ankara ün vers tes fen bl mler enst tüsü yüksek l sans tez türk ye`de

advertisement
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
TÜRKİYE’DE YEREL YÖNETİMLERİN ÇEVRE POLİTİKASI
UYGULAMALARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Süleyman BULUT
TARIM EKONOMİSİ ANABİLİM DALI
ANKARA
2008
Her hakkı saklıdır
TEZ ONAYI
Süleyman BULUT tarafından hazırlanan “Türkiye’de Yerel Yönetimlerin Çevre
Politikası Uygulamalarının Değerlendirilmesi” adlı tez çalışması aşağıdaki jüri
tarafından oy birliği ile Ankara Üniversitesi FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ TARIM
EKONOMİSİ Anabilim Dalı’nda YÜKSEK LİSANS TEZİ olarak kabul edilmiştir.
Danışman : Doç. Dr. Emine OLHAN
Jüri Üyeleri :
Başkan : Prof. Dr. Canan ABAY
Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Anabilim Dalı
Üye
: Doç. Dr. Emine OLHAN
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Anabilim Dalı
Üye
: Doç. Dr. Bülent GÜLÇUBUK
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Anabilim Dalı
Yukarıdaki sonucu onaylarım.
Prof. Dr. Ülkü MEHMETOĞLU
Enstitü Müdürü
ÖZET
Yüksek Lisans Tezi
TÜRKİYE’DE YEREL YÖNETİMLERİN ÇEVRE POLİTİKASI
UYGULAMALARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Süleyman BULUT
Ankara Üniversitesi
Fen Bilimleri Enstitüsü
Tarım Ekonomisi Anabilim Dalı
Danışman: Doç. Dr. Emine OLHAN
Bu Yüksek Lisans çalışmasında “Türkiye’de Yerel Yönetimlerin Çevre Politikası
Uygulamalarının Değerlendirilmesi” ele alınmıştır. Günümüz dünyasının en önemli
sorunlarının başında gelen çevre sorunlarının, yaygın olarak yerel sorunlar olarak ortaya
çıkmasından ve insan yaşamının doğumundan ölümüne kadar yerel yönetimlerle sürekli
bir ilişki içinde olmasından dolayı yine bu sorunların çözüm noktasında yerel
yönetimlerin önemi ortaya konulmuştur. Buradan hareketle bu tezin amacı olan çevre
kirliliği konusunda “küresel düşün, yerel uygula” felsefesi temel alınarak, günümüzde
daha etkin bir hale dönüşmüş olan yerel yönetimlerin çevre konusunda taşıdıkları
sorumluluklar yasal düzenlemeler çerçevesinde belirlenmiştir. Konu ile ilgili olarak
önce genel anlamda Türkiye’de yerel yönetimlerin çevre ile ilgili mevcut durumları
açıklanmış; sonra da yasalarca belirlenen sorumluluklarının uygulamadaki durumu,
Ankara Büyükşehir Belediyesi ölçeğinde ortaya konulmuş, bu doğrultuda tespit edilen
sorunlara yönelik çözüm önerileri ve tavsiyeler belirtilmiştir.
Ocak 2008, 105 sayfa
Anahtar Kelimeler: Yerel Yönetimler, Çevre Koruma, Politika, Çevre Kirliliği
i
ABSTRACT
Master Thesis
EVALUATION OF ENVIRONMENTAL POLICY PRACTIES OF LOCAL
ADMINISTRATIONS IN TURKEY
Süleyman BULUT
Ankara University
Graduate School of Natural and Applied Sciences
Department of Agricultural Economy
Supervisor: Assoc. Prof. Dr. Emine OLHAN
In this master study, “Evaluation of Environmental Policy Practies of Local
Administrations in Turkey” has been taken in hand. Due to environmental problems
which comes on the top of the most important problems of today’s world appear
commonly as local problems and human life from birth to death is continuously in
relation with local administrations, however at the solution point of this problems, the
importance of local administrations has been displayed. Acting from here, on the issue
of environmental pollution which is the purpose of this thesis by having “think globally,
act locally” philosophy as base responsibilities of local administrations on
environmental issue that is today directed more effected form was determined in the
scope of legal regularities. In relation to this subject, firstly present situation of local
administrations about environment has been explained, then practical situation of
responsibilities fixed by law, put forward in scale of Ankara Metropolitan Municipality,
it has been specified solution proposals and advice about concerns fixed in that
direction.
January 2008, 105 pages
Key Words: Local Administrations, Environment Protection, Policy, Environment
Pollution
ii
TEŞEKKÜR
Tarla Bitkileri lisans mezunu olarak geldiğim Tarım Ekonomisi Anabilim Dalı’nda her
şeyden önce Anabilim Dalı’na adaptasyonumda, çalışmalarımı yönlendirmesinde,
araştırmalarımın her aşamasında bilgi, öneri ve yardımlarını esirgemeyerek akademik
ortamda olduğu kadar insani ilişkilerde de sonsuz desteğiyle gelişmeme katkıda bulunan
danışman hocam sayın Doç. Dr. Emine OLHAN’a, yüksek lisans dersleri ve tezimin
yazımı esnasındaki yardımlarından dolayı Araş. Gör. Yener ATASEVEN’e, tezimin
hukuki mevzuatla ilgili kısımlarındaki katkılarından dolayı ağabeyim Hukuk Müşaviri
Özkan BULUT’a, lisans ve yüksek lisans öğrenimimin ders aşamasında derslerime ve
çalışmalarıma devam edebilmem için gösterdiğim insanüstü gayretlere sağladıkları
kolaylıklar için Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’ndaki mesai arkadaşlarıma, çalışmalarım
süresince birçok fedakarlıklar gösterip beni destekleyerek her an yanımda olan eşim ve
oğluma, yaşamımın her döneminde bana duydukları güven için aileme en derin
duygularla teşekkür ederim.
Süleyman BULUT
Ankara, Ocak 2008
iii
İÇİNDEKİLER
ÖZET................................................................................................................................. i
ABSTRACT .....................................................................................................................ii
TEŞEKKÜR………………………………………………………………………...….iii
KISALTMALAR DİZİNİ……………………………………………………………..vi
1. GİRİŞ ........................................................................................................................... 1
1.1 Konu İle İlgili Yapılmış Çalışmalar…………..….….………………....………….3
2. KURAMSAL TEMELLER…………………………………………………………5
2.1 Çevre Sorunları ve Çevre Politikası. ....................................................................... 5
2.2 Yerel Yönetimler ve Çevre......................................................................................12
3. MATERYAL VE YÖNTEM…………………………………………………..…..14
4. ARAŞTIRMA BULGULARI……………………………………………………...15
4.1 Çevre Konusunda Uluslararası Gelişmeler. ......................................................... 15
4.2 Avrupa Birliği Çevre Politikalarının Gelişimi. .................................................... 17
4.2.1 Avrupa Birliği’nin çevre konusunda kurumsal yapılanması........................... 21
4.2.2 Avrupa Birliği’nde yerel yönetimler. ................................................................. 22
4.3 Türkiye’de Çevre Politikasının Gelişimi............................................................... 28
4.3.1 Türkiye Cumhuriyeti anayasalarında çevre...................................................... 41
4.3.2 Çevre Kanunu ...................................................................................................... 44
4.4 Merkezi Yönetimde Çevre Yönetimi ve Örgütlenmesi........................................ 47
4.4.1 Çevre ve Orman Bakanlığı.................................................................................. 48
4.4.2 Tarım ve Köyişleri Bakanlığı. ............................................................................. 52
4.4.3 İçişleri Bakanlığı. ................................................................................................. 52
4.4.4 Bayındırlık ve İskan Bakanlığı. .......................................................................... 52
4.4.5 Maliye Bakanlığı. ................................................................................................. 53
4.4.6 Sanayi ve Ticaret Bakanlığı................................................................................. 53
4.4.7 Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı. ................................................................ 53
4.4.8 Kültür ve Turizm Bakanlığı................................................................................ 54
4.4.9 Ulaştırma Bakanlığı. ............................................................................................ 54
4.4.10 Milli Eğitim Bakanlığı. ...................................................................................... 54
4.4.11 Sağlık Bakanlığı.................................................................................................. 54
iv
4.4.12 Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı............................................................. 55
4.5 Türkiye’de Yerel Yönetimlerin Çevre Konusundaki Sorumlulukları…….…..55
4.5.1 Köyler. ................................................................................................................... 55
4.5.2 İl Özel İdareleri. ................................................................................................... 56
4.5.3 Belediyeler............................................................................................................. 57
4.6 Belediyelerin Çevre Hizmetleri.............................................................................. 60
4.6.1 Belediyelerin çevre koruma konusunda kullanabilecekleri araçlar................ 64
4.6.2 Belediyelerin çevre ile ilgili faaliyetlerinde karşılaşılan sorunlar.................... 68
4.7 Türkiye’de Yerel Yönetimler Çevre İlişkisi ......................................................... 71
4.8 Bir Yerel Yönetim-Çevre İlişkisi Örneği Olarak Ankara Büyükşehir
Belediyesi........................................................................................................................ 79
5. TARTIŞMA VE SONUÇ.......................................................................................... 95
KAYNAKLAR ............................................................................................................ 101
ÖZGEÇMİŞ................................................................................................................. 105
v
KISALTMALAR DİZİNİ
AB
Avrupa Birliği
AET
Avrupa Ekonomik Topluluğu
AOÇ
Atatürk Orman Çiftliği
ASKİ
Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü
BYKP
Beş Yıllık Kalkınma Planı
CPLRE
Congres des Pouvoırs Locaux et Regıonaux de l'Europe
(Yerel ve Bölgesel Yönetimler Sürekli Konferansı)
ÇED
Çevresel Etki Değerlendirme
DPT
Devlet Planlama Teşkilatı
DSİ
Devlet Su İşleri
ECC
Environment Consultative Committee (Çevre Danışma Komitesi)
EEA
European Environment Agency (Avrupa Çevre Ajansı)
EIONET
European Environment Information and Observation Network
(Avrupa Çevre Enformasyon ve İzleme Ağı)
IMPEL
Implementation and Enforcement of Environmental Law
(Çevre Hukukunu Uygulama ve Yürütme Ağı)
KHK
Kanun Hükmünde Kararname
TÜİK
Türkiye İstatistik Kurumu
UNEP
United Nations Environment Programme
(Birleşmiş Milletler Çevre Programı)
vi
1. GİRİŞ
Gelişmiş ülkelerin gündemine 1970’li yılların başından itibaren giren çevre sorunlarına
çözüm arayışları her geçen gün daha çok artmasına rağmen çevre sorunları dünyayı
giderek daha yaşanmaz hale getirmektedir. Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de
çevre sorunları toplumsal yaşamda en büyük sorunların başında gelmektedir. Hiçbir
arıtmaya tabi tutulmadan akarsu, göl yada denizlere boşaltılan sanayi ve evsel atıklar,
düzensiz kentleşme, göç hareketleri ve nüfus artışı, imar planlarında çevre boyutunun
ihmal edilmesi, başta bilinçsiz girdi kullanımının neden olduğu tarımsal faaliyetler ve
tarım topraklarının amaç dışı kullanımı çevre sorunlarının başlıca nedenleri olmuştur.
Türkiye’de çevrenin korunmasına yönelik olarak öncelikle 1982 Anayasası’nda bazı
hükümler getirilmiş, bu hükümler gereğince de 1983 yılında Çevre Kanunu kabul
edilerek çevrenin korunması, geliştirilmesi ve çevre kirliliğinin önlenmesine yönelik
olarak genel ilkeler belirlenmiş ve hukuki müeyyideler getirilerek bu konuda önemli bir
boşluk giderilmiştir. 1991 yılında da Çevre Bakanlığı’nın kurulmasıyla çevre
konusunda en üst düzey örgütlenmeye geçilmiş, böylece çevreye ilişkin tutarlı, bütüncül
politikalar üretmek ve çevrenin korunmasını devlet boyutunda ele almak olanağına
kavuşulmuştur. Fakat çevrenin korunmasında sadece bir kurumu sorumlu tutarak ve
birtakım yasal önlemlerle, cezai müeyyidelerle gerçekleştirmek imkansızdır. Bu konuda
çevreye saygılı, bilinçli ve duyarlı bir toplum yaratmak ve çevre sorunlarının çıkış
noktasının yerel olmasından dolayı yerel yönetim birimlerinin de sorumluluklarını
yerine getirmeleri sağlanmalıdır. Aksi taktirde soruna merkezi kurum ve yerel
yönetimlerin
bütüncül
yaklaşmamasından
dolayı
çevre
sorunlarında
azalma
görülmemektedir.
Yerel yönetimler özellikle halkın ortak ve yerel gereksinimlerini gideren kamu
kuruluşları olduklarından öncelikle yerel düzeyde ortaya çıkan çevre sorunlarının
çözümünde etkili ve sorumludurlar. Belediyelerin çevre yönetimini üstlenmesi
gerekliliği genel olarak çevre sorunlarının yerel odaklı olması, çevre sorunlarının
yayılma olasılığı taşıması, sorunların çevreden yararlanan herkesin katılımıyla
çözülebileceği gerçeği ve yerel yönetimlerin bu katılıma açık olması gibi nedenlerden
kaynaklanmaktadır. Çevre kirliliğinin sınır tanımaması nedeniyle çevrenin korunması,
geliştirilmesi ve iyileştirilmesi öncelikle sorunun kaynağında çözülmesi zorunluluğu ile
yerel yönetimlerin sorumluluk alanında olması gerekmektedir. Haziran 1992’de Rio’da
1
yapılan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda kalkınmanın sosyal,
ekonomik ve çevresel yönden sürdürülebilir olması için kabul edilen Gündem 21
çevresel kaynakların korunması ve yönetimini kapsamaktadır. Bu noktadan hareketle
Gündem 21’in oluşturulması ve uygulanması sorumluluğu yerel yönetimlere verilmiştir.
Çevre sorunlarının en belirgin özelliği her şeyden önce çıkış noktasının yerel nitelikli
olmasıdır. Bu nedenle çevre sorunlarının çözüm noktasında yerel yönetimlerin
sorumluluğu da önem arz etmektedir. Tezde yerel yönetimlerin çevre sorunlarının
çözümüne yönelik sorumlulukların ortaya konulması amaçlanmıştır. Yasalarla yerel
yönetimlere verilen sorumlulukların ne kadarının yerine getirildiğini ortaya koymakta
amaçlarımız arasındadır. Bu nedenle Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin çevre
konusundaki uygulamaları ve bu uygulamaların değerlendirilmesi de tezin kapsamı
içersindedir. Mevcut duruma ve söz konusu faaliyetler gerçekleştirilirken karşılaşılan
sorunlara yönelik tavsiye ve çözüm önerileri de tezin son kısmını oluşturmuştur.
2
1.1 Konu İle İlgili Yapılmış Çalışmalar
Anonim (2007) Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin resmi web sitesinde Büyükşehir
Belediyesi’nin tarihi gelişimi incelenerek, çevreyle ilgili direk yada dolaylı sorumluluğu
bulunan birimlerin görevleri açıklanmıştır.
Anonymous (2007) Avrupa Birliği resmi web sitesindeki çalışmada Avrupa Birliği’nin
çevre politikaları, bu politikaların dayandığı yasal düzenlemeler ve ilkelerle çevre
konusundaki kurumsal yapılanma anlatılmıştır.
Anonim (2006a, b), (2005a, c, f) Çevre Mühendisleri Odası Ankara Şubesi tarafından
yapılan bu çalışmalarda Ankara’nın katı atık, içme suyu, hava kirliliği, gürültü kirliliği
gibi başlıca çevresel konulardaki mevcut durumu ve sorunları ele alınarak çözüm
önerileri geliştirilmiştir.
Aytaç (2005) tarafından yapılan çalışmada 5215 sayılı Belediye Kanunu ile 5216 sayılı
Büyükşehir Belediyesi Kanunu gerekçeleriyle açıklanarak belediyelerin ve büyükşehir
belediyelerinin yetki, görev ve sorumlulukları irdelenmiştir.
Güler (2004) çalışmasında Avrupa Birliği ülkelerinde yerel yönetim modellerini,
yapılanmalarını, yerel yönetimlerin görev ve sorumluluklarını, yerel yönetimlerin tüm
kamu harcamaları içersindeki paylarını inceleyerek Türkiye’yle karşılaştırmıştır.
Ökmen (2003) tarafından yapılan çalışmada gelişmiş ülkelerin demokratik ve çağdaş
değerlerinin başında gelen yerel haklar, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ve
Avrupa Kentsel Şartı temelinde ele alınmıştır.
Anonim (2002a) Türkiye İstatistik Kurumu tarafından yapılan çalışmada içme suyu, atık
su, katı atık, hava kirliliği vb. çevresel konularda Türkiye’nin 2002 yılındaki durumu,
bu konularda yaşanılan sorunlarla beraber ele alınmıştır.
Balman (2002) tarafından yapılan çalışmada çevre kirliliğinin kontrolünde atıksu arıtımı
konusu, sorunlardan çözüm önerilerine kadar tüm boyutlarıyla irdelenmiştir.
3
Budak (2000) çalışmasında Avrupa Birliği çevre politikasının gelişiminden başlayarak
Avrupa Birliği ve Türkiye’nin çevre politikalarını ve bu politikalara ait ilkeleri ele
almıştır.
Bademli (1999) çalışmasında 1980 sonrası Ankara’da şehir planlamasından hareketle
başkentin geleceğe uzanan, çevresel planlarında içinde yer aldığı şehirleşme sürecini
incelemiştir.
Kuzu (1997) çalışmasında 1961 ve 1982 Anayasaları çerçevesinde kamu hukuku
açısından çevre korumanın yasal mevzuat boyutunu incelemiştir.
Ünlü (1995) tarafından yapılan çalışmada yerel yönetimlerin çevre konusundaki görev
ve sorumlulukları incelenerek, bu konuda yaşanılan sorunlar ve geliştirilen çözüm
önerileri ortaya konulmuştur.
Acar (1991) çalışmasında çevre sorunlarının çözümünün etkin ve kalıcı olabilmesi
noktasında kullanabilecekleri teknik, ekonomik ve yasal araçları örneklerle açıklamıştır.
Freestone (1991) tarafından yapılan çalışmada Avrupa Birliği’nin çevre politikası ve bu
konudaki yasal düzenlemeler üzerinde durulmuştur.
Tankut (1990) tarafından yapılan çalışmada 1929-1939 yılları arasında, yeni başkent
Ankara’da yapılan imar, iskan ve çevre düzeni çalışmaları şehir plancılığı açısından ele
alınmıştır.
4
2. KURAMSAL TEMELLER
2.1 Çevre Sorunları ve Çevre Politikası
Çevre, yeni ve giderek güncelleşen bir kavram olarak gittikçe daha fazla önem
kazanmakta ve çeşitli şekillerde ifade edilmekte olup doğal bilimlerden sosyal bilimlere
aktarılan bir kavramdır ve sınırlarının belli bir tanımlamasını yapmak da güçtür. Genel
bir yaklaşımla çevre, tüm canlı varlıkları çepeçevre kuşatan ve onların yaşamlarını
olumlu veya olumsuz yönde etkileyen eylemler bütünü yada insan faaliyetleri ve canlı
varlıklar üzerinde hemen veya zaman içinde dolaylı yada dolaysız bir etkide
bulunabilecek fiziksel, kimyasal, biyolojik ve toplumsal etkenlerin belli bir zamandaki
toplamıdır. Bu tanım biraz daha açılacak olursa çevre (Keleş ve Hamamcı 1997);
• İnsanın diğer insanlarla olan karşılıklı ilişkilerini, insanların bu ilişkiler sürecinde
birbirlerini etkilemesini,
• İnsanın kendi dışında kalan tüm canlı varlıklarla yani bitki ve hayvan türleriyle olan
karşılıklı ilişkilerini ve etkileşimini,
• İnsanın canlılar dünyası dışında kalan ama canlıların yaşamlarını sürdürdükleri
ortamdaki tüm cansızlarla yani hava, su, toprak, yeraltı zenginlikleri ve iklimle olan
karşılıklı ilişkilerini anlatır.
Tanımlardan da anlaşılacağı üzere her organizmanın çevresi canlı ve cansız olmak üzere
iki kısma ayrılır. Fiziksel çevre unsurları (iklim, hava, su, toprak) cansız çevreyi;
biyolojik çevre unsurları ise (insanlar, hayvanlar, bitki örtüsü, mikroorganizmalar) canlı
çevreyi oluşturur. Böylece çevre canlı ve cansız varlıkların karşılıklı etkileşimleriyle
oluşmaktadır. Doğal çevre sistemlerinin işleyişinin insanlık için bir sorun haline
dönüşmesinde başlıca rol yine insanoğluna aittir. İnsanoğlunun bilimsel ve teknolojik
ilerlemenin karşılığında doğal çevre ilişkilerini bozucu faaliyetleri yani doğaya egemen
olma düşüncesi, insanlığın doğal çevreye ilişkin sorunlarını da giderek arttırmaktadır.
5
İnsan açısından çevre olgusu doğal ve yapay çevre olmak üzere de ikiye ayrılabilir.
Doğal çevre, insan müdahalesi bulunmadığı için değişikliğe uğramamış, tahrip
edilmemiş çevre olarak tanımlanmaktadır. Yapay çevre ise insanlığın günümüze dek
uzanan toplumsal ve ekonomik gelişim süreci içinde, doğal çevreden yararlanarak
ortaya çıkardığı tüm değerler ve varlıklardır (Keleş 1992). Yani yapay çevrenin temel
özelliği tümüyle insan müdahalesiyle oluşmuş olmasıdır. Doğal çevre sistemi yanında
çeşitli etkinlikleriyle yapay çevre sistemleri oluşturmaya çalışan insanoğlu, doğal çevre
aleyhine işleyen bir insan-doğal çevre döngüsü yaratmış, bu döngünün sonucu olarak da
çevre sorunları olarak adlandırılan bir dizi sorun ortaya çıkmıştır. Literatürde çevre
kirlenmesi ve çevre sorunları çoğu zaman aynı anlamda kullanılıyorsa da çevre
sorunları daha kapsamlı olup çevre kirliliğini de içerir. Dolaysıyla dar anlamda bu
sorunlar hava, toprak, su kirlenmesi ve bu kirliliğin çevrede yaşayanlar için tehlike
oluşturması olarak algılanırken, günümüzde kirlenme dışında pekçok sorun çevre
sorunu olarak kabul edilmektedir.
Çevre sorunlarının belli başlı nedenleri arasında nüfus artışı, düzensiz kentleşme, orman
tahribi ve erozyon, orman yangınları, kanunsuz ve aşırı avcılık, konut ve işyerlerinde
kalitesiz yakıt kullanımı, sanayi tesislerinin neden olduğu kirlilik, kişi başına kullanılan
enerji, su ve kömür miktarındaki artış, doğal bitki örtüsünün tahribi, atmosferik
özelliklerden kaynaklanan problemler (asit yağmurları vs.), atık sular, çöp ve katı
atıklar, yanlış arazi kullanımı vb. sayılabilir. Bu nedenleri nüfus artışı, sanayileşme,
kentleşme ve tarımsal faaliyetler olmak üzere dört grupta özetleyebilmek mümkündür:
a) Nüfus Artışı:
Hızlı nüfus artışı çevre kirlenmesi ve kaynak tüketilmesi gibi çevre sorunlarının temel
nedenlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Zira maden, su, oturulabilir alan, tarım
alanları gibi doğal kaynaklar sınırlıdır ve giderek azalmaktadır. Nüfus arttıkça yiyeceğe,
suya, enerjiye olan ihtiyaç artmakta söz konusu doğal kaynakların dengesizce
kullanılması ise doğanın kendini yenileme gücünü azaltmakta, temiz hava, su, orman ve
verimli topraklar tahribata uğramaktadır. Yani nüfus artışı doğal kaynaklar üzerinde bir
baskı unsurudur. Çevre denilen biyolojik sistemler bütünü de bu baskı ile yanlış
6
kullanılmakta bunun sonucu olarak çevrenin bozulması, kirlenmesi ve hatta yok olması
ortaya çıkmaktadır (Kaplan 1997).
b) Sanayileşme:
Ülke kalkınmasında anahtar faktör olarak kabul edilen sanayileşme doğal kaynak
harcaması, enerji tüketimi ve üretim nihai sonucu yaratılan kirlilik ve atıklar yüzünden
çevre sorunlarının önde gelen nedenlerinden biri olmuştur (Kaplan 1997). Günümüzde
de sanayileşme, tüm dünya ülkelerinin sosyo-ekonomik gelişiminin bir ön koşuludur.
Fakat aynı zamanda sanayileşmenin plansız, düzensiz ve çevreyi dikkate almayan bir
teknoloji ile gerçekleştirilmesi çevre sorunlarına neden olan unsurların başında
gelmektedir. Sanayileşme ile insan gücünün yerine bilimsel ve teknolojik gelişmelere
bağlı olarak makinelerin üretim sürecine ikamesi başlamıştır. Böylece üretim kapasitesi
yükselmiş, buna bağlı olarak da tüketim miktarı ve çeşitleri artmıştır. Önceleri sınırsız
ve bedava kabul edilen doğa, sanayileşme süreci ile sınırlı sermayeye dönüşmüştür.
Sanayileşme ile verimli arazilerin bir kısmı sanayiye aktarılarak yok edilmiş ve ileriki
aşamalarda işletmelerden kaynaklanan gürültü, hava, su, toprak kirlilikleri gündeme
gelmiştir (Görmez 1997). Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde ise kalkınmayı
hızlandırmak amacıyla çevreyi dikkate almayan ve uzun vadeli tercihler yerine kısa
vadeli tercihleri yeğleyen sanayileşme politikalarının uygulanması sanayileşmeden
kaynaklanan kirlenmeyi daha da arttırmaktadır. Plansız sanayileşme sonucu sektörün
yatırımlarını yapması için yanlış yer seçmesi de sosyo-ekonomik kalkınmanın önemli
unsurları olan turizm, tarım gibi sektörlerin kaynaklarının yok olmasına neden
olmaktadır. Bunun en çarpıcı örneklerinden birisi Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın 2002
yılı verilerine göre organize ve küçük sanayi siteleri için tahsis edilen toplam 17.999
hektar arazinin % 62’sine tekabül eden 11.196 hektar arazinin, I. - IV. sınıf arasında
tarıma elverişli topraklar üzerinde olmasıdır. Bu rakamlara 3194 sayılı İmar Kanunu
gereği imar planı içinde olan yerlerde belediyelerce, imar planları dışındaki yerlerde
valiliklerce sanayiye tahsis edilen tarım arazileri dahil değildir (Anonim 2002a). Bu
alanların Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın denetimi altında olan yerlerden çok daha fazla
olduğu bilinmektedir. Ön izinsiz yapılaşan sanayi tesislerine birkaç örnek vermek
gerekirse sadece Amasya Süt Fabrikası, Balıkesir Yem Fabrikası, Erzurum- Ilıca Et
7
Mamülleri Tesisleri ve Pasinler Sigara Fabrikası ile İzmir Selçuk Yem Fabrikası gibi
birkaç tesis bile 1.100 dekar tarıma elverişli araziyi tarım dışı bırakmıştır. Tarım
topraklarının kaybını hızlandıran diğer etkenler de kentsel altyapı, karayolları,
demiryolları, havaalanları gibi kamu yatırımları ile tuğla-kiremit fabrikaları ve maden
ocaklarının faaliyetleridir. Çarpıcı bir örnek olarak Türkiye’de tuğla-kiremit
fabrikalarında hammadde olarak her yıl 17.000.000 tonu aşkın, diğer bir ifade ile bir
metre kalınlığında 11.000 dekar tarım toprağı geri dönüşü olmaksızın kullanılmaktadır
(Anonim 2005c).
c) Kentleşme:
Kentleşme, sanayileşme ve ekonomik gelişmeye koşut olarak kent sayısının artması ve
bugünkü kentlerin büyümesi sonucunu doğuran, toplum yapısında artan oranda
işbölümü ve uzmanlaşma yaratan, insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü
değişikliklere yol açan bir nüfus birikimi sürecidir. Kentleşme eğilimi, kısa dönemlerde
toplumların refah düzeylerinin arttırılmasında kaçınılmazdır. Ancak önlemsiz ve aşırı
bir kentleşme, yerleşimlerin belli bir bölgede toplanmasının sonucu ekolojik dengenin
bozulmasına yol açan unsurları doğrudan etkilemektedir. Büyük kentler bir yandan
doğal nüfus artışı ile büyümekte, talep artışına paralel olarak üretim artmakta bu da
fiziksel çevrenin kirlenmesine neden olmaktadır. Bir başka önemli etkende yanlış
kentleşme politikaları olup önümüzdeki yıllar itibariyle tüm dünya nüfusunun yaklaşık
yarısının kentlerde yaşayacağı tahmin edilmektedir. Bu da mevcut sorunlara yenilerinin
ekleneceğinin bir ifadesidir (Değirmendereli 2004).
d) Tarımsal Faaliyetler:
Toprak işleme, sulama, münavebesiz ekim, bilinçsiz girdi kullanımı tarımsal
faaliyetlerden kaynaklanan çevre sorunlarının en önemli unsurlarıdır (Olhan 2005).
Toprak işleme toprağın organik maddesinin ayrışmasını hızlandırarak hem organik
madde kapsamı bakımından toprağın zayıf düşmesine hem de rüzgar erozyonu yoluyla
önemli miktarda kayıplara neden olmaktadır. Sulamadan kaynaklanan sorunların
başında ise yanlış sulama sistemleri uygulanması sonucu oluşan taban suyunun
8
yükselmesi ve toprakta oluşan tuzlulaşma sonucu tarım topraklarının çoraklaşması ile
sulamadan geri dönen suların beraberinde taşıdıkları gübrelerle pestisitlerin toprağın
derinliklerine sızarak yer altı su kaynaklarına karışması sonucu kirlenmeler gelmektedir.
Geleneksel tarım yöntemlerinde topraktaki bitki besin maddelerinin tek yönlü
tüketilmesi, hastalık ve zararlıların artması, yüksek oranda yapılan sulamalar ve yoğun
toprak işlemeleri ile toprağın verimliliği giderek azalmaktadır. Bu tarz uygulamalar
zamanla
topraklarda
ıslahı
güç
çoraklaşmalar
meydana
getirmektedir.
Bu
olumsuzlukların giderilmesinde ekim nöbeti uygulaması büyük önem taşımaktadır.
Tarımsal kaynaklı çevre sorunlarını oluşturan ve önemli birer girdi olan kimyasal
gübrelerin ve ilaçların gerek dünyada gerekse Türkiye’de kullanımı yıldan yıla
artmaktadır. Bu iki önemli girdinin bilinçsiz ve aşırı kullanımı ise toprağın yapısında
bozulmalara, fazlalıklarının toprağın derinliklerine sızarak yer altı sularını kirletmesine,
insan ve hayvan sağlığı ile bitki kalitesinde çok büyük olumsuzluklara neden olmaktadır
(Taşkaya 2004).
Besin maddelerinin hemen hemen tamamına yakınının elde edildiği toprak, tarımsal
üretimin vazgeçilmez bir unsurudur ve yeterli önlemlerle korunamadığında yitirilebilen
kaynaklardandır. 1 cm toprak yaklaşık 250 yılda oluşmaktadır. Verimli tarım
topraklarının oluşum süreci ise hızlandırılamamaktadır (Bulut 2005). Dünya nüfusunun
hızla artması tarım ürünlerine talebi artırmakta ve sonuçta toprak, orman ve meralar
başta olmak üzere bütün doğal kaynaklar üzerindeki insan müdahaleleri ve baskıları
artmaktadır. İnsanların kendi faaliyetleri ile kirlettiği çevre, sebebi ve sorumlusu ne
olursa olsun, bütün insanlığı tehdit eder hale gelmiştir. Günümüzde başlıca çevre
sorunları hava, su, toprak ve gürültü kirliliği ile katı atıkların oluşturduğu kirlilik olarak
sıralanabilir. Bunlar kısaca şöyle özetlenebilir:
a) Hava Kirliliği:
Hava kirliliği atmosferdeki toz, duman, koku, su buharı şeklinde bulunabilecek
kirleticilerin, insan ve diğer canlılar ile eşyaya zarar verici miktara yükselmesidir.
Tanımdan da anlaşılacağı gibi havadaki kirlenmenin hem insan sağlığına hem de
doğaya zarar verecek hale gelmesi, ortamdaki kirletici unsurların havanın kendini
9
temizleme kapasitesini aşacak düzeyde fazlalaşmasıyla oluşmaktadır. Havanın doğal
yapısını bozan kaynakların başında enerji ve ısı üretimi, katı atıkların yakılarak yok
edilmesi, orman yangınları, sanayi faaliyetlerinden ve motorlu ulaşım araçlarından
çıkan zararlı gazlar gelmektedir. Hava sirkülasyonunun yetersiz olduğu basık yerlerde
kurulan kentlerde ev ve endüstri kökenli dumanlar, doğal su buharı ve buz kristalleri ile
birleşerek havanın kirli görünmesine, sisli, puslu bir şekle girmesine neden olur. Havayı
kirleten maddeler olarak karbon monoksit, kükürt dioksit, florürler, gaz buharlar,
kurşun, kurum, arsenik gibi parçacıklar ve radyoaktif maddeler sayılabilir (Görmez
1997).
Türkiye’de son yıllardaki hızlı ve plansız kentleşme, sanayinin yer seçiminde topoğrafik
ve meteorolojik koşullar ile kentleşmeye ilişkin özelliklerin dikkate alınmaması, sanayi
atıklarına etkili bir arıtımın uygulanmaması gibi nedenler hava kirliliğinin hızla
artmasına yol açmıştır.
b) Su Kirliliği:
Su, tüm canlıların yaşam koşullarını belirleyen temel öğelerdendir. Dünyanın % 75’inin
sularla kaplı olduğu bilinmektedir. Dünyada suyun bu kadar bol bulunmasına karşın
çevre sistemlerindeki insan ve diğer canlıların yaşamsal gereksinmelerini karşılayan
akarsu ve tatlı su göllerinin toplam su miktarı içindeki payı sadece % 0,36 kadardır
(Bozyiğit ve Karaaslan 1998). Su kirliliği su kaynaklarının kullanılmasını bozacak
ölçüde organik, inorganik, biyolojik ve radyoaktif maddelerin suya karışması olarak
ifade edilir (Keleş ve Hamamcı 1997). Su kirliliğinin nedenleri de kaynaklarına göre
tarımsal etkinliklerin neden olduğu kirlilik, sanayinin neden olduğu kirlilik, yerleşim
alanlarından kaynaklanan kirlilik olarak sıralanabilir (Altuğ 1990). Tarımsal
faaliyetlerin neden olduğu su kirliliği, tarımda verimi arttırmak amacıyla kullanılan
doğal ve yapay maddelerin, gübrelerin, pestisitlerin ve erozyonla taşınan toprağın su
kaynaklarına karışmasıyla meydana gelmektedir. Sanayi faaliyetlerinin neden olduğu
kirlilik ise suyun kimyasını ve fiziksel özelliklerini bozan sanayi atıklarının suya
karışmasıyla ortaya çıkmaktadır. Yerleşim alanlarından kaynaklanan su kirliliği de
kanalizasyon atıkları gibi sıvı; çöp gibi katı atıkların doğrudan en yakındaki deniz, göl
ve akarsulara bırakılmasıyla oluşmaktadır.
10
c) Toprak Kirliliği:
Çevre sorunlarının büyük bir kısmı doğal kaynakların yanlış, kötü ve amaç dışı
kullanımı ile ilgili olduğundan doğanın temel unsurlarından biri olan toprağın
kirlenmesi önemli çevre sorunları arasında yer almaktadır. Günümüzde artan
gereksinmeleri karşılamak için insanların toprağa müdahalesi artmış, sanayileşme ile
birlikte verimli tarım alanları yok edilmiştir. Toprak kirliliği genel bir tanımla insan
faaliyetleri sonucunda toprağın fiziksel, kimyasal, biyolojik ve jeolojik yapısının
bozulmasıdır (Altuğ 1990). Toprak kirliliği toprakta yanlış tarım teknikleri, yanlış ve
fazla gübre ile tarımsal mücadele ilaçları kullanma, atık ve artıkları, zehirli ve tehlikeli
maddeleri toprağa bırakma sonucunda ortaya çıkmaktadır. Toprak kirliliğinin meydana
getirdiği sorunların bazıları ise toprak erozyonu, toprakların çölleşmesi ve verimliliğini
yitirmesidir. Türkiye’de ekili alanların yaklaşık % 72’si su, % 7’si ise rüzgar
erozyonuna uğramaktadır. Erozyon yoluyla yıllık yaklaşık 500 milyon ton toprak
kaybolmaktadır. Erozyona uğrayan bütün topraklarda verimlilik belli ölçülerde
azalmakta ve şiddetli erozyon halinde ise topraklar üretkenliklerini tamamıyla
kaybetmektedirler (Kendir 2004).
d) Gürültü Kirliliği:
Gürültü, kısaca istenmeyen ve rahatsız edici sesler topluluğu olarak tanımlanabilir. Bu
niteliği ile gürültü insanların işitme sağlığını olumsuz etkileyen, fizyolojik ve psikolojik
dengeleri bozabilen, iş performansını azaltan, çevrenin sakinliğini yok eden önemli bir
çevre kirliliği türüdür (Altuğ 1990). Gürültü kirliliğine neden olan kaynaklar plansız
kentleşmeye bağlı yerleşim alanları, ulaşım araçları, hava taşımacılığı ve endüstriyel
kuruluşlardır. Günümüzde özellikle büyük şehirlerdeki yaşam tarzı ve düzensizlikler
gürültüyü rahatsız edici boyutlara ulaştırmıştır.
e) Katı Atıkların Oluşturdukları Kirlilikler:
Evlerden çıkan çöpler, tarımsal, ticari ve endüstriyel faaliyetler sonunda ortaya çıkan
atık maddeler, su ve atık su arıtma tesislerinde oluşan çamurlar katı atık olarak
11
tanımlanabilir (Alpaslan 2005). Günümüzde katı atıkların çözüm aranan bir sorun
olarak görülmesi hızlı nüfus artışına paralel olarak katı atık miktarının hızlı ve sürekli
artışı yanında, bu nedenle uğranan ekonomik kaybın telafi edilebilme çabasının bir
sonucudur.
