1 SÖYLEŞİ Trio Mara Sürgünün kadın sesleri Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL Sayı:100 25 Nisan - 01 Mayıs 2016 S:16 bas-haber.com Barzani’nin arabulucu olması isteniyor w w .a rs iv ak ur d .o rg Çözüm Süreci’nin düğümü nasıl çözülecek? w Siyaset kulislerinde Çözüm Süreci görüşmelerinin yeniden başlatılmak istendiği, yeni bir aşamaya gelindiği ve tersi açıklamalar yapılmasına rağmen bu konuda girişimlerin hızlandığı konuşulmakta. ABD’li yetkililerin Ankara’ya diyalog ve PKK’ye silahsızlanma yolundaki çağrıları ile AB’nin Raporu’nda benzer çağrılar yapılması ardından, gözler arabuluculuk yapabilecek odaklara çevrildi. Faysal Dağlı: Kürd basını ulusallaşamamış, evrenselleşememiştir S:08 - 09 HAKAN TAHMAZ BasHaber / BasNûçe 2 yaşında Tarafsız ve etik habercilik anlayışıyla 2 yılı geride bırakan BasHaber/BasNûçe Gazetesi Kürdistan’ın dört parçası ile diasporada yaşayan Kürdler arasında bir köprü görevi görüyor. Çözüm Süreci’ni, Kürdistan Bölgesin’de bağımsızlık tartışmalarını, Rojava’da yaşananları ve İran Kürdistanı ile ilgili tüm gelişmeleri, Kürd örgüt ve kurumlarına karşı tarafsız duruşuyla doğru ve etik habercilik anlayışıyla mercek altına alarak, okurlarına ulaştırmaya devam ediyor. S:10-11 Medyada yeni model BasHaber Çözüm zorda s03 ABD Başkanı Obama’nın Özel Temsilcisi Mac Gurk’un geçtiğimiz hafta Erbil ziyaretinde KBY Başkanı Mesut Barzani’den tarafları bir araya getirme ve özellikle PKK’yi ikna etme konusunda ricacı olduğu bildiriliyor. Ankara ve HDP’nin de arabulucu olmasını istediği Barzani’nin yakın zamanda Kandil’deki PKK yöneticileri ile konuşması ve ardından Türkiye’ye gelmesi de olası. S:02 - 03 BİLAL SAMBUR s07 Kürdlere gerçek yeter MESUT YEĞEN Aklımızdaki resimler değişmeli s09 ÖZTEKİN ÇAÇAN s13 02 MANŞET BasHaber SÖYLEŞİ 25 Nisan - 01 Mayıs 22016 Barzani’nin arabulucu olması isteniyor Kahveci: Barzani Türkiye’yi ziyaret edecek Türkmen Reform ve İlerleme Partisi Başkan Yardımcısı ve KBY Parlamentosu Milletvekili Muna Kahveci ise, KBY Başkanı Mesud Barzani’nin kısa bir süre içerisinde Türkiye’yi ziyaret edeceğini, barış sürecinin yeniden canlanmasını talep edeceğini ileri sürdü. Muna Kahveci, Barzani’nin Türkiye ziyaretini ABD yönetiminin de desteklediğini belirterek, “ABD, Türkiye’de Kürd sorununun çözülmesini ve barış sürecine dönülmesini önemli bir adım olarak tanımlıyor’’ dedi. Taşçıer: Sürece dönülmeli HDP Diyarbakır Milletvekili İmam Taşçıer Çözüm Süreci’ne dönülmesi konusunda Fırat: Washington çözümde ısrarcı Kürd illerinde yaşanan savaş ortamını hatırlatan HDP Mersin Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat, “yoğun bir savaş hali Metiner: Barzani Kandil’i ikna etmeli PKK’nin yürüttüğü siyasetin sonuç vermediğini ifade eden AKP Milletvekili Mehmet Metiner, “Bu tarzla bir sonuç alınamayacağı görüldü. Öcalan istese de Kandil’in silah bırakmayacağı görüldü, dolayısıyla Sayın Barzani’nin bir takım önerileri olmuş olabilir. Türkiye hükümeti bu tür açıklamalara alışıktır. Çünkü Barzani’nin görüşleri önemlidir. PKK ve IŞİD sadece Türkiye için değil, Güney Kürdistan için de tehlikedir. Hatta Türkiye’den daha fazla Barzaniler için çok büyük bir tehdittir. PKK’nin siyaseti değişmeden eski tarz bir seçim süreci oluşturmanın PKK’ye soluk aldırabilir kanaatindeyiz. PKK’nin böyle bir .o taktiksel hamlesi var. Amerika üzerinden Çözüm Süreci’ni başlatmak istiyorlar. Sayın Barzani’nin PKK’nin arkasındaki ülkelerin amaçlarının farkında olduğunu düşünüyorum. Silahın dışında başka yollar da var. Barzani’nin, Kandil’deki PKK şeflerini ikna edip silahları bıraktırması gerekiyor. Silahın bırakılmasının önünde bir engel yok silahların tek yanlı olarak ebediyen toprağa gömülmesi gerekiyor, şayet silahlar bırakılırsa masaya tekrar oturulup şartlar” konuşulmalıdır dedi. ur d ak iv rs .a hâkim. Tüm bunlar Mesud Barzani’yi yakından ilgilendiriyor. Burada öldürülen siviller, gençler, çocuklara karşın onun kalbi kan ağlıyordur. Bu sorunun çözümü noktasında Neçirvan Bey’i göndermiş olma ihtimali yüksektir. Fakat barış süreci denilen şeyin içinin boş olduğunu düşünüyorum. Süreç dediğiniz şey de kavga eden taraflar arasındadır. Sayın Barzani’nin aracı olarak istenmesi Kürdler arasında bir savaş sonucunu ortaya çıkarır ki, mevcut iktidarın bunu kabul etmesi mümkün değil. Washington’un sürecin başlaması ve çatışmaların son bulması adına ta başından beri çağrıları devam ediyor. Bu konuda arabulucu olmak” istediğini belirtti. w kendilerine yansıyan bir şey olmadığını ifade ederek şunları söyledi: “Ama şu gerçek ki, bu süreç sonsuza kadar böyle devam etmez. Sürecin bir an önce başlaması gerekiyor. Mesud Barzani burada bir rol oynayabilir. Barzani’nin Ortadoğu’da siyasi anlamda bir ağırlığı söz konusudur. Barzani sürece yeniden dönülmesi anlamında rol oynarsa başarılı olur. Daha önceki süreçlerde de buna benzer şeyler oldu. Türkiye’de yaşanan çatışmaların son bulması, Kürdlerin haklarının verilmesi noktasında Mesud Barzani çeşitli adımlar atmıştır. Neçirvan Barzani’nin Türkiye gelişi sorunun çözümüyle ilgili olabilir; ama benim bu konuda herhangi bir duyumum olmadı. Üstelik Çözüm Süreci’ni başlatma anlamında adım atılırsa buna PKK de devlet de karşı çıkmaz.” Öte yandan devletin yumuşama göstermesi gerektiğini belirten Taşçıer, “Diğer tarafın da bunlara karşı adım atacağını da inanıyorum. PKK şehirlerden gerillalarını çekmesi konusunda bir açıklaması oldu. Bu olumlu bir açıklama oldu. Bu savaştan dolayı birçok insan mağdur oluyordu. Bu adım Çözüm Süreci için bir adım” olabilir diye konuştu. w Türk: Barzani devreye girmeli Mardin Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Ahmet Türk, Mardin’de katıldığı bir açılış töreninde yaptığı konuşmada çatışmaların durması için KBY Başkanı Mesud Barzani’nin devreye girmesini istedi. Türk, “Umuyoruz savaşın durması, ateşkesin ilanı için bir çaba olsun. Kim bu çalışmayı yaparsa da bu kutsaldır” olduğunu söyledi. “Başkan Barzani Kürdlerin bir lideridir, rolünü oynamalı” diyen Türk, şunları kaydetti: “Kürdler birbirine bağlıdır. Burada bir Kürdün başı ağrırsa, diğer taraftaki kardeşinin kendine sahip çıkmasını ister. Halkın da böyle bir isteği var. Hepimiz bunu görmeliyiz. Bugün Kuzey Kürdü susturuluyorsa yarın Güney ve Batı Kürdüne de aynısı yapılır. Bu yüzden diyalog, görüşme Kürdlerin arasında günbegün gelişmelidir. Birbirimizi dinlemeliyiz. Birbirimizin fikirlerine kulak vermeliyiz. Birbirimize yardımcı olmalıyız. Yardımcı olursak demokrasinin de önünü açarız. Ben bu inançtayım.” Siyaset kulislerinde Çözüm Süreci’nin yeniden görüşmelerin başlatılmak istendiği bir aşamaya geldiği ve tersi açıklamalar yapılmasına rağmen bu konuda girişimlerin hızlandığı konuşulmakta. ABD’li yetkililerin Ankara’ya diyalog ve PKK’ye silahsızlanma yolundaki çağrıları ve AB’nin Raporu’nda benzer çağrılar yapılması ardından, gözler arabuluculuk yapabilecek odaklara çevrildi. Bu bağlamda ABD’nin Obama’nın Özel Temsilcisi Mac Gurk’un geçtiğimiz hafta Erbil ziyaretinde KBY Başkanı Mesut Barzani’den tarafları bir araya getirme ve özellikle PKK’yi ikna etme konusunda ricacı olduğu bildiriliyor. Ankara ve HDP’nin de arabulucu olmasını istediği Barzani’nin yakın zamanda Kandil’deki PKK yöneticileri ile konuşması ve ardından Türkiye’ye gelmesi de olası. w A nkara kulislerinde çatışma sürecinin başlaması ile birlikte ‘donduruldu, buzdolabına kaldırıldı’ denilerek bekletilen Çözüm Süreci’nin yeniden başlatılmak istendiği bir arayış aşamasına geldiği ve tersi açıklamalar yapılmasına rağmen bu konuda girişimlerin hızlandığı konuşulmakta. Son zamanlarda hızlanan çatışmalar ile Suriye görüntüsü verilmesi, Türkiye’deki gelişmelerin Musul ve Rojava’daki durumu olumsuz etkilemesi üzerine şimdiye dek olayları sessizce izleyen ABD ve AB’yi de harekete geçirerek tarafları yeniden konuşma pozisyonuna getirmeleri yolunda girişimlere neden oluyor. ABD’li yetkililerin son açıklamaları ve AB’nin son raporunda PKK ve Ankara’ya diyaloga dönülmesi çağrısı ardından, gözler arabuluculuk yapabilecek odaklara çevrildi. Bu bağlamda ABD’nin Obama’nın Özel Temsilcisi Mac Gurk’un geçtiğimiz hafta Erbil ziyaretinde KBY Başkanı Mesut Barzani’den tarafları bir araya getirme ve özellikle PKK’yi ikna etme konusunda ricacı olduğu bildiriliyor. PKK’nin ise daha çok ABD’nin arabulucu olması yolunda talepte bulunduğu KCK’nin son zamanlarda yaptığı açıklamalara yansımıştı. Ancak Erbil’deki kaynaklar Kandil’in, Barzani’nin süreçte aktif rol almasıyla kamuoyunda itibar kazanmasını engellemek istediği, İran’ın da KBY karşıtı bir siyaset izlemesi de gerilimi tırmandıran diğer önemli nedenler arasında sıralıyor. Çatışmaların Yüksekova’ya taşındığı hafta başında Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Diyarbakır’da ilk kez ifade ettiği ‘PKK’nin Mayıs 2013 koşullarına dönmesi’ çağrısı her ne kadar Cumhurbaşkanı tarafından reddedilmişse de hükümetin bu konuda açık bir opsiyonunun olduğu iddia ediliyor. Öte yandan Erdoğan’ın “tümüyle çekilme“ koşulunun yeni bir sürecin ön şartı olduğu bu anlamda Davutoğlu’nun da aynı şeyi ifade etmek istediği değerlendiriliyor. KBY Başbakanı Neçirvan Barzani’nin geçtiğimiz günlerde yaptığı Türkiye ziyareti sonrası sürecin yeni bir boyut kazandığı, Hükümet ve HDP’nin bir kesiminin de Barzani’nin yeni süreçte de rol üstlenmesi gerekliliği üzerinden düşündüğü ortaya çıktı. Tüm bu gelişmelerin ise ABD’nin hem PKK’ye hem de Ankara’ya baskısı sonucu ortaya çıktığı ve ilerleyen günlerde taşların yerine oturacağı ileri sürülmekte. Ankara ve Erbil’e yakın gazetecilerin de teyit ettiği ve alttan yürüyen bu gelişmeler Türkiye kamuoyunda tartışılmazken, Hükümet ve HDP’li milletvekillerinin dışarıya yansımazsa da kapalı kapılar arkasında bu seçenekleri tartıştığı iddia ediliyor. Erbil’in de Çözüm Süreci’nin yeniden başlaması konusunda net olduğu, arabuluculuğun taraflarca kabulu halinde bunun için girişimlerde bulunacağı da bildiriliyor. Öte yandan PKK’nin silahlı gücünü Türkiye’den çekmesi ardından gelişecek durumun da endişeye neden olduğu, KBY’ye çekilecek militanların üzerinden yürütüldüğü ve endişelerin de tam da bu noktada başladığı yönünde. PKK’nin mevcut durumda KYB’ye Şengal’de sorunlar çıkarttığı, Rojava ile ilgili özellikle Barzani karşıtı anti propoganda faaliyetleri yürüttüğü ve Erbil’de siyasi krize neden olan Goran ile yakınlaştığına dikkat çeken gözlemciler, orada birikecek PKK gücünün KYB için de ciddi sorun olabileceğine dikkati çekiyor. Bu bağlamda Davutoğlu’nun ‘Erbil’e yönelen her saldırı bize yöneliktir’ demesinin ardındaki nedenin bu endişelerle ilgili olduğu iddia ediliyor. KBY Başkanı Mesud Barzani’nin müzakere masasına dönülmesi konusunda nasıl bir rol oynayacağı merak konusu. Siyasetçiler, akademisyenler BasHaber’e konuya ilişkin değerlendirmelerde bulundu. rg Çözüm Süreci’nin düğümü nasıl çözülecek? Besê Çelik MANŞET BasHaber 25 Nisan - 01 Mayıs 2016 3 SÖYLEŞİ Bilgen: Her türlü girişimin önü açılmalı Kürd sorununun çatışma konseptiyle çözülemeyeceğini ifade eden HDP Kars Milletvekili Ayhan Bilgen, “Kürdler arasındaki hukukun sağlıklı ve doğru işlemesi, hem de mülki yönetimleriyle halklar arasındaki sorunun çözümünde elbette diyalog yönteminin açılması gerekiyor. Bu konuda bölgedeki tüm aktörlerin sorumluluğunu yerine getirmesi beklenir. Özellikle Türkiye’nin bölgesel ilişkilerde Kürdler arası gerilimi değil, aksine Kürdler arasında diyalogu pekiştiren yöntemi tercih etmesi, elbette ki bölgede barışa, iyi ilişkilere, ticaretin artmasına ve can güvenliğine ve demokratikleşmeye olumlu adım getirecektir. Türkiye’nin Çözüm Süreci konusunda bir çabası var mıdır, bilmiyoruz. Biz her türlü çabanın ve girişimin önünün açılmasını” değerli görüyoruz diye konuştu. Kurt: 2013’te verilen sözler tutulmalı Barzani’nin PKK’ye güvenmediğini ileri süren AKP Diyarbakır Milletvekili Abdurrahman Kurt, “Neçirvan Barzani’ye bu konudaki tavrının ne olduğunu merak edip sorduk, “onlara güvenimiz kalmadı” dedi. Dolayısıyla kefil olmak, bir nevi sözdür. Çözüm Süreci denen şey silahların bırakılması, PKK’nin oraya geri dönmesi imkânsızdır. Tek yolu 2013’te verilen sözlerin yerine getirilmesi ve silahlı unsurların sınır dışına çekilmesidir. Bu anlamda unsurların dışarı çıkmasıyla birlikte operasyonların da anlamı kalmaz” dedi. wini, “KBY’li yöneticiler her zaman PKK’ye de Türkiye’de sorunu diyalog ile çözün diyor. Bunu Mam Celal, Mesud Barzani ve Neçirvan Barzani defalarca Türkiyeli yöneticilere söyledi. Umarım yakında yeniden masaya dönerler. En azında Dolmabahçe Mutabakatı’nda dönmeliler” değerlendirmesini yaptı. Geveri: Çözüme Barzani’nin katkısı olacaktır Hükümet tarafından Güney Kürdistan’a Çözüm Süreci konusunda herhangi bir resmi çağrı yapılmadığını ifade eden HDP Van Milletvekili Adem Geveri, “Elbette ki böyle bir niyetin olması anlamlıdır. Son derece akıllı bir adımdır. Biz de bu formülü çok uzun süre önce talep etmiştik. Sayın Barzani, her iki tarafta da siyasal temsiliyeti olan bir şahsiyettir. Arabuluculuk çabalarının sonuç vereceğini düşünüyorum. HDP’nin de bu yönde çabaları söz konusudur. Sayın Neçirvan Barzani’nin ve bizim bilmediğimiz gizli diplomatik temaslarda da bu talepler dile getirilmiştir. Güney Hükümeti ve Sayın Barzani’nin bu arabuluculuk misyonunu işleteceğini düşünüyorum. Güney Kürdistan sorunun bir parçasıdır. Burada yapacakları arabuluculuk soruna çözüm üretebilir. Türkiye ile ticari ilişkileri olan bir komşudur; aynı zamanda bu tür çatışmaları önceden kendileri yaşadıkları için, KBY’nin bu anlamda bir tecrübesi var. Bu anlamda Türkiye’deki sürecin yeniden başlaması konusunda yapacakları çağrının başarılı ve etkili olacağını düşünüyorum. Çözüm Süreci’nde Sayın Barzani’nin bir katkısı ve çabası var. Nitekim Sayın Öcalan’ın da Kandil’in de bunu kabul ettiğini ve bu yaklaşımları olumlayan açıklamaları oldu. HDP de süreç içerisinde Erbil’i birçok kez ziyaret etmiş, karşılıklı diyaloglar” kurulduğunu dile getirdi. Ümit Fırat: Türkiyeli Kürdler Barzani’ye güvenmektedir Yazar Ümit Fırat, Çözüm Süreci kavramını kullanmak istemediğini, artık başka bir sürece gidildiğini söyleyerek, Türkiye’nin yeni bir politikayı tespit etmesi gerektiğini ifade etti. Kürd meselesini bir başka açıdan masaya yatırılmanın şart olduğunu dile getiren Fırat, KBY Başkanı Mesud Barzani’nin meseleye dair bir yaklaşımının olduğunu belirtti. Türkiye devleti ve hükümeti ile PKK arasında samimi bir ilişki kurulamayacağını, bu noktada Mesud Barzani’nin problemin çözümüne dair rol almak istediğini söyleyen Fırat, sözlerini şöyle sürdürdü: “Mesud Barzani, bu problemin böyle gitmeyeceğini bildiği için bir rol almak istiyor. Burada da hükümetin nasıl baktığına dair bilgilendirilmesi ve yeniden bu meseleyi ele alması konusunda bir yerlere çekilmesi, destek vermesi açısından rol üstlenmesi söz konusudur. Bu sadece Mesud Barzani ile hükümet arasında değil, Türkiye’deki Kürdlerin taleplerinin dikkate alınması lazım. Mesud Barzani’nin Türkiye Kürdleri bakımından güven verici bir profilinin olduğunu düşünüyorum.” Barzani’nin yaklaşımını olumlu bulduğunu söyleyen Fırat, hükümetin nereye kadar operasyonları sürdüreceğini ise açıklamadığını belirtti. Pencwini: Barzani süreçte rol oynayabilir Kürd siyasetçi Mehmed Emin Pencwini, KBY Başkanı Mesud Barzani, Irak Eski Cumhurbaşkanı Celal Talabani, Başbakanı Neçirvan Barzani’in uzun yıllar AKP ile temasta olduğunu Kürd Sorunu’nun Türkiye’de diyalog ile çözülmesi için PKK ve AKP Hükümeti’ne bir araya getirmeye çalıştıklarını söyledi. Pencwini, KBY temsilcilerinin, Oslo Görüşmeleri’nin yanı sıra, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 2013 Newroz’unda okuduğu mesajdan sonra başlayan süreçte de önemli rol aldıklarını belirtti. Ayrıca Pencwini, Neçirvan Barzani’nin İstanbul’da Recep Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu ile yaptığı ziyaretinde önemli olduğunu ve Kürd sorununun bu ziyarette tartışıldığını açıkladı. Penc- Yüksel: Katkısı olacaksa temaslar sürdürülmelidir Yazar Müfit Yüksel ise, bölgede büyük yoğunluklu bir çatışmanın varlığından söz etti ve Çözüm Süreci konusunda muhataplık meselesinin tartışılması gerektiğini söyledi. Bu süreçte tarafların kimlerin olacağının belirsiz olduğunu dile getiren Yüksel, “Kimlik meselesi, anadil konusu gibi konularda reform adımları atılabilir. Çözüm Süreci gibi bir şey yapıldı, ama sonunda şehirlerde bir çatışmaya dönüştü, özyönetim gibi bir gariplik ortaya çıktı. Bundan sonra Kürd sorunun çözülmesi konusunda adımların atılması lazım. Bu adımların atılmasında kim rol alırsa, onun takdirle karşılanması lazım. Ama eğer silahlar susmayacaksa, o zaman yeniden çözümün bir manası olmaz. O bakımdan Mesud Barzani’nin sürece bir katkısı olacaksa, tabi ki bu konuda temaslar sürdürülebilir, sürdürülmelidir” dedi. 03 Çözüm zorda HAKAN TAHMAZ 14 Nisan 2016 tarihli AB Türkiye İlerleme Raporu hükümeti fena kızdırdı. Raporda Türkiye’ye dönük ağır eleştiriler ve ithamlar yer alıyor. Hükümet, raporu yok hükmünde ilan etti. İade edeceğini duyurdu. Gerekçesi ise Ermeni Soykırım iddialarına ve eleştirilerine yer vermesi. Hükümet düşünce, toplanma, gösteri yapma özgürlüğünün kısıtlanmasına, orantısız güç kullanma ve otoriterleşme eğilimine ilişkin eleştirileri yok sayıyor. AB yetkililerinin ortaya serdikleri Türkiye fotoğrafındaki yüz kızartıcı konular bunlarla sınırlı. Anlayanlara çok şey anlatıyor. AB yetkililerinin hükümete raporda yaptıkları kıyak ise Kürd bölgesinde olup, bitenlere yaklaşımda görülüyor. Raporda, Hükümetin güvenlik eksenli politikalarına esas olarak “PKK’ye karşı meşru savunma hakkı” olarak değerlendiriliyor. Ne tezat bir durum ki, raporda şikâyete yol açan politikaların ağır pratikleri Kürd Bölgesi’nde hayata geçirdi. Kürd siyasal hareketini kırma operasyonları 7 aydır sürdürülüyor. En vahşi ve insanlık dışı uygulamalara, sokakların, mahallelerin, ilçelerin ablukası esnasında Kürdler maruz kalıyorlar. Bunlara ulusal ve uluslararası kurumlar raporlarında birçok kez yer verdiler. En son açıklanan Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) verilerine göre, ilk sokağa çıkma yasağının başladığı 16 Ağustos 2015 ile 10 Nisan 2016 tarihleri arasında sokağa çıkma yasakları sırasında sadece 338 sivil yaşamını yitirmiş. Bunların 78’i çocuk, 69’u kadın, 30’u 60 yaşın üzerinde. Aynı açıklamaya göre son resmi nüfus sayım sonuçlarına 1 Milyon 642 kişi en temel yaşam ve sağlık hakları ihlal edilmiş. Sağlık Bakanlığı’nın 27 Şubat 2016 tarihli açıklamasına göre 335 bin kişi yaşadıkları il ve ilçeyi terk ederek zorunlu olarak yerinden edilmişler. Bunlara ses çıkarmayan AB kurumlarının, dokunulmazlıklar konusunda sessizliğe bürünmüş olması normal. Kürd siyasal hareketinin parlamentodaki temsilcileri, Meclis’ten kapı dışarı edildiklerinde usulen bir açıklamayla kınayacaklarından kimsenin kuşkusu olmasın. Çünkü NATO ortakları, bugünlerde mülteci akınının önüne geçebilmek için daha bir kıymetli. İlkeler değil, çıkarlarla belirlenen siyaset böyle gerektiriyor. Bu ortamda hükümetin Çözüm Süreci’ne dönme planı yaptığını fısıldayan utangaç akli evveller son zamanlarda çoğalmaya başladı. “Siz bakmayın yukarıdakilerin konuştuklarına, çözüm masasına dönmenin hazırlıkları yapılıyor” masalı anlatıyorlar. Bir çoğunun anlattıkları bu masallara inanmadıkları çok belli. Anlattıklarının gerçeklikle ilgisinin zerrece olmadığını biliyorlar, algı operasyonun parçası olmaktan bir beis görmüyorlar. Bunu iktidarın eteklerinden tutunmanın yolu bellemişler. Bir kısmının ise neden bu algı operasyonunun parçası olduklarını anlamak ise çok zor. Ankara’nın karanlık dehlizlerinden barış çıkarmayı beyhude çaba olarak görerek gönül eğlendiriyorlar. Bunlar ilk bölümdekiler gibi büyük bir algı operasyonun ortağı konumuna düştüklerinin farkında değiller. Toplumda barışın “hayal” olduğu duygusunu güçlenmesine yol açıyorlar. Dünya deneyimlerinin öğrettiği çıplak iki gerçeği akıllarından çıkarmayanlar böylesine algı operasyonun parçası olmazlar. Birincisi barış/çözüm süreçleri ikili hayatla olmaz. İkincisi ise iç tutarlığa sahip politikalarla başarı yakalanabildiği gerçeğidir. İkili hayattan kastedilen, barış süreçlerinin iki dilinin, ikili yaklaşımının olamayacağı anlatılır. Çatışmayı kışkırtan, savaş naraları atan söylem ve süreçleri provokasyona açık hale getiren politikalarla ilerlenemez. Çözüm Süreci’nde bunun çok örneği yaşandı. Diz çöktürme çağrılarının, intikam yeminlerinin gırla gittiği bir süreçte barış veya masaya dönme sözünün inandırıcılığı ve gerçekliği olamaz. İkincisi çatışma çözümlerinde başarının yolu, sorunun idrakinin ürünü olan bütünlüklü politikalardan geçmektedir. Çözümden yana olunurken en temel hakları tartışma konusu yapmak veya bunları tehdit unsuru olarak görmek çözüm yoluna bariyerler dizmektir. Ergenekon Davası’nı çökertirken, KCK davalarına hız kazandıran bir iktidarın bütün bunlarda oldukça uzak olduğu çok açık. Çözüm daha da zora giriyor. Kaçırılan fırsatların kıymeti daha iyi anlaşıldığında masa kurulabilir. 