Dem. No:

advertisement
V
. -r~ı-ı.>ı?ı:ı F-ih·aiiet vakfı
lr,Hini Aı'~~~iıı'ınaiHrl l'..it:i'~e2i
lDem. No:
!~m~rhı.tMili
Tas. No:
Q.C) ';:J-J 3
2/C:_ t') Tr D
Islam Ahiakl ve Sevgi
2006 Yılı Kutlu Doğum Sempozyumu Tebliğ ve Müzakereleri
Yayın
No: 382
Sempozyumlar ve Paneller Serisi: 40
©Bütün Haklan Türkiye Diyanet Vakfı'na aittir
1. Baskı, Kasım 2007, Ankara, 1.000 adet
ISBN 978-975-389-506-4
07 .06.Y.0005.382
Redaksiyon : Dr. Mehmet BULUT
Kapak ve Iç Tasanm: TN Iletişim
Uygulama: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınlan
Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Kurulu'nun
13.02.2007/5-2 sayılı karanyla uygun görülmüş ve
Mütevelli Heyeti'nin 02.05.2007/1237-21/d
sayılı karanyla basılmıştır.
Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Matbaacılık ve Tıcaret Işletmesi'nin dizgi,
fotomekanik, ofset ve cilt tesislerinde hazırlanıp basılmıştır.
TÜRKIYE DIYANET VAKFI
Yayın Matbaacılık ve Ticaret Işletmesi
OSTIM Örnek Sanayi Sitesi
1. Cadde 358. Sokak No: 11 06370 Yenimahalle 1 Ankara
Tel: 0312. 354 91 31 (pbx) Faks: 354 91 32
e-posta: [email protected]. tr
İslam Çalışma Ahlakının Esasları
Prof. Dr. Ahmet TABAKOGLU*
Giriş
Ç
alışma ahlak.ı,
ahlak kurallannin hayata geçirildiği en önemli alandır.
İş veya çalışma ahlak.ı işverenlerle işgörenlerin ahlak.ı demektir. Yani
hem çalışanlarm hem de çalıştıranlarm uymak durumunda oldukları ahlaka
işaret etmektedir.
İslam ülkeleri gibi ülkemizde de ahlak konusuna çok önem verilmiş ve bunun felsefi ve sosyolojik yönleri ortaya konmuştu. Bu yazarların başında Nurettin Topçu gelmektedir. Onun yazıları özellikle çalışma ahlak.ı konusunda
önemli görüşler içermektedir.
.
O, 1930'lardan itibaren genel olarak ahlak konusunda olduğu gibi iş ahlak.ı
hakkında da yazılar yazarak felsefi ve sosyolojik tahliller yapmıştır. Topçu, ahlak ve iş ahlak.ı konusunun ısrarlı bir öncüsü olmuştur. Onun temel görüşleri­
ne göre Batı medeniyeti, sömürü, büyük üretim, büyük tüketim ve harcama
hırsına dayanmakta, ahlaka dayanmamaktadır.
Ona göre iktisat ister ferdiyetçi, ister devletçi olsun materyalizmden uzaklaşıp ahlaka dayanroadıkça insanlığa huzur getiremez. Ahlaka verilen öncelik ihtiraslarımızı frenleyecektir. Zira ihtiraslarımız bizi teknolojiye esir etmektedir.
Oysa ahlak bizi teknolojiye değil, teknolojiyi bize esir edecektir. Ahlakteknolojinin inkarı anlamına gelmez. Hakikatte bizi mahkum eden tekniğin kendisi de*Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi.
_
126 1 Islam Ahlakı ve Sevgi
ğildir,
belki tekniği bahane eden ihtiraslarımızdır. Zaten Hz. Peygamber irısa­
olarak ilitiraslı bir varlık olduğunu bildirir. 1
Ahiakın temelirıde irısan, dolayısıyla emek vardır. Ruhunu irıkar eden irısan
sömürücü, esir edici ve kendi emeğinin eseri olmayanı tüketici irısandır. iktisadm bir dirı ve ahlak'abağlanması irısanlığı esirlikten kurtarabilir. Küçük sanayi
içinde, iktisadın bir din ve ahlak hayatına bağlı olması medeniyetimizin önemli bir unsurudur. Bugün iş ahiakından ayrılmış olan bir iktisadi hayat kapitalist
medeniyetirı temelidir. Sermaye sahipleri irısanların emeğiyle kendilerine saltanatlar kuruyorlar. Emeğin aşağılanması büyük sermaye ve servetirı, sınıf farklarının ve bütün zorbalıkların kaynağıdır. "Kendi emeğiyle yaşamayı dirıi bir temel olarak tanıyan adam hangi zorbalığı yapabilir?" Kapitalizm refah üretmeden zengirılikler ve zenginler yaratırken irısanların emeğirıi kullanıyor. Gerçekte bu zenginliklerde bunları üreten emek sahiplerirıin hakları vardır.
Sosyal adaletirı iki yönü vardır: Birirıcisi kazanç hırsıyla ruhları çürüyen irı­
sanları kurtarmak. İkincisi yoksul halka haklarını vermek. Zenginlik sosyal bir
olay olduğu içirı gerçekte zengirı fakire yardırnda bulunmamak'ta, onun hakkı­
nı vermektedir. Fakir halkın zenginlere kirı duymalarının önlenmesi, yeni bir
haksızlık için tirsat aramalarının ve intikam peşirıde koşmalarının engellenme. si ancak onlara haklarının verilmesiyle mümkün olabilir.
Hörmet, hizmet ve merhamet ahlak eğitiminin üç temel esasıdır. Adalet ve
eşitlik ancak ahlfıki duyguların toplumda yerleşmesiyle gerçekleşebilir. Merhametirı olmadığı yerde eşitlikten de sözedilemez.
Kul hakkı kavramını önemseyen ve adalete dayanan sistemin dayanağı ahlaktır. Bu ahiakın esası maddi varlığımızla birlikte ruhumuzu da kurtam1aktır.
Bunun ilk şartı da günümüzün teknik merkezli dünyasını insan merkezli hale
getirmektir. 2
İslam ülkelerirıde de ahlak ve iktisat ahlakı hakkında çok sayıda çalışma yanın yaratılış
pılmıştır.3
Modem anlamıyla bu alandaki-tartışmaların yoğunlaşması, 1970'lerin başı­
na rastlar. Siyaset ve kamu yönetiminde yozlaşma, uzun süre azgelişmiş ülkeleoğlunun mal dolu iki vadisi olsa hiç şüphesiz üçüncüsünü de ister. Adem oğlunun kanunı ancak toprak doyurur. Bununla birlikte Allah da tevbe edenlerin tevbesini kabul eder" (Müslim, Zekat,
117; İbn Hanbel, III, 247). Çıkış yolu kanaattir: "Zenginlik mal-mülk çokluğunda değildir; zenginlik
gönül zenginliğidir" (Buhari, Rikak, 15). "Müslüman olup da yerebilecek kadar rızıklandırılan kimse
kurtulmuştur. Allah verdiği şeyle onu tatmin etmiş, kanaat sahibi kılmıştır" (Müslim, Zekat. I 25).
2 Topçu, Yannki Türkiye, İst. 1997; Ahlak Nizamı, İst. 1997; İradenin Dm•ası, İst. 1998.
3 Bunlardan Türkçe'ye çevrilenler arasında mesela bkz. N. Haydar Nakvi, Ekonomi ve Ahlak, Çev. İ. Kutluer, İst. 1985; lvlacit Fahri, İslam Ahlak Teorileri, Çev. M. İskenderoğlu, A. Arkan, İst. 2004; R. İsa Bikun, İş Ahlakı, Çev. A. Yaşar, İst. 2004.