Sayılan bu çevre sorunlarının yanında daha birçok çevre sorunu vardır. Bunlardan en
önemlileri deniz ve kıyı kirliliği, nükleer kirlenme, gecekondulaşma ile oluşan “görüntü
kirliliği”, kültürel çevre adı verilen tarihi ve kültürel varlıkların tahribi, ormanlar,
çayırlar ve meralardaki azalmalardır.
2.2 Yerel Yönetimler ve Çevre
Yerel yönetim, belli bir yerdeki insanların, yerel ihtiyaçlarını karşılamak ve sorunları
çözmek üzere, karar organları yine o yerdeki insanlar tarafından belirlenen, kendi
bütçelerine ve gelir kaynaklarına sahip olan merkezi yönetimin sınır denetimine tabi
özerk kamu tüzel kişileridir (Özgür ve Kösecik 2005). Yerel yönetimler, dünyanın
birçok ülkesinde köy, kasaba, şehir, büyükşehir ve bölge teşkilatları şeklinde ve bu
ölçeklerde teşkilatlanmışlardır. Bu teşkilatlar hizmet gördükleri belde veya belde
halkının durumuna göre, köy, belediye, büyükşehir belediyesi, il mahalli idaresi veya
bölge ölçeğinde yerel yönetim birlikleri şeklinde örgütlenmişlerdir. Belediyeler bugün
dünyanın birçok ülkesinde yerel yönetimlerin en etkin ve yaygın olanıdır. Kamu
hizmetlerinin büyük bir kısmını üslenmiş bulunan ve vatandaşın gündelik hayatında en
fazla muhatap olduğu belediyeler sorumlu oldukları ve yerine getirdikleri kamu
hizmetlerini yürütebilmek için hizmette yeterli şekilde örgütlenmeli, kaynak açısından
da merkezi hükümetler tarafından mümkün olan en yüksek biçimde finanse edilmeli ve
bu kaynakların da belediyeler tarafından maksimum verimlilikte kullanılıyor olması
gerekmektedir (Eryılmaz 1995).
Çevre yönetimi genel olarak insan, bitki ve hayvan varlığının dengeli, sağlıklı yaşaması
için gerekli doğal kaynakların değerlendirilmesi, üretilmesi, ulaşımı ve tüketilmesi
sırasında ortaya çıkabilecek olumsuzlukları saptamak, çözüm yolu aramak bulunan
çözüm yollarını uygulamak için yapılan planlama, eşgüdüm, iletişim, denetim ve
12
yürütme işlevlerinin tamamı olarak tanımlanmaktadır (Ünlü 1995). Çevre sorunları ise
hem tanımı itibariyle hem de pratikte yerel niteliklidir. Çevresel sorunların kaynağının
yerel nedenler olmasından hareketle çözüm için de önceliğin yerel düzeyde olması
önem kazanmaktadır. Bundan dolayıdır ki çevre üzerinde üzerlerine en büyük görev
yüklenen kuruluşlar da yerel yönetimler olmaktadır. Çünkü yöneticileri de bir nebze
harekete geçiren halktır. Halk, merkezi yönetime sesini çoğu zaman duyuramamakta,
duyursa bile merkezi yönetime istediğini yaptıramamaktadır. Oysa yerel yönetimlere
yakın ve iç içe olduklarından dolayı onlarla birlikte hareket edebilmektedirler. Bu
özellikler Türkiye gibi merkezi idarenin otoriteyi elinde bulundurduğu bir düzende daha
da önemli hale gelmektedir (www.yerelnet.org.tr). Hedeflenen sonuçlara ulaşmak ve
başarılı olmak için de yerel yöneticilerin olduğu kadar yerel halkın da sürece dahil
edilmesi bir başka önemli konu olmaktadır.
13
3. MATERYAL VE YÖNTEM
Yapılan bu çalışma literatüre dayalı olup öncelikle genel ve yerel çevre sorunlarına
ilişkin çeşitli çalışmalar ele alınmıştır. Çevre konusundaki uluslararası gelişmeler
Avrupa Birliği ve Türkiye ölçeğinde bu konuda yapılmış çalışmalar yardımıyla
irdelenmiş, Türkiye’de çevre mevzuatını oluşturan yasal düzenlemeler ve yerel
yönetimlerin çevreye ilişkin politika ve faaliyetleri de ilgili kanunlar, yönetmelikler ve
tebliğlerle ortaya konulmuştur. Ayrıca konu ile ilgili olarak çeşitli üniversitelerin, sivil
toplum kuruluşlarının yayınları ve daha önce benzer konularda yapılmış yerli ve
yabancı çalışmalarla araştırmanın materyali oluşturulmuştur.
Çalışmada elde edilen verilerin çeşitli açılardan değerlendirilerek yerel yönetimlerin
çevre
konusundaki
yetki
ve
görevlerinin
belirlenmesi,
Ankara
Büyükşehir
Belediyesi’nin bu konudaki uygulamalarının incelenerek uygulamadaki sorunların tespit
edilmesi ve çözüm önerileri geliştirilmesi başlıca yöntem olarak kabul edilmiştir.
Türkiye’de çevre ile ilgili hukuki mevuzatın oldukça geniş ve dağınık olması, ayrıca
Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin çevre ilgili faaliyetlerine ilişkin çalışmaların
kapsamlı şekilde literatürde yer almaması araştırmanın sınırlı kalmasına neden
olmuştur.
14
4. ARAŞTIRMA BULGULARI
4.1 Çevre Konusunda Uluslararası Gelişmeler
Dünyanın ekolojik dengesinin hızla bozulması, çevre sorunlarındaki artış, ülkeler arası
teknoloji transferleri ve dış ticarette rekabet açısından çevrenin dikkate alınması gereği;
yerel ve ulusal sorunları kolayca uluslararası boyuta taşımıştır. Çevrenin uluslararası
düzeyde önem kazanmasıyla birlikte çeşitli uluslararası örgütlerin bu alanda çalışmaları
da yoğunlaşmıştır.
Uluslararası düzeyde çevreye ilişkin ilk ciddi yaklaşım, Birleşmiş Milletler Örgütü
tarafından gerçekleştirilmiş ve 1972 yılında Stockholm Konferansı’nda çevre sorunları
uluslararası boyutta tartışılmıştır (Olhan 2005). Böylece çevre sorunları ve bu konuda
alınması gerekli tedbirlere kamuoyunun dikkati çekilmiştir. Yüksek kalkınma hızı, tam
istihdam, ekonomik istikrar gibi geleneksel ekonomik ve siyasal politikaların tespiti
sırasında hayat şartlarının niteliğinin iyileştirilmesi prensibi göz önünde tutulmak
kaydıyla hükümetlerin çoğu, çevre politikalarının saptanması konusuna önemle
eğilmeye başlamışlardır. Konferansın önemi, farklı siyasi bloklardan ve farklı gelişme
düzeylerine sahip 100’ü aşkın ülkeyi ortak ilkeler etrafında bir araya getiren en yaygın
platform olmasından ileri gelmekte olup en önemli beklentisi ise gelişmişlik düzeyleri
ve siyasal rejimleri ne olursa olsun tüm ülkelerin evrensel bir nitelik kazanan çevre
sorunları karşısındaki ortak sorumluluklarını kabul eden bir yaklaşımı paylaşmalarıdır
(Budak 2000). Konferansta oluşturulan “İnsan Çevresi Deklarasyonu” doğrultusunda
Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) kurulmuş ve Konferans’ın başlama tarihi
olan 5 Haziran Dünya Çevre Günü olarak kabul edilmiştir.
Stockholm Konferans’ında alınan kararlar ve benimsenen ilkeler doğrultusunda
oluşturulan UNEP tarafından 1974 yılında uluslararası düzeyde deniz kirliliğini
önlemeye yönelik olarak Cenevre’de “Bölgesel Denizler Programı Faaliyet Merkezi”
kurulmuştur. Merkezin çalışmalarında çevre sorunları yalnız deniz ortamını ilgilendiren
boyutuyla ele alınmamakta deniz ve kıyıların tüm toplumsal ve ekonomik kesimlerle
olan ilişkileri göz önünde tutularak değerlendirilmekte ve çevre kirlenmesi ile çevresel
15
değerlerin zarara uğramasının nedenleri irdelenmektedir. Söz konusu merkezin
gerçekleştirdiği ilk proje, önceliğin Akdeniz’e verilmiş olması nedeniyle Akdeniz
Eylem Planı’dır. 28 Ocak-4 Şubat 1975 tarihleri arasında Barselona’da yapılan ve
Akdeniz’de kıyısı bulunan ülkelerin hükümet temsilcilerinin katıldığı toplantının
ardından Akdeniz Eylem Planı 13 Şubat 1976 tarihinde kabul edilerek 12 Şubat 1978
tarihinde yürürlüğe girmiştir. Akdeniz Eylem Planı’nın amacı, Akdeniz’in karşı karşıya
bulunduğu çevresel baskıların saptanması, önlenmesi ve giderilmesi yollarının
araştırılması için sorunun disiplinler ve sektörler arası boyutta bölgesel işbirliğine
olanak sağlayacak biçimde ele alınmasıdır (Hamamcı 1988).
1987 yılında Birleşmiş Milletler Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu tarafından
hazırlanan “Ortak Geleceğimiz” raporu, diğer adıyla Brundtland Raporu sürekli ve
dengeli kalkınma çabalarına yeni bir nefes getirmiştir (Olhan 2005). Rapor çevre ve
ekonomik kalkınmanın entegrasyonunu sağlamak üzere bölgesel ve global toplantılar
düzenlemesini öngörmüştür. 22 Aralık 1989’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu çevre
ve kalkınma konularında global bir toplantı yapılmasını 44/223 nolu kararı ile kabul
etmiştir. Bu kararla 3-14 Haziran 1992’de 178 ülkenin katılımı ile Brezilya’nın Rio de
Janeiro kentinde Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı toplanmıştır.
Konferansta başlıca atmosferin, arazi kaynaklarının ve biyolojik çeşitliliğin korunması,
biyoteknolojinin ve tehlikeli katı atıklarla toksik kimyasalların çevresel açıdan duyarlı
yönetimi ile yoksulluğun giderilmesi ve çevre bozulmalarının durdurulması yoluyla
yoksulların yaşama ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi konularına değinilmiş, bu
doğrultuda da İklim Değişikliği Sözleşmesi, Rio Deklarasyonu, Gündem 21 ve
Ormanların Kullanımı Bildirisi kabul edilmiştir.
Çevre alanında dünya genelinde en son uluslararası gelişme 2002 yılında yaşanmıştır.
26 Ağustos-4 Eylül tarihleri arasında Güney Afrika Cumhuriyeti'nin Johannesburg
kentinde Birleşmiş Milletler Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi düzenlenmiştir.
Türkiye’nin de Cumhurbaşkanı başkanlığında bir heyetle katıldığı Zirve, dünyanın dört
bir tarafından sayıları 60 bine ulaşan devlet ve hükümet başkanları, teknokratlar, sivil
toplum kuruluşu yetkilileri, sanayiciler ve toplumun tüm kesimlerini temsil eden
grupları biraraya getirmiştir (www.cevreorman.gov.tr). Johannesburg'da sürdürülebilir
16
kalkınma önünde engel teşkil eden sorunlar tanımlanmış ve sürdürülebilir kalkınmanın
temel öğeleri olan yoksulluğun giderilmesi, sağlık, eğitim, tarım, suya erişim ve
çevrenin korunması gibi öncelikli konularda ileriye dönük hedefler ile çalışma takvimi
belirlenmiştir. Ayrıca, insanlığın zengin ve fakir olarak derin bir uçurumla ayrılması ve
gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki farkın giderek büyümesinin küresel barış,
güvenlik ve istikrar için tehdit oluşturduğu teyit edilmiş, çevresel sorunlar ele alınmış,
küreselleşmenin ekonomik etkilerinin orantısız biçimde dağıldığı kabul edilmiş, bu
küresel adaletsizliğin giderilmesi gereğinin altı çizilmiştir (www.cevreorman.gov.tr).
Zirve sonucunda liderlerce kabul edilen bildirgede ise, sürdürülebilir kalkınmaya tam
bağlılık dile getirilmiş, bu konuda mutabık kılınan taahhütler sıralanmış ve ortak
adımlar atma yolundaki kararlılık tekrarlanmıştır.
4.2 Avrupa Birliği Çevre Politikalarının Gelişimi
Avrupa Birliği (AB) kurucu antlaşmalarında çevre üye ülkelerin yetki alanına
bırakılmasına karşın, uygulamada çevre korunması konusunda da ortak bir yaklaşımın
benimsenmesinin gerekliliği ortaya çıkmıştır. Bu sonuca varılmasındaki birinci sebep,
teknik nitelik taşımakta olup AB’de temel politika olarak kabul gören serbest rekabet
ilkesinin gerçekleşmesidir. Her üye devlette farklı çevre politikalarının uygulanması,
çevre kirliliğinin önlenmesine yönelik olarak yapılan yatırımlar, değişik çevre koruma
değerlerinin
benimsenmesi
özellikle
malların
üretiminde
maliyeti
doğrudan
etkilediğinden üye ülkeler arasında serbest rekabetin tam anlamıyla sağlanabilmesini
engellemektedir. Dolayısıyla, ulaşılması amaçlanan Ortak Pazar hedefi de serbest
rekabetin bozulması nedeniyle tehlikeye girebilecektir. İkinci sebep, Birlik üyesi
devletlerde erişilmiş bulunan yaşam kalitesinin daha da yükseltilebilmesi için doğal
yaşam koşullarının sağlıklı bir biçimde işlenmesinin gerekli görülmüş olmasıdır.
Üçüncü sebep, tamamen politik değerlendirmelere dayanmaktadır. Aynı ekonomik
düzenin üyesi bulunan devletlerde çevre politikalarındaki farklılıklar yüzünden yaşam
koşullarının farklı şekillerde ve düzeylerde gerçekleşmesi üye devletlerce, politik
bakımdan da arzu edilmeyen bir durum olarak değerlendirilmiştir. Dördüncü sebep ise,
çevre kirlenmesinin siyasal sınır tanımamasıdır. Bir ülkeden diğerine kirlilik yayılması
17
ve komşu devletlerin birbirlerine bağımlılığı, Birlik üyesi devletleri ellerindeki
imkanları bu konuda da ortak bir şekilde kullanmaya itmiştir (Budak 2000).
25 Mart 1957 tarihli Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) Anlaşması başlangıçta
Topluluk organları için çevre politikası ile ilgili hiçbir yetki tanımamıştır. Buna karşılık
1970’li yıllardan başlayarak bir Avrupa çevre politikası gelişmeye başlamıştır. 1972
yılında hazırlanan Topluluğun 1. Çevre Eylem Programıyla uygulamaya konulan çevre
politikası, Avrupa Tek Senedi ile birlikte Roma Anlaşması’na eklenerek bir Topluluk
politikası halini almıştır. Çevre sorunlarının çözümüne yönelik olarak her biri 4-5 yıllık
dönemleri kapsayan Çevre Eylem Programlarından günümüze kadar altı program
uygulamaya konulmuştur. İlk üç program genelde sanayinin neden olduğu çevre
sorunlarına yönelik olmasına rağmen tarım politikalarında ekolojik yönü ağırlıklı olan
Tüzüklerde çıkartılmıştır. 4. program döneminde yer altı ve yer üstü sularının
hayvancılık faaliyetleri ile kirlenmesini önlemek amacıyla 1991 yılında 91/676 sayılı
Nitrat Tüzüğü uygulamaya konulmuştur. Tarımın neden olduğu çevre sorunlarını
azaltmak amacıyla 1992 yılında çevreyle dost ve doğal yaşam ortamını koruyucu üretim
yöntemleri konusunda “Çevrenin Korunması Gereği ve Kırsal Alanın Muhafazası
Gerekleri ile Uyumlu Tarımsal Üretim Metotlarına İlişkin” 2078/92 sayılı Tüzük
yürürlüğe girmiştir. 5. programda tarım ve ormancılık için uzun vadeli hedefler
belirlenerek, tarımın neden olduğu çevre sorunlarını azaltmak için girdi kullanımı ve
toprak işleme konusunda çevreyle dost üretim yöntemleri belirlenmiştir. 6. programda
öncelikli hedefler olarak iklim değişikliği, doğa ve biyolojik çeşitlilik, çevre ve sağlık
ile doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı ve atık yönetimi üzerinde durulmuştur.
Toplulukta tarımın neden olduğu çevre sorunlarının önlenmesine yönelik düzenlemeler
hem çevre politikası hem de Ortak Tarım Politikası çerçevesinde yapılmaktadır.
Günümüze kadar Ortak Tarım Politikası reformlarında, Ortak Tarım Politikası’nın çevre
yönü biraz daha güçlendirilmeye çalışılmıştır. Özellikle Gündem 2000 ile Ortak Tarım
Politikası’nda önemli değişimler amaçlanmıştır. Gündem 2000 reformları ile çevrenin
korunmasına önem verilecek ve çevreye özen gösteren tarımsal metodlar teşvik
edilmiştir. Bu teşviklerden özellikle doğrudan ödemelerden faydalanacak üreticilerin
çevreye dost üretim yapmaları şartı getirilmiştir (Olhan 2005). En son yapılan 2003
reformunda da doğrudan ödemelerin üretimden ayrılarak tek ödeme sistemine geçilmesi
18
benimsenmiş, bunun içinde iyi tarımsal ve çevresel koşullara uyum şartını getiren 18
direktif yayınlanmıştır. Ayrıca çiftlik danışma sistemi aracılığıyla, çiftçi kuruluşlarına
çevre, gıda güvenliği ve hayvan refahı yönünden yardımlar yapılması kararlaştırılmıştır
(http://dp.org.tr/ARGE/belgeler/Avrupa_birligi_ortak_tarim_politikasi_reformu.doc).
AB çevre politikasının hedefi çevrenin korunması, kalitesinin iyileştirilmesi; insan
sağlığının korunması ve doğal kaynakların tasarrufu ve rasyonel kullanımıdır. Bu
hedeflerin yanı sıra AB çevre politikası, bölgesel ve küresel çevre sorunlarının ele
alınabilmesi için uluslararası düzeydeki girişimlerin arttırılmasını desteklemektedir.
Çevre alanındaki politikalar, ilgili hükümlerden etkilenen alanlara bağlı olarak farklı
karar alma yöntemleri ile belirlenir. Ancak bu alanda çoğunlukla işbirliği yöntemine
göre karar alınır (Freestone 1991). AB’nin çevre politikası ilkeleri kısaca şu şekilde
özetlenebilir:
a) Bütünleyicilik İlkesi: Kısaca çevrenin korunması anlayışının Birliğin diğer
politikalarının içine entegre edilmesi şeklinde tanımlanabilecek olan bu ilke, Birlik
tarafından
yürütülecek
faaliyetlerin
temellerinden
birini
oluşturmaktadır.
AB
Anlaşması’nın 6. maddesince çevre korunması gereklerinin sürdürülebilir gelişmenin
teşvik edilebilmesi için diğer Birlik politika ve faaliyetlerine eklenmesi gerekmektedir.
Avrupa bütünleşmesinin başlangıcından itibaren bu ilkeden en çok etkilenen iki politika
alanı malların serbest dolaşımı ve rekabet politikası olmuştur. Bu bağlamda oluşturulan
çevre politikalarının mal ve hizmetlerin serbest dolaşımını, rekabet ortamını
desteklemesi temel prensiptir (Anonim 2001b).
b)Yüksek Seviyede Koruma İlkesi: Bu ilke, yasama yetkileri dahilinde başta Avrupa
Komisyonu, Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Konseyi olmak üzere Birliğin tüm
kurumlarını bağlamaktadır. Bu ilke gereğince tüm kurumlar, Birliğin farklı
bölgelerindeki çevre koşullarını da hesaba katarak yüksek seviyede çevre korumasını
amaç edinmelidir (Anonim 2001b).
c) İhtiyat İlkesi: İlk kez Maastricht Anlaşması ile gündeme gelen bu ilke, belli bir
hareketin çevre açısından olumsuz ve zararlı sonuçlar doğuracağı hakkında ciddi bir
19
şüphe mevcut ise bilimsel kanıtın ortaya çıkmasını beklemeden ve çok geç olmadan
önlem alınması anlamına gelmektedir (Budak 2000).
d) Önleme İlkesi: Tek Senet ile gündeme gelen ve 3. Çevre Eylem Programı’nda da
atıfta bulunulan bu ilke, zararın tam olarak ortaya çıkmasından önce gerekli önlemlerin
alınması gereğinin altını çizmektedir. Bu ilkenin uygulanabilmesi için karşılanması
gereken koşullar, kirlilik standartlarının belirlenmesi, bilginin tüm karar vericiler için
mevcut ve kullanılabilir olması, gerçek durumun karar alma süreçlerinin erken bir
aşamasında değerlendirilmesi ve Birlik tarafından kabul edilmiş olan tedbirlerin üye
ülke iç hukuklarına aktarılıp aktarılmadığının izlenmesidir (Budak 2000).
e) Kaynakta Önleme İlkesi: Topluluk çevre politikası, çevresel zararın öncelikle
kaynağında önlenmesi ilkesine dayanmaktadır. Birlik mevzuatı bu ilkeyi özellikle
emisyon standartlarının çevre kalite ölçütlerini aştığı su ve atık sektörüne
uygulamaktadır. Örneğin atık sektöründe atık nakillerinin sınırlandırılması amacıyla
atığın mümkün olduğunca üretim yerine yakın bir yerde yok edilmesi gerekmektedir
(Anonim 2001b).
f) Kirleten Öder İlkesi: Bu ilke, ilk Çevre Eylem Programı’nda belirtildiği gibi Birlik
çevre politikasının temel taşıdır. Kirletenlere sebep oldukları kirlilik ile mücadelenin
bedelinin ödettirilmesi, onları kirliliği azaltmaya ve daha az kirleten ürün ve teknolojiler
bulmaya teşvik etmektedir. Bu ilke, kirleticilerin uyması gereken çevre standartları
koyularak da uygulanabilmektedir. Birlik mevzuatının ikincil kaynakları kapsamında bu
ilkeye çeşitli atıflar yapılmıştır. Örneğin atık çevre direktifi, bu ilkeye doğrudan atıf
yapmakta ve atığın yok edilmesi masraflarının atık sahibine ait olduğunu belirtmektedir
(Budak 2000).
Çevre politikalarına temel teşkil eden bu ilkelerin yanı sıra doğal kaynakların rasyonel
kullanımı, çevresel etki değerlendirmesinin uygulanması, uluslararası işbirliği
yapılması, toplumda çevre bilincinin arttırılması, katılımcı bir yaklaşımın benimsenmesi
gibi hususlar da çevre politikasına yön veren prensipler olarak sıralanabilmektedir
(Anonim 2001b).
20
4.2.1 Avrupa Birliği’nin çevre konusunda kurumsal yapılanması
Çevre yapılanmasının başında yer alan sorumlu birim Avrupa Komisyonu’nun Çevre
Genel Müdürlüğü’dür. AB’de genel müdürlüklere aynı zamanda sayısal kimlik de
verildiğinden bu Genel Müdürlük aynı zamanda 21. Genel Müdürlük olarak da
anılmaktadır (http://europa.eu.int/comm/environment/policy_en.htm). Bu Müdürlük
Avrupa Komisyonu bünyesinde yer alan diğer Genel Müdürlükler gibi çalışma alanı
olan çevre politikalarının Birlik üyesi ülkelerin genelinde uygulanmasından sorumlu
merkezi düzeyde çalışmalarını sürdüren bir birimdir.
AB’nin çevre ile ilgili ikinci kurumu ise temel görevleri arasında Çevre Enformasyon
ve İzleme Ağı (EIONET)’nın kurulmasını ve koordinasyonunu sağlamak, duyarlı ve
etkili çevre politikalarının oluşturulması ve uygulanması için gerekli bilgileri Birliğe ve
üye ülkelere sağlamak, çevrenin durumu hakkında veri toplamak, değerlendirmek,
uzman raporları hazırlamak, çevresel veriler için tek tip değerlendirme kriterleri
saptamak, çevreye verilen zararın çevre koruma, önleme ve iyileştirme politikalarının
maliyetlerinin değerlendirilmesi için metotlar geliştirmek, çevresel tahmin tekniklerinin
geliştirilmesini ve uygulanmasını sağlamak olan Avrupa Çevre Ajansı’dır (EEA)
(http://europa.eu.int/comm/environment/policy_en.htm).
AB’nin çevre ile ilgili üçüncü kurumu ise Birliğe üye ülkelerde kurulu bulunan çevre
örgütlerinin yöneticileri arasında iletişim ve eşgüdüm ağı kurulmasını amaçlayan Çevre
Hukukunu
Uygulama
ve
Yürütme
Ağı
(IMPEL)’dır
(http://europa.eu.int/comm/environment/policy_en.htm).
AB’nin çevre ile ilgili yürütme nitelikli bu kurumları yanında mevzuat önerisi
geliştirme ve danışma nitelikli Çevre Danışma Komitesi (ECC) gibi kurumları da
bulunmaktadır. Ayrıca çevre konusundaki yasal düzenlemelerin güçlendirilmesi ve
uygulanması için yerel yönetimlere izin verme yada denetleme yetkisi verilmiştir. Birlik
müktesebatında çevre alanında katı atık yönetimi, temiz su, atık su ve hava kalitesi
standartlarını belirleyen ve tüm üye ülkelerin uymak zorunda olduğu 50’ye yakın
direktif yayınlanmıştır (www.ibb.gov.tr).
21
4.2.2 Avrupa Birliği’nde yerel yönetimler
AB tüm politikalarında vatandaşlarına daha iyi hizmet verebilmek için halka en yakın
yönetim birimi olan yerel yönetimlerin gelişmesine büyük önem vermektedir. Bununla
birlikte tek bir yerel yönetim sistemi bulunmamasına rağmen, genel olarak yerel
yönetimlere özgü ortak özelliklerden bahsetmek mümkündür. Örneğin Belediye
Başkanlarıyla aynı seçimlerde seçilen Belediye Meclisleri sistemin temelini oluşturur.
Ayrıca merkezi hükümetlerle yerel yönetimler arasında belirlenmiş bir ast-üst ilişkisi
yoktur. Yerel yönetimler merkezi hükümetlerin belediyeleri ilgilendirebilecek konularda
alacağı kararlara aktif bir aktör olarak katılırlar (Özgür ve Parlak 2006).
a) İtalya: İtalya’da yerel
yönetimler bölgeler, iller ve belediyeler olarak
gruplandırılmaktadır. Tarım, ormancılık, iç sularda balık avcılığı, su ve enerji
kaynaklarının korunması gibi tarımsal çevreyi ve çevreyi ilgilendiren diğer hizmetler
bölgelerin ve illerin sorumluluk alanındadır. İtalyan Anayasasıyla bölgelere bu
konularda yasama yetkileri de tanınmıştır. Türkiye’de yerel yönetimlerin kamu
harcamaları içindeki payı % 15 iken İtalya’da bu oran % 26 civarındadır (Güler 2004).
b) Almanya: Almanya’da belediyeler ve ilçeler ülkedeki yerel yönetim kuruluşlarını
oluşturmaktadır. Ancak Almanya için tekdüze, bütün ülke düzeyinde geçerli bir yerel
yönetim modelinden söz etmek mümkün değildir. Almanya’da yerel yönetimler iki
kümede örgütlenmişlerdir. Bunlar kırsal bölge yerel yönetimleri ve kentsel niteliği ağır
basan yerel yönetimlerdir. Kırsal bölge yerel yönetimleri, belediye ve ilçe olmak üzere
iki kademeden oluşmaktadırlar. Kırsal nitelikli yerleşim yerlerine hizmet üreten genelde
küçük belediyeler temel hizmet birimleridir. Üst basamağı teşkil eden ilçe yerel
yönetimleri ise belediyelerin yapamadıkları hizmetler ile belediyeler arası ortak
nitelikteki hizmetleri yürütmektedirler. Kentsel niteliği ağır basan ve genellikle nüfusu
100.000’in üzerinde bulunan beldeler ise ilçe ile herhangi bir bağlantıları bulunmayan,
tek basamaklı olarak örgütlenmiş yerel yönetim birimleridir. Almanya’da yerel yönetim
modellerinin farklılığı görevlerde de çeşitli farklılıkların doğmasına neden olmaktadır.
Çevre koruma hizmetleri daha çok ilçe yerel yönetimlerinin sorumluluk alanına
girmektedir (Kalabalık 2005).
22
c) Belçika: Belçika’da İtalya’dakine benzer bölgeler, iller ve belediyelerden oluşan bir
yerel yönetim modelleri görülmektedir. Belçika Anayasası’na göre iller ve belediyeler,
yasalar başka biçimde öngörmedikçe yerel kararları almak ve uygulamak konusunda
geniş yetkilere sahiptir. Bu yetkiler geneldir ve teker teker sayılmamıştır (Özgür ve
Parlak 2006). Temizlik, yol, su, tarım, ormancılık, park ve yeşil alan gibi çevresel
konular illerin görev alanı içersinde yer almaktadır.
d) İsveç: Bölgesel birim olan il meclisleri ile daha küçük birim olan belediyeler olmak
üzere iki tür yerel yönetim modeli olan İsveç’te, yerel yönetimlerin değeri giderek
artmaktadır. İsveç’te yerel yönetimlerin kamu harcamalarındaki payı % 65 civarındadır
(Özgür ve Parlak 2006). Yerel yönetimlerin görevleri yerel yönetim yasası ve diğer özel
yasalarla belirlenmekte olup park, yeşil alan, yol, su, kanalizasyon gibi çevresel
faaliyetler belediyelerin görev alanı içersinde yer almaktadır.
e) İngiltere: İngiltere, Galler, İskoçya ve Kuzey İrlanda’dan oluşan ve Birleşik Krallık
olarak nitelendirilen ülkeler topluluğu her biri farklı gelenek ve yerel yönetim yapısına
sahip ülkelerden oluşmasına rağmen Krallık anayasal monarşi ve parlementer
demokrasi ile yönetilen merkezi bir devlettir. Birleşik Krallık’ın yerel yönetimleri
oldukça geniş görev, sorumluluk ve yetkiyle donatılmış kapsamlı bir özerkliğe sahiptir.
1940’lardan günümüze kadar İngiliz yerel yönetim birimlerinin yetki ve görevlerinde
azalma olmamış özerklikleri devamlı bir şekilde artmıştır. Birleşik Krallık’ta yerel
yönetimlerin kamu harcamalarındaki payı % 30 civarında olup görev ve sorumluluk
alanı olarak belli bir tasnife göre sınıflandırmak son derece güçtür. Çünkü Birleşik
Krallık’ta yerel yönetimlerin fonksiyonları bir ülkeden diğerinde göre farklılıklar
göstermektedir. Ayrıca iki kademeli sistem içersinde birçok fonksiyonun hem alt hem
de üst kademe idaresine ait olması görevleri sınıflandırmanın bir diğer güçlüğünü
oluşturmaktadır (Güler 2004).
f) Fransa: Yönetim sistemleri bakımından Türkiye’yle büyük benzerlikler gösteren
Fransa’da belediyeler, il yönetimleri ve bölge yerel yönetimleri olmak üzere üç tür yerel
yönetim modeli bulunmaktadır. Fransa’da yerel yönetimler üniter devlet yapısından
23
sonra ikinci basamaktır. Çevreye yönelik faaliyetler daha çok il yönetimleri ile
belediyelerin sorumluluk alanına girmektedir (Özgür ve Parlak 2006).
g) İspanya: Yönetim yapısı belli ölçüde Türkiye ile benzerlik gösteren AB ülkelerinden
biri de İspanya’dır. Bu ülkedeki yerel yönetimlerde tarihsel gelişim çizgileri açısından
Türk yerel yönetimleri ile kimi yönden birbirine benzeyen özellikler taşımaktadır.
İspanya’nın yürürlükte olan 1978 tarihli Anayasası’na göre ülke yerel yönetimler olarak
özerk bölgelere, illere ve belediyelere ayrılmıştır. Ancak Anayasa’da özerklikten söz
edilmesi İspanya’yı federal bir devlet durumuna getirmemiştir. Ülkenin temel yerel
yönetim birimi olan belediyeler çevresel hizmetlerinden de öncelikle sorumlu
birimlerdir (Güler 2004).
Yerel yönetimleri halka en yakın kuruluşlar olarak geliştirmek ve daha özerk hale
getirmek, sanayileşmiş batı ülkelerinin ortaklaşa paylaştıkları ve titizlikle sahip çıkmaya
çalıştıkları demokratik ve çağdaş değerlerin başında yer almaktadır. Yerinden yönetim
ve dayandığı ilkeler Avrupa halkının günlük yaşamına ve kamu bilincine mal olmuş
durumdadır. Yerel özgürlükler Avrupa'da yurttaşların hak ve özgürlüklerinin mantıksal
ve zorunlu bir öğesini oluşturmaktadır. Bu anlayış çerçevesinde özerk yerel yönetim
kavramı insan haklarının ve demokrasi ilkelerinin ayrılmaz bir parçası olarak kabul
edilmektedir. Özerk yerel yönetim ilkesinin korunması ve sürekli bir şekilde
geliştirilmesinde bir zorunluluk olduğu savunulmaktadır.
Avrupa Konseyi, 1967'de bu nedenlere dayanarak benimsediği 67 sayılı kararla Yerel
Özerklik Bildirgesini Avrupa kamuoyuna sunmuştur. Yerel ve Bölgesel Yönetimler
Sürekli Konferansının (CPLRE) bu kararı ile Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinden
bir girişimde bulunması istenerek karar Parlamenterler Meclisi'nin 615 sayılı önerisi ile
desteklenmiştir (Keleş 2003). CPLRE, 1981 yılında da genel nitelikte ve bağlayıcı
olmayan
bir
ilkeler
bildirgesini
benimsemiştir.
Avrupa
ülkelerinin
tarihsel
gelişmelerinin ve yönetim yapılarından kaynaklanan farklılıkların hesaba katılması
gereği olarak, daha esnek kurallar içeren bir Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı
taslağı 1982 yılında 126 sayılı kararla Bakanlar Komitesi’ne sunulmuştur. İleriki
dönemlerde daha da geliştirilen metin, yerel yönetimlerden sorumlu bakanların 6-8
24
Kasım 1984'de Roma'da yapılan 6. konferanslarında uygun bulunmuş ve Bakanlar
Komitesinin Haziran 1985 toplantısında benimsenerek 15 Ekim 1985 tarihinde imzaya
açılmıştır. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile yerel yönetimlerin siyasal,
yönetsel ve mali özerkliklerinin korunması ve haklarının kabul edilmesi yönünde
Avrupa ölçüsünde ortak temel hükümler getirilmektedir. Ancak bunların uygulanması
genelde, Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin kendi iç mevzuatına bırakılmıştır.
Demokrasinin gelişmesinde, yönetimde etkinlik ve verimliliğin sağlanmasında temel bir
konuma sahip bulunan yerel yönetimler için bu şart, insan haklarından bir tanesi olan
çevrenin korunabilmesi açısından önemli bir güvence oluşturmaktadır. Şartla beraber
yerel yönetimlere kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde kamu işlerinin önemli bir
bölümünü kendi sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda
düzenleme ve yönetme hakkı tanınmıştır. Bu noktadan hareketle AB müktesebatının %
60’ını direk etkileyen yerel yönetimleri ilgilendiren konu başlıkları arasında yer alan
çevre politikaları büyük ölçüde yerel yönetimler aracılığıyla uygulanmaktadır.
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı üç ana bölümden meydana gelmektedir. Birinci
bölümde özerk yerel yönetim kurumunun dayandığı temel ilkeler yer almakta, özerk
yerel
yönetimin
anayasal
ve
yasal
bir
temele
oturtulması
gereği
önemle
vurgulanmaktadır. Bu bölümde özerk yerel yönetim kavramının tanımı şöyle
yapılmaktadır (Ökmen 2003): "Özerk yerel yönetim kavramı, yerel makamların,
kanunlarla belirlenen sınırlar çerçevesinde, kamu işlerinin önemli bir bölümünü kendi
sorumlulukları altında ve yerel nüfusun çıkarları doğrultusunda düzenleme ve yönetme
hakkı ve imkanı anlamını taşır". Yerel yönetimler üzerindeki devlet denetiminin
azaltılması ve kendilerine görevlerinin önemiyle orantılı mali kaynak sağlanması gereği
de yine birinci bölümde ifade edilmektedir. İkinci bölümde, bu şartı onaylayan
devletlerin yükümlülükleri ve sorumlulukları ile ilgili kurallar yer almaktadır. şartın son
bölümü ise uygulama ve yürürlük koşullarına ait kuralları içermektedir.
Türkiye, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı 21 Kasım 1988 tarihinde
imzalamıştır. Daha sonra da bu şart 3723 sayılı yasa ile Türkiye Büyük Millet Meclisi
tarafından ve 6 Ağustos 1992 tarihli kararla Bakanlar Kurulu tarafından onaylanarak
yürürlüğe girmiştir. 1982 Anayasası’nın 127. maddesinde yer alan yerel yönetimlere
25
ilişkin ilkelerin birçoğu bu şartta da bulunmaktadır. Bununla birlikte Türkiye, nedense
Anayasa’da yer alan bu ilkelerden bir bölümünü onaylamakta duraksamış ve onlara
çekince koymayı benimsemiştir. Şarta ait olarak Türkiye'nin çekince koyduğu maddeler
şu konularla ilgilidir (Keleş 2003):
• Yerel yönetimlere kendilerini doğrudan doğruya ilgilendiren konularla ilgili planlama
ve karar alma süreçleri içinde, olanaklar ölçüsünde uygun bir zamanda ve biçimde
danışılması,
• Yerel
yönetimlerin
yönetsel
örgüt
yapılarının
kendileri
tarafından
kararlaştırılabilmesi,
• Yerel olarak seçilmiş kişilerin görevleri ile bağdaşmayacak işlev ve faaliyetlerin
kanunla veya temel hukuksal ilkelere göre belirlenmesi,
• Yerel denetime ancak yönetsel denetimle korunmak istenen yararlarla orantılı olması
durumunda izin verilmesi,
• Yerel yönetimlere kaynak sağlanmasında hizmet maliyetlerindeki artışların mümkün
olduğunca hesaba katılması,
• Yeniden dağıtılan kaynakların yerel makamlara tahsisinin nasıl yapılacağı konusunda
kendilerine uygun bir biçimde danışılması,
• Yapılacak mali yardımların, yerel yönetimlerin kendi politikalarını uygulama
konusundaki temel özgürlüklerini ortadan kaldırmaması,
• Yerel yönetimlere ortak çıkarlarının korunması ve geliştirilmesi için birliklere üye
olma ve uluslararası yerel makamlar birliklerine katılma hakkının tanınması,
• Yerel yönetimlerin kanunla muhtemelen öngörülen koşullar içinde başka devletlerin
yerel yönetimleri ile işbirliği yapabilmesi,
• Yerel yönetimlerin kendilerine Anayasa veya yasalar tarafından tanınmış olan
yetkileri ve özerk yönetim ilkelerini koruyabilmeleri için yargı yollarına başvurma
hakkının tanınması.
26
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın birçok ilkesini benimsemiş olmasına karşın
Türkiye'nin bu önemli konulara çekinceler koyması yerel demokrasinin gelişmesi
yönünden bir eksiklik olarak kabul edilmektedir. Şartın temel ilkelerinden bir
bölümünün Anayasa ve yasalarla zaten benimsenmiş olduğu söylenebilir. Ülke
bütünlüğünü zedeleyici nitelikte olmayan yada ülke yönetiminden ayrılmış bir yerel
yönetim amacını taşımayan yönetsel ve mali özerkliğin neden endişe verici
bulunduğunu anlamak pek mümkün görünmemektedir. Bu konuda halkın yerel
yönetimlere sahip çıkmakta göstereceği duyarlılık da son derece önemlidir. Avrupa
Birliği'ne sadece yasal anlamda değil, gerçekte de saygı duyulan bir devlet olarak
katılmak isteniyorsa, yerel özerklik ilkesinin yerel yönetimlerle de egemen kılınması
zorunluluğu bulunmaktadır (Özgür ve Parlak 2006).
Yerel haklar ile ilgili önemli diğer bir belge ise Avrupa Konseyi Avrupa Yerel ve
Bölgesel Yönetimler Kongresi’nce 18 Mart 1992’de kabul edilen Avrupa Kentsel
Şartı’dır. Kentsel şartın diğer uluslararası antlaşmalardan veya belgelerden farkı
hükümetlerin değil yerel yönetimlerin imzasına açılmış bir antlaşma olmasıdır.
Türkiye’de henüz antlaşmayı imzalayan bir belediye olmamıştır. Yerel hakların neler
olduğu konusunda üzerinde uzlaşılmış bir metin bulunmamakla birlikte 17-19 Mart
1992 yılında Avrupa Konseyi’nin kabul ettiği Avrupa Kentsel Şartı bu konuda başlangıç
kabul edilir. Kentsel şartla Avrupa yerleşimlerinde yaşayan insanların çevre konusunda
sahip oldukları haklar şunlardır (Ökmen 2003):
• Kirletilmemiş sağlıklı bir çevre; hava, gürültü su ve toprak kirliliği olmayan, doğası
ve doğal kaynakları korunan bir çevre,
• Sağlık, beden ve ruh sağlığının korunmasına yardımcı çevrenin ve koşulların
sağlanması,
• Kaliteli bir mimari ve fiziksel çevre; tarihi yapı mirasının duyarlı bir biçimde
restorasyonu ve nitelikli çağdaş mimarinin uygulanmasıyla, uyumlu ve güzel fiziksel
mekanların yaratılması,
• Sürdürülebilir kalkınma, yerel yönetimlerce ekonomik kalkınma ile çevrenin
korunması ilkeleri arasında uzlaşmanın sağlanması,
27
• Doğal zenginlikler ve kaynaklar; yerel doğal kaynak ve değerlerin, yerel
yönetimlerce, akılcı, dikkatli, verimli ve adil bir biçimde, beldede yaşayanların yararı
gözetilerek, korunması ve idaresi.
Kent yönetimleri olan belediyeler, yerel nitelikteki kent ve çevre değerlerini koruma
konusunda, Avrupa Kentli Hakları Şartı’nın kendilerine tanıdığı sorumlulukları
gereğince yerine getirecek ölçüde güç ve bilinç kazanmak zorundadırlar. Nitekim
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 8 nolu Tavsiye Kararı (1999), seçimle göreve
gelen yerel yönetim organlarının hem yaptıkları hem de yapmayı ihmal ettikleri işlerden
dolayı mali yönden sorumlu olacaklarını belirtmekte, bu sorumluluktan ancak iyi niyetli
olduklarını kanıtlayarak kurtulabileceklerini esasa bağlamaktadır.
4.3 Türkiye’de Çevre Politikasının Gelişimi
Türkiye’de çevre koruma çalışmalarının tarihsel gelişimini üç döneme ayırmak
mümkündür:
1. Dönem: Cumhuriyetin kurulmasından itibaren 1970’li yıllara kadar olan dönemi
kapsar. Bu dönemin ana karakteristiği, klasik çevre yönetimi kuralları geçerli olup çevre
bilinci henüz oluşmamıştır.
2. Dönem: 1970’li yıllardan itibaren 1991 yılına, yani Çevre Bakanlığı’nın kurulduğu
yıla kadar olan dönemdir. Bu dönemde çevre bilinci oluşma aşamasındadır ve çevre
kavramsal olarak ortaya çıkmıştır.
3. Dönem: 1991’den günümüze kadar olan dönemdir. Bu dönemin en önemli özelliği,
çevre koruma ve geliştirme faaliyetlerinin hem devlet hem de toplum düzeyinde somut
bir şekilde ortaya çıkmasıdır.
28
a) 1923-1970 Yılları Arasında Türkiye’de Çevre Yönetimi:
Bu dönemde Türkiye’de doğrudan çevre sorunlarıyla ilgili ve yetkili bir birim ve
örgütlenme görülmemektedir. Ancak böyle bir örgütlenme olmasa da çevre sorunları
tamamen sahipsiz bırakılmamıştır. Çevre koruma, geliştirme ve çevre kirliliğini önleme
etkinlikleri, diğer ilgili Bakanlık ve kuruluşlara yan görev olarak verilmiştir. Bu
görevlendirmede ise ana amaç çevreden çok temizlik, sağlık ve turizm gibi kaygılardır.
Zira bu dönemde çevre bilinci yaygın değildir, çevre kavramına da henüz
ulaşılamamıştır (Arat 2000). Diğer dönemlerde olduğu gibi bu dönemde de çevre ile
ilgilenen örgütler arasında yerel yönetimler birinci sırada yer almaktadır. Bu dönemde
çıkarılan ve çevre konusunu dolaylı da olsa içeren kanun ve tüzük gibi hukuki
düzenlemeler aşağıdaki gibi sıralanabilir:
1) Köy Kanunu (18.03.1924): 442 sayılı Kanun’un “Köy İşleri” isimli ikinci fasılın 13.
maddesi köylünün mecburi yapacağı işler olarak sıralanmaktadır. Bu görevlerin birçoğu
köylünün çevreyle ilgili uymak zorunda olduğu kurallardır.
2) Limanlar Kanunu (14.04.1925): 618 sayılı Kanun’un 1. maddesinde limanların
korunması, muhafazası ve iyi halde tutulmasından hükümetin sorumlu olduğu ibaresiyle
denizlerin korunmasına ilişkin sayılabilecek bir düzenleme ilk kez mevzuatta yer
almıştır.
3) Türk Ceza Kanunu (13.03.1926): Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk ceza kanunu olan
765 sayılı Kanun’un “Ammenin Selameti Aleyhinde Cürümler” adlı kısmı ile
“Hayvanlara Kötü Muamele” adlı kısmı dolaylı olarak, çevreyle ilgili suçlara karşı ceza
ve yaptırımların getirildiği ilk düzenlemedir.
4) Sular Hakkında Kanun (10.05.1926): Adı geçen 831 sayılı Kanun’a göre şehir ve
kasabalarda içme suyu temini, su kaynaklarının ve yollarının her türlü bakımı,
korunması, kontrolü belediye teşkilatı bulunan yerlerde belediyenin, bulunmayan
yerlerde ise muhtar ve ihtiyar meclisinin sorumluluğundadır.
29
5) Belediye Kanunu (14.04.1930): 1580 sayı numarasıyla yayınlanıp 2004 yılında
değişikliğe uğrayan Kanun’un “Belediyelerin Vazifeleri” adlı 15. maddesinde çevreyle
ilgili tüm temizlik ve düzenleme işleri, belediyelerin görevleri arasında sayılmıştır.
6) Umumi Hıfzısıhha Kanunu (06.05.1930): 1593 sayılı bu Kanunla tüm çevre sağlığı
hizmetleri zorunlu devlet hizmetleri arasında sayılmıştır.
7) İskan Kanunu (26.06.1934): Gelişigüzel, düzensiz imarlaşmanın önüne geçilmesi;
tarım arazilerine konut yapmanın sınırlandırılması açısından getirilen ilk yasal
düzenleme 2510 sayılı İskan Kanunu’dur.
8) Kara Avcılığı Kanunu (13.05.1937): Türkiye’de yabani olarak yaşayan faydalı ve
zararlı
hayvanların
avlanması,
1904
sayılı
ilgili
Kanun’un
2.
maddesinde
düzenlenmiştir. Bu maddeye göre her zaman avlanabilen hayvanlar, belli dönemlerde
avlanabilen hayvanlar ve avlanması yasak olan hayvanlar gruplandırılmış; bunlara
uymayanlar için cezai müeyyideler konulmuş, böylece doğal hayatı koruma alanında ilk
kez hukuki düzenleme getirilmiştir.
9) Bataklıkların Kurutulması Kanunu (23.01.1950): 5516 sayılı bu Kanunla belediye
sınırları dışında olup devletin hüküm ve tasarrufu altında sahipsiz bulunan bataklık ve
bataklık mahiyetinde göl ve su birikintilerinin hangi şartlarda kurutulacağı ve bu
kurutmadan hasıl olan arazinin tarım arazisi olarak kullanılacağı yasal dayanağa
kavuşturulmuştur.
10) Orman Kanunu (08.09.1956): 6381 sayılı bu Kanunla ormanın tarifi yapılmış,
orman ürünlerinden faydalanabilme esasları ve ormanların korunmasıyla ilgili
sorumluluklar belirlenmiştir.
11) Zirai Mücadele Kanunu (24.04.1957): Adı geçen 6968 sayılı Kanunla tarımsal
zararlı ve hastalıklarla mücadele ilkeleri belirtilmiş, doğal çevreyi ve ülke tarımını
korumak için yurtdışından Türkiye’ye bitkisel hastalık ve zararlı girişini önlemek için
gerekli yasal tedbirler sıralanmıştır.
30
12) Yeraltı Suları Kanunu (23.12.1960): 167 sayılı yeraltı suları Kanunuyla yeraltında
bulunan tüm suların devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunduğu, her türlü
kullanımının devletin iznine tabi olduğu hükmü getirilmiştir.
13) Birinci beş yıllık kalkınma planı (BYKP) (1963-1967): 1961 Anayasası’ndan
hareketle milli tasarrufu artırmak, yatırımları toplum yararına, gerektirdiği önceliklerle
yöneltmek;
ekonomik,
sosyal
ve
kültürel
kalkınmayı
demokratik
yollarla
gerçekleştirmek üzere ilk kez 1963-1967 yıllarını kapsayan beş yıllık kalkınma
planlarını yürürlüğe konulmuştur. 1. BYKP’de çevreye ilişkin özel hükümler
bulunmamakla beraber “Sosyal Kalkınma ve Gelişme” ile “Tarım ve Endüstriyel
Üretim” bölümleri adı altında dolaylı olarak çevreye ve tarım-çevre ilişkilerine
değinilmiştir (Anonim 1963). Sanayileşmenin ekonomik açıdan ülke kalkınmasındaki
yerine dikkat çekilmiş ancak planın bütününde sanayileşmenin yarattığı kirlilikten söz
edilmemiştir.
14) Gecekondu Kanunu (30.07.1966): 1950’li yıllardan itibaren köylerden kentlere
doğru yaşanan göçlerle özellikle büyükşehirlerde yaşanan çarpık kentleşmenin ve
bozulan çevrenin önüne geçmek için çıkarılan 775 sayılı Kanun’dur.
15) İkinci BYKP (1968-1972): 1. BYKP’de olduğu gibi “Sosyal Kalkınma ve
Gelişme” ile “Tarım ve Endüstriyel Üretim” bölümleri adı altında dolaylı olarak
çevreye değinilmiş, ayrıca çarpık kentleşmenin ve konut sorununun yansıması olarak
görülen bölgesel kalkınma, şehircilik problemleri, sağlık politikalarına uygun kentleşme
stratejileri gibi bölümler yer almıştır (Anonim 1968).
b) 1970-1991 Yılları Arasında Türkiye’de Çevre Yönetimi:
Ekonomik gelişme ve sanayi hamlelerinin birbiri ardına gerçekleştirildiği bu yıllarda
çevre konusu yavaş yavaş gündeme gelmeye başlamış, zihinlerde çevre kavramı yer
bulmuş, önceliğini hissettirmese de önemi anlaşılır hale gelmiştir. Bu dönemde çevre ile
ilgili bazı birim ve örgütlenmelerin kurulmaya, oluşmaya başladığı görülmektedir.
Çevre hizmetlerinin kurumsallaştırılması alanındaki en önemli gelişme 1978 yılında
31
Başbakanlığa bağlı Çevre Müsteşarlığı’nın kurulmasıyla olmuştur (Talu 2003). Yine bu
dönemde kurumsal gelişme yanında hukuksal alanda da 1982 Anayasasıyla çevreye
doğrudan yönelik bir hüküm yer almış ve 56. maddede çevrenin korunup
geliştirilmesinin devletin ve vatandaşların ortak görevi olduğu belirtilmiştir. Ardından
çok geçmeden çevreye ilişkin müstakil bir hukuki düzenleme olan 2872 sayılı Çevre
Kanunu 1983 yılında kabul edilmiştir. Bu dönemde çıkartılan ve çevreyi ilgilendiren
hukuki düzenlemeler aşağıdaki gibi sıralanabilir:
1) Su Ürünleri Kanunu (04.04.1971): Türkiye’nin denizlerindeki ve iç sularındaki her
türlü su ürünlerinin korunması ve kontrollü avcılığının yapılmasına yönelik 1380 sayılı
bu Kanun, bu konudaki büyük bir yasal boşluğu doldurmuştur.
2) Üçüncü BYKP (1974-1978): Uluslararası düzeyde ilk kez çevre sorunlarının ele
alındığı Stockholm Çevre Konferansı’ndan sonra Türkiye’de de çevre bilincinin
oluşmaya başlamasının bir göstergesi olarak, ilk kez 3. BYKP’de çevre sorunlarına ayrı
bir yer verilmiştir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere ilişkin ayrı tanımlamalar
yapılmış,
sanayi
faaliyetlerinin
yoğunlaşması,
tabii
kaynakların
gereği
gibi
kullanılmaması sonucu doğal dengenin bozulması gelişmiş ülkelerin, düşük gelir
düzeyi, kurumsallaşmanın sağlanamaması, eğitimsizlik, doğal kaynaklardan optimum
yararlanılamaması ve eski teknolojilerin kullanılması ise gelişmekte olan ülkelerin çevre
sorunlarının kaynağı olarak gösterilmiştir. Ayrıca, sanayi bölgelerinde ve yoğun
yerleşim bölgelerinde hava, deniz ve su kirliliği başlıca sorunlar olarak belirlenmekle
birlikte, sözkonusu plana göre erozyon ve çevre sağlığı en önemli çevre sorunlarıdır
(Anonim 1974). Yukarıda verilen bilgilerden anlaşılacağı üzere Türkiye’nin ilk çevre
politikası 3. BYKP ile oluşturulmuştur.
3) Dördüncü BYKP (1979-1983): Çevre sorunları, 4. BYKP’de “4. Planın Temel
Politikaları” adını taşıyan 3. bölümde ayrı bir başlık olarak yer almıştır. Planda, çevre
sorunlarının toplumsal değişim süreci ile birlikte çözüme kavuşturulması temel ilkedir.
Sanayileşme, tarımda modernleşme ve kentleşme sürecinde çevre unsurunun dikkate
alınması bu şekilde çevre sorunlarının oluşmadan önlenmesi kaydıyla doğanın, doğal
kaynakların kullanımında ve korunmasında rasyonellik sağlanması, dolayısıyla uzun
32
dönemde geriye dönülmez çevre sorunlarının yaratılmaması amaçlanmıştır. Uluslararası
düzeyde işbirliğinden ilk kez bu planda, İstanbul Haliç’in rehabilitasyonu ve İzmit
Körfezi’nin temizlenmesine ilişkin çalışmalara etkinlik kazandırılması hususunda söz
edilmiştir. Kaynakların yanlış kullanılmasıyla çevrenin tahrip edildiği, sanayide ve
turizmde kalkınma hedefinin arkasına sığınarak doğal ve tarihi zenginliklerin tahrip
edilmemesi gereği planda vurgulanmıştır. Ayrıca, sosyal refahın ve turizmde
kalkınmanın temiz bir çevre ile sağlanabileceğine dikkat çekilmiştir. Sektörler arası
gelir dağılımının dengeli yapılabilmesine ve erozyonun önlenmesine ilişkin önlemler
alınmıştır (Anonim 1979). Çevreye ilişkin çeşitli hedefler getirilmekle birlikte idari
yapılanmadan ve mevzuat çalışmalarından hiç söz edilmemiş olması planın en büyük
eksikliğidir. Planda yer alan hedefler sadece çevreye devlet açısından verilen önemin
artmasının bir göstergesidir.
4) İSKİ Kuruluş Kanunu (23.11.1981): Türkiye’nin en büyük kenti olan İstanbul’un
su ve kanalizasyonla ilgili tüm altyapı ve üstyapı sorunlarının çözümü için belediyeye
bağlı genel müdürlük düzeyinde bir kurumun kurulması ve hizmetlerin bu genel
müdürlük aracılığıyla yapılmasını yasal olarak düzenleyen 2560 sayılı Kanun’dur.
5) Turizm Teşvik Kanunu (16.03.1982): Turizm sektörünü düzenleyecek, geliştirecek,
dinamik bir yapı ve işleyişe kavuşturacak tertip ve tedbirlerin alınmasını sağlamak
amacıyla çıkartılan 2634 sayılı bu Kanun’un “Doğal Turizm Kaynaklarının Korunması
ve Kullanılması” isimli 6. maddesinde; “kültür ve turizm koruma ve gelişim
bölgelerinde ve turizm merkezlerinde devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerde,
bölgenin doğal ve kültürel özelliklerini bozmamak…” şartı getirilmiştir.
6) Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) Kuruluş Kanunu (13.07.1982): 2690
sayılı bu Kanun’un “Görev, Yetki ve Sorumluluklar” isimli 4. maddesinde, TAEK’in
her türlü nükleer çalışma ve araştırmalarında çevre güvenliği ile ilgili kısıtlamalar
belirtilmiştir.
7)
Sahil
Güvenlik
Komutanlığı
Kanunu
(13.07.1982):
Deniz
Kuvvetleri
Komutanlığı’na bağlı olarak 2692 sayılı Kanunla kurulan bu komutanlığın kuruluş
33
amacı; Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün sahillerini, karasularını ve iç sularını korumak ve
güvenliğini sağlamak olup, bu amaçların gerçekleştirilmesi için görev alanına giren
Umumi Hıfzısıhha, Zirai Mücadele, Su Ürünleri, Turizm Teşvik vb. Kanunların
gereklerini yerine getirir.
8) Kültür ve Tabiat Varlıkları Kanunu (23.07.1983): 2863 sayılı bu Kanun’un amacı;
korunması gerekli taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili tanımları
belirlemek, yapılacak işlem ve faaliyetleri düzenlemek, bu konuda gerekli ilke ve
uygulama kararlarını alacak teşkilatın kuruluş ve görevlerini tespit etmektir.
9) Çevre Kanunu (11.08.1983): Bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin,
sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunması
amacına yönelik olarak çıkartılmış 2872 sayılı Kanun olup, bu konuda kanunun
çıkartıldığı tarihe kadar olan süreçte, çevre konusunda başka kanunlarla giderilmeye
çalışılan büyük bir boşluk doldurulmuştur.
10) Milli Parklar Kanunu (11.08.1983): 2873 sayılı bu Kanun’un amacı; Türkiye
Cumhuriyeti sınırları içersindeki milli ve milletlerarası düzeyde değerlere sahip milli
park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanlarının seçilip belirlenmesine,
özellik ve karakterlerinin bozulmadan korunmasına, geliştirilmesine ve yönetilmesine
ilişkin esasları düzenlemektir.
11) Boğaziçi Kanunu (22.11.1983): 2960 sayılı bu Kanunla İstanbul Boğazı’nın doğal
güzellikleri kamu yararı gözetilerek koruma ve geliştirilme statüsüne kavuşturulmuştur.
12) Maden Kanunu (15.06.1984): 3213 sayılı bu Kanunla her türlü madenin aranması,
işletilmesi ve çalıştırılması ilgili kanunlara dayanılarak sınırlandırılmış ve izne tabi
tutulmuştur.
13) Büyükşehir Belediyesi Kanunu (09.07.1984): Nüfus bakımından belli bir
büyüklüğe ulaşmış şehirlerde, çevre korumanın da içinde bulunduğu tüm yerel
34
hizmetlerin daha kolay gerçekleştirilebilmesi için çıkartılmış olan 3030 sayılı
Kanun’dur.
14) Kıyı Kanunu (17.04.1984): Deniz, tabii ve suni göl ve akarsu kıyıları ile bu
yerlerin etkisinde olan ve devamı niteliğinde bulunan sahil şeritlerinin doğal ve kültürel
özelliklerini gözeterek koruma ve toplum yararlanmasına açık, kamu yararına kullanma
esaslarını tespit etmek amacıyla düzenlenmiş 3621 sayılı Kanun’dur.
15) İmar Kanunu (09.05.1985): 3194 sayılı bu Kanun’un amaçlarından birisi de
yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların çevre şartlarına uygun teşekkülünü
sağlamaktır.
16) Radyasyon Güvenliği Tüzüğü (07.09.1985): Resmi Gazete’de 18861 sayıyla
yayınlanmış bu Tüzük’te radyasyon kaynaklarını bulunduran, kullanan, imal ve ihraç
eden kurum ve kuruluşların uyması gereken kuralların içersinde; çevrenin radyoaktif
artıklarla ve radyoaktif yağışlarla kirlenmesini engellemek amacıyla gerekli tedbirleri
almak, alınmasını sağlamak da bulunmaktadır.
17) Çevre Kirliliğini Önleme Fonu Yönetmeliği (17.05.1985): Çevre Kanunu’nun 17.
ve 19. maddeleri gereğince düzenlenmiş olan 18757 sayılı bu Yönetmelik, çevre
kirliliğinin önlenmesi ve çevrenin iyileştirilmesi için kurulan çevre kirliliğini önleme
fonu ile ilgili esasları düzenlemekte iken 2001 yılında çıkartılan 4629 sayılı Bazı
Fonların Tasfiyesi Hakkındaki Kanun’un 6. maddesinin (e) fıkrasına göre yürürlükten
kaldırılmıştır.
18) Beşinci BYKP (1985-1989): Planda Türkiye’nin şehirleşme, erozyon ve tabi
afetlerin sonucu olan çevre kirlenmeleri ile hızlı sanayileşmenin ve tarımda
modernleşmenin getirdiği çevre sorunları ile karşı karşıya olduğu ifade edilmektedir.
Böylece ilk kez bu planda, bilinen çevre sorunları dışında tarımın çevresel etkilerinden
söz edilmiştir. Ayrıca planda çevre konusunda sadece mevcut kirliliğin ortadan
kaldırılması değil, kaynakların gelecek nesillerin de yararlanabileceği en iyi şekilde
35
kullanılması, muhafazası ve geliştirilmesi temel yaklaşım olarak benimsenmiştir
(Anonim 1985).
19) Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği (02.11.1986): Çevre Kanunu’nun 1. ve
3. maddelerinde öngörülen amaç ve ilkeler doğrultusunda düzenlenmiş olan 19269
sayılı bu Yönetmeliğin amacı her türlü faaliyet sonucu atmosfere yayılan is, duman, toz,
gaz, buhar ve aerosol halindeki emisyonları kontrol altına almak; insanı ve çevresini
hava alıcı ortamındaki kirlenmelerden doğacak tehlikelerden korumak; hava
kirlenmeleri sebebiyle çevrede ortaya çıkan umuma ve komşuluk münasebetlerine
önemli zararlar veren olumsuz etkileri gidermek ve bu etkilerin ortaya çıkmamasını
sağlamaktır.
20) Gürültü Kontrol Yönetmeliği (11.12.1986): Kişilerin huzur ve sükununu, beden
ve ruh sağlığını gürültü ile bozmayacak bir çevrenin geliştirilmesini sağlamak amacıyla
çıkartılan 19308 sayılı bu Yönetmelik, bu amaçlara uygun olarak gürültü ile ilgili
terimlerin tarifi ile gürültü kontrolünün uygulanacağı sınırların belirlenmesi esaslarını
kapsar.
21) Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği (04.09.1988): Çevre Kanunu hükümleri uyarınca
hazırlanmış 19919 sayılı bu Yönetmeliğin amacı; ülkenin yeraltı ve yerüstü su
kaynakları potansiyelinin her türlü kullanım amacıyla korunmasını, en iyi bir biçimde
kullanımının sağlanmasını ve su kirlenmesinin önlenmesini ekonomik ve sosyal
kalkınma hedefleriyle uyumlu bir şekilde gerçekleştirmek üzere, su kirliliğinin kontrolü
esaslarının belirlenmesi için gerekli olan hukuki ve teknik esasları ortaya koymaktadır.
22) Altıncı BYKP (1990-1994): Çevre konusu, 6. BYKP’nin “Sosyal Hedef, İlke ve
Politikalar” bölümünde “Çevre ve Yerleşme” başlığı altında yer almış ve çevre
sorunlarına ilişkin uygulanması öngörülen “İlke ve Politikalar” ayrıntılı olarak
düzenlenmiştir. Çevre politikasında temel ilke; insan sağlığı ve doğal dengeyi
koruyarak, sürekli bir ekonomik kalkınmaya imkan verecek şekilde doğal kaynakların
yönetimini sağlamak ve gelecek nesillere insana yakışır bir doğal, fiziki ve sosyal çevre
bırakmaktır. Ayrıca, çevre ile ekonomi ilişkisi ilk kez bir kalkınma planında yer alarak,
36
bütün ekonomik politikalarda çevre boyutunun dikkate alınması esası benimsenmiştir.
“Kirliliğin Kaynağından Önlenmesi” ilkesi planda benimsenmiş ve muhtemel çevre
bozulmaları önceden tahmin edilerek gerekli tedbirlerin kirlilik meydana gelmeden
alınacağı belirtilmiş olup Türkiye’nin çevre politikası ilk kez ayrıntılı olarak
düzenlenmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında yer alan Türkiye açısından
sanayileşmenin önemi gözardı edilmeksizin çevrenin korunması gereği ve öngörülen
tedbirler AB mevzuatına uygun olarak planda açıklanmıştır (Anonim 1990).
Bu dönemde doğrudan çevre korunmasına ilişkin hukuki düzenlemeler çoğunluktadır.
Hatta bu düzenlemelerin önemli bir kısmı çevre koruma, geliştirme ve çevre kirliliğini
önleme alanına ilişkin teknik bilgi ve hükümler içermekte, bu konunun finansman
yönünü de ortaya koymaktadır. Bu dönemde, 09.07.1984 tarih ve 3030 sayılı
Büyükşehir Belediyelerinin Yönetimi Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin
Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun da önem taşımakta, zira bu Kanunla çevre
koruma ve geliştirmeye ilişkin, büyükşehir belediyelerine yüklenen görevler ile onlara
tanınan yetkilerde gelişme görülmektedir. Bu belediyelerin özellikle katı atıkların
taşınıp toplanması ve yok edilmesinde bazı yetkilerle donatılması, çöp imha
istasyonlarının kurulabilmesi gibi imkanlara kavuşması sağlanmıştır. Ayrıca bu
belediyeler, yeşil sahalar ve parklar yapmak gibi imkanlara da kavuşturulmuşlardır.
c) 1991’den Günümüze Kadar Olan Dönemde Türkiye’de Çevre Yönetimi:
Türkiye’de çevre yönetimi ilk kez 1991 yılında en üst düzeyde örgütlenme ve ülke
çapında teşkilatlanma için gerekli yasal düzenlemeye kavuşmuştur. 21.08.1991 tarih ve
443 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile çevrenin korunması ve
iyileştirilmesi, kırsal ve kentsel alanda arazinin ve doğal kaynakların en uygun ve
verimli şekilde kullanılması ve korunması, ülkenin doğal bitki ve hayvan varlığı ile
doğal zenginliklerin korunması, geliştirilmesi ve her türlü çevre kirliliğinin önlenmesi
amacıyla Çevre Bakanlığı kurulmuştur.
1996-2000 yıllarını kapsayan ve sürdürülebilir kalkınma yaklaşımının esas alındığı 7.
BYKP’de her ne kadar bir önceki plana ilave olarak, çevre politikalarının ekonomik ve
37
sosyal politikalara entegrasyonunda ekonomik araçlardan yararlanılacağı belirtilmiş olsa
da tarım-çevre bağlantısının dikkate alınmadığı görülmektedir. Ancak çevre kirliliği ve
sorunlarına verilen önemi gösteren Ulusal Çevre Stratejisi ve Eylem Planı bu plan
döneminde hazırlanmıştır. Ulusal Çevre Stratejisi ve Eylem Planı çevre açısından
öncelik taşıyan girişimleri belirlemekte, insan ve çevre sağlığı açısından tehdit oluşturan
kirlilik kaynaklarını tanımlamaktadır (Anonim 1996). 1995’te çalışmaları başlayan
Eylem Planı 1998 yılında tamamlanmıştır. Ulusal Çevre Stratejisi ve Eylem Planı ile
birlikte, Türkiye’nin biyolojik kaynaklarının korunmasını ve sürdürülebilir kullanımını
hedefleyen Türkiye Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi Eylem Planı da 2001 yılında
tamamlanmıştır. 2001-2005 yıllarını kapsayan 8.BYKP’nin 8. bölümünde “Çevre”
başlığı altında öncelikle mevcut durum ortaya konarak bunlardan bazılarından hızlı
kentleşmenin, başta kıyı alanları ve denizler olmak üzere tabii kaynaklar üzerindeki
baskıları, atıkların miktarını ve diğer çevre sorunlarını artırdığı ileri sürülmüştür.
Bununla beraber tarımın çevre üzerinde etkili olduğu ifadesinin yer aldığı planda
tarımsal çevre politikaları ilk kez bu kadar ayrıntılı olarak ele alınmıştır. Planda, tarıma
ilişkin amaç, ilke ve politikalarda, doğal kaynakların sürdürülebilir biçimde kullanılması
üzerinde durulmaktadır. Tarımsal politikalar doğrultusunda dengeli ve çevreyle uyumlu
tarımsal kalkınmanın sağlanması yönünde davranılacağı da belirtilmektedir. Ayrıca
Çevre Bakanlığı ile diğer bakanlıkların ve mahalli idarelerin yetki ve sorumluluklarının
yeniden düzenlenmesi gerektiği, Çevresel Etki Değerlendirme Yönetmeliği’nin
uygulanması ile istenen başarının elde edilemediği belirtilmiş, yine ilk defa
Biyogüvenlik Kanunu’nun çıkarılması, Milli Biyogüvenlik Kurulu’nun oluşturulması
hedeflenmiştir (Anonim 2001a). Bu plandan hareketle ve siyasi otoritenin Bakanlık
sayılarının azaltılması amacıyla aldığı kararla Çevre ve Orman Bakanlıkları
birleştirilmiş, 443 sayılı KHK ile mülga Çevre Bakanlığı 2003 yılında 4856 sayılı
Kanunla Çevre ve Orman Bakanlığı’na dönüştürülmüştür. 2007-2013 yıllarını kapsayan
9. BYKP’de de “Çevre” başlıklı bölüm içerisinde öncelikle çevre konusunda
Türkiye’nin mevcut durumu, çevre sorunlarının giderilmesine yönelik karşılaşılan mali
ve idari sorunları, uluslararası yükümlülük ve taahhütleri irdelenerek AB’ye katılım
sürecinin etkileri tespit edilmiştir. Çevre konusundaki vizyon ise “bugünkü ve gelecek
kuşakların temel gereksinimlerinin sağlandığı, yaşam kalitesinin artırıldığı, biyolojik
çeşitliliğin korunduğu, doğal kaynakların sürdürülebilir kalkınma yaklaşımıyla akılcı
38
yönetildiği, sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkını gözeten politik-yönetsel
anlayışın egemen olduğu bir Türkiye” olarak kararlaştırılmıştır. Daha sonrasında da bu
vizyonun gerçekleştirilmesine yönelik olarak uygulama stratejileri sıralanmıştır
(http://plan9.dpt.gov.tr). Planın “Toprak ve Su Kaynaklarının Kullanımı ve Yönetimi”
başlıklı bölümünde tarımsal çevreye yönelik mevcut durum ortaya konularak yüzey
suları ve yer altı suları, göller ve toprağın korunması, kirliliğin önlenmesi veya
bertarafına yönelik hedefler ve ilkeler belirtilerek bunların gerçekleştirilmelerine
yönelik stratejiler sıralanmıştır (http://plan9.dpt.gov.tr). Plan içerisindeki “Rekabet
Gücünün Arttırılması” ile ilgili bölüm içerisinde “Çevrenin Korunması ve Kentsel
Altyapının Geliştirilmesi” ana başlığı altında “çevrenin korunması kısa vadede maliyet
unsuru olarak görülmekle birlikte uzun vadede rekabet gücünü arttırmakta ve
sürdürülebilir kılmaktadır. Bu kapsamda başta AB olmak üzere uluslararası standartlara
uyum sürecinin bir gereği olarak çevre altyapısının iyi planlanmış bir sürede maliyet
etkin bir şekilde tamamlanması sağlanacaktır” ifadesi yer almaktadır. Ayrıca “tüketici
tercihen çevreye duyarlı mal ve hizmetlere yönelmesi çerçevesinde, rekabet gücümüzün
arttırılması ve sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması amacıyla verimliliği arttıran,
çevreye duyarlı üretim süreç ve teknolojilerinin ve yaygınlaştırılması esastır” denilerek
ürünlerin pazarda varolabilmesinin bir koşulunun çevreci üretim teknolojileri olduğu
belirtilmektedir (http://plan9.dpt.gov.tr).
Bu dönem içersinde çevreyle ilgili hukuki alanda oldukça önemli ilerlemeler sağlanmış
ve mevzuat geliştirilmiş olup 25.02.1998 tarihinde çıkartılan 4342 sayılı Mera
Kanunuyla daha önce çeşitli kanunlarla tahsis edilmiş veya geçmişten bu yana
kullanılmakta olan mera, yaylak, kışlak ve kamuya ait otlak ve çayırların tesbiti, tahdidi
ile köy veya belediye tüzel kişilikleri adına tahsislerinin yapılması, belirlenecek
kurallara
uygun
verimliliklerinin
denetlenmesi,
bir
şekilde
artırılması
korunması
ve
ve
kullandırılması,
sürdürülmesi,
gerektiğinde
bakım
ve
ıslahının
kullanımlarının
kullanım
amacının
yapılarak
sürekli
olarak
değiştirilmesi
amaçlanmıştır. Fakat 12.04.2000 tarihinde “Sanayinin uygun görülen alanlarda
yapılanmasını sağlamak, kentleşmeyi yönlendirmek, çevre sorunlarını önlemek….”
gerekçeleriyle çıkartılan 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu’nun Geçici 7.
Maddesiyle, Mera Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihe kadar meralarda kurulmuş
39
ve/veya yatırım programlarına alınmış organize sanayi bölgelerin yerlerinin artık mera
sayılmaması sağlanmıştır (www.hukuki.net). 01.12.2004 tarihinde tüketiciye güvenilir,
kaliteli ürünler sunmak üzere organik ürün ve girdilerin üretiminin geliştirilmesini
sağlamak için gerekli tedbirlerin alınmasına yönelik olarak 5262 sayılı Organik Tarım
Kanunu yürürlüğe girmiştir. 31.05.2005 tarih ve 25831 sayıyla yayımlanan Toprak
Kirliliğini Kontrol Yönetmeliği alıcı ortam olarak toprak kirlenmesinin önlenmesi,
kirliliğin giderilmesi, arıtma çamurlarının ve kompostun toprakta kullanımında gerekli
tedbirlerin alınması esaslarını sürdürülebilir kalkınma hedefleriyle uyumlu bir şekilde
ortaya koyarak bu konuda önemli bir hukuki boşluğu doldurmuştur. Ancak
Yönetmeliğin kapsamı toprak kirliliğine neden olan faaliyetler ile tehlikeli maddeler ve
atıkların toprağa deşarjına, atılmasına, sızmasına yönelik teknik, idari ve cezai
yaptırımlar açısından yetersizdir. Yine bu dönemde çevreye duyarlı ve asgari hijyen ve
hayvan refahı standartlarını karşılayan bir tarım biçimi olarak adlandırılan İyi Tarım
Uygulamaları ile ilgili Yönetmelik 08.09.2007 tarihinde 25577 sayılı Resmi Gazete’de
yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Türkiye’de modern biyoteknoloji ve bu kapsamda yer
alan bitkisel biyoteknoloji çalışmaları başlangıç aşamasında olup yasal olarak
transgenik bitkilerin ticari olarak üretilmeleri söz konusu değildir. Transgenik bitki
üretimi, pazara sürülmesi ve gıda olarak kullanılması ile ilgili hukuki düzenleme
ihtiyacı, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi ve bu
sözleşmenin ek protokolü olan Cartagena Biyogüvenlik Protokolüne taraf olması ve AB
adaylık sürecinin başlaması ile birlikte hız kazanmıştır. Tarım ve Köyişleri
Bakanlığı’nca genetiği değiştirilmiş organizmaların çevreye bilinçli salımı ve pazara
sürülmesi hakkında başlatılan hukuki düzenleme çalışmaları, başlangıçta bir
Yönetmelik çerçevesinde hazırlanmış ancak daha sonra cezai müeyyideleri de içermesi
bakımından düzenleme Ulusal Biyogüvenlik Kanun taslağına dönüştürülmüştür. Yine
2004 yılında Orman Kanunu’nda, 2005 yılında Kadastro ile Milli Parklar Kanunu’nda
değişiklikler yapılmış, 11.07.2003 tarih 25165 sayılı Kara Avcılığı Kanunu, 01.07.2004
tarih 25509 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu ile 19.07.2005 tarih ve 25744 sayılı
Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu kabul edilmiş, çevre konusunda eğitim ve
bilinçlendirme çalışmaları artarak süregelmiştir. 08.05.1998’de Çevre Bakanlığı
bünyesindeki teknik destek ve Dünya Bankası’nın finansman katkısıyla Devlet
Planlama Teşkilatı (DPT) Müsteşarlığı tarafından yapılan Ulusal Çevre Stratejisi ve
40
Eylem Planı uygulama çalışmaları, DPT Müsteşarlığı ve Bakanlık arasında imzalanan
bir protokolle başlatılmıştır. İl Çevre ve Orman Müdürlükleri ile Çevre Referans
Laboratuarları kurulmuş, çevre alanında uluslararası sözleşmelerin kabulü ve yürürlüğe
girmesi sağlanmıştır.
4.3.1 Türkiye Cumhuriyeti anayasalarında çevre
Hiyerarşik açıdan en üstte bulunan Anayasa’da hak, ödev ve yükümlülüklere ilişkin
hükümlerin yer alması, bunların devlet bakımından “planlayıcı hüküm” niteliğinde
olduğunun, diğer bir ifadeyle Anayasa’da çevreye ilişkin hükümlerin bulunması, devlet
içinde çevrenin önemli bir yeri olduğunun göstergesidir. Ayrıca, insan hakkı olması
nedeniyle çevreden söz eden normlar bağlayıcı hüküm niteliğindedirler. Anayasaların
genel hukuk sistemini de doğrudan etkilediği dikkate alınırsa, Anayasa’da varolan
çevreyle ilgili hukuk prensiplerinin çevre hukukunu dolayısıyla çevre mevzuatını
etkilemesi sözkonusu olacaktır. Mevzuata aktarılmamış bir olayın çözümlenmesinde,
devlet tarafından üstün olarak kabul edilen değerler kapsamında yer alması nedeniyle
sözkonusu normlar ayrıca önem taşırlar. Dikkat edilmesi gereken husus, Anayasa
koyucu tarafından çevreye ilişkin normların sadece devlete ödev ve sorumluluk
yüklememesi, bireylerin de çevresel faaliyetlere katılmalarını mümkün kılmak amacıyla
çevre hakkının yanısıra ödev ve sorumluluk almalarının sağlanmasıdır.
a) l96l Anayasası:
1961 Anayasası’nın çevre korumayla doğrudan ilgili tek hükmü “Herkesin beden ve ruh
sağlığı içinde yaşayabilmesini sağlama ödevini” devlete yükleyen 49. maddesidir. Çevre
sorunlarının kişilerin beden ve ruh sağlığını etkilediği dikkate alınarak bu prensip,
“çevreyi koruma” ve “temiz çevre” kavramlarına hukuki bir temel oluşturmada ilk
hareket noktasıdır. Çevrenin korunmasının devletin ödevi olduğu kanısıyla devletin
doğal zenginlikleri ve kaynakları hüküm ve tasarrufu altında bulundurduğunu hükme
bağlayan 130. madde ve ormanların korunmasının, ormanlık alanların genişletilmesinin
ve ormanlardan kamu yararına uygun olarak yararlanılmasını düzenleyen 131. madde
1961 Anayasası’nda yer almaktadır (Kuzu 1997).
41
b) 1982 Anayasası:
Çevre korumasına yönelik açık bir hükmü 56. madde de öngören 1982 Anayasası’nda
çevreyle ilgili doğrudan veya dolaylı hükümlere de yer verilmiştir (Kuzu 1997).
Anayasa’nın 56. maddesinde “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına
sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek
devletin ve vatandaşların görevidir” ifadesi kullanılmıştır. Sosyal ve ekonomik haklar
ve ödevler bölümünde düzenlenen 56. maddeyle ilk kez bir Anayasa kapsamında çevre
hakkından doğrudan söz edilerek çevre koruması, devletin sorumluluğu, bireylerin
sorumluluğu ve bireylerin hakkı olmak üzere üç yönden ele alınmıştır. Böylelikle devlet
tarafından bireylere subjektif bir hak tanınmıştır. Ancak tanınan subjektif hakka karşı
devletin sorumluluklarına yer verilmemiş, hükmü ihlal edenler aleyhinde herhangi bir
müeyyide öngörülmediği gibi bireylerin başvuru hakkından da söz edilmemiştir.
Çevrenin “sağlıklı ve dengeli” olmasından söz edilmiş ancak ideal çevrenin nasıl olması
gerektiği veya hangi unsurların çevreye dahil olduğuna ilişkin düzenlemede
bulunulmamıştır. Dolayısıyla çevrenin hukuken korunan alanı Anayasal olarak
belirlenmemiştir.
65. maddede yer alan “devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda anayasa ile belirlenen
görevlerini, ekonomik istikrarın korunmasını gözeterek, mali kaynakların yeterliliği
ölçüsünde yerine getirir” hükmüyle 56. madde sınırlanmaktadır. Çünkü çevreye ilişkin
projeler büyük maliyetler getirdiğinden devlet mali olanakları ölçüsünde çevre
korumasına yönelik yatırım yapabilecektir. Anayasal açıdan diğer bir sınırlama da 23.
maddeyle getirilen “herkes yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir” hükmüne aynı
maddenin 2. fıkrasıyla “sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek” amacıyla
getirilen sınırlamadır.
Aynı çevre hakkı gibi “sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler” başlığı altında
düzenlenen 43. maddeye göre, “kıyılar, devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Deniz,
göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden
yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir...” ifadesi kullanılmıştır.
42
44. madde de “sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler” başlığı altında düzenlenmiş olup
“devlet, toprağın verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek, erozyonla
kaybedilmesini önlemek ve topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçilikle
uğraşan köylüye toprak sağlamak için gerekli tedbirleri alır...” hükmünü içerir. 44.
maddenin devamı niteliğini taşıyan 45. maddeyle tarım toprakları ile meraların amaç
dışı kullanılmasını ve tahribini önleme görevi devlete verilmiştir.
Anayasa’da konut hakkı da çevrenin diğer bir boyutu olarak ele alınmış ve 57.
maddeyle hükme bağlanmıştır. Buna göre “devlet şehirlerin özelliklerini ve çevre
şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır,
ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler.” hükmü yer almıştır. Ancak Madde 63’te
yer alan “tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması” çevreden tamamıyla bağımsız
olarak “devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu
amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır” şeklinde hükme bağlanmıştır.
“Ekonomik Hükümler” de yer alan, çevreyle ilgili tek hüküm olan ormanların
korunması ve geliştirilmesine ilişkin 169. maddeye göre “devlet, ormanların korunması
ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır. Yanan
ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık
yapılamaz. Bütün ormanların gözetimi devlete aittir. Devlet ormanlarının mülkiyeti
devrolunamaz. Devlet ormanları Kanun’a göre, devletçe yönetilir ve işletilir. Bu
ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu
olamaz. Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez.
Ormanların tahrip edilmesine yol açan siyasi propaganda yapılamaz, münhasıran orman
suçları için genel ve özel af çıkarılamaz. Ormanları yakmak, ormanı yok etmek veya
daraltmak amacıyla işlenen suçlar genel ve özel af kapsamına alınamaz.”
Çevreyle ilgili gerek doğrudan ve gerekse dolaylı hükümlerin Anayasa’da belli bir
sistem
dahilinde
yer
almaması,
çevresel
sorunların
bütün
olarak
saptanıp
yorumlanmasını ve algılanmasını güçleştirmiş bulunmaktadır. Anayasal düzeyde
çevreyle ilgili bütünlüğün sağlanması sözkonusu hükümlerin bir araya toplanmasıyla
mümkündür.
43
4.3.2 Çevre Kanunu
Çevre kirliliğinin önlenmesi, çevrenin korunması ve iyileştirilmesi amacına yönelik
olarak Anayasa’nın 56. maddesine istinaden çıkartılmış olan Çevre Kanunu yürürlüğe
girdiği 1983 yılından itibaren Türkiye’de ve dünyada çevre konusunda yaşanan hızlı
değişim ve gelişmeler karşısında 08.06.1984 tarih 222 sayılı, 19.10.1989 tarih 383
sayılı, 13.03.1990 tarih 409 sayılı, 09.08.1991 tarih 443 sayılı ve 09.08.1991 tarih 444
sayılı KHK’lerle, 04.06.1986 tarih 3301 sayılı, 03.03.1988 tarih 3416 sayılı ve
26.04.2006 tarih 5491 sayılı Kanunlarla değişikliğe uğramıştır (Anonim 2006f).
Uygulama ve denetleme konularında büyük belirsizlikleri barındıran Türk çevre
mevzuatındaki boşlukları doldurmak amacıyla hazırlanmış ise de çok kapsamlı bir
program taslağı görüntüsünde olmakla birlikte bu hedefleri gerçekleştirecek uygulama
olanaklarının tanınmamış olması, Çevre Kanunu’nun etkin bir biçimde uygulanmasını
engellemiştir (Erim 2000).
a) Kanunun Amacı:
Kanunun amacı l. madde de yer almakta ve “bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin,
sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını
sağlamaktır” şeklinde belirtilmektedir.
b) Tanımlar ve İlkeler:
26.04.2006 tarih 5491 sayılı Kanunla Çevre Kanunu’nda yapılan değişiklikle çevre için
son derece önemli olan çevre korunması, çevre kirliliği, sürdürülebilir çevre,
sürdürülebilir kalkınma, alıcı ortam, doğal varlık, doğal kaynak, kirleten, ekosistem,
ekolojik denge, sulak alan, biyolojik çeşitlilik, çevresel etki değerlendirmesi, çevre
yönetimi ve hava kalitesi gibi tanımlar güncellenerek veya eklenerek terminolojide
bütünlük sağlanmasına yönelik önemli bir adım atılmıştır. 3. maddede Türk çevre
politikasının belirlenmesi açısından da önem arz eden çevrenin korunmasına,
iyileştirilmesine ve kirliliğinin önlenmesine ilişkin ilkeler saptanmıştır. Sözkonusu
ilkeleri Anayasa’da bireylerle devletin ödevi ve sorumluluğuymuş gibi nitelendirilen
44
“Çevrenin Korunması ve Çevre Kirliliğinin Önlenmesi” ödevi, madde 3/a ve madde 3/b
ile tüzel kişilerin de ödev ve sorumluluğu haline gelmiştir.
c) Kirleten Öder İlkesi:
AB çevre politikasında benimsenmiş bulunan “kirleten öder” ilkesi aynı maddede yer
almış ve “kirlenme ve bozulmanın önlenmesi, sınırlandırılması, giderilmesi ve çevrenin
iyileştirilmesi için yapılan harcamalar kirleten veya bozulmaya neden olan tarafından
karşılanır” cümlesiyle hükme bağlamıştır. “Kirleten”, 2. maddeye göre, faaliyetleri
sırasında veya sonrasında doğrudan veya dolaylı olarak çevre kirliliğine, ekolojik
dengenin ve çevrenin bozulmasına neden olan gerçek ve tüzel kişilerdir. Kirletenin
vatandaş ya da yabancı olması ile devlet veya özel hukuk tüzel kişisi olması arasında bir
ayrım gözetilmemiştir. Yine aynı hükme göre, zararın doğrudan veya dolaylı olması
arasında bir fark bulunmamaktadır.
d) Kirletme Yasağı:
Çevre Kanunu’nun 8. maddesinde “kirletme yasağı” adı altında çevre kirlenmesine
ilişkin olarak alınan önlemler yer almaktadır. Buna göre: “Her türlü atık ve artığı,
çevreye zarar verecek şekilde, ilgili yönetmeliklerde belirlenen standartlara ve
yöntemlere aykırı olarak doğrudan ve dolaylı biçimde alıcı ortama vermek, depolamak,
taşımak, uzaklaştırmak ve benzeri faaliyetlerde bulunmak yasaktır. Kirlenme ihtimalinin
bulunduğu durumlarda ilgililer kirlenmeyi önlemekle; kirlenmenin meydana geldiği
hallerde kirleten, kirlenmeyi durdurmak, kirlenmenin etkilerini gidermek veya azaltmak
için gerekli tedbirleri almakla yükümlüdürler” ibaresiyle yasaklama ve yükümlülükler
getirilmiştir.
e) Özel Çevre Koruma Bölgeleri ve Çevre Korunması:
Çevre korunması ve özel çevre koruma bölgelerinin işlendiği Çevre Kanunu’nun 9/d
maddesi şöyledir: “Ülke ve dünya ölçeğinde ekolojik önemi olan, çevre kirlenmeleri ve
bozulmalarına duyarlı toprak ve su alanlarını, biyolojik çeşitliliğin, doğal kaynakların
45
ve bunlarla ilgili kültürel kaynakların gelecek kuşaklara ulaşmasını emniyet altına
almak üzere gerekli düzenlemelerin yapılabilmesi amacıyla, özel çevre koruma bölgesi
olarak tespit ve ilan etmeye, bu alanlarda uygulanacak koruma ve kullanma esasları ile
plan ve projelerin hangi bakanlıkça hazırlanıp yürütüleceğini belirlemeye bakanlar
kurulu yetkilidir”. Söz konusu hüküm dayanak alınarak 19.10.1989 tarihli ve 383 sayılı
KHK “Özel Çevre Koruma Kurumu” kurulmuş, 09.08.1991 tarihli ve 444 sayılı KHK
ile özel çevre koruma bölgesi ilan edilen ve edilecek alanların sahip olduğu çevre
değerlerini korumak ve mevcut çevre sorunlarını gidermek için tüm tedbirleri almak, bu
alanların koruma ve kullanma esaslarını belirlemek, imar planlarını yapmak, mevcut her
ölçekteki plan ve plan kararlarını revize etmek ve resen onaylamak üzere Çevre
Bakanlığı’na bağlı ve tüzel kişiliğe sahip Özel Çevre Kurumu Başkanlığı’nın kurulması
ile bu kurumun teşkilat ve görevlerine ilişkin esaslar düzenlenmiştir. “Akdeniz’in
Kirlenmeye Karşı Korunmasına İlişkin Sözleşme” diğer bir ifadeyle 16.02.1976 tarihli
Barcelona Sözleşmesi paralelinde hazırlanan 20.07.1986 tarihli “Akdeniz’de Özel
Koruma Alanlarına İlişkin Protokol” çerçevesinde Çevre Kanunu madde 9’a göre,
12.06.1988- 88/130 19 tarih ve sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile özel çevre koruma
bölgeleri tespit edilmiş ve 05.07.1988 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanmış;
Köyceğiz, Fethiye-Göçek ve Gökova özel çevre koruma bölgesi ilan edilmiştir.
18.01.1990-90/77 tarih ve sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Dalyan, Patara, Kekova ve
çevresi, Göksu Deltası, 22.10.1990-90/1117 tarih ve sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile
Gölbaşı, Pamukkale, Ihlara (Kapadokya), Foça, Datça-Bozburun ve Belek özel çevre
koruma bölgeleri kapsamına alınmıştır.
Çevre Kanunu madde 13’te zararlı kimyasal maddelerin sebep olduğu kirlilikten ve
madde 14’te gürültü kirliliğinden söz edilmektedir. Kanun’un 13. maddesinde “Havada,
suda veya toprakta kalıcı özellik gösteren ve ekolojik dengeyi bozan kimyasal
maddelerin üretim, ithal, taşıma, depolama ve kullanımında çevre korunması esasları
dikkate alınır. Bu tür maddelerin üretim, ithal, taşıma, depolama ve kullanımına ilişkin
esaslar yönetmelikle belirlenir” ifadesi yer almaktadır. Sözkonusu maddeye açıklama
getirmek üzere 11.07.1993 tarihli “Zararlı Kimyasal Madde ve Ürünlerinin Kontrolü
Yönetmeliği” çıkartılmıştır. Kanun’un 14. maddesinde yer alan “Kişilerin huzur ve
sükununu, beden ve ruh sağlığını bozacak şekilde yönetmelikte belirlenen standartlar
46
üzerinde gürültü çıkarılması yasaktır. Fabrika, atölye, işyeri, eğlence yeri, hizmet
binaları, konutlar ve ulaşım araçlarında gürültünün asgariye indirilmesi için gerekli
önlemler alınır” hükümleri dayanak gösterilerek 11.12.1986 tarihinde “Gürültü Kontrol
Yönetmeliği” çıkartılmıştır.
f) Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED):
Çevre Kanunu’nun 10. maddesi hükmüyle ÇED hususundan ilk kez Türk mevzuatında
söz edilmiştir. Bu maddeye göre, gerçekleştirmeyi planladıkları faaliyetleri sonucu
çevre sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler bir ÇED raporu
hazırlarlar. Bu raporda çevreye yapılabilecek tüm etkiler göz önünde bulundurularak
çevre kirlenmesine sebep olabilecek atık ve artıkların ne şekilde zararsız hale
getirilebileceği ve bu hususta alınacak önlemler belirtilir. ÇED raporunun hangi tip
projelerde isteneceği, ihtiva edeceği hususlar ve hangi makamlarca onaylanacağına
ilişkin esaslar yönetmelikle belirlenir. Böylece, bir faaliyet gerçekleşmeden önce
çevreye verebileceği zararların belirlenmesi ve önlenmesine yönelik gerekli tedbirlerin
mevzuat çerçevesinde alınması amacıyla 21489 sayılı Çevresel Etki Değerlendirmesi
Yönetmeliği 07.02.1993 tarihinde yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Yönetmelikle
gerçek ve tüzel kişilerin gerçekleştirmeyi planladıkları Yönetmelik kapsamına giren
faaliyetlerin
çevre
üzerinde
yapabilecekleri
bütün
etkilerin
belirlenerek
değerlendirilmesi ve tespit edilen olumsuz etkilerin önlenmesi için gerçekleştirilecek
ÇED sürecinde uyulacak idari ve teknik usül ve esasları düzenlenmiştir.
4.4 Merkezi Yönetimde Çevre Yönetimi ve Örgütlenmesi
Ekolojik dengenin sağlanması amacıyla kaynakların rasyonel kullanımına yönelik
olarak yönetim sürecindeki aşamaların bütünü ya da yönetim sürecinde kabul edilen
aşamaların çevre koruma ve kullanma dengesinin sağlanmasına yönelik uygulanması
olarak tanımlanabilecek çevre yönetiminin temel amacı, çevrenin ve doğal kaynakların
kullanılırken bir dengenin sağlanarak dünyanın gelecekte de yaşanabilir olmasını
sağlayacak bir yönetim sürecinin işlemesidir (Keleş ve Hamamcı 2005). Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası’nda çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre
47
kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevi olduğu belirtilerek hem devlete
hem de vatandaşlara sorumluluklar getirilmektedir. Devlete düşen sorumluluklar
açısından çevre korumaya ilişkin görevler çeşitli Bakanlıklar ve kuruluşlar aracılığı ile
yürütülmüş, tüm bu kurumlar arasında eşgüdüm sağlamak amacıyla 1978 yılından
itibaren Başbakanlık Çevre Örgütü kurulmuş ve zamanla Müsteşarlık yada Genel
Müdürlük düzeyinde faaliyetler yürütülmüş ve sonuç olarak çevre yönetiminin üst
örgütü olarak 1991 yılında Çevre Bakanlığı kurulmuştur.
Çevre yönetimi, çevre konusunda koruma görevi ve sorumluluğu yüklenen tüm kişi ve
kuruluşları kapsamakta olup bu kuruluşlar arasında eşgüdümü sağlamak ve ülkenin
çevre korumaya ilişkin politikalarını oluşturmakla görevli kurul olarak merkezde çevre
bakanlığı
kurulmuş
bulunmaktadır.
Çevre
için
kurumsal
yapılanmanın
gerçekleştirilmesinde dünyada şu iki yol izlenmektedir. Yalnızca çevre sorunlarından
sorumlu Çevre Bakanlığı vardır. Bir de çevre konuları Bakanlık statüsünde olmayan
bazı özerk kuruluşların sorumluluğuna bırakılmıştır.
4.4.1 Çevre ve Orman Bakanlığı
Çevrenin korunması ve iyileştirilmesi, kırsal ve kentsel alanda arazinin ve kaynakların
en uygun ve verimli şekilde kullanılması ve korunması, ülkenin doğal, bitki ve hayvan
varlığı ile doğal zenginliklerinin korunması, geliştirilmesi ve her türlü çevre kirliliğinin
önlenmesi için Bakanlar Kurulu’nca kabul edilen 09.08.1991 tarih ve 443 sayılı KHK
ile Çevre Bakanlığı kurulmuş ve daha önce Çevre Müsteşarlığı’nca yada çevreden
sorumlu devlet bakanlığınca yürütülen hizmetleri devralmıştır. 2003 yılında siyasi
otoritenin Bakanlık sayılarının azaltılması amacıyla aldığı kararla Çevre ve Orman
Bakanlıkları birleştirilmiş, 443 sayılı KHK ile mülga Çevre Bakanlığı 2003 yılında
4856 sayılı kanunla Çevre ve Orman Bakanlığı’na dönüştürülmüştür. Çevre ve Orman
Bakanlığı merkezde, 4856 sayılı Kanun uyarınca örgütlenmiş olup ana hizmet, danışma
ve denetim, sürekli kurullar, taşra teşkilatı ve yardımcı birimlerden oluşmaktadır.
Çevre yönetilebilir bir olgudur, ulusal düzeyde çevre yönetimi ulusal ölçekte doğal ve
yapılanmış çevrenin yönetimi konusunda çevre politikalarının korunması ve bu
48
politikaların
uygulanması
için
gerekli
örgütlenmelerin
oluşturulması
olarak
tanımlanabilir (Keleş 1992). Ulusal nitelikli çevre sorunları için çevre sorunlarının sınır
tanımayan ve birbirine bağlı sorunlardan oluşan karmaşık özellikleri çoğu kez
yarattıkları olumsuz sonuçların aynı anda hem yerel hem ulusal hem de uluslararası
düzeyde etkili olmasına yol açmaktadır.
Çevre ve Orman Bakanlığı’nın 4856 sayılı kuruluş Kanunu’nun 2. maddesinde
Bakanlığın görevleri maddeler halinde sıralanmıştır (Anonim 2003):
a) Çevrenin korunması, kirliliğinin önlenmesi ve iyileştirilmesi için prensip ve
politikalar tespit etmek, programlar hazırlamak; bu çerçevede, araştırmalar ve
projeler
yapmak,
yaptırmak,
bunların
uygulama esaslarını
tespit
etmek,
uygulanmasını sağlayacak tedbirleri almak.
b) Çevrenin korunması ve kirliliğinin önlenmesi amacıyla ülke şartlarına uygun olan
teknolojiyi belirlemek, bu amaçla kurulacak tesislerin vasıflarını tespit etmek.
c) Ülke şartlarına uygun olan çevre standartlarını Türk Standartları Enstitüsü ile
birlikte belirlemek, uygulamak ve uygulanmasını sağlamak.
d) Atık ve yakıtlar ile ekolojik dengeyi bozan, havada, suda ve toprakta kalıcı özellik
gösteren kirleticilerin çevreye zarar vermeyecek şekilde bertaraf edilmesi için
denetimler yapmak, ülke genelinde tüm uygulayıcı kurum ve kuruluşların bu
konudaki taleplerini değerlendirerek sonuçlandırmak, ülkenin atık yönetimi
politikasını belirlemek ve bu konuda gerekli tedbirleri almak, tehlikeli hallerde veya
gerekli durumlarda faaliyetlerin durdurulması ile ilgili usul ve esasları yönetmelikle
belirlemek.
e) Çevrenin korunması ve kirliliğinin önlenmesi için çevre standartları ve ekolojik
kriterler esas olmak üzere her türlü analizi, ölçüm ve kontrolleri gerçekleştirmek
amacıyla laboratuvar kurmak, kurdurmak ve denetimlerini yapmak veya mevcut
kamu kurum ve kuruluşlarının laboratuvarlarından yararlanmak.
f)
Ülkedeki kirlenme konuları ile kirlenmenin mevcut olduğu veya olması muhtemel
bölgeleri ve sektörleri tespit etmek ve izlemek, bu problemlerin teknik, idari ve
49
finansman bakımından çözümünü sağlayan kaynağın bulunmasıyla ilgili çalışmaları
yönetmek veya yönlendirmek.
g) Sürdürülebilir kalkınma ilkesi çerçevesinde çevreye olumsuz etki yapabilecek her
türlü plan, program ve projenin, fayda ve maliyetleriyle çevresel olguların ortak bir
çerçeve içinde değerlendirilmesini gerçekleştirecek ÇED ve stratejik çevresel
değerlendirme çalışmasının yapılmasını sağlamak, bu çalışmaları denetlemek ve
izlemek.
h) Dengeli ve sürekli kalkınma amacına uygun olarak ekonomik kararlarla ekolojik
kararların bir arada düşünülmesine imkan veren rasyonel doğal kaynak kullanımını
sağlamak üzere kalkınma planları ve bölge planları temel alınarak çevre düzeni
planlarını hazırlamak veya hazırlatmak, onaylamak, uygulanmasını sağlamak.
i)
Hayvanların korunmasına yönelik çalışmaları ilgili Bakanlık, kurum ve kuruluşların
işbirliği ile yapmak, yaptırmak, bu konuda yürütülen faaliyetleri desteklemek,
denetlemek ve denetlenmesini sağlamak.
j)
Çevre konusunda görev verilmiş olan özel kuruluşlar ile kamu kurum ve kuruluşları
arasında işbirliği ve koordinasyonu sağlamak, bu konuda faaliyette bulunan gönüllü
kuruluşları yönlendirmek, desteklemek ve Bakanlıklar arası işbirliği esaslarını
yönetmelikle belirlemek.
k) Çevreye olumsuz etkileri olan her türlü faaliyeti ülke bütününde izlemek ve
denetlemek.
l)
Çevre uygulamalarına etkinlik kazandırmak için başta mahalli idareler olmak üzere
sürekli bir eğitim programı uygulamak, bu amaçla yapılan eğitim faaliyetlerini
izlemek, desteklemek, yönlendirmek, çevre bilincini geliştirmek ve çevre
problemleri konusunda kamuoyu araştırmaları yapmak.
m) Çevre ve orman konularında uluslararası düzeyde sürdürülen çalışmaların izlenmesi
ve bunlara katkıda bulunulması amacıyla ulusal düzeyde yapılan hazırlıkları ilgili
kuruluşlarla işbirliği halinde yürütmek ve bu çalışmalara Türkiye'nin katılımına
ilişkin koordinasyonun sağlanmasına, uluslararası ilişkilerin yürütülmesi ile ilgili
mevzuat çerçevesinde yardımcı olmak.
n) Ormanların korunması, imarı ve ıslahı ile bakımını sağlamak.
50
o) Orman sınırlandırılması ve kadastrosunu yapmak, vasıf tayini ile devlet ormanlarına
ilişkin kamu yararına kullanım hakkı tesisi ve iznine ait işleri yürütmek.
p) Orman sınırları içerisinde ve yeniden orman rejimine alınacak yerlerde genel
ağaçlandırma planı düzenlemek, bu planın gerektirdiği etüt ve proje işleri ile
ağaçlandırmaları yapmak veya yaptırmak.
q) Erozyonu önleyici her türlü tedbiri almak.
r)
Devlet ormanları içindeki otlak, yaylak ve kışlakları özel mevzuatına göre ıslah
etmek, otlatma amenajman planlarını yapmak veya yaptırmak.
s) Ağaçlandırma yapmak, devamlı ve geçici fidanlıklar kurmak, özel ağaçlandırma
yapmak ve fidanlık tesis etmek isteyen gerçek ve tüzel kişileri desteklemek.
t)
Devlet ormanları ile tüzel kişiliği haiz kamu kurumlarına ve özel ormanlara ait
amenajman planlarını yapmak veya yaptırmak.
u) Devlet ormanları içinde ve bitişiğinde oturan köylülerin sosyal ve ekonomik
gelişmelerini sağlamak amacıyla bunları her türlü kredi ve yardım kaynaklarıyla
desteklemek, orman-halk ilişkilerini geliştirmek ve bu konuda her türlü tedbiri
almak.
v) Başka
yerlere
nakledilecek
orman
köylülerinin
bıraktıkları
taşınmazların
kamulaştırılmasını sağlamak ve buraları ağaçlandırmak.
w) Yurt içi odun hammadde ihtiyacını karşılamak, odun ve odun dışı orman
ürünlerinin ithalat ve ihracatına ilişkin esasları belirlemek, gerektiğinde tohum,
fidan ve üretimle ilgili maddeleri ithal ve ihraç etmek.
x) Milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları ve orman içi
mesire yerleri ile biyolojik çeşitliliğin, av ve yaban hayatı alanlarının tespiti,
yönetimi, korunması, geliştirilmesi, işletilmesi ve işlettirilmesini sağlamak.
y) Bakanlığın çalışma alanına giren hizmetlere ilişkin olarak, araştırma birimleri ve
eğitim merkezleri açmak, yurt içinde ve dışında gerekli personeli yetiştirmek, her
çeşit uygulamalı araştırmalarla eğitim, yayın ve yayım çalışmaları yapmak,
yaptırmak, dokümantasyon ve tanıtma faaliyetlerinde bulunmak.
51
Çevre ve Orman Bakanlığı yanında, çeşitli Bakanlıklar da görevlerini belirleyen
yasaların kapsamında, çevre yönetiminde görev almaktadırlar. Bunların başında Tarım
ve Köyişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ve Sanayi ve
Ticaret Bakanlığı gelmektedir. Kamu kurumları dışında çevre sorunlarının çözümüne
yönelik çalışmalar yapmak, çevre bilincinin oluşmasına katkı sağlamak, bilimsel
araştırma ve uygulamaları başlatarak, bunları yurt içinde ve yurt dışında tanıtmak
amacıyla birçok kurum ve kuruluş da önemli etkinliklerde bulunmaktadır.
4.4.2 Tarım ve Köyişleri Bakanlığı
Görevleri arasında üretim, tüketim ve girdi ihtiyaçları ile toprak, su, bitki, hayvan
varlığı ve benzeri doğal kaynakların korunması ve geliştirilmesi, tarım dışı kullanıma
ayrılacak alanları belirlemek, zirai mücadele ve karantina planlarını yapmak, zirai
mücadele ilaçlarının kullanım esaslarını belirlemek, bu ilaçların insan, hayvan ve
çevreye zarar vermeyecek şekilde kullanılması için gerekli denetlemeleri yapmak
sayılan Tarım Bakanlığı’nın da çevre yönetimi içinde olan ve çevresel değerleri gözeten
bir konumda olması gerektiği açıktır.
4.4.3 İçişleri Bakanlığı
Doğrudan çevreye ilişkin bir görevi olmamakla birlikte görevleri arasında sayılan
“…kıyı ve karasularımızın muhafaza ve güvenliğini sağlamak” ifadesi geniş anlamda
yorumlanarak dolaylı bir etkisi olacağından söz edilebilir. Öte yandan Mülki İdare
Amirleri, Belediye Başkanları ve Sahil Güvenliğin Bot Komutanları çevre yasasının
uygulanmasına ve cezaların verilmesine ilişkin pek çok görevi yerine getirmektedirler.
4.4.4 Bayındırlık ve İskan Bakanlığı
Gerek imar planları alanında bir takım düzenlemeler yaparken gerek Devlet Su İşleri
(DSİ) aracılığı ile içme suyu ve kanalizasyon projelerini inceler, yer altı ve yer üstü su
kaynaklarını kirlenmeye karşı korumak için gereken işlemleri ilgili kurumlarla birlikte
yaparken ve gerekse Karayolları Genel Müdürlüğü aracılığı ile yol boylarının
52
geliştirilmesi ve dinlenme yerlerinin kurulmasını sağlamaya çalışırken çevre
yönetiminin bir parçası olarak çalışmak durumundadır.
4.4.5 Maliye Bakanlığı
Milli Emlak Genel Müdürlüğü Hazine’nin mülkiyetinde, devletin hüküm ve tasarrufu
altındaki taşınmaz malların yönetimine ilişkin hizmetleri yürüterek, ormanları, kaynak
sularını, taş, kum, çakıl ve toprak ocaklarının kiralanarak işletilmelerini sağlayarak bağlı
kuruluşu olan Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü ile de arsa spekülasyonunu önlemek, arsa
pazarında düzenleyici rol oynamak, konut, sanayi ve turistik amaçlara verilecek
hizmetler için kamulaştırma yapmak gibi görevleri yürütürken çevresel değerleri göz
önünde bulundurarak faaliyet göstermek durumundadırlar.
4.4.6 Sanayi ve Ticaret Bakanlığı
Kalkınma plan ve programlarında yer alan ilke ve hedeflere uygun şekilde sanayi
politikasını belirleme görevini yürüten Bakanlık, sanayi bölgelerinin yer tespitini
yaparken çevresel etkileri göz önünde bulundurmak durumundadır. Sanayi Araştırma ve
Geliştirme Genel Müdürlüğü’nün görevleri arsında “Sanayi ile ilgili çevre meseleleri
hakkında çalışmalar yapmak ve gerekli tedbirlerin alınmasına yardımcı olmak”
düzenlenmesi de çevre yönetimi açısından Bakanlığı görevli kılmaktadır.
4.4.7 Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı
Ülkenin kısa ve uzun dönemde enerji ve tabii kaynaklara olan ihtiyacının belirlenmesi,
yer altı ve yer üstü enerji ve tabii kaynakları ile ürünlerin üretim, iletim, dağıtım ve
fiyatlandırılması ilgili kuruluşların işletme ve yatırım programlarının değerlendirilmesi,
madencilik faaliyetlerinin iş güvenliği, çevre sağlığı ve doğal kaynakların korunması
ilkelerine uygun yürütülmesini takip etmek bu Bakanlığın görevleri arasında
sayılmaktadır.
53
4.4.8 Kültür ve Turizm Bakanlığı
Kültür ve tabiat varlıklarını tarihsel çevre içinde koruma görevi bu Bakanlığın çevre
yönetimine ilişkin görevi olarak sayılabilir. Korunması gerekli olduğuna karar verilen
tarihi, kültürel ve doğal alanların korunması amacı ile yapılan işlemler Bakanlığı çevre
yönetiminin bir parçası yapmaktadır. Ayrıca Bakanlık ülkenin turizme ayrılacak
kaynakları ile ilgili olarak bu kaynakların tespiti ve doğal kaynakların korunması ve
değerlendirilmesi çalışmalarını da yürütmektedir.
4.4.9 Ulaştırma Bakanlığı
Görevleri arasında açıkça korumaya ilişkin bir husus bulunmamakla birlikte ulaştırma
ve haberleşme hizmetlerinin ekonomik, teknik ve sosyal ihtiyaçlara, kamu yararı ve
milli güvenlik amaçlarına uygun kurulmasını ve yürütülmesini sağlamak amacı geniş
yorumlanarak
çevresel
değerlerle
ilgili
faaliyetler
olarak
değerlendirilebilir.
Demiryolları, posta işletmesi, gemicilik ve havacılıkla ilgili kuruluşları bulunan
Ulaştırma Bakanlığı faaliyetlerini sürdürürken çevresel değerleri de göz önünde tutmak
durumundadır.
