Bitki Koruma

advertisement
BĐTKĐ KORUMA
DERSĐ
2. Sunu
Doç.Dr. Hamit AYBERK
B.
Canlı hastalık etmenleri
Funguslar, bakteriler ve viruslar bitkilerde hastalık meydana getiren canlı etmenlerdir.
Bunlar bitkiler ve hayvanlardan farklı olarak Protista adı altında ayrı bir alem olarak ele
alınmışlardır. Bakteriler prokaryotlar arasında, funguslar (Mycetae) ökaryotlar arasında yer
alırlar. Viruslar ise bu iki gruba da dahil edilemeyen farklı yapıda canlılardır, hücresel yapıları
yoktur ve çoğalmaları için canlı bir hücreye gerek duyarlar. Parazit bitkiler ve yabancı otlar da
bitkilerin gelişimini olumsuz yönde etkiledikleri için paraziter hastalık etmenleri içinde ele
alınırlar.
1. Viruslar
Viruslar, Protista üstalemi içinde Vira aleminde yer alan, ışık mikroskobu ile görülemeyecek
kadar küçük (boyları en fazla 2000nm) ve konukçu organizmayı daha fazla virus sentezlemeye
teşvik eden bir dizi genetik koddan ibaret zorunlu parazitler olarak tanımlanmaktadır. Hücresel
yapıları yoktur. Virusların her bir bireyine partikül ya da virion denir. Tek veya çift sarmal DNA
veya RNA ile bunları saran koruyucu protein kılıftan oluşmuşlardır. RNA ve DNA’dan sadece
birini içerirler. Protein kılıfı olmayan, sadece nükleik asitten ibaret olan hastalık etmenleri
viroidler olarak tanımlanır. Bitkilerde 500’den fazla virüs hastalığı saptanmıştır. Bitki patojeni
virusların büyük bir çoğunluğunda nükleik asit RNA’dır.
Viruslar konukçu bitki dokularına sadece yaralardan girebilirler. Virus bitki içine girdikten
sonra hücreden hücreye geçerek hızlı bir şekilde çoğalır. Bazı viruslar ise doğrudan iletim
demetlerine geçerek buradan bitkinin uç meristem gibi büyüme noktalarına veya yumru, rizom
gibi diğer kısımlarına ulaşırlar ve böylece sistemik enfeksiyonu gerçekleştirirler.
Viruslar hastalık oluşturdukları bitki dokularından dışarı çıkmazlar. Bu nedenle bitkiden
bitkiye taşınmalarında rüzgar veya su rol oynamaz. Virusların taşınmasında böcekler,
akarlar, nematodlar gibi zararlılar ile funguslar etkili olmaktadır. Virusları konukçudan
konukçuya taşıyan bu canlılara vektör denir. Bunlardan başka parazit bir bitki olan küsküt de
virusları bitkiden bitkiye bulaştırabilmektedir. Hastalıklı bitkilerden elde edilen tohum,
yumru, rizom, soğan, aşı kalemi gibi üretim materyalleri virusların taşınmasında önemli rol
oynamaktadır. Ayrıca tütün mozaik virusu (TMV) gibi bazı viruslar bulaşık bitki öz suyu ile
mekanik olarak, yani hastalıklı bitki dokularının sağlıklı bitkiye teması ile de
taşınabilmektedir. Mekanik taşınma virusların teşhisinde kullanılan indikatör bitkilere
virusların bulaştırılmasında da önem taşımaktadır.
Virusların konukçularında meydana getirdiği en yaygın ve bazen de tek belirti bitki
gelişimindeki azalma ve buna bağlı olarak bazı bitki organlarında, özellikle yapraklarda ya
da bitkinin tümünde görülen cüceleşmedir. Virusların bitki içindeki dağılışına bağlı olarak
lokal ve sistemik olmak üzere genellikle iki tip belirti görülmektedir. Lokal enfeksiyonlarda
virus sadece bitki dokusuna girdiği noktada küçük nekrotik lekeler oluşturur. Viral
enfeksiyonların çoğunluğunu oluşturan sistemik enfeksiyonlarda ise virus bitkinin
tamamında etkili olarak mozaik ve halkalı leke gibi sistemik belirtilerin ortaya çıkmasına
neden olur (Şekil 2.1).
Şekil 2.1: Bir noktada başlayan virus enfeksiyonunun bitkide
gelişmesi (şematik).
Yaprak, çiçek ve meyvelerde sağlıklı doku rengi yanında açık yeşil, sarı ve beyazın değişik
tonlarında alacalı bir görünümün ortaya çıkması mozaik belirtisi olarak anılır. Beneklenme, çizgi
oluşumu ve damarlarda rengin açılması gibi belirtiler mozaik simptomun değişik tipleridir.
Halkalı leke ise bitki dokularında virus enfeksiyonu sonucu oluşan halka şeklinde klorotik veya
nekrotik alanlara denir. Bunlardan başka virus simptomları arasında yaprak damarlarında
çekilme, yapraklarda şekil bozukluğu, çalılaşma, gövde nekrozu, gal oluşumu, odun dokusunda
diken benzeri çıkıntılar, meyvelerde çatlama, sertleşme ve tohum oluşmaması gibi belirtiler de
bulunur.
Bazen bir bitkide virus enfeksiyonu olduğu halde belirtiler ortaya çıkmayabilir. Bu şekilde
konukçusunda enfeksiyon yaptığı halde belirti oluşturmayan viruslara “latent virüsler” denir.
Bazen de virus latent olmadığı halde çevre koşulları uygun olmadığından simptomlar
maskelenebilmektedir.
Savaşı
Virus hastalıklarının savaşı zordur. Antibiyotiklere duyarlı olmayan organizmalardır. Mücadelede
amaç virusun bulaşmasını ve yayılmasını önlemektir. Bu bakımdan bulaşık olmayan üretim
materyalinin kullanılması, vektörlerin ve yabancı otların ortadan kaldırılması gibi kültürel
önlemler viruslarla savaşta en çok başvurulan yöntemlerdir.
Bazı bitkiler virus enfeksiyonlarına karşı genetik olarak dayanıklıdır. Bazı bitkilerde ise virusların
hafif enfeksiyon oluşturan ırkları aşılanmak suretiyle şiddetli enfeksiyonlara neden olan ırklara
karşı bağışıklık oluşabilmektedir.
Viruslara karşı fiziksel savaş yöntemi olarak sıcaklık uygulaması iyi sonuç vermektedir. Pratikte
kimyasal savaşta kullanılabilecek etkili bir preparat bulunmamaktadır.
Sınıflandırma
Virusların sınıflandırma ve isimlendirilmeleriyle ilgili olarak tam olarak yerleşmiş bir sistem
yoktur. Bu nedenle hala konukçuları ve bunlar üzerinde meydana getirdikleri belirtiler dikkate
alınarak isimlendirilmektedirler. Örneğin, tütünlerde mozaik hastalığına neden olan virus “Tütün
mozaik virusu” olarak adlandırılmıştır. Bu şekilde verilen isimler birkaç kelimeden oluştuğu için
kolaylık sağlaması amacıyla virusların Đngilizce isimlerindeki kelimelerin ilk harfleri alınarak
ortaya çıkarılan kısaltma yaygın olarak kullanılmaktadır. Buna göre; tütün mozaik virusu TMV,
Karanfil halkalı leke virusu CRSV (Carnation Ring Spot Virus) olarak isimlendirilmektedir. Bu
kısaltmalara akronim adı verilmektedir.
2. Bakteriler
Procaryotae aleminin bir bölümünü (Bacteria) oluşturan bakteriler insanların yaşamı için çok
önemli bir hücreli mikroskobik organizmalardır. Toprağın verimliliğini arttırır, havadan azot filtre
eder, gıdaların ve bazı artıkların parçalanmasını sağlarlar. Fakat savaşlarda ölen insan sayısından
çok daha fazla insanın ölümünden de sorumludurlar. Bugün bilinen yaklaşık 1800 bakteri
türünden 300 kadarının bitkilerde hastalıklara neden olduğu saptanmıştır. Bunlardan bazılarının
patovarı, yani değişik konukçularda hastalık oluşturan çok sayıda ırkları vardır.
Bakterilerin bitki içine girişleri yaralardan, kitinleşmemiş bitki kısımlarından (kılcal kökler,
stigma) ve doğal açıklıklardan (stoma, hidatod,lentisel) olabilmektedir. Bakteriler doku içine
girdikten sonra bitki özsuyu ile ya da hücreler arasındaki su içinde yüzerek konukçunun değişik
kısımlarına taşınabilirler. Hücreler canlı oldukları sürece bunlara giremezler.
Bakterilerin bitkiden bitkiye taşınmalarında değişik etkenlerin rolü vardır. Fakat
funguslardaki gibi uzak mesafelere uçabilen sporlar rol oynamaz. Toprakla, tohum ve
bitkisel üretim materyali ile taşınabildikleri gibi böcekler tarafından da kolayca
taşınabilmektedir. Toprakta serbest halde, saprofit olarak yaşamlarını sürdürmek suretiyle
uzun süre canlılıklarını koruyabilirler. Bakterilerin taşınması genellikle yağmur veya sulama
suyu ile olur. Hastalıklı bitki dokularından exudat adı verilen yoğun bakterili salgılar
çıkartılır. Buraya damlayan yağmur suyunun sıçraması ile bakteriler değişik bitki
organlarına ya da yakınındaki bitkilere taşınırlar. Bakteriyel akıntı kuru havalarda bitki
dokusu üzerinde kuruyarak sert bir yapı kazanır. Çok sayıda bakteri hücresi içeren bu yapı
rüzgarla taşınarak diğer bitkilere ulaşabilir. Bu yapı nemli koşullarda yumuşar ve bakteri
hücreleri aktif hale gelir.
Bitki patojeni bakteriler bitkilerde çok değişik belirtiler oluşturabilirler. Tek bir bakteri türü
değişik konukçularda farklı belirtilere neden olabilir. Đletim demetlerinde çoğalan bakteriler
solgunluk, genel sararma, gelişme geriliği ve cücelik gibi belirtiler meydana getirirler.
Bakterilerden pektin eritici enzime sahip olanlar bitkilerin çeşitli organlarında yumuşak
çürüklük yaparlar. Bazı bakteriler ise gelişmeleri sırasında sentezledikleri hormon etkili
kimyasallarla bitki hücrelerini aşırı bölünmeye teşvik ederek, değişik bitki kısımlarında ur
oluşumuna neden olurlar. Birçok bakteri ise bitki hücrelerinin ölümüne neden olan leke,
yanıklık, kanser yarası gibi nekrotik belirtiler oluştururlar (Şekil 2.2.1, 2.2.2 ve 2.2.3).
Morfolojik özellikleri
Bir bakteri hücresi 0,3-0,6 µm boyda, kloroplastı, mitokondrisi olmayan, ilkel tek sarmallı bir
DNA iplikçiğinden oluşmuş nukleusu bulunan prokaryotik bir hücredir (Şekil 2.3). Hücre
yapıları küre, çubuk, virgül veya spiral şeklinde olabilmektedir.
Şekil 2.3 : Bir bakteri hücresi (şematik). SM: Sitoplazmik membran, F: Flagella, S:Sitoplazma,
L: Lipid, PL: Plazmid, G: Granüller, R: Ribozomlar, M: Mezozom, HD: Hücre Duvarı, N:
Nucleus, PK: Polisakkarit Kapsül, P: Pili (Fimbria).