1 "Adem
Tebliğler ve Müzakereler 1 127
re özgü bir hastalık gibi görülürken, 1970'lerde Batı ülkelerinde ortaya çıkan
büyük yolsuzluklar, kamuoyunun dikkatlerinin etik sorunu üzerine yoğunlaş­
masını sağlamış; etik kurallar ve standartlar ile bunları belirleyecek ve gözetecek
düzenleyici-denetleyici kurumların oluşturulması çabaları hızlanmıştır. Bu
yüzden Batı üniversiteleri ile işçi, işveren ve meslek birlikleri; iş ahlakı alanında
çalışmalar yapmak zorunda kalınışlardır. Ülkemizde, bu konuda, bir kısmı çeviri, akademik çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. 4
Günümüz kapitalizmi ahlak açısından belli bir dengeye ulaşmıştır. Bu yüzden modern kapitalizm ahlaksızlığı akılsızlık olarak görür. Ahlak ve erdem olmadan kalkınmanın gerçekleştirilemeyeceği ileri sürülür. Oysa modern kapitalizmin başlangıcını oluşturan merkantilizm ve Sanayi Devrimi dönemi, ırkların
yokedilmeye çalışıldığı veya köleleştirildiği, kıtaların ıssızlaştırıldığı, uzun iş saatleri içinde kadın ve çocuk işçilerin düşük ücretlerle ve kötü çalışma şartları altında çalıştırıldıkları dönemlerdir. Modern kapitalizm, zincirlerinden başka
kaybedecek bir şeyi olmayan işçi sınıfıyla birlikte doğmuştur.
Bu dönemi geride bırakan ve sömürüyü dünyadaki Kuzey-Güney çelişkisin­
de yoğunlaştıran kapitalizme göre iktisat, kıt kaynakların sınırsız insan ihtiyaçlarını karşılaması için en verimli şekilde kullanılmasını amaç edinir. Ahlak bir
araç olarak burada kullanılmaya başlanır. Bilindiği gibi kişilerin kısa vadeli çı­
karları ile toplurnların uzun vadeli çıkarları çatışabilir. Bazı bireyler kısa vadeli
çıkar maksirnizasyonunu sağlamak için ahlak dışı davranışlara sapabilirler. Bir
toplumda bu tür davranışların artması ve genel kabul görmesi, toplumsal zayıf­
lamaya neden olınaktadır. Günümüzde iş hayatında, ahlak dışı davranışlar,
haksız çıkar sağlama isteğinden kaynaklanmaktadır. Sorunlar sistemin işleyişi­
ni zora sokacak boyutlara ulaşmıştır.
Modern kapitalizm adil olmayan ve giderek de adaletsizliği artan bir sistem
oluşturmuştur. Az gelişmiş (veya az kapitalistleşmiş) ülkelerde, gelir dağılımla­
rı artan oranda bozulmakta, ortak kamu yararı hiçe sayılrnakta, vergi kaçırma,
hortumlama, rüşvet ve adam kayırınacılık göze çarpmaktadır. Ülkelerin etik
görünümleri, iç ve dış kamuoyunda giderek daha çok önem kazanmakta ve ülkeler arası değerlendirmelerde en çok bakılan konuların başında gelmektedir.
Türkiye'nin ise etik davranışlara ilişkin görünümü uluslararası göstergelerde oldukça kötüdür. Bunun için ülkemizde etik davranış ilkelerini belirlemek;
uygulamayı gözetmek ve etik kültürünü yerleştirmek amacıyla, 2004 yılında
Kamu Görevlileri Etik Kurulu'nun faaliyete başlaması, önemli bir aşamadır. 5
bkz. Güran Tatlıoğlu, İş Ah/aJa ı'e Yönetim, Yeditepe Üniversitesi yayınlan.
Kasun 2005 tarihlerinde yapılan İkinci Siyasette ve Yönetirnde Etik Sempozyumu'nun sonuç bildirisinden.
4 Mesela
5 18-19
128 1 Isıarn Ahliikı ve Sevgi
Iktisat, Islam lktisadı ve Çalışma Ahlakı
İktisadın temelinde kültür, kültürün de temelinde ahlak vardır. O halde ik-
tisat ahlaktan kaynaklanırsa belli bir kültürün izirii taşıyabilir. Oysa, bilindiği
gibi, günümüzde iktisadi tahlil ahlak karşısında nötr olmak (la-ahlaki) olmak
iddiasındadır.
Türkiye' de geleneksel iktisat zihniyetiniri temelinde kul hakkını önemseyen .
toplunKu bir anlayış vardır. Bu zihniyeti "İslam iktisadı"nın özellikle bu topraklardaki uygulaması bütünlüyor.
İslam, sadece medeni bir nizarn kum1akla kalmamış; aynı zamanda, irisan
inşa etmiştir. İslam'ın asıl kalıcı yönü de burası olmalıdır. Siyasi ve iktisadi çöküş dönemlerinde bile İslam eğer. varlığını devam ettirebilmişse, bu, eğitilmiş
insan unsurundan dolayıdır. İslam ahlakını derinliğirıe işlerneyi ve yaşamayı
konu edinen tasavvuf, bu eğitimi sağlamıştır. Başka irisanlan kendirie tercih,
merhamet, hörmet, hizmet; samiriüyet ve tevazu gibi kavram ve haller, ahlak
eğitimirıiri esasını oluşturmuştur.
Hukuki kurallar, genellikle, bu ahlaki kurallann gerisiride emniyet sübabı vazifesirii görürler. Mesela, zarara uğrayan kimse, zarar verenden hakkını almalı­
dır. Bu bir hukuk kuralıdır. Fakat affetmesi daha hayırlıdır. Bu ise bir ahlak kuralıdır. Kişirıin kazandığının sahibi ve maliki olmasını İslam hukuku kabul etmiştir. Fakat bu mülkten diğer insanları da faydalandırması ahlaki bir kuraldır.
İslam iktisadı, İslam'ın Kur'an'a dayalı ilkeleriıün bütünlüğü içersiride yer
alır. Esasolan yine maddi olanla manevi olanın bütünlüğüdür. İnsan, cemiyet
ve kainat geçmişi ve geleceğiyle bir bütündür.
İslam ih.i:isadı ile ilgili bilgilerin yerleştirileceği çerçeveyi belirleyen en önemli unsur adalettir. Adalet kelin1e anlamıyla denge demektir. İlk olarak kairiat ile
ilgili adaletin sağlanmasında veya kainat görüşündeki dengeniri oluşturulma­
sında maddenin mananın emrine verİlınesi önemli bir esastır. Çünkü ruh ebedi, madde geçicidir. Bu çerçevede irisanın gayesi dünyadaki imtihan süresirii en
verimli bir şekilde ibadet (Allah'a kulluk ve Allah'ı bilmek) şuuru içerisinde6
değerlendirmek ve kalb-i selim (temiz kalb) elde etmektir. 7 Burada ferdi sorumluluk esastır. 8 O halde sorumluluğu insanın çalışması ve emeği belirliyor.
Şüphesiz buradaki emek kavramı en geniş anlamdadır. Evreniri yaratılış sebebi
irisanın sınanmasıdır. 9 Bu yüzden "homo economicus" (iktisadi adam) görüşü
yabancıdır.
Zariya.t, 51/56.
26/88.
B"Ve gerçekten de insan ancak kendi çalıştığını elde eder" (Necm, 53/39).
9 Kur'an'da "Biz yeri, göğü ve arasındakileri boş yere yaratmadık" {Sa'd, 38/27) ve "Ş urasını iyi biliniz ki,
rnallannız ve çocuklannız birer imtihan vasıtasıdır" (Enfal, 8/28) buyurulmuştur.
