akad`ın faallđyetlerđ

advertisement
AKAD’IN FAALLĐYETLERĐ
AKAD KÜLTÜR MERKEZĐNĐN TEMELĐ ATILDI
(AKAD) Đskenderun Alevi Kültürünü Araştırma Derneği Kültür Merkezi’nin
temeli düzenlenen törenle atıldı. AKAD Başkanı Nihad YENMĐŞ; “Muharrem” ayı
içinde olduğumuzu hatırlattı. Hz. Hüseyin’in ve Ehlinin bu ayda zalimce katledildiğini,
bu olayın tüm Müslümanların yüreğini burktuğunu söyledi. “Kerbela’da Hz. Hüseyin’e,
ahfadına ve bu yolda şehit düşen tüm müminlere selam olsun. Onları ananlara selam
olsun. Bu acıyla kavrulan yüreklere selam olsun. Allah’ım Onların yeri senin katında
yüksektir. Allah’ım bizi onların ehlinden kıl.”sözleriyle bu elim olayın benzerinin
Suriye’de yaşatılmaya çalışıldığını belirtti.
Emeviler, kendi iktidarlarını güçlendirmek ve Ehlibeyt’in nüfuzunu azaltmak için
oluşturdukları siyasi anlayışın zamanla Ehlibeyt ve Alevi düşmanlığı şeklinde devam
ettiğini, etkinsinin bugüne kadar hissettirildiğini belirtti. Sivas Katliamı ve
Kahramanmaraş Katliamı gibi Alevilere yönelik birçok saldırının bağnaz mülhitler
tarafından yapıldığını hatırlattı.
Tarih boyunca Alevilerin kendilerini ifade edemediklerini anlatan Nihad
YENMĐŞ; çeşitli iftira ve karalamalara uğradıklarını günümüzde de bazı yobazlar
tarafından Alevilere yönelik tahkir ve kötüleme siyasetinin güdüldüğünü açıkladı.
Aleviliğin Đslam dininin ve Ehlibeyt anlayışının yolu olduğunu belirterek kendi inanç
ve itikatlarını yaşamalarına fırsat verilmediğini söyledi. Alevi anlayışını yeni nesillere
aktarmak ve din adamı yetiştirmek için eğitim gerektiğini, bu hakkın Alevilere
verilmediğini açıkladı. Bu sorunun çözümü için devlet yetkililerinden çözüm istedi.
AKAD Kültür Merkezini 7200M2 alan olarak planladıklarını belirten N. YENMĐŞ.
Bu komplekste üç eğitim salonu, çok amaçlı konferans solonu, üç taziye salonu, beş
vakit namazın eda edileceği mescit, 18 apart odadan oluşan misafirhane, Alevi
öğretisini içeren kütüphane gibi bölümlerin olacağını söyledi. Bu merkezin inşası için
hayırsever vatandaşların yardımlarına ihtiyaç duyulduğunu söyleyerek tüm halkımızı
yardıma çağırdı.
Đskenderun’un Mustafa Kemal Mahallesi’nde düzenlenen temel atma törenine
Đskenderun Kaymakamı Ali Đhsan SU, Hatay Milletvekilleri Mevlüt Dudu, Refik
Eryılmaz, Hasan Akgöl, Đskenderun Belediye Başkanı Dr.Yusuf H.Civelek, belde
belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, siyasi parti temsilcileri ve vatandaşlar
katıldı.
Đskenderun Kaymakamı Ali Đhsan SU ; “Her vatandaşımızın mutluluğu
görevlerimiz arasındadır. Bugün kültür merkezinin temelini atacağız. Hayırlı, uğurlu
olmasını diliyorum. Aleviliğin temelinde incitmemek, incinmemek, sevgi, saygı var.
Đslam’ın özünde sevgi, saygı, aşk, muhabbet var.” dedi ve konuşmasını kardeşlik
sevgi ve barış içerikli bir şiirle tamamladı.
Đskenderun Belediye Başkanı Dr. Yusuf H. CĐVELEK konuşmasında; “Bütün
kültürler dünyaya bakan ayrı pencerelerdir. Ne kadar değişik pencerelerden
bakarsak, dünya hakkında o kadar farklı bilgiye sahip oluruz. Ortadoğu’nun, yakın
komşularımızın sıkıntılar ve sorunlar yaşadığı bir dönemde, her inançtan her
kesimden insanların, karşılıklı sevgi, saygı, dayanışma ve hoşgörü anlayışı içerisinde
bir arada olması
mutluluk vericidir.”dedi. Đskenderun AKAD yönetimine ve üyelerine teşekkür etti.
Belediye Başkanı Dr.Yusuf H.Civelek; “Đnançlarımızı özgürce yaşayabiliyorsak,
düşüncelerimizi ifade edebiliyorsak bunu Mustafa Kemal Atatürk’e borçluyuz. Mustafa
Kemal Atatürk’e minnet ve şükranlarımızı sunuyoruz. Mustafa Kemal Atatürk
sayesinde bir aradayız, fikirlerimizi paylaşıyoruz. Bunu devam ettireceğiz.”diye
konuşmasını sürdürdü.
Törende Hatay Milletvekili Mevlüt Dudu, Đlçe Müftü Vekili, Adana AKAD
Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Atıcı da konuştu.
Đskenderun’daki Alevi düşünce ve kanaat önderi Şeyh Mahmut Reyhani
konuşmasında, Belediye Başkanı Dr.Yusuf H.Civelek’e, bu konuda katkı sağlayan
herkese teşekkür etti.Sonra Kültür Merkezi’nin temeli protokol üyeleri tarafından
atıldı.
GADĐR HUMM BĐATI HEYECANI BĐNLERĐ SARDI
Đskenderun AKAD, ilk büyük organizasyonunda Kapalı Spor Salonunda
gerçekleştirdiği Gadir Hum Biati konulu konferansa binlerce kişi katıldı. Orada
atmosfer büyüleyiciydi. Hz.Muhammed’in Hz.Ali’yi vasi, veli tayin ettiği gün olarak
bilinen ve Alevi toplumu tarafından kutsal kabul edilen günde Đskenderun Kapalı
Spor Salonu’nu dolduran binlerce vatandaş, önce saygı duruşunda bulundu. Coşkuyla
Đstiklal Marşı’nı hep bir ağızdan okudu.
Kur’an-ı Kerim tilaveti sunan AKAD Đnanç Önderlerinden Kemal Gündüz,
salonu dolduran binlerce insana unutulmaz bir Kur’an-ı Kerim ziyafeti sundu.
Konferansa katılan AKAD Đnanç Önderi Hüseyin Şanlı; “Gadir Biatı’nı, Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Zeliha Etoz, “Güneşin
Doğduğu Yerde Barış” Konusunu, Şam Üniversitesi Tarih Bilimi Öğretim Üyesi
Prof.Dr. Mehmet Yuva, “Aleviliğin Tarihi Süreci” Konusunu, ÇukurovaÜniversitesi
Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Yard.Doc.Dr.Taylan Koç, “Siyasetin Dili ve
Ötekileştirme” Konusunu, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim üyesi
Arş.Gör.Hakan Mertcan ise “Türkiye’de Laiklik ve Aleviler” konusunu aktardılar.
AKAD Başkanı Nihad YENMĐŞ konuşmasında; “Aleviliği Ali’yi sevmek olarak
algılayarak hafife almak, tek kelimeyle cahilliktir. Bugün yapılmak istenen Aleviliğin
Ali sevgisine indirgenerek, Đslam dışı gösterilme çabasıdır. Oysa Alevilik; Allah’ı
bilmektir, Peygamberi bilmektir, Kuran-ı Kerim’in emir ve buyruklarını kabullenmektir,
kula kulluğu reddetmektir, insanlar arasında ayrım yapmamaktır, insanları insan
oldukları için sevmektir, emeğe saygıdır. Özgürlükleri sağlamak, savunmak ve
korumaktır. Alevilik, insanlarda din, ırk, dil, cinsiyet ayrımı yapmadan herkesi eşit
görmektir. Alevilik, adaleti mülkün temeli olarak görmektir. Alevilik, çocukları bizden
sonraki nesiller için yetiştirmektir. Mazlumun yanında zalime karşı çıkmaktır. Biz bunu
böyle kabul ediyor, böyle biliyoruz.”dedi.
Đskenderun Đlçe Müftüsü Hamdi Kavillioğlu ise şöyle dedi: “Bir mecliste
Allah’tanbahsedilirse, Resulallah’tan bahsedilirse Ehli-Beyt’ten bahsedilirse oraya
Allah’ın rahmeti iner. Ben burada bugün kardeşliği görüyorum. Birlik ve beraberliği
görüyorum. ‘Ancak müminler kardeştirler.’ ayetinin tecellisini görüyorum.”dedi.
Konuşmacıların büyük beğeni toplayan konuşmaları salonda bulunan binlerce
kişi tarafından ayakta alkışlandı.
AKAD YÖNETİMİ
KUR’AN-I KERĐM’DE Hz. ALĐ
ve MASUMLAR: II
Davut TÜMKAYA
Yüce Allah ilk insan Hz. Adem’den beri insanların hidayetine peygamberleri
vasıtasıyla sahifeler, kitaplar göndermiştir. Bu sahife ve kitaplar zamanın ihtiyacına
göre yüce yaratıcı tarafından uyarlanmış ve indirilmiştir. Đçeriklerinde o günün durum
ve şartları izah edilmiş ve insanlara tebliğ edilmiştir. Bu sahife ve kitapların
sonuncusu yüce Allah son peygamberi Hz. Muhammed’e (s.a.a.v.) vahiy yoluyla
indirmiştir. Bu son kitap hak olan Đslam dinine son şeklini vermiştir, Bu kitap
günümüze kadar eksiksiz bir şekilde devam etmiş ve kıyamete kadar devam
edecektir. Bu kitap yüce Allah’ın kelamıdır ki bu kitap Kur’an-ı Kerim’dir.
Kur’an-ı Kerim, Đslam dininin yayılış hızına ve zamanın şartları ve
olaylarına göre ayet ayet inmiş ve ancak yirmi üç yılda tamamlanmıştır.
Kur’an-ı Kerim; yüce Allahın eseridir.
Kur’an-ı Kerim; insanları hidayete erdiren ve Hz. Adem’den günümüze kadar uzanan
tarihin en büyük rehberidir.
Kur’an-ı Kerim’de maksatsız, gayesiz hiçbir ayet yoktur. Yüce Allah Kur’an-ı
Kerim’i içindeki belli ve güneş gibi parlayan bir takım illetlerle (sebeplerle),
hikmetlerle ve maksatlarla indirmiştir.
Bu illet(sebep), hikmet ve maksatları bilmek için ayetlerini anlayarak okumak
gerekir.
Kur’an-ı Kerim’in anlam ve maksadını anladıktan sonra tatbikini amelle işlemek
lazım.
Kur’an-ı Kerim okunur da anlaşılmaz, anlaşılır da uygulanmazsa okuyucunun
okuduğu ayetlerden hiçbir şey anlamadığı anlaşılır. Okunan Kur’anı Kerim’in
ayetlerini anlamak için, okuyanın içinde bir huşu bulunması, Kur’an-ı Kerim’i
Hz.peygambere indiren yüce hâlıka tazim etmesi, okuyucunun kalp huzuru için de
sükunetle okuması, düşünmesi, anlamını anlamaya çalışması, Kur’anı Kerim’den ve
mealinden bir miktar anladığını gösterir. Bu şekilde Kur’an-ı Kerim’i
tilavet eden kimse yaratıcısıyla konuşması demektir. Kur’an-ı Kerim’i okurken kalben
ferahladığını hisseden, ruhen rahatladığına inanan, zihnen dinlendiğine kanaat
getiren ve manen güçlendiğini fark edenler Kur’an-ı Kerim’i okumuş sayılırlar. Aksi
halde sadece bir nağme dinlemiş olurlar.
Hz. Ali (a.s) Kur’an-ı Kerim hakkında: ‘Kur’an’ı öğrenin. O, hadislerin en
güzelidir. Onu inceleyin, anlayın. O, yüreklerin baharıdır. Nuruyla şifalanın; O,
göğüslerin şifasıdır. Tilavetini güzelleştirin; O, kıssaların en iyisidir. Đlminden başka
ilimle uğraşan alim, cehaletinden şaşkına dönen cahile benzer. Bahanesi kendi
aleyhinedir. Ona yalnız teessüf etmek gerek ve O Allah katında daha fazla kınanan
ayıplanandır. (Nehcül Belağa)
Kur’an-ı Kerim’le Hz. peygamberin hadisi ikiz kardeştir. Onun içindir ki Hz.
Peygamber (s.a.a.v.), bana dayandırılan hadis Kur’an-ı Kerim’le çelişiyorsa o hadis
benim değildir, demiştir.
Kur’an-ı Kerim’de çelişki yoktur. Çelişkinin olmayacağını da yüce Allah
ayetlerle insanlara bildirmiştir. ‘O, yüce bir kitaptır, ne önünden ne ardından asla ona
batıl gelmez. O her fiilinde hakim olan, övülen Allah tarafından indirilmiştir.’ (Fussilet
42.)
Kur’an-ı Kerim muttakilerin rehberidir. Bu rehber Hz. Ali (a.s) ve masumları
gösteriyor. Onları tarif ediyor. Yaptıklarını kıssalar halinde anlatıyor. Zaten de bunun
için rehber olmuştur. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’in rehber olduğunu yine ayetle biz
insanlara tebliğ etmiştir.
‘Bu bir kitaptır ki onda şüphe götürecek hiçbir şey yoktur. Muttakiler hakkında
rehberdir.’ (Bakara 3, 4,)
Đşte Kur’anı Kerim’in muttakilerdeki amacı Hz. Ali (a.s) ve masumlardır. Onun
için Kur’an-ı Kerim’i okurken illetlerle, hikmetlerle, maksatlarla sözcüklerimizin
dikkate alınması gerek dedik. Burada yazıma Kur’an-ı Kerim’in Hz. Ali (a.s)
hakkındaki birkaç ayetiyle devam edeceğim.
