GROSS und KLEIN - LİTTERA Edebiyat Yazıları

advertisement
Dr. B. Sevinç Mesbah*
BOTHO STRAUSS’UN “GROSS und KLEIN” (BÜYÜK ve KÜÇÜK)” ADLI TİYATRO
ESERİNDEKİ KARAKTERLER VE SOSYAL İÇERİK ÜZERİNE
ZUSAMMENFASSUNG
DIE FIGUREN und SOZIALKRITIK im THEATERSTÜCK von
BOTHO STRAUSS “GROß und
KLEIN”
Im Theaterstück “Groß und Klein” befasst sich Botho Strauß mit großen und kleinen Fragen
der zwischenmenschlichen Beziehungen. Soziale Probleme wie Schwierigkeiten in den
Beziehungen, Misstrauen, Einsamkeit, Unzuständigkeitsgefühle, Rauschgiftangewohnheit und
Alkoholismus wurden von Strauß aufmerksam behandelt.
An der Hauptfigur des Werkes, einer menschenfreundlichen Person, Lotte, kann man beobachten,
dass sie trotz ihres Willens, die Beziehungen zu ihren Mitmenschen zu pflegen, -sowohl durch ihre
eigenen als auch durch die sozialen Probleme ihres Umfelds- psychisch immer schwächer wird.
Die erwähnten Lebensfragen betreffen nicht nur Lotte, sondern sogar die ganze Menschheit. Botho
Strauß gelingt es, gesellschaftliche Probleme, die allen Menschen gemeinsam sind, mit
Aufrichtigkeit darzustellen.
Schlüsselwörter: Neoromantik; Esoteriker; Subjektivität; Pen-Zentrum; Schaubühne am
Hallschen Ufer; Neue Sachlichkeit; 36 Gerechte.
Anahtar Sözcükler: Yeni-Romantik; Gizemci - hiçbir dinle bağlantısı olmaksızın tinsel
gelişim ile ilgilenen kişi (Exoteriker’in karşıtı); Öznellik; PEN-Merkezi (Uluslararası Yazarlar
Birliği); Hallschen Ufer Tiyatro Sahnesi (Berlin); Yeni Bireycilik; 36 Adil (Melek) (bkz.
Dipnot 9).
*
Dr. B. Sevinç Mesbah, İzmir Ekonomi Üniversitesi, Yabancı Diller Yüksekokulu, Almanca Bölümü Öğretim
Görevlisi.
1
YAZAR HAKKINDA
Çağdaş Alman Edebiyatı’nda son yirmi yılda adını sıkça duyuran ve eserleri Almanya
sahnelerinde en çok oynanan yazarlar arasında yer alan Botho Strauß, 2 Aralık 1944 yılında
Naumburg-Saale’de dünyaya gelmiştir. Germanistik, Tiyatro Tarihi ve Sosyoloji öğrenimi
görmüş olan Strauß, bir süre tiyatro oyuncusu olarak çalışmış ve daha sonraları da çeşitli
tiyatro dergilerinde yazarlık, redaktörlük ve eleştirmenlik yapmıştır. Bugün Berlin’de serbest
yazar olarak çalışmaktadır ve Federal Alman Pen-Zentrum üyesidir.
1974 yılında daha 30 yaşında iken Hannover Şehri Tiyatrocular Ödülü’nü ve 1993
yılında Berlin Tiyatro Ödülü’nü alan Strauß birçok ödülün sahibidir. Son olarak 2001 yılında
Lessing ödülünü almıştır. Eserleriyle tiyatronun yeni bir sosyal-kritik çeşidini ortaya koymaya
çalışan sanatçı, birçok tiyatro eleştirmeninin sert eleştirileriyle karşılaşmış, aşırı duygusal
olarak nitelendirilmiştir. Strauß’u “yeni-romantik gizemci” (Neoromantischer Esoteriker)
olarak tanımlayan eleştirmenler de olmuştur.1
Dünyanın ve insanların gitgide bozulan ve kötüleşen durumu karşısında edebi
olanakları kullanmaya çalışan Strauß’u bazı eleştirmenler de koyu bir öznelleşme
(Subjektivität) ile damgalamışlardır. Birçok Alman tiyatro eleştirmeni ise Strauß’u büyük bir
karamsarlık içinde olmasından dolayı ve eserlerinde seçtiği karakterleri çok abartması
nedeniyle eleştirmişlerdir. Bu eleştirmenlerin başında Peter von Becker gelmektedir.