04 HABER BasHaber SÖYLEŞİ 25 Nisan - 01 Mayıs 42016 HABER BasHaber 25 Nisan - 01 Mayıs 2016 5 SÖYLEŞİ Pentagon’dan Peşmerge’ye doğrudan silah Bağdat’ta iki başlı kaos Irak Parlamentosu’nda Mukteda el Sadr ve Nuri Maliki’ye bağlı Şii grupların başını çektiği “protestocular” topluluğunun, Parlamento Başkanı ve her iki yardımcısını görevden almasıyla iyice derinleşen siyasi kriz devam ediyor. Hafta içinde Başbakan Haydar Abadi ve Cumhurbaşkanı Fuad Mahsum’un tarafları ikna çağrı ve çabaları sonuçsuz rg .o ur d ak iv rs ve ayrılın deniyor. Öte yandan, Bağdat’ta Parlamento’yu ele geçiren kanat ve İran, tekrar Haşdî Şabi güçlerini Kerkük sınırlarına yığarak huzursuzluk yaratıyor, bunu bir kart olarak kullanarak bölgede yenilen Irak Ordusu’nun yerini almaya çalışıyor. Bir başka deyişle, İran ve Şiiler, Kürdlere Kerkük üzerinden “Bağdat’ta taleplerimizi kabul edin, sakın Abadi’yi desteklemeyin” baskısı yapıyor. Bu durumda Kürdlerin alacağı en makul karar, referandum ve bağımsızlık kararıdır. Aksi takdirde tarih söz sahibi olan Kürd liderlerini afetmeyecektir” diye konuştu. .a Akademisyen Doski: İran, Bağdat üzerinden Obama’ya şah çekti Irak Parlamentosu’nda yaşanan kaosu, bölgede söz sahibi olmak isteyenlerin santranç oyununa benzeten ve bölgedeki gelişmeleri BasHaber’e değerlendiren Duhok ABD Üniversitesi Öğretim Üyesi Beyar Mustafa Doski şunları söyledi: “IŞİD’in Musul’u işgal etmesinin ardından fatura dönemin başbakanı Nuri Maliki’ye kesilmiş ve Şii mercilerin de baskısı sonucu görevini Abadi’ye devretmek zorunda kalmıştı. Abadi’nin bu süreçte, gerek reform projeleri ve gerekse de hükümette yapmayı planladığı değişimlerin ABD tarafından desteklenmesi, İran ve ona yakın olan Şii kanadın tepkisine yol açtı. Görüyoruz ki; birbirine tamamen zıt olan iki Şii kanat Mukteda el Sadr ve Nuri Maliki Parlamento’da gerçekleştirilen ‘darbe’ de birlik olmuş bulunuyor. Mevcut durumda arkasına İran’ın siyasi ve ekonomik desteğini ve yine haliyen Irak ordusundan daha diri olan Haşdî Şabi milis gücünü alan bu kanat, Irak’ın siyasi geleceğini belirlemek istiyor. ABD yönetimi, önümüzdeki sonbahar gerçekeleşecek olan Başkanlık seçimlerine odaklanmış durumda. Bu yüzden Irak’ta işi aceleye getirecek ve sonuçları ağır olacak bir hamleyi göze alamıyor. Bu durda tek çabası Irak’ta Abadi’nin yapacağı reformları desteklemek ve IŞİD’e karşı cephenin güçsüzleşmesini önmelekten ibaret. Bu yüzden Kürdlerden de Abadi’yi desteklemeleri talebinde bulunuyor. Dolayısıyla, ABD’nin bu durumunu fırsat bilen İran, Obama yönetimine şah çekmiş bulunuyor.” Kürdlerin Bağdat tarafından ısrarla dışlandığını ifade eden Doski, Kerkük sınırlarında yeniden alevlenen Haşdî Şabi kriznin de Kürdlere karşı bir kart olarak kullanıldığı görüşünde. Bu durumda artık Kürdlerin Irak’tan ayrılması gerektiğini savunan Doski, “Abadi yönetimi reform ve iyileştirme adı altında Kürdlerin anayasal haklarını ihlal ederek, Kürdlere kendi kararınızı verin w Pentagon heyeti Peşmerge’ye yardım için geliyor KBY Başbakan Yardımcısı Kubat Talabani ve Peşmerge Bakanı Kerim Sincari’nin de içinde bulunduğu üst düzey KBY heyeti Peşmerge Güçleri’ne askeri destek kapsamında Washington’da temaslarını sürdürdüğü bir dönemde ABD Savunma Bakanı Sözcüsü Peter Cook, ABD’nin Peşmerge Güçleri’ne 415 milyon dolarlık askeri yardımda bulunacağını duyurdu. Konu hakkında BasHaber’e konuşan KBY Parlamentosu Peşmerge Komisyonu Üyesi Diler Mustafa, Pentagon’un 2016 bütçesinde Peşmerge Güçleri için 415 milyon Dolar ayırıldığını ve bu bütçesinin tasarrufunun tamamen ABD’ye bağlı olduğunu söyledi. Mustafa: “IŞİD savaşının başladığı günden bu yana zaten ekonomik kriz ile boğuşan KYB, kendi imkanları ile Peşmerge’yi donatıyor, askeri ve lojistik ihtiyaçlarını sağlıyor. Koalisyon Güçleri’nin IŞİD’e karşı hava desteği ve bazı ülkelerin sınırlı askeri techizat desteği savaşın yükünü kaldıracak düzeyde değildi. Bu yüzden KBY farklı heyetlerle birçok defa Avrupa ülkelerine danıştı. ABD yönetimi yıl başında Peşmerge’ye doğrudan Carter: Peşmerge’ye yardım sözü uygulamaya konuldu ABD Savunma Bakanı Ashton Carter’in, Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani’yi telefon ile arayarak, daha önce terörle mücadele çerçevesinde Peşmerge Güçleri’ne verilen yardım sözlerinin uygulamaya konulduğunu iletti. Görüşmede ABD’nin vereceği yardımlar, Irak ve Suriye’de IŞİD’in durumu ve Musul’u kurtarma operasyonunu ele alındı. Carter’in, Barzani’ye Aralık 2015 tarihinde Erbil ziyareti sırasında ABD tarafından Peşmerge Güçleri için verilen yardım sözlerinin uygulamaya konulduğunu iletti. Bağdat’ta bulunduğu süreçte yoğun programından dolayı Erbil’e gelemeyen Carter Barzani’den de özür diledi. Barzani ise Peşmerge’ye yardımları ve desteklerinden dolayı Carter ve ABD hükümetine teşekkür etti. kalırken protestocular kendi inisiyatifleri ile yeni Parlamento Başkanı ve yardımcılarını seçti. İki başlı bir yönetimin hüküm sürdüğü Bağdat’ta, önümüzdeki hafta içinde Irak’taki tarafların kendi listelerini Başbakan’a sunması ve teknokratlar kabinesinin yeniden düzenlenerek Parlamento’nun onayına sunulması bekleniyor. Bağdat’la gerçekçi ortaklık temelinde uzlaşmakta ısrarcı olan ve Parlamento’daki siyasi krizde taraf olmama kararı alan Kürd ittifakı ise, Abadi yönetimine destek için şartlarını açıkladı. Hafta içinde Erbil ve Süleymaniye’de gerçekleştirilen toplantılarla bir araya gelen Kürd partileri, Bağdat’la devam şartlarının anayasal haklarınının korunmasına bağlı olduğunu vurguladı. w BD’nin Peşmerege’ye doğrudan destek bağlamında Erbil’e 415 milyon Dolarlık askeri yardımda bulunacağı bildirildi. Peşmerge Güçleri’ne destek arama kapsamında Washington’da bulunan KYB heyetine ABD yönetimininden somut cevap geldi. ABD Savunma Bakanlığı Peşmerge Güçleri’ne yardım kapsamında 415 milyon dolarlık bir bütçe ayırma kararı aldı. Bu kapsamda ABD Savunma Bakanlığı’na bağlı bir heyet Erbil’e gelerek Peşmerge Bakanlığı ile görüşecek. Öte yandan savaş cephelerinde ise hafta içinde ABD ve Peşmerge Anti-Terör timlerinin katılımı ile Musul’da gerçekleştirilen operasyonda IŞİD’in üst düzey bir yetkilisi ile iki yardımcısı öldürüldü. askeri yardım sözü vermiş konu KBY’ne de iletilmişti. Pentagon’un 2016 yılı bütçesinde Peşmerge Güçleri’ne 415 milyon Dolar ödenmesi kararı alınmıştı. Peşmerge Bakanlığı’na bağlı 16 tugay var. ABD Savunma Bakanlığı da iki yeni Peşmerge tugay oluşturmayı planlıyor. Bu yeni tugayların tüm ihtiyaçları da ABD tarafından karşılanacak. Cuma günü Pentagon’ndan bir heyet Erbil’e gelerek Peşmerge Bakanlığı ile görüşecek. Sözkonusu meblağın nasıl değerlendirileceği bu görüşmeler sonucunda belirlenecek. Doğrusu Peşmerge’ye doğrudan yapılacak olan bu yardım Washington’un Erbil’e desteğini göstermek açısından çok önemli.” dedi. w A Zeyad Brusk YNK’li Şükür: Kürdler Bağdat’taki oyuna alet olmayacak YNK Politbüro Sözcüsü İsmail Şükrü ise, Irak’ta siyasal uzlaşı ihtimali kaldığı müddetçe Kürdlerinkendi haklarını talep etmede ısrarcı olacaklarını söyledi. KBY Başkanı Mesud Barzani başkanlığında gerçekleştirilen KDP-YNK toplantısında Bağdat’la diyalogların sürdürülmesi kararı çıktığını belirten Şükür: “Kürd tarafı, tüm siyasi tarafların onayı ile bir proje hazırlayıp Bağdat’a gidecek. Biz, Merkezi Irak Hükümeti’nde yapılacak değişikliklerle Kürdlerin ve halkarın haklarının garanti altına alınmasını istiyoruz. Kendi adaylarımızı belirlememiz bizim hakkımızdır. Haklarımızın tümü Anayasa’da mevcuttur. Ancak Bağdat yönetimi yaptığı değişimlerde Kürdlerin görüşüne başvurmadı, yasaları ihlal etti.” dedi. BasHaber’e konuşan Şükür: “Irak Parlamentosu’ndaki oyunların aleti olmayacağız. Bizim için önemli olan, anaysa çerçevesinde Kürd halkının haklarının korunmasıdır. Önümüzdeki günlerde üst düzey bir heyet Bağdat’a gidecek” diye konuştu. Türkmen Milletvekili Kahveci: Farklılıklar KYB’den yana Erbil ile Bağdat arasındaki sorunların çözümü için birçok defa anlaşma sağlandığını ancak tüm kararların kağıt üzerinde kaldığını belirten KBY Parlamentosu Türkmen Milletvekili Muna Kahveci ise, KYB’nin Kürdistan’da yaşayan tüm etnik ve dini farklılıkları da yanına alarak, bu yıl içinde referanduma gitmesi gerektiğini söyledi. Kahveci, “Bağdat çıkarları doğrultusunda KBY’ni bir takım anlaşmalara zorluyor. Yapılan anlaşmalar da kağıt üzerinde duruyor. Kürdistan’ın bütçesi kesilmiş bu yüzden memurlar ve Peşmerge maaşlarını alamıyor. Bağdat istikrarsız ve tutarsız davranıyor. Bu durumda KBY’nin referandum ve bağımsızlık talebini biz de destekliyoruz. Kürdistan’da yaşayan tüm etnik ve dini farklılıkların varlığı ve haklarının korunduğu bir proje olmalı. Bağımsızlık için mütabakat olmalı. Ve tabi IŞİD’in işgali altındaki alanların da kurtarılması ile tüm Kürdistan’da referanduma gidilmeli. Şimdi tüm farklılıklar da KBY’de demokratik siyasete katılıyor ve bağımsızlığı destekliyor.” dedi. Kerkük’te Haşdî Şabi gerginliği Bağdat’ta Şii ittifakının bağını çektiği siyasi çekişmele ve kaosa paralel olarak Şii Haşdi Şabi milisleri de Kerkük’ün Xurmatu ve Dakuk ilçele- rine tank ve ağır silahlarla donatılmış 5 bin kişilik yeni bir güç kaydırarak bölgede tekrar kaos yaratmaya başladı. Xurmatu Kaymakamlığı Basın Sözcüsü Mihemed Fayik Haşdî Şabi milislerinin halka yönelik saldırılarınının arttığını açıklarken hafta içinde Xurmatu Kaymakamı Şelal Ebdul ve kasabanın ileri gelenleri ile görüşen KYB Başkanı Mesud Barzani ilçede ortak yaşamı tehlikeye atacak hiçbir plana izin vermeyeceklerini söyledi. BasHaber’e konuşan Kerkük Genel Asayiş Komutanı Helo Necat, Heşdi Şabi’nin bölgeye yerleşme planına izin vermeyeceklerini söyledi. Necat: “Bir süredir Xurmatu ve Dakuk’ta incelemelerde bulunuyoruz. Haşdî Şabi yöneticileri ile görüştük. Beşir kasabasının kurtarılması için güç getirdiklerini söylüyorlar. Ancak şimdiye kadar Beşir’i almış değiller. Bunlar Xurmatu’da halkın güvenliğini tehdit ediyor. Buna izin vermeyeceğimiz gibi, bölgede farklı bir askeri gücün bulunmasına da müsaade etmeyeceğiz.” dedi. Barzani: Xurmatû’da ortak yaşamın bozulmasına izin vermiyeceğiz KBY Başkanı Mesud Barzani, Xurmatu Kaymakamı Şelal Ebdul ve kasabanın ileri gelenlerinden oluşan heyeti makamında kabul etti. Görüşmede Şelal Ebdul, Barzani’ye Xurmatu’da yaşanan sorunlar hakkında bilgi verdi. İlçenin güvenliğinin sağlanması ve silahlı grupların saldırısından korunması için Kürdistan Bölgesi’ne dahil edilmesini isteyen Ebdul, ilçe halkının taleplerini ve kasabanın asayişini sağlayacak bir dizi önerilerin yer aldığı bir dosyayı Başkan Barzani’ye sundu. Heyet üyeleri Xurmatu üzerindeki saldırı ve tehlikelerin bertaraf edilmesi için Kürdistan’daki siyasi partilerinin birlik olmasını istedi. Barzani ise, bölgede yaşayan tüm bileşenlerden ortak yaşam ve kardeşlik kültürünü korumalarını isteyerek, KBY’nin Xurmatu’da asayiş ve güvenliğin korunması için elinden geleni yapacağını ve kasabada çözümün gelişmesi için taraflar arası diyaloğu sürdüreceği sözü verdi. Barzani, Kerkük’ün IŞİD işgali altındaki Hewice, Daqûq ve Reşad ilçelerindeki Arap aşiret reisleri ve bazı ileri gelen şahsiyetleri makamında kabul etti. Barzani görüşmede Arap aşiret ileri gelenlerine ziyaretlerinden dolayı teşekkür ederek, ‘‘Kürdistan halkı en zor süreçte mülteci ve sığınmacılara sahip çıkmayı bilmiştir. Bölgeleri IŞİD elinden kurtarılana kadar da onlara sahip çıkılacaktır’’ dedi. Arap aşiret reisleri ise Peşmerge’nin kahramanlığını överek, Barzani’nin bu savaştaki başarısına dikkat çekti. Aşiret reisleri, Barzani’den IŞİD’in elindeki Kerkük ilçelerinin kurtarılmasında Peşmerge’nin kendilerine yardım etmesini istedi. Bu talebe karşılık Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani, ‘‘Kendi topraklarınızı kendi güçlerinizle kurtarmanız daha doğru bir yoldur. Bu konuda koalisyon güçleri ve ilgili yerler sizi destekleyecektir’’ yanıtını verdi. Fransız ve İsviçre heyetleri Barzani’yi ziyaret etti Barzani, geçtiğimiz hafta AP üyelerininde bulunduğu Fransız senatör ve parlamenterlerden oluşan heyeti kabul etti. Görüşmede, Musul Operasyonu’ndan sonra kentin idaresi konusunda, taraflar arasında “siyasi uzlaşmanın” sağlanması gerektiğini belirten Barzani, “Buna benzer felaketlerle karşılaşılmaması için özellikle Ezidi ve Hristiyan halkının hakları garanti altına alınmalı” dedi. Fransız senatör ve parlamenterler ise ülkelerinin Kürdistan halkına destek vermeye devam edeceklerini kaydetti. Barzani İsviçre Dışişleri Bakanı Yardımcısı Yves Rossier ve beraberindeki heyeti kabul ederek, Irak, Suriye ve bölgenin durumu, Musul operasyonu ile IŞİD’le savaş konularının ele aldı. KBY’nin İsviçre için dost bir ülke olduğuna vurgu yapan Rossier, Peşmerge Güçleri ve Kürdistan halkının IŞİD’le savaşta verdiği mücadelenin önemli olduğunun altını çizdi. Barzani ise konuk heyete, Kürdistan halkının kültürünün barış ve birlikte yaşam kültürü olduğunu, radikal görüşlerle terör fikriyatına yol vermediğini söyledi. KBY Başkanı Mesud Barzani Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri (OHCHR) Yardımcısı Kate Gilmore ve beraberindeki heyetle görüştü. Barzani görüşmede, Kürdistan Bölgesi’nin OHCHR’ın her türlü desteğine ihtiyaç duyduğunu iletti. Gilmore ise Irak Hükümeti ile uluslararası kamuoyunun üzerlerine düşen yükümlülüğü yerine getirmediğini ifade ederek, “Dünya, Kürdistan halkının savaş tehdidi altına olmasına rağmen mültecilere kucak açmasını asla unutmayacağını” dedi. 05 Kentsel gelişmede yeni yaklaşımlar AHMET ÖZER Son zamanlarda günümüzdeki kentsel gelişmede yeni gelişmeleri ve vizyoner yaklaşımları ortaya koyan birkaç toplantıya katıldım. Bilgilerin, kavramların ve kuramların hızla yenilendiği, yeni sandığımız unsurların da hızla eskidi baş döndürücü gelişmelerin yaşandığı bir çağda yaşıyoruz. Kuşkusuz kentsel gelişmeler de bundan azade değil. Öncelikle kent ve kentsel gelişme dediğimiz zaman sadece fiziki bir yapılanmadan bahsetmediğimiz bilinmeli; yanı sıra beşeri ne varsa ondan da söz ettiğimizi bilmek gerekir. Üstelik de artık kırın giderek silikleştiği hatta kır-kent ayırımının giderek ortadan kalktığı bir süreçten geçiyoruz. Bir süre önce bu işin duayeni sayılan benim de bu konuda yazdığım “GAP ve Sosyal Değişme” adlı kitabıma bir önsöz yazan sevgili hocamız İlhan Tekeli’yi Mersin’de ağırladık ve dinledik. İlhan hoca neredeyse artık “kentleşme” kavramının bile kullanılmasına ihtiyaç olmadığını ileri sürerek biraz da kesin bir dille “kır-kent ayırımı ortadan kalktı” diyordu. Çünkü realitede karşılığı yok. Bugünkü toplumsal yapıda faaliyetler, davranışlar, örgütlemeler ve tüketim kalıpları sanayi toplumunkinden çok farklı artık. Artık kırda OSB’leri var, turizm bölgeleri kuruluyor, buna karşılık kentlerde hobi bahçelerinin ötesinde kentsel tarımdan bahsediliyor. Avrupa’da teras tarımı başlamış. Organik tarıma olan ilgi kenti de bu sürecin içine çekiyor. Kentler artık eskiden olduğu gibi yağ lekesi şeklinde değil “saçaklanarak” büyüyorlar. Artık kentlerin sınırı kalktı, birçok yerde bir kent nerede başlıyor nerede bitiyor bilinmiyor. Ve artık kentlerin bir merkezi de yok, çok merkez var, bu merkezler ulusal ve uluslararası ağlarla birbirine bağlı.. Ekonomik, kültürel sosyal iletişimdeki networklar biçiminde. Yani özcesi yeni kentin formu da sınırı da belli değil. Peki bu köy kent kavramsallığı artık işlevsizse bunun yerine hangi kavramları kullanacağız. Her toplumda olan ve açıklayan “yerleşme” olabilir mi? Olabilir ama yeterli değil. İkinci öneri artık bütün her yeri kent olarak tarif etmek olabilir: O zaman da eski kavramın tek yanına da yayılmış olur. Daha yeni daha bütüncül bir kavram geliştirmeliyiz. Yerel yaşam bölgesini “yığılma” kavramı ile açıklayabiliriz. Birbiriyle ilişkili ve sistemli bir yığılma. Bu öneriyi İlhan Hoca yaptı, ancak doğrusu kulağa pek hoş gelmese de üstünde durulmaya değer. Biraz üstünde çalışmak lazım. Bütünleşik