6
7 Şuara,
Tebliğler ve Müzakereler 1 129
· İkinci· olarak insanın dengesinin sağlanmasında aşırılıklardan kaçınmanın
önemini vurgulamalıyız. Bu konudaki adalet ancak (aynı kökten gelen bir kelime olan) itidal ile sağlanır. Bütün bunları belirleyen de yine insanın emeğidir.
Dolayısıyla sorumlu olan yine insandır.
Üçüncü olarak İslam il'tisadının toplumun dengesi konusunda getirdiği ilke v~ eğilimleri ele alabiliİiz. Toplumun dengesi sosyal adalet kavramıyla açık­
lanabilir. Bunu İslam iktisadının görünürdeki temeli kabul edersek bunun da
hedefi kul hakkı davasıdır. Çağdaş insanın 'insan hakkı' diye algıladığı 'kul hakkı' davası aslında bir zihniyet farklılığını aksettirmektir. Toplurucu bir anlayış
bunun sonucudur. Sosyal adalet, dayanışma ve güvenliğin temeli olan hizmet
ilkesi de bunu vurgular. ın
Kişinin ferdi hayatı sosyal hayata özellikle samirniyet, 11 sorumluluk 12 ve iyi
niyet 13 duygulanyla bağlanır.
Sorumluluk hayatın her safhasına şamildir ve herkesin kendi çapında sorunılulukları vardır. Sorumluluk ferdi ve sosyal olarak ikiye ayrılır. Esas olan
ferdi sorumluluktur (Lokman, 31/33). Sosyal sorumluluk ise bir irntilıan dünyası nüktesi içinde bunu tamamlar. Şahıs hem kendisinden hem de derece derece bütün toplumdan sorumlu olur. Bu, şahsi teşebbüs zihniyetini güçlendirmekle birlikte cemaatçi bir anlayışa yol açar. Bu şekilde İslam iktisadı kapitalizmin ferdiyetçi ve Marksizm ile Durkheirnciliğin şahsiyeti yok eden cemiyetçi
özelliğinden tamamen uzakta konurulanmış oluyor.
İslam ferdi hakları reddetmez; fakat ferdi de cemiyetten de sorumlu tutar. 14
Toplumda zulüm ortaya çıktığında zulüm yapmayan ve fakat bunamanide olmayan kişi zulıııedenler kadar sorumludur. ıs
Bütün bunlar cemiyetin ayakta durmasının şartı olan umumi ahlakı korukendileri fakirlik ve ihtiyaç içersinde clsalar bile kardeşlerini kendilerine tercih ederler"
59/9).
ıı Peygamberimiz şöyle buyurmuştu: "Şüphesiz ki, din samimiyettir... Allah'a, Kitabı' na, Elçisi'ne, müminlerin önderlerine (devlet başkanlarına) ve cemiyetlerine karşı olan samimiyet" (Ebu Davı1d, Edeb,
4944).
12 Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Hepiniz çobansınız· ve hepiniz güttüğünüzden sorumlusun uz.
Devlet başkanı çobandır ve güttüklerindeır (yönetilenlerden) sorumludur. Erkek (koca) ailesi içinde çobandır ve o da güttüklerinden (ailesinden) sorumludur. Kadın kocasının evinde çobandır ve güttüklerinden sorumludur... Ve hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz" (Buhi\ıi, Ahkam, 1).
13 Samirniyet ve sorumluluk duygusu iyi niyetten kaynaklanır. Davranışların değerini niyet belirler:
"Ameller (eylemler) niyete göredir. Kişiye niyetinin karşılığı verilecektir" (Buhi\ri, Bed'u'l-vahy, 1;
İman, 41).
14 Kişi çevresinde ufak olsun büyük olsun bir fenalık gördüğünde eliyle, gücü yetmezse dili ile önlemelidir. Buna da gücü yetmezse onu kalbiyle kötülemelidir (Ebu Davud, Salat, 1140; Mehihim, 4340).
15 "Sizden sadece zulınedenlere isabet etmekle kalınayacak fitneden sakınınız" (Enfal, 8/25).
10 "Müslümanlar,
(Haşr,
130 1 Islam Alılakı ve Sevgi
ma ve sağlıklı bir kamuoyunu gerçekleştirme amacındadır. 16
İslam'ın irısandan istediği temel özellik, güvenilir olmaktır. Bunun için, Hz.
Peygamber risalet ve nübüvvetten önce de Araplarca 'emin' (güvenilir) olarak
bilmiyordu. Yirıe Hz. Peygamber bu özelliğini tacir olarak da göstermişti.
İslam iktisadının sosyal yönünün veya sosyal adaletin gerçekleştirilmesirıirı
esaslan şunlardır: İsraftan uzaklaşma, adil gelir bölüşümü ile servet ve mülkiyetİn yaygınlaştırılması, iktisadi istikrar. Bu esaslar aynı zamanda ahlaki ilkelerdir.
Çünkü israf, üretimin en önemli faktörü olan emeğe ve insana saygısızlık anlamına gelir. Aynı zamanda tabiata ve çevreye de saygısızlık demektir.
Adil gelir bölüşümü ile servet ve mülkiyetiri yaygınlaştırılması sermayenirı
ve firmaların büyümesirıi önleyerek küçük ve orta işletmeciliği yaygınlaştırır,
orta sınıflaşmayı sağlar. Böylece toplumdaki kin ve irıtikam duygularının yeşer­
mesirıi verantların ortaya çıkmasını büyük ölçüde önler. Tarih boyunca İslam
toplumlannda büyük işletmelerin oluşmadığını biliyoruz. En büyük işletrneci
ise devlet olabilirdi. Oysa İslam devletleri ideolojik ve siyasi olarak büyük idiler.
Ekonomik fonksiyonları denetim ve güvenliği sağlama ile sınırlanrnıştı. Büyüme, rantları ortaya çıkarır ve kul haklarını dikkate alınarnayı gerektirir.
Iktisadi istikrar ise zenginirı daha zengirı, fakirirı daha fakir olmamasınının;
yani sosyal adaletin sağlanmasının temel şartlarındandır.
Toplum-fert dengesi ferdin şahıs haline getirilip toplurnun hizmetine verilmesiyle sağlanıyor. Bu zihniyet ahlak anlayışının da temelidir. Hizmet, merhamet, hüm1et, adalet gibi davranışlar bir yönüyle şahsiyet kazanınanın unsurları, bir yönuyle de toplurnculuğun unsurlarıdır. En yakından başlayarak en genel anlamıyla bütün İslam toplumuna yayılan bu unsurlar irıfak gibi davranış­
larla somutlaşrnıştır.
Hz. Peygambere göre içtiınai dayanışmanın ilk adımı cimrilikten uzaklaş­
maktır. Bundan sonra kişi sorumluluğu altında bulunanları başkalarına muhtaç hale getirmernek şartıyla cemiyet için harcamada bulunabilir. 17
İslam'daki "eşitlik" kavramı ile "işe en yakından başlama" ilkeleri birbirlerini tamamlar. Hz. Peygamber içtimai dayanışmanın en yakınlardan ve komşu­
lardan başlayarak bütün cerniyeti kapsamasını ister. 18 Böylece bütün mürninler
ve diğer insanlar dayanışmanın geniş halkasını oluştururlar. 19
insanlar için meydana çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyili ği emreder kötülükten vazgeçirmeye çalışır~ınız. Çünkü Allah'a inanıyorsunuz" (Ai-i İmran, 3/10).
