Kamer Sûresi`nin 31. âyetinde "Biz onlara korkunç bir

advertisement
1
İçindekiler
Kamer Sûresi'nin 31. âyetinde "Biz onlara korkunç bir ses gönderdik, davar ağılındaki kuru
ot ve çırpı gibi oldular." denilmektedir. Bu ayette bilimsel bir mucize var mıdır? ....................3
Allah, nefsi neden bu kadar asi, şerre meyilli ve şiddetle kötülüğü emredici yaratmış? ...........6
Bazı kişilerin her kurban bayramında yaptığı kurbana sataşmalara nasıl cevap verilmelidir?
.......................................................................................................................................................8
Kitapların düşünce ve inanç mekanizmasındaki rolü nedir? .....................................................9
Ebedi cehennemlik günahlar var mı? .......................................................................................10
Cennet annelerin ayağı altındadır, hadisinin sıhhati ve tahrici nasıldır? ...............................12
Sahabeler az yedikleri halde o kadar ağır savaşlara nasıl dayanıyorlardı? ............................13
Temiz olmayan bir elbise temiz olanların içerisine karışsa hangisi olduğu da bilinmese
hepsini mi yıkamak gerekir? ......................................................................................................15
İslam bir dairedir, döndüğü müddetçe siz de kitapla beraber o dairenin içinde dönünüz,
hadisini tamamı nasıldır? ..........................................................................................................16
Kurban kesinceye kadar saçınızdan ve tırnaklarınızdan bir şey almayın, anlamında bir hadis
var mıdır?....................................................................................................................................17
2
Kamer Sûresi'nin 31. âyetinde "Biz onlara korkunç bir ses
gönderdik, davar ağılındaki kuru ot ve çırpı gibi oldular."
denilmektedir. Bu ayette bilimsel bir mucize var mıdır?
Kuran-ı Kerim'in nazil olduğu zamanlarda ses dalgalarının ayette ifade edildiği gibi bir helakete
sebebiyet verebileceği bilgisi yoktu. Kuran-ı Kerim'in bu bilgiyi vermesi bilimsel bir
mucizedir. Bilim ilerledikçe Kuran'ın ifadelerinin mucizeliği de ortaya çıkmaktadır.
Kur'ân Âyetlerinde Ses ve Titreşim (Sami Polatöz)
Ses ve titreşim günlük hayatımızın vazgeçilmez hâdiselerindendir. Bu hâdiseler birbiriyle
oldukça bağlantılıdır. Ses, basınç dalgalarıyla oluşturulur. Basınç dalgaları da kulak zarı gibi
yapıların titreşimine sebep olur. Bu yüzden ses, havadaki çok küçük basınç dalgalarındaki
değişmelerin iletilmesi olarak da tarif edilir. Titreşim ise, bir denge noktası etrafındaki mekanik
salınımdır. Salınım hareketi, bir cismin fizikî özelliğinin periyodik olarak değişmesi neticesinde
oluşur.
Bu fizikî özellik, yer değiştirme, hız, basınç sıcaklık vb. olabilir. Bu salınımlar, bir sarkaçın
hareketi gibi periyodik olabileceği gibi çakıllı bir yolda tekerleğin hareketi gibi düzensiz de
olabilir. Ses dalgaları, hava moleküllerinin küçük titreşimleri iletmesi ile meydana gelir. Araçta
yolculuk ederken meydana gelen küçük sarsıntılar, sarkaç tarzı hareketler, elek mekanizmaları,
çamaşır makinesinin sarsıntıları, depremler, titreşim tarzı hareketlere örneklerdir.
Kur'ân-ı Kerîm'de ses ve titreşimle alâkalı çok sayıda âyet bulunur. Meselâ, inançsız kimselerin
anlatıldığı birçok âyette onların kulaklarının içerisine ağırlık konulmasından veya kulaklarında
ağırlık olmasından bahsedilir. Kehf Sûresi 57. âyette "Biz onların kalblerine bunu anlamalarına
engel olacak perdeler, kulaklarına da ağırlıklar koyduk." denilmektedir. "Kulaklardaki ağırlık"
ifadesi, En'am 25, Lokman 7, Fussilet 5, Fussilet 44 âyetlerinde de geçmektedir.
Lokman Sûresi'nin 7. âyetinde; "Âyetlerimiz o kimseye okunduğu zaman, sanki kulaklarında
ağırlık var da işitmiyormuş gibi büyüklenerek sırt çevirir." denilmektedir. Titreşim için genelde
doğru olan ağırlık kavramı, kütlenin artması ile titreşim frekansının azalmasını ifade eder. Ses
yüksek frekansta bir titreşimdir. İnsan kulağı 20 Hz ile 20.000 Hz aralığındaki sesleri duyabilir.
Kulakta ağırlık olması, kulak zarının titreşim frekansını azaltacağı için işitme kaybına sebep
olur. Her ne kadar bu ağırlık gerçek bir ağırlık olmasa da, Kur'ân da duymak ve anlamak
istemeyen inkârcılara karşı temel bir fizik kavramına işaret edilerek sağırsınız
(duymuyorsunuz, işitmiyorsunuz) denilmektedir. Bu âyetlerin gelişen ilimlerle yeni
yorumlarının yapılmasına ihtiyaç vardır. Bu âyetlerde son zamanlarda geliştirilen bazı
teknolojilere işaret olabileceği gibi, henüz uygulanmamış bazı yeniliklere imalar da olabilir.
Mülk Sûresi'nin 13 ve 14. âyetlerinde geçen ifadeler, enteresandır: "Sözünüzü ister gizleyin,
ister açığa vurun; bilin ki O, sinelerin özünü bilmektedir. Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince
işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır." Bu âyetlerde ultrason âletinin çalışma
prensibine işaret vardır, şöyle ki: Gizlenen söz ile duyma frekans aralığında olmayan ses
dalgaları ve açığa vurulan söz ile duyma frekans aralığındaki ses dalgaları kastedilmiş olabilir.
Sinelerin özünü bilme ile insanın mânevî yapısı, düşünceleri ve kalbî hayatı anlatılır. Ayrıca
bununla, insan vücudunun içerisindeki en ince biyolojik ayrıntılara da, işaret edilmektedir.
Ultrason âleti ile kulağımızın duyamayacağı yükseklikte ses dalgaları, vücuda gönderilir.
Yansıyan dalgaların toplanması ve analizi ile görüntü oluşturulur. Bu görüntülerle, iç yapımız
hakkında bilgi edinilir. Ameliyat ve tahribat yapmadan en ince detayları bilmek için, bu ses
dalgalarına ihtiyaç vardır ve âyette buna işaret edilmektedir.