4.4.10 Milli Eğitim Bakanlığı
Çevresel değerlerin insanlara öğretilmesi ve onların bilinçli bir şekilde evre yönetimine
katılmalarının ne derece önemli olduğu göz önüne alınırsa Temel Eğitim Yasası
çerçevesinde eğitim veren Milli Eğitim Bakanlığı’nın çevre yönetimi açısından çok
önemli bir işlevi olması gerektiği ortaya çıkmaktadır.
4.4.11 Sağlık Bakanlığı
Ülke insanlarının sağlık koşullarını düzenlemek, birey ve toplum sağlığına zarar veren
etkenlerle savaşmak, halka sağlık hizmetlerini ulaştırmak yerel yönetimlerle ve ilgili
diğer kuruluşlarla işbirliği içinde çevre sağlığını ilgilendiren konularda gereken
54
önlemleri almak veya aldırmak ve izlemek görevi bulunan Sağlık Bakanlığı da çevre
yönetiminin önemli bir unsuru sayılmalıdır.
4.4.12 Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
Çalışanların sağlığı ve çalışma şartlarının çevre koşulları ile ilişkili olduğu göz önünde
bulundurulması gereken bir gerçektir. Çalışma yaşamının düzenlenmesi, işçi sağlığı ve
iş güvenliğini sağlayacak düzenlemeler yapılırken çevresel değerlerin dikkate alınması
gerekmektedir.
4.5 Türkiye’de Yerel Yönetimlerin Çevre Konusundaki Sorumlulukları
Yerel yönetimler özellikle halkın ortak ve yerel gereksinimlerini gideren kamu
kuruluşları olduklarından öncelikle yerel düzeyde ortaya çıkan çevre sorunlarının
çözümünde etkili ve sorumludurlar. Yerel yönetimlerin çevre ile ilgili görev yetki ve
sorumluluklarının yerel yönetimlerin büyüklük ve statülerine göre ele alınması
gerekmektedir. Anayasa’nın 127. maddesinde “yerel yönetimler il, belediye veya köy
halkının yerel müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kanunla kurulan ve karar
organları seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzel kişileridir” şeklinde
tanımlanmıştır. Bu durumda yerel yönetimler köy yönetimini, il özel idaresini,
belediyeleri ve büyükşehir belediyelerini kapsamaktadır.
4.5.1 Köyler
Geleneksel bir yerel yönetim kuruluşu olan köy yönetimi, 1924 tarih ve 442 sayılı Köy
Kanunu ile düzenlenmiştir. 442 sayılı Kanun uyarınca kurulan ve görevleri Kanun’da,
yapılması zorunlu ve isteğe bağlı işler olarak belirlenen en küçük ölçekteki yerel
yönetim birimleridir (Çelik 1996). Kanun’un 13. maddesinde köylünün mecburi işleri
37 fıkra halinde sıralanmıştır. Bunların içerisinde çevre ile ilgili olanlar şunlardır: Su
birikintilerini kurutmak, çeşme yapmak, su yollarını düzeltmek, atık sular için üzeri
kapalı yollar yapmak, temizlik işleri ile ilgili belirtilen görevleri yapmak, yol, su vb.
kenarlarını ağaçlandırmak, köy korusunu muhafaza etmek, sağlığa aykırı katı meyve vb.
55
çürümüş atıkları köyden çıkarmak olarak sıralanabilir. Kanunun 14. maddesinde de
yapılması köylünün isteğine bağlı olan şeyler 32 fıkra halinde düzenlenmiştir. Sayılan
bu görevler içerisinde çevre ile ilgili olanlar şunlardır: Köyde çamaşırlık, hamam, pazar,
çarşı gibi yapılar yapmak, köyü kasaba ve diğer köylere bağlayan yolların kenarlarını
ağaçlandırmak, yabani ağaçları aşılamak.
Köy yönetimlerinin köy sınırları içinde çevrenin korunmasına yönelik hizmetleri
yapabilmeleri yeterli olmayan kaynakları yüzünden mümkün olamamaktadır. Ayrıca
köy yönetimlerinin çevre sorunlarını çözecek bilgili eleman ve donanıma sahip
olmadıkları da ortadadır. Tüm yerel yönetim biçimleri için çevre koruma konusunda
ortak sorunların başlıcaları kaynak, bilgi ve uzman eleman konusunda yetersizlikleridir.
4.5.2 İl Özel İdareleri
Türkiye’de her ilde o ilin sorunlarını çözmek için kurulu bulunan başında hükümet
tarafından atanan valinin bulunduğu, ancak karar organı olan il genel meclisi, il ve
ilçelerden seçilen üyelerden oluşan ilin yerel yönetim birimi olan il özel idareleri,
kanunla kendisine verilen görevleri ve bunlar arasında çevrenin korunmasına yönelik
işlemleri de yürütmektedir (Çelik 1996). 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu’nun 6.
maddesinin (a) fıkrasında yer alan “…..tarım, ilin çevre düzeni planı, bayındırlık ve
iskan, toprağın korunması ve erozyonun önlenmesine ilişkin hizmetleri il sınırları
içinde” (b) fıkrasında yer alan “imar, su, kanalizasyon, katı atık, çevre, ağaçlandırma,
park ve bahçe tesisine ait hizmetleri belediye sınırları dışında yapmakla görevli ve
yetkilidir” hükümleriyle çevreyi ilgilendiren konularda görevleri tanımlanmıştır. Çevre
düzeniyle ilgili aynı madde de yer alan “İl çevre düzeni planı Valinin
koordinasyonunda, Büyükşehirlerde Büyükşehir Belediyeleri, diğer illerde İl Belediyesi
ve İl Özel İdaresi ile birlikte yapılır. İl çevre düzeni planı Belediye Meclisi ile İl Genel
Meclisi tarafından onaylanır” hükmüyle bu konuda belediyelerle eşgüdüm zorunluluğu
ortaya konulmuştur (Özgür ve Parlak 2006). İl Özel İdareleri kendi bütçelerini
kullanarak yıl içinde gerçekleştirmeyi planladıkları yatırımları yaparlar. Bu amaçların
gerçekleştirilebilmesi için İl Çevre Vakıfları illerdeki çevresel değerlerin belirlenmesi,
tanıtılması ve korunması için çalışmalar yapmak, çevre eğitim ve çevre bilincinin
56
yerleşmesi için tanıtıcı faaliyetler yapmak, çevre eğitimini teşvik etmek, öğrencilerde
çevre değerlerini koruyucu değer yargılarının geliştirilmesine katkıda bulunmak, çevre
konularında kongre, panel ve seminerler düzenlemek ve düzenlemelere katılmak, çevre
ile ilgili dokümantasyon temin etmek ve yayın faaliyetinde bulunmak, çevre
sorunlarının çözümüne, özel sektörün, üniversitelerin, ilgili diğer kişi ve kuruluşların
aktif katılımlarını sağlamaya çalışmak, çevreyi koruyucu ve çevre kirliliğini önleyici
araştırmalar yapmak ve yaptırmak, hayvan ve bitki nesillerinin ıslah ve korunması için
yapılacak çalışmalara katkıda bulunmak, çevreyi koruyucu ve çevre kirliliğini önleyici
her türlü projeyi yapmak ve yaptırmak, desteklemek ve bununla ilgili proje yarışmaları
düzenlemek, arıtma tesisleri yapacak gerçek ve tüzel kişilere imkanlar ölçüsünde destek
sağlamak ve gerektiğinde bu tesisleri yapmak ve amacın gerçekleştirilebilmesi için
gereken her tür tedbirleri almakla görevli ve yetkili kılınmıştır (Özgür ve Kösecik
2005).
4.5.3 Belediyeler
Yerel yönetimlerin karşılaştıkları çevre sorunları belediyelerin büyüklüklerine,
statülerine ve bulundukları bölgelere göre değiştiğinden bunlar aşağıdaki şekilde
gruplandırılabilir (Özgür ve Kösecik 2005):
a) Statülerine göre:
Büyükşehir Belediyeleri
Büyükşehir Belediyesi sınırları içinde kalan İlçe Belediyeleri
Büyükşehir Belediyesi sınırları içinde kalan ilk kademe belediyesi (ilçe olmaksızın
kurulan belediyeler)
İl Belediyeleri (Büyükşehir statüsü olmayan)
İlçe Belediyeleri
İlk kademe belediyeleri
b) Bulunduğu bölgelere göre:
Turistik bölgelerde bulunan belediyeler (daha çok ilçe ve ilk kademe belediyeler)
Koruma statüsü verilmiş alanlarda yer alan belediyeler (Özel Çevre, Sit Alanı vb.)
57
Sanayileşmiş bölgelerde bulunan belediyeler
Diğer bölgelerde (kırsal kesimlerde) bulunan belediyeler
Türkiye’deki yerel yönetimler arasında sağladıkları hizmetler ve toplam harcama
içindeki payları itibariyle en önemli yerel yönetim birimleri belediyelerdir.
Cumhuriyet’in ilanından önce 389 olan belediye sayısı Cumhuriyet’in hemen başlarında
421 civarında iken günümüzde 15’i Büyükşehir Belediyesi olmak üzere 3215’e
ulaşmıştır (Anonim 2002b). Kuşkusuz bu durumu hızlı şehirleşmeye paralel olarak yerel
düzeyde belediye hizmetlerine duyulan ihtiyaçların karşılanmasına yönelik gayretlerin
bir sonucu olarak değerlendirmek mümkündür (Özgür ve Parlak 2006).
Belediyeler, “belli bir coğrafyada yaşayan bireylerin, birlikte yaşama nedeni ile
kendilerini ilgilendiren konularda hizmet üretmek amacıyla kurulan ve karar organları
mahalli toplulukça seçilen, kanunlarla belirlenmiş görevlere, yetkilere, gelirlere ve
personele sahip kendine özgü örgütsel yapısı olan ve merkezi idare ile olan ilişkileri
yönetsel
özerklik
çerçevesinde
düzenlenen
kamu
tüzel
kişileridir”
şeklinde
tanımlanabilir (Aytaç 2005). Anayasa’nın yerel yönetimleri düzenleyen 127.
maddesinde “mahalli idarelerin kuruluş ve görevleriyle, yetkileri yerinden yönetim
ilkesine uygun olarak kanunla düzenlenir” hükmü yer almaktadır. Bu hüküm gereğince
5215 sayılı Belediye Kanunu ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu
belediyelerin kuruluş, görev ve yetkilerini düzenlemektedir. 5215 sayılı Belediye
Kanunu’nun üçüncü maddesinde belediye şöyle tanımlanmaktadır. “beldenin ve belde
sakinlerinin mahalli müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan ve karar
organı seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan, idari ve mali özerkliğe sahip kamu
tüzel kişisi” olarak tanımlanmaktadır (Özgür ve Kösecik 2005). Belediyenin kendisine
verilen görevleri yerine getirebilmesi için kararlar alması, bu kararları uygulaması ve
uygulatması gerekir. Belediye tüzel kişiliği organları belediye meclisi, belediye
encümeni ve belediye başkanıdır.
Belediyeler nüfusu 2000’i aşan beldelerle, nüfusa bakılmaksızın il ve ilçe merkezlerinde
kurulmaktadır. Bir yerleşim biriminin il yada ilçe haline getirilmesi ile orada otomatik
olarak belediye de kurulmuş olmaktadır. Nüfusu 2000’i aşan diğer yerlerde belediye
58
kurulabilmesi söz konusu yerdeki ihtiyar meclisi yada seçmenlerin yarıdan fazlasının
isteği veya valinin gerekli görmesi üzerine İl Genel Meclisi’nin olumlu kararı, daha
sonra Danıştay’ın kararı ve Cumhurbaşkanı’nın onayı ile gerçekleşmektedir.
Türkiye’deki mevcut mevzuata göre herhangi bir yerleşim yerinde altı tür belediyeden
birisi kurulabilir. Bunlar büyükşehir belediyesi, il belediyesi, ilçe belediyesi, büyükşehir
ilçe belediyesi, alt kademe belediyesi ve belde belediyesidir. Belediye sınırları içinde en
az iki veya daha fazla ilçe bulunan şehir belediyelerine büyükşehir belediyesi, bu
ilçelerde kurulan belediyelere ise büyükşehire bağlı ilçe belediyesi denir. Tüm büyük
şehir sınırları içindeki alana hizmet vermek üzere kurulmuş olan büyükşehir belediyesi,
ilçe belediyeleri arasında koordinasyon sağlama ve onlara yardım etme görevini de
üstlenmiştir.
Belediye meclisi, belediyenin en fazla yetkiye sahip genel karar organıdır. Meclis
üyeleri nisbi temsil yöntemiyle seçme hakkına sahip olan belde sakinlerince beş yıllık
bir devre için seçilir. Meclisteki üyelerin sayısı ilçe belediyelerinde, nüfus durumuna
göre 9 ile 55 arasında değişmektedir. 5216 sayılı Kanun’un uygulandığı Büyükşehir
Belediyelerinde ise Belediye Meclisi üye sayısı, İlçe Belediye Meclisleri’nin üye
sayısının beşte biri alınmak suretiyle bulunacak toplam üyeden oluşmaktadır. Ayrıca,
İlçe Belediye Başkanları da Büyükşehir Belediye Meclisi’nin tabii üyeleridir. Belediye
Meclisi her yıl Ekim, Şubat ve Haziran ayları başında olağan olarak toplanıp Kanun’da
belirtilen görevleri ifa eder ve kararlar alırlar. Belediye Meclisi’nin başlıca görevleri
aşağıda sıralanmıştır (Aytaç 2005):
• Bütçe, kesin hesap, belediye çalışma izlencesinin görüşülüp karara bağlanması,
• Ek ödenek verilmesi, bütçede değişiklik ve aktarmalar yapılması, borç verme ve borç
alma kararlarının verilmesi, bunlar dışında belediyece yerine getirilecek hizmetler
karşılığında belediyelerce alınacak ücret tarifelerinin hazırlanması,
• Kentin gelişmesi için hazırlanacak imar planlarının, kanal, havagazı, su, elektrik ve
aydınlatma tesislerinin gerçekleştirilmesine ilişkin işlerin yapılması,
• Belediyelerin taşınır ve taşınmaz mallarının kullanımına ilişkin kararların alınması.
59
Belediye Encümeni, belediye yönetiminin ikinci derecede karar ve danışma organıdır.
Belediye Encümeni Belediye Başkanı, belediyedeki dairelerin başkanları ile bunların
yarısını geçmemek üzere belediye meclisinin kendi içinden seçtiği üyelerden meydana
gelir (Aytaç 2005).
Belediye Başkanı belediyenin yürütme organı ve tüzel kişiliğinin başıdır. Belediye
Başkanları tek dereceli olarak belde halkı tarafından 5 yılda bir seçilmektedir. Belediye
Başkanı belediyenin en yüksek idari amiri ve temsilcisi olarak çeşitli görev ve yetkilere
sahiptir. Kanunlarla kendine verilen kamu gücünü, yani belediye zabıtasını idare etmek,
belediye çalışanlarını atamak, belediye mallarını yönetmek, gelirlerini ve alacaklarını
takip ve tahsil ederek bağışlar kabul etmek, o yerin en büyük mülki amiri tarafından
tebliğ edilecek Kanun, Tüzük ve Yönetmelikleri yayınlamak, belediyenin yerel
nitelikteki esenlik, sağlık, bayındırlık, ekonomi ve düzenine ait işleri izlemek ve
yürütmek bu görev ve yetkiler arasında sayılmaktadır.
4.6 Belediyelerin Çevre Hizmetleri
Çevre sorunlarının temelinde insanların bir arada yaşaması sonucu oluşan ticaret ve
üretim faaliyetleri ile temel ihtiyaçların karşılanması amacıyla hammadde, su, enerji ve
besin maddelerinin tüketimi yatmaktadır. Bir arada yaşayan insan sayısının artmasıyla
bu tüketimler sonucu ortaya çıkan katı, sıvı ve gaz atıklar çevreyi daha çok olumsuz
yönde etkilemektedir. Diğer yandan kendi oluşturdukları çevre sorunlarından en fazla
etkilenenler de yerel topluluklar olmaktadır. Belediyelerin çevre yönetimini üstlenmesi
gerekliliği genel olarak çevre sorunlarının yerel odaklı olması, çevre sorunlarının
yayılma olasılığı taşıması ve insan faktörünün olduğu her yerde çıkabilme durumu
karşısında bu sorunlarla kucaklaşacak kadar yaygın kullanılması, çevre yönetiminin
çevreden yararlanan herkesin katılımıyla çözülebileceği gerçeği ile belediyelerin bu
katılıma açık olması gibi nedenlerden kaynaklanmaktadır (Şengül 1999). Belediyeler,
hem yürüttükleri çeşitli kamusal hizmetlerle çevreyi etkilemektedir hem de doğrudan
doğruya çevre yönetimi işlevlerini yüklenebilecek kurumlardır. Çevre kirliliği bir belde
sınırları içerisinde kalmamakta ülke sınırlarını aşabilmektedir. İşte bu nedenle çevrenin
korunması, iyileştirilmesi ve geliştirilmesi için yerel yönetimlerle bölge ve merkez
60
yönetimlerinin hatta uluslararası kuruluşların işbirliği gerekli olmaktadır (Emmioğlu
1999). Yerel yönetimler bir beldede kentte oturan yerel toplulukların ortak ihtiyaçlarını
karşılamak ve yerel halkın sağlık ve huzurunu sağlamak için oluşturulan yerel
kuruluşlardır. Yerel yönetimlerin çevreyi olumsuz yönde etkileyen faktörleri ortadan
kaldırma, bozulmuş olan çevre koşullarını eski durumuna getirme ve geliştirme
konusunda yetkili ve sorumlu olmaları gerekir. Nitekim Türkiye’deki mevcut mevzuata
göre çevre yönetiminin büyük bir bölümü mahalli idarelere ve özellikle belediyelere
verilen görev ve sorumluluklar kapsamındadır. Belediyelerin çevre ile ilgili
hizmetlerinin başında imar, su ve kanalizasyon gibi kentsel alt yapı hizmetleri ile çevre
koruma ve çevre sağlığı, temizlik ve katı atık hizmetleri, ağaçlandırma, park ve yeşil
alanların yapımı ve bakımı, imar ve iskan işleri ile kentsel dönüşüm ve gelişim projeleri
gelmektedir. 5215 sayılı Belediye Kanunu’nun, belediyelerin yetkilerini ve imtiyazlarını
belirleyen 15. maddesinde içme, kullanma ve endüstri suyu sağlamak, atık su ve yağmur
suyunun uzaklaştırılmasını ve bunlar için gerekli tesisleri kurmak, kurdurmak, işletmek
ve işlettirmek; katı atıkların toplanması, taşınması, ayrıştırılması, geri kazanımı, ortadan
kaldırılması ve depolanması ile ilgili bütün hizmetleri yapmak ve yaptırmak, ayrıca
hafriyat toprağı ve moloz döküm alanlarını, sıvılaştırılmış petrol gazı depolama
sahalarını, inşaat malzemeleri, odun, kömür ve hurda depolama alanları ve satış
yerlerini belirlemek, bu alan ve yerler ile taşımalarda çevre kirliliği oluşmaması için
gereken tedbirleri almak belediyelerin yetkileri arasında sayılmıştır. Yine aynı
Kanun’un 69. maddesine göre belediyelerin düzenli kentleşmeyi sağlamak, beldenin
konut, sanayi ve ticaret alanı ihtiyacını karşılamak amacıyla belediye ve mücavir alan
sınırları içinde özel kanunlarına göre korunması gerekli yerler ile tarım arazileri hariç
imarlı ve alt yapılı arsalar üretmek, konut, toplu konut yapmak gibi tarımsal çevreyi
ilgilendiren görevleri de bulunmaktadır. Bu amaçların gerçekleştirilmesi için Kanun’un
15. maddesine göre belediyeler yönetmelik çıkartabilir, emir verebilir, yasaklar
koyabilir veya kanunlarda belirtilen cezaları kesebilir.
Belediyelere çevre korunması ve sağlığı konusunda verilen bu görevlerin yanında 5216
sayılı Kanunla da Büyükşehir Belediyelerine büyük kent ölçeğinde çevreye ilişkin
önemli görevler verilmiştir. Büyükşehir Belediye Kanunu’nun klasik belediye
hizmetleri yanında, büyükşehir belediyelerine verdiği bu görevler çevre düzeni planına
61
uygun olmak kaydıyla, büyükşehir belediye ve mücavir alan sınırları içinde 1/5.000 ile
1/25.000 arasındaki her ölçekte nazım imar planını yapma, gıda güvenliği amacıyla gıda
kuruluşlarına izin verme ve denetleme, Belediye Meclisi kanalıyla “Çevre ve Sağlık
İhtisas Komisyonu” kurmak, büyükşehir ölçeğinde su ve kanalizasyon hizmetleri ile
arıtma tesis yapma, katı atıklarla sanayi ve tıbbi atıkları bertaraf etme, doğalgaz tesisi
kurma, kıyısı olan kentlerde deniz kirliliği ile mücadele etme ve deniz araçlarını kontrol
etme vb. hizmetler sayılabilir. 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun görev,
yetki ve sorumlulukların sıralandığı 7. maddesinde “sürdürülebilir kalkınma ilkesine
uygun olarak çevrenin, tarım alanlarının ve su havzalarının korunmasını sağlamak;
ağaçlandırma yapmak; hafriyat toprağı, moloz, kum ve çakıl depolama alanlarını, odun
ve kömür satış ve depolama sahalarını belirlemek, bunların taşınmasında çevre
kirliliğine meydan vermeyecek tedbirler almak; büyükşehir katı atık yönetim plânını
yapmak, yaptırmak; katı atıkların kaynakta toplanması ve aktarma istasyonuna kadar
taşınması hariç katı atıkların ve hafriyatın yeniden değerlendirilmesi, depolanması ve
bertaraf edilmesine ilişkin hizmetleri yerine getirmek, bu amaçla tesisler kurmak,
kurdurmak, işletmek veya işlettirmek; sanayi ve tıbbi atıklara ilişkin hizmetleri
yürütmek, bunun için gerekli tesisleri kurmak, kurdurmak, işletmek veya işlettirmek;
deniz araçlarının atıklarını toplamak, toplatmak, arıtmak ve bununla ilgili gerekli
düzenlemeleri yapmak” ifadeleri tarımsal çevre hizmetleri olarak yer almaktadır. Yine
aynı madde de yer alan su havzalarına yönelik olarak “su ve kanalizasyon hizmetlerini
yürütmek, bunun için gerekli baraj ve diğer tesisleri kurmak, kurdurmak ve işletmek;
derelerin ıslahını yapmak; kaynak suyu veya arıtma sonunda üretilen suları pazarlamak”
ibaresiyle sorumluluk büyükşehir belediyelerine bırakılmıştır. Bu hizmetleri yerine
getirebilmek
için
büyükşehir
belediyeleri
bünyesinde
Çevre
Koruma
Daire
Başkanlıkları, Çevre Koruma ve Kontrol Müdürlükleri gibi birimler kurulmuştur.
Büyükşehire bağlı alt kademe belediyelerinin ise çevre ile ilgili görevleri daha çok
temizlik hizmetlerinin yürütülmesidir.
Kent çevresinde entegre çevre yönetiminin etkin bir mekanizması da belediyeler
bünyesinde oluşturulan Yerel Gündem 21 çalışmalarıdır (Emmioğlu 1999). Haziran
1992’de Rio’da yapılan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda 179
ülkenin katılımıyla deklare edilen Gündem 21 kalkınmanın sosyal, ekonomik ve
62
çevresel yönden nasıl sürdürülebilir olması gerektiğini araştıran küresel bir plan olarak
çevresel kaynakların korunması ve yönetimini incelemektedir. Gündem 21’in temel
yaklaşımı tüm program alanlarına yönelik finansman politikalarının belirlenmesi, yeni
kaynakların yaratılması, uygulanabilir teknik ve ekonomik araçların belirlenmesi,
merkezi yönetim-yerel yönetim ilişkilerinin yerinden yönetim anlayışı doğrultusunda
güçlendirilmesi,
hükümetler
ve
hükümet-dışı
kuruluşlar
arasında
işbirliğinin
geliştirilmesi ve halkın etkin katılımının sağlanması gibi öncelikler üzerine inşa
edilmiştir.
Gündem
21’de belirtilen
sorunların
çoğunun
yerel
faaliyetlerden
kaynaklanması, halka en yakın birim olan yerel yönetimlere, Gündem 21’i uygulama
sorumluluğu vermiştir. Bu noktadan hareketle Gündem 21 süreci her ülkedeki yerel
yönetimlerin hemşehrilerle, yerel kuruluşlarla ve özel sektörle diyalog içinde kendi
Yerel Gündem 21’lerini oluşturmasını öngörmüştür. 64 ülkede 1800 kentin yerel
yönetiminin kendi Yerel Gündem 21’lerini oluşturmaya başlamasıyla Türkiye’de de
Yerel Gündem 21’lerin Teşviki ve Geliştirilmesi Projesi, Uluslararası Yerel Yönetimler
Birliği Doğu Akdeniz ve Ortadoğu Bölge Teşkilatı ile Bursa Büyükşehir Belediyesi
işbirliğiyle hazırlanmış ve Eylül 1997’de Bakanlar Kurulu tarafından yürürlüğe
konmuştur. Sözkonusu projeyle Bursa, İzmir ve Antalya Büyükşehir Belediyeleriyle
Adıyaman, Ağrı, Çanakkale, Harran ve Trabzon Belediyeleri pilot olarak seçilmiştir.
Yerel gündem 21’lerin eylem alanları içinde (Orhan 2005):
•
Katı-sıvı-gaz atıkların çevreyi tahrip etmesini önleyecek projeler hazırlayıp
uygulamak,
•
Kıyılar, göller ve sulak alanların korunması için çalışmalar yapmak,
•
İmar planlarının, insanların gereksinimlerini karşılayacak ve çevreye saygılı biçimde
yapılmasını sağlamak,
•
Geri dönüşümlü atıkların ayrı toplanarak değerlendirilmesini sağlayacak projeler
üretmek, uygulamak vb. çalışmalar vardır.
Çevre sorunları ve çevre kirliliğinin hissedildiği alanların başında plansız kentler
gelmektedir. Kentin veya beldenin sağlıklı ve planlı gelişmesi, kentte veya belde de
yaşayanların ortak kentsel ihtiyaçlarının düzenli ve ortak gereksinmeler doğru1tusunda
63
uzun vadeli bir anlayışla karşılanması için belediyelerin sahip oldukları en önemli
araçlardan birisi kent planlarını hazırlamaları ve uygulamaya koymalarıdır. Kent imar
planlarını yapma yetkisi 3194 sayılı ve 1985 tarihli İmar Kanunuyla belediyelere
verilmiştir. İmar planları yapılırken, ana arterlerin doğru planlanması şehrin havasının
temizlenmesi ve trafik akışı açısından önemlidir. Şehrin yapılaşma yönünden gelişimi
mümkün olduğunca tarım arazisi olmayan yöne doğru olması gerekmektedir. İyi bir
imar planı hazırlanmazsa yani kentteki arsa ve araziler kentsel faaliyetlere dengeli
olarak dağıtılmaz, yeteri kadar yeşil alan bırakılmazsa çevrenin gereği gibi korunması
mümkün olamaz. Bu nedenle imar planları hazırlanırken işin çevre boyutu göz önünde
tutulmalı, plan çalışmaları kapsamlı araştırmalara dayanmalıdır. Aksi taktirde,
belediyeler çevre sorunları nedenleriyle değil sonuçları ile uğraşmak zorunda
kalacaklardır. Uygulamada ise belediyelerin sağlıklı bir çevre oluşturmada en önemli
araçları olan imar planlarını gereği gibi kullanamadıkları görülmektedir. Kat
farklılıkları, ruhsat boşlukları, cadde ve sokak standardizasyon eksikliği vb. nedenlerle
kentlerin görünüşü oldukça bozulmuştur. Özellikle, belediyelerde kaçak inşaat olarak
tanımlanan gecekondular görsel kirlilik yanında belediyelerin çevreyle ilgili günlük
hizmetlerini aksatmakta ve hizmet kalitesini düşürmektedir (Somersan 1993
4.6.1 Belediyelerin çevre koruma konusunda kullanabilecekleri araçlar
Günümüzde hızlı kentsel büyümenin de etkisiyle yerel nitelikli hizmet taleplerinde bir
artış ve çeşitlilik görülmektedir. Özellikle çevre sorunları arasında yer alan çöplerin ve
sıvı atıkların yok edilmesi, cadde ve sokak temizliği ve bakımı, yeşil alan yetersizliği,
gecekondulaşma gibi sorunların çözümlenmesine yönelik baskılar ve şikayetler giderek
artmaktadır. Bu noktada çözümlerin etkin ve kalıcı olabilmesi için belediyelerin
kullanabilecekleri bazı güç kaynakları mevcuttur. Bu araçları teknik araçlar, ekonomik
araçlar ve yasal araçlar biçiminde sıralamak mümkündür (Acar 1991).
64
a) Teknik Araçlar:
Teknik araçlar, çevresel bozulmayı başlangıçta engelleme yönünde önemli bir tedbir
olan imar planları ile, çevre koruma ve geliştirmede kullanılabilecek bir teknik olan
çevresel etki değerlendirme uygulamalarından oluşmaktadır.
• Planlama
İmar planları, belediyelere muhtemel çevre sorunlarını kaynağında yakalamak ve
çözmek fırsatını sunarlar. Belediyelerin hazırladığı planlar belde veya kentteki sanayi,
ulaşım, turizm, konut, dinlenme ve rekreasyon fonksiyonlarının, orada yaşayan halkın
şu anki ve gelecekteki gereksinmelerine uygun olarak düzenlenmesini sağlar. Kentteki
binaların görüntüsünden, doğal ve tarihi yapıların korunmasına kadar birçok konuyu
kapsayan imar planları, toprak rantını bölüşme mücadelesi haline getirilmemelidir. Bu
konuda yapılması gereken ülke ölçeğinde hazırlanan sosyal-ekonomik planlarla, yerel
düzeyde hazırlanan imar planları ve çevre düzeni planları ile bütünleşmeyi
gerçekleştiren, çok sektörlü bir planlamadır. Böyle bir planlamanın ana amacı, çevre
faktörünü ön planda tutarak bölgesel gelişmeyi dengeli gerçekleştirmektir (Bademli
1999).
• ÇED
Belediyelerin ekonomik kalkınma-çevre uyumu konusunda kullanabilecekleri diğer bir
teknik araç da ÇED uygulamasıdır. Bu yöntem, çevre bozulmadan ve kirlenmeden
önlem alma ilkesiyle ortaya çıkmıştır ve esas olarak çeşitli faaliyetlerin zaman ve mekan
boyutu içinde çevreye yapacağı etkiler konusunda karar vericilere, karar verme
sürecinin başında bilgi verilmesi anlamına gelir (www.cevreorman.gov.tr). ÇED
çalışmaları, bir girişimin mekana ve o mekandaki yerleşmelere etkisini çok boyutlu
değerlendirmeyi hedeflediğinden çeşitli disiplinlerden durum saptaması, alternatif
çözüm üretme gibi gereksinimlere cevap verebilecek insan gücü gerektirir. Bu yüzden
genel olarak bir ÇED grubunda kent bilimci, çevre mühendisi, hukukçu, sistem analisti,
toprak bilimci gibi uzmanlara yer verilir. Tabi ki insan gücü yanında, ikinci bir
65
gereksinim de belediyelerce sağlanacak kente ait güvenilir bilgilerdir. Türkiye’de ilk
kez 1983 tarihli Çevre Kanunu’nun 10. maddesinde ÇED’den bahsedilmiş ve şu
düzenleme getirilmiştir: “Gerçekleştirmeyi planladıkları faaliyetler sonucu çevre
sorunlarına yol açabilecek kurum, kuruluş ve işletmeler bir çevresel etki değerlendirme
raporu hazırlarlar. Bu raporda çevreye yapılabilecek tüm etkiler göz önünde
bulundurularak çevre kirlenmesine sebep olabilecek atık ve artıkları ne şekilde zararsız
hale getirilebileceği ve bu hususta alınacak önlemler belirtilir” (Kuzu 1997). Belediyeler
işyeri açma izni, yapılaşma ruhsatı gibi ruhsat verme yetkilerini kullanırken 10.
maddeye istinaden çıkarılan, Çevresel Etki Değerlendirme Yönetmeliği’ne göre
değerlendirmelere yer verdikleri takdirde çevre sorunlarının önlenmesi açısından önemli
gelişmeler elde edilebilecektir.
ÇED sadece özel girişimcilerin projelerinin çevreye etkileri konusunda değil, plancı ve
yatırımcı kamu kuruluşlarının çeşitli kademelerinde çalışan karar vericilerin doğru ve
tutarlı kararlar verebilmesini sağlayan bir araçtır. Belediyelerce yapılan, özellikle
kentsel gelişme ve planlama süreçleri, sonradan oluşabilecek hataları düzeltmenin
maliyeti daha fazla olduğundan en başta ÇED’e tabi tutulmalıdır. ÇED yerel
yönetimleri doğrudan ilgilendirdiğinden, ÇED çalışmaları konusunda asıl yetki ve
sorumluluk yerel yönetimlerde olmalıdır.
b) Ekonomik Araçlar:
Ekonomik araçlar, alternatif hareket ve davranışların maliyet ve faydalarını etkileyerek
davranışları çevreyle uyumlu hale getirmeyi amaçlayan araçlardır (Acar 1991).
Kirleticiler ile toplum arasında finansal transferi beraberinde getirirler. Ekonomik
araçlarla, çevre dostu davranış teşvik edilir ve kirlilik daha yüksek maliyetlerle
cezalandırılır. Belediyelerin çevre kirliliği ile mücadelede kullanabilecekleri ekonomik
araçlar aşağıdaki başlıklar altında özetlenebilir.
66
• Sübvansiyonlar ve Krediler
Yardım, hibe ve düşük faizli kredilerden oluşan ve kirleticilerin davranışlarını
değiştirmeye özendirici tedbirler olarak nitelendirilebilir. Bu yöntemler bir işletmenin
kirliliğini kontrol ve arıtma tesisi kurma maliyetlerinin kısmen kamu tarafından
karşılanması yada bazı tip kullanımları teşvik amacıyla bu kullanımların maliyetlerinin
kamu tarafından büyük ölçüde karşılanarak, fiyatların düşük düzeyde tutulması yoluyla
uygulanır (Acar 1991). Bu noktada belediyelerce, endüstri ve ticari kullanımlar için atık
suyun toplam deşarjını azaltıp ön arıtımını gerçekleştiren tesisin vergiden muaf
tutulması gibi sübvansiyonlar kullanılabilir.
• Harçlar ve Ücretler
Doğal kaynak tüketimi karşılığında tahsil olunan harçlar ve ücretlerin temeli, “kirleten
öder” ile “kullanan öder” prensipleridir. Kullanan öder prensibi, herhangi bir kaynağı
(arazi, su, enerji vb.) kullanan kişinin, kullanımı oranında ödeme yapması, kirleten öder
prensibi ise çevreyi kirleterek ekonomiye fazladan bir yük getiren kişi ve kurumların bu
fazla yükün toplam maliyetine oransal olarak ödeme yapması anlamına gelir (Acar
1991). Örneğin, mevcut su sayaçlarından okunarak tüketim oranında alınan su
harçlarında su ve atık su bedelinin yükseltilmesi su tüketiminin miktarının
azaltılmasında etkili olmaktadır.
• Vergiler
Türkiye’de çevre politikasında uygulanan ekonomik araçların başında çevre temizlik
vergisi gelir. Belediye Kanunu’ndaki şekliyle “belediye sınırları ve mücavir alanları
içinde bulunan ve belediyelerin katı atık toplama ile kanalizasyon hizmetlerinden
yararlanan konut, işyeri ve diğer binalar çevre temizlik vergisine tabidir.” Kanun
gereğince tahsil edilen vergiler çevre temizliği gayesi dışında kullanılamaz. 1993
yılında uygulamaya konulan çevre temizlik vergisine yönelik çeşitli eleştirilerde
yapılmaktadır. Bu eleştirilerin odak noktası katı atıklara ilişkin çevre temizlik vergisinin
çevre koruma amaçlı olmadığıdır. Verginin katı atıklara ilişkin kısmı katı atığın niteliği
67
(evsel, sanayi, hastane) ve miktarı yerine binaların (atık kaynağının) bulunduğu yerin
özelliklerine göre alındığından, atıkların geri kazanımı teşvik etmediği ve atık
miktarının azaltılması eğilimini sağlamadığı eleştirilerin temelidir. Yani hane halkı yada
diğer mükellefler çöplerini oluştururken kendilerini daha az atık üretmeye zorlayacak
bir mali mekanizmadan yoksun olarak hareket etmektedirler. İkinci eleştiri noktası ise,
çevre temizlik vergisinin mevcut haliyle katı atık yönetim hizmetlerinin maliyetini
karşılayamamasıdır. Diğer bir eleştiri noktası ise, çevre temizlik vergisinin gönüllü
beyana dayanmasıdır. Çevre temizlik vergisini mükellefleri bir beyanname ile
belediyeye bildirmelidirler. Çevre temizlik vergisi bildiriminin belediyeye verilmesiyle
vergi yıllık olarak tahakkuk etmiş olacaktır ve her yılın Ocak ve Temmuz ayı içinde eşit
taksitlerle ödenecektir. Atık sulardan alınacak çevre temizlik vergisi uygulamasında
belediyeler genellikle su tüketim bedelinin belli bir yüzdesini kullanmaktadırlar.