17 Buhari, Vesayii, 2.
18 "Ailene harcadığın para ecri en büyük alandır" (Müslim Zekat, 39); "Cebriiil bana komşuluk münasebetlerimi o kadar geliştirmeyi tavsiye etti ki, komşuyu mirasçı kılacağını sandım" (Buhari, Edeb, 28).
19 "Müminler birbirlerini sevmekte ve merhamet etmekte bir vücut gibidirler. Onun herhangi bir uzvu rahatsızlandığı vakit diğer uzuvlan da rahatsız olur ve onun için ızdırap çekerler" (Buhari, Edeb, 27); "Allah'ın kullarının hepsi O'nun ailesidir. Bunlar arasında Allah'ın en sevdikleri ailesinin hizmetine kendilerini en iyi vakfedenlerdir" (Acliıni, I, 380).
16 "Siz
Tebliğler ve MÜZakereleri
131
İnfak ve sadaka kavramları içtimai dayanışmayı ifade eden önemli kavramIardır.20 Bununla birlikte Hz. Peygamber ihtiyaç sahiplerine, sadaka yerine,
borç verilmesini teşvik etmiştir. 21
Hz. Peygamber devletle toplum arasında bir etkileşim olduğunu ifade
ederY
İsfam devleti bir sosyal devlettir. Hz. Peygamber İslam devletinin halkın her
türlü ihtiyacını gidermek zorunda olduğunu belirtir. 23
İslam'ın mülkiyet konusundaki umumi yaklaşımı "mülk Allah'ındır" ilkesidir. Bu çerçeve içerisinde özel mülkiyet bir haktır. 24
İslam'ın cemaatçi tavrına örnek olarak "İslam'da zarar vermek ve zarara uğ­
ramak yoktur" 25 hadisini verebiliriz. Bu hadisin hukuki yorumlarından bir tanesi de kamuya yönelik her türlü zararın giderilmesi gereğidir.
Davranışlardaki aşırılık gibi üretim ve tüketimdeki aşırılıklar İslam tarafın­
dan yasaklanmıştır. 26
Hz .. Peygamber'in toprak meselesine getirdiği çözüm tarzları mühimdir. O,
ilke olarak toprağı işieyenin ona sahip olmasını istiyorY
20 Hz.
Peygamber bu yolla muhtaçlan gözeteni Allah yolunda cihad edenleri veya gecelerini nam azla, gündüzlerini oruçla geçirenlerle bir tutmuştur (Buhari, Nefekat, 1). Yine bu konuda şöyle buyurmuştur:
"En üstün sadaka, ihtiyacı giderendir. Veren el alan elden hayırlıdır. Sadakaya ailenden başla ... " (BuMri, Nefekfıt, 2). Sadakanın bu yönleri onun dar manasını ifade eder. Geniş anlamıyla sadaka Allah ması için yapılan her türlü iyi davranışt~ (Buhari, Edeb, 33; Müslim, Zekat, 52). Vakıf uygulaması da evvela Hz. Peygamber devrinde başlamıştı: "Bir şeyin aslını, satılınamak üzere hayır vasıtası kıl. Yalnız
mahsulü harcansın ve sadaka olarak dağıtılsın" (Buhari, Hars, I 4).
21 "Yerine sarfedilmek üzere verilen borç para sadakadan daha iyidir" (İbn Mace, Sadakat, 19). "Rehin
karşılığı borç almak da caizdir (Buhari, Büyü', 14; Rehn, ı, 2).
21 "Nasılsanız öyle idare olunursun uz" (Acluni, II, 126). İdare hususunda esas olan liyakattir. Bunun için
Hz. Peygamber "Biz işlerimizin başına ona talip olan veya ihtiraslı kimseyi getirmeyiz" (Buhari, Ahkam, 7) buyurmuştu. İdare edilenlerin idareciler karşısındaki tavırlan Allah'a isyan teşkil eden bir şey­
le emredilmemek şartıyla itaat etınek'1ir (Buhfıri, Ahkam, 43).
23 Ebu Davlid, Harac, 2948. Devlet halkın refahından da sorumludur (Müslim, İmare, 28)_. Yine İslam
devleti halkının can ve mal emniyetini sağlamakla görevlidir (Buhari, ilm, 9, 37).
24 Bu yüzden Hz. Peygamber "Malının önünde öldürülen kimse şehittir" (Buhari, Mezalim, 33) buyurmuştur. Bununla birlikte bazı şeylerde kamu mülkiyeti tanınmıştır. Bir hadise göre: "İnsanlar üç şeyde
ortaktır; su, bitki ve ateş" (Ebu Davüd, İcare, 3477). Öze] mülkiyetİn sınırı helal yollarla elde edilmesi
ve cemiyet menfati ile çelişmemesidir. Nitekim Hz. Peygamber ikta ettiği bir toprağı, içinde tuz madeninin bulunduğu; dolayısıyla ferdi mülkiyet altında olması cemiyete zarar vereceği gerekçesiyle geri almıştı (EbU Davüd, Harfıc, 3064).
25 İbn Ma ce, Ahkam, ı 7.
26 Bir hadisinde Hz. Peygamber "Allah, müslümanların malı yok etmelerini hoş görmemiştir" (Buhari,
Edeb, 2) buyurmuştur. Yine Hz. Peygamber abdest suyundan (Buhfıri, Vudu', 1) giyiın eşyasına kadar
(Buhfıri, Libfıs, 1) israftan kaçınılmasını öğütlemiştir.
27 "Toprağı olan kimse onu işlesin, işlemezse bağışlasın, bunu da yapmazsa elinde tutsun" (Buhfıri, Hars,
ı9); "Kişinin işlemediği toprağını kardeşine bağışlaması daha hayırlıdır" (Ivlüslim, Büyü', 120-123).
132
1 Islam Ahliil<ı
ve Sevgi
Ticari faaliyetler refah ve gelişme kaynağıdır. Fakat bunun yanında çok soolan ve harama kaçmanın kolay olduğu bir meslektir. Buna rağmen
ticaret yoluyla helalkazanç elde etme teşvik edilmiştir. 28
Hz. Peygamber ilke olarak fiyatların tekelci müdahalelerin olmadığı bir pi-yasada serbestçe oluşmasını, fiyatlara müdahale edilmemesini istemiştir. 29 Fiyatlara gereksiz müdahale piyasaya mal getirilmesi ve sürülmesine olumsuz tesirler yapacağın dan, dahası karaborsaya yol açabileceğinden ve ticaret hacmini
daraltacağuıdan tehlikelidir.
.
Zekat hem mali hem de sosyal güvenlikle ilgili bir kurumdur. ilke olarak
servetleri belirli bir seviyenin üstünde olanlardan bu seviyenin altında olanlara
gelir transferini ifade eder. Umumi olarak servetten % 2,5, üründen ve gelirden
% 10 nisbetinde alınır. Hz. Peygamber, "Malda zekattan başka haklar vardır"
huyururken başka vergilerin tahsilikonusunda devlete yetki vermektedir.
Vergi memurlarının hediye alması kesinlikle yasaktır. 30 Bu aslında devlet
görevlilerinin bu vasıflarını ranta dönüştürmelerinin önüne geçilmesi anlamı­
na gelir.