sistemli yığılma bir sinerji yaratıyor, bir yığılma ekonomisi oluşuyor, yaratıcılığı içinde barındırıyor. Tabi bu yığılma üst üste yığılan bir kum yığılması gibi değil, yan yana birikme yoğunlaşma, hem kendi içinde hem öbür yığılma odaklarıyla sürekli ve sistemli ilişki içinde bir yığılma. Yani bir yerleşik sistemi. Nitekim Freud’dan bu yana “en tartışmalı psikanalist” olarak anılan Fransız psikanalist ve psikiyatr. Lacan “insan ancak bir topluluk içinde var olabilir ve topluluk içinde anlam üretebilir” diyor. Yani kenti anlarken insanı da aslında anlamaya çalışıyoruz, diğer bir deyişle söyle bana kentini söyleyeyim sana kim olduğunu.. Peki bu sistem nasıl bir sistem? Önerilen mi yani acaba bu tasarlanan ve dışarıdan şekillendirilen bir sistem mi, yoksa kendi kendini organize eden, yani self organization bir sistem mi? Bu aslında oluşmuş, iradi olarak şekillendirilmeyen, yığılmayla oluşmuş bir sitem. Giderek büyüyecek ve kır denilen olguyu tamamen yutacak, yok edecek. Böylece kır - kent ayırımı yeni yığılmalarla ortadan kalkacak. Aynı hafta İstanbul’da düzenlenen “Yerel Yönetimlerde Yeni Model Arayışları: Batı İstanbul Çalıştay”ına katıldım orada hem bir konuşma yaptım hem de iki gün süren Çalıştay’ın ikinci gününü yönettim. Çok değerli ve ufuk açıcı sunumlar oldu. Örneğin biz kentleri küresel, tarihsel, geleneksel, finansal, sosyal yönleriyle ele alabilir ve böyle tanımlayabiliriz. Sanayi kenti, turizm kenti, liman kenti, ticaret kenti, teknoloji kenti, maden kenti, erkek kent, dişi kent vs gibi.. devam edecek… 06 ROJAVA BasHaber BasHaber 25 Nisan - 01 Mayıs 2016 ROJAVA 25 Nisan - 01 Mayıs 2016 Efrin - Cerablus hattı cadı kazanı Taştekin: Minbic Operasyonu’nu ABD frenledi Bölgedeki gelişmeleri yakından izleyen Gazeteci- Yazar Fehim Taştekin Efrin –Kobanê arasında yer alan ve Cerablus - Minbic hattı olarak bilinen bölgenin geleceğini BasHaber’e değerlendirdi: Taştekin, “Kürd Güçleri ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG), önce Minbic’i alacak sonra da Cerablus’a yöneleceklerdi. Fakat şuan ki durumda, Kürd güçlerinin SDG ile birlikte yapmak istediği operasyon Türkiye’nin itirazlarından dolayı ABD tarafından frenlenmiş ve durdurulmuştur. Bir belirsizlik var” değerlendirmesini yaptı. Çobanbey’de neler oldu? Özellikle, ABD’nin güvenli bölgeye sıcak Medyada yeni model BasHaber BİLAL SAMBUR Qamişlo’da neler oldu? Siwar Bedirxan S .o rg uriye rejimine bağlı Ulusal Milis Güçleri (NDF) ile PYD asayişi ve YPG güçleri arasında Qamişlo’da yaşanan çatışmalar kamuoyunda çok tartışıldı. Kimi uzmanlar PYD ile Esas rejimi arasındaki ‘sessiz ittifakın’ sona erdiği yorumları yaparken, kimileri de çatışmaların ’tiyatro’ olduğu yorumlarında bulunuyor. Stratejik öneme sahip olan ve Cezire bölgesinde yer alan Qamişlo kenti halen rejim güçleri, NDF adlı rejime bağlı aşiret milisleri ve PYD asayişi ile YPG güçleri tarafından kontrol ediliyor. Suriye Ordusu’nun kullandığı kentteki askeri havalalanında konuşlanan en az 5 bin askerin ve ve yüzlerce polisin varlığını koruduğu kentte, milisler de Arapların ikamet ettiği mahallelerde etkin durumda. Rejim güçleri geçtiğimiz yıl Haseke’de IŞİD’e karşı YPG ile birlikte ortak operasyonlarını Qamişlo’daki güçleri ile birlikte yürütmüştü. Geçtiğimiz hafta 4 gün süren çatışmalara Suriye ordu güçleri fiilen katılmazken, Kürdlere saldıranların NDF adlı çoğunluğu Tay aşiretinden olan milisler olduğu bildiriliyor. Ordu güçlerinin YPG saldırısı sonrası çatışmalara müdahil olduğu bildiriliyor. NDF geçtiğimiz yıl da Haseke’de Kürd mahallelerine saldırmış, rejim güçlerinin araya girmesi ile taraflar arasındaki çatışmalar durdurulmuştu. Şubat 2015’te Hasekê’de YPG ile NDF arasında 2 hafta süren çatışmalarda çok sayıda sivil Kürd yaşamını yitirmişti. IŞİD’in stratejik konuma sahip Til Temir ve Til Barak bölgelerini kontrol etmesi NDF ve YPG’yi yeniden birbirine yakınlaştırmış, çatışmaya son vermişlerdi. Taraflar arasında Qamişlo’daki son çatışmanın nedenlerine ilişkin çeşitli iddialar var. PYD’ye yakın kaynaklar, şehir merkezinde rejimin kontrol noktaları olduğunu YPG’nin askeri aracının durdurulduğunu ve NDF’li milislerin YPG’lilere ateş açtığını ve YPG’nin de bu karşılık verdiğini söylüyor. Ayrıca PYD tarafından ilan edilen Rojava- Kuzey Suriye Federasyonu da taraflar arasında gerginliğe neden olduğu ve biliniyor. Beşar Esad ve Şam yönetimi, ilan edilen federal sistemi tanımayacaklarını açıklamıştı. ur d ak iv rs .a Kürdlerle mi, Kürdlersiz mi? Ankara’nın YPG’nin liderliğindeki SDG’nin Fırat’ın batısında operasyon yapmaması için kendi destekledikleri örgütleri El Rai ve çevresine sürdüğü fikri genel kanı. Uzmanlar, Türkiye’nin desteklediği grupların IŞİD’in elindeki El Rai ve Cerablus’a sürme hamlesini Kürdler olmadan da bölgenin IŞİD’den temizlenebileceğine dair tezini güçlendirmek için yaptığını yazıyor. Ayrıca yakın tarihte ABD ve Rusya’nın Efrin-Cerablus hatının, yani Türkiye-Suriye sınırının güvenilir bir biçimde kapatılması konusunda hemfikir oldukları basına yansımıştı. Rusya’nın BM Cenevre Ofisi Daimi Temsilcisi Aleksey Borodavkin, Suriye’ye savaşçı ve silah akışının yollarından biri olan Türkiye sınırının kapatılmasının kendileri için öncelikli konu olduğunu söyledi. Borodavkin, “Suriye’ye Türkiye sınırından silah, teçhizat ve mühimmat ile El Nusra ve IŞİD militanlarının geçtiğinin farkındayız. Bu nedenle Türkiye-Suriye sınırının güvenilir bir biçimde kapatılması öncelikli görevlerimizden biri” dedi. Rus Dışişleri Bakanı Lavrov da bir basın toplantısında, Türkiye’den Suriye’ye terörist akışının devam ettiğini de yineledi. Lavrov, “Bu çok eski bir problem ama Ankara daha küçük boyutlarda olsa da teröristleri beslemeye devam ediyor’’ dedi. Dilendirilen B Planı nedir? B Planı’nın ne olduğu konusunda ise basına yansıyan bilgiler şunlar: Ateşkes bozulursa muhaliflere daha ağır silahlar verilecek, eğit-donat programı yeniden formatlanacak. Türkiye’nin desteklediği gruplar daha aktif hale sokulacak.Yakın zamanda Wall Street Journal gazetesinde yayınlanan bir habere göre CIA bölgedeki ortaklarıyla Suriye’de çatışmasızlık hâlinin bozulması durumunda muhalif güçlere uçaksavar silah seçeneği de dâhil olmak üzere daha gelişkin silahlar verme planları yapıyor. Yine Geçen hafta New York Times’ta yer alan bir haberde Washington’un Cenevre görüşmelerinin çökmesi durumunda B Planı olarak seçilmiş muhalif gruplara sınırlı sayıda MANPAD tipi uçaksavar vermeyi düşündüğünü yazmıştı. Çeşitli kaynaklar bu bilgileri doğrularken B Planı’nın başarılı olacağına şüpheyle bakılıyor. ABD’nin denenmiş yöntemlerin birçok anlaşılabilir sebeple başarısız olmasından mantıklı sonuçlar çıkarmak yerine Türkiye ve Suudi Arabistan’la bu ülkelerin Suriye’deki vekillerini güçlendirecek bir plan üzerinde görüşülmesi akıllıca bulunmuyor. Bu minvalde, 382 milyon dolara mal olduğu söylenen “eğit donat” programı hatırlanabilir. 95’i hâlâ aktif olduğu söylenen 180 savaşçının eğitildiği program başarısızlıkla son bulmuştu. Suriye’deki Türkiye destekli silahlı grupların sınır kasabası El Rai’yi alamamış olmasını da Suriye için B Planı hazırlığında olduğu bildirilen ABD ve müttefikleri için uyarı niteliğinde başka bir mesaj olduğu söyleniyor. Bu konudaki sorumuzu ise Fehim Taştekin şöyle değerlendiriyor: “Herkesin B Planı C Planı vardır; ama Suriye Ordusu yukarı doğru çıkıyor. Eğer, Suriye Ordusu El Bab’ı alırsa Minbic’i de alabilir. Ve böylece, ABD’nin bu planı da çöker.’’ w Cerablus Kürdlere verilecek mi? Türkiye’nin Kürdlerin ilerleyişinden kaygı duyduğu ve bunu uluslararası güçlere aktardığı biliniyor. Ankara bu konuda Kürdlerin Cerablus hattını ele geçirmelerini engellemeye ve desteklediği grupların güç kaybetmesini önlemeye çalışıyor. Bunu engellemek için de birtakım operasyonel ve diplomatik girişimlerde bulunuyor. Bölgeyi, ‘uçuşa yasak güvenli bir alana çevirmek’ bu girişimlerden biri olduğu ve sıkça tartışıldığını biliyoruz. YPG’nin bölgeye girmesini önlemeye çalışan Türkiye, bu doğrultuda Suriye’nin kuzeyindeki bölgeyi IŞİD’den alıp kendi kontrolündeki muhaliflere vermek istiyor. 19 Nisan’da BasNews’de yayınlanan bir haberde IŞİD’in Suriye’de kontrol ettiği alanın son birkaç ayda yüzde 25 azaldığı yazılıyordu. Aynı haber, ‘Suriyeli muhalifler, Esad’a bağlı güçler ve Kürdlerin örgüte karşı başarılar kazandığı bilgisini veriyordu. Uzmanlar, IŞİD’in güç kaybetmesine sebep olan önemli unsurların başında Kürdlerin geldiğini savunuyor. Onun için ABD ile Rusya’nın bölgeyi Kürdlere verme eğiliminde olduğu söyleniyor. Hatırlanacağı gibi Geçen Haziran’da Kürdler, Girêspî’yi yalnızca iki gün savaşarak IŞİD’ten almıştı. verdi. Türkiye destekli grupların IŞİD’i bölgeden çıkarmaya yönelik bir plandı. Ancak Türkiye başarısız oldu. Bundan sonra ne olacağı konusunda bir bilgimiz yok. Rusya’nın misilleme riskine karşın Türkiye Suriye’ye giremiyor. Kendi desteklediği grupların potansiyeli de ortada. Yani, bu grupların IŞİD ile mücadelede çok başarılı olacağı beklenmiyor. Bundan sonra Türkiye’nin söyleyebileceği çok fazla bir şeyin kalmadığını düşünüyorum. Yani, Türkiye Kürdlere karşı ‘kırmızı çizgilerini’ savunmakta biraz daha zorlanacaktır’’ şeklinde konuştu. w K ürdlerin, Kuzey Suriye Federasyonu olarak adlandırılan Suriye’nin kuzeyindeki ilerleyişinin yankıları sürerken, Türkiye olmak üzere bölge devletleri alarmda. Öte yandan Rusya-İran ve Suriye rejimi Halep ve çevresini cihatçı ve muhaliflerden temizlemek için ortak operasyon hazırlığı yapıyor. Geçtiğimiz hafta Reuters ajansına konuşan bir Beyaz Saray yetkilisi, Halep Operasyonu yapılacağını teyit mahiyetinde bir açıklama yaparken, Rusya’nın, Suriye’nin kuzeyindeki topçu bataryalarını yeni mevzilere konuşlandırdığını aktardı. Ayrıca ABD de Kürdler ile birlikte Fırat’ın güneyinde hazırlıklar yapıyor. Diğer yandan Türkiye ise güdümündeki gruplarla Fırat’ın kuzeyinde IŞİD’e karşı bir harekât planı içerisinde. bakmazsa da Erdoğan’a son bir şans verdiği konuşuluyor. Yani, Erdoğan’ın son ABD ziyaretinde, Obama’ya “YPG’yi devreden çıkarın IŞİD’i biz kovalım’’ ısrarına Obama ‘hayır’ demedi ya da Türkiye’ye bir şans daha verdi. Bilindiği gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Washington ziyareti sırasında Obama’ya “Siz YPG ile iş birliği yapmayın, biz onun yerine Türk ve Arap aşiretleriyle beraber bu mücadeleyi sürdürelim” önerisinde bulunduğu öne sürülmüştü. ABD bu teklife sıcak bakmadığı, fakat Türkiye’nin filli olarak bu doğrultuda adım atmasına da karşı çıkmadığı da konuşuluyor. Buna göre, Rus uçağının düşüeülmesinden sonra Suriye’ye giremeyen Türkiye, desteklediği grupları karadan sürecek, havadan da İncirlik Üssü’nden kalkan uçaklar bombalama yapacaktı. Bunun gereği olarak Türkiye destekli Türkmenler, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) bileşenleri ve selefilerle ilk hamlesini Cerablus ile Efrin arasındaki bölgede bulunan El Rai’ye (Çobanbey) yaptı. Akabinde, El Rai kasabası başta olmak üzere Cerablus-Efrin hattında hatırı sayılır birçok yer elle geçirildi. El Rai, IŞİD’in Türkiye sınırındaki en önemli lojistik destek hattı sayılan Cerablus’a 60 kilometre uzaklıkta. Fakat Türkiye’nin desteğiyle kasabaya giren bu gruplar dört gün sonra adeta, hezimete uğradı. Söz konusu hezimetten hemen sonra ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, ‘güvenli bölge kulağa hoş geliyor ama zor’ açıklaması yaptı. Çoğu uzman bu açıklamanın Türkiye’ye ‘bu işin ısrar ettiğiniz gibi kolay değil’ anlamında bir mesaj olduğunu savunuyor. 7 Nisan’da başlayan operasyona Sultan Murat Tugayı, Sultan Selim Tugayı, Muhammed Fatih Tugayı, Muntasır Billah Tugayı, Hamza’nın Torunları Tugayı, Feylak El Şam, 99. Tümen, Sukur El Cebel Tugayı, Cephet El Şamiyye ve Ahrar El Şam gibi oluşumlar katıldı. Fehim Taştekin, Türkiye’nin kendi planını devreye soktuğunu ancak bunun başarılı olmadığını açıkladı. Taştekin son askeri gelişmelere ilişkin, “Türkiye, desteklediği güçleri Rai’ye sürdü ama bu plan da başarılı olmadı. Anladı- ğım kadarıyla ABD Türkiye’ye bir fırsat w İskender Kahraman 07 Muhamed Eli: İran ve Rusya devrede Bölgede bulunan gazeteci Mohamed Eli, NDF ile YPG arasında yaşanan çatışmaların bölgesel olduğunu ve tarafların kazanç elde ettikleri petrol kuyularını tehlikeye atmamak için çatışmayı sürdürmeyeceklerini Rusya ve İran’ın taraflar arasında arabulucu olduğunu belirtti. Taraflar arasında varılan ateşkese dair de bilgi veren Mohamed Eli, çatışmaların sona ermesi için Suriye Ordusu’ndan üst düzey bir heyetin Şam’dan Qamişlo’ya gelerek PYD - NDF ile görüştüğünü ve sona eren görüşmelerden sonra tarafların ateşkes kararı aldıklarını belirtti. Eli, Şam Hükümeti adına Buseyni Şaban’ın Tahran Hükümeti adında Haci Cevat’ın Qamişlo’da olduklarını söyledi. Ateşkes kararına ve içeriğine dair de bilgi veren Eli, YPG’nin esir aldığı 70 kişiyi, NDF’nin ise 18 esiri serbest bırakacağını açıkladı. Tarafların ateşkesin bozulmaması için gerekli hassasiyeti göstereceklerini ve taraflar çatışmadan önceki yerlerine geri çekileceklerini belirtti. Alissa: Rejim PYD’ye mesaj verdi Qamişlo’da yaşanan gelişmeleri yakından izleyen OrientNews muhabiri Maksim Allisa, tarafların 2013 yılından bu yana kimi zaman çatışmaların çıktığını ve rejim ile PYD’nin şimdiye kadar çatışmalarda karşı karşıya gelmediğini söyledi, Allisa, “2011 ve daha sonrasında 2013’ten beri zaman zaman benzer çatışmalar yaşanıyor. Buradaki çatışan güçler doğrudan rejim ve YPG değil, onlara bağlı yerel unsurlar. Daha önceki çatışmalarda da rejim ve YPG karşı karşıya gelmediler. Hem rejim hem de YPG bu tür çatışmaların yaşanmasını istemiyor. Ama rejimin PYD’ye bir mesaj verdiğini de söyleyebiliriz” değerlendirmesini yaptı. Allissa, Suriye rejiminin ve PYD Eşbaşkanı Salih Müslim’in Suudi Arabistan’ın Ukaz gazetesine verdiği demeçlerden rahatsız olduğunu ve bunu açıkça dile getirdiğini belirtti. PYD Lideri Müslim, Ukaz gazetesine, “Bizim rejim ile de savaşacak gücümüz var. Rejim ile savaşmaya hazırız” demişti. Dibo: 23 sivil Kürd öldü, 70 yaralı var Qamişlo’da bulunan PYD yöneticisi Sihanok Dibo’da BasHaber’e çatışmalara ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Dibo, rejimin desteklediği milis güçlerin sivil Kürdlere saldırdığını ve Kürd güçlerinin buna karşılık verdiğini ve çatışmaların sivil Kürd vatandaşlarının ölümleri üzerine çıktığını belirtti. Dibo, rejime bağlı milislerin Qamişlo’da sivil halka yönelik saldırılarında şimdiye kadar 23 sivilin yaşamını yitirdiğini, 70 kişin de yaralandığını açıkladı. Dibo, ayrıca hayatını kaybeden ve yaralanan sivil yurttaşların büyük çoğunluğunun kadın ve çocuklardan oluştuğunu sivil kayıpların rejime yakın milislerin kullandıkları ağır silahlar ile meydana geldiğini belirtti. Suad Seyda: Çatışmalar senaryo Rojavalı Kürd siyasetçi Suad Seyda’da Qamişlo’da yaşanan çatışmalara ilişkin BasHaber’e değerlendirmelerde bulundu. Seyda, PYD’nin ve Suriye rejiminin kendi iradelerinin olmadığını iradelerini, PYD’nin iradesini Kandil’e Suriye rejiminin ise İran ve Rusya’ya teslim ettiklerini belirtti. Seyda, yaşanan çatışmaların Cenevre görüşmelerinin bir parçası olduğunu söyleyen Seyda, Rusya, İran ve ABD’nin PYD ile rejimi birbirleri ile çatıştırarak rejim ile PYD müttefik olmadığın ispatlamaya çalışıldığını belirtti. PYD’nin Suriye rejimini Qamişlo’dan çıkarabilecek askeri güce sahip olduğunu ancak İran ve Rusya’nın PYD’yi frenlediğini de açıklayan Seyda, çatışmanın bir senaryonun ürünü olduğunu ve onlarca sivil insanın PYD ile rejimim planlarının kurbanı olduğunu belirtti. Suriye rejiminin Kürdlere karşı mücadele planının olduğunu ve bunun bir gün devreye koyacağını savunan Seyda, PYD’nin bunu görmesi gerektiğini, 2004 yılında Qamişlo’da yaşanan katliamın hala hafızalarında olduğunu açıkladı. Seyda şöyle dedi: “Qamişlo’da çatışmalar devam ederken rejimin Hasekê’deki askeri birlikleri Qamişlo’yu kuşatmaya çalıştılar. Hasekê Asayiş Sözcüsü aşiretler ile yaptığı toplantıda ‘Qamişlo’yu yerle bir ederim. Kürdlere de varil bombaları gönderme zamanı gelmiştir’ şeklinde bir tehditte bulundu. Bunu yapabilirler. Bu uzak bir ihtimal değil.” BasHaber gazetesi, yüzüncü sayısıyla elinizde bulunmakta. Her gazetenin hayatında, her sayı özeldir ve önemlidir. Ancak yüzüncü sayı, birinci yıl, onuncu yıl, bininci sayı gibi zaman kesitleri kaydedilen sürekliliği ve olgunlaşmayı göstermesi açısından daha önemli kabul edilmektedir. Bir yayın organının yüzüncü sayıya ulaşması demek, o yayının ulaştığı olgunluk açısından bir değerlendirme imkanının ortaya çıkması demektir. Sembolik nitelikteki sayılar ve zamanlar, gazetenin varoluş gerekçesini yeniden gözden geçirmesi, vardığı noktada neye karşılık geldiğini anlaması ve yapılan değerlendirme çerçevesinde kendisini yenilemesi anlamına gelmektedir. Gazete, genelde format olarak anlaşılmaktadır. Bu anlayışın aksine gazete, tek bir formata sıkıştırılan bir kağıt koleksiyonu olmaktan ziyade, her sayısında form ve muhteva olarak kendini yenileyen süreç demektir. Toplumların hayatında gazeteler her zaman önemli olmuştur. Arap halkları için Hayat gazetesinin yeri hep tartışılmaz olmuştur, çünkü Araplar, Hayat’a dünyaya baktıkları göz ve dünyayla konuştukları söz olarak bakmışlardır. Kürdlerin tarihinde gazete ve derginin yeri hep özeldir. Kürdler için gazete ve dergi, bir yaşam çığlığı anlamına gelmektedir. Kürdler, gazete ve dergiye kendilerinin varoluş aracı olarak bakmışlardır. Kürdlerin dünya ile buluşması, dünyanın Kürdlerle buluşması, hala gerçekleşmemiş bir amaçtır. BasHaber, Kürdistan gazetesinin Kürdistan ve dünyayı buluşturma misyonunun günümüzdeki takipçisi olan bir yayın çizgisi izlenmektedir. Kürd basın tarihine baktığımızda Kürd gazetelerinin Kürdçe, Türkçe, Farsça, Kurmanci ve Sorani gibi çok dilli çıkma gibi bir geleneğe sahip olduklarını görmekteyiz. BasHaber Gazetesi de bu geleneğe uygun bir şekilde haftalık olarak Kürdçe Türkçe olarak yayınlanmaktadır. Başka bir ifade ile BasHaber, Kürdlerin ve Türklerin gündemini birbirine karşıt bir şekilde değil, birbiriyle ilişkili ve iç içe sunmaya çalışmaktadır. BasHaber, Ortadoğu gibi zor bir coğrafyada Kürdistan ve Türkiye’yi birbirine taşımayı misyon edinmiş bir yayın çizgisi takip etmektedir. BasHaber, Bakur’u, Başur’u, Rojava’yı ve Rojhelat’ı nitelikli bir şekilde birbirine haberdar etmektedir. Kürd coğrafyası birbirinden haberdar edildiği gibi, Türkiye ve Ortadoğu’da ne olup bittiğinden de haberdar