Hz. Musa yüce Allah’ın emriyle kafir Firavun’a gittiğinde yüce Allah Hz.
Musa’ya: ‘Firavuna git, çünkü O iyice azdı. Musa: Rabbim, dedi. Gönlüme ferahlık
ver. Đşimi kolaylaştır. Bana ailemden (Ehlimden) kardeşim Harun’u yardımcı yap.
Onunla beni güçlendir ve O’nu durumumda (işimde)ortak kıl.’(TAHA 24/32)
Đsnatlarla Đbn-i Abbas dedi ki: ‘Mekke’deydik, Hz. Peygamber (s.a.a.v.) elimle
Ali bın Ebi Talib’in elini ellerine aldı. Dört rekat namaz kıldıktan sonra elini havaya
kaldırarak: Allah’ım Đmran oğlu Musa senden diledi. Ben de Peygamberin Muhammed
olarak senden diliyorum. Gönlüme ferahlık ver. Söylediklerimin anlaşılması için
dilimin bağını çöz. Ailemden (ehlimden) bana kardeşim Ali’yi yardımcı kıl. o’nunla
gücümü artır ve o’nu durumlarımda (işlerimde) ortak yap. Đbni Abbas dedi ki: ‘Bana
bir ses geldi Ya AHMED istediklerin sana verildi’ diyordu.
Hz. Muhammed: Ya Eb’el Hasan elini semaya kaldır ve Allah’ından dile, sana
da versin dedi .Hz. Ali (a.s) ellerini semaya kaldırdı ve ‘Allah’ım yanından bana ahd
ve sevgi ver’ diyerek dua etti. O anda Hz. Peygambere (s.a.a.v.); ‘Đman edip iyi amel
işleyenler yok mu, esirgeyen zat onları sevindirir’ (Meryem 96) diye ayet indi.
Hz. Peygamber (s.a.a.v.) bu ayeti ashabına tilavet etti (okudu). Ashab,
olanlardan sonra ayeti duyunca şaşırdı. Hz. Peygamber (s.a.a.v.) ashabına neden
şaşırıyorsunuz? Bilmiyor musunuz ki Kur’an dört bölümdür. Bir bölümü biz Ehlibeyt’e
özeldir. Bir bölümü helal ve haramlar içindir. Bir bölümü fariza ve hükümler, bir
bölümünde de yüce Allah Ali bın Ebi Talib’in yüceliklerini ve özelliklerini bildirdi.’ dedi.
Biharul Envar c.35 s.359; Kitabul Fadayıl Ahmed bın Hanbel s.202; Şevahid
Ettenziyl c.1 s.369 (Esma bınt Ümeys’in rivayetiyle.)
Đsnatlarla Đbni Abbas dedi ki: Akabe oğlu Velid, Hz. Ali’ye (a.s.): Kargım
senden daha keskin, dilim senden daha akıcı, yazıda (gramer dil bilgisi) senden daha
doluyumdur. Hz. Ali (a.s.): ‘Sus sen bir fasıksın.’ dedi. Bu konuşmadan sonra Hz.
Peygambere (s.a.a.v.) bu ayet iner. ‘Öyle ya;
mü’min olan yoldan çıkmış fasık gibi midir? Bunlar elbette bir olmazlar’ (Secde 18)
Đbni Abbas der ki: Yüce Allah mu’min sözcüğü ile Ali’yi (a.s.), fasık yoldan
çıkmış sözcüğüyle de Akabe oğlu Velid’i kast eder.
Tabere tefsiri c.21 s68, Essuyuti Eddur el mensur, Bağdat Tarihi c.13 s.321, El
Ağani ve …….
‘Durdurun onlar sorumludur’ (Essaffat 24) Đbni Abbas bu ayet: Ali bin Ebi Talib
hakkında inmiştir’ dedi.
Ennuril Muşşatail Ma Nezela Minel Kur’ani Fi Aliyyin a.s.
Đbnil Hicril Heysemiden rivayetle: Bu ayet Ali bin ebi Talib hakkında inmiştir.
Ve Deylemi’den, Eba Said El Hudri’den; Hz.Peygamber s.a.a.v dedi ki: ‘Durdurun
onlar sorumludur.’Yani Ali bin Ebi Talib’in velayetinden sorulacaklardır.
(Essavaikul Muhrika s89)
Aynı hadis Fadailul Hamset c.1 s.328 Beyrut ve Şerefun Nebi s. 252’de : Hz.
Peygamber s.a.a.v dedi ki: Yüce Allah farizalar kıldı. Onların bazılarında şartlar
koydu. Bazılarını da hafifletti. Velayetimizi de farz kıldı. Fakat velayetimizi hiçbir hale
sokmadı. (Yani velayetimizden hiçbir şekilde taviz vermedi.)
‘Doğruyu getiren ve onu doğrulayanlar, işte onlar! Allah’a karşı gelmekten
sakınan muttakilerdir.’ (Ezzümer 33)
Đsnatlarla Mücahid’ten dedi ki: Doğruyu getiren Hz. Muhammed (s.a.a.v)
doğrulayan da Ali bin Ebi Talip’tir. Ve birçok yazar bu ayetin Hz. Muhammed (s.a.a.v)
ve Hz. Ali a.s. hakkında indiğini yazmışlardır. (Şevahid Ettenziyl c 2 s 21; Đbnil
Mağazili Eşşafi hadis 317; Min Menakıbi s 269.)
De ki: Ben sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum. (Şura
23)
Đbni Abbas’tan isnatla: Bu ayet indiğinde dediler ki: Ya Resulallah, Yüce
Allah’ın bizlere sevmemizi emrettiği kişiler kimdir? Hz. Peygamber (s.a.a.v) dedi ki:
Bunlar Ali, Fatıma ve çocuklarıdır. Bu ayet Ali, Fatıma ve çocukları için indiği
konusunda çok kanıt vardır. Bunlardan; Faraid Essamtayn, Şevahid Ettenziyl c. 2, s.
130;Ettabrani Mu’cem Essağıyr c 1 s 76, Mecma Ezzevaid c. 9, s. 168; Essuyuti
Cem’il Cevamii c.
‘Đki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır.
Birbirine geçip karışmıyorlar. Đkisinden inci ve mercan çıkar’ (Rahman 19,20)
Birbirine kavuşmak üzere salıverilen iki deniz Ali ve Fatıma a.s. Aralarında olan
Hz. Muhammed’tir. (s.a.a.v.) Đkisinden çıkan inci ve mercan Hz. Hasan ve Hz.
Hüseyindir (a.s.) Eddurrul Mensur Tefsirinde Suyutinin rivayeti; Nurul Absar s. 101;
Fadayıl El Hamset c.1 s. 334; Şevahid Ettenzıyl c.2 s. 209 1.Baskı; Şerefun Nebi s.
258 1.Baskı ve diğerleri…
‘Önde olanlar onlar öncüdürler. Đşte onlar en çok yaklaştırılanlardır.’(Elvakia
10-11)
Đbni Abbas: Önde olan Ali bin Ebi Talip’tir.
Öncüler ise üçtür:
Musaya öncü Yüşa bin Nun;
Đsaya öncü Mu’mini Âli Yasin;
Muhammede öncü olan Ali bin ebi Talip’tir.
El Mizan c. 1 s. 536; Şevahid Ettenzıyl c. 2 s. 215; Lisanul Mizan c. 4 s. 456
‘Allah ve ahiret gününe inanan bir toplumun oğulları, kardeşleri, yahut
akrabaları da olsa Allah ve Resulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsin.
Đşte onların kalbine Allah iman yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir.
Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedi kalacaklardır. Allah
onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır. Đşte onlar Allah’tan yana
olanlardır. Kuşkusuz kurtuluşa erenlerdir’ (El Mücadele- 23)
Selman el-Farisi dedi ki: Hz. Ali (a.s.) ve Resulallahla (s.a.a.v) her
olduğumuzda Resulallah (s.a.a.v) elini omzuma koyar ve Hz. Ali’ye bakarak : Bu ve
taraftarları kurtuluşa erenlerdir. Bu ayet Ali bin Ebi Talip hakkında inmiştir, derdi.
Şevahid Ettenzıyl c. 1, s. 68, 1.Baskı; Tarih Dimaşk c.2, s. 346 ve diğerleri….
Abdulaziz bin Yahya El Culidi’ye göre, Hz.Ali (a.s.) hakkında hiç kimsenin
ortak olmadığı seksen ayet inmiştir. Ancak değerli Şia ulemalarından El Hafız Eş’şeyh
Receb El- Bersi’nin ise: ‘500 ayet Nezelet Fi Emiril Mü’minin Ali (a.s.)’ adıyla bir kitabı
vardır. (Emirul Mü’minin Ali a.s. hakkında 500 ayet indi.)
Zaten bilindiği gibi Hz. Ali’yi yazmak, bitirmek mümkün değildir. Biz onun ilim,
irfan denizinden bir damla alabilirsek mutlu olacağız. Biz sadece çoktan azı
hatırlatıyoruz. Yüce Allah, Zariyet sur.55. ayette ‘Yine öğüt ver, çünkü öğüt
mü’minlere fayda verir.’demiştir. Biz de onu yapmaya çalışıyoruz.
ĐÇSEL BARIŞ VE
HUZURDA ALEVĐ BAKIŞI
Nihad YENMĐŞ
Đslam barış dinidir. Đnsanları Allah’a teslim olmaya, gönüllerini onun sevgisiyle
doldurmaya, huzurlu ve dingin bir hayata malik olmaya sevk eder. “Đslam”
sözcüğünün anlamı da teslim olma, itaatle bağlanma demektir. Bu anlayışla Aleviler
barışı önemser, insanların birbirine sadakatle bağlı kalmalarını isterler. Sorunların
çözümünde akıl ve mantık yolunu tercih ederler. Biz Alevilere göre akıl ve mantığın
belirleyeceği, adaletin sonuçlandıracağı bir muvazene barış için gereklidir. Đyi bir
insan olmak için de barış gereklidir.
Đnsanlığı kin, nefret ve zulme yönlendiren anlayış ve ameller Đslam anlayışına
uzaktır. Đslam insanlara, sevgi ve samimiyeti telkin eder. Zulmün insanlara acıdan
başka bir şey veremeyeceğini herkes bilir. Acının meyvesi kin ve nefrettir. Kin ve
nefret de Şeytanın vasıflarındandır. Halbuki insan Allah’a ulaşmak, nefsini
kötülüklerden arındırmak için hayatını yaşamaktadır. Bu dünya, insan için bir
imtihandır. Bu sınavdan başarılı çıkmak için rahmani duyguları geliştirmeli, insanlığa
zarar veren şeytani anlayış ve amellerden uzak kalmalıdır. Hz. Ali; “Ey Allah kulları,
şu tez geçip gitmekte olan dünyada zulümden, azgınlıktan, bir müddet sonra gelip
çatacak olan ahret aleminde zulmün kötü akıbetinden, ululanmanın fena sonucundan
sakının.”diyerek barış yolunu insanlara nasihat etmektedir.
Zulüm gören insan, kendisine yapılan zulmün acısını ömür boyu yüreğinde
taşıyacaktır. Yüreğini yakan ateşin acısını sabrın serin suyuyla
dindiremezse öfkenin doğuracağı saldırgan tutumdan, zarar ve ziyandan kendini
koruyamayacaktır. Böylece Şeytan’ın kölesi olmaktan kendini alamayacaktır. Gönlünü
Allah’a yaklaştırmak isteyen bir kul, böylesine bir karanlığa saplanmaz. Kin, öfke, kan
ve gözyaşının bürüdüğü bataklığa girmez. Küfrün havasını solumaz, küfrün yaydığı
kötülüklerden uzak kalmaya çalışır. Çünkü küfür şerrin mezrasıdır. Aleviler böyle bir
mezrada ekin ekmez, o mezradan yemezler.
Alevi inanış ve felsefesinde barış; sevgi ve samimiyetin anahtarıdır. Ona
ulaşan Allah’ın emrettiği kutlu yola girmiş olur. Barış Hz. Peygamberin yaydığı gül
kokusu gibi tadına doyum olmaz. Barış, Hz. Ali’nin ilmi gibi sonsuz bir deryadır.
Barış, Ehlibeyt sevgi pınarıdır, ondan içmeyen kurtuluşa eremez. Emir El Müminin
Hz. Ali’nin dediği gibi; “Barış, selametin sebebi ve doğru yolda olmanın nişanesidir.”
Barış ve huzur yolu olan Alevilik; kaynağını Kur’an’dan alan, Hz.
Muhammed’in (s.a.a.v.) hadisleri ve Ehlibeyt imamlarının (a.s.) öğretileriyle
şekillenen Đslam’ın özüdür, sırat-ı müstakimdir. Yani doğru ve hak olan yoldur.
Aleviliği Ali’yi sevmek olarak algılayarak hafife almak, tek kelimeyle cahilliktir. Bugün
yapılmak istenen Aleviliğin Ali sevgisine indirgenerek Đslam dışı gösterilme çabasıdır.
Zira Ali sevgisi sadece Đslam içinde değil Hıristiyan ve Yahudi mensuplarında da çok
yaygındır.Ünlü yazar ve araştırmacı Corc CARDAK önemli bir örnektir.
Alevilik; Allah’ı bilmektir, Peygamberi,
bilmektir Kuran-ı Kerim’in emir ve buyruklarını kabullenmektir, kula kulluğu
reddetmektir, insanlar arasında ayrım yapmamaktır, insanları insan oldukları için
sevmektir, emeğe saygıdır, özgürlükleri sağlamak, savunmak ve korumaktır. Alevilik
insanlarda din, ırk, dil, cinsiyet ayrımı yapmadan herkesi eşit görmektir. Alevilik
adaleti mülkün temeli olarak görmektir. Alevilik çocukları bizden sonraki nesiller için
yetiştirmektir. Mazlumun yanında zalime karşı çıkmaktır. Alevilik ışıktır karanlıkları
delerek çıkan. Kısacası Alevilik Đslam’ın özüdür, yani “Đslam’dır.”Biz bunu böyle kabul
ediyor, böyle yaşıyoruz. Bu ne yüce bir inanış ki, hiçbir destek ve katkı almaksızın bin
dört yüz yıldır ayakta ve dimdiktir. Bütün saldırı ve asimilasyon uğraşlarına rağmen.
Alevilik, Hz. Ali’nin (a.s.) taraftarı (Şiası) olmak demektir. Onun taraftarı olmak
demek Hz. Muhammed’in (s.a.a.v.) taraftarı olmak demektir; yani Allah’ın taraftarı
olmak demektir. Hz. Muhammed (s.a.a.v.) hadis-i şerifte “Her kim Ali’yi severse,
beni sevmiş olur; beni seven de Allah’ı sevmiş olur. Ali’ye kim düşmanlık ederse bana
düşmanlık etmiş olur.” diye buyurmaktadır. Kur’an, Allah’ın (c.c.) kelamı; Hz.
Muhammed (s.a.a.v.) Kuran’ın dili, Hz. Ali (a.s.) de konuşan Kur’an’dır. Hadis-i
şerifte “Kuran Ali’yle, Ali de Kur’an’la beraberdir. Kıyamet Günü’ne kadar
birbirlerinden ayrılmayacaklardır.” diye buyrulmaktadır.
Hz. Ali (a.s.) Sıffin’de bir hutbesinde “Konuşan Kur’an benim.” diye buyurmuştur.
Kısaca Kur’an, Hz. Muhammed (s.a.a.v.) ve Hz. Ali (Ehlibeyt) (a.s) birbirini destekleyen,
insanın doğru yolda yürümesini sağlayan “ana kaynaklardır. Alevilik bu kaynaklara
dayandığından hak yoldur.
Aleviliğin ilkelerinden en önemlisi adalettir. Adalet hak yoludur. Adaletin bulunduğu
yerde dostluk vardır, güven vardır, sevgi ve saygı vardır, kardeşlik vardır, eşitlik vardır.
Dolayısıyla adaletin bulunduğu yerde barış kesinlikle vardır.
Kur-an-ı Kerim adalete yönelik ayetlerinden
(Al-i Đmran 21 ayet)” Adaleti isteyip yaymak isteyenlerin canlarına kıyanları, can yakıcı bir
ceza ile müjdele! ”demektedir. Hz.Muhammed hadislerinde barışa yönelik çok sayıda
ifadeler mevcuttur.” Barışa en yakın olanınız cennete en yakın olanınızdır. Hadisi
bunlardan sadece birisidir.
Sanırım Aleviliği barışla, özgürlükle, lasizimle ilişkilenderimenin en önemli sebebi
bin dört yüz yıldan beri inanç sistemi olarak her inançtan, her renkten, her görüşten olan
insanları kendisi gibi görme ilkesine bağlılıktır. Adalet duygusunun en belirgin
özelliği,”Sana yapılmasını istemediğini sen de başkasına yapma.”ilkesidir. Hz.Ali, adaleti üç
çeşit olarak katgorize eder; şahsi adalet, yargıda adalet ve yönetimde adalet. Bunları
halleden toplumların barış ve huzurda sorunları olmaz.
Şahsi Adalet: Hz. Ali Şahsi adaleti en iyi uygulayarak insanlara bu konuda örnek
olmuştur. Hz. Hasan’a yazdığı “Vasiyetname”de şahsi adaletin önemini dile getirmiştir. Hz.
Ali; Oğulcağızım, nefsini kendinle başkaları arasında bir tartı haline getir kendine
yapılmasını, başına gelmesini, sevdiğin, dilediğin şeyi başkaları için de sev, dile; sana
yapılmasını, başına gelmesini istemediğin şeyi onlar için de isteme. Nasıl zulme uğramayı
istemezsen sen de öylece kimseye zulmetme. Nasıl sana iyilik etmelerini istiyorsan sen de
başkalarına öylece iyilik et. Başkasında görüp, duyup çirkin bulduğun şeyi, kendin için de
çirkin bul. Sana yapılınca razı olacağın şeyi insanlara da yap. Bildiğin az bile olsa zararı
yok, fakat bilmediğini söyleme. Sana söylenmesini istemediğin şeyi sen de söyleme
başkasına.”
Yargıda Adalet: bu adaletin en iyi ifadesi de ülkemizde tüm mahkemelerde yazılı
olan ünlü sözüdür. “Adalet mülkün temelidir.” Bu ilke yargıda adaletin ne denli önem arz
ettiğinin anlatmaktadır.
Yönetimde Adalet: Hz. Ali'nin Malik Eşter’i Mısır’a Vali tayin ederken adaletli yönetimi
konusundaki uyarılarında; “Şunu bil ki, ey Malik, seni öyle bir yere göndermekteyim ki,
senden önce orada, adalet veya zulümle hüküm yürüten nice devletler gelip geçmiştir. Sen,
kendinden önceki buyruk sahiplerinin yaptıklarını nasıl görüyor, seyrediyorsan, halk da senin
yaptığın işleri, öylece görüp seyredecek. Sen onlar hakkında neler diyorsan, halk da senin
hakkında aynı sözleri söyleyecek. Salih kişiler, Allah-u Teâlâ’nın kendi kullarının dilinde cari
kıldığı meth-u senâlarla tanınır.
Gözünde en sevimli azık; salih amel, mal toplamada orta halli olmak ve halkın
durumunun düzeltilmesi olmalıdır. Heva ve hevesine hâkimol; nefsini sana helal olmayan
şeylerden alıkoy. Zira sevdiğin yahut nefret ettiğin şeylerde nefse hâkim olmak, ona insafla
muamelede bulunmaktır. Halka merhametle davranmayı âdet edin; onları sevmeyi, onlara
lütfetmeyi huy edin. Onları yemeği ganimet bilen yırtıcı bir canavar kesilme. Zira halk iki
sınıftır: Ya dinde seninle kardeştir veya yaratılışta seninle eşittir. Ayakları sürçebilir, kusur
edebilirler, bilerek veyahut yanılarak ellerinden bazı şeyler çıkabilir. Senin yaptıklarını,
Allah'ın bağışlamasını nasıl seviyorsan, sen de onları bağışla, kusurlarından geç. Allah’ın ve
Peygamber’inin sünneti hakkında sana verilen bilinçten dolayı, sen onların üstündesin; seni
bu işe memur eden de senin üstündedir; Allah da, seni vali tayin eden kimsenin üstündedir.
Bu emirnamede sana yazdığımız şeylere sarıl.” Hz. Ali kişisel ilişkilerinde, yönetimde ve
yargıda adalete önem vermiş, kendisinden sonra gelecek olan yöneticilere ve nesillere
adaletli olmalarını salık vermiştir. Şüphesiz ki adaletin sağlanmadığı yerde barıştan söz
edilemez. Barış ne savaş sonrası yapılan antlaşmalar ne de baskı ve şiddetle sağlanan
sükunettir. Barış ne uluslar arası güçlü devletlerin sağladığı göstermelik, dostane işgallerle
demokrasi vaadidir, ne de kendi ulusu için başka ulusların ve ülkelerin sahip olduğu
zenginliklerinin gaspıdır. Barış, bireysel ilişkilerde, yönetimde ve yargıda adalettir.
Kısaca barış önce içimizde adaleti yaşamaktır. Ailemizde, şehrimizde ve ülkemizde
yaşatmaktır. Dünyada adaleti hakim kılmak ve yaymaktır.
Kaynaklar : Kuran-ı Kerim - Nehcül Belağa
NEVRUZ BAYRAMI
Hüseyin ŞANLI
Hüseyin ŞANLI
Konferans Konusu
Yüce Allah, sadece kendisi var başkası yok iken, kendi yüceliğini sadece
kendisi temcid ve tesbih ederken bilinmek ve kendisine ibadet edilmesini istedi. Đlk
olarak Hz. Muhammed’i kendi nurundan var edip kâinattaki ilk hareketi sağladıktan
sonra öncelikle melekler olmak üzere bütün canlıların ruhlarını ve kâinattaki her şeyi
yarattı. Hz. Adem’le başlayan insanlık sürecinde insanları doğru yola sevk etmek
amacıyla peygamberler gönderdi. Allah’ın gönderdiği tüm peygamberler Đslam’ı tebliğ
ettiler. Tüm peygamberler hak yoluna gönderilmiştir ve hakla beraberdir. Bu
bakımdan bizim tüm peygamberlere inancımız tamdır.
Bu peygamberlerin başından geçen bazı kutlu olaylar vardır. Bu olayların
yaşandığı günün yıl dönümleri bayram olarak bilindi ve kutlandı. Hz. Đbrahim, oğlu
Hz. Đsmail’i kurban etmek istemesi ile ilgili yaşanan olayın Kurban Bayramı olarak
kutlanması gibi diğer peygamberler ve nebiler için önemli ve kutsal kabul edilen
günlerin kutlanması veya anılması da gereklidir. Nevruz Bayramı da kökenleri çok
eskilere uzanan, günümüze kadar da etkisini hissettiren, toplumumuzda geleneksel
ve dini ritüellerle kutlanan çok kutsal bir gündür.
Đslâm’ın
ana
kaynakları Kuran-ı Kerim, Hz. Muhammed ve Ehlibeyt
imamlarıdır. Bu üç kaynağın ortak özelliği ise ilahi kaynak olmalarıdır. Yüce Allah
insanları yaratıp dünyaya gönderdikten sonra onları doğru yola hidayet etmeleri için
peygamberler gönderdi. Đnsanlar öğrenci, Peygamberler öğretmen ise en fazla
ihtiyacını duydukları şey şüphesiz ki ders kitabıdır. Yüce Allah’ın elçileri olan ve
vahiyle hareket edip bütün hatalardan masum olan Peygamberlerin ellerindeki ilahi
kutsal kitapların bütün yanlışlık ve şüphelerden arınmış olduğu kesindir. “Bu (Kur'anı
Kerim) doğruluğunda şüphe olmayan bir kitaptır. Allah'a karşı gelmekten sakınanlar
için bir hidayet rehberidir.” (Bakara 2) Yüce Allah’ın gönderdiği tüm peygamberler
kendi toplumlarının diliyle konuşan, yaşantılarıyla örnek olan kimseler olmuşlardır.
Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.a.v) Mekke’de Kureyş kabilesinde Arapların
arasında zuhur etti. Son peygamber olduğu müjdelenmiş ve her durumda kendisine
tabi olunması şart koşulmuştur. “Peygamber size ne getirirse onu alın, neyi de size
yasak ederse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın
azabı çetindir.” (Haşr7)Allah’ın elçileri ve kitaplarının getirdiği Đslam dinine tabi
olanların Peygamber’den sonra doğru yoldan sapmamaları için yüce Allah bütün
peygamberlerde olduğu gibi Hz. Muhammed (s.a.a.v) zamanında da elçisinden sonra
vasi tayin etmiştir. Bu vasi ayetlerle Yüce Allah tarafından atanmış ve hadislerle biz
Müslümanlara tebliğ edilmiştir. Vasiyet edilen vasi ayetlerden ve hadislerden
anlaşıldığı üzere Hz. Ali’nin (a.s.) şahsiyetinde Ehlibeytin on iki imamıdır. “Ehlibeyt
Allah sizden bütün kötülüğü kiri gidererek sizi tertemiz kılmak istiyor.” (Ahzap33)
Birçok hadiste olduğu gibi Hz. Muhammed (s.a.a.v ) Gadir Biati öncesi şöyle
buyurmuştur. “Ey insanlar benden sonra size değerli iki emanet bırakıyorum. Allah’ın
kitabı Kur’an ve Ehlibeyt’imdir. Đkisi Kıyamet Günü’ne kadar ayrılmayacaktır.
Kendilerine tutunduğunuz sürece yanlış yollara sapmazsınız.” (Sahihi tirmizi c.5 s.329
hadis no.3721) Kaynaklarımızla ilgili bu bilgileri verirken konumuzdan uzaklaştığımız
düşünülmesin. Çünkü Kuranı Kerim, Hz. Muhammed ve Ehlibeyt imamları Nevruz’un
tarihteki inanç boyutu konusunda bizleri aydınlatan ve bayram olarak kutlanmasını
emreden inanç kaynaklarımızdır. Nevruz’un inancımızdaki yerini, inanç
kaynaklarımızda belirtilen bilgiler ışığında aktaracağız.
Nevruz Bayramı’nın diğer toplumlarda toplumsal ve tarihi boyutu öne çıkarken
inanç boyutunun ihmal edildiği görülmektedir. Kutlanmasında değişik gelenekler
uygulanmaktadır. Tarihi kaynaklarda nevruzun tarihi süreci ve kutlanma sebepleri
konusunda değişik bilgiler mevcut iken; ilk olarak Pers imparatorluğu zamanında
kutlanıldığı konusunda bütün kaynaklar hem fikir olmuşlardır. Nevruz adının
Farsça’dan gelmesi bu sebepten dolayıdır. Nevruz Farsça iki kelimeden oluşmaktadır.
Nev (yeni) /ruz (gün) “yeni gün” adlandırması tarihi süreç, anlatıla gelen efsaneler
ve inanç boyutundaki olayların ilk ve yeni günü olması dolayısıyla doğru bir
isimlendirmedir.
Tarih boyunca farklı toplumlarda Nevruz Bayramı değişik amaçlar için farklı araçlarla
kutlanmıştır.
Toplumların tarihinde önemli olayların gerçekleştiği iddia edilmiş ve toplumsal
milli bir bayram olduğunu iddia eden bazı toplumlar neredeyse Nevruzu tekellerine
almak istemişlerdir. Hatta bazı toplumlar arasında neredeyse paylaşılamayan bir
bayram olmuştur. Perslerde Kral Cemşid’in tahta çıkışının; Türklerde,demir dağı eritip
oradan kurtuluşun,; Kürtlerde demirci ustası Kavva’nın özgürlük ateşini yakışının
kutlandığı Nevruz Bayramı’nın toplumsal boyutu yadsınamaz bir gerçektir. “Nevruz’la
ilgili anlatıla gelen efsanelerin adeta masalımsı rivayetlerle aktarılmasına toplumlar
itibar etmiş ve tarihlerinde bir temel taşı olduğuna inanmışlardır. Kutlanma günü ya
da günleri bahar mevsiminin başlangıcına denk geldiğinden bahar bayramı olarak da
anılmış ve insanlar Nevruz’u kırlara ve mesire yerlerine çıkıp kutlamışlardır.”
Nevruz Bayramı’nda öne çıkan ritüellerden biri de ateş yakılıp etrafında
eğlenilmesidir. Toplumlar ateş yakılmasına da farklı anlamlar yüklemişlerdir. Perslere
göre Zerdüştlük, Mecusi inancındaki ateşin kutsal sayılması sonucu Nevruz’da ateşe
verilen değerin zirveye çıktığı görülmektedir. Türklere göre Ergenekon’da mahsur
kalan Türklerin dört tarafı demirden çevrili dağı ateşle eritmelerine ve oradan
çıkmalarına atfen Nevruz’da ateş yakılmasını savunurlar. Kürtler ise kendilerine
zulüm eden Dehak adındaki zalim kralın demirci ustası Kavva tarafından öldürülüp
kutlama için dağın eteğine yakılan ateş için Nevruz’da ateş yakıp bayramlarını
kutlarlar.
Bu efsanelerden ve toplumların Nevruz Bayramı’nı kutlama geleneklerinden
Nevruz’un toplumsal ve tarihi süreci olduğu kesindir. Başta persler zamanından gelen
Farisiler, Türkler ve Kürtler tarafından kutlanılagelen Nevruz’un ilk kutlanılmasına
Pers Ahemeniş imparatorluğu zamanında başlandığı kaynaklarda yer almaktadır.
Ahemeniş Đmparatorluğu ( M.Ö. 550 - M.Ö. 330) Büyük Đskender tarafından
yıkıldıktan sonra 2. Pers Sasani Đmparatorluğu (224 - 651) Babek’in oğlu Ardeşir
tarafından kurulur. Sasaniler Ahemeniş imparatorluğuna oranla çok daha geniş
coğrafyaya yayılır, daha güçlü bir devlet olur. Kurucusu yayınlanmış kaynaklarda
Babek’in oğlu Ardeşir olarak gösterilmekte, bazı yazılı Arapça kaynaklarda ise
Babek’in oğlu Đzdeşir olarak geçmektedir. Arapça’da Ardeşir’le Đzdeşirin yazılışında
sadece bir nokta fark ediyor. • Yazılışlarındaki bu küçük farklılıktan dolayı her iki
kelimenin aynı ismi ve kişiyi işaret ettiği anlaşılmaktadır. Đzdeşir’in Sasani
imparatorluğunu kurduktan sonra Perslerin doğru bir inanca sahip olmaları için
gayret sarf ettiği kaynaklarda görülmektedir. Hatta Allah tarafındanPerslere
gönderilmiş bir peygamber olduğu söylemlerine de rastlamak mümkündür. Đzdeşir’in
zamanında Nevru’za verilen değer zirvede olduğu için Nevruz’la Persler her zaman
beraber anılmıştır. Nevruz’un Perslerle bu kadar iç içe olmasının bir sebebi de
kutlama geleneklerinin çoğunun Perslerden gelmesinden kaynaklanmaktadır.
Nevruz’un kutlanma zamanının hangi döneme geldiği de tartışmalı bir konudur.
Türkler ve Kürtlerde 21 Mart veya 20 – 23 Mart günleri öne çıkarken Perslerde kendi
takvimlerine göre 30 Mart – 1 Mayıs “Nisan” ayını Nevruz dönemi olarak niteleyip
içindeki bazı günleri de Nevruz günleri olarak kutladıkları görülmektedir.
Nevruz’un geleneklerimizde ve inancımızdaki boyutu ele alındığında Nevruz’un
sadece bir günle sınırlı olmadığı, bir aylık dönemde birkaç günde kutlandığı ve tarihi
süreçte Perslerden geldiği konusunda kaynaklarla hemfikiriz. Geleneksel olarak
kutlama şekillerimiz olduğu gibi inanç boyutunda ise ibadet esaslı kutlamalarla her
sene coşkulu bir şekilde kutlamaktayız. Geleneksel kutlamalarımızda diğer
toplumların aksine Nevruz ateşi yakıp etrafında eğlenme gibi kutlama şeklimiz
yoktur. Nevruz günlerinde halkımız mesire yerlerine çıkıp piknik havasında
bayramlaşırlar. Yumurtaları boyayıp haşlamak ve tokuşturmak, Nevru’za has yöresel
yemekler yapmak geleneklerimizden sadece bir kaçıdır. Yukarıda bahsettiğimiz ilahi
kaynaklardanaldığımız öğretilerle şekillenen inancımızda Nevruz Bayramı inançsal
olarak müstesna bir yere sahiptir. Diğer dini bayramlarda olduğu gibi ibadet
temelinde namaz kılarak ve dua ederek zikirle geçirdiğimiz mübarek bir gün
(bayram) olarak kutlarız.
Ehlibeyt Kaynaklarında Nevruz:
Aleviliği şekillendiren üç ilahi kaynağın bütün konularda birleştiği ve çelişkiye
düşmediği gibi Nevruz konusunda da birbirlerini desteklemişlerdir. El Meclisi “Biharül
Envar” adlı dev eserinde Mualla Bin Huneys’ten rivayet etmektedir.
-- Mualla: “Nevruz günü sabahı Efendim Ebu Abdilleh Cafer Bin Muhammed
Essadık’ın (a.s.) huzuruna geldim. Bana dedi ki”: “ Ey Mualla bu gün nedir?
-- Dedim ki: Canım sana feda olsun. Bu gün Farsların yücelttiği, birbirlerini
ziyaret edip hediye götürdükleri gündür.
--“Hayır” dedi. Mekke’nin içinde bulunanen eski ev Kabe’nin Rabbi üzerine
yemin ederim ki bu günü çok önemli ve eski bir durumdan başka bir şey için
yüceltmemişlerdir. Ben de anlayasın ve kavrayasın diye bu durumu sana izah
edeceğim. “Canım sana feda olsun efendim” dedim.
Cafer Essadık (a.s.): “Nevruz Allah Teala’nın insanlardan, sadece O’na
tapmaları ve şirk koşmamaları, peygamberlerine, hüccetlerine ve imamlara iman
getirmeleri için ahit aldığı gündür.”
Đmam Cafer Essadık’ın (a.s.) söylediği yüce Allah’ın aldığı ahit, yani söz daha
insanlar ruh aleminde iken daha yeryüzüne inmemişken sadece kendisine tapmaları
ve ortak koşmamaları; peygamberlerine, hüccetlerine ve imamlara iman getirmeleri
için insanlardan aldığı sözdür.
Kuran-ı Kerim bu mübarek olayı şöyle belirtir . “Rabbin, Adem oğullarından,
onların bellerinden zürriyetlerini almış ve: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye
onları kendilerine şahit tutmuştu. "Evet, (buna) şahidiz!" dediler. Kıyamet günü "Biz
bundan habersizdik!" demeyesiniz.” (Araf 172)
Cafer Essadık (a.s.) : “Güneşin ilk doğduğu gündür.” “Rüzgarların ilk estiği
gündür.” “Yeryüzünde ilk filizin ve çiçeğin yeşerdiği gündür.”
Đnsanlar yeryüzünde yaşamaya başlamadan Dünyamızın insanların yaşamasına
elverişli olması için Güneş’in ilk doğduğu, rüzgarların ilk estiği ve bitkilerin ilk
filizlendiği gündür. Cafer Essadık (a.s.) : “Hz.Nuh’un gemisinin Cudi Dağı’na
oturduğu gündür.”
Yüce Allah (c.c.) ilk peygamber Hz. Adem’le beraber insanları Dünya’ya
gönderir. Đnsanlar Dünya’da çoğaldıkça Şeytan’ın kışkırtmasıyla müminlerin
karşısında kafirler türedi. Đnsanları doğru yola hidayet etmeleri için yüce Allah
peygamberler gönderdi. Đnsanlık tarihinin ilk peygamberlerinden olan Hz. Nuh’u
gönderir. Hz. Nuh, kafirleri 950 sene hakka davet eder. Kafirler ise iman etmedikleri
gibi Hz. Nuh’un söylediklerini duymamak için ellerini kulaklarına tıkıyorlardı. Bunun
üzerine Hz. Nuh, bu toplumdan kendini kurtarsın diye Allah’a yakarır . Yüce Allah Hz.
Nuh’a bir gemi (sefine) yapmasını buyurur. Sefineyi bitirdikten sonra Allah’ın emriyle
inananlarla beraber her şeyden bir çifti gemiye alır. Ateşle yanan tandırdan başlayıp
yer yüzünden suların fışkırmasıyla ve göğün boşalmasıyla başlayan tufan sonucu
bütün kafirler boğulur. Dünya, uzun süre sular altında kalır. Bir Nevruz günü Hz.
Nuh’un sefinesi (gemisi) Cudi dağınaoturur. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle
buyurmaktadır. Nihayet emrimiz geldiği ve tandır tutuşup parladığı zaman dedik ki;
"Erkeği ve dişisi olan her canlıdan ikişer tane, aleyhlerinde hüküm verilmiş olanların
dışında, aileni ve iman etmiş olanları geminin içine yükle". Zaten beraberinde iman
edenler çok az idi. Nuh dedi ki; "Allah'ın adıyla binin içine. Onun akışı da, duruşu da
(O'nun adıyladır). Hiç şüphesiz Rabbim gerçekten çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.
(Hüd 40-41) Yere, "Suyunu çek!", göğe, "Ey gök sen de tut!" denildi. Su çekildi, iş de
bitti; gemi Cudi'ye oturdu. "Haksızlık yapan millet Allah'ın rahmetinden uzak olsun"
denildi. (Hüd 44)
Cafer Essadık (a.s.) : “Hz. Đbrahim’in kavminin putlarını kırdığı gündür.”
Hz. Đbrahim, putlara tapan kafir Nemrut’un toplumunda dünyaya gelir. Başta
babası olmak üzere kafirleri hakka davet eder. Uzun yıllar süren davetine rağmen
kafirler yola gelmiyordu. Bayram olarak kutladıkları bir günde topluca şehrin dışına
çıkarlar. Şehrin içinde Hz. Đbrahim tek başına kalmış iken bir kap dolusu yemekle
putların önüne geldi. Yemeği önlerine koyduktan sonra yesenize dedi. Yemediklerini
gördükten sonra baltayı eline alıp büyük put hariç bütün putları parçaladı. Baltayı da
büyük putun omzuna koydu. Kafirler, bayram kutlamasından şehre döndükleri zaman
ibadet ettikleri ve tanrı bildikleri putlarının parçalanmış olduklarını görürler. Öfkeli bir
şekilde putları kimin kırdığını soruşturmaya başlarlar. Bunları kırsa kırsa Đbrahim
kırmıştır; çünkü Đbrahim putlardan nefret ediyor, diye kendi aralarında konuştuktan
sonra Hz. Đbrahim’i yakalarlar. Bu putları sen mi kırdın, diye sorarlar. Hz. Đbrahim:
“Putları kimin kırdığını öğrenmek istiyorsanız omzunda balta olan büyük puta sorun;
belki kendisi kırmıştır, der. Onlar: Taştan yapılan put nasıl konuşsun? Onun putları
kırmaya gücü yok ki, derler. Hz. Đbrahim: Allahtan korkun ey kafirler konuşamayan
ve putları kırmaya gücü olmayan taştan putlara nasıl taparsınız? Bütün kâinatı
yaratan ve her şeye kadir olan Allah’a tapmıyorsunuz da hiçbir gücü olmayan kendi
elinizle yaptığınız putlara tapıyorsunuz. Allah’ın gazabından korkmuyorsunuz. Bunun
üzerine kâfirler; Đbrahim kafir oldu. Onu ateşe atıp yakalım, derler. Odunları toplayıp
ateş yakarlar. Hz. Đbrahim’i halatlara bağlayıp ateşe atarlar. Fakat Yüce Allah’ın
inayetiyle yakıcı olan ateş soğur ve Hz. Đbrahim sağ salim ateşten çıkar.Yüce Allah
Kuranı Kerimde bu konuyla ilgili şöyle buyurur. “Đbrahim ise onların tanrılarının
yanına vardı ve “Yesenize,” dedi. Ne oldu size, niçin konuşmuyorsunuz? Derken sağ
eliyle vurup kırmıştı onları.” (Saffat 91-92-93) “Eğer (bir şey) yapacaksanız, onu
yakın da ilâhlarınıza yardım edin” dediler. "Ey ateş! Đbrahim için serinlik ve esenlik
ol!" dedik. (Enbiya 68-69 )
Cafer Essadık (a.s.) : “Binlerce kişi oldukları halde ölüm korkusundan
memleketlerinden çıkmaları üzerine Allah’ın ölün demesiyle ölen ama sonra tekrar
dirilttiği insanların tekrar dirildikleri gündür.”
Olay Şam – Suriye şehirlerinden birisinde cereyan etmiştir. Halk Allah’a karşı
kibirlenip ortak ( şirk ) koştukları için Yüce Allah onları veba hastalığıyla cezalandırır.
Veba hastalığı hızlı bir şekilde insanlara bulaşmakta ve halk kırılmaktadır. Sayıları
yetmiş bin civarında olan şehir halkı veba hastalığı bulaşmasın diye şehri boşaltıp
sahraya, şehrin dışına yerleşirler. Bir süre sonra yine kibirlenir ve Allah’a ortak
koşarlar. Bunun üzerine Yüce Allah hepsini öldürecek veba hastalığını sahrada da
gönderir. Veba hastalığıyla ölen binlerce kişiyi oradan geçerken gören Đsrail oğulları
peygamberlerinden Hz. Hazkıyl Bin El Acüz hepsini tekrar diriltmesi için Yüce Allah’a
dua eder. Vahiyle ölülerin üstlerine su dökmesi kendisine emredilir. Suyu üstlerine
serptikten sonraAllah’ın izniyle hepsi tekrar dirilir. Kuranı Kerim bu mucizeyi şöyle
anlatmaktadır. “Ölüm korkusuyla binlerce kişi halinde yurtlarından çıkanları görmedin
mi? Allah onlara "Ölün!" dedi de sonra onları diriltti. Şu bir gerçek ki Allah, insanlara
karşı çok lütufkârdır. Fakat insanların çokları şükretmezler.” (Bakara 243)
Cafer Essadık (a.s.) : “Hz. Resulullah’a (s.a.a.v) ilk vahyin indiği yani risalet
(peygamberlik) görevinin verildiği gündür.”
Yüce Allah başta Hz. Adem olmak üzere tarihi süreçte toplumların içinden
kendi dilleriyle bir çok peygamber göndermiştir. Son peygamber Hz. Muhammed
(s.a.a.v) Arapların içinde Mekke de 571 yılında Dünyamıza teşrif etti. Kırk yaşına
gelene kadar davranış ve hareketleriyle ulvi bir şahsiyet olduğunu göstermiş,
dürüstlüğüyle El Emin lakabını almıştır. Kırk yaşına geldiği zaman Hira mağarasında
iken insanlara iletilmek üzere Yüce Allah’tan kendisine vahiy iner. Đnen vahiy son
peygamberle beraber, son kutsal kitap
Kur’an-ı Kerim’in de müjdesidir. Kur’an-ı KerimHz. Peygamberimize vahyin indirilişini
bize şöyle anlatmaktadır. “Sonra sana “müşriklerden olmayan Đbrahim’in hanif yoluna
uy” diye vahyettik.” (Nahl 123) Đnmekte olan yıldıza andolsun ki, arkadaşınız
(Muhammed) sapmadı, azmadı. O, havâdan (arzularına göre) konuşmaz. O(nun
konuşması kendisine ) vahyedilenden başkası değildir. Ona, müthiş kuvvetleri olan
biri öğretti (Necm1,2,3,4,5)
Cafer Essadık (a.s.) : “Yüce Allah’ın Hendek Savaşı’nda peygamberini
Ahzaplardan oluşan kâfirlere karşı muzaffer kıldığı gündür.”
Bedir ve Uhud savaşlarından sonra müşriklerle Yahudi kabileleri Müslümanlara
karşı birleşir ve Medine’deki Resulullah’a karşı savaş ilan ederler. On bin askerden
oluşan küfrün ordusuna karşın Müslümanların ordusu sadece üç bindir. Düşmandan
korunmak amacıyla Hz. Selman El Farisi’nin önerisiyle Hz. Muhammed (s.a.a.v)
Medine etrafında hendek kazılmasına karar verir. Düşman ordusu Müslümanları uzun
süre muhasara eder. Hendeği aşmak için saldırılarından netice alamadılar. Savaşı
saldırmakla kazanamayacaklarını anlayan kafirler teke tek savaş yöntemi olan
mübareze yoluna başvururlar. Savaştaki ustalığıyla nam salan Amr Bin Abdived
meydana inip kendisiyle savaşacak bir savaşçı ister. Savaştaki ustalığını
bilenMüslümanlardan hiç kimse meydana inmeye cesaret edemez. “Hani öleniniz
şehit olup Cennet’e gidiyordu” deyip hakaretlerine devam ediyordu. Bunun üzerine
Hz. Ali meydana inmek için Hz. Peygamberden izin istedi. Đlkin Hz. Muhammed
(s.a.a.v.) izin vermek istemediyse Hz. Ali’ye kendi zırhını giydirerek Amr’ın karşısına
gönderirken ellerine açarak “Ya Rabbi amcam Übeyd Bedir’de; Hamza Uhud’da şehit
oldular, bu Ali ise kardeşimdir ve amcamın oğludur. Onu koru, beni kimsesiz
bırakma. Sen Varislerin en hayırlısısın” diye dua ederek uğurladı. Hz. Ali (a.s.) bir
kılıç darbesiyle ilk olarak Amr’ın ayağını keser, sonra öldürür. Şoka uğrayan kâfirler
savaş sonunda hezimete uğrarlar. Hz. Peygamber (s.a.a.v.) Hendek’te Đbn u
Abdivedd’e vurup öldürdüğü kılıç darbesi için: “Ali’nin Hendek savaşındaki bir kılıç
darbesi, bütün insanların ve cinlerin kıyamete değin yapacağı ibadetlerden
üstündür.” diye buyurmuştur. Kur’an-ı Kerim sonradan bu olayı müminlere söyle
hatırlatmaktadır: "Ey müminler. Allah'ın size olan nimetini anın. Hani üzerinize
ordular
gelmişti. Biz de onların üzerine rüzgâr ve görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah
yaptıklarınızı görüyordu. (Ahzâb. 9) "Allah kâfirleri öfkeleri ile geri çevirdi. Hiçbir şey
elde edemediler. Savaşta iman edenlere Allah’ın yardımı kâfi geldi. Allah güçlüdür,
mutlak galiptir."
(Ahzâb 25)
Cafer Essadık (a.s.): “Hz. Ali, Hz. Muhammed’in omuzlarına çıkıp Kureyş’in
putlarını Kâbe’nin üstünden kırdığı gündür.”
Müslümanlarla müşrikler arasında imzalanan Hudeybiye antlaşmasına
müşrikler sadık kalmadılar ve Müslümanlara zarar vermeye devam ettiler.
Peygamberimiz (s.a.a.v.) hazırladığı ordu ile Mekke’ye yürür. Mekkeliler Đslam
ordusuna direnç gösteremediler. Mekke’ye giren Hz. Muhammed Kabe’ye yönelir.
Kabe’de bulunan putları elindeki değnekle kırmaya başlar. Yüksekte olup
yetişemediği putları kırması için Hz. Ali’yi omuzlarına çıkarır. O anda vahiy bu ayetle
iner: “De ki: Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkûmdur.” (Đsra
81)
Cafer Essadık (a.s.) : “Hz. Muhammed (s.a.a.v) Gadir Hum’da beraberindeki
Müslümanlara Hz. Ali’ye biat etmelerini emrettiği gündür .”
Ne güzel tesadüftür ki inanç tarihimizin önemli temel taşı Gadir Hum biatı da
bir Nevruz gününe tesadüf eder. Allah’ın Resûlü'nün, ister Veda Haccı sırasında, ister
dönüşte Gadir-i Hum'da, isterse Medine dönüşünde okuduğu bütün hutbelerde, Ehl-i
Beyt'ini ümmete hatırlatıp Kur'anı Kerim'in yanı sıra Ehl-i Beyt’ini de ümmete ağır ve
paha biçilmez bir emanet olarak bıraktığını ve onlara sarıldıkları müddetçe asla
dalalete düşmeyeceklerini ve bu ikisinin kıyamete kadar birbirinden asla
ayrılmayacaklarını vurgulamıştır.
Hac amelleri sona erip Mekke'den ayrıldıkları bir sırada, Mekke yakınlarında
yolların birbirinden ayrıldığı nokta olan "Gadir-i Hum" mevkiinde hutbe okunmuştur.
Hicretin onuncu yılında, Zü’l-lhiccet’il Haram ayının on sekizinde Resulullah
(s.a.a.v.)Vedâ Haccı’ndan dönerken Gadir-i Hum bölgesinde, Cuhfe ismindeki bir
menzil olan Medine, Mısır ve Şam (Suriye) yollarının ayrımında Resul-ü Ekrem'e
(s.a.a.v.) şu ayet nazil oldu: "Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et.
Eğer (bu görevi) yapmayacak olursan, O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah
seni insanlardan koruyacaktır." (Maide, 67) Bu ayet indikten sonra, Resul-ü Ekrem
(s.a.a.v.) kervanlara durmalarını ve bineklerinden inmelerini emretti. Đleride olanları
çağırttı, geride kalanları da beklediler. Herkes toplandıktan sonra; ashabın
dağılmasını önlemek için; onları çalılığın gölgesinde durmaktan alıkoydu. Ağaçların
dibini de dikenden ve çer çöpten temizlemelerini buyurdu ve halkı cemaat namazına
davet etti.
O hazret ortalığı kavuran sıcakta, cemaatiyle öğle namazını kıldıktan
sonra, hutbe için ayağa kalktı. Allah'a hamd u senâ ve insanlara öğüt ve nasihatte
bulunduktan sonra şöyle buyurdu: "Yakında ben (Đlahî) davete icabet edeceğim;
(dünyadan göçüp gideceğim). Ben de, siz de Allah katında sorumluyuz. O gün siz
Allah'a ne cevap vereceksiniz?" Oradakiler hep bir ağızdan: "Senin risaletini tebliğ
ettiğine, bize nasihat edip hayrımızı istediğine tanıklık edeceğiz; Allah seni hayırla
mükafatlandırsın!" diye cevap verdiler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.a.v.) "Allah'tan
başka ilah olmadığına ve Muhammed'in onun kulu ve peygamberi olduğuna, cennet
ve cehennemin hak olduğuna şahadet ediyor musunuz? diye sorunca da insanlar,
"Evet." dediler. "Bütün bunlara tanıklık ederiz." Bu defa da, "Benim sesimi duyuyor
musunuz?" diye sordu. Buna da "Evet." cevabını verdiler. Bunun üzerine Resul-i
Ekrem (s.a.a.v.) şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Ben sizden önce bu dünyadan
ayrılacağım. Siz Kevser Havuzu'nun başında bana geleceksiniz. O öyle bir havuzdur
ki, genişliği Basrâ'dan San'â'ya kadardır. O havuzun kenarında, gökteki yıldızların
sayısınca gümüş kadehler vardır. Ben orada, sizin aranızda emanet bıraktığım iki
paha biçilmez şeyi soracağım. O halde benden sonra o iki şeye nasıl davranmanız
gerektiğine dikkat edin!"
Bu arada halkın içinden biri seslenerek, "Ya Resulullah! O iki paha biçilmez şey
nedir?" diye sordu. Resul-i Ekrem (s.a.a.v.) şöyle buyurdu:
"Onlardan biri, bir tarafı Allah'ın elinde ve diğer tarafı ise sizin elinizde olan
Allah'ın Kitabı'dır. Ona yapışın; sapmayın ve değiştirmeyin; diğeri ise, Itretim (nesil,
akraba) olan Ehl-i Beytim'dir. Latif ve her şeyden haberdar olan (Allah), bu ikisinin
(Kevser) Havuzu'nun başında bana ulaşıncaya kadar birbirinden ayrılmayacağını
bildirdi. Ben Allah'tan bunu istedim. O halde, o ikisinden öne de geçmeyin, geriye de
kalmayın; yoksa helak olursunuz. Onlara bir şey öğretmeye kalkışmayın; çünkü onlar
sizden daha bilgilidirler." Sonra şöyle devam etti: "Benim müminlere kendi
nefislerinden daha evla (üstün) olduğumu (onlar üzerinde tasarruf ve yetki sahibi
olduğumu) bilmiyor musunuz?"
Halk "Evet, ya Resulullah biliyoruz!" diyince şöyle buyurdu:
"Benim her mümine kendi nefsinden daha evla olduğumu bilmiyor musunuz?"
Halk yine "Evet, biliyoruz ya Resulullah!" dediler.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.a.v.) Hz Ali'nin elinden tutarak koltuğunun
altındaki beyazlık görününceye kadar kaldırıp şöyle buyurdu:
"Ey insanlar! Allah benim mevlâmdır, ben de sizin mevlânız, efendinizim. O
halde ben kimin mevlası isem, bu Ali de onun mevlasıdır." "Allah'ım! Onu seveni sev,
ona düşman olana düşman ol. Ona yardım edene yardım et, onu yalnız bırakanı
yalnız bırak. Ona muhabbet edene muhabbet et, ona buğz (nefret) edene buğz et."
Sonra şöyle buyurdu: "Allah'ım sen de şahit ol"
Ravi der ki; daha bu ikisi (Hz.Resulullah ve Hz. Ali) birbirinden ayrılmamıştı ki
şu ayet nazil oldu: "Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi
tamamladım ve size din olarak Đslam'ı seçip-beğendim." (Mâide/3) Bunun üzerine
Resulullah (s.a.a.v.) şöyle buyurdu: "Dini mükemmelleştiren, nimetleri tamamlayan,
benimrisaletimden ve Ali'nin velayetinden hoşnut olan Allah en yücedir." Bu törenin
ardından Ömer b. Hattab, Hz. Ali'ye şöyle dedi: "Ey Ebu Talib oğlu, ne mutlu sana!
Erkek ve kadın her mu'minin velisi-efendisi oldun." Bunun üzerine bütün
Müslümanlar Hz. Ali'nin huzuruna gelerek itaatlerini belirtip kendisine biat ettiler.
Bu hutbeyi duyan Elhars bin Numan El’fahri adında biri merkebine binip Hz.