İl'i:isat gibi çalışma iktisadıda ahlaka dayanmalıdır. İşçi ahlakının temeli işi­
ni iyi yapması, müteşebbis alılakının temeli ise işçinin hakkını vermesidir. Oysa günümüzün tüketicinin korunması, asgari ücret ve gelir dağılımı gibi konulan incelediğinıizde iş ahlakının çok gerilerde olduğunu görebiliriz.
rumluluğu
Toprağın kir; ile işletilmesini hoş karşılamıyordu (Buhaıi, İcare, 22). Yine O, bu konuda müslümanlan boş topraklan işletmeye açmaya teşvik etmişti: "Toprak Allah'ın toprağı, kullar Allah'ın kullan. Bununla beraber ölü bir toprağı ihya eden kimsenin o toprak üzerinde daha fazla hakkı vardır" (Ebu Davud, Harac, 3086); "Kim ölü toprağı ihya ve imar ederse o yer onundur"(Ebu Davüd, Harac, 3074). Fakat Hz. Peygamber fertlere bırakılmasında kamu zaranna olan hiç bir toprak tahsisi yapmamıştı (Ebu
Davud, Harac, 3016).
28 Bunun için Hz. Peygamber "Doğru tacir kıyamet gününde Allah'ın arşının gölgesindedir" ve "Doğru,
emin bir tacir peygamberler, sıddikler, şehidler ile haşrolur" (Acluni, I, 294) buyurmuştur.
Ticarette asıl olan haramdan kaçınmanın yanında cesur olmak, tehlikeleri göze alabilmek ve cemiyetin
ihtiyaçlarını karşılamada çekingen davranmamaktır: "Korkak tacirin eline bir şey geçmez. Cesur tacir
ise nzıklanır'' (Aynı yer).
Hz. Peygamber ticari faaliyetlerde tüketiciyi aldatacak ve fiyatlan sun'i olarak yükseltecek her türlü davranışdan kaçınılmasını istemiştir (Müslim, lman, 164). Yine bir beldeye dışardan gelecek metalan, pazarda serbestçe satılmasına meydan vermeden belde haricinde karşılayarak satın alıp kapatmak sonra d'!
büyük kadarla satmak, yani aracılık yasaklanmış, maliann üreticiden tüketiciye en kısa yoldan geçmesi
istenmiştir (Buhaıi, Büyü', 68).
İhtikar (spekülatif ve tekelci daVTanışlar) kesinlikle yasaklanmıştır: "Piyasaya mal süren nzıklanmıştır.
İhtikar yapan ise Janetlenmiştir" (İbn Mace, Ticaret, 6).
Bütün bu bı!lirtilen hususlardan dolayı Hz. Peygamber ticaretin çok sorumluluk isteyen bir iş olduğu­
nu bildirmekte, tacirleri namus! u olmak konusunda ciddi bir şekilde uyarmaktadır: "Ticaret erbabı takva ve iyilik sahipleriyle doğru olanlan nıüstesna, günahkar olarak haşr olacaklardır" (Tirmizi, Büyü', 4).
29 Ebu Davud, Büyü', 49
Jo Buhaıi, Hibe, 17:
Tebliğler ve Müzakereler 1 133
Emek ile sermaye, işçi ile işveren arasındaki dengenin sağlanmasının ilk şar­
hayat tarzlarında makul bir farklılıkla birlikte işçi ile işverenlerin birbirlerini
rakip değil tamamlayıcı olarak görmeleridir.
Bir başka deyişle işçi-işveren ilişkileri mutlak değil nisbi ilişkilerdir; yani bir
kişi aynı anda hem işçi hem de işveren olabilir. Bu temel olgu İslam toplumlarında "Sadece emeğiyle geçinen, Batı' dakine benzer bir 'işçi sınıfı'nın doğmasını
önlemiştir. Sadece emeğiyle işe başlayan bir kimsenin, bir müddet sonra sermaye sahibi olmasının önünde hiç bir engel yoktur. Yine özel mülkiyetİn yaygın­
laşmasını ve sermayenin belli ellerde toplanmamasını sağlar. Böylece mülk sahibi olanlarla olmayanlar ayrımı ve dolayısıyla bu ayrımın tabii bir sonucu olan
sosyal sınıflaşma ortaya çıkmaz.
Vakıflar gibi sosyal hizmet kurumlarının gelişmesi sınıflaşmanın oluşmadı­
ğının göstergelerindendir. Sosyal görevlerdeki farklılaşma hukuki ve siyasi irntiyazlara yol açmamalıdır. Hukuk herkese eşit olarak uygulanmalıdır.
İslam ferdi mülkiyet açısından emeğe öncelikli bir yer verir. Miras, hibe, vasiyet gibi durumlar müstesna, temelinde emek olmayan mülkiyet meşru değil­
dir. Ancak emek sarfetmenin, çalışmanın meşru olması da gerekir.
İslam'a göre kazancın, dolayısıyla mülkiyerin en kutsalı el emeğinin mahsulü olandır. 31
Hz. Peygamber ücretin işçiye "teri kurumadan" verilmesini ernretıniş, 32 hele ücretle bir kimse çalıştınp da ücretini vermeyen kimsenin kıyamet gününde
tı
hasını olduğunu bildirmiştir. 33
Hz. Peyga.mbere göre emekçi ile onun emeğini kiralayan veya satın alan arasında hayat standardı bakımından fark olmamalıdır. 34
İslam sermayenin atıl kalmamasını ister. Atıl sermaye kendisine yüklenen
zekat sebebiyle azalma eğilimindedir. Bunun için sermaye sürekli olarak harcama ve yatırım sahalarında tutulmalıdır. 35
İslam iktisadının karakteristiklerinden biri de riba adı altında toplanan her
türlü faizi ve spekülatif işlemleri yasaklamış olmasıdır. Hz. Peygamber riba yoHz. Peygamber şöyle buyuruyor: "Hiç kimse kendi elinin emeğinin serneresinden daha hayırlı bir şey
yemez" (Buhari, Büyü', 15); "Herhangi birinizin sırtında taşıdığı odun destesinden satarak geçinmesi,
versin veya vermesin birisinden birşey istemesinden daha hayırlıdır" (Aynı yer).
32 İbn Mace, Ruh ün, 4.
33Buhari, Büyü', 106.
34 "Kimin elinin altında bir kardeşi bulunuyarsa ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin, onlan
kaldıramayacaklan işlerle mükellef tutmayınız. Eğer böyle bir iş yükterseniz onlara yardım ediniz" (Buhari, İmoi.n, 22).
35 Nitekim Hz. Peygamber "Ye tirnin sermayesiyle ticaret yapınız ki zekat onu tüketın esin" (Muvatta, Zekat, 12) buyurmuştur.
31
134 1 Islam Ahlaki ve Sevgi
luyla kazanç elde edeni, buna yol açanı, riba ile ilgili akitlerin katibini ve şahidi­
ni şiddetle kınamıştır. 36 "Riba'n-nesie" denen ve ödünç ilişkilerinden doğan faiz ayetlerle yasaklanırken diğer riba türleri de Hz. Peygamber tarafindan yasaklanmıştırY
Emekle sermayenin üretin1 sürecine birlikte katılmaları, karşılıklı riziko
yüklenmeleri ve çoğurılukla kar ve zarara ortak olmaları işbirliği içinde olmalarını zorunlu kılar. Yani sermayeye emekten bağımsız statü tanınmaz. Böyle olması bu faktörlerin birbirleriyle çeliştiklerini kabul etmek anlamına gelirdi. Yine bu, sonuçta, sermaye tahakkümü demektir.
İslam iktisadında işçilik kalıplaşmış ve sürekli bir statü değildir. Bunun için
İslam iktisadı emek-sermaye, işçi-işveren ilişkilerini Batı' dan farklı olarak çatış­
ma içersinde değil bir işbirliği içersinde düzenlemiş ve bu ilişkileri mutlak değil
nisbi ilişkiler olarak kabul etıniştir. Emeğin teşkilatlanması sınıfsal karaktere
bürünmemiş, işçi ile işveren, esnaf sisteı:niıide, aynı çatı altında birleştirmiştir.