Örneğin, atık suya ilişkin çevre temizlik vergisinin miktarı, İstanbul’da su tüketim
bedelinin % 100’ü, Ankara’da % 50’si civarındadır. Atık sulara ilişkin çevre temizlik
vergisi su tüketim bedeliyle birlikte tahakkuk ve tahsil edilir.
c) Yasal Araçlar:
Yasal araçlar kanunlarla belediyelere verilen yetkileri içerir. Bunlar:
• 5215 Sayılı Belediye Kanunu
• 5216 Sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu
• Belediye yönetimlerine çevre konusunda görev yükleyen diğer çevre mevzuatı (Çevre
Kanunu, Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği, Gürültü Kontrol Yönetmeliği vb.)
4.6.2 Belediyelerin çevre ile ilgili faaliyetlerinde karşılaşılan sorunlar
Türkiye’de yaşam alanlarında karşılaşılan sorunların giderilmesinde çevre yönetiminin
yeterince etkili olabildiği söylenemez. Bunda, tüzel düzenlemelerin yetersizliğinin,
sorun alanları için birden fazla sorumlu örgüt bulunmasının, turizm, sanayi, tarım, enerji
gibi sektörlerde izlenen yanlış politikaların payının bulunduğu yadsınamaz. Ancak
karşılaşılan
sorunların
kaynağında,
yasaların
68
yetersizliğinden
çok
var
olan
düzenlemelerin etkin biçimde yaşama geçirilememesinin bulunduğu söylenebilir.
Türkiye’deki çevre yönetimi düzeneği planlı, bütünleşik bir yaklaşımın ürünü değildir.
İzlenen politikalar, getirilen kurallar, kurulan kurumlar ya da gerçekleştirilen eylemler
daha çok ortaya çıkan bir soruna yada uluslararası gerekliliklere yanıt olmak üzere
geliştirilmiştir. Bundan dolayıdır ki Türkiye’de çevre politikaları ya da çevre yönetimi
değerlendirilirken öncelikle yetki ve görev geçişmesinden kaynaklanan yönetsel
karmaşadan söz etmek gerekecektir. Aynı alanı düzenleyen çok sayıda yasal belgenin
varlığı, kimi zaman birden fazla kurumun aynı konuda yetki sahibi olmasına, kimi
zaman sorumlulukların çakışmasına kimi zaman da yetki boşluğuna yol açabilmektedir.
Örneğin yerel düzeyde çevreyi etkileyen sorunlarla ilgili olarak Çevre ve Orman
Bakanlığı özellikle su ve katı atık hizmetlerine ilişkin olarak giderek artan bir rol
oynamaktadır. Kentleşme ve belediye yatırımları ile ilgili politikalar, merkezi yönetim
düzeyinde Başbakanlık DPT Müsteşarlığı’nın sorumluluk alanına girmektedir. Yine
belediyelerin altyapılarının finansmanı ve fiziksel olarak gerçekleşmesi dolaylı olarak
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nın etkisi altındadır. Belediyelerin görevleri ile orantılı
gelir kaynakları sağlamak için çeşitli kanunlar ile düzenlemeler yapılmıştır.
Belediyelere finans kaynağı olarak başta Çevre Kirliliğini Önleme Fonu olmak üzere
birçok fondan aktarma yapılmakta iken, bu fonların büyük çoğunluğu 4629 sayılı Bazı
Fonların Tasfiyesi Kanunu’yla kaldırıldığından belediyelerin yatırımlarla ilgili
finansman sorunları ortaya çıkmıştır (Aytaç 2005). Genel bütçeden yapılan transfer ve
yardımlar yetersiz kalmaktadır. Zira kentsel altyapı konusunda en önemli kuruluşlar
olan İller Bankası, DSİ ve Karayolları Genel Müdürlüğü gibi yatırım kuruluşları
Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’na bağlıdır. Ayrıca Devlet Personel Başkanlığı
belediyelerin personel açıklarını karşılamada rol üstlenmektedir. Sözü edilen yönetim
birimleri arasında kurulması gerekli olan işbirliği ve eşgüdüm bugüne değin
sağlanabilmiş değildir. Sözü edilen sorun yalnızca yönetim birimleri ve yetkilerinde
gözlenmemekte, yönetim alanları arasında da önemli çakışmalar bulunmaktadır; aynı
alandan çok sayıda yönetim birimi sorumlu kılınabilmekte, aynı alan birden fazla statü
içinde yer alabilmekte yada birden fazla plan belgesinin içinde bulunabilmektedir.
Çevre ve Orman Bakanlıkları’nın birleştirilmesi, kamu yönetiminde etkinliğin
artırılması politikaları çerçevesinde benimsenen bakanlıkların sayısının azaltılması
69
noktasında olumlu bir yaklaşım gibi gözükebilir. Ancak çevre meselelerinin çok
disiplinli bir özellik taşıması nedeniyle Çevre Bakanlığı hangi bakanlığa yada bir kaç
bakanlığa bağlanırsa bağlansın, doğaldır ki hepsi ile ortak bir kesişme ve etkileşim alanı
bulunacaktır. Bu açıdan, sorunların temeline inmek ve Türkiye’de çevre yönetiminde
etkinliğin artırılması ve yeniden yapılanma çalışmalarında ele alınması gereken konuları
iyi belirlemek daha akılcı bir yaklaşım olacaktır.
Belediye ve İl Özel İdaresi ile ilgili düzenlemelerde yer alan "ihtisas komisyonları"
çevre yönetiminin örgütlenmesinde önem taşımaktadır. Belediye Kanunu’nda doğrudan
anılmayan ancak İl Özel İdaresi ve büyükşehir belediyesi kanunlarında eğitim, kültür,
sosyal hizmetler, imar gibi konularda kurulması zorunlu olan komisyonlardan biri
olarak geçen “çevre ve sağlık komisyonu” yerel yönetimler için yeni bir düzenlemedir.
Her ne kadar çevreyi başlı başına bir sorun alanı olarak algılamayan, sağlık
hizmetlerinin bileşeni olarak gören anlayış tarafından geliştirilen bir düzenek olsa da
kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının, üniversitelerin, sendikaların ve sivil
toplum örgütlerinin temsilcilerinin katılıp görüş bildirebilmelerini olumlu bir gelişme
olarak değerlendirmek gerekir.
İstikrarlı bir ortamda sürdürülebilir büyümenin sağlanması, ekonomik rekabet gücünün
artırılması ve çevre yönetiminin etkin ve verimli bir biçimde çalışması için tutarlı ve
rasyonel bir çevre finansman politikasının oluşturulması gerekmektedir. Etkin bir çevre
finansman
politikasının
olmaması
nedeniyle
yatırım
öncelikleri
sağlıklı
belirlenememekte bu durum iç kaynakların etkin olarak zamanında ve doğru alanlara
aktarılmasını engellemektedir. Dış kaynak kullanımının etkin planlanmaması hibe ve
kredilerin zamanında değerlendirilememesi kaynak kaybına yol açmaktadır. Çevre
finansman mekanizma ve modellerinin geliştirilmesinde en önemli konu çevre
yatırımlarında özel sektörün rolünü artırmaktır. Özellikle çevresel altyapı yatırımlarında
özel sektörü özendirecek mekanizma ve modeller zayıftır. Bu nedenle kamu kesiminden
beklenen, bu konudaki yasal ve kurumsal yapının yeniden gözden geçirilmesi ve
geliştirilmesidir. Bu yaklaşımın ardında, çevre sektörüne yapılacak yatırımların nihai
hedefinin Türkiye ekonomisine katkı sağlayacağı düşüncesi bulunmaktadır.
70
Çevre faaliyetlerinin gerçekleştirilmesindeki bir diğer sorun da çevre konusunda
nitelikli ve uzman personel yokluğudur. Örneğin belediyelerde bilgili ve yetenekli
elemanların çalıştırılması bakımından seçme, işe alma, değerlendirme, yükseltme ve
insan gücü planlaması gibi insan kaynağının yönetimine ilişkin uygulamalar yetersizdir.
4.7 Türkiye’de Yerel Yönetimler Çevre İlişkisi
Türkiye’de 442 sayılı Köy Kanunu, 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu, 5215 sayılı
Belediye Kanunu, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu gereklerince ilgili yerel
yönetimlerin görev ve sorumluluk alanında bulunan içme suyu, atık su, katı atıklar,
çevre planları, hava ve gürültü kirliliği gibi çevresel konulardaki mevcut durumlar ve bu
konularda yaşanılan sorunlar aşağıda açıklanmıştır.
a) İçme Suyu:
Türkiye’de su hizmetlerinin görülmesi sorumluluğu yerel yönetimlere aittir. Geçmiş
yıllarda bu hizmetler yerel yönetimlerin yanı sıra DSİ ve İller Bankası ile kırsal alanda
hizmet veren Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nce de yürütülmekte iken büyükşehir
belediyelerinin kurulmasıyla birlikte, bu kentlerde su ve kanalizasyon idareleri de
hizmet vermeye başlamıştır (www.ilbank.gov.tr). Bu konuda hizmet açısından ağırlığı
en fazla olan büyükşehir belediyelerinin Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel
Müdürlükleri’dir. İller Bankası öncülüğünde, 1960’lı yılların sonunda şehirlere içme
kullanma suyu temini için tasarımlar ve inşaatlar başlatılmıştır. İçme ve kullanma suyu
şebekesi ile hizmet verilen belediyeler tarafından, 2002 yılı itibariyle 5 milyar m³ su
şebeke ile dağıtılmak üzere çekilmiştir. Çekilen suyun % 39,3'ü barajlardan, % 29’u
kuyulardan, % 26,3'ü kaynaklardan, % 2,6'sı akarsulardan, % 1,8'i göllerden ve % 1'i
göletlerden temin edilmektedir. Türkiye genelinde toplam nüfusun % 85’i içme ve
kullanma suyu şebekesine sahiptir. Bu oran belediyelerde % 93’e ulaşmakta olup
bunların da % 4’ünde içme suyu arıtma tesisi vardır. 16 büyükşehir belediye nüfusunun
yaklaşık % 97’sine içme ve kullanma suyu şebekesi ile hizmet verilmektedir. Genel
anlamda ise yıllık kişi başına düşen 75 metreküp (m³) içme suyu tüketimi ortalaması
100 m³ olan Avrupa’daki değerin altındadır (Anonim 2002a).
71
Türkiye su kaynakları bakımından önemli bir potansiyele sahip olmakla birlikte bu
potansiyeli su zengini olarak nitelenebilecek boyutta değildir. Akarsular, barajlar ve
göller evsel ve endüstriyel atık sularıyla kirlenmekte, buralardan tarımsal amaçla
sulamalar sonucunda, insan ve çevre sağlığına önemli zararlar verilmekte, topraklarda
telafi edilemeyecek bozulmalar görülmekte ve su havzaları kirlenmekte, netice olarak
da su kaynakları elden çıkmaktadır. Bir çok ülkede tarım topraklarını ve su havzalarını
korumayı amaçlayan tedbirlerin çok önceden alınmaya başlamasına karşılık, bugün hala
Türkiye’de tarım arazilerinin büyük bir savurganlıkla kullanıldığı görülmektedir.
Anayasa’nın 12 maddesi, 45 yasa maddesi, 40 civarında tüzük ve yönetmelik; toprak ve
su kaynaklarının yönlendirilmesi ile ilgili sorumluluk, görev ve yönetimleri
belirlemektedir. Ancak bu kadar mevzuatı uygulamada görevli kurum ve kuruluşlar ile
bunların hiyerarşik yapıları o kadar karmaşık bir hal almıştır ki içinden çıkılamaz bir
ortam yaratılmıştır (www.suhavzalari.net). Bu nedenlerden dolayı Türkiye’de son
dönemde su yönetimi konusunda gözlenen yeni eğilim, bu hizmetlerin sunumuna yerel
yönetimlerin yanı sıra özel kesiminde katılması; “yap-işlet-devret” ve “kamu-özel
sektör ortaklığı” gibi modellerin gelişmesidir. Tarımsal sulama için de benzer şeyleri
söylemek söz konusudur. Daha önce DSİ ve Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün
üstlendiği bu hizmetlerin sunumuna son dönemde yerel yönetim birlikleri de katılmaya
başlamıştır. Yerel yönetim birlikleri genellikle özel şirketler aracılığıyla tarımsal sulama
hizmetlerini yerine getirmektedir.
Su havzalarının korunmasına yönelik olarak 5216 sayılı kanunla Büyükşehir
belediyelerine de sorumluluklar verilmiştir. Bu konuda olumlu gelişmelerde yaşanmakta
olup en önemlisi İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin içme suyu havzalarındaki
çalışmalardır. İzmir Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından 1992
yılında yayımlanan Havza Koruma Yönetmeliği gereğince çıkartılan Havza Yıkım
Yönetmeliği ve Havza Yıkım Yönergesi doğrultusunda İzmir ilinin içme suyu
kaynakları olan Tahtalı, Çamlı, Balçova Barajı Koruma alanlarında ve diğer içme suyu
havzalarında konutların, endüstri tesislerinin, kaçak yapıların ve tarımsal faaliyetlerin
tespitleri yapılmakta ve gerekli önlemler alınmaktadır. Bu doğrultuda havza çevresinde
kamulaştırma çalışmaları yapılarak havza çevresi ağaçlandırılmış, havza alanı
içersindeki koruma alanında bulunan beldelerin evsel lağım suyu ile ağaç ve metal
72
işyerlerinin arıtma çıkış sularının havza dışına taşınması ve mutlak koruma alanında
hayvan otlatma, kaçak tarım yapma gibi ihlalleri engellemek amacıyla alanın etrafının
çitle çevrilmesi sağlanmıştır. Ayrıca yine İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından havza
çevresindeki bölge halkına yönelik olarak su kullanmadan yapılacak tarımla baraj
suyunun kirlenmesinin önlenmesi, elde edilen ürünlerin pazarlanarak bölge çiftçisinin
yaşam standardının yükseltilmesi ve su koruma bilincinin yükseltilmesini amaçlayan
Organik Tarım Projesi hayata geçirilmiştir (www.izsu.gov.tr).
b) Altyapı ve Kentsel Atık Su:
İller Bankası dışında, belediyeler büyük projelerini finanse etmek için dış kaynaklardan
(merkezi hükümet garantisi ile) borç alabilmektedir. Altyapı yatırımlarında özel
sektörün masraflara katkısı çok sınırlı düzeydedir. 1970’li yıllarda İller Bankası
tarafından 11 kanalizasyon sistemi tesis edilmiştir. 1980’li yıllarda yeni oluşturulan Su
ve Kanalizasyon İdareleri tarafından büyükşehir belediyelerinde 75 adet kanalizasyon
sistemi gerçekleştirilmiştir. 2002 yılı belediye kanalizasyon istatistiklerine göre 3215
belediyeden 2060 tanesine kanalizasyon hizmeti verildiği tespit edilmiştir. Bu değer
belediye nüfusunun % 78,4’üne tekabül etmektedir. Türkiye’de 3215 tane belediyenin
44 tanesinde fiziksel, 65 tanesinde biyolojik, İstanbul, İzmir ve Denizli olmak üzere 3
tanesinde de ileri arıtma tesisi mevcuttur. Yine aynı yıl itibariyle kanalizasyon hizmeti
veren belediyeler tarafından, 2,91 milyar m³ atıksuyun % 42,9’u akarsu, % 37,7’si
deniz, % 4,2’si baraj, % 3,4’ü arazi, % 2,7’si foseptik, % 2,9’u göl, % 0,7’si zerzemin
ve % 5,5’i diğer alıcı ortamlara deşarj edilmiştir. Kanalizasyon şebekesinden deşarj
edilen 2,91 milyar m³ atıksuyun 1,38 milyar m³'ü atıksu arıtma tesislerinde arıtılmıştır.
Arıtılan atıksuyun % 56,3'üne biyolojik, % 30,2'sine fiziksel ve % 13,5'ine ileri arıtma
uygulanmıştır (Anonim, 2002a). Türkiye’de toplam nüfusun % 50’sinin yaşamış olduğu
belediyelerde arıtma tesislerinin mevcut olduğu söylenebilir. Arıtma tesisine sahip bu
şehirler arasında en önde İstanbul, Ankara, Bursa, İzmir, Aydın, Muğla, Antalya,
Mersin, Adana gibi şehirler gelmektedir. Arıtma tesisi bulunan belediye sayısı 210’dur
(Balman 2002).
73
Kentsel atık sularla ilgili Türkiye’nin yasal düzenlemeleri AB’nin 1991 Kentsel Atıksu
Arıtma Talimatı’na yakın olmasına rağmen nüfusu 2000’in üzerinde olan bütün
belediyelerin atıksularını toplama konusunda açık bir zorunluluk getirilmemiştir. İzin
verilebilir en
yüksek
biyokimyasal
oksijen
ihtiyacı konsantrasyonu
Türkiye
mevzuatında iki kat daha yüksektir ve kentsel atık su deşarjlarında toplam azot ve fosfor
konsantrasyonları için sınır değerler yoktur.
26.04.2006 tarih 5491 sayılı Kanunla Çevre Kanunu’na eklenen Geçici 4. maddeye göre
atıksu arıtma ve evsel nitelikli katı atık bertaraf tesisini kurmamış belediyeler ile
halihazırda faaliyette olup, atıksu arıtma tesisini kurmamış organize sanayi bölgeleri,
diğer sanayi kuruluşları ile yerleşim birimleri, bu tesislerin kurulmasına ilişkin iş termin
planlarını kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde Çevre ve Orman
Bakanlığı’na sunmak zorundadır. İş termin planının Bakanlığa sunulmasından itibaren;
belediyelerde nüfusu, 100.000’den fazla olanlarda 3 yıl, 100.000 ile 50.000 arasında
olanlarda 5 yıl, 50.000 ile 10.000 arasında olanlarda 7 yıl, 10.000 ile 2.000 arasında
olanlarda 10 yıl, organize sanayi bölgeleriyle bunların dışında kalan endüstri
tesislerinde ve atıksu üreten her türlü tesiste 2 yıl içinde işletmeye almak zorundadır.
Yine aynı maddeye göre atıksu altyapı ve katı atık bertaraf tesisi kurma
yükümlülüklerini belirtilen süre içinde yerine getirmeyen kurum ve kuruluşlara;
belediyelerde nüfusu 100.000’den fazla olanlara 50.000 Yeni Türk Lirası, 100.000 ile
50.000 arasında olanlara 30.000 Yeni Türk Lirası, 50.000 ile 10.000 arasında olanlara
20.000 Yeni Türk Lirası, 10.000 ile 2.000 arasında olanlara 10.000 Yeni Türk Lirası,
organize sanayi bölgelerinde 100.000 Yeni Türk Lirası, bunların dışında kalan endüstri
tesislerine ve atıksu üreten her türlü tesise 60.000 Yeni Türk Lirası idari para cezası
verileceği hükme bağlanmıştır.
c) Endüstriyel Atık Su:
Türkiye’de mevcut duruma göre 25 kişiden daha fazla istihdamı olan şirketlerin dörtte
biri atık su arıtma tesisine sahiptir (Balman 2002). Bu şekilde donanımı olan şirketlerin
yaklaşık yarısı Marmara havzasında yer almaktadır. Arıtımın % 80’inden fazlası
birincil, % 15’i ikincil (biyolojik) ve % 5’ten daha azı ileri arıtmadır. Kapalı veya yarı
74
kapalı körfezlerde ve İzmir Körfezi gibi girintilerde atık su, biyolojik arıtmayı takiben
derin deniz deşarjı ile denize verilmektedir. Devlet işletmelerinden gelen atık suyun
dörtte üçü arıtma olmaksızın deşarj edilmektedir. Bu değer özel sektör için % 46’dır.
Bununla birlikte toplam yük (kamu ve özel sektör) yönünden ölçüm yapıldığında sanayi
atık suyun % 75’i arıtma yapılmadan (çoğunlukla denize ve daha az oranda ırmaklara),
% 20’si arıtmadan sonra ve kalan % 5’i ön arıtmadan sonra (çoğunlukla nehirlere ve
daha az oranda şehir kanalizasyonuna) boşaltılmaktadır. Çalışan sayısı 25’ten az olan
firmaların
yarısı
yüksek
oranda
kirletici
olan
tekstil/giyim/deri
ve
metal
ürünleri/makine/donanım gibi alt sektörlerde, üçte biri ise yiyecek/içecek/tütün ve
orman ürünleri/mobilya sektörlerinde faaliyet gösterdiğinden, önemli bir atık su kirliliği
sorununa neden olmaktadır. Bu şirketlerin yalnızca üçte biri küçük sanayi bölgelerinde,
% 1.4’ü ise organize sanayi bölgelerinde bulunmaktadır. Türkiye’de 216 adet organize
sanayi bölgesi mevcuttur. Bunlardan 59 adet organize sanayi bölgesi tamamlanarak
faaliyete geçmiş olup bunların doluluk oranı % 67’dir. Bunlardan 2 tanesi organize deri
sanayi bölgesidir. Bu bölgelerden 17 tanesinde arıtma tesisi mevcut olup, 18 proje de
inşaat aşamasındadır. 149 adet organize sanayi bölgesinde kuruluş çalışmaları devam
etmektedir. Aynı kapsamda akarsuların organize sanayi bölgeleri açısından havza
bütününde ele alınması zorunluluğu da bulunmaktadır. Gediz, Bakırçay, Büyük
Menderes Nehirleri havza bazında ele alınmamaları nedeniyle organize sanayi bölgeleri
gibi olumsuz etkiler, söz konusu akarsuların kirlilik sorununa temel oluşturmuştur
(Anonim 2006d).
d) Evsel Katı Atıklar:
En genel tanımıyla katı atık hammaddelerin çıkarılması, işlenerek ürüne dönüştürülmesi
ve tüketilmesi sonucunda oluşan maddelerdir (Anonim 1991). Türkiye’de tarım,
ormancılık ve inşaat sektöründen kaynaklanan katı atıklarla ilgili bir çalışma
yapılmadığından toplam katı atık miktarı hakkında bir veri bulunmamaktadır. Eldeki
veriler yalnızca belediyelere ve imalat sanayi işyerlerine ilişkin sayılardan oluşmaktadır.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2004 yılı Belediye Katı Atık İstatistikleri Anketi
sonuçlarına göre, 3215 belediyeden 3018’inde katı atık hizmeti verilmektedir. 2003 yılı
yaz mevsiminde 12,86 milyon ton, kış mevsiminde 13,26 milyon ton olmak üzere yıllık
75
26,12 milyon ton katı atık toplanmıştır. Bu sonuçlara göre kişi başı günlük katı atık
miktarı ortalaması 1,38 kg’dır. 2003 yılında katı atık hizmeti veren belediyelerden
toplanan 26,12 milyon ton katı atığın % 45,3'ü belediye çöplüğünde, % 28,5'i düzenli
depolama sahalarında, % 15,2'si Büyükşehir Belediyesi çöplüğünde, % 2,9'u başka
belediye çöplüğünde, % 2,3'ü gömülerek, % 1,2'si kompost tesislerinde, % 1,0'ı açıkta
yakılarak, % 0,9'u dereye ve göle dökülerek bertaraf edilmiştir (Anonim 2002a).
Türkiye’de katı atık sorununa çözüm olarak en sık başvurulan yöntem, çöplerin uygun
görülen bir alana yığılmasıdır. Düzenli depolama, kompostlaştırma, yakma yada geri
kazanma yöntemleri yaygın değildir. Mevcut verilere göre, evsel katı atıklar içindeki
geri kazanılabilir atıkların oranı % 15’tir. Çöp depolama alanları için yer seçimi de
önemli sorunlardan biri olarak göze çarpmaktadır. Türkiye’de çöp alanlarının % 93’ü
dere yataklarında kurulmuştur (Anonim 2002a). Düz araziye göre, daha uzun süre sorun
çıkarmadan kullanılabildiği, buralar için kamulaştırma yapmaya gerek kalmadığı,
kısacası ucuz ve kolay bir yöntem olduğu için bu yola başvurulmaktadır. Büyük
kentlerde yerleşim yerlerinin içinde kalan büyük çöp depolama alanları da konunun bir
başka boyutunu oluşturmaktadır. Çöplerin herhangi bir işleme tabi tutulmaksızın boş
alanlara dökülmesinin türlü sağlık ve çevre sorunlarına yol açtığı, kimi zaman da
yangınlara, patlamalara neden olduğu bilinmektedir. Tehlikeli atıklar, hastane atıkları ve
özel nitelikli katı atıklar da önemli sorunlar yaratmaya devam etmektedir. Tıbbi
Atıkların Kontrolü Yönetmeliği ve Tehlikeli Atıkların Kontrolü Yönetmeliği gereği gibi
uygulanmamakta, kimi zaman hastane atıkları evsel atıklarla birlikte toplanmaktadır.
Tıbbi atık yakma üniteleri yeterli sayıda değildir. Son dönemde İzmit, İstanbul ve
Ankara gibi kimi büyükşehir belediyelerinde gelişmeler olmuşsa da Türkiye geneli için
aynı şeyi söylemek olanaklı değildir (Anonim 2002a).
e) Çevre Planları:
Türkiye’de kentlerin kullanma izni almadan yapılaşma oranının % 70’lere yaklaştığı
düşünülürse, yasa dışı yapılaşmış bu alanlarda yasal olarak bir gereklilik olan elektrik,
su ve kanalizasyon hizmetlerinin sunulmaması kaçak yapılaşmayı önleyici bir yaptırım
olmaktan çok bu bölgelerde yaşayan insanların sağlık sorunlarıyla yüz yüze gelmesine
76
yol açabileceği kaçınılmaz bir gerçektir (Anonim 2006a). Bu ikilem içinde getirilen
önlemler, çoğu kez yeni kentsel çevre sorunlarına yol açabilmektedir. Çevre düzeni
planları ki Türkiye’nin planlı döneme geçmesinin üzerinden 40 yıldan daha fazla bir
süre geçmiş olmasına rağmen 1960’lardan bu tarafa çevre düzeni planları noktasında
yapılan bütün çalışmaların karşılığında ancak ülkenin yerleşim, imar ve iskana açık
alanlarının % 5’inde çevre düzeni planı yapılabilmiştir (www.spo.org.tr). Bu en verimli
tarım topraklarının yerleşim ve sanayiye kaptırılması demektir. Bu alüvyonlu alanların,
hiçbir zaman konut ve fabrika yapılmayacak alanlara yapılan yatırımların bir deprem
felaketinde, bir heyelanda veya bir selde nasıl elden çıkıp gideceğini göstermektedir.
Çevre düzeni planlarının gecikmiş olmasının faturalarından birisi 1999 yılında yaşanılan
Marmara depremiyle onbinlerce insanın canıyla ödenmiş olmasıdır.
f) Hava Kirliliği:
Türkiye’de bazı sanayi bölgeleri yanında hava kirliliği büyük şehirlerde son yıllarda
ciddi bir sorun olarak görülmektedir. Ancak kentsel hava kalitesi ile ilgili bilgiler
sınırlıdır. Çünkü şehirlerin çoğunda sadece partikül madde ve kükürt dioksit ölçümleri
düzenli olarak yapılmaktadır (Anonim 2002a). Türkiye'nin evsel kullanım için tüketilen
ana enerji kaynakları petrol, linyit ve odundur ve en çok bunlar hava kirliliğinden
sorumludur. Türkiye'de hava kirliliği genel olarak kalitesiz yakıtların ısıtmada
kullanıldığı konutlardan, çeşitli endüstriyel tesislerden ve motorlu araçlardan
kaynaklanmaktadır. Türkiye’de linyit rezervlerinin zengin olmasına rağmen, düşük
vasıflı olması ve hiçbir iyileştirme işlemi yapılmadan ısıtıcılarda kullanılması, bunun
yanında yakma tekniklerine uygun olmayan yöntemlerle sanayide ve konutlarda
yakılması hava kirliliğinin en önemli sebeplerinden birini oluşturmaktadır. Sanayiden
kaynaklanan hava kirliliği temelde yanlış yer seçimi, yeterli teknik tedbirler alınmadan
katı atık, gaz ve tozların atmosfere bırakılması, yanlış, eski veya eksik teknolojilerin
seçiminden kaynaklanmaktadır. Kentlerde yoğun nüfus artışı sonucu oluşan plansız
çarpık kentleşme, ısıtmada kullanılan yakıtın niteliği, yapı biçimi ve ölçülerindeki
değişmeler, kent trafik yoğunluğu, bu alanda hava kirliliği oluşturan önemli sebeplerdir
(www.cmo.org.tr). Son yıllarda bu nedenlerden kaynaklanan hava kirliliği başta
Kütahya, Muğla (Yatağan), Kayseri, Erzurum, Denizli, Uşak, Yozgat, Çanakkale (Çan),
77
Edirne, Balıkesir, Diyarbakır ve Sivas illerinde önemli boyutlardadır (Anonim 2002a).
Yakıt kalitesinin iyileştirilmesine yönelik çalışmalar sürdürülürken, 1987 yılında
Rusya’dan alınan ve Bulgaristan üzerinden Türkiye’ye bağlanan doğalgaz projesi ile
İstanbul, Kocaeli, Bursa, Eskişehir ve Ankara gibi büyük ve önemli kentlerde gerek
evsel ısınmada gerekse sanayide kullanım yaygınlaştırılmış olup, sonrasında yapılan
Rusya-Karadeniz-Samsun ve İran-Doğubeyazıt-Erzurum doğalgaz boru hatlarıyla da
Türkiye’de kullanılan doğalgaz miktarında önemli bir artış olmuştur.
Türkiye’de hava kirliliğini ve hava kalitesi yönetimini düzenleyen temel hukuki araç,
02.10.1986 tarih 19269 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Hava Kalitesinin Korunması
Yönetmeliği’dir. Yönetmelik 17 kirletici parametre için hava kalitesi sınır değerlerini, 2
kirletici için hedef değerleri ve uyarı kademeleri ile uyarı kademelerine ulaşıldığında
alınacak tedbirlerin yanı sıra ölçüm ve analizle ilgili diğer birçok hususu ele almaktadır.
Yönetmelik sanayi tesisleri ve prosesler için bir emisyon izin sistemi getirmektedir
(Anonim 1986b). Hava kalitesi ölçümleri bütün ülke çapında gerçekleştirilmekte olup,
kapsamlı bilgi sadece 2 kirletici ile sınırlıdır. Hava kalitesi izlemesi Sağlık Bakanlığı il
teşkilatları
tarafından
gerçekleştirilmekte,
izleme
sonuçları
TÜİK
tarafından
yayımlanmaktadır. İzleme sonuçları aynı zamanda Çevre ve Orman Bakanlığı
tarafından yıllık olarak değerlendirilmekte ve iller hava kirliliğinin önlenmesi ve
kalitesinin
iyileştirilmesi
konusunda
politikalar
geliştirilebilmesi
için
sınıflandırılmaktadır. Büyük şehirlerde hava kirliliği ısınma nedeniyle özellikle kış
sezonunda önem kazanmaktadır.
g) Gürültü Kirliliği:
Gürültü kirliliği yapısı gereği kentsel olan ayrı bir sorun alanı oluşturmaktadır.
Türkiye'de trafik ilk başta gelen gürültü kaynaklarındandır. Bunu inşaat işlerinden,
sanayi kaynaklı gürültüden, hava trafiğinden ve demiryolu trafiğinden kaynaklanan
gürültü izlemektedir. Özellikle büyük şehirlerde son 20 yıl içersinde büyük sorun teşkil
eden gürültünün yarattığı rahatsızlıklar Çevre Kanunu’nda ele alınan temel konulardan
birini oluşturmuştur. Bu konudaki temel hukuki düzenleme olan 1986 yılında çıkarılan
Gürültü Kontrol Yönetmeliği yerleşim yerleri için gürültü düzeyleri, tren yolları,
78
havaalanları, sanayi ve inşaat alanlarında izin verilebilecek azami değerleri ve motorlu
taşıtlar gibi dışarıda kullanılan makinelerden kaynaklanan gürültü emisyon değerlerini
belirlemekte ve gürültünün azaltılması için kentsel planlama prensiplerini ortaya
koymaktadır (Anonim 1986a). Gürültü Kontrol Yönetmeliği 2005 yılında revize
edilerek 01.07.2005 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanmıştır. Revizyon özellikle yetkili
mercilerin tanımlanması, izleme, akreditasyon ve belgelendirme işlemleri ile ilgili AB
direktiflerinin bütün bileşenlerini kapsamaktadır.
4.8 Bir Yerel Yönetim-Çevre İlişkisi Örneği Olarak Ankara Büyükşehir Belediyesi
Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı İmparatorluğu’ndan merkeziyetçi bir yönetim yapısı
devralmıştır. Cumhuriyet dönemi belediyeciliğini etkileyen düzenlemelerin başında
Anayasalar gelmektedir. Ankara’nın 13 Ekim 1923’te başkent olması ve yeni kurulan
ülkeye örnek bir kent yaratma düşüncesi ve çabası ile imar faaliyetleri hızlanmıştır. Bu
yönüyle de Ankara, belediyecilik açısından önemli bir şehir olmuş, öncelikle
16.02.1924 tarihinde 417 sayılı Kanun ile Ankara Şehremaneti kurulmuştur (Tankut
1990). Ankara Şehremaneti 1924-1930 yılları arasında çok önemli görevler üstlenmiştir.
Bu dönemde bataklıklar kurutulmuş, kamulaştırmalar yapılmış, yapı malzemeleri için
fabrikalar açılmış, çalışan işçilerin konut ihtiyacı giderilmiş gaz deposu, un fabrikası ve
fırınlar yaptırılmış, Ankara’nın imar planı için bir yarışma düzenlenmiştir. Şehremaneti
Kanunu 1930 yılında çıkarılan 1580 sayılı Belediye Kanunu ile yürürlükten
kaldırılmıştır. 1580 sayılı Kanun günümüze kadar çeşitli değişiklikler geçirmekle
birlikte son olarak 09.07.2004 tarihinde 5215 sayılı Belediye Kanunu şeklinde
güncelleştirilerek bugünkü belediyelerin görev, yetki ve sorumluluklarını belirleyen
temel kaynak olmuştur. 23.03.1984 tarihinde kabul edilen Büyükşehir Belediyelerinin
Kuruluşu Hakkındaki 195 sayılı KHK ile Ankara Belediyesi, Büyükşehir Belediyesi
statüsüne kavuşmuştur. Adı geçen kararname 09.07.1984 tarihinde 3030 sayılı yasa ile
değiştirilmiştir. Bu Kanun’da 10.07.2004 tarihinde 5216 sayılı Kanunla Büyükşehir
Belediyesi Kanunu’na dönüştürülmüştür.
Günümüzde Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin çevre ile ilgili faaliyetleri doğrudan
yada dolaylı olarak Çevre Koruma Kontrol Daire Başkanlığı, İmar ve Şehircilik Dairesi
79
Başkanlığı, Fen İşleri Dairesi Başkanlığı, Emlak ve İstimlak Dairesi Başkanlığı ile
Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi (ASKİ) Genel Müdürlüğü aracılığı ve 5216 sayılı
Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun Büyükşehir Belediyesinin görev, yetki ve
sorumluluklarını düzenleyen 7. maddesine dayanılarak yürütülmektedir. Başlıca
sorumluluk alanı çevre olan Çevre Koruma Kontrol Daire Başkanlığı’nın görevleri
arasında, yıllık ve beş yıllık planlarda yapılması öngörülen ve onaylanarak programlara
alınan yeşil alanların (park, çocuk bahçesi, spor alanları, açık yeşil alanlar, yaya
bölgeleri, piknik alanları, mezarlıklar, vb.) peyzaj mimarlığı ilkeleri doğrultusunda
tasarımı ve uygulamasını yapmak ya da yaptırmak; daha önce düzenlenmiş yeşil
alanların bakım ve onarımının, gerekirse revize planlar hazırlayarak tatbikatının
yapılmasını sağlamak; uygulama alanlarında kullanılacak bitkilerin üretimi için
fidanlıklar, seralar kurulmasını, geliştirilmesini ve işletilmesini sağlamak; yeşil alan
düzenleme, bakım ve onarımı için gerekli her türlü araç, gereç, makine ve damızlık ile
tarımsal koruma ekipmanları ve ilaçların teminini sağlamak, hastalık ve zararlılarla
mücadele etmek; cadde ve bulvarları süpürmek yıkamak, çöplerin konteynırlarda
toplanarak alınmasını sağlamak, temizlik araçlarının giremediği yerlerde işçi marifeti ile
temizlik yapmak ve kış aylarında araç ve ekipleriyle karla mücadele çalışmalarına
katılmak sayılabilir. Fen İşleri Dairesi Başkanlığı’nın çevreyle ilgili en önemli görevi
çöp arıtma tesisleri inşa etmek ve işletmektir. İmar ve Şehircilik Dairesi Başkanlığı’nın
görev alanına giren toplu yerleşim alanları, gecekondu önleme bölgeleri, organize
sanayi bölgeleri, parklar ve yeşil alanlar üretmek; Emlak ve İstimlak Dairesi Başkanlığı
da imar planları gereği yol ve yeşil alanlar için istimlak yapmak suretiyle çevreyle dost
kentleşmeyi sağlamak açısından çevreyle ilgili dolaylı görevleri olan birimlerdir
(www.ankara.bel.tr). Söz konusu başkanlıklar aracığıyla Ankara’da çevreyle ilgili
yürütülen faaliyetler ve bu konularda yaşanılan aksaklıklar aşağıda sıralanmıştır:
a) İçme Suyu:
1984 yılında oluşturulan Büyükşehir Belediye yöntemine uygun olarak yeniden
organize edilen Ankara Sular İdaresi Umum Müdürlüğü ASKİ Genel Müdürlüğüne
dönüştürülmüştür. ASKİ Genel Müdürlüğü 21.11.1981 tarih ve 2560 sayılı İstanbul Su
ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun’a
80
3305 sayılı Kanunla eklenen 4. ek madde ve Bakanlar Kurulu’nun 11.3.1987 tarih ve
87/11594 sayılı Kararı’nın 1.maddesi ile Ankara Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı olarak
kurulmuş müstakil bütçeli ve kamu tüzel kişiliğine haiz bir kuruluştur. ASKİ Genel
Müdürlüğü Kuruluş Kanunu’nun 4. maddesinde yer alan “ASKİ Genel Müdürlüğü,
Ankara Büyükşehir Belediyesi sınırları içinde kuruluş kanununda belirtilen su ve
kanalizasyon işlerini yapmakla görevli olup…” ve Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun
7. maddesinin (r) fıkrasında yer alan “Su ve kanalizasyon hizmetlerini yürütmek, bunun
için gerekli baraj ve diğer tesisleri kurmak, kurdurmak ve işletmek; derelerin ıslahını
yapmak; kaynak suyu veya arıtma sonunda üretilen suları pazarlamak” hükümlerine
istinaden Ankara Büyükşehir Belediyesi adına bu görevleri yapmakla yükümlüdür
(www.aski.gov.tr).
