Kalble ruhun hastalığı nisbetinde felsefe ilimlerine

advertisement
Sorularlarisale.com
"Kalble ruhun hastalığı nisbetinde felsefe ilimlerine
meyil ve muhabbet ziyade olur. O hastalık marazı da
ulûm-i akliyeye tavaggul etmek nisbetindedir. Demek
mânevî olan hastalıklar, insanları aklî ilimlere teşvik ve
sevk eder..." izah?
Bu cümlelerde nazara verilen felsefe, semavi vahiy ile barışık olmayan felsefedir.
her şeyi akıl ve mantık kriterleriyle değerlendiren, Olay ve hadiseleri, eşyadaki
sebepler silsilesiyle izah eden felsefedir. Böyle bir nazar ise, kişiyi kainattaki
acımasız ve şuursuz kanunlara ram eder. Korku ve dehşet içerisinde bırakır. Bundan
kurtulmanın yegane çaresi; felsefeciler gibi, olay ve hadiselere sebepler
zaviyesinden değil de, sebepleri yönlendiren müsebbibül esbab olan yaratıcının
hikmetlerini esas alarak bakmaktır. Kastamonu lahikasından aldığımız aşağıdaki
mektup, bu mevzuyu güzel izah etmektedir.
"Evet, şimdi küre-i arzda herkes ya kalben, ya ruhen, ya aklen, ya
bedenen gelen musibetten hissedardır, azap çekiyor, perişandır.
Bilhassa ehl-i dalâlet ve ehl-i gaflet, rahmet-i umumiye-i İlahiyeden
ve hikmet-i tamme-i Sübhâniyeden habersiz olduğundan, nev-i
beşere rikkat-i cinsiye, alâkadarlık cihetiyle, kendi eleminden başka
nev-i beşerin şimdiki elîm ve dehşetli elemleriyle dahi müteellim
olup azap çekiyor. Çünkü, lüzumsuz ve mâlâyâni bir surette vazife-i
hakikiyelerini ve elzem işlerini bırakıp âfâkî ve siyasî boğuşmalara
ve kâinatın hadisatına merakla dinleyerek, karışarak ruhlarını
sersem ve akıllarını geveze etmişler ve bilerek kendi zararına fiilen
rıza göstermek cihetinde, "Zarara razı olana şefkat edilmez"
manasındaki kaide-i esasiyesiyle şefkat hakkını ve merhamet
liyakatını kendilerinden selb etmişler. Onlara acınmayacak ve
şefkat edilmez. Ve lüzumsuz başlarına bela getirirler.
Ben tahmin ediyorum ki, bütün küre-i arzın bu yangınında ve
fırtınalarında selamet-i kalbini ve istirahat-ı ruhunu muhafaza eden
ve kurtaran yalnız hakikî ehl-i İmân ve ehl-i tevekkül ve rızadır.
Bunların içinde de en ziyade kendini kurtaranlar, Risale-i Nur'un
dairesine sadakatle girenlerdir.
Çünkü bunlar, Risale-i Nur'dan aldıkları iman-ı tahkiki derslerinin
nuruyla ve gözüyle, herşeyde rahmet-i İlahiyenin izini, özünü,
yüzünü görüp herşeyde kemal-i hikmetini, cemâl-i adaletini
müşahede ettiklerinden, kemal-i teslimiyet ve rızayla, rububiyet-i
İlahiyenin icraatından olan musibetlere karşı teslimiyetle, gülerek
page 1 / 3
karşılıyorlar, rıza gösteriyorlar. Ve merhamet-i İlahiyeden daha ileri
şefkatlerini sürmüyorlar ki, elem ve azap çeksinler.
İşte buna binaen, değil yalnız hayat-ı uhreviyenin, belki dünyadaki
hayatın dahi saadet ve lezzetini isteyenler, hadsiz tecrübeleriyle,
Risale-i Nur'un imanî ve Kur'ani derslerinde bulabilirler ve
buluyorlar." (1)
On Dördüncü Söz'de geçen aşağıdaki ifadeler de gösteriyor ki, sebepler dairesinde
olaylara bakmak büyük bir ızdırap ve sıkıntıdıyı netice verir. Huzur bulmanın yolu;
İlahi kudretin verdiği mesaj zaviyesinden bakmaktır.
"Hem kendini başıboş zannetme. Zîrâ, şu misafirhâne-i dünyada,
nazar-ı hikmetle baksan, hiçbir şeyi nizamsız, gâyesiz göremezsin;
nasıl, sen nizamsız, gâyesiz kalabilirsin? Zelzele gibi vâkıalar olan
şu hâdisât-ı kevniye, tesadüf oyuncağı değiller. Meselâ, zemine
nebâtât ve hayvanât envâından giydirilen birbiri üstünde, birbiri
içinde, gayet muntazam ve gayet münakkaş gömlekler, baştan
aşağıya kadar gâyelerle, hikmetlerle müzeyyen, mücehhez
olduklarını gördüğün ve gayet âlî gâyeler içinde kemâl-i intizam ile
meczub Mevlevî gibi devredip döndürmesini bildiğin halde, nasıl
oluyor ki, küre-i arzın benîâdem'den, bâhusus ehl-i imândan
beğenmediği bir kısım etvâr-ı gafletin sıklet-i mâneviyesinden omuz
silkmeye benzeyen zelzele gibi Haşiye mevtâlûd hâdisât-ı
hayatiyesini, bir mülhidin neşrettiği gibi gâyesiz, tesadüfî
zannederek bütün musîbetzedelerin elîm zâyiâtını bedelsiz, hebâen
mensur gösterip, müthiş bir yeise atarlar. Hem, büyük bir hatâ, hem
büyük bir zulüm ederler. Belki, öyle hâdiseler, bir Hakîm-i Rahîmin
emriyle ehl-i imânın fânî malını sadaka hükmüne çevirip, ibkâ
etmektir ve küfrân-ı nimetten gelen günahlara kefârettir.
Nasıl ki birgün gelecek, şu musahhar zemin, yüzünün zîneti olan
âsâr-ı beşeriyeyi şirkâlûd, şükürsüz görüp çirkin bulur. Hâlık'ın
emriyle büyük bir zelzele ile bütün yüzünü siler, temizler. Allah'ın
emriyle, ehl-i şirki Cehenneme döker; ehl-i şükre, "Haydi, Cennete
buyurun" der." (2)
(1) bk. Kastamonu Lahikası, (84. Mektup)
(2) bk. Sözler, On Dördüncü Söz Hatime.
page 2 / 3
Ayrıca ilave bilgi için tıklayınız: Kalb ile Ruhun Hastalığı...
page 3 / 3
Powered by TCPDF (www.tcpdf.org)
Download