Bazı bakteriler hücre içinde dayanıklı sporlar oluştururlar. Birçok bakteri kapsül denilen yapışkan, sümüksü
bir madde salgılar. Bu madde hücrelerin çevresinde birikerek onları bir arada tutar. Bitkilerde hastalık yapan
bakterilerin büyük bir kısmı çubuk şeklinde, spor oluşturmayan yaklaşık 0,5-3,5 µm uzunluk ve 0,3-1,0 µm
çapında bakterilerdir. Bakteri hücre duvarının bazı özel boyaları absorbe edip etmemesine göre bakteriler
Gram(-) ve Gram(+) olarak iki gruba ayrılmışlardır. Bakteriler kamçıları sayesinde düz ya da titreme şeklinde
hareket edebilirler. Spiral şeklindeki bakteriler ise dönme hareketi yaparlar.
Üremeleri
Bakteriler ikiye bölünmek suretiyle eşeysiz olarak çok hızlı bir şekilde ürerler. Bazı bakteriler her 20 –30
dakikada bir bölünürler. Üreme hızı bakterilerin bulunduğu ortamın besin içeriğine, sıcaklık ve pH gibi çevre
koşullarına bağlıdır. Koşulların uygun olması durumunda bakterilerin geometrik bir artış göstermesi
düşünülürse de, ortamın durumu bu kadar üremeye izin vermez. Bunun başlıca nedenleri arasında ortamdaki
besin maddelerinin bitmesi, toksik madde birikmesi, uygun olmayan iyon dengesinin ortaya çıkması ve
optimal çevre faktörlerinde değişiklikler meydana gelmesi bulunmaktadır.
Savaşı
Bakteriyel hastalıkların savaşı oldukça zordur. Öncelikle koruyucu önlemlere yer
verilmelidir. Bunun için toprağın ve bitkisel üretim materyalinin bakteri ile bulaşık
olmamasına dikkat etmek gerekir. Tohumlar bakteriyel hastalıkların görülmediği alanlardan
temin edilmelidir. Hastalıklı bitki artıklarının ortamdan uzaklaştırılıp imha edilmesi gerekir.
Sulama, gübreleme gibi tarımsal uygulamalarda aşırıya kaçılmamalıdır. Konukçu sayısı
sınırlı olan bakteriler için rotasyon, uygun bir savaş yöntemidir. Ayrıca dayanıklı bitki
çeşitleri tercih edilmelidir.
Bakteriyel hastalık etmenlerine karşı bakırlı ilaçlar etkili olmaktadır. Bordo bulamacı ve
bunun yerine kullanılan hazır bakırlı preparatlar bakterilere karşı kimyasal savaşta
kullanılabilmektedir. Bakterilere karşı bakırlı fungusitler dışında özel bakterisit etkili tek
kimyasal grup antibiyotiklerdir. Antibiyotikler, herhangi bir mikroorganizma tarafından
üretilen ve diğer bazı mikroorganizmalara karşı toksik etki gösteren maddelerdir.
Günümüzde bilinen antibiyotiklerin çoğu bazı funguslar ve Actinomycet’ler tarafından
üretilmektedir. Bunlar esasen bakterilere etkili olmakla birlikte bir kısmı fungusların
gelişimini engelleyebilmektedir. Bitki korumada yaygın olarak kullanılan antibiyotikler
Streptomycin, Tetracyclin ve Cycloheximide’dir. Fakat bunlar oldukça pahalı olduklarından
pratikte yaygın olarak kullanılmazlar.
Sınıflandırma
Bakteriler şekil, boyut ve renklerine göre ayırt edilemeyecek derecede küçük oldukları için kimyasal
yapıları, enzimatik aktiviteleri, serolojik özellikleri, bitkilerde hastalık oluşturabilme yetenekleri,
antibiyotiklere ve bakteriyofaj denilen viruslara hassasiyetlerine göre teşhis edilir ve sınıflandırılırlar.
Bakteriler gelişme koşullarına ve temas ettikleri maddelere göre karakter değişikliği gösterirler. Bu
nedenle teşhiste yararlanılan özelliklerden biri de bakterilerin kültür ortamında oluşturdukları koloni
denilen gözle görülebilir kitlelerin renk ve şekilleridir.
Bazı Önemli Bakteri Hastalık Etmenleri
Erwina amylovora (Burril) Winslow et al.,( Enterobacteriales, Enterobacteriaceae)
Bitkilerde tespit edilen ilk bakteri hastalığıdır. Yumuşak çekirdeklilerde Ateş yanıklığı hastalığına neden
olur. Etmen çubuk şeklinde, gram negatif, peritrik kamçılı bir bakteridir. Yağmur suları, rüzgar, kuş ve
böceklerle taşınır. %96 nispi nemin altında enfeksiyon gerçekleşmez. Nektar bakteri için çok uygun bir
gelişme ortamıdır. Elma ve armutlarda, ayrıca Amelanchier, Cotaneaster, Crataegus, Pyracanta, Sorbus
gibi süs bitkilerinde önemli zararlar yapmaktadır. Çiçekler ve yapraklar önce suda ıslanmış gibi görünür,
sonra hızla solarak önce kahverengiye, sonra siyaha dönüşür. Kabukta çatlaklar oluşur, siyah ve sert bir
yapı kazanır. Sürgünler, dallar ve bazen tüm ağaç bir yıl içinde ölebilir. Nemli koşullarda hastalıklı
bitkilerin üzerinde sütümsü, yapışkan sıvı damlacıkları görülür. Bu bakteriyel akıntı kurudukça sertleşir
ve kahverengileşir. Bakteri kuru koşullarda bir dallar üzerinde 1 ay, zamk akıntısı içinde ise 15-20 ay
canlı kalabilir.
Şekil 2.2.3 : Ateş yanıklığı bakterisi (Erwinia
amylovora)’nin yaşam döngüsü.
Savaşı: Hastalığın yoğun olduğu yerlerde hastalığa duyarlı bitkiler yetiştirmekten
kaçınmalıdır. Belirti görülen dal ve sürgünler hastalıklı kısmın 25 cm altından kesilip imha edilmelidir.
Ayrıca budama yaraları ve aletler dezenfekte edilmeli, hastalıklı üretim materyali kullanılmamalıdır.
Tek yanlı azotlu gübreler hastalığı arttırır. Çiçeklenmeden önce %5’lik Bordo bulamacı tavsiye edilir.
Çiçek döneminde antibiyotik, uygun dozda bakırlı ilaçlar yada Fostyl-Al etkili maddeli sistemik ilaç da
kullanılabilir.
Pseudomonas syringae von Hall., Turunçgil dal hastalığı (Psedomonadales,
Pseudomonadaceae)
Etmen gram negatif, bir ya da birkaç polar kamçılı ve çubuk şeklindedir. P. syringae’nin
değişik bitki türlerinde farklı belirtilere neden olan 40 kadar patovarı vardır. Polifag bir zararlıdır. Çan
çiçeği, gül, söğüt, dişbudak, zakkum ve meşede zarar yapar. Ayrıca çeşitli meyve ağaçları ve sebzelerde
de zararlı olur. Đlk enfeksiyonlar stoma, lentisel gibi doğal açıklıklardan ve yaralardan başlar. Hastalık
28-30 ºC’de optimum gelişmesini sağlar. Yağışlı sezonlar hastalığın zararını arttırır. Kurak periyotta
pasif duruma geçer, fakat canlılığını bitkinin paranşim dokularında sürdürür. Kışı bu şekilde geçirir.
Yağmur, rüzgar ve böceklerle yayılır. Hastalık taze sürgün ve yaprakların yanıklığı şeklinde kendini
gösterir. Hastalık önce yaprak sapında başlar, sonra yaprağa ve sürgüne geçer. Sürgünler önce sulu, cam
parlaklığında bir görünüm alırlar, daha sonra esmerleşir, aşağı doğru sarkar ve üzerinde kahverenkli
çizgiler oluşur. Nemli havalarda uzun süre dalda kalan hastalıklı yapraklar dökülür, fakat yaprak sapları
dalda kalır.
Şekil 2.2.1 : Sert çekirdekli meyve türlerinde bakteriyel kanser (Pseudomonas
syringae)’nin yaşam döngüsü.
Psyr_72[1].jpg
Savaş: Hastalıklı dallar budanır ve yakılır. Bu hastalığa karşı %1-1.5’lik Bordo bulamacı iyi sonuç
vermektedir. Đlaç uygun bir yayıcı, yapıştırıcı (Agrol) ilavesiyle ince zerreler halinde tüm dal ve yaprakları
kaplayacak şekilde püskürtülmelidir. Đlaçlama hasattan sonra başlayıp birer ay ara ile uygulanır ve
çiçeklenmeden önce bitirilir.
Agrobacterium tumefaciens (Smith & Towsend) Conn., Kök uru (Pseudomonadales, Rhizobiaceae)
Hastalığa neden olan bakteri, Gram (-) , çubuk şeklinde, 2-4 polar kamçılı bir toprak patojenidir.
Bazı topraklarda yıllarca saprofit olarak yaşamını sürdürebilir. Patojen polifag olup ışığa, kuraklığa ve asit
ortamlara karşı duyarlıdır. En iyi hafif alkali ortamlarda gelişir. Optimal gelişme sıcaklığı 25-30 ºC’dir.
Bitkilere yaralardan girer ve hücreler arasında çoğalır. Bakteri, bitki hücreleriyle teması sırasında plasmid
denilen kısa bir DNA parçasını bitki hücresinin protoplazmasına aktarır. Plasmid, bitki hücrelerini aşırı
büyümeye teşvik ederek gal oluşumuna neden olmaktadır.
Elma, gül gibi değişik birçok odunsu bitkide, toprağa yakın gövde veya kök kısmında ur yada gal
oluşumu hastalığın en tipik belirtisidir. Galler başlangıçta küçük ve yumuşaktır. Zamanla gal büyür, rengi
kahverengi veya siyaha döner. Aynı kök veya gövde üzerinde çok sayıda gal bulunabilir. Genelde hastalıklı
bitkiler kısa boylu, yaprakları küçük ve klorotik, olumsuz koşullara daha duyarlıdır.
Savaş: Temiz üretim materyalinin kullanılması, ağaçlarda toprak yüzeyine yakın kısımda yara açılmaması,
bulaşık ağaçların imha edilmesi gibi uygulamalar tavsiye edilir. Ayrıca bitkilerin bakterisit etkili bir
preparatla ilaçlanması mücadelede etkili olabilmektedir.
Şekil 2.2.2 : Kök kanseri (Agrobacterium
tumefaciens)’nin yaşam döngüsü.
3. Funguslar
Funguslar klorofil içermeyen ve genellikle sporlarıyla çoğalan mikroorganizmalardır. Yaklaşık 100 000
fungus türü tanımlanmıştır. Bunlardan sadece 8000 fungus türü bitkilerde hastalık meydana getirir.
Fungusların bir çoğu insanlar için yararlıdır. Besin olarak tüketildiği gibi gıda ve ilaç endüstrisinde de
kullanılır. Ayrıca funguslar bakterilerle birlikte çürüme olayının başlıca etkenleri olarak, organik maddenin
parçalanması yoluyla bitkilerin beslenmesinde önemli rol oynarlar. Çürümekte olan organik madde üzerinde
yaşayabilen funguslar saprofit olarak isimlendirilirler. Bazı funguslar bitki kökleriyle mikoriza denilen
simbiyotik bir birlik oluştururlar. Bazı mikoriza fungusları, zararlı patojenik fungusların bitki köklerini
enfekte etmesine karşı bitkiyi koruyabilir. Bitki paraziti bazı funguslar tarafından gıdalar üzerinde üretilen ve
mikotoksin denilen aflatoksin gibi bazı maddeler insan ve hayvanlara zararlıdır.