3
Titreşimlerde çok temel bir kavram rezonanstır. Salınım yapan her sistemin tabiî bir frekansı
vardır. Açarsak, bu sistemin dış tesir ve müdahale olmaksızın serbest salınım yaparkenki
frekansıdır. Eğer dış zorlama faktörüne ait frekansın değeri, tabiî frekansa çok yakın ise, baskın
rezonans oluşur. Rezonansa girmiş bir sistemde, çok küçük zorlama genlikleri (genlik, bir
dalganın normal konumundan yükselme ve alçalma mesafesidir.) ile sisteme çok büyük
hareketler sağlanabilir. Amerika Birleşik Devletleri'nde 1940'da yapılan Tacoma Narrows asma
köprüsü açıldıktan çok kısa bir süre sonra, böyle bir rezonans neticesi yıkılmıştır.
Kur'ân-ı Kerîm'de bu tip bir rezonansa işaret olabilir mi? Hud Sûresi'nin 94. âyetinde;
"Zulmedenleri ise o korkunç ses bastırıverdi de diyarlarında çökekaldılar." denilmektedir.
Rezonans ile vücudumuzun iç organlarına ait hücreleri tahrip edebilecek bir ses dalgası
oluşturulabilir. Böyle bir ses dalgası, binalara ve diğer eşyalara (farklı tabii frekansları olduğu
için) zarar vermeyebilir. Medyen halkının helâk olmasına, böyle bir ses dalgasıyla ortaya çıkan
rezonans sebep olmuş olabilir.
Mu'minun Sûresi'nin 41. âyetinde; "Derken korkunç bir ses onları bastırıverdi. Adalet yerini
buldu. Onları sel süprüntüsüne çevirdik. Zalimler güruhunun canı cehenneme!" denilmektedir.
Ses dalgasının rezonansı ile organları ve hücreleri parçalanmış insanlar, bir sel süprüntüsünü
andırıyor olabilirler.
Ankebut Sûresi'nin 40. âyetinde; "Onlardan her birini kendi suçu sebebiyle cezaya çarptırdık:
Kiminin üzerine taş yağdıran bir kasırga gönderdik, kimini korkunç bir gürültü bastırıverdi,
kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmedi, onlar asıl kendi
kendilerine zulmettiler." denilmektedir.
Ankebut Sûresi'nin 37. âyetinde de, Medyen halkının helâk olmasıyla ilgili olarak "Ama onu
yalanladılar. Bu yüzden onları bir titreme aldı ve oldukları yerde dizüstü çöküverdiler."
denilmektedir. Bazı meallerde "titreme aldı" yerine "deprem sarsıntısı" ifadesi de
kullanılmaktadır ki, diğer âyetlerle birlikte düşünüldüğünde Medyen halkının başına gelen
felâket, bir sesten kaynaklanan gürültü olmalıdır ve bu ses, vücutlarında bir rezonans meydana
getirerek onları tahrip etmiş olabilir.
Semud halkının helâk edilmesi de yine Araf Sûresi'nin 78. âyetinde şöyle ifade edilmektedir:
"Bunun üzerine onları o gürültü yakaladı da, yurtlarında dizüstü donakaldılar."
Bazı meallerde Araf Sûresi'nin 91 ve 155. âyetlerinde geçen "racfeh" kelimesi yanlış tercüme
ile deprem olarak ifade edilmiştir. Bu kelimeyle kastedilen hâdise, sesin sebep olduğu bir
titreşim olmalıdır.
Yasin Sûresi'nin 28. ve 29. âyetlerinde, ses dalgalarının tahrip edici özelliği şöyle
vurgulanmaktadır: "Ondan sonra milleti üzerine gökten bir ordu indirmedik; zaten indirecek de
değildik; sadece tek bir ses yeter, hemen sönüp gittiler." Ses dalgaları ile düşman kuvvetlerinin
tahrip edilmesi hususu, üzerinde çalışılması gereken bir konu olarak görünüyor.
Kamer Sûresi'nin 31. âyetinde ise; "Biz onlara korkunç bir ses gönderdik, davar ağılındaki kuru
ot ve çırpı gibi oldular." denilmektedir.
Haşir Sûresi'nin 21. âyetinde; "Eğer biz bu Kur'ân'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu
Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misâlleri insanlara düşünsünler
diye veriyoruz." denilmektedir. Bu âyette, ses dalgası ile rezonanstan dolayı bir parçalanmaya
işaret edilmiş olabilir. İleride dağlardan yollar açabilmek için, ses dalgaları ile dağları
rezonansa getirme üzerinde çalışmalar yapılabilir.
4
Rad Sûresi'nin 31. âyetinde; "Eğer dağları yürütecek, yeri param parça edecek, ölüleri bile
konuşturacak bir kitap olsaydı, işte o, bu Kur'an olurdu!" buyrulmaktadır. Yine Enbiya
Sûresi'nin 79. âyetinde; "Davutla beraber tesbih etsinler diye dağları ve kuşları buyruk altına
aldık." ifadesinde Hz. Davut'un (as) sesiyle dağların rezonansa gelmesi ve ses dalgalarını
aksettirme mu'cizesi anlatılmaktadır. Benzer bir teknoloji ile ileride sesleri daha geniş
ortamlarda ve yüksek şiddette yaymak mümkün olabilecektir.
Muhammed Sûresi'nin 30. âyetinde; "Hattâ sen onları (münafıkları) ses tonlarından kesinlikle
tanırsın. Allah bütün işlerinizi bilir." denilmektedir. İyi bir ses analizi ile bir yalan makinesi
yapılıp şahsın doğru söyleyip söylemediği hakkında bir fikir edinilebilir. Mevcut yalan
makineleri, temel olarak kan basıncı ve nabız atışındaki artış gibi adrenalinin yan tesirlerini
ölçerek çalışmaktadır.
Depremlere karşı dağların ve dağlık bölgelerin daha korunaklı olduğu bilinen bir gerçektir.
Dağların oluşturduğu büyük kütlelerin hem deprem dalgalarını söndürme, hem de kütle artışına
bağlı olarak deprem frekansını düşürme ve deprem dalgalarının tahribatını azaltma tesirleri
mevcuttur. Bu hakikatlere birçok âyette işaret edilir: Hicr Sûresi'nin 19. âyetinde; "Yeri uzatıp
yaydık, oraya sabit dağlar yerleştirdik, yine orada miktarı ve ölçüsü belli olan her çeşit nebatı
bitirdik." denilmektedir.
Nahl Sûresi'nin 15. âyetinde; "Hem dünya, hareketleriyle sizi sarsmasın diye yeryüzüne ağır
baskılar çaktı, sabit dağlar koydu, maksatlarınıza ermeniz için ırmaklar, geçitler yerleştirdi."
buyrulmaktadır. Çamaşır makinelerinde dönen kazan titreşimlere yol açmaktadır ve kazanın
üzerine ciddi bir ağırlık yerleştirilerek titreşimlerin azaltılması hedeflenir. Yeryüzündeki
titreşimleri azaltmada ise bu görevi dağlar üstlenmiştir.
Enbiya Sûresi'nin 31. âyetinde; "Yerin insanları sarsmaması için oraya dağlar yerleştirdik.
