washington
Büyükelçiliği aracılığıyla yaparak, ABD vatandaşlarına yönelik “vize, evize ve sınırda bandrol” uygulamalarının askıya alındığını belirtti.
Dışişleri Bakanlığı, ABD Büyükelçiliğin Müsteşarını bakanlığa çağırarak
vize ambargosu kararının gözden geçirilmesi ve Türk vatandaşları
üzerinde orantısız bir mağduriyet yarattığını belirterek kaldırılmasını
istedi. ABD tarafından bu talebe bir yanıt verilmedi.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
5
Oysa bundan 25 gün önce New York'ta düzenlenen 72'nci Birleşmiş
Milletler (BM) Genel Kurul toplantıları kapsamında ikili görüşme
gerçekleştiren Başkan Trump ve Cumhurbaşkanı Erdoğan dünyaya
“dostluk” mesajları vermişti.
Obama sonrasında, Trump ile pek çok konuda daha ileri düzeyde
ilişkiler kurulmasını uman Cumhurbaşkanı ve AKP hükümetinin bu
beklentileri, şu ana kadar gerçekleşmediği gibi ilişkiler her geçen gün
daha da kötü bir noktaya doğru ilerliyor.
Cumhurbaşkanı ve AKP’li Bakanlar; Gülen’in iadesi ve Rıza Sarraf
davalarıyla ilgili olarak, ABD yargısına yönelik tepki gösterdi. ABD’nin
Türkiye Büyükelçisi John Bass “Türkiye'de ki insanların, ABD’deki
yasal süreçlerin bağımsız yargı tarafından yürütüldüğünü anlaması
önemli ve bazı zamanlarda bağımsız yargı hükümet yerine
savunmanın lehine kararlar verebilir” karşılığını verdi.
Türkiye’deki görevi sona eren ABD Büyükelçisi ayrılmadan önce
düzenlediği basın toplantısında hükümetin gözaltı, tutuklama ve
yargılamalar konusundaki tutumunu da gündeme getirerek
“Hükümetteki bazı isimler adalet aramak yerine intikam peşinde
koşuyor. Yargılamalar adli kurumlarda değil, medya ile yapılıyor”
sözleriyle de hükümete oldukça ağır ithamlarda bulundu. Aslında
geçtiğimiz ay New York’ta devam eden Rıza Sarraf davasına eski
bakan ve genel müdürün de dahil edilmesi, davanın boyutlarının
genişleyeceğini ve gerginliğin daha da büyüyeceğini işaret ediyordu.
Bu karara hükümet tarafından gösterilen tepkilerde iddiaların
ispatlanması gerektiği ifade edilirken Cumhurbaşkanı ise davayı
tümüyle siyasi olarak nitelendirerek, “arkasından pis kokular geldiğini,
atılan bu yeni adımların sadece eski ekonomi Bakanı Çağlayan’a
yönelik değil, doğrudan Türkiye’ye yönelik olduğunu” öne sürmüştü.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
6
Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın FETÖ üyesi olduğu gerekçesiyle
İzmir’de geçen yıl Aralık ayında tutuklanan ABD vatandaşı Papaz
Andrew Brunson’un iadesinin istenmesi konusunda “Papazı verin'
diyorlar. Bir papaz da sizde var, bize verin, biz de onu size verelim.”
sözleriyle gündeme getirdiği takas çağrısına ABD yönetimi çok sert
tepki gösterdi.
ABD Dışişleri Sözcüsü “Böyle bir takasın olabileceğini, böyle bir yola
girebileceğimizi hayal bile edemiyorum” açıklamasını yaptı.
Peş peşe gelen bu sorunlarla, Türkiye - ABD ilişkilerindeki gerginlik
elle tutulur, gözle görülür bir hale bürünürken, ABD Büyükelçiliği 28
Eylül’de yayınladığı seyahat uyarısıyla vatandaşlarını Türkiye
ziyaretlerini dikkatle gözden geçirmeleri konusunda uyardı.
Türkiye'de tutuklanan veya gözaltına alınan ABD vatandaşlarına
konsolosluk yetkililerinin erişimi konusunda ek bilgilerin yer alması
dikkat çekti.
Uyarı mesajında “Türkiye’de güvenlik güçleri tarafından gözaltına
alınan ya da tutuklanan ABD vatandaşlarının konsolosluk hizmetlerine
erişiminde gecikmeler yaşanması ya da erişime izin verilmemesi,
giderek daha yaygın bir uygulamaya dönüşmüştür” ifadeleri yer
alırken, bir yıldan uzun süredir devam eden olağanüstü hal şartları
altında ABD diplomatik misyonunun Türkiye vatandaşı da olan tutuklu
ABD vatandaşlarıyla temasa geçemediği kaydedildi ve Türkiye’nin
çifte pasaport sahibi ABD vatandaşlarının ülkeden ayrılmalarına izin
vermediğine dikkat çekildi.
28 Eylül’de yayınlanan ABD Dışişleri Bakanlığının son seyahat
uyarısındaki bu ifadeler, aslında ABD yönetiminde giderek artan bir
rahatsızlığın örtülü şekilde dile getirilmesiydi.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
7
Nitekim bu uyarıdan kısa süre sonra, gizli tutulan bir operasyonla,
“17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarına dair yürütülen soruşturma
kapsamında, hakkında dava açılan eski polis müdürleri ve firari eski
savcı Zekeriya Öz ile irtibatı tespit edildiği iddia edilen, ABD'nin
İstanbul Başkonsolosluğu görevlisi Metin Topuz’un gözaltına alındığı
ve çıkarıldığı nöbetçi hâkimlikçe 4 Ekim’de tutuklandığı” ortaya çıktı.
Bu tutuklamadan sonra ABD Büyükelçiliği’nden yapılan açıklamada,
“Amerikan hükümeti, ABD’nin İstanbul Konsolosluğu’nda görevli yerel
bir çalışanın tutuklanmasından ve Türk hükümeti kaynakları
tarafından sızdırılan ve görünüşe göre; bu çalışanın hukuka dayalı bir
mahkeme yerine, medyada yargılanmasının amaçlanmasından büyük
bir rahatsızlık duymaktadır” denildi. İddiaların “tamamen temelsiz”
olduğu savunulan ABD Büyükelçiliği açıklamasında, “Çalışanlarımıza
yönelik temelsiz ve kaynağı belirsiz iddialar, bizim uzun dönemli
ortaklığımızı baltalamakta ve bu ortaklığın değerini azaltmaktadır”
uyarısı yer aldı.
Türkiye’ye veda etmeden önce, İstanbul’da bazı basın kuruluşlarının
temsilcileriyle bir araya gelen ABD Büyükelçisi John Bass da, bu
konuda oldukça sert ve diplomasi diliyle pek de bağdaşmayacak
açıklamalar yaptı. Türk hükümetinden bazı isimlerin "davayı
mahkeme yerine basın üzerinden görmesinden" hayal kırıklığı
duyduğunu ifade eden Büyükelçi Bass, "Bu bana adaleti aramak
yerine intikam peşinde koşmak gibi geliyor. Hükümetteki bazı
isimlerin bu yolu izlemesi beni büyük hayal kırıklığına uğrattı" sözleri,
Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün tepkisine neden oldu.
Üst üste biriken tüm bu gerginlik süreçleri, Türkiye-ABD ilişkilerini 8
Ekim 2017 gününe getirdi. Akşam saatlerinde ABD'nin Ankara
Büyükelçiliği’nce yapılan açıklamada, “Türkiye'den yapılan göçmen
olmayan vize hizmetlerinin süresiz olarak askıya alındığı” duyuruldu.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
8
Açıklamada isim vermeden ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu
görevlisi Metin Topuz'un tutuklanmasına vurgu yapılırken, “Son
zamanlarda yaşanan olaylar, ABD hükümetini, Türk hükümetinin ABD
misyonunun tesisleri ve personelinin güvenliğine ilişkin taahhütlerini
yeniden değerlendirmek zorunda bırakmıştır” ifadesi yer aldı.
Misilleme kararı alan Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği’nden
yapılan açıklamada da ABD duyurusunda yer alan ifadelerin
neredeyse birebir aynısı kullanıldı. ABD'den yapılacak vize
başvurularını askıya alındığını belirten büyükelçilik, kararın e-vize ve
sınırda bandrol uygulamalarını da kapsadığı belirtildi.
Asıl ilginç olan, bu açıklamaların hemen öncesinde, 7 Ekim Cumartesi
akşamı Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile ABD Dışişleri Bakanı Rex
Tillerson arasında bir telefon görüşmesinin gerçekleştiğinin
duyurulmasıydı. Suriye ve Irak’taki gelişmelerin, Kuzey Irak
referandumu sonuçlarının, İdlib’e yönelik başlatılan operasyonun iki
bakanın görüşmesinde ele alındığı duyurulmasına karşın, anlaşılan iki
ülke ilişkilerinin içinde bulunduğu durum bu görüşmede söz konusu
olmamış. İki dışişleri bakanının görüşmesinin üzerinden 24 saat
geçmeden, ABD’nin Türk vatandaşlarına vize ambargosu adımını
atması ve herhangi bir uyarıda bulunulmaması üzerinde durulması
gereken bir husus. Böylesine kritik bir adımdan bir gün önce
mevkidaşı ile görüşen ABD Dışişleri Bakanının bu tavrı, Türkiye’ye ve
ikili ilişkilere verilen önem, Türkiye’nin ABD nezdindeki ağırlığı ve
saygınlığı açısından da üzücü. Daha da incitici olan ABD Başkanı
Donald Trump’ın kısa süre önce çıkarttığı Başkanlık Kararnamesiyle,
vize ambargosu ve ABD’ye giriş yasağı getirdiği Suriye, İran, Libya,
Sudan, Somali, Yemen’in yanı sıra 13 Eylül’de bu ülkelere Kamboçya,
Eritre, Gine’nin eklenmesinin ardından, benzer bir kararın Türkiye ve
Türk vatandaşları için alınmış olması!
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
9
Belirtilen ülkelere vize ambargosunun gerekçesi “teröre destek, kaçak
mülteci olarak ABD’ye girişleri vb.” nedenler olarak dile getirilmişti.
Türkiye’nin de şimdi bu kara listeye dahil edilmiş olması, ülkemiz
adına kabul edilemez bir durum.
Her ne kadar mütekabiliyet esası uyarınca, hükümet benzer kararı
ABD vatandaşları için almış olsa da, 1974’teki Kıbrıs Barış Harekâtı’nın
ardından konulan silah ambargosundan 43 yıl sonra, oldukça ağır bir
adımın atılarak, Türkiye’ye vize ambargosu uygulanması,
müttefiklikle, stratejik ortaklıkla, NATO üyeliği ile Cumhurbaşkanının
sıkça ifade ettiği dostlukla bağdaşmayan bir tutum.
İlk kez bir NATO üyesi ülkeye vize ambargosu koyan ABD’nin bu
yaklaşımında ısrar etmesi, ambargoyu sürdürmesi durumunda
Türkiye, önümüzdeki dönemde yeni bazı adımlara, hatta ekonomik
yaptırım ve ambargolara da maruz kalabilir.
Bu gelişmeleri tek başına bir vize ambargosu olarak değerlendirmek
yanlış olur.
Yukarıda sıraladığımız sorunlu aşamaların oluşturduğu birikimlerin
yanı sıra, bazı yeni gelişmelerin ve başta Suriye, Irak sorunları,
bölgemizdeki yeni dengeler, İran politikasındaki değişim, Kuzey Irak
referandumunda gösterilen tepkilerin bir yanıtı olarak da görmek
olanaklı.
Buna Kıbrıs konusunda gündeme gelen “KKTC-Türkiye birleşmesi,
Türkiye’ye katılım” konusundaki son açıklamaları ilave etmek gerekir.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
10
2. SURİYE’NİN İDLİB KENTİNDE OLUŞTURULACAK ÇATIŞMASIZLIK
BÖLGESİ İÇİN TÜRKİYE, İLK ADIMI ATTI. AYNI ZAMANDA AFRİN’İ DE
KUŞATABİLECEK YENİ BİR SÜREÇ BAŞLARKEN, İDLİB OPERASYONU
ESAD YÖNETİMİ İLE HÜKÜMET ARASINDA DAHA DA
YAKINLAŞMANIN BİR ADIMI OLACAKTIR.
Suriye’de iç savaşı sona erdirecek nihai adımlardan birisi Hatay
sınırlarımızın hemen ötesindeki İdlib eyaletinde oluşturulması
kararlaştırılan çatışmasızlık bölgesi idi. Bu konudaki süreçleri önceki
değerlendirmelerimizde geniş bir şekilde analiz etmiştik. Geçen ay
Türkiye-İran-Rusya
arasında
varılan
mutabakatla
atılması
kararlaştırılan adımın sorumluluğunu Türkiye üstlendi. İdlib kenti ve
kapsadığı eyalet sahasında çatışmasızlık ve ateşkesin sağlanması,
Suriye güçlerine saldırıların önlenmesi operasyonun ana amacı.
Bu harekât, kendi sınır güvenliğimiz yanında Şam yönetiminin
kontrolü dışındaki son bölgede çatışmaların durdurulmasını
öngörüyor. El Kaide bağlantılı El Nusra’nın kendisini dönüştürdüğü
Radikal Cihatçı Heyet’ül Tahrir Şam (HTŞ) güçlerinin kontrolüne geçen
İdlib’te geçtiğimiz aylarda yaşanan çatışmaları, Türkiye’nin
desteklediği Ahrar ve ÖSO kaybetmişti.
Şimdi ise ÖSO, TSK destekli olarak İdlib’e yeniden dönüyor. HTŞ ile
yürütülen müzakereler sonrasında El Kaide bağlantılı grubun kontrolü
TSK’ya bırakacağı belirtiliyor. Böyle bir durum, yani TSK’nın, cihatçı
HTŞ ile çatışmak zorunda kalmaksızın kenti ve eyaleti kontrol altına
alması, ateş kesi güvenceye alması arzu edilen bir durumdur. Bunun
dışında HTŞ’nin TSK ve ÖSO ile çatışmaya girişmesi ise hem askeri
açıdan beraberinde kayıp riskini içerecek hem de nüfusu 2 milyonu
aşan eyaletten, Türkiye sınırlarına yeni bir göç dalgasını gündeme
getirecektir.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
11
8 Ekim’den itibaren başlatılan operasyonun kısa sürede ve çatışma
olmaksızın tamamlanması hepimizin arzusudur. Astana mutabakatı
çerçevesinde ÖSO’nun 500 kişilik güçle girdiği bölgede kontrol
sağlandıktan sonra, ateşkes gözetim ve denetim noktalarına TSK
yerleşecek. Bölgenin iç güvenliği ve denetimi TSK tarafından, dış
çevrenin denetim ve güvenliği ise Rusya ve İran tarafından
sağlanacak.
İdlib, Suriye’nin diğer bölgelerinde Esad güçleri ve Rusya, İran, ABD
destekli DSG karşısında yenilgiye uğrayan cihatçı grupların ülkenin
dört bir yanından gelerek toplandıkları, yığıldıkları son bölge.
Cihatçıların İdlib’ten sökülmesi Suriye iç savaşını da sona erdirecek
önemli bir sürecin başlangıcı olacak. Hatay ve Reyhanlı’nın hemen
karşısında 35-40 kilometre mesafedeki İdlib eyaleti Türkiye’nin cihatçı
terörden korunması, cihatçıların geçişlerinin önlenmesi açısından da
kritik ve stratejik önemde.
İdlib, en başından itibaren Suriye’deki iç savaşta, militan devşirme ve
sınır geçişleri, lojistik, cephane ve insan kaynağı bakımından en
önemli güzergâhlardan biriydi.
Nusra Cephesi ve ortakları İdlib üzerinden Halep-Hama-Şam
anayolunu keserken Esad’ın kalesi konumundaki Lazkiye'ye yönelik
saldırılarda İdlib hep kullanıldı.
Mart 2015’ten bu yana tümüyle cihatçıların kontrolündeki İdlib, ikinci
Rakka olarak da anılıyordu. Türkiye sınırına komşuluğu nedeniyle
Avrupa ve diğer ülkelerden, bölgelerden gelen cihatçıların ana geçiş
noktasıydı.
Türkiye’nin de desteklediği ÖSO, Ahrar ve diğer İslamcı grupların
Nusra Cephesi ile bir araya gelerek oluşturdukları Fetih Ordusu kenti
yaklaşık üç yıl önce Suriye ordusundan aldı.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
12
O günden bu yana geçen sürede kentin ve eyaletin yönetimini
koalisyon halinde üstlenen gruplar arasında, son dönemde diğer
bölgelerde yaşanan bozgunlar sonrasında kente yığılan diğer cihatçı
gruplarla birlikte yönetim rekabeti başladı.
Fetih Ordusu dağıldı ve içinde irili ufaklı çok sayıda cihatçı grup çıktı.
Asıl ana damarlar El Kaide destekli Nusra Cephesi ve Türkiye destekli
Ahrar el Şam gruplarıydı.
2015'te Rus uçağının düşürülmesinin ardından yaşanan gerginlik
üzerine Moskova ile ilişkileri normalleştirme çabasına girişen
hükümetin Suriye politikası, Rusya ile normalleşmeye paralel olarak
değişti. Suudi-Katar omurgası üzerine oturan ve cihatçı grupları
destekleyen Körfez ittifakından uzaklaşarak, Rusya ve İran ile
yakınlaşmak zorunda kalan Türkiye’nin öncelikleri de bu yakınlaşmaya
paralel olarak değişmek zorunda kaldı.
Rusya’yla ortaklaşa yürütülmeye başlanan Suriye politikasında
değişim çerçevesinde Türkiye, ilk aşamada Halep'te kuşatma altındaki
bölgenin Suriye ordusunun kontrolüne geçmesinde rol üstlendi.
Kentteki cihatçıların boşaltılmasında Rusya ve Esad yönetimine
destek verdi. Bunun karşılığında da Rusya, Türkiye'nin Fırat Kalkanı
Harekâtı'yla El Bab’a ilerlemesine ve YPG'nin önünü kesmesine göz
yumdu.
Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Putin ile diyalogunun öne çıkması,
Türkiye'nin Suriye’de Rusya ile ortaklaşa hareket etmesini
beraberinde getirdi. ÖSO’nun oluşumu, El Bab ve Cerablus’ta TSK’nın
ÖSO’yla ortak operasyonlara girişmesi, ÖSO’yu aynı zamanda
Astana’da müzakere masasına da taşıdı. Türkiye’nin tutumunda
Rusya’ya endeksli bu değişim, daha önce desteklenen ılımlı İslamcı,
cihatçı gruplar arasında da ayrışmaya neden oldu.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
13
Fırat Kalkanı ve Astana sürecine katılmayı reddeden daha radikal
gruplar Nusra Cephesi'nin çatısı altında toplanarak geçtiğimiz Ocak
ayında Nusra Cephesi ismini değiştirdiklerini Heyet Tahrir el Şam
(HTŞ) ismini aldıklarını açıkladılar.
Suudilerle mesafe giderek artınca, Türkiye-Katar destekli ÖSO’nun
yanı sıra, Ahrar el Şam içindeki radikal cihatçılar da koparak HTŞ'ye
katıldı.
Astana sürecinde alınan kararlar doğrultusunda HTŞ ve çatısı altındaki
grupların terörist sayıldığının açıklanması, ÖSO ve Ahrar ile HTŞ
arasında çatışmaları gündeme getirdi. HTŞ, ÖSO ve Ahrar’ı bertaraf
ederek İdlib’in yönetimini eline aldığı gibi, Türkiye destekli bu grupları
İdlib dışına attı ve kontrollerindeki kilit önemdeki sınır kapısı Bab el
Hava’yı da ele geçirdi.
İdlib, Astana'da kararlaştırılan 4 çatışmasızlık bölgesinden en zorlu
olanı. Diğer üç bölgenin biri ABD’ye bırakıldı. Diğer ikisi Esad rejimiyle
Rusya ve İran tarafından oluşturuldu. İdlib en zor olduğu için sona
bırakıldı. 15 Eylül'deki Astana mutabakatına göre garantör ülke
olarak Rusya, İran ve Türkiye ateşkesi korumak üzere İdlib'e 500'er
asker konuşlandırılacak.
Bunun için Müşterek Koordinasyon Merkezi oluşturacak.
Cumhurbaşkanının 6 Ekim'deki açıklamasına göre İdlib'in içinde
Türkiye, dışında Rusya ve İran olacak.
İlk etapta planlanan, HTŞ'ye karşı önce rakip grupların sahaya
sürülmesi. ÖSO bu çerçevede TSK’nın fırtına obüsleriyle verdiği ateş
desteği altında İdlib’e girdi. Öncelikli amaç; Türk Silahlı Kuvvetleri'nin
(TSK) desteğiyle, ÖSO’nun İdlib’te durumu kontrol altına alması ve
ardından kilit kontrol noktalarını TSK gözlemcisi askeri unsurlara
devretmesi.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
14
Bu adımların gerçekleşmesi HTŞ’nin çatışmamasına ve geri
çekilmesine bağlı. Şu ana kadar da HTŞ birkaç ufak çatışma dışında
ÖSO ve TSK ile çatışmaya girmeksizin çekilmeye başladı. Bu konuda
yürütülen müzakerelerde de mutabakata varıldığı, TSK’nın doğrudan
İdlib’e konuşlanması şartıyla HTŞ’nin çekilmeyi kabul ettiği belirtiliyor.
Suriye'de dördüncü çatışmasızlık bölgesinin İdlib'de kurulması
yönündeki mutabakattan sonra, Türkiye TSK'yi müdahaleye hazır hale
getirmek için Hatay ve Kilis'te sınır hatlarına askeri sevkiyat ve yığınak
yaptı.
Diğer yandan 2014-2015’te Esad yönetimine karşı oluşturulan Fetih
Ordusu’nu eğitip desteklediği bilinen Hatay ve Gaziantep’teki
Müşterek Operasyon Merkezleri’nde (MOM) MİT ile diyalog halinde
olan grupların önceden uyarılarak, HTŞ’den ayrılmalarının sağlandığı
ve HTŞ’nin hızla zayıflatıldığı kaydediliyor.
HTŞ de bu hızlı güç kaybı nedeniyle çatışma yerine TSK ile uzlaşarak
geri çekilmeyi benimsemiş görünüyor.
Türkiye bir yandan İdlib’i çatışmasız şekilde denetime alarak ateşkesi
sürekli kılmaya çalışırken, diğer yandan da ÖSO önderliğinde Suriye
Ulusal Ordusu’nu oluşturarak, İdlib’i bu güçlerin yönetimine
bırakmayı hedefliyor.
Rusya’nın daha sonra yönetimin Esad yönetimine ve Suriye Ordusu’na
devredilmesi koşuluyla bu oluşuma onay verdiği kaydediliyor.
Bu çerçevede MİT’in devreye girmesiyle hız verilen Suriye Ulusal
Ordusu ya da Milli Suriye Ordusu oluşumuna İdlib operasyonun
başlamasından itibaren olumlu yanıt veren irili ufaklı silahlı muhalif
grupların sayısının arttığı, 40’a yaklaştığı kaydediliyor.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
15
Burada önemli noktalardan birisi, Suriye Ordusu’nun Deyr el Zor’daki
operasyonu tamamladıktan sonra İdlib’e yönelecek olması yanında,
diğeri de ABD destekli, YPG ağırlıklı DSG’nin de Rakka ve Deyr el Zor
harekatlarını tamamladıktan sonra İdlib’e yöneleceğini açıklamış
olması.
Dolayısıyla hükümet, ÖSO ve diğer ılımlı İslamcı muhalifleri bir çatı
altında toplayıp, çatışma olmaksızın İdlib’i kontrol altına alarak,
Türkiye destekli bu grupların yönetimine bırakmayı hedefliyor.
Çünkü hükümetin İdlib’te sorumluluk üstlenmesinin diğer
amaçlarından birisi, İdlib’i muhalif güçlerin kontrolüne alarak aynı
zamanda İdlib’e komşu olan ve PYD-YPG’nin kontrolünde bulunan
Afrin’i de kuşatmak. Ancak Esad ordusu ve DSG İdlib’e yöneldiğinde
nasıl bir tablo ile karşı karşıya kalınacağını, Türkiye destekli bu silahlı
gruplarla Suriye Ordusu veya DSG arasında İdlib üzerinde bir
çatışmanın gündeme gelip gelmeyeceğini bugünden kestirmek güç!
Muhtemelen bu aşama söz konusu olduğunda, Rusya devreye girecek
ve Rusya’nın tavrı belirleyici olacak.
Hükümet İdlib'de, Rusya ve İran'la ortak hareket etmesinin
karşılığında Kürtlerin kontrolündeki Afrin'e müdahale imkânı
sağlanmasını bekliyor. Bunun yanı sıra sınırdaki güç yığınağının diğer
amacı da Suriye Ordusu’nun kontrol altına aldığı alanın giderek
genişlemesi ve Rusya’nın hava desteğiyle yürütülen bu harekâtlardan
dolayı kuzeye, yani Türkiye sınırına doğru yoğunlaşan silahlı cihatçı
akınının önünün kesilmesi.
Ayrıca olası bir çatışma durumunda İdlib’ten gelecek ağır sivil göç
dalgasını önlemek, sınırda karşılamakta harekâtın bir diğer amacı.
Yapılan açıklamalar bu yönde de gerek Kızılay’ın gerekse AFAD’ın
hazırlık yaptığını gösteriyor.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
16
Türkiye, Cerablus-El Bab’tan sonra İdlib'te de askeri varlığını
konuşlandırarak, gerek Astana’da gerekse sonrasında Cenevre’de
Suriye'nin geleceğinin şekilleneceği süreçlerde masadaki konumunu
da güçlendirmiş olmayı öngörüyor.
İdlib operasyonunun askeri ve siyasi hedefleri yanında, asıl insani
boyutu üzerinde dikkatli olunması gerekiyor.
2 milyona yaklaşan bir nüfusu barındıran ve cihatçıların Rakka’dan
sonra son kalesi konumunda olan İdlib’te, çatışmaların başlaması
halinde, yaygın bir insani sorunla, büyük bir göç dalgasıyla
karşılaşılması ihtimali gündemde.
Halen 3,5 milyondan fazla Suriyeliye ev sahipliği yapan ülkemiz
açısından İdlib’ten gelecek böyle bir milyonluk göç akının yansımaları
ciddi bir sorun oluşturacaktır. Üstelik bu kez göçenlerin arasında
binlerce cihatçının da yer alması söz konusudur ve Ülkemiz adına
ciddi bir risktir.
İdlib harekâtının ortaya koyduğu ve Suriye politikasının yanlışlığının
en somut göstergesi olan durum ise Türkiye’nin Rusya ile olan
karşılıklı konumudur. Kasım 2015’teki savaş uçağı krizine kadar karşıt
cephelerde yer alan Rusya ve Türkiye arasında, bu tarihten itibaren
adımlarını, aşamalarını, koşullarını ve sorumluluklarını Rusya’nın
belirlediği bir ilişki sürecine girildi.
Türkiye’nin uçak krizi sonrasında Suriye’de sahadan tümüyle
dışlandığı, sınırlarında savaş uçaklarını bile uçuramadığı bir döneme
girilmişti. Rusya, Türkiye’nin içine düştüğü bu açmazı gayet iyi
değerlendirerek kendi planladığı şekilde ve izin verdiği koşullarda
Türkiye’nin sahada olmasına onay verdi. Bunun ilk aşaması El BabCerablus hedefli Fırat Kalkanı idi.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
17
Şimdi, İdlib’te Türkiye’ye verilen yeni görev, Halep’te olduğu gibi
İdlib’in cihatçılardan temizlenmesi. Türkiye ÖSO ile başlattığı bu
operasyonda, Genelkurmay’ın açıklamasına göre yeni aşamada keşif
güçlerini devreye sokmaya başladı. ÖSO’ya hava desteği ise Rusya ve
Suriye hava kuvvetleri tarafından sağlanıyor. TSK operasyona dahil
olsa da hava desteği yine Rusya tarafından sağlanacak. Türkiye hâlâ
kendi hava kuvvetlerini Suriye hava sahasında kullanamıyor, buna izin
verilmiyor.
Üstelik ABD önderliğindeki koalisyon güçlerine ait savaş uçakları bile
İncirlik’ten kalkıp, hava operasyonları yapabilirken, Türk Hava
Kuvvetleri bu imkandan yoksun. Türk askerlerinin hava desteğini de
bu çerçevede NATO üyesi “dost ve müttefik” ABD hava kuvvetleri
değil, NATO karşıtı Rusya ve Suriye hava kuvvetleri sağlıyor.
Son bir nokta olarak İdlib operasyonunun Fırat Kalkanı gibi sınırlı
süreli bir harekât olmadığını, asgari süresinin 6 ay olduğunu belirtmek
gerekiyor. Kaldı ki sürenin bitiminde yeniden uzatılması söz konusu.
İdlib ve çevresinde çatışmasızlığın, ateşkesin kalıcı bir şekilde
sağlanması görevi Türkiye’nin. Görev süresi uzadıkça çatışma
ihtimalinin artacağı gözardı edilmemeli. Ayrıca bölgede birbiriyle
rekabet halinde, farklı çizgilerde ve hedeflerde, irili ufaklı çok sayıda
silahlı grubun bulunması çatışma olasılığını süreç içerisinde daha da
artıracak unsurların başında geliyor. Böyle bir durumda ise
çatışmaların hızla yaygınlaşması kaçınılmaz hale gelebilir ve
kontrolden çıkabilir.
Bu açıdan İdlib’te adeta ateşten gömleğin Türkiye’ye ve TSK’ya
giydirildiğini söylemek yanlış olmaz. Karada Suriye ordusu ve IŞİD’le
diğer radikal İslamcı gruplardan sonra, çatışmaya en yakın güç olarak
TSK’nın devreye sokulmuş olması da bu harekâtın hassas
noktalarından birisi.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
18
3. KIBKY
TARAFINDAN
GERÇEKLEŞTİRİLEN
BAĞIMSIZLIK
REFERANDUMU SONRASINDA, TÜRKİYE - İRAN - IRAK ARASINDAKİ
İLİŞKİLER HIZLA YOĞUNLAŞTI. YAPILAN ORTAK AÇIKLAMALAR
GEREK KUZEY IRAK’TAKİ ORTAK ADIMLARIN GEREKSE İKİLİ
İLİŞKİLERİN YENİDEN ŞEKİLLENDİRİLDİĞİNİ GÖSTERİYOR.
Kuzey Irak’ta gerçekleştirilen bağımsızlık referandumuna en sert
tepkiyi gösteren Türkiye, İran ve Irak arasındaki yakınlaşma
hızlanırken, Cumhurbaşkanının Tahran’a yaptığı ziyaretle, Türkiyeİran ilişkilerinde de yeni bir dönemin adımlarının atıldığı açıklandı. İkili
ticaret hacminin hedeflendiği şekilde 35 milyar dolara çıkartılması
yanında asıl Barzani’ye ve Kuzey Irak’a karşı atılacak adımlar
konusunda mutabakat sağlandığı kaydedildi.
Cumhurbaşkanının gerek İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani gerekse
İran dini lideri Hamaney ile yaptığı görüşmelerin ana omurgasını
Kuzey Irak Bağımsızlık Referandumu oluşturdu. Askeri işbirliğinin
geliştirilmesi konusunda varılan mutabakat çerçevesinde iki ülkenin
Kuzey Irak’a karşı daha ileri adımlar atacağını açıklayan
Cumhurbaşkanı sınır kapılarının kapatılacağı, Petrol vanasının
kesileceği görüşlerini yineledi.
İki ülkenin geçmişten bu yana çeşitli nedenlerle yaşadıkları
gerginlikler hatırlandığında, ilişkilerde Kuzey Irak’a endeksli olarak
kısa sürede ortaya çıkan bu olumlu havanın sürmesi ortak çıkar
noktalarının da çoğalmasına bağlı.
Öncelikle iki ülkenin atacakları ortak adımlar arasında bir askeri
harekât seçeneğinin bulunmadığını, yani Kuzey Irak’a bir saldırı ya da
işgalin düşünülmediğini öngörmekteyiz. İran’ın, Bağdat yönetimi
üzerindeki etkinliği ve nüfuzu dikkate alındığında, Irak’ın toprak
bütünlüğü konusundaki hassasiyetlerin sıkça vurgulandığı görülüyor.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
19
Bu açıdan, atılacak adımların daha çok siyasi ve ekonomik olduğunu
söyleyebiliriz. Bu konuda İran doğrudan icraata geçmiş durumda.
Kuzey Irak ile olan sınır kapılarını referandum öncesinde kapatan İran,
aynı şekilde hava sahasını da kapatıp, Erbil ve Süleymaniye uçuşlarını
iptal etti. Kuzey Irak’tan petrol alımlarını da durdurdu.
Türkiye’de ise şu anda daha çok söylem düzeyinde bazı yaptırım
şantajları görülüyor. Erbil’e uçak seferlerinin durdurulması, Bağdat
yönetimini aldığı karar sonrasında gerçekleşti. Türkiye kendiliğinden
böyle bir adım atmadı. Habur’un kapatılması ise en sık yinelenen bir
tehdit olmasına karşın, Türkiye’nin Irak’a yönelik ticaretinin yüzde
90’ından fazlası da bu kapıdan geçtiği için şu anda hükümetin
alternatif aradığı gözleniyor. Başbakan Binali Yıldırım’ın, “Bağdat
yönetimi sınır kapılarını kapatırsa buna uyarız” açıklaması hükümetin
Habur’u kapatmayı düşünmediğini, ancak Irak Merkezi Yönetimi bu
yönde bir karar alırsa havaalanlarında olduğu gibi Türkiye’nin buna
uyacağını gösteriyor. Petrol vanalarının kapatılması konusunda da
Cumhurbaşkanının söylediklerinin aksine adım atmakta Türkiye’nin
biraz daha ağırdan aşacağı anlaşılıyor. Çünkü vana kapatıldığı anda
Irak’ın petrol ihracatı kesilmiş olacak.
Bu açıdan İran ile atılacak ortak adımlar konusunda biraz daha
bekleneceği anlaşılıyor.
Dolayısıyla Türkiye-İran arasındaki ittifakın, ilk aşamada bağımsızlık
referandumu gibi güncel konular üzerinde yoğunlaşacağı söylenebilir.
Türkiye-İran yakınlaşmasında, aslında Kuzey Irak’tan önce bazı
gelişmeler söz konusuydu. Suudi Arabistan ve diğer körfez ülkelerinin
Katar’a karşı başlattıkları ambargo ve yaptırımlarda da iki ülke
Katar’ın yanında yer almışlardı. Bu açıdan Türkiye-İran arasındaki
işbirliği zemininin temeli daha önce Katar krizi sırasında atılmıştı.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
20
Kuzey Irak referandumu bu açıdan ilişki sürecini hızlandırıcı etki yaptı
denilebilir.
Kaldı ki, bağımsızlık referandumunun hemen öncesi ve sonrasındaki
sert tavırlar ve açıklamalarda da bir yumuşama söz konusu. İran
referandum sonrasında ülkedeki Kürtlerin sokaklara taşmasına,
kutlamalar yapmasına izin verdi. Güvenlik güçleri müdahalede
bulunmadı. Bunun yanı sıra Barzani yönetiminin yaptığı
referandumdan her ne kadar yüzde 90’ı aşan bir oranda bağımsızlığa
evet çıktığı açıklansa da, bugünden yarına bir bağımsızlık ilanının söz
konusu olmayacağı yönündeki açıklamalar da tepkinin dozunu
düşürdü.
Hepsinden öte, KIBKY şu ana kadar bağımsızlık girişimine İsrail dışında
ne bir bölge ülkesinden ne de bölge dışındaki ülkelerden destek
bulabilmiş değil. Rusya’nın devreye girmesi, Fransa Cumhurbaşkanı
Macron’un Başbakan İbadi’yi Paris’e davet etmesi yumuşamada etkili
olmuşa benziyor. Aynı şekilde bu ülkelerin Barzani üzerindeki
iknalarından da sonuç aldıkları söylenebilir. ABD’nin de referandum
sonucunu tanımadığını, bu aşamada Irak’ın toprak bütünlüğüne zarar
verecek hiçbir eylemi hoş görmeyeceğini açıklaması, şu an itibarıyla
bağımsızlık ilanı olasılığını azaltmış görünüyor. Bu yüzden de İran ve
Türkiye’nin söylemlerinin aksine, daha ileri ve radikal adımlar atmaları
beklenmemeli.
Nitekim Barzani, daha önce tepki gösterdiği Bağdat ile diyalog
başlattı. Cumhurbaşkanı yardımcıları ile bir araya geldi. Konunun
Irak’ın iç işi olduğunu, çözülecekse Bağdat ile Erbil arasında
çözüleceğini ifade etti. Bu da İran ve Türkiye’nin hareket alanını doğal
olarak daralttı.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
21
Türkiye ve İran’ın, Rusya’nın öncülüğünde Suriye’deki işbirliğini
geliştirmeleri ve ortak hareket noktasına gelmeleri de ikili işbirliğini
destekleyen bir başka unsur.
Aslında AKP hükümetinin “komşularla sıfır sorun” noktasından “sıfır
komşu” noktasına gelmesi, Türkiye’nin bölgede bugünkü konumunun
altyapısını hazırladı. İran, Irak, Suriye ile kopartılan ilişkilerin, ağır
hasarlardan sonra yeniden gündeme alınması önemli bir gelişme.
Hükümetin dış politikadaki yanlışlarından geri dönmeye başladığının
işaretleri zaten bir süredir gündemdeydi. Kuzey Irak referandumu bu
konuda itici bir etki yarattı.
Birkaç ay öncesine kadar Irak hükümeti, Tahran yönetimi ile kopma
noktasındaki ilişkilerin şimdi ekonomik, siyasi, askeri, bölgesel ittifak
aşamasına gelmesi, önemli bir gelişme.
Daha önce vurguladığımız gibi bu sürecin “Yeni Sadabad Paktı” olarak
değerlendirilmesi, günümüzün gerçeklerini yansıtmıyor olsa da üç
ülkenin bölgesel sorunlarda ortak hareket etme anlayışı geliştirmeleri
bile önemli bir aşama.
Bölgemizde, komşularımızla sorunları gündemden kaldırmak ve
sorunlara birlikte çözüm aramak yönünde atılacak bu adımlar, yakın
gelecekte beraberinde yeni adımları getirecektir.
Suriye’de de Rusya’nın inisiyatifiyle atılan adımlar, üstlenilen yeni
pozisyonlar, giderek bu ülkede barışın tesis edilmesi aşamasına
geldiğinde daha farklı işbirliği alanları ortaya çıkacaktır.
Şu anda İran, Irak, Türkiye’yi bir araya getiren ortak nokta üç ülkenin
de Kürt sorunu olsa da bu soruna bulunacak çözüm konusunda
müzakereler ve uzlaşı yoluyla ortaya konulacak senaryolar, çatışmasız
çözüm yollarının bulunmasını kolaylaştıracaktır.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
22
Barzani yönetiminden bu yönde gelen açıklamalar ve KIBKY Başbakanı
Neçirvan Barzani’nin “Türkiye ilişkileri eski noktasına getirmek
istediklerini” açıklaması önümüzdeki dönemde bu doğrultuda bazı
adımlar atılacağını göstermektedir.
Hepsinden öte, Macron’un arabuluculuğuyla Bağdat-Erbil arasında
müzakerelerin başlamış olması bile sorunun daha da çözümsüz hale
gelmeden, çözüm arayışlarına hız verilmesi, olumlu bir gelişme olarak
görülmeli.
Barzani’nin 1 Kasım’da Kuzey Irak’ta federal meclis ve başkanlık
seçimlerinin yapılacağını açıklaması yumuşamayı daha da
hızlandıracaktır. 1 Kasım’dan sonra Barzani’nin başkanlık süresi
dolduğu için yerine seçilecek yeni başkan ve oluşacak Kuzey Irak
Meclisi aynı zaman da yeni bir ilişki sürecinin başlamasının da
zeminini yaratacaktır.
Bölgesel dinamiklerin hızla geliştiği ve değiştiği bir noktada, Kuzey
Irak’taki bağımsızlık referandumunun en azından Türkiye-İran-Irak
işbirliğine ve diyaloguna zemin yaratması, vesile olması bile çok
önemli bir sürecin başlangıcı ve kazanım olarak değerlendirilmeli.
2018 yılında, Irak parlamentosu ve Başbakanlık seçimleri yapılacak.
Bölgenin IŞİD’ten arındırılması ve Irak’ta gerek merkezi gerekse
bölgesel düzeydeki yönetimlerin yenilenerek, kan tazelemesi, yeni
işbirliği kapılarını da aralayacaktır. Bu açıdan, Türkiye-İran
ilişkilerindeki yeni durumu da olumlu adımların başlangıcı olarak
görmekteyiz. Türkiye ile İran arasındaki güvenlik işbirliği alanında
yaşanan yeni süreç, 30 yılı aşkın süreden sonra Genelkurmay
başkanları seviyesinde İran, Irak, Türkiye arasındaki ilişkilerin
gündeme gelmesi gerek sınırlarımızda gerekse komşu ülkelerde
oluşabilecek tehditlerin bertaraf edilmesi konusunda da yeni
olanakları beraberinde getirecektir.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
23
4. 2007’DE PUTİN’İN RİYAD ZİYARETİNDEN SONRA, İLK KEZ BİR
SUUDİ KRALI RUSYA’YI ZİYARET ETTİ. SURİYE’DE SAHAYA İNEREK
BÖLGEYE YERLEŞEN RUSYA, YENİ DENGELERİN DE BELİRLEYİCİSİ.
RUSYA’DAN S-400 FÜZE SAVUNMA SİSTEMİ ALACAĞI AÇIKLANAN
SUUDİ ARABİSTAN’A TEKNOLOJİ TRANSFERİNİN DE YAPILACAĞININ
AÇIKLANMASI KRİTİK BİR ADIM!
Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz’in gerçekleştirdiği Rusya
ziyareti, bölgemizdeki ve uluslararası alandaki yeni gelişmeler
açısından kritik önemde idi. İki ülke arasında neredeyse yok
derecesindeki ilişkilerin, Rusya, Suriye’de sahaya inerek fiilen
etkinliğini göstermeye başladıktan sonra hızlanması dikkat çekici.
Suriye’de karşı cephelerde yer alan Rusya ve Suudi Arabistan
arasındaki ilişkilerin, imzalanan anlaşmalar, yapılan sözleşmeler,
kurulması kararlaştırılan 1 milyar dolarlık ortak yatırım fonu ile çok
farklı bir boyuta ilerleyeceğini görmek durumundayız.
ABD’nin bölgedeki en yakın müttefiki konumunda olan Suudilerin,
Rusya ile yakınlaşma ihtiyacı duyması, bölgedeki dengelerin geleceği
açısından Rusya’nın konumunu çok önemsediklerini gösteriyor.
Sovyetler Birliği döneminden bu yana onlarca yıl ikili ilişkileri söz
konusu olmayan iki ülke son dönemde ilişkilerine hız verdiler. Rusya
devlet Başkanı Putin’in 2007 yılındaki Riyad ziyaretinden on yıl sonra,
ilk kez bir Suudi Kralı’nın Moskova’yı ziyaret etmesi, Suriye, Körfez
Bölgesi ve Irak’taki süreçler sonrasında ortaya çıkan yeni dengelerde
Suudilerin Rusya’yı ayrıcalıklı bir yere koyduklarını gösteriyor.
Beraberinde neredeyse kabinenin tamamına yakın bakanlar ve 1500
kişilik bir resmi heyetle Moskova’ya giden Kral Selman’ın ziyaretinden
en çok dikkat çeken nokta, silah alımı konusunda varılan 5 milyar
dolarlık anlaşmanın yanı sıra, S-400 füze savunma sistemlerinin satın
alınması için varılan mutabakatın açıklanmasıydı.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
24
Türkiye’nin de kaparosunu verdiği S-400’ler konusunda, ortak üretim
ve teknoloji transferine yanaşmayan Rusya’nın, Suudiler ile hem ortak
üretim hem de teknoloji transferi için anlaşmaya vardığının
açıklanması çok önemli.
Rusya’nın petrol ve enerji kaynakları konusunda, Suudilerle ortak
yatırım ve işbirliği yapacağının açıklanması, Suudilerin Rusya’da 25
ortak yatırımda yer almayı kararlaştırması, başlangıç tutarı 1 milyar
dolar olan Rusya - S. Arabistan ortak yatırım fonunun kurulması, bu
ziyaretin açıklanan ilk sonuçları.
İkili görüşmelerde daha pek çok konuda mutabakat sağlandığı
belirtilirken, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un ziyaretin çok
verimli geçtiğini, Putin’in, Kralın daveti üzerine en kısa sürede Riyad’a
gideceğini açıklaması da ilişkilerin hızlandırılacağını gösteriyor.
Suudi Arabistan Askeri Endüstri Devlet Şirketi'nin açıklamasına göre,
varılan mutabakat anlaşmasında yalnızca S-400 füze savunma
sistemleri değil, Kornet Anti Tank Sistemi, Kalashnivov AK-103 ve TOS1A roket fırlatıcıları da yer alıyor.
Açıklamada Rusya'nın Suudi Arabistan'a bu silahların teknoloji
transferini de yapacağı yer aldı. Bu anlaşmayla, Suudi Arabistan'ın bu
silahları temel alarak, kendi silahlarını geliştirmesi ve bakımlarını
kendi yapabilmesinin sağlanacağı kaydedildi.
Kral Selman'ı Kremlin'de karşılayan Putin’in, “Bir Suudi Arabistan kralı
ilk defa ülkemizi ziyaret ediyor ve bu çok önemli bir tarihi olay" sözleri
iki ülkenin ve dünya medyasının manşetlerinde yer aldı. İki ülkenin
dışişleri bakanları düzenledikleri ortak basın toplantısında Suudi
Arabistan ve Rusya’nın nükleer enerji ve uzay alanında işbirliğini
geliştirme kararı aldıklarını, imzalanan yatırım anlaşmalarıyla iki ülke
arasındaki ilişkilerin yeni bir seviyeye geçeceğini vurguladılar.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
25
Lavrov, Suudi Arabistan'ın Suriye'deki muhalif örgütleri birleştirmek
için gösterdiği çabayı desteklediklerini, böylece muhaliflerin barış
görüşmelerinde temsil edilmelerinin sağlanacağını belirtti.
Suudi Arabistan yatırım fonları, Rusya’da karayolu ve demiryolu
ulaşım altyapısı projelerine 226 milyon dolar, enerji projelerine de 3
milyar dolar yatırım yapacak.
Rusya’nın enerji projelerine ciddi tutarlarda yeni yatırım ihtiyacı
duyduğu ancak AB ve ABD ambargoları nedeniyle, bu alanda kaynak
sağlamakta sıkıntı yaşandığı belirtilerek, Suudi Arabistan’ın karşılıklı
ortaklıklar çerçevesinde Rusya’nın yatırım açığını kapatacak
finansmanı sağlayacağı kaydediliyor.
Petrol üreticisi ülkeler örgütü OPEC’te de petrol fiyatlarının düşmesi
karşısında ortak hareket eden Rusya ve Suudi Arabistan, üretimin
kısılarak fiyatların daha da aşağı düşmesinin önlenmesi konusunda
mutabakata vardı.
Bu ay yapılacak OPEC toplantısında da petrol piyasaları ve fiyatları
konusunda iki ülkenin ortak hareket etmesi bekleniyor.
Irak’ta, hem Bağdat yönetimiyle hem de Barzani yönetimiyle
ilişkilerini sorunsuz yürüten, ortak yatırımlar, petrol-doğalgaz enerji
projeleri konusunda milyarlarca dolarlık kontratlar imzalayan Rusya,
Suriye’de de karşıt cephelerde yer almalarına karşın Suudi Arabistan
ile ilişkilerini üst düzeye taşımayı ve milyarlarca dolarlık, enerji,
savunma, teknoloji, ulaşım projelerine imza attı.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
26
5. KIBKY’NDE BAĞIMSIZLIK REFERANDUMU SONRASINDA
ORTAYA ÇIKAN GERGİNLİKLERİN TANSİYONU AZALIYOR. BARZANİ,
REFERANDUMUN SONUÇLARININ İPTALİNİN SÖZ KONUSU
OLMAYACAĞINI İLAN ETTİ. ASIL ÖNEMLİSİ 1 KASIM’DA KUZEY
IRAK’TA YAPILACAK MECLİS VE BAŞKANLIK SEÇİMLERİ!
Kuzey Irak’taki bağımsızlık referandumundan sonra ortaya çıkan
gerginliklerin dozu giderek durağanlaşıyor. En sert açıklamaları
yapmasına karşın eylemde en geride duran Türkiye, tarihsel bir fırsatı
daha değerlendiremedi ve Fransa Avrupa’dan gelip, komşumuz
Irak’taki krizin çözümünde inisiyatif aldı.
KIBKY Başkanı Mesut Barzani, referandum sonrası tartışmaların en
alevli olduğu günlerde, komşuları İran ve Türkiye’den, Bağdat’tan
tehditlerin yağdığı bir ortamda 1 Kasım’da seçim kararı aldığını
açıkladı.
Başkanlıkta iki dönem süresini doldurmasına karşın, koltuğu
bırakmayan Barzani gelen tüm tepkilere rağmen Kuzey Irak Meclisi’ni
de fiilen çalıştırmayarak kapatmıştı. Barzani’nin yeniden aday
olamayacağı 1 Kasım seçimlerinde Barzani’nin partisi Kürdistan
Demokrat Partisi’nin (KDP) adayının yine Barzani aşiretinden bir isim
olması kesin gibi görünüyor. En öne çıkan isimler uluslararası
kamuoyunun da yakından tanıdığı Başbakan Neçirvan Barzani’nin yanı
sıra, aynı zamanda hükümet sözcülüğü görevini de yürüten Sefin
Dizayi. Uzun yıllar KDP’nin ve Kuzey Irak yönetiminin Ankara
temsilciliğini de yürüten Dizayi, Türkiye için de tanıdık bir isim.
Bir de Kürt kontenjanından bir dönem Irak Dışişleri Bakanlığı son
olarak da Bağdat hükümetinde Maliye Bakanlığı yapan Hoşyar Zebari
Kuzey Irak siyasetinin bilinen isimleri arasında.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
27
Barzani’nin en büyük rakibi Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYP)
Başkanlık seçimleri ve meclis seçimlerinde iddialı. Barzani’nin artık
iyice yıprandığı, bağımsızlık referandumundan da umduğu rüzgârı
alamadığı düşüncesiyle, KYB oylarını ve meclisteki sandalye sayısını
artırmayı hedefliyor.
Avrupa yanlısı, sola daha yakın Goran Hareketi de bu seçimlerde oy
sayısını artırmaya, mecliste sandalye sayısını yükseltmeye aday diğer
parti.
Kürt siyasetinde yer alan daha pek çok parti ve hareket olmasına
karşın 1 Kasım seçimlerinde fazla bir varlık göstermeleri beklenmiyor.
Yarışın daha çok bu üç parti arasında geçmesi söz konusu.
Bağımsızlık referandumundan sonra uzun süre sessizliğe bürünen
Mesut Barzani, son röportajında “artık ölebilirim” dedikten sonra,
ulusal ve uluslararası kamuoyuna mesajlarını daha çok Başbakan
Neçirvan Barzani aracılığıyla veriyor.
Yüksek Seçim Komitesi’nin yaptığı resmi açıklamaya göre, bağımsızlık
referandumunda evet oyları yüzde 92 düzeyinde gerçekleşti.
Uluslararası gözlemciler de Kuzey Irak’taki referandumun beklenen
standartları karşılayacak düzeyde olduğu, sonuçların seçmen iradesini
yansıtacak şekilde oluşması önünde bir engelle karşılaşmadıklarını
içeren raporlar verdiler.
Referandumun üzerinden geçen yaklaşık 15 günlük sürenin ardından
tüm taraflar daha soğukkanlı bir tutum sergilemeye başlamış
görünüyor. Bunda Rusya Dışişleri Bakanı Putin, Dışişleri Bakanı Sergey
Lavrov’un yanı sıra özellikle Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel
Macron’un girişimleri etkili oldu.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
28
Başbakan Haydar el İbadi’yi Paris’e davet eden Macron, Erbil ile
Bağdat arasında sorunların müzakereler yoluyla çözülmesi konusunda
telkinde bulunurken, bunun yansımaları da görülmeye başlandı.
Rusya’nın Irak’ın toprak bütünlüğünden yana olmakla birlikte Kürt
halkının iradesine ve referandum sonuçlarına saygı duyduklarını
açıklaması hem Bağdat’a hem de Barzani’ye destek konusunda eşit
mesafede durulduğu şeklinde yorumlandı.
Daha önce vurguladığımız gibi, Rosneft başta olmak üzere Rusya
enerji şirketleri Gazprom ve Lukoil’in Kuzey Irak’la imzaladıkları
milyarlarca dolarlık ve 20-30 yıllık petrol, doğal gaz, boru hattı
kontratları söz konusu.
ABD’den de Exxon Mobil’in benzer kontratları Barzani yönetimiyle
imzaladığı biliniyor.
İran daha 6-7 ay önce Kuzey Irak petrollerinin Kerkük-Yumurtalık boru
hattına alternatif olarak, İskenderun Körfezi yerine, Pers körfezine
akıtılmasını öngören boru hattı anlaşmasını Barzani yönetimiyle
imzalamıştı.
Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) devlet enerji ve petrol-doğalgaz
şirketi Pearl Energy’nin de 290 milyar dolara yaklaşan petrol ve doğal
gaz kontratları mevcut.
Botaş dışında, özel Türk enerji şirketleri Genel Enerji ve DOM
Enerji’nin de Kuzey Irak yönetimiyle milyarlarca dolarlık kontratları
söz konusu.
Bu şirketlerin hisseleri aynı zamanda Londra borsasında işlem görüyor
ve tek kalemde her şeyden vazgeçebilecek, vanaları, petrol ve doğal
gaz kuyularını kapatıp gidebilecek durumda değiller.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
29
O yüzden Putin Ankara’da Barzani’yi ve referandumu doğrudan hedef
almak yerine “Bizim görüşlerimizi dışişleri bakanlığımız açıkladı”
demekle yetinirken, Moskova’da yaptığı açıklamada ise “Kürtlerin
referandum sonucuna saygı duyuyoruz. Ama biz Kürtlerin de Irak’ın
içinde kalıp, Irak’ın bir parçası olarak, özgürlüklerini yaşamalarını,
Irak’ın zenginliklerini paylaşmalarını düşünüyoruz. Petrol vanalarının
kapatılması o kadar kolay değil. Sadece Kuzey Irak’a zarar vermez.
Irak’a ve dünya petrol piyasalarına zarar verir. Petrol fiyatları bir anda
yükselir ve bundan herkes zarar görür” sözleriyle, vanaları kapatma
tehdidini gündeme getiren Cumhurbaşkanına örtülü bir şekilde yanıt
vermiş oldu.
Cumhurbaşkanı ise Putin’in bu sözleri kendisine aktarıldığında
“Dostum Putin sanırım latife yapmış” demek zorunda kaldı.
Özetle, Kuzey Irak’taki bağımsızlık referandumunun sonucu
konusunda, dile getirilen her türlü görüşe, gayrimeşruluk,
tanımamazlık vb. açıklamalara karşın, ortada fiili bir durum var. Yüzde
92 evet çıkan bir referandum yapıldı. Referandumu yapanlar,
referandum sonucunu hemen uygulamayacaklarını, bugünden yarına
bağımsızlık ilan etmeyeceklerini söylüyorlar ve ucu açık bir süreci
işaret ediyorlar.
Muhtemeldir ki bu sonuç, konjonktürün uygun olduğunun
düşünüldüğü bir zaman diliminde hayata geçirilmek istenecektir. O
zamana kadar da dünya kamuoyunda bunun altyapısı oluşturulmaya
çalışılacaktır.
Uzun süredir suskunluğa bürünen Barzani’nin, “referandumun
sonuçlarını iptal etmeye, yok saymaya kimsenin gücünün
yetmeyeceğini” açıklaması da gelecekteki bağımsızlık hedefinin
geçerliliğini canlı kılmaya yönelik.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
30
Şimdi Kuzey Irak’ta 1 Kasım seçimlerine kadar bir “bekle gör”
dönemine girildiğini söylemek yanlış olmaz. Seçim sonuçları ve
başkanlık seçimini kimin kazandığı netleştikten sonra, pazarlıklar ve
müzakereler için yeni bir dönem başlayacaktır.
Kaldı ki, 2018’de de Irak seçimleri, parlamento ve hükümetin
yenilenmesi söz konusu olacak. Irak’ta bugünkü mevcut siyasi tabloda
yeni değişikliklerin olması, yeni dengelerin oluşması ihtimali yüksek…
Asıl bugüne değil, referandumu ve sonuçlarını geçmişte bırakarak,
Kuzey Irak’ın ve Bağdat’ın yakın gelecekte ortaya çıkacak siyasi
tablosuna odaklanmak, hazırlıklı olmak gerek. Buna yönelik
alternatifleri bugünden oluşturmaya çalışmak gerek.
Hepsinden önemlisi, komşuların içişlerine karışmaksızın, aynı yanılgı
ve yanlışlara tekrar düşmeksizin ülkelerin meşru hükümetleriyle,
devletleri muhatap alarak dış politikayı, ilişkileri yürütmek gerek.
Cumhurbaşkanı ve Başbakanın bağımsızlık referandumundan sonra
geldikleri “Irak’taki muhatabımız Bağdat yönetimidir” noktası, aslında
en baştan itibaren olması gerekendi. Bu yapılmadığı, Irak’ın içişlerine,
siyasi, etnik ve mezhep dengelerine göre politika üretilmeye çalışıldığı
için bugün yeni çözümler ve ittifak arayışlarına girişilmek zorunda
kalındı.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
31
6. CANLI HAYVAN VE KARKAS ET İTHALATINDAN SONRA
HÜKÜMET ÇIKARTTIĞI YENİ KARARNAME İLE “LOP ET” İTHALATINA
İZİN VERDİ. ENFLASYONU VE GIDA FİYATLARINI DÜŞÜRMEYİ
AMAÇLAYAN HÜKÜMETİN BU ADIMLARIYLA ÜLKE HAYVANCILIĞI
TÜMÜYLE BİTİRİLECEK!
Bakanlar Kurulu’nun Temmuz ayında çıkarttığı kararname ile büyük
ve küçükbaş kasaplık canlı hayvan ve 75 bin ton karkas et ithalatına
gümrüksüz olarak izin verilmesinden sonra, 7 Ekim’de çıkartılan
kararla da tonaj belirtilmeksizin “kemiksiz lop et” ithalatına olanak
sağlandı. Daha önce Et ve Süt Kurumu’na (ESK) sıfır gümrükle, özel
sektöre ise indirimli gümrük vergisiyle tanınan ithalat olanağı kemiksiz
lop ette ise ayrım olmaksızın ESK ve özel sektör için serbest bırakıldı.
İthal edilecek kemiksiz lop eti ESK tarafından özel kuruluşlara
hazırlatılıp, kıyma ve kuşbaşı olarak paketletilerek, market
zincirlerinde kiralanacak reyonlarda tüketiciye ucuz fiyattan satılacak.
İthal kıyma ve ithal kuşbaşı etin marketlerde satışa sunulmasıyla,
belki et fiyatları bir miktar düşecek ancak yerli üretim tümüyle
ortadan kalkacağı için bir süre sonra Türkiye ette tümüyle dışa bağımlı
hale gelecek. Halkın en temel gıdalarından birisinde tümüyle dışa
bağımlı bir hale gelinmesi yakın ve orta vadede fiyatları tümüyle
kontrolden çıkartacak. Kaldı ki ABD ile yaşanan vize ambargosu
krizinde bir günde olağanüstü artış gösteren dolar ve Euro kuru
dikkate alındığında ithal ucuz lop etin de ucuz kalacağının garantisi
yok. Tebliğ uyarınca Et ve Süt Kurumu ile özel kesimhaneler sağlık ve
teknik şartları yerine getirdikten sonra Kontrol Belgesi alarak karkas
ve kemiksiz sığır eti ithalatı yapabilecekler. Miktar kısıtlaması yok.
Karkas etten sonra lop et ithalatının önü açılması üreticileri ayağa
kaldırdı.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
32
Hükümetin, ithalatı dönemsel olarak serbest bıraktığı ve yakında
bitirileceği yönünde yaptığı açıklamalara karşın, canlı hayvan
ithalatıyla başlayan sürecin, karkas et ile devam ettiğini şimdi ise
kemiksiz lop et ithalatına kapıların açıldığını dile getiren üretici ve
besiciler, hayvancılıkla ilgili her türlü ithalatın serbest bırakılmasının
yerli üretimi bitireceğini dile getiriyorlar.
Lop et ithalatının hem devlet hem de özel sektör tarafından
yapılmasına sınırsız şekilde izin verilmesi, yerli üretici ve besicilere
“üretim yapmayın” demektir. Fındıkta üreticinin tek bir yabancı
şirkete teslim edilmesi gibi, besicilere göre ette de Türkiye birkaç
büyük ithalatçıya teslim olmuş hale getiriliyor.
Başlangıçta ithal etin ucuza gelebileceğini dile getiren üreticiler, bu
şekilde politikalarla yerli üretim bitirildiği zaman ise tüketicinin çok
daha pahalıya et almak zorunda kalacağını ifade ediyorlar.
Kırmızı Et Üreticiler Birliği bu politikalara tepkisini ve taleplerini dile
getirmek üzere Ankara’ya yürümeye hazırlanıyor.
Devletin ithal lop etten kıyma, kuşbaşı üretip paketleyerek
marketlerde satmaya başlaması kısa süreliğine fiyatları düşürse de
orta ve uzun vadede, ülke besiciliğini, hayvancılığı bitirecektir.
2010 yılında ilk kez hükümet yine enflasyonla baş etmek için karkas et
ithalatı kararı aldı. O zaman “bir defalık, içerdeki fiyatları terbiye
etmek amaçlı” olduğu söylenen et ithalatı, yedi yıldan bu yana artık
rutin bir hayvancılık politikasına dönüşmüş durumda.
Türkiye 2010 yılından bu yana, 2,5 milyon dolayında büyükbaş, 2,2
milyon küçükbaş hayvanın yanı sıra, 200 bin tondan fazla da et ithal
etti. 5 miyar dolar döviz ödedik. Temmuz ayında açılan yeni ithalat
kapısıyla bu tutar daha da artacak.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
33
Yerli üretici, besiciliğin maliyetlerinden ötürü ithal sığır ve etin daha
ucuz gibi göründüğünü söylüyor. Çünkü meralar, otlaklar yapılaşmaya
açıldı. Hayvanları otlatacak alan kalmadı. Tarım arazileri yapılaşmaya
açıldı, saman, ot üretecek alan kalmadı. Türkiye, ot, sap, saman ithal
etmek zorunda kalıyor. Üretici, ithal samanla, yemle beslediği
hayvanların maliyetiyle baş edemediği için yerli et pahalı, ithal et ucuz
görünüyor.
Büyükşehir yasasında yapılan değişiklikle, köyler ortadan kalktı.
Köyler şehirlere dahil edilerek, buralarda hayvancılık yapmak
yasaklandı. Ya da hanelerde hayvan beslenmesi imkânı ortadan kalktı.
Mahallelere dönüştürülerek, kentlere dahil edilen köyler ortadan
kalkınca buralarda besicilik yapanlar cezaya, yaptırıma maruz kalıyor.
Doğu ve Güneydoğu’da terör nedeniyle, güvenlik bölgesi ilanlarıyla,
köyler, meralar, çayırlar besiciler için yasak bölge olurken, batı
bölgelerinde, güneyde, Ege ve Akdeniz’de, Trakya ve Marmara’da ise
çayırlar, meralar, yaylalar, toplu konut yapımına tahsis edildi.
Rant uğruna yapılan düzenlemelerle, otlak alanlar ortadan kalkınca
besiciler, damlarda, ahırlarda, kapalı alanlarda hayvanlarını karma
yem ya da kuru yemle beslemek zorunda. Yem fiyatları ise ithal
girdiler nedeniyle dövize endeksli ve et fiyatından daha hızlı artıyor.
Bütün bunlar, yanlış hayvancılık ve tarım politikalarının bilinçli bir
şekilde uygulanması, üreticiliğin, besiciliğin, hayvancılığın, mera, otlak
ve çayırlık alanların, yaylakların ranta, yapılaşmaya, arsa-arazi
spekülasyonuna feda edilmesinin sonuçları.
Hükümet daha önce üretim reformu yasasında meraların, tarım
alanlarının sanayi yatırımlarına tahsis edilmesi için düzenleme
getirmişti. Üreticilerden, kamuoyundan gelen tepkiler üzerine, bunu
yasadan çıkarttılar.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
34
7. BİRLEŞMİŞ MİLLETLER ULUSLARARASI ÇALIŞMA ÖRGÜTÜ’NÜN
(ILO) İSTANBUL’DA YAPILAN AVRUPA-ORTA ASYA BÖLGE
TOPLANTISI, KATILIMIN DÜŞÜKLÜĞÜ VE BOYKOTLARIN ULAŞTIĞI
BOYUTLA, ILO TARİHİNDE İLK KEZ BÜYÜK BİR FİYASKOYLA
SONUÇLANDI. KATILIM EN DİP DÜZEYDE KALDI!
ILO’nun dört yılda bir yapılan bölge toplantılarından 10’uncusu,
Avrupa ve Orta Asya Bölge Toplantısı’na bu yıl Türkiye ev sahipliği
yaptı. ILO Bölge toplantısına 51 üye ülkeden 47’si katılmadı.
Katılanlar ise Azerbaycan, Rusya, Belarus ve Kazakistan idi.
Uluslararası İşçi Konfederasyonları Birliği’nin (ITUC) Avrupa-Orta Asya
Bölgesindeki 91 üye konfederasyondan 88’i yine boykot çağrısına
uyarak İstanbul’daki bu toplantıya gelmedi.
57 ülkeden sadece 7’si toplantıya Çalışma Bakanlarını gönderdiler.
Oysa dört yılda bir yapılan bu toplantılarda çoğu ülke en geniş
delegasyonlarla, Başbakanları, Bakanlarla temsil ediliyordu. Bilindiği
gibi, ILO uluslararası örgütler içerisinde üç ayaklı bir yapıya sahip olan
yegâne örgütlerden birisi. İşçi-İşveren ve Hükümet temsilcilerinin yer
aldığı ILO yapılanmasında, örgüt tarihinde ilk kez böylesine yaygın
katılımlı bir boykot gerçekleştiği kaydediliyor.
Gelen 3 konfederasyon ise yurtdışından sadece yarı devlet
kontrolündeki Azerbaycan İşçi Sendikaları Konfederasyonu ve
Türkiye’den de hükümet sayesinde Hak-İş ve Türk-İş oldu.
Türkiye’den DİSK ve KESK de boykota katılan konfederasyonlar oldu.
Türkiye’nin Birleşmiş Milletler’in en önemli kuruluşlarından birisinin
uluslararası toplantısına yaptığı ev sahipliğinde, ülkemizdeki anti
demokratik uygulamalar, yasaklar, baskılar, gözaltı ve tutuklamalar,
kitlesel ihraçlar ve işten çıkartmalar, örgütlenme ve medya yasakları
gibi, KHK’larla yapılan düzenlemelere yönelik protesto ve boykotlarla
yaygın bir şekilde yüz yüze kalarak dışlanması, incitici bir görüntüdür.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
35
Toplantının açılış konuşmasını yapan Başbakan Binali Yıldırım, adeta
boş salona konuşurken, protesto ve boykotlara tepkisini Türkiye’ye
çifte standart uygulandığını savunarak ifade etti. İki Almanya’nın
birleşmesi sırasında 500 bin kamu görevlisinin işten çıkarılmasına
kimsenin ses çıkartmadığını, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de
bu uygulamayı haklı bulduğunu ve devletlerin kendilerine sadakatle
bağlı görevlilere gereksinme duyduğu yönünde karar verdiğini
söyledi.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Jülide Sarıeroğlu, açılışta ve
kapanışta yaptığı konuşmalarda, ITUC ve ETUC’un boykot çağrısının,
Avrupa ülkelerinin ve hükümetlerin tavrının kendilerini üzdüğünü
ifade ederek, ABD ve Fransa’da da terörle mücadele için OHAL ilan
edildiğini gündeme getirdi.
ITUC ve ETUC Mayıs ayında Ankara’ya gelerek Türk-İş, DİSK, Hak-İş,
Memur-Sen, KESK, Kamu-Sen ile birlikte hükümetle görüşmeler
yapmışlardı. Türkiye’de OHAL uygulamasının kaldırılması, kitlesel
işten çıkartmalara, OHAL gerekçesiyle grevlerin yasaklanması,
sendikaların kapatılması uygulamalarına son verilmesi vb. taleplerini
gündeme getirmişlerdi.
İki uluslararası konfederasyon ve beş yerli konfederasyonun imza
attığı bu çağrı bildirisine hükümetten yanıt verilmedi. Bunun üzerine
iki küresel konfederasyon 2 Ekim’de başlayacak toplantıların hemen
öncesinde bir açık mektup yayınlayarak, bölge toplantısına katılacak
tüm ülkelerin hükümetlerine, işçi ve işveren konfederasyonlarına
göndererek, Türkiye’deki anti-demokratik uygulamaların protesto
edilmesi amacıyla, toplantının boykot edilmesi çağrısında bulundular.
Bu çağrının büyük ölçüde kabul görmesi ve yukarıda dile getirdiğimiz
düzeydeki düşük katılımla toplantının gerçekleşmesi, ülkemiz adına
büyük bir fırsatın kaçırılması, saygınlığın yara almasıdır.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
36
8. TORBA YASA TASARISI VERGİ DÜZENLEMELERİYLE KAMUOYU
GÜNDEMİNE GELMESİNE KARŞIN, TÜTÜN KONUSUNDAKİ
DÜZENLEMELER DİKKAT ÇEKİCİ. FINDIK VE ETTEN SONRA TÜTÜN DE
YABANCI ÜRETİCİ VE İTHALATÇILARININ, SİGARA TEKELLERİNİN
KONTROLÜNE BIRAKILACAK!
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde görüşülmesine başlanan “Torba Yasa
Tasarısı” ile pek çok yasada yapılması planlanan değişikliklerin yanı
sıra, Türün konusundaki düzenlemeler dikkat çekmektedir. Tütün
Eksperleri tarafından yapılan tespit ve değerlendirmelere göre, bu
düzenlemelerin TBMM’den aynen geçirilmesi durumunda, Osmanlı
İmparatorluğu’nu ekonomik açıdan çökerten Düyun-u Umumiye ve
Tütün Tekeli imtiyazını yabancılara veren Reji İdaresi’nin bir
benzerinin hayata geçirilmesi söz konusu olacaktır.
Cumhuriyet’in ilanından da önce Birinci İzmir İktisat Kongresi’nde
Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının ortadan kaldırdığı ilk
kurumlardan birisi olan Reji İdaresi’nin yerine 1925 yılında TEKEL
kuruldu.
Reji İdaresi’ni kaldırıp, TEKEL’i kuran Atatürk ve arkadaşları,
Türkiye’nin en önemli üretim ve gelir kaynaklarından birisi olan Şark
Tütünü’nün üretimi, satışı ve ihracını tümüyle ulusal çıkarlar
doğrultusunda devletin ve ülkenin kontrolüne almışlardı.
Osmanlı'nın batılı ülkelerden aldığı kredilerle borç batağına saplandığı
1800'lü yılların sonunda tütün ekimi, satışı ve ticareti yabancıların
egemenliğindeki Reji İdaresi'nin imtiyazına bırakılarak bu alandan
elde edilen gelirler de bu borçlara mahsuben, devletin hazinesi
yerine, yabancı tütün ve sigara şirketlerinin kasasına akıyordu.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
37
Tütün Yasası’nda IMF ve Dünya Bankası’nın ısrarıyla 2002 yılında
yapılan değişiklikle tütün ekimi, ticareti, satışı ve ihracatında yeni
düzenlemelere gidilerek, sözleşmeli üretim yöntemine geçildi.
Yerli türün üreticisi sahipsiz kaldı. Devlet tütün destekleme
alımlarından çekildi. Tütün üreticisi yüz binlerce aile üretim
alanlarının daralması ve sınırlanmasıyla bu üretimi terk etti.
Türkiye’nin tüm dünyada tanınan ve bilinen şark tütününün yerini,
uluslararası sigara üreticilerinin üretim ve talepleri doğrultusunda
Virginia ve Burley tipi tütün üretimi aldı.
Sözleşmeli üretimle, tütün üreticisi adeta sigara şirketlerinin elemanı
konumuna geldi. Sözleşme dışı tütünlerin satışı için “açık artırma satış
merkezlerinin kurulması” öngörülmesine karşın yıllardır bu merkezler
kurulmadı ve türün üreticisi kendi kaderine terk edildi.
AKP Hükümeti’nin iktidara gelmesiyle de TEKEL özelleştirilerek sigara
ve içki birimleri ayrı ayrı yabancı şirketlere satıldı. Dönemin Maliye
Bakanı rahmetli Kemal Unakıtan’ın “Tekel’i babalar gibi sattık” sözleri
akıllardadır.
Özelleştirme ve TEKEL’in piyasadan çekilmesi, sözleşmeli üretim,
devletin destekleme alımlarına son vermesiyle, Türkiye’nin tütün
üretimi hızla geriledi. Yıllık üretim 400-500 bin tondan bugün 50-60
bin tona gerilemiş durumda. Türkiye bugün ürettiğinden kat kat fazla
tütün ithal eder konumda.
Torba Yasa ile getirilmek istenen değişiklikler ise tütün üretiminde
gittikçe vahim bir hal alan bu tabloyu daha da kötü bir noktaya
taşımayı öngörüyor. Yabancı sigara üreticilerinin talepleri
doğrultusunda hazırlandığı anlaşılan yasa değişiklikleriyle, yerli tütün
üretimi adeta yok edilmek istenirken, tütün ve sigara üretimi
konusunda neredeyse tüm alan bu kuruluşlara terk ediliyor.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
38
Tütün Eksperleri Derneği Torba Yasa’da getirilmek istenen
düzenlemelerle ilgili olarak kapsamlı bir çalışma yaptı ve yapılmak
istenen değişikliklerin olası sonuçlarını gündeme getirdi.
Başkan Servet Yaprak'ın TBMM’den geçirilmesinin önlenmesini
istediği ve kamuoyuna, partilere, milletvekillerine çağrıda bulunduğu
bu düzenlemeler şu şekilde sıralanıyor:
1-Torba Kanun’un 68.Maddesi ile 4733 sayılı Kanun’da bulunan ancak
bugüne kadar uygulanamamış olan Açık Artırmalı Satış Sistemi,
sarmalık kıyılmış tütün ticaretine kaynak oluşturduğu gerekçesi ile
kaldırılıyor. Üreticinin kalan son korunmasının devam ettirilmesi açık
artırma sisteminin muhafaza edilmesi gerektiği ifade ediliyor.
2- Sigara fiyatlarına yapılan olağanüstü zamlar ve alınan yüzde 80’e
varan vergiler nedeniyle, kaçak sigaranın patlama yapması yanında,
sarmalık kıyılmış tütünlerin yasadışı ticaretindeki büyüme de
olağanüstü boyutlara ulaşmış durumda.
Yükselen sigara fiyatlarından dolayı, düşük maliyetli sarmalık kıyılmış
tütüne olan talepte büyük artış söz konusu.
3- Yapılmak istenen değişikliklerle, sözleşmeye bağlı yükümlülüklerini
yerine getirilmediği saptanan üreticiye 3 bin liradan 30 bin liraya
kadar para cezası getiriliyor.
4-Açık artırmalı satış sisteminin kaldırılmasıyla, herhangi bir tütün
tüccarı ile sözleşmesi olmayanlar yaprak tütün üretemeyecek. Yasal
düzenlemelere aykırı olarak tütün üretenlere 5 bin liradan 20 bin
liraya kadar para cezası getiriliyor.
Yasada getirilecek düzenlemelere aykırı olarak tütün alan, satan,
satışa arz eden, nakleden veya bulunduranlara, 3 yıldan 6 yıla kadar
hapis cezası getiriliyor.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
39
5-Sarmalık kıyılmış tütünlerin yasadışı ticaretini önlemek adına, kendi
tüketimi için olan 50 kilogramlık miktar saklı kalmak kaydıyla,
sarmalık kıyılmış tütün üreten, satan, satışa arz eden, nakleden veya
bulunduranlara ise 5 bin liradan 50 bin liraya kadar para cezası
getiriliyor.
6-Yasanın bu haliyle geçmesi durumunda, yeni üretilmiş olan 2017 yılı
mahsulü en az 20 milyon kilo olarak tahmin edilen tütünün ne olacağı
belirsiz. Bu tütünlere sahip tütün üreticileri, otomatik olarak hapis ve
para cezası ile karşılaşacaklar.
7- Yasaya eklenen madde ile Elektronik Sigara ve Elektrikle Isıtılan
Tütün Ürünlerinin satışı serbest bırakılmaktadır. Toplum sağlığını
sigaranın zararlarından korumayı amaçlayan tütün kontrolü
uygulamaları devam ederken, toplum elektronik sigara serbestisiyle
yeni bir tüketim yöntemi ile tanıştırılmaktadır. Bu cihazların
üretiminin henüz çok yeni olması ve insan sağlığı üzerindeki
etkilerinin tam olarak bilinmemesi nedeniyle getirilmek istenen
elektronik sigara serbestisinin riskleri de göz önünde
bulundurulmalıdır.
Getirilen cezalarla kayıt dışılık ve kaçakçılık adeta teşvik ediliyor.
TBMM’deki görüşmeler sırasında Torba Yasa’daki tütünle ilgili bu
değişikliklerin gerekçeleri konusunda meclisin ve toplumun gerçek
gerekçeleriyle ikna edilmesi gerekiyor. Aksi halde bu düzenlemelerin,
birilerinin talepleri ve çıkarları doğrultusunda yapılmak istendiğini
düşünmemizin önünde ikna edici başka bir gerekçe görünmüyor.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ
HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU| 10 EKİM 2017
40
Download