prostat hacmi

advertisement
T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
ŞİŞLİ ETFAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
1.ÜROLOJİ KLİNİĞİ
Şef: Prof. Dr. Erbil ERGENEKON
TRUS BİYOPSİDEKİ PERİNÖRAL İNVAZYONUN
TÜMÖR POZİTİF KORLAR VE BU KORLARDAKİ
TÜMÖR YÜZDESİ İLE İLİŞKİSİNİN ARAŞTIRILMASI
Dr. Oktay AKÇA
UZMANLIK TEZİ
TEZ YÖNETİCİSİ
Op. Dr. Ayhan DALKILINÇ
İSTANBUL – 2008
TEŞEKKÜR
Üroloji eğitimim süresince derin bilgi, birikim ve tecrübelerinden
faydalandığım, çalışma ortamımızı ben ve diğer asistan arkadaşlarım
için samimi bir aile meclisi haline getiren çok saygıdeğer hocam klinik
şefimiz Sayın Prof. Dr. Erbil EGENEKON’a, hekimlik ahlakı ve insani
değerler adına birçok hususda kendisinden değerini hiçbir zaman
ödeyemeyeceğim meziyetler öğrendiğim, eğitimim için hiçbir
fedakarlıktan çekinmeyen çok değerli şef yardımcımız Sayın Op. Dr.
Ayhan DALKILINÇ’a, asistanlık eğitimimin başlangıcında kısa bir süre
de olsa bilgi ve tecrübelerinden faydalandığım hocamız Sayın Doç. Dr.
Turhan ÇAŞKURLU’ya, eğitimim süresince üzerimde ciddi emekleri
bulunan ve hiçbir zaman unutmayacağım uzman abilerim Op. Dr.
Soner GÜNEY’e, Op. Dr. Nurettin Cem SÖNMEZ’e, Op. Dr. Serdar
ARISAN’a, Op. Dr. Osman Nuri AKBULUT’a, Op. Dr. Serdar
OGAN’a, Op. Dr. İlker ÇÖMEZ’e, Op. Dr. İbrahim DUMAN’a, üroloji
eğitimimde çok şey borçlu olduğum, sadece medikal kimliğiyle değil
sosyal kimliğiyle de kendime örnek aldığım ve o derecede de sevdiğim
abim Op. Dr. Murat Can KİREMİT’e, herzaman yakın dost ve arkadaş
olduğumuz Op. Dr. Bahadır ERMEÇ’e, Op. Dr. Zeynel
CANOĞULLARI’na, Op. Dr. Ömer Onur ÇAKIR’a, kardeşim gibi
bildiğim Op. Dr. Ramazan Gökhan ATIŞ’a, bereber sevinip beraber
üzüldüğümüz, evimizden ailemizden ziyade hep birlikte olduğumuz
fedakar ve çalışkan asistan kardeşlerim Dr. Burhan COŞKUN’a, Dr.
Tucay ARI’ya, Dr. Yılmaz OFLUOĞLU’na, Dr. Mehmet
PEHLİVANOĞLU’na, Dr. Mecit YAVUZ’a, Dr. Fatih KILINÇ’a, hem
servis hemşiremiz hem ablamız olan Nurten Hemşire’ye ve Aysel
Hemşire’ye, en sıkıntılı anlarında bile bizden ablalığını esirgemeyip
bizi hiç kırmayan servis sekreterimiz Sema Hanım’a, ameliyathane
hemşiremiz Kezban Hemşire’ye ve Sevil Hemşire’ye, Hemşire
kardeşlerim Kader Hemşire, Özden Hemşire, Özgür Hemşire, Aysel
Hemşire, Filiz Hemşire ,Şeniz Hemşire ve Suna Hemşire’ye, yardımcı
sağlık personeline, beni her zaman anlayışla karşılayan eşime ve
desteğini her zaman dağ gibi hissettiğim ailem ve arkadaşlarıma en
derin saygı, sevgi, hürmet ve teşekkürlerimi bildirmeyi bir borç
bilirim...
Dr. Oktay AKÇA
-2-
İÇİNDEKİLER
TEŞEKKÜR...................................................................
İÇİNDEKİLER..............................................................
GİRİŞ ve AMAÇ............................................................
GENEL BİLGİLER.......................................................
A) PROSTAT..........................................................
1) Embriyoloji................................................
2) Anatomi......................................................
B) PROSTAT KANSERİ.......................................
1) Etiyoloji ve Risk Faktörleri......................
2) Epidemiyoloji.............................................
3) Patoloji........................................................
4) Tanı.............................................................
5) Ayırıcı Tanı................................................
6) Evreleme.....................................................
C) TRUS...................................................................
1) Prostat Hacmi Hesaplanması....................
2) TRUS Bulguları..........................................
3) TRUS Biyopsi Teknikleri...........................
D) TUR-P Sonrası İnsidental Prostat Kanseri......
MATERYAL ve METOD................................................
BULGULAR......................................................................
TARTIŞMA.......................................................................
SONUÇ...............................................................................
ÖZET..................................................................................
KAYNAKLAR...................................................................
-3-
2
3
4
6
6
6
7
14
15
16
18
21
31
31
35
37
37
41
43
45
47
52
56
57
58
GİRİŞ ve AMAÇ
Prostat kanseri gelişmiş ülkelerde, erkeklerde en sık görülen
kanserdir (1,2). Günümüzde daha fazla hasta erken evrede tanı
almaktadır. Prostat kanserinin biyolojik heterojenitesi, her hastaya
spesifik tedavi planı yapmayı gerekli kılmaktadır. Bu ihtiyaç, tümörün
pek çok hastada yavaş ilerleyen bir seyir göstermesi, ileri yaş hasta
grubunda görülmesi, tedavi alternatiflerini karşılaştıran iyi planlanmış,
randomize, yeterli izlem süresi ve hasta sayısı olan çalışmaların
bulunmaması ve hastanın komorbiditesi, yaşı, yaşam kalitesi ile ilgili
beklentiler gibi birçok yan faktörün seçilecek tedavi yönteminde ve
elde edilecek sonuçta etkili olmasından doğmaktadır.
Çok sık rastlanılan bir kanser olmasına karşın, kanser oluşumuna
ve progresyona yol açan mekanizmalar net değildir (2,3). Tanıdan
sonra üroonkologlar prostat kanserinin evresini ve olası senaryoları
planlamak arzusundadırlar. Bunun esas nedeni, prostata sınırlı hastalığı
öngörebilmektir. Çünkü bugün için potansiyel olarak “kür”
sağlanabilecek prostat kanserleri sadece organa sınırlı kanserlerdir (3).
Bununla beraber “latent” veya “klinik önemli olmayan” kanserleri
öngörebilmek de, karar aşamasında önemlidir (4). Bir başka deyişle,
prostat kanserinde agresif kanserleri öngörebilecek parametreleri
bulabilmek tedavi seçimi ve takipte önem kazanmaktadır (2,3).
Son 20 yılda yeni tanı koyulan prostat kanseri olgusu sayısındaki
büyük artış, prostata özgü antijen (PSA) testinin çok yaygınlaşmasına
ve iğne biyopsisi sayısındaki artışa bağlıdır. 1986-1991 yılları arasında
65 yaşın üzerindeki erkeklerde prostat iğne biyopsisi sayısı, 100.000’de
685’ten 2.600’e çıkmıştır (5). Bütün bu gelişmelere paralel olarak
prostat görüntüleme ve biyopsi tekniklerinde de gelişmeler dikkati
çekmektedir. 1963 yılında Takahashi transrektal ultrasonografi (TRUS)
ile ilk kez prostatı görüntülemiştir (6). TRUS’un prostat zonal
anatomisini görüntülemedeki üstünlüğü sonucunda TRUS eşliğinde
prostat biyopsisi, prostat kanserinin histolojik tanısında yaygın olarak
kullanılmaya başlanmıştır (7,8). Nitekim TRUS eşliğinde yapılan
prostat iğne biyopsisi prostat kanseri tanısında 1989 yılında ilk kez Lee
ve arkadaşları tarafından bildirildiğinden beri altın standarttır (9).
Biyopsi sonucunda sadece kanser tanısı koyulmayıp aynı zamanda
tedavi planı ve progresyon hesapları da yapılmaktadır.
-4-
Prostat kanserinde hangi tedavi uygulanırsa uygulansın, hem
hastalar hem de üroonkologlar için tedavi sonuçlarıyla ilgili bazı
belirsizlikler vardır. Bu belirsizlikler kanser tedavisi ve tedavi sonucu
oluşabilecek ciddi yan etkileri içerir (10). Prognoz hakkında bilgi sahibi
olmak, prostat kanseri tedavi alternatifleri arasında seçim yapmak ve
daha sonraki dönemdeki riskleri belirlemek açısından önemlidir.
Günümüzde patolojik evreyi belirlemede en önemli göstergeler; PSA,
klinik evre ve histolojik derece olarak kabul edilmektedir (10). Bu
göstergeler patolojik evrenin yanı sıra progresyonu göstermede de en
önemli öngörü araçlarıdır (11).
Bu bağlamda biyopsideki perinöral invazyonun (PNI)
değerlendirilmesi de tedavi şekli, progresyon, organ sınırlılık, cerrahi
sonuçlar, hastalıksız yaşam süresi, PSA nüksü olmadan yaşam süresi
gibi başlıklar altında literatürde yer almaktadır (12). PNI biyopsilerde
%38 oranında saptanır ve tek malignite bulgusu olabilir (13). İğne
biyopsilerinde saptandığında yüksek ekstraprostatik uzanım olasılığına
işaret eder (14), ancak Gelason Skoru, serum PSA ve kanser yaygınlığı
göz önüne alındığında bağımsız bir prognostik faktör değildir (15), yine
de varlığı ekstraprostatik uzanım ile ilişkilidir (%93-%38) (16,17).
Buna karşın lenf nodu metastazı ve progresyonu bağımsız olarak
öngördüğünü, radyoterapi ardından olumsuz gidişle ilişkili bağımsız bir
risk faktörü olduğunu bildiren çalışmalar da vardır (18). Alberto ve
ark.’nın 2007 yılında yapmış oldukları çalışmada biyopsideki PNI oranı
tümör hacmi hesaplamasında da kullanılmıştır (19). Algaba ve ark.
2005’te 300 hastanın biyopsi ve radikal prostatektomi sonuçlarını
içeren çalışmalarında biyopsideki PNI pozitifliğini, ekstraprostatik
yayılım için 3,95 kat artmış risk olarak rapor etmişlerdir ve ayrıca
tümör hacmiyle ilişkisini de literatüre benzer şekilde anlamlı
bulmuşlardır (16,20).
Biz bu çalışmamızda Nisan 2004 - Eylül 2008 arası, kliniğimizde
TRUS biyopsi yapılan 282 hastadan patoloji sonucu prostat
adenokarsinomu saptanan 85 hastanın iğne biyopsi patoloji bulgularını
retrospektif olarak inceledik. İğne biyopsisindeki PNI pozitifliğinin,
kanser pozitif korlar ve korlardaki tümör yüzdesi ile ilişkisini
araştırmayı amaçladık.
-5-
GENEL BİLGİLER
A) PROSTAT
1) Embriyoloji
Erkek genital sisteminin en büyük aksesuar bezi olup, erkek
üretrasının başlangıç kısmını oluşturur (23). Prostat, mezonefrik kanal
girişinin hem yukarı hem de aşağısındaki üretral epitel
tomurcuklarından gelişir. Bu basit tübüler oluşumlar 11. haftanın
sonunda 5 ayrı grup halinde gelişirler ve 16. haftada gelişme
tamamlanır. Bunlar dallanır ve ürogenital sinüsün etrafında farklılaşan
mezenkimal hücrelerle karışan, karmaşık bir kanal sistemiyle
sonuçlanır. Bu mezenkimal hücreler 16. haftada tübüller çevresinde
gelişmeye başlar ve periferde daha da yoğunlaşarak prostatik kapsülü
oluşturur. 22. haftada müsküler stromanın oldukça geliştiği görülür ve
doğuma kadar gelişmesini sürdürür (21).
Beş grup epitel tomurcuğundan nihayet anterior, posterior,
median ve iki lateral lob olmak üzere 5 lob gelişmeye başlar.
Başlangıçta bu loblar birbirlerinden oldukça ayrık olmasına karşın daha
sonra aralarında herhangi bir septum olmaksızın birleşirler. Her bir
lobun tübülleri iç içe girmez, yalnızca yan yana dururlar (21).
Anterior lobun tübülleri diğer loblarınki ile aynı anda gelişmeye
başlar. Erken evrelerde anterior lob tübülleri genişlemiş olmalarına ve
birden fazla dallanma göstermesine karşın yavaş yavaş küçülür ve
dallanmalarının çoğunu kaybederler. Kontrakte olmayı sürdürürler ve
bu nedenle doğumda artık lümenleri görünmez, ufak sert embriyonik
epitelyal oluşumlar şeklinde görülürler. Posterior lob daha az sayıda
ancak yaygın ve daha geniş dallanmalar gösteren tübüllere sahiptir. Bu
tübüller büyüdükçe gelişmekte olan median ve lateral lobların
posterioruna yayılır ve prostatın rektumdan hissedilen posterior
yüzeyini oluştururlar (21).
PSA 28. haftada ortaya çıkar; olgun prostata kıyasla gelişmekte
olan prostatın tüm kısımları ile daha zayıf reaksiyon verir. Prostatik asit
fosfataz (PAP) aktivitesi PSA ile aynı zamanda ortaya çıkar,
aktivitesinde farklılıklar gösterir, en yüksek aktiviteye periferal zonun
lateral kesimlerinde rastlanır (22).
-6-
Prostatik kanallar, postpartum 5. ve 6. hafta arasında prolifere
olarak sekresyon oluşturmaya başlar. Bunu takiben alveol oluşur.
Maternal hormonlar tarafından indüklenen alveolar epitel ve
verumontanum metaplazisi tersine döner ve prostat puberteye kadar
değişmeden kalır. Puberteden sonraki 6-7 sene içinde prostat olgun
büyüklüğüne erişir. Yaşamın daha sonraki bölümlerinde, stroma
tarafından indüklenen transizyonel zonun periüretral bezleri
farklılaşarak benign hiperplaziyi oluşturur.
Erişkinde normal prostat, fibromuskuler bir stroma içinde 30-50
adet tubuloalveoler bezlerin bulunduğu bir organdır. Bezler 16-32
arasında değişen sayıdaki ekskretuvar kanalla verumontanumun iki
yanından prostatik üretraya açılmaktadır. Prostat esas olarak epitelyal
hücreler ve stromadan oluşur.
2) Anatomi
Kısmen tubuloalveoler bezlerden, kısmen de bu bezlerin arasını
dolduran ara dokudan oluşan prostat, yaklaşık 3 cm yüksekliğinde, 4
cm genişliğinde ve 2 cm kalınlığında iri bir ceviz büyüklüğünde olup,
yaklaşık 18-20 gram ağırlığındadır.
Prostat bezi, pelvis minörün aşağı bölümünde, symphysis
pubis’in arka sınırının gerisinde, ampulla recti’nin önünde, diaphragma
urogenitale’nin yukarısında ve mesane’nin altında bulunur. Prostatın
basis kısmı mesane tarafında yani yukarda ve apex kısmı da aşağıda
bulunur. Prostatın basis’i komşusu olduğu mesane ile devamlılık
halindedir. Apex kısmı m.sphincter urethra externus ve m.transversus
perinei profundus’un üst yüzü ve fasyası ile komşudur (24), (Şekil 1).
Şekil 1.
Prostatın Anatomisi
ve Komşulukları (A ve B
kesit yerleri).
-7-
a) Prostatın Lobları
Bazı tümörler prostat bezinin belli bölgelerini etkilediği için
prostat bezinin loblarının tarifi önemlidir. Prostat bezinin bütün lobları
disseksiyonla birbirinden ayrılabilir. Bezin loblarının tamamında
anatomistler arasında küçük isimlendirme farklılıkları bulunmaktadır.
Bezin rektal komşuluğunu dorsal lob oluşturur. Bu kısım hariç
üretranın etrafını median lob oluşturur. Daha ön kısımda ise lateral
loblar vardır. Ductus ejeculatoriusların prostat bezine girerken
oluşturdukları çukurlar, bezin arka yüzünü yukarıda küçük, aşağıda ise
büyük olan iki bölüme ayırırlar. Yukarıda kalan küçük bölüme lobus
medius denir. Bu lob, bezin üretra ve ductus ejekulatoriuslar arasında
kalan bölümüdür. Arka yüzün aşağıda kalan büyük bölümünün orta
kısmında uzunlamasına bir oluk bulunur. Bu median oluk, bezi lobus
dexter ve lobus sinister olmak üzere iki esas bölüme ayırır. Bu iki lob
üretranın arka tarafında birbirleriyle devamlılık gösterirler. Üretranın
ön-üst tarafında bu lobları birbirine bağlayan bölüme ise isthmus
prostate denir. Isthmus kısmı kapsül yapısında olup, bez dokusu
içermez (23,25).
Bazı anatomistler ise bezin loblarını üretra ve ductus
ejeculatoriusları kullanarak adlandırmışlardır. Buna göre üretranın
önünde kalan kısma lobus anterior, üretranın arkasında kalan kısma
lobus posterior, üretra ile ductus ejeculatoriuslar arasında kalan kısma
lobus medius ve yan taraflarda kalan kısımlara ise lobus lateralis (iki
adet) adını verirler (24,26,27,28,29,30).
b) Prostatın Zonları
Prostat bezini oluşturan glandüler doku 3 farklı alt zonda
incelenebilir. Bunlardan periferal zon dokunun %70’ini, santral zon
%25’ini ve transizyonel (periüretral) zon ise %5’ini oluşturur. Nonglanduler doku (fibromuskuler stroma) periferal zonlar arasındaki
aralıkları doldurur. Santral zon prostatik üretranın arkasında olmak
üzere ductus ejeculatoriusu çevreler ve verumontanumun apexinde koni
şeklini alır. Transizyonel zon, santral zonun apexinde ve ductus
ejeculatoriusun hemen proksimalinde prostatik üretranın distal kısmının
etrafında bulunur. Bu kısmın kanalları preprostatik sfinkterin hemen
aşağısında ve periferal zonun kanallarının hemen yukarısında olmak
üzere prostatik üretraya girer. Periferal zon, ön kısım hariç olmak üzere
-8-
santral transizyonel zonu ve prostatik üretrayı çevreler. Ön kısım ise
fibromuskuler stroma ile doludur. Bu dokuda prostatik üretranın
etrafında, mukus salgılayan basit bezler yer alır. Bu basit bezler kadın
üretrasındaki bezlerle aynı özelliktedir (31,32).
Prostat bezinin zonal anatomisi özellikle klinik olarak çok
önemlidir, çünkü birçok karsinoma periferal zon kaynaklıdır. Halbuki
BPH (benign prostat hipertrofisi) transizyonel zondan gelişir. Ductus
ejeculatoriusu çevreleyen santral zon nadiren hastalıklardan etkilenir
(31,32).
Zonal anatomi bazı radyolojik görüntüleme metodlarında da
önemli olup bu zonlar birbirinden ayırtedilebilir. Transrektal
ultrasonografide (TRUS), santral ve periferal zonlar genellikle uniform
bir yapıda görünürler ve düşük seviyeli ekojeniteye sahiptirler. Oysa
prostatik üretra daha az ekojeniteye sahip bir dokuyla çevrelenir. Bu
doku preprostatik sfinkter, periüretral bez dokusu ve transizyonel
zondur. Ductus ejeculatoriusları görmek için bezin saggital taraması
yapılmalıdır. Vesicula seminalisler ise hipoekojen yada anekojen
özelliktedir (31,32), (Şekil 2, Şekil 3).
Şekil 2 - Transvers
Şekil 3 - Sagital
Prostat zonlarının transvers ve saggital planlarda şekil çizimleri ve TRUS
görüntüleri.(AFS:Anteriorfibromuskuler stroma, U:Üretra, TZ:Transziyonel zon,
PZ:Periferik zon, EJD:Ejekülatör dukt, CZ:Santral zon, DV:Dorsal ven kompleksi,
L:Levator kası, NVB:Nörovasculer bundle).
-9-
Magnetik rezonansda T2 ağırlıklı görüntülerde de zonal anatomi
incelenebilir. Normal periferal zon yüksek yoğunlukta iken, santral ve
transizyonel zon nispeten daha az yoğunluktadır. Verumontanum,
santral zonun ortasında daha fazla yoğunlukta olduğu için rahatlıkla
görüntülenebilir.
Yaşın ilerlemesiyle normal olarak zonların ilişkileri değişebilir.
Santral zon atrofiye olurken, transizyonel zon büyür ve sonradan BPH
oluşturabilir. Bu durumda sıklıkla hipertrofiye olmuş transizyonel
zonun kenarlarında, periferal zonun sıkıştırılması sonucunda düşük
sinyalli bir bant oluşur (31,32).
c) Prostatın Fasyaları
Prostatik Fasya (Prostat Kapsülü): Bez, dış taraftan, pelvic
fasyadan köken alan ince ve sağlam fibröz bir kapsülle sarılmıştır. Bu
kılıf öne ve yana doğru direkt olarak devam etmektedir. Dorsal venin
major dalları bu kapsülle birlikte ilerlerler. Sinir ayrılması sırasında bu
kılıf yerinde bırakılmalıdır. Fibröz kapsül ön tarafta puboprostatik
ligamentlerle devam ederek pubise tutunur. Aşağıda ise m. sphincter
urethra externus, m.transversus perinei profundus ve perinenin derin
fasyalarıyla devam eder. Arka kısımda kılıfın kökeni farklı olup
tamamen avaskülerdir. Beze sıkıca yapışmış olan fibröz kılıf, bezin
içine fibromuskuler bölmeler göndererek, bezi daha küçük bölümlere
ayırır (25,31,32,33).
Levator Fasya (Fasya Subseroza): Prostat kapsülünün dışında,
pelvik fasyanın organlar üzerindeki devamı olup, oldukça gevşek bir
tabakadır. Bu tabaka pelvik kaslara komşudur. Prostat bezi apexinin
distalinde levator fasya, m.sphincter urethra externusun üzerini
çevreler. Prostat bezini besleyen kan damarları ve otonom sinirler
levator fasya ile prostatik fasya arasında ilerledikleri için burada
disseksiyon esnasında çok dikkatli olunmalıdır (25,31,32,33).