Maksatlarına ermeleri için orada geniş yollar, geçitler yaptık." denilmektedir. Neml Sûresi'nin
61., Lokman Sûresi'nin 10., Kaf Sûresi'nin 7. ve Nebe Sûresi'nin 7. âyetlerinde de benzer
ifadeler geçmektedir.
Netice olarak, ses ve titreşim yönüyle Kur'ân-ı Kerîm'in âyetlerinin yeniden ele alınıp
yorumlanmasına ihtiyaç vardır. Çünkü yukarıda belirtilen âyetler, mevcut ilmî hakikatlere
işaret etmekle birlikte, ileride yeni teknolojilerin gelişmesine de öncülük edebilecek mânâlar
ihtiva etmektedir.
(Bk. Sami Polatöz, Kur'ân Âyetlerinde Ses ve Titreşim, Sızıntı Dergisi, sayı 400, Mayıs, 2012)
5
Allah, nefsi neden bu kadar asi, şerre meyilli ve şiddetle
kötülüğü emredici yaratmış?
- Allah imtihan açmayı uygun görmüştür. Onun bu tercihini sorgulamaya ne hakkımız ne de
haddimiz vardır. Sadece hikmetini öğrenmeye gayret sarf edebiliriz.
Ancak tıkandığımız yerde de bütün benliğimizle kendisine iman ettiğimiz rabbimize teslim
olup haddimizi bilmeye özen göstermemiz gerekir.
- İmtihanın adil yapılması için, hem imtihanın kazanmasına, hem de kaybetmesine yardımcı
olacak unsurların bulunması gerekir. Bu açıdan bakıldığı zaman, müspet yönde imtihanda olan
insanlara yardımcı olan akıl, fikir, vahiy gibi çok kuvvetli unsurlarla insanlara destek
sağlamıştır. Bunun yanında nefis gibi menfi yönde imtihana etki edecek unsurları da var
etmiştir.
Kaldı ki, nefis denilen mekanizmayı eğitim ve öğretimle müspet katkı verecek bir rotaya
girmesini sağlamak da mümkündür. Nefsin Levvame, mutmainne, radiye, mardıye gibi
dereceleri onun bu müspet yönüne işaret eder.
- Aslında bu imtihan çok fazla da zor değildir. “Zorluk” kavramı, tartışmaya açık, rölatif
içerikli olduğundan zor anlaşılan bir kavramdır. Böyle olmakla beraber, gerçek anlamından da
kaydırılmıştır.
“Zorluk” kavramı, hep imkânsız gibi negatif bir enerji santral merkezi görevini üstlenmiştir.
Bu sebeple de akıl yönetiminde bir mantık yöntemi kullanılmadan psikolojik bir travmanın
yaşanmasına yol açılmıştır.
- Şimdi insafla bakalım, Allah bize her türlü yiyecek ve içeceği helal kılmış, sadece şarap-içki
ve domuz eti gibi -sağlımıza zararlı- bazı şeyleri yasaklamıştır. Hayatı boyunca insan o
yasaklardan uzak kalsa,
zerre kadar ne sağlığından, ne gıdasından ve ne de damağının tadından bir şey kaybeder.
Cinsel dürtüleri tatmin etmek için de meşru bir dairede insana yakışan bir disiplin içinde bir
evlilik akdiyle bunu gerçekleştirebilir.
- İnsanlar genellikle, zor olduğu için değil, o güzelim aklın ve fıtratının derinliklerinde yer alan
vicdanının sesine kulak vermediği için, imtihanı kaybeder. Tabii ki, bununla her şeyin çok
kolay olduğunu söylemek istemiyoruz. Hangi imtihan çok basittir ki? Hele ucunda hiç de ucuz
olmayan bir cennetin ve hiç de lüzumsuz olmayan bir cehennemin bulunduğu bir imtihanın
ağırlığı, ciddiyeti ve disiplini elbette tartışılamaz.
Ancak Allah’ın affı, sonsuz rahmeti, rahmetinin her zaman gazabının önünde olması,
tövbe kapısının her zaman açık olması, kötülüklerin bire bir, iyiliklerin en az bire on
yazılması, imtihanın kazanmasına yönelik verilen tolerans olduğu gerçeğini hangi akıl ve
vicdan reddedebilir!
- Rivayete göre, bir sefer/yolculuk esnasında sahabelerden bazıları normal yürürken, bazıları bitkinlikten ötürü- yavaş yürüyordu. O sıralarda Peygamberimiz, Hac suresinin (kıyamet
depreminden sözeden) ilk iki ayetini sesli bir şekilde okudu. Reslullah’ın bu ayetleri sesli
okuduğunu duyan oradaki bütün sahabiler -bunun mutlaka bir hikmeti var diyerek- yanına
koştular. Pür-merak çevresinde toplananınca da Peygamberimiz; “Siz (bu ayetlerin bahsettiği)
bu günün hangi gün olduğunu bilir misiniz?” diye sordu ve şöyle devam etti: “O gün
Adem’e çağrı yapıldığı; Allah’ın “Ey Adem! Ateşin payını ayır!” diye emrettiği gündür.
6
Adem “Ya Rab! ateşin payı nedir?" diye sorar. Allah da: “her bin kişiden doksan dokuzu
ateşe/cehenneme, bir kişi de cennete girecektir.” diye buyurur.
Bunu duyan sahabilerin çehreleri değişti, üzüntüden yüzlerinde tebessüm eseri kalmamıştı.
Resulullah sahabenin bu ümitsiz ve üzüntülü hallerini görünce şöyle buyurdu:
“Müjdelenin, ümitvar olun ve salih amel yapmaya devam edin! Muhammed’in nefsi
elinde olan Allah’a yemin ederim ki, o gün siz, öyle iki mahluk taifesi arasındasınız ki,
onlar kimlerle, hangi şeyle karşılaştırılırsa mutlaka hepsinden daha fazla gelirler.
Bunlar: Yecuc-Mecucdur, bir de Adem’in ve(cinlerin babası olan) İblisin neslinden helak
olanlardır.”
Bunu duyunca sahabelerin yüzü gülmeye başladı. Resulullah sonra şunları söyledi:
“Amellerinizi yapın ve ümitvar olun; Muhammed’in nefsi elinde olan Allah’a yemin
ederim ki, siz o gün bir devenin (sağ veya sol) yanında bulunan bir ben, veya bir hayvanın
kolunda bulunan bir çizgi (bir rivayette: bir siyah öküzün yanı üzerindeki beyaz bir pul,
yahut da beyaz bir öküzün yanı üzerindeki siyah bir pul) kadarsınız” Bu hadisi ayrıca
Nesai’nin yanında Tirmizi de rivayet etmiş ve bunun hasen-sahih olduğunu belirtmiştir. (bk.İbn
Cerir Taberî, İbn Kesir, ilgili ayetin tefsiri)
Bu hadisi Tirmizi, Ahmed b. Hanbel de rivayet etmiştir. Tirmizi bunun hasen-sahih olduğunu
belirtmiştir. (bk. Tirmizi, tefsir, 23; İbn Hanbel, 4/435).