edilmektedir. Türkiye, Başur’da olup bitenleri sağlıklı ve derinlikli bir şekilde BasHaber’den öğrenmektedir. BasHaber’in yayın dilinde radikalizm, şiddet ve partizanlık bulunmamaktadır. BasHaber, bir grubun, partinin, kliğin, sesi olmak yerine herkesin yararlanabileceği bir haber ve bilgi kaynağı olma niteliğindedir. Kürdistan gazetesi, Kürdlerin eğitim düzeyinin yükseltilmesine önem veren bir gazeteydi. Kürdlerin eğitim, bilim, kültür, siyaset, diplomasi, hukuk, medya ve akademik düzeylerinin olgunlaştığı, geliştiği ve çeşitlendiği olgusundan hareket eden BasHaber, doğru haber konusunda büyük bir boşluğun olduğunun farkında olarak Kürdlerin çeşitlenen bilgilerini, birikimlerini ve gündemlerini doğru haber anlayışıyla aktarma çabasındadır. BasHaber, Kürd medyasında partizan ve çatışmacı medya anlayışının artık tarihte kalması gerektiğinden hareketle, Ortadoğu medyasına yeni bir soluk getirmektedir. Kürdler, yok sayıldıkları bir 21 yüzyıl yaşadılar. Kürdler, 21.Yüzyıl’a büyük imkanlarla girmektedirler. Kürdistan Bölgesel Yönetimi, geri dönülmez bir bağımsızlık sürecinin içine girmiş bulunmaktadır. Suriye savaşı, Rojava olgusunu ortaya çıkarmıştır. Kürdler, artık hegemonik mücadelelerde kart olma durumundan çıkıp aktör konumunda 21. Yüzyıl’a girmektedirler. BasHaber, 21. Yüzyıl’da dinamizme, derinliğe ve dayanıklı yayın pratiğinin iyi bir örneği durumundadır. BasHaber, ulus içi bir partizan yayın olmadığı gibi, ulus aşırı bir propaganda yayını da değildir. BasHaber’in, uluslararası bir perspektif çerçevesinde Kürdistan’ı, Türkiye’yi ve Ortadoğu’yu birbirine tanıtma çerçevesinde nitelikli, ufuk açıcı, radikallik ve provokasyondan uzak, manipülasyon ve provokasyon amacı gütmeyen, hakaret, ötekileştirme ve hedef gösterme gibi yollara sapmayan, bir konuda olabildiğince farklı analizlere yer veren çok boyutlu ve dilli yayınının nice yüzüncü sayılara ulaşmasını diliyorum. SÖYLEŞİ BasHaber SÖYLEŞİ 25 Nisan - 01 Mayıs 82016 Faysal Dağlı: şisel girişimler, internet platformları, sosyal ağlar, küçük medya organları vardır. Ancak bunlar geniş bir kamuoyunu etkilemekten uzaktırlar. Bunların neredeyse tümüne yakını küçük marjinal gruplara, politik gruplara hitap eden politik yayın organları olarak hayatlarına devam ediyorlar. Bizim söylediğimiz şey ulusun önemli bir kesitine, kamuoyuna hitap etme kapasitesine sahip yapınlardır. Bu ayrımı özellikle koymak lazım. Kürdlerin en büyük sorunu bir medya sektörünü yaratabilecek bir sermaye birikimimin, bunun da ötesinde bir devletlerinin, medyalarını ve fikir özgürlüklerini garantiye alacak bir yasal adalet mekanizmalarının olmamasıdır. Kürd basını ulusallaşamamış, evrenselleşememiştir 28 yıldır bilfiil bu mesleğin içindesiniz, örgüt Şu anda Kuzey’de ana akım siyasete yakın medya geleneği kendisini ‘özgür basın’ diye tarif ediyor. Öncesinde çıkan yine örgütlerin yayın organı olarak etkinlik gösteren medya organları; “demokrat, devrimci, muhalif, yurtsever“ gibi bir sürü kavram ile çıkıyordu. Şimdiki ortama baktığınız zaman TV’ler ve gazeteler olarak değerlendirdiğiniz zaman bu kavramları tarif edebileceğimiz bir medya var mı? Kürdler, neden bu kavramlar ile kendini tarif ediyor? Tabiatıyla ‘özgür medya, özgür basın, muhalif medya’, ‘özgür gazetecilik’ gibi kavramlar bence birer metafordur. ‘Özgür basın’ diye bir kavram gerçekçi değil. Durduğunuz yere göre bir tanımlamadır bu. Kendilerine özgür basın diyenler, devletin, resmi ideolojinin uzağında olduklarını, buna muhalif olduklarını, hakim devletin baskılarına direndiklerini ifade etmek için bu kavramı ürettiler. Devlet anlayışlı bir medyadan uzak olduklarını ifade etmek için bu kavramı türettiler. Ama bu kavramı kullananların “özgür olmadığı“ alanlar da vardır. Mesela? Örneğin bu çok politize olmuş bir anlayıştır. Özgür basın metaforu ile ana akım siyasetin basını kastediliyor. Bu medyada sadece hakim örgütün Nasıl bir fark var? Ya da bu fark konulmalı mıdır, ne zaman konulmalıdır? Kürd basını açısından devleti olmayan bir halk dediniz. Bundan sonrası için bu nasıl oluşturulacak? Özgür olma farkı gibi bir fark var. Veya olmama gibi bir farkı var. Bir siyasi partinin medya organında çalışan bir gazeteci o siyasi partinin görüşlerinden muaf olabilir mi? Gazeteci siyasi partinin istemediği bir şey yazabilir mi? Örneğin havuz veya yandaş medya diye tarif ettiğimiz medyayı göz önüne aldığımızda Erdoğan’a karşı değerlendirilebilecek bir haber olabilir mi? Veya PKK’nin siyasetine karşı bir haber olabilir mi özgür medyada? Mümkün değil, PDK, YNK medyasında bu partilere karşı Kürdlerin tarihsel meselesine girmeden, bu gün medyada, basında yaşadığı şeyden Kürd basını Kürd gazetecilerin muaf tutmak mümkün mü? Bunca şiddet, çatışma, savaş alışkanlığı olan bir toplumun medyasının sizin çizdiğimiz kriterlerde evrensel normlarda işler üretemiyor olması doğal değil mi? Benim dikkat çektiğim şey Kürdistan’daki temel sorun Kürdçe bir neslin oluşmaması, bir piyasa rekabetinin özgürlüğünün oluşmaması sorunudur. Kürdistan’da hala basın sektörüne yatırım yapacak iş adamlarımızın, kapitalistlerimizin olmaması sorunudur. Dijital çağda küçük girişimler vardır. Hükümetlerin, örgütlerin uzağında yayın yapan ki- .o rg Kurumsallaşamıyor olmasının önündeki engelin sermaye bağlamından önce mevcut yapısı ile kullandığı dil, haberdar etme biçimi, gözettiği siyaset, pozitif olmayan birbirlerini hedef alan bir gelenekten söz edebilir miyiz? Bugün içinde bulunduğumuz koşullarda Kürd basının birçok sorunu var. Bir takım şeylerin de sözünü ettiğiniz o eksikliklerle berabar yapısal kemik sorunlara dönüştüğünü söyleyebilir miyiz? Mevcut medya organlarımızın irilerinden söz ediyorum. TV’ler, gazeteler, radyolar siyasi bir partinin yayın organı olması nedeniyle senin ifade ettiğin eleştirinin dışında tutmak lazım. Çünkü siyasi partiler ellerindeki basın organlarını propaganda aracı olarak kullanıyorlar. Dolaysıyla siyasi partilerin yayın organı olan bir medyada senin dikkatini çektiğin kurumsallaşma veya evrensel bir dil beklemek olamaz. Bu mümkün değildir. Siyasi partilerin konjonktürel çıkarları neyi gerektiriyorsa medyalarının kullanacağı dil o yönde olacaktır. Ben hala Kürdistan’da bir ulusali toplumsal medya yok, siyasi partilerin yayın organları var diyorum. ur d ak iv rs bir haber yapılabilir mi? Ya da PYD medyasında PYD’nin uygulamalarına karşı bir haber yapılabilir mi? Daha ilerisine götürelim. Bu Batı dünyasında da böyledir. Örneğin Berlusconi diye bildiğimiz İtalyan siyaset ve ticaret adamının sahip olduğu çok sayıda TV kanalı ve gazetesi vardır. Bunların herhangi birisinde Berlusconi’nin uygulamalarına, icraatlarına, karıştığı yasadışı işlere dair bir haber olabilir? Bu açıdan temel fark, temel ayrım özgür olmak kriteridir. Şunu söylemek lazım. Dünyada bütün ciddi medya gruplarının veya medya organlarının arkasında bir sermaye grubu vardır. Elbette ki bütün medya grupları, arkasındaki sermaye gruplarının çıkarlarını korumak, kollamak ve en azından dikkate almak gibi sorunları vardır. Fakat gazeteciler, kamuoyunun vicdanı olmak, kamu adına sorgulamak, özellikle devletlerin uygulamalarını ve devlet ile vatandaş arasındaki ilişkiliyi takip etmek gibi bir sorumluluğu vardır. Dolaysıyla temel ayrım, özgür olmak ve olamamak kriteridir gazetecilikte. .a Kürdistan’ı bir gazetede, bir TV’de birleştirmek nasıl bir fikir, bunun için neler yaptınız? Kürd Gazeteciliği serüvenindeki ilk haber gazetesi olan ve 1990 yılında yayına başlayan Yeni Ülke gazetesinde Kürdistan’ın diğer parçalarından da muhabirler edinmiştik. Aynı şeyi ilk günlük gazete olan Özgür Gündem de yapmıştık. Bu gazetelerde Kürdistan haberlerinden sorumlu olmam sebebiyle tüm Kürdistan’ın tüm şehirlerinde muhabir ağı kurmaya özen göstermiştim. Yine televizyonculuk yaşamımda Kürdlerin ilk uydu kanalı olan Med TV de yaptığım Piramit adlı programda Kürdistan’ın dört parçasından birer uzmanın yer aldığı ülke sorunlarını ve siyasetini konuştuğumuz bir program yapmıştım. Keza televizyonculuk yaşamımda yaptığım dokümanterlerde Kürdistan tarihini ve kentlerini Sivas’tan İlam’a Maku’dan Afrin’e kadar tüm kentlerini anlatan Welatê Me Kurdistan diye uzun yıllar süren bir program yaptığımı hatırlıyorum. Kürd medyasında ilk ve en geniş kapsamlı yarı resmi AkNews ajansında Kürdistan’ın tüm önemli kentlerinde muhabir ağı oluşturmuş, tüm Kürdistan’ı dünyaya tanıtan bir haber fabrikası oluşturmuştuk. Yine Kürdlerin ilk 2 alfabeli 3 lehçeli Avrupa’da yayınlanan Rudaw gazetesinin ardından, Güney Kürdistan’da Arap alfabesiyle Soranice, Avrupa da Latin alfabesiyle Kurmanci ve Zazaki yayın yapan ilk uluslararası medya projesi olan Le Monde Diplomatique gazetesini kurmuştum. 6 dilli BasNews Haber Ajansı’nın ardından BasHaber-BasNuçe Gazetesi ile Kürdistan’ı bir gazetede birleştirme hayalimin devamı idi. BasHaber ve BasNûçe’de yapmak istediğimiz şey Kürdistan’ın 4 yakası arasında köprü olabilmek. Bu gazetede yapmak istediğimiz Kürd kamuoyunun haber alma ihtiyacını evrensel basın standartları ölçüsünde objektif bir gazetecilik anlayışıyla karşılamaktır. ideolojik tandanslı haberciliği ve propagandasına endeksli bir gazetecilik yapıldığı biliniyor. Dolaysıyla onlar kendilerini devlet baskısından muaf olan bir özgürlük dairesinde sayıyor. Bu açıdan bu kavram ile ifade ediyorlar kendilerini. Ama örneğin bu medyada Kürdistan’ın farklı seslerini, farklı renklerini göremezsiniz. Çünkü bu medya çok politize olduğu için, sadece kendi alanında kalmayı tercih eden bir gazetecilik anlayışına sahiptir. Öte yandan ben siyasi partilerin “gazetecilik“ değil ama gazeteciliği enstrümantlize edebileceklerini düşünüyorum. Siyasi partiler gazetecilik yapamazlar. Gazetecilik siyasi partiler üstü olmak zorundadır. Gazeteciler partiler üstü olmak zorundadır. Gazetecilik kendi başına bir modeldir. Siyasi örgütler, siyasi partiler yayın organları çıkarabilir, siyasi propaganda mekanizmalarına, bunların araçlarına sahip olabilirler. Ancak bu bizim bildiğimiz anlamda gazetecilik yaptıkları manasına gelmez. Bu bütün siyasi paritiler için geçerlidir. Örneğin şu anda Türkiye’de havuz medyası denilen olgu var. Hükümetin havuzunda beslenen, hükümet yanlısı haberler yapan, hükümetin istediği doğrultuda haber üretimi yapan ve mesleki olarak gazeteci diye tanımlanan insanların çalıştığı, biriktiği bir alandır havuz medyası kavramı. Aynı şey, yandaş basın denilen veya özgür basın denilen kavram ve alan için de öyledir. Bu Kürdistan’ın diğer parçalarında da böyledir. Her siyasi partimiz Kürdistan’da çeşitli medya organlarına sahiptir. Ve bunlara bağlı medyada gazetecilik yapıldığı iddia edilir. Ancak kullandıkları dil, haber anlayışları, gazetecilik standartları, gazetecilik ilkeleri ile ilişkileri bunların anladığımız anlamda evrensel gazetecilik normlarından uzak olduğudur. Siyasi partilerin gazetecilik yapamaz, bu normaldir. Ancak bütün siyasi partililerin kendilerini ifade etme hakkı vardır elbette. Ancak gazetecilik başka bir şeydir. Ben politik propoganda etkinliklerinin gazetecilik olarak tarif edilmesine karşıyım. w BasHaber Gazetesi nasıl bir fikirdi? Nasıl oluştu? Gazetecilik yaşamına başladığım ilk zamanlardan itibaren bir Kürd gazeteci olarak Kürdistan’ın tüm parçalarını bir gazete, TV ekranı, bir haber ajansı üzerinden birleştirmek gibi bir hayalim vardı. Ve gazetecilik yaşamımda yaptığım tüm işlerin mayasında bu düşünce vardı bu nedenle Kürdistan’ın tüm parçalarında tüm etnik gruplara, tüm toplumsal kesimlere hitabeden yayın organlarının kuruluşunda bulundum. gazeteciliği ve kısmen günümüz gazeteciliği tecrübelerinizden yola çıkarak, ‘Kürd medyası’, ‘Kürd basını’ kavramlarını değerlendirebilir misiniz? Kürdler henüz uluslaşma aşamasını bitirmiş ve stabilleşmiş, devletsel mekanizmalara ulaşmış, ulusal sermayesi ve pazarı oluşmuş bir halk değil. Medya sektörü ve ulusal gazetecilik bir pazar ve sermaye işidir. Kürdlerde serbest teşebbüs, liberalizm ve sermaye birikimi gibi kavramlardan söz edilemeyeceği için pazar üzerinden şekillenmiş bir medya sektöründen de söz etmek mümkün değil. Bu nedenle Kürd medyasının ya da Kürdistan gazeteciliği denen olgunun genel olarak siyasi partilerin yayın etkinlikleri şeklinde geliştiği söylenebilir. Dijital teknolojinin gelişmesiyle bu alanda bir miktar gelişmeler olmasına rağmen privatize bir medyanın ulusal boyutlarının olabileceğini söyleyemeyiz. Bu konuda bireysel bir liberasyondan sözetmek mümkün, artık siyasilerin monopolünden söz edemeyiz ama büyük medya grupları güçlü bir sermaye gerektirdiği için bu alan hala siyasi partilerin hâkimiyetinde kalmıştır. Bu nedenle bir ulusal medya ve tabiri caiz ise fikir özgürlüğü temelinde gelişmiş bir basın sektöründen sözetmek mümkün değil. w Yeter Polat basının siyasi partilerin medya etkinliği çerçevesinde kaldığını ifade etti. BasHaber’i Kürd basınının içinde bulunduğu duruma bir itiraz olarak projelendirdiklerini, bu anlamda temiz dilli bir gazetecilik anlayışını benimsediklerini ifade eden Dağlı Kürd basının durumunu ve BasHaber’i w BasHaber gazetesi Yayın Yönetmeni Faysal Dağlı ile gazetemizin 2. yılını geride bırakması vesilesi ile geldiğimiz noktayı konuştuk. Dağlı, Kürd basının ulusallaşamadığını, bu nedenle de evrensel ölçülerde gazetecilik yapılamadığını söyleyerek, Kürdistan’da SÖYLEŞİ BasHaber 25 Nisan - 01 Mayıs 2016 9 SÖYLEŞİ İŞİD’in Şengal’a saldırısı sonrası iki tipik olay yaşandı Kürd basını açısından. Birincisi ‘Peşmerge kaçtı’ diye yayın yapan bir Kürd gazeteci- liği örneği var ikincisi Peşmerge’nin Türkiye üzerinden Kobani’ye geçişi sırasında ’Peşmerge firar etti’ diye haber yapan Türk gazeteciliği örneği var. Biri devletin gözetiminde diğeri ise kendini özgür medya diye tanıtan ve bir örgütün etki elamanı. Kürd basını sınıftan kaldı yorumu yapıldı. Bu iki tipik örnekten yola çıkarak, içinde bulunduğumuz durum nasıl izah edilir? Anlaşılması nokta gereken şudur. ‘Peşmerge kaçtı’ diyen bir gazeteci yok ortada. Peşmerge’yi ’kaçtı’ diye göstermek isteyen, bundan politik çıkar devşirmek isteyen bir zihniyetin retoriğini kullanan bir anlayış var. Bu gazetecilik değil, ulusallık değil, IŞİD’e karşı hassasiyet değil. Gazetecilik başka bir şeydir. İki örgütün siyasi rekabetinde birbirlerini suçlamaları, bunu medya ve gazeteleri kullanarak yapmalarını makul görmüyorum. Kürd siyasetinde rekabetin demokratik ve medeni usullerle yapılmasından yanayım. Ama maalesef henüz Kürd siyaseti bu dili öğrenmiş değil. Zaten Kürd siyasetinin temel sorunlarından birisi sahip oldukları medyayı birbirlerine karşı çok ölçüsüz kullanmalarıdır. Barış dilinden, ulusal perspektiften, ulusal kazanımların işgalciler tarafından tehdit edildiği bir anda bu hassasiyetten uzak olmaları, aralarındaki çıkar, çekişmelerinin ve politik sorunlarını medya üzerinden ensrümantalize etmeleri, medyayı kullanmaları ayrı bir sorundur. Tarafların medya organlarında çalışan ‘gazetecilik’ yaptığını zanneden insanların mesleklerini bu siyasi rekabete enstürmentalize edilmesi temel sorunlardan birisidir. Ben bunlara gazetecilik etkinliği olarak bakmıyorum. Dolaysıyla ortada bir gazetecilik, bir gazetecilik faaliyeti görünmüyor. Kobani’ye giden Peşmerge’yi karalamaya çalışan Türk muhabiri ve Şengal’de Peşmerge kaçtı diyerek itibarsızlaştırmaya çalışan örgüt muhabiri için de böyledir. Kürdlerin ki tarihsel ve politik engelleri gibi gerekçeleri var. Türkiye medyasının içinde bulunduğu durumu göz önüne alırsak dünya ölçeğinde bir gazetecilik yapmak çok mu zor? Bu işin öğretme biçimi, verilişi, sunumu, devletin bu alana uyguladığı baskıları nasıl görüyorsunuz. Dünya ölçeğinde işler yapmak Kürdler için ‘ fazla mı lüks? Dünya ölçeğini nasıl kavrağımız önemli. Ben dünya ölçeğini Batı standartları olarak kavramak, algılamak isterim. Dünyanın her tarafında medya etkinliği her hangi bir şekilde rıza imal etme, algı oluşturma, toplum mühendisliği veya vicdan oluşturma işidir. Haber merkezleri rıza imalatı laboratuvarları gibidir. Dünyanın her yerinde bu böyledir. En tarafsız görülen medya organlarında dâhil bir imaj oluşum ve rıza yaratma misyonunun olduğunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunun yapılma biçimi, uygulama safhasındaki biçimleri, o ülkedeki uygarlık düzeyi ile bağlantılıdır. Türkiye gibi demokrasi süreçlerini tamamlamamış veya demokratikleşme sancıları çekmiş, Kürd hareketi gibi militarize olmuş bir politik hareket, Kürd, Türk ve Ortadoğu toplumları gibi şiddet ile boğuşan, şiddet üzerinden birbirleriyle ilişki kuran toplumlardan tabiatıyla demokratik kriterlere uygun bir medya, bir gazetecilik anlayışını göstemelerini beklemek zordur. Ama Batı toplumları demokratik seviyelerinin daha gelişkin olması sebebiyle medya özgürlüğünün bir takım yasal güvencelere alarak gazetecilik mesleğinin etkinliğinin, özgürlüğünün yasallarla bağıtlanarak bu alanda ciddi bir ilerleme kaydedebilmişlerdir. Ama Türkiye gibi veya Kürd siyasetinin etkin olduğu alanlarda basına yönelik çok ciddi baskılamaların olduğunu biliyoruz. Örneğin bugün Türkiye’de birçok gazetecinin tutuklandığını biliyoruz. Türkiye’deki gazetecilerin mesleki etkinliklerinden dolayı tutuklandığını biliyoruz. Rojava’da birçok medya kurumumun etkinliklerinin yasaklandığını biliyoruz hatta Güney Kürdistan’da yakın zaman kadar birkaç gazetecinin katledildiğini biliyoruz. Diğer ülkeleri saymaya bile gerek yoktur. Kürdler ile komşu ülkelerin cezaevlerinde Kürd ve muhalif gazeteciler hep olmuştur. Doğu toplumunda basın özgürlüğü ile ilgili çok ciddi bir problem vardır. Basın özgürlüğünün kalitesinin, düşünce özgürlüğünün kalitesi ile demokrasinin düzeyi ile oluşabileceğini düşünüyorum. Düşünce özgürlüğünün olmadığı, demokrasi kalitesinin yüksek olmadığı bir toplumda ve devlet mekanizmasında basının özgür olabileceğini düşünmek, basın özgürlüğü üzerinde konuşmanın hayali bir şey olduğunu düşünüyorum. Röportajın tamamı bashaber.com’da Kürdler henüz uluslaşma aşamasını bitirmiş ve stabilleşmiş, devletsel mekanizmalara ulaşmış, ulusal sermayesi ve pazarı oluşmuş bir halk değil. Medya sektörü ve ulusal gazetecilik bir pazar ve sermaye işidir. Kürdlerde serbest teşebbüs, sermaye birikimi gibi olgulardan söz edilemeyeceği için pazar üzerinden şekillenmiş bir medya sektöründen de söz edilemez. Bu nedenle Kürd medyasının ya da Kürdistan gazeteciliği denen olgunun genel olarak siyasi partilerin yayın etkinlikleri şeklinde geliştiği söylenebilir ‘ 08 09 Kürdlere