Retrovesical Fasya (Denonvillier Fasyası): Oldukça hassas bir
bağ doku tabakası olup, rectum ön duvarı ile prostat bezi arasındaki çok
dar ve klinik olarak çok önemli bir aralıkta yer alır (25,31,32,34,35).
Prostat bezini oluşturan tubuloalveolar bezlerin sayısı 30-40 adet
olup, kanalları kısmen birleşerek, kısmen de ayrı ayrı olarak, bazıları
- 10 -
colliculus seminalis üzerine, bazıları da bu kabartının yanlarındaki
sinus prostaticuslara 20-30 adet delikle açılırlar (24,28,30).
Prostat bezi kanallarında bir miktar salgı depo edebilir.
Ejekulasyon sırasında ara dokuda bulunan kasların kasılmasıyla
buradaki salgı üretraya boşaltılır (24,28,30).
Prostat içinde 3 tip bez vardır;
1. Mukozal bezler: En içte yer alırlar ve mukus salgılarlar.
2. Submukozal bezler: Bezin ortasında yer alırlar.
3. Esas (external) Prostatik bezler: Bezin dış kısmımda yer alırlar,
prostat salgısının büyük kısmını oluştururlar ve prostat kanseri
genellikle bu bezlerden gelişir (31,32,33,34).
d) Prostatın Fonksiyonu
Semenin %60 kadarı seminal vesiküllerden, %20 kadarı prostat
bezinden, %10 kadarı ductus deferensden ve %10 kadarı da küçük
müköz bezlerle bulboüretral bezlerden gelen salgılarla oluşturulur.
Prostat salgısının içinde bulunan maddeler, meninin 20-30 dk içinde
akışkan hale gelmesine (likefaksiyon) neden olmaktadır. Prostat sıvısı
baziktir. Kadında vajinanın pH’ı asidik olup, 3,5-4’tür. Spermler ise
ortamın pH’ı 6-6,5 olana kadar hareketlilik göstermezler. Prostat
bezinin salgısının pH’ının bazik olması nedeniyle ortam nötralize edilir
ve spermlerin hareketliliği sağlanır. Bu da fertilizasyon için şarttır
(30,31,32,36,37).
Salgının bir kısmı idrarla atılır ama esas kısmı ejekulasyonda
semenle birlikte atılır. Bu salgı keskin bir koku veren spermin hormonu
içerir. Prostatik sıvı su, sitrik asit, asit fosfataz, amilaz, kolesterol,
kalsiyum, çinko, tamponlayıcı tuzlar, fosfolipidler, prostaglandinler,
fibrinojen, seminalplasmin, β-mikroseminoprotein ve prostatik spesifik
antijen (PSA) içerir. Bu salgılar spermleri hareketlendirmeye ve vajina
ortamının asiditesini nötralize etmeye çalışırlar. PSA, ejekulasyondan
sonra meniyi sıvılaştıran serin proteaz içerir. Asit fosfataz ve PSA’nın
serum değerleri prostatik karsinomanın belirlenmesinde önemli
değerlerdir (30,31,32,36,37).
Prostat bezinin salgısı içinde bulunan ve seminalplasmin denilen
antibiyotik, penisilin, streptomisin ve tetrasiklinin antimikrobiyal
aktivitesine benzer etki gösterir. Bu sayede vajinada bulunan bakteriler
- 11 -
yok edilerek spermlerin vajinal ortamda enfeksiyonla karşılaşması
önlenerek fertilizasyona yardımcı olunur (30,31,32,36,37).
e) Arterleri
A.vesicalis inferior, a.pudenta interna ve a.rectalis medianın
dallarıyal beslenir. Bu arterlerin dalları bez ile mesanenin birleştiği
yerde arka-dış bir hat boyunca bezi delerek içine girerler. A.vesicalis
inferior, vesicula seminalise ve mesane tabanına birkaç küçük dal
verdikten sonra, iki tane büyük grup prostatik damarlar halinde sona
erer. Mesane boynuyla prostatın birleştiği yerde beze giren arterler,
mesane boynu ve üretranın periüretral kısmını beslerler. Prostatın
transurethral rezeksiyonu (TUR) sırasında sıklıkla bu arterler saat 5 ve
7 yönünde karşımıza çıkmaktadırlar. Lateral pelvik fasyada pelvis yan
duvarı boyunca uzanan kapsüler dallar, prostat bezinin dış kısımlarını
beslerler. Arterlerin yanında venleri de içeren bu kapsüler damarlar
aynı zamanda kavernöz sinirlerin dayanacağı bir iskelet görevi de
görürler. Böylece nörovasculer demetler oluşur. Bu demetler
mikroskobik kavernöz sinirlerin belirlenmesinde yardımcı olan
makroskobik landmarklardır (24,25,28,29).
f) Venleri
Bütün prostat venleri v.iliaca interna ve vesical venlere drene
olur. Prostattan çıkan venler bezin alt ve yan taraflarında plexus
prostaticusu oluşturular. Bu plexusa prostat cerrahisi sırasında çok
dikkat edilmelidir. Venöz ağların hasar görmesi çok ciddi kanamalara
yol açabilir. Kapsül etrafında oluşan bu venöz plexusa gelen en önemli
dal v.dorsalis penis profundadır. Bu ven, penisin derin fasyası olan
Buck fasyasının altında olmak üzere penisi terkederek üregenital
diyaframı deler. Bu arada 3 büyük dala sahiptir (24,25,28,29). Bunlar;
Superfsial dal: Prostat ve mesane boynunun üzerinde olmak
üzere orta hatta seyreder. Retropubik operasyonlarda kolaylıkla
görülebilir. Mesane pelvik yan duvarlarına birleştirici dallar verir.
Sağ ve Sol lateral plexuslar: Mesane boynuna doğru arkaya dışa
giden plexuslar daha sonra obturator ve vesical plexuslarla birleşirler.
Bunlara ilave olarak prostat bezinin ön tarafında bezin apexi çok yoğun
vasküler bir dorsal venöz plexus ile çevrelenmiştir. Buna Santorini
Dorsal Venöz Plexusu denir.
- 12 -
Prostatın etrafındaki venöz plexus ile eksternal vertebral venöz
plexus (ektradural venöz plexus) arasında bağlantılar bulunmaktadır.
Eksternal vertebral plexus ise daha içerde bulunan internal vertebral
plexus (Batson Plexusu) ile bağlantılıdır. Batson plexusu vertebra
korpusundan gelen v.basivertebralislerin drene olduğu plexus olup,
yukarıda ve aşağıda olmak üzere tüm vertebral kanal boyunca medulla
spinalisi sarar. Yukarıda dura sinüslerinden marginal sinus ile bağlantılı
olduğu için bu plexus abdomen ve pelvisdeki patolojilerin hematojenik
yolla beyine geçmesine neden olan yapıdır. Tüm bu bağlantılarda
kapakçık bulunmamaktadır. Özellikle öksürme, aksırma, ıkınma ve
geyirme gibi karın içi basıncı artıran durumlarda, prostatın venöz akımı
tersine dönerek eksternal vertebral plexusa gider. Böylece Prostat
kanseri sırasında prostat bezinin bir kısım kanı kalbe gitmeden direkt
olarak veretebra korpuslarına ve beyine gider. Bu bağlantılarla prostat
kanserinin, uzak kemik metastazı olarak da adlandırılan vertebralara,
kafa kemiklerine ve beyine neden metastaz yaptığı açıklanabilmektedir.
g) Lenf Drenajı
Esas olarak internal iliak lenf düğümleri olmak üzere, sakral ve
obturator lenf düğümlerine drene olur. Bezin arka yüzünden çıkan bir
lenf damarı, mesanenin lenf damarlarına katılarak eksternal iliak lenf
düğümlerine de drene olur. Yine ön yüzden ayrılan bir lenf damarı da
üretranın membranöz bölümünün damarlarıyla birlikte internal iliak
lenf düğümlerine drene olur (24,25,28,29).
h) İnnervasyon
Pelvik organların otonomik sinirler tarafından innervasyonu
adrenerjik, kolinerjik, ve nonadrenerjik-nonkolinerjik peptiderjik sinir
lifleri aracılığıyla gerçekleşmektedir. Pelvik (parasempatik) ve
hipogastrik (sempatik) sinirlerden oluşan pelvik ganglion dalları
prostatı inerve eder (38). Parasempatik sinirler asinüslerde sonlanır ve
sekresyonu uyarır. Sempatik lifler kapsül ve stromanın düz kaslarının
kontraksiyonunu sağlar. Prostatik inervasyon ejekülasyon ve işemenin
kontrolünü idare eder (39). Prostat intramural ganglialar gibi tek tek
ayrımı zor olan birçok siniri içeren zengin bir sinir dağılımına sahiptir.
Sempatik lifler; spinal kordun son 3 torasik (T10-12) ve ilk 2
lomber (L1-2) segmentlerin gri cevherlerinin lateral sütunlarından
- 13 -
oluşur, lomber sempatik paravertebral zincirden geçer ve süperior
hipogastrik pleksus ve sempatik trunkusun pelvik uzantıları aracılığıyla
pelvik pleksusa ulaşır. Süperior hipogastrik pleksus; çöliak pleksus ve
iki hipogastrik sinire ayrılan ilk 4 lomber splanik sinir tarafından
oluşturulur (38,40,41). Prostat diğer kromafin organlardan 5-6 kat daha
fazla sempatik sinir dağılımına sahiptir (42).
Parasempatik
lifler;
S2-4
sakral
spinal
sinirlerin
intermediolateral sütunlarından köken alır. Pelvik splenik sinir olarak
ortaya çıkarlar, hipogastrik sinirle ve sacral sempatik gangliondan gelen
dallarla pelvik (inferior hipogastrik) pleksusu oluşturmak için birleşirler
(41,43).
Pelvik pleksus; kaudal kısmı, prostatı innerve eder ve kavernozal
sinirleri oluşturur (44). Seminal veziküllerin uçlarından geçtikten sonra,
bu sinirler lateral endopelvik fasyada Denonvillier fasyasıyla birleşme
yerine yakın uzanırlar (45). Prostatın posterolateral sınırında rektum
önünde ve prostatik kapsüler damarların lateralinde seyrederler (46,47).
Bu yapı nörovasküler demet (NVB) olarak adlandırılır. Prostatik
cerrahi sırasında, özellikle saat 5 ve 7 lokalizasyonunda olmak üzere
apekste bu sinirler yaralanmaya açıktır (48,49). Bu demetten çıkan bazı
sinir lifleri prostat kapsülünü perfore ettikten sonra sonlanırlar (43).
Pelvik pleksusun anterior dallarından gelen diğer lifler mesane
boynunun ön yüzü ile birleşmek için prostatın lateral yüzeyinden
geçerler (43).
B) PROSTAT KANSERİ
Prostat kanseri gelişmiş ülkelerde, erkeklerde en sık görülen
kanserdir (1,2). Günümüzde daha fazla hasta erken evrede tanı
almaktadır. Prostat kanserinin biyolojik heterojenitesi, her hastaya
spesifik tedavi planı yapmayı gerekli kılmaktadır. Bu ihtiyaç, tümörün
pek çok hastada yavaş ilerleyen bir seyir göstermesi, ileri yaş hasta
grubunda görülmesi, tedavi alternatiflerini karşılaştıran iyi planlanmış,
randomize, yeterli izlem süresi ve hasta sayısı olan çalışmaların
bulunmaması ve hastanın komorbiditesi, yaşı, yaşam kalitesi ile ilgili
beklentiler gibi birçok yan faktörün seçilecek tedavi yönteminde ve
elde edilecek sonuçta etkili olmasından doğmaktadır.
- 14 -
Özellikle 50 yaş üzerindeki erkeklerde hasta sağlığını ciddi
şekilde tehdit eden ve sıklığı artan bir kanserdir. Klinik olarak fark
edilenler arasında bile biyolojik davranış ve metastatik potansiyel
olarak geniş farklılıklar vardır. Prostat kanserinde klinik davranış
spektrumunun çok farklı olması sonucu, her hastanın kişisel olarak
tedavi edilebileceği bir çok seçenek vardır. Bu seçenekler sadece
takipten, radikal cerrahi rezeksiyona kadar değişir (56). Perinöral
invasyonun (PNI) ve tümör hacmi gibi parametrelerin önemi ise,
0.5cc’nin üzerindeki tümörlerin ve iğne biyopside PNI pozitif olanların
daha yüksek grade, ekstrakapsüler yayılım ve metastaza eğilimli olduğu
bilgisine dayanmaktadır (14,57).
1) Etyoloji ve Risk Faktörleri
Etyolojisi halen kesin olarak bilinmemekle birlikte bazı
faktörlerin sorumlu olabileceği bildirilmektedir.
a)Yaş: Prostat kanseri riski yaşla artmaktadır. 40 yaşın altındaki
erkeklerde nadiren saptanır ve yaşın ilerlemesi ile insidansı giderek
artarak, 8. dekadda en üst düzeye ulaşır (57). Örneğin 39 yaşından
küçük erkeklerde prostat kanseri gelişme ihtimali 1/10000 iken, 60-70
yaş arasında bu oran 1/8’e çıkar (58). Elli yaşını aşmış erkeklerin
%30’unda, 80 yaşını geçmiş erkeklerin %70’inde klinik olarak bulgu
vermeyen histolojik prostat kanseri bulunmaktadır.
b)Irk : Belirgin coğrafi ve etnik varyasyonlar gösterir. Klinik
prostat kanseri sıklığı doğu ülkelerinde düşük İskandinav ülkelerinde
daha yüksektir. Zencilerde, benzer eğitim seviyesi ve sosyoekonomik
durumdaki beyazlara oranla sıklık daha yüksektir (58).
c)Genetik Yatkınlık : Tüm prostat kanserlerin yaklaşık %9’unda
ve 55 yaşın altındaki olguların %43’ü otomozal dominant geçiş
gösteren bir genetik yatkınlık saptanmıştır. Bundan 1q kromozomun
uzun kolundaki HPC1 (Hereditary Prostate Cancer) geni sorumlu
tutulmuştur (59). Bir erkekte kanser gelişme riski, kanserin ortaya çıkış
yaşına ve etkilenen akrabaların sayısına bağlıdır. 50 yaşında kanser
tanısı konmuş ve birinci derecede yakınlarında da kanser olan hastanın
babasında ya da erkek kardeşinde hastalığın ortaya çıkma ihtimali, 70
yaşında tanı konmuş ve ek aile hikayesi olmayan bir hastanın babası ya
da kardeşine göre 7 kat fazladır. Birinci derece akrabalarından birinde
- 15 -
prostat kanseri olan bir kişinin prostat kanseri gelişme riski 2 kat
artarken, akraba sayısı 2 ve 3 olursa bu risk 5 ve 11 kat artmaktadır
(60).
d)Hormonlar: Doğumsal anorşili olgularda ve genç yaşta kastre
edilenlerde kanser oluşmaması, prostat kanserli olgulara androjen
verilmesiyle kanser hücrelerinde hızla çoğalma olması kastrasyonun
hastalığın seyrinde dramatik bir gerilemeye neden olması hormonal
faktörlerin önemli ve etkili olduğunu düşündürmektedir (58 , 61).
e)Diyet: Özellikle aynı ırksal kökene sahip ama farklı coğrafi
bölgelerde yetişen erkeklerde kanser insidansının farklı olması,diyetteki
yağ ve kırmızı etle beslenme oranının önemli bir risk faktörü olduğunu
düşündürmektedir. Son dönemde E Vitamini, selenyum ve likopen
alımının prostat kanseri riskini ve özellikle agresif hastalığa karşı
olduğunu belirtmişlerdir ancak tam tersini savunan literatür de
mevcuttur (58).
f)Enfeksiyon ve Çevresel Etkenler: Enfeksiyöz ajanların kanser
etyolojisindeki rolünü araştıran epidemiyolojik, virolojik, immünolojik
çalışmalarda çelişkili sonuçlar yayınlanmıştır. Çevresel faktörler ile
kanser arasında tam bir sebep – sonuç ilişkisi ortaya konamamıştır (57).
2) Epidemiyoloji
Prostat kanseri insidansı ırk, diyet alışkanlığı, yaşam tarzı,
coğrafya, tarama çalışmaları ve “chemoprevantion” gibi nedenlerden
dolayı, ülkeden ülkeye hatta aynı ülkenin farklı yerleşim bölgelerine
göre değişmektedir. Orta yaşını aşmış erkeklerde kansere bağlı
ölümlerde akciğer kanserinden sonra ikinci sırayı alan prostat kanseri
önemli bir sağlık sorunu olmaya devam etmektedir (62). Irklara ve
dünya coğrafyasına göre değişen oranlarda insidans ve mortalitesi
olmakla beraber dünya üzerindeki erkeklerde görülen en sık dördüncü
kanserdir. Prostat kanseri en sık siyah ırkta görülmektedir. ABD bu
açıdan değerlendirildiğinde etnik kökenlere bağlı olarak farklılık
göstermekle beraber bu hastalığın en sık görüldüğü ülkelerden biridir.
ABD’deki Afrika kökenli erkeklerde 1995 yılı itibariyle prostat kanseri
görülme insidansı yüzbinde 170, Latin kökenlilerde yüzbinde 104,
Asya kökenlilerde yüzbinde 82 olarak saptanmışken beyaz ırkta bu
oran yüzbinde 110’dur (63). Dünyanın diğer coğrafi bölgelerine
- 16 -
bakıldığında İskandinav ülkelerindeki oranın Doğu ve Güney Avrupa
ülkelerine oranla daha fazla olduğu görülmektedir. Örneğin Norveç’te
prostat kanseri görülme hızı yüzbinde 24 iken bu oran İspanyada
yüzbinde 13’tür. Prostat kanserinin en az görüldüğü ülkeler Çin ve
Japonya gibi Uzak doğu ülkeleridir. Japonya’da bu oran yüzbinde 4’tür.
(64) Kuzey Avrupa ülkelerinde daha yüksek oranda saptanmasının
nedeni olarak bu ülkelerde yapılan tarama testleri ve yaygın olarak
uygulanan transurethral rezeksiyonun (TUR) olabileceği de
düşünülebilir ama daha sonra tartışılacak olan etiyolojik faktörlerin de
varlığı göz ardı edilmemelidir. Ülkemizde prostat kanseri insidansı
konusunda kesin rakamlar yoktur. Fakat Fidaner ve ark. (2001)’nın
1993-94 yılları arasında İzmir’de yaptıkları çalışmada prostat
kanserinin İzmir’deki insidans hızı yüzbinde 9.1 olarak belirtilmiştir.
Bu oran Doğu Avrupa ülkeleri seviyesindedir ve Amerika Birleşik
Devletlerinin 12’de biridir. Yaşam boyu mikroskobik prostat kanseri
gelişme riski %30 civarındadır. Bu kanserlerin bir çoğu yavaş büyüme
eğilimindedir ve klinik hastalık oluşturma oranı %10 dur. Böylece
yaşam boyu prostat kanserinden ölme riski %3 tür. Son yıllarda klinik
öneme sahip prostat kanseri insidansında önemli artışlar yaşanmaktadır.
Bununla beraber dünyadaki insan populasyonu gittikçe yaşlanan bir
toplum haline gelmektedir (65). Yaşlanan toplumların bir sonucu olarak
prostat kanseri insidansının yıllar içinde artacağı öngörülebilir.
Amerika Birleşik Devletlerinde yapılan çalışmalarda (SEER,1999) yaşa
uyarlanmış prostat kanseri insidansında 1973 ve 1988 yılları arasında
yıllık yüzbinde 2.7’lik bir artış tespit edilmiştir. Bu artış toplumun
yaşlanması, TUR’un yaygınlaşması sonucu daha sık organa sınırlı
hastalığın yakalanması, ultrasonografi ve biopsi tekniklerindeki
gelişmelere paralel olarak daha fazla hastanın tanı alması gibi nedenlere
bağlanmıştır. Bunu takip eden 1988 ve 1992 yılları arasında ise
insidans yıllık yüzbinde 16.2’lik bir artış göstermiştir. Bu duruma
neden olan en önemli faktör 1990’larda prostat spesifik antijenin kanser
taraması aracı olarak yaygın bir biçimde kullanılmaya başlanmasıdır.
Bu sayede daha konvansiyel metotlarla yakalanmayan her yaş
grubundan kanserlere tanı konurken , eski yılların tersine daha fazla
oranlarda lokalize hastalıklar tespit edilmeye başlanmıştır (66). Bütün
bunların yanı sıra Danimarka’da tarama yapılmıyor olmasına rağmen
kanser görülme oranının artmış olması, tarama sonucunda artan kanser
- 17 -
yakalama oranından çok gerçekten klinik prostat kanserinin
insidansının artmakta olduğunu gösteriyor olabilir (67). Görüldüğü gibi
prostat kanseri insidansı Amerika Birleşik Devletlerinde 1987’den
itibaren çok hızlı bir şekilde artmış ve 1992 yılında zirve yaparak
düşüşe geçmiştir (68). 1992 –95 yılları arasında yıllık yüzbinde 11.7’lik
bir düşüş görülmüştür. Bu düşüşte etkili olan faktörün önceden de
belirtildiği gibi tarama programları ile toplumda var olan kanserlerin
çoğunluğunun ortaya çıkarılmış olması ve böylece tanı konacak hasta
havuzunun küçüldüğü düşünülmektedir. 1995-1999 yılları arasında ise
yıllık yüzbinde 1.4’lük bir artış saptanmıştır. Bu dönemde PSA ile
yapılan taramalar sonucunda daha fazla TRUS biyopsi yapılmış ve bu
nedenle de prostat kanseri insidans hızı artmıştır. Prostat kanserine
bağlı mortalite değerlendirildiğinde ise 1999 SEER verilerine göre
Amerika Birleşik Devletlerinde 1973-1987 arasında %0,9 , 1987–1991
arasında %3 oranında artış saptanmışken, takip eden yıllarda 19911994 arasında % 7 ve 1995-1999 yılları arasında %4,3’lük bir düşüş
saptanmıştır. A.B.D’de 1995 yıllında 244.000 yeni prostat kanseri
vakasına rastlanırken yaklaşık 44.000 kişi bu hastalık nedeniyle
ölmüştür. Amerika Birleşik Devletleri için 2001 yılında tahmin edilen
yeni vaka sayısı 198.000 olarak belirlenirken , aynı yıl 31 900 kişi
prostat kanseri nedeniyle ölmüştür. Görüldüğü gibi geçen 7 yılda
prostat kanserine bağlı ölümlerde bir azalma olmuştur (69). Ancak aynı
şekilde 1995’de 44.000 olan ve 2001’de 31.000 rakamına gerileyen
prostat kanseri ölümleri için farklı açıklamalar yapılmaktadır. Prostat
kanseri için tarama yapılmasını savunan yazarlar mortalideki bu
düşüşün erken tanı sayesinde hastalara verilebilen etkili tedavi
programlarının eseri olduğunu öne sürmektedirler. Ancak tarama
programlarının etkin olarak uygulanmadığı İngiltere ve Galler’de de
1992 sonrası prostat kanseri insidansında görülen artışın çok az
olmasını ve bu ülkelerde de prostat kanseri ölümlerinin son yıllarda
azalma eğilimi göstermesini bu şekilde açıklamak mümkün
olmamaktadır (68).