İmam Buhari de bu konuyu “bir sefer esnasında..” şeklindeki başlangıç kısmına yer vermeden
rivayet etmiştir. (bk. Buhari, Tefsiru sureti 22, 1)
- Rivayetlerin ifadelerinden anladığımız kadarıyla, cehenneme gidecekler için verilen sayı,
kıyamet günü, ilahî mahkeme başlamadan önceki merhaleye ait olduğunu söyleyebiliriz.
Buna göre, bu sayıyla cehennemi hakkeden her türlü kâfir ve her türlü günahkâr insanların
içinde bulunduğu bir yekundan bahsedilmiştir. Halbuki, daha sonra değişik sahih hadislerin
ifade ettiği üzere, pek çok insan, Allah’ın affına mazhar olarak cehenneme girmekten
kurtulacaktır.
Keza, pek çok insan da Hz. Muhammed’in, diğer peygamberlerin, evliyanın, şehitlerin ve
büyük alimlerin yapacakları şefaatle kurtulacaktır. Yani hakkı cehennem olduğu halde oraya
girmeden kurtulacaktır.
Keza, önemli bir kısmı, cehenneme gitmekle beraber, “zerre kadar imanı taşıdığı için”
Allah’ın lütuf ve rahmetiyle oradan çıkacak ve cennete girecektir.
Elbette cennete adam istediği gibi cehennem de adam ister. “Zalimler için yaşasın
cehennem!”
İlave bilgi için tıklayınız:
İmtihan sırrının Allah’a bakan yönü nedir?
7
Bazı kişilerin her kurban bayramında yaptığı kurbana
sataşmalara nasıl cevap verilmelidir?
- Dünya çapında kesilen kurbanlarla, diğer zamanlarda yılda kesilen hayvanların sayısını
karşılaştıracak bir bilgiye sahip değiliz.
- Ancak işin ehli olan bazı kimselerin bildirdiğine göre, “Türkiye’de Kurban Bayramı’nda 2
milyona yakın küçükbaş, 800 bine yakın da büyükbaş hayvan kesilmektedir."
Bunun normal kesime göre daha az olduğunu düşünüyoruz.
- Bu konuda kurbanın hikmetini anlamaya çalışmak ve bunları diğer insanlarla da paylaşmak
güzeldir. Ancak bazı dinsizlerin her fırsatı kullanarak İslam dinine saldırmalarına cevap
vermek, saldırılarını sona erdirmeyebilir. Bizler görevlerimizi yapmaya devam edeceğiz.
- Bununla beraber, Allah sadece kurban bayramında kurban olarak kesilen hayvanları değil,
başka zamanda da bazı hayvanların kesimine izin vermiş ve insanların bunlardan istifade
etmelerini tavsiye etmiştir. Bu sebeple, aslında kurbanlarla diğer kesilen hayvanlar arasında
sayı bakımından bir karşılaştırmaya hiç gerek yoktur. Çünkü, kurbana karşı çıkanların onlara da
karşı çıkmaları gerekir.
Halbuki dünyada kendine vejeteryan diyenlerin sayısı çok azdır. Kaldı ki, bunlardan bir kısmı,
beyaz et yiyor, sadece kırmız et yemiyor. Peki, tavukların da canı can değil mi? Balık da
yiyorlar. Peki, balığın da canı can değil mi?
Ayrıca kırmızı et yemeyenlerin sağlıklarına zarar verdikleri uzmanlarca kabul edilmektedir.
Bu açıdan bakıldığı zaman, et yemeyenler veya kurbanlara karşı çıkanlar, hem Allah’ın fıtrat
kanunlarına, hem insanların sağlık kanunlarına, hem insanların büyük çoğunluğun kabul
ettiği beslenme kanunlarına karşı çıkmış oluyorlar.
İlave bilgi için tıklayınız: Kurban Karşıtlığı..
8
Kitapların düşünce ve inanç mekanizmasındaki rolü nedir?
İnsanı insan yapan, onun düşünebilen, konuşabilen, akıl ve idrak yeteneğine sahip olan bir
varlık olmasıdır. Ancak, yaratılışının gereği olarak, meleklerle akıl melekesinde, hayvanlarla
öfke ve iştihada, bitkilerle de büyüme ve gelişme melekesinde ortak olmuştur.
Bu farklı unsurların zıt etkileri vardır. İnsanlık kompozisyonu bakımından, bunlardan biri
“yaşa!” derse, diğeri “öl!” diyebilir.
Bu sebeple, Allah imtihanda insanı sadece aklından ötürü sorumlu tutmamış, aksine kitap ve
peygamberler göndererek insanı irşat etmiş ve bu irşadın sonucuna göre imtihanı kazanıp
kazanmadığını değerlendirmiştir.
“Kim doğru yolu seçerse, kendisi için seçmiş olur; kim de doğru yoldan saparsa, kendi
aleyhinde sapmış olur. Hiçbir kimse başkasının günah yükünü taşımaz. Biz peygamber
göndermediğimiz hiçbir halkı cezalandırmayız.” (İsra, 17/15) mealindeki ayette, hidayet ve
dalaletin sebebi, vahiy olarak indirilen kitaba/Kur’an’a (ve diğer kitaplara) tabi olup olmamak
olarak belirtilmiştir. Ve kitap/peygamber insanlara gönderilmeden onların sorumlu
tutulmayacağına da vurgu yapılmıştır.
Bundan anlaşılıyor ki, imtihana tabi tutulan insanların bir yandan kişilik itibariyle “akıl-bâliğ”
olmaları/rüşt çağına girmiş olmaları şart koşulmuşken, diğer taraftan da bu insanlara hak ve
hakikati öğreten kitapların ve bu kitapları öğreten muallimlerin/peygamberlerin varlığı
zorunlu kılınmıştır.
Bu hakikatler gösteriyor ki, hak ve hakikati öğrenmek için Allah’ın gönderdiği kitapları
okumak ve o kitapları ders veren peygamberlerin öğütlerine ve peygamberlerin izini takip eden
yetkili ilim erbabına kulak vermek şarttır.
Özellikle bütün vahiylerin esaslarını ihtiva eden ve en son vahiy kaynağı olan Kur’an’a aykırı
beyanlarda bulunan her kitap yanlış olduğu gibi, sünnetiyle Kur’an’ı tefsir edip açıklayan Hz.
Muhammed’in beyanlarına ters düşen her öğretmenin öğrettikleri de kesinlikle yanlıştır ve
zararlıdır. Yete ki, bu farklı kaynakların ifadelerini doğru algılayabilelim.
İşte bütün bu açıklamalar gösteriyor ki, akıl tek başına hakikati keşfedemez. Bilakis, akıl
eğitildiği fikirler istikametinde tepki gösterir.