gerçek yeter MESUT YEĞEN Daha online, daha acul zamanlarda yaşadığımızdan mı, yaşlanıyor olmaktan mı, yoksa her ikisinden dolayı mı bilmem, ama epeydir zamanın ritminin değiştiğinden, hızlandığından yakınıyorum kendimce. Haftalar, günler gibi geçip gidiyor hissindeyim epey bir zamandır; muhtemelen başkaları gibi. Yeter Polat Bashaber’in 100. sayısının yaklaştığını hatırlattığında sözünü ettiğim hisse daha bir gömüldüm. Hep söylendiği üzere, daha dün gibi... Böyle önemli dönüm anlarında muhasebe yapmak adettendir. Ben de deneyeyim. Hem BasHaber’in, hem de BasHaber’de kendi yazıp, çizme işimin muhasebesine girişeyim. BasHaber’le başlayayım. Malum, BasHaber biraz zor bir yerde konumlanan bir gazete. Bir kere bir gazete, ama haftalık; Türkiye’de ve Türkçe (-Kürdçe) yayımlanıyor, ama odağında Kürdistan var. Zor bir yerde konumlanmasına karşın hakkını teslim etmek gerekiyor: BasHaber, bildiğimiz, alıştığımız klasik manada gazetecilik, haber yapıyor, benimsediği “daima gerçek” düsturuna uygun bir biçimde ve ama Kürdistan perspektifini kaybetmeden. Sözünü ettiğim her iki şey de, haber yapmak ve Kürdistan perspektifini muhafaza etmek, çok önemli çünkü malum Kürd gazeteciliği büyük kısmıyla aşırı araçsallaşmış durumda ve genel bir Kürdistan perspektifine sadakat göstermekte pek mahir değil. Oysa, Kürdler haklı ve haklılar için gerçek kafi, fazlasına gerek yok. Yine, oysa artık sadece Kürdler için değil, Kürdistan ve civarında söz söylemek, iş yapmak isteyen herkes için Kürdistan’ın dört bir yanı bir diğeriyle ilişkili. Artık ne Suriye ve Irak Kürdistanlarını izlemeden Türkiye Kürdistan’ına vakıf olmak mümkün ne de tersi. İnternet sitesiyle beraber BasHaber, en azından benim için, Kürdistan’ın dört bir yanından haberdar olmayı mümkün kılıyor, haberi araçsallaştırmadan. Öte yandan, Kürdistan odaklı olmakla beraber BasHaber Kürdistan’ın Ortadoğu, Avrupa, ABD, Çin ve Rusya gibi mahfillerle olan münasebetinin de önemini teslim eden bir habercilik yapıyor. Bu da önemli ve önümüzdeki dönemde giderek derinleştirilmesi gerekecek görünüyor. Araçsallaşmış bir habercilikten, aslında habercilik olmayan bir habercilikten uzak durmasının BasHaber’in ayırd edici vasıflarından biri olduğunu yukarıda söyledim. BasHaber’in bu vasfı, parçası olmadığı ana akım Kürd hareketine dönük haberciliğinde de kendini gösteriyor. Ana akım Kürd hareketine yakın medyada görülen araçsallaştırıcı habercilikten uzak durduğu gibi, ana akım Kürd hareketinin Kürd muhaliflerinde görülen kesif ana akım Kürd hareketi reddiyeciliğinden de uzak duruyor BasHaber. Muhasebe demişken eksik gedikten, ihtiyaçlardan söz etmemek olmaz. Bence BasHaber’in en önemli eksiği şu: İçinde yer aldığı kulvar haftalık bir gazeteyle doldurulamayacak kadar geniş. Ortadoğu, Avrupa, ABD, Çin ve Rusya mahfilleriyle alakası üzerinden Kürdistan haberciliği çok geniş bir kulvarı oluşturuyor ve bu kulvarı haftalık bir gazeteyle hakkınca doldurmak zor. Bu da şu demek: Günlük bir BasHaber’e, bir BasTV’ye ihtiyaç var. Kendi muhasebemle devam edeyim. Söyleyebileceğim tek şey var: BasHaber kadar Kürdistan odaklı olamadım. Gerek müktesebat yetersizliğinden, gerekse de Türkiye odaklı biri olmakla ilgili olsa gerek, yazarken Türkiye gündemini Kürdistan gündeminden daha yakın takip ettim. Bu da BasHaber’in haber gündeminden zaman zaman ayrılan bir yazı gündemine kapılmak demek oldu. Pek sevimli bir durum olmadığını teslim ediyorum. Başlığa ve BasHaber’in düsturunu atıfla bitireyim. Kürdler haklı, haklı olanlar için gerçek kafi! 10 BASHABER BasHaber BasHaber 25 Nisan - 01 Mayıs 2016 BasHaber/BasNûçe 2 yaşında gelmesini de ayrıca kutluyorum. Sizi emeklerinizin kutsallığından dolayı kutluyorum. Daima Gerçek mümkün! Dört parça Kürdistan’ı buluşturdu Yaptığı haberlerle ses getiren BasHaber/BasNûçe Gazetesi haberciliğin yanı sıra 22 Şubat 2015’te Diyarbakır’da gerçekleştirdiği “Sykes-Picot Anlaşmasının 100. Yılında Ortadoğu’da ve Kürdistan’da Gelecek Perspektifleri” konulu panel ve uluslararası etkinliklerle dört parça Kürdistan’ı ve diasporadaki tanınmış Kürd isimleri buluşturdu. Bölgeden de yoğun katılımın olduğu etkinlik, ülkenin dört bir yanındaki gazeteceleri bir araya getiren mini bir ulusal konferans gerçekleştirdi. Gazetenin 27 Şubat 2016’da Ankara’da düzenlediği Ortadoğu’da Değişim Zamanı adlı panele büyük bir ilgi vardı. Yurtdışından çok sayıda konuğun da katıldığı panele, Prof. Ferhat Kentel, Dr. Arzu Yılmaz, Prof. Bilal Sanbur, Gazeteciler Ali Bayramoğlu ve Faysal Dağlı katılmıştı. BasHaber gazetesi zaman zaman kültürel etkinlikler de gerçekleştiriyor. Kolaj sanatçısı Aziz Sürme, Romancı Bahtiyar Ali için Ankara’da düzenlenen sanat ve edebiyat etkinliklerine çok sayıda kişi katılmıştı. Tarafsız ve etik habercilik anlayışı AKP Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu: Köşe yazılarında çeşitlilik olabilir BasHaber gazetesine uzun bir yayın dönemi diliyorum öncelikle. Köşe yazılarınız biraz daha çeşitlilik olabilirse daha iyi olur. Farklı fikirlere yer verebilirsiniz. Köşe yazılarınızı daha iyi buluyorum. Köşe yazarı arkadaşlarınızın aşağı yukarı aynı perspektife sahiptir. Bunun kötü olduğunu söylemiyorum. Buna itiraz da etmiyorum. BasHaber daha çoğulcu fikirlere yer verebilir diye düşünüyorum. CHP İstanbul Milletvekili Onursal Adıgüzel: BasHaber kendi çizgisinde gerçekleri yazıyor Medya ve basın özgürlüğü önemlidir. Ülkedeki bütün farklı seslerin dile getirilmesinden yanayız. Bu nokta da farklılıklardan zenginliklerin ortaya çıkacağını düşündüğümüz için BasHaber’in de kendi çizgisiyle iyi bir yayın yaptığını söyleyebilirim. Doğrusuyla yanlışıyla ülkemizdeki bütün fikirler dile getirilsin ki insanlar yanlış ile doğru arasındaki farkı da bulabilsin. Bu noktada halkın haber alma özgürlüğü her şeyden önemlidir. Halkın gerçeklere ulaşması önemlidir. BasHaber kendi çizgisinde gerçekleri yazmaya çalışıyor, gerçekleri halka ulaştırmaya çalışıyor. Daha uzun bir yayın serüveninizin olmasını diliyorum. PAK Genel Başkanı Mustafa Özçelik: BasHaber başarılı İkinci yılını tamamlamış olan BasHaber Gazetesi’ni kutluyorum. BasHaber Kürd gazeteciliğinin başlangıç tarihi olan bir günde yayın hayatına başladı bu da gazetenin pozitif bir yönüdür. BasHaber’i takip ediyoruz ve görüş de belirtiyoruz. Biz BasHaber’in Kürdistani parti ve kurumlara daha çok yer vermesini talep ediyoruz çünkü Kürdistan’da bir sürü parti var ama seslerini duyurabilecek medya organlarından yoksun ve seslerini duyuramıyorlar. Kürdçe bölümü için daha çok yazarın olması ve Kuzey’de mevcut olan potansiyelin kullanılmasını bekliyoruz. BasHaber / BasNûçe Gazetesi’ni başarılı buluyorum. TKDP Başkanı Mehmet Emin Kardaş: Kuzey’de yeni bir heyecan yarattı BasHaber / BasNûçe Gazetesi geçtiğimiz sene Diyarbakır’da bir panel düzenledi ve ben de o panelde bulundum. BasHaber Gazetesi Kuzey Kürdleri için yeni bir heyecan yarattı, Kürd milleti için çok önemli bir konuma sahip ben bununla çok mutlu oluyorum. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da yaşanan gelişmeleri hem internet sitesi aracılığıyla hem basılı şekilde paylaşıyor. rg .o ur d ak iv Siyasetçi Sait Aymaz: BasHaber; tarafsız, saydam, halkların birlikteliğinden yana Dünyadaki olumsuz siyasi koşullara, genelde bölgemiz Türkiye ve Ortadoğu’da, özelde Kürdistan’ın dört parçasında savaş, kırım, kıyım ve göç yaşanırken, siyasal, sosyal ve ekonomik karmaşanın toplumları birbirine düşman durumuna getirdiği bu dönemde BasHaber Gazetesi, tarafsız, saydam, halkların birlikteliğinden yana yayın politikası, doğru gerçek habercilik anlayışı ile sekteye uğramadan iki yaşını doldurdu. Günümüzde her kesim tarafından ihtiyaç duyulan ve aranan BasHaber Gazetesi’nin ve çalışanlarının ikinci doğum gününde kutlar, başarılarının devamını ve daha uzun bir yayın yaşamına ulaşmasını dilerim. BasHaber Gazetesi’nin varlığından dolayı mutluyum ve bazen ulaşmakta zorlanıyorum. Dolayısıyla daha çok yayılması gerekiyor. rs HDP Van Milletvekili Âdem Geveri: Globalleşen dünya Kürdleri birbirine bağladı Bütün engelleme ve inkâr politikalarına rağmen, 90’lı yıllardan sonra Kürd gazeteciliği adına önemli adımlar atıldı. Güney Kürdistan’daki özgürleşme sürecinin belli bir düzeye çıkmasından sonra, artık teknolojinin imkânlarından istifa eden Kürdler hem sınırları aştılar, hem de globalleşen dünyada parçalanan Kürdistan’ın bütün parçaları ile birbirleriyle iletişime geçebilen bir hal aldı. En büyük katkı BasHaber’indir. Aynı zamanda da bu gazetenin varlığını sürdürebilmesi ve kendi kalitesine kalite katması bizleri sevindirecektir. 100. sayınıza daha yüzlerce sayının eklenmesini umut ederek, çalışmalarınızda başarılar diliyorum. .a HDP Mersin Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat: BasHaber’i beğeniyle okuyorum BasHaber Gazetesi’nin hem Kürdçe ve Türkçe olarak çıkması çok olumludur. Gazeteyi beğeniyle okuyorum. Yazar kadronuz da iyi. Kürd basını yönünden de büyük bir katkı sağlıyor. Benim gibi Kürdçesi kıt olanların okuma dağarcığını genişliyor. Güzel ve temiz bir Kürdçe kullanıyor. Bundan dolayı da gazeteden faydalanıyorum. Yayın hayatınızda başarılar diliyorum. KDP-Bakur Başkanı Sertaç Bucak: Kuzey’de ve Güney’de önemli bir rol oynuyor BasHaber Gazetesi Kürd medyasında önemli bir adım. BasHaber Gazetesi ‘nin 100. sayıya ulaşması çok önemlidir. BasHaber’in halkın arasında daha çok yayılması gerekiyor. Burada özellikle vurgulamak istediğim bir husus da BasHaber Gazetesi’nin dört parça Kürdistan’ın da gündemini görüyor ve Kuzey’de önemli bir rol oynuyor. BasHaber’den beklentimiz şuan gündem de olan bağımsızlık meselesi ile ilgili özel bir program yapmasıdır. BasHaber Gazetesi’nin yaptığı çalışma ve izlediği politikayı çok önemli görüyorum ve Kürdçe bölümü için daha çok yazara yer vermesini bekliyor ve başarılar diliyorum. PSK Genel Başkan Yardımcısı Bayram Bozyel: Bölge haberlerinden çok faydalanıyorum BasHaber Gazetesi’nin yaptığı yayından dolayı çok mutluyum ve çok faydalanıyorum. Bölgemiz ile ilgili çok dikkat çekici haberler yer almaktadır. BasHaber’in daha çok gelişmesini diliyorum. Böyle bir çalışma ve eser ortaya çıkararak bugüne kadar taşıyan BasHaber Gazetesi’nin çalışanlarını kutluyorum. w “BasHaber/BasNûçe kaliteli, objektif haber“ BasHaber/BasNûçe gazetesinin okurları da 2. yıla dair verdikleri mesajlarda, gazetenin özellikle Kürd medyası açısından büyük bir boşluğu doldurduğunu ifade etti. İşte o mesajlar; Başbakan Danışmanı Muhsin Kızılkaya: BasHaber önemli bir boşluğu dolduruyor BasHaber Gazetesi önemli bir boşluğu dolduruyor. Gazeteciliğin temel görevi bir ideolojinin bir siyasi fikri savunuculuğunu yapmak değil haber vermektir. Haber vermeyen bir gazete, gazete olmaktan çıkar sadece siyasi bir partinin bülteni gibi olur. Bugün memlekette sağda solda Alevi, Kürd, nezdinde bir sürü siyasi fikrin bülteni gibi çıkan ve kendine gazete diyenler ama siz onlar gibi değilsiziniz. O yüzden yolunuz açık. Yayın hayatınızda başarılar diliyorum. w Geniş yazar kadrosu BasHaber’in Türkçe yazar kadrosunu ise Prof. Mesut Yeğen, Prof. Ferhat Kentel, Sennur Baybuğa, Prof. Bilal Sambur, Hakan Tahmaz ve Prof. Ahmet Özer ile Öztekin Çaçan gibi Türkiye’de tanınmış akademisyen ve yazarlar oluşturuyor. Gazetenin köşe yazarları kadrosuna zaman zaman Dr. Ferhat Pirbal, Selim Zenciri, Nadire Güntaş, Bahtiyar Ali gibi tanınmış Kürd yazarları da katılıyor. Geçtiğimiz Ocak ayında web sitesi de yayına başlayan gazetenin, portal yayınında da Sait Aymaz, Hüseyin Piran, Abdullah Karatay, Reşad Ozkan, Lerzan Jandil, Roşan Lezgîn, Ferzan Şêr, Nasır Kemaloğlu, Kristin Özbey, Abdullah Koçal, Nizamettin Karabenk gibi yazarlar yer alıyor. Tarafsız ve etik habercilik anlayışıyla yayın yapan BasHaber/BasNûçe Gazetesi Kürdistan’ın dört parçası ile diasporada yaşayan Kürdler arasında bir köprü görevi görüyor. Çözüm Süreci’ni, Kürdistan Bölgesin’de bağımsızlık tartışmalarını, Rojava’da yaşananları ve İran Kürdistanı ile ilgili tüm gelişmeleri, Kürd örgüt ve kurumlarına karşı tarafsız duruşuyla doğru ve etik habercilik anlayışıyla mercek altına alarak, okurlarına ulaştırmaya devam ediyor. SETA Genel Koordinatörü Muhittin Ataman: Farklı bir konsepti var BasHaber Gazetesi’nin genel olarak farklı olarak bir konsepti var. Kürdçe yayın yapan gazetelerin çeşitli olması konusunda faydalı olarak görüyorum. Bu çeşitliliğin içeriğini ne kadar yansıttığınızı bilmiyorum ama ne olursa olsun bir katkıdır. İki dille yayın yapıyor olmanız önemlidir. İçerik analizi yapmak da önemlidir. Çeşitlilik aslında daha çok şekil üzerinden değil içerik üzerinden değerlendirilmelidir. Türkiye’de Kürd dilinde yapılan yayınların çeşitlilik içinde olmadığını söylüyor herkes. Yayın hayatınızda başarılar diliyorum. w 22 Nisan 2014’te İstanbul’da “Daima Gerçek / Herdem Rastî“ sloganı ile yayın hayatına başlayan BasHaber/BasNûçe gazetesi ikinci yayın yılını tamamlayarak 100. sayıya ulaştı. Mikdat Mithat Bedirxan’ın 1898’de Kahire sürgününde başlattığı Kürd gazeteciliğinin 116. yılında 22 Nisan 2014’te İstanbul’da yayın hayatına başlayan haftalık haber gazetesi BasHaber/BasNûçe 100. sayısıyla 2. yılını tamamladı. Kurmanci’nin Kürdçe ve Zazaki lehçeleri ile Türkçe yayın yapan BasHaber/BasNûçe, her Pazartesi Yay-Sat dağıtım şirketi aracılığı ile bayilerdeki yerini alıyor. Kürdistan, Türkiye ve Ortadoğu’ya ilişkin yaptığı haberler, özel dosyalar, söyleşiler ve kültür sanat haberleriyle Kürd gazeteciliğine yeni bir soluk getiren BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nin yayın yönetiminde Faysal Dağlı, editörlüğünde Yeter Polat ve Mehmet Salih Batırhan idaresinde de Öztekin Çaçan yer alıyor. İstanbul ve Diyarbakır haber merkezlerinde ise Çimen Gümüş, Mehmet Emin Kan, Zeyat Cebo, Dilan Almaz, Adem Özgür, Ercan Ekinci, Eren Dinç, İskender Kahraman gibi gazeteciler bulunuyor. Görsel yönetimini Alp Tekin Babaç ile Hüseyin Ünal’ın yaptığı gazete İhlas Matbaası’nda basılıyor. BasNews Medya Limited Şirketi tarafından yayınlanan gazetenin sahibi ise İşadamı ve Gazeteci Botan Tahsin. Merkezi İstanbul’da olan BasHaber/BasNûçe Gazetesi Diyarbakır, Erbil ve Ankara ofislerinde çalışmalarını sürdürüyor. ÖSP Genel Başkanı Sinan Çiftyürek: BasHaber herkese eşit mesafede BasHaber Gazetesi kuzeyde büyük bir eksikliği doldurdu. Bu eksiklik neydi? Çok seslilikti. Kendine liberal, demokrat, milliyetçi, sosyalist ve komünist diyen herkese eşit mesafede yaklaştı ve yaklaşıyor. Bu önemli ve olumlu bir adımdır. Bu yayın çizgisini daha da geliştirmeliyiz. BasHaber’in kullandığı habercilik dili çok iyidir. Gazeteniz bütün örgüt ve partilere eşit mesafede yaklaşıyor. Bu iyi bir yayın politikasıdır. Ayrıca Kürd ve Kürdistan’ı savunuyor. HAK-PAR Genel Başkan Yardımcısı Latif Özdemir: Araştırmacı gazeteciliğe yönelmeli BasHaber Kürd yayıncılığında önemli bir yere sahiptir. Gazetenin sahip olduğu üslup Kürd yayıncılığında doğru bir yolun göstergesidir. Bu zor ve kötü koşullarda böyle kutsal bir gazeteyi çıkartmak ve yönetmek başlı başına bir gelişmedir. Doğrusu gazetenin yayın politikasını ve çalışmalarını onaylıyorum. Dünyadaki en büyük gazetenin de yayıncılık doğrultusunda eksikleri elbette var. BasHaber’in de eksikleri vardır. Daha çok araştırmacı gazetecilik yapılırsa iyi olacağını düşünüyorum. BASHABER 25 Nisan - 01 Mayıs 2016 Yine de BasHaber kendi gücüyle iyi işler yapıyor. İmkanlar el verdikçe daha iyisi yapılmalı. DİTAM Başkanı Mehmet Kaya: Rojhilat’a ağırlık verilmeli Kuzey, Güney ve Batı yani Kürdistan’ın önemli üç parçasından, siyasetin yoğun olduğu üç kesimden haber ulaştırmak Kürdlere bu dönemde oldukça önemli bir görev. Yayın akışı anlamında da çoğulculuğu önemseyen bir politikaya sahipsiniz. Kürdler arasında çoğulculuğun en önemli olması gereken unsur. Yayın politikanız da bence bu anlamda önemli. Artık BasHaber / BasNûçe’ye nice 100. sayılara. Biraz daha Rojhilat’a ağırlık verirseniz daha iyi olacağını düşünüyorum. Tüm çalışanları kutluyorum. İsmail beşikçi Vakfı Diyarbakır Şubesi Başkanı Ahmet Kani: Aradığım her şey BasHaber’de Kürdçe ve Türkçe ilgi çekicidir diyebilirim bu yönden bir boşluğu doldurdu. Daha önceden çıkan gazeteler vardı ancak BasHaber gibi boşluğu dolduramıyorlardı. BasHaber hem Türkçe hem de Kürdçe ayrı bölümler halinde yayınlanıyor ve her bölümde ayrı bir toplumsal içeriği dolduruyor. Örneğin her sayısında ayrı bir sanat konusu işleniyor, sinema, müzik gibi. Bu yönüyle hem bir okur hem de Diyarbakır İsmail Beşikçi Vakfı başkanı olarak sizi takip ettiğim için mutluyum ve aradığımı bulduğumu düşünüyorum. Bu gazetenin devam etmesini yürekten istiyorum. Bu sayınızın 100. sayı olmasını da ayrıca kutluyorum. Hem bu sayınızın 100. sayı ol-ması hem de 118. Kürdistan Gazeteciler Günü’ne denk Gazeteci Oral Çalışlar: BasHaber benim için kaynaktır BasHaber gazetesini iki yıldır düzenli olarak izliyorum. Özellikle Ortadoğu’daki gelişmeler, Kürd hareketinin bölgedeki görünüşü, sorunları konusunda çok değerli bilgiler ediniyorum. Yazılarımı hazırlarken önemli başvuru kaynaklarımdan birisi de BasHaber’dir. BasHaber’e bu değerli katkıları ve çabaları için teşekkür ediyorum. Başarılarınızın devamını diliyorum. Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı: BasHaber değerli bir iş yapıyor Kaynaklarımızdan yani kamuoyunun ulusal kaynaklarının bu kadar sınırlandırıldığı koşullarda gerçekten yılmadan korkmadan gerçekleri ve sadece gerçekleri söylemeyi hedef edinen bütün basın çalışanları bizim için çok kıymetli. BasHaber’i de bu anlamıyla çok değerli buluyorum. Gerçekten değerlisiniz çünkü sizlerin dışında haber alabileceğimiz hiçbir alan kalmadı sadece bizim muhalif basınımız yanımızda, hep beraber dayanışarak bu süreci yeneceğiz. Gerçekleri yazdığı için BasHaber’in de bunda katkısı olacağına inanıyorum. Size öneride bulunmak haddim değil, her şeyden önce kelle koltukta habercilik yaparken size bir şey söyleyemem. O yüzden emeğinize sağlık bizi gerçeklerle buluşturmaya devam edin diyorum. Doç. Dr. Vahap Coşkun: Yazar kadrosu daha da zenginleşebilir BasHaber’in özellikle bütün Kürdlere yönelik haberleri vermesi son derece önemli. Bugüne kadar Kürdler arasında özellikle İran, Irak, Suriye ve Türkiye’de yaşayan Kürdler arasında her-hangi bir şekilde paylaşımı, bilgi akışını sağlama son derece eksikti. Gelişen teknoloji bir kısmını giderdi ama bu konuya odaklanan her dört ülkede yaşayan Kürdlerin meselelerine odaklanan bir gazetenin çıkması ve çoğunlukla Irak Kürdistanı’nı yazmakla birlikte yine her dört parçadaki Kürdlere odaklanması son derece önemli. Haberdar olmanın sorumluluklarını bilmek, oradaki gelişmeleri takip etmenin son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Bu farklı ülkelerdeki Kürd partileri, Kürd oluşumlarına ilişkin bilgiler verilmesinin son derece değerli olduğunu düşünüyorum. Farklı kesimleri, farklı hassasiyetleri temsil eden kişilerle yapılan röportajlar ve farklı bakış açılarının da dile getirilmesini son derece faydalı olduğu kanaatindeyim. Kürdçe yayın yapması ayrıca değerlidir. Öneri olarak da yazar kadrosunu biraz daha zenginleş- tirip, çeşitlendirmek gerekir bu anlamda sanırım BasHaber’in önümüzdeki dönemde sorumluluklarından biri olacak. Dr. Yekta Uzunoğlu: BasHaber Kürdistan gazeteciliğinde ışık oldu Geçmişte maalesef Kürdler bağımsız gazete geleneğini gerek dış gerekse iç nedenlerden ötürü oluşturulamadı. Kürdçe’nin Kurmanci lehçesinde yakın tarihteki tüm girişimlerin ömrü kısa oldu. (1983 -1988 yılları arasında Almanya’da yayınladığım Mizgin Dergisi’de dahil) Kürd Gazeteciliği uzun yıllar siyasi parti veya örgüt yayın organı olarak var olabildi. BasHaber bağımsız Kürd yayın özlemini çeken herkes için bir ışık oldu. BasHaber’e ve tüm emeği geçenlerin 100. sayı başarısını uzaklardan kutlar, tarafsızlığıyla gazetecilikte ışık olma misyonunda başarılar dilerim. Artuklu Kürdoloji Başkanı Abdurrahman Adak: BasHaber Kürd gazeteciliğinde yeni bir dönemdir BasHaber Gazetesi yeni bir gazete ve Kürd gazeteciliğinde yeni bir dönemdir. Her şeyden önce iddalı bir gazete. Haftada bir yayınlanan BasHaber / BasNûçe Kürd gazeteciliğinde yeni bir platform ve aynı zamanda iki dilde de yayın yapıyor. Bu da ayrı bir özelliği. Dil konusunda küçük sorunlar var ancak zaten Kürdçe daha standardizasyonunu tamamlayabilmiş değil. Dolayısıyla bu da tolere edilebilir. Bingöl Üniversitesi Öğretim Görevlisi İlhan Bingöl: Herkesin okuyabileceği bir gazete BasHaber’i düzenli olarak takip ediyorum. İçinde etnik bir kimliği barındırmasına rağmen, BasHaber’in tarafsız olması güzeldir. Farklı görüşten insanların düşüncelerine yer verilmesini de hem bir akademisyen, hem de bir gazeteci olarak takdir ediyorum. Bu, gazetecilik için çok önemlidir. BasHaber’in çok ideolojik kaygı taşımadığını görüyorum. Farklı yayın yapan gazeteler arasında BasHaber’in yayın politikasını beğeniyor, okumaktan da zevk duyuyorum. Çok tarafgir bulmuyorum ve iki dilde yayın yapmasını da olumlu görüyorum. BasHaber, bu ülkede yaşayan herkesin okuyabileceği bir gazetedir. Doç. Dr. Aziz Yağan: Coğrafyamıza daha eleştirel yaklaşılmalı BasHaber’in Diyarbakır’daki açılış toplantısına katılmıştım, umut vericiydi. Bugüne dek haberlerin konusu, başlığı, işleniş tarzı, içeriği çoğu kez yerinde. Coğrafyamızda pek çok farklı millet ve onların kültürü yaşıyor, bu farklılıklara da saygılı ve her birine eşit mesafeli durmasını bili-yor. Ülke ve kentlerin yaşantısı eleştirisiz ve açıklıksız devam ederse yaşanmaz hale gelir. BasHaber’in kanımca en zayıf tarafı coğrafyamızı köşe yazılarında içerden tartışmaması, içerinin gözüyle içeriyi ve dışarıyı kıyasıya değerlendirmemesi. Bu ve her tür eleştirinin eksikliği bizim kendimizle ilgili sorunlarımızın da sürüp gitmesine neden oluyor. Bizim için oryantalist yansıtmalar, tartışmalar yanında, içeriden dobra dobra olan tartışmalar da çok önemlidir. BasHaber hala yolun başında ve başarılı ve nitelikli gazetecilik çalışmalarını devam ettireceği güvenini veriyor. 11 Yanya’dan Merzifon’a 1915 FERHAT KENTEL Benim baba tarafım, şimdi Yunanistan’ın Yanya şehrinden gelmiş.. Babasını çok erken yaşta kaybeden ve tek kardeş olmaktan ötürü hep akraba hasreti çeken babamın gayretleriyle ulaşılabilen yaşlı akrabaların bir kısmından bölük pörçük yol hikayeleri dinlemiştik... Geride bırakılan mal, mülk; yollarda karşılaşılan zorluklar... Türkiye’ye gelince Tekirdağ, İzmir ve İstanbul Pendik’e yerleşen akrabalar... Yanya’ya gitmek, yıllar sonra bana da nasip oldu. Karışık duygular yaşadım o şehirde... Osmanlı’yı epey uğraştırmış olan meşhur Yanya Valisi Ali Paşa adına yapılan camiyi, Yanya Gölü’nün ortasındaki adada Ali Paşa’nın evini ziyaret ettim. Hiç yüzünü görmediğim dedemin yürüdüğü sokakları, yaşadığı evi görmek; biraz olsun o tarihi hissetmek istedim. Türk mahallesi olduğu çok belli olan sokakları dolaşırken, bir esnafa sordum, “buralarda hiç Türk kaldı mı?” diye, belki bir iz bulurum umuduyla... Gayet suratsız adamın “burada Türk mürk yok!” minvalindeki cevabı da sertti. Sonra başka bir sokakta uğradığım turizm ofisindeki görevli iseTürk olduğumu öğrenince duygusallaşarak, neredeyse gözyaşları içinde kucakladı beni; adeta yıllardır gelmemi bekliyormuşçasına... Elimde, eski ve şimdiki zaman arasında karşılaştırma yapabileceğim, eskiden kalma fotoğraf yoktu... Sokaklarda da hiç kimseyi ve hiçbir şeyi bulamadım... Eski Türk evlerinde oturanlara sormaya çekindim... Babamın, dedelerimin hafızasını hissetmek, biraz olsun yaşamak, bir devamlılığın parçası olmak istemiştim; olmadı... Burukluk kaldı içimde... *** Daha ortaokuldayken Amasyalı bir arkadaşım dedesinin masal gibi anlattıklarını gelip bize de anlatırdı... Sonra yıllar sonra kendisini yakalayıp gene anlattırdım... Şunları anlattı... “Merzifon’da muhteşem bir Ermeni kilisesi var. Biz küçükken amcam bizi sinemaya götürürdü. Eski kiliseyi sinema yapmışlar. Sinemayken yanmış. Muhteşem bir yapı. (...) Bir sürü güzel evler vardı; Merzifon bir Safranbolu olabilirdi. Mahvettiler. Her taraf beton beton... Benim çocukluğumda kırk-elli eşekle Tavşan Dağı’na oduna giderlerdi. Bugün kese kese Tavşan Dağı’nda ağaç kalmadı. Dağ çıplak. Bir cennet nasıl cehenneme çevrilir (...) Benim dedemden duyduğum... (...) İşte o zaman topluyorlar adamları... Bir sürü insan... İkişer ikişer alıp arka tarafta kalanların görmediği bir yere götürüp... Bizim köyün üst taraflarında, şimdiki Merzifon-Çorum yolu üzerinde... Yalnız adamları kesmeden önce... (...) Ark yapıyorlar, su arkı... Su arkının adı ne biliyor musun? Gavur arkı! Ermenilere yaptırıyorlar. Oraya götürüyorlar ve hatırladığım kadarıyla kılıçla... Bir tanesi kurtuluyor. Geliyor koşarak ve bağırıyor: “Kesiyorlar, kesiyorlar!” diye... Bunu duyan bütün o sırada bekleyen adamlar hepsi Merzifon Ovası’na dağılıyorlar, kaçıyorlar. “Emmee” -dedemin deyişi- “ağşama kadar hepsini topladılar, getirdiler, gene kestiler.” *** Geçtiğimiz günlerde Merzifon’lu bir Ermeni ailenin hikayesini dinledim. Merzifon Ovası’nda kaybettikleri dedelerinden 100 yıl sonra, memleket ziyaretine gitmişler; dedelerinin yaşadıkları evleri, sokakları, hafızaları hissetmek, biraz olsun yaşamak, bir devamlılığın parçası olmak istemişler. Ellerindeki fotoğraflara bakarak bulmuşlar da dedelerinin evlerini... Kalpleri çırparak, heyecan içinde kapının önüne gelip durmuşlar... İçeriden bir kadın çıkmış; ne hissetmiş bilinmez, ama içeri davet etmiş... Ermeni aile çaresiz kalmış; ama içeri doğru bir adım bile atamamışlar... “Ne diyecektik ki?” diyorlar; “burası bizim evimizdi mi deseydik?” Diyememişler; boğazları düğümlenerek, gözyaşları içinde uzaklaşmışlar oradan... Soyları kırılmış Ermenilerin yarım vatandaşlıkları 100 yıldır devam ediyor. Kafalarını sokacakları fiziki evleri var belki; ama içinde huzurla oturacakları, acılarının tanınarak, yaslarını tutmalarına izin verilecek ve bu sayede iyileşebilecekleri bir yuvaları hâlâ yok... CEZAEVİ ‘Slogan ve ajitasyondan ziyade bilgi ve hakikat’ “BasHaber’i (Nûçe) ilgiyle takip ediyoruz. Hem köşe yazıları hem de haberler nitelikli. Slogan ve ajitasyondan ziyade bilgi ve hakikatleri öne çıkarıyor olmanız, farklı kesim ve odakların seslerini duyurabilme imkânı vermeniz ve bir parça ile sınırlı kalmayıp diğer parçalardaki gelişmeleri de aktararak parçaları okuyucunun zihninde birleştiriyor olmanız çok değerli. Takdir edersiniz ki farklı ses ve renklere ihtiyacımız var. Düşün- ‘İlgi çekici üçüncü bir pencere’ “Değerli BasNûçe yönetimi, Daha önce size yazmam üzerine Bas Nûçe’nin iki sayısını (78 ve 79. sayılar) bir daha gönderdiniz. Öncelikle teşekkür ederim. Gazetenizi özellikle takip etmek isteriz. İlgiliyle okuyoruz. Konseptiniz ilgi çekici, farklı açılardan üçüncü bir pencere gibi diyebilirim. Fakat bir daha gazeteniz gelmedi. Cezaevinde kimi zaman takılmalar olabiliyor. Bu nedenle bekledim fakat şimdiye kadar devamı gelmediği için yazmak istedim. Gazetenizi belli aralıklarla (aylık olarak da olabilir) gönderseniz memnun olurum. Zaten gündemi sadece TV’den zamanında izleyebiliyoruz. Gazeteleri de bir iki hafta geç okumak hiç okumamaktan iyidir. Gazeten göndermeye devam ederseniz sevinirim.” Bağımsız, ulusal güçler arasında ilişki, birlik ve ittifak vurgusu’ “Değerli BasNûçe çalışanları, gazetenizin 72. sayısı dün bu saatlerde elime ulaştı. Bugünü gazeteni(mi)zi okumakla geçirdiğimi söyleyebilirim. Nadire Xanım’ın yazısı da dâhil tümünü okudum... Gazetenin 72 sayısı ‘BasHaber bir eksiğin tamamlanmasıdır’ “BasHaber’le yeni tanışmış bulunuyorum. Bugüne kadar böyle bir gazetenin olduğundan haberim yoktu. Ancak iki gün önce görevli memur/ posta tarafından elime tutuşturulanca tanışmış oldum. Tahmin edeceğiniz üzere şaşırdım. Neyin nesi, kimin fesi diye şaşkın şaşkın baktım. İşin doğrusu biraz da heyecanlanmıştım. Bir an önce sorularıma yanıt almak adına da sayfaları çevirdim. Önce genel bir göz taraması yaptım. Baştan sona, sondan başa; Türkçe’den Kürdçe’ye, Kürdçe’den Türkçe’ye gidip geldim. Sayfaları çevirdikçe ısındım, sıcak buldum kendimi ve okumaya başladım ilk sayfadan. Nasıl mı buldum? Doyurucu geldi bana. Bir boşluğu doldurduğunu, eksik bir şeyleri tamamladığını hissettim. Bunun doğal sonucu olarak BasHaber’le tanışmak sevindirdi. Size güzel çalışmalar diliyorum. Emek sahibi herkese selamlar, saygılarımı sunuyorum.” Azad Celikanî .o rg ürkiye, son aylarda başlayan şiddet, sokağa çıkma, tutuklamalar ve basına yönelik uygulamalarla birlikte AB’nin ‘hassas görüş alanına’ girdi. Aylar süren sokağa çıkma yasakları, operasyonlar ve süren çatışmalarla birlikte 1,3 milyon insan savaşın mağduru oldu. 2 bine yakın insanın yaşamını yitirdiği çatışmalarda, binlerce insan da göç etmek zorunda bırakıldı. Türkiye’nin batısında ise gazetecilere yönelik gözaltı ve tutuklamalar, gazete ve TV kanallarına atanan kayyumlar ile birlikte devam eden süreçte Avrupa Birliği (AB), Türkiye’nin kredisini düşürdü. Avrupa Parlamentosu (AP), Türkiye Raporu’nun taslağını yayınlandı. Raporda; ifade ve medya özgürlüğü, Kürd meselesi, operasyonlar, Türkiye ile AB arasında sığınmacı konusunda varılan anlaşma ve Kıbrıs Sorunu değerlendiriliyor. 2015 raporunda Türkiye’de demokrasi ve hukuk devletinin gerilediğine işaret edilip, medya özgürlüğü alanında yaşanan gelişmeler kaygı verici olarak tanımlanıyor. Ayrıca, Türkiye’de yolsuzlukla mücadeleye öncelik verilmesi, “terörle mücadele” alanındaki yasal mevzuatın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarıyla uyumlu hale getirilmesi talep ediliyor. ur d çıkmış. Bana göndermiş olmanızla öğrenmiş bulunmaktayım ki, böyle bir mecmua var. Bu durumdan koşullarımızın ağırlığını çıkarsayabilirsiniz. Öncelikle ve her şeyden önce böyle bir gazeteye çıkarmış olmanızdan ve lütfedip bizlere ulaştırmanızdan dolayı müteşekkirim. Yüreğinize, emeğinize sağlık. Sağ olun. Farklılık içinde birliğimizi yansıtmasını kalben ve ruhen temenni ediyorum. İdeolojik arka plandan bağımsız; ulusal güçler arasında eşitler arası ilişki, birlik ve ittifaka vurgu yapmasını diliyorum. Ulusal birlik, ulusal çıkarlar ve ulusal kongre vizyonunu yayın politikasının merkezine oturtmasını canı gönülden istemekteyim. ‘’Parçaların’’ özgünlükleri ve aktörlerinin hakkı verilerek değerlendirilmesi gazetenin gerçek kimliğine ve misyonuna kavuşturacaktır.” ak sel, zihinsel gelişmenin yaşanması, ufkun zenginleşmesi, olay ve olgu-ların daha sağlıklı değerlendirilebilmesi ve hakikatlere ulaşabilmesi için bu kaçınılmazdır. Bunun için basının misyonu çok önemlidir. Bu bağlamda değerlendirdiğimizde BasHaber’in bir boşluğu doldurduğunu belirtebilirim. Böylece bir ihtiyaca cevap veriyorsunuz aslında. Sayenizde birçok konuda bilgilenebiliyoruz; bunun için teşekkür ediyor ve yayın yaşamınızda başarılar diliyorum. BasHaber, dışarıda hak ettiği ilgiyi bulabiliyor mu bilemiyorum ama geniş kesime ulaşıyor olmasını diliyorum. Uzun süreden beridir düzenli olarak şahsıma da BasHaber gönderiliyor. Bunun için çok teşekkür ederim.” iv ‘BasHaber’e minnettarlığımızı bir çiçek kokusu ile yolluyoruz’ İzmir Kadın Kapalı Cezaevi’nden bir okuyucumuz BasHaber’i şu cümlelerle değerlendiriyor: “Sevgili BasNûçe emekçileri, değerli bir özveri ile çıkarttığınız gazetenizi hiçbir karşılık beklemeksizin bizimle paylaştığınız için yürekten teşekkürler. Gazetenizi hep merakla bekliyor ilgiyle okuyoruz. İnanıyoruz ki böylesi özgür ruhlar yazdığı oranda yolunuz hep ışıklı ve de açık olacaktır. Kendinizle birlikte okuyucularınızı da doğru aydınlattığınıza yürekten inanıyoruz. Böylesi bir duyarlılık karşısında verecek çok şeyimizin olmaması üzücü. Ama manevi olarak yüreklerimizde önemli bir yer edindiğiniz tartışmasızdır. Bu minnettarlığı güvercin kanatlarına, dağ gibi büyük özlemlerimize Ve çiçek kokusu-na yükleyip göndersek olur mu? O zaman kucaklar dolusu selamlar, sevgiler hepinize… Eğer olur da bir gün barış yeşerirse topraklarımızda, dört parça yüreğimizde işte o zaman kapınızı çalıp yüz yüze teşekkürlerimizi sunmak isteriz size…” T rs K .a Aşağı yukarı iki yıldır her hafta burada bir şeyler karalamaya çalışıyorum. Kelimenin bu kadar manasından boşaltıldığı, artık sözün de kendine yabancılaşıp bir tüketim nesnesi halini aldığı bir zamanda bunu neden yapıyorum?Bu gazetede yazmam ne büyük yazarlık yeteneğimden ve ne de kamusal bir figür olarak tanınıyor olmamdan kaynaklanmıyor. Kararlı insanların, yaşamlarının her dönemini programladıkları ve kaderlerini belirlediklerine dair inançlarımı uzun zaman önce yitirdim. Sadece hayatın bana açtığı küçük yollarda ufak, tedirgin adımlarla yürüyen bir yolcuyum nicedir. Bir tür sözümün bittiği esas olarak eylemin kendisine olan güvenimi kaybettiğim bir dönemdi, sözüm bitmişti, zira kelimelerimizin yaşamın karşısında kifayetsiz kaldığı bu ülkede, kendi manamın bile ne olduğunu bilmez haldeydim, hala da öyleyim. Ama ve yine de, insan, sosyal varlık, yazık ki nefes aldığı sürece matah bir şey gibi kendine ‘nasip edilen’ dilin ve tarihi başlatan yazının hakkını vermek istiyor, çığlığını böyle duyurmak istiyor. Böylesi bir çığlık dönemimde işte yaşam denen sürprizli sahne karşıma Genel Yayın Yönetmeni sevgili Faysal Dağlı’yı çıkardı ve sessizliğimde bulduğu keramete inanan Faysal bana burada yazıp yazamayacağımı sordu. Doğrusu ben gazetenin bana göre bu kadar ağır abiler, ağır konular ve acılı hayatlarla dolu olduğunu bilseydim cesaretimi bir kez daha yoklardım, bunu yapmadım. Bu ağır abiler coğrafyasında, akşam evlerinize çekildiğinizde sevgili dostlar, bu ülkede benim gibi insanlar da var demek istedim. Cümlelerimizle çizdiğimiz ve okurun tüm siyasamızı ya da bizi buradan gördüğü değerlendirdiği, aslında mesafeli bir tuhaf ilişki kurduğu bu kelimeler evreninde, tüm dillerde yazılmış sözcüklerle biraz oynamak, kimi dalga geçmek ve kimi de sadece yalnız acılarıma onları da ortak etmek istedim. Burada yazmayı seviyorum çünkü buranın ağırlığı aynı zamanda bana ihtiyaç duyulduğu hissini terk ettirmiyor, uzaklarda tesadüfen eline düşmüş bu gazeteyi okuyan birinin, yazıya kıymet versin ya da vermesin burada bir kadın var ve belki hepimizi düşünüyor duygusuna cılız da olsa kapıldığı hissi bile bana iyi geliyor. Bana iyi geldiği için, buradan çığlıklarım size ulaşıyor sevgili dostlarım -muhtemel, öyle olması gerekir.Esas olarak 23 Nisan’da baskıya gireceğini sandığım gazeteye, bu hafta, her meseleyi sadece haftasında ele alma alışkanlığı olan biz kelime tüketicilerinin yaptığı gibi, Ermeni halkına uygulanan soykırımla ilgili bir yazı yazmak istemiştim. 24 Nisan’da sembolleştirdiğimiz soykırım için acılı, şiirsel cümleler yazmaktan çok, yazdığımız cümlelere artık ne kadar yabancılaşıp, üzerimize düşen tek şey bu mu artık bizim diye hepinize sormak istemiştim. Kullanarak tükettiğimiz kelimelerin en başında benim için yüzleşme denen, artık manasından ustalıkla boşalttığımız kelime geliyor. Mütevazi bir biçimde kabul yeterli hepimize, büyük kelimelerle aldığımızı sandığımız o yol var ya, minicik bir patika artık, orayı terk edelim istiyorum. Aldım, okudum kabul ettim diye devam eden bir noter deyimi var, biz soykırımla ilgili her şeyi aldık, okuduk, kabul da ettik diyelim, peki akdimizin gereğini ne zaman yerine getireceğiz. Sözlerimizden başka açacağımız bir yol varsa konuşalım, yoksa bu sahayı hızla terk edelim lütfen artık, daha fazla içini boşaltmadan ve oyalanma alanımıza bu insanların acısını da dahil etmeden. Parti programlarımıza yazalı üç yılı geçti soykırımla ilgili izlenmesini önerdiğimiz politik hattımızı, ne oldu? Bu ülkede siyaset yapmaya aday olmuş partilerin bile, iki Ermeni konuşmacı, üç entellektüel okur-yazarını davet ettiği panellerimizden başka ne yaptık biz ne yapacağız. Yapılan hiçbir şeyi küçümsemiyorum yanlış anlaşılmasın lütfen, ama kitapları yazdık artık, okuduk, okutuyoruz da, ama hala utanmaz siyasetin kürsülerden Ermeni’yi küfür yerine kullandıkları bu ülkede o kürsülere çıkıp ellerinden mikrofonları alma zamanı gelmedi mi? Soruyu kendime de soruyor ve çekiliyorum yeniden. Muhabbetle kalın, okuyun beni, iyi geliyor bana. AP’nin ‘en sert’ Türkiye Raporu’na ‘en sert’ tepki! Diler Badikan ürdistan Gazetecilik Günü’nde 2. yılını geride bırakan gazetemiz BasHaber, bu hafta 100. sayısıyla okurlarının karşısında.100. sayımızda BasHaber ailesi olarak gazetemize Türkiye’nin farklı cezaevlerinden gönderilen birkaç mektup, resim ve karikatürü derledik. Cezaevi koşullarında gazetemizi okuyup, değerlendirme, öneri ve eleştirilerini kaleme alan ve duygularını bizimle paylaşan tutuklu okurlarımıza teşekkür ederiz. Tümü politik nedenlerden tutuklanmış olan okurlarımızdan gelen mektuplar daha güçlü, daha nitelikli bir gazete ve yayıncılık yapma konusundaki azmimizi artırmasının yanısıra, bizi okurlarımızın beklenti ve tevecühlerine layık olmak gibi bir görevle de karşı karşıya bırakmaktadır. AB - TÜRKİYE BasHaber 25 Nisan - 01 Mayıs 2016 13 SÖYLEŞİ Güvercin kanadından mektuplar! w SENNUR BAYBUĞA SÖYLEŞİ 25 Nisan - 01 Mayıs12 2016 w Yollar, patikalar ve kelimelerin prangası 24 Nisan üzerine BasHaber w 12 Çatışmalar, raporun ana gündemi içerisinde Raporda “Türkiye ve AB ilişkileri”, “hukukun üstünlüğü, demokrasi, insan hakları ve temel hak ve özgürlükler”, “barış süreci ve Türkiye’nin güneydoğusundaki durum”, “AB ve Türkiye’nin sığınmacı ve göçmen krizindeki işbirliği” ile “Kıbrıs Sorunu” gibi 5 ana başlığa yer veriliyor. Konulardan biri de AB’nin İlerleme Raporu’nu açıklamayı 1 Kasım 2015’teki genel seçimlerden sonraya bırakması. Bu kararın, AB’nin göçmen krizi anlaşmasına karşılık olarak temel hak ve özgürlüklere ilişkin ihlalleri görmezden gelmeyi tercih ettiği yönünde bir algı yarattığı belirtiliyor. Türkiye ve AB’nin stratejik ortaklar olduğu vurgulanan raporda, AB’nin ve Türkiye’nin bir önceki müzakerelerde izlenen yolları gözden geçirerek, iki taraf arasındaki ilişkilerin ve işbirliğinin geliştirilmesinin önemi vurgulandı. “Ölümler ciddi bir şekilde araştırılmalı” Kürd meselesi konusuna geniş yer verilen raporda, şu konulara dikkat çekildi: “Türkiye’nin güneydoğusundaki giderek kötüleşen durumdan derin endişe duyuyoruz. Güvenlik önlemleri (ope- rasyonlar) hukuka ve insan haklarına saygı çerçevesinde yürütülmeli. Terörle mücadele operasyonları orantılı olmalı ve kolektif cezalandırmaya dönüşmemeli. Özel güvenlik güçlerinin görevi kötüye kullanmasını kınıyoruz ve şüphelilerin adalete teslim edilmesi çağrısında bulunuyoruz. Kürd meselesinde şiddetle çözüm olamayacağını altını çiziyoruz ve PKK şiddetini, güvenlik güçleri ile sivillere saldırılarını kınıyoruz. Ancak barışçıl protestolara izin verilmeli. Türkiye hükümetini acilen sokağa çıkma yasaklarını kaldırmaya çağırıyoruz. Hükümet yaralıların hastaneye gitmesine izin vermeli. Sivil ölümlerin artmasından derin endişe duyuyoruz. Bu ölümler ve 400 bin civarında insanın yerinden edilmesi etkin şekilde araştırılmalı. Aileler sokakta öldürülen yakınlarını alıp gömebilmeli. Yakınlarını ve evlerini kaybedenlere hükümet acil yardım ve tazminat sağlamalı. Acilen ateşkesin sağlanması ve barış sürecinin kurulması çağrısında bulunuyoruz. Sosyal, kültürel, politik haklar ve Kürd bölgesindeki vatandaşlara eşit muameleye öncelik verilmesinin önemine dikkat çekiyoruz. Barış çağrısında bulunan 1000’den fazla akademisyene soruşturma açılması ve tehditler üzüntü verici. Hayatını barış ve insan haklarına adayan Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin öldürülmesinden sorumlu olanlar yargı önüne çıkarılmalı.” Erdoğan: Rapor provokatif Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde 24. Muhtarlar Toplantısı’nda konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise, AP raporunu ‘provokatif’ olarak değerlendirdi. 2023 hedeflerinden vazgeçmeyeceklerini ifade eden Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Hele raporun 1915 faslı var ki tam evlere şenlik. Türkiye’nin ne kadar hasmı varsa bir araya gelip rapora derç etmişler. Arkadaşlar raporu kendilerine iade ettiler. Türkiye’nin raporu iade etme kararı alması doğrudur. Biz bunlara alıştık. AB ile ilişkilerimizi ileri götürecek diye düşünmüştük. Şimdi ne yapmak istiyorlar diye bu soruyu kendi kendime de soruyorum.” Raporun yıkıcı bir anlayışla hazırlandığını dile getiren Erdoğan, “Türkiye’nin AB’ye ihtiyacından daha fazla, AB’nin Türkiye’ye ihtiyacı vardır. Bu böyle bilinsin. Sadece son gelişmelere bakmak yeterlidir” ifadelerini kullandı. Şahin: Raporun bir bağlayıcılığı yok Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Görevlisi ve Stratejik Düşünce En-stitüsü (SDE) Başkanı Doç. Dr. Mehmet Şahin, konuya ilişkin BasHaber’in sorularını yanıtladı. AP İlerleme Raporu’nun eskisi kadar önemli olmadığını, AB ile Türkiye ilişkile-rinin ilk başladığı günden çok farklı olduğunu söyleyen Mehmet Şahin, sözlerini şöyle sürdürdü: “Son yıllarda AB’yle Türkiye arasındaki süreçteki durgunluk Avrupa’nın Türkiye üzerindeki etkisini kaybettiğinin göstergesidir. Siyasi olarak AP’nin raporu Türkiye üzerinde bir bağlayıcılığı yok. Karar alıcıları da bunu çok fazla dikkate almadı.” “AB’nin ders vermeye çalışması kabul edilemez” Avrupa’nın belli fasılları açmayarak kaybettiğini, raporun içerisinde Türkiye’nin Ermeni meselesi gibi kabul etmeyeceği hususların olduğunu belirten Şahin, Avrupa’daki ırkçı söylem-lerin varlığını ve İslamofobi’yi hatırlatarak, şunları söyledi: “AB üye ülkelerinin ikili ilişkilerine baktığımız zaman terörle mücadele gibi, mülteciler konusu gibi konularda ortaklık yaptığını görüyoruz. Bu konular dururken siyasi ilişkileri zehirleyecek konuların gündeme getirilmesi Türkiye AB ilişkilerine katkı sağlamaz. Türkiye’nin 3 milyona yakın mülteciye ev sahipliği yaptığı bir dönemde AB’nin ders vermeye çalışması kabul edilebilir değil. AP’nin ileri sürdüğü Ermeni meselesi de kabul edilmez.” 13 Aklımızdaki resimler değişmeli… ÖZTEKİN ÇAÇAN Seksenli yılların başlarında ve yemişli yılların sonlarında Diyarbekir fotolarını, kentin yayılımını aklımıza getirelim. O yılların Diyarbekir’i Ofis semtindeki beş-altı katlı binalar devamında Bağlar semtinde bulunan gecekondu bozması birkaç katlı binalardan oluşmakta ve devamında ise fazla bir şey yoktu. Eski şehir Sur içinde yerinde duruyor, Yenişehir semtinde ise şimdiki 10-12 katlı binaların aksine çoğunluğu bahçeli tek katlı evler ile 4-5 katlı apartmanlardan oluşuyordu. Elazığ karayolu yönünde ise hayat neredeyse Seyrantepe’deki eski garaj bölgesinde bitiyordu. Küçük Sanayi Sitesi, Organize Sanayi Bölgesi ilerleyen yıllarda bu aks üzerinde yapılınca şimdilerde “Huzurevleri”, “Peyas” denilen semtler oluşmaya başladı. Bu kısa yazımızda memleketimizin o günkü halini tam tefsir etmek mümkün değil ama kent merkezi, sosyal yaşam alanları, dikey yapılaşma vb. açılarından bakıldığında Diyarbakır o günlerdeki Türkiye ortalamasını yakalayabilen bir konumdaydı. Bugün öyle değil 20-30 katlı iş merkezleri, AVM’ler, yeni semtler, cafeler, sosyal mekânlar gırla. “Yeni insan” var artık. Kabus… Kültürel siyasal hayat ise çok “canlıydı.” Malum 12 Eylül henüz olmamış ülkenin geri kalan bölgeleri gibi hatta vasatın çok daha üzerinde Diyarbekir’de “heyecanlı” bir aktiviteye sahipti. Çok kişinin bence gözünden kaçan bir gerçek o gün belleklerde oluşmaya başlamıştı. Apocular, KUK (Kürdistan Ulusal Kurtuluşu), Kava, Denge Kava, Rızgari, Ala Rızgari, Sterka Sor gibi ismini sayamadığımız birçok Kürd siyasal yapılanması o yılların ortamında biri birleriyle ve hâkim siyasal sistemle mücadele ediyor, kadro devşiriyor, gerçekçilik, haklılık vb tartışmalarına giriyordu. Olay bu kadarla kalsa yani tartışma vb. boyutlarında fren yapsa sorun yok ama öyle olmuyordu tabi. Bu yapılanmaların birbirleriyle çok daha kanlı öldürmelere, kahve taramalara, dernek basmalara varan bu şiddet görüntüleri o yıllarda çok genç olmama rağmen benim bile dimağımda büyük yer ediyor. Buna Diyarbakır Cezaevi uygulamalarını, dünyanın zalimliğini ekleyin “tam bir kabus.” Geçen hafta dile getirdiğimiz William Glasser’in görüşlerini hatırlatmak isterim. Tam yeri geldi çünkü. Şunu söylemek istiyorum bizi bu albümler hendek siyasetine getirdi. Ön görülemeyen sonuçların bu öngörülemez olma hali de bu sebepledir. Gerçeklik algımızın bozulduğunu gösteren onlarca örnek yaşıyoruz. Bugün Kürdler adına siyasal hareket örgütleyen ana kadroların aklı bu resimlerle dolu. Dolayısıyla kişisel yaşamları, biri birlerine yönelik kıskançlıkları, bir araya bir türlü gelememeleri de bu albümlerin sonucu. Diyarbekir’i anlayamamaları, hatta bence çok uzun bir tartışma konusu olan kötü anlam atfettikleri “orta sınıflaşma”, “erken iktidarlaşma hastalığı” vb tanımlamaları üreten. Bu kavramlara kendi albümlerinde yer bulamayan zihinlerin bize dayattığı kaosu yaşıyoruz. Evet Kürdlerin çoğunluğu büyük kentlerle entegre olabilmeyi ve bu kentlerde yaşayabilmeyi başardılar. Eskiden 1990’lı yıllarda kentlere gelen bu insanlar altık mal mülk ve iş sahibi durumundadırlar. Hiç birinde de köye geri dönme istek ve kararlılığı yok. Köy yakmalardan sonra aldıkları milyonlarca Euro parayı kimse köyüne yatırmadı. Bunu bilmek, değerlendirmek ve albüme eklemek gerekir. Yeni durumlar yeni “gerçekler” üretir. HDP başta olmak üzere Kürdler adına siyaset üretenlerin elinde ne var. Hangi sosyolojik parametreyle hareket ediyorlar. Bugün Kürdler nerede yaşayıp ne yiyip ne içiyorlar. Kaç tanesi seçmen. İdeolojik eğilimleri, barış ile ilgili fikirleri ne şekil almış. Yani ne istiyorlar ya da istemiyorlar bunu biliyor muyuz? Bilmiyoruz tabi bu konularda tahminlerimiz var ama bilimsel “veri” yok . Olmazsa ne olur. Olsa ne olur diyeceksiniz. Bu parametreleri yorumlayacak “siyasal akıl” var mı? Diyeceksiniz. Bence var veya olmalı. “Kör bastonunu beller misali” sürekli şiddet albümlerinden kurtulmak, bunun cehennemini yaşamamak için bu şart. Geçeklik algımızın düzelmesi, hendeklere çağrıldığı halede gitmeyen milyonları, hızla boşalan Cizre, Bağlar gibi ilçeleri anlamanın tek yolu bu. Yani barış şart… 14 ERMENİLER BasHaber SÖYLEŞİ 25 Nisan - 01 Mayıs14 2016 Tohum yatağı Agos 20 yaşında Unutulmaz bir isyan portresi Yayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Faysal Dağlı ‘Hrant’ın hayatı Türkiye’deki Ermenilerin özetidir’ Hrant Dink’in öldürülmesinin bir dönüm noktası olduğunu vurgulayan Danzikyan, Dink’in ölümü sonrası tehditlerin ve davaların azaldığını belirterek, gelinen aşamada Ermenilere bakışı şöyle özetliyor: “Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra bir ilgi oldu. Hem gazeteye hem Haber Merkezi: Yeter Polat, Öztekin Çaçan, M. Salih Batırhan, M. Emin Kan, Çimen Gümüş, Dilan Almaz, Adem Özgür, Ercan Ekinci, Murat Özdemir, Eren Dinç İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına Faysal Dağlı Sahibi: Botan Tahsin Hukuk Danışmanı: Av. Sennur Baybuğa Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç, Hüseyin Ünal Tel: +90 212 243 27 60 Fax: +90 212 243 27 79 E-mail: [email protected] www.bas-haber.com Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir. .a rg .o Bir isyancı olarak doğmak 10.1.1948 yılında Bingöl’de doğan Adsız, altı çocuklu bir ailenin üçüncü çocuğudur. Adsız’ın babası Bingöl’ün tanınan simalarından. Annesi Fatma da Bingöl’ün tanınmış bir aşiretine mensup. Küçük yaşta annesini, gençlik yıllarında da babasını kaybeder. Zeki’nin çocukluğunun geçtiği Bingöl’de onu tanıyanlar Zeki’nin pratik zekâlı, fedakâr ve atılgan birisi olduğunu söylüyor. İlk ve orta öğrenimini Bingöl’de tamamlar. Okul hayatı da boyun eğmez kişiliğinden dolayı zorluklarla geçer. Lise yıllarında okul yöneticileri ile tartıştığı için Diyabakır’a sürgün edilir. Zeki’nin siyasete ısınması, okulda öğrenci temsilciliğine aday olan teyzesinin oğlunu desteklemek için yürüttüğü kulis faaliyetleri ve kavgalarla başlar. Daha sonra sürgün edildiği Diyarbakır’dan Bingöl’e döner. Bingöl’e döner dönmez de bir kavgaya karıştığı için hapse girer. 4 buçuk yıl Bingöl Cezaevi’nde hapis yattıktan sonra çıkar. Cezaevinde yoksul mahkûmları kollar, zayıflara arka çıkıp mahkûmları idareye karşı korur. Cezaevi idaresiyle başı belaya girer. Karıştığı bir kavgada gardiyanı yaralar ve Solhan Cezaevi’ne sürgün edilir. 12 Mart 1971 Askeri Darbesi gerçekleştiğinde tekrar cezaevine girer. Jandarma gözetiminde dışarıdan lise bitirme sınavlarına girer. Hapisteyken liseyi bitirir ve Basın Yayın Yüksek Okulu’nu kazanır. Üniversite yıllarında da boş durmaz. Üniversite’de dernek kurararak, çeşitli siyasi ve kültürel çalışmalar yapar. Zeki Adsız, üniversite eğitiminden sonra Bingöl’e döner ve mahalli İkbal Gazetesi’nde redaktör ve köşe yazarı olarak çalışmaya başlar. Siyaset alanında da boş durmaz. 1973’te dönemin sosyal-demokrasiye kayma eğilimi gösteren CHP Gençlik Kolları’nda çalışmaya başlar. Bingöl CHP Gençlik Kolları Başkanı olur. ur d ak iv rs ‘Ermenice verdiği savaşı kazanacak’ Bağımsız bir gazete olmaya özen gösterdiklerinin altını çizen Danzikyan, öncelikli hedeflerinin Hrant Dink’in ideallerini gerçekleştirmek olduğunu vurguluyor. Türkiye’de azınlıkların ve Ermenilerin sorunlarının kolay kolay bitmeyeceğini vurgulayan Danzikyan, “Agos her zaman çok dikkatli okunan bir gazeteydi. Artık bağımsız diyebileceğimiz gazetede çok kalmadığı için daha da bir dikkatli okunuyor ve bizlerden daha çok şey beklendiğinin farkındayız. Ama bizimde gücümüz çok fazla değil sonuçta. Biz bir toplum gazetesi, Ermeni gazetesi olarak yola çıkmış bir gazeteyiz. Sorumluluklarımızın fazla olduğu bilincindeyiz” diyor. Türkiye’de kaybolmak üzere olan dillerden birisi de Ermenice. Ermeni kültürünün kaybolmaması ve gelişmesi adına 20 yıldır yayın yapan Agos, 4 sayfasını Ermenice’ye ayırıyor. Ermenilerin kendi topraklarından koptukça dilinde unutulduğunu ifade eden Yetvart Danzikyan, “Suriye savaşı batı Ermenicesinin konuşulduğu üçüncü Ermeni merkezinde yani Palmiye’de konuşuluyor. Palmiye şu an tahrip edilmiş vaziyette. Halep’teki Ermenilerin bir kısmı Ermenistan’a gidiyor bir kısmı Amerika’ya gidiyor. Haliyle unutuluyor. Bir taraftan da buradan gitmiş Amerika’da, Fransa’da, çeşitli ülkelerde yaşayan Ermeniler biraz ayakta tutmaya çalışıyor ama yinede zorlu bir dönem geçirdiğini söyleyebiliriz batı Ermenicesi’nin” şeklinde konuşuyor. Doğu Ermenicesi’nin devlet dili olması sebebiyle daha rahat olduğunu belirten Danzikyan, Ermenistan’ın çok göç veren bir ülke olduğu için Ermenice’nin zor günlerden geçtiğini ama her şeye rağmen Ermenice üretimin devam edeceğini ve bu var olma savaşını kazanacağını vurguluyor. w de Ermeni konusuna bir ilgi oldu. Tahmin ediyorum ki Ermeni Soykırımı’nı bu kadar rahat konuşabiliyorsak, Hrant’ın ve maalesef ki öldürülmesinin büyük bi katkısı var. Hrant’ın öldürülmesi konuyla ilgisi olmayan birçok insanda da rahatsızlık uyandırdı. Yani bilhassa Anadolu’daki yaşlı kuşak devlet öyle istediği için bunu inkâr ediyor. Ama Ermenilere ne yapıldığını herkes çok iyi biliyor. Toplum içindeki bir tür sanki vicdan azabı çeken kesimde harekete geçirmiştir. Aslında bakarsanız Hrant’ın hayatı aslında Ermeni meselesinin kompakt bir örneği gibidir.” Ermenilere karşı nefretin son 2 yılda artış gösterdiğini ifade eden Danzikyan AKP Hükümeti’nin azınlık politikalarını eleştirerek, şu tespitte bulundu: “AKP Hükümeti’nin tekrar Türk-İslam argümanını benimsemesi ile bunun üzerinden iktidarını sağlamlaştırmayı planlaması bizleri tekrardan eski döngülerle karşı karşıya bıraktı. Yine 1990’lardaki gibi ‘gerillalar aslında Ermenilerdir’, ‘onlar sünnetsizdir’, ‘Ermeniler aslında bu işi yapıyorlar’, ‘Kürdlerin örgütle aslında fazla bağlantıları yoktur’, ‘Örgütü yönlendirenler Ermenilerdir’ gibi algılar tekrar dolaşma sokuldu.” Türkiye’nin Azerbaycan-Ermenistan arasında son dönemlerde yaşanan çatışmaları körüklediğini ifade eden Danzikyan, “Türkiye’nin Azerbeycan ile yakın olmasını anlayabiliyoruz. Ama Türkiye neredeyse savaşı körükler bir pozisyon takındı. Bunlar aslında Erdoğan rejiminin Türkçü ve İslamcı bir tabanı sürekli harlayıp ateş üzerinde tutup o tabanın üzerinde iktidarını yürütmesinin sonuçlarıdır. Ve bu strateji açık- w geleneksel devlet bu konuda Avrupa ile olan hesaplaşmasını bir ölçüde Ermeniler üzerine görmek istedi. Agos ve Hrant aslında bu hesaplaşmanın biraz ortasında kaldı.2002-2007 arasındaki dönemi böyle görüyorum.” Hrant Dink davası görüldükçe suikastın Ermeni Soykırımı’nın inkârı ile ilintili olduğunu gözlemlediğini aktaran Danzikyan Agos’un üçüncü döneminin Dink cinayetinden sonra başladığını vurgulayarak, “Tabii ki birinci önceliğimiz davanın aydınlatılması ve devletin bu konudaki rolün ortaya çıkartılması oldu. Agos, Ergenekon soruşturmalarıyla derin devletin bu konudaki marifetlerini, sadece Hrant Dink cinayeti değil buna benzer başka operasyonlardaki rolünün ortaya çıkartılması, bu davaların ilerletilmesi, Türkiye’nin demokratikleşme konusuna daha da yakından bakmaya çalışan bir gazete olmaya başladı. Dava ilerledikçe soykırım inkârı konusunda hükümetin tutumuyla Hrant Dink cinayeti arasında bir bağlantı olduğunu gördüm” diye ifade etti. Ermeni Soykırımı’nın yıl dönümü dolayısıyla her yıl Taksim’de anma yaptıklarını hatırlatan Danzikyan, ‘güvenlik’ gerekçesiyle anmaya izin verilmeyeceği ihtimalinin bulunduğunu ifade ediyor. ürd politik hareketinin yakın dönemdeki önemli aktörlerinden biri olan Zeki Adsız ölümünün 25. yılında anılıyor. Uzun yıllar barışçıl mücadele biçimlerini savu-nan TKSP içinde çalışan Zeki Adsız, 1980 askeri cuntası sonrası silahlı mücadeleyi savunarak partiden ayrılır ve gerilla savaşı yürütmek üzere Tevgera Sosyalistên Kurdistan’ı (TSK) kurar. Kak Saleh adıyla bilinen Zeki Adsız’ın arkadaşı Urfan Alparslan ile birlikte gerilla savaşı için kurduğu ORK adlı askeri örgütün öncü kadroları henüz çalışmanın başlangıcında 1988 yılında Qilaban’ın Sorisan Dağı’nda bir çatışmada yaşamlarını yitirince üzüntüden hastalanıp yaşamını yitirmişti. ‘Medyanın en kötü dönemi’ Türkiye’de basının ciddi anlamda baskı altında olduğunu belirten Danzikyan, medya kuruluşlarına yapılan kayyum atamalarını değerlendirerek, şunları söylüyor: “ 12 Eylül sonrasında medyanın durumu çok parlak değildi ama en azından medya patronları biraz daha bağımsız hareket edebiliyorlardı. Şimdi artık neredeyse bütün başlıklar tek bir merkezden atılır hale gelmiş vaziyette. El koyma tehditleri, iktidar kaynaklı baskınlar, Hürriyet’i AKP yöneticileriyle devletin işin içinde olduğu grupların basması, dövdürme, kayyum atama gibi bir sürü sıkıntı. Kürd medyasında zaten tekrar çok ağır bir baskı dönemi yaşanıyor. Haber yapan herkes gözaltına alınıp tutuklanıyor, can korkusuyla iş yapar haldeler. Hem Türk medyasının hem de Batı medyasının bu kadar topluca baskı altında olduğu bir dönemi ben şahsen hatırlamıyorum.” w ‘Hrant ve Agos bir hesaplaşmanın ortasında kaldı’ Gazetenin 20 yılını 3 dönemde ele aldığını belirten Yetvart Danzikyan, Agos’un kurulduğu yıldan 2002 yılına kadar olan süreyi birinci dönem olarak tanımladığını ifade ederek, “O dönem Agos’un, devlet eli ile yaratılmış Ermeni düşmanlığının kökenlerine inmek gibi bir sözü vardı. Hatta bu sorunu çözmek ve Türkiye halkları arasında bağlantı vazifesi görmek gibi idealleri vardı. Bu idealler etrafında yayın yapan bir gazete Agos. Tabi önceliğimiz Ermeni toplumu. Dolayısıyla, Agos 1998 Patrik seçimlerinde pozisyon alan bir gazeteydi” diyor. Danzikyan Agos’un ikinci döneminin AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılı ile Hrant Dink’in öldürüldüğü 2007 yılları arası olduğunu ifade ederek, şunları söylüyor: “AKP’nin 2002’de iktidara gelmesiyle AB ile yakınlaşma dönemi başladı. Aslında AKP’den önce de başlamıştı; fakat kendileri bunu yapmış gibi göstermek istedi.1999’larda başlayan AB ile yakınlaşma dönemi AKP ile daha da bir kurumsallaşmış hale geldi. AB’yle yakınlaşma dönemi devlet içindeki hem ulusalcı kanatta, hem genelkurmay kanadında, hem de milliyetçi kanatta bir reaksiyon yarattı. Bilhassa ulusalcı ve Genelkurmay’da temsil olan K çası tekrardan Ermeni düşmanlığını oluşturan, körükleyen bir gidişata dönmüş vaziyette ve biz bunu açıkça hissedebiliyoruz” yorumunda bulunuyor. T ürkiye’de ‘azınlık basını’ olarak nitelendirilen farklı dine ve etnik topluluklara ait medya kuruluşları yaşadıkları ırkçı saldırılara, ekonomik zorluklara ve baskılara rağmen var olma mücadelesi veriyor. Bunlardan biri de 2007 yılında Genel Yayın Yönetmenleri Hrant Dink’i ırkçı bir suikastte kaybeden ve geçtiğimiz günlerde 20. yılını geride bırakan haftalık Agos gazetesi. Türkiye’de yaşayan Ermeni halkına hitap eden Agos, 1996 Nisan ayında kuruldu. İsmi “tohum yuvası“ anlamına gelen Agos, 4 sayfası Ermenice olmak üzere haftalık 24 sayfa olarak yayımlanıyor. Kuruluşundan bu yana hâkim sistemin her dönem hedefinde olan Agos, yaşadığı sıkıntılara rağmen, inatla yaşam mücadelesi veriyor. Kuruluş yıllarında Ermeni toplumunun kültürel sorunlarını, Ermenice’nin yaşatılması, Ermeni Soykırımı’nı işleyen Agos, Dink’in öldürülmesinden sonra daha çok Hrant Dink davasına yöneldi. 