Peygamberin huzuruna gelip şöyle der: "Ey Resulullah bize emrettiğin şekliyle
Allah'ın birliğine ve senin onun kulu ve resulü olduğuna şahadet ettik. Emrettiğin gibi
beş vakit namazımızı kıldık. Emrettiğin şekliyle zekâtımızı da verdik. Emrettiğin gibi
Ramazan'da orucumuzu da tuttuk. Emrettiğin gibi hacca da gittik. Bütün bunlara rıza
göstermeyerek amcanın oğlu Ali'yi elinden tutarak: "Ben kimin mevlası isem, bu Ali
de onun mevlasıdır." "Allah'ım! Onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol
"dedin. Bu (emir) senden mi Allah’tan mıdır? "
Bunun üzerine "Resulullah (s.a.a.v.): “Kendisinden başka Đlah olmayan Allah’ın
üstüne andolsun ki; bu (emir) Allah’tandır" diye buyurur. Bunun üzerine El’hars
arkasını dönüp devesine giderken hiddetle; "Ey Allah'ım Muhammed yalancı ise
gökten başına taş düşsün ki, kendisinden sonrakilere ibret olsun. Eğer Muhammed
sadık ise, başıma gökten taş düşsün ki benden sonrakilere ibret olayım."der.
Sözlerini tamamlamadan gökten başına bir taş düşüp altından çıkar . El Hars, kan
revan içinde yere yığılır ve ölür. Bunun üzerine Resul-i Ekrem'e (s.a.a.v.) şu ayet
nazil olur: "Bir soran, inecek azabı sordu: Đnkârcılar için ki; onu savacak yoktur."
(El’Meâric/1/2)
Cafer Essadık (a.s.) : “Hz. Ali’nin Nehravan’da Haricileri yenip zafere ulaştığı
gündür.”
Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Benden sonra Nakisiyn, Kasitiyn ve Marikıyn
gurupları ile savaşacak olan Ali’dir.” ( Nakisiyn: verdikleri sözde durmayanlar.
Kasitiyn: doğru yoldan çıkanlar Marikıyn: dinden çıkanlar) Bu hadisi şerifte geçtiği
gibi Hz. Ali hilafeti üstlendikten sonra sözlerinde durmayıp Ayşe’nin ordusuna
katılanlar ile (Nakisiyn) Cemel Savaşı’nda, Đslam’ın bütünlüğüne kasteden
Muaviye’nin yanında yer alanlar ile (Kasitiyn) Sıffin Savaşı’nda, Hz. Ali’nin
ordusundan ayrılıp dinden çıkan hariciler ile (Marikiyn) Nehravan Savaşı’nda
savaşmıştır. Hz. Ali’nin ordusuyla Muaviye’ninordusu arasında Sıffin’de cereyan eden
savaşta bütün tarihçilerin ittifak ettiği gibi savaşın başından tahkim kararına kadar
üstün olan Hz. Ali’nin ordusudur. Yenileceğini anlayan Muaviye Amru Bin El As’ın
önerisiyle Şam ordusundaki askerlere mızraklarına Kuran-ı Kerim koymalarını
emreder. Savaş meydanına indiklerinde uçlarına Kuranı Kerim sayfalarını taktıkları
mızraklarını havaya kaldırarak biz Kur’an’a tabiyiz; aramıza Kur’an-ı koyalım ne
hükmederse ona uyalım diye bağırırlar. Bunu gören Hz. Ali (a.s.) bunların Kur’an’la
ilgileri yoktur. Kur’an-ı Kerim’e ilk inanan ve en iyi şekilde yaşayan benim. Bunlarla
Kur’an için savaşıyorum. Kesinlikle bu hileye kanmayın diye buyurur. Ama ne kadar
uyardıysa sonradan hariciler olacak yirmi bin civarında asker birkaç kişinin
kışkırtmasıyla Kur’an’ın hakemliğine başvurulması gerektiğini şiddetle savunurlar. Hz.
Ali bunun üzerine kendisinin önerdiği kişileri tayin etmek ister. Ona da itiraz eden
isyancılar Musa Elaşari’nin hakem olması için diretirler. Taleplerini kabul eden Hz. Ali
ile Muaviye’nin heyetleri arasında muhakemeyi kimin yapacağı ve nerede yapılacağı
konusunda yazılı olarak anlaşmaya varılır. Buna göre Hz. Ali tarafını temsilen Musa
ElAşari Muaviye tarafını temsilen Amru Bin El As görevlendirilmiştir. Anlaşmaya
varıldıktan ve karşılıklı sözler verildikten sonra muhakemeyi şiddetle savunan
sonradan Harici olacak grup muhakemeye gidilmemesi ve Hz. Ali’nin bunu kabul
etmemesi gerektiğini söylemeye başlarlar. Hz. Ali “Muhakemeyi ben istemiyordum .
Olması için siz direttiniz. Şimdi
karşılıklı sözler verildikten sonra kendiniz
savunduğunuz fikirden dönerek benim verdiğim sözden caymamı nasıl istersiniz?”
diye buyurur. Allah’ın dininde adamlar tahakküm edemez. Hüküm Allah’ındır diyerek
Hz.Ali’nin ordusundan ayrılıp Nehravan’a yerleşirler. Hz. Ali’nin ordusundan
ayrıldıktan sonra Hz.Ali’yi kötülemeye ve taraftarlarına eziyet etmeye başlarlar. Hz.
Ali yanlış yoldan dönmeleri için defalarca uyarılarda bulunmasına ve ikna etmek için
elçiler göndermesine rağmen isyanlarından vazgeçmediler. Bu arada tahkim olayı
Amru Bin El As ile Ebu Musa El Eşari arasında yapılır. Đki temsilci aradaki
anlaşmazlığın ancak her iki tarafın reisleri Hz. Ali’nin ve Muaviye’nin azledilmesiyle
çözülebileceğini kararlaştırırlar. Kararı insanlara tebliğ için ilkin El Eşari konuşur: “Biz
iki hakem aradaki anlaşmazlığın ancak her iki reisin Ali’ninve Muavi’yenin
azledilmesiyle çözülebileceği kararına vardık. Bende Ali tarafının hakemi olarak Ali’yi
azlediyorum.” El Eşari bunları söyledikten sonra sözü Amru Bin El As alır ve meşhur
hilesini dillendirir. “Ali’nin temsilcisini duydunuz. O halifesini azletti. Ben ise halifem
Muaviye’yi hilafette sabit kılıyorum.” Bunları duyan Musa El Eşari beni kandırdın
deyip taraflar tartışarak ayrılır.
Bunun üzerine Hz. Ali orduyu toplayıp ilk olarak
ordunun içinde fitne yaratıp Müslümanlara eziyet eden Nehravan’daki haricilerin
üzerine yürür. Tarihe Nehravan Savaşı olarak geçecek savaş Hz. Ali’nin zaferiyle
sonuçlanır. Savaşta Hz.Ali’nin savaşa çıkarken dediği gibi “ Vallahi onlardan on
kişiden fazla kalmayacak bizden ise on kişiden fazla ölmeyecek.” Hz. Ali’nin
ordusundan on kişiden fazla ölmediği gibi haricilerin ordusundan ise on kişiden fazla
kişi kalmamıştır. Sıffin Savaşı, tahkim olayı, Haricilerin ayrılışı ve onlarla Hz. Ali’nin
savaşı Đslam tarihinde çok önemli yer alır. Tarih kitapları çok geniş bir şekilde bu
konuları işlemiş olup daha geniş bilgi isteyenler tarih kaynaklarına müracaat
edebilirler.
Cafer Essadık (a.s.) : “Kıyamet Günü’ndeMehdinin zuhur edeceği ve Deccalı
öldürüp Küfe’de asacağı gündür.”
Kıyamet Günü’ne inanmak her Müslüman’a farzdır. Kıyamet’in hangi yılda
kopacağını ve Mehdi’nin zuhur edeceği tarihi bilmek sadece yüce Allah’a mahsustur.
Kıyamet’in tarihini bildiklerini iddia eden tarihte birçok yalancı türediği gibi
günümüzde de Mehdi olduklarını ve kıyametin tarihini bildiklerini hatta kıyamet için
tarih bile veren münafıklar vardır. Bunlara itibar edilmemesi gerektiği gibi yalanlamak
ve dışlamak gerekir. Kur’an-ı Kerim kıyamet konusunu şöyle belirtir: “Sana, kıyamet
saatinin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar, de ki: Onu ancak Rabbim bilir, onun
vaktini, O'ndan başka belirtecek yoktur. Göklerin ve yerin, ağırlığını kaldıramayacağı
o saat, sizlere ansızın gelecektir. Sen sanki öğrenmişsin gibi sana soruyorlar, de ki:
"Onu bilmek ancak Allah'a mahsustur, ama insanların çoğu bu gerçeği bilmezler.“
(A’râf / 187)
Yalnız Hz. Mehdi’nin kimliği konusunda mezhepler arasında ihtilaf vardır. Hz.
Ali’nin Şia’sı olan bütün Alevi fırkalar Hz. Mehdi’nin 12. Đmam Muhammed Bin El
Hasan El’mehdi olduğunu kabul eder. Bunda Hz. Muhammed’in hadislerine dayanırız
“Mehdi, kızım Fatıma'nın neslindendir”.(Sünen-i Đbn Mace, 10/348)“Allah (cc) benim
Ehl-i Beyt'imden (soyumdan) bir zatı (Hz. Mehdi'yi) gönderecek”. (Sünen-i Ebu
Davud, 5/92)
Kıyametin kopma sebebi ise dünya üzerinde iyilik neredeyse yok denecek
derecede azalacak, Zulüm ve kötülük had safhada olacak. Đnsanlara zulüm eden
zalim hükümdar tek gözlü Deccal’i öldürüp insanları şerrinden kurtarmak için Hz. El
Mehdi zuhur edecektir. Hz. Muhammed (s.a.a.v) kıyametin kopmasını gerektirecek
şartları şu şekilde sıralar:
Namaz ve dua terk edildiği, sadece arzulara ve nefsin havasına uyulduğu, mal
sahipleri sadece malları için yüceltildiği ve dinin dünyada satıldığı, mümin gördüğü
kötülükler karşısında hiçbir şey yapamadığı için tuzun suda eridiği gibi kalbinin
eridiği, zalim hakimler ve kötü bakanların olduğu, hainlerin emin, eminlerin hain,
kötülüğün iyilik, iyiliğin kötülük, yalanın marifet sayıldığı, sakatlara hakaret edildiği,
anne ve babaya kötü davranıldığı, şeytan kalpli insanların çıkıp zayıf insanlara
zulmedip kanlarını akıttığı, erkeklerin erkeklerle yetindiği, kadınların erkeklere,
erkeklerin kadınlara benzediği, Mescitlerin kiliseler gibi süslendiği, minarelerin
yükseldiği kalpleri kıskançlık ve kinle dolu ve muhalif dilli safların
çoğaldığı, faizin, rüşvetin ve gıybetin arttığı, dinin aşağılandığı, Dünyanın yüceltildiği,
boşanmaların arttığı, zenginlerin gezmek, orta halli olanların ticaret, fakirlerin riya ve
şöhret için hacca gittiği, Kur’an, ilim ve dinin Allah için değil de başka amaçlarla
kullanıldığı, zina çocuklarının arttığı, mahremiyetin ihlal
edildiği, günahların
kazanıldığı, kötülerin iyilere hükmettiği, yalanın arttığı, müminin dünyanın en
düşkünü ve hakiri görüldüğü zaman Allah’ın istediği kadar bekletilecekler
bekletildikleri süre içinde de bozgunculuk yapacaklar . O zaman yeryüzü patlayacak
ve herkes yakınında patladı zannedecektir. Đşte o günde malın mülkün altının ve
gümüşün hiçbir değeri olmayacaktır. Cafer Essadık (a.s.) :“Nevruz günlerini sevinçle
karşılarız. Çünkü bizim ve Şia’mızın (taraftarımızın) önemli günlerindendir. Farisiler
muhafaza etti. Siz ise kaybettiniz.
Görülüyor ki Nevruz; sadece Farisilerin, Kürtlerin veya Türklerin geleneksel
olarak yaşattığı bir bayram değil aynı zamanda dinsel bir yönü olan ve bu din
çerçevesinde şekillenen anlayışın zamanla gelenekselleşerek kutlandığı bir
bayramdır. Ancak Alevi toplumunda Nevruz’un ayrı bir önemi vardır. Tarih boyunca
Allah’ın insanoğluna tebliğ ettiği veya yarattığı veya kırılma noktasında bir savaşın
Müslümanlardan yana olayların olumlu bir şekilde geliştiği bir gündür.
Güneşin ilk doğduğu gün olması demek, canlılara hayat verildiği, yaratıldığı gün
demektir. Nuh (a.s) Gemisinin Cudi’ye konduğu gün olması, insanların tufandan
kurtulduğu gün olduğunu gösterir. Hz. Đbrahim’in putları kırıp insanlara Allah’ı tebliğ
ettiği gün olması, yanında Hz. Muhammed’in Gadir Hum’da Hz. Ali’ye velayeti
vermesi Đmametin kimden devam ettiğini göstermesi ve Hz. Ali’nin Nakisiyn, Kasitiyn
ve Marikıyn toplumuyla mücadele ettiği gün olması Nevruz’un önemini daha çok
artırır. Böylesine önemli bir günün bayram olarak kutlanması kadar normal olan
başka bir şey yoktur. Nevruz Bayramı’nın anlam ve önemine bağlı olarak günün
namazla , niyazla ve ibadetle geçirilmesi; eş, dost ve akrabaların ziyaret edilmesi
bayramın kalben benimsenip yaşanması gerekir. Đyilik, ihsan ve marifetle yaşanacak
bayram insanı huzurlu kılar. Bize doğru yolda ilerlememizi ve Allah’ın istediği kullar
arasında olmamızı sağlar.
Bütün kardeşlerimin bu günün anlamını dinsel yönüyle de bilmesini ve ona
göre yaşamasını dilerim. Allah’a emanet olun.