“Her doğan çocuk fıtrat dini olan İslam’ı kabul edebilecek bir kabiliyette doğar. Sonra
annesi, babası, çevresi, onu Yahudî, Hıristiyan, Mecusî yaparlar.” (Buhârî, cenâiz 92; Ebû
Dâvut, sünne 17; Tirmizî, kader 5) manasına gelen hadisin ifadesi, aklın yanıltılabileceği ve
yanılabileceğini göstermektedir.
Bu sebeple -sizin de işaret ettiğiniz gibi- aklımızı eğitirken, kitaplarımızı, hocalarımızı iyi
seçmek durumundayız. Bu hadis aynı zamanda, imtihan sahasında bir tek zorunlu istikamet
gösteren kodlama trafik işaretinin de söz konusu olmadığına işaret etmektedir.
İnsanın cüzi iradesi, iyi veya kötü yolu tercih edebilecek bir özgürlüğe sahiptir. Bir takım fasık
olan kimselerin çocuklarının salih birer insan, tersine salih kimselerin çocuklarının da fasık
olmaları bu gerçeğin reddedilmez kanıtıdır.
9
Ebedi cehennemlik günahlar var mı?
- Ehl-i sünnet alimlerinin değişik ayet ve hadislere dayanarak vardıkları kanaate göre, şirk de
dahil her türlü inkar ebedi cehennemliktir. Bu gerçek kısaca, “imansız olarak kabre
girenler ebedi olarak cehennemde kalırlar” şeklinde ifade edilir. İmansızlığı doğurmayan
hiçbir günah ebedi olarak cehennem cezasını gerektirmez.
- İlgili ayetlerin meali -tertip sırasına göre- şöyledir:
a) “Faiz yiyenler tıpkı şeytanın çarptığı kimsenin kalkışı gibi kalkarlar. Bu, onların “Alış
veriş de faiz gibidir” demelerindendir. Halbuki Allah alış verişi mübah, faizi ise haram
kılmıştır. Her kime Rabbinden bir talimat gelir, o da faizden vazgeçerse, daha önce
yaptığı muamele kendisi için geçerlidir, hakkındaki hüküm de Allah’a aittir. Her kim
tekrar faizciliğe başlarsa, işte onlar cehennemliktir, hem de orada ebedî kalacaklardır.”
(Bakara, 2/275) Konuya şu ayeti de dahil edebiliriz:
b) “Kim bir mümini kasden öldürürse onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere gireceği
cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap
hazırlamıştır.” (Nisa, 4/93)
c) “Kimin iyilikleri tartıda hafif kalırsa, işte kendilerini ziyana sokanlar, cehennemde
ebedî kalanlar onlar olacaklardır.” (Müminun, 23/103)
d) “Onlar, Allah’la beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar. Allah’ın muhterem kıldığı
bir canı haksız yere öldürmezler. Zina etmezler. Kim de bunları yaparsa günahının
cezasını bulur. Kıyamette, o büyük duruşma gününde onun cezası katmerli olur ve
azapta, zillet içinde ebedî kalır.” (Furkan, 25/68-69)
Bu ayetleri, maddelerinin sırasına göre açıklayacağız:
a) Faizle ilgili olarak ebedi cehennemde kalanlar, kâfir kimselerdir. Çünkü bunlar ayette
belirtildiği üzere, “Alış veriş de faiz gibidir” demişlerdir. Yani Faizin haramlığını inkâr
etmişler. Bilindiği gibi, helali haram, haramı helal saymak küfürdür. Demek bunların
cehennemde ebedi kalmalarının sebebi, faiz yemeleri değil, faizi helal saymalarıdır. (bk. Razî,
Beydavî, Nesefî, ilgili ayetin tefsiri)
Bazı alimlere göre, ayetin sonunda yer alan “onlar orada ebedî kalacaklardır” mealindeki
ifadesi, hakiki ve mecazi olmak üzere iki manada açıklanabilir.
Hakiki manada olduğu zaman; söz konusu edilen faizciler “Alış veriş de faiz gibidir” deyip
kâfir olduklarından, gerçekten cehennemde ebedi kalırlar.
Mecazi manada olduğu zaman; ayette yer alan “cehennemde ebedi kalmak” ifadesi, uzun bir
süre kalmak anlamında olur. Ayette “Her kime Rabbinden bir talimat gelir…” ile başlayan
cümle bu manaya imkân vermektedir. (bk. İbn Aşur, ilgili yer)
b) “Kim bir mümini kasden öldürürse onun cezası, içinde ebedî kalmak üzere gireceği
cehennemdir” mealindeki ayetin hükmü konusundan alimlerin farklı yorumları olmakla
beraber, imanla kabre girmiş kimselerin ebedi olarak cehennemde kalmayacakları konusunda
ittifak halindedirler. Onun için yorumlar da bu düşüncenin etrafında şekillenmiştir. (bk. Razî,
ilgili ayetin tefsiri)
10
Bununla beraber, bizce şu yorumlar önem arzetmektedir:
1) Bu ayette Allah’ın, “Bir mümini kasden öldüren kimsenin” cezası/yaptığı bu suçun karşılığı
ebedi cehennem olduğunu belirtmesi, suçun dehşetini ve hakettiği cezayı ortaya koymaktadır.
Ancak bu cezanın tahakkuk etmesi ise, Allah’ın iradesine bağlıdır. Bu suçu işleyen kâfirleri
ebedi cehenneme koyabildiği gibi, müminleri de affedebilir veya uzun bir süreliğine
cehennemde tuttuktan sonra onu oradan çıkarabilir. Razî’nin benimsemediği bu görüş Kaffal’a
aittir. (krş. Razî, ilgili yer)
2) Bu ayetin hükmü hakiki manasında olmakla beraber, Allah’ın affı devreye girdiği zaman, bu
hüküm değişebilir. Nitekim alimlerin büyük çoğunluğuna göre, katil sağlam tövbe ettiği
takdirde affa mazhar olabilir. Küfrün tövbesi kabul gördüğü halde, katlin tövbesinin kabul
edilmemesi düşünülemez. “Şu muhakkak ki Allah Kendisine şirk koşulmasını affetmez, ama
bunun altındaki diğer günahları dilediği kimse hakkında affeder.” (Nisa, 4/48) mealindeki
ayetin beyanı bunu desteklemektedir. (bk. Razî, ilgili yer)
3) Bazı alimlere göre, bu ayetin konusu olanlar -bazı rivayetlerde geçtiği gibi-Mekis b. Dababe
adında biri /veya katli helal kabul ederek dinden çıkan kâfirler olabilir. Dolayısıyla bu hüküm
hakiki manasında olarak kafirler için söz konusudur, demektir. Yahut da buradaki “ebedilik”
kavramı mecaz olup uzun süre anlamındadır. (bk. Beydavî, Nesefi, ilgili yer)
c) Müminun suresinin 102-103. ayetlerinde, günah-sevaptan ziyade, iman-küfür muvazenesi
yapılmıştır. Bu sebeple,“O gün kimin iyilikleri mizanda ağır basarsa onlar kurtulacaklar”
mealindeki ayette imanı ve salih amelleri ağır basanların durumu belirtilmiştir.