Bazı funguslar sadece canlı bir konukçu üzerinde çoğalıp yaşayabilir; bunlara obligat (mecburi)
parazitler denir. Fakültatif parazitler ise ölü organik madde ile beslenerek de yaşamlarını sürdürebilirler.
Funguslar klorofilsiz olduklarından besinlerini kendileri hazırlayamazlar; ya organik materyalden, ya da canlı
hücrelerdeki hazırlanmış besinlerden yararlanmak zorundadırlar. Buna göre birinciler heterotrof saprofit,
ikinciler ise parazittir. Bulundukları beslenme ortamından hazır organik maddeleri absorpsiyon yoluyla
bünyelerine alırlar. Biraz organik madde, biraz da nem bulmaları onların gelişmeleri için yeterlidir.
Fungusların bitkiden bitkiye taşınmaları aktif ya da pasif taşınma şeklinde olur. Aktif taşınma, hareketli
fungus sporlarının toprak suyunda yüzerek bitki köklerine ulaşmasıdır. Pasif taşınmada ise rüzgar, yağmur ve
sulama suları, böcekler ve diğer hayvanlar ile insanlar rol oynar. Aktif taşınma sadece hareketli zoosporları
olan Myxomycetes, Chytridiomycetes ve Oomycetes sınıflarındaki funguslarda görülür. Bunların dışında
kalan tüm fungus gruplarında ise pasif taşınma söz konusudur.
Funguslar bitkilerde çok değişik tipte belirtiler meydana getirirler. Bitki hücrelerini yada dokularını
öldürerek neden oldukları nekrotik simptomlar; yaprak lekeleri,yanıklıklar,gövde ve dal kanserleri, geriye
doğru ölüm, kök çürüklüğü, çökerten, gövde ve sap çürüklükleri, etli dokularda kuru veya yumuşak
çürüklükler, antraknoz ve uyuz belirtileridir. Ayrıca lobut köklülük, gal ve siğil oluşumu, yaprak kıvırcıklığı
gibi hiperplastik ve cücelik gibi hipoplastik belirtiler de oluştururlar.
Morfolojik özellikleri
Fungusların vücudunu oluşturan, diğer bütün organların da kaynağı olan temel yapıya Thallus
denir. Genellikle thalliyi meydana getiren organlar hif adı verilen dallanmış ipliksi yapılardır. Hifler bir
araya gelerek misel’i meydana getirirler. Gelişmiş funguslarda hifler, septum denilen yarı geçirgen
sitoplazmik zarla çevrili, bir veya daha fazla çekirdek içeren hücrelere bölünmüştür. Bölmeli hiflerde
hücreler arasında protoplazmik ilişkiyi sağlayan ve por adı verilen delikler bulunur. Đlkel fungusların hifleri
bölmesiz olup uzun tüpler şeklindedir. Mikroskop altında protoplazmanın hif içinde ileri geri akışı
gözlenebilir (Şekil 2.4).
Şekil 2.4 : Somatik hif yapıları : a. Bölmesiz hif, b. Bölmeli hif.
Bir hif genellikle bir sporun çimlenmesi ile oluşur. En basit sporlar, bir çekirdek ve sitoplazma
içeren mikroskopik tek hücreli yapılardır. Đlkel fungusların sporları kamçıları ile yüzerek hareket
edebilirler. Bir spor hücre duvarındaki ince bir yerden tüp ya da iplik şeklinde bir çim borusu çıkararak
çimlenir. Çim borusu gelişerek bir hife dönüşür ve hif de dallanarak miseli oluşturur. Miselyum çoğu kez
fungusun geliştiği ortam içinde gizlidir (Şekil 2.5).
Gelişme genellikle hiflerin ucunda olur. Gelişmekte olan hif uçları, en sert odun dokusu da dahil
olmak üzere bitki dokusunun hücre duvarından doğrudan bitki hücrelerinin içerisine girebilme
yeteneğindedir. Bu giriş, gelişmeleri sırasında çıkardıkları enzimlerle sağlanır. Enzimler hücre duvarlarını
ve diğer hücre kısımlarını oluşturan yapıları çözerek parçalar. Fungusların konukçu dokuları içine girişi
mekanik basınç yoluyla da olabilir. Bu amaçla hiflerin oluşturduğu ucu çivi şeklinde olan sivrilmiş
yapılara apressoryum denir. Apressoryum konukçu bitki üzerinde oluşturduğu basınçla epidermisi delerek
doku içine girer. Fungus hiflerinin oluşturduğu özel yapılardan biri de haustoryum’dur. Tüp veya parmak
şeklinde olan bu yapı, fungusun konukçu hücreleri içinden besin maddelerini alabilmesini sağlar. Bitki
içine giren fungus hifleri hücreler arasında, hücreler içinde ya da iletim dokularında yayılarak bitkiyi
istila ederler.
Fungus miselleri yoğun bir şekilde gelişerek fungal dokuları (plektenkima) meydana getirirler. Misellerin
düzensiz ve sıkı bir şekilde bir araya gelerek oluşturdukarı fungal dokulara psödoparankima denir. Bu tip
dokulara örnek olarak, bazı funguslarla oluşturulan ve sklerot adı verilen yapılar verilebilir. Bunların
boyutları birkaç hücreden (mikrosklerotlar) 4 kg ağırlığa kadar değişebilir. Funguslar soğuk, kurak, sıcak
veya konukçu yokluğu gibi olumsuz çıkmasıyla sklerot konukçuyu infekte edecek olan hifi oluşturur, yeni bir
miselyum meydana getirir ya da başka bir üretken yapıya dönüşür. Armillaria mellea’da olduğu gibi fungus
misellerinin birbirine paralel olarak sıkı bir şekilde bir araya gelerek oluşturdukları ip ya da halat şeklindeki
yapılara rizomorf denir. Rizomorf, fungusun hem uygun olmayan koşulları geçirmesini, hem de bir
konukçudan diğerine ulaşmasını sağlar. Misellerin düzenli ve gevşek bir şekilde bir araya gelerek
oluşturdukları fungal dokulara ise prosenkima denir. Đçinde değişik çoğalma yapılarının oluştuğu stroma, bu
tip fungal dokulardandır. Stroma, üzerinde veya içinde fungusun sporlanma organlarının oluştuğu sıkı bir
yapıdır (Şekil 2.6).
Şekil 2.5 : Haustoria
tipleri.
Üremeleri
Funguslarda üreme, eşeyli ve eşeysiz olmak üzere iki tipte gerçekleşir. Eşeysiz üreme değişik fungus
gruplarında vegatatif üreme (fragmentasyon), spor vererek, bölünme ve tomurcuklanma ile üreme olmak
üzere dört farklı şekilde olabilmekte ve bunun sonucunda değişik tipte sporlar oluşmaktadır.
Fragmentasyonda, hiflerin uç ve orta kısımlarındaki hücreler hiften kopup ayrılmakta ve yeni bireyler
oluşmaktadır. Hiflerin uç ve orta kısımlarındaki hücrelerin çeperleri kalınlaşıp yuvarlaklaşarak hiften
ayrılmasıyla oluşan sporlara klamidospor adı verilir (Şekil 2.7). Bunlar genellikle fungusların olumsuz
koşulları geçirmek için oluşturdukları sporlardır. Belirli bir olgunluğa ulaşan hiflerin uç kısımlarındaki
hücrelerin tespih tanesi gibi koparak hiften ayrılmasıyla oluşan sporlara ise arthrospor denir. Bu iki spor tipi
hif hücrelerinden, yani thalllusdan oluştukları için bunlara thallospor da denilmektedir.
Somatik yapısı tek hücreden oluşan funguslar, hücrelerin uzayarak ortadan bölünmesiyle ürerler. Bazı
funguslarda, protoplazma ve çekirdeğin hücrenin uç kısmında oluşan tomurcuk içine geçerek, tomurcuğun
ana hücreden koparak ayrılmasıyla oluşan üreme şekli görülmektedir. Bu tip eşeysiz üremeye
tomurcuklanma denir. Bazı funguslar ise doğrudan doğruya farklılaşmış miseller üzerinde ya da misellerin
oluşturduğu özel çoğalma yapıları üzerinde veya içinde spor oluşturmak suretiyle çoğalırlar.
Funguslarda eşeysiz dönemde iki tip spor oluşumu görülmektedir. Dallanmış hiflerin ucunda bulunan ve
içinde çok sayıda spor taşıyan kese şeklindeki çoğalma organlarına sporangium, spor keseleri içinde oluşan
sporlara ise sporangiospor denir. Nemli koşullarda yaşayıp gelişen funguslar bir veya birkaç kamçıya sahip
hareketli sporlar üretirler, bunlara zoospor denir (Şekil 2.8). Bununla birlikte fungusların çoğu rüzgar,
yağmur suları yada toprakla taşınan hareketsiz sporlar üretirler. Sporangium içinde oluşan hareketsiz
sporlara aplanospor denir.
Funguslarda eşeysiz dönemde oluşan ikinci tip sporlar ise konidilerdir. Bunlar konidiofor adı verilen farklılaşmış
hiflerin ucunda oluşurlar, tek veya çok hücrelidirler (Şekil 2.9). Konidiler bazen doğrudan doğruya hiflerin ucunda oluşur,
bazen de daha kompleks yapılar içinde kitle halinde meydana gelirler. Stromatik doku içinde gömülü halde oluşan, kese
şeklindeki konidi taşıyan organlara piknit denir. Bazı fungus gruplarında konidiler aservulus denilen yatak şeklindeki
organlar içinde, bazılarında ise sporodokyum adı verilen yastık şeklindeki kabarık yapılar üzerinde oluşur. Bazen de
konidiforlar çiçek demeti gibi yan yana gelerek uçlarında konidiler toplu halde oluşur, bu yapıya sinnema denir.
Funguslarda eşeyli üreme plasmogami, karyogami ve mayoz bölünme şeklinde üç aşamada gerçekleşmektedir.
Plazmogami, farklı karakterdeki iki eşey hücresinin veya eşey organının plazmalarının birleşmeleri olayıdır. Karyogami ise
iki gametin çekirdeklerinin birleşmesidir. Bundan sonra mayoz bölünme ile diploid çekirdek bölünerek haploid hücreler
oluşturulur.
Savaşı
Funguslarla savaşta sağlıklı üretim materyalinin kullanılması, hastalıklı bitki artıklarının yok edilmesi,
ara konukçu ve vektörlerinin ortadan kaldırılması, rotasyon ve dayanıklı bitki çeşitlerinin yetiştirilmesi gibi
kültürel tedbirler önem taşır.
Bazı fungal hastalıklarla savaşta kimyasal ilaçların kullanılması gerekebilir. Toprak kökenli etmenler
için toprak fumigasyonu, tohumla taşınan etmenler için sistemik fungisitlerle ilaçlama, bitkinin toprak üstü
kısımlarındaki zararlı etmenler için de yeşil aksam ilaçlamaları önerilir.
Bitki patojenlerine karşı kimyasal savaşta hijyen (sağlıklı bitkilerin patojenlerden korunması),
kemoterapi (hasta bitkilerin tedavi edilmesi), ve dezenfeksiyon (konukçu bitkilerin çevresinde veya üzerinde
bulunan patojenlerin imha edilmesi) olmak üzere üç genel yöntem kullanılır. Funguslara karşı kullanılan
fungisitler iki grupta ele alınmaktadır. Bunlar sadece koruyucu etkiye sahip koruyucu fungusitler ile tedavi
edici etkiye sahip olan sistemik fungisitlerdir. Koruyucu fungisitler bitki kutikulasından geçme yeteneğinde
olmadıklarından bitki bünyesinde hareket edemezler, sadece uygulandıkları noktada etkili olabilirler. Bu
nedenle de bitki patojenle bulaşmadan önce kullanılmaları gerekir. Sistemik fungisitler ise bitki bünyesine
alınarak taşınırlar, translaminar etkiye sahiptirler, yani yaprağın bir yüzüne uygulandıklarında diğer yüzde
etkili olurlar.