24 Nisan 1915 Ermeni Soykırımı’nın 101, Agos’un ise 20. yılında Ermeni halkına yönelik ırkçı yaklaşımlar hala devam ediyor. Gazetenin 20 yıllık serüvenini, Büyük Felaket’in 101. yıldönümünü, basının yaşadığı sorunları, Hrant Dink davasında gelinen aşamayı Agos’un Genel Yayın Yönetmeni Yetvart Danzikyan ile konuştuk. 15 Zeki Adsız Yüzleşilemeyen 101 yılın 20 yıllık kesiti Dilan Almaz PORTRE BasHaber 25 Nisan - 01 Mayıs 2016 15 SÖYLEŞİ TKSP süreci Zeki Adsız kendisine daha yakın bulduğu, 1974’den itibaren illegal olarak faaliyet kurulan, Türkiye Kürdistan Sosyalist Partisi (TKSP) içinde çalışmalara başlar. Yaptığı bir konuşmada, o dönemin ana muhalefet başkanı Süleyman Demirel’e hakaretten suçlu bulunarak 10 ay hapis, 6 ay sürgün cezasına çarptırılır. Aynı yıllarda Bingöl’de DENG Kitabevi’ni kurar. DENG, sol yayınlar açısından yörenin en zengin Kitabevi haline gelir. Zeki’nin TKSP’ye girdikten sonraki yaşamı, büyük ölçüde bu partinin faaliyetleri ve politikaları doğrultusunda belirlenir. Yani, Zeki de partiyi etkileyip dönüştürür, parti de Zeki’yi. Adsız, partinin değişik kademe ve alanlarında görev alır, fedakâr, çalışkan, cesur ve atılgan bir militan gibi çalışır. Bunlarla beraber o sırada parti tarafından Türkçe-Kürdçe olarak yayınlanmakta olan Özgürlük Yolu dergisinin işlerini de yapmaya başlar. Özgürlük Yolu, 12 Mart Darbesi’nden sonra (Haziran 1975) çıkarılan ilk yasal Kürd dergisi olarak bilinir.. Diyarbakır faaliyetlerinden dolayı Zeki Adsız, kesinleşen 10 aylık hapis cezasını çek-mek üzere tutuklanır. Hapisten çıktıktan sonra belediye işçilerinin sendikası olan GENEL İŞ’in Diyarbakır Şube Başkanlığı’na seçilir. Zor geçen bu dönemde baskılar hat safhadadır. Parti içi çekişmeler de çoktur. Ancak Zeki, çalışmalarından vazgeçmez. Sıkıyönetime rağmen 15-16 Haziran 1979’da bir protesto eylemi yapar. Adsız, bu protesto eyleminden hemen sonra bir grup sendikacı arkadaşıyla birlikte tutuklanır ve ağır işkencelere maruz kalır. Bir yıl sonra ise 12 Eylül askeri darbesi olur. Deşifre olan Adsız, devlet tarafından aranan TKSP kadrolarının Doğu Kürdistan’a çıkmasını sağlar, sonra da kendisi gider. Parti kararıyla 1981’in sonunda Doğu Kürdistan’dan ayrılarak Avrupa’ya geçer. Zeki Adsız, TSKP’de bazı şeylerin doğru yürümediğini düşünür. Özellikle 1980 Mart operasyonundan sonra yaşananlar, ona göre, partinin örgütsel, kadrosal ve taktik plandaki bazı eksiklik ve yanlışlarını daha belirgin hale getirmiştir. Gidişattan şikayetçidir. Birkaç kadro arkadaşıyla beraber parti ile yollarını ayırır. Şubat 1984’te Roja Welat’ı yeniden çıkartmaya başlar. Roja Welat, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden önce TKSP taraftarlarınca Türkiye’de Kürdçe-Türkçe olarak yayınlanmış olan bir gazetedir. Bu gazeteyle birlikte yeni bir örgüt de şekillenir. Zeki Adsız, önderliğindeki grup (TKSP-Roja Welat), kısa sürede, Norveç, İsveç, Danimarka, Almanya İsviçre ve Fransa gibi merkezlerde örgüt birimleri oluşturur. Grup bir süre sonra Ortadoğu’ya yerleşir ve Bekaa’da bir askeri kamp oluşturmanın ön çalışmalarına başlar. TSK dönemi Zeki ve arkadaşları TKSP’nin benmerkezci tutumunu eleştirirken; TKSP-Roja Welat, Kürd sosyalistlerinin siyasal ve örgütsel birliğini oluşturmak için uğraşır. Bu çabalar sonucunda Kürdistan Öncü İşçi Partisi (PPKK) ile TSK (Tevgera Sosyalista Kurdis-tanê) adı altında birleşir ve Zeki Adsız hareketin Genel Sekreteri seçilir. Daha önce yayınlanan Roja Welat’ın yayınına TSK’nın oluşumuyla birlikte son verilir ve (1986) sosyalistlerin birliği ve Kürdistan devriminin diğer temel sorunlarıyla ilgili araştırma ve incelemeler yapan ‘Hêvîya Gel’ adlı bir dergi çıkarılmaya başlanır. Parti kararıyla, Zeki ve arkadaşları 1986’da Ortadoğu’ya gittikten sonra Lübnan’da Bekaa Vadisi’de askeri ve siyasi eğitim için bir kamp oluşturur. Kadro eğitimine başlanır. Böylece, silahlı propaganda birlikleri oluşturulmaya başlanır. 1988 Mayısı’nda TSK’nın askeri kanadı olan Kürdistan Kurtuluş Ordusu (ORK) kurulur. Zeki Adsız, ORK Yüksek Askeri Konsey Başkanlığını üstlenir. Yakın arkadaşı ve Ağrı eski Belediye Başkanı da olan Urfan Alparslan yönetimindeki ilk gerilla grubu Kuzey’de silahlı mücadeleyi başlatmak için İran, Türkiye sınır üçgenine yerleşir. Botan’da Torisan dağlarında Türk ordusuyla karşılaşır. Bu çatışmada ORK Konsey üyesi ve TSK Genel Sekreter yardımcısı Urfan Alparslan ile 8 arkadaşları yaşamını yitirir. Hastalık ve veda Arkadaşlarının ölümüne kahrolan Zeki Adsız bir süre sonra hastalanır. Almanya, Suriye ve Lübnan’da başvurduğu doktorlar, bel ağrılarının omurga ile ilgili hastalıklar olduğunu söyler. Ağrı kesici ilaçlar ile geçiştirilir. Fakat sancıları giderek şiddetlenir. Suriye’de tekrar doktora görünür. Doktor bu kez kanserden şüphelendiğini belirtir. Zeki, kesin teşhis ve tedavi için Almanya’ya geçer. İlk tahliller hastalığın ”bronşial kanser” olduğunu gösterir. Tedaviye başlanır, ancak gecikmiştir, kurtuluş umudu kal-mamıştır. Tüm çabalar ve yaşama azmi onu kurtarmaya yetmez. Zeki Adsız, 7 Nisan 1990’da yaşama veda edip sevdiklerinden ayrılır. Cenaze töreni 22 Nisan 1990 da Almanya’nın Köln şehrinde yapılır. Törene Kürdistan’ın dört parçasından çeşitli parti, örgüt, siyasi gurup temsilcileri ve Kürd yurtseverleri katılır. Zeki Adsız, 1981’de vatandaşlıktan çıkarıldığı için naaşı Türkiye’ye alınmak istenmez. Yakınlarının uzun uğraşıları sonucu cenazesi 23 Nisan 1990’da naaşı Diyarbakır’a gönderilir. Havaalanına girişler yasaklandığı halde sevenleri onu karşılar. Cenaze arabası, yakınları ve yoldaşlarının konvoyu eşliğinde 24 Nisan akşamı Bingöl’e ulaştırılır ve doğduğu kentte toprağa verilir. Zeki bir liderdi Zeki Adsız’ı yakından tanıyan yoldaşı Bayram Ayaz 1975’te Zeki Adsız’la tanıştıklarını, TKSP saflarında birlikte mücadele ettiklerini, 1982 yılına kadar çok yakın ilişkileri olduğunu söyleyerek şöyle konuşuyor: “Hizmet yılları, mahkûmiyet dönemleri, yurtdışı sürgün yılları. Siyasi ve örgütsel çalışmalarda uyumlu ve üretken yıllarımız, örgütsel yaşamda ayrı düştüğümüz yıllar. Ama bütün bu inişli çıkışlı beraberliğimiz ve ayrı zamanlarımız, birbirimize olan yakınlığımızı ve karşılıklı birbirimize verdiğimiz değeri ortadan kaldırmadı.” Adsız’ın mücadeleci, yiğit ve fedakar olduğunu söyleyen Ayaz, ‘Adsız Kürdistan militanıdır’ diyor. Zeki’nin oldukça hırslı olduğuna dikkat çeken Ayaz, Zeki için şunları söyledi: “Onun çok güçlü hırsı bir yanıyla militan, kavgacı, mücadeleci kişiliğinin adeta dinamosu gibiydi. Ama o inatçılık ve güçlü hırs, zaman zaman arkadaşlarıyla ilişkilerinde zorluklar da yaratmadı değil. Diyebilirim ki bu karakteri ona en büyük zararı verdi: Zeki’nin inadı ve hırsı, sağlığına zarar ver-di, yaşamına mal oldu. Ağır hastayken bile bu inat ve hırsını terk etmedi.” Ayaz, Zeki Adsız’ın liderlik özelliklerini anlatırken, şunları söylüyor: “70’li 80’li yıllardaki Zeki Adsız’ı tarif etmek istersem, bazı Latin Amerika ve Filistin Ha-reketi liderleri ile Kürd Peşmerge önderlerinin etkisinin güçlü izlerini onda sap-tamak mümkündür diyebilirim. 1980 faşist Askeri Darbesi’nden sonra silahlı örgütlenme ve direnme görüşü O’nda iyice ağırlık kazanmıştı. TKSP saflarında silahlı bir örgütlenme ve mücadele gerçekleşmedi.” Zeki’nin 1989 yılında henüz 41 yaşında yaşamını yitirdiğini hatırlatan Ayaz, Zeki’nin yol arkadaşlarını da anıyor. Zeki Adsız’ın ölümünün ardından örgütün varlığını sürdüremediğini söyleyen Ayaz, “Bu durumun kendisi de Zeki Adsız’ın bulunduğu örgüt çevresindeki lider özelliğini yeterince belirtiyor. Zeki Adsız’ın görüşlerine katılır veya katılmazsınız, siyasi-askeri etkinliklerini doğru bulur veya bulmazsınız, ancak bir gerçek var: Zeki düşündüğü gibi yaşadı. Militan bir kişiliğe sahipti, yaşamı ve mücadelesi de militanca idi.” 16 MÜZİK BasHaber SÖYLEŞİ 25 Nisan - 01 Mayıs16 2016 Trio Mara Sürgünün kadın sesleri rg .o da yaşamını yitirmiş bir Kürd kadını için sürgünde söylediği şarkının duygusal derinliği çok yoğun. Şarkıyı dinlerken ses tonunuzdaki o duygu hissediliyor. O duyguyu biraz tarif eder misiniz? Yani fiziksel olarak Avrupa’da bulunmamız itibariyle şuan biz ateşin içinde değiliz ama içimizde bir ateş var. Savaştan uzak olmak bir şeyi değiştirmiyor. Yüreğimizde bir ateş var. İnsanlarımız orada bu ateşin içinde iken bizim güvenlikli koşullarda olmamızın çok bir anlamı olmuyor aslında. Aslında burada bu anlamda eğer hissediyorsanız, çok daha derin bir acı yaşıyorsunuz. Çünkü oradayken her an sizde bir kurşuna, bombaya hedef olabilirsiniz. Arkadaşlarınızla aynı safta olabilirsiniz, ama değilsiniz. Onun yarattığı çok derin bir acı oluyor. Dicle’nin şarkısı da enteresandır, O’nu çok sık düşündüğüm anlarda ablasından gelen mesajla gelişti. O patlamalarda kaybettiğimiz bütün insanlar birbirinden güzeldir. Suruç olsun, diğer yerlerde olsun hepsi birbirinden güzel can parçası insanlardır. O yüzden o şarkı aslında Dicle şahsında kaybettiğimiz bütün güzel insanlar için yazılmış bir şarkıydı. Ve bizi çok etkiledi duyar duymaz. Ablası Dicle’nin vasıtasıyla bizi tanıdığını ve böyle bir şarkıyı onun için söylersek çok mutlu olacağını söyledi. Şarkıyı Cengiz Yazgı diye bir arkadaş seslendirmiş ama sözleri Rojhilat Azad diye bir arkadaşın. Ben de o arada bu videoyu görmüştüm çok güzel seslendirmiş arkadaşlar dedim. Bir şarkıyı birileri güzel söyler ya da birileri güzel yapar onun üstüne yapılır mı bilemem. Biz bu eseri seslendirmeyi bir borç biliriz. Gerçekten bize şeref verir. Sağ olsunlar onlar da bizde bu şans verdiler seslendirme şerefini bize bahşettiler. Ve ondan sonraki ilk konserimizde çalışıp hemen bu şarkıyı seslendirdik. İnsanlar gerçekten çok güzel karşıladı. Salonda 900 ün üzerinde insan vardı, çok duygulandılar biz de çok duygulanarak söyledik bunu söyleyebilirim. Severek seslendirdiğiniz bir Ankara’da yaşanan patlamada hayatını eseri başkalarına da hissettirebiliyorsunuz. O kaybeden, genç bir Kürd kadını olan Dic- da bizim çok severek seslendirdiğimiz bir eserle Deli için bir şarkı okudunuz. Bir Kürd di ve bir nebze de olsa o acıyı paylaşabildiysek kadın sanatçının böylesi vahim bir olay- ne mutlu bize. w .a rs iv ak Eserlerinizi seçerken nelere dikkat ediyorsunuz? Tamamen kadınlara ait olan ve gün yüzüne çıkarılmamış eserlere ulaşabiliyor musunuz? Tabii ki bizim temel hedeflerimizden birisi kadınlara ait eserleri gün yüzüne çıkarmak. Bizim en temel problemimiz yani daha doğrusu benim kişisel olarak temel problemim ülkeme gidemiyor olmak. Şimdi kaynağından kopuk olunca da maalesef derlemeleri yapma konusunda direk kaynağından beslenemiyoruz. Bizzat gidip köy köy dolaşma, insanlarla bizzat ilişkilenme, şarkıları toparlayabilme noktasında ne yazık ki imkânlarımız çok sınırlı. Nurê ve Nazê ‘nin öyle bir avantajları var. Ama benim olmadığı için haliyle bunu grupça yapamıyoruz. Onlar Ermenistan Kürdleri ve dengbej geleneğinin içinde yetişmişler. Bildiğiniz gibi Kürd dengbej geleneğinde, kadınlar aslında adı sanı belli olmayan şarkı yazarlarıdır aslında. Bunu klamların dil yapısından anlamak mümkündür. Yani bir kadının bir erkeğe söyledi çok bellidir bu klamları. O yüzden tabii ki biz temelde kadınların söylediği şarkıları gün yüzüne çıkarmaya hep grup olarak hedefledik, ama kadınlara dair söylenmiş şarkılar da olabilir. Mesela birçok anonim eser var. Örneğin; bir kadının zorla evlendirilmesi üzerine söylenmiş, anonim bir eser vardır. Ama onu dile getiren o acıyı dile getiren bir eserdir, onu da mesela severek söylüyoruz. Hem kadınların söylediği, hem erkekler tarafından dillendirilmiş şarkıları yeniden kadın duygusuyla seslendirme, hem de kadınlara dair söylenmiş eserleri seslendirme hedefimiz var. ğil. Hiçbirimiz yeterli bir yerde değiliz. Kürd müziği açısından çok ciddi dezavantajlar var ama çok avantajlı gelişmeler de var. Yani son yıllarda yapılan çok güzel albüm çalışmaları, çok güzel girişimler, arayışlar benim gözüme çarptı ve bunu mutlulukla karşılıyorum. Ama tabii ki müziğimizin yasaklı geçmişi, asimilasyon politikalarının çok yoğun yaşatılması nedeniyle Kürd müziği kendisini yavaş yavaş doğrulttu. Bu gecikmeyi anlamak da mümkün. Ama her şeyi de işte egemen politikaların bizi hapsettiği yerden almak, kendi yükümlülüklerimizi alıp bu tür şeylere yüklemek de doğru değil. Örneğin; kendi dilimiz yasaklı deyip, öğrenmek için hiçbir şey yapmamak artık sömürgeciliğin yaklaşımı ile izah edilemez. Kürd müziği tabii ki çok ciddi sıkıntılar yaşadı ama özgürlük mücadelesinin geldiği nokta itibariyle artık böyle bir yasaktan söz edemeyiz. Yapılması gerekenler eğer yapılmıyorsa burada bizim sanat uğruna yola çıkanların, sanatçı, aydın olduğunu iddia edenlerin artık şapkayı önüne koyup düşünmesi lazım. Yani eksik şeyler varsa ki var. Bununda tabii ki nedenleri var. Mesela popüler müziği, popüler kültürün etkileri, insanların daha çok bilinen isimlerin albümlerini satın alması, yani popüler kültürün gerçekten çok yoğun bir etkisinin olduğunu söyleyebilirim. Türkiye ve Kürdistan’da olmasam bile izlediğim kadarıyla orda da bunun yoğun etkisi var. Yani bir ürünün kalitesini belirleyen onun ne kadar sattı değildir, ne kadar bilindiği değildir. O yüzden ben popüler kültürle çok ciddi bir savaş yürütmemiz gerektiğini düşünüyorum. Bir de mesela politikayla sanatın ilişkisini çok doğru kurmamız gerektiğini düşünüyorum. Tabii ki biz şuan bu mücadele içerisindeyiz halk olarak. Henüz özgürlüğümüzü elde etmiş bir halk değiliz. Tabii ki politik mücadele bizim sanatımıza, duygularımıza her şeyimize eşlik ediyor. Ama onu salt böyle alanlarda, politik mücadele esnasında kitleleri ayaklandıracak müzik tarzı ile salonlarda dinlenecek müzik aynı değildir. Buna da ihtiyacı vardır bir halkın ama bir halkın oturup ruhunu dinlendirmeye de ihtiyacı vardır. O yüzden bunun dengesini kurma noktasında sıkıntılarımızın olduğunu düşünüyorum. ur d boğuşa çalışmamızı sürdürüyoruz. w Kadın olarak müzik yapmanın zorlukları nelerdir? Grup çalışmaları kimi zaman çok uzun sürmeyebiliyor. Bu konuda öngörüleriniz nelerdir? 8 Mart 2011 yılında kurulmuş bir grubuz. 5 yılımızı geride bıraktık. Bu anlamda çok genciz. Ama uzun süreli bir çalışmanın ürünü diyebilirim. Grubu bütün zorluklarına rağmen devam ettirmeyi düşünüyoruz. Tabii ki kadın olarak müzik yapmak cidden bir erkek dünyasında kolay değil. Bizim söyle dezavantajlarmız var. Hem kadınız hem Kürd müziği yapıyoruz ve bunu Avrupa’da sergilemek zorundayız. Bunların hepsi kendi başına tabii ki zorluklarla boğuşmamızı getiriyor. Hani üç kadın olarak yola çıkmış olmamız tabii ki Avrupalı dinleyici açısından da Kürdistanlı ve Türkiyeli dinleyiciler açısından tabii ki ilgi çekici. Yaptığınız müzik tarzı itibariyle, kulakların pek de alışkın olmadığı, bir tarz aslında. Bu durum bir yanıyla avantaj, bir yanıyla da dezavantaj. İlk etapta insanlar şöyle bir temkinli dinliyorlar, ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorlar. Konserlerimizde ilk başlarda insanlar temkinli duruyor. Ardından 2-3 şarkıdan sonra kendilerini bırakıyorlar müziğe ve sonunda mutlu şekilde ayrılıyorlar konserlerimizden. Kadın olmanın yarattığı zorluklar oldukça fazla. Birincisi hayatla kadın olarak çok ciddi mücadele yürütüyoruz. Örneğin; müzik grubundan bir kadın arkadaşımız Nazê Îşxan bir anne ve üç çocuğu var. Bunun ona yüklediği birçok sorumluluk var. Ayrıca ben ve Nurê de farklı işlerde çalışmak zorundayız. Müzikle yaşamı sürdürmek kolay değil, haliyle ek işler yapıyoruz. Hayatta kalabilmek için, yürüyebilmek için ve müziğimizi devam ettirebilmek için yoğun çaba harcıyoruz. Bunların hepsi kendisiyle beraber problemler getiriyor. Ama biz yola çıkarken bunun kolay olmadığını biliyorduk. 3 kadın olarak yola çıkmanın kolay olmadığını biliyorduk. Bu çalışmayı böyle bir dünyada yürütmenin, ayakta tutmanın kolay olmadığını biliyorduk. O yüzden böyle büyük zorluklarla boğuşa Biri Kuzey’den diğer ikisi Ermenistan’dan 3 Kürd kadın sanatçının Almanya’da bir araya gelerek kurdukları Trio Mara, kendi stilleri ile bezedikleri Kürd ezgilerini sevenleriyle buluşturmaya devam ediyor. Alevi ve Ezdi inancından olan ve ülkeden uzak diasporada buluşan 3 Kürd müzisyen Sakîna Têyna, Nurê Dilovan ve Nazê Îşxan’dan oluşan Trio Mara’nın ilk albümü ‘Derî’ 2013 yılında çıkmıştı. Politik nedenlerden ötürü ülkesine gelemeyen ve müzikal çalışmalarını sürgünde devam ettiren Trio Mara’nın solisti Sakîna Teyna ile Kürd müziğini, geldiği aşamayı ve sürgün hayatının ezgilere etkisini konuştuk. w Jiyan Helîn Çalışmalarınız şu an ne aşamada? Yeni bir projeniz var mı? Mevcut durumda yeni bir repertuar toparlama çalışması başlattık. Uygun bir repertuar belirleme sürecindeyiz. Yeni bir albüm çalışması için kolları sıvadık, tabii ki bu kolay değil. Şu sıralar daha çok konser çalışmalarımız yürütüyoruz Kürd müziğinin geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu Kürd müziği açısından yeterli mi? Yeterli mi? Tabii ki de-