Rizikosuz ve emeksiz sermaye kazançları (riba), hem emek sömürüsünü
arttım hen1 de emeği üretim sürecinden koparır. Bu da çalışmadan kazanmayı
özendiren bir durumdur ve sermayenin belli ellerde toplanmasının sebeplerinden birini teşkil eder. Oysa İslam iktisadının, senretin yaygınlaştınlınası ve zekat ilkeleri ~ermayeyi aşağı gelir gruplarına da yöneiterek sosyal refahın toplam
gelide birlikte artmasını sağlar.
Sermaye birikimi herşeyden önce Batı'nın gerçekleştirdiği tarihi bir olaydır.
Yani batı'da iç ve dış sömürü (yani işçi sömürüsü ve emperyalizm) olmasaydı
belki sermaye birikimi ve bunun sonucu olan sanayi devrimi de görülmeyecekti. Bu yüzden İslam iktisadı, Batı anlamında bir sermaye birikimi kavramına yabancıdır. İslam iktisadında sermaye birikiminin esası sermayenin sürekli olarak
harcama (infak) ve yatınm (ticaret) vetiresinde tutulmasıdır.
Kapitalist ülkeler kalkınmalarını büyük ölçüde emek (önce köle sonra işçi)
sömürüsüyle sağlamıştır. İslam ise ayrı bir sistem olarak sosyal adaleti adeta bir
finan~man faktörü olarak kullanm~ştır. Emeği en yüce değer olarak gören, ka36
Buhari; Libas, 86.
37
Bunların başında
Riba'1-fazl gelir. Bu tür riba aynı cinsten metaların farklı miktarlarda mübadelesidir.
metalar ise istenildiği gibi mübadele edilebilir (Müslim, Müsakfıt, 80; Ebu Dfıvıi.d, Büyıi.', 12).
Hz. Peygamber aynı cinsten olan fakat vasıflan farklı metaların mübadelesini de tavsiye etmemiştir. Bunun yerine metaların nakdi mübadeleye konu teşkil etmesini istemiştir (Buhari, Şirket, 10).
Hz. Peygamber bey'u'l-garar denilen spekülatif işlemlerin karşısındadır. Şöyle buyurur: "Elde mevcut
olan bir şeyle mevcut olmayan bir şeyi mübadele etmeyin" (Buhari, Şirket, 10). Yine Hz. Peygamber
meyvelerin ve hububatın olgunlaşıp ticali değerleri belirmeden mübadele edilmesini yasaklamıştı (Buhfıri, Büyıi.', 87).
Ayni kirada faiz mantığı vardır. Bu gerekçeyle Hz. Peygamber, mahsul ün önceden tesbit edilen belirli
bir yüzdesine karşılık toprağı kiraya vermeyi yasaklamıştır (EbU Davıi.d, Büyıi.', 3402).
Farklı
Tebliğler ve Müıakereler 1 135
naati ön planda tutan, servet ve mülkiyetİn yaygınlaştırılmasını sağlayan, sosyal
refahı gerçekleştirmeyi amaçlayan bir sistem kurmuştur. Bu sistem içersinde fiyatları ve ücretleri etkileyen tekelci eğilimler ile kaynağı büyük ölçüde emeğiyle
geçinenlerin tasarrufları olan işverenleri teşvik kredileri yer bulmamıştır.
Sermaye kullanımı, temerküz, riba, karaborsa, tekel, kumar, sömürü ve israfyasakları gibi kayıtlarla toplumun bütün müteşebbis kesimlerine bırakılmış­
tır. Sadece devlet, özel sektör üzerinde bir denetim mekanizması kurar ve sermayenin bu şekilde kullanınu sosyal refahı yükseltir.
Toplu sözleşme düzeni, Batı'daki sanayi devTiminin bir sonucudur. Bu vakıa İslam fıkhında niçin ferdi iş sözleşmesinin geçerli olduğunu kısmen açıklar.
Ancak toplu pazarlık ve sözleşmenin de yasaklandığını söyleyemeyiz.
Grev vakıası temelde XIX. yüzyıl Avrupa'sındaki işçi sefaletinden kaynaklanmıştır. Grev ve dolayısıyla lokavta yol açan unsurlar kapitalizmin yapısında
mevcut olduğu için grev ve lokavt bu sistem içinde kurumlaşmıştır. İslam' da,
ideal anlamıyla, emek ile ilgili meseleler maslahat ilkesi çerçevesinde çözülür.
Ancak bir geçiş dönemi mantığı içinde ve bir adaletsizlik söz konusu olduğun­
da bunu gidermek için grev en son çare olarak kabul edilebilir.
İslam'da emek kavramının geniş oluşu ücret anlayışının da geniş olmasına
yol açar. Ücret, temelde emeğin kira bedelidir. Ücret emeğin üretim ve gelirden
aldığı paydır. Bu yönüyle bölüşüm konusu içinde yer alır. Bölüşüm konusu
hem gelirin oluşması, hem harcanması ve hem de yeniden dağılırnı safhalarına
ayrılabilir.
Servet ve mülkiyetİn yaygınlaştırılması; fiyat istikrarı; sermayenin atıl kalmaması; riba ve israfyasaldarı; üretime emek, sermaye ve riziko (daman) unsurlarından en az ikisinin katılması birinci safhanın konusudur. İnfak ikinci
safhanın, zekat ise üçüncü safhanın konularıdır.
Günümüzde emeğin hor görülmesinin temel sebebi insanın hor görülmesidir. İnsan bir beşeri sermaye, bir kaynak, bir işçi, bir tüketici, bir müşteri vs. gi-.
bi ele alınabilir; ama bir "insan" olarak ele alınmaz. İnsanın insan yerine konmaması emek sömürüsünün de yoğun olmasının göstergelerindendir. İslam ülkelerinde bu daha da çok belirgindir.
İslam toplumunda sosyal sınıflar, Batı anlamında, ortaya çıkmamakla birlikte iktisadi farklılaşma bir gerçek olarak kabul edilmiştir. 38
İnsan doğuştan cinsiyet, yetenek, zeka gibi yönlerden farklı özellikler taşır.
Öncelikle doğuştan gelen farklılıklara dayandırılabilecek olan iktisadi farklılaş­
ma iş bölümünün, sosyal hareketliliğin ve iktisadi faaliyetlerin canlılığının te38 Nahl,
16/71.
136 1 Islam Ahiakl ve Sevgi
melidir. Bu tabakatanma iktisadi faaliyetin canlılığı için gereklidir. 39 Ancak servet, gelir, yetenek ve güç farklılaşmaları bir üstünlük sebebi değil dünya hayatındaki sınamanın aletleri olmalıdır. 40 Bireylere üstünlük ilmi41 ve ahlaki42 anlamlarda tanınmıştır. Bu yüzden İslam toplumlarında toprak aristokrasisi ile
sanayi ve ticaret burjuvazisi oluşmamıştır. Fütüvvet ve ahilik geleneğine bağlı
olan esnaf teşekküllerinde küçük ölçekli fakat yaygın bir sanayi sistemi oluştur­
n:ıuşlar ve sınıf geleneğinin oluşmasına imkan vermemişlerdir:B
İslam'ın öngördüğü çalışma hayatı belli ahlaki davranışlara dayanır. Bu ahlaki davranışların zihni kökleri, İslam'ın getirdiği işbölümü anlayışı içerisinde
başka bir anlam kazanan, emeğiyle çalışan grupların yönetmelikleri mahiyetinde olan fütüvvetnamelerde dile getirilmiştir. Fütüvvetnameler fütüvvet ülküsü,
teşkilatı, usulü, ilkelerini belirten ve mensupianna yönetmelik vazifesi gören
eserlerdir.