3) Patoloji
Prostat kanserleri %98 oranında adenokanserdir ve çoğunlukla
periferik zondan köken alır (%70). %10-15 oranında santral zondan,
- 18 -
geri kalanı ise transizyonel zondan köken alır. Prostat kanseri %85
oranında multifokaldir. 40 yaşındaki her 100 erkeğin 30’unda
mikroskobik latent prostat kanseri vardır. Çok yavaş geliştikleri için bir
çoğu klinik önemli hale gelmezler. Klinik önemli kanser genelde 0.5
cm3’ten büyük ve/veya gleason skoru 7 ve ya daha fazla olan kanser
olarak tanımlanır. Gleason skorlaması en sık kullanılan prostat kanseri
derecelendirme sistemidir. Gleason skorlamasında glandüler yapı
dikkate alınır. En iyi diferansiye olmuş glandın skoru 1, en az
diferansiye glandın skoru 5 olacak şekilde puanlandırılır. En sık
görülen gland yapısıyla, daha az görülenin skorları toplanarak toplam
bir skor elde edilir. Buna kombine Gleason skoru da denmektedir. Bu
skor çok önemli bir prognostik göstergedir. Gleason skorlamasına göre
10 üzerinden; 2-4 skorları iyi diferansiye, 5-7 skorları orta diferansiye,
8-10 skorları az diferansiye kanser için kullanılır (57).
a)Perinöral İnvazyon:
Literatürde, biyopsilerde %7-35
oranında rapor edilmektedir (16). Biyopsideki tek malignite bulgusu
olabilir. Malignite için önemli bir kanıttır, ancak patognomonik
değildir, çünkü nadiren benign asinuslarda da izlenebilir. Buna karşın
siniri çepeçevre kucaklama, intranöral invazyon ve ganglion invazyonu
sadece kanserde görülür. İğne biyopsilerinde saptandığında yüksek
ekstraprostatik uzanım olasılığına işaret eder (14), ancak Gleason
skoru, serum PSA ve kanser yaygınlığı göz önüne alındığında bağımsız
bir prognostik faktör değildir (15), ancak varlığı ekstraprostatik uzanım
ile ilişkilidir (%93-%38) (16,17). Buna karşın lenf nod metastazı ve
progresyonu bağımsız olarak ön gördüğünü, radyoterapi ardından
olumsuz gidişle ilişkili bağımsız bir risk faktörü olduğunu bildiren
çalışmalar da vardır (18). (Şekil 4) Diğer bir yandan çok nadir olmakla
beraber nöronal mesafeye benign invasyonlar da olabilir. Ali ve Epstein
2005 yılında benign prostatik dokunun perinöral yayılımını “Benign
Perinöral Yayılım” olarak isimlendirmişlerdir ve 27 vaka sunmuşlardır
(129).
Şekil 4.
PNI. Patoloji preparatındaki
görüntüsü.
- 19 -
b)Ekstraprostatik Uzanım (EPU): Kanserin prostat sınırları
veya kapsülü dışına uzanması EPU için diagnostiktir. Prostat içinde yağ
dokusu son derece nadirdir. Dolayısı ile neoplastik bezler yağ hücreleri
ile temas ettiğinde EPU kolayca tanınır. Ancak EPU için tümörün
mutlaka adipositlerle birlikte olması şart değildir. Neoplasm prostat
dışına ilerlediğinde yağ dokuda desmoplastik reaksiyona yol açar,
dolayısı ile bezin dışında mı yoksa prostatın fibröz dokusu içinde mi
olduğunu değerlendirmek güçleşir. Prostatın eksternal yüzeyi takip
edildiğinde, dışa doğru ilerleyen tümörün yol açtığı normal dışı bir
bombeleşme ve düzgün konturda bozulma, normal prostatik asinusların
ötesindeki neoplastik bezlerle birlikte EPU için yeterlidir. Bu özellikle
androjen deprivasyon tedavisi almış ve ekstraprostatik doku içinde
desmoplastik reaksiyon uyandırabilen tümörlerde akılda tutulmalıdır.
Nörovasküler demetler kanserin prostattan kaçması için en düşük
direnç yollarıdır. Bu demetler posterolateral köşelerde bulunur. Yağ
dokusu ile temas halinde olmasa bile nörovasküler demetlerde perinöral
invasyon EPU ifadesidir. Ancak perinöral invasyon tek başına EPU
göstergesi demek değildir ve prostat stroması içindeki büyük olabilecek
sinirler nörovaskuler demet sanılamamalıdır. Diğer bir nokta anteriorda
prostat fibromuskuler stromasının pubik kemiğe komşu çizgili ve düz
kas dokusu ile iç içe olmasıdır ve bu bölgede ekstraprostatik dokuyu
tayin etmeyi sağlayacak yağ dokusu genellikle yetersizdir; dolayısı ile
EPU’yu tanımak zordur, ancak prostat stroması ile çizgili kas
arasındaki düzgün yuvarlak sınırı tümör tartışmasız olarak aşmışsa
teşhis edilebilir.
En sık EPU posterior ve posterolateral prostatta izlenir, zira
tümörler en sık bu bölgelerde yerleşirler. Tümör hacmiyle EPU ve
seminal vesikül invasyonu arasında kuvvetli bir ilişki vardır. Bir otopsi
çalışmasında hacmi 0,47cc’den düşük olan tümörlerde EPU %2 iken,
daha büyük tümörlerde bu oran %52 bulunmuştur (123). EPU
varlığında %57-81 hastada cerrahi sınır pozitiftir (124,125). Prostat
dışında sadece bir iki neoplastik bez izlenmişse EPU’nun fokal olduğu
belirtilmelidir. Nitekim EPU derecesi radikal prostatektomi sonrası
progresyon riskiyle ilişkilidir. (Şekil 5).
- 20 -
Şekil 5. L0,L1 ve L2 prostata sınırlı hastalığın üç seviyesini göstermektedir. L3,
pT3a evresindeki hastalığı gösteriyor olup “F” fokal invasyonu, “E” ise ekstraprostatik
uzanımı göstermektedir.(H.Bonkhoff, Pathologe 2005·26:433–443 DOI 10.1007/s00292005-0792-z © Springer Medizin Verlag 2005).
4) Tanı
Prostat kanseri periferal zondan köken aldığı için sıklıkla erken
dönemde bulgu vermez. Prostat kanserine bağlı semptomların ortaya
çıkması lokal ilerlemiş veya metastaz yapmış hastalığın habercisidir.
Son yıllarda özellikle tarama çalışmalarının artmasıyla prostat kanserli
hastaların başvuru şekilleri de oldukça değişmiştir. Önceki yıllarda
prostat kanserli hastalar ileri evre hastalık nedeni ile kilo kaybı kemik
ağrıları yorgunluk ve üriner retansiyon ile başvururlardı. Son
zamanlarda asemptomatik olarak saptanan veya erken evrelerde
yakalanan olgu sayısı artmaktadır. Mesane çıkımı obstrüksiyonu
semptomları, prostat kanserinin kendisine bağlı olabileceği gibi, daha
sıklıkla beraberindeki BPH’ne bağlıdır. Obstrüktif semptomlar zayıf
idrar akım hızı, rezidülü işeme iken irritatif semptomlar ise urgency, sık
idrara gitme olarak sayılabilir. Lokal ileri evre prostat kanseri
semptomları arasında hematüri, dizüri, inkontinans sayılabilir.
Nörovasküler sinir demeti invazyonuna bağlı ağrı olabilir. Rektum
invazyonuna bağlı konstipasyon, tenesmus ve rektal kanama
görülebilir. Seminal vezikül invazyonuna bağlı hemospermi nadir
olarak gözlenebilir. Metastatik hastalığa bağlı semptomlar olarak kemik
metastazlarına özellikle pelvis ve lumbar vertebra metastazlarına bağlı
sırt ağrıları sayılabilir. Patolojik kırıklar ve özellikle femur başı
- 21 -
kırıkları görülebilir. Spinal kord kompresyonuna bağlı nörolojik
semptomlar bulunabilir. Lenf nodu metastazlarına sekonder üreter
obstrüksiyonu gelişebilir. Ayrıca alt ekstremite de ödem, bel ağrısı,
anüri, anemi, kilo kaybı ve kanamalara sebep olabilir. Bunların dışında
nadir olarak da periüreteral yayılıma bağlı olarak retroperitoneal
fibrozis, paraneoplastik sendromlar ve dissemine intravasküler
koagulasyon olabilir. Rutin serum PSA ve rektal muayene ile prostat
kanseri taraması yapılmasının prostat kanseri mortalitesini azaltıp
azaltmadığı tartışmalı bir konudur. Elli yaş üzerindeki erkeklerde
parmakla muayene ve serum PSA ölçümleriyle prostat kanseri taraması
yapılmasını öneren araştırmacıların dayanaklarını şu şekilde
sıralayabiliriz:
İlerlemiş prostat kanserinin tedavisi yoktur. Basit olan bu testler
organa sınırlı hastalığı yakalamada oldukça etkindir ve organa sınırlı
prostat kanserinin etkin tedavisi mümkündür. Prostat kanseri için
tarama yapılmasına karşıt olanlar ise şu görüşleri savunmaktadır. Erken
prostat kanseri tanısı alıp tedavi edilen ve tedavi edilmeyen hastaların
uzun dönemdeki sağ kalımlarını ortaya koyan randomize bir çalışma
yapılmamıştır ve erken tanının prostat kanseri mortalitesini azalttığını
gösteren bir veri olmaksızın yapılan PSA ölçümü ileri gereksiz testlerin
ve tedavilerin yapılmasına neden olabilir. Ayrıca tedavi hastaya
fazladan morbidite yüklemektedir (70). Son yıllarda, “prostat kanser
antijeni” (PCA) ile ilgili çalışmalar da artan sayıda literatürde yerini
almaktadır.
a) Tanı Yöntemleri
Parmakla rektal inceleme (PRİ), prostat spesifik antijen (PSA) ve
transrektal ultrason (TRUS) eşliğinde biyopsi, prostat kanserinin erken
tanısında kullanılan tanı yöntemleridir. Prostat kanseri riskini
belirlemede en yararlı olarak kullanılacak test PRİ ve PSA
kombinasyonudur. Düşük prediktif değeri ve maliyet nedeniyle TRUS,
tarama testinde ilk test olarak tercih edilmemektedir. Parmakla rektal
inceleme prostat kanseri tanısında en basit ve en güvenli araçtır.
Parmakla rektal incelemede prostat asimetrisi, nodül, seminal vezikül
ve rektum patolojileri anlaşılabilir. Palpabl prostat nodüllerinin sadece
- 22 -
1/3’ü aslında prostat kanseridir. Geri kalan 2/3 ise BPH, prostat taşı,
prostatit, seminal vezikül anomalileri ve rektal patolojilerdir.
Parmakla rektal inceleme yöntemi prostat kanserlerinin lokal
yayılımlarının değerlendirilmesinde ilk kullanılan yöntemdir. Ancak,
prostat kanserlerinin az bir bölümünün palpabl olması ve palpabl
kanserlerin de bu aşamada prostat kapsülünü aşmış durumda
bulunması, bu yöntemin önemli dezavantajlarını oluşturmaktadır (71).
TRUS’un kullanım alanına girmesiyle birlikte palpabl olmayan
kanserler de belirli oranda görüntülenebilir hale gelmişlerdir. TRUS ve
beraberinde alınan prostat biyopsileri ile günümüzde prostat kanserinin
daha yüksek oranlarda tanısı mümkün olmuştur. Bugün için PRİ’nin
pozitif öngörü değeri %23 ile %56 arasında değişmektedir (71).
Belirgin prostat kanseri riski nedeniyle, PRİ’sinde patoloji saptanan
erkeklerden PSA düzeyleri ne olursa olsun biyopsi alma gerekliliği
vardır. Çünkü prostat kanserlerinin %25’inde serum PSA değeri normal
kabul edilen 4 ng/dl’nin altındadır. PRİ ile kanserlerin %23-%45’i
atlanmaktadır (71). Üstelik PRİ ile yakalanan kanserler genellikle ileri
evre kanserler olmaktadır. Serum PSA ölçümlerinden önceki yıllarda
doktorlar sadece parmakla muayene bulgularına dayanarak kanser
tanısı koymaktaydılar.
b) Prostat Spesifik Antijen (PSA)
1970 yılında prostatta tanınmasını takiben, laboratuarda PSA
ölçümü 10 yıl sonra 1980’de yapılmıştır. 1987’de Stamey’in ilk büyük
klinik yazısını takiben, 1991 ve 1992’de yapılan tarama çalışmalarında
PSA çağı gerçek anlamda başlamış ve prostat kanseri için yeni bir
dönem açılmıştır. PSA semenin likefaksiyonundan sorumlu bir
glikoproteindir. Kallikrein gen ailesinin bir üyesi olan PSA, bir serin
proteaz olup erkeklerde prostatik epitel ve periüretral bezlerden
salgılanmaktadır. PSA’yı kodlayan genin DNA sıralaması 19.
kromozom üzerinde olduğu belirlenmiştir. PSA seminal sıvı içinde
yüksek konsantrasyonlarda bulunmaktadır (mg/ml). Serumda ise düşük
konsantrasyonlardadır (ng/ml). Serumdaki PSA %65-90 oranında bağlı
durumdayken geri kalanı serbest formda bulunur. Büyük çoğunluğu
alfa-1-antikimotripsin ve alfa-2-makroglobulin gibi proteazlara
- 23 -
bağlıdır. Bugün için immünolojik testlerle ölçülebilen serbest PSA ve
alfa-1 antikimotripisine bağlı bağlı PSA’dır. Alfa-2 makroglobuline
bağlı PSA serumda tespit edilememektedir. Serumdaki serbest ve bağlı
PSA oranlarının ölçümleri kanser tanısını kesinleştirmek için
kullanılmaktadır. Bağlı PSA serumdan karaciğer yoluyla kaldırılır.
PSA’nın serumdaki yarı ömür 3 gün kadardır. Dolayısıyla radikal
prostatektomi ile prostatın tamamı çıkarıldığında PSA’nın ölçülemez
düzeylere düşmesi birkaç hafta alacaktır. PSA salgılanması androjenler
tarafından etkilenir. Serum PSA düzeyleri puberteden sonra başlayan
lüteinize edici hormon ve testosteron salgılanmasıyla birlikte
artmaktadır. Serbest PSA’nın klirensi ise böbrekten glomerüler
filtrasyon yoluyla veya antiproteazlarla yeni kompleksler oluşturma
yoluyla olmaktadır ve yarı ömrü bağlı PSA’dan daha kısadır (2-3 saat).
Serum PSA yükselmesi prostatik doku bütünlüğünün bozulması sonucu
prostatik dokudan kana karışan PSA nedeniyle gerçekleşmektedir. Bu
duruma prostat hastalıkları neden olabileceği gibi buna çeşitli prostat
manipülasyonları da (prostat masajı, prostat biopsisi) neden olabilir.
Prostat biyopsisi sonrası artan PSA düzeyinin normale dönmesi 4
haftayı bulmaktadır. PSA 4 ng/ml’nin üzerinde olan hastaların ancak
%20-25’i prostat kanseri iken , PSA 10 ng/ml’nin üzerinde olanların
prostat kanseri oranları %60’a kadar bildirilmiştir. Parmakla muayene
sonrası serum PSA düzeylerindeki yükselmelerin klinik olarak yanlış
yorumlanmayacak düzeylerde olduğu bildirilmiştir (72). Prostat
hastalığının varlığı (prostat kanseri, selim prostat hiperplazisi, prostatit)
PSA yükselmelerindeki en önemli faktörlerdir (73,76). PSA yüksekliği
prostat hastalığını göstermektedir ancak prostat hastalığı olan herkesin
serum PSA değerleri yüksek olmadığı gibi PSA yüksekliği kansere de
spesifik değildir. Kanser ve selim prostat hiperplazisi için uygulanan
prostata yönelik tedaviler prostatik epitelin hacmini azaltarak serum
PSA düzeylerindeki düşmeye neden olur. Antiandrojenler, LHRH
analogları, orşiektomi, prostatın cerrahi eksizyonu, prostat radyoterapisi
serum PSA düzeyini düşüren işlemlerdir. PSA’nın rutin kullanımı,
kanser yakalama oranlarını PRİ ile verilen rakamların üzerine çıkarır.
PRİ’nin pozitif öngörü değerini, organa sınırlı kanserlerinin tanı alma
oranını arttırır. Serum PSA değerinin yüksek olması kanser açısından
tek başına parmakla muayeneden veya TRUS ile tespit edilen bir
lezyondan daha değerlidir. Kanser riski serum PSA değerinin düzeyi ile
- 24 -
doğrudan ilişkilidir. Düzey ne kadar artarsa kanser ihtimali de o ölçüde
artmaktadır (71). Her ne kadar kanser için serum PSA değerleri en
yüksek pozitif prediktif değeri olan test olsa da PSA’nın parmakla
muayene yapılmadan kullanılmasının sakıncalı olacağı bildirilmektedir.
Çünkü kanserlerin %25’inde serum PSA değerleri 4 ng/dl değerinin
altında olmaktadır. Serum PSA düzeyi ölçümleri prostat kanser tanısı
almaya kadar geçen süreyi kısaltmaktadır. PSA kullanılmaya
başlamadan önce prostat kanseri tanısı almış hastaların dondurulmuş
serumlarında yapılan çalışmalarda, serum PSA üst sınırı 4 ng/dl
alındığında hastalara tanı aldıkları gerçek tarihten 4 - 6 yıl öncesinde
tanı koymanın mümkün olabileceği görülmüştür. Bir başka bulgu da
PSA ile tanı konulan hastaların patolojik olarak PRİ ile tanı konulan
hastalara benzerlik gösterdikleridir. Yani PSA ile tanı konulan hastalar,
tıpkı palpe edilebilir bir lezyon gibi klinik olarak önemli bir grubu
temsil etmektedirler (74).
PSA kullanımının artması ve toplumun bilinçlenmesi Amerika
Birleşik Devletlerinde “Stage migration” yaratıp, tanı alan erkeklerin
yarısından fazlasının T1c evresinde, yani PSA yüksekliği nedeniyle
biyopsi yapılıp organa sınırlıyken yakalanmasına yol açmıştır (75).
Serum PSA düzeylerinin yaşlanma ve selim prostat hiperplazisi
nedeniyle arttığının gösterilmesi, araştırmacıların PSA’nın kanser ve
selim olaylar arasında ayrım yapabilme yeteneğini arttırmaya yönelik
çalışmalara yöneltti. PSA’nın özgüllüğünü artırmak için literatürde
birçok çalışma vardır. Bu amaçla, serum PSA değerinin prostat
hacmine göre ayarlanması (PSA dansitesi), serum PSA düzeyinin yaşa
göre ayarlanması, PSA düzeylerindeki değişim hızının hesaplanması
(PSA velositesi, ya da hızı) gibi yöntemler PSA’nın pozitif öngörü
değerini arttırmak amacıyla kullanılmaya başlanmıştır (77,78). Yeni
immünolojik testlerin bulunmasıyla serum PSA’nın moleküler
formaları ölçülmeye başlamış ve serbest formdaki PSA’nın düzeyleri
kanser ayrımı yapmakta bir araç olarak kullanıma girmiştir. Son
dönemde PSA sınırını düşürmeye yönelik araştırmalar yayınlanmaya
başlanmış, PSA sınırını 3 hatta 2.5 ng/ml alırsak önemli oranda kanser
yakalayabileceğimize dair önemli bilgilere ulaşılmıştır (79). Son
günlerde yine bir human kallikrein gen ailesinin bir ürünü olan ve
aminoaist dizilimini PSA’nınkiyle %78 benzer olan hK-2 üzerinde
- 25 -
durulmaktadır. hK-2’in PSA’dan daha fazla şekilde tümör spesifik
olduğu Darson ve ark. tarafından da gösterildikten sonra bu protein
üzerinde çalışmalar yapılmış ve hk-2/PSA oranının kesim değeri 8,3
alındığında kanser yakalamada %90’nın üzerinde özgüllük ve %60’nın
üzerinde duyarlılık ile başarılı olduğu gösterilmiştir (80,81). Tek bir
kan tetkikiyle serbest ve total PSA değerleri kadar kanser yakalamada
etkin bir tanı aracı bulma girişimlerinde, ACT ile bağ yapan kompleks
PSA düzeyleri araştırılmıştır. Yapılan çalışmalar kompleks PSA’nın tek
başına total PSA kadar etkin olduğunu, kompleks/total PSA oranının
S/T PSA kadar etkin olduğunu ama tek başına kompleks PSA’nın S/T
PSA oranına üstünlüğü olmadığını göstermiştir (82,83,84).
c) Yaşa Göre PSA
Serum PSA düzeylerinin ilerleyen yaş ile artmasının nedeni
yaşlılıkla büyüyen prostat bezidir. Bazı araştırmacılar bundan hareketle
PSA’nın yaşa göre ayarlanmasının, her yaş için aynı üst sınırın
kullanılmasına kıyasla kanser yakalamada daha başarılı olduğunu öne
sürmüşlerdir. 1993 yılında Oesterling ve ark. prostat kanseri olmayan
her yaş grubundan erkeklerde yaptıkları kohort çalışmada yaşa göre
normal PSA düzeyi aralıklarını bildirmişlerdir. Buna göre olabilecek en
yüksek normal PSA düzeyleri 40-49 yaş arası 0-2.5 ng/dl , 50-59 yaş
için 0-3.5 ng/dl, 60-69 yaş için 0-4.5 ng/dl ve 70 yaş üstü için 0-6,5
ng/ml olarak belirtilmiştir. Böylece tedaviden fayda görecek olan genç
hastalar daha fazla tespit edilirken tedaviden fayda görme ihtimali az
olan yaşlı hastalara yapılacak olan gereksiz değerlendirmelerin de
önüne geçilmiş olmaktadır (73). Ancak 50-70 yaş arası erkekler için
sınır 4 ng/dl olarak kabul edilirse maksimum sayıda kanser
yakalanacağını ve minimum sayıda gereksiz biyopsi yapılacağını
söylemişler, yaşa göre PSA düzenlemesinin ek bir avantaj olmadığını
belirtilmişlerdir (85,86).
d) PSA Dansitesi
Catalona ve ark. (87), PSA yüksekliği olan kişilerin %80’inin
PSA düzeylerinin 4 ve 10 ng/dl arasında olduğunu belirtmişlerdir ve bu
insanlardaki PSA yüksekliğinin nedeninin, kanserden çok prevelansı
- 26 -
yüksek olan selim prostat büyümesi olduğunu söylemişlerdir. Bu
bulgudan yola çıkarak Benson ve ark. (88) serum PSA değerini
prostatın ultrasonografik olarak ölçüm hacmine oranlayarak
hesapladıkları PSA dansitesinin (PSAD) kanserleri ayırt etmekte yararlı
bir gereç olduğunu göstermişleridir. Başka araştırmacılar da, PSAD ile
kanser arasında doğrudan bir ilişkinin varlığına dikkat çekmişler ve
PSA düzeyi 4-10 ng/dl arasında olan, parmakla muayenesi ve TRUS
bulgularında kanser şüphesi olmayan hastalarda prostat biyopsisi almak
için PSAD üst sınır değerinin 0.15 olarak bildirmişlerdir (77). Fakat
PSAD’nin yararlılığı bütün çalışmalarda doğrulanmamıştır. Catalona ve
ark. (87) yukarıda belirtilen değerlere göre biyopsi yapıldığında
kanserlerin yarısının atlanacağını bildirmişlerdir. Brawer ve ark. (89)
PSAD’nin, serum PSA değerinin 4-10 ng/dl olması durumunda kanser
tanısı koymada serum PSA düzeyinin tek başına özgüllüğünü
arttırmayacağını göstermişlerdir. Ayrıca pozitif biyopsisi olan erkelerin
PSAD’lerinin negatif biyopsisi olanlara kıyasla yüksek olması, küçük
prostatlarda sekstant biyopsilerle kanser yakalamanın daha kolay
olmasından kaynaklanmaktadır (77). PSAD kullanımı ile ilgili bu
çelişkili açıklamarın altında birçok değişik neden yatabilmektedir. Her
şeyden önce boyutları ile prostatların salgıladıkları PSA arasında
farklılıklar olmaktadır. Bunu nedeni PSA salgılayan epiteller arasında
miktar olarak farklılıklar olmasıdır. Bu gün için PSA salgılayan prostat
ölçecek
girişimsel
olmayan
metod
epitelinin
miktarını
bulunmamaktadır. Ayrıca prostat hacminin hesaplanması için
geliştirilen formüllere şekil olarak uygunluk göstermeyen bazı
prostatların da hesaplanan hacimleri gerçeğinden farklı olabilmektedir.
Prostat kanseri olmayan erkeklerde dolaşımdaki PSA’nın
belirleyicisinin transizyonel zon epiteli olduğu Lepor ve ark. (90)
tarafından belirtilmiştir. Selim prostat hiperplazisinde de büyüyen
kısmın transizyonel zon olması ve serum PSA düzeyinde esas olarak bu
bölgenin etkili olması, transizyonel zon PSAD’nin kanser ve selim
prostat hiperplazisinin ayrımında faydalı olacağı görüşünü gündeme
getirmiştir (91). Her ne kadar PSAD kanser tahmini için mükemmel bir
yöntem olmasa da PSA değerleri 4-10 ng/dl arasında olan erkeklerde
biyopsi kararı almakta potansiyel bir yardımcı olmaktadır.
Kliniğimizde 1999 yılında yapılan bir çalışmada transizyonel zon PSA
dansitesinin serbest PSA yüzdesi haricinde, diğer PSA
- 27 -
parametrelerinden daha üstün olduğu gösterilmiştir
(Sönmez NC.:Prostat
kanserinde transizyonel zon PSA dansitesinin PSA ve PSA dansitesi ile karşılaştırmalı
tanısal değeri.Uzmanlık tezi,1999).
e) PSA Velositesi
Ölçülen PSA düzeylerinin zaman içinde gösterdikleri değişim
PSA velositesi ya da PSA değişim hızı olarak adlandırılır. Donmuş
serumlarda yapılan çalışmalar, prostat kanseri olan hastaların serum
PSA’larındaki artışın kanser olmayanlara göre daha hızlı olduğunu ve
bu hızın kanser olmayanlarda yılda maksimum 0.75 ng/dl olduğunu
göstermiştir (92). Başka çalışmalar da kanser olan hastaların PSA artış
hızlarının yılda 0.75 ng/ml den fazla olduğunu göstermiştir. PSA
değişim hızının hesaplanması için önerilen en kısa takip süresi 18 ay
olarak bildirilmiştir (77).
f) PSA’nın Moleküler Formları
PSA’nın serumda bağlı ve serbest formlarının bulunması ve
bunların ölçülebilir hale gelmesiyle bu moleküler formların kanser
tespit etme yeteneğini arttırabileceği gündeme gelmiştir. Prostat kanseri
olanların serumunda PSA’nın çoğunluğunun kimotripsine bağlı , az bir
kısmının ise serbest olarak bulunduğu, kanser olmayanlarda ise bunun
tersinin doğru olduğu görülmüştür (77). Christensson ve ark (93)
prostat kanseri olan ve olmayan kişilerde serbest/total PSA oranlarına
bakmışlar, 0.18 ve daha küçük oranların kanser yakalama oranını, tek
başına total PSA ölçümüne kıyasla daha çok arttırdığını
göstermişlerdir. Catalona ve ark. (94), PSA değerleri 4-10 ng/dl
arasında olan kişilerde serbest/total PSA oranının tek başına kanser
yakalamada hastanın yaşı, prostat boyutu, parmakla muayene gibi diğer
parametrelerden daha değerli bilgiler verdiğini göstermişlerdir.
Serbest/total PSA oranında duyarlılık ve özgüllük açısında kesim
noktası olarak belirlenen rakamın optimum hale gelmesi prostat
hacmine göre değişmektedir. Çünkü burada en çok büyümüş prostatı ile
birlikte kanseri olanlar ve kanseri olmaksızın prostat büyümesi olanlar
arasında karışıklık yaşanmaktadır. Serum PSA’sı 4-10 ng/dl arasında
olan kişilerde yaptıkları çalışmada Catolana ve ark. (94) prostat hacmi
- 28 -
40 cc’den büyük olanlarda serbest PSA oranının kesim noktasının %23
ve aşağısı olarak alınmasıyla gereksiz biyopsilerin %31’nin elendiğini,
oysa prostat hacmi 40 cc’den küçük olan kişilerde serbest PSA oranının
%14 ve aşağısı olarak belirlenmesiyle gereksiz biyopsilerin %79
oranında azaldığını belirtmişlerdir. Dolayısıyla serbest PSA ölçümleri,
PSA değerleri 4-10 ng/dl arasında olan kişilerin , kanser açısından
yüksek ve düşük riskli olarak sınıflandırılıp bu şekilde biyopsiye
gidecek bireylerin daha sağlıklı seçilmesine yaramaktadır. PSA prostat
kanseri tanısı için kullanılan testler içinde en büyük pozitif prediktif
değere sahip testtir. PSA ile tespit edilen kanserler boyut ve grade
olarak parmakla muayene ile tanı konulan kanserlerle kıyaslanabilir
özelliktedir. Tarama çalışmaları, sadece parmakla muayene ile tanısı
konan kanserlerin büyük çoğunluğunun ileri evre olduğunu, ancak
parmakla muayene ve PSA ile beraber tanı konulanların ise
çoğunluğunun organa sınırlı olduğunu göstermiştir.
Evreleme açısından PSA, klinisyenin en çok yararlandığı
yöntemlerden biri olup Gleason skoru, sistematik biyopsi ve PSA
preoperatif dönemde kombine kullanılan parametrelerdir. Preoperatif
gleason skoru <6, PSA <20 ng/ml ve evre T1a veya T2a
kombinasyonundaki hastaların %80-90’ının hastalığı organa sınırlı
iken, evresi T1b,T2b veya T2c olan hastaların %60-70’inin organa
sınırlı olduğu gösterilmiştir (57). Evreleme açısından, PSA tek başına
sadece %50-60’lık bir doğruluk sağlar. Örneğin Oesterling ve ark.
PSA’nın doğruluk oranını kapsüler penetrasyon için %55 ve seminal
vezikül ve lenf nodu tutulumu için %50 olarak yayınlamışlardır. Ercole
ve ark. PSA’nın ekstrakapsüler tümörü olan hastaların %59’unda
yüksek (10 ng/ml’nin üzerinde ) ve kapsüle sınırlı hastalığı olanların
%7’sinde yine yüksek olduğunu rapor etmişlerdir. Stamey ve ark.
PSA’nın, düzeyi 10 ng/ml’nin altında olan olguların lenf nodu
tutulumuyla ilişkisiz, 40 ng/ml’nin üzerindeki seviyelerin ise %63
ihtimalle lenf nodu tutulumuyla ilişkili olduğunu bulmuşlardır (57).
PSA’nın en değerli yanı, radikal prostatektomi sonrası nükslerin
saptanmasıdır. PSA’nın radikal prostatektomi sonrası sıfıra inmesi
beklenir aksi rezüdüel hastalık varlığını düşündürür. Radikal
prostatektomi sonrası başlangıçta sıfıra inen PSA değerleri sonradan
yükselirse, bu hastalığın nüks ettiğini düşündürür (57).
- 29 -
PSA, ilerlemiş kanseri olan hastaların takibinde de etkin tümör
belirleyicisi gibi gözükmektedir. Killian ve ark. düzenli olarak ölçülen
PSA değerleri ile hastalıksız sağkalım oranları arasında anlamlı bir
korelasyon saptamışlardır. Ercole ve ark., evre D2 prostat kanseri olan
86 hastanın %98’inden, PSA seviyelerinde yükselme olduğunu
bulmuşlardır. Stamey ve ark. evre D2 hastalığı olan 22 olgunun
%100’ünde PSA’nın yüksek olduğunu saptamışlardır (57).
g) Diğer Tümör Belirteçleri
Tümör grade’i ve PSA’dan ayrı olarak DNA ploidisinin de
kanser prognozunu belirlemede yararlı olduğu bildirilmiştir. Birçok
çalışmada düşük grade’li tümörlerin diploid, yüksek grade’li tümörlerin
aneuploid olduğu saptanmıştır. Tribukait’in çalışmasında da, diploid
tümörlerin tedaviye aneuploid tümörlerden daha iyi cevap verdiği
görülmüştür. Ploidi ile yaşanan problemler arasında, heterojen
tümörlerde örnekleme hataları ve standardize yöntemlerin olmayışıdır.
Ploidinin tümör grade’i üzerine, değerlendirme farklıklarından doğan
hataların daha az olması gibi bir avantajı vardır (57). Tanı sırasındaki
tümör hacmi de prognostik önem taşımaktadır. Birçok çalışmada
ekstrakapsüler uzanım ve metastazların tümör volümüyle doğru orantılı
olduğu gösterilmiştir. Buradaki problem, mevcut tekniklerin, tedaviden
önce tümör volümünü doğru olarak saptamada yetersiz kalmasıdır. Bu
konuda en çok kullanılan metod TRUS’tur. Bununla birlikte hipoekoik
olmayan tümörlerde TRUS’un ortalama %40 hata payı bulunmaktadır.
Halen klinik olarak kullanılmayan, araştırma safhasında olan bir çok
teknik bulunkatadır. Örneğin, patoloji spesmeninde veya serumda
polimeraz zincir reaksiyonuyla (Polymerase Chain Reaction PCR) p53
geni, retinoblastoma geni, emyc, CIS, ras, c-erbB-2, caveolin gen
ekspresyonlarının tespiti, bc1 1-2, p27, Ecadherin, büyüme faktörü ve
sitokin ekspresyonu seviyelerinin (tranforming growth alpha, beta)
tahmin edilmesi, manyetik rezonans spektroskopisi bu yeni
tekniklerdendir (57,95).
- 30 -
5) Ayırıcı Tanı
Rektal muayenede prostatta anormal bulgular saptanması pek çok
değişik durumla ilişkili olabilir. Bir prostat anormalliğinin biyopside
malign sonuçlanması ihtimali %33 ile %50 arasında değişir. Prostatik
nodüller, benign hiperplazi, kronik inflamasyon ve prostatit, prostat
tüberkülozu, önceki biyopsilere bağlı fibrozisler , prostat kistleri yada
taşlarıyla ilişkili olabilir. Hastanın öyküsü ve fizik muayenesindeki
ipuçları diğer hastalıklara yönlendirilir. Benign hiperplazi, genellikle
uzun bir obstruktif üriner semptomlar hikayesi ve kanserde olduğundan
daha büyük prostatla ilişkilidir. Tüberküloz, etkenle karşı karşıya kalma
öyküsünde, önceden geçirilmiş pulmoner tüberküloz hikayesinde, ateş,
steril piyüri varlığında akla gelmelidir. Epididim lezyonlarında prostat
tutulumu da sıktır. Prostatit sıklıkla uzun bir hikaye ve prostatik
sekresyonlarda ya da idrarda patolojik düzeyde lökosit bulunması
durumunda düşünülmelidir. Hepsinde de tanı, biyopsi ve histopatoloji
ile doğrulanır. Hematüri ve mesane çıkım obstrüksiyonu bulguları ile
başvuran hastalar, diğer hematüri ve obstrüktif semptomlar yönünden
araştırılmalıdır. Bunlar arasında benign prostat hiperplazisi, mesane ve
böbrek patolojileri vardır. Kemik ağrısı, patolojik kırıklar ve vertebral
kollaps nedeniyle omurilik basısı yine prostat kanserinin ekarte
edilmesi için rektal muayeneyi gerektirir. Kemik pelviste sklerotik
lezyonları, anormal serum alkalen ve asit fosfatazı olan asemptomatik
hastalarda, paget hastalığı da göz önünde bulundurulmalıdır. Normal
PSA düzeyleri ve ağırlık taşıyan hatlar boyunca karakteristik
subperiosteal kortikal kalınlaşma paget hastalığının ayrımını sağlar.
6) Evreleme
Prostat kanseri evrelemesinde ilk olarak Whitmore-Jewett sistemi
kullanılmıştır. İlk sistem Whitmore tarafından 1956 yılında önerilmiştir
(50). Bu öneriye göre Whitmore prostat kanserini; Evre 1: Klinik olarak
latent prostat kanseri, Evre 2: Klinik olarak manifest erken prostat
kanseri, Evre 3: Klinik olarak manifest, uzak metastaz belirtisi
bulunmayan lokal ileri prostat kanseri ve Evre 4: Klinik olarak
manifest, uzak metastaz belirtisi bulunan ileri evre prostat kanseri,
- 31 -
olarak sınıflandırmıştır. Bu tarife göre Evre 1’de prostatta kanser tespiti
sadece patolojik olarak vardır, biyokimyasal ve klinik hiçbir belirti
yoktur. Evre 2’de PRM pozitiftir, fakat hasta asemptomatiktir. Evre
3’de buna prostatizm semptomları da eklenmiştir. Evre 4’de ise
metastaz varlığı şüphe götürmeyecek şekilde mevcuttur. Daha sonraki
yıllarda bu sistem Prout (51) ve Jewett (52) tarafından modifiye
edilmiştir.
TNM Sistemi:
Daha sonraki yıllarda UICC/AJCC (Union Internationale Contre
le Cancer)/(American Joint Committee on Cancer) TNM (TumorNodes-Metastasis) sistemi baskın olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Prostat kanseri günümüzde artık hemen heryerde TNM sistemine göre
evrelendirilmektedir. Bu sınıflandırma UICC’nin kitabına (53) göre
sadece adenokarsinomlar içindir. Başka hiçbir histolojik grubu içermez.
AJCC’nin sınıflandırması (54) ise biraz farklıdır. Buna göre
adenokarsinom ve müsinöz, küçük hücreli, papiller, duktal, ve
nöroendokrin gibi alt grupları ile prostatın skuamoz kanserleri de
sınıflandırmaya dahildir, fakat sarkom yada prostatın değişici epitel
hücreli kanserlerini kapsamaz. Prostatın değişici epitel hücreli kanseri,
üretra tümörü olarak sınıflandırılır. Hastalığın patolojik yada sitolojik
olarak kesinleştirilmesi TNM sınıflandırması için şarttır.
En son versiyon 2002 yılında çıkmış ve bu sistemde bir anlamda
T kategorisinin evrelendirmesinde 1992 sistemine geri dönüş
yapılmıştır (53,54). Diğer kategoriler 1997 sistemi ile aynı kalmıştır.
Prostat kanserinde klinik evrelendirme (cTNM) ve patolojik
evrelendirme (pTNM) vardır. Patolojik evrelendirme klinik
evrelendirme ile aynıdır, ancak patolojik evrelendirmede T1 kategorisi
yoktur, pT2’den başlar. Patolojik evrelendirme için genellikle radikal
prostatektomi yapmak gerekir. Ancak, pozitif rektum biyopsisi pT4
için, pozitif periprostatik yumuşak doku veya seminal vesikül biyopsisi
pT3 sınıflandırması için yeterlidir (54). En son TNM sistemi (2002) ile
orjinal Whitmore-Jewett sistemi Tablo 1’de gösterilmiştir. TNM evre
grupları Tablo 2’de gösterilmiştir.
- 32 -
Tablo 1. 2002 TNM Sistemi ve Whitmore-Jewett Sisteminin Karşılaştırılması (55)
Whitemore- TNM
Primer Tümör (T)
Jewett
Tx Primer tümör değerlendirilemiyor
To Primer tümör varlığına dair bir belirti yok
A
T1 Tümör klinik olarak saptanamıyor; palpe edilemiyor,
görüntülenemiyor.
T1a Tümör, rezeke edilen dokunun ≤ %5’inde insidental olarak mevcut.
T1b Tümör, rezeke edilen dokunun > %5’inde insidental olarak mevcut
A1
Tümör rezeke edilen dokunun ≤ %5’inde veya ≤ 3 kanser odağı var
ve Gleason toplamı ≤ 7.
A2
Tümör rezeke edilen dokunun > %5’inde veya > 3 kanser odağı var
ve Gleason toplamı >7.
T1c Tümör ancak iğne biyopsisi ile belirlenebiliyor.
B
T2 Tümör prostat dışına çıkmamış1.
T2a Tümör tek bir lobun yarısında yada daha azında sınırlı.
B1
Prostatın tek lobunda sınırlı < 1,5 cm palpable nodül.
B2
> 1,5 cm palpable nodül.
T2b Tümör tek bir lobun yarısından daha fazla yer kaplıyor.
T2c Tümör her iki lobu da kaplıyor.
C
T3 Tümör kapsülden prostat dışına çıkıyor2.
T3a Kapsül dışına taşma (tek taraflı yada çift taraflı)3.
T3b Tümör seminal vesikül/leri invaze ediyor.
C1
Tek taraflı seminal vesikül invazyonu.
C2
Çift taraflı seminal vesikül invazyonu.
C3
Kemik pelvis duvarlarına invazyon.
T4 Tümör fikse yada seminal vesiküller dışındaki dokuları invaze
ediyor (mesane boynu, eksternal sfinkter, rektum, levator kasları
ve/veya pelvis duvarı).
Bölgesel Lenf Düğümleri (N)
Nx Bölgesel lenf düğümleri değerlendirilemiyor.
No Bölgesel lenf düğümlerinde metastaz yok.
D1
N1 Bölgesel lenf düğüm/lerinde Metastaz var
Uzak Metastaz (M)4
Mx Uzak metastaz değerlendirilemiyor.
Mo Uzak metastaz yok.
D2
M1 Metastaz var.
D2
M1a Bölgesel olmayan lenf düğüm/lerinde metastaz.
D2
M1b Kemik/lerde metastaz var.
D2
M1c Kemik metastazı olsun/olmasın başka bölge/lerde metastaz var.
1.
İğne biyopsilerinde tek bir lobda yada iki lobda tespit edilen fakat palpe
edilmeyen yada güvenilir bir şekilde görüntülenemeyen tümörler T1c olarak
sınıflandırılır.
- 33 -
2.
Prostat apexi içine yada prostat kapsülü içine (ötesine yada dışına değil)
invazyon T3 olarak değil, T2 olarak sınıflandırılır.
3.
Patolojik evrelendirmede cerrahi sınır pozitifliği “R1” (mikroskobik residüel
hastalık) işaretiyle belirtilmelidir.
4.
Birden çok lokalizasyonda metastaz olduğu durumlarda en ileri kategori tayin
edilir. En ileri kategori pM1c’dir.
Tablo 2. 2002 TNM Sisteminin Evre Gruplandırması (55).
Evre
T
Evre 1 T1a
Evre 2 T1a
T1b
T1c
T1
T2
Evre 3 T3
Evre 4 T4
Herhangi bir T
Herhangi bir T
N
No
No
No
No
No
No
No
No
N1
Herhangi bir N
M
Mo
Mo
Mo
Mo
Mo
Mo
Mo
Mo
Mo
M1
Derece
G1
G2,3-4
Herhangi bir G
Herhangi bir G
Herhengi bir G
Herhangi bir G
Herhengi bir G
Herhengi bir G
Herhangi bir G
Herhangi bir G
DRM lokal yayılımın belirlenmesinde değerli bilgiler verebilir.
Mevcut endurasyonun lateral kenarlarda devamlılığı, pelvik ve rektal
duvardaki endurasyonlar, seminal veziküllerin palpe edilebilir hale
gelmesi, kötü prognostik bulgulardır. Ancak DRM ile evreleme, birkaç
nedenle değerlendirme hatalarına açıktır. Patolojik muayene ile
karşılaşıldığında, tümör hacmi genellikle olduğundan daha küçük
olarak değerlendirilir. DRM ile tüm evre T1 kanserler atlanır (57). 153
hastalık bir seride, DRM anormalliği tek lobda mevcutken, TRUS
eşliğinde bilateral biyopsiler yapılmış ve %42 olguda bilateral kanser
saptanmıştır (95). TRUS ile prostat kanserinin ekstrakapsüler yayılımı
hakkında fikir edilinebilinir. TRUS ucuz olması, daha az zaman alması
ve aynı anda biyopsi almaya imkan tanıması yönüyle avantajlıdır.