UYDURMA HADĐSLER VE ZARARLARI
Zehrönneda REYHANĐ
Tercüme: Davut TÜMKAYA
Hz. Peygamber (s.a.a.v) gözünü hayata yumduktan sonra Đslamiyet’ten rant
sağlamaya çalışanlar hemen sahaya indi. Hz. Peygamber’in (s.a.a.v) hayatı ve
hadisleri üzerinden büyük çapta sapmalar yaptılar. Hz. Peygamber (s.a.a.v) hayatta
iken söylediği hadisleri ya değiştirdiler ya da yanlış yorumladılar veya hadisleri yok
ettiler. Veyahut hâkim iktidarın anlayışına uygun bir biçimde değiştirdiler.
O dönemde Hz. Peygamber’e (s.a.a.v) bağlılıkları ve sadakatleriyle tanınan
hileden ve riyadan uzak sahabeler de vardı. Bunlar; Hz. Peygamber’in hadislerini
doğru bir şekilde ezberleyip anlatmak istediler. Ancak hakim iktidar onlara konuşma
hakkı tanımıyordu. Sahabeler susturuluyor, her türlü eylemleri yasaklanıyordu. Hz.
Peygamber (s.a.a.v) kendisinden sonra bu olacakları sezmiş olacak ki şu meşhur
hadisini söylemiştir; “Benden sonra raviler çoğalacak ve üzerimden hadisler
üreteceklerdir. Üzerimden anlatılan hadislerin
doğruluğunu bilmek için anlatılanları Kuran-ı Kerim’le karşılaştırın. Kuran-ı Kerim’e
uymuyorsa o hadisler benim değildir.” Yüce Allah Hz. Peygamber’in (s.a.a.v)
devamlı doğru söyleyeceğini, her söylediğinin Yüce Allah tarafından vahy edildiğini
“VEME YANTIKU ANIL HAVA, ĐN HUVE ĐLLA VAHYUN YUVHA” (O arzusuna göre söz
söylemez, O’nun sözü kendine vahiy olunan bir vahiyden başka bir şey değildir.) (EnNecm 3-4) ayetiyle Đslam alemine tebliğ etmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.a.v) Đslam dinini yaymak için bu dünyaya geldi. Hayatının
her anı müminlere ders oldu. Yüce Allah’ın Habibi (sevgili kulu) Hz Muhammed’e “ve
inneke le ala hulukin azim” (Ve şüphe yok ki sen pek büyük bir ahlaka sahipsin.)
(Kalem 4) ayeti kerimesiyle kendisini vasıf etmiştir. Kendisinden sonra insanlara rehber
olacak, onlara doğru yolu gösterecek elçileri şu sözleriyle ifade etmiştir; “Size paha
biçilmez iki emanet bırakıyorum; biri Kuran-ı Kerim diğeri Ehlibeyt’im ve sülbumdan
gelen imamlardır. Bunlara tutunduğunuzda hiçbir zaman doğru yoldan sapmazsınız.”
Bir hadisin uydurma olup olmadığına kanaat getirmek için; onun Kuran-ı
Kerim ve Ehlibeyt akide ve anlayışına uygun olup olmadığına bakmamız gerekir. Eğer
bir çelişki varsa sözü edilen hadis uydurmadır. Uydurma
hadislerin bizi yönlendireceği yanlışlardan korunmak için Kuran-ı Kerim’e bakmamız
gerekir. Bizi hidayete erdirecek odur. O, doğruların en doğrusudur. Batmayan güneş
odur. Yalan o güneşin ışığında ayan beyan ortaya çıkar.
Đşte aşağıda rivayet edilen hadislerin uydurma olduğunu, hadisleri bu güneşin
ışığına tutarak karar vermenizi isterim. Çünkü bu uyduruk hadisler insanı çelişkiye
götürür, dinden sapmasına neden olabilir. Yalancı fenerler nasıl ki gemileri yanlış
kıyılara sürüklerse işte bu uyduruk hadisler de sizi yanlış kıyılara sürükleyebilir.
Bundan korunmanın en iyi yolu analitik düşünmek ve çıkarımlarda bulunmaktır.
Bu hadislerden en önemlileri Hz. Muhammed ve eşi Ayşe ile ilgili uydurma
hadislerdir. Bunları kimler ne maksatla anlatıyor, bilmiyoruz ama birçok Müslümanı
doğru yoldan çıkmasına veya çelişkiler yaşamasına neden olduğunu görebiliyoruz.
Đslam tarihi alanında ün yapmış bazı şahsiyetler uydurma hadisleri ballandıra
ballandıra anlatmaktadırlar. Acaba olayları anlatırken veya sözleri söylerken aklın
süzgecinden geçirme gereği duymuşlar mı? Bence bunu hiç düşünmemişler,
söylenilen her söze inanmışlar ve çalakalem yazmışlardır. Halbuki Đslam paklık
dinidir. En küçük lekeyi bile kabul etmez. O leke anında beliriverir. Hiçbir Müslüman
bunu içselleştiremez. Bir irin gibi kalbinden ve ruhundan atar.
Anlatılanları düşünmeden kabul eden, Kuran’la ve Ehlibeyt anlayışıyla
kıyaslamadan doğru zanneden zavallı insanlara ne demeli; yalanı doğruymuş gibi
savunanların düştükleri zilleti nasıl yorumlamalıyız? Bunun cevabı basit; her insana
doğru düşünmeyi, analiz yapmayı öğretmeliyiz. Đslam akıl demektir. Körü körüne
iman eksik imandır. Đman ederken akılla, dille yapılmalı ve kalben tasdik olmalıdır.
Đnsan o zaman kemale erer. Yoksa alim olarak bilinen Sahihi Buhari, Tabari ve
Tirmizi gibi yazarların kimi uydurma olan hadis ve anlatıları imanı zayıflatır. Đnsanları
ayrıştırır, birbirine düşürür. Allah’a ve Đslam’a hizmet edileceği yerde münafıklara ve
kafirlere hizmet edilir. Bu da en büyük küfürdür.
Đslam dünyasında yaşananlara baktığınızda sözde mücahitlerin kimin
değirmenine su taşıdıklarını iyice görürsünüz. Bu bağnaz ve katı yürekli sözde
mücahitler, siyonizmin ve emperyalizmin tetikçiliğini yapmakta saf ve temiz yürekli
müslümanları öldürmekteler ve büyük katliamlara sebep olmaktalar. Đngiliz ve
Amerikan yapımı yeni mezhepler Đslam adına Đslam’ı parçalamakta ve ellerindeki
silahlarla Müslüman kardeşlerimize kan kusturmaktalar. Küçük bebekler, gencecik
kızlar, hamile kadınlar ve yüreği imanla yoğrulmuş Hakk’ın mücahitleri siyonist
celladın zülmüne maruz kalmaktalar. Bu sözde mücahit takımı beyinlerini
kullanabilseler; öldürdükleri yüzbinlerce müslümanın hesabını veremeyeceklerini
anlarlardı. Bu çağda hakkı bilmeyen insandan ne bekleyebilirsiniz ki? Daha once
uydurulan hadislerle rotasını çizen bir insan, hayırlı bir iş yapabilir mi? Đşte yanlışlar
üzerine oturtulmuş bir din ancak kendi düşmanını yaratabilir. Bu düşmanı yaratan
unsurlardan biri olan “uydurma hadis”lere bir bakalım:
Kanalda sunucu büyük bir coşkuyla, peygambere eksik salavat getirdikten
sonra , Ummil Müminin! Ayşe’yi şu şekilde anlatıyor: “Ümmül Müminin! Ayşe Hz.
Peygamber’in (s.a.a.v) evinde olduğu zaman Hz. Peygamber’in (s.a.a.v) namaz
kıldığı yerin yakınında oturur ve Hz. Peygamber (s.a.a.v) namaza durduğunda
ayakları önüne uzatırdı. Ancak Hz. Peygamber secdeye varacağı zaman Ayşe’ye
bakar ve kendisine göz kırparak ayaklarını önünden çektirirdi.”
Böyle bir hadisi anlatan kimse sıkılmadan anlatıyor. Kimse de sormuyor mu
böyle bir olayda Ayşe kaç yaşında olabilir acaba? Đki yaşında mı? Đki yaşında ise
anlamaz bilmez diyebiliriz. O zaman Hz. Peygamber’in (s.a.a.v) evinde namaz
saatinde ne işi olabilirdi? O çok çok yaşıtlarıyla oyun oynamaya çıkardı. Peki Hz.
Peygamber’in (s.a.a.v) evinde diyelim ve idrak edebileceği yaşta değil, yani reşit
değil. O zaman göz kırpma işaretinden ne anlardı? Eğer reşit ise o zaman bu olayın
saygısızlık olduğunu bilmesi gerekirdi. Đkincisi Hz. Peygamber (s.a.a.v) namazını evde
mi, yoksa mescitte mi kılardı? Tabii ki mescitte kılardı. O zaman bu hadis
uydurmadır. Yoksa Ayşe’nin ayaklarının kıble gibi kutsal olduğunu mu anlatmaya
çalışıyor? Ancak Ayşe’yi kötüleyerek yücelttiğini sanıyor. Peki Ümmül Müminin!
dedikleri bir kimseye böyle hadisler uydurmaktan çekinmiyorlar mı? Ya da
peygamberi alçalttıklarının farkında değiller mi?
Başka bir anlatıcı; “Hz. Peygamber (s.a.a.v) Ümmül Müminin! Ayşe ile sokakta
yürürlerken vardıkları bir yerin duvarının arkasından bir gürültü duyarlar. Ayşe Hz.
Peygambere bu gürültünün ne olduğunu sorar. Sudanlı (zenci) bir grup insanın
güreştiğini söyler. Duvar yüksek olduğu için Ayşe’nin yükselmeden görme imkanı
yokmuş. Ama zencilerin bu güreşini seyretmek istiyordu. Bunun için Hz. Peygamber
Ayşe’yi omuzlarına alıp zencilerin oyununu izlettiriyordu.” diyor
Buradaki maksat Ayşe’yi yüceltmek mi? Şu sorular geliyor aklıma. Ayşe kaç
yaşındaydı evlimiydi, bekar mıydı? Bekardı derseniz Hz. Muhammed gibi bir şahsın
bunu yapması tartışılır bir durum yaratır. Evlendikten sonra diyorsanız ise bu durum
hiç olmaz çünkü Hz. Peygamber’in (s.a.a.v) yaptığı her hareket Đslam alemine sünnet
olmuştur. Bu sefer herkesin eşini omuzlarına alıp taşıması gerekirdi. Kaldı ki inançlı
bir Müslüman Hz. Peygamber’in (s.a.a.v) Ayşe’yi omuzlarına alarak zencileri
seyretme gibi bir olayı olmayacağını iyi bilir. Burada Ayşe’yi yücelteyim derken hem
peygamberi alçaltıyor hem de Ayşe’yi saygısız biri haline sokuyorlar.
Başka bir hadis daha:“Birgün Ayşe’nin evinde babası Ebu Bekir vardı. Hz.
Peygamber
(s.a.a.v) de Ayşe’nin elbisesini giymiş ve uzanmıştı. Bu arada Osman içeri girer. Hz.
Peygamber (s.a.a.v) hemen ayaklarımı örtün, der. Çünkü Osman’dan melekler bile
utanır.” Acaba bu hadisten istenilen nedir, neyi belirtmek istiyorlar?
Hangi erkek eşinin elbisesini giyiyor ki Hz. Peygamber Ayşe’nin elbisesini giysin.
Acaba o dönemde erkekler kadın giysileri giyiyorlar mıydı? Ebu Bekir’in önünde elbise
giyiyor da Osman’ın önünde niye giysili kalmasın. Yani Osman Ebu bekir’den daha mı
faziletli? Burada niyet farklı. Ayşe’yi yüceltmek için peygambere elbise giydiriliyor.
Kaldı ki Hz. Peygamber’in (s.a.a.v) şöyle bir hadisi var: “ Kadınlar gibi giyinmeyin.”
kaldı ki insanların durumları ne kadar kötü olursa olsun eşlerinin veya bir başka
kadının elbiselerini giymezler. Bu hiç görülmemiştir.
Đslam adına kalem tutan, kitap yazan sahih ünvanlı ve itibarlı bu yazarlar neyi
amaçlamışlar? Dini kaideleri anlatmak mı? Emevi anlayışını sürdürmek mi istemişler?
Bunu bilmek her Müslümanın hakkıdır. Üniversiteleri dolduran ey alimler! Siz orada
ne yapıyorsunuz? Kime hizmet ediyorsunuz? Đslam’ı yanlış tanıtan bu olaylara neden
karşı durmuyorsunuz? Bu anlatılan her yanlıştan siz de sorumlusunuz. Bağnazlıktan
kurtulun ve Hakk için Hak’tan yana olun. Atalarım böyle yazmış, onlar buna inanmış
demeyin. Elimizde ezelden ebede uzanan bir nur var. O kutsal kitabı elinize alın ve
doğru okuyun.
Kuran-ı Kerim bütün bunları açıklamaya yeter.
Bir tv programında: “ Hz. Peygamber (saav) Ayşe’nin evinde. Ayşe de
arkadaşlarını evinde bir eğlenceye davet etmiş. Ayşe ve arkadaşları darbuka çalıp
eğlenirken babası Ebu Bekir gelmiş. Ebu Bekir kızı Ayşe’ye kızarak “Sen Hz.
Peygamber (saav) huzurunda bunları nasıl yaparsın, diye kızmış. Hz. Peygamber
(saav) ise Ebu Bekir’e bırak istediğini yapsın demiş.”
Hz. Peygamber (saav) Ayşe’nin evinde ve arkadaşlarıyla darbuka çalgı gibi
eğlencelerle meşgul. Peki bu hadis Đslamî anlayışa ters değil midir? Hz. Peygamber’in
(saav) bulunduğu ve bulunabileceği ortamda darbukanın işi ne? Đslamî fıkhı
okuyanlar bunlara nasıl müsaade ediyorlar. Evet, düşünce özgürlüğü vardır, olması
da lazım;ama bu düşünce özgürlüğüne girmez. Çünkü burada yaşanmış bir olay
vardır ve bu hadisler yaşanan bu olaylara aykırıdır. Yani Ebu Bekir’e göre Ayşe’nin
evinde darbuka, eğlence olsun; ama peygamberin huzurunda yapılmasın.
“Hz. Peygamber (saav) eşinin darbukalı eğlencesine göz yumuyor.” Anlayışı niye?
Çünkü Ayşe’ye istisna vardır. Ama buna Ebu Bekir razı olmuyor. Çünkü Ebu Bekir Hz.
Peygamber’den (saav) daha kuralcı. Hangi mantık bunu kabul ediyor anlamıyorum.
Ümmül müminin! denen, peygamberin zevcesi, Ebu Bekir kızı olan bu kadının bu
eğlencelerde işi ne? Hem de peygamberin yanında diğer kadınlarla beraber! yoksa
bu olay peygamberin şanına şan mı katacak, diye mi anlatılıyor?
Bir başka tv programında “Hz. Peygamber (saav), Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin
Ayşe’nin evinde. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (a.s) dedeleri Hz. Peygamber’den at
isterler. Dedeleri, atı ne için isityorsunuz diye sorar? Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin atı
binmek için istediklerini söylediklerinde Hz peygamber; ben sizi bindirim gelin
üstüme çıkın, der. Dedelerinin sırtında peygamber yorulana kadar oynarlar.
Hz.peygamber Ayşe’ye susadığını söyler. Suyu getirir. Hz. Peygamber Ayşe’ye önce
sen iç der. Ayşe suyu içer ve kapta kalanı Hz. Peygamber’e verir, peygamber de
kalanı içer.
Elbette ki torunları dedelerinin omuzlarına çıkarlar. Ancak burada anlatıma
başlanan çıkış noktası ile esas çıkış noktası aynı değildir. Hz. Peygamberi bir at ile
mukayese etmek ne kadar doğrudur. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin dedelerinin sırtına
namaz kılarken çıktıkları rivayet edilir. O zaman da küçüklerdi. Ama bu hadiste
onların dedelerini at yerine koyup onları gezdirdiği anlatılıyor.
Bir diğeri de; Ayşe’ye önce sen iç, demesi ve Ayşe’den artan suyu içmesi
meselesi. Hz. Peygamber’e yakışık olmayan bir hadistir bu. Hz peygamber’den artan
içilir, peygamber kimsenin artığını içmez. Bu hadis peygambere saygısızlıktır. Ayşe’yi
de saygıyı bilmemekle suçlamaktır. Ayşe bu saygısızlığı yapsa da Hz. Peygamber
ondan artan suyu içmez.
Yine bir tv programında: “Ebu Bekir, Ayşe’nin annesi Ümmü Roman’â şiddet
gösterir. Eşi, Ebu Bekir’e; sen bana niçin bağırıyorsun, der. Kızın Ayşe peygambere
nasıl davranıyor bir görsen. Eğer ki ben sana kızının peygambere davrandığı gibi
davransam beni evden kovardın, der.”
Peki Ayşe peygambere nasıl davranıyordu? Kötü davranıyorsa buna hakkı
yoktur. Ama o Ayşe’dir ki kötü de davranabilir iyi de. Bu örneği vererek Ayşe’yi
yüceltiklerini zanediyorlar ve göz yumuyor.” Anlayışı niye? Çünkü Ayşe’ye istisna
vardır. Ama buna Ebu Bekir razı olmuyor. Çünkü Ebu Bekir Hz. Peygamber’den
(saav) daha kuralcı. Hangi mantık bunu kabul ediyor anlamıyorum. Ümmül müminin!
denen, peygamberin zevcesi, Ebu Bekir kızı olan bu kadının bu eğlencelerde işi ne?
Hem de peygamberin yanında diğer kadınlarla beraber! yoksa bu olay peygamberin
şanına şan mı katacak, diye mi anlatılıyor?
Bir Arap tv kanalında konuşmacı, salondaki 300 den fazla kişiye hitap
ederken; “Hz. Peygamber Ayşe’nin evinde ve ölüm döşeğinde Ayşe’nin dizinde
yatıyor. Dişlerini temizlemek için Ayşe’den misvak (diş temizleyici) getirmesini ister.
Ayşe, peygamberin başını dizinden çeker altına yastık koyar. Peygambere getirdiği
diş temizleyiciyi kendi ağzına koyar onu çiğner ve peygambere verir. Peygamber
Ayşe’den aldığı diş temizleyiciyi ağzına koyar ve ölür, der. Đçeri Abdullah bin Ömer
girer ve peygamberin öldüğünü görür ve dışarıya haber verir.” Hadisi anlatan diyor
ki; Peygamber Ayşe’nin salyası ağzındayken vefat etti. Sıradan biri öleceği zaman
başında kişi değil kişiler bulunur. Ama ne hikmetse Đslam peygamberi öleceği zaman
yanında bir kişi var. Bu durumu çürüten onlarca hadis olmasına rağmen. Bu hadis
Đslam alemine bir lekedir. Kitaplarda şöyle bir rivayet var:
Abdullah bin Ömer, Peygambere sorar: “Ya resulullah söyleyeceğin her şeyi
yazalım mı? Hz. peygamber nefsimin elinde olduğu Allah’a yemin ederim ki
kendimden hiçbir şey söylemem. Ancak bana vahiy olunanı söylerim.”der.
Akıl ve basiret sahibi insanlar düşünsünler, tv programında anlatılana mı inansınlar
yoksa Buhari, Tabari’nin dahi aldığı yukarıdaki hadise mi inansınlar?Al birini vur
ötekine…
Bir örnek daha: Ayşe’den rivayetle, “Hz. Peygamber (saav) her gece bütün eşlerini
gezip tavaf edermiş. Peki bu hadisi Ayşe anlatıyor, diye doğru mu kabul edeceğiz?
Kaldı ki Hz. Peygamber Hz. Hatice’den sonra hiçbir eşinin yanına gitmemiştir. Ayşe’ye
bile… Hz. Muhammed’in (saav) hayatı dikkatli incelendiğinde bunları daha net
görebiliriz. Hz. Muhammed’in bütün çocukları Hz. Hatice’dendir. Mariye ‘den bir oğlu
oldu o da küçükken öldü. Hz. Hatice ve Mariye hariç bütün eşleri akim(kısır) miydi?
Ayşe de mi akimdi? Keşke Ayşe’nin de peygamberden çocuğu olsaydı. Hiçolmazsa o
çocuk Hz. Peygamberin canından çok sevdiği Ali Bin Ebu Talib’e (a.s) karşı Ayşe’nin
açtığı savaşı engellerdi ve annesine şu ayetlerihatırlatırdı.” Ey peygamber hanımları!
Siz,kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer korunup takvaya sarılıyorsanız sözü
kırıtarak
söylemeyin ki, kalbinde maraz bulunan biri ümide kapılmasın. Örfe uygun söz
söyleyin.(Ahzap, 32) Evlerinizde de vakarlı oturun. Đlk cahiliye teşhirciliği gibi
kendinizi teşhir etmeyin. Namazı kılın, zekatı verin, Allah’a ve resulüne itaat edin.
Allah sizden kiri/lekeyi gidermek istiyor ey Ehlibeyt, sizi tam bir biçimde temizlemek
istiyor.(Ahzap, 33)
Maalesef Ayşe bu ayetlere riayet etmediği gibi çoğu zaman da Hz.
Peygamberin(saav) saygınlığına gölge düşürmeye çalıştı. Ve Hz. Peygamberin ilgi
odağı olan Hz. Ali’ye olan bağlılığını görmezden geldi. Her çırpıda O’na . söylediği
sevgi, vakar, anlam dolu sözleri duymazlıktan gelerek O’na karşı savaştı ve olmaması
gerekenler yaşandı. Kaldı ki Hz. Peygamber (saav) Ayşe’yi iyi tanıyordu ki ne
yapabileceğini daha önceden seziyor ve kendisini uyarıyordu. Ve Hz. Peygamberin
Ayşe’ye uyarılarından bir tanesi: Hz. Peygamber (saav) bir gün bütün eşleriyle
Ayşe’nin evinde ve hepsine bakarak; “Birgün biriniz Ali’ye zalim olacak, ona savaş
açacak ve Ali’ye karşı savaşa giderken Hav’eb denen yerde Hav’eb’in köpekleri ona
havlayacak.” dedi. Sonra Ayşe’ye bakarak ya Humeyra bu sen olmayasın” dedi. Daha
sonra Ayşe’nin Nasel ismini taktığı ve kendisinin Naseli öldürün bu kafirdir, dediği
Nasel’in (Osman) ölümünden Ali’yi sorumlu tutup ona karşı yola çıktı. Hav’eb denilen
yerde köpekler ona havlamaya başladı. Yanında bulunan Talha ve Zübeyr’e; “Burası
neresi?”diye sordu. Talha ve Zübeyr yeminler ederek buranın Hav’eb olmadığını
söylediler ve yoluna devam etti. Peygamberin söylemleri ve Kuran-ı Kerim’in
ayetlerine rağmen savaş açtı.
Oysaki Ayşe’nin, Osman’ı öldürün, demesinin sebebi maaşına zam talep edip
onu alamamasıydı. Osman o hakkı ona vermemişti. Çünkü hazineyi başkalarına
açmıştı. Peki Ali’ye neden savaş açtı? Ki Ömer kendisinden sonra kendilerini hilafete
adayanları toplamıştı.(eclehe) yani hilafeti Ali’ye verirseniz sıratul mustakime gider;
Osman’a verirseniz Ümeyye kabilesini Arapların omzuna taşıttırır, demişti. Neticede
Ömer haklı çıktı. Osman hazineyi Ümeyye oğullarına açtı ve Arapların omzuna
bindirdi. Bu olaylar ölümüne sebep oldu. Ama Ayşe’ye göre öldüren Ali’ydi.
Yine bir Arap tv kanalında: Hz. Peygamber (saav) ile Ayşe aynı su kabıyla
yıkanıyorlarmış. Birbirlerine su sıçratarak senin yıkandığın yeter öbürü de senin
yıkandığın yeter diyerek su ile oynuyorlarmış. Bunu anlatan şu cümleleri de ekliyor. “
Biz peygamberi o kadar tanırız ki kendi özel hayatımızdan daha fazla
biliriz.”diyorEsasında bu gibi hadisler ukalalıktan başka bir şey değildir. Hz.
Peygamber’in (saav) mahremine göz veya dil uzatmanın ne demek olduğunu mahşer
gününde göreceklerdir. Hz peygamberi banyoda görmekte neymiş! Bunu Ayşe
anlatıyorsa bu yalan ve yanlıştır. Başkası anlatıyorsa da iftiradır. Amaç aynı; esasında
bu tür uydurma hadisler Ayşe’ye nam kazandırmak için anlatılıyor.
Hz. Muhammed’in (saav) ulvi makamına dil uzatmak ona yanlış hadis
uydurmak günahtır. Bizler Hz. Peygamber’in (saav) menkıbelerini yazamayız. Hz.
Muhammed (saav) anlatılan bu hadislerden münezzehtir. Ona bu gibi davranışları
yakıştıran aklıyla hareket etmemiştir. Akıldan yoksun sözün kıymetinden söz
edilemez. Nazarımızda bu sözler değersizdir. Aynı zamanda bu sözler tehlikelidir. Hz.
Muhammed’i bu nazarla gören, bu bakış açısıyla değerlendiren kişi karanlıklara
sapar. Yalancıların kılıcını kuşanır, onlar adına savaşır. Hak adına haklıyı katleder. Bu
bakımdan dinî açıdan ne kadar değersiz olsa da bu sözler sosyal yaşam adına
tehlikeli bir durum yaratmaktadır.
Son yüzyılda siyonist-emperyalist odakların oluşturduğu ve Đslam kılıfı geçirdiği
din maalesef uydurma hadis ve tevatürlerin oluşturduğu bir dindir. Bu dinin sözde
mücahitleri Đslam adına Müslüman kardeşlerimizi katletmektedirler. Đslam
coğrafyasının her yönünde bu katliamları görmekteyiz. Bir mümini öldürenin mekanı
cehennem ateşidir. Bunu her Müslüman bilir. Buna rağmen aynı anlayışta yürüyorsa
o şahıs; ya akıldan yoksundur veya kalbine iman girmemiştir. Körpecik çocukların ne
suçu var? Onlara neden el uzanır, yetim bırakılır, ömür boyu engelli yaşamasına
neden olunur? Bu soruların cevabını sözde cihatçıları eğiten Siyonistler iyi bilir.
Onların tetikçiliğini üstlenen eli kanlı vampirler daha iyi bilir. Allah onları da ıslah
etsin.
Kısaca belirtmek isterim ki akıldan uzak bir din, Hak din değildir. Kuran-ı
Kerim’e ve Ehlibeyt anlayışına, itikadına uymayan bir söz hadis olarak
değerlendirilemez. Hz. Peygamberin eşini yücelteceğim, onu diğer insanlardan üstün
tutacağım derken onu küçük düşüren olay veya düşünceler Đslam’a mal edilemez.
Hz. Peygamber böyle bir karakterde değildir. O her yönüyle örnek bir insandır.
Hatalardan münezzehtir. Çünkü yaptığı her şey Allah’ın takdiriyle ve vahyiyle
olmuştur. Hz. Peygamberi sıradan bir insan boyutuna sokmak büyük bir hatadır.
Đslam adına savunmasız insanları öldürmek daha büyük bir hatadır. Allah’ın verdiği
canı Allah’tan başkası alamaz.
Download