Koruyucu Fungisitler. Bakırlı fungisitler en çok kullanılan koruyucu fungisit
gruplarından birini oluşturmaktadır. Bakırhidroksit, Bakırkarbonat, Bakıroksiklorür gibi hazır
preparatlar halinde bulunmakla birlikte, Bakırsülfat kullanımdan hemen önce
hazırlanmaktadır. Etkisi güçlü ve uzun süreli bir ilaç olan Bakırsülfat günümüzde yaygın
olarak kullanılan bir ilaçtır. Yakıcılığını önlemek için belirli oranda kireç ile karışım halinde
hazırlanmakta ve bu karışıma “Bordo bulamacı” adı verilmektedir. Genellikle bitki
gelişiminin erken dönemlerinde yeşil aksam ilaçlaması şeklinde %1 (100 litre suya 1 kg
CuSO4 + 1 kg sönmüş veya 0,5 kg sönmemiş kireç
kireç)) veya %2’lik dozları yaprak lekesi ve
mildiyö hastalıklarına karşı uygulanmaktadır. Fakat pratikte nemli ve serin havalarda birçok
bitkide fitotoksik etki meydana getirmesinden dolayı, toksik etkisi daha az olan hazır bakır
preparatlar tercih edilmektedir.
CuSO4 : Bakır Sülfat
Sistemik Fungisitler. Sistemik fungusitler 7 grup altında incelenirler.
Carboxamide’ler
(Carboxin, Oxycarboxin)
Benzimidazole’ler
(Benomyl, Carbendazim, Thiophanate-methyl, Thiabendazole)
Morpholine’ler
(Tridemorph)
Pyrimidine’ler (Bupirimate, Ethirimol, Fenarimol, Nuarimol)
Triazole’ler
(Triadimefon, Triadimenol, Etaconazole, Bitertanol, Cyproconazole,
Difenoconazole, Diniconazole, Fenbuconazole, Fluisilazole, Flutriafole, Hexaconazole, Penconazole,
Tebuconazole)
Acylalanine’ler (Metalaxyl)
Organik fosfastlar
(Pyrazophos, Tolclofos-methyl, Fosetyl-aluminium, Choloroneb,
Prochloraz, Antibiyotikler)
Sınıflandırma
Sınıflandırma henüz son şeklini almamakla beraber funguslar genellikle eşeyli ve eşeysiz üreme
sırasında oluşturdukları özel yapı ve organlara göre sınıflandırılırlar (Şekil 2.10 ). Buna göre funguslar iki
bölüm altında toplanmakta,bu bölümlerden Myxomycota 4 sınıf,Eumycota ise 5 altbölümde
incelenmektedir.
Şekil 2.6 : Stroma, sclerotium ve fungal
dokular.
Şekil 2.7 :Somatik hiflerin bölünmesi ve tomurcuklanma ile
oluşan eşeysiz spor tipleri.
Şekil 2.8 : Funguslarda görülen değişik
sporangium tipleri.
Şekil 2.9 : Çeşitli conidia
tipleri.
Şekil 2.10 : Önemli fungus gruplarında oluşan
üreme yapıları.
Bölüm I. Myxomycota
Akışkan yada sümüksü (cıvık) fungusları içeren bu bölümün türleri üreme biçimleri ve sporları ile
bitkiye, somatik yapıları ile de hayvanlara benzerler. Bu grup funguslarda gerçek bir misel yapısı yoktur.
Bunun yerine çıplak, amipsi, çok çekirdekli plasmodium denilen yapıya sahiptirler. Bu bölümde bitki
patojeni funguslar Myxomycetes ve Plasmodiophoromycetes olmak üzere iki sınıfta toplanmıştır.
Bölüm II. Eumycota
Gelişmiş ve filament biçiminde thallusa sahip olan bu bölümün üyeleri gerçek funguslar olarak
bilinir. Beş altbölümde incelenir.
Altbölüm I. Mastigomycotina
Kara yaşamına tam olarak uyum gösterememiş 1000 kadar türü kapsayan ilkel bir gruptur. Thallus
septumsuz, dallanmış filamentler şeklindedir. Eşeyli üremeleri oosporla, eşeysiz üreme hareketli sporlar olan
zoosporlarla gerçekleştirilir.
Sınıf 1. Chytridiomycetes
Sınıf 2. Oomycetes
Altbölüm II. Zygomycotina
Bu altbölüm üyeleri çoğu saprofit olarak yaşayan, topraktaki organik materyalin parçalanmasında
rol alan, bazen de besin maddelerinin çürümesine neden olan türleri içerir. Bitki paraziti pek az türü vardır.
Eşeyli dinlenme sporu olan kalın duvarlı zygospor, iki hifin birleşmesiyle oluşur. Eşeysiz üremede ise
sporangiumlar içinde hareketsiz aplanosporlar oluşur.
Sınıf 1.Zygomycetes
Altbölüm III. Ascomycotina
Bilinen funguslarının 1/3’ünü kapsayan büyük ve önemli bir altbölümdür. Yaklaşık 15000 tür içerir. Bazıları
epidemilere neden olan bitki hastalıkları oluşturur. Eşeyli sporlar, ascus adı verilen torba şeklindeki organların içinde oluşur.
Genellikle ascocarp denilen koruyucu organlar içinde oluşan ascuslar, 2-8 adet ascospor taşırlar. Bunlar olgunlaşınca basınçla
fırlatılırlar. Ascocarpların birkaç tipi bulunmaktadır. Küllenme türlerindeki gibi küre biçiminde her yanı kapalı olanlara
“cleistothecium”, Elma karalekesi etmenindeki gibi testi biçiminde olup bir yanında spor çıkışı için kapısı (ostiol) olanlara
“perithecium”, Monilya hastalığı etmenindeki gibi şampanya kadehi biçiminde olanlara da “apothecium” denir.
Eşeysiz üreme konidilerle olur. Bazı türlerde konidiler “pycnidium” yada “acervulus” denilen eşeysiz spor
yuvaları içinde oluşurlar.
Sınıf 1. Hemiascomycetes
Sınıf 2. Plectomycetes
Sınıf 3. Pyrenomycetes
Sınıf 4. Discomycetes
Sınıf 5. Loculoascomycetes
Altbölüm IV. Deuteromycotina
Eşeyli üremeleri bilinmemektedir. Bu nedenle bu altbölüm türlerine “tamamlanmamış” yada “eksik” anlamında
“Imperfect funguslar”denir. 500 kadarı fitopatojen olan 15000 kadar tür içerir.
Üreme birimi olan konidiler, conidiophore (konidi taşıyıcısı), pycnidium ve acervulus (spor yatakları) olmak
üzere üç ayrı organda üretilirler. Konidi taşıyıcıları somatik hifler üzerinde bulunur, şekilleri çok değişiktir. Bunlar bazen bir
noktadan demetler halinde çıkar. Buna “sinnema” denir. Konidilerin bulunduğu bir başka organ da “sporodochium”dur.
Fungus, substrat üzerinde yastık biçiminde bir stroma oluşturur. Stroma üzerinde kısa boylu taşıyıcıların ucunda konidiler
üretilir. Konukçu bitkide bazen kutikulanın,bazen de epidermisin altında bir tabaka şeklinde “acervulus” denilen spor
yatakları meydana gelir. Bu organların içinde yan yana kısa taşıyıcıların ucunda konidiler üretilir.
Sınıf 1. Coleomycetes
Sınıf 2. Hyphomycetes
Sınıf 3. Agonomycetes
Altbölüm V. Basidiomycotina
Bu altbölüm başta meyve ve orman ağaçlarında kök ve gövde çürüklük etmenleri, yemeklik
şapkalı mantarlar olmak üzere yaklaşık 25 000 tür içerir.
Eşeyli dönemde “basidiospor” veya “sporidia” denilen sporlar 1-4 hücreli “basidium” adlı organ
üzerinde oluşurlar. Bu sporların dışta olma özelliği bu altbölümün karakteristiğidir.
Uredinales
türleri
(paslar)
5
spor
dönemi
geçirirler.
Bunlar
spermatogonium(pycnidium),aecium,uredium,telium ve promycelium’dur. Genelde yaprağın üst yüzünde
oluşturulan testi şeklindeki spor yuvaları olan spermatogoniumlar, basidiosporun çimlenmesiyle oluşan
haploid miselyumdan oluşurlar. Aecidiumlar çoğu kez fincan şeklindeki spor yuvalarıdır. Uredium genellikle
kutikulanın altında, mağara şeklinde bir spor yatağıdır. Teleutosporlar fungusun kışlık dinlenme yada devam
sporlarıdır. Bu sporlar uygun nem ve sıcaklık koşullarında çimlenir, “promycelium” adı verilen bir çim
borusu verirler. Promycelium üzerinde oluşan sporlara da “basidiospor” denir.
1. Hemibasidiomycetes
2.Hymenomycetes
Bazı Önemli Fungus Hastalıkları
Pythium ultimum Trown, Kök Çürüklüğü (Peronosporales, Pythiaceae)
Lalelerde, ayrıca sebzelerde ve çilek gibi meyvelerde zarar yapar. Enfekte olmuş lale soğanları
dikimden kısa bir süre sonra yumuşar ve çürür. Soğanlar üzerinde etmenin beyazımsı sarı renkli misel
tabakası oluşur.
Hastalık enfekte olmuş soğanlarla taşınabilir. Yayılma ve zararın artması, yüksek toprak nemi ile
18 ºC’nin üstündeki toprak sıcaklığına bağlıdır. Bundan dolayı bulaşık topraklar dezenfekte edilmeli ve nemi
düşük tutulmalıdır.
Penicillium gladioli McCull. & Thom, Kahverengi çürüklük (Eurotiales,
Trichocomaceae)
Bu fungus gladiyol soğanlarını etkiler. Enfekteli soğanlarda iri, yuvarlak ve içeriye
doğru çökmüş kırmızı-kahverengi lekeler; bu lekelerin ortasında ise grup halinde mavi-yeşil yada
yağlı-sarı renkte sporlar oluşur.
Tam olgunlaşmadan hasat edilen soğanlar bu hastalıktan büyük zarar görebilirler.
Bundan dolayı tam olgunlaşan sağlıklı soğanlar hasat edilmelidir. Soğanlar depoya konmadan önce
bulaşık olanlar ayıklanmalı ve geriye kalanları iyice kurutulmalıdır. Depo sıcaklığı 3-8 ºC
olmalıdır. Dikimden önce gladiyöl soğanlarının dış kabukları soyulmalı, % 0.15’lik potasyum
permanganat eriyiği ile 2-6 saat dezenfekte edilmelidir.
Diplocarpon rosae Wolf., Karaleke (Helotiales, Dermateaceae)
Güllerin yaygın ve tanınmış hastalığıdır. Kışı misel, konidi ve kışa dayanıklı seksüel organları
olan apotesium formunda geçiren bu fungus yaprakların genellikle alt ve üst kısmında görülür. Hastalık
nedeniyle bitki zayıflar, sap kısalır ve goncanın iriliği azalır. Oluşan lekelerin en belirgin özelliği koyu renkli
ve kenarlarının girintili-çıkıntılı bir biçimde çevriliş olmasıdır.