Eleştirmen Michael Schneider da Strauß’un tiplemelerinin her zaman “bozulmuş insanlar” ve
onların ilişkilerinin de “bozulmuş ilişkiler”2 olduğunu belirtmekte ve onu şiddetle
eleştirmektedir. Strauß gibi yazarların realist değil, birer olumsuz romantik (Negativer
Romantiker) olduklarını savunmuştur.3
2
Hans Wolf Schütz gibi yazarlar ise Strauß’un, eserlerinde mümkün olan tüm edebiyat
araçlarını kullandığını, Kleist, E. T. A. Hoffmann, Edgar Allen Poe ve Kafka gibi yazarların
karışımı bir edebiyat ortaya çıkardığını savunmaktadırlar.4
Becker ve Schneider gibi eleştirmenleri rahatsız eden, Strauß’un figürlerini hep
zavallı, çaresiz ve yolunu bulamayan insanlar olarak seçmiş olmasıdır. Onlara göre Strauß,
bunların çözüm yollarını da göstermelidir. Oysa, bana göre edebiyatın amacı insanlara
kalıplaşmış, öznel çözüm yolları bulmak değil, insanları ve kitleleri düşünmeye sevk etmektir.
Günümüzdeki insanların birbirleriyle olan ilişkilerinin giderek köreldiği bir gerçektir. Strauß,
sarsıcı ve abartılmış da olsa sanatıyla bu gerçekleri yansıtmıştır. Önemli olan, vurgulanmak
istenen şeyin insanlar tarafından algılanabilmesidir ve yine önemli olan eserlerde sözü edilen
kişilerin veya olayların azınlıkta olması ya da çoğunlukta olması değil, söz konusu sorunların
büyüklü küçüklü de olsa mevcut olmasıdır. Strauß’u olumsuz yönde eleştiren yazarlar, “böyle
tümüyle bozulmuş insanlar yoktur, en yaralı, en sakat insanların bile bir dayanak noktaları
vardır.”5 demekle bu tür insanların azınlıkta bile olsa var olduklarını inkar edememektedirler. İstenilen ve işaret edilmek istenen de zaten budur. Yaralar büyümeden hastalığı yok
etmenin çareleri ve tedavi yolları aranmalıdır. Çok geç olmadan.
ESERİN YAPISI
On sahneden oluşan Büyük ve Küçük adlı eser, ilk bakışta nazım tarzında yazılmış
izlenimi veriyorsa da daha sonraki sayfalarda bu durum tutarlılığını kaybediyor. Alt alta
sıralanmış bu dizeler, ses benzerliği ve ölçüye bağlı olmayan ve normal cümlelerin
bölünmesiyle oluşmuş dizelerdir. Ancak bu tutumun, cümlelerin gerekli yerlerde
vurgulanması ve eserin daha rahat okunması bakımından kolaylık sağladığı görülmektedir. Bu
durumu açıklığa kavuşturabilmek için eserin, tek bir kitap halinde 1978 yılında basılmış
metni6 ile, birçok tiyatro eserinin toplandığı 1980 basımı Spectaculum7 adlı kitaptaki metin
3
karşılaştırıldığında, yeni basımda satır sonuna sığmayan uzun cümlelerin bir alt satıra
taşırılmış olduğu, ancak ilk basımdaki metinde olduğu gibi satır başlarına sadık kalındığı
görülür. Bu durum, öne sürdüğümüz düşünceyi doğrular niteliktedir.
Oyunun her sahnesi, numara kullanılmaksızın,** sadece sahnenin adı ile başlamaktadır.
Her sahne kendi içinde bağımsızdır ve tek bölümden oluşmaktadır. Sadece On Oda adlı sahne
16 bölümdür.