Fütüvvetnamelerde en çok vurgulanan ilkeler şunlardır: İçtimai dayanışma
ve hizmet; insan sevgisi; iyi niyet, samirniyet ve içi-dışı bir aLına, irade; bencillikten ve kibirden uzaklaşma; hürriyet ve kanaat; dürüstlük, hürmet ve merhamet.
Fütüvvet ve ahilik anlayışı, son şekliyle, Kur'an'a ve Hz. Peygamber'in sünnetine dayandırılan ilkeleriyle İslami-tasavvufi düşünce ve hayat telakkisinin
içinde yer alır. Bu anlayış tasavvufi eserlerde işlene işlene adeta bütün İslami ve
insani faziletleri barındıran bir mahiyet kazanmıştır.Samirniyet, cömertlik, Allah'tan başkasına kul olmama, sürekli gelişme ve
yenilenme, tevazu, geçirnli olma, hörmet, merhamet, dürüstlük, iyi kalplilik
hep fütüvvetin özellikleri arasında sayılmıştır. İçtimai dayanışma ve hizmet anlayışıyla "elini, belini ve dilini korumak" şeklinde ifade edilen namusluluk ilkesi fütüvvetin ve ahiliğin en önemli ilkeleri olagelmiştir. 44
Geniş anlamıyla bir Asya ve Ortadoğu hadisesi olan ahilik, daha III/IX. yüzyıldan itibaren Anadolu'ya kadar olan sahalarda etkisini göstermiş ve nihayet
VII./XIII. yüzyılda Anadolu'da Nasıruddin Mahmud el-Hoyi (Ahi Evren)
39 "İnsanlan
derecelendirdik ki, birbirleriyle iş görsünler" (Zuhruf, 43/32).
"Allah, sizi yeryüzünün halifeleri yapan, size verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için derecelendirendir"
(En' am, 6/165).
41 Hucurat, 49/13.
42 Zümer, 39/9.
43
L. Massignon, "Guild-Islamic", Encyclopaedia of the social sciences, VII-VIII, 214-216; "Sınıf', İslam
Ansiklopedisi, X, 555.
44 Bu ilkeler için bkz. Msi. Kuşeyr:i, Risale, Mısır, 1319, s. 112; Muhyiddin b. Arabi, Fütuhıitu'l-Mekkiye,
İ. Bulak, 1269, s. 262; ErdebiJi Kitabu'l-fütüwe, v.IOOb. Süleymaniye Ktp. Ayasofya Kit. Nu. 2049 da
kayıtlı Mecmuatu'r-resail fi't-tasawufiçinde.
40
Teblil)ler ve Müıakereler 1 137
(567-660/1175-1262) tarafından ahi esnafteşkilatı kurulmuştur. Ahi Türkçe'de
cömert anlamına gelmektedir. Arapça bir kelime olan ahi kelimesi kardeşim
anlamına gelmektedir ve tasavvuf erbabı arasında kullanılan bu kelime (çoğul u
ihvan)ilk Arapça fütüvvetnamelerden beri kullanılmaktadır.
Ahi teşkilatı Osmanlı Devleti'nin ve toplumunun oluşmasında büyük bir
yere si!.hiptir. O kadar ki ilk Osmanlı sultarıları, Fatih dahil, ahi önderleriydi. İlk
Osmanlı vezirlerinin bir çoğu da ahi idi. 45
Fütüvvet ilke ve kuruırılarıyla yakın ilgisi olan ahiler Selçuklu ve Osmanlı sanayi ve iç ticaret kesimlerini oluşturan esnafbirlikleri halinde devam etmişler­
dir. Sanayi devrimiyle esnafbirlikleri Arıglo-Saxon ülkelerinde ortadan kalkarken Osmanlılarda kendini yeni şartlara uydurarak varlığını sürdürmüştür.
Günümüz sanayi toplumlarında işçi-işveren ilişkileri büyük bir öneme sahiptir. O kadar ki bazı sanayi topluırılarında işçilerin veya ücretiiierin toplam
nüfus içindeki oranları yüzde 70-SO'lere kadar çıkmıştır. Kapitalist dünya sistemi belli bir dengeye ulaşmıştır. Özellikle tek kutuplu dünya ve globalizasyon
sürecinde küresel adaletsizlik çok daha net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Gelir dağılımı daha da kötüleşmekte, kalkınmışlarla az gelişmişler, zengirılerle fakirler arasındaki mesafe giderek açılmaktadır.
Az gelişmiş veya kalkınmakta olan ülkeler Batı türü bir kalkınınayı bir hayat
yolu olarak benimsemiş görünüyorlar. Bu ülkeler "kalkındıkça" kalkınmış ülkelerle aralarındaki açık kapanacağına daha da artıyor. Dünya nimetlerinin
dörtte üçü dünya nüfusunun ileri kapitalist üçte birinin tekeli altındadır. Günümüzde ihtişam ile sefalet, aşırı beslenmeden ölüm ile açlıktan ölüm yanyana
barınıyor. Silahianma ve başkalarını tahribe yönelen kaynakların çok az bir kıs­
mı açlık sorununu ortadan kaldırabilir. Gerçekten kapitalist sistem kendisini
"tehlikeye" atmıştır. Bütün bunlar insanca bir hayat tarzı özlemini ve yeni bir
uygarlığı gündeme getiriyor.
Küreselleşme insanlar arasındaki uçurumları derirıleştirmekte, zenginlerin
daha da zenginleşmesine fakirierin ise daha da fakirleşmesine yol açmaktadır. 46
Günümüz ekonomilerinin temel sorunu olan ve emek israfından başka bir
şey olmayan, üstelik temel bir ahlaki problem olan işsizlik problemi de halledilememektedir. Çoğunluğunu İslam ülkelerinirıoluşturduğu az gelişmiş (daha
doğru bir deyişle az kapitalistleşmiş) ülkeler ise daha da kötü durumdadır.
Günümüzde dünya sistemi içersinde müslümanların etken değil edilgen olmaları, İslam ülkelerinin dünyanın gelir dağılımı en bozuk ülkeleri olmaları öncelikle ahlaki bir problem gibi görünmektedir.
45
46
Mikail Bayram, Ahmet Tabakoğlu, "Ahi", İsliimi Bilgiler Ansiklopedisi, 1, 89.
Muammer Kaya, Eskişehir-Osmangazi Üniversitesi, Teknoloji Araştırma Merkezi (TEKAM) Müdürü,
TurkStudent.net
138
1 Islam Ahlakı
ve Sevgi
İslam ülkelerindeki işçi ve emek meselesine İslam'ın öncelikli yeri vermesi
gerektiğini savunmalıyız. Çünkü Batı dünyasında sendikalaşma süreci içersinde belli bir dengeye ulaşmış bulunan işçi meselesi, İslam ülkelerinde adaletsiz
bir görünüme sahip hale gelmiştir. Bu adaletsizliğin unsurlarını işveren sömürüsü, sendikacı sömürüsü ve dış sömürü oluşturmaktadır. Gerçekten, özellikle
Türkiye' de, bir taraftan işsizlik, bir taraftan da bu işsizlerle alay edercesine istenen veya fiilen ödenen yüksek ücretler ile birlikte emek karşılığı alınayan yüksek haksız kazançlar söz konusudur.
Dünya çapındaki eşitsizlik İslam ülkelerinde daha da büyümektedir.
Dünyada haksızlığa karşı bir tepki olarak başlayan sendikalaşmanın Türkiye gibi ülkelerde, Batılılaşmanın bir boyutu olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıy­
la toplumumuzun bir çalışma sistemi olarak geliştirdiği ahilik geleneğinin bunda bir rolü olınamıştır.