Dayanıklı türler kullanılmalı, sık dikimden kaçınılmalı, seralar iyi havalandırılmalıdır. Eğer
gübreleme yapılacaksa azotlu gübre yerine fosforlu gübreler kullanılmalıdır. Budamadan hemen sonra toprak
ve bitkiler bakır sülfat ile (25 gr/4.5 lt su) ilaçlanmalıdır.
Phragmidium mucronatum (Pers.) Schlecht., Gül pası (Uredinales, Pucciniaceae)
Güllerde zarar yapar. Önceleri yaprak, dal ve tomurcuk saplarında sarımtırak lekeler halinde
görülür. Daha sonra bu lekeler turuncuya dönüşür. Hafifçe kabarık noktacıklar halindedir. Ara
konukçusu yoktur. Etmeni kışı yere düşen yapraklar ve geniş dallar üzerinde geçirir. Genç dallarda üç
yıl canlılığını koruyabilir. Đlkbaharda ilk enfeksiyonlar, genç gül sürgünlerinin bulaşması ile olur.
Dayanıklı gül çeşitleri tercih edilmelidir. Đlkbaharda hastalıklı dallar budanmalı, sürgünleri
kesmeden önce alkol, karbolineum gibi maddeler sürülmeli ve kesildikten sonra bunlar yakılmalıdır.
Yere düşmüş yapraklar toplanarak imha edilmelidir. Sulamalar öğleden sonra yapılmalı ve bitkilerde
aşırı nem oluşumundan kaçınılmalıdır. Birinci ilaçlama çiçek tomurcukları kırmızı uç göstermeden 2025 gün önce, ikincisi tomurcukların oluştuğu fakat kırmızı uç göstermeden önce (birinciden 10-15 gün
sonra), üçüncü ise hasat biter bitmez yapılmalıdır. Bu amaçla Bordo bulamacı kullanılabilir.
Uromyces dianthi (Persoon) Niessl., Karanfil pası (Uredinales, Pucciniaceae)
Karanfillerin sap, dal, yaprak ve çanak yapraklarında başlangıçta sarımtırak lekeler ve bu
kısımlarda gümüşi gri çıkıntılar şeklinde görülür. Hastalığın ilerlemiş evrelerinde sporlar kahverengi toz
görünümü alır. Halk dilinde Kahve hastalığı adı verilir. Sap kırılması başta olmak üzere gelişme geriler. En
ağır bulaşmalar genellikle çiçeklenmeden hemen önce meydana gelir. Serin ve nemli ortamda zarar oranı
yüksektir. Ara konukçusu Euphorbia bitkisidir. Bu hastalığa en hassas karanfil çeşidi “Sim”dir.
Üstten sulamadan kesinlikle kaçınılmalı, su köklerine verilmelidir. Sağlam anaçlardan çelik
alınmalı, seradaki bitkiler sık sık ilaçlamaya başlanmalıdır. 10’ar gün ara ile yapıştırıcı ve yayıcı kullanarak
ilaçlanmalıdır.
Sphaerotheca pannosa var. rosae Woron, Gül küllemesi (Erysiphales, Erysiphaceae)
Sera ve tarla koşullarında güllerin yaprak, sürgün ve tomurcuklarında zarar yapar. Hastalıklı
yapraklar kıvrılır ve sertleşir, hafifçe kızarır ve beyaz bir küf örtüsüyle kaplanır. Goncaların açılmasını
engeller veya açılanların sayısı ve kalitesi az olur. Etmeni kışı dal, bitki artıkları ve tomurcuklarda
geçirebilir. Đlk bulaşmalar buradan olur be yaz boyunca yayılır. Hastalık etmeni sıcak, nemli ve kapalı
havaları tercih eder.
Öncelikle dayanıklı gül çeşitleri tercih edilmelidir. Fazla sulamadan, özellikle sisleme
şeklinde sulamadan kaçınılmalı, hastalığın görüldüğü goncalar ve bir yanındaki sürgünler kesilip yok
edilmelidir. Đyi gelişme temin edilecek şekilde gübreleme, toprak işleme ve sulama yapılmalıdır.
Yaprak ve tomurcuklar oluştuğu zaman ilk ilaçlamaya başlamalıdır.
Phytophthora cactorum (Leb. and Cohn) Schröter, Meyve ve rizom çürüklüğü (Peronosporales,
Peronosporaceae)
Etkeni polifag karakterde olup yapraklı ve iğne yapraklı birçok bitkide, ayrıca lale ve açelyalarda
zarar yapmaktadır. Hastalık kendisini henüz kitinleşmemiş yaprak, kotiledon ve gövde kısımlarında önce
koyu yeşil, sonra kırmızı-esmer lekeler halinde gösterir. Bu hastalık simptomları ilk bakışta kuraklık ve
yüksek sıcaklık zararları ile karıştırılabilir. Kuraklık sonucu kotiledonlar kurur ve kıvrılır, çoğu kez de uç
tomurcuk ölür. Fakat bu hastalıkta ise kotiledonlar kurur, fakat kıvrılmaz. Ayrıca uç tomurcuğu da canlılığını
korur.
Bu hastalığa karşı sadece koruyucu önlemler alınabilir. Duyarlı bitkiler yerine daha dayanıklı
bitkiler kullanılmalıdır. Bitkiler güvenilir fidanlıklardan satın alınmalıdır. Duyarlı bitkileri aşırı sulamadan
kaçınmalıdır.
Şekil: Pytophora Zararı
Nectria cinnabarina (Tode) Fries, Kırmızı kabarcık hastalığı (Hypocreales, Hypocreaceae)
Saprofik olarak çeşitli yapraklı ağaçların kabuklarında yaşar. Don zararına uğramış veya
başka nedenlerle zayıf düşmüş meyve ağaçları ile kayın, ıhlamur, meşe, atkestanesi, dişbudak,
karaağaç, akçaağaç, ve cevizlerde olur. Dıştan, özellikle nemli kış aylarında et kırmızısı renginde
belirgin olarak görülen konidi formunun spor yatakları kendini gösterir.
Hastalık enfeksiyonları, etmen saprofit bir parazit olduğundan dolayı yaralardan
olmaktadır. 18-24 ºC sıcaklıklar hastalık etmenin gelişimi için optimal koşuldur. Hastalık
topraklarda, özellikle suya doymuş, asit karakterli, azotça zengin, fakat diğer besinlerce fakir
topraklarda daha çok görülmektedir.
Herhangi bir kimyasal savaş önerilmemektedir. Fakat koruyucu olarak ilkbahar ve
sonbaharda, özellikle budamadan sonra Bordo bulamacı uygulanabilir. Hastalıklı dallar sağlam
oduna kadar kesilerek yakılır. Bitkilerin sağlıklı yetişmesi için gerekli önlemler alınmalıdır.
Oidium begoniae Pott., Begonya küllemesi (Erysiphales, Erysiphaceae)
Hastalık begonyaların yaprak, yaprak sapı ve çiçek sapı kısımlarında görülür. Yaprakların üzeri
küf örtüsü ile kaplıdır. Daha sonraları yapraklar kahverengileşir ve kurur. Etmeni bir bitkiden diğerine
konidilerle yayılır ve hastalık bitki artıklarında kışlar.
Temiz bitkilerden çelik alınmalı, fazla su vermekten kaçınmalı, üstten sulama yapılmamalı, fazla
zarar görmüş kısımlar budanıp imha edilmelidir.
Botrytis cinerea Pers., Gri küf çürüklüğü (Helotiales, Sclerotiniaceae)
Bu fungus her türlü bitkinin ölmüş dokuları üzerinde saprofit olarak yaşar. Belirli koşullarda
parazit olarak da zarar yapar. Hastalanan tomurcuklar yumuşar ve çürür, sonra düşer. Bazen açılmış çiçekler
de hastalanabilir. Ağır enfeksiyonlarda, hastalık tomurcuklardan çiçek sapına da geçer. Sapta grimsi-siyah
lezyonlar oluşturur; çiçek sapı çürür. Genç sürgünlerde hastalık tablosu, sürgünlerin gevşek olarak asılı
olması ve sonradan kahverengine dönerek kurumaları şeklinde görülür.
Sera ve tarla koşullarında fazla nemli ve hava sıcaklığının yüksek olduğu zamanlarda çok sık
rastlanan bir hastalıktır. Bu fungus Almanya ve Fransa bağlarında en uygun yaşam alanları bulmuştur.
Buralarda hasat zamanı üzümler gri küfe yakalanır. Fakat üretici bundan memnunluk duyar. Zira, bu
üzümlerden kaliteli şarap üretilir. Kaliforniya’da bağlarda kendiliğinden üreme olanağı olmayan fungusun
gelişebileceği sıcaklık ve nemde bulaştırılarak, Avrupa’daki gibi kaliteli şarap yapılmıştır. Bundan dolayı
Avrupa’da bu küfe Asil çürüklük hastalığı adı verilmiştir.
Seraların havalanmasına büyük önem verilmeli, sık dikimden
kaçınılmalı ve budama yapılmalı, bitkileri yaralamaktan
kaçınılmalı, uzun süre bitkiyi ıslak tutacak muamelelerden
kaçınılmalı, infekteli bitkiler üretim alanlarından uzaklaştırılmalı,
dayanıklı çeşitler tercih edilmelidir. Gövde üzerinde belirtiler
görüldüğünde bitkiler koruyucu fungisitlerle ilaçlanabilir.
4.Yabancıotlar ve Çiçekli Parazit Bitkiler
Kültür bitkilerinde zarar yapan canlı etkenler arasında yabancı otlar ve parazit bitkiler de
bulunmaktadır.
A) Yabancıotlar
Yabancıot, kültüre alınmış tarım alanlarında insan eliyle ekilmediği halde bu alanlara giren ve
orada kültür bitkilerinin her türlü yaşama olanaklarına ortak olarak gelişen bitkilere denir.
Yabancıotlar yaşam süreleri bakımından tek yıllıklar (annuals), iki yıllıklar (biennials) ve çok
yıllıklar (perennials) olmak üzere üç grupta ele alınmaktadır. Tek yıllık yabancıotlar yazlık ve kışlık tek
yıllıklar olarak ikiye ayrılmışlardır. Yazlık tek yıllık yabancıotların tohumları ilkbaharda çimlenir. Bunlar
gelişimlerini sonbaharda tamamlarlar ve tohumlarını oluşturarak kışı bu şekilde geçirirler. Kışlık tek
yıllıkların ise tohumları sonbaharda çimlenir, gelişmeleri kış boyunca sürer, ilkbaharda hızlanır ve
sonbaharda tohum vererek ölürler. Tek yıllık yabancıotlara örnek olarak Sinapis arvensis (Yabani hardal)
ve Alopecurus myosuroides (Tilki kuyruğu) verilebilir. Đki yıllık yabancı otlar gelişimlerini iki yıl içinde
tamamlarlar, ikinci yıl tohum vererek ölürler. Daucus carota (Yabani havuç) iki yıllık bir yabancıottur.
Çok yıllık yabancı otlar ise 1-2 yıl içine ölmez; stolon, rizom gibi yapıları ile yaşamlarını sürdürürler,
ayrıca tohum oluşturarak da yoğunluklarını arttırırlar. Elymus repens (Ayrık), Cirsium arvense
(Köygöçüren) ve Convolvulus arvensis (Tarla sarmaşığı) çok yıllık yabancıotlardan bazılarıdır.
Yabancıotlar morfolojik yapıları bakımından da pratikte dar yapraklılar (Monokotiledon) ve geniş
yapraklılar (Dikotiledon) olmak üzere iki grupta ele alınırlar.