Ankara'ya içme suyu sağlayan 7 adet baraj vardır. Bu barajlardan Çubuk-I ve Bayındır
barajları kirlenme ve kapasite düşüklüğü nedeniyle kullanımdan çıkarılmıştır. Halen
çalışmakta olanlar ise Çamlıdere, Kurtboğazı, Eğrekkaya, Çubuk-II ve Akyar
Barajları’dır (Anonim 2005a). Gecekondulaşmanın da etkisiyle Ankara'nın hızla artan
nüfusu 1960'larda su sorununu dayanılmaz duruma getirmiştir. Türkiye’de bir su
kaynağının ne kadarının sulamaya, elektrik üretimine veya kullanma suyuna tahsis
edileceğine merkezi idare karar vermektedir. Su kaynaklarının yönetimi Devlet Su
İşleri'nin görevidir. 1968 yılında çıkartılan 1053 sayılı Belediye Teşkilatı Olan Yerleşim
Yerlerine İçme, Kullanma ve Endüstri Suyu Temini Hakkındaki Kanunla büyük
kentlerin su sorunlarının çözümünde, devlete yani DSİ'ye de görev verilmiştir. Yasa
uyarınca kentlerin içme suyu temini için projelendirmeyi ve bir kısım yapımı DSİ
gerçekleştirmekte, maliyeti ise yerel yönetimlerden alınmaktadır. Görevi gereği, 1968
yılında DSİ bir mastır planı hazırlamıştır. Söz konusu planla Ankara'nın 1970-2020
yılları arasındaki 50 yılı planlanmıştır. Plan gereğince önce Ankara'nın nüfus artışı ve su
gereksinimi hesaplanmış, buna bağlı olarak da hangi barajların hangi yıllarda devreye
girmesi gerektiği açıklanmıştır. Plana göre 1974 yılında Kurtboğazı Barajı devreye
girmiştir. Mastır planı uyarınca 1978'de devreye girmesi gereken Çamlıdere Barajı,
Ankara'ya susuz günler yaşatıp, ancak 1985'te, İncegez Barajı yerine yapılan Eğrekkaya
Barajı 1992'de, Akyar Barajı ise 2000'de devreye girebilmiştir. 1964 yılında yapılmış
olan Çubuk-II Barajıyla beraber toplam beş barajın kapasitesi 1 milyar 475 milyon m³
81
olmuştur. Ankara'nın yıllık su ihtiyacı 420 milyon m³ olup, günde 1,2 milyon m³ su
verilmektedir (Anonim 2005a). Ancak bu barajların doluluk oranı 2007 yılında % 5
seviyesine düştüğü için Ankara’da önemli bir susuzluk problemi yaşanmıştır. DSİ’nin
1970-2020 yıllarını kapsayan mastır planında yer alan Gerede Işıklı suyunun getirilmesi
projesi
maliyet
bakımından
pahalı
bulunmuş,
Kızılırmak'tan
su
getirilmesi
projelendirme çalışmaları acele olarak tamamlanmıştır. Kızılırmak suyunun sağlık
açısından çeşitli riskler oluşturduğu spekülasyonlarının gündeme geldiği günlerde
Kimya Mühendisleri Odası, Çevre Mühendisleri Odası ve Ankara Tabip Odası işbirliği
ile oluşturulan
araştırma heyetinin
Kızılırmak-Kesikköprü
suyundan
aldıkları
numunenin Ortadoğu Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü’nde yapılan
tahlili sonucunda Kızılırmak suyunda sülfat, sodyum ve klorür miktarı Dünya Sağlık
Örgütü ve Sağlık Bakanlığı’nın belirlediği sınırların üzerinde çıktığı ve ayrıca bu
değerlerin İvedik Arıtma Tesisi’nde kullanılan teknoloji ile aşağı çekilemeyeceği,
zararlı maddelerin arıtılamayacağı tespit edilmiştir (www.kmo.org.tr/ankara/). Böylece
aynı mastır planında 2030 yılı için öngörülen ve aynı zamanda sağlık yönünden de
çekincelerin anlatıldığı Kızılırmak suyu Ankara’nın susuzluğu için kurtuluş olarak
sunulmuştur.
Ankara deniz, göl, nehir gibi su kıyısına kurulmamış nadir kentlerden biridir. Bir iki
dere hariç Ankara'da akar hiçbir su yoktur. Ancak eski Ankaralılar bilimi kullanarak su
sorununu çözmüşlerdir. Ankaralılar bundan 1800 yıl önce Ulus'taki imparatorluk
standardındaki Roma Hamamı'na Elmadağ'dan künklerle su taşımışlardır (Anonim
2005a). Bentderesi ismini veren bendin arkasında su toplayıp kaleye su çıkarmışlardır.
Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 7. maddesinin (i) fıkrası ve ASKİ Havza Koruma
Yönetmeliği gereklerince Ankara’nın su havzalarının korunmasından sorumlu olan
Ankara
Büyükşehir
Belediyesi
bu
önemli
görevini
tam
anlamıyla
yerine
getirmemektedir. Söz konusu Yönetmelikle içme ve kullanma suyu temin edilen
yüzeysel ve yer altı su kaynaklarının evsel, endüstriyel, tarımsal ve her türlü hayvancılık
faaliyetlerinden kaynaklanan atık sular ile kirlenmesini önlemek için bu kaynaklar
etrafında bulunan; mutlak, kısa, orta ve uzun mesafeli koruma alanlarında alınacak
tedbirlerle su kaynağının ve toplum sağlığının korunması gerekirken bugüne kadar
defalarca çıkartılan imar aflarıyla su havzalarının kirlenmesine zemin oluşturulmuştur.
82
Kentsel alanda kamu alanlarının bir anlamda yağmalanması demek olan imar affı,
özellikle seçim dönemlerinde gündeme getirilen sık sık başvurulan bir yöntem olmakta,
kent çevresinde yeni ve kirli yapılaşmanın yanı sıra su havzalarının kirlenmesine neden
olmaktadır. Eymir Gölü havzası başta olmak üzere Ankara’nın içme suyu ihtiyacını
karşılayan havzaların etrafı yavaş yavaş işgal edilme durumuyla karşı karşıyadır. Son
dönemde İçişleri ile Bayındırlık ve İskan Bakanlıkları’nın hazine, orman ve belediye
arazileri üzerine kurulmuş konutlara belirli bir bedel karşılığında tapu verilmesine
yönelik bir hazırlık içinde olması, olası bir imar affıyla bu havzaların etrafındaki yapılar
legal hale getirilmesi anlamı taşımakta; bu da mevcut havzalardaki kirlilik probleminin
kaçınılmaz olacağını göstermektedir. Ankara’da su havzalarının kirlenmesine yönelik
olarak bir diğer örnek Çubuk, Bayındır, Çamlıdere ve Işıklı Barajı havzalarının
ortasından yapılan tüm uyarılara rağmen Ankara-İstanbul otoyolunun geçirilmiş
olmasıdır. Otoyoldaki trafik nedeniyle kanser yapan hidrokarbonların yanı sıra, metal ve
ametal oksit gibi kirleticilerin baraj suyu içerisine girdiği tahminden öte bilimsel bir
gerçektir. Çubuk-I ve Bayındır Barajları’nın kirlilik nedeniyle elden çıkmasında imar
afları kadar önemli olan faktörlerden birisi de budur (Anonim 2005d).
b) Atık Su:
Ankara Büyükşehir Belediyesi 1980’li yılların sonunda, Ankara halkının ve çevresinin
sağlığını doğrudan etkileyerek hastalıklara neden olan atıksu kirliliği konusunda çevre
koruma önlemlerinin geliştirilmesi ihtiyacını saptamıştır. Bunun sonucunda ASKİ 1988
yılında evsel ve endüstriyel atıksularla ilgili olarak başlattığı atıksu kirliliği fizibilite
çalışmasını 1989 yılı Ekim ayında tamamlanmıştır. Proje aşaması ve ihale ilanı
sonrasında Türk-Alman Konsorsiyumu ile yapılan sözleşme 1992 yılında imzalanmıştır.
Ankara Merkezi Atıksu Arıtma Tesisi beş yıllık inşa dönemi sonunda 1 Ağustos 1997
tarihinde işletmeye açılmıştır. Atıksu Arıtma Tesisi, günde 765.000 m³ atıksu arıtma
kapasitesi ile aktif çamur prosesi bazında projelendirilerek inşa edilmiştir. Tesisin
genişletilmesi 2025 yılında yaklaşık 6 milyon eşdeğer nüfusa hizmet verebilecek
kapasitede olup, azot ve fosfor giderimi ünitelerinin eklenmesine uygun şekilde
yapılmıştır. Şehrin atıksu kollektör sistemi, atıksu arıtma tesisinin inşası ile paralel
şekilde yapılmıştır. Bu kollektör sisteminin tamamlanması sonrasında şehir nüfusunun
83
% 98’i kanalizasyon şebekesine bağlanmış olacaktır (Anonim 2005a). Arıtma tesisinin
1997 yılı Ağustos ayında işletmeye alınmasından önce Ankara Çayı ve Sakarya
Nehri’ne dökülen bütün evsel atıksular ile endüstriyel atıksuların neredeyse tamamı
arıtılmadan sisteme karışması sonucunda Ankara Çayı’ndaki biyokimyasal oksijen
ihtiyacı konsantrasyonu ortalama 145 mg/l iken günümüzde 8 mg/1’nin civarındadır.
Arıtmanın esas amacı, alıcı su havzalarındaki su kalitesini yükseltmek olup Sakarya
Nehri’ne arıtımdan sonra bırakılan su Sarıyar Barajı’nın gelecekteki su temini, tarımsal
sulama, balıkçılık ve rekreasyon alanlarında kullanım açısından son derece önemlidir
(Anonim 2005a).
Ankara Atıksu Arıtma Tesisinde günlük 400 ton civarında biyokatı elde edilmektedir
(Bilgin vd. 2002). Bu biyokatının değerlendirilmesine de yönelik bazı çalışmalar
yapılmaktadır. Bu çalışmalardan en önemlisi 2001 yılında ASKİ Genel Müdürlüğü
Arıtma Tesisleri Daire Başkanlığı ile Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Ankara
Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü arasında düzenlenen protokolle arıtma tesisine ait
biyokatının değerlendirilmesine yönelik çalışmalardır. Elde edilen bu biyokatıların nasıl
değerlendirileceği konusunda problemlerin yaşandığı dönemde atıksu arıtma tesisinde
ortaya çıkan katı atıkların gübre değeri, tesis çevresindeki tarım alanlarında özellikle de
yeni tesis edilen çim alanlarında kullanımı, erozyon önleme için eğimli arazilerde
kullanımının yüzey akışı ve toprak kayıplarına etkisi ile arıtılmış atık suyun sulama
suyu olarak kullanımı konularında araştırmalar yapılmıştır. Uzun süreli araştırma
bulgularının eksikliği gibi olumsuzluklara rağmen sözkonusu çalışma biyokatıların
arazide kullanımı ve potansiyel çevre kirletici olmaktan çıkarılmasında olumlu sonuçlar
ortaya koymuştur. 1997-2005 yılları arasında tesiste gelişigüzel depolanan ve talep eden
çiftçilere özellikle çayır ve çim tesisi için verilen arıtma çamurları 2005 yılında
Ankara’da görülen kolera salgınından sonra ve yine aynı yıl yayımlanan Toprak
Kirliliğini Kontrol Yönetmeliği gereğince Büyükşehir Belediyesi Sağlık İşleri Dairesi
Başkanlığı’nca kullanımı yasaklanmış ve depolama için Sincan Çadırtepe’deki atık
depolama tesisine taşınmıştır. Söz konusu Yönetmelikle arıtma çamurlarının ve
kompostun toprakta kullanımında gerekli tedbirlerin alınması esasları belirlenmiş ve
kullanımları belli esaslara bağlanmıştır (Anonim 2005h).
84
c) Evsel Katı Atıklar:
Mevsimsel farklara bağlı olarak miktarı ve içeriği değişmekle beraber Ankara’da günde
ortalama 2500-3000 ton atık oluşmaktadır (Anonim 2006b). 5215 sayılı Belediye
Kanunu’na, 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’na ve 2872 sayılı Çevre
Kanunu’na istinaden 1991 yılında yayımlanan Katı Atıkları Kontrol Yönetmeliği’ne
göre çöp yönetimi konusundaki yetki ve sorumluluk tanımları son derece açıktır. Tüm
bu yasal dayanaklar gereği büyükşehirlerde ilçe belediyeleri atıkların toplama ve taşıma
süreçlerinden sorumludur. Öte yandan atıkların giderimi ve uzaklaştırılmasında
büyükşehir belediyeleri sorumlu ve yetkilidir. Atık depolama, bertaraf yada kompost
tesisi yapımı ve işletimi de büyükşehir belediyelerinin sorumluluk alanındadır (Aytaç
2005).
Ankara’nın çöp toplama merkezi olan Mamak çöp döküm alanı 26,6 hektar
büyüklüğünde olup Ankara’nın 8 merkez ilçesinden Etimesgut ve Gölbaşı dışında
6’sının çöplerinin döküldüğü bir sahadır (Anonim 2005f). Bu alanda evsel, endüstriyel
ve tehlikeli atıklar rasgele depolanmaktadır. Saha her yıl Büyükşehir Belediyesince
ihale edilmekte, bir müteahhit firma tarafından işletilmektedir. Katı Atıkları Kontrol
Yönetmeliği’nin 18. maddesine göre belediyeler evsel katı atıklar içindeki
değerlendirilebilir katı atıkları sınıflandırarak ayrı toplamak ve bunlarla ilgili tedbirleri
almakla
yükümlü
olmasına
rağmen
ayrı
ayrı
veya
sınıflandırarak
toplama
yapılmamakta, sadece sahada elle çöp ayrım çalışmaları yapılmakta, çalışmalar her türlü
çevresel riske rağmen sağlıksızca devam etmektedir. Çöp döküm alanının çevresinin bir
bölümü çit ile çevrilidir. Çöp döküm alanını çevrelemek için yetersiz olan çitlerden
sahaya çeşitli noktalardan girmek olanaklıdır. Çöp kamyonlarının girdiği kapıda ise
belediye görevlilerinin herhangi bir kontrolü söz konusu değildir. Sahaya getirilen
atıklar tartılmamakta, katı atıktan belirli aralıklarla örnek alınarak yerinde tahliller
yapılmamaktadır. Döküm yapılan alanın seçiminde de sahanın dik bir yamaç üzerine
kurulması gibi önemli bir hata yapılmıştır. Nitekim, geçmiş dönemlerde katı atık
yağışların da etkisiyle zamanla yamaç aşağı hareket ederek yayılmıştır. Yüksek kirletici
özelliğe sahip olan sızıntı suları, depolanan atıklardan belirli bir süre boyunca akıntı
yönünde kontrolsüz olarak akmaktadır. Sızıntı suyu bölgede insan ve çevre sağlığını
85
tehdit etmektedir. Bu sorunun çözülebilmesi için katı atık dökümünün durdurulması
yanında rehabilitasyon çalışmasının acilen başlatılması ve keskin eğimden doğabilecek
sorunların bir an önce önlenmesi gereğinden hareketle çöplüğün ıslahına yönelik
çalışmalar gündeme gelmiş ve bu kapsamda 2006 yılında çalışmalara başlanarak
çöplüğün bir kısmı on binlerce ton toprakla kapatılmıştır. Çöplükten sızan metan gazı
için 30 kilometre yatay, 5 kilometre dikey boru döşenerek buradan çıkan metan gazları
için kurulan elektrik santralleri vasıtasıyla saatte 4.2 Mega Watt elektrik enerjisi
üretilmiştir. Elde edilen elektriğin yine bu alanda kurulması planlanan ayrıştırma
tesislerinde kullanılacak olması çöpün değerlendirilmesi anlamında başarılı bir sonuç
olmuştur. Ayrıca eğimden kaynaklanan sorunların giderilmesinde yönelik olarak alanda
ağaçlandırma çalışmaları başlamış ve akasya, ladin, sedir ve selviden oluşan 4.000 adet
ağaç fidanı dikilmiştir (www.mamak.bel.tr).
d) Tıbbi Atıklar:
5216 sayılı Kanuna ve 22.07.2005 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan Tıbbi
Atıkların Kontrolü Yönetmeliği esaslarına göre Büyükşehir Belediyesi’nin görevleri
arasında tıbbi atıkların toplanması, taşınması, ve düzenli depolanması da bulunmaktadır.
Ankara’nın tıbbi atıklarının bir kısmı, 1998 yılından 2001 yılına kadar Ankara
Büyükşehir Belediyesi tarafından Sincan Çadırtepe’de bulunan tıbbi atık depolama
sahasında düzenli olarak depolanmıştır. 2001 yılından bu yana ise 2001 ve 2004
yıllarında olmak üzere iki farklı firmaya ihale edilerek düzenli depolamaya devam
edilmektedir. Tıbbi atıkların toplanması, taşınması ve düzenli depolanması işi 2004
Ocak ayından bu yana bir firma tarafından yürütülmekte; bahsi geçen firma, sadece
tıbbi atıkların toplanması, taşınması ve düzenli depolanması süreçlerinden sorumlu
olup, sahanın hazırlanması işi ise başka bir firma tarafından yapılmaktadır (Anonim
2006a). Ankara’da tıbbi atıkların ayrı toplanmaya başlamasının ardından atıklar düzenli
olarak depolanarak bertaraf edilmektedir. Atıkların yakma yöntemi yerine kriterlere
uygun bir şekilde gömülmesi hem daha ekonomik ve daha verimli hem de taşıdığı hava
kirliliği riski nedeniyle çevre ve halk sağlığı açısından daha uygundur (Anonim 2006e).
Yatırım ve işletme maliyeti oldukça yüksek olan yakma sistemleri değil Türkiye gibi
gelişmekte olan ülkelerde, gelişmiş ülkelerde bile pek tercih edilmemektedir. Bu açıdan
86
bakıldığında taşıdığı çevresel riskler açısından önemli bir kirlilik kaynağı olan tıbbi
atıkların Ankara’da ayrı toplanması, taşınması ve düzenli depolanarak bertaraf ediliyor
olması son derece önemlidir. Türkiye’de katı atıkların bertarafı halen çok önemli bir
problem olarak karşımızda durmakta, tıbbi atıklar için ise ülkede çok az sayıda tesis
bulunmaktadır. Bu noktada, Ankara’da tıbbi atıkların düzenli depolanarak bertaraf
edilmesi ayrıca önem kazanmaktadır.
e) Çevre Planları:
Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara, Cumhuriyet’in ilk yıllarından bu yana gerek
stratejik, gerek politik ve gerekse sosyo-ekonomik işlevleri ile başkentliğin verdiği
liderlik işlevlerini bütünleştirmeye çalışan ve ülkedeki diğer kentler için çoğu kez öncüörnek olagelmiştir (Tankut 1990). Öte yandan, 1920’li yıllardan bu yana sürekli bir
planlama deneyimi ve geleneği yaşanan Ankara kentinde küresel anlamda yaşanan
süreçlerin ülkesel sosyo-ekonomik yapıda oluşturduğu planlama ve beraberinde
getirdiği süreçleri öteleme eğilimi, ciddi biçimde hissedilmekte ve buna koşut olarak
kentsel-sosyal-ekonomik yapıdaki çöküntüleşme-erozyonlar ve ülkesel planlamaanakent
yönetimi
süreçlerindeki
çok
başlı
ve
karmaşık
yapısı
nedeniyle
alışılageldiğinden farklı bir plansızlık süreci yaşanmaktadır. Son yıllarda başkentte
yoğunlaşan
fiziksel
sorunların
kaynağında,
üst
ölçek
planlama
çalışmaları
sonuçlandırılmaksızın kuramsal bir çerçeve ve gelişme perspektifi yaratılmaksızın
üretilmeye çalışılan günübirlik çözüm önerilerinin yattığı gözlenmektedir. Uzunca bir
süredir çözüm olarak sunulan parçacı planlar ve imar affı ile birlikte uygulanan ıslah
planları ile üst ölçek planların işlevsiz kılınması süreci, sürekli daha fazla iskan alanı
oluşturabilmek anlamında yoğunlaşan spekülasyonlar ile birleşince, hem bir plansızlık
sürecini tanımlamakta hem de plansızlıktan beslenen yeni rant eğilimlerini
desteklemektedir (Anonim 2006a). Diğer taraftan mevcut yapıdaki kronikleşmiş
sorunların çözümü için çağdaş kentsel politikaların uygulanamaması Ankara’nın
bugününü ve yarınlarını yok etmekte, gelecek kuşakların sağlıklı bir kentte yaşama
hakkını elinden almaktadır. Ülkesel imar planlamasını yönlendiren yasal ve idari
süreçlerin karmaşık bir yapı göstermesi, yerel yönetimlerin konuyu gereği kadar
önemsememesi ve imar planlarının olmamasından yarar sağlayan grupların baskıları
87
sonucu yıllardır bütüncül bir planlama yapılmamasının bedelleri, Ankara’da güncel
yaşamı etkilemesi yanı sıra kentin geleceğine yüklediği yeni kentsel ve çevresel
sorunlarla göz ardı edilemeyecek kadar önemli bir boyut kazanmıştır. Oysa ki 5216
sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 7. maddesinin (b) fıkrasında Ankara
Büyükşehir Belediyesi’ne “Çevre düzeni planına uygun olmak kaydıyla, Büyükşehir
Belediye ve mücavir alan sınırları içinde 1/5.000 ile 1/25.000 arasındaki her ölçekte
nazım imar planını yapmak, yaptırmak ve onaylayarak uygulamak; Büyükşehir içindeki
belediyelerin nazım plana uygun olarak hazırlayacakları uygulama imar planlarını, bu
planlarda yapılacak değişiklikleri, parselasyon planlarını ve imar ıslah planlarını aynen
veya değiştirerek onaylamak ve uygulanmasını denetlemek; nazım imar planının
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde uygulama imar planlarını ve parselasyon
planlarını yapmayan ilçe ve ilk kademe belediyelerinin uygulama imar planlarını ve
parselasyon planlarını yapmak veya yaptırmak” ve (c) fıkrasındaki “Kanunlarla
Büyükşehir belediyesine verilmiş görev ve hizmetlerin gerektirdiği proje, yapım, bakım
ve onarım işleriyle ilgili her ölçekteki imar planlarını, parselasyon planlarını ve her türlü
imar uygulamasını yapmak ve ruhsatlandırmak, 20.7.1966 tarihli ve 775 sayılı
Gecekondu Kanunu’nda belediyelere verilen yetkileri kullanmak” hükümleriyle yasal
yetki ve sorumluluklar verilmiştir.
Ankara başkentlik işlevlerini yüklenmeye başladığı ilk yıllardan beri önemle ve
kusursuz olarak imar edilmeye çalışılan bir kent olarak görülmüş ve bu doğrultuda
politikalar geliştirilip, uygulamalar yapılmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda, 1924 yılında
eski Ankara için gerçekleştirilip uygulanamayan ve 1925 yılında Yenişehir için yapılan
planlar ardından 1927 yılında Ankara kent planı için bir yarışma düzenlenmiş ve 1928
yılında sonuçlanan yarışmayı Hermann Jansen kazanmıştır. Aynı yıl Yenişehir’in büyük
kısmını içeren 400 hektarlık bir kamulaştırma yapılmış ve kentsel gelişim kamu eliyle
yönlendirilmeye çalışılmıştır. Kentsel gelişim açısından olduğu kadar ülkesel planlama
pratiği açısından da önemli bir aşama olan Jansen Planı ile başlayan kentin bütüncül
biçimde ele alınması ve bu doğrultuda nazım planı hazırlanması gerekliliği ve geleneği
2. Dünya Savaşı sonrası yoğunlaşan göç sonrası çehresi değişen Ankara için, sonraki
yıllarda da üzerinde önemle durulan ve uygulanmaya çalışılan bir tutum olagelmiştir
(Tankut 1990).
88
1978 yılı için öngörülen Jansen Planı hedef nüfusuna (300.000 kişi) 1950’li yıllarda
ulaşılması ve plan dışı bir çok fiziksel gelişimin kontrol edilememesi nedeniyle, yeni bir
uluslararası kent planı yarışması gündeme gelmiş ve Nihat Yücel-Raşit Uybadin
tarafından hazırlanan plan birinci gelerek 1957 yılında onaylanmıştır. Ülkenin ve kentin
en yoğun göç ve kentsel değişim süreçlerini yaşadığı bir dönemde hazırlanan bu plan,
çok yoğun ve değişken koşullar ve devinimler karşısında yer yer yetersiz kalmış ve
kentsel dinamikleri yeterince çözümleyememiştir. Bunun en önemli nedeni de planın,
2000 yılında Ankara nüfusunun 750.000 olacağını öngörerek hazırlanmasıdır. Söz
konusu plan yanında, yoğun nüfus hareketlerine bağlı olarak gündeme gelen mevzi imar
planları ve tadilatlarla niteliğini büyük ölçüde yitiren Yücel-Uybadin Planı, halen kentin
önemli bir bölümünde uygulamayı yönlendiren bir plan olarak işlev görmektedir
(Bademli 1999).
Büyük kentlere göç, hızlı nüfus artışı, gecekondu olgusu vb. gelişmelere bağlı olarak,
ülkenin büyük kentlerinin fiziksel gelişimlerinin denetim altına alınamaması; ulaşım,
gecekondu, altyapı, vb. kentleşme sorunlarının giderek büyümesi, İstanbul, Ankara ve
İzmir için 30.06.1965 tarihinde nazım plan bürolarının kuruluşunu belirleyen Milli
Güvenlik Kurulu Kararı’nı ve buna dayanarak 1969 yılı başlarında oluşturulan “Ankara
Metropoliten Alan Nazım Plan Bürosu” oluşumunu hazırlamıştır. İmar ve İskan
Bakanlığı bünyesinde kurulan Ankara Metropoliten Alan Nazım Plan Bürosu, ülkede ilk
kez metropoliten ölçekte bir planlama çalışması başlatmıştır. 1970-1975 yılları arasında
yürütülen kapsamlı Ankara araştırmaları sonucu kentsel gelişme stratejilerinin, kentsel
büyüme kutuplarının ve açılımların belirlendiği bir plan elde edilmiştir. Bu plana ait
parçalar etap etap hayata geçirilmiş (Batı Koridoru- Sincan, Fatih, Elvankent, Batıkent,
Eryaman, Sincan Organize Sanayi Bölgesi, Eskişehir Yolu Kamu Kuruluşları vb.) ve
1/50.000 ölçekli bütüncül şema 1982 yılında “Ankara 1990 Nazım Planı” adıyla
onaylanarak yürürlüğe girmiştir (Bademli 1999). 1990 Ankara nazım planının temel
politikası, o güne değin kuzey-güney doğrultusunda devam eden gelişmenin bir
koridora bağlı olarak (batı koridoru) topoğrafik çanak dışına çıkmasını sağlamak ve
hava kirliliğinin daha az olabileceği bir yoğunluk ve desende yerleşimi hedefleyen
dinamikler yaratmak olmuştur. Bu politika, büyük ölçüde kentin bugünkü makroformu
biçimlenmesinde de önemli bir rol oynamıştır. Ankara 1990 nazım planı, bir imar planı
89
deneyiminden çok yapısal plan denilebilecek yönlendirici bir çerçevenin ışığında,
ayrıntılı planlama çalışmalarının yapıldığı yeni bir planlama anlayış ve sürecini
gündeme getirmiştir (Tankut 1990). Yeni bir üst ölçek plan onaylanamadığı için halen
yürürlükte
bulunan
bu
plan,
günümüzde
kentsel
gelişme
ve
dinamikleri
yönlendirememektedir. Diğer taraftan 1980’li yıllarda ülkesel planlama sistematiği ve
yasal düzenlemeler açısından önemli değişimler yaşanmaya başlamıştır. Gecekondu ve
kaçak yapılaşma alanları kentsel görüntüde baskın öğe olması yanında yasal statüsü
vurgulanmış bir özgün nitelik kazanmış ve imar affı yasalarıyla gecekondulaşma eğilimi
desteklenmiş ve bu süreçte kontrollü gelişim olanakları büyük ölçüde yitirilmiştir. Islah
imar planları olgusunun ülkesel planlama pratiğinde önemli bir yer alması Ankara’da da
çok ciddi biçimde hissedilmiş, nazım planın nüfus yoğunluk dengelerini, yerleşim
desenini bozmuş ve planı büyük ölçüde işlevsiz kılmıştır. Bununla birlikte 09.05.1985
tarihinde yürürlüğe giren 3194 sayılı Kanun ile imar planı yapma-onama yetkisinin
belediyelere verilmesi ve buna paralel olarak mülga 3030 sayılı Kanun ile anakentlerin
yönetimine ilişkin yeni bir düzenlemeye gidilmesi sonucu Ankara Büyükşehir
Belediyesi ve Altındağ, Çankaya, Keçiören, Mamak ve Yenimahalle ilçe belediyeleri
kurulmuştur. Daha sonra Sincan, Etimesgut ve Gölbaşı ilçeleri de bu sisteme
eklenmiştir. Aynı dönemde 195 sayılı KHK ve ardından mülga 3030 sayılı Kanun’un
geçici 1. maddesinin 3. fıkrası uyarınca, Ankara Metropoliten Alan Nazım Plan Bürosu,
Ankara Büyükşehir Belediyesine bağlanmıştır. Metropoliten Planlama Bürosu olarak
1985-1989 yılları arasında doğrudan Büyükşehir Belediye Başkanı’na bağlı olarak
görevinin sürdüren birim, planların kademeli birlikteliğini sağlamak amacıyla 1989
yılında İmar Daire Başkanlığı bünyesine alınmıştır (www.spo.org.tr). Bu gelişmelerin
ardından planlı şehirleşme anlamında bazı olumlu gelişmeler de yaşanmıştır. Bu
aşamada öngörülen kent makroformunda, gerek mücavir alan sınırı içinde ve gerekse
dışında çeşitli kişi, kurum ve kuruluşlarca yapılan parçacı uygulama ve yatırımlarla
önemli ölçüde değişiklik olmuştur. Karayolları Genel Müdürlüğü’nce gerçekleştirilen
Ankara Çevre Otoyolu ve Erişim Kontrollü Devlet Yolları Projesi Büyükşehir
Belediyesi’nce oluşturulan Batıkent toplu yerleşim bölgesi ile Ankara’nın kuzey
girişinde yer alan çarpık kentleşmeye son verecek Kuzey Ankara Kent Girişi Kentsel
Dönüşüm Projesi; ilçe belediyelerince yapılan ıslah imar planı uygulamaları, İvedik
Küçük Sanayi Sitesi, Çayyolu yörelerinde oluşturulan konut alanları bunlara örnek
90
verilebilir. Bununla beraber Gölbaşı çevresi, Eskişehir yolu Meşe Dağı çevresi,
Ballıkuyumcu, Yurtçu mevkileri, İmrahor ve çevresinde I.-IV. sınıf tarım topraklarını
barındıran araziler imara ve iskana açılarak tarım toprakları ve Ankara’ya nefes
aldıracak yeşil kuşak koridoru elden çıkmıştır.
f) Hava Kirliliği:
Ankara, 1950’li yıllardan sonra köyden kente göçün de etkisiyle, hızlı nüfus artışı ve
plansız kentleşme ile yüz yüze kalmıştır. Bu hızlı ve plansız gelişmenin en önemli
sonuçlarından biri de hava kirliliği olarak ortaya çıkmıştır. Hava kirliliği, denetim
süreçlerinden ulaşım politikalarına alternatif yakıt kullanımına kadar ele alınması
gereken çok yönlü bir konudur. Ankara’daki hava kirliliği iki önemli nedene
dayanmaktadır. Birisi ısınma kaynaklı hava kirliliği; diğeri ise motorlu taşıtlardan
kaynaklı hava kirliliğidir (Anonim 2005b). Ankara’nın topoğrafik yapısı, yağışlar ve
rüzgar gibi nedenler de hava kirliliğini etkileyen ek faktörler olarak sayılabilir.
Ankara’da özellikle 1970’li yıllarda çok şiddetli hissedilmeye başlanan hava kirliliği
probleminden çanak şeklindeki coğrafi yapı nedeniyle en çok şehir merkezinin düşük
kotlarındaki yerleşim bölgeleri etkilenmektedir. Ankara’da hava kirliliğini önlemeye
yönelik ilk çalışmaların 1969-1971 yılları arasında yapılan çalışmalarla başlandığı
bilinmektedir. Bu dönemde ısınma amaçlı kullanılan yakıtlardan kaynaklanan
kirleticilerin önemli etkisini azaltmak için yapılan çalışmalar, 1980’li yılların sonuna
kadar devam etmiştir. 1988 yılında Ankara’ya doğalgazın ulaştırılması ile beraber hava
kirliliğinde önemli bir azalma görülmüş, kirletici konsantrasyonları sonraki yıllarda da
hızla düşmüştür. Yapılan çalışmalarda, ölçülen parametrelerin son on yılda belirli bir
aralıkta kaldığı ve düşüşün devam etmediği tespit edilmiştir. Diğer hava kirletici
parametreler de incelendiğinde ısınmadan kaynaklı hava kirliliği probleminde önemli
bir yol kat edilmiş olmasına rağmen, motorlu taşıtlardan kaynaklı hava kirliliğinin etkisi
tüm olumsuzluklarıyla devam etmektedir. Kentin ısınmadan kaynaklanan hava kirliliği
sorunu doğal gaz kullanımı ile son yıllarda önemli ölçüde azalmakla beraber henüz AB
sınır değerleri ile ifade edilen kalitede değildir (Anonim 2004a). Motorlu taşıtlardan
kaynaklı hava kirliliğini, araçlarda kullanılan yakıtın cinsi ve kentte uygulanan yanlış
ulaşım politikaları belirlemektedir. Ankara’nın dört bir yanına katlı kavşaklar
91
yapılmakta, toplu taşıma sistemlerine yeterli önem ve öncelik verilmemekte, kent
merkezleri otoyola çevrilmeye çalışılarak yoğun taşıt trafiğine boğulmaktadır.
g) Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ):
Atatürk, savaş koşullarından çıkmış bir ülkenin kendi kendini besleyebilmesi, tarımsal
alanda sanayileşebilmesinin bir modeli ve sürekli gelişeceği ve büyüyeceği tahmin
edilen Ankara Şehri’nin tarımsal ihtiyaçlarını karşılayan ve kentin etrafında ve kimi
zamanda içinde onunla bütünleşen bir kır kent modeli olarak kurduğu AOÇ, kent
dokusu açısından salt yeşil alan olma özelliğinin çok ötesindedir. Çiftlik, toprakta
kooperatifler yoluyla örgütlenmiş üreticiler, üreticilerin ürünlerini tüketen kentliler ile
birlikte kentin sosyal dokusuna ve ekonomik gelişimine, siyasal hayatına, kentsel
çevrenin yapılandırılmasına dair de bir ufuk çizgisidir. AOÇ amacı itibari ile bugün
dünyanın pek çok ülkesinde hayat bulan “kentsel tarım” modelinin ilk örneklerinden
biridir (Anonim 2006c). Atatürk’ün 11 Haziran 1937 tarihinde yazmış olduğu vasiyet
mektubu ile çiftliği Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi’ne hediye etmiş olmasıyla beraber
1938-1950 arası dönemde, Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumu İdare Meclisi kararlarıyla
çiftlik arazisinin amaç dışı kullanımının yolu açılmıştır. 1938-1950 yılları arasında
çiftliğin 7372 dekar arazisi, değişik yöntemlerle, çeşitli kuruluşlara devredilmiştir.