“Kimin iyilikleri tartıda hafif kalırsa, işte kendilerini ziyana sokanlar, cehennemde ebedî
kalanlar onlar olacaklardır” mealindeki ayette ise, küfür ve kötü ameller yapanlar söz
konusudur. (krş. Razî, Beydavî, Ebu’s-Suud, ilgili ayetlerin tefsiri)
d) “Onlar, Allah’la beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar. Allah’ın muhterem kıldığı bir canı
haksız yere öldürmezler. Zina etmezler. Kim de bunları yaparsa günahının cezasını bulur”
mealindeki ayette yer alan “Onlar, Allah’la beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar”
cümlesi, konuya imanı da katmaktadır. Buna göre, ayette yer alan “Kim de bunları yaparsa”
mealindeki ifadede “kim ki Allah’tan başkasına ibadet ederse” hususu da dahildir. Bu ise,
açık bir küfürdür.
Bu ayette zikredilenler kâfir/müşrik kimselerdir. Oradaki kötülükleri de genellikle kâfirler işler.
Onun için küfür/şirk vasfıyla birlikte onlar da zikredilmiştir. (bk. Ebu’s-Suud, İbn Aşur, ilgili
ayetin tefsiri)
11
Cennet annelerin ayağı altındadır, hadisinin sıhhati ve tahrici
nasıldır?
- Hadisin senedinde yer alan Musa b. Muhammed b. Ata yalancılıkla itham edilmiştir. Bu
sebeple, alimlerin çoğu bu hadisin zayıf/veya mevzu olduğunu söylemişlerdir.
- Hakim’in rivayet ettiği iki senedinde de zayıf kabul edilen ravi (Cahime) yoktur. Bu
sebepledir ki, Hâkim bu hadisin sahih olduğunu belirttiği gibi, Zehebi de onu tasdik etmiştir.
(bk. Zehebi, Telhis, Müstedrekle birlikt, 2/114, 4/167)
Ayrıca hadisin manasının sahih olduğunu gösteren ayetler ve başka sahih hadisler vardır. (bk.
İsra, 24; Lokman, 14; Ahkaf, 15)
- Heysemi de Taberanî’nin (el-Kebir, 2/289) konuyla ilgili olarak yaptığı rivayetin senedinde
yer alan bütün ravilerin sika/sağlam olduğunu belirterek hadisin sahih olduğuna işaret
etmiştir. (Mecmau’z-Zevaid,8/138)
- Nesai de zayıf ravinin içinde yer almadığı bir senetle bu hadisi rivayet etmiştir. (Nesai, Cihad,
6)
- Nasıruddin Elbani, bu rivayetin sahih olduğunu belirtmişt ir(bk. Sahihu ve Daifu Süneni’nNesaî, 7/176/ h. no: 3104)
Bazı kaynaklarda bu rivayetin zayıf olduğunu söyleyenler, içindeki bazı ravilerin durumuna
göre söylemişlerdir. Halbuki görüldüğü üzere, senedi sağlam olan rivayetler de vardır.
İlave bilgi için tıklayınız:
"Cennet annelerin ayakları altındadır." Bu hadis bütün anneler için ...
12
Sahabeler az yedikleri halde o kadar ağır savaşlara nasıl
dayanıyorlardı?
- Sahabenin her zaman aç olduklarına dair bir bilgi elimizde yoktur. O zamanın şartlarına göre müslüman olmayanlar için olduğu gibi- müslüman olanların bazıları zengin bazıları fakir idi.
- Eğer bu itiraz sahabenin bazı savaşlarda yiyecek-içecek ve silah bakımından zayıf olduğuna
dair haberler ise, o zaman bu haberlere inanan bir kişi, onların zafer kazandıklarına da inanması
gerekir. Aynı haberde yer alan ifadelerin bir kısmına inanmak bir kısmına inanmamak ilmi
değildir, keyfi bir durumdur.
- Ayrıca sadece bu rivayetlerde değil, kırk yönden mucize olan Kur’an’da bizzat bazı zaferlere
yer verilmiş ve sebebi de açıklanmıştır. Mesela:
1) Bedir zaferi için müslümanların azlığına, güçsüzlüğüne dikkat çekilirken, onların zafer
kazanmasının arka planında Allah’ın olduğuna vurgu yapılmıştır.
“Allah iki topluluktan birine sizi galip kılacağını vâd ettiğinde siz silahsız olan topluluğun
(kervanın) sizin olmasını arzu ediyordunuz. Halbuki Allah ise, emirleriyle hakkı üstün
kılmak ve şirkin kuvvetini yok ederek kâfirlerin ardını kesmek istiyordu ki, o suçlu
müşrik gürûhu hoşlanmasa da, hak olan İslâm’ı yüceltsin, batıl olan şirki de ortadan
kaldırsın.
O vakit siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da: “Ben size peş peşe gelecek bin
melaike ile imdad edeceğim” diye duanızı kabul buyurdu.
Allah bunu, sırf size bir müjde olsun ve bununla kalpleriniz güven duysun diye
yaptı.Yoksa gerçekte yardım ancak Allah’tandır, başkasından değil!Çünkü Allah,
azîzdir, hakîmdir.” (Enfal,8/ 7-10)
Bu ayette yer alan şu noktalara dikkat ediniz:
a) “Allah iki topluluktan birine sizi galip kılacağını vâd ettiğinde..” mealindeki ifade daha
savaş başlamadan önce Allah iki topluluktan birini (Ebu Süfyan’ın kervanını veya Kureyş
ordusunu) yeneceklerine söz vermiştir.
b) “O vakit siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da: ‘Ben size peş peşe gelecek bin melaike
ile imdad edeceğim’ diye duanızı kabul buyurdu” mealindeki ifade de meleklerin de
müminlerin imdadına gönderildiği açıkça belirtilmiştir.
c) “Allah bunu, sırf size bir müjde olsun ve bununla kalpleriniz güven duysun diye yaptı.
Yoksa gerçekte yardım ancak Allah’tandır” mealindeki ifadede zaferin yalnız Allah’ın
elinde olduğuna vurgu yapılmıştır.
d) “Şu bir gerçektir ki, sizler (sayı ve silah bakımından) çaresiz/perişan bir durumda
olduğunuz halde, Bedir’de Allah size yardım etmişti. O halde Allah’a karşı gelmekten
sakının ki şükretmiş olasınız!” (Al-i İmran, 3/123) mealindeki ayette de müminlerin Bedir
savaşında maddi güç bakımından perişan bir durumda olmalarına rağmen Allah’ın kendilerine
zafer ihsan ettiği bildirilmiştir.