Yabancıotlar, ekolojik istekler yönünden kültür bitkileri kadar duyarlı değildirler. Uzun süren susuz
periyotlar, verimsiz topraklar yada ekstrem sıcak ve soğuk koşullar onlar için kültür bitkilerinde olduğu
kadar etkili değildir. Her türlü doğal koşullara uyum gösterirler. Çoğalma, yayılma ve regenerasyon
yetenekleri çok üstündür. Yabancıotların yayılmasında rüzgar, su, hayvanlar, tohumluklar, çiftlik gübresi,
tarım alet ve makineleri rol oynamaktadır.
Yabancıotlar kültür bitkilerinin su ve besinine ortak olurlar, bitkilerin yeterli ışık almasını
engellerler, toprak sıcaklığını birkaç derece düşürürler, hastalık ve zararlılara konukçuluk ederler. Ayrık
gibi bazı yabancıotlar salgıladıkları maddelerle çevrelerinde bulunan kültür bitkilerinin çimlenme ve
gelişmelerini engellerler. Yabancıotların hasat sırasında ürüne karışmaları sonucu toksik maddeler içeren
bazı yabancıotlar onları tüketen kişilerde zehirlenmeye neden olabilirler. Ayrıca otlaklarda bulunan bu
zehirli bitkiler hayvanlarda da öldürücü etki yaparlar. Ayrıca yabancıotlar yaz aylarında kuruyarak yangın
tehlikesi yaratırlar.
Tarım alanlarında sözü edilen bu zararları dışında, yabancıotlar, havaalanları, karayolları,
demiryolları, su kanalları ve binaların dış yüzeylerindeki çatlaklarda çimlenip gelişerek bunların çatlayıp
bozulmasına neden olabilirler. Bu nedenle zaman zaman yol ve kanallarda bulunan yabancıotlarla da
mücadele edilmesi gerekmektedir.
Bazı yabancıot tohumları toprakta çimlenmeden bir süre canlılığını koruyabilirler. Tohumların
çimlenmeden toprakta bekledikleri ve yabancıot türüne göre değişen bu süreye dormansi denir. Dormansi
dönemi; tohumların olgunlaşmak için beklediği primer dormansi ile çimlenmek için uygun koşulları
beklediği sekonder dormansi olmak üzere iki bölümde ele alınmaktadır. Tohumun çimlenmesinden sonra
vegetatif ve generatif gelişme dönemleri gelir ve gelişimini tamamlayan yabancıot yeniden tohum
oluşturarak dormansiye girer.
Ülkemizde zararları görülen önemli yabancıot türleri:
Alhagi maurorum Medik.
Alopecurus myosuroides Huds.
Artemisia vulgaris L.
Elymus repens (L.)Gould
Avena fatua L.
Bifora radians Bieb.
Boreava orientalis Jaub. & Spach
Chenopodium album L.
Cirsium arvense (L.)Scop.
Convolvulus arvensis L.
Cynodon dactylon (L.)Pers.
Daucus carota L.
Echinochloa crus-galli (L.)Beauv.
Euphorbia spp.
Galium aparine L.
Papaver rhoeas L.
Sinapis arvensis L.
Sorghum halepense (L.)Pers.
Turgenia latifolia (L.)Hoffmann
Devedikeni
Tilki kuyruğu
Pelin
Ayrık
Yabani yulaf
Kokarot
Sarıot
Kazayağı
Köygöçüren
Tarla sarmaşığı
Köpekdişi ayrığı
Yabani havuç
Darıcan
Sütleğen
Yapışkanotu
Gelincik
Yabani hardal
Kanyaş
Pıtrak
Alhagi maurorum Medik.
Devedikeni
Alopecurus myosuroides Huds.
Tilki kuyruğu
Artemisia vulgaris L.
Pelin
Elymus repens (L.)Gould
Ayrık
Avena fatua L.
Yabani yulaf
Bifora radians Bieb.
Kokarot
Boreava orientalis Jaub. & Spach
Sarıot
Chenopodium album
L.
Kazayağı
Cirsium arvense (L.)Scop.
Köygöçüren
Convolvulus arvensis L.
Tarla sarmaşığı
Cynodon dactylon (L.)Pers.
Köpekdişi ayrığı
Daucus carota L.
Yabani havuç
Echinochloa crus-galli (L.)Beauv. Darıcan
Euphorbia spp.
Sütleğen
Galium aparine L.
Yapışkanotu
Papaver rhoeas L.
Gelincik
Sinapis arvensis L.
Yabani hardal
Sorghum halepense (L.)Pers.
Kanyaş
Turgenia latifolia (L.)Hoffmann
Pıtrak
Yabancıotlarla savaş
Yabancıotlarla savaşta çeşitli yöntemler kullanılmaktadır. Öncelikle yabancıotların
bulunmadığı alanlara taşınmasını önlemek için kültürel önlemlere başvurulur. Bu amaçla
yabancıot tohumlarının kültür bitkisi tohumuna karışmaları önlenmeli, temiz tohumluk
kullanılmalıdır. Hasat artıkları da bol miktarda yabancıot tohumu içerdiğinden bunların
bahçede bırakılmaması gerekir. Yabancıot tohumları hayvan yemi olarak kullanılan kültür
bitkisi tohumlarına karışabilirler. Bu nedenle hayvan gübresi iyice fermente olduktan sonra
kullanılmalıdır. Ayrıca bulaşmada rol oynayabilecek tarım aletlerinin temizliğine de dikkat
edilmelidir. Rotasyonda rekabet gücü yüksek bitkileri kullanmak da oldukça etkili bir
kültürel uygulamadır.
Kültür bitkilerinin bulunmadığı alanlarda yabancıotları yakmak, su altında
bırakmak, biçmek gibi mekanik savaş yöntemleri tercih edilebilir. Sıra halinde yetişen
bitkilerde ise yabancıot temizliğinde çapalama oldukça etkilidir. Yabancıotlara karşı pratikte
uygulanan tek fiziksel savaş yöntemi sıcaklık uygulamasıdır. Toprak üzerinin özellikle sıcak
yaz aylarında koyu renk plastik örtülerle kapatılarak, örtü altında toprak sıcaklığının
yükselmesi sağlanır. Bu şekilde yabancıotlar ışık alamayacakları için de zarar görürler.
Frenk inciri (Opuntia spp.) ile savaşta kelebeklerin Pyralidae familyasından
Cactoblastis cactorum(Berg), Koyunkıran (Hypericum perforatum) bitkisiyle savaşta ise
Yaprak böceklerinden Chrysolina hyperici (Forster) ve C. quadrigemina(Suffr.) başarıyla
kullanılmıştır.
Yabancıotlara karşı en çok kullanılan savaş yöntemi herbisitlerin kullanılmasıdır. Kimyasal
savaşta kullanılan herbisitler Total herbisitler ve Seçici herbisitler olmak üzere iki kısma ayrılmıştır. Total
herbisitler kullanıldıkları alanda bulunan tüm bitkileri etkileyen herbisitlerdir. Bu nedenle daha çok yol ve
meydanlarda ortadan kaldırılması istenen yabancıotlara karşı kullanılırlar. Total herbisitlere örnek olarak
bazı bor bileşikleri, sodyum arsenit, amonyum sülfomat, amonyum thiosiyanat, sülfirik asit, demir sülfat
ve bazı bakır bileşikleri verilebilir. Kültür bitkilerinin bulunduğu alanlarda kullanılan ve kültür bitkilerine
zarar vermeden sadece yabancıotları etkileyen herbisitler ise selektif (seçici) herbisitlerdir. Seçici
herbisitleri kimyasal yapıları dikkate alarak 10 gruba ayırmak mümkündür:
I.
II.
III.
Oxynil)
IV.
V.
VI.
VII.
VIII.
IX.
X.
Yağ asitleri (TCA, DCP)
Hormon yapılı bileşikler (2,4-D, MCPA, MCPB)
Heterocyclic benzoik asit içeren herbisitler (Dicampa, Piclorom, Flurenol, Dichlobenil,
Karbomatlı herbisitler (Chlorpropham, Phenmedipham)
Tiyokarbomatlı herbisitler (Dillat)
Üre bileşimli herbisitler (Monuron, Diuron, Monolinuron, Linuron, Methabenzthiazuron)
Diazin bileşimli herbisitler (Pyrazon, Bromacil)
Triazin bileşimli herbisitler ( Amitrol, Simazin, Atrazin, Prometryn, Terbutryn)
Dipyridinium bileşikleri içeren herbisitler (Deiquat, Paraquat)
Nitrofenol bileşimli herbisitler (DNOC, Dinoseb-Acetat, Trifluralin)
Herbisitler kullanım zamanlarına göre de gruplandırılmışlardır. Kültür bitkilerinin ekilişi ve
toprak yüzeyine çıkışı dikkate alındığında herbisitler Ekim öncesi (Pre-plant), Çıkış öncesi (Preemergence) ve Çıkış sonrası (Post-emergence) kullanılan herbisitler olmak üzere üç grupta incelenirler.
Ancak bazı herbisitler değişik zamanlarda da uygulanabilmektedirler.
A) Çiçekli Parazit Bitkiler
Yaşamı için gerekli besin maddelerini kendisi sentezleyemeyen veya mineralleri topraktan
alamayan, beslenip gelişebilmek için konukçu bitkilere gerek duyan ve bu bitkiler üzerinde parazit
olarak yaşayan bitkilere Çiçekli parazit bitkiler denir.
Çiçekli parazit bitkiler beslenme gereksinimlerine göre konukçulara farklı biçimde uyum
göstermişlerdir. Bunlardan bazıları yarı parazit durumda olup fotosentez yeteneğine sahiptirler. Konukçu
bitkiden sadece su ve mineral tuzları alıp organik madde oluşturabilirler. Yurdumuzda meyve, park ve
orman ağaçlarının gövde ve dallarında yaşayan Viscaceae familyası üyelerinden Viscum alba (Ökseotu)
bu gruptandır (Şekil 2.11). Bazılarının ise kök sistemleri ve klorofilleri bulunmamaktadır.Tamamen
konukçuya bağlı olan bu bitkilere ise tam parazitler denir.Bu gruba da Orobanchaceae familyası
üyelerinden Orobanche spp. (Canavarotu) ve Cuscutaceae familyası üyelerinden Cuscuta spp. (Küsküt)
girmektedir (Şekil 2.12).
Ökseotları henüz çiçek açmadan, ağaçların dinlenme dönemi olan Aralık veya Ocak ayında kesilip
yok edilmeli, yara yeri uygun bir kimyasalla, örneğin, 2,4 D ester bileşimli bir herbisitle dezenfekte
edilmelidir.
Şekil 2.11: Konukçu bitki dalında meyveli bir
Viscum album.
Şekil 2.12 : Çiçekli parazit
bitkiler.
Canavarotuna karşı tohumun bulaşması önlenmeli, konukçusu olmayan bitkiler
yetiştirilmeli ve görülen parazit bitkiler tohum oluşturmadan imha edilmelidir. Küçük alanlarda
Methyl bromitle toprak dezenfeksiyonu yapılabilir. Ayrıca Glyphosate etkili maddeye sahip
herbisitler de kullanılabilir.
Küskütle savaşta temiz tohum kullanımı, evcil hayvanların bulaşık alanlardan temiz
alanlara hareketini önlemek, tarım aletlerinin bulaşık olmamasına dikkat etmek gibi kültürel
önlemler başta gelmektedir. Bulaşık alanlarda küsküt bitkisi tohum oluşturmadan önce
kimyasal veya mekaniksel savaş yapılması gerekir. Toprak ilaçlaması da tohum
çimlenmesinden hemen sonra paraziti öldürerek konukçuya bulaşmasını engeller.