BT veya MRI ile pelvik lenf nodu tutulumu araştırılabilir. BT’nin
lenf nodu tutulumunu tespit etmekteki duyarlılığı %50-75, özgüllüğü
%86-100, doğruluğu ise %83 - 92 arasında değişir. PSA >20 ng/ml,
gleason skoru>7 olmadıkça başvurulacak bir yöntem değidir. Ganglion
tutulumu için kriter, sadece lenf nodunun büyüklüğü olduğu için, yanlış
negatif ve yanlış pozitif bulgular sıktır. Bu nedenle BT ancak yaygın
hastalık durumunda yararlı olabilir (57).
- 34 -
MRI , kanser tanısında değerli değildir. Çünkü maliyeti yüksektir
ve benign–malign proses MRI’da maskelenebilir. Ancak, bilinen
hastalığın ekstrakapsüler ya da seminal vezikül invazyonu yapıp
yapmadığını ultrasonografiye oranla dahi iyi ortaya koyar. MRI
tekniğin evrelemedeki doğruluğu %83-90 arasındadır. Son zamanlarda
endorektal MRI kullanım alnına girmiştir ve bu yeni teknik
ekstrakapsüler yayılımı daha doğru saptamaktadır. MRI’ın bir
avantajıda, nörovasküler sinir koruyucu cerrahiye yardımcı olmasıdır
(57).
İskelet sistemine olan metastazları belirlemede metilen difosfanat
ile işaretlenmiş Tc99m sintigrafileri kullanılır. Kemik sintigrafilerinde
yalancı pozitiflik oranı %2’den az olarak rapor edilmiştir. Yalancı
pozitiflik nedenleri dejeneratif artrit, paget hastalığı ve travmadır.
Tanıda ilgili bölgelerdeki lezyon direkt grafiler ile kontrol edilmelidir.
Şüpheli durumlarda BT ince kesitleri ve lokalize (endorektal) MRI
yararlı olabilir. Kesin tanı için kemik biyopsisi gerekebilir (57). Prostat
kanserinde lenf nodu tutulumunu gösteren en iyi teknik pelvik lenf
nodu disseksiyondur (PLND). Lateralde iliak arter lenfatiklerinin
korunması, aşırı pelvik lenfatik dokunun çıkarılması ile oluşabilecek alt
ekstremitede ödem riskini azaltmaktadır. Pelvik lenfadenektominin
diğer komplikasyonlarından semptomatik lenfosel ancak %2-3 hastada
görülmektedir. Son zamanlarda laparoskopik PLND popüler hale
gelmiştir (57).
C) TRANSREKTAL ULTRASONOGRAFİ (TRUS)
Prostatın ultrasonik incelemesi transabdominal, perineal,
transüretral ya da transrektal yoldan yapılabilir. En iyi görüntü kalitesi
transrektal yoldan elde edilir. Bugünkü prostat görüntüleme tekniği
1971 yılında Watanabe tarafından önerilen yönteme dayanır (96).
Transdüserin yerleştirilmesinden sonra yapılması gereken ilk hareket
normal periferik zonun homojen bir görüntüsünü sağlamak olmalıdır.
Çünkü görülecek olan lezyonların ekojenitesi bu görüntüyle
karşılaştırılarak hipoekoik, izoekoik yada hiperekoik olarak
sınıflandırılacaktır. İşleme öncelikle tranvers planda inceleme ile
mesane tabanından başlanır. Seminal veziküller ve bunların ejekülatör
- 35 -
kanallara açıldığı bölge dikkatlice incelendikten sonra transdüser saat
yönünde ve aksi yönde döndürülerek prostatın tamamı görüntülenir.
Verumontanum çevresinde prostat, maksimum büyüklüğünde olduğu
için buradan transvers ve anterior-posterior ölçümler yapılır. Transvers
kesitler ürogenital diyafram içindeki prostat apeksine kadar alınır.
Transvers incelemenin tamamlanmasını takiben biplanar transdüser
saggital plana alınarak sağ tarafın önceliği ile incelemeye başlanır.
Sagittal görüntüleme transdüserin mediale döndürülmesiyle yapılır. Bu
esnada sefalokaudal boyut alınır, sol taraf da aynı teknikle incelenir
(57). Ultrasonografik incelemede görülebilen lezyonların beli başlı
olanları şöyle sıralanabilir. Sıvı dolu kistler anekoik lezyonlarla
karakterizedir. Hipoekoik alanlar, normal periferik zona kıyasla ses
dalgalarını daha az yansıtan bölgelerdir. İzoekoik alanlar ise görünüm
olarak normal periferik zondan ayırt edilemezler. Hiperekoik, ses
enerjisinin neredeyse tümünün yansıtıldığı alanlardır. Ultrasonografi
sırasında bir lezyona rastlandığında o bölge inceleme sahasının ortasına
alınarak detaylı olarak incelenmelidir.
Transrektal ultrasonografinin birincil endikasyonu olası kanseri
görüntülemek olduğundan teşhise yönelik ipuçları açısından dikkatli
olunmalıdır. En önemli bulgu hipoekoik bir periferal zon lezyonudur.
Bunun yanı sıra kanser açısından şüphe uyandırabilecek olan prostat
kapsül düzensizliği ya da bombeleşmesi, hipoekoik alanların santral
zondan seminal veziküllere doğru uzaması ya da parmakla muayenede
hissedilen anormalliğe karşılık olabilecek her lezyon aynı dikkatle
incelenmelidir. Non-palpabl olup TRUS ile tanı konan ve radikal
prostatektomi yapılan olgularda patolojik olarak organa sınırlı pek çok
hastanın bulunması bu metoda yönelik ilginin artmasına neden
olmuştur. Ancak daha sonra yapılan pek çok çalışmada kanser tanısında
yeterli ölçüde özgüllük ve duyarlılığa sahip olmadığı gösterilmiştir.
Carter ve ark.’larının yaptığı bir çalışmada, TRUS’un özgüllüğü %68,
duyarlılığı ise %52 olarak bulunmuştur. Sistematik sekstant
biyopsilerin ve seminal vezikül biyopsilerinin yapılabilmesi TRUS’un
güvenirliliğini arttırsa da, mesane boynuna yayılımın, üretral ve
transizyonel zonun tutulumunun saptanmasında güvenilir değildir.
Bütün bu bölgeler normalde karışık ekojeniteye sahiptir ve
komplikasyon ihtimali nedeniyle biyopsi yapılması zordur.
- 36 -
Transizyonel zonda gelişen kanserler, yine transizyonel zon boyunca
dağılmış küçük odaklar halindedir ve bu nedenle ultrasonografik
aletlerinin rezolüsyonları dışındadır. Prostat kanserinin TRUS ile tanısı,
malign nodüllerin sonografik olarak gözlendiğinde hipoekoik
görünmesi gerçeğine dayanır. Malign tümörün kompakt ve ileri
derecede sellüler yapısının, hücreler arasında minimal interfaz yarattığı,
bunun da minimal internal ekolara neden olduğu varsayılmaktadır.
1) Prostat Hacminin Hesaplanması
Prostat hacminin TRUS ile tahmini; PSA dansitesi (serum
PSA’sının prostat hacmine oranı) hesaplanmasında, brakiterapi ve
kriyoterapi planlanmasında önem taşımaktadır. Prostat hacminin
belirlenmesinde iki yöntem tanımlanmıştır.
Birinci metod prostatın bir elipsoid, küre veya prostatın sferoid
olduğunu kabul ederek matematiksel bir formül ile prostat hacmini
hesaplar (97). Bu formüle göre ; prostat hacmi= anterior-posteror çap
x transverse çap x saggital çap x π/6 olarak hesaplanır (98). Prostatın
küre olduğu kabul edilirse formül R3.π/6 olarak değiştirilir. Terris ve
Stamey bu formülün 80 gr üstündeki prostatlar için daha güvenilir
olduğunu söyleyerek 80 gr altındaki prostatlar için, sferoid formülü
olan, R2.r.π/6 formülünü kullanmışlardır (R: Büyük çap, r: Küçük çap).
Planimetrik metod ise prostattan alınan 2-5 mm’lik kesitlerin yüzey
alanlarının hesaplanması ve bu alanlardan hacim tayinine gitme esasına
dayanır. Bu işlem yavaş ve zahmetli olmakla birlikte diğer yöntemlere
kıyasla gerçeğe daha yakın bir sonuç verir (97,98).
2) Transrektal Ultrasonografi Bulguları
Prostatın ultrasonografik anatomisi 40 yaş altındaki erkeklerle
daha yaşlı erkekler arasında çarpıcı farklılıklar gösterir. Gençlerde
periferik ve santral zon prostatın ana kitlesini oluştururken ilerleyen
yaşla birlikte ortaya çıkan benign prostat hiperplazisi (BPH) nedeniyle
transizyonel zon, santral ve özellikle periferik zonu sıkıştırmaya başlar.
Transrektal ultrasound’da BPH’sı olmayan erkeklerde prostat santral
kesimde hipoekoik bir bölge görülür. Burası periüretral bezler, normal
- 37 -
transizyonel zon ve internal düz kas sfinkterinden oluşur. Bu alan orta
hatta mesane boynundan verumontanum seviyesine kadar uzanır (99).
Normalde santral zon ve periferik zon homojen, gri renktedir ve
prostatın posterior 1/3’lük kısmını kaplar. Bu iki bölgeye oranla daha
heterojen görünümlü olan transizyonel zon daha anteriorda yer alır.
Transizyonel zondaki BPH nodülleri izoekoik veya hiperekoik
olabilmekle beraber sıklıkla hipoekoik görünümdedir. Prostat,
yaşlanmayla beraber gelen BPH nedeniyle global olarak büyür ve
TRUS ile net olarak görülür. Normalde prostatın %5’ini oluşturan TZ,
BPH’ın gelişmesiyle birlikte prostatın %90’ını kapsayacak şekilde
büyüyebilir. Transizyonel zonun genişlemesiyle santral ve periferal
zonlar sıkışır. Bu büyüme nedeniyle belirginleşen cerrahi kapsül (BPH
adenomu ile normal prostat ayrımını yapan sıkışmış doku) ortaya çıkar.
Sıklıkla cerrahi kapsül üzerinde noktasal kalsifikasyonlar görülür ve bu
ultrasonda transizyonel zonun santral ve periferik zonlardan ayrımını
kolaylaştırır. BPH’nin ekojenik paterni değişiklikler gösterir ve
hipoekoik, hiperekoik veya izoekoik olabilir (100). Bazen transrektal
ultrasonda transizyonel zon içinde santral yerleşimli kistlere rastlanır.
Bunların ultrasonik görünümü vücudun diğer yerlerindeki kistlerden
farklı olarak, hipoekoik internal eko içermeyen ve arka duvar
belirginleşmesi gösteren yapılar şeklindedir.
Lee ve ark.’larının (121) prostat kanserinin en sık görünümünün
hipoekoik ve bir periferik zon lezyonu olduğunu göstermelerine kadar
tipik prostat kanserine ait ekojenik patern tartışmalı bir konuydu
(101,102,103). TRUS’un kullanılmaya başlandığı ilk yıllarda prostat
kanserinin normal prostat dokusuna göre hiperekoik olduğuna dair
çalışmalar yayınlanmıştır (102,103). Ancak daha sonraları 5 ve 7
MHz’lik yüksek frekanslı transdüserlerin kullanıma girmesiyle çoğu
kanserlerin, özellikle küçük ve düzgün sınırlı olanların, hipoekoik
görünümler verdiği anlaşılmıştır (103). Daha önceki yanılgılara, 3.5
MHz gibi düşük frekanslı transüderlerin kullanımı sonucunda yakın
odaklamanın yapılamaması neden olmuştur. Yüksek frekanslı
transdüserlerde ise, doku penetrasyonu düşük olmakla birlikte prostatın
periferik bölgesinin rezolüsyonu artmaktadır. Kanser dokusunun
çoğunlukla hipoekoik olduğu geniş kitlelerce kabul görmekle birlikte,
bunun nedeni henüz aydınlatılamamıştır. 1987 yılında Salo ve ark.
histolojik diferansiyasyon ve ekojenite arasında belirgin korelasyon
- 38 -
olduğunu göstermektedir. Yazarlar arasındaki yaygın görüş, normal
prostat bezinin eko yapısının, prostatik stroma ile sıvı dolu asiner
lümen arasındaki arayüzden yansıyan ses dalgalarına bağlı olduğudur.
Bu nedenle, normal prostatın özellikle periferik ve santral bölgelerinde,
bezlerin üniform dağılımı nedeniyle homojen ekojenik yapı ortaya
çıkmaktadır. Buna göre yüksek dereceli kanserlerdeki artmış
hipoekojenitenin nedeni kanserli asinuslerin az miktardaki stroma
içinde birbirlerine yakın gruplaşmaları olabilir. Prostat kanserlerinde
farklı ekojenik görünümlere yol açan faktörlerle ilgili değişik hipotezler
ileri sürülmektedir. Tümörün büyüklüğü kanser ve normal doku
arasındaki reaksiyonlar, normal dokunun infiltrasyonu, tümör içi
kristaloid formasyonu bunlardan bazılarıdır. Prostat kanserlerinin
ekojenik özellikleri ile ilgili farklı sonuçlar bildirilmektedir. Shinohara
ve ark.’nın (104) 5 MHz’lik transdüser ile 70 prostat kanserli hasta
grubunda yapmış oldukları çalışmada; tümörlerin %60’ının hipoekoik,
%30’unun ise izoekoik özellikler taşıdığı bildirilmektedir. Rifkin ve
arkadaşları ise 51 hastayı kapsayan serilerinde prostat kanserlerinin
%59’unun hipoekoik, %12’sinin izoekoik, %20’sinin mikst ekojenik ve
%10’unun hiperekoik özellikte olduğunu bildirmişlerdir (104).
Literatürdeki oranlarla ilgili farklı sonuçlar araştırmacıların tümör
ekojenitesini
belirlerken
değişik
kriterler
kullanmalarından
kaynaklanmaktadır. Örneğin Rifkin’e göre mikst ekojenitedeki lezyon
hipo ve hiperekoik foküslerin birlikte olmasını ifade etmektedir.
Lezyon içindeki hipo ve hiperekoik alanlardan biri diğerinden daha
fazla olabilir ya da eşit bir şekilde dağılım gösterebilir. Aynı çalışmada,
tümörün ekojenitesini belirleyen en önemli faktörün stromal fibrozis
olduğunu öne sürmüşlerdir. Yanı sıra, stromal fibrozisin Gleason
derecesini arttırdığını göstermişlerdir. Sonuçlarına göre hiperekoik
tümörler ile hipo ve hiperekoik odakların birlikte bulunduğu mikst
ekojenitedeki tümörler hipoekoik olanlara göre daha yüksek Gleason
dereceli grupta yer almaktadır. Diğer bazı araştırmacılara göre lezyon
içinde hipoekoik bir alan varsa, hiperekoik odaklar dikkate alınmadan
bu lezyonun hipoekoik olduğu kabul edilmektedir. Bu şekilde
araştırmacılar arasında farklı terminoloji kullanılması yayınlanan
sonuçların birbirleri ile kıyaslanmasını güçleştirmektedir. Shinohara ve
ark. (104) çalışmalarında, iyi differansiye tümörlerin izoekoik, kötü
diferansiye
tümörlerin
ise
hipoekoik
özellikte
olduğunu
- 39 -
bildirmektedirler. Bu sonuç şu şekilde açıklanmaktadır; prostat kanseri
normal prostat bezinden farklı yapıdadır ve küçük glandüler doku
oluşturan ya da glandüler doku oluşturmayan hücrelerden oluşmaktadır.
Kanser sıklıkla prostatın normal glandüler yapısını bozmakta ve
içerdiği daha küçük glandüler yapılarıyla normal dokuyu işgal
etmektedir. Kanserin malignite potansiyeli arttıkça glandüler doku
oluşturma özelliği azalacak ve sonografik ekojeniteyi sağlayan gland
sayısı da azalacaktır. Buna bağlı olarak kötü diferansiye tümörler
hipoekoik yapıya sahip olacaktır. İyi diferansiye tümörler ise daha çok
glandüler doku içereceğinden normal dokuya benzer arayüzler içerecek
ve sonografik olarak izoekoik eko paternine sahip olacaktır. Prostat
kanserinin büyüklüğününde ekojenitede önemli rolü olduğu
bilinmektedir. Büyük tümörlerin daha hipoekoik olduğunu savunan
görüşler bulunmakla birlikte, genel olarak küçük tümörlerin daha
hipoekoik büyük tümörlerin ise daha ziyade hiper yada mikst
ekojenitede oldukları öne sürülmektedir. Hipoekoik periferik zon
lezyonlarının kanserin en sık görülme şekli olduğunun gösterilmesi,
palpe edilemeyen kanserlerin TRUS ile teşhis edilebileceğine yönelik
çalışmaların başlamasına öncülük etmiştir. Bir çalışmada Lee ve ark.
784 erkeği TRUS ile taramışlar ve TRUS’un kanser tespit etmede
parmakla muayeneye kıyasla iki kat daha duyarlı olduğunu
göstermişlerdir (105). Sonografik olarak tespit edilemeyen izoekoik
tümörlerin oranı literatürde %12 ile %30 arasında değişmektedir.
İzoekoik tümörlerin malignite potansiyelleri yönünden farklı sonuçlar
bildirilmiştir. Shionara ve ark. izoekoik tümörlerin daha çok iyi ve orta
dereceli diferansiye grupta yer aldığını ve hipoekoik tümörlere göre
belirgin derecede daha benign olduğunu bulmuşlardır (104). Rifkin ve
ark.’nın bulguları da benzerdir (103). Birçok araştırıcı sadece TRUS
eşliğinde biyopsi alınan veya TRUS’un, serum PSA ve parmakla
muayene ile kombine edildiği gruplarda kanser bulma oranları ile ilgili
çalışmalar yapmışlardır. TRUS’un primer tarama testi olarak
kullanıldığı çalışmalarda kanser yakalama oranları %1,7 ile %20
arasında değişmektedir. Her ne kadar bu farkın çalışmalara alınan vaka
sayıları arasındaki farklılıklardan kaynaklanabileceği düşünülse de bu
farklılığa TRUS işleminin özelliğinin de katkısı göz önüne alınmalıdır.
Carter ve ark. (1989) ilk kez TRUS’un tek başına tarama amaçlı
kullanıldığında göreceli olarak duyarlılığının az olabileceğine dikkat
- 40 -
çekmişlerdir. Çalışmalarında radikal prostatektomi yapılan hastalarda
TRUS’un klinik olarak şüphelenilmeyen prostat lobundaki kanserlerin
ancak %54’ünü yakalayabildiğini göstermişlerdir (106). Bunu takiben
başka yazarlar da benzer sonuçlar bildirerek prostat kanserinin %20-40
olguda izoekoik yani ultrasonografik olarak görünmez olduğunu
belirtmişlerdir.
Ayrıca klasik kanser bulgularının bu hastalığa özgül olmadığı
birçok çalışmada gösterilmiştir (121,107). Lee ve ark hipoekoik
periferik zon lezyonunu patolojik incelemesinin, prostatik enfarkt veya
prostatik intraepitelyal neoplazi olabileceğini göstermişlerdir. TRUS
eşliğinde biyopsinin sistematik altı kadran alınmasıyla lezyona
yönlendirilmiş biyopsiler alınması arasında kanser yakalama oranları
arasında fark olup olmadığı da araştırma konusu olmuştur. Hodge ve
ark. her iki şekilde biyopsi aldıkları 136 hastadan, kanser tespit edilen
83 hastanın sadece 3’ünde eğer lezyona yönelik biyopsi alınmasaydı
kanserin atlanacağını göstermişlerdir (108). Bu bulgu, sadece anormal
bölgeden örnek alınan, lezyona yönelik biyopsilerin değil, sistematik 6
kadran biyopsinin kanser yakalamada önemli olduğunu göstermiştir
(106,109).
3) TRUS Biyopsi Teknikleri
Prostat biyopsisi başlangıçta parmak eşliğinde lezyona yönelik
yapılırken zamanla transperineal ve transrektal ultrasound eşliğinde
uygulanır olmuştur. Parmak eşliğinde prostat biyopsisi tümörün
sitolojik olarak derecelendirilmesine ve tanımlanmasına minimal
komplikasyon
riskleriyle
olanak
sağlasa
da
günümüzde
kullanılmamaktadır (110). Ancak TRUS olmayan yerlerde,
mobilizasyonu çok güç hastalarda, PRM’de bariz nodülü olan ve TRUS
ile bu nodülü görüntülenemeyen hastalarda uygulanabilir.
Transperineal prostat biyopsisinin de günümüzde kullanımı
dramatik şekilde azalmıştır. Her ne kadar tanısal doğruluğu transrektal
prostat biyopsilerden daha iyi olarak belirtilse de işlem süresinin uzun
olması, konforsuz olması ve öğrenme sürecinin uzun olması gibi
nedenlerden dolayı kullanımı sınırlıdır (111). Ancak özellikle
abdominoperineal rezeksiyon geçiren hastalarda rektum olmadığından
kullanılmaktadır.
- 41 -
Başlangıçta süpheli lezyonlardan 1 ile 5 kor sayısında hedefe
yönelik biyopsiler yapılmıştır. Çoklu sayıda sistematik TRUS eşliğinde
prostat biyopsilerinin parmak eşliğinde ya da TRUS eşliğinde hedefe
yönelik yapılan biyopsilerden daha çok prostat kanserini tanımladığı
saptanmıstır (112). Hodge ve ark. (113) 1989 yılında prostatın 6 ayrı
kesiminden birer parça alınan klasik sekstant biyopsiyi tariflemişlerdir.
Bu sistemde biyopsi odakları; parasagital düzlemde apeks, orta ve
tabanda bilateral prostatın o tarafının orta kesiminden alınan biyopsiler
olarak tanımlanmıştır. Daha sonra Stamey ve ark. (114) 1995 yılında
klasik sekstant biyopsiyi laterale kaydıran tekniklerinde, altı kadran
biyopsinin lobun orta kesiminden değil, 1/3 lateral kesiminden
alınmasını önermişlerdir. Gore ve ark.’nın (115) 10 kor tekniği; klasik
sekstant biopsiye ek olarak lateral tabanlı ve bilateral glandın orta ve
taban kesimlerinden biyopsileri içermektedir.
Yükselen PSA değerleri başta olmak üzere çesitli faktörler tekrar
biyopsi gerekliliğine sebep olmaktadır. Tekrarlanan biyopsi sayısını
azaltmak ve prostat kanseri yakalama yüzdesini artırmak için; 8,10,12,
21 kor ve üzeri kor içeren biyopsiler önerilebilmektedir (116,117,138140).