2) Uhud savaşında müslümanlar, sayıca az olmakla beraber, bilerek savaşa katıldıkları için
silah ve cephaneleri bakımından Bedir savaşına göre durumları daha iyi olmasına rağmen, ilk
önce üstün daha sonra ise mağlup olmuşlardır. Ve bunun sebebi, açlık veya şu bu değil, Hz.
Peygamberin emrine aykırı davranan bazı kimseler yüzünden olduğu Kur’an’da açıkça ifade
edilmiştir.
13
a) “Şayet siz yara aldı iseniz, karşınızdaki düşman topluluğu da benzeri bir yara aldı. İşte Biz,
Allah’ın gerçek müminleri ortaya çıkarması, sizden şehitler edinmesi, müminleri tertemiz
yapıp kâfirleri imha etmesi için, zafer günlerini insanlar arasında nöbetleşe döndürür
dururuz. Allah zalimleri sevmez.” (Al-i İmran, 3/140-141) mealindeki ayette Müslümanların
Uhud savaşında aldığı yenilginin sosyolojik ve psikolojik boyutuyla ilgili açıklamalara yer
verilmiştir.
b) “İki ordunun karşılaştığı gün içinizden arkasına dönüp kaçanlar var ya, işte onları,
işlemiş oldukları birtakım hataları sebebiyle şeytan kaydırmak istemişti. Allah yine de
onları affetti. Çünkü Allah gafurdur, halimdir/çok affedici ve müsamahalıdır.” (Al-i İMran,
3/155) mealindeki ayette bazıların yaptığı yanlışlarına vurgu yapılmıştır.
3) Hendek savaşında müslümanlar, oldukça kuvvetli olan ve değişik kabilelerden oluşan
birleşik ordular karşısında Medine’nin içinde hendekler kazarak savunma yapmak durumunda
kaldılar.
Fakat Allah, bir ay kadar bir sürede müminleri de imtihan ettikten sonra, o şımarık orduların
başına gönderdiği şiddetli bir kasırga ile onları perişan edip hezimete uğrattır. Neye uğradığını
şaşıran kâfirler birçok silah ve diğer lojistik destek sağlayan mallarını bırakıp kaçmak zorunda
kaldı. Bu husus sahih hadisler ve tarih kaynaklarında geçtiği gibi, Kur’an’da veciz bir tarzda, o
günlerde müslümanları yaşadığı kritik anlar ile sonuçtaki zafer şöyle ifade edilmiştir:
“Ey iman edenler! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani birleşik ordular üzerinize
saldırmıştı da, Biz onlara karşı, bir rüzgâr ve sizin göremediğiniz ordular göndermiştik.
Allah yaptığınız her şeyi görüyordu.
O vakit onlar hem üstünüzden, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi. Gözleriniz şaşkınlıktan
ötürü kaymış, yüreğiniz ağzınıza gelmişti. Siz de Allah hakkında türlü türlü zanlar beslemeye
başlamıştınız.
İşte orada müminler çetin bir imtihana tâbi tutulmuş, şiddetle silkelenmiş ve kuvvetli bir
şekilde sarsılmışlardı.” (Ahzab, 33/9-11).
4) Huneyn savaşında Müslümanlar hem sayıca hem de silah ve lojistik destek bakımından en
çok güçlü oldukları bir durumdaydı. Ancak ne sayıları ne silahları ne de yiyecekleri onlara bir
fayda sağladı. Onlar bir anlık gafletle kendi gücüne güvendikleri için Allah onlara
unutamayacakları bir ders verdi.
Savaşın ilk dakikalarında düşmanın bir anda ortaya çıkıp attıkları oklar karşısında feleğini
şaşırdılar. Ancak Allah, yine de onların o hatalarını-Hz. Peygamberin yüzü suyu hürmetinebağışladı ve onları zafere ulaştırdı. Bu konu da sağlam hadis ve tarihe ve siyer kaynaklarında
yer almıştır. Kur’an’da ise yine çok veciz bir ifadeyle olayın nirengi noktasına vurgu
yapılmıştır:
“Şu kesindir ki Allah size birçok savaş yerlerinde yardım etti, Huneyn günü de... O gün, sayıca
çokluğunuz sizi böbürlendirmiş ama bu, size fayda etmemişti. Olanca genişliğine rağmen,
dünya başınıza dar gelmişti. Sonra da bozguna uğrayarak düşmana arka çevirip kaçmaya
başlamıştınız. Sonra Allah, Resulünün ve müminlerin üzerlerine sekinetini, güven veren
rahmetini indirmiş, sizin göremediğiniz ordular göndermişti de Kendisini tanımayan o
kâfirleri azaba uğratmıştı. İşte kâfirlerin cezası budur!” (Tövbe, 9/25-26)
14
- Bütün bu açıklamalar bize gösteriyor ki, müslümanların zafere ulaşmaları Allah’ın yardımı
sayesindedir. Yenilgiye uğramaları da Allah’ın iradesiyledir. Bu husus, sadece asr-ı saadette
değil, her zaman geçerli bir kuraldır. Örneğin Emevi, Abbasi, Osmanlı devletinin zaferleri de
yenilgileri de bu kuralın dışında değildir. Ne zaferlerde -gerçek anlamda- karnın tok olmasının,
ne de yenilgilerde karnın aç olmasının rolü vardır..
Bu işlerin gerçek hikmetlerini ancak Kur’an ve sünnet çizgisinde düşünebilen müminler tam
anlayabilir. Ateistlerin bunları tam anlamları için iman etmeleri gerekir.
Temiz olmayan bir elbise temiz olanların içerisine karışsa
hangisi olduğu da bilinmese hepsini mi yıkamak gerekir?
Hepsini yıkamak gerekmez. Kanaatine göre temiz olanı kirli olanı ayırır.
İki elbiseden hangisinin necis olduğunu bilmiyorsa, kanaatma göre temiz olanıyla namaz kılar.
Yine kanaatine dayanarak birinin temiz olduğunu sanıp onunla öğle namazını kıldıktan sonra
bu kez kanaatini değiştirir ve ikinci elbiseyle ikindi namazını kılarsa, ikindi namazı yerine
gelmemiş sayılır.
Beraberinde iki elbise bulunur da onlarda necaset bulunduğunun farkında olmadan biriyle öğle
namazını, diğeriyle ikindi namazını, sonra öğle namazını kıldığı elbiseyle akşam namazını,
ikindi namazım kıldığı elbiseyle yatsı namazını kıldıktan sonra onlardan birinde dirhem
miktarım aşan bir necasete rastlar ve hangisiyle hangi vakit namazını kıldığını tesbit edemezse,
bu durumda öğle ile akşam namazları caizdir, ikindi ile yatsı namazları fasiddir (bozulmuş,
yerine gelmemiştir).
(Bk. Celal Yıldırım, Kaynaklarıyla İslam Fıkhı, Uysal Kitabevi: 1/211.)