III.PATOLOJĐ
Bitkilerde hastalığın oluşabilmesi için öncelikle bir patojenle bitkinin karşı karşıya
gelmesi gerekir. Bu karşılaşma sırasında çevre koşulları uygun değilse hastalık etmeni canlı,
çoğalamayacağı için hastalık oluşamaz. Bu üç faktörün etkileşimi bir üçgen halinde gösterilir
ve buna Hastalık üçgeni denir. Bu üç faktör ne kadar uygun olursa, hastalık o kadar şiddetli
olur (Şekil).
D
Şekil: Hastalık üçgeni: A) Patojen B) Konukçu C) Çevre D) Hastalık
Hastalıkların Gelişim Evreleri
Bitkilerde hastalığın oluşumu belirli evrelerde gerçekleşir. Bu olaylar zincirine hastalık çemberi
denir. Hastalık çemberindeki başlıca olaylar; inokulasyon, penetrasyon, enfeksiyon, inkubasyon ve
sporulasyon (frutifukasyon)’dur.
Hastalığın başlaması için bir ön koşul olan inokulasyon, herhangi bir patojenin konukçu bitkiye
temasıdır. Konukçu bitkiyle temasa geçen patojenlere veya bunlara ait spor, misel parçası gibi parçacıklara
inokulum denir. Đnokulum çeşitli çevresel faktörler yardımıyla taşınarak konukçu bitkiye ulaşır ve bunun
üzerinde çimlenerek enfeksiyonu başlatır. Patojenlerin herbirinin kendine özgü yayılma ve bulaşma yolları
vardır.Patojenler genellikle toprak,rüzgar,vektörler ve tohum,yumru,soğan gibi üretim materyali ile
taşınmaktadır. Bakteri, virus ve viroidlerde inokulum, mikroorgonizmanın tamamıdır. Fakat funguslarda
bir spor, misel parçası, sklerot gibi çimlenerek fungusu oluşturabilecek herhangi bir yapı olabilir (Şekil
3.2).
Bitki yüzeyine ulaşan inokulumun bitki dokusu içine girmesine penetrasyon denir. Patojenlerin
bitki dokuları içine girişi yaralardan, doğal açıklıklardan veya doğrudan doğruya epidermisten olabilir
(Şekil 3.3). Penetrasyonda bazen vektörler de rol oynayabilir. Penetrasyon için gerekli iki koşul, yeterli
nem (bazı patojenler için su damlası) ve yeterli sıcaklıktır. Sporların soğuk havalarda çimlenip yayılma
şansı pek olmadığı için yaş sebze ve meyveler +4 ºC dolayındaki depolarda muhafaza edilebilirler.
Penetrasyon mutlaka enfeksiyonla sonuçlanmaz. Konukçu bitki dayanıklıysa penetrasyon gerçekleşse bile
patojen hastalığı oluşturmadan ölür, dolayısıyla bitki hastalanmayabilir.
Penetrasyondan sonra patojenin hassas konukçu hücre ve dokularına ulaşarak burada beslenmeye
başlamasına ve gelişerek çoğalmasına enfeksiyon denir. Başarılı enfeksiyonlar konukçu dokularında
belirtilerin ortaya çıkmasına neden olur. Ancak bazı enfeksiyonlarda bir süre belirti oluşamayabilir. Bu
süre latent evre olarak adlandırılır. Hastalanmanın başlangıcından,yani enfeksiyondan ilk hastalık
belirtilerinin ortaya çıkmasına kadar geçen süreye inkübasyon (kuluçka) dönemi denir. Kuluçka dönemi
çevre koşullarına da bağlı olarak her patojen için değişiktir, ama belirlidir. Bir çok hastalıkta belirtiler
inokulasyondan birkaç gün veya birkaç hafta sonra oluşmaktadır. Bazen bu birkaç yıl da
sürebilmektedir.
Şekil 3.2 : Đnokulum
kaynakları.
Şekil 3.3 : Bir fungus sporunun direkt penetrasyonu (şematik): AP: Appresorium, ED: Epidermis
hücresi dış duvarı, EH: Enfeksiyon hifi, K: Kutikula, ÇB: Çim borusu, PÇ: Penetrasyon çivisi, FS:
Fungus sporu.
Bir hastalığın kuluçka dönemini bilmenin kimyasal savaş açısından pratik bir yararı vardır. Đlaçlama
kuluçka döneminde yada daha önce yapılmalıdır. Geç kalındığı zaman ilaçlamanın etkinliğinde düşme
olacaktır.
Funguslar ve parazit bitkiler genellikle appressorium oluşturarak mekanik bir basınçla
kutikulayı ve hücre duvarını aşarlar. Fakat patojenlerin bitki bünyesi içindeki faaliyetleri esasen
kimyasaldır. Bitkilerde hastalıkların oluşumunda patojenler tarafından salgılanan enzim, toksin, büyüme
düzenleyicisi ve polisakkaritlerin önemli rolleri vardır. Yumuşak çürüklüklerde enzimler, vahşi ateş ve
fusarium solgunluğu hastalığında toksinler, kök uru oluşumunda ise büyüme düzenleyicileri (hormonlar)
rol oynar. Patojenlerden sadece viruslar ve viroidler bu maddeleri salgılayamazlar. Fakat bunlar bitki
hücrelerinde doğal olarak oluşan bazı maddelerin, bitkilere zarar verecek düzeyde salgılanmasını teşvik
ederler. Enzimler bitki hücrelerindeki yapı maddelerini eritir, hücrelerdeki ana besin maddelerini parçalar
yada doğrudan protoplastı etkileyerek işlerini engellerler. Toksinler doğrudan protoplazmayı etkiler,
sitoplazma zarının geçirgenliğini ve fonksiyonunu bozarlar. Toksinlerin çoğu mikroorganizma olmaksızın
aynı hastalık simptomunu verebilmektedir. Örneğin, fusarik asit toksini tek başına tipik solgunluk
simptomu oluşturabilmektedir. Hormonlar hücre bölünmesi yada hücre boyutları üzerinde etkili olurlar.
Polisakkaritler ise sadece iletim demeti hastalıklarında rol oynarlar, su ve mineral maddelerin taşınmasını
önleyerek zararlı olular.
Enfeksiyondan sonra patojen konukçu dokularına veya organlarına yayılarak gelişmeye devam
eder. Bazı patojenler hücreler arasında, bazıları hücre içinde, bazıları da iletim demetlerinde çoğalır ve
yayılırlar. Birçok enfeksiyon lokaldir; yani patojen konukçunun birkaç hücresinde veya küçük bir alanında
etkili olur. Bazı enfeksiyonlar ise genel (sistemik)’dir; yani patojen girdiği noktadan bitkinin tüm hassas
dokularına yayılır. Enfeksiyonlar sonucunda patojenlerin bitki dokuları içinde gelişerek eşeyli ve eşeysiz
çoğalma yapılarını oluşturmalarına sporulasyon veya frutifikasyon denir. Koşullar hastalık oluşumuna
uygun devam ettiği sürece hastalık çemberi tekrarlanır. Koşullar uygunsuz hale gelince patojenler dayanıklı
yapılarını oluşturarak toprakta veya bitki artıklarında canlılıklarını sürdürür ve ertesi yıla bu şekilde
geçerler.
Funguslar vegetatif büyümelerini konukçu bitki dokusunun içinde geliştirirler. Ancak generatif organları
bakterilerin aksine, bitki dokusunun dışında oluşur. Generatif organlar olan spor, spor taşıyıcı ve spor evleri
hastalık belirtilerinin etrafında oluşur ve her fungus türü için spesifiktir. Genellikle teşhiste bu özellikten
yararlanılır. Funguslar generatif organlarını ölü bitki kısımları üzerinde de geliştirebilirler. Bu şekilde oluşan
generatif organlar kışlık dinlenme formlarıdır. Patojenler genellikle bu formları ile ertesi yıla canlı olarak
geçerler. Bakteriler, funguslar gibi bitki dokusunun dışında generatif organlar oluşturmazlar. Hatta dokunun
içinde çoğalan bakteriler,nemli havalarda damlalar halinde,sızıntı şeklinde çıkarlar. Viruslar ise funguslar gibi
ne vegetatif, ne de generatif organlar oluşturmadığı için sadece simptom gösterirler.
Bitkilerdeki Savunma Mekanizmaları
Bitkiler patojenlerin saldırısına karşı kendilerini savunurlar. Savunmada bitkinin yapısal
özellikleri ya da bitkinin bünyesinde gerçekleşen biyokimyasal reaksiyonlar rol oynar. Savunma
mekanizmalarının bir kısmı bitkide doğal olarak bulunur, bazıları ise patojenle temastan sonra oluşturulur.
Patojen virulensinin ve bitki dayanıklılığının büyük oranda kalıtsal oluşu her iki tarafa da sürekli bir değişim
(varyasyon) özelliği kazandırmaktadır. Yani hem patojenlerin virulensleri,hem de konukçu bitkilerin
dirençleri değişkendir.Bu nedenle yapılan araştırmalarla bulunan her dayanıklı bitki çeşidini zamanla
hastalandırabilen yeni patojen ırkları ortaya çıkmaktadır.Böylece patojene dayanıklı bitki çeşitleri yetiştirme
çalışmaları aralıksız sürmektedir.
Bitkilerde doğal olarak bulunan savunma mekanizmalarından ilkini bitkinin yüzeysel yapısı
oluşturmaktadır. Bunlar arasında epidermis üzerinde mum tabakasının veya tüylerin olup olmaması ya da
bunların yoğunluğu, epidermis hücrelerinin ve kutikulanın kalınlığı, stomaların açık kalma süresi, sayıları ve
yapıları sayılabilir.
Bitkilerde doğal olarak bulunan bazı kimyasal bileşiklerin de savunmada önemli rolleri vardır.
Ayrıca bitkilerde doğal olarak bulunan ve patojenlerin gelişmesini engelleyen fenolik bileşikler ve tanninler
gibi kimyasal maddelerin genç yapraklarda yüksek konsantrasyonlarda bulunması dayanıklılığı
arttırmaktadır.
Patojen enfeksiyonlarına karşı bitkiler histolojik ve hücresel savunma yapılarını oluştururlar. Bitki
bünyesinde doğal olarak bulunan savunma yapılarına ve kimyasal bileşiklere rağmen bazı patojenler
konukçularına penetrasyonu gerçekleştirerek değişik seviyelerde enfeksiyona neden olurlar. Bitkilerde ise
enfeksiyondan sonra mantar ve ayırma tabakası, tylose gibi oluşumlar ile zamk birikmesi gibi histolojik
savunma yapıları devreye girer.
Mantar Tabakası Oluşumu: Birçok fungal, bakteriyel ve bazı viral enfensiyonlarda patojenin geliştiği bitki
hücrelerinin yakınındaki hücrelerde birkaç tabaka halinde mantar tabakası oluşur (Şekil 3.4). Bu ayırma
tabakası, su ve besin maddeleriyle patojen tarafından çıkarılan toksinlerin sağlam dokulara geçişini
önleyerek patojenin enfeksiyon bölgesinde hapsedilip küçük bir nekroz halinde kalmasını sağlar.
Şekil 3.4 : Yaprak hücreleri arasında mantar (cork) tabakası oluşumu. CL: Cork tabakası, H: Sağlıklı
yaprak dokusu, I: Hasta ve zararlanmış yaprak doku.