Transizyonel zon spesifik biyopsilerin değeri tartışmalı olmakla
birlikte, çalışmalar göstermiştir ki bu kesimden biyopsi alınması ilk
defa planlanmış prostat biyopsisinde hedef olmamalıdır. Çünkü sadece
bu kesimde kanser yakalama olasılığı %2’lerdedir (141,142).
Şekil 6.
Değişik sistemik biyopsi şemaları. A, Hodge ve ark. tarafınca sunulan
orjinal Sextant Biyopsi şeması (Terries et al, 1989);B, Presti ve ark.’nın 10 kor biyopsi
modeli (2000);C, 12 kor veya double sextant biyopsi. D, Eskew ve ark.’nın 13 kor “5
bölge biyopsi” modeli (1997).
Biz Şişli Etfal 1.Üroloji Kliniğinde primer biyopsi şeması olarak
Presti ve ark.’nın 10 kor modelini kullanmaktayız (Şekil 6).
- 42 -
D) TUR-P SONRASI İNSİDENTAL PROSTAT KANSERİ
TUR-P günümüzde BPH cerrahi tedavisinde altın standarttır.
BPH prostatın transizyonel zonundan kaynaklanır. Büyüyen
adenomatöz doku, prostatik üretraya bası yaparak, obstrüktif işeme
yakınmalarına neden olur. Açık prostatektomide, adenomatöz doku
parmak yardımı ile enükle edilir. TUR-P’de ise, transüretral yoldan,
parçalar halinde rezeke edilir. Her iki durumda da sıkışmış periferal zon
(cerrahi kapsül), hastada kalır; anatomik kapsüle kadar rezeksiyon
mümkün değildir. Bu nedenle, her iki yöntemde kanserin küratif
tedavisi için uygun değildir.
Preoperatif dönemde klinik ve laboratuvar yöntemleriyle
değerlendirilerek BPH tanısı konan TUR-P spesimenlerinde insidental
kanser saptanabilir. Bu olgular, saptanan tümörün hacmi, rezeke edilen
sipesimenin hacminin %5’inden az olduğunda T1a, daha fazla
olduğunda ise T1b olarak sınıflandırılır. Hacmi küçük olsa da iyi
differansiye olmayan tümörler T1b olarak sınıflandırılmalıdır (118).
T1a tümörlerde izlem iyi bir alternatifken, T1b tümörlerde radikal bir
cerrahi girişim planlanması söz konusudur (119,120). Bu nedenle,
özellikle küratif bir girişimden yarar görme adayı olan olgularda (10-15
yıllık yaşam beklentisi olan ko-morbiditesi olmayan hastalar) T1
tümörlerin evrelemesi büyük önem taşır. Rezeksiyon spesimenindeki
tümör hacmi doğru bir evreleme için yeterli olmayabilir. Bu nedenle,
rezeksiyon spesimeninde tümör bulunsa da, bulunmasa da geride tümör
kalmış olma ihtimali vardır TUR-P sonrası radikal prostatektomi
yapılan olguların spesimenlerinin incelendiği çalışmalarda, %20 olguda
belirgin hacimde kanser saptanırken, %80 hastada minimal kanser
saptandığı yada reziduel tümöre rastlanmadığı bildirilmiştir (120).
Evrelemede belirleyici bir faktör de patolojik inceleme için doku
hazırlanması tekniği ile ilgilidir. TUR-P ile prostat glandı, doku
parçaları halinde rezeke edilir. Bu parçaların örnekleme yöntemi ile
değilde tamamının incelenmesi ile, insidental prostat kanseri tanısının
2-3 kat fazla konabileceği rapor edilmiştir (119). Yine rezeksiyon
materyalinin tamamının incelenmesi ile T1a olgularının bir kısmı T1b
olarak saptanabilir. Rezeksiyonla, adenomatöz dokunun bir kısmı
çıkarıldığından, postoperative PSA değerleri hakkında doğru bir yorum
yapmak mümkün olmayabilir. Feneley ve ark.’ları PSA, PSAD, TRUS
- 43 -
ve PSAV değerlerinin biyopsi ile gösterilmiş rezidü tümör ile ilişkisini
araştırmış (118) ve TUR-P sonrasında seri PSA ölçümlerinde yıllık
%20’den fazla bir artışın reziduel tümör varlığı ile belirgin bir ilişki
gösterdiğini saptamışlardır. İnsidental prostat kanserinin evrelemesinde
“Re–TUR-P” önerilmektedir (118,119). Bunun nedeni TUR-P ile
periferal zon, anterior prostat dokusu ve verumontanumun distalindeki
apikal dokunun rezeke edilememesidir.
TRUS eşliğinde periferal zon biyopsileri alınarak da rezidüel
tümör araştırabileceği bildirilmiştir. Biyopside 3 örnekten fazlasında
yada herhangi bir örneğin %50’den fazlasında tümör bulunması,
Gleason grade 4-5 saptanması belirgin tümör yükü ile ilişkili
bulunmuştur.
MRI, yüksek maliyeti, kısıtlı duyarlılığı nedeni ile evre T1
prostat kanserli hastalarda önerilmemektedir (119). İnsidental prostat
tümörlerinin davranışını belirlemede önerilen diğer bir yöntemde DNA
ploid çalışmalarıdır. Aneuploid tümörlerin daha agresiv davranışlı
olduğu bildirilmiştir.
Rezidüel prostat kanseri saptanan hastalarda, uygulanan TURP’nin daha sonra yapılacak bir radikal retropubik prostatektominin
sonuçları üzerinde olumsuz etkilerinin olmadığı, ancak TUR-P’nin
daha sonra 1 ay içinde yapılan radikal perineal prostatektomi ve
radyoterapinin komplikasyonlarını (inkontinans, mesane boynu darlığı)
anlamlı oranda arttırdığı bildirilmiştir. Bu nedenle radyoterapi yapmak
gerekiyorsa, TUR-P sonrası 6-8 hafta beklenmesi önerilmektedir (122).
Sonuç olarak TUR-P ile insidental tümör saptananlarda izlenecek
yöntem hasta yaşı ve yaşam beklentisi, rezeksiyon spesimeninin
histopatolojik değerlendirilmesi, PSA artış hızı, takip döneminde
anormal DRM bulgusunun çıkması ve TRUS eşliğinde alınacak biyopsi
ile belirlenebilir ve hastaya göre planlanabilir (118,119,120).
- 44 -
MATERYAL VE METOD
Nisan-2004 ile Eylül-2008 tarihleri arasında Şişli Etfal Hastanesi
1.Üroloji Kliniği’nde TRUS Biyopsi yapılan 282 hastadan patoloji
sonuçları prostat adenocarcinoma saptanan 85 hastanın klinik,
laboratuvar ve biyopsi patolojisi bilgileri retrospektif olarak
değerlendirildi. Biyopsi sonucundaki perinöral invasyon’un, kanser
pozitif korlar, korlardaki tümör yüzdesi ve klinik veriler ile (yaş, serum
PSA değeri) ilişkisi araştırıldı.
Biyopsi endikasyonu, genellikle PSA eşik değeri 60 yaş üstü
hastalarda 4ng/dl, 60 yaş altında 2,5ng/dl kabul edilerek ve rektal
muayene bulgularına göre koyuldu. Hastaya veya yakınına biyopsi için
“onam formu” okutulup doldurtuldu, hem hasta hem de işlemi yapan
hekim tarafınca imzalandı. Antikoagülan yada antiagregan ilaç
kullanan hastaların bu tedavileri, ilgili branşların uzmanlarıyla konsulte
edilerek biyopsiden bir hafta önce kesildi. Biyopsiden bir gün önce ve
biyopsi günü profilaktik antibiyotik olarak ciprofloxasin 750mg tb, 1x1
pozolojisinde kullanıldı. Biyopsiden 1 saat önce Libalaks 10gr
supp.lavman ile rektal temizlik yapıldı. Anestezik olarak Emla krem
(lidocaine %2,5 ve prilocaine %2,5), 5gr.x5 tüp halinde lokal olarak
rektal uygulandı ve 45 dakika beklendi. Sol lateral dekübit
pozisyonunda, lokal antiseptik temizliğin ardından, Toshiba Diagnostic
Equipment SSA-325A ultrasonografi cihazının 6 MHz PVG-600S
model transrektal probu ile ilk önce TRUS yapıldı. Transvers ve sagital
planlarda boyut ölçümleri yapıldı ve elipsoid yöntemle hacim
hesaplandı. Hipoekoik alanlar görüntülendi ve tüm görüntülü veriler
yazıcıdan çıkarılıp hastanın dosyasına eklendi. Daha sonra periferik
zon’un Apex, Mid(Orta), Basis, Farlateral Anterior ve Farlateral
Posterior olmak üzere 5 yerinden toplam 10 adet standart biyopsi
alındı (Şekil 6. B şeması model alındı). Hipoekoik alanlardan ayrıca
biyopsi alınmadı. Herhangi bir nedenle ikinci kez biyopsi
endikasyonuyla biyopsi yapılan hastalardan Transizyonel zon dahil
olmak üzere en az 12 kor biyopsi alındı. Ağrı yada tansiyon değişikliği
(hipotansiyon, hipertansiyon, vaso-vagal senkop), anjina pektoris gibi
beklenmedik durumlarda biyopsi işlemi sonlandırıldı ve bu sebeple 10
kordan daha az biyopsi alınan hastalar da çalışmaya dahil edildi. İğne
- 45 -
olarak Microvasive 18 G 21 cm otomatik atımlı iğne kullanıldı. Biyopsi
spesmenleri, tek tek alındıkları korlara göre isimlendirilip %10’luk
formalin içerisinde
Eppendorf tüplerinde saklanarak patoloji
laboratuvarına aynı gün gönderildi. Biyopside değerlendirilen diğer
parametrelerin yanısıra herhangi bir korda gözlemlenen perinöral
invasyon, raporda “PNI(+)” olarak rapor edildi.
Patolojik
değerlendirme Şişli Etfal Hastanesi Patoloji Kliniği’nde tek bir patolog
tarafından yapıldı.
Hastalar patoloji raporuna göre PNI(+) ve PNI(-) olmak üzere iki
gruba ayrıldı. İki grup yaş, PSA, prostat hacimi, Gleason skoru, biyopsi
alınan kor sayısı, kanser pozitif kor sayısı, pozitif kor lokalizasyonu,
korlardaki tümör yüzdesi bulgularıyla istatistiksel olarak karşılaştırıldı.
İstatistiksel değerlendirme için SPSS (Statistical Package For Social
Sciences) 10.0 for Windows kullanıldı. Çalışma verileri
değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metodların (ortalama,
standart sapma) yanısıra, niceliksel verilerin karşılaştırılmasında
normal
dağılım
gösteren
parametrelerin
gruplar
arası
karşılaştırmalarında Student T testi, normal dağılım göstermeyen
parametrelerin gruplar arası karşılaştırmalarında Mann Whitney U testi
kullanıldı. Niteliksel verilerin karşılaştırılmasında ise Ki-Kare testi
kullanıldı. P<0.05 anlamlı olarak kabul edildi.
- 46 -
BULGULAR
Çalışmamızdaki hastaların toplam sayısı 85 idi. Hastaların yaş
ortalaması 68,31±8,36 (46-82), PSA median değeri 10,45ng/dl (11086ng/dl) (PSA değerleri nicelik bakımından normal dağılım
göstermediğinden median değer belirtildi), Prostat hacimleri ortalama
44,82±23,25 (15-120), Gleason1 ortalama 3,29±0,48 (3-5), Gleason2
ortalama 3,56±0,70 (2-5), Gleason Skor ortalama 6,87±1,03 (5-10),
Kor sayısı ortalama 10,14±1,39 (3-16), Pozitif kor sayısı ortalama
4,25±3,14 (1-10) olarak hesaplandı. Hastaların 64’üne serum PSA
değerine göre ve 21’ine de rektal muayenedeki anormallik üzerine
biyopsi yapıldı. Grafik 1’de tüm parametrelerin 85 hastadaki ortalama
değerlerini görmekteyiz.
70
68,31
yıl
60
50
44cm 3
40
29,88
30
19,88
10,45
ng/dl
10
3,29
Yaş
PSA
12,88
10,14
PV
G1
3,56
G2
6,87
GS
4,25
KS
25,74
24,83
24,18
20,94
16,38
21,82
21,59
20,24
19,53
22,35
20
0
28,12
27,24
PKS
1,65
RA
RM
RB
RFA RFP
RT
1,26
0,88
LA
LM
LB
LFA LFP
LT
Ap
M
B
Grafik 1. TRUS biyopsi ile Prostat adenokarsinomu saptanan 85 hastanın yaş ortalaması,
median PSA (ng/dl) değeri, ortalama Prostat hacmi (cm3) ve biyopsi sonucundaki kor
sayısı, pozitif kor sayısı, Gleason skoru ve korlarda tesbit edilen tümör yüzde değerlerinin
ortalamaları. (PV:Prostat volümü-cm3-, G1:Gleason1 skoru, G2:Gleason2 skoru,
GS:Gleason toplam skoru, KS:Biyopsi alınan kor sayısı, PKS:Tümör pozitif kor sayısı,
Korlarda tesbit edilen tümör yüzdelerinin ortalamaları sırasıyla RA:Sağ Apex, RM:Sağ
Mid, RB:Sağ Basis, RFA:Sağ Farlat.Ant., RFP: Sağ Farlat.Post., RT:Sağ Transizyonel,
LA:Sol Apex, LM:Sol Mid, LB:Sol Basis, LFA:Sol Farlat.Ant., LFP:Sol Farlat.Post.,
LT:Sol Transizyonel, Ap:Apex, M:Mid, B:Basis, FA:Farlat.Ant., FP:Farlat.Post.,
TR:Transizyonel).
- 47 -
FA
FP
TR
Çalışmamızda perinöral invasyon pozitifliğini %49,4 olarak
tesbit ettik. Hasta sayısı PNI(+) grupta 42 ve PNI(-) grupta ise 43 idi.
PNI(+) grubun yaş ortalaması 69,90±7,64 ve PNI(-) grubun yaş
ortalaması 66,74±8,81 idi. İki grup arasında yaş bakımından anlamlı
farklılık yoktu (P:0,078>0,05).
PNI(+) grubun PSA median değeri 17,77ng/dl (1-1047 ng/dl) ve
PNI(-) grubun PSA median değeri 6,55ng/dl (2-1086ng/dl) olarak
bulundu. İki grup arasında ortalama PSA değeri anlamlı derecede farklı
bulundu (P:0,002<0,05).
PNI(+) grubun prostat hacmi ortalaması 40,31±19,17 ve PNI(-)
grubun prostat hacmi ortalaması 49,23±26,12 olarak bulundu ve
anlamlı farklılık saptanmadı (P:0,17>0,05).
Gleason 1 skoru ortalaması PNI(+) grupta 3,45±0,55 ve PNI(-)
grupta 3,14±0,35 olarak bulundu ve fark anlamlıydı (P:0,003<0,05).
Gleason 2 skoru ortalaması PNI(+) grupta 3,93±0,71 ve PNI(-)
grupta 3,21±0,47 olarak hesaplandı ve anlamlı derecede farklıydı.
(P:0,000<0,05).
Gleason Toplam skoru ortalaması PNI(+) grupta 7,38±1,06 ve
PNI(-) grupta 6,37±0,72 olarak hesaplandı ve istatistiksel olarak ileri
derecede anlamlı farklılık bulundu (P:0,000<0,05).
Biyopsi alınan kor sayısı ortalaması PNI(+) grupta 10,24±1,21
ve PNI(-) grupta 10,05±1,56 olarak bulundu ve anlamlı farklılık yoktu
(P:0,781>0,05).
Pozitif kor sayısı ortalaması PNI(+) grupta 6,21±2,88 ve PNI(-)
grupta 2,33±1,97 olarak bulundu ve fark istatistiki olarak ileri derecede
anlamlıydı (P:0,000<0,05).
Apex’deki tümör yüzdesinin ortalama değeri PNI(+) grupta
%27,14±4,87 ve PNI(-) grupta %5,87±2,43 olarak hesaplandı ve fark
ileri derecede anlamlı bulundu (P:0,000<0.05).
Mid’deki tümör yüzdesinin ortalaması PNI(+) grupta
%43,04±5,42 ve PNI(-) grupta %6,45±2,55 olarak hesaplandı ve fark
ileri derecede anlamlı bulundu (P:0,000<0,05).
Basis’deki tümör yüzdesinin ortalama değeri PNI(+) grupta
%41,31±5,44 ve PNI(-) olan grupta %10,52±3,02 olarak bulundu ve
fark ileri dercede anlamlıydı (P:0,000<0,05).
- 48 -
Farlateral Anterior’daki tümör yüzdesinin ortalaması PNI(+)
grupta %39,76±5,37 ve PNI(-) grupta %8,66±2,45 olarak bulundu ve
fark ileri derecede anlamlıydı (P:0,000<0,05).
Farlateral Posterior’daki tümör yüzdesinin ortalaması PNI(+)
grupta %39,76±5,37 ve PNI(-) grupta %8,95±2,15 olarak bulundu ve
fark ileri derecede anlamlıydı (P:0,000<0,05).
Transizyonel Zon’daki tümör yüzdesinin ortalaması PNI(+) olan
grupta %2,20±1,48 ve PNI(-) olan grupta %0,35±0,30 olarak
hesaplandı ve istatistiki olarak anlamsız bulundu (P:0,217>0,05).
Prostat hacmi, PSA, Gleason skoru, biyopsi alınan kor sayısı ve
tümör pozitif kor sayısının PNI ile ilişkisi Grafik 2’de özetlenmiştir.
20
80
PV
cm3 40
PSA
10
ng/dl
PNI(-)
49,23
40,31
20
17,77
15
PNI(+)
60
5
0
6,55
0
A
B
7
15
Alınan
Kor Sayısı
6
13
11
9
7
6,21
5
10,24
Tümör
pozitif kor
sayısı
10,05
4
3
2
5
2,33
1
3
0
C
D
10
9
8
7
Gleason
skoru
7,38
6
6,37
5
4
3
2
3,45
3,93
3,14
3,21
1
0
G1
G2
GS
E
Grafik 2. A.PV:Prostat hacmi ortalamaları (cm3) B.Serum PSA ortalamaları (ng/dl)
C.Biyopsi alınan kor sayısı ortalamaları D.Tümör pozitif kor sayısı ortalamaları
E.G1:Gleason1, G2:Gleason2 ve GS:Gleason toplam skoru ortalamaları
- 49 -
PNI ile bilateral herbir korda tesbit edilen tümör yüzdelerinin
(tümör hacimlerinin) ortalamalarının ilişkisi Grafik 3’de özetlenmiştir.
50
48,5
45,6
45
46,6
40
37,5
36,3
33,9
35
35,9
31,4
30,7
30
Tümör
25
22,8
yüzdesi
20
15
2,6
1,7
10
13,4
8,7
11
5 8,6
0,7
3,1
7,5
8,6
6,4
6,5
6,8
0
0
RA
RM
RB
RFA
RFP
RT
LA
LM
LB
LFA
LFP
LT
PNI(-)
PNI(+)
Grafik 3. Transizyonel zon’daki korlar hariç, diğer bütün korlardaki tümör yüzdelerinin
ortalaması PNI(+) grupta PNI(-) gruba göre anlamlı derecede yüksekti. RA:Sağ Apex
(P:0,001), RM:Sağ Mid(P:0,000), RB:Sağ Basis(P:0,000), RFA:Sağ Farlat.Ant.
(P:0,000), RFP: Sağ Farlat.Post.(P:0,000) , RT:Sağ Transizyonel(P:0,384), LA:Sol Apex
(P:0,003), LM:Sol Mid (P:0,000), LB:Sol Basis (P:0,000), LFA:Sol Farlat.Ant. (P:0,000),
LFP:Sol Farlat.Post. (P:0,000), LT:Sol Transizyonel (P:0,217).
Prostat bütün olarak değerlendirildiğinde; Apex, Mid, Basis,
Farlateral Anterior, Farlateral Posterior ve Transizyonel zon’da
saptanan tümör yüzdelerinin ortalamaları Grafik 4’de gösterilmiştir.
PNI(+) grupta saptanan total tümör yüzdesi PNI(-) grubun 4 katıdır.
60
Tüm ör
yüzdesi
40
43,04
41,31
33,51
27,14
39,76
2,1
20
5,87
0
Apex
6,45
Mid
10,52
8,66
Basis
Farlat.Ant
PNI(-)
8,95
Farlat.Post
0,35
Transizyonel
PNI(+)
Grafik 4. Apex, Mid, Basis, Farlat.Ant (Farlateral anterior), Farlat.Post (Farlateral
posterior) ve Transizyonel zon’daki tümör yüzdelerinin (hacimlerinin) PNI grupları
arasında dağılımı.
- 50 -
Biyopsideki PNI varlığının tümör pozitif korlar ile ilişkisi
değerlendirildiğinde, PNI(+) grupta Transizyonel zon hariç (P:0,265)
diğer tüm korlardaki tümör pozitifliğinin PNI(-) gruba göre anlamlı
derecede yüksek olduğu tesbit edildi. Korlarda tümör pozitifliğinin her
iki gruba dağılımı Grafik 5’de gösterilmiştir. Korların tümör pozitiflik
yüzdesinin gruplar arasındaki öneminin istatistiksel değerlenirmesi KiKare ve Fisher’s Exact Test ile yapılmıştır.
90
80
88,1
85,7
83,3
85,7
70
60
Tüm ör 50
pozitif
olma 40
yüzdesi 30
20
64,3
51,2
30,2
32,6
37,2
37,2
10
11,9
4,7
0
Apex
Mid
Basis
PNI(+)
Farlt.Ant.
Farlt.Post.
Transzynl
PNI(-)
Grafik 5. Biyopsi genelindeki PNI varlığının korlardaki tümör pozitifliğine etkisi.
PNI(+) grupta, Apex’te tümör pozitifliği %64,3 olarak gözlendi
ve bu PNI(-) gruba göre anlamlı derecede yüksekti (P:0,002). Diğer
korlar için PNI(+) grupta tümör görülme yüzdeleri sırasıyla; Mid
%85,7 (P:0,000), Basis %88,1 (P:0,000), Farlt.Ant. %83,3 (P:0,000),
Farlt.Post. %85,7 (P:0,001) olarak saptandı ve hepsi PNI(-) gruba göre
anlamlı derecede yüksekti. 85 hastanın sadece 7’sinde (%8,2)
Transizyonel zon’da tümör gözlendi ve bunlardan 5’i PNI(+) grupta ve
2’si PNI(-) gruptaydı ve her iki grup arasında anlamlı farklılık yoktu
(P:0,265).
