hayat treni - Bilkent University

advertisement
Fatma ÇÖZELİ
21401696
HAYAT TRENİ
Yaratık filminin yönetmeni Joon-Ho Bong’un bir başka baş yapıtı Kar Küreyici,
dünya karlar arasında yok olurken hayatta kalan bir tren dolusu insanı anlatmaktadır.
Tren, en arka vagondan öne doğru gittikçe sosyal sınıf artacak ve yaşam koşulları
iyileşecek şekilde tasarlanmıştır. Bu duruma katlanamayan Curtis de trene adalet
getirmek için eylem başlatır fakat tüm treni patlatarak başarısız olur. Patlamadan sadece
Tim ve Yona kurtulur ve trenden dışarı çıkınca karın artık öldürücü olmadığını fark
ederler. Yani sonunun karamsar mı yoksa iyimser mi olduğuna bir türlü karar
veremediğim filmlerden birisi daha.
Filmi izlerken trenin yöneticisini duygusuz, korkunç bir yaratık ilan etmek istedim
ama sonra onun ne kadar doğru kararlar aldığını fark ettim. Aldığı kararlar bazı bireyler
zarar görmesine yol açsa da topluluğun hayatta kalmasını sağlıyordu. Zaten filmi zarar
gören bireylerin gözünden izlediğim için en başta ezdiği insanlar gibi yöneticiden nefret
ettim. Acaba üst sınıfın gözünden izleseydim hangi duyguları hisseder, neler
düşünürdüm? Sonuçta her iki tarafın da haklı olduğu noktalar, herkesin kendine ait
mantıklı sebepleri vardı. Yani üst sınıfın gözünden izleseydim büyük ihtimalle düzeni
bozmaya çalışanlara kötü gözle bakardım. Filmdeki asıl amaç da insanlara bu ikilemi
yaşatmak bence.Ya düzeni yapaylaştırmayıp, herkese aynı imkânları sunarak
topluluğumuza veda ederiz ya da daha çok insanın hayatta kalmasını sağlamak için bazı
grupları feda edecek bir düzen kurarız. Topluluğa veda edersek tüm hazlarımızdan
vazgeçmek zorunda kalırız; gelişmek, ileriye gitmek hatta huzur içinde yaşayabilmek bile
neredeyse imkansız olur. Ama başka bir canlıyı kendimizi hayatta tutabilmek, daha rahat
yaşayabilmek için feda etmenin ne kadar etik bir davranış olduğu tartışılır. Başkasını feda
etmenin getirdiği suç duygusu bile herhangi bir insan için dayanılmaz bir duygu olmalı. O
suç duygusu rüyalarında bile kovalar insanı, gece gündüz başında özür dilemeni bekler.
Bu yüzden kimse başkasının feda edildiğini görmek istemez, görmezden gelir. Aynı
filmdeki gibi arka vagonda doğan herkesi arka vagonda doğdukları için suçlarlar, onların
kendi beceriksizlikleriyle orada olduklarına inandırırlar kendilerini. Halbuki sadece onlara
yardım etmekten, onlardan özür dilemekten kaçarlar; suçlu hissetmekten korkarlar ön
vagondakiler. Başlarında ise duygularından arınmış sadece düşünceleriyle yaşayan bir
adam oturduğu için de her şey normalmiş gibi görünür. Başka bir deyişle duygu ve
düşüncenin savaşı gibi olmuş film.
Duygular mı daha önemlidir yoksa mantıkmı düşünceler mi? Bu sorunun cevabı
verilmiyor filmde. İki senaryo da sunuluyor ama hangisinin dünyada ağır basması
gerektiği söylenmiyor. Her durumda bazılarının canı yanıyor, bazıları ise mutlu mesut
yaşamaya devam ediyor. Kimse de diğerini umursamıyor. Aşağı yukarı aynı şekilde
sonuçlanıyor toplum için verilen kararlar. Belki gerçekten herkesi mutlu edemeyeceğin
içindir. Sayımız arttıkça başımızdaki insanlar soyumuzu devam ettirebilmek için acımasız
kararlar vermek zorunda kalmıştır. Artık “hepimizi birimiz için” değil “birimizi hepimiz
için” feda etmeye başlamışlardır. Ve sadece bunun sebebini anlayabilenlere
devretmişlerdir yönetimi, Tim’in Curtis’i trenin başına geçirmek istemesi gibi. Peki, Curtis
gibi biri gerçek olabilir mi ki? Her şeyi tekrar doğanın ellerine verecek biri doğabilir mi?
Böyle bir şey yapsa da ne kadar doğru olabilir ki? Bunu yapmazsak ne kadar doğru
yaşayabiliriz ki? Hangisini yapmalıyız dersiniz? Topluluğumuzu, soyumuzu, neslimizi
devam ettirmek için hiyerarşi sistemi kurup bir grup insanı ezmeli miyiz yoksa herkese
aynı imkanları sunup sadece kabiliyeti olan birkaç insanın yaşamasına mı râzı olmalıyız?
Download