15
İslam bir dairedir, döndüğü müddetçe siz de kitapla beraber
o dairenin içinde dönünüz, hadisini tamamı nasıldır?
Hadisin tamamı şöyledir:
- Rivayete göre, Muaz b. Cebel şöyle anlatıyor: Resulullah buyurdu ki:
“Hediye, hediye olduğu sürece alabilirsiniz. Din üzerine bir rüşvet(sizi dinden taviz
vermeye yönelik) olduğu zaman ise almayın. Onu (kolay kolay) terk etmezsiniz. Fakirlik
ve muhtaçlık (bazı kaynaklarda: korkularınız) bu rüşveti almamanıza engel olur. .(...)
Dikkat edin/şunu iyi bilin ki, İslam’ın mihveri/yörüngesi (dönüp dolaştığı alan) bir
dairedir. Öyleyse siz de kitabın/Kur’an’ın döndüğü dairede (eksende) dönüp dolaşın.
Şuna da dikkat edin ki, ileride kitap (Kur’an) ile sultan (devlet) birbirinden ayrılacaklar.
Bu durumda siz kitaptan ayrılmayın.
Şunu da iyi bilin ki, ileride başınıza öyle reisler gelir ki, kendileri için verdikleri hükmü
(menfaatlerine olan şeyleri elde etmek için aldıkları kararları) sizin için vermezler. (Yani:
Hukukun üstünlüğüne riayet etmezler, üstünlerin hukukunu oluşturmaya gayret
ederler). Öyle ki, eğer onlara isyan ederseniz, sizi öldürürler, itaat ettiğiniz takdirde de
sizi hak yoldan saptırırlar."
"Peki ne yapalım ey Allah’ın resulü!” diye sorduklarında ise, peygamberimiz şöyle buyurdu:
"Meryem oğlu İsa’nın arkadaşları gibi yapın! Onlar (dinleri uğrunda) testerelerle
biçildiler, ağaçlarda asıldılar.. (Evet,) Allah’a itaat yolunda ölmek, Allah’a isyan etmekle
geçen bir hayattan daha hayırlıdır.” (Taberanî, es-Sağir, 2/42)
- Heysemi’nin değerlendirmesine göre, bu rivayetin senedinde inkıta vardır. Ayrıca senette yer
alan bir ravi bazı alimler tarafından “SİKA”, diğer bazıları tarafından ise “ZAYIF”
görülmüştür. Diğer ravilerin hepsi sıkadır. (bk. Mecmau’z-Zevaid, 5/238/ h. no:9208)
- Hatb el-Bağdadi, kendi rivayetinde “İslam” kelimesini kullanırken, İbn Hacer, rivayetinde
“İslam” yerine “İman” kelimesini kullanmıştır. (bk. Hatib, el-Bağdadî, Telhisu’l-Müteşabih,
1/365; İbn Hacer, el-Metalibu’l-âliye, 17/574/h. no:. 4344)
16
Kurban kesinceye kadar saçınızdan ve tırnaklarınızdan bir
şey almayın, anlamında bir hadis var mıdır?
Konuyla ilgili hadis şöyledir:
Ümmü Seleme radıyallahu anha, Resulullah sallallâhu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir:
“Kimin kesecek bir kurbanı varsa, Zilhiccenin hilali yenilenince kurbanını kesinceye
kadar saçından ve tırnaklarından bir şey almasın.” (Müslim, Edâhî 39-42 (1977); Ebu
Davud, Dahâyâ, 2-3; İbn Mâce, Edâhî 11)
Hadisin zahirine göre, kurban bayramında kurban kesmek isteyen bir kimsenin, Zilhiccenin ilk
gününden itibaren, kurbanını kesmesine kadar geçen süre içerisinde, saçlarını, sakallarını veya
vücudundaki kıllarını kesip kısaltması ya da tıraş etmesi ve tırnaklarını kesmesi yasaklanmıştır.
(…)
Bayramda kurban kesmek niyetinde olan kimsenin Zilhicce ayının ilk 10 gününde kıllarını
gidermemesi ve tırnaklarını kesmemesinin hikmeti ile ilgili olarak Sindi şöyle bir açıklama
yapar: "Bir görüşe göre kurban sahibinin kendisini ihrâmlı kimselere benzetmesidir.
Diğer bir görüşe göre amaç, vücûdun bütünüyle cehennem ateşinden âzadlanmasıdır."
(Sindi, ilgili hadisin şerhi)
Fıkıh âlimlerinin bu husustaki görüşlerini şu şekilde özetlemek mümkündür:
1. İmam Ahmed’le İshak, Said b. el-Müseyyeb, Dâvûd Zahirî ve Şafiîlerden bazılarına
göre; kurban sahibinin kurbanlığı bayram gününün kuşluğunda, kesmesine kadar, vücudundaki
kıl ve tırnaklardan bir şey alması haramdır. Delilleri; mevzuumuzu teşkil eden hadis-i şeriftir.
2. Hanefilere göre; kurban sahibinin sözü geçen süre içerisinde vücudundaki, kıllarını veya
tırnaklarını kesmesi tenzîhen mekruhtur. İmam Şafiî’nin meşhur olan görüşü de bu olduğu gibi
bu görüş İmam Mâlik’ten de rivayet olunmuştur.
Bu görüşte olan âlimlere göre; konumuzla alakalı hadis-i şerifteki kılları ve tırnakları
kesmekle ilgili yasak, tahrim için değil, tenzih içindir. Bu yasağın hükmünü haramlıktan
çıkarıp tenzihen mekruhluğa çeviren delil ise; başka bir hadistir. Sözü geçen hadis-i şerifte
Fahr-i kâinat Efendimizin Medine’den Mekke’ye kurbanlık gönderdiği, kendisinin Medine’de
kaldığı ve kurbanlığı daha Mekke’ye ulaşıp kesilmeden önce kendisinin ihramlılar için geçerli
olan yasaklara uymadığı ifade edilmektedir. Bu sebeple, Hattâbî de, sözü geçen hadisin
konumuzu ilgilendiren hadisteki yasağın haramlık ifade etmeyip, tenzihen mekruhluk ifade
ettiğine delil olduğunu söylemiştir.
Ayrıca bu görüşte olan âlimlere göre; “kurban sahibinin kurbanı kesmeden önce,
elbisesini giyip güzel kokular sürünmesinin caiz olduğunda, tüm âlimlerin ittifak etmiş
olmaları da, tırnakların ve saçların kesilmesiyle ilgili sözü geçen yasağın kerahet-i
tenzihiyye ile ilgili olduğuna delâlet eden hususlardandır.”
bk.
- Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Necati Yeniel, Hüseyin Kayapınar, Necat Akdeniz,
Şamil Yayınevi, İstanbul, 1990, 10/467-468.
- Sünen-i İbni Mâce Tercemesi ve Şerhi, Kahraman Yayınları: 8/488-489.
17
Download