Biyopsideki korların tümör pozitif olma durumlarına göre
biyopside PNI bulunma yüzdesinin değişimi ise Grafik 6’da
belirtilmiştir. Biyopsi sonucunda Apex’de tümör saptananların
%67’sinde biyopside PNI pozitifti. Bu durum sırasıyla Mid’de %72,
Transizyonel’de %71, Basis’de %69,8, Farlateral anterior’da %68,6 ve
Farlateral posterior’da %62 olarak gözlenmiştir.
- 51 -
80
78
76
74
72
PNI
Pozitifliği 70
yüzdesi 68
66
64
62
60
72
71
69,8
68,6
67
62
Apex
Mid
Basis
Farlt.Ant.
Farlt.Post.
Transzynl
Grafik 6. Korlardaki tümör pozitifliği ile biyopside PNI bulunma yüzdesinin ilişkisi.
TARTIŞMA
Perinöral invasyonun önemi ve tedavi planını etkileme
noktasındaki mevcut literatür hemen hemen eşit şekilde ikiye bölünmüş
durumdadır. Bir kısım yazarlar ekstakapsüler yayılımla ilişkisi
olduğunu savunurken, başka yazarlar da bunun sadece spesifik hasta
gruplarında savunulabileceğini rapor etmişlerdir. Yine bir kısım
yazarlar lokalize hastalığın eksternal radyoterapi ile tedavisi sonrası
PSA nüksünden PNI pozitifliğini sorumlu tutarken karşıt bir grup da
sadece organa sınırlı hastalığı göstermede önemli olduğunu,
biyokimyasal nüksü göstermede tek başına bir anlam ifade etmediğini
rapor etmişlerdir.
Passavanti ve ark. 2007 yılında 94 hastanın radikal prostatektomi
sonuçlarında %53 PNI pozitifliği saptamışlardır, ilginç olarak radikal
prostatektomi patolojisinde saptadıkları PNI’nun ancak %45’inin
biyopsi patolojisinde saptanabildiğini rapor etmişlerdir, biz ise
çalışmamızda biyopside PNI pozitifliğini %49,4 olarak bulduk. Bizim
PNI pozitifliği sonucumuz daha yüksek görünmektedir, bunun nedeni
biyopside alınan kor sayısının fazlalığı olabilir (Passavanti’nin
çalışmasında biyopsilerde alınan kor sayısı belirtilmemiştir). Bir diğer
neden de biyopsi alınan kor lokalizasyonları olabilir ki bu da biyopsi
alınan kor lokalizasyonlarının PNI’u saptamadaki önemine işaret eder.
Yine aynı çalışmada yaş ve PSA farkını PNI(+) ve PNI(-) grupları
arasında anlamsız bulmuşlardır, bizim çalışmamızda iğne biyopside yaş
farkı anlamsız ancak PSA farkı anlamlı çıkmıştır. Passavanti ve ark.
PSA farkını, serum PSA seviyeleri 4ng/ml ile 20ng/ml arasında olan
- 52 -
hastalarda çalışmışlardır, fakat bizim çalışmamızda PSA aralığı çok
daha geniştir. Aynı çalışmada PNI’nun yüksek Gleason skoruyla
ilişkisine de değinmişlerdir, bizim çalışmamızda da bu bulgu
doğrulanmıştır. Passavanti ve ark. çalışmalarının sonucunda
biyopsideki PNI pozitifliğini tedavi planı için, radikal prostatektomi
sonucundaki PNI pozitifliğini ise tümörün biyolojik davranışı ve
progresyon için anlamlı bulmuşlardır (133). Harnden ve ark.’nın 2007
yılında internet tabanlı yapmış oldukları PNI ve prostat kanseri
rekürrensi ilişkisinin sistematik review’inde Ocak 1990 ile Aralık 2005
arasındaki literatürü taramışlardır(127). Biyopsideki PNI pozitifliğinin
radikal prostatektomi sonrası prostat kanseri rekürrensi ile ilişkisini
araştıran 21 makale dokümante etmişlerdir ve bunlardan hiç bir
çalışmanın watchful waiting grubu içermediğini rapor etmişlerdir.
Harnden ve ark. bu araştırmadan yola çıkarak PNI pozitifliğinin
özellikte PSA ve Gleason skoruyla birlikte prognostik bir indikatör
olduğunu rapor etmişlerdir ve biyopside PNI saptanan hastaların
watchful waiting için uygun olamayıp erken tedavi gerektirdiğini
belirtmişlerdir (127). Bizim çalışmamızda da PNI(+) ve PNI(-) grupları
arasında PSA ve Gleason skorunu anlamlı derecede farklı bulunması
aynı öneriyi destekler niteliktedir (Grafik 2). Walsh ve Epstein 1993’de
yapmış oldukları araştırmada iğne biyopsideki PNI pozitifliği ile
prostatik kapsül penatrasyonu arasındaki ilişkiye bakmışlardır (127).
PNI pozitifliğinin kapsül penatrasyonunu göstermedeki sensitivitesini
%27 spesifitesini %96 olarak rapor etmişlerdir. Ancak bir taneden
fazla sinir tutulumu veya tutulan sinir çapı 0,1mm’den fazla ise
spesifitenin %99’a çıktığını ama sensitivitenin %9’a düştüğünü
belirtmişlerdir. Sonuç olarak iğne biyopsideki perinöral invasyonun
varlığının ve boyutunun bilinmesinin kapsüler penetrasyon bilgisi ve
sinir koruyucu cerrahi için yardımcı olacağını rapor etmişlerdir (127).
Bizim çalışmamızda patolojik incelemede sinir tutulumunun sayısı ve
tutulan sinirin çapı değerlendirilmemiştir. PNI ile birlikte rapor edilen
ekstra prostatik tümör ekstansiyonu literatürde yüksek oranda olduğu
için bir kısım yazarlar PNI pozitif olan tarafta, cerrahi sınırın negatif
olması için, nörovasküler demetin ipsilateral rutin rezeksiyonunu
savunmaktadırlar. Fakat, Cannon ve ark. 2005 yılında 452 hasta ile
yapmış oldukları çalışmalarında multivaryant analizde PNI
pozitifliğinin pozitif cerrahi sınır ile az bir ilişkisinin olduğunu fakat
- 53 -
organa sınırlı hastalıkla anlamlı derecede ilişkili olduğunu rapor
etmişlerdir. PNI pozitifliği yüksek oranda ekstra kapsüler ekstansiyonu
predikte etmesine rağmen bilateral sinir koruyucu cerrahiyi ve pozitif
cerrahi sınırı her hasta için predikte etmediğini belirtmişlerdir (128).
Bizim çalışmamızdan yola çıkarak, PNI lokalizasyonlarını da içeren,
radikal prostatektomi patoloji sonucuyla yapılacak çalışmalar bu
konuda daha aydınlatıcı olacaktır.
Bismar ve ark. 2003 yılında yapmış oldukları çalışmada iğne
biyopsisindeki
perinöral
invasyonun,
radikal
prostatektomi
spesmenindeki evreyi bağımsız olarak göstermediğini savunmuşlardır.
PSA tabanlı yapmış oldukları toplum taramasında iğne biyopsideki
histolojik grade, tümör ekstansiyonu ve perinöral invasyonun tüm
prostatta bağımsız olarak patolojik evre ve cerrahi marjin durumunu
öngörebilmesini araştırmışlardır. 215 hastaya sextant (6 kor) biyopsi
ardından radikal prostatektomi yapmışlar ve iğne biyopside PNI %11
bulmuşlardır. PNI’nin ne varlığının ne de yokluğunun univaryant yada
multivaryant değerlendirildiğinde patolojik evre ile ilişkisi
gözlenmemiştir (135). Oysa biz çalışmamızda PNI(+) olanlarda
korlardaki tümör yüzdesini anlamlı derecede fazla bulduk ve bunun
tümör hacmini ve bunun da Algaba ve ark.’nın çalışmalarında
belirttikleri gibi tümör ekstansiyonunu etkileyebileceğini düşündük
(16). Ayrıca Algaba ve ark. 2005 yılında yapmış oldukları çalışmada
PNI pozitifliğinin ekstaprostatik yayılımı 3,9 kat arttırdığını rapor
etmişlerdir (16). Yine Epstein 1998 yılında yapmış olduğu çalışmada
PNI varlığıyla birlikte 3 korda Gleason skor 7 kanser olmasının yüksek
olasılıkla extraprostatik yayılıma işaret ettiğini belirtmiştir.Bununla
beraber PNI’un radikal prostatektomi sonrası oluşan PSA rekürrensini,
preoperatif Gleason skor, PSA ve klinik evreden bağımsız olarak
etkilemediğini de belirtmiştir. Biyopsideki PNI pozitifliğinin genellikle
yüksek biyopsi Gleason skoru, multiple kor tutulumu ve yüksek PSA
ile birlikte olduğunu rapor etmiştir. Biyopsideki PNI pozitifliğinin,
cerraha aynı tarafta nörovasküler demet (NVB) rezeksiyonu yapma
hususunda fikir verebileceğini belirtmiştir. PNI pozitif olan tarafta
NVB rezeksiyonu yapmanın pozitif margin oranını %17,5 azalttığını
rapor etmiştir (136). Biz de çalışmamızda tutulan kor sayısı ve Gleason
skorunu PNI(+) grupta anlamlı derecede yüksek bulmuş olmakla
- 54 -
birlikte
cerrahi sonuçlarını nasıl etkilediği konusunda yorum
yapamamaktayız.
Bizim çalışmamızda PNI ile pozitif korlardaki tümör yüzdelerini
ilişkilendirirsek; PNI(+) gruptaki tümör yüzdesi PNI(-) olanların
yaklaşık 4 katıdır. Yani PNI pozitifliği muhtemelen tümör volümünü
etkilemektedir. Tümör volümünün de ekstra prostatik yayılımla ilişkisi
araştıran birçok yayın vardır (16). Ancak literatürde biyopsideki PNI
pozitifliğini korlardaki tümör yüzdesiyle ve bunun cerrahi sonuçlara
etkilerini araştıran çalışma yoktur. Bu konuda yapılacak çalışmalara
ihtiyaç vardır. Yine çalışmamızda PNI pozitifliğini Perifereal zon’nun
basis ve medialinden alınan biyopsilerdeki tümör pozitifliğiyle artmış
ilişkili olarak gözledik. Bize göre, PNI pozitifliği ipsilateral NVB
eksizyonunu predikte edebileceği için biyopside tesbit edilmesi
önemlidir.
Merrick ve ark. 2005 yılında brakiterapi sonrası biyokimyasal
progresyonla PNI ilişkisini araştırmışlardır. 512 hastalık serilerinde
(173 hasta düşük risk, 212 orta risk ve 127 yüksek risk) takip sürelerini
ortalama 5,3 yıl ve PSA cutpoint değerini 0,4ng/ml veya nadir PSA
olarak sunmuşlardır. Bu çalışmada PNI pozitifliğini %26 olarak
saptamışlar ve brakiterapi sonrası biyokimyasal nüksle ilişkili
olmadığını rapor etmişlerdir (130). Beard ve ark. 2006 yılında standart
doz eksternal radyoterapi sonrası kanser spesifik survey ile PNI
arasındaki ilişkiyi araştırmışlar ve 597 hastalık serilerinde radyoterapi
esnasında ortalama doz olarak 70,5 Gy kullanmışlardır.Bu çalışmada
radyoterapi sonrası prostat kanseri spesifik surveyi için PNI tek önemli
prediktör olarak gösterilmiştir. Sonuç olarak düşük ve orta riskli prostat
kanser vakalarının iğne biyopsilerinde PNI pozitifliği varsa standart
doz radyoterapi sonrası kanser spesifik mortalitede PNI negatif olanlara
göre anlamlı yükseklik gözlenmiş. PNI pozitif olan hastalara hormon
tedavisi eklenmesi veya doz artırımı önerilmiştir (131). Lee ve ark.
1550 hastayı risk gruplarına ayırmışlar ve PNI pozitifliğinin pT3
hastalık için her grupta riski artırdığını sunmuşlardır. Ayrıca yüksek
risk grubunda PNI pozitifliğini seminal vesikül ve lenf nod invasyonu
için de artmış risk olarak göstermişlerdir. Yüksek risk grubundaki
PNI(+) hastaların %80 oranında radikal prostatektomi sonrası
radyoterapi ihtiyacı olduğunu rapor etmişlerdir (132). Yu ve ark. 2007
yılında external radyoterapi alan hastalarda PNI’nun prognostik
- 55 -
önemini araştırmışlardır. External radyoterapi alan 657 adet klinik
lokalize prostat kanserli hastayı takip etmişler ve bu hastaların
biyopsilerinde %19 PNI bildirmişlerdir. Hastalar, National
Comprehansive Cencer Network kriterlerine göre risk gruplarına
ayrıldığında yüksek riskli grupta PNI prevalansında artış gördüklerini
belirtmişlerdir (%30). Kaplan-Meier’in analizinde PNI pozitifliği,
düşük biyokimyasal rekürrens free ve düşük kanser spesifik survey ile
ilişkili bulunmuştur. Univaryant ve multivaryant analizlerde PNI,
biyokimyasal rekürrens için önemli prognostik faktör olarak
belirlenmiştir. Lokalize prostat kanseri nedeniyle external RT alan
hastalarda artmış biyokimyasal nüks için PNI bağımsız faktör olarak
gösterilmiştir (134). Yukarıdaki çalışmalardan çıkarılacak ortak sonuç,
PNI pozitifliğinin cerrahi tedaviler gibi radyoterapi sonuçlarını
öngörmede de önemli bir prognostik faktör olduğudur. Pimer
radyoterapide biyopsi dışında başka patolojik örnekleme olmadığı için
PIN pozitifliğinin saptanması RT planlanan hastalarda prognostik
faktör olarak daha da anlamlı hale gelmektedir. Stone ve ark. 1998
yılında 212 klinik lokalize prostat kanserli hastaya staging pelvik lenf
nodu disseksiyonu yapmışlardır. Univaryant ve multivaryant analizleri
sonucunda pelvik lenf nodu metastazını göstermede PNI’un, PSA,
Gleason skoru ve klinik evreden daha iyi bir prediktör olduğunu rapor
etmişlerdir. Hatta, brakiterapi veya external RT yapılacak olan klinik
lokalize prostat kanserli hastaların iğne biyopsilerinde PNI var ise, bu
hastalar için pelvik lenf nodu disseksiyonu üzerine olan tartışmaların
güçlendiğini belirtmişlerdir (137).
SONUÇ
Üroonkologları asıl düşündüren konu prostat kanseri tanısını
koymaktan ziyade tanı koyduktan sonra ne yapılacağıdır. PSA ve rektal
muayene bulgularından sonra hastalığa dair ilk kanıtlar TRUS biyopsi
ile elde edilmektedir ve bu bulgular hastalığın gerçek patolojik evresi
ve progresyonu hakkında ip uçları taşımaktadır. Biyopsideki verilerden
yapılabilecek güçlü analizlerle, gereksiz cerrahiler önlenebileceği gibi
hastalığa bağlı surveyi kısaltacak izlemlerden de kaçınılabilecektir.
Üzerinde durulan konulardan biri de biyopsideki perinöral invasyon
- 56 -
varlığı ve bunun tedavi ve takipteki önemidir. Sonuç olarak
çalışmamızda, iğne biyopsi patolojilerinde PNI pozitifliği olan
hastaların pozitif kor sayılarını ve biyopsi korlarındaki tümör
yüzdelerini anlamlı derecede yüksek bulduk. Ayrıca periferal zonun
basis ve medialinde tümör pozitif olması halinde PNI pozitifliğinin
daha fazla saptandığını gösterdik. Bu bulguların tedavi seçimini,
cerrahi ve takip sonuçlarını nasıl etkileyeceğini anlamak için, biyopsi
bulgularının radikal prostatektomi, definitif diğer tedaviler ve izlem
sonuçları ile karşılaştırılacağı daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
ÖZET
TRUS biyopsi yapılan hastaların patoloji sonucundaki, prostat
kanserinin prognostik faktörlerinden biri olan perinöral invazyonun
biyopsideki pozitif korlar ve korlardaki tümör yüzdesi ile ilişkisini
araştırmayı amaçladık.
Nisan 2004 ile Eylül 2008 tarihleri arasında kliniğimizde TRUS
biyopsi yapılan 282 hastadan patolojisi prostat adenokanseri gelen 85
hastanın biyopsi sonuçlarını retrospektif olarak inceledik. PNI
pozitifliğini 42 hastada (%49,4) tesbit ettik. Hastaları PNI(+) (n:42) ve
PNI (-) (n:43) olmak üzere iki gruba ayırdık. Grupları PSA, yaş, prostat
hacmi, Gleason skoru, biyopsi kor sayısı, pozitif kor sayısı, pozitif
kordaki tümör yüzdeleri açılarından karşılaştırdık.
Gruplar arasında yaş, prostat hacmi ve biyopside alınan kor sayısı
bakımından farklılık yoktu. Ancak PSA, Gleason skoru, pozitif kor
sayısı ve korlardaki tümör yüzdesi PNI(+) grupta anlamlı derecede
yüksekti. Yine çalışmamızda PNI pozitifliğini Perifereal zon’nun basis
ve medialinden alınan biyopsilerdeki tümör pozitifliğiyle artmış ilişkili
olarak gözledik.
Sonuç olarak yaptığımız çalışmada PNI pozitifliğinin, iğne
biyopsi sonucundaki artmış pozitif kor sayısı ve artmış tümör
yüzdesiyle ileri derecede ilişkili olduğunu, ayrıca periferal zonun
posterior ve medialindeki tümörlerin de PIN pozitifliğiyle ilişkili
olduğunu gösterdik. Bu bulgunun tedavi planı, cerrahi ve takip
sonuçlarını nasıl etkilediğini anlamak için daha ileri çalışmalara ihtiyaç
vardır.
- 57 -
KAYNAKLAR
1)
2)
3)
4)
5)
6)
7)
8)
9)
10)
11)
12)
13)
14)
15)
16)
17)
18)
19)
20)
21)
22)
23)
Greenlee RT, Hill-Harmon MB, Murray T, et al. Cancer statistics, 2001. CA Cancer J Clin.
2001;51 (1):15-36.
Reiter RE, deKernion JB. Carcinoma of the prostate. In: Walsh PC, Retik AB, Vaughan ED, eds.
Campbells Urology. 8th ed. New York: Saunders, 2002;3003-3024.
Buhmeida A, Pyrhönen S, Laato M, et al. Prognostic factors in prostate cancer. Diagnostic
Pathology 2006;1:4.
McNeal JE, Bostwick DG, Kindrachuk RA, et al. Patterns of progression in prostate cancer.
Lancet 1986;1:60-63.
Potosky AL, Miller BA, Albertsen PC, Kramer BS. The role of icreasing detection in the rising
incidence of prostate cancer. JAMA 1995;273:548-52.
Takahashi H, Ouchi T: The ultrasonic diagnosis in the field of urology. Proc. Jap.Soc.
Ultrasonics Med. 3: 7, 1963.
Partin AW, Stutzmann RE: Elevated prostatic specific antigen, abnormal prostate evaluation on
digital rectal examination, and transrectal ultrasound and prostate biopsy. Urol Clin North
America. 1998; 25: 581.
Metllin C, Chesley AE, Murphy GP: Association of free PSA percent, total PSA, age, and gland
volume in the detection of prostate cancer. Prostate. 1999; 39: 153.
Lee, F. Torp-Pedersen, S.T. and Siders, D.B.: Use of transrectal ultrasound in diagnosis, guided
biopsy, staging, and screening of prostate cancer. Urology. 1989; 33:7.
Ross PL, Scardino PT, Kattan MW. A catalog of prostate cancer nomograms. J Urol. 2001;165
(5):1562-8.
Di Blasio CJ, Rhee AC, Cho D, et al. Predicting clinical endpoints: treatment nomograms in
prostate cancer. Semin Oncol. 2003;30 (5):567-86.
Harnden P, Shelley MD, Clements H, Coles B, Tyndale-Biscoe RS, Naylor B, Mason MD. The
prognostic significance of perineural invasion in prostatic cancer biopsies: a systematic review.
Cancer. 2007 Jan 1;109(1):13-24.
Baydar DE. Prostat kanserinin patolojisi. In: Özen H, Türkeri L, et al. Üroonkoloji Kitabı. First
ed. Vol 1, 562.
Bastacky SI, Walsh PC, Epstein JI. Relationship between perineural tumor invasion on needle
biopsy and radical prostatectomy capsular penetration in clinical stage B adenocarcinoma of the
prostate. Am J Surg Pathol. 1993;17 (4):336-41.
Byar DP, Mostofi FK. Carcinoma of the prostate: prognostic evaluation ofcertain pathologic
features in 208 radical prostatectomies. Examined by the step-section technique. Cancer 1972;30
(1):5-13.
Algaba F, Arce Y, Oliver A, Barandica C, et al. Prognostic parameters other than Gleason score
for the daily evaluation of prostate cancer in needle biopsy. Eur Urol. 2005;48 (4):566-71.
Vargas SO, Jiroutek M, Welch WR, et al. Perineural invasion in prostate needle biopsy
specimens. Correlation with extraprostatic extension at resection. Am J Clin Pathol. 1999;111
(2):223-8.
Amin M, Boccon-Gibod L, Egevad L, et al. Prognostic and predictive factors and reporting of
prostate carcinoma in prostate needle biopsy specimens. Scand J Urol Nephrol Suppl. 2005;
(216):20-33.
Alberto A. Antunes, Miguel Srougi, et al. Preoperative Determination of Prostate Cancer Tumor
Volume: Analysis through Biopsy Fragments. International Braz J Urol. Vol. 33 (4): 477-485,
July - August, 2007.
Bostwick DG, Graham Jr SD, Napalkov P, Abrahamsson PA, di Sant’agnese PA, Algaba F, et al.
Staging of early prostate cancer: a proposed tumor volume-based prognostic index. Urology
1993;41:403–11.
Tanagho EA, Mc Aninch JW. (çeviri: Kazancı G, ed.). Smith Genel Üroloji.Ondördüncü baskı.
Appleton &Lange / Nobel, 1999 ; 392-433.
McNeal JE: Anatomy of the prostate: An historical survey of divergent views.
Prostate.
1980,1:3.
Sakul U, Bilencioglu B. Prostat bezi anatomisi. In: Balbay M.D.,Prostat., 1.baskı. Güneş
Kitabevi, Ankara, 2008: (3)-35.