İlk kez Berlin’de 8 Aralık 1978’de Schaubühne am Hallschen Ufer de sergilenen bu
oyunun rejisörü Peter Stein ve sahne düzenleyicisi Karl Ernst Hermann’dır. Lotte rolünü ise
Edith Clever oynamıştır. Ancak oyun, tiyatro eleştirmeni Georg Hansel’in8 belirttiğine göre,
söz konusu tiyatronun Hallschen Ufer’deki binasında değil, özellikle üçüncü sahnenin (On
Oda) geniş tutulması nedeniyle, Berlin’in dış semtlerinden biri olan Spandau’da CCC-Film
Stüdyosu’nda oynanmıştır.
On altı bölümden oluşan On Oda adlı sahne, her katta dört oda olmak üzere, iki katlı
dekordan oluşturulmuştur. Böylece seyircilerin aynı anda sekiz odayı da görmeleri, bazen tek
tek bazen de tüm odaların ışıklandırılmasıyla mümkün kılınmıştır. Bu düzenlemenin bugüne
kadar kullanılan sahne düzenlemelerinin en cömert örneklerinden birini oluşturmakta
olduğunu ancak bu büyük sahne içinde oyuncuların son derece küçük göründüklerini yine G.
Hensel’den öğrenmekteyiz. Ancak, On Oda adlı bu sahnenin uygulamada neden sekiz oda
olarak gösterildiği bizce açıklığa kavuşmamıştır.
Groß ve Klein adlı bu eserin metni 1978 yılı basımı kitapta 139 ve Spectaculum 33’de
78 sayfadır ve sahnede oynanış süresi beş saati aşmaktadır. Üzerinde çalıştığım ve
alıntılarından yararlandığım bu metin Spectaculum 33’de yayınlanmış metindir.
ESERDEKİ KARAKTERLER
İçeriği ile bugün hala gücelliğini koruyan bu tiyatro eserinde çeşitli rollerde 31 kişi rol
almıştır. Oyundaki başlıca kişileri inceleyelim:
**
Çalışmada kolaylık sağlayacağını düşündüğümden, tarafımdan her sahneye bir sıra numarası verilmiştir. BSM.
4
LOTTE: Eserin kahramanı Lotte, sıradan bir güzelliğe sahip, değişik bir ruh hali
içinde olan bir kadındır. Halk bilimcisi olan kocası ile ilişkileri zayıflamıştır ve ayrılmak
üzeredirler. Ama o, kendisinden oldukça yaşlı ve ayrı yaşadığı kocasını hala sevmektedir.
Lotte onu her yerde arar. Kendince kocasına destek olmaya çalışmakta ise de tuttuğu yol
kocası Paul’e göre hep yanlıştır. Paul artık Lotte’ye tahammül edememektedir. Lotte, yalnız
başına Fas’a seyahate gider. İnsanlarla birarada olmaktan daha çok, insanları gözlemler.
Devamlı olarak kendini dinler. İnsanlara yaklaşım şekli de bazen yanlıştır. Aslında tek amacı
insanları tanımak, kendini tanıtmak, onlarla konuşmaktır. Otelde gezinirken, bir pencereden
dışarı gelen sesler onun ilgisini çeker:
“Lotte açık pencereden içeri doğru eğilir. Biraz modası geçmiş bir döpiyes giymiştir. (Adam
hâlâ kendi kendine konuşmaktadır.)
ADAM: Üzüntü denen şeyi tanıdıktan sonra ne sevince ne de özleme ihtiyacım kaldı. Üzüntü
bir insanı bütünüyle kaplıyor. Sevinç bunu hiçbir zaman yapamaz.
LOTTE: Böyle güzel güzel kiminle konuşuyorsunuz?
ADAM: Karımla sanıyordum.
LOTTE: Onu bir kez gördüm. Konuşmaya devam edin.
ADAM: Beni bu insanlardan hiçbir şey, ne çocuklar, ne de onların sevgisi koparamaz. Ben
onu görmek istiyorum. Ömrümün sonuna kadar.. Ve günün birinde bu eğlence bitse de ellerini
tutmak...
(Kadın banyodan çıkar.)
KADIN: (Lotte’ye) Kimsiniz?
LOTTE: Sