AVRUPA TOPLULUKLARI`NDA REKABET HUKUKU VE

advertisement
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
AVRUPA BİRLİĞİ VE ULUSLARARASI EKONOMİK İLİŞKİLER
(AT HUKUK)
ANABİLİM DALI
AVRUPA TOPLULUKLARI’NDA REKABET HUKUKU
VE ANTİDAMPİNG HUKUKUNUN TEMEL
KAVRAMLARINA KARŞILAŞTIRMALI BİR BAKIŞ
“Topluluk Menfaati-İlgili Ürün Pazarı-Fiyat AyrımcılığıYıkıcı Fiyat-Hakim Durumun Hukuki Yollara Başvurulması
Suretiyle Kötüye Kullanılması”
Yüksek Lisans Tezi
Çiçek GÜRKAN
03912815
ANKARA-2008
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
AVRUPA BİRLİĞİ VE ULUSLARARASI EKONOMİK İLİŞKİLER
(AT HUKUK)
ANABİLİM DALI
AVRUPA TOPLULUKLARI’NDA REKABET HUKUKU
VE ANTİDAMPİNG HUKUKUNUN TEMEL
KAVRAMLARINA KARŞILAŞTIRMALI BİR BAKIŞ
“Topluluk Menfaati-İlgili Ürün Pazarı-Fiyat AyrımcılığıYıkıcı Fiyat-Hakim Durumun Hukuki Yollara Başvurulması
Suretiyle Kötüye Kullanılması”
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Çiçek GÜRKAN
03912815
Tez Danışmanı
Yrd. Doç. Dr. Gamze ÖZ
ANKARA-2008
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ ................................................................................................................................1
BİRİNCİ BÖLÜM
AVRUPA TOPLULUKLARI ANTİDAMPİNG HUKUKU VE
REKABET HUKUKU
I.
AVRUPA TOPLULUKLARI ANTİDAMPİNG HUKUKU ...................................8
1. TOPLULUK ANTİDAMPİNG HUKUKUNUN AMACI .................................8
2. HUKUKİ ÇERÇEVE........................................................................................10
II.
AVRUPA TOPLULUKLARI REKABET HUKUKU...........................................16
1. AVRUPA TOPLULUKLARI REKABET HUKUKUNUN AMACI..............16
2. HUKUKİ ÇERÇEVE........................................................................................20
iv
İKİNCİ BÖLÜM
AVRUPA TOPLULUKLARI ANTİDAMPİNG HUKUKU VE
REKABET HUKUKUNDA ORTAK KAVRAMLAR:
“TOPLULUK MENFAATİ” VE “İLGİLİ ÜRÜN PAZARI”
I.
TOPLULUK MENFAATİ ......................................................................................24
1. ÖNEMİ .............................................................................................................24
2. İÇERİĞİ ............................................................................................................26
3. KOMİSYON VE TOPLULUK MAHKEMELERİ KARARLARINDA
TOPLULUK MENFAATİ................................................................................28
4. DEĞERLENDİRME.........................................................................................32
II.
İLGİLİ ÜRÜN PAZARI .........................................................................................35
1. GENEL OLARAK............................................................................................35
2. AVRUPA TOPLULUKLARI ANTİDAMPİNG HUKUKUNDA İLGİLİ
PAZAR .............................................................................................................36
3. AVRUPA TOPLULUKLARI REKABET HUKUKUNDA İLGİLİ ÜRÜN
PAZARI ............................................................................................................41
4. DEĞERLENDİRME.........................................................................................43
v
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ROMA ANLAŞMASI’NIN 82. MADDESİ ÇERÇEVESİNDE FİYAT
AYRIMCILIĞI VE YIKICI FİYATIN DAMPİNG İLE KARŞILAŞTIRILMASI
I.
GENEL OLARAK..................................................................................................47
II.
TOPLULUK HUKUKUNDA ROMA ANLAŞMASI’NIN 82. MADDESİ
ÇERÇEVESİNDE FİYAT AYRIMCILIĞI............................................................49
1. GENEL OLARAK............................................................................................49
2. İŞLETMELERİN FİYAT AYRIMCILIĞI İDDİASINA KARŞI
SAVUNMALARI .............................................................................................52
III.
TOPLULUK HUKUKUNDA ROMA ANLAŞMASI’NIN 82. MADDESİ
ÇERÇEVESİNDE YIKICI FİYAT ........................................................................56
1. GENEL OLARAK............................................................................................56
2. İŞLETMELERİN YIKICI FİYAT İDDİASINA KARŞI SAVUNMALARI ..58
IV. 82. MADDE ÇERÇEVESİNDE FİYAT AYRIMCILIĞI VE YIKICI FİYAT
UYGULAMALARININ DAMPİNG İLE KARŞILAŞTIRILMASI .....................61
1. FİYAT AYRIMCILIĞI VE YIKICI FİYATIN DAMPİNGDEN
FARKLARI.......................................................................................................61
2. FİYAT AYRIMCILIĞI İLE DAMPİNGİN KARŞILAŞTIRILMASI.............64
3. YIKICI FİYAT İLE DAMPİNGİN KARŞILAŞTIRILMASI .........................66
vi
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
HAKİM DURUMDAKİ BİR TEŞEBBÜSÜN DAMPİNG ŞİKAYETİNDE
BULUNMASININ REKABET HUKUKU AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
I.
GENEL OLARAK..................................................................................................70
II.
TOPLULUK HUKUKUNDA HAKİM DURUMUN HUKUKİ YOLLARA
BAŞVURULMASI SURETİYLE KÖTÜYE KULLANILMASI..........................73
III.
HAKİM DURUMDAKİ TEŞEBBÜSÜN DAMPİNG ŞİKAYETİNDE
BULUNMASININ TOPLULUK HUKUKUNDA HAKİM DURUMUN
KÖTÜYE KULLANILMASI SAYILMASI İÇİN GEREKLİ KOŞULLAR.........76
SONUÇ............................................................................................................................86
ÖZET ..............................................................................................................................89
ABSTRACT....................................................................................................................90
KAYNAKÇA ..................................................................................................................92
vii
KISALTMALAR
A.g.e.
: Adı geçen eser
ATAD
: Avrupa Toplulukları Adalet Divanı
Bkz.
: Bakınız
C.
: Cilt
Cir.
: Circuit
C.M.L.R.
: Common Market Law Review
EC
: European Communities
EEC
: European Economic Community
ECR
: European Court Reports
Komisyon
: Avrupa Toplulukları Komisyonu
md.
: Madde
No.
: Numara
O.J.
: Official Journal of the Communities
s.
: Sayfa
S.
: Sayı
viii
GİRİŞ
Piyasalarda sağlıklı bir rekabet ortamının sağlanmasının ve korunmasının bir
gereklilik olduğu düşüncesi, günümüzde gerek devletler düzeyinde, gerek uluslararası ve
uluslarüstü örgütler düzeyinde genel kabul görmektedir. Özellikle Dünya Ticaret Örgütü
bünyesinde uluslararası ticaretin devlet kaynaklı engellerle kısıtlanmasının önüne
geçilmesine yönelik kurallar sisteminin oluşturulmasıyla birlikte, devletlerin uluslararası
ticareti kısıtlayıcı uygulamalarının yerini özel teşebbüsler kaynaklı engellerin almasını
önlemeye yönelik düzenlemeler yapılmasına duyulan ihtiyaç da artan şekilde kendini
göstermiştir. Nitekim, ticaretin uluslararası alanda serbestleşmesinin sağlanması ile
hedeflendiği
gibi
bu
süreçte
yer
alan
devletler
açısından
toplam
refahın
ençoklanabilmesi, dış ticaret politikasının yanında etkili bir rekabet politikasının da
varlığını gerektirmektedir.1
Bu çerçevede, devletler bir yandan kendi iç hukuk düzenlerinde sağlıklı bir rekabet
ortamının oluşturulmasına ve sürdürülmesine hizmet edecek düzenlemeler yaparken,
diğer yandan da üye oldukları uluslararası ve uluslarüstü örgütlerin çatısı altında,
uluslararası piyasalarda rekabetin sağlanmasına ve korunmasına yönelik olarak çeşitli
kurallar üzerinde uzlaşma yoluna gitmektedirler. Devletlerin bu çabaları sonucu, zaman
1
J. H. Jackson, W. J. Davey, A. O. Sykes, Legal Problems of International Economic Relations,
St. Paul, Minnesota, 2002, s. 1110-1.
1
içinde özellikle Dünya Ticaret Örgütü şemsiyesi altında, uluslararası alanda rekabeti
bozucu uygulamaların önüne geçilmesine yönelik ayrıntılı kurallar oluşturulmuştur. Bu
kurallara örnek olarak Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması2’nın gümrük
vergilerinin kademeli olarak azaltılmasını öngören hükümleri ile yine Dünya Ticaret
Örgütü kapsamında imzalanmış olan Antidamping Anlaşması3 ile Sübvansiyonlara ve
Telafi Edici Önlemlere İlişkin Anlaşma4 hükümleri verilebilir.
Avrupa Toplulukları’nda da, Topluluk piyasalarında serbest rekabet koşullarının
geçerli olduğu bir sistemin oluşturulması ve korunması, özellikle Topluluğun
bütünleşme hedefinin gerçekleşmesinin bir aracı olarak görüldüğünden, Topluluğun
kuruluş yıllarından itibaren özel önem verilen bir husus olmuştur. Bu bağlamda, sağlıklı
bir rekabet ortamının oluşmasını sağlamaya yönelik düzenlemelere gerek Roma
Anlaşması’nda, gerek ikincil kaynaklarda ayrıntılı olarak yer verilmiştir. Söz konusu
düzenlemeler arasında başlıca olarak, işletmeler arasındaki rekabeti bozucu, kısıtlayıcı
veya engelleyici anlaşma veya uyumlu eylemleri yasaklayan Roma Anlaşması’nın 81.
maddesi5, hakim durumun Topluluğun tümü veya önemli bir bölümünde kötüye
kullanılmasını yasaklayan 82. maddesi6 ile kısaca Birleşme Tüzüğü olarak adlandırılan
139/2004 sayılı Konsey Tüzüğü7 sayılabilir. Bunların yanısıra, Roma Anlaşması’nın
devlet yardımlarını ele alan 87. ve devamı maddeleri ile, aşağıda ayrıntılı olarak ele
2
The General Agreement on Tariffs and Trade 1994.
Agreement on Implementation of Article VI of the General Agreement on Tariffs and Trade 1994.
4
Agreement on Subsidies and Countervailing Measures, 1994.
5
Roma Anlaşması O.J. C 321E, 2006 (Consolidated text), md. 81.
6
Roma Anlaşması O.J. C 321E, 2006 (Consolidated text), md. 82.
7
Council Regulation No 139/2004 of 20 January 2004 on the control of concentrations between
undertakings, O.J. L 024/1, 2004.
3
2
alınacak olan Topluluk üyesi olmayan devletlerden Topluluğa yapılan dampingli ithalatı
yaptırım altına almaya yönelik olarak çıkarılmış olan Konsey Tüzüğü8 de Topluluk
hukukunun konuya ilişkin düzenlemelerindendir.
Yukarıda değinilen hukuki düzenlemelerin tümü, piyasalarda sağlıklı bir rekabet
ortamının sağlanması ve korunması amacına hizmet etmeye yöneldiğinden bir kesişim
alanına sahip olmakla birlikte, bu düzenlemeler kimi zaman aynı hukuk sistemi
içerisinde birbiriyle çatışan durumların ortaya çıkmasına da meydan verebilmektedir.
Özellikle, iç piyasalarda işletmelerin pazar davranışlarından kaynaklanan ticari
engellerin bulunmadığı, serbest rekabet esaslarının geçerli olduğu bir düzenin
sağlanmasını ve sürdürülmesini amaçlayan rekabet hukuku ile9, uluslararası ticarette
görünmez önlemler arasında yer alan dampinge karşı önlemleri düzenleyen antidamping
hukuku arasında büyük ölçüde farklılıklar olduğu ve bu iki hukuk dalının birbirleriyle
bağdaştırılmalarının mümkün olmadığı görüşü, öğretide birçok yazar tarafından sıklıkla
ifade edilmiştir.10 Rekabet hukukunun konuları arasında, antidamping düzenlemeleriyle
gerek farklılıkları, gerek kesişim noktaları en belirgin olarak ortaya çıkan alt alan ise,
hakim durumun kötüye kullanılması yasağıdır. Söz konusu yakın ilişki nedeniyle, bu tez
8
Council Regulation No 384/96 of 22 December 1995 on protection against dumped imports from
countries not members of the European Community, O.J. L 056/1, 1996.
9
Bu çalışmada “rekabet hukuku” ibaresi dar anlamda rekabet hukukunu ifade etmek için kullanılmış olup,
bu kavram, işletmeler arasındaki rekabeti bozucu, kısıtlayıcı veya engelleyici anlaşma, uyumlu eylem ve
işletme birliği kararları ile hakim durumun kötüye kullanılmasının yasaklanmasına yönelik kuralları ve
birleşme ve devralmaların kontrolüne ilişkin düzenlemeleri kapsamaktadır. Bkz. G. Öz, Avrupa
Topluluğu ve Türk Rekabet Hukukunda Hakim Durumun Kötüye Kullanılması, Ankara, 2000, s. 18.
10
Bkz. I. Wooton, M. Zanardi, Trade and Competition Policy: Anti-dumping versus Anti-Trust,
Glasgow, 2002; B. M. Hoekman, P. C. Mavroidis, “Dumping, Antidumping and Antitrust”, Journal of
World Trade 1996, s. 27-52; H. M. Applebaum, “The Antidumping Laws; Impact on the Competitive
Process”, Antitrust Law Journal 1974, s. 590-607; J. Tavares de Araujo Jr., “Legal and Economic
Interfaces Between Antidumping and Competition Policy”, World Competition 2002, s. 159-172.
3
çalışmasında, temel olarak Avrupa Toplulukları hukuk sistemi açısından antidamping
hukuku ile, rekabet hukukunun hakim durumun kötüye kullanılması yasağına ilişkin
düzenlemeleri belirli yönlerden karşılaştırılarak, aralarındaki ilişki incelenecek ve
değerlendirilecektir.
Bu tez çalışmasının konusu olarak antidamping hukuku ile rekabet hukuku
arasındaki ilişkinin incelenmesinin seçilmesinin nedeni, teoride ve uygulamada
genellikle birbirlerinden tamamen bağımsızmış gibi algılanan bu iki hukuk dalının,
aslında birbirleriyle yakın bir etkileşim içinde bulunduklarının ortaya konulması isteği
olmuştur. Kanımca, söz konusu iki hukuk alanının dinamiklerine genel bir bakış bile,
bunlar arasında göz ardı edilemeyecek bir etkileşim olduğu ön tespitini yapmak için
yeterlidir. Şöyle ki, birinci bölümde iki hukuk alanının amaçları açıklanırken de işaret
edileceği gibi, antidamping hukuku yerli endüstriyi dış rekabete karşı korumaya
yönelmek suretiyle rekabeti değil rakipleri korumakta ve bu bakımdan damping
soruşturmaları sonucu verilen kararlar rekabet hukukunun piyasalarda rekabeti sağlama
ve devam ettirme amacı ile ters düşen durumlara yol açabilmektedir. Özellikle, damping
soruşturması sonucu dampinge konu ürün üzerinden damping vergisi alınmasına karar
verilmesi, bu ürünün fiyatının yapay olarak yükselmesine ve şeffaflaşmasına sebep
olmakta, bu da söz konusu ürün bakımından fiyat rekabetinin azalması sonucunu
beraberinde getirmektedir.
Rekabet hukuku, aşağıdaki bölümde de değinileceği gibi, piyasadaki aktörlerin
fiyatlandırmaya ve üretime ilişkin kararlarını birbirlerinin iradesinden haberleri
4
olmaksızın ve ekonomik verimlilik ilkeleri ışığında bağımsız olarak vermelerini ve bu
suretle rekabet ortamının sağlanmasını öngörmektedir. Piyasadaki aktörler rakiplerinin
herhangi bir ürünü ne şekilde fiyatlandıracaklarını bilmeden o ürünün fiyatını belirlemek
durumunda kaldıklarında karlarını ençoklayabilmek için kaynaklarını daha etkin
kullanacaklar, maliyetlerini ve fiyatlarını düşürmeye yönelecekler ve böylelikle
ekonomik etkinlik sağlanmış olacaktır. Damping vergisi ise, fiyatların yapay olarak
artmasına ve şeffaflaşmasına sebebiyet verdiği oranda ekonomik etkinlikten sapılmasına
yol açacaktır. Damping vergisi ödemek zorunda kalan ithalatçı, normal koşullar altında
bu vergiye konu ürününün Topluluğa satış fiyatını söz konusu vergi oranında
artıracaktır. İthalatçının koyacağı bu fiyat ise, Topluluk resmi gazetesinde yayımlanan
ve damping vergisine hükmedilmesine ilişkin Tüzük veya kararda söz konusu vergi
miktarının da açıkça yer aldığı da göz önüne alındığında, söz konusu ürünü üretip satan
rakip Topluluk üreticilerinin fiyatlandırma kararlarında baz alabilecekleri bir nevi alt
limit oluşturacaktır. Topluluk üreticileri ilgili ürünü ne şekilde fiyatlandıracaklarını
belirlerken damping vergisi ödemekle yükümlü tutulan rakip ithalatçınının bu alt limitini
referans alabileceklerdir ki bu durum yukarıda değinilen ve işletmelerin fiyatlandırma
kararlarını verirken birbirlerinin bu konudaki iradesinden habersiz olmaları yönündeki
rekabet hukuku ilkesinden bir sapma arz etmektedir. Ayrıca, rakip Topluluk üreticileri,
damping yaptığına hükmedilen ithalatçıdan kaynaklanan fiyat rekabetinin yarattığı
baskıdan kurtulacakları için, kendilerini söz konusu ürün bakımından kaynakları etkin
kullanarak maliyeti ve fiyatları düşürmek konusunda bir zorunluluk altında
hissetmeyeceklerdir ve bu da ilgili pazardaki rekabetin azalmasına yol açacaktır.
5
Antidamping hukukunun konusuna giren dampinge karşı önlemlerin, anlatılan
şekilde Topluluk piyasasındaki rekabeti olumsuz yönde etkiliyor oluşu, antidamping
hukuku ile rekabet hukukunun bir arada düşünülmesi ve değerlendirilmesi gereken iki
hukuk alanı olduğu savını desteklemektedir. İşte bu çalışmada, bu çıkış noktasından
hareketle, söz konusu iki alanın temel ortak kavram ve konuları karşılaştırmalı bir bakış
açısıyla incelenmek suretiyle bu iki hukuk dalı arasındaki etkileşim ayrıntılı olarak
ortaya konulacaktır.
Tez çalışması, sonuç bölümü de dahil olmak üzere beş bölüme ayrılmıştır. Birinci
bölümde, takip eden bölümlerdeki açıklamaların ve değerlendirmelerin anlaşılmasını
kolaylaştırmak amacıyla, sırasıyla Avrupa Toplulukları antidamping ve rekabet
hukukunun amacı ve hukuki çerçevesi üzerinde durulacak ve iki alanın amaçları
arasındaki farklılıklara işaret edilecektir.
İkinci bölümde, Avrupa Toplulukları antidamping hukuku ile rekabet hukukunun
ortak kavramları olan “Topluluk menfaati” ve “ilgili ürün pazarı” ele alınacaktır. Bu
kavramlardan Topluluk menfaati, Topluluk antidamping hukuku ile rekabet hukukunun
bir ölçüde de olsa bağdaştırılmasında köprü görevi görebilecek olması itibariyla, bu tez
çalışmasının konusu açısından son derece önemlidir. Benzer şekilde, ilgili ürün pazarı
kavramı da bir yandan antidamping ve rekabet hukuku arasındaki ortak bir paydayı
teşkil etmekte, diğer yandan da bu iki hukuk dalı arasındaki farklılıkların kaynaklarından
biri olarak gündeme gelmektedir. İkinci bölümde söz konusu kavramların içeriğine
ilişkin açıklamalara yer verildikten sonra, olması gereken hukuk açısından bu
6
kavramların uygulamada ne şekilde ele alınmaları gerektiğine ilişkin değerlendirmelerde
bulunulacaktır.
Üçüncü bölümde, antidamping hukuku ile rekabet hukukunun en belirgin ve
öğretide en çok üzerinde durulmuş örtüşme alanları olan hakim durumun kötüye
kullanılması yasağı kapsamındaki fiyat ayrımcılığı ve yıkıcı fiyat kavramları ile, bunlara
ilişkin kurallar ve Topluluk organları kararları üzerinde durulacak ve bu kavramların
damping ile benzerlikleri ve farklılıkları, hukuki yönden incelenecektir.
Dördüncü bölümde, Topluluk antidamping hukukunun işletmelere tanıdığı
damping şikayetinde bulunma hakkının, hakim durumdaki bir işletme tarafından
kullanılmasının, Roma Anlaşması’nın 82. maddesindeki hakim durumun kötüye
kullanılması yasağı çerçevesinde değerlendirmesi yapılacak ve hakim durumdaki
işletmeler yönünden damping şikayetinde bulunma hakkının sınırları belirlenmeye
çalışılacaktır.
Sonuç bölümünde ise, bu tez çalışmasında yapılan inceleme ve değerlendirmeler
ışığında, Topluluk hukuk düzeni içinde antidamping hukuku ile rekabet hukukunun ne
derece bağdaştığına ilişkin tespitlere yer verilecektir.
7
BİRİNCİ BÖLÜM
AVRUPA TOPLULUKLARI ANTİDAMPİNG HUKUKU VE
REKABET HUKUKU
I.
AVRUPA TOPLULUKLARI ANTİDAMPİNG HUKUKU
1. Topluluk Antidamping Hukukunun Amacı
Yukarıda belirtildiği gibi, Topluluk antidamping hukuku kuralları, Topluluk’ta
sağlıklı bir rekabet ortamının sağlanması ve korunması amacına hizmet etmeye yönelik
olarak çıkarılmış olan düzenlemelerdendir. Topluluk ortak dış ticaret politikası
şemsiyesi altında yer alan antidamping düzenlemeleri, aşağıda ayrıntılı olarak
değinileceği gibi, bir ürünün Topluluğa ihraç fiyatının o ürünün ihraç ülkesindeki
fiyatından düşük olduğu, bu düşük fiyatlı ihracatın Topluluk endüstrisine zarar verdiği
ve Topluluk menfaatinin de müdahaleyi gerektirdiği hallerde, Topluluk makamlarının
ihracata konu olan ürün üzerinden bir miktar damping vergisi almalarını öngörmektedir.
8
Topluluk antidamping hukuku, esasen, bir ihracatçının, kendi ülkesindeki
piyasaların, teknik engellerin mevcudiyeti veya antitröst politikasının yetersiz düzeyde
uygulanması gibi bir sebeple uluslararası rekabetten korunmuş ve dışa kapalı
olmasından kaynaklanan avantajlara dayanarak, Topluluğa ihraç ettiği ürünler
bakımından Topluluk üreticileri karşısında haksız bir rekabet üstünlüğü elde etmesinin
önüne geçmeyi amaçlamaktadır.11 Bir başka deyişle, Topluluğa üçüncü ülkelerden
yapılan ticaret bakımından Topluluk endüstrisi ile üçüncü ülke ihracatçılarının eşit
şartlarda rekabet etmeleri sağlanmaya çalışılmaktadır. Bununla birlikte, Topluluk
antidamping hukuku düzenlemeleri, bir anlamda Topluluk üreticilerini dış rekabetten
korumak suretiyle Topluluk endüstrisinin menfaatlerini ön plana çıkarmakta ve damping
vergisi uygulanmasını öngörmek suretiyle ihracatçıların Topluluğa ihraç fiyatlarını
yükselttiği ölçüde de Topluluk piyasalarındaki rekabeti bozucu etkiler yaratabilmektedir.
Bu yönüyle Topluluk antidamping hukuku, aşağıdaki alt bölümde rekabet hukukunun
amacı ve koruduğu menfaatler üzerinde durulurken değinileceği gibi, kimi zaman
rekabet hukukunun koruduğu menfaatten sapılmasına yol açan durumlar ortaya
çıkarabilmektedir.
11
EC Commission, Eleventh Annual Report on the Community’s Anti-Dumping and Anti-Subsidy
Activities, 1993.
9
2. Hukuki Çerçeve
Roma
Anlaşması’nın,
Avrupa
Topluluğu’nun
görevlerine
yer
veren
2.
maddesinde,12 Topluluk genelinde yüksek bir rekabet gücünün sağlanması Topluluğun
görevleri arasında sayılmıştır. Anlaşma’nın, Topluluğun faaliyet alanlarını düzenleyen
3. maddesinin (b) bendinde ortak ticaret politikasının oluşturulması öngörülürken, aynı
maddenin (m) bendinde de 2. maddedeki düzenlemeye paralel olarak Topluluk
endüstrisinin rekabet gücünün artırılması Topluluğun bir diğer faaliyet alanı olarak
belirlenmiştir.13 Roma Anlaşması’nın, Topluluğun ortak ticaret politikasına ilişkin
hükümlerinden olan 133. maddesinde de, dampinge karşı alınacak önlemlerin açıkça bu
politika alanı içerisinde olduğu belirtilmiştir.14 Sayılan hükümler, Avrupa Toplulukları
antidamping hukukunun dayanağını oluşturan birincil nitelikte düzenlemelerdir.15
Bu hükümlerden alınan yetki çerçevesinde çıkarılmış olan ve Topluluk hukukunda
dampinge karşı önlemleri düzenleyen temel ikincil kaynak ise 384/96 sayılı ve 1995
tarihli Topluluk üyesi olmayan devletlerden yapılan dampingli ithalata karşı korumaya
ilişkin
Konsey
Tüzüğü’dür.16
Ayrıca,
Tüzük
hükümleri
uyarınca
damping
soruşturmalarını açmakla ve yürütmekle görevli olan Komisyon’un konuya ilişkin
12
Roma Anlaşması O.J. C 321E, 2006 (Consolidated text), md. 2.
Roma Anlaşması O.J. C 321E, 2006 (Consolidated text), md. 3.
14
Roma Anlaşması O.J. C 321E, 2006 (Consolidated text), md. 133.
15
Anılan hükümler, Roma Anlaşması’nın Amsterdam, Maastricht ve Nice zirveleri sonucu kabul edilen
metinlerinin her üçünde de aynı olduklarından bu tez çalışmasında, en yeni tarihli olan Nice Zirvesi metni
esas alınmıştır.
16
Council Regulation No 384/96 of 22 December 1995 on protection against dumped imports from
countries not members of the European Community, O.J. L 056/1, 1996. Bundan sonra, "Antidamping
Tüzüğü" veya "Tüzük" olarak anılacaktır.
13
10
kararları ile bu kararların yargısal denetimini yapmakla görevli olan Avrupa İlk Derece
Mahkemesi ve ATAD’ın kararları da Topluluk antidamping hukukunun ikincil
kaynakları arasında yer almaktadır.
Antidamping Tüzüğü, gerek dampinge karşı önlemler alınabilmesi için varlığı
aranması gereken maddi koşullara, gerek de bu koşulların varlığı aranırken izlenecek
usule ilişkin son derece ayrıntılı hükümler getirdiğinden, Topluluk antidamping
hukukundaki temel düzenleme niteliğindedir. Dünya Ticaret Örgütü bünyesinde kabul
edilmiş olan 1994 tarihli Antidamping Anlaşması hükümlerinin Topluluk hukukuna
aktarıldığı bu Tüzük, kural olarak Topluluk üyesi olmayan devletlerden Topluluğa
yapılan dampingli ithalata uygulanmaktadır. Bununla birlikte, Topluluğun üçüncü
devletlerle yaptığı ortaklık anlaşmalarındaki dampinge ilişkin özel hükümler saklı
tutulmuştur.17 Tüzük’teki düzenlemelerle, ortak ticaret politikasının bir gereği olarak,
Topluluğa yapılan dampinge karşı önlemler alma yetki ve görevi münhasıran Topluluk
organlarına verildiğinden, üye devlet makamlarının bu konuda kendi başlarına hareket
ederek ülke sınırları içine yapılan dampingli ithalata karşı yaptırım uygulama imkanları
bulunmamaktadır.
Antidamping Tüzüğü’nün hükümlerinin ayrıntılı olarak incelenmesi bu tez
çalışmasının kapsamı dışında olmakla birlikte, bu başlık altında, sonraki bölümlerdeki
açıklamaların ve değerlendirmelerin anlaşılmasının kolaylaştırılması amacına hizmet
17
Antidamping Tüzüğü, md. 22.
11
edecek ölçüde, Tüzüğün maddi hukuka ve yaptırımlara ilişkin temel hükümlerinin
içeriği hakkında bilgiler verilecektir.
Antidamping Tüzüğü hükümleri uyarınca, bir damping soruşturması açılabilmesi
için, kural olarak, Topluluk endüstrisi adına hareket eden herhangi bir gerçek veya tüzel
kişi veya tüzel kişiliği olmasa da bir birlik tarafından Komisyon’a veya üye devletlere
dampingli ithalat yapıldığı yönünde yazılı şikayette bulunulması ve bu şikayetin üye
devletler ve Komisyon temsilcilerinden oluşan Danışma Komitesi tarafından yerinde
bulunması gerekmektedir. Danışma Komitesi şikayetin yerinde olduğuna karar verirse,
soruşturmayı açmakla ve yürütmekle görevli organ, Komisyon’dur.18
Damping soruşturması sonucunda, Topluluk üyesi olmayan devletlerden Topluluğa
yapılan ithalata karşı antidamping önlemlerin alınmasına karar verilebilmesi için üç
koşulun gerçekleşmesi gereklidir. Bu koşullar, somut olayda damping yapılmış olması,
bu damping sonucu zarar ortaya çıkmış olması ve Topluluk menfaatinin dampinge
müdahale edilmesini gerektirmesidir.19
Tüzüğün 1. maddesinin 2. bendinde, bir ürünün Topluluğa dampingli olarak ithal
edilmiş olduğundan bahsedebilmek için nasıl bir değerlendirme yapılması gerektiği
belirlenmiştir. Bu hükme göre, soruşturma konusu ürünün Topluluğa ihraç edildiği
fiyatının, bu ürüne benzer ürünün ihraç ülkesindeki normal ticari işlemler sırasında
18
Antidamping Tüzüğü, md. 5, 6.
I. Van Bael, J. F. Bellis, Anti-dumping and Other Trade Protection Laws of the EC, The Hague,
2004, s. 43.
19
12
ödenen fiyatından düşük olması durumunda, damping söz konusudur. Söz konusu
ürünün Topluluğa ihraç fiyatı ile ihraç ülkesindeki normal ticari işlemler sırasında
ödenen fiyatı arasındaki farka, “damping marjı” adı verilmektedir. Antidamping
Tüzüğü’nün 2. maddesinde gerek ihraç fiyatının, gerek ihraç ülkesindeki normal ticari
işlemler sırasında ödenen fiyatın ne şekilde tespit edileceği ayrıntılı biçimde
düzenlenmiştir. Bu maddede, bir ürünün ihraç ülkesindeki normal ticari işlemler
sırasında ödenen fiyatının tespitinde kural olarak ihraç ülkesindeki bağımsız alıcıların o
ürün için ödedikleri fiyatların kullanılacağı hükme bağlanmış olmakla birlikte, ihraç
ülkesinde söz konusu ürünün yeterli düzeyde satışı yapılmıyorsa üretim maliyetinin
üzerine makul bir miktarda genel ve idari giderlerle satış giderlerinin ve yine makul bir
kar payının eklenmesiyle oluşturulan değerin de esas alınmasına imkan tanınmıştır.
Damping soruşturması sonucunda Komisyon’un; i) somut olayda antidamping
önlemler alınması için gerekli koşulların gerçekleşmediği, veya ii) bu koşullar
gerçekleşmişse bile damping miktarının veya zararın önemsenmeyecek derecede düşük
olduğu kanaatine varması halinde soruşturma herhangi bir önlem almaya gerek
olmaksızın sona erdirilir.20 Bunlar dışındaki hallerde ise, Antidamping Tüzüğü’nde
“fiyat taahhüdü” ve “damping vergisi” olarak belirlenmiş olan dampinge karşı önlemler
uygulanır.
“Fiyat taahhüdü”, soruşturmaya muhatap olan ihracatçının, damping marjını
ortadan kaldırmaya yönelik olarak soruşturma konusu ürünlerinin Topluluğa ihraç
20
Antidamping Tüzüğü, md. 9.
13
fiyatını arttırmayı veya bu ürünlerin Topluluğa ihracatını durdurmayı üstlenmesini ifade
eder.21 Komisyon tarafından fiyat taahhüdü kabul edilen ihracatçı aleyhine, taahhüde
konu olan ürünler bakımından ayrıca damping vergisine hükmedilemez.22
“Damping vergisi” ise, geçici ve kesin olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Kesin
damping vergisi, soruşturma sonucu somut olayda dampingin gerçekleştiği, bu
dampingin zarara yol açtığı ve Topluluk menfaatinin de dampinge müdahale edilmesini
gerekli kıldığının tespit edildiği hallerde damping marjı miktarıyla sınırlı kalmak üzere
dampinge konu ürün üzerinden alınır.23 Geçici damping vergisi ise, bir nevi ihtiyati
tedbir niteliğinde olup, Topluluk menfaatinin gerektirdiği durumlarda ve ileride telafisi
güç veya imkansız olacak zararların doğmasını önlemek amacıyla, soruşturma devam
ederken dampinge konu ürün üzerinden, ilk incelemede tespit edilen damping marjını
geçmeyecek bir oranda alınır.24
Tüzük’te konuya ilişkin olarak konulmuş olan genel ilke uyarınca, gerek geçici,
gerek kesin damping vergisinin miktarı, somut olayda gerçekleşen zararı ortadan
kaldırmaya yetecek dereceden fazla olamaz.25 Bu ilke doğrultusunda Topluluk organları,
damping vergisinin miktarını belirleyebilmek için damping marjı ile “zarar marjı”
arasında bir karşılaştırma yapmak ve öngörecekleri vergi miktarını bu iki değerden daha
düşük olanı ile sınırlı tutmak durumundadırlar. “Zarar marjı” kavramı, somut olayda
21
Antidamping Tüzüğü, md. 8.
I. Van Bael, J. F. Bellis, 2004, s. 323.
23
Antidamping Tüzüğü, md. 9.
24
Antidamping Tüzüğü, md. 7.
25
Antidamping Tüzüğü, md. 7, 9.
22
14
meydana gelen zararı ortadan kaldırmaya yetecek damping vergisi miktarını ifade
etmektedir.26 Topluluk organları zarar marjını hesaplarken damping soruşturmasına
muhatap kalan ihracatçıların dampinge konu ürünü Topluluğa ihraç fiyatları ile Topluluk
endüstrisinin söz konusu ürüne yönelik satış fiyatları arasında bir karşılaştırma
yapmaktadırlar.27
Antidamping önlemlere başvurulabilmesi için gereken ikinci koşul olan zarar
unsurundan ne anlaşılması gerektiği, Tüzüğün 3. maddesinde belirlenmiştir. Buna göre,
dampingli ithalatın zarara yol açtığından bahsedebilmek için üç durumdan birinin
gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Bunlar, dampingli ithalat nedeniyle Topluluk
endüstrisinin maddi zarar görmesi veya böyle bir zarar tehdidinin ortaya çıkması, ya da
bir endüstri dalının kurulmasının esaslı şekilde geciktirilmesidir. “Topluluk endüstrisi”
kavramı ile kastedilen ise, Tüzüğün 4. maddesindeki düzenleme çerçevesinde, kural
olarak, dampingli ürüne benzer ürünleri üreten Topluluk üreticilerinin tümü veya toplam
üretimleri benzer ürünlerin üretiminin büyük bölümünü oluşturan Topluluk üreticileridir.
Antidamping önlemlerin uygulanabilmesi için Tüzük’te getirilen üçüncü koşul ise,
Topluluk menfaatinin dampinge müdahale edilmesini gerekli kılmasıdır. İkinci bölümde
ayrıntılı olarak yer verileceği gibi, Tüzüğün 21. maddesindeki düzenleme uyarınca,
somut olayda bu koşulun gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespit edilebilmesi için,
Topluluk endüstrisinin, kullanıcıların, tüketicilerin menfaatleri ile olası bir dampinge
26
I. Van Bael, J. F. Bellis, 2004, s. 306.
Large Rainbow Trout, O.J. L 232/29, 2003; Sodium Cyclamate, O.J. L 232/12, 2003; Hollow Sections,
O.J. L 175/3, 2003.
27
15
karşı önlemden etkilenebilecek diğer her türlü menfaatin dikkate alındığı bir
değerlendirme yapılması gerekmektedir.
II.
AVRUPA TOPLULUKLARI REKABET HUKUKU
1. Avrupa Toplulukları Rekabet Hukukunun Amacı
Avrupa Toplulukları rekabet hukuku da, antidamping hukuku gibi, Topluluk
piyasalarında sağlıklı bir rekabet ortamının korunması ve sağlanması amacına hizmet
etmektedir. İşletmelerin aralarında rekabeti bozucu, kısıtlayıcı veya engelleyici
anlaşmalar yapmalarını veya hakim durumdaki bir veya birkaç işletmenin bu
durumlarını kötüye kullanmalarını yasaklamak ve birleşme ve devralmaları kontrol
altına almak suretiyle bu amacı gerçekleştirmeye yönelen Topluluk rekabet hukukunun
temelinde, işletmelerin birbirleriyle serbestçe rekabet etmelerinin, kaynaklarını etkin
kullanmalarını sağladığı ve bunun da gerek tüketiciler, gerek toplam refah için en faydalı
sonuçları
yarattığı
düşüncesi
yatmaktadır.
Nitekim,
işletmelerin
üretim
ve
fiyatlandırmaya ilişkin kararlarını birbirlerinin iradesinden haberdar olmaksızın
vermelerini gerektiren serbest rekabet koşulları, işletmeleri, ürünlerini mümkün olan en
düşük maliyetle ve en yüksek kalitede üretip en düşük fiyata satmaya ve teknolojik
16
yenilikler yapmaya sevk edecek ve bu durum hem tüketicilerin hem de toplam refah
yararına olacaktır.28 Belirtmek gerekir ki, tüketicilerin serbest rekabet koşulları sonucu
ortaya çıkan durumdan olumlu olarak etkilenmesi, Topluluk rekabet hukukunun bir
amacı değil sadece bir sonucudur; yukarıda işaret edildiği gibi rekabet hukukunun amacı
piyasalarda rekabetin sağlanması ve korunmasıdır ve rekabet hukukunun koruduğu
menfaat de genel olarak tüketicilerin veya özel olarak da başka bir grubun menfaati değil
piyasadaki rekabettir. Bununla birlikte, şüphesiz ki tüketiciler, piyasadaki rekabetin
korunması sonucunda ortaya çıkan düşük fiyatlı ve yüksek kaliteli ürünlerden dolaylı
olarak fayda sağlayacaklardır.29
Topluluk rekabet hukuku bu şekilde piyasalarda rekabetin sağlanması ve
korunması amacına odaklanırken, yukarıdaki alt bölümde belirtildiği gibi Topluluk
antidamping hukuku ise Topluluk üreticilerini haksız olarak değerlendirilen dış
rekabetten korurken kaçınılmaz olarak piyasadaki rekabetten ziyade bu üreticilerin
menfaatlerini ön plana çıkarmaktadır. Topluluk rekabet hukuku rekabeti korurken,
antidamping hukuku dampinge karşı önlemler alınmasını öngörmek suretiyle
ihracatçıların Topluluğa ihraç fiyatlarını yükselttiği ölçüde Topluluk piyasalarındaki
rekabetin bu ithalattan olumsuz olarak etkilenmesine sebebiyet verebilmekte ve bu
bakımdan rekabetin bozulması pahasına rakipleri korumaya yönelmektedir.
28
29
R. Whish, Competition Law, London, 2003, s. 2-3.
G. Öz, 2000, s. 22-3.
17
Rekabet hukuku ile antidamping hukuku arasında amaç yönünden ortaya çıkan
çatışma, ATAD önüne ön karar davası yoluyla gelmiş olan Noelle davasında30 gündeme
gelmiş ve bu davada görevli hukuk sözcüsünün görüşünde tartışma konusu yapılmıştır.
Bu davaya konu olayda, Çin Halk Cumhuriyeti menşeli boya fırçaları ithal eden bir
Alman şirketi olan Noelle, söz konusu ülkeden ithal edilen boya fırçaları üzerinden kesin
damping vergisi alınmasını öngören Konsey Tüzüğü’nün, Antidamping Tüzüğü
hükümlerine aykırı olduğu iddiasıyla Alman ilk derece mahkemesinde dava açmıştır.
Noelle’nin bu davada ileri sürdüğü temel hususlardan biri, söz konusu kesin damping
vergisine hükmedilmesi ile sonuçlanan damping soruşturmasının açılmasına yönelik
şikayette bulunan Topluluk boya fırçası üreticilerinin bu şikayetlerinin temelinde,
Topluluk pazarında bağımsız olarak hareket eden boya fırçası ithalatçılarını pazar dışına
itme amacının yattığı iddiasıdır. Noelle bu iddiasını kanıtlamaya yönelik olarak,
damping şikayetinde bulunan Topluluk boya fırçası üreticilerinin, Topluluğa boya fırçası
ihraç eden Çin ihracatçıları, söz konusu ürünün Toplululuğa olan ihracatını azaltmaya ve
sadece kendileriyle ticaret yapmaya zorladıklarına işaret eden belgeler sunmuştur. Bir
başka deyişle, Noelle’ye göre, Topluluk boya fırçası üreticileri, Topluluk pazarındaki
bağımsız boya fırçası ithalatçılarının Çin ihracatçılar tarafından doğrudan tedarik
edilmesini engellemeye yönelen bir anlaşma içindedirler. Bu olgulardan hareketle
Noelle, Konsey’in Çin Halk Cumhuriyeti menşeli boya fırçaları üzerinden kesin
damping vergisi alınmasını öngörmesinin, Topluluk üreticilerinin ortak pazardaki
rekabeti kısıtlamayı amaçlayan eylemlerini destekleyici rol oynadığını ve bu yönüyle
Antidamping Tüzüğü hükümlerine aykırı olduğunu ileri sürmüştür.
30
Detlef Noelle v. Hauptsollamt Bremen-Freihafen, [1991] ECR I-5163.
18
Uyuşmazlık ATAD’a intikal ettiğinde, görevli hukuk sözcüsü davaya ilişkin olarak
sunduğu yazılı görüşünde, Noelle’nin söz konusu iddialarının Topluluk antidamping
politikası ile rekabet politikası arasındaki ilişki sorununu gündeme getirdiği tespitinde
bulunmuş ve bu iki politikanın her zaman birbirleriyle uyumlu bir şekilde
uygulanmalarının mümkün olamayacağına işaret etmiştir. Nitekim, hukuk sözcüsü,
Roma Anlaşması uyarınca rekabet hukukunun temel amacının Topluluk pazarında
rekabeti korumakken, antidamping hukuku kurallarının ithalattan kaynaklı haksız olarak
değerlendirilen rekabete karşı Topluluk endüstrisinin yani Topluluktaki rakiplerin
korunmasını amaçladığına dikkat çekmiştir. Dolayısıyla, Topluluk endüstrisini koruma
amaçlı konulan bir damping vergisinin, ortak pazarda fiyatların artması ve rekabetin
azalması sonucunu doğurması gündeme gelebilecektir. Hukuk sözcüsü, çatışan bu
menfaatler arasında bir denge kurma görevinin Komisyon’a ve Konsey’e düştüğünü ve
söz konusu organların damping vergisinin konulup konulmayacağını belirlerken bu
dengeyi kurabilmek için iki temel ilkeyi göz önünde bulundurmaları gerektiğini
belirtmiştir. Bu ilkelerden birincisi, damping soruşturmalarının, Topluluk rekabet
hukuku kurallarına aykırı uygulamaların gerçekleşmesini sağlama veya kolaylaştırma
amacına hizmet etmemesi gerektiğidir. Komisyon’un ve Konsey’in damping vergisi
konulup konulmayacağını belirlerken dikkate almaları gereken ikinci ilke ise, damping
soruşturmalarının ve dampinge karşı önlemlerin, Topluluk rekabet hukuku kurallarına
aykırı uygulamaların gerçekleşmesini sağlayıcı veya kolaylaştırıcı etkiler doğurmasının
mümkün olduğu ölçüde engellenmesidir.31
31
Detlef Noelle v. Hauptsollamt Bremen-Freihafen, [1991] ECR I-5163, opinion of Mr. Advocate General
Van Gerven delivered on June 4, 1991.
19
Noelle davasında görevli hukuk sözcüsü bu belirlemeleri yaptıktan sonra,
Konsey’in, Çin Halk Cumhuriyeti menşeli boya fırçaları üzerinden kesin damping
vergisi alınmasını öngörürken, iki hukuk dalı arasında ortaya çıkan menfaatler
çatışmasını doğru şekilde dengelediği yönünde görüş bildirmiştir. Bu bağlamda hukuk
sözcüsü, söz konusu kesin damping vergisinin, sadece Topluluk pazarındaki bağımsız
boya fırçası ithalatçılarını değil, Çin Halk Cumhuriyeti’nden boya fırçası ithal eden
Topluluk üreticilerini de etkileyeceğini vurgulamıştır. Dolayısıyla hukuk sözcüsüne
göre, Noelle’nin iddia ettiğinin aksine, söz konusu damping soruşturmasının ve
önlemlerin Topluluk boya fırçası üreticileri tarafından Topluluktaki bağımsız boya
fırçası ithalatçılarını pazar dışına itmeye yönelik olarak kullanılması söz konusu
değildir.32 33
2. Hukuki Çerçeve
Topluluk antidamping hukukunun hukuki çerçevesine ilişkin açıklamalarda
belirtildiği gibi, Roma Anlaşması’nın 2. maddesinde34 Topluluk genelinde yüksek bir
rekabet gücünün sağlanması Topluluğun görevleri arasında sayılmıştır. Topluluğun bu
ve 2. maddede sayılan diğer görevleri yerine getirebilmesi için üstleneceği faaliyet
32
Detlef Noelle v. Hauptsollamt Bremen-Freihafen, [1991] ECR I-5163, opinion of Mr. Advocate General
Van Gerven delivered on June 4, 1991.
33
ATAD Noelle davasına ilişkin kararında, uyuşmazlık konusu Konsey Tüzüğü’nün, damping marjının
doğru şekilde hesaplanmamış olması nedeniyle Antidamping Tüzüğü hükümlerine aykırı olduğu sonucuna
varmış, hukuk sözcüsünün görüşünde yer verdiği antidamping hukuku ile rekabet hukuku arasındaki
çatışma hususunu tartışma konusu yapmamıştır.
34
Roma Anlaşması O.J. C 321E, 2006 (Consolidated text), md. 2.
20
alanlarını, araçlarını sıralayan 3. maddenin (g) bendinde de, iç pazardaki rekabetin
bozulmadığı bir sistemin sağlanması Topluluğun faaliyet alanlarından biri olarak
belirlenmiştir.35 Bunlardan başka, Roma Anlaşması’nın 4. maddesinde de Topluluğun ve
üye devletlerin faaliyetlerini, serbest rekabete dayalı bir açık pazar ekonomisi prensibine
göre yürütmeleri gerektiği hükme bağlanmıştır.
Sayılan hükümlerden başka, Roma Anlaşması’nın 81. maddesinde, üye devletler
arasındaki ticareti etkileyebilecek olan ve iç pazardaki rekabeti engelleme, kısıtlama
veya bozma amacını taşıyan veya böyle bir etki yaratan işletmeler arası anlaşmalar ile
işletme birliği kararlarının ve uyumlu eylemlerin ortak pazarla bağdaşmaz ve yasak
olduğu hükme bağlanmış ve bu türden anlaşma, karar ve uyumlu eylemlere örnekler
verilmiştir.36 Anlaşma’nın 82. maddesinde, bir veya birden fazla işletme tarafından,
ortak pazarın tümünde veya önemli bir bölümünde hakim durumun kötüye kullanılması,
üye devletler arasındaki ticareti etkilediği ölçüde yasaklanmış ve kötüye kullanma
hallerine dört bent halinde örnekler verilmiştir37. Roma Anlaşması’nın sayılan tüm bu
hükümleri, Avrupa Toplulukları rekabet hukukunun birincil kaynaklarıdır.
Bu hükümlerden alınan yetki çerçevesinde Topluluk organlarının bu alanda yapmış
oldukları düzenlemeler ile aldıkları kararlar ise, Topluluk rekabet hukukunun ikincil
kaynaklarını oluşturur.38 Bunlar arasında, özellikle Topluluk rekabet hukuku kurallarını
35
Roma Anlaşması O.J. C 321E, 2006 (Consolidated text), md. 3.
Roma Anlaşması O.J. C 321E, 2006 (Consolidated text), md. 81.
37
Roma Anlaşması O.J. C 321E, 2006 (Consolidated text), md. 82.
38
G. Öz, 2000, s. 37.
36
21
uygulamakla görevli olan ve bu görevi kapsamında rekabet hukuku soruşturmalarını
açan ve yürüten Komisyon’un konuya ilişkin kararları ile bu kararların yargısal
denetimini yapmakla görevli olan Avrupa İlk Derece Mahkemesi ile ATAD’ın kararları
ikincil kaynaklar arasında önemli bir yere sahiptir. Ayrıca, özellikle 1 Mayıs 2004’ten
itibaren uygulanmaya başlanan sistem çerçevesinde, üye devlet rekabet kurumları ve
mahkemelerinin de Topluluk rekabet hukuku kurallarını uygulama konusundaki yetkileri
önemli ölçüde artmış olup, bu organların konuya ilişkin kararları da Topluluk rekabet
hukukunun ikincil kaynakları arasında yer almaktadır.
Roma Anlaşması’nın 82. maddesinde kötüye kullanma hallerine ilişkin olarak
sayılan örnekler arasında, özellikle (c) bendinde, hakim durumdaki işletmenin ticari
ilişki içinde bulunduğu kişilere veya şirketlere aynı işlemler için farklı koşullar
uygulayarak onları rakipleri karşısında dezavantajlı duruma düşürmek şeklinde
düzenlenmiş olan ayrımcılık yasağı, antidamping hukuku ile rekabet hukukunun
konuları bakımından örtüşen alanlarından biri olan fiyat ayrımcılığı kavramını da
kapsadığından bu tez çalışmasının konusu açısından önemlidir. Ayrıca, 82. maddede
kötüye kullanma halleri sadece örnekleme yoluyla düzenlendiğinden, Komisyon ve
Topluluk mahkemeleri kararlarıyla da zaman içinde kötüye kullanma sayılabilecek
başka bazı davranışlara ilişkin belirlemeler yapılmıştır. Bu tür davranışlar başlıca, satış
yapmayı reddetme39, yıkıcı fiyat40, sadakat ve hedef indirimleri41 ile rakibi aleyhine
39
Istituto Chemioterapico Italiano and Commercial Solvents Corporation v. Commission, [1974] ECR
223.
40
AKZO Chemie BV v. Commission, [1991] ECR I-3359.
41
Hoffmann-La Roche v. Commission, [1979] ECR 461, Michelin v. Commission, [1983] ECR 3461.
22
hukuki yollara başvurmak42 olarak sayılabilir. Bunlar arasında, bir mal veya hizmetin
fiyatının, mevcut rakipleri piyasa dışına itmek veya potansiyel rakiplerin piyasaya
girişini güçleştirmek amacıyla çok düşük seviyede belirlenmesi olarak ifade edilebilecek
olan yıkıcı fiyat uygulaması, Topluluk antidamping hukukunun rekabet hukuku ile
örtüşen bir diğer alanıdır. Ayrıca, Komisyon ve Avrupa İlk Derece Mahkemesi
kararlarıyla 82. maddedeki yasaklama kapsamında değerlendirilmiş olan hakim durumun
hukuki yollara başvurmak suretiyle kötüye kullanılması, Topluluk antidamping hukuku
ile rekabet hukuku arasında kimi zaman ortaya çıkan çatışmanın en çarpıcı
örneklerinden birisidir. Damping ile, 82. madde kapsamındaki fiyat ayrımcılığı ve yıkıcı
fiyat uygulamaları arasındaki ilişki bu çalışmanın üçüncü bölümünde, antidamping
hukuku ile hakim durumun hukuki yollara başvurulması suretiyle kötüye kullanılması
yasağı arasında ortaya çıkan çatışma ise çalışmanın dördüncü bölümünde ayrıntılı olarak
ele alınacaktır.
42
ITT Promedia NV v. Commission, [1998] ECR II-2937.
23
İKİNCİ BÖLÜM
AVRUPA TOPLULUKLARI ANTİDAMPİNG HUKUKU VE REKABET
HUKUKUNDA ORTAK KAVRAMLAR: “TOPLULUK MENFAATİ” VE
“İLGİLİ ÜRÜN PAZARI”
I.
TOPLULUK MENFAATİ
1. Önemi
Topluluk antidamping hukuku kuralları, yukarıdaki bölümlerde anlatıldığı gibi,
Topluluk endüstrisini dış rekabetten korumak suretiyle, Topluluk piyasasında rekabetin
sınırlanmasına yol açabilmektedir. Özellikle, damping soruşturması sonucunda damping
vergisine hükmedilmesi, rekabet hukukunun amacı ile ters düşen sonuçlar ortaya
çıkarabilmektedir. Topluluk menfaati kavramı, bir yandan antidamping önlemlerin
alınabilmesi için dampingin varlığı ve zarar koşullarına ek bir kısıt getirerek, diğer
24
yandan da aşağıda açıklanacağı gibi ilgili pazardaki rekabet koşullarının damping
soruşturmaları bakımından dikkate alınmasını sağlayan yönü itibariyla, Topluluk
antidamping hukuku ile rekabet hukukunun bağdaştırılmasında önemli bir görev
üstlenmektedir. Bu bakımdan söz konusu kavram, iki hukuk dalının aynı hukuk sistemi
içinde birarada uygulanmalarının kimi zaman ortaya çıkardığı çatışmaların en aza
indirilmesinde asli öneme sahiptir.
Esasen, antidamping hukuku düzenlemelerinin tamamen ortadan kaldırılması ve
damping uygulamasının gerekli koşulların karşılandığı takdirde mevcut rekabet hukuku
kuralları çerçevesinde yaptırıma bağlanması, Topluluk’taki rekabetin korunması ve
sağlanması bakımından ideal çözüm niteliğinde olup,43 bu çözüm antidamping
kurallarının kapsamında düzenlenmiş olan Topluluk menfaati gibi bir kavrama olan
ihtiyacı da ortadan kaldıracak niteliktedir. Ancak, uluslararası ticaretteki mevcut
dinamiklere ve dengelere bakıldığında, Topluluk antidamping hukuku kurallarının
tamamen ortadan kaldırılması için gerekli şartların oluşmadığı ve yakın gelecekte de bu
şartların oluşması olasılığının son derece düşük olduğu görülebileceğinden44, Topluluk
antidamping hukukunun, rekabet hukukunun amacını dikkate alır şekilde uygulanması
bakımından Topluluk menfaati kavramı asli rol üstlenmektedir.
43
B. M. Hoekman, P. C. Mavroidis, 1996, s. 45; A. Sapir, “Some Ideas for Reforming the Community
Anti-Dumping Instrument”, Expert Seminar on Trade Defence Instruments at the European
Commission 2006, s. 2.
44
Doktrinde ele alınmış olan ve antidamping hukukunun yerini tamamen antitröst hukukuna bırakması
için gerekli şartların neler olduğuna ve bu şartların yakın gelecekte oluşmasının hangi sebeplerle olası
görülmediğine ilişkin geniş inceleme ve tespitler için bkz. I. Wooton, M. Zanardi, 2002; B. M. Hoekman,
P. C. Mavroidis, 1996.
25
2. İçeriği
Bilindiği gibi, Antidamping Tüzüğü hükümlerinin Topluluk üyesi olmayan
devletlerden Topluluğa yapılan ithalata karşı antidamping önlemlerin alınabilmesi için
getirdiği koşullardan biri, Topluluk menfaatinin dampinge müdahale edilmesini
gerektirmesidir. Bu koşul, gerek geçici, gerek kesin damping vergisi bakımından söz
konusudur.45 Bu bağlamda, özellikle kesin damping vergisi bakımından, somut olayda
damping yapıldığı ve bu dampingin Topluluk endüstrisine zarar verdiği tespit edilmişse
bile, damping yapan ithalatçının bu davranışının antidamping hukuku kapsamında
yaptırıma bağlanabilmesi için öncelikle Topluluk menfaati dikkate alınarak bir
değerlendirme yapılması ve bu menfaatin de söz konusu verginin konulmasını
gerektirdiği kanaatine varılması gerekmektedir.
Topluluk
menfaati
kavramı,
Tüzüğün
21.
maddesinde
ayrıntılı
olarak
düzenlenmiştir. Bu maddede, Topluluk menfaati kavramından ne anlaşılması gerektiği
örnekleme yoluyla sayılmıştır. Söz konusu hüküm uyarınca, Topluluk endüstrisinin,
kullanıcıların46
ve
tüketicilerin
menfaatleri
Topluluk
menfaati
kavramının
kapsamındadır. Dolayısıyla, Topluluk organlarının, dampingli ithalata müdahale
edilmesinin Topluluğun menfaatine olup olmadığını incelerken bu sayılan grupların
menfaatleri ile diğer bütün menfaatleri birlikte dikkate alan bir değerlendirme yapmaları
45
Antidamping Tüzüğü, md. 7, 9.
Buradaki Topluluk endüstrisi terimi ile kastedilen, dampingli ürüne benzer ürünü üreten Topluluk
üreticileri, kullanıcılar kavramı ile kastedilen ise dampinge konu ürünü aramalı olarak kullanan Topluluk
üreticileridir.
46
26
gerekmektedir.
21.
maddede
Topluluk
menfaati
kavramının
içeriği
sınırlı
tutulmadığından, antidamping önlemler alınmasının Topluluk içindeki rekabet üzerinde
ne gibi bir etki yaratacağı da gerek doktrinde47, gerek Topluluk organlarının konuya
ilişkin kararlarında48 Topluluk menfaatinin dampinge karşı önlem alınmasını gerektirip
gerektirmediğine yönelik incelemede dikkate alınan bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır.
Şüphesiz ki, Topluluk organlarının damping soruşturmalarında Topluluk menfaati
kavramını ne şekilde yorumladıkları ve bu kavramın içini doldururken Topluluk’taki
rekabetin etkilenmesi ile yerli endüstrinin, kullanıcıların ve tüketicilerin konuya ilişkin
menfaatleri unsurlarından hangilerine ne kadar ağırlık verdikleri, bu soruşturmalar
sonucu verilen kararın rekabet hukukunun rekabeti koruma amacıyla ne derece bağdaşır
nitelikte olacağını doğrudan etkileyecektir. Bu bağlamda, takip eden alt başlıkta,
Topluluk organlarının konuya ilişkin uygulamalarına yer verilerek Topluluk menfaati
kavramını ne şekilde yorumladıklarına ilişkin tespitlerde bulunulacak, daha sonra ise
mevcut uygulamalar eleştirilerek bunların geliştirilmesine yönelik önerilere yer
verilecektir.
47
I. Van Bael, J. F. Bellis, 2004, s. 295, 301-303.
Pure Silk Typewriter Ribbon Fabrics, O.J. L 174/27, 1990; Potassium Chloride, O.J. L 112/4, 2000;
Seamless Pipes and Tubes of Iron or Non-Alloy Steel, O.J. L 45/1, 2000.
48
27
3. Komisyon ve Topluluk Mahkemeleri Kararlarında Topluluk Menfaati
Komisyon, damping soruşturmalarında Topluluk menfaatinin dampinge karşı
önlem alınmasını gerektirip gerektirmediğine yönelik incelemelerinde, ağırlıklı olarak
Topluluk endüstrisinin menfaatinin neyi gerektirdiğini dikkate almaktadır. Komisyon
kararlarının yargısal denetimini yapmakta olan Avrupa İlk Derece Mahkemesi ile
ATAD’ın konuya ilişkin tutumları da Komisyon’unkine paralleldir.49 Komisyon ile
Topluluk mahkemelerinin, Topluluk endüstrisinin menfaatinin gereklerine yönelik
değerlendirmelerinde göz önüne aldıkları başlıca etmenler, Topluluk endüstrisinin
verimliliğinin korunması, Topluluk’taki işsizliğin ve ihracata olan bağlılığın
engellenmesi, çevrenin korunması ve teknolojik yeniliklerin devamlılığının sağlanması
olmuştur.50
Dampinge konu malı üreten Topluluk üreticilerinin menfaatinin soruşturmaların
çoğunda el üstünde tutulup, bu üreticilerin ayakta kalmalarının Topluluk menfaatine
olduğu ve dolayısıyla damping vergisine hükmedilmesini gerektirdiği sonucuna
varılmasına karşılık, Topluluk organlarının dampingli ürünü aramalı olarak kullanan
Topluluk üreticilerinin menfaatleri konusundaki tutumları genellikle tamamen aksi
yönde olmuştur. Nitekim, Komisyon ve Topluluk mahkemeleri, dampingli ürünü
aramalı olarak kullanan Topluluk üreticilerinin damping vergisi sonucu söz konusu
ürünün fiyatında ortaya çıkacak artıştan olumsuz etkilenecekleri ve bu sebeple dampinge
49
50
I. Van Bael, J. F. Bellis, 2004, s. 295.
A.g.e., s. 295-6.
28
karşı önlem alınmasının Topluluğun menfaatine olmayacağı yönündeki iddiaları
çoğunlukla kabul etmemektedirler. Topluluk organları bu iddiaları reddederken
özellikle, dampingli ürünün kullanıcılara maliyetinin onların üretim maliyetlerinin
sadece çok küçük bir bölümünü teşkil ettiği ve dampingli malı üreten Topluluk
endüstrisinin devamlılılığın sağlanmasının kullanıcıların hammadde temini açısından dış
kaynaklara bağımlı hale gelmemeleri için gerekli olduğu gerekçelerini ileri
sürmüşlerdir.51
Benzer şekilde Topluluk organları, damping soruşturmalarında Topluluk
menfaatinin dampingli ithalata karşı önlem alınmasını gerektirip gerektirmediğine
yönelik incelemelerinde, tüketicilerin menfaatine de fazla ağırlık vermemektedirler.
Belirtmek
gerekir
ki,
Komisyon’un,
tüketici
menfaatinin
damping
vergisine
hükmedilmemesini gerektirdiği ve bu menfaatin Topluluk endüstrisinin menfaatine ağır
bastığı sonucuna vardığı çeşitli kararları bulunmakla birlikte, bu kararlarda
Komisyon’un, damping vergisinin dampingli ürün üzerinde yaratacağı fiyat artışının
tüketicileri olumsuz etkileyeceğine ilişkin bir kaygısı gündeme gelmemiştir. Bunun
yerine, somut olaya ilişkin tüketici menfaatinin diğer menfaatlere ağır bastığı görüşünü
benimsediği kararlarında Komisyon, damping vergisine hükmedilmesinin ilgili ürünün
Topluluğa ithalatında bir azalmaya yol açabileceğini ve bunun da tüketicilerin seçim
serbestisini kısıtlayacağını düşünerek hareket etmiştir. 52
51
52
A.g.e., s. 298-300.
A.g.e., s. 297-8.
29
Antidamping önlemlerin ilgili pazardaki rekabete etkisi bakımından ise, Topluluk
organları, antidamping önlemler alınmasının Topluluk içindeki rekabeti azaltacağı ve
hatta bazı hallerde Topluluk üreticilerinin tekel konumuna gelmesine yol açacağı
iddialarını çoğu zaman reddetmiş ve bu iddialara karşın damping vergisine
hükmedilmesi gerektiğine karar vermişlerdir. Topluluk organları çoğu kez, antidamping
önlemler alınmasının Topluluk içindeki rekabeti azaltacağına yönelik iddianın, alternatif
temin kaynaklarının varlığı ve konulması düşünülen damping vergisinin Topluluk ilgili
pazarını ithalatçılara tamamen kapatacak derecede yüksek miktarda olmaması
sebepleriyle yerinde olmadığına hükmetmişlerdir.53
Somut olayda ilgili pazarda sadece damping yaptığı hükmüne varılan ithalatçı ile
bir tane Topluluk üreticisinin bulunduğu soruşturmalarda antidamping önlemlerin
rekabet üzerindeki etkisi yönünden Komisyon’un takındığı tavır ise soruşturmadan
soruşturmaya farklılık arzedebilmektedir. Komisyon, bu tarz bir soruşturmada
antidamping önlemlere başvurulmasının ve böylelikle Topluluk’taki tek üreticinin bu
önlemler tarafından korunmasının Topluluk menfaatine olduğu sonucuna varmıştır.
Komisyon bu sonuca ulaşırken, eğer antidamping önlemler alınmazsa Topluluk’taki tek
üreticinin düşük fiyatlarla rekabet edememesinden dolayı piyasadan çıkacağını ve
böylelikle rekabet baskısından kurtulan ithalatçının yapması beklenen fiyat artışının
antidamping önlemlerin yaratacağı artıştan çok daha yüksek olacağını gerekçe olarak
ileri sürmüştür.54 Dampinge konu ürünün sadece bir Topluluk üreticisi ile bir tane
53
54
A.g.e., s. 301.
Polysulphide Polymers, O.J. L 82/25, 1998.
30
ithalatçısının olduğunun tespit edildiği bir diğer soruşturmada ise Komisyon,
Topluluk’ta söz konusu ürünün sadece bir tane üreticisinin kalmasının Topluluk
menfaatine olmayacağı görüşünü benimsemiş ve bu sebeple de alınacak antidamping
önlemlerin ithalatçının pazardan çekilmesine yol açacak nitelikte olmaması gerektiğini
belirtmiştir.55
Topluluk organlarının damping soruşturmalarında ilgili pazardaki rekabetten
ziyade Topluluk endüstrisini korumaya ne denli meyilli oldukları, ATAD’ın Typewriters
adıyla anılan davaya ilişkin kararında da açıkça görülmektedir.56 Söz konusu davaya
konu olayda, bir Japon şirketi olan ve Topluluğa elektronik daktilo ihraç eden Canon,
Japonya’dan ithal edilen elektronik daktilolar üzerinden kesin damping vergisi
alınmasını öngören Konsey Tüzüğü’nün iptali için ATAD’a dava açmıştır. Canon iptal
isteminin dayanaklarından biri olarak, söz konusu damping vergisine hükmedilmesi ile
sonuçlanan damping soruşturmasının açılmasına yönelik şikayette bulunan Topluluk
elektronik daktilo üreticilerinin uğradıklarını iddia ettikleri zararın, dampingden ziyade
kendi verimsizliklerinden kaynaklandığını ileri sürmüştür. Buradan hareketle Canon,
etkin olmayan Topluluk üreticilerini bu şekilde antidamping önlemler yoluyla
korumanın Topluluk menfaatine uygun olmadığını iddia etmiştir. Canon’un bu iddiasını
reddeden ATAD, bir Topluluk üreticisinin damping dışındaki sebeplerden ötürü
ekonomik zorluklar içinde olmasının, bu üreticinin, zararının dampingden kaynaklanan
55
56
Pure Silk Typewriter Ribbon Fabrics, O.J. L 174/27, 1990.
Canon Inc. v. Council, [1988] ECR 5731.
31
kısmına yönelik olarak antidamping hukuku korumasından mahrum bırakılmasını haklı
kılmayacağını vurgulamıştır.
4. Değerlendirme
Yukarıdaki açıklamaların ortaya koyduğu gibi, Topluluk organlarının konuya
ilişkin kararlarında Topluluk menfaati kavramı büyük ölçüde Topluluk endüstrisinin
menfaati ile özdeşleştirilmiştir. Bu durum ise, damping soruşturmaları sonucu verilen
kararların, ilgili pazardaki rekabetten rakiplerin korunması pahasına vazgeçilmesi veya
önemli derecede taviz verilmesine yol açar nitelikte olması sonucunu doğurmaktadır.
Şüphesiz ki, antidamping hukuku Topluluk hukuk sistemi içinde varlığını
sürdürdüğü müddetçe, yukarıda anlatıldığı gibi bu alandaki hukuk kurallarının
uygulanması sonucu rekabet hukukunun piyasalarda rekabeti sağlama ve devam ettirme
amacı ile ters düşen durumların ortaya çıkması kaçınılmazdır. Ancak bu durum,
Tüzük’teki mevcut düzenlemeler de göz önüne alındığında, damping soruşturmalarında,
başvurulması düşünülen önlemlerin piyasadaki rekabet koşullarını olumsuz etkileyeceği
yönündeki iddiaların dikkate alınıp somut olayda ilgili pazarın yapısı ve özelliklerinin
detaylı bir şekilde incelenmesine engel teşkil etmemektedir. Kaldı ki, damping
soruşturmalarında Topluluk menfaatine yönelik değerlendirmede kullanıcıların ve
özellikle tüketicilerin menfaatlerine Topluluk endüstrisinin menfaati derecesinde önem
32
verilmesi durumunda da, çoğu kez dolaylı olarak rekabet hukukunun amacının
korunmasına da hizmet edilmiş olacaktır. Nitekim, gerek kullanıcıların, gerek de
tüketicilerin menfaati, damping yaptığı tespitine varılan ithalatçının dampingli ürünü
Topluluk pazarı içinde düşük fiyattan sunmaya devam etmesi yönündedir.
Birinci alt başlıkta belirtildiği gibi, Antidamping Tüzüğü açıkça Topluluk
endüstrisine zarar veren dampinge karşı önlem alınabilmesi için Topluluk menfaatinin
de bu yönde olduğu kanaatine varılmasını şart koşmakta ve Topluluk menfaati
kavramının anlamını da tahdidi olmayan bir şekilde açıklamaktadır. Bu düzenlemeler
uyarınca Topluluk organları, Topluluk menfaati kavramını yorumlarken somut olaydaki
tüketicilerin, kullanıcıların, Topluluk endüstrisinin ve diğer ilgili grupların menfaatleri
ile rekabet koşullarının alınması düşünülen antidamping önlemlerden ne şekilde
etkileneceğini hesaba katmak durumundadırlar. Pek tabi ki, bu menfaatlerin ve rekabet
koşullarının, nitelikleri icabı, sayısal anlamda ifade edilip teknik anlamda bir faydamaliyet analizine konu edilerek somut olayda hangisinin Topluluk menfaatinin
gereklerini belirlemede daha ağır bastığı yönünde mutlak bir sonuca ulaşmak
soruşturmaların çoğunda mümkün olamayacaktır. Bununla birlikte, yukarıdaki
açıklamalar bağlamında, Topluluk organlarının konuya ilişkin uygulamalarında
Topluluk endüstrisinin menfaatinin diğer menfaatlerin önüne geçirildiği, hiçbir şüpheye
yer bırakmayacak derecede açıktır. Mevcut hukuki düzenlemelerin doğru uygulanması
bakımından,
Topluluk
menfaatinin
dampinge
müdahale
edilmesini
gerektirip
gerektirmediğinin tespitine yönelik olarak yapılacak değerlendirmede, ilgili pazardaki
rekabet koşullarının ve piyasadaki Topluluk endüstrisi dışındaki diğer aktörlerin
33
menfaatlerinin de Topluluk endüstrisinin menfaati ile aynı derecede dikkate alınması
gerekmektedir.
Bu konuda son olarak belirtmek gerekir ki, Topluluk hukuk sisteminde damping ve
rekabet hukuku soruşturmalarının aynı organ tarafından yürütülüyor olması ve her iki tür
soruşturma sonucu verilen kararların yargısal denetiminin de Avrupa İlk Derece
Mahkemesi ve ATAD tarafından yapılması, damping soruşturmalarında Topluluk
menfaati
kavramının
piyasadaki
rekabet
koşullarını
da
dikkate
alır şekilde
yorumlanabilmesi bakımından önemli bir kolaylık arz etmektedir. Nitekim, gerek
Komisyon, gerek Topluluk mahkemeleri, rekabet hukuku soruşturmaları sırasında
Topluluk’taki birçok ilgili pazarın yapısı ve özellikleri konusunda derin bilgi ve tecrübe
edinmektedirler. Damping soruşturmaları bakımından da aynı kurumların görevli ve
yetkili kılınmış olması, bu organların, Topluluk menfaati kavramının içini doldururken,
somut olayda ilgili pazarda süregelen rekabet koşullarına ilişkin olarak rekabet hukuku
soruşturmalarında edindikleri bilgi ve tecrübelerinden yararlanmalarına ve bu bilgi ve
tecrübeleri önlerindeki damping soruşturmalarına aktarabilmelerine imkan tanıyacaktır.
Böylelikle, bu konuda en kolay yoldan yorum birliğinin sağlanması mümkün olacaktır.
34
II.
İLGİLİ ÜRÜN PAZARI
1. Genel Olarak
Bu başlık altında, bir yandan hakim durumun kötüye kullanılmasının
yasaklanmasına ilişkin düzenlemeler ile antidamping hukuku düzenlemelerinin konuları
bakımından örtüşen alanlarından birini teşkil eden, diğer yandan ise söz konusu iki alan
arasında ortaya çıkan farklılıkların kaynaklarından biri olan ilgili ürün pazarı kavramı
ele alınacaktır.
İlgili ürün pazarı kavramı, hem damping soruşturmalarında hem de hakim
durumun
kötüye
kullanıldığı
iddiasıyla
açılan
soruşturmalarda,
söz
konusu
soruşturmanın kapsamına hangi ürünlerin gireceğinin sınırlarını çizmekte ve bu işlevi
yönünden Topluluk antidamping hukuku ile rekabet hukukunun ortak bir paydası olarak
ortaya çıkmaktadır. Her iki alandaki soruşturmalarda da ilgili ürün pazarının ne şekilde
tanımlandığı, somut olayda ihlalin gerçekleşip gerçekleşmediğine yönelik olarak
ulaşılacak bulguyu doğrudan etkileyeceğinden, ilgili ürün pazarı kavramı gerek
antidamping hukuku, gerek rekabet hukuku uygulamalarında son derece önemli bir yere
sahiptir.
35
İlgili ürün pazarı kavramı, anlatılan yönleriyle antidamping hukuku ile rekabet
hukuku arasındaki ortak bir paydayı oluşturmakla birlikte, aşağıda açıklanacağı gibi, söz
konusu iki hukuk dalı arasında ilgili ürün pazarını belirlerken dikkate alınan kıstaslar
bakımından önemli farklılıklar vardır.
Bu bölümde, öncelikle sırasıyla antidamping ve rekabet hukukunda ilgili pazarın
ne şekilde tanımlandığı ele alınacak, ilgili pazar kavramının içeriğini belirlerken her iki
hukuk dalı uygulamalarında kullanılan kıstaslara değinilecektir. Daha sonra, her iki
hukuk alanının bu konuda kullandığı kıstasların ne ölçüde örtüştüğü ele alınacak ve
olması gereken hukuk açısından rekabet hukukunun konuya ilişkin düzenlemelerinin
antidamping hukuku yönünden de dikkate alınmasının mevcut duruma göre daha sağlıklı
sonuçlara yol açacağı görüşü ileri sürülecektir.
2. Avrupa Toplulukları Antidamping Hukukunda İlgili Pazar
Antidamping Tüzüğü’nde ilgili ürün pazarı, çeşitli açılardan benzer ürün57 kavramı
ile ifade edilmiş ve bu kavram, Tüzüğün 1. maddesinin 4. bendinde tanımlanmıştır. Söz
konusu düzenlemede, benzer ürün kavramından anlaşılması gerekenin somut olaydaki
ürün ile her bakımdan aynı olan ürün olduğu, somut olayda böyle tıpatıp aynı bir ürün
57
Tüzük’te “benzer ürün” kavramını ifade etmek üzere “like product” ibaresi kullanılmıştır.
36
bulunamaması durumunda ise somut olaydaki ürün ile son derece benzer özellikler
gösteren bir ürünün benzer ürün olarak kabul edilmesi gerektiği belirtilmiştir.
Bu çalışmanın birinci bölümünde açıklandığı gibi, Tüzük hükümleri uyarınca
antidamping önlemlere başvurulabilmesinin koşullarından biri olan dampingin varlığının
belirlenmesi için, soruşturma konusu ürünün Topluluğa ihraç edildiği fiyat ile bu ürüne
benzer ürünün ihraç ülkesindeki normal ticari işlemler sırasında ödenen fiyatı arasında
bir karşılaştırma yapılması gerekmektedir. Bu düzenlemeden hareketle, benzer ürünün
ne olduğunun tespiti, fiyat karşılaştırması işleminin yapılabilmesinin bir önkoşulu olarak
karşımıza
çıkmaktadır.
Somut
olayda
dampingin
gerçekleşip
gerçekleşmediği
konusundaki tespit, doğrudan fiyat karşılaştırması sonucu ortaya çıkacak bulgulara bağlı
olduğundan, bu karşılaştırmaya konu benzer ürünün ne olduğunun, bir başka deyişle
ilgili ürün pazarının doğru ve gerçeğe uygun şekilde belirlenmesi damping
soruşturmasının akıbetini etkileyebilecek derecede önemlidir.
Benzer ürün kavramı, antidamping önlemlere başvurulabilmesinin bir diğer koşulu
olan zarar unsuru ile ilişkili olarak da gündeme gelmektedir. Şöyle ki, yine ilk bölümde
anlatıldığı gibi, zararın varlığından söz edebilmek için, dampingli olarak ithal edilen
ürüne benzer ürünleri üreten Topluluk üreticilerinin tümü veya toplam üretimleri bu
benzer ürünlerin üretiminin büyük bölümünü oluşturan Topluluk üreticileri olarak
tanımlanan Topluluk endüstrisinin dampingli ithalattan dolayı maddi zarar görmüş
olması, böyle bir zarar tehdidi ile karşı karşıya kalmış olması veya bir endüstri dalının
kurulmasının esaslı şekilde geciktirilmiş olması hallerinden birinin gerçekleşmesi
37
gerekmektedir. Bu çerçevede, somut olayda zarar görüp görmediği araştırılacak olan
Topluluk endüstrisinin hangi işkolu olduğunun bilinebilmesi için de, öncelikle o
olaydaki benzer ürünün ne olduğunun saptanması gerekmektedir.58
Benzer ürün kavramının Tüzüğün 1. maddesinin 4. bendinde yer alan tanımı
uyarınca, dampinge konu olan malların hangi piyasada yer aldığının, bir başka ifadeyle
söz konusu hukuk dalı açısından ilgili ürün pazarı kavramının ortaya konabilmesi için
öncelikle soruşturma kapsamına hangi ürünlerin girdiğinin belirlenmesi, bu belirlemenin
ardından da soruşturma kapsamındaki ürünlere benzer nitelikte olan ürünlerin neler
olduğuna karar verilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda Van Bael ve Bellis,
Komisyon’un, soruşturma kapsamına giren ürünlerin belirlenmesi aşamasında yaptığı
analiz ile, soruşturma kapsamına sokulan ürünlere benzer ürünlerin neler olduğuna karar
verirken yaptığı analizde dikkate aldığı kıstasların hemen hemen aynı olduğuna işaret
etmektedirler. Bununla birlikte, adı geçen yazarlar, Komisyon’un benzer ürünlerin neler
olduğunu tespit ederken ilk aşamadakine göre çok daha yüzeysel bir inceleme yaptığını,
önüne gelen olayların büyük bölümünde Topluluk üreticileri tarafından üretilen ürünün
soruşturma kapsamına giren ürüne benzer olduğu sonucuna vardığına da dikkat
çekmektedirler.59
Avrupa Toplulukları antidamping hukuku açısından, Komisyon, ilgili ürün pazarını
belirlerken, gerek soruşturma kapsamına girecek ürünün, gerek bu ürüne benzer ürünün
58
59
B. M. Hoekman, P. C. Mavroidis, 1996, s. 49.
I. Van Bael, J. F. Bellis, 2004, s. 181.
38
ne olduğunun tespiti bakımından, kural olarak ürünlerin fiziksel60, teknik ve kimyasal
özellikleri ile temel kullanım alanları arasındaki benzerliği öncelikli olarak dikkate
almaktadır. Bu kıstasların uygulanmasının çelişkili sonuçlara yol açtığı durumlarda ise
fiziksel özellikler arasındaki benzerlik kıstası esas alınmaktadır. Bunlar dışında
Komisyon tarafından ilgili ürün pazarının belirlenmesinde dikkate alınan unsurlar
arasında, soruşturma kapsamına alınıp alınmayacağı veya soruşturma kapsamına dahil
edilen ürün ile benzer ürün olup olmadığı tespit edilmeye çalışılan ürünlerin birbiri
yerine ikame edilebilirliği ve tüketicilerin ürünleri aynı veya çok benzer ürün olarak
algılayıp algılamadıkları hususları gelmektedir. Bunların yanısıra, söz konusu ürünlerin
farklı kanallardan satılıp satılmadığı ve ürünlerin üretim usullerindeki, üretim
maliyetlerindeki,
soruşturmalarında
fiyatlarındaki
ilgili
ürün
ve
kalitelerindeki
pazarının
farklılıklar
belirlenmesinde
da
sıkça
damping
başvurulan
kıstaslardandır.61
Belirtmek gerekir ki, damping soruşturmalarında yukarıda sayılan kıstasların ne
şekilde uygulandığı ve bu uygulama sonucunda ilgili ürün pazarının ne şekilde
belirlendiği, somut olayda özellikle Topluluk endüstrisine zarar gelip gelmediği
yönündeki kararı ve zarar geldiğinin tespit edildiği durumlarda da bu zararın ne kadar
büyük olduğu bulgusunu doğrudan etkileyecek niteliktedir. Şöyle ki, eğer söz konusu
kıstaslar Komisyon tarafından geniş olarak yorumlanacak olursa, ilgili ürün pazarı
kapsamına geniş bir ürün yelpazesinin dahil edilmesi durumu ortaya çıkacak ve bu da
60
61
Buradaki fiziksel özellik ile kastedilen ürünün dış görünüşüdür.
I. Van Bael, J. F. Bellis, 2004, s. 159-187.
39
genellikle, somut olaydaki dampingin göreceli olarak etkisini azaltacağından zarar da
düşük olacaktır. Buna karşılık, ilgili ürün pazarını belirlemede kullanılan kıstaslar çok
dar yorumlanacak olursa bu kez soruşturma kapsamına çok az ürün çeşidi dahil olacak
ve bu da dampingin ilgili Topluluk endüstrisine verdiği zararın gerçekte olduğundan
fazla olarak yorumlanması sonucunu doğuracaktır.62
Yukarıda anlatılan her iki durumda da, Avrupa Toplulukları antidamping hukuku
düzenlemeleri ile amaçlanan sonuçtan sapılmış olacaktır. Şöyle ki, Antidamping
Tüzüğü, Topluluk endüstrisine zarar veren dampingin, bu zararı karşılayacak oranda
damping vergisi ile cezalandırılmasını esas almaktadır. Nitekim, birinci bölümde
değinildiği gibi, Tüzükte damping vergisinin, uyuşmazlığa konu ürünün Topluluğa ihraç
fiyatı ile bu ürüne benzer ürünün ihraç ülkesindeki normal ticari işlemler sırasında
ödenen
fiyatının
karşılaştırılması
sonucu
bulunacak
damping
marjından
çok
olamayacağı, ancak damping marjına karşılık gelenden daha az bir vergi Topluluk
endüstrisine verilen zararı karşılamaya yetecek ise sadece bu daha az oranda damping
vergisi alınmasına karar verilmesi gerektiği hükme bağlanmıştır. Dolayısıyla, ilgili ürün
pazarının olması gerekenden daha dar tutulması durumunda, gerçekte oluşan zarardan
daha fazlasına denk gelecek miktarda bir damping vergisine hükmedilecek ve hatta
Topluluk endüstrisine bir zarar gelmediği kimi durumlarda bile ithalatçının
cezalandırılması söz konusu olabilecektir. Buna karşılık ilgili ürün pazarının olması
gerekenden geniş tanımlandığı hallerde ise, zarara yol açan bazı damping aktivitelerinin
62
B. M. Hoekman, P. C. Mavroidis, 1996, s. 49.
40
cezalandırılmaması ya da gerekenden az cezalandırılması sonucu ortaya çıkacaktır.63 İşte
bu nedenlerle, Komisyon’un damping soruşturmalarında ilgili ürün pazarının tespitinde
kullanılan kıstasları doğru olarak ele alıp değerlendirmeye tabi tutması, antidamping
hukuku kuralları ile amaçlanan sonuçlara ulaşılabilmesi bakımından çok önemlidir.
3. Avrupa Toplulukları Rekabet Hukukunda İlgili Ürün Pazarı
Avrupa Toplulukları rekabet hukukunda ilgili ürün pazarı kavramı, hakim
durumun kötüye kullanılması yasağının temel kavramlarından biri olarak gündeme
gelmektedir. Roma Anlaşması’nın 82. maddesinde düzenlenmiş olan hakim durumun
kötüye kullanılması yasağının gündeme gelebilmesi için, kötüye kullanma sayılabilecek
davranışta bulunan işletmenin ortak pazarın tümünde veya önemli bir bölümünde hakim
durumda bulunması, bir önkoşuldur. Kötüye kullanma sayılabilecek davranışta bulunan
işletmenin ortak pazarın önemli bölümünde hakim durumda olup olmadığının tespiti ise,
her somut olay bakımından öncelikle ilgili ürün pazarı ve ilgili coğrafi pazarın
tanımlanmasını gerektirmektedir.64 Hakim durumun kötüye kullanıldığı iddiasıyla açılan
soruşturmalarda ilgili pazarın sınırlarının ne şekilde çizildiği, aleyhine soruşturma açılan
işletmenin hakim durumda olup olmadığı üzerinde belirleyici olacağından ve nihai
olarak somut olayda rekabet ihlali yapılıp yapılmadığı yönündeki bulguyu da
63
64
A.g.e., s. 49.
D. G. Goyder, EC Competition Law, New York, 2003, s. 273-5; G. Öz, 2000, s. 108-9.
41
etkileyeceğinden ilgili pazar analizi rekabet hukuku soruşturmaları bakımından da
damping soruşturmalarında olduğu gibi büyük öneme sahiptir.
Roma Anlaşması’nda ilgili pazarın tanımı yapılmadığı gibi, bu kavramın içi
doldurulurken hangi kıstasların göz önüne alınması gerektiğine ilişkin bir düzenlemeye
de yer verilmemiştir. Bununla birlikte, Avrupa Toplulukları rekabet hukukunda ilgili
pazarın ve özellikle ilgili ürün pazarının tespitinde dikkate alınacak kıstaslara ilişkin
olarak, gerek ATAD ve Avrupa İlk Derece Mahkemesi içtihatları, gerek Komisyon
kararları ile yıllar içinde yerleşik uygulamalar oluşmuştur. Ayrıca Komisyon 1997
yılında, bu yerleşik uygulamalara paralel esasları içeren konuya ilişkin bir Genelge65 de
yayınlamıştır.66 Söz konusu uygulamalar ve Genelge incelendiğinde, Topluluk rekabet
hukuku açısından ilgili ürün pazarının belirlenmesinde talebin ve arzın ikame
edilebilirliği kavramlarının ön plana çıktığı görülmektedir. Bu bağlamda, talep ve arz
yönünden ikame edilebilirlik derecesi yüksek olan ürünler somut olaydaki soruşturma
bakımından aynı ilgili ürün pazarı kapsamında değerlendirilmektedir.67 Komisyon
Genelgesi, ilgili ürün pazarının tespitinde talebin ikame edilebilirliği kavramının esas
olduğunu, arzın ikame edilebilirliğinin ancak bu ikame edilebilirliğin çok marjinal
olduğu durumlarda dikkate alınacağını hükme bağlamaktadır.
65
Commission Notice on the definition of the relevant market for the purposes of Community competition
law, O.J. C 372/5, 1997.
66
Söz konusu Genelge, Topluluk organları üzerinde bağlayıcı etkiye sahip değildir.
67
İ. Y. Aslan, Rekabet Hukuku, Bursa, 2007, s. 120.
42
Topluluk organları, rekabet hukuku soruşturmaları kapsamında talebin ikame
edilebilir olup olmadığını belirlemeye yönelik araştırmalarında, bir yandan aynı pazarda
olup olmadıkları incelenmekte olan iki veya daha fazla ürün arasındaki çapraz talep
esnekliği oranına, yani söz konusu ürünlerden birinin fiyatındaki değişikliklerin diğerine
olan talebi ne derece etkilediğine, diğer yandan da bu ürünlerin benzer özelliklere sahip
olup
olmadıklarına
ve
tüketici
açısından
kullanım
alanlarının
benzerliğine
bakmaktadırlar.68 Ancak, ürünlerin ve kullanım alanlarının benzerliği kıstası tek başına
ilgili ürün pazarının tespitinde yeterli görülmemekte, fiyat değişikliklerinin diğer
ürünlere olan talebi ne derecede etkilediği talebin ikame edilebilirliğini ve dolayısıyla
ilgili ürün pazarının kapsamını belirlemede ana kıstas olarak kullanılmaktadır.69 Benzer
şekilde, arzın ikame edilebilirliği kavramı da esas olarak inceleme konusu ürünlerden
birinin fiyatındaki değişikliklerin diğerinin arzını ne derece etkilediğine yani çapraz arz
esnekliğine bakılarak belirlenmektedir.70
4. Değerlendirme
Yukarıdaki açıklamalar, Avrupa Toplulukları hukuk sistemi içinde hakim durumun
kötüye
kullanıldığı
iddiasıyla
açılan
soruşturmalarda
ilgili
ürün
pazarının
belirlenmesinde kullanılan kavram ve kıstasların ve bu kıstaslar arasında yapılan öncelik
68
G. Öz, 2000, s. 110-3; I. Van Bael, J. F. Bellis, Competition Law of the European Community, The
Hague, 2005, s. 136-7.
69
I. Van Bael, J. F. Bellis, 2005, s. 136.
70
G. Öz, 2000, s. 114; I. Van Bael, J. F. Bellis, 2005, s. 138-9.
43
sıralamasının, damping soruşturmalarında aynı amaçla kullanılan kıstaslardan ve bunlar
arasındaki öncelik sıralamasından oldukça farklı olduğunu ortaya koymaktadır.
Nitekim, damping soruşturmalarında Komisyon, ürünlerin fiziksel, teknik ve
kimyasal özellikleri ile temel kullanım alanları arasındaki benzerlik üzerinde durmakta,
bu kıstasların birlikte uygulanmasının çelişkili sonuçlara yol açtığı durumlarda ise
fiziksel yönden aynıyet veya benzerlik olup olmadığına bakmaktadır. Rekabet hukuku
soruşturmalarında ilgili ürün pazarı analizinin temelini oluşturan talebin ve arzın ikame
edilebilirliği kavramları ile bu kavramların içeriğinin doldurulmasında temel kıstaslar
olarak kullanılan talebin ve arzın çapraz esnekliği ise damping soruşturmalarında son
derece arka plana itilmektedir. Damping soruşturmalarında ikame edilebilirliğin göz
önüne alındığı durumlarda ise, çoğu zaman bu ikame edilebilirlik derecesinin
hesaplanmasında rekabet hukuku soruşturmalarında olduğu gibi talebin ve arzın çapraz
esneklikleri yönünden detaylı bir analiz yapılmamaktadır. Buna karşılık, damping
soruşturmalarında ilgili ürün pazarının belirlenmesinde ana kıstas olarak kullanılan,
ürünlerin benzer özelliklere sahip olup olmamaları unsuru, yukarıda açıklandığı gibi
rekabet hukuku soruşturmalarında talebin ikame edilebilirliğini tespit etmeye yönelik
incelemede tamamen ikinci planda kalmaktadır. Zira, rekabet hukuku soruşturmalarında,
ürünler arasında benzerlik olması tek başına bu ürünlerin aynı ilgili pazarda yer aldıkları
sonucuna varmaya yeterli görülmemekte, ürünler arasında çapraz talep esnekliği olup
olmadığı talep yönünden ikame edilebilirlik konusunda belirleyici rol oynamaktadır.
44
Avrupa Toplulukları antidamping hukuku ile rekabet hukukunun konuya ilişkin
olarak benimsedikleri bu farklı yaklaşımlara bakıldığında, kanımca olması gereken
hukuk açısından rekabet hukukunun ilgili ürün pazarını belirlemede büyük ağırlık
verdiği talebin ve arzın ikame edilebilirliği kavramlarının damping soruşturmaları
bakımından da ön plana alınması, antidamping hukuku düzenlemelerinin amacına
mevcut duruma göre daha çok hizmet edecektir. Söz konusu ikame edilebilirliği
belirleyici temel kıstaslar olarak da, talebin ve arzın çapraz esnekliğinin her
soruşturmada detaylı bir analize tabi tutulması yerinde olacaktır. Yukarıda işaret edildiği
gibi, damping vergisi ile, somut olayda gerçekleşen dampingin, benzer malı üreten
Topluluk üreticilerine verdiği zararın giderilmesi amaçlanmaktadır. Topluluk içine
yapılan damping, eğer yerli endüstriye bir zarar veriyorsa, bu zararın muhatabı
dampingli ürün ile talep ve arz yönünden ikame edilebilir malı üreten Topluluk
endüstrisidir çünkü ancak arz ve talep yönünden ikame edilebilir ürünlerin üreticilerinin
birbirleriyle doğrudan rekabet halinde olduğundan söz etmek mümkündür. Mevcut
durumda olduğu gibi, ürünlerin fiziksel, teknik ve kimyasal özellikleri ile temel kullanım
alanları arasındaki aynıyet veya yüksek derecede benzerliğe dayanılarak ve ikame
edilebilirliklerine ilişkin detaylı bir analize tabi tutulmaksızın aynı ilgili ürün pazarı
kapsamına sokulmaları, damping yapan ithalatçı ile doğrudan rekabet halinde olmayan
Topluluk üreticilerinin de zarar görmüş kabul edilip, bu üreticilerin ürettiği malların
damping vergisinin yarattığı korumadan yararlanması sonucuna yol açabilecektir. Bu da,
söz konusu ürün bakımından serbest rekabet koşullarından sebepsiz yere sapılmasına
neden olacaktır. Bu nedenle, Antidamping Tüzüğü’nün benzer ürün tanımına yer veren
1. maddesinin 4. bendinin, her damping soruşturmasında gerek soruşturma kapsamına
45
giren ürünlerin, gerek soruşturma kapsamına sokulan ürünlere benzer ürünlerin neler
olduğunun tespitinde, talebin ve arzın ikame edilebilirliği kavramlarının esas alınmasını
öngörür şekilde yeniden düzenlenmesi bu tez çalışmasında getirilen önerilerden biridir.
46
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ROMA ANLAŞMASI’NIN 82. MADDESİ ÇERÇEVESİNDE FİYAT
AYRIMCILIĞI VE YIKICI FİYATIN DAMPİNG İLE KARŞILAŞTIRILMASI
I.
GENEL OLARAK
Bu çalışmanın birinci bölümünde belirtildiği gibi, Topluluk rekabet hukukunda
hakim durumun kötüye kullanılması halleri arasında yer alan fiyat ayrımcılığı ve yıkıcı
fiyat uygulamaları, rekabet hukuku ile antidamping hukukunun konuları bakımından
örtüşen temel alanlarındandır. Nitekim, Avrupa Toplulukları hukuku açısından bir
ürünün Topluluğa satış fiyatının, ihraç ülkesindeki normal ticari işlemler sırasında
oluşan fiyata göre düşük olmasını ifade eden damping kavramı, öğretide fiyat
ayrımcılığı ve yıkıcı fiyat uygulamaları ile sıklıkla ilişkilendirilmekte;71 çeşitli
71
J. Tavares de Araujo Jr., 2002; I. Wooton, M. Zanardi, 2002; B. Ekdi, Gümrük Birliği Çerçevesinde
Damping ve Yıkıcı Fiyat Uygulamaları, Ankara, 2003; G. Marceau, Anti-Dumping and Anti-Trust
Issues in Free-Trade Areas, New York, 1994.
47
kaynaklarda dampingin uluslararası fiyat ayrımcılığının bir türü veya sınır ötesi yıkıcı
fiyat uygulaması olarak nitelendirildiğine rastlanmaktadır.72
Damping, esasen bir işletmenin iki ayrı coğrafi pazardaki fiyatlandırma
davranışına ilişkin olduğundan, fiyat ayrımcılığıyla, bazı durumlarda Topluluğa yapılan
dampingli satışların piyasadaki rakipleri ortadan kaldırmak amacıyla maliyetin altında
bir fiyattan yapılabilmesi itibarıyla da yıkıcı fiyat uygulaması ile yakından ilgilidir ve bu
uygulamalarla bir ölçüde örtüşmektedir. Bu yakın ilgi nedeniyle, bu bölümde Topluluk
hukuku açısından fiyat ayrımcılığı ve yıkıcı fiyat uygulamaları ile damping arasındaki
ilişki ele alınarak bu iki uygulamanın damping kavramı ve düzenlemeleri ile ne derece
örtüştüğü ortaya konacaktır. Dampingin bu şekilde fiyat ayrımcılığı ve yıkıcı fiyat
uygulamaları ile karşılaştırmaya tabi tutulup benzerlik ve farklılıklarının ortaya
konulması, Topluluk antidamping hukukunun daha iyi anlaşılması amacına hizmet
edeceği gibi, bu hukuk dalının mevcut düzenleme ve uygulamalarının geliştirilmesine
yönelik olarak getirilecek önerilere ışık tutacak olması bakımından da önemlidir.
Bu bölümde, ilk olarak sırasıyla Roma Anlaşması’nın 82. maddesi çerçevesinde
fiyat ayrımcılığına ve yıkıcı fiyata ilişkin Topluluk hukuku düzenlemeleri ve
uygulamaları ele alınarak söz konusu kavramların ve bu kavramlara ilişkin kuralların
içeriği ortaya konulacaktır.73 Daha sonra, bu çerçevede damping fiyat ayrımcılığı ve
72
G. Marceau, 1994, s. 11; B. Ekdi, 2003, s. 28.
Belirtmek gerekir ki, bu tez çalışmasında fiyat ayrımcılığı ve yıkıcı fiyat uygulamaları, konuya ilişkin
diğer birçok kaynakta olduğu gibi, anlatım ve değerlendirme kolaylığı açısından ayrı başlıklar altında ele
alınacak olmakla birlikte, gerçek hayatta bu iki uygulama çoğunlukla aynı olayda birarada bulunmaktadır.
73
48
yıkıcı fiyat ile karşılaştırılacak ve Topluluk hukukunda fiyat ayrımcılığı ve yıkıcı fiyatla
ilgili olarak kabul edilmiş olan birtakım esasların Topluluk antidamping hukuku
bakımından da uygulanmasının yerinde olacağı önerisi getirilecektir.
II.
TOPLULUK HUKUKUNDA ROMA ANLAŞMASI’NIN 82. MADDESİ
ÇERÇEVESİNDE FİYAT AYRIMCILIĞI
1. Genel Olarak
Teknik anlamda, birbiriyle aynı olan ürünlerin marjinal maliyetleriyle farklı
oranlardaki fiyatlarla satılmasını ifade eden fiyat ayrımcılığı uygulaması74, Roma
Anlaşması’nın 82. maddesi açısından ele alındığında, söz konusu maddenin c bendinde
düzenlenmiş olan ve hakim durumdaki işletmenin ticari ilişkide bulunduğu kişilere veya
şirketlere aynı işlemler için farklı koşullar uygulayarak onları rakipleri karşısında
Nitekim, hakim durumda olan bir işletme için dahi çoğu zaman aynı ürünlerinin tümünü maliyetin altında
satmak, söz konusu işletme rakiplerini piyasa dışına ittiğinde bu düşük fiyatlı satışlarından kaynaklanan
zararını telafi edecek bile olsa, ekonomik açıdan cazip ve mümkün olmayabilir. Bunun yerine hakim
durumdaki işletme, aynı ürünlerin bir kısmını maliyetin altında fiyatlandırırken, diğer kısmını da daha
yüksek bir seviyeden fiyatlandırarak maliyetin altındaki satışlarını bu daha yüksek fiyatlı satışları ile
finanse edebilir. Benzer şekilde, fiyat ayrımcılığı yapan hakim durumdaki bir işletmenin, rekabetin yoğun
olduğu piyasada uyguladığı düşük fiyatı, rakiplerine vereceği zararı ençoklamak için maliyetinin altında
belirlemesi olasıdır. Anlatılan iki durumda da, hakim durumdaki işletme hem fiyat ayrımcılığı, hem de
yıkıcı fiyat uygulamak suretiyle hakim durumunu kötüye kullanmış sayılacaktır.
74
E. W. Clemens, “Price Discrimination and the Multi-Product Firm”, The Review of Economic Studies
1951, s.1-11.
49
dezavantajlı duruma düşürmek şeklinde ifade edilebilecek olan ayrımcılık yasağı
kapsamına girmektedir.75
Roma Anlaşması madde 82(c)’deki düzenleme, ilk bakışta sadece hakim
durumdaki işletmelerin, ticari ilişkide bulundukları müşterileri arasında ayrımcılık
yapmak suretiyle bu müşterileri onların rakiplerine karşı dezavantajlı duruma
getirmelerini76 yasaklar gibi görünse de, Topluluk organları kararlarında ve öğretide
hakim durumdaki bir işletmenin kendi rakiplerine zarar veren ve onları dezavantajlı
duruma sokan nitelikte ayrımcılık yapmalarının da77 bu düzenleme kapsamında kötüye
kullanma teşkil ettiği belirlemesi yapılmıştır. Bu iki tür ayrımcılığı da kapsayan bir
yaklaşımın benimsendiği bir karara örnek olarak, Komisyon’un Hilti kararı78 verilebilir.
Söz konusu kararında Komisyon, hakim durumdaki bir işletmenin, sırf mevcut
rakiplerine zarar vermek veya potansiyel rakiplerinin pazara girişini geciktirmek için bu
rakiplerle iş yapan veya yapması muhtemel olan müşterilerle diğer müşteriler arasında
fiyat ayrımcılığı yapmasının, hem pazardaki rekabet koşullarına zarar verdiğini, hem de
kendilerine yüksek fiyattan mal verilen müşterilerin sömürülmesine yol açtığını ifade
etmişir.
82. madde çerçevesinde fiyat ayrımcılığına ilişkin Topluluk uygulamalarına
bakıldığında, Topluluk organlarının, Topluluğun bütünleşme hedefine ket vurabileceği
75
Roma Anlaşması, O.J. C 321E, 2006 (Consolidated text), md. 82(c).
Bu şekilde bir ayrımcılık uygulamasını ifade etmek için Van Bael ve Bellis “secondary-line
discrimination” ibaresini kullanmışlardır. I. Van Bael, J. F. Bellis, 2005, s. 915.
77
Bu uygulama ise Van Bael ve Bellis’te “primary-line discrimination” olarak adlandırılmıştır. A.g.e., s.
915.
78
Eurofix-Bauco v. Hilti, O.J. L 65/19, 1988.
76
50
endişesiyle özellikle coğrafi fiyat ayrımcılığına şüpheyle yaklaştıkları görülmektedir. Bu
bağlamda, United Brands davasına konu olan kararında Komisyon, somut olaydaki ilgili
pazarda hakim durumda olan bu şirketin, farklı ülkelerdeki dağıtıcılara, bu dağıtıcıların
bulundukları ülkelere göre farklı farklı fiyatlardan muz satmasının, Roma Anlaşması’nın
82(c) maddesi anlamında hakim durumun kötüye kullanılması olduğuna karar vermiş ve
bu karar ATAD tarafından da onanmıştır.79 Komisyon bu kararında, söz konusu
muzların farklı ülkelerdeki dağıtıcılara ulaşma maliyetleri arasında hiçbir fark
olmadığını ve tüm satışların aynı ödeme koşullarına tabi olduğunu vurgulayarak, bu
veriler ışığında dağıtıcılara aynı ürünün farklı fiyatlardan temin edilmesinin ekonomik
temellere dayanan bir açıklaması olamayacağı kanaatine varmıştır.
Komisyon’un ve ATAD’ın United Brands kararından, hakim durumdaki bir
işletmenin farklı üye devletlerde bulunan müşterilerine aynı ürünü farklı fiyatlardan
sunmasının, bu fiyat farklılıklarının herbir ülkedeki piyasa koşullarından ve arz-talep
dengesinin yarattığı baskılardan değil de, söz konusu işletmenin bazı üye devlet
pazarlarında etkin bir rekabet ortamının olmayışından faydalanarak tek taraflı olarak bu
pazarlardaki müşterilere yüksek fiyatlar dayatabilmesinden kaynaklandığı durumlarda,
82. maddeye aykırılık olduğu sonucuna ulaşılacağı çıkarımı yapılabilir.80 İlk derece
mahkemesinin Tetra Pak II81 davasında ortaya koyduğu yaklaşım biçimi de bu çıkarımı
desteklemektedir. Nitekim, Tetra Pak II davasına ilişkin kararında mahkeme, aynı
ürünün farklı üye devletlerde farklı fiyatlardan satışa sunulmasının per se rekabet ihlali
79
United Brands Company and United Brands Continentaal BV v. Commission, [1978] ECR 207.
D. G. Goyder, 2003, s. 289-90.
81
Tetra Pak International SA v. Commission, [1994] ECR II-755.
80
51
sayılmayacağını, özellikle söz konusu fiyat farklılıklarının değişik ülke piyasalarındaki
rekabetin yoğunluk düzeyinin aynı olmayışından kaynaklandığı durumlarda 82.
maddenin ihlal edilmiş olmayacağını belirtmiştir.
Konuya ilişkin daha yakın tarihli bir karar olan Irish Sugar kararında da Avrupa İlk
Derece Mahkemesi, Irish Sugar’ın gerçekleştirdiği fiyat ayrımcılığının 82. madde
anlamında ihlal sayılmasının temel nedeninin, bu davranışın ortak pazarın vazgeçilmez
bir öğesi olan komşu üye devletlerdeki işletmelerden kaynaklanan rekabeti ortadan
kaldırmak suretiyle Topluluğun bütünleşme hedefine karşı bir tehdit teşkil etmesi
olduğunu vurgulamıştır.82
2. İşletmelerin Fiyat Ayrımcılığı İddiasına Karşı Savunmaları
Topluluk rekabet hukuku uygulamalarında, fiyat ayrımcılığı yaptığı iddiasıyla
karşılaşan hakim durumdaki işletmelerin, bu iddia karşısında, 82. madde anlamında
sorumluluktan kurtulmak için savunmalarında temel olarak iki farklı hususu ileri
sürdüklerinden söz etmek mümkündür. Bunlardan birincisi, hakim durumdaki
sağlayıcının büyük miktarlarda ürün sağladığı müşterilerine, bu tür bir satış için
katlanması gereken işlem maliyetinin görece az oluşundan dolayı, söz konusu ürünleri,
kendisinden daha düşük miktarlarda ürün talep eden müşterilere verdiğinden daha düşük
82
Irish Sugar plc v. Commission, [1999] ECR II-2969.
52
fiyattan sunabildiğidir. Burada hakim durumdaki işletme, bir anlamda ölçek
ekonomilerinden kaynaklanan avantajlara dayanarak fiyat ayrımcılığı yapmaktadır.83
Savunmalarda dile getirilen ikinci husus ise, fiyat ayrımcılığının, hakim durumdaki
işletmenin rekabeti karşılama eyleminden kaynaklandığıdır. Rekabeti karşılama kavramı
ile kastedilen, hakim durumdaki işletmenin, rakiplerinin bazı mevcut müşterilerine
vermeyi teklif ettiği indirimlere uyum sağlamak amacıyla bu müşterilerine ürünlerini,
diğerlerine verdiğinden daha düşük fiyattan sunmasıdır.84
Topluluk hukukunda, hakim durumdaki bir işletmenin, fiyat ayrımcılığı yaptığı
iddiasına karşı savunmasında, bu davranışı rekabeti karşılama amacıyla yaptığını
ispatlayıp 82. madde anlamında sorumluluktan kurtulabileceği fikrinin temellerinin
atıldığı ilk karar, ATAD’ın United Brands davasındaki kararıdır85. Söz konusu kararda
mahkeme, hakim durumdaki bir işletmenin aynı ürünü farklı müşterilere değişik
fiyatlardan sunmasının, yerel piyasadaki rekabet koşulları arasındaki farklılıklardan
kaynaklandığı durumlarda 82. maddenin ihlalinin gündeme gelmeyeceğini belirtirken,
bir anlamda, hakim durumdaki işletmelerin rekabetin yoğun olduğu piyasalarda rekabeti
karşılamak için fiyat ayrımcılığı yapmalarının hoşgörüleceğini kabul etmektedir.86
Benzer şekilde, Avrupa İlk Derece Mahkemesi Tetra Pak II davasına ilişkin kararında,
ATAD’ın United Brands kararına atfen, hakim durumdaki bir işletmenin değişik üye
83
I. Van Bael, J. F. Bellis, 2005, s. 920-1.
A.g.e., s. 921-2.
85
United Brands Company and United Brands Continentaal BV v. Commission, [1978] ECR 207.
86
U. Springer, “Meeting Competition : Justification of Price Discrimination under E.C. and U.S. Antitrust
Law”, European Competition Law Review 1997, s. 251-258.
84
53
ülkelerin piyasalarındaki rekabet düzeyi arasındaki farklılıklardan ötürü yerel bazda fiyat
farklılaştırmasına gitmesinin 82. maddeye aykırı olmayacağını belirtmek suretiyle
rekabeti karşılama savunmasına yeşil ışık yakmakla birlikte, somut olayda Tetra Pak’ın
bu yöndeki savunmasını haklı bulmayarak reddetmiştir.87
Topluluk hukukunda rekabeti karşılama savunmasının sınırları, bu savunmanın
ileri sürüldüğü ve ele alındığı kararların sayıca az oluşundan dolayı çok net olarak
çizilmemiş olmakla birlikte, konuya ilişkin bazı belirlemeler yapılabilir. Komisyon
tarafından, hakim durumdaki bir işletmenin rekabeti karşılamak için fiyat ayrımcılığı
yaptığını ispatlaması durumunda sorumluluktan kurtulabileceğinin kabul edildiği AKZO
ara kararında88, bu savunmadan yararlanmak isteyen hakim durumdaki işletmelere bu
konuda getirilen ispat yükü oldukça ağırdır. Hakim durumdaki işletme, rekabeti
karşılama savunmasının kabul edilmesi için, iki olguyu ispatlamak durumundadır.
Bunlardan birincisi, hakim durumdaki işletmeye rakip bir sağlayıcının, müşterilere, onun
verdiğinden daha düşük bir fiyat teklif etmiş olması, ikincisi ise bu daha düşük fiyat
teklif eden sağlayıcının müşterilere teklif ettiği fiyattan ürün temin etmeye hazır ve bunu
yapacak yeterlikte olmasıdır. Bu ispat yükünün yerine getirilebilmesi, hakim durumdaki
işletmenin, hem rekabetini karşılamaya giriştiği rakibinin müşterilere teklif ettiği düşük
fiyatın miktarı konusunda kesin bilgi sahibi olmasını, hem de onun müşterilere bu düşük
fiyattan ürün temin etmek konusundaki ekonomik kapasitesini ve niyetini bilmesini
gerektirmektedir. Ne var ki, hakim durumdaki işletmenin rakibi hakkında bu bilgileri
87
88
Tetra Pak International SA v. Commission, [1994] ECR II-755.
ECS v. AKZO (83/462/EEC): [1983] 3 C.M.L.R. 694.
54
edinmesi gerçek hayatta çok zor olabileceği gibi, bu bilgilerin gerek rakibin kendisinden,
gerek de rakibin düşük fiyatlı teklifi yaptığı müşteriden öğrenilmesi farklı rekabet
hukuku ihlallerine yol açabilecek niteliktedir.89 Rekabeti karşılama savunmasının
başarılı olabilmesi için getirilen ispat yükünün karşılanmasındaki bu zorluklar, Topluluk
hukukunda hakim durumdaki işletmenin fiyat ayrımcılığı uygulamasını haklı çıkarmak
için bu savunmadan faydalanabilme imkanını büyük ölçüde sınırlamaktadır.
Rekabeti karşılama savunmasına ilişkin olarak değinilmesi gereken bir diğer nokta,
hakim durumdaki işletmenin rekabeti karşılamak için yapabileceği fiyat indiriminin ve
dolayısıyla ayrımcılığın miktarına ilişkindir. Şöyle ki, hakim durumdaki işletmenin,
rakip sağlayıcının düşük fiyatlı teklifinin muhatabı olan müşterilerine, bu rekabeti
karşılamak için verebileceği fiyatın sadece rakip sağlayıcının yaptığı teklifin seviyesinde
mi kalması gerektiği, yoksa hakim durumdaki işletmenin bu teklifin altına inmesinin de
Topluluk organları tarafından hoşgörüyle karşılanıp karşılanmayacağı meselesi üzerinde
durmakta yarar vardır. Bu konuda AKZO ara kararında90 Komisyon açıkça, hakim
durumdaki işletmenin rekabeti karşılama amacıyla yapabileceği indirimin, rakip
sağlayıcının somut olayda müşterilere verdiği düşük fiyatlı teklifin seviyesinde kalması
gerektiğini, hakim durumdaki işletmenin rekabeti karşılama gerekçesiyle rakibinin teklif
ettiği fiyatın altına inmesi durumunda 82. madde anlamında sorumlu olacağını ifade
etmiştir. Komisyon’un bu yaklaşımını eleştiren Springer, özellikle rakip sağlayıcının
89
U. Springer, 1997. Springer’e göre, bu bilgilerin rakip şirketler arasında paylaşılması Roma
Anlaşması’nın 85. maddesi anlamında sorumluluğa yol açabilecekken, müşterilerin bu bilgileri hakim
durumdaki işletmelere aktarmaları ise özellikle İngiliz şartının per se ihlal sayıldığı içtihatlar kapsamında
yasaklanabilecektir.
90
ECS v. AKZO (83/462/EEC): [1983] 3 C.M.L.R. 694.
55
müşterilere düşük fiyatlı teklifin yanısıra satış sonrası servis gibi ek hizmetler ve
avantajlar da sunması durumunda hakim durumdaki işletmenin bu müşterilere sadece
düşük fiyatlı teklifin seviyesinde bir indirim uygulamasının onları kendisine çekmek için
yeterli olamayacağının altını çizmiştir. Buradan hareketle söz konusu yazar, bu tarz
durumlarda hakim durumdaki işletmenin rakip sağlayıcının teklif ettiği fiyatın altına
inmesine izin verilmesi gerektiği düşüncesini ileri sürmüştür.91
III. TOPLULUK HUKUKUNDA ROMA ANLAŞMASI’NIN 82. MADDESİ
ÇERÇEVESİNDE YIKICI FİYAT
1. Genel Olarak
Bir mal veya hizmetin fiyatının, mevcut rakipleri piyasa dışına itmek veya
potansiyel rakiplerin piyasaya girişini güçleştirmek amacıyla çok düşük seviyede
belirlenmesi olarak ifade edilebilecek olan yıkıcı fiyat uygulamasının hakim durumdaki
bir işletme tarafından gerçekleştirilmesi, Topluluk organı kararları ile kötüye kullanma
halleri arasında sayılarak yasaklanmıştır.92 Bu yasaklamanın nedeni, hakim durumdaki
işletmenin bu şekilde suni bir düşük fiyat uygulaması sonucu piyasadaki rekabetin
91
92
U. Springer, 1997, s. 257-8.
D. G. Goyder, 2003, s. 286; G. Öz, 2000, s. 160.
56
ortadan kalkmasından faydalanarak fiyatlarını rekabetçi seviyenin üzerine çıkarabilmesi
ve böylelikle tüketicileri sömürerek tekelci karlar elde edebilmesidir.93
Topluluk hukukunda, ne derece düşük bir fiyatın yıkıcı olarak nitelendirileceğine
ilişkin temel ilkelere, ATAD’ın AKZO kararında94 rastlamak mümkündür. Bu kararda
ATAD, hakim durumdaki bir işletme tarafından ortalama değişken maliyetin altında
belirlenen satış fiyatının, kural olarak rakipleri piyasa dışına itmek ve sonrasında tekelci
karlar elde edebilmek amacından başka makul bir gerekçesinin olamayacağı
düşüncesinden hareketle, kötüye kullanma teşkil edeceğini belirtmiştir. Hakim
durumdaki işletmenin, ortalama değişken maliyetin üzerinde olmakla birlikte, ortalama
toplam maliyetin altında kalan bir satış fiyatı koyması ise, bu uygulamanın bir rakibi
piyasadan çıkarmaya yönelik bir planın parçası olduğunun tespit edilmesi durumunda,
yine 82. maddeye aykırı olacaktır.
Tetrapak II davasında95 Avrupa İlk Derece Mahkemesi ve ATAD tarafından
yapılan belirleme uyarınca, hakim durumdaki işletmenin AKZO davasında konulan
ilkeler çerçevesinde yıkıcı fiyat olarak nitelendirilebilecek bir fiyatlandırma davranışının
kötüye kullanma sayılabilmesi için, bu işletmenin rakiplerini piyasa dışına ittikten sonra
fiyatlarını rekabetçi seviyenin üzerine çıkararak maliyetin altında satışlarından
93
I. Van Bael, J. F. Bellis, 2005, s. 934.
AKZO Chemie BV v. Commission, [1991] ECR I-3359.
95
Tetra Pak International SA v. Commission, [1994] ECR II-755; Tetra Pak International SA v.
Commission, [1996] ECR I-5951.
94
57
kaynaklanan
zararını
telafi
edebilmesi
ihtimalinin
somut
olayda
gerçekleşip
gerçekleşemeyeceğinin araştırılmasına gerek yoktur.
2. İşletmelerin Yıkıcı Fiyat İddiasına Karşı Savunmaları
Tetra Pak II davasında96 Avrupa İlk Derece Mahkemesi, hakim durumdaki bir
işletmenin zararına satış yapmasına bazı hallerde izin verilebileceğini belirtmiş, ancak
böyle bir satışın amacının söz konusu işletmenin hakim durumunu güçlendirmek ve bu
hakim durumu kötüye kullanmak olmaması gerektiğini vurgulamıştır. Bu kararda
mahkeme zararına satışın hangi hallerde makul görülebileceğine ilişkin açıklamalar
getirmemiş olmakla birlikte, öğretide bu hallerin neler olabileceğine ilişkin çeşitli
örnekler verilmiştir. Buna göre, hakim durumdaki bir işletme, stoklarındaki ürün
fazlasını veya alandaki teknik gelişmeler sonucu modası geçen ürünlerini elden
çıkarmak için bir kısım ürünlerini maliyetin altında satmak durumunda kalabileceği gibi,
yeni girdiği bir piyasada tüketici davranışlarına ilişkin tecrübe kazanana ve adını
duyurana kadar da geçici bir süre için zararına satışlar yapmaya yönelebilir.97
96
Tetra Pak International SA v. Commission, [1994] ECR II-755.
I. Van Bael, J. F. Bellis, 2005, s. 937; P. Andrews, “Is Meeting Competition a Defence to Predatory
Pricing? - The Irish Sugar Decision Suggests a New Approach”, The European Competition Law
Review 1998, s. 57.
97
58
Bu savunmaların yanısıra, bazı yazarlar tarafından, ATAD’ın AKZO kararındaki98
yaklaşım biçimi ve değerlendirmeleri ışığında, rekabeti karşılama savunmasının yıkıcı
fiyat uygulamaları bakımından da kabul edilebileceği ileri sürülmektedir. Bu görüşün
dayandığı temel nokta, mahkemenin anılan kararında, AKZO’nun 82. madde anlamında
sorumlu olup olmayacağına yönelik değerlendirmesinde, hakim durumdaki bu
işletmenin maliyetin altında satış yaptığı müşterilerine verdiği fiyatların, rakiplerin bu
müşterilere teklif ettiği fiyatlar seviyesinden etkilenip etkilenmediğini dikkate almış
olması ve somut olayda böyle bir etki olmadığına kanaat getirmesidir. ATAD’ın bu
yaklaşım biçiminden, hakim durumdaki bir işletmenin, maliyet altı satışlarını,
rakiplerinin müşterilere teklif ettiği düşük fiyatlara uyum sağlamak için yaptığı
durumlarda, 82. madde anlamında bu davranışından sorumlu tutulmayacağı çıkarımı
yapılabilir.99
Belirtmek gerekir ki, yıkıcı fiyat uygulaması nedeniyle hakim durumunu kötüye
kullandığı iddiasıyla karşı karşıya kalan hakim durumdaki bir işletme, sorumluluktan
kurtulmak için rekabeti karşılama savunmasını ileri sürdüğünde, bu savunmanın kabul
edilebilmesi için, AKZO ara kararında100 fiyat ayrımcılığı uygulamaları bakımından söz
konusu savunmanın ileri sürülmesine yönelik olarak getirilen ve yukarıda anlatılan
esaslar çerçevesinde hareket etmek durumundadır. Şöyle ki, söz konusu işletme,
kendisine rakip bir sağlayıcının müşterilere onun verdiğinden daha düşük bir fiyat teklif
ettiğini ve bu daha düşük fiyat teklif eden sağlayıcının müşterilere teklif ettiği fiyattan
98
AKZO Chemie BV v. Commission, [1991] ECR I-3359.
P. Andrews, 1998, s. 51.
100
ECS v. AKZO (83/462/EEC): [1983] 3 C.M.L.R. 694.
99
59
ürün temin etmeye hazır ve bunu yapacak yeterlikte olduğunu ispatlamak zorundadır.
Pek tabi ki, bu savunma yıkıcı fiyat uygulamalarıyla ilgili olarak ileri sürüldüğünde
hakim durumdaki işletmenin varlığını ispatlamak durumunda olduğu düşük fiyatlı teklif,
bu işletmenin maliyetleri altında olmak durumundadır. Ayrıca, yine AKZO ara
kararındaki kısıtlamaya paralel olarak, hakim durumdaki işletmenin rakibinin
müşterilere verdiği fiyatın altına inmesi, büyük bir ihtimalle yıkıcı fiyat uygulamaları
bakımından da hoş karşılanmayacaktır.
Yıkıcı fiyat uygulamasına karşı ileri sürülebilecek savunmalarla ilgili olarak
üzerinde durulması gereken bir diğer nokta, bu savunmaların yıkıcı fiyat uygulamasının
hangi türüne karşı kullanılabileceğidir. Yukarıda açıklandığı gibi ATAD, AKZO
kararında yıkıcı fiyat kavramını, fiyatların ortalama değişken maliyetin altında veya
ortalama değişken maliyetin üzerinde olmakla birlikte, ortalama toplam maliyetin
altında olmasına göre ikili bir ayrım çerçevesinde ele almış ve birinci durumda doğrudan
hakim durumdaki işletmenin bu durumunu kötüye kullandığı sonucuna varılabileceği
belirlemesini yapmıştır. Buna karşılık, ikinci durumda kötüye kullanmadan söz
edebilmek için ise hakim durumdaki işletmenin bu suretle rakibini piyasadan çıkarma
niyeti olup olmadığına bakılması gereklidir.101 Kanımca, bu başlık altında yukarıda
anlatılan savunmalar, sadece birinci yani fiyatların ortalama değişken maliyetin altında
olduğu duruma ilişkindir. Nitekim, ikinci durumda ürün fazlasını elden çıkarmak, yeni
girdiği bir piyasada tutunmak veya rekabeti karşılamak için ortalama değişken maliyet
ile ortalama toplam maliyet arasında satış yapan hakim durumdaki bir işletmenin bu
101
AKZO Chemie BV v. Commission, [1991] ECR I-3359.
60
davranışlarında rakiplerini piyasadan çıkarma niyeti olamayacağından zaten olayda
kötüye kullanmadan söz etmek mümkün olmayacak ve söz konusu savunmaların ileri
sürülmesine de gerek kalmayacaktır.
IV. 82. MADDE ÇERÇEVESİNDE FİYAT AYRIMCILIĞI VE YIKICI FİYAT
UYGULAMALARININ DAMPİNG İLE KARŞILAŞTIRILMASI
Bu başlık altında, yukarıda 82. madde çerçevesindeki fiyat ayrımcılığı ve yıkıcı
fiyat uygulamaları hakkında yapılan açıklamalar çerçevesinde, bu iki uygulamanın
Topluluk hukukundaki damping kavramı ile karşılaştırması yapılacaktır. Bu yapılırken,
öncelikle fiyat ayrımcılığı ve yıkıcı fiyatın her ikisinin birden dampingden farklılık
gösteren ortak yönleri üzerinde durulacak, bundan sonra ise bu iki uygulama dampingle
ayrı ayrı karşılaştırılacaktır.
1. Fiyat Ayrımcılığı ve Yıkıcı Fiyatın Dampingden Farkları
Damping uygulaması, dış ticaret politikasının alanına girmesi sebebiyle, biri
Topluluk pazarı diğeri de Topluluğa üye olmayan bir devletin pazarı olmak üzere iki
ayrı coğrafi pazarın varlığını şart koşmaktadır. Buna karşılık, fiyat ayrımcılığı ve yıkıcı
61
fiyat uygulamalarının her ikisi de, dampingden farklı olarak, Topluluk pazarı içinde
gerçekleşmek durumundadırlar. Nitekim, Roma Anlaşması’nın 82. maddesinde, hakim
durumun kötüye kullanılması eyleminin Topluluğun tümü veya önemli bir bölümünde
gerçekleşmesi ve üye devletler arasındaki ticareti etkilemesi koşulu getirilmiştir.102 Bu
koşul, pek tabi ki kötüye kullanma hallerinden olan fiyat ayrımcılığı ve yıkıcı fiyat
uygulamaları bakımından da geçerlidir.
Gerek 82. madde çerçevesinde fiyat ayrımcılığı gerek de yıkıcı fiyat
uygulamalarının dampingden ayrıldığı bir diğer nokta, bu uygulamalara ilişkin kuralların
devreye girebilmesi için fiyat ayrımcılığı yapan veya yıkıcı fiyat uygulayan işletmenin
Topluluk rekabet hukuku düzenlemeleri anlamında hakim durumda olmasının bir
önkoşul oluşudur. Buna karşılık, Antidamping Tüzüğü’nde, dampingli ithalat yapan
işletmenin hakim durumda olup olmadığı dampinge karşı önlem alınabilmesi için
araştırılması gereken bir husus olarak düzenlenmemiştir. Bu nedenle, 82. madde
çerçevesindeki fiyat ayrımcılığı ve yıkıcı fiyat uygulamalarına yönelik yasaklamalar
sadece hakim durumdaki işletmeleri muhatap almaktayken, damping uygulamasına
girişen bütün işletmeler pazar güçlerine bakılmaksızın Antidamping Tüzüğü
hükümlerine tabi olabileceklerdir.
Damping ile fiyat ayrımcılığı ve yıkıcı fiyat uygulamaları, soruşturmaya muhatap
kalan işletmelerin savunmalarında ileri sürebileceği hususlara Komisyon’un ne derece
hoşgörüyle yaklaştığı yönünden de farklılık göstermektedir. Şöyle ki, yukarıda
102
D. G. Goyder, 2003, s. 324.
62
açıklandığı gibi, hakim durumdaki bir işletmenin, rekabeti karşılamak, ürün fazlasını
veya modası geçen ürünlerini elden çıkarmak, yeni girdiği piyasada tecrübe kazanmak
gibi sebeplerle fiyat ayrımcılığı veya yıkıcı fiyat uygulamalarına girişmesi kimi zaman
makul görülmekte iken, bu sayılan sebepler damping uygulamasının mazur görülmesini
sağlayamamaktadır. Bir başka ifadeyle, dampingli ithalat yaptığı iddiasıyla karşılaşan bir
işletme, kendisini savunurken, Topluluğa satış fiyatını ihraç ülkesindeki fiyata göre
düşük tutmasının salt Topluluk üreticilerinden kaynaklı rekabeti karşılamak, ürün
fazlasını veya modası geçen ürünlerini elden çıkarmak, veya yeni girdiği Topluluk
piyasasında tecrübe kazanmak gibi sebeplerden kaynaklandığını ileri sürerek
sorumluluktan kurtulamayacaktır.
Kanımca, Topluluk rekabet hukuku uygulamalarında fiyat ayrımcılığı yapıldığı ve
yıkıcı fiyat konulduğu iddialarına karşı ileri sürülebileceği kabul edilmiş olan
savunmaların Topluluk antidamping hukukunda da tanınarak damping uygulaması
yapan işletmelere bu savunmalara dayanarak sorumluluktan kurtulma imkanının
verilmesi yerinde olacaktır. Zira, bu savunmaların hepsi, dampingli ithalat bakımından
da uygulama alanı bulabilecek niteliktedir. Şöyle ki, kendi ülkesinde bir ürünü her
alıcıya sadece küçük miktarlarda satabilen bir ihracatçının aynı ürününü Topluluk’taki
alıcıların her biri büyük miktarlarda talep ediyorsa, bu ihracatçının söz konusu ürünü
ölçek ekonomilerinden kaynaklanan avantajlar dolayısıyla Topluluk’taki alıcılara daha
düşük fiyattan temin edebilmesi son derece doğaldır ve ekonomik gerçekliğe de
uygundur. Benzer şekilde, Topluluğa ihracat yapan yabancı bir işletmenin, Topluluk’taki
rakiplerinin müşterilere verdiği indirimlerden kaynaklanan rekabeti karşılamak,
63
stoklarındaki ürün fazlasını veya alandaki teknik gelişmeler sonucu modası geçen
ürünlerini elden çıkarmak ve yeni girdiği Topluluk pazarında tecrübe kazanıp adını
duyurmak gibi aslında rekabet edebilmek amacıyla ürünlerini Topluluk’taki alıcılara
kendi ülkesinde sattığından daha düşük bir fiyatla ve kimi zaman maliyetin de altında
sunması da imkan dahilindedir. Bu gibi durumlarda, dampingli ithalat yaptığı kanaatine
varılan ihracatçı işletmelere de, fiyat ayrımcılığı ve yıkıcı fiyat iddialarına muhatap olan
işletmeler tarafından ileri sürülen savunmaları ileri sürebilme ve haklı görüldüğü
takdirde
sorumluluktan
kurtulma
imkanının
verilmemesi,
yabancı
işletmeleri
Topluluk’taki rakiplerine karşı dezavantajlı konuma getirecek ve bu yönüyle de
Topluluk pazarlarındaki rekabet ortamını olumsuz şekilde etkileyecektir.
2. Fiyat Ayrımcılığı ile Dampingin Karşılaştırılması
Damping özünde bir tür fiyat ayrımcılığı olduğundan teorik anlamda bu iki
uygulama birbiriyle büyük ölçüde benzeşmekle birlikte, Topluluk hukuki düzenlemeleri
açısından bakıldığında, bu iki uygulamaya ilişkin kuralların devreye girebilmesi için
aranan koşullar ve söz konusu kurallar birbirinden belirli yönlerden farklılıklar arz
etmektedir.
Önceki alt başlıkta belirtilen farklılıkların dışında, bu iki uygulamanın birbirinden
ayrıldığı önemli bir nokta, Topluluk organlarının coğrafi fiyat ayrımcılığına yaklaşımı
yönünden ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki, yukarıda değinildiği gibi, Topluluk organları 82.
64
madde anlamında coğrafi fiyat ayrımcılığını per se rekabet ihlali olarak görmemekte ve
özellikle fiyat farklılıklarının değişik ülke piyasalarındaki rekabetin farklı yoğunluk
düzeylerinde
olmasından
kaynaklandığı
durumlarda
82.
maddedeki
yasağın
uygulanmayacağını kabul etmektedirler.103 Buna karşılık, damping uygulaması
bağlamında ihraç ülkesi ile Topluluk pazarı arasında ortaya çıkan fiyat farklılığı
bakımından ise böyle bir hoşgörü alanı bulunmamaktadır. Bu çerçevede, bir ürünün
Topluluğa ihraç fiyatının, ihraç ülkesindeki normal ticari işlemler sırasında ödenen
fiyatından düşük olduğu bütün durumlarda, iki coğrafi pazar arasındaki bu fiyat
farklılığının
söz
konusu
pazarlardaki
rekabet
koşullarından
kaynaklanıp
kaynaklanmadığı olgusundan bağımsız olarak, damping yapıldığından söz etmek
mümkün olacak ve diğer koşulların da varlığı halinde dampinge karşı önlemler
uygulanacaktır.
Bu başlık altında, dampingin, aslında bir çeşit fiyat ayrımcılığı olmasına karşın
neden Topluluk rekabet hukuku kurallarından ayrı olarak düzenlenmiş olduğuna da
değinmekte fayda vardır. Dampingin gerek Topluluk hukuk sisteminde gerek diğer
ülkelerde ayrı bir düzenlemeye tabi tutulmuş olmasının temel nedeni, bu çalışmanın
birinci bölümünde de belirtildiği gibi, devletlerin, bu uygulamanın, uluslararası ticarette
haksız durumlara yol açtığı görüşünde olmalarıdır. Bu haksız durumların önüne
geçilebilmesi için, rekabet hukukunun amaçları ve koruduğu menfaatler ile kimi zaman
çatışan sonuçlar ortaya çıkması pahasına, dampingli ithalata karşı önlemler alınmasının
103
Tetra Pak International SA v. Commission, [1994] ECR II-755.
65
gerekli ve yerinde olduğu düşünülmektedir.104 İşte gerek Topluluk Antidamping Tüzüğü,
gerek bu düzenlemeye kaynaklık eden Dünya Ticaret Örgütü bünyesindeki Antidamping
Anlaşması, bu kaygılar ön planda tutularak çıkarılmıştır. Belirtmek gerekir ki, Topluluk
hukuku açısından bakıldığında, damping bir tek Antidamping Tüzüğü hükümlerine tabi
olup, bu düzenleme dışında, mevcut Topluluk rekabet hukuku kuralları çerçevesinde
dampingin yaptırıma bağlanması olanağı bulunmamaktadır. Nitekim, yukarıda
değinildiği gibi, fiyat ayrımcılığının Roma Anlaşması’nın 82. maddesindeki yasaklama
kapsamına sokulabilmesi için, diğer koşulların da varlığı halinde hakim durumun kötüye
kullanılması
sayılacak
uygulamanın
Topluluk
pazarı
içinde
gerçekleşmesi
gerekmektedir. Damping uygulaması ise mutlaka Topluluk sınırları dışında bir pazarın
da varlığını gerekli kılmakta ve bu nedenle dampinge konu fiyat ayrımcılığının salt
Topluluk pazarı içinde gerçekleşmesi mümkün bulunmamaktadır.105
3. Yıkıcı Fiyat ile Dampingin Karşılaştırılması
Topluluk rekabet hukuku uygulamalarındaki ele alınış biçimi itibariyla yıkıcı
fiyatın dampingden ayrıldığı en önemli nokta, bir fiyatlandırma davranışının yıkıcı
olduğundan bahsedilebilmesi
ve hakim durumun
kötüye kullanılması olarak
nitelendirilebilmesi için maliyetin altında olması şart iken, dampingde böyle bir koşulun
aranmamasıdır. Yukarıda anlatıldığı gibi Topluluk organları, hakim durumdaki bir
104
105
B. M. Hoekman, P. C. Mavroidis, 1996, s. 27-52.
G. Marceau, 1994, s. 11.
66
işletmenin ortalama değişken maliyetin altında satış yapmasını kural olarak kötüye
kullanma olarak görmekte, ortalama değişken maliyetin üzerinde olmakla birlikte
ortalama toplam maliyetin altında bir fiyattan yapılan satışların ise, söz konusu
işletmenin somut olayda rakiplerini piyasadan çıkarma niyetinin de tespit edildiği
durumlarda yine kötüye kullanma sayılacağını kabul etmektedir.106 Dampingin
varlığından söz edebilmek için ise, Antidamping Tüzüğü hükümleri uyarınca, bir ürünün
Topluluğa ihraç edildiği fiyatının, bu ürüne benzer ürünün ihraç ülkesindeki normal
ticari işlemler sırasında ödenen fiyatından düşük olması gerekli ve yeterli olup, söz
konusu ürünün Topluluğa ihraç fiyatının maliyetlerle ne gibi bir ilişkisi olduğuna
bakılmamaktadır. Bu bağlamda, yerine göre tekelci fiyatlara çok yaklaşan derecede
yüksek bir fiyat konulması dahi damping uygulaması olarak nitelendirilebilecektir107.
Somut olayda dampingin varlığından söz edebilmek için damping yaptığı iddia
edilen ihracatçının bu fiyatlandırma davranışının arkasındaki niyetinin araştırılmasına
ihtiyaç bulunmaması da damping ile yıkıcı fiyat arasındaki bir diğer farklılıktır. Buna
karşılık, hakim durumdaki bir işletmenin ortalama değişken maliyet ile ortalama toplam
maliyet arasında bir fiyat tespit ettiği durumlarda, ATAD’ın AKZO kararında koyduğu
yukarıda yer verilen esaslar uyarınca, Roma Anlaşması’nın 82. maddesine aykırılıktan
bahsedebilmek için söz konusu işletmenin bu davranışı ile rakibini piyasadan çıkarma
106
107
AKZO Chemie BV v. Commission, [1991] ECR I-3359.
B. Ekdi, 2003, s. 50.
67
niyetinin olup olmadığının incelenmesi ve somut olayda böyle bir niyetin varlığının
saptanması gerekmektedir.108
Teorik açıdan bakıldığında, dampingin yıkıcı fiyat uygulamasıyla yakından
benzeştiği durum, Viner tarafından konuya ilişkin olarak yapılan sınıflandırmada
dampingin türlerinden biri olarak belirlenen yıkıcı damping bakımından söz
konusudur.109 Yıkıcı dampingde yabancı işletme, aynen yıkıcı fiyat uygulamasında
olduğu gibi, maliyetin altında satışlar yaparak rakiplerini piyasa dışına itmeyi ve onların
piyasayı terk etmesini takiben de fiyatlarını rekabetçi seviyenin üzerine çıkararak tekelci
karlar elde etmeyi amaçlamaktadır. Pek tabi ki, dampingin bu türünde de dampinge
konu ürünün ihraç fiyatının, ihraç ülkesindeki normal ticari işlemler sırasında ödenen
fiyatından düşük olması gerekmektedir. Yukarıda değinildiği gibi, Antidamping
Tüzüğü’ndeki düzenlemeler dampingin yaptırıma bağlanabilmesi için dampinge konu
ürünün Topluluğa ihraç fiyatının o ürünün maliyetiyle ilişkisinin ve damping yapan
işletmenin
bu
uygulamasının
altında
yatan
niyetinin
araştırılmasını
gerekli
kılmadığından, Topluluk antidamping hukuku bakımından dampingin yıkıcı damping
tanımına uyup uymamasının bir önemi yoktur. Dampingli ürünün Topluluğa ihraç
fiyatının maliyetin altında veya üzerinde olup olmadığına veya damping yapan
işletmenin
rakiplerini
piyasadan
çıkarma
amacının
bulunup
bulunmadığına
bakılmaksızın, Tüzük’te dampinge karşı uygulanacağı belirlenmiş olan kurallar aynıdır.
108
AKZO Chemie BV v. Commission, [1991] ECR I-3359.
J. Viner, Dumping: A Problem in International Trade, Chicago, 1996; Aktaran: B. Ekdi, 2003,
s. 31.
109
68
Yıkıcı fiyat ile yıkıcı damping arasındaki bu benzerlik çerçevesinde, akla yıkıcı
dampinge
karşı
Roma
Anlaşması’nın
82.
maddesi
hükmünün
uygulanıp
uygulanamayacağı sorusu gelmektedir. Kanımca, yıkıcı damping uygulamasına girişen
yabancı bir işletmenin bu davranışına karşı 82. maddenin uygulanması teorik olarak
mümkün olmakla birlikte, bu durumun, bu konudaki hukuki kısıtlar nedeniyle gerçek
hayatta çok sık gerçekleşebilmesi olası değildir. Nitekim, doktrinde, 82. maddenin
uygulanabilmesi için, kötüye kullanma olarak nitelendirilebilecek eylemde bulunan
işletmenin, Topluluğun tümü veya önemli bir bölümünde hakim durumda olması
gerektiği kabul edilmektedir.110 Bir başka deyişle, Topluluk sınırları dışında hakim
durumda olan bir işletmenin bu hakim durumunu Topluluk içinde kötüye kullanması 82.
maddenin uygulanması için yeterli değildir. Dolayısıyla, ancak Topluluğa ihracat yapan
işletmenin Topluluğun tümü veya önemli bir bölümünde hakim durumda olduğunun
tespit edilebildiği hallerde yıkıcı dampinge karşı rekabet hukuku kurallarının da
uygulanması mümkün olacaktır.
110
D. G. Goyder, 2003, s. 324.
69
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
HAKİM DURUMDAKİ BİR TEŞEBBÜSÜN DAMPİNG ŞİKAYETİNDE
BULUNMASININ REKABET HUKUKU AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
I.
GENEL OLARAK
Birinci bölümde değinildiği gibi, Roma Anlaşması’nın 82. maddesinde hakim
durumun kötüye kullanılmasının tanımı yapılmamış, kötüye kullanma hallerine sadece
örnekler verilmesiyle yetinilmiştir. Hoffmann-La Roche davasında111 ATAD, hakim
durumun kötüye kullanılması kavramından ne anlaşılması gerektiğine ilişkin ayrıntılı bir
belirleme
yapmıştır. ATAD söz konusu
kararında, hakim durumun
kötüye
kullanılmasının, hakim durumdaki bir işletmenin, pazardaki mevcut rekabet düzeyini
zayıflatan, bu rekabet düzeyinin korunmasını veya gelişmesini engelleyecek etkiye sahip
davranışlarını ifade eden objektif bir kavram olduğunu belirtmiştir.
111
Hoffmann-La Roche v. Commission, [1979] ECR 461.
70
Bu bölümde, ATAD’ın Hoffmann-La Roche davasındaki kötüye kullanma
kavramının içeriğine yönelik belirlemesi çerçevesinde, hakim durumdaki bir Topluluk
işletmesinin, kendisiyle benzer ürünü Topluluğa ithal eden bir veya birden fazla
ithalatçının damping yaptığı yönünde şikayette bulunması davranışının Roma
Anlaşması’nın 82. maddesindeki yasaklama kapsamında hakim durumun kötüye
kullanılması sayılıp sayılamayacağı inceleme konusu yapılacaktır.
Topluluk antidamping hukuku kuralları uyarınca damping şikayetinde bulunmak,
hakim durumda olup olmadığına bakılmaksızın tüm işletmelere tanınmış bir hak
olduğundan, bu hakkın hakim durumdaki işletmeler tarafından kullanılması durumunda
rekabet hukuku yaptırımlarının gündeme gelmesi, Topluluk rekabet hukuku ile
antidamping hukuku arasında kimi zaman ortaya çıkan çatışmanın çarpıcı örneklerinden
biridir.
Hakim durumdaki bir işletme, rakibi aleyhine damping şikayetinde bulunmak
suretiyle bu hakim durumunu kötüye kullandığı iddiasıyla Komisyon’a şikayet
edildiğinde, Komisyon’un bu şikayet karşısında nasıl bir tavır takındığı, rekabet hukuku
kuralları ile korunan menfaat ile antidamping hukukunun koruduğu menfaatten
hangisine öncelik verileceğine ilişkin politika tercihi üzerinde belirleyici rol
oynayacaktır. Bu politika tercihinin ne yönde yapıldığı ise, işletmelerin bu konudaki
davranışlarını şekillendirici etkiye sahip olacaktır. Şöyle ki, eğer Komisyon önüne gelen
bu tarz olayların çoğunda hakim durumdaki bir işletmenin damping şikayetinde
bulunması davranışının 82. maddeyi ihlal ettiği sonucuna ulaşacak olursa, Topluluk
71
rekabet hukukunun piyasalarda rekabetin korunması ve sağlanması amacına öncelik
verilmiş olacak; antidamping hukukunun Topluluk üreticilerinin haksız olarak görülen
dış rekabetten korunması amacı arka plana itilmiş olacaktır. Komisyon’un bu tarz bir
yaklaşımı, hakim durumdaki işletmeler üzerinde damping şikayetinde bulunmak
konusunda caydırıcı etkiler yaratacaktır. Buna karşılık Komisyon, bu konuda önüne
gelen olayların büyük çoğunluğunda hakim durumdaki bir işletmenin damping
şikayetinde bulunması davranışının 82. maddeyi ihlal etmediği görüşünü benimseyecek
olursa, bu durumda Topluluk antidamping hukukunun Topluluk üreticilerinin haksız
olarak görülen dış rekabetten korunması amacı, rekabet hukukunun piyasalarda
rekabetin sağlanması ve korunması amacına ağır basacaktır. Nitekim, aşağıda
açıklanacağı gibi, hemen her damping şikayeti Topluluk pazarındaki rekabet üzerinde
olumsuz etkiler doğurur. Komisyon’un bu konuya ilişkin olarak önüne gelen olayların
büyük çoğunluğunda bu şekilde bir yaklaşım sergilemesi durumunda hakim durumdaki
işletmeler de bir rekabet hukuku yaptırımıyla karşılaşma korkusu olmaksızın sıklıkla
damping şikayetinde bulunmaya yönelebileceklerdir. Belirtmek gerekir ki, hem damping
hem de rekabet hukuku soruşturmalarını yürütmekle Komisyon’un görevli kılınmış
olması, bu konuda iki hukuk dalı arasındaki menfaatler dengesinin kurulmasına yönelik
politika tercihinin tek elden yapılabilmesini sağlamaktadır.
Bu açıklamalar çerçevesinde, hakim durumdaki bir işletmenin damping şikayetinde
bulunması davranışının hangi hallerde kötüye kullanma sayılabileceğinin belirlenmesi,
antidamping ve rekabet hukuku arasında bu konuda ortaya çıkan çatışmanın ne yönde
çözümleneceğinin bilinmesi açısından son derece önemlidir. Bu amaçla, bu bölümde
72
öncelikle 82. maddeye ilişkin Topluluk organı kararları ve öğreti112 kapsamında bir
kötüye kullanma hali olarak gündeme gelmiş olan, hakim durumun rakipler aleyhine
hukuki yollara başvurulması suretiyle kötüye kullanılması ele alınarak, Topluluk
organlarının konuya ilişkin yaklaşımları ortaya konulacaktır. Ardından, bu yaklaşımlar
ve öğretideki görüşler de dikkate alınarak, hakim durumdaki bir işletmenin damping
şikayetinde bulunması eyleminin kötüye kullanma sayılabilmesi için gereken koşulların
neler olabileceği irdelenecektir.
II.
TOPLULUK HUKUKUNDA HAKİM DURUMUN HUKUKİ YOLLARA
BAŞVURULMASI SURETİYLE KÖTÜYE KULLANILMASI
Topluluk hukukunda, hakim durumdaki bir işletmenin hakim durumda olduğu
pazardaki mevcut veya potansiyel bir rakibi aleyhine hukuki yollara başvurmasının
Roma Anlaşması’nın 82. maddesi anlamında kötüye kullanma sayılıp sayılamayacağı
sorunu, Promedia davasında113 gündeme gelmiştir.
Davaya konu olayda Promedia isimli şirket, ilgili pazarda hakim durumda olan
Belgacom isimli işletmenin, kendisine karşı Belçika mahkemelerinde hukuki dayanağı
olmayan davalar açmak suretiyle hakim durumunu kötüye kullandıği iddiasıyla
112
113
D. G. Goyder, 2003, s. 322-3.
ITT Promedia NV v. Commission, [1998] ECR II-2937.
73
Komisyon’a şikayette bulunmuştur. Komisyon bu şikayete ilişkin kararında, hak arama
özgürlüğünün bir ifadesi olan dava açma özgürlüğünün kullanılmasının, bazı hallerde
hakim durumun kötüye kullanılması sayılabileceğini, ancak bunun için, iki koşulun bir
arada bulunması gerektiğini ifade etmiştir. Bu koşullardan ilki, hakim durumdaki
işletmenin dava açmasının mantık ölçüleri çerçevesinde söz konusu işletmenin
haklarının ortaya konulmasına ve tespit edilmesine yönelik bir girişim olarak
değerlendirilememesi ve dolayısıyla sadece davanın karşı tarafına zarar verme amacına
yönelmesidir. Hakim durumdaki bir işletmenin rakibine karşı dava açmasının hakim
durumun kötüye kullanılması sayılabilmesi için Komisyon’un aradığı ikinci koşul ise, bu
davranışın rekabeti ortadan kaldırmaya yönelik bir plan çerçevesinde yer almasıdır. Bu
koşulun gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespiti, hakim durumdaki işletmenin davayı
açmaktaki sübjektif amacının saptanmasını gerektirmektedir. Hakim durumdaki
işletmenin rakibine karşı mevcut veya potansiyel rekabeti ortadan kaldırmak amacıyla
dava açması durumunda bu koşul sağlanmış olacaktır. Komisyon, Promedia davasına
konu olan kararında, somut olayda sayılan iki koşulun gerçekleşmediğinden hareketle,
rakibine karşı dava açan hakim durumdaki işletmenin bu davranışının kötüye kullanma
olmadığı sonucuna varmıştır.
İlk derece mahkemesi, Komisyon’un bu kararına karşı açılan davada,
Komisyon’un, hakim durumdaki bir işletmenin rakibine karşı dava açmasının hakim
durumun kötüye kullanılması sayılabilmesi için varlığının gerekli olduğu belirlemesini
yaptığı ve yukarıda yer verilen iki koşulun 82. madde ile ne derece uygun düştüğüne
74
yönelik bir sorgulama yapmamış114, söz konusu iki koşulu aynen benimseyerek
Komisyon’un somut olayda bu koşulları doğru uygulayıp uygulamadığını incelemiş ve
bu inceleme sonucunda Komisyon’un kararını onamıştır.
İlk derece mahkemesi, kararında, Komisyon’un ortaya koyduğu iki koşulun, hakim
durumdaki işletmeler bakımından hak arama ve dava açma özgürlüklerini sınırladıkları
için, son derece dar bir yoruma tabi tutulmaları gerektiğini ve aynı sebeple hakim
durumdaki bir işletmenin rakibine karşı dava açmasının ancak istisnai hallerde 82.
maddenin ihlali sayılabileceğini vurgulamıştır. İlk derece mahkemesi ayrıca,
Komisyon’un belirlediği ilk koşulun uygulanması bakımından, hakim durumdaki
işletmenin dava açarken iddia ettiği hakkın gerçekte var olmamasının veya söz konusu
işletmenin somut olayda iddia ettiği hakka dayanamayacak olmasının bir önem
taşımadığını belirtmiştir. İlk derece mahkemesine göre, hakim durumdaki işletmenin,
davada iddia etmeyi planladığı hakka sahip olduğuna ilişkin makul bir inancının olması,
gerçekte böyle bir hak var olmasa bile, somut olayda ilk koşulun gerçekleşmediği ve
dolayısıyla dava açılmasının hakim durumun kötüye kullanılması teşkil etmeyeceği
sonucuna varmak için yeterlidir.115
114
İlk derece mahkemesinin böyle bir sorgulamaya gitmemesinin nedeni, söz konusu iki koşulun 82.
maddeye uygunluğunun somut olayda dava konusu yapılmamasıdır.
115
ITT Promedia NV v. Commission, [1998] ECR II-2937.
75
III. HAKİM DURUMDAKİ TEŞEBBÜSÜN DAMPİNG ŞİKAYETİNDE
BULUNMASININ TOPLULUK HUKUKUNDA HAKİM DURUMUN
KÖTÜYE KULLANILMASI SAYILMASI İÇİN GEREKLİ KOŞULLAR
Yukarıda belirtildiği gibi, ATAD, Hoffmann-La Roche kararında, hakim durumun
kötüye kullanılmasının, hakim durumdaki bir işletmenin, pazardaki mevcut rekabet
düzeyini zayıflatan, bu rekabet düzeyinin korunmasını veya gelişmesini engelleyecek
etkiye sahip davranışlarını ifade eden objektif bir kavram olduğunu belirtmiştir.116
Esasen, ATAD’ın kötüye kullanma kavramının içeriğine yönelik bu belirlemesi
çerçevesinde, hakim durumdaki bir işletmenin rakibi aleyhine damping şikayetinde
bulunması, ilgili pazardaki mevcut rekabet düzeyini zayıflatabileceğinden ve bu rekabet
düzeyinin korunmasını ve gelişmesini engelleyen etkiler doğurabileceğinden, bu tür bir
davranışın kötüye kullanma hali olarak algılanması ve yasaklanması mümkündür.
Nitekim, Komisyon damping şikayeti sonucu damping soruşturması açacak olursa,
soruşturma sonucu verilecek karardan bağımsız olarak sırf böyle bir soruşturma açılmış
olmasının bile, şikayet edilen ithalatçı ve ileride Topluluk pazarına girmeyi
düşünebilecek ithalatçılar üzerinde caydırıcı etkisi olacaktır. Bu caydırıcı etki nedeniyle
şikayet edilen ithalatçının piyasadan çekilmesi veya ceza almamak için kendiliğinden
Topluluğa satış fiyatını yükseltmesi, ileride Topluluk pazarına girmeyi düşünebilecek
ithalatçıların ise damping soruşturmasıyla karşılaşma riskini bertaraf edebilmek için bu
pazara girmekten kaçınmaları veya yüksek fiyattan girmeleri söz konusu olabilecek ve
116
Hoffmann-La Roche v. Commission, [1979] ECR 461.
76
bunlar da piyasadaki mevcut ve potansiyel rekabeti olumsuz etkileyecektir.117
Komisyon’un damping şikayetini reddetmesi ve dolayısıyla damping soruşturması
açmaması durumunda dahi aynı caydırıcılık söz konusu olabilecek ve piyasadaki rekabet
koşulları olumsuz etkilenecektir.
Rekabet üzerindeki bu olumsuz etkilerine rağmen, hakim durumdaki bir işletmenin
mevcut veya potansiyel rakipleri aleyhine damping şikayetinde bulunmasının, üye
devletler arasındaki ticareti de etkilemesi durumunda, başka hiçbir kısıta tabi
tutulmaksızın 82. maddedeki yasaklama kapsamına sokulup yaptırıma bağlanması,
doğru bir yaklaşım değildir. Nitekim, bu şekilde bir yaklaşımın benimsenmesi, hakim
durumdaki bir işletmenin hak arama özgürlüğünün damping soruşturmaları bakımından
tamamen ortadan kaldırılması sonucunu doğuracaktır. Bununla birlikte, her özgürlük
gibi hak arama özgürlüğü de sınırsız değildir. Ancak, bu özgürlük sınırlanırken bu
sınırlamanın koşullarının net bir şekilde belirlenmesi gerekmekte ve bu koşulların söz
konusu özgürlüğün sınırlanması ile hizmet edilen amacı aşmayacak nitelikte olmasına
dikkat edilmelidir.
Bu açıklamalar çerçevesinde, hakim durumdaki bir işletmenin kendisiyle benzer
ürünü Topluluğa ithal eden bir veya birden fazla ithalatçının damping yaptığı yönünde
şikayette bulunması eyleminin kötüye kullanma sayılabilmesi için varlığı aranacak
koşulların neler olabileceği üzerinde durulması gerekmektedir.
117
R. W. McGee, “The Case to Repeal the Antidumping Laws”, Northwestern Journal of International
Law & Business 1993, s. 546.
77
Bu bağlamda ilk akla gelen çözüm, Promedia davasında hakim durumdaki bir
işletmenin mevcut veya potansiyel rakibine karşı hukuki yollara başvurmasının kötüye
kullanma sayılabilmesi için ortaya konan ve yukarıda anlatılan iki koşulun ve bu
koşullara ilişkin olarak Komisyon’un ve Avrupa İlk Derece Mahkemesi’nin benimsediği
yorum biçimlerinin, hakim durumdaki bir işletmenin damping şikayetinde bulunması
durumunda da uygulanmasıdır. Promedia davasında konuya ilişkin olarak getirilen
koşulların ve yorum şeklinin damping şikayetleri bakımından da doğrudan
uygulanabileceği düşüncesinin temelinde, damping şikayetinde bulunmanın hukuki bir
yola başvurmak olması yatmaktadır.
Hakim durumdaki bir işletmenin kendisiyle benzer ürünü Topluluğa ithal eden bir
veya birden fazla ithalatçının damping yaptığı yönünde şikayette bulunması eylemine
Promedia davasında ortaya konulan koşullar uygulanacak olursa, söz konusu işletmenin
82. madde anlamında sorumluluğundan söz edebilmek için Promedia davasında getirilen
koşulların ikisinin de bir arada bulunup bulunmadığına bakılması gerekecektir. Buna
göre, hakim durumdaki bir işletmenin damping şikayetinde bulunmasının kötüye
kullanma olarak nitelendirilebilmesi için, öncelikle bu davranışın mantık ölçüleri
çerçevesinde söz konusu işletmenin haklarının ortaya konulmasına ve tespit edilmesine
yönelik bir girişim olarak değerlendirilememesi ve dolayısıyla sadece şikayet edilen
ithalatçıya zarar verme amacına yönelmesi gerekmektedir. Bunun yanında, bu şikayette
bulunma eyleminin rekabeti ortadan kaldırmaya yönelik bir plan çerçevesinde yer alması
koşulu da sağlanmalıdır.
78
Ancak, kanımca, hakim durumdaki bir işletmenin kendisiyle benzer ürünü
Topluluğa ithal eden bir veya birden fazla ithalatçının damping yaptığı yönünde
şikayette bulunmasının kötüye kullanma sayılabilmesi için Promedia davasında ortaya
konulan iki koşulun varlığının aranması ve bu yapılırken de Komisyon ve Avrupa İlk
Derece Mahkemesi’nin söz konusu davada benimsedikleri yorum tarzının uygulanması
etkili bir çözüm değildir. Çünkü bu şekilde bir yaklaşım, damping şikayetinde bulunan
hakim durumdaki işletmenin bu davranışının, hemen hemen hiçbir zaman 82. maddedeki
yasaklama kapsamına girmemesi sonucunu doğuracaktır. Nitekim, yukarıda anlatıldığı
gibi, Komisyon da Avrupa İlk Derece Mahkemesi de Promedia davasında getirilen iki
koşulun son derece dar yorumlanması gerektiğini vurgulamışlardır. Benzer şekilde,
Avrupa İlk Derece Mahkemesi’nin, yine yukarıda değinilen ve hakim durumdaki
işletmenin 82. madde anlamında sorumluluktan kurtulabilmesi için hukuki yola
başvururuken iddia ettiği hakkın varlığına ilişkin makul bir inancının olmasının yeterli
olduğu yönündeki yorum tarzının damping şikayetleri bakımından benimsenmesi de
sakıncalıdır. Avrupa İlk Derece Mahkemesi’nin bu yorum tarzının damping şikayetinde
bulunan hakim durumdaki işletmelere de uygulanması, bu işletmelerin eline 82.
maddeye aykırılık iddialarına karşı kullanabilecekleri son derece etkili bir silah verilmesi
anlamına gelecektir. Bu sakıncalardan öte, Promedia davasında getirilen koşullardan
ikincisi, yani hakim durumdaki işletmenin hukuki yola başvurma eyleminin rekabeti
ortadan kaldırmaya yönelik bir plan çerçevesinde yer alıyor olması, son derece sübjektif
niteliklidir ve bu koşulun somut olayda gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespiti çok zor
hatta imkansızdır. Dahası, Promedia davasında Komisyon veya Avrupa İlk Derece
Mahkemesi, bu koşulun varlığına hükmedebilmek için dikkate alınabilecek unsurlardan
79
da hiç bahsetmemişlerdir. Damping şikayetinde bulunan hakim durumdaki bir işletmenin
bu davranışının kötüye kullanma sayılıp sayılmayacağının tespitinin bu şekilde mulak
bir koşulun gerçekleşmesine bağlanması uygun bir çözüm değildir.
Bu durumda, mevcut veya potansiyel rakibi aleyhine damping şikayetinde bulunan
hakim durumdaki bir işletmenin bu davranışının hangi koşullar altında kötüye kullanma
sayılabileceğine ilişkin olarak alternatif bir çözüm önerisi getirilmesi gerekmektedir. Bu
amaçla, Kanada hukuku açısından hukuki yollara başvurulmasının hakim durumun
kötüye kullanılması sayılabilmesi için gerekli koşulları tespit etmeye çalışan ve bunu
yaparken bu ülkedeki ve Amerika’daki uygulamayı irdeleyen bir makalede konuya
ilişkin olarak ortaya atılan fikirlere ve ulaşılan sonuçlara yer verilmesinde fayda
vardır.118
Söz konusu makalede, hakim durumdaki bir işletmenin mevcut veya potansiyel
rakipleri aleyhine hukuki yollara başvurmasının veya başvuracağı yönünde tehditlerde
bulunmasının, piyasaya giriş engelleri yaratabileceği ve rakiplerin maliyetlerini
yükseltebileceği için bazı hallerde Kanada Rekabet Kanunu’nun ilgili maddelerinde
düzenlenen hakim durumun kötüye kullanılması yasağına tabi olabileceği düşüncesi
benimsenmiştir. Bununla birlikte, yazar, hakim durumdaki bir işletmenin rekabeti
kısıtlamak amacıyla hukuki ve idari usulleri suistimal etmesiyle, yine hakim durumdaki
bir işletmenin, eğer sonunda iddiası haklı bulunursa, rekabeti kısıtlayacak etkiler
118
P. Michell, “Litigation and The Competition Act: Procuring Anti-Competitive Effects Through Public
Processes”, Canadian Business Law Journal 1996, s. 244-297.
80
doğuracak bir dava açması durumlarını birbirinden ayırmış ve rekabet hukukunun ancak
birinci duruma müdahale etmesinin yerinde olacağını vurgulamıştır. Yazara göre, hakim
durumdaki bir işletme rakibi aleyhine dava açtığında, ancak bu işletmenin objektif bir
değerlendirme sonucu davada esas yönünden başarılı olma ihtimalinin olmadığı
kanaatine varılabilen durumlarda hakim durumun kötüye kullanılması yasağına
aykırılıktan söz edilebilecektir. Bir başka deyişle, rakibi aleyhine dava açan hakim
durumdaki işletmenin bu hakim durumunu kötüye kullandığı hükmüne varabilmek için,
objektif olarak bakıldığında, davayı esastan kazanmaya yönelik hiçbir makul sebebinin
olamayacağının ortaya konulması gerekmektedir. 119
Hakim durumdaki bir işletmenin rakibi aleyhine açtığı bir davanın esas yönünden
başarılı
olup
olmayacağını
tespit
etmeye
yönelik
objektif
değerlendirmede
benimsenebilecek bir yaklaşım olarak yazar, Amerikan hukuk sisteminde bu amaçla
kullanılan ve Posner120 ve Easterbrook121 tarafından ortaya atılan fayda-maliyet analizi
yöntemini önermektedir. Söz konusu yöntem, hakim durumdaki davacının dava sonunda
elde edebileceği parasal fayda ile dava sebebiyle katlanmak zorunda kalacağı
maliyetlerin niceliksel olarak karşılaştırılmasını öngörmektedir. Bu şekilde bir
karşılaştırma sonucu, maliyetlerin beklenen faydadan daha yüksek olduğu tespit edilecek
olursa, hakim durumdaki işletmenin bu davayı açması eyleminin rekabet hukukuna
aykırı olduğu kanaatine varılacaktır. Zira, rakibine karşı sonunda elde etmeyi beklediği
119
A.g.e.
Grip-Pak Inc. v. Illinois Tool Works Inc., 694 F.2d 466 (7th Cir. 1982).
121
Premier Electrical Construction Co. v. National Electrical Contractors Association, Inc., 814 F.2d 358
(7th Cir. 1987).
120
81
parasal faydadan daha çok masraf yapmasını gerektirecek bir dava açan hakim
durumdaki bir işletmenin bu davayı açmasının altında, dava sonunda elde edeceği
kazanımdan bağımsız olarak söz konusu davayı rakibinin maliyetlerini yükseltmek ve bu
suretle rekabeti kısıtlamak amacıyla kullanma niyetinin yattığı sonucuna varmak
mümkündür.122
Yazar, fayda-maliyet analizi yönteminin kusursuz olmadığını kabul etmekle
birlikte123, hakim durumdaki işletmenin açtığı davada esas yönünden başarılı olup
olamayacağını
belirlemeye
yönelik
objektif
değerlendirmede
etkili
olarak
kullanılabileceği düşüncesini savunmuştur. Yazara göre, bu yöntemin uygulanması
sonucu, hakim durumdaki işletmenin söz konusu davayı esas yönünden lehine olacak bir
karar elde etmek amacıyla değil de, rakibinin maliyetlerini yükseltmek ve bu suretle
rakibine ve piyasadaki rekabete zarar vermek amacıyla açtığının tespit edildiği
durumlarda, hakim durumun kötüye kullanıldığından söz edilebilecektir.124
Kanımca, hakim durumdaki bir işletmenin mevcut veya potansiyel rakibi aleyhine
hukuki yollara başvurmasının Kanada hukuku bakımından hakim durumun kötüye
kullanılması sayılabilmesi için söz konusu makalede önerilen yaklaşım biçiminin ve
getirilen koşulların, Topluluk hukukunda hakim durumdaki bir işletmenin mevcut veya
potansiyel bir rakibinin damping yaptığı yönünde şikayette bulunması durumunda da
122
P. Michell, 1996.
Söz konusu makaleye göre fayda-maliyet analizi yönteminin başlıca zayıf yönleri gerçek hayatta
davacının dava sonunda elde edebileceği parasal fayda ile bu dava sebebiyle katlanmak zorunda kalacağı
maliyetlerin tam ve doğru olarak belirlenmesindeki güçlüktür.
124
P. Michell, 1996.
123
82
uygulanmaları yerinde bir çözüm olacaktır. Zira, bu yaklaşım biçimi ve koşullar,
Promedia davasında ortaya konulan koşullardan çok daha net ve doğru sonuçlara
ulaşılmasını sağlayabilecek niteliktedir. Ayrıca, bahsedilen makaledeki yaklaşımın
damping şikayetleri bakımından uygulanması, Promedia davasında getirilen ikinci
koşulda aranan şikayetçinin sübjektif amacının tespit edilmesi zorunluluğunu da ortadan
kaldırmaktadır. Yukarıda belirtildiği gibi, somut olayda bu sübjektif amacın tespiti
büyük zorluklar içerdiğinden bu amacın dikkate alınmasını gerektirmeyen çözüm
yolunun benimsenmesi, tercih sebebidir.
Topluluk hukuku bakımından, hakim durumdaki bir işletmenin damping
şikayetinde bulunması eylemine yukarıda ele alınan makalede ortaya konan yaklaşım
biçiminin ve koşulların uygulanması durumunda, kötüye kullanmadan söz edebilmek
için, objektif olarak bir değerlendirmeye tabi tutulduğunda, söz konusu işletmenin
şikayet dolayısıyla açılacak damping soruşturmasında esas yönünden haklı bulunma
ihtimalinin olmadığı kanaatine varılması gerekecektir. Bu objektif değerlendirme
yapılırken de yukarıda değinilen makalede önerildiği gibi fayda-maliyet analizi
yönteminden yararlanılması mümkündür.
Böylelikle, yapılacak bir fayda-maliyet analizi sonucu hakim durumdaki işletmenin
damping şikayetini esas yönünden lehine sonuçlar doğuracak bir damping soruşturması
açılmasını sağlamak için değil de, sırf bu şikayet veya akabinde açılabilecek soruşturma
aracılığıyla şikayet ettiği rakibine ve daha önemlisi piyasadaki rekabete zarar vermek
amacıyla yaptığı tespitine ulaşılan hallerde, hakim durumun kötüye kullanılması yasağı
83
gündeme gelecektir. Pek tabi ki, damping şikayetinde bulunan her Topluluk üreticisi,
nihayetinde dış rekabete karşı bir koruma elde etmeyi amaçlamaktadır ve damping
şikayeti sonucu soruşturma açıldığında bunun yukarıda anlatıldığı gibi rekabete zarar
vermesi de hemen hemen her zaman kaçınılmazdır. Ancak burada fayda-maliyet analizi
kullanılarak yapılacak objektif değerlendirme sonucu rekabet hukuku yaptırımlarına tabi
tutulması önerilen, hakim durumdaki bir işletmenin sonunda rekabetin sınırlanmasına
yol açacak bir damping şikayetinde bulunması davranışı değil, hiçbir haklı sebep yokken
damping şikayetinde bulunarak hukuki yollara başvurma hakkını piyasadaki rekabet
üzerinde olumsuz etkiler doğuracak şekilde suistimal etmesidir.125
Bu açıklamalar çerçevesinde, Topluluk’ta hakim durumda olan bir işletmenin
mevcut veya potansiyel rakibi aleyhine damping şikayetinde bulunması durumunda 82.
maddeye aykırılıktan söz edebilmek için Promedia davasında getirilen iki koşulun
gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılması yerine şikayetçinin şikayet dolayısıyla
açılacak damping soruşturmasında esas yönünden haklı bulunma ihtimalinin olup
olmadığına yönelik objektif bir değerlendirme yapılması daha uygun bir çözümdür.
Belirtmek gerekir ki, önerilen bu yaklaşım, ilk bakışta Promedia davasında ortaya konan
ilk koşulu çağrıştırsa da, ondan daha farklı ve üstün niteliklere sahiptir. Zira, bu
yaklaşım kapsamındaki objektif değerlendirmede esas alınması öngörülen fayda-maliyet
analizi yöntemi, Promedia davasındaki ilk koşula kıyasla, somut olaydaki verilerin daha
ayrıntılı ve sistematik bir şekilde ele alınıp karşılaştırılmasını gerektirmektedir ve
125
A.g.e.
84
böylelikle bu şekilde bir yaklaşımın benimsenmesi Promedia davasındaki koşulların
uygulanmasındansa daha doğru ve kesin sonuçlara ulaşılmasını sağlayacaktır.
85
SONUÇ
Bu tez çalışmasında, Topluluk rekabet hukukunun hakim durumun kötüye
kullanılması yasağına ilişkin düzenlemeleri ile antidamping hukuku arasındaki ilişki ele
alınarak, mevcut Topluluk hukuku düzenlemeleri ve uygulamaları çerçevesinde bu iki
hukuk dalının konuları bakımından örtüştüğü ve çatıştığı temel alanlar incelenmiştir.
Bu çalışmada yapılan incelemeler ve değerlendirmeler, öncelikle, Topluluk rekabet
hukuku ile antidamping hukukunun aslında iki ayrı alan olmakla birlikte birbirleriyle
yakın bir etkileşim içinde olduklarını ortaya koymaktadır. Nitekim, antidamping hukuku
kurallarının uygulanması sonucu Topluluk piyasalarında rekabeti olumsuz yönde
etkileyen durumlar ortaya çıkabilmekte, bu da, söz konusu iki hukuk dalının
birbirlerinden soyutlanamaz olduğuna işaret etmektedir.
Topluluk rekabet hukuku ile antidamping hukukunun temel ortak kavram ve
konularına yönelik yapılan incelemelerden çıkan bir diğer önemli sonuç, Topluluk
hukukunda bu iki alanın birbirlerinden oldukça farklı şekillerde düzenlenmiş
olduklarıdır. Nitekim, söz konusu iki hukuk alanının en sık ilişkilendirilen
kavramlarından olan fiyat ayrımcılığı ve damping konusunda yukarıda yapılan
açıklamalar, bu iki kavramın dahi Topluluk hukuku düzenlemeleri ve uygulamalarında
ele alınış biçimleri arasında önemli farklılıklar olduğunu göstermektedir. Benzer şekilde,
86
Topluluk rekabet hukuku kapsamında yasaklanan yıkıcı fiyat uygulamasına ilişkin
hukuki düzenlemeler ve Topluluk organları kararları ile getirilen kısıtların antidamping
hukuku
düzenlemeleri
soruşturmalarında
açısından
yapılan
gündeme
ilgili
ürün
gelmemesi
pazarı
ve
rekabet
analizinin
hukuku
damping
soruşturmalarındakilerden çok farklı esaslara dayanması da bu iki hukuk dalının
birbirinden ayrıldığı diğer başlıca yönlerdir. Bunlardan başka, Topluluk antidamping
hukukunun işletmelere tanıdığı bir hak olan damping şikayetinde bulunmak, bazı
hallerde Topluluk içinde rekabetin bozulması pahasına dampingin önlenmesi sonucunun
doğmasına neden olduğundan, bu da bu iki hukuk dalı arasındaki çatışmanın en çarpıcı
örneklerinden biridir. Söz konusu iki hukuk dalı, yukarıdaki bölümlerde açıklandığı gibi
farklı amaçlara hizmet ettiklerinden, aralarında bu çalışmada tespit edilen farklılıkların
bulunması bir bakıma normaldir. İki hukuk dalı arasındaki amaç farklılığı, gerek
kuralların konulması, gerek de uygulanması sürecinde farklılıklara ve kimi zaman da
çatışmalara yol açmaktadır.
Sözü edilen farklılıklara rağmen, kanımca, Topluluk hukuk sistemi içerisinde
mevcudiyetini sürdüren söz konusu iki hukuk dalının kısmen de olsa bağdaştırılması
mümkündür ve gereklidir. Bu bağlamda, damping soruşturmalarında alınması düşünülen
önlemlerin Topluluk pazarındaki rekabet üzerinde yaratacağı etkinin de dikkate
alınmasını gerektiren Topluluk menfaaati kavramı, her iki hukuk dalının kolladığı
menfaatlerin bir arada değerlendirilmesine imkan tanıdığından, asli öneme sahiptir.
Ayrıca, bu tez çalışmasında getirilen öneriler çerçevesinde, özellikle fiyat ayrımcılığı ve
yıkıcı fiyat iddialarına karşı ileri sürülebilecek savunmalar ile rekabet hukuku
87
soruşturmalarındaki ilgili ürün pazarı analizinde esas alınan kavram ve kıstasların
Topluluk antidamping hukukunda da tanınması, söz konusu iki hukuk dalının Topluluk
hukuk düzeni içinde bir arada mevcudiyetlerini sürdürmelerinden kaynaklanabilecek
sorunların en aza indirilmesi bakımından faydalı olacaktır.
88
ÖZET
Bu çalışmada, Avrupa Toplulukları antidamping hukuku ile, rekabet hukukunun
antidamping düzenlemeleri ile gerek farklılıkları, gerek kesişim noktaları en belirgin alt
alanı olan hakim durumun kötüye kullanılması yasağı arasındaki ilişki ve etkileşim
inceleme konusu yapılmıştır. Bu çerçevede, birinci bölümde Topluluk antidamping ve
rekabet hukuku düzenlemelerinin amacı ve hukuki çerçevesi hakkında bilgiler verilmiş
ve iki alan arasındaki amaç farklılığı üzerinde durulmuştur. İkinci bölümde, bu iki alan
arasında kimi zaman ortaya çıkan çatışmaların azaltılmasında kilit rol oynayan Topluluk
menfaati kavramı ile, bir yandan hakim durumun kötüye kullanılmasının yasaklanmasına
ilişkin düzenlemeler ile antidamping hukuku düzenlemelerinin konuları bakımından
örtüşen alanlarından birini teşkil eden, diğer yandan ise söz konusu iki alan arasındaki
farklılıkların kaynaklarından biri olan ilgili ürün pazarı kavramı incelenmiştir. Üçüncü
bölümde, antidamping hukuku ile rekabet hukukunun en belirgin ve öğretide en çok
üzerinde durulmuş örtüşme alanları olan hakim durumun kötüye kullanılması yasağı
kapsamındaki fiyat ayrımcılığı ve yıkıcı fiyat uygulamaları ile damping arasındaki
hukuki ilişki ele alınmıştır. Dördüncü bölümde, Topluluk antidamping hukuku ile
rekabet hukuku arasındaki en belirgin çatışma alanlarından olan hakim durumun
damping şikayetinde bulunulması yoluyla kötüye kullanılması sorunu üzerinde
durulmuştur. Sonuç bölümünde ise, çalışmada yapılan incelemeler sonucu varılan
bulgulara yer verilmiştir.
89
ABSTRACT
This thesis examines the relationship between the antidumping and competition
law rules in the European Communities (EC) legal system. In particular, the similarities
and conflicts between the rules prohibiting the abuse of dominant position within the
common market and the Antidumping Regulation provisions are analyzed with a view to
determining the issues arising from the co-existence of competition and antidumping
laws in the same legal system. The first chapter presents the objectives and legal
framework of both the EC antidumping and competition laws and points out to the
inherent tension between the objectives pursued by these two areas of law. The second
chapter deals with the concept of Community interest, which may serve to mitigate the
tension between antidumping and competition laws to some extent. It also examines how
the notion of relevant product market is determined in both antidumping and competition
law investigations with a particular attention to the different approaches of antidumping
and competition laws as regards the factors to be taken into account in defining the
relevant product market. The third chapter deals with the legal relationship between
dumping and two competition law concepts that are most commonly associated with it;
namely, price discrimination and predatory pricing. The fourth chapter discusses the
competition law problems that may arise when a dominant undertaking files an
antidumping complaint against an importer it is competing with and inquires into the
90
preconditions of holding such a company liable under the abuse of dominant position
provisions. The conclusion part lays out the findings and main points of the study.
91
KAYNAKÇA
KİTAPLAR VE MAKALELER
Andrews, P., (1998), “Is Meeting Competition a Defence to Predatory Pricing? - The
Irish Sugar Decision Suggests a New Approach”, The European Competition Law
Review, C.19, S.1, s.49-57.
Applebaum, H. M., (1974), “The Antidumping Laws; Impact on the Competitive
Process”, Antitrust Law Journal, C.43, s.590-607.
Aslan, İ. Y., (2007), Rekabet Hukuku, Bursa, Ekin Kitabevi.
Clemens, E. W., (1951), “Price Discrimination and the Multi-Product Firm”, The
Review of Economic Studies, C.19, S.1, s.1-11.
Ekdi, B., (2003), Gümrük Birliği Çerçevesinde Damping ve Yıkıcı Fiyat
Uygulamaları, Rekabet Kurumu Uzmanlık Tezi, Ankara, Rekabet Kurumu Yayınları.
Goyder, D. G., (2003), EC Competition Law, 4.baskı, New York, Oxford University
Press.
Hoekman, B. M., Mavroidis, P. C., (1996), “Dumping, Antidumping and Antitrust”,
Journal of World Trade, C.30, S.1, s.27-52.
92
Jackson, J. H., Davey, W. J., Sykes, A. O., (2002), Legal Problems of International
Economic Relations, 4. baskı, St. Paul, Minnesota, West Group.
Marceau, G., (1994), Anti-Dumping and Anti-Trust Issues in Free-Trade Areas,
New York , Oxford University Press.
McGee R. W., (1993), “The Case to Repeal the Antidumping Laws”, Northwestern
Journal of International Law & Business, C.13, S.3, s.491-562.
Michell, P., (1996), “Litigation and The Competition Act: Procuring Anti-Competitive
Effects Through Public Processes”, Canadian Business Law Journal, C.26, S.2, s.244297.
Öz, G., (2000), Avrupa Topluluğu ve Türk Rekabet Hukukunda Hakim Durumun
Kötüye Kullanılması, Ankara, Rekabet Kurumu Yayınları.
Sapir, A., (2006), “Some Ideas for Reforming the Community Anti-Dumping
Instrument”,
Expert Seminar on Trade Defence Instruments at the European
Commission.
Springer U., (1997), “Meeting Competition : Justification of Price Discrimination under
E.C. and U.S. Antitrust Law”, European Competition Law Review, C.18, S.4, s.251258.
Tavares de Araujo Jr., J., (2002), “Legal and Economic Interfaces Between Antidumping
and Competition Policy”, World Competition, C.25, S.2, s.159-172.
93
Van Bael, I., Bellis, J. F., (2004), Anti-dumping and Other Trade Protection Laws of
the EC, 4.baskı, The Hague, Kluwer Law International.
Van Bael, I., Bellis, J. F., (2005), Competition Law of the European Community,
4.baskı, The Hague, Kluwer Law International.
Whish, R., (2003), Competition Law, 5. baskı, London, Reed Elsevier.
Wooton, I., Zanardi, M., (2002), Trade and Competition Policy: Anti-dumping
versus Anti-Trust, Glasgow, University of Glasgow Press.
94
HUKUKİ DÜZENLEMELER VE KARARLAR
- The General Agreement on Tariffs and Trade 1994.
- Agreement on Implementation of Article VI of the General Agreement on Tariffs and
Trade 1994.
- Agreement on Subsidies and Countervailing Measures, 1994.
- Roma Anlaşması, O.J. C 321E, 2006 (Consolidated text).
- Council Regulation No 384/96 of 22 December 1995 on protection against dumped
imports from countries not members of the European Community, O.J. L 056/1, 1996.
- Council Regulation No 139/2004 of 20 January 2004 on the control of concentrations
between undertakings, O.J. L 024/1, 2004.
- Commission Notice on the definition of the relevant market for the purposes of
Community competition law, O.J. C 372/5, 1997.
- EC Commission, Eleventh Annual Report on the Community’s Anti-Dumping and
Anti-Subsidy Activities, 1993.
- AKZO Chemie BV v. Commission, [1991] ECR I-3359.
- Canon Inc. v. Council, [1988] ECR 5731.
- Detlef Noelle v. Hauptsollamt Bremen-Freihafen, [1991] ECR I-5163.
- ECS v. AKZO (83/462/EEC): [1983] 3 C.M.L.R. 694.
- Eurofix-Bauco v. Hilti, O.J. L 65/19, 1988.
- Hoffmann-La Roche v. Commission, [1979] ECR 461.
- Hollow Sections, O.J. L 175/3, 2003.
95
- Istituto
Chemioterapico
Italiano
and
Commercial
Solvents
Corporation
v.
Commission, [1974] ECR 223.
- ITT Promedia NV v. Commission, [1998] ECR II-2937.
- Large Rainbow Trout, O.J. L 232/29, 2003.
- Michelin v. Commission, [1983] ECR 3461.
- Polysulphide Polymers, O.J. L 82/25, 1998.
- Potassium Chloride, O.J. L 112/4, 2000.
- Pure Silk Typewriter Ribbon Fabrics, O.J. L 174/27, 1990.
- Seamless Pipes and Tubes of Iron or Non-Alloy Steel, O.J. L 45/1, 2000.
- Sodium Cyclamate, O.J. L 232/12, 2003.
- Tetra Pak International SA v. Commission, [1994] ECR II-755.
- Tetra Pak International SA v. Commission, [1996] ECR I-5951.
- United Brands Company and United Brands Continentaal BV v. Commission, [1978]
ECR 207.
- Grip-Pak Inc. v. Illinois Tool Works Inc., 694 F.2d 466 (7th Cir. 1982).
- Premier Electrical Construction Co. v. National Electrical Contractors Association,
Inc., 814 F.2d 358 (7th Cir. 1987).
96
YARARLANILAN DİĞER KAYNAKLAR
Dirikkan, H., (1996), Karşılaştırmalı Hukuk Açısından Damping ve Antidamping
Önlemler, İzmir, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları.
Lang, J. T., (1988), “Reconciling European Community Antitrust and Antidumping,
Transport and Trade Safeguard Policies; Practical Problems”, 1988 Annual
Proceedings of Fordham Corporate Law Institute, b.7, s.1-90.
Messerlin, P. A., (1990), “Antidumping Regulations or Procartel Law? The EC
Chemical Cases”, The World Bank International Economics Department.
Viner, J., (1966), Dumping: A Problem in International Trade, Chicago, University
of Chicago Press.
Yağmur, D., (1998), “Rekabet Politikası ve Antidamping Politikası: Ekonomik
Bütünleşmeler ve Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri Açısından”, Dış Ticaret Dergisi, S.
8, Ankara.
97
Download