İslam ülkelerinde düşük gelirli yüzdeye düşen payla en yüksek gelirli yüzdeye düşen payın farkı oldukça büyüktür. Bu gelir dağılınundaki adaletsizlikten
kaynaklanmış olmalıdır.
.
Sosyal barışın sağlanması ve korunması, gelir bölüşümünün adaletsiz olduğu bir ülkede mümkün değildir. Böyle bir ülkede toplumsal huzursuzluğun olması kaçınılmazdır. Türkiye'de, çalışanlar aleyhindeki gelir dağılımının düzeltilınesi gerekmektedir.
Burada Türkiye gibi ülkeler açısından önemli olan ve emek-gelir ve servet
dengesizliğinin en önemli göstergelerinden biri olan gecekondulaşına gibi olaylara değinmek gerekir. Bu tür olaylar da emeksiz servet edinmenin, haksız yere
randardan istifade etmenin ve kul hakkına tecavüzün dolayısıyla ahlaksızlığın
en önemli göstergelerinden biri olarak görünmektedir.
Enflasyondan daha çok göze çarpan ve sıkıntı kaynağı problem olan işsizlik,
sanayi kapitalizminin bir ürünüdür. Kitlevi üretimin bir sonucu kitlevi tüketim,
bir diğer sonucu. da kitlevi işsizliktir. Bir başka deyişle işsizlik, en öneınli kaynak ve emek israfidır. Batı'da kitlevi üretimin bir sonucu olarak daha fazla arttırılaınayan talep, malların satılaına;ınasına, fabrikaların kapanınasına dolayı­
sıyla işsizliğin artmasına yol açıyor.
Kapitalist ülkelerde talebin daha fazla· arttırılamaınasından kaynaklanan
konjonktürel işsizlik, robot ve benzeri emeği ikame eden makinelerin yol açtı­
ğı teknolojik işsizlik gibi işsizlik türleri görülürken bizim gibi ülkelerde mevsimlik ve gizli işsizlik ön plandadırY
resmi rakamlara göre 2005 Ekim'inde 22.197.000 kişilik toplam İstilidamda işsiz miktarı
2.487.000, işsizlik oranı ise yüzde lO. ı' dir [Bkz. Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK, Eski DİE) hareketli üçer aylık dönemler itibarıyla Hanehalkı İşgücü Ankeri'nin Eylül-Ekim-Kasım 2005 dönemini
kapsayan Ekim 2005 sonuçları]. Türkiye'de Ekim-Kasım-Aralık dönemini kapsayan üç aylık hareketli
47 Türkiye'de
Tebliğler ve Miizakereler 1
139
işsizliğin azalmasında olumlu gelişmeler ve beklentiler olsa da bu olgu hala
sosyal ve iktisadi sıkıntılarla hırsızlık, terör başta olmak üzere kanun dışı olayların da en önemli sebebi olmaya devam etmektedir.
Türkiye'de emeğiyle geçinenlerin hem kişi hem de aile düzeyinde yapmak
zorunda oldukları asgari harcamalar hakkında bir fikir vermek üzere Türkİş'in .. Kasım 2005 için tahmin ettiği 4 kişilik ailenin yoksulluk sınırının 1.610
YTL, açlık sınırının 529.79 YTL; Kamu-Sen' e göre ise tek kişinin yoksulluk sı­
nırının 940 YTL, 4 kişilik ailenin yoksulluk sınırının 1.893 YTL ve açlık sınırı­
nın ise 727 YTL olduğunu belirtebiliriz. Bu rakamlar Türkiye' de zengin ile yoksul arasındaki farkın büyük olduğunu ispatlamaktadır.
Günümüzde halen büyürneyi teşvik eden, sonuçta gelir dağılımını bozan
zihniyetin ve uygulamanın hakim olduğunu görüyoruz. En büyük işletmeci
olan devletin ekonomik faaliyetleri sınırlandırılırken, aynı sakıncaları fazlasıyla
barındıran uygulamalar özel girişim için sürdürülmektedir. İşletme hakkını değil, mülkiyeti devreden bir özelleştirme uygulaması bu süreci hızlandırmakta ve
daha da vahirnleştirmektedir. Üstelik çokuluslu şirketlerin ve uluslararası büyük sermayenin artan ölçüde deweye girmesi problemi daha da büyütmektedir.
Zaten ülke vatandaşlığı kavramı yerini çoktan çok uluslu şirket vatandaşlığına
bırakmıştır. Bu da gelir ve servet adaletsizliğini arttırmakta dolayısıyla ahlaksız­
lığın zeminini güçlendirmektedir.
Sonuç
Bizim de mensup olduğumuz İslam geleneği toplum ve iktisat anlayışı nizam kavramına dayalı bir denge fikrini esas alır. İçtimai ve iktisadi çelişkiler Batı'da olduğu gibi denge unsurlarını oluşturmamıştır. Bu sistemde modelinde sı­
nıflaşma değil işbölümü, emek-sermaye çelişkisi değil emek-sermaye işbirliği
vardır. Sömürü anlayışı değil hizmet anlayışı hakimdir.
Bu düşüncenin en önemli unsurlarını insan sevgisi, merhamet, adalet ve kul
haklu gibi ahlaki ilkeler oluşturmaktadır. Kişinin toplumun çıkarlarını kendi
çıkarlarından üstün tutması bunun asgari şartıdır.
Kul hakkını esas alan İslam ekonomisinin günümüzde varolduğunu söylemek zordur. Bu yüzden "İslam iktisadı" çalışmaları gelir dağılımını olumlu
ortalamalara göre, 2005 Kasım ayı itibanyla işsizlik oranı yüzde 10,6 olarak tahmin edildi. Türkiye İsta­
tistik Kurumu'nun Hanehalkı İşgücü i\.nketi'nin, Ekim-Kasım-Aralık 2005 dönemini kapsayan Kasım
2005 sonuçlarına göre, bu dönemde işgücüne katılım oranı ise yüzde 48oldu. Buna göre Türkiye'de iş­
sizlik oranı 2005'te, 2004' e kıyasla değişınedi ve yüzde 10,3 olarak gerçekleşti. Verilere göre 2005 yılın­
da işgücüne katılım oranı ise 0,4 puan gerileyere k yüzde 48,3 olarak hesaplandı. Türkiye' de 2004 yılın­
da işgücüne katılım oranı yüzde 48,7 idi. Türkiye'de işsizlik 2004 yılında da yüzde 10.3 olmuştıı.
140 1 Islam Alıliil<ı ve Sevgi
yönde etkilemeyen kurumların teorisini yapmaktan çok, insanca bir hayat tarzı ve yeni bir uygarlık ile ilgili sorunlan ele almalıdır.
Gelir dağılımının son derece bozuk olduğu İslam toplumlannda iş ahlakının
ve iş barışının hattatoplum barışının sağlanması imkansızdır. Bu yüzden ortaya çıkan toplumsal gerginliklerin büyümemesinin temel sebebi aile, akrabalık
ve komşuluk geleneklerinin hala varlığını sürdürmesidir. Modem kapitalizmin
hor gördüğü bu tür gelenekler toplumlarımiZdaki gerginlikleri azaltan en
önemli faktördür.
Kapitalist dünya sisteminin edilgen bir üyesi olan ve hala "gelişmekte olan"
ve Güney ülkeleri arasında yer alan İslam ülkelerinin etken ve hakim olmaları­
nın sım iktisadın da temelinde yer alan ahiakın tekrar önemsenmesinde bulunmaktadır.
Download