Çiftliğin korunması ve yaşanan hızlı arazi kayıplarının önlenmesi amacıyla, 25.03.1950
tarihinde 5659 sayılı Atatürk Orman Çiftliği Kuruluş Kanunu çıkarılmıştır. Ancak bu
Kanun, AOÇ arazisinin özel kanunlarla devir, temlik ve kamulaştırılmasına olanak
tanımış ve tahsis, kiralama ve satışına da yasal zemin hazırlamıştır. 1950-1960 yılları
arasında 5659 sayılı Kanun’un 10. maddesine göre çıkarılan 6000, 6238, 6947, 7310
sayılı Kanunlar ile çiftlik arazisinden kentsel toprak rantına pay ayrılmıştır. 1976 yılında
çıkarılan 2015 ve 1983 yılında çıkarılan 2823 sayılı Kanunlar çerçevesinde toplam
14.541 dekar çiftlik alanı daha çeşitli kuruluşlara satılmıştır. Diğer taraftan 27.11.1994
tarihinde çıkarılan 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine ve Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
çerçevesinde özelleştirilen ve çiftlik arazisinden özel Kanunlarla yer verilen Sümerbank,
Tekel Genel Müdürlüğü ve Zirai Donatım Kurumu gibi kuruluşların çiftlikten almış
olduğu bu araziler de özel şahısların eline geçmiştir. Böylece AOÇ arazileri içinde yeni
92
özel mülkiyet adacıkları meydana gelmiştir. 2005 yıl sonu itibarıyla çeşitli nedenlerle
çiftlik arazilerinde ortaya çıkan arazi kaybı toplamı 22.078 dekardır. Bu miktarın,
Mustafa Kemal’in vasiyetiyle hazineye hediye etmiş olduğu toplam arazinin % 42’sine
eşit olduğu bir diğer gerçektir.
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararnamenin 29. maddesine göre Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü, Tarım ve Köy
İşleri Bakanlığı’na bağlı kuruluşlardandır. Ancak Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü
Kuruluş Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi 22. dönem 4. yasama
yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine taşınmıştır. Kanun teklifi tüm çiftlik
arazisini, Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne tahsis etme amacına göre hazırlanmıştır. Bu
tahsis sonucunda da Büyükşehir Belediyesi’nin çiftlik arazisini nasıl kullanacağı
konusunda da oldukça esnek bırakmıştır. Ancak Meclis Genel Kurulu’na gelen
değişiklik teklifi Meclis’te ve kamuoyunda yoğun tartışmalara neden olmuştur. Bunun
üzerine, üzerinde uzlaşılan değişiklik teklifi 21.06.2006 tarihinde yasalaşmıştır. Yapılan
bu değişiklikle 5659 sayılı Kanuna eklenen 5524 sayılı Kanunla temel olarak şu
alanlarda düzenleme getirilmiştir (www.tarim.gov.tr):
1) Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın uygun görüşü ile Ankara Büyükşehir Belediyesi
ilgili mer’i mevzuat uyarınca üst ölçekli plan, koruma amaçlı imar planı ve bunlara
uygun her türlü imar planlarını yapmaya ve yaptırmaya yetkili kılınmış,
2) AOÇ ile şahıslar arasındaki arazi ihtilaflarının giderilmesi için çiftliğe ait arazilerin
değer kaybına yol açmaksızın plan bölgesindeki ada parsellerde toplanabilmesi
sağlanmış,
3) Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın uygun görüşü ile imar planlarına uygun olmak
şartı ile yol, meydan, alt geçit, üst geçit ve raylı toplu taşım araçları ile yeraltı
tünelleri ve yeraltı hizmetleri için gerekli arazi ile dere ıslahı yapılması planlanan
arazilerin bedelsiz olarak Ankara Büyükşehir Belediyesi lehine intifa hakkı tesis
edilmesi sağlanmış,
4) Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nın uygun görüşü ile onaylı imar planlarında görülen
hayvanat bahçesi alanının 10 yıllığına AOÇ ile Ankara Büyükşehir Belediyesi
93
Başkanlığı arasında yapılacak bir protokolle Ankara Büyükşehir Belediyesi lehine
intifa hakkı tesis edilebileceği kanunlaştırılmıştır.
Kanunla beraber mevcut hukuki çekişmeleri çözüme kavuşturmak için çiftliğe ait
arazilerin aynı plan bölgesindeki ada ve parsellerde toplanması önerisini getirmektedir.
Böyle bir düzenleme, madde teklifinin ileriki hükümlerinde devralacak kuruluş olarak
tanımlanan Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne ve kanunu uygulayacak kişilere geniş
yetkiler vermiştir. Bu yetkiler, uygulayıcıların kanunu diledikleri gibi uygulama
esnekliğine sahip bir duruma getirmiştir. Yine “.......çiftlik arazisinde yapılacak kapalı
tesisler toplam alanın % 5’ini geçemez” ibaresiyle 33.393 dekar olan çiftlik arazisinin
1670 dekarının yapılaşmaya açılması yasal zemine kavuşmuştur. Ankara gibi bir
metropolde, kent ortasındaki 1670 dekar arazi üzerinde kaç kat yükseleceği belli
olmayan bir yapılaşmanın doğuracağı rant yanında çiftlik arazisi için neden olacağı
kirlilik ve kullanım sorunlarını öngörmek zor değildir. Ayrıca Kanunla yol, meydan, alt
geçit ve raylı toplu taşım araçları için gerekli arazi ve yer altı tünelleri yapılması
planlanan araziler kamu yararı ve hizmetin gerekleri dikkate alınmak suretiyle bedelsiz
olarak belediyeye devredilebilecektir. Ancak bu hizmetlerin karşılanabilmesi için
belediyenin kaç dekar alana ihtiyacı olduğu belli değildir. Halbuki çiftliğin koruma
nazım imar planının hazırlanması halinde söz konusu altyapı hizmetlerinin nerelerden
geçeceği ve ne kadar arazinin gerekli olduğu ortaya çıkacağından sorun çözülmüş
olacaktır (Anonim 2006c). Çiftlik içinden geçen Ankara Çayı da taşıdığı kirlilik
nedeniyle büyük tehlike arz etmektedir. Ankara Çayının özellikle Yenikent ve Sincan
ile devamındaki tüm bölgelerde tarımsal sulamada kullanıldığını düşünüldüğü zaman
tehlike daha iyi anlaşılmaktadır. Ziraat Mühendisleri Odası’nca 1995 yılında yapılan bir
araştırmada Ankara Çayı ile sulanan bölgelerde kıvırcık marulun bakır ve mangan
açısından çok yüklü olduğunu ortaya çıkarmıştır (Anonim 2005e). Son yıllarda
yaşanılan kuraklıkla çaydan akan suyun debisinin düşmesi kirliliği daha da arttırmıştır.
94
5. TARTIŞMA VE SONUÇ
Toplumsal yapıdaki hızlı değişim, nüfus artışı, göç ve hızlı kentleşmenin yarattığı çevre
kirliliği tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’deki kentleri de tehdit eder duruma gelmiştir.
Yerel yönetimde karar alma sürecinde kamu yararı ve toplum menfaatlerinin yerine
kişisel çıkarların etkili olması, yerel yönetimlerin çevre sorunları karşısındaki
bilinçsizliği, örgütlenme ve nitelikli personel yetersizlikleri, çevre planlaması ve çevre
stratejilerinin geliştirilmesi konusundaki yetersizlikler çevreye verilen zararların
artmasına sebep olmuştur. Çevre sorunlarının en belirgin özelliği her şeyden önce yerel
boyutta ortaya çıkmalarıdır. Bu nedenle çevre sorunlarının çözüm noktasında yerel
yönetimlerin sorumluluğu da önem arz etmektedir. 1985 tarihli Avrupa Yerel
Yönetimler Özerklik Şartı, yerellik ilkesinin tüm yerel nitelikteki hizmet alanları için
geçerli kılınması konusunda çeşitli kurallar taşımaktadır ve çevre, yerel nitelikli
hizmetler arasında mutlaka yer alması gereken bir konudur. Zira çözüme yerel ve ulusal
tabanda başlamak, sorunun uluslararası boyuta dönüşmeden çözülmesi noktasında en
önemli ayak olacaktır. Buna dayalı olarak çevrenin öncelikli olarak yerel boyutta ele
alınması görüşü günümüzde genel bir kabul görmektedir. Türkiye’de çevre ile ilgili
yatırımlarla temel altyapı yatırımları yerel politikacıların birçoğu tarafından ölü yatırım
olarak algılanmaktadır. Çünkü bu yatırımların maliyeti çok fazla, halk üzerinde bıraktığı
etki azdır. Çevre ile altyapı yatırımları yerine yerel kente yapılacak anıt, meydan
düzenlemesi, işyerleri, belediye binası gibi yatırımlar daha fazla konuşulmakta ve göz
önünde olmaktadır (Kahraman 1995). Çevre problemlerine yol açan başka bir sorun,
plansız şehirleşme sonucu birçok şehirde sanayi tesislerinin ve imalathanelerin kentlerin
ortasında kalmalarıdır. Bu problemi aşmak için Türkiye’de organize sanayi bölgeleri ve
küçük sanayi siteleri şehrin dışında kurulmaya başlanmıştır. Ancak buralar için yerel
seçimlerde kişisel çıkar sağlamak amacıyla yanlışlıklar yapılmış, sanayi alanları verimli
tarım arazilerinin olduğu alanlarda kurulmuştur. Belediyeler yeni yerleşim alanlarını bu
bölgelerin etrafında belirlemiş, bu bölgedeki arazilerden rant sağlandığı gibi belli bir
süre sonra sanayi alanları
yine şehrin ortasında kalmıştır. Kentlerde arsa
spekülasyonuna dayanan kent planlaması çevreye verilen zararların artmasının başka bir
sebebidir. Kentlerde kamu arazileri, orman arazileri üzerinde plansız bir şekilde oluşan
gecekondu alanlarında her türlü çevre problemini görmek mümkündür. Bu alanlar
95
sonradan yerel idarelerce meşrulaştırılmakta bu alanlara içme suyu temini zorlaşmakta,
katı atıkların yok edilmesi, görüntü kirliliğinin ortadan kaldırılması imkansız hale
gelmektedir. Kent merkezlerinde ise rant sağlamak amacıyla yeşil alanların yok
edilmesi, yoğunlaştırılmış plan değişiklikleri başta hava kirliliği, gürültü ve görüntü
kirliliğine yol açmaktadır (Anonim 2004b). Türkiye’de kentler için çevre stratejileri ve
çevre koruma planlarının hazırlanmaması da çevre problemlerinin başka bir sebebidir.
Bu noktadan hareketle çevre konusunda merkezi karar alma mercilerine ve yerel
yönetimlere yönelik belli başlı bazı tavsiyeler ve karşılaşılan sorunlara yönelik çözüm
önerleri olarak şunlar sıralanabilir:
İnsan yaşamı için en önemli unsur olan suyun koruma ve kullanma dengesini
sağlayacak olan fakat halihazırda Türkiye’nin hukuk mevzuatında yer almayan Su
Kanunu en kısa zamanda çıkartılmalıdır. Su varlığının planlanması ve yönetiminden
sorumlu olan yerel yönetimler, yeterli ve sağlıklı içme suyu sağlanması için eksik olan
altyapılarını tamamlayabilmeleri için mali açıdan güçlendirilmelidir. Merkezi idare
tarafından da havza bazında, su yönetim planları oluşturularak ülke genelinde mevcut
tüm doğal su ortamlarının kirlilik haritalarıyla yer altı ve yer üstü su kaynaklarının
envanteri çıkartılmalı, kirleticilerin önlenmesine yönelik tedbirler etkin bir şekilde
hayata geçirilmelidir. 2000’li yıllarda Ankara’da yaşanan su sorununun nedeni de
zamanında yapılan mastır planlarının hayata geçirilmemesi ve DSİ tarafından yapılan
uyarıların dikkate alınmamasıdır. Atıksu yönetimi açısından da başlıca hedefler ülke
koşullarına uygun, içme ve kullanma suyu ile atıksu arıtma teknolojilerinin araştırılması
ve geliştirilmesi; atıksu arıtma tesislerinin enerji giderleri, kademeli tarife uygulaması
ile desteklenmesi; atıksu arıtma tesislerinden çıkan arıtılmış suyun geri kazanılması ve
yeniden kullanılması teşvik edilmesi sıralanabilir. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin de
atıksu arıtmayla ilgili öncelikli işlerinden birisi halen yoğun bir kirlenmenin yaşandığı
Ankara Çayı’nın ıslahı olmalıdır. Belki de Büyükşehir Belediyesi’nin tarımsal çevre ile
ilgili en önemli çalışması bu olacaktır.
Entegre atık yönetimi, tüketici ile yerel yönetimler arasında sorumluluk paylaşımını
öngörmektedir. Etkin bir atık yönetiminin oluşturulması için kaynakta ayrı toplanması,
geri kazanılması, kompost ve benzeri yöntemlerle depolanan atık miktarının en aza
96
indirilmesi teşvik edilmeli, bu konuda faaliyet
gösteren tesis ve firmalar
lisanslandırılmalı ve bu tesislerin izleme ve denetimleri yapılmalıdır. Atıkların bertarafı
için belediyeler, havza bazında atık yönetim planlarının oluşturulması ve bölgesel atık
işleme ile bertaraf tesislerinin kurulması amacıyla daha büyük yönetim birimlerini
(Belediyeler Birliği gibi) kurmaya teşvik edilmeli, bölgesel bazda seçilecek düzenli
depolama alanlarının ise çevre düzeni planlarında yer alması sağlanmalıdır. Son
zamanlarda yeni yasal düzenlemelerle de teşvik edilen birlik modeli uygulamaları yerel
düzeydeki çevresel hizmetlerin gerçekleştirilmesini kolaylaştırıcı bir yapı olarak dikkat
çekmektedir. Benzer çevre sorunlarıyla karşı karşıya bulunan belediyelerin ortaklaşa
kurdukları birliklerin uygulamaları zamanı ve finansman kaynaklarını daha verimli
kullanmak açısından dikkate değerdir. Vahşi depolama alanlarının rehabilite edilerek
düzenli depolama alanlarının işletmeye açılması ve katı atık yönetiminin kademeli
olarak özelleştirilmesi için özendirici politikalar uygulanmalıdır. Yerel yönetimlerin
geleneksel işlevlerinden biri olan katı atık hizmetlerinin yavaş yavaş içme ve kullanma
suyu sağlama ve atıksuların arıtılmasında olduğu gibi özelleştirme sürecinin bir parçası
haline geldiği görülmekte olup yerel yönetimlerin katı atık hizmetlerini sağlıklı biçimde
sürdürecek mali donanıma sahip olmamaları da bu eğilimi güçlendirmektedir.
Endüstriden kaynaklanan çevre kirliliğinin, orta ve uzun vadede nedenli ağır çevre
sorunları ve insan sağlığı üzerindeki oluşturduğu risklerin büyüklüğü düşünüldüğünde,
şu andaki tablonun yeterli olmadığını bir an önce bu meselenin çözümü noktasında
Çevre ve Orman Bakanlığı’nın elindeki imkanları, AB sürecinde AB fonlarını, Avrupa
Birliği Avrupa Yatırım Bankası’nın ve dünyanın çeşitli finans kurumlarının bu yöndeki
imkanlarını kullanma noktasında çalışmalar yapılmalıdır (Durmaz 2004).
Çarpık ve düzensiz kentleşmenin önüne geçme anlamında çözüm noktası ise en kısa
zamanda merkezi yönetim tarafından ülke planı, bölge planı, çevre düzeni planları;
yerel yönetimlerce de nazım imar planları ve uygulama imar planları yapılmasıdır.
Çevre planlama açısından oldukça geri kalmış bir görüntü bulunmasına rağmen 2005
yılında çıkartılan Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu bu konuda önemli bir
boşluğu doldurmuştur. Söz konusu Kanunla istisnai durumlar dışında tarım alanlarının
amaç dışı kullanımı yasaklanmıştır (Anonim 2005g). Bu kanunun etkin bir şekilde
97
uygulanabilmesi için arazi ve toprak kaynakları ile ilgili planlama, yönetim,
değerlendirme ve eşgüdüm mekanizmaları güçlendirilmelidir. Ayrıca bu doğrultuda
popülist yaklaşımla imar affını siyasi istismarlara, kaçak yapılara, talana dönüştüren
politikalardan ivedilikle vazgeçilmelidir. Bir başkent olması nedeniyle Ankara’nın da
kendisine ve ülkeye yakışır bir yönetim ve planlama modeli tanımlaması, sosyoekonomik, kentsel ve simgesel değerler açısından büyük önem taşımaktadır. Bunun ilk
ve en önemli aşamalarından biri Ankara metropoliten alan sınırının tanımlanıp bu
sınırları kapsayan üst ölçekli planlama çalışmalarının sonuçlandırılmasıdır. Ayrıca şehir
planlamalarında, imar ve iskan işlerinde tarım arazileri üzerinde kesinlikle yapılaşmaya
izin verilmemelidir. Kentin, plansızlığın karmaşasından kurtarılması yönünde tüm ilgili
kuruluşların üzerine düşen görevi yerine getirip, kente sahip çıkmak anlamında her türlü
sorumluluk ve özveriyi başkente karşı en temel görev olarak algılaması gerekmektedir.
Ankara sahip olduğu potansiyelleri, tarihsel-kentsel süreçleri, planlı gelişme geleneğini
ve Cumhuriyet’in başkenti olmanın yüklediği öncü-örnek rolü tüm sorunlarının
çözümünde en önemli güç ve güven olarak kullanabilmelidir.
Türkiye’de ülke topraklarına yönelik mevcut toprak kirliliği ile ilgili tespit çalışmaları
henüz yapılabilmiş değildir. AB mevzuatının üstlenilmesi için uyum programı sürecinde
toprak koruma politikasının geliştirilmesi yolunda, öncelikle toprağa yönelik tehditlerin
belirlenip, toprak özelliklerine ve sınıflarına bağlı kullanma ve işletme potansiyelinin
ortaya konması gerekmektedir. Toprağın ve mevcut kirliliğin karakterizasyonu için
kriterlerin
tanımlanması,
metodolojilerin
oluşturulması,
örnekleme
ve
analiz
standartlarının AB’nin kriterlerine uygun saptanması ileriye yönelik olarak uyumun
sağlanabilmesi açısından önemlidir. Toprak kirliliğinin tespiti, giderimi ve önlenmesi
kapsamlarının genişletilmesi, uygulama ve yaptırımlarına ilişkin çalışmaların artırılması
gerekmektedir. Kirlenmiş alanların belirlenmesi, kayıt altına alınması, incelenmesi,
sınıflandırılması ve kirlenmiş sahaların, toprakların yeniden iyileştirilmesinde
uygulanan metodlar ve teknikler konusunda ülke için ulusal bir program
oluşturulmalıdır. AB, üye ve aday ülkelerin ulusal bazda toprak koruma stratejilerini
geliştirmesinde ilk adım olarak ülkelerin mevcut yasa ve yönetmeliklerini Birliğin
toprak koruma stratejilerine göre uyarlamalarını ve toprağı ilgilendiren tüm sektörleri
entegre bir biçimde dikkate alan yeni toprak koruma politikası oluşturma çalışmalarını
98
başlatmalarını öngörmektedir (Anonim 2001b). AB’ye adaylık sürecinde bulunan
Türkiye’de
toprak
kaynaklarının
korunmasına
yönelik
ulusal
stratejik
plan
çalışmalarının zaman geçirmeksizin başlatılması gerekmektedir. Alıcı ortam olarak
toprak kirlenmesinin önlenmesi, kirliliğin giderilmesi, arıtma çamurlarının ve
kompostun toprakta kullanımında gerekli tedbirlerin alınması esaslarını sürdürülebilir
kalkınma hedefleriyle uyumlu bir şekilde ortaya koymayı amaçlayan Toprak Kirliliğinin
Kontrolü Yönetmeliği 31.05.2005 tarih ve 25831 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe girmiştir (Anonim 2005h). Söz konusu Yönetmeliğin kapsamı, toprak
kirliliğine neden olan faaliyetler ile tehlikeli maddeler ve atıkların toprağa deşarjına,
atılmasına, sızmasına yönelik teknik, idari ve cezai yaptırımlar açısından yetersizdir.
Avrupa Birliği Çevre Genel Müdürlüğü’nün koordinasyonu ile yapılan Toprak Koruma
Stratejisi çalışmaları Toprak Kirliliğinin Kontrolü Yönetmeliği’nin tam anlamıyla
kirlilik boyutuyla ele alınmasını ve yeniden düzenlenmesini gerektirmektedir.
Hava kirliliğinin kaynakta kullanılan yakıtta ve arıtma tekniklerinde kontrolüne yönelik
stratejiler bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Bununla birlikte AB'deki
gelişmelere paralel olarak “Temiz Hava Kanunu” çıkarılmalıdır. Hava kirliliğinin
başlıca unsurları arasında yer alan üretilen ve tüketime sunulan düşük vasıflı kömürler
iyileştirilmeli, düşük kükürtlü fuel-oil üretimi için gerekli yatırımlar yapılmalı,
kullanılan yakıtlara uygun soba ve kazan standartları oluşturulmalıdır. Hava kirliliği
yönünden önem arz eden sanayi tesislerinin baca gazlarının arıtılması için baca gazı
temizleme üniteleri kurulmalı, atıksız veya az atıklı teknolojiler seçilmeli, ayrıca hava
kalitesinin korunmasında Türkiye dışından gelebilecek kirleticilerin tür ve miktarları ile
izleme mekanizmaları belirlenmeli, Türkiye içinde bölgeler arasındaki kirletici
taşınımlarının izlenmesine yönelik çalışmalar da yapılmalıdır. Hava kalitesinin
iyileştirilmesi veya sürdürülmesi ithal edilen doğal gaza doğrudan bağlıdır. Bu nedenle
tüm ülke genelinde olduğu gibi Ankara ölçeğinde de alternatif ısınma sistemleri
çalışmaları devam etmelidir. Gelişme planları ile imar çalışmalarında mevcut hava
kalitesi mutlaka dikkate alınmalı, Ankara’nın gelişme alanı topoğrafik yapı ve
meteorolojik şartlar göz önünde bulundurularak yapılmalıdır. Ulaşımdan kaynaklanan
hava kirliliğini en aza indirebilmek için toplu taşıma sistemlerine önem ve öncelik
verilmelidir. Başkentin nefes almasını sağlayan yeşil alanlara gereken önem verilmeli,
99
cazibe merkezlerinde kişi başına düşen yeşil alan arttırılmalıdır. Gürültü kirliliğini
minimize etmek için de aynı şekilde imar ve nazım planlarının hazırlanması sırasında
arazi kullanım kararları verilirken gürültü kaynaklarının konut, eğitim, sağlık ve
rekreasyon alanlarından uzak olması sağlanmalıdır.
Son olarak çevresel sorunlara çözüm noktasında en önemli çıkış noktasının yerel
düzeyde alınacak önlemler ve kontrollerle mümkün olabileceği son derece açıktır. Bu
doğrultuda yerel halkın olumlu katkıları sağlanabilirse çözüm daha da kolaylaşacaktır.
Yerel yönetimler sundukları hizmetler ve hizmet sınırları içinde gerçekleştirdikleri izin
ve denetimler ile çevreye ve topluma karşı sorumluluk taşıdıkları için sorunların çözüm
merci konumundadırlar. Bundan dolayı Türkiye’de merkezi idarenin yerel yönetimlerin
idari, mali, personel vb. sorunlarının giderilmesi için gerçekleştirilmesi düşünülen yerel
yönetimler reformunda daha somut adımlar atması ayrıca çekinceli olarak imza
koyduğu Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartının tüm gereklerini yerine getirmesi
gerekmektedir. Yerel yönetimler açısından da öncelikle henüz hiçbir belediyenin
imzalamadığı Avrupa Yerel Kentler Şartı’nın imzalanması ve çevreyle ilgili insanların
haklarının yerine getirilmesinin sağlanması, karar alma süreçlerinde çevresel değerler ve
kamu yararlarının göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
100
KAYNAKLAR
Acar, S. 1991. Çevre politikalarında ekonomik araçların kullanımı, çevre uzmanlık tezi
(basılmamış). T.C. Başbakanlık Çevre Müsteşarlığı, s., 20, Ankara.
Alpaslan, M., N. 2005. Katı atıkların yönetimi, TMMOB Çevre Mühendisleri Odası
Yayınları, İzmir.
Altuğ, F. 1990. Çevre sorunları. Uludağ Üniversitesi Güçlendirme Vakfı Yayını No: 41,
Bursa.
Anonim. 2007. Web Sitesi: http://www.ankara-bel.gov.tr/. Erişim Tarihi: 05.07.2007
Anonim. 2007. Web Sitesi: http://www.aski.gov.tr/. Erişim Tarihi: 07.07.2007
Anonim. 2007. Web Sitesi: http://www.cevreorman.gov.tr/. Erişim Tarihi: 19.03.2007
Anonim. 2007. Web Sitesi: http://www.cmo.org.tr. Erişim Tarihi: 23.08.2007
Anonim.2007.WebSitesi:
(http://dp.org.tr/ARGE/belgeler/Avrupa_birligi_ortak_tarim_politikasi_reformu.doc).
Erişim Tarihi: 01.12.2007
Anonim. 2007. Web Sitesi: http://www.hukuki.net. Erişim Tarihi: 15.07.2007
Anonim. 2007. Web Sitesi: http://www.ibb.gov.tr. Erişim Tarihi: 06.05.2007
Anonim. 2007. Web Sitesi: http://www.ilbank.gov.tr/. Erişim Tarihi: 01.05.2007
Anonim. 2007. Web Sitesi: http://www.izsu.gov.tr/su_guvence.htm.
Erişim Tarihi: 07.10.2007
Anonim. 2007. Web Sitesi: http://www.kmo.org.tr/ankara/. Erişim Tarihi: 26.08.2007
Anonim. 2007. Web Sitesi: http://www.mamak.bel.tr. Erişim Tarihi: 03.09.2007
Anonim. 2007. Web Sitesi: http://plan9.dpt.gov.tr. Erişim Tarihi: 18.08.2007
Anonim. 2007. Web Sitesi: http://www.spo.org.tr. Erişim Tarihi: 30.08.2007
Anonim. 2007. Web Sitesi: http://www.suhavzalari.org/ Erişim Tarihi: 29.09.2007
Anonim. 2007. Web Sitesi: http://www.tarim.gov.tr. Erişim Tarihi: 22.09.2007
Anonim. 2007. Web Sitesi: http://www.yerelnet.org.tr/. Erişim Tarihi: 27.06.2007
Anonymous. 2007. Web Sitesi: http://europa.eu.int/comm/environment/policy_en.htm.
Erişim Tarihi: 27.04.2007
Anonim. 2007. Dokuzuncu beş yıllık kalkınma planı (2007-2013); DPT yayını, Ankara.
Anonim. 2006a. Bülten. TMMOB Çevre Mühendisleri Ankara Şubesi Haber Bülteni,
(Sayı 26); Ankara.
Anonim. 2006b. Bülten. TMMOB Çevre Mühendisleri Ankara Şubesi Haber Bülteni,
(Sayı 25); Ankara.
Anonim. 2006c. Bülten. TMMOB Çevre Mühendisleri Ankara Şubesi Haber Bülteni,
(Sayı 24); Ankara.
Anonim. 2006d. Bülten. TMMOB Çevre Mühendisleri Ankara Şubesi Haber Bülteni,
(Sayı 23); Ankara.
101
Anonim. 2006e. Bülten. TMMOB Çevre Mühendisleri Ankara Şubesi Haber Bülteni,
(Sayı 22); Ankara.
Anonim. 2006f. 2872 Sayılı çevre kanununda yapılan değişiklikler. 26.04.2006 tarih
26150 sayılı resmi gazete, Ankara.
Anonim. 2005a. Bülten. TMMOB Çevre Mühendisleri Ankara Şubesi Haber Bülteni,
(Sayı 21); Ankara.
Anonim. 2005b. Bülten. TMMOB Çevre Mühendisleri Ankara Şubesi Haber Bülteni,
(Sayı 20); Ankara.
Anonim. 2005c. Bülten. TMMOB Çevre Mühendisleri Ankara Şubesi Haber Bülteni,
(Sayı 19); Ankara.
Anonim. 2005d. Bülten. TMMOB Çevre Mühendisleri Ankara Şubesi Haber Bülteni,
(Sayı 18); Ankara.
Anonim. 2005e. Bülten. TMMOB Çevre Mühendisleri Ankara Şubesi Haber Bülteni,
(Sayı 17); Ankara.
Anonim. 2005f. Bülten. TMMOB Çevre Mühendisleri Ankara Şubesi Haber Bülteni,
(Sayı 16); Ankara.
Anonim. 2005g. Toprak koruma ve arazi kullanımı kanunu. 03.07.2005 tarih 25744
sayılı resmi gazete, Ankara.
Anonim. 2005h. Toprak kirliliğini kontrol yönetmeliği. 31.05.2005 tarih 25831 sayılı
resmi gazete, Ankara.
Anonim. 2004a. Bülten. TMMOB Çevre Mühendisleri Ankara Şubesi Haber Bülteni,
(Sayı 15); Ankara.
Anonim. 2004b. Bülten. TMMOB Çevre Mühendisleri Ankara Şubesi Haber Bülteni,
(Sayı 14); Ankara.
Anonim. 2003. Çevre ve orman bakanlığı teşkilat ve görevleri hakkında kanun.
08.05.2003 tarih 25102 sayılı resmi gazete, Ankara.
Anonim. 2002a. Çevre istatistikleri DİE yayını, Ankara.
Anonim. 2002b. Türkiye istatistik yıllığı DİE yayını, Ankara.
Anonim. 2001a. Sekizinci beş yıllık kalkınma planı (2001-2005); DPT yayını, Ankara.
Anonim. 2001b. Avrupa Birliği’nde ve Türkiye’de çevre mevzuatı. Türkiye Çevre
Vakfı Yayını, Ankara.
Anonim. 1996. Yedinci beş yıllık kalkınma planı (1996-2000); DPT yayını, Ankara.
Anonim. 1991. Katı atıkların kontrolü yönetmeliği. 14.03.1991 tarih 20814 sayılı resmi
gazete, Ankara.
Anonim. 1990. Altıncı beş yıllık kalkınma planı (1990-1994); DPT yayını, Ankara.
Anonim. 1986a. Gürültü kontrol yönetmeliği. 11.12.1986 tarih 19308 sayılı resmi
gazete, Ankara.
Anonim. 1986b. Hava kirliliğini kontrol yönetmeliği. 02.11.1986 tarih 19269 sayılı
resmi gazete, Ankara.
102
Anonim. 1985. Beşinci beş yıllık kalkınma planı (1985-1989); DPT yayını, Ankara.
Anonim. 1979. Dördüncü beş yıllık kalkınma planı (1979-1983); DPT yayını, Ankara.
Anonim. 1974. Üçüncü beş yıllık kalkınma planı (1974-1978); DPT yayını, Ankara.
Anonim. 1968. İkinci beş yıllık kalkınma planı (1968-1972); DPT yayını, Ankara.
Anonim. 1963. Birinci beş yıllık kalkınma planı (1963-1967); DPT yayını, Ankara.
Arat, Z. 2000. Türkiye'de çevrenin ve çevre korumanın tarihi sempozyumu. Türkiye
Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı Yayınları, s., 166-176, İstanbul.
Aytaç, F. 2005. Gerekçeli-açıklamalı belediye ve büyükşehir belediyesi kanunu. Seçkin
Yayınevi, Ankara.
Bademli, R. 1999. 1980 Sonrası Ankara’da planlama ve Ankara’nın geleceği, panelforum kitapçığı. Şehir Plancıları Odası Yayını, s.,18-52, Ankara.
Balman, V. 2002. Çevre kirliliği kontrolünde atıksu arıtımı. Atılım Yayınları, s., 62-75,
Ankara.
Bilgin, N., Eyüpoğlu, H. ve Üstün, H. 2002. Biyokatıların arazide kullanımı. KHGM
Yayınları, Ankara.
Bozyiğit, R., Karaaslan, T. 1998. Çevre bilgisi. Nobel Yayınları, Ankara.
Budak, S. 2000. Avrupa Birliği ve Türk çevre politikası. Büke Yayınları, İstanbul.
Bulut, S. 2005. Türkiye’de erozyon ve etkileri, yüksek lisans semineri (basılmamış).
AÜZF Tarım Ekonomisi Ana Bilim Dalı, Ankara.
Çağlar, Y. 2006. Çevremde sağım solum sorun. Tarım ve Mühendislik Dergisi, (Sayı
76-77); Ankara.
Çelik, A. 1996. Yerel yönetimler. Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, İzmir.
Değirmendereli, A. 2004. Çevre sorunlarına çağdaş yaklaşımlar. Beta Yayınları, s., 489514, İstanbul.
Durmaz, B. 2004. Avrupa Birliği’nde çevre politikası alanında muhtemel müzakere
sürecine yönelik gerekli hazırlıkların örneklerle çalışılması, uzmanlık tezi
(basılmamış). Sektörel ve Bölgesel Politikalar Dairesi Başkanlığı, Ankara.
Emmioğlu, K. 1999. Türkiye’de kent yönetimi. İSTAÇ AŞ. Kent Yönetimi İnsan ve
Çevre Sorunları Sempozyumu, 17-19 Şubat, İstanbul.
Erim, R. 2000. Çevre ile ilgili hukuksal düzenlemeler. Türkiye Ekonomik ve Toplumsal
Tarih Vakfı Yayınları, s., 177-193, İstanbul.
Eryılmaz, B. 1995. Küreselleşen dünyada yerel yönetimlerin yeri. ÇYY Yayınları,
Ankara.
Freestone, D. 1991. European community environmental policy and law. Oxford.
Görmez, K. 1997. Çevre sorunları ve Türkiye. Gazi Kitabevi Yayını, Ankara.
Güler, A.B. 2004. Kamu yönetimi ülke incelemeleri. Ankara Üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Araştırma ve Uygulama Merkezi, Ankara.
103
Hamamcı, C. 1988. Çevre politikaları ve uluslararası gelişmeler. Türkiye Çevre
Sorunları Vakfı Yayınları, İstanbul.
Kahraman, T., Z. 1995. Türkiye’de siyasetin kent yönetimine etkisi. Yeni Türkiye
Dergisi, (Sayı 4), s., 545; Ankara.
Kalabalık, H. 2005. Avrupa Birliği ülkeleriyle karşılaştırmalı yerel yönetimler hukuku.
Seçkin Yayınevi, Ankara.
Kaplan, A. 1997. Küresel çevre sorunları ve politikaları. Mülkiyeliler Birliği Vakfı
Yayınları, (Tezler Dizisi No:18); Ankara.
Keleş, R. 1992. İnsan, çevre, toplum. İmge Yayınevi, Ankara.
Keleş, R. 2003. Avrupa Birliği yerel yönetimler özerklik şartı ve Türkiye. Türkiye
Belediyeler Birliği ve Hollanda Belediyeler Derneği Uluslararası Konferans
Bildirileri, s. 1-12, İstanbul.
Keleş, R. ve Hamamcı, C. 2005. Çevre politikası. İmge Yayınevi, s., 20-37, Ankara.
Kendir, H. 2004. Çayır mera ekolojisi, ders notları (basılmamış). AÜZF Tarla Bitkileri
Anabilim Dalı, Ankara.
Kuzu, B. 1997. Sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı (çevreye bir kamu hukuku
yaklaşımı). Fakülteler Matbaası, İstanbul.
Olhan, E. 2005. Tarımsal çevre politikası, ders notları (basılmamış). AÜZF Tarım
Ekonomisi Anabilim Dalı, Ankara.
Orhan, G. 2005. Yerel yönetimler ve çevre. Nobel Yayınları, s., 593-610, Ankara.
Ökmen, M. 2003. Globalleşme-yerelleşme dinamikleri ve bir insan hakkı olarak yerel
haklar. Çizgi Kitabevi, s., 11-47, Konya.
Özgür, H. ve Parlak, B. 2006. Avrupa perspektifinde yerel yönetimler. Alfa Aktüel
Kitapevi, İstanbul.
Özgür, H. ve Kösecik, M. 2005. Yerel yönetimler üzerine güncel yazılar. Nobel
Yayınevi, Ankara.
Somersan, S. 1993. Türkiye'de çevre ve siyaset. Metis Yayınları, İstanbul.
Şengül, M. 1999. Çevre yönetimine katılım açısından belediye. TODAİE Yayını,
Ankara.
Taşkaya, B. 2004. Tarım ve çevre. TEAE-Bakış, Tarımsal Ekonomi Araştırma Enstitüsü
Müdürlüğü Yayını, (Sayı 5 Nüsha 1); Ankara.
Talu, N. 2003. Avrupa Birliği uyum sürecinde Türkiye’de çevre politikaları. TMMOB
Çevre Mühendisler Odası Yayınları, Ankara.
Tankut, G. 1990. Bir başkentin imarı, Ankara (1929-1939). ODTÜ Yayınları, s.9,
Ankara.
Ünlü, H. 1995. Yerel yönetimler ve çevre. ILUA-EMME Yayınları. İstanbul.
104
ÖZGEÇMİŞ
Adı Soyadı
: Süleyman BULUT
Doğum Yeri : Burdur
Doğum Tarihi: 05.10.1978
Medeni Hali : Evli
Yabancı Dili : Orta Düzeyde İngilizce ve Almanca
Eğitim Durumu (Kurum ve Yıl)
Lise
: Burdur – Tefenni Ziraat Meslek Lisesi / 1998
Lisans
: Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Anabilim
Dalı / 2004
Yüksek Lisans
: Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Tarım
Ekonomisi Anabilim Dalı / (Şubat 2005 – Ocak 2008)
Çalıştığı Kurum / Kurumlar ve Yıl
1) Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Ankara - Etlik Merkez Veteriner Kontrol ve
Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü Ziraat Teknisyeni / Ziraat Mühendisi 2000-2005
2) Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Ankara - Zirai Üretim İşletmesi Personel ve
Makine Eğitim Merkezi Müdürlüğü Ziraat Mühendisi 2005-2006
3) Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Ankara - Teşkilatlanma ve Destekleme Genel
Müdürlüğü Ziraat Mühendisi / Ziraat Yüksek Mühendisi 2006-
105
Download