Ayırma Tabakası Oluşumu: Sert çekirdekli meyve ağaçlarının genç yapraklarında bazı fungal, bakteriyel
ve viral enfeksiyonlardan sonra bu enfeksiyon noktasının etrafındaki hücreler arasında bir kesiklik
meydana gelir ve bu ölü kısım tamamen kesilip atılır (Şekil 3.5). Böylece ölü doku hücreleri patojenle
birlikte düşmüş olur.
Şekil 3.5 : Prunus yaprağında hasta bölgenin çevresindeki
ayırım formasyonu.
Tyloses Oluşumu: Bunlar bitkinin iletim demetlerinde içe doğru meydana gelen çıkıntılar olup iletim
demetine komşu parankima hücrelerinin protoplastlarının aşırı büyümesi sonucu oluşur ve iletim
demetini tamamen tıkayabilirler. Böylece patojen burayı aşıp yukarıya doğru ilerleyemez (Şekil 3.6).
Enfeksiyondan sonra çok hızlı bir şekilde tylose oluşturan bitkiler solgunluk hastalıklarına dayanıklı
olurlar.
Şekil 3.6 : Xylem borularında Tyloses oluşumu, V: Xylem, XP: Xylem
Paranşimi, T: Tylosis.
Zamk Birikimi: Zamk, enfeksiyon bölgesi etrafındaki hücrelerde oluşmakta, hücre aralarını hızla
doldurup patojenin etrafında aşılması imkansız bir bariyer oluşturmaktadır (Şekil 3.7). Patojen bu
bariyer nedeniyle izole edildiğinden beslenememekte ve bir süre sonra ölmektedir.
Şekil 3.7 : Physalospora cydoniae ile enfekte olmuş elma
dalında zamk bariyeri.
M: Mycelium, Xv: Xylem, WF: Odun dokusu, WP:
Odun paranşimi.
Hücresel savunma yapıları,patojenlerin hücumuna uğrayan bazı hücrelerde hücre duvarlarından oluşur veya
hücre duvarlarının değişimi ile ortaya çıkar.Fungal enfeksiyonlardan sonra meydana gelen bu yapılar ya üst
epidermis hücre duvarlarının kabarması ya da penetrasyonu gerçekleştiren fungus miselinin etrafında oluşan
kın veya kılıf benzeri bir yapıdır(Şekil 3.8).Ancak bu yapıların savunma etkinlikleri sınırlıdır.
Şekil 3.8. Konukçu bitki hücresi duvarında penetrasyon
sırasında oluşan kılıf.
Bitkilerde enfeksiyondan sonra bazı hücresel değişiklikler de olmaktadır. Patojenle karşılaşan
parankima hücrelerinin duvarlarının dış tabakası şişkinleşir, hücre duvarı kalınlaşır veya hücre
duvarının iç yüzeyinde papilla denilen çıkıntılar oluşur. Bunlar bazen appressoriumun hücre
içine girişini engelleyerek penetrasyonu geciktirirler. Bitki hücrelerinin protoplazmasının
yoğunlaşarak tanecikli bir yapı kazanması özellikle fungal patojenlerin misellerinin hücre
içinde gelişmesini önler. Patojenle karşı karşıya geldikten sonra bitkilerde ortaya çıkan savunma
mekanizmalarından biri de aşırı duyarlılık reaksiyonu (HP)’dur. Patojen hücre duvarından
girdikten sonra hücre çekirdeğinin ve protoplazmasının yapısı hızlı bir şekilde bozularak hücre
ölür. Böylece patojenin orada gelişerek çevredeki hücreleri etkilemesi engellenmiş olur.
Patojenle karşılaştıktan sonra bitki bünyesinde bazı kimyasal bileşiklerin oluşması veya
normalde bulunan bazı bileşiklerin miktarlarının artması savunmada önemli rol oynar. Daha
önceden bitkide bulunmayan, enfeksiyondan sonra oluşan ve patojenlere toksik etki yapan
kimyasal bileşiklere ise fitoaleksin denir. Bunlar patojenlerin bitkiye girişinden sonra, kimyasal
yada mekanik zararın başlangıcında oluşurlar. Fitoaleksinler, oluştukları bitki türüne göre
isimlendirilirler.
IV. EPĐDEMĐYOLOJĐ
Hastalıkların bir gelişme döneminde belirli bir konukçu populasyonunda salgın oluşturmasına
epidemi denir. Epidemiyoloji kelime anlamıyla salgınlar bilimi olup hastalık epidemilerine neden olan
faktörleri incelemektedir.
Salgın yapmaya uygun olan hastalıkların, her ortaya çıkışında salgın yapması beklenmemelidir.
Salgın için gerekli her koşulun üst üste çakışması gerekecektir. Ancak bir epidemi uzun bir sürede yavaş
yavaş gelişerek adeta olgunlaşıp patlayabilir. Örneğin,Asma küllemesi (Uncinula necator) Fransa’ya 1945
yılında girdikten 6 yıl sonra epidemi yapabilmiştir. Buna karşılık Patates mildiyösü Đrlanda’ya girdiğinin
ikinci yılı olan 1846’da haftada 80 km hızla yayılarak ürünün % 80’ini yok etmiştir. Bir epidemi bazen hızlı,
bazen yavaş yavaş yükselip maksimuma çıktıktan sonra yavaş yavaş söner. Epideminin bu sönüşüne crisus
denir.
Bir ülkenin ya da bölgenin yerli bir hastalığının zaman zaman yaptığı salgınlara endemi denir.
Örneğin, Marmara Bölgesi’nde her zaman var olan Elma Karalekesi’nin bazı yıllarda salgın yapması endemi
olarak ifade edilebilir. Pandemi ise bir ülkede yada bölgede bulunmayan bir hastalığın salgın yapmasıdır.
1.
Epidemi Oluşumunda Etkili Olan Faktörler
Epidemilerin oluşumunda etkili olan başlıca faktörler hastalık etmeni, konukçu bitki ve çevre faktörleridir.
Hastalık etmeni ile ilgili faktörler: Bir hastalık etmeninin epidemiyi gerçekleştirebilmesi için
öncelikle onun hastalandırma gücünün, yani virulensinin yüksek olması gerekir. Patojenin
hastalandırma yeteneğine bir de çoğalma yeteneğini eklersek patojenin inokulum potansiyeli ortaya
çıkar. Patojen mikroorganizmalar aynı türden de olsalar, kendi aralarında farklı virulense sahip alt
gruplar, yani ırklar oluştururlar. Genellikle epidemiyi yapabilecek olan ırklar, yüksek derecede virulense
sahip ırklardır. Epidemi için gerekli olan bir başka koşul hastalık etmenin hızla yayılabilme yeteneğinde
olması, bir konukçudan diğerine kolayca taşınabilmesidir. Bu bakımdan sporları hava akımıyla taşınan
patojenler daha avantajlıdır. Fungusların çoğunda eşeyli ve eşeysiz olmak üzere en az iki enfeksiyon
döngüsü vardır. Elma karalekesi (Ventura inaequalis)’nde bu şekilde eşeyli enfeksiyon döngüsünün
içine, çok tekrarlı ve kısa süren eşeysiz döngüler yerleşmiştir(Şekil 4.1).
Konukçu bitki ile ilgili faktörler: Epidemiyi ortaya çıkaran koşullardan biri de konukçu
populasyonunun yoğunluğu (monokültür) ve yüksek derecede duyarlı olmasıdır. Konukçu bitkiler geniş
bir alanda dağılım göstermiyorsa, hastalıklar epidemi haline geçemezler. Küçük gruplar halinde yada
tek tek bireylerde hastalanma yaparlar. Hastalığın hızla ve geniş alanlarda yayılabilmesi için konukçu
bolluğu yanında,bunların yüksek derecede duyarlı olması da gereklidir.Duyarlı bireylerin üretimden
kaldırılmasıyla bir süre için epidemi olasılığı ortadan kaldırılabilir. Bazı hastalık etmenleri biyolojilerini
iki ayrı konukçuda geçirirler. Bu tip etmenlerin hastalık yapabilmesi için yakınlarında yeterli miktarda
ara konukçu bulunmalıdır.
Çevre ile ilgili faktörler: Bitki hastalıklarının epidemilerini etkileyen en önemli faktörler nem, sıcaklık ve
insanlar tarafından yapılan hatalı tarımsal uygulamalardır. Sporların patojen tarafından kısa aralıklarla
oluşturulması, konukçuya taşınması (inokulasyon) ve konukçu yüzeyinde çimlenmesi (penetrasyon) hava
koşullarına bağlı olarak başarılır. Sporun kaynaktan ayrılmasından çimlenmeye kadar çok uzun bir süre
geçmemelidir. Aksi halde yaşlanır, çimlenme gücü düşer, çimlenme süreleri uzar.
1.
Tek ve Çok Döngülü Hastalıklar
Belirli bir zaman süreci içindeki artışları bakımından patojenler arasında belirgin farklılıklar vardır. Tek
döngülü, yani bir gelişme mevsiminde sadece bir döl veren, yaşam çemberini bir kez tamamlayabilen
patojenlerin meydana getirdiği epidemiler yavaş gelişir. Fakat aynı konukçunun sürekli olarak bulunduğu
durumlarda, inokulum yıldan yıla artarak, uzun vadede ciddi boyutlara ulaşabilir. Çoğu toprak kökenlidir
ve hastalığı başlatan primer inokulum toprakta veya bitki artıkları üzerinde bulunan aklamidospor,
sklerotum vb. dinlenici yapılardan oluşur. Verticillium ve Fusarium türleri basit faiz şeklinde artış gösteren
tek döngülü hastalıklardır. Böyle bir hastalık oranı zamana bağlı olarak doğrusal bir artış göstermektedir
(Şekil 4.2).
Şekil 4.2 : Doğrusal artış gösteren bir hastalık
epidemisi.
Bazı hastalıklarda ise, patojen bir mevsim içinde çok sayıda döl verdiği için kısa sürede hızlı bir artış
gösterir. Phytophthora infestans gibi döl sayısı fazla olan çok döngülü patojenler bileşik faiz şeklinde artış
gösteren hastalıklara neden olurlar. Böyle bir hastalık zamana bağlı olarak “S” eğrisi şeklinde bir artış
gösterir (Şekil 4.3 ). Başlangıçta sınırlı miktardaki inokuluma bağlı olarak yavaş bir artış görülür.
Đnokulumun belli bir oranda artmasından sonra konukçunun da yeterli oranda bulunmasıyla hastalık oranı
hızlı bir şekilde yükselir ve daha sonra ortamda enfekte edilmemiş konukçu sayısının azalmasıyla epidemi
yavaşlar.
Şekil 4.3 : S eğrisi şeklinde artış gösteren bir
hastalık epidemisi.
Hastalık epidemileri matematiksel olarak:
Bu formülde,
x = x0 e r t formülüyle ifade edilir.
x = Herhangi bir zamandaki hastalık oranı,
x0 = Başlangıçtaki inokulum miktarı,
r = Ortalama enfeksiyon oranı,
t = Enfeksiyonun oluştuğu zaman süresi,
e = Doğal logaritma tabanı’dır.
Belirli bir zaman dilimi içinde, bir hastalığın enfeksiyon artış oranı ise
r = 1/t2-t1 log e x2/x1
formülüyle gösterilir. r’yi bir örnekle açıklayalım.Örneğin, ilk gün hastalık % 1, bir
hafta sonra % 5 olsun. x1 = 0,01, x2 = 0,05, t2 – t1 =7 gün olduğuna göre
r = 1/7 log 0,05/0,01
r = 1/7 x 1,61
r = 23 (Günlük artış)
Download