- 58 -
24)
25)
26)
27)
28)
29)
30)
31)
32)
33)
34)
35)
36)
37)
38)
39)
40)
41)
42)
43)
44)
45)
46)
47)
48)
49)
50)
51)
52)
53)
54)
55)
56)
Arıncı K.: Uygulamalı Anatomi. Türkiye Klinikleri Yayınevi., Ankara,1993.
Tortora GJ.: Principles of Human Anatomy, 4.ed., Harper and Row Publishers, New York, 1986.
Arıncı K., Elhan A.: Anatomi. 4. Baskı, Güneş Kitabevi, Ankara,2006.
Elhan A.: İnsan Anatomi Atlası (Çeviri. Köpf-Maier, P: Wolf-Heidegger’s Atlas of Human).
Elhan A.: Temel Klinik Anatomi (Çeviri. Moore, K.L.), İkinci baskı, Güneş Kitabevi, 2006.
Gökmen F.G.: Sistematik Anatomi, İzmir, Güven Yayınevi, 2003.
Şakul B.U.: TUS için Anatomi, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 2001.
Drake R.L., Vogl W., Mitchell A.W.M.: Gray’s Anatomy for Students. Churchill Livingstone,
2005.
Standring S.: Gray’s Anatomy. The Anatomical Basis of Clinical Practice. 38.ed., Churchill
Livingstone, New York, 2005.
Erkoçak A.: Özel Histoloji. 4. Baskı, Ankara, Ankara Tıp Yayını, 1982.
Tekelioğlu M.: Tıp Embriyolojisi. Er Ajans, Ankara, 1984.
Vukovic M., Krivokuca D., Moljevic N., Veljkovic R.: Denonvlliers facia-Implication for the
colorectal surgeon, 2000.
Guyton A.C., Hall J.E.: Text Book of Medical Physiology.9.ed., W.B. Saunders and Com., 1996.
Sullivan M.P., Yalla S.V.: Physiology of female micturation. Urol. Clin. N. Am.29:499514,2002.
Vaalasti A, Hernoven A. Innervation of the ventral prostate of the rat. Am J Anat 1979; 154:
231-244.
Davies MRQ. Anatomy of the nevre supply of the rectum, bladder and internal genitalia in
anorectal dysgenesis in male. J Ped Surg 1997, 32(4): 536-541.
Benoit G, Gillot C, Jardın A. Reflection et proposition sur la nomenclature de la prostate. Surg
Radiol Anat, 1992;15:325-332.
Brooks JD. Anatomy of the lower urinary tract and male genitalia . IN: Walsh PC, Retik AB,
Vaughan EDJ et al. Campbell’s Urology. Philadelphia, Saunders, 1998. p. 89-128.
Hervonen A, Vaalasti A, Vaalasti T, et al. Paraganglia in the urogenital tract of man.
Histochemistry 1976; 46: 307-313.
Benoit G, Merlaud L, Meduri G, et al. Anatomy of the prostatic nerves. Surg Radiol Anat 1994;
16: 23-29.
Walsh PC, Donker PJ. Impotence following radical prostatectomy: Insight into etiology and
prevention. J Urol 1982; 128: 492-497.
Lepo H, Gregerman M, Crosby R et al. Precise localization of the autonomic nerves from the
pelvic plexus to the corpora cavernosa: a detailed anatomical study of the adult male pelvis. J
Urol 1985; 133: 207-212.
Paick JS, Donatucci CF, Lue TF. Anatomy of cavernous nerves distal to prostate:
Microdissection study in adult male cadavers. Urology 1993; 42(2): 145-149.
Davies MRQ. Anatomy of the nevre supply of the rectum, bladder and internal genitalia in
anorectal dysgenesis in male. J Ped Surg 1997, 32(4): 536-541.
Lue TF, Zeıneh SJ, Schmidt RA et al. Neuroanatomy of penil erection: Its relevance to
iatrogenic impotence. J Urol 1992; 131: 273-280.
Breza J, Aboseif SR, Orvis BR. Detailed anatomy of penil neurovascular structures: Surgical
significance. J Urol 1992; 148: 1190-1194
Whitmore WF Jr. Hormone therapy in prostatic cancer. Am J Med. 1956;21:697-713.
Prout GR Jr. Diagnosis and staging of prostatic carcinoma. Cancer 1973;32:1096-1103.
Jewett HJ. The present status of radical prostatectomy for stages A and B prostatic cancer. Urol
Clin North Am. 1975;2:105-124.
Prostate In. Sobin LH, Wittekind Ch. (Eds.). International Union Against Cancer: UICC
Classification of malignant tumors, 6th. Ed. New York: Willey-Liss, 2002;184-187.
Greene FL, Page D, Morrow M, Eds. Prostate In. American Joint Committee on Cancer: AJCC
Cancer Staging Manuel, 6th.Ed. New York: Springer,2002;309-316.
Dillioğlugil Ö, Çevik İ.:Prostat Kanserinde Tanı ve Evrelendirme. In: Üroonkoloji Kitabı.
Üroonkoloji Derneği. 1st Ed. 2007:614-617.
Lui, PD., Terris, MK., Mc Neal, JE., Stamey, TA.: Indications for Ultrasound Guided Transition
Zone Biopsies in the Detection of Prostate Cancer. Int. J. Urol.;4(6): 567-571, 1997
- 59 -
57)
58)
59)
60)
61)
62)
63)
64)
65)
66)
67)
68)
69)
70)
71)
72)
73)
74)
75)
76)
77)
78)
79)
Narayan, P. : Neoplasm of the Prostate Gland. Smith’s Urology, Tanagho, EA. Mc Aninch, JW. ,
14. Edition, Connecticut-San Mateo, Lange, : 392-433 , 1995.
Pienta, KJ. : Etiology, Epidemiology and Prevention of carcinoma of the Prostate. Campbell’s
Urology. Walsh, PC. , Retic., Vaughan Jr, ED., Wein, AJ., Seventh Edition Vol 3; 2489-2496 ,
1998.
Smith JR, Freije D, Carpten JD.: Major susceptibility locus for Prostate Cancer on Cromosome 1
suggested by a genome-widee search. Science 1996; 274:1371
Carter BS, Bova GS. Beaty TH: Hereditary Prostate Cancer Epidemiologic and Clinical
Features. J Urol 1993; 797-802
Bangma, CH. , Kranse, R., Blijenberg, BG.: The Value of Screening Tests in the Detection of
Prostate Cancer : Part 1. Results of a Retrospective Evaluation of 1726 Men. Urology 46 : 773778 , 1995
Pentyala SN, Lee J, Hsieh K : Prostate Cancer : A Comprehensive Reviev Medical Oncology
(2000) 85 – 105
Hankey BF, Feuer EJ, Clegg LX : Cancer surveillance series : interpreting trends in prostate
cancer: Evidence of the effects of screening in recent prostate cancer incidence , mortality and
survival rates . J Natl Cancer Inst 1999 , 1017
Landis SH, Murray T, Bolden S, Wingo PA : Cancer Statistics 1998 , CA Cancer J Clin 1998 ;
48 192 and 329
Kirby RS, Brawer MK, Denis LJ: Epidemioloji and pathophysiology , Health Press Limited,
Oxford 1998, 7
Demers RY, Swanson GM, Weiss LK, Kau TY: Increasing incidence of prostate cancer . Arch
Intern Med 1994; 154: 1211-1216
Brasso K, Friis S, Kjaer SK: Prostate cancer in denmark: A 50 year population- based study .
Urology 1998; 51:590
Barry MJ: Prostate spesific antigen testing for early diagnosis of prostate cancer. N England J
Med 2001; 344:18, 1373-1377
Greenlee RT et al.: Cancer Statistics. CA Cancer J CLIN 2001 ;51:15-36
Barry MJ, Fleming C, Caley CM ve ark.: Should medicare provide reimbursement for prostate
spesific antigen testing for early detection of prostate cancer. Urology 1995; 2-13
Cooner WH, Masley BR, Rutherford CL Jr ve ark: Prostate cancer detection in a clinical
urological practice by ultrasonography , digital rectal examination and prostate spesific antigen. J
Urol 1990 : 143; 1146-1154
Yuan JJJ, Caplan DE , Petros JA ve ark.: Effects of rectal examination, prostatic massage,
ultrasonography and needle biopsy on serum prostate spesific antigen levels. J Urol 1992 : 147 ;
810-814
Oesterling JE, Jacobsen SJ, Chute CG ve ark.: Serum Prostate Spesifik Antigen in a community
based population of healthy men: Estabilishement of age spesific referance ranges . JAMA 1994
; 271: 368-371
Epstein JI, Walsh PC, Carmichael B, Brendler CB: Pathologic and clinical findings to predict
tumor extend of non palpabl prostate cancer. JAMA 1994; 271: 368-371
Sun L, Gancerzyk K, Paquette EL ve ark.: Introduction to department of Defence Center for
Prostate Disease Research Multicenter National Prostate Cancer Database and analysis of
changes in the PSA. Urol Oncol 2001; 6, 203
Dalton DL:Elevated serum prostate spesific entogen due to acute bacterial prostatits: Urology
1989:33,465
Carter HB,Partin AW: Diagnosis and staging of prostate cancer, ‘Campbell Urology’ 1997:
2519-2533
Özen H , Aygün C, Ergen A, Sözen S, Aki FT, Uygur MC. Combined use of prostate spesific
antigen derivatives decreases the number of unnecessary biopsies to detect prostate cancer. Am J
Clin Oncol 2001 ; 24(6) : 610-613
Babaian J, Johnston DA, Naccarato W ve ark.: The incidence of prostate cancer in a screening
population with a serum prostate spesific antigen between 2,5 – 4,0 ng/ml: relation to biopsy
strategy . J Urol 2001; 165 , 757-760
- 60 -
80)
81)
82)
83)
84)
85)
86)
87)
88)
89)
90)
91)
92)
93)
94)
95)
96)
97)
98)
99)
100)
101)
102)
103)
Kwiatkowski M, Recker F, Piironen T ve ark.: In prostatism patients the ratio of human
glanduler kallikrein to free PSA improves the discrimination between prostate cancer and benign
hyperplasia within the diagnostic ‘gray zone’ of total PSA 4 to 10 ng/ml. Urology 1998 ; 52:360
Becker F, Kwiatkowski M, Piironen ve ark.: The importance of human glanduler kallikrein and
its correlation with different prostate spesific 51 antigen serum forms in the detection of prostate
carcinoma. Cancer 1998;83:2540-2547
Jung K, Elgeti U, Lein M ve ark.: Ratio of free or complexed prostate spesific antigen to total
PSA : Which ratio improves differentiatiation between benign prostatic hyperplasia and prostate
cancer ? Clin Chem 2000 ; 46-55
Okegawa T, Kinjo M, Watanabe K ve ark.: The significance of the free to complexed prostate
spesific antigen (PSA) ratio in prostate cancer detection in patients with a PSA level of 4,1-10,0
ng/ml. BJU Int 2000 ;85 :708
Stamey TA, Yemeto C: Examination of the 3 molecular forms of serum prostate spesific antigen
for distinguishing negative from positive biopsy: Relationship to transition zone volume. J Urol
2000b ;163 :119.
Littrup PJ, Kane RA, Mettlin CJ ve ark.: Cost effective prostate cancer detection . Cancer 1994 ;
74 : 3146-3158
Catalona WJ, Hudson MA, Scardino PT ve ark. : Selection of optimal prostate spesifik antigen
cutoffs for early detection of prostate cancer: Receiver operating characteristics. J Urol 1994a ;
152 : 2037-2042.
Catalona WJ, Richie JP, De Kernion JB ve ark.: Comparison of prostate spesific antigen
concentration versus prostate spesifik antigen density , in the early detection of prostate cancer :
Receiver operating characteristics curves . J Urol 1994b; 152 :2031-2036.
Benson MC, Whang IS, Olsson CA ve ark.: Use of prostate spesific antigen density to enhance
predictive value of intermediate levels of serum prostate spesific antigen. J Urol 1992 ; 147 :
817-821.
Brawer MK, Aramburu EAG, Chen GL ve ark. : the inability of prostate spesific antigen index
to enhance the predictive value of prostate spesific antigen in the diagnosis of prostatic
carcinoma. J Urol 1993; 150: 369-373.
Lepor H, Wang B, Shapiro E: Relationship between prostatic epitelial volume and prostate
spesific antigen levels. Urology 1994 ; 44 :199-205.
Kalish J, Cooner WH, Graham SD: Serum PSA adjusted for volume of transition zone is more
accurate than PSA adjusted for total volume of the prostate. Urology 1994 ; 43 : 601-606.
Carter BH, Pearson JD , Morrell CH ve ark. : Longitudinal evaluation of in men with and
without prostate disease: JAMA 1992b ; 267 :2215-2220.
Christensson A, Bjork T, Nilsson O ve ark.: Serum PSA complexed to alpha 1 antichimotrypsin
as an indicator of prostate cancer. J Urol 1993; 150 : 100-105.
Catalona WJ, Smith DS, Wolfert RL ve ark. : Evaluation of percentage of free serum PSA to
improve spesificity of prostate cancer screening. JAMA 1995; 274:1214-1220.
Clements R: The Chanching role of Transrectal Ultrasound in the diagnosis of prostate cancer.
Clinical Radiology 1996 ;51 :671-676.
Aarnink RG, Beerlage HP, Dela Rosette, Debruyne FJM et al. : Transrektal Ultrasound of the
Prostate: Innovations and Future Applications. J Urol 1998; 159:1568-1579.
Littrup PJ, Kane RA, Williams CR ve ark. : Determination of prostate volume with TRUS for
cancer screening: Part 1: Comparison with PSA assay. Radiology 1991; 178 : 537-542.
Terris MK Vve Stamey TA: Determination of prostate volume by transrectal ultrasound. J Urol
1987 ; 145 :984.
Watanabe H : Transrectal sonography : A personal review and recent advances. Scand J Urol
Nephrol 1991 ; 137 : 75-78.
Rifkin MD : Prostate imaging . Radiology 1987 ; 165 :200.
King WW , Wilkiemeyer RM , Boyce WH , Mc Kinney WM : Current status of prostatic
sonography. JAMA 1973 ; 226 : 444-447.
Resnick MI , Willard JW , Boyce WHY : Recent progress in ultrasound of bladder and prostate.
J Urol 1977 ; 4 : 444-446.
Rifkin MD , Friedland GW , Shortliffe L : Prostatic evaluation by transrectal ultrasonography :
Detection of carcinoma. Radiology 1986;158 : 85-90
- 61 -
104) Shinohara K , Scardino PT , Carter SC , Wheeler TM : Pathologic basis of the sonografic
apperance of normal and malignant prostate. Urol Clin North Am 1989 ; 16 : 675-691.
105) Lee FR , Gray JM , Mcleary RD ve ark. : Prostatic evaluation by transrectal sonography :
Criteria for diagnosis of early carcinoma. Radiology 1986 ; 158 : 91-95.
106) Carter HB , Hamper UM ve ark. : Evaluation of transrectal ultrasound in early detection of
prostate cancer. J Urol 1989 ; 142 : 1008-1010.
107) Lange PH , Brawer MK : Prostatic acid phosphatase and PSA in the era of transrectal
ultrasonography. Diagnostic ultrasound of prostate. Elsevier Science Publishing Co , 1989.
108) Hodge KK, Mc Neal SE, Stamey TA: Ultrasound guided transrectal core biopsies of the palpably
abnormal prostate. J Urol 1989; 142 : 66-74.
109) Salo JO, Ranniko S, Makinen J, Lethonen T: Echogenic structure of prostatic cancer imaged on
radical prostatectomy specimens.Prostate 1987;10:1-9.
110) Esposti PL, Elman A, Norlen H. Complications of transrectal biopsy of prostate. Scand J Urol
Nephrol 1995; 9: 208-213.
111) Emilliozzi P, Corsetti A, Tassi B, Federico G, Martini M, Pansadoro V. Best approach for
prostate cancer detection: a prospective study on transperineal versus transrectal six core prostate
biopsy. Urol: 2003; 961-966.
112) Hodge KK, McNeal JE, Stamey TA: Ultrasound guided transrectal core biopsies of the palpably
abnormal prostate. J Urol 1989; 142: 66-70.
113) Hodge KK, McNeal JE, Stamey TA: Random systematic versus directed ultrasound guided
transrectal core biopsies of the prostate. J Urol 1989; 142: 71-75.
114) Stamey TA. Making the most out of six systemic sextant biopsies. Urology 1995; 45:2-12.
115) Gore JL, Shariat SF, Miles BJ, Kadmon D, Jiang N, Wheeler TM: Optimal combinations of
systematic sextant and laterally directed biopsies for the detection of prostate cancer. J Urol
2001; 165: 1554-1559.
116) Presti JC Jr, Chang JJ, Bhargava V, Shinohara K. The optimal systematic prostate biopsy scheme
should include 8 rather than 6 biopsies: results of a prospective clinical trial. J Urol
2000;163:163-166.
117) Babaian RJ, Toi A, Kamoi K, Troncoso P, Sweet J, Evans R, et al : A comparative analysis of
sextant extended 11 core multisite directed biopsy strategy. J Urol 2000; 163:152-157
118) Feneley MR, Weeb JAW, Mc lean A, Kirby RS : Postoperative serial prostate spesific antigen
and transrectal ultrasound for staging incidental carcinoma of the prostate. Br J Urol 1995;
75:14-20
119) Griebling TL, Williams RD : Stating of incidentally detected prostate cancer: Role of repeat
resection , PSA, Needle biopsy and Imaging. Urol Oncol 1996; 14 : 156-164.
120) Lowe BA: Management of stage T1a Prostate Cancer. Urol Oncol 1996; 14 :178-182.
121) Lee, F., Torp – Petersen, ST.: Transrectal Ultrasound in the diagnosis and Stating of Prostatic
Carcinoma. Radiology ; 170 : 609-615 , 1989.
122) Mansfield JT, Stephenson RA: Does Transuretral resection of the prostate compromise the
radical treatment of prostate cancer. Urol Oncol 1996;14:174-177.
123) McNeal JE, Bostwick DG, Kindrachuk RA, et al. Patterns of progression in prostate cancer.
Lancet 1986;1 (8472):60-3.
124) Epstein JI, Carmichael M, Partin AW, Walsh PC.:Is tumor volume an independent predictor of
progression following radical prostatectomy? A multivariate analyses of 185 clinical stage B
adenocarcinomas of the prostate with 5 years of followup. J Urol. 1993;149(6):1478-81.
125) Zietman AL, Edelstein RA, Joen JJ, et al. Radical prostatectomy for adenocarcinoma of the
prostate: the influance of preoperative and pathologic findings on biochemical disease-free
outcome. Urology 1994;43 (6) 828-33.
126) Harnden P, Shelley MD: The prognostic significance of perineural invasion in prostatic cancer
biopsies: a systematic review. : Cancer. 2007 Jan 1;109(1):13-24.
127) Bastacky SI, Walsh PC, Epstein JI: Relationship between perineural tumor invasion on needle
biopsy and radical prostatectomy capsular penetration in clinical stage B adenocarcinoma of the
prostate. Am J Surg Pathol. 1993 Apr;17(4):336-41.
128) Cannon GM Jr, Pound CR: Perineural invasion in prostate cancer biopsies is not associated with
higher rates of positive surgical margins. Prostate. 2005 Jun 1;63(4):336-40.
- 62 -
129) Ali TZ, Epstein JI: Perineural involvement by benign prostatic glands on needle biopsy. Am J
Surg Pathol. 2005 Sep;29(9):1159-63.
130) Merrick GS, Butler WM: Prognostic significance of perineural invasion on biochemical
progression-free survival after prostate brachytherapy. : Urology. 2005 Nov;66(5):1048-53.
131) Beard C, Schultz D: Perineural invasion associated with increased cancer-specific mortality after
external beam radiation therapy for men with low- and intermediate-risk prostate cancer. Int J
Radiat Oncol Biol Phys. 2006 Oct 1;66(2):403-7. Epub 2006 Jun 9.
132) Lee IH, Roberts R: Perineural invasion is a marker for pathologically advanced disease in
localized prostate cancer. Int J Radiat Oncol Biol Phys. 2007 Jul 15;68(4):1059-64. Epub 2007
Mar 29.
133) Passavanti G, Pizzuti V: Perineural invasion in prostatic carcinoma treated with radical
prostatectomy: the role of TR systematic biopsy. Arch Ital Urol Androl. 2007 Mar;79(1):23-5.
134) Yu HH, Song DY: Perineural invasion affects biochemical recurrence-free survival in patients
with prostate cancer treated with definitive external beam radiotherapy. Urology. 2007
Jul;70(1):111-6.
135) Bismar TA, Lewis JS Jr: Multiple measures of carcinoma extent versus perineural invasion in
prostate needle biopsy tissue in prediction of pathologic stage in a screening population. Am J
Surg Pathol. 2003 Apr;27(4):432-40.
136) Epstein JI: The role of perineural invasion and other biopsy characteristics as prognostic markers
for localized prostate cancer. Semin Urol Oncol. 1998 Aug;16(3):124-8.
137) Stone NN, Stock RG, Parikh D, et al: Perineural Invasion and Seminal Vesicle Involvement
Predict Pelvic Lymph Node Metastasis in Men With Localized Carcinoma of the Prostate. Stone
NN, Stock RG, Parikh D, et al. J Urol. 1998;160:1722-1726.
138) Eskew L, Bare RL, McCullough DL : Systemic 5 region prostate biopsy is superior to sextant
method for diagnosing carcinoma of the prostate. J Urol 1997; 157: 199-203
139) De la Taille A, Antiphon P, Salomon L, Cherfan M, Porcher R, Hoznek A, et al. Prospective
evaluation of a 21- sample needle biopsy procedure designed to improve the prostate cancer
detection rate. Urology 2003; 61: 1181-1186
140) Stewart CS, Leibovich BC, Weaver AL, and Lieber MM. Prostate cancer diagnosis using
saturation needle biopsy technique after previous negative sextant biopsies. J Urol 2001; 166:
86-92
141) Morote J, Lopez M, Encabo G, de Torres I. Value of routine transition zone biopsies in patients
undergoing ultrasound-guided sextant biopsies for the first time. Eur Urol 1999; 35: 294-297
142) Terris MK, Pham TQ, Issa MM, Kabalin JN. Routine transition zone and seminal vesicle
biopsies in all patients undergoing transrectal ultrasound guided prostate biopsies are not
indicated. J Urol. 1997; 157 :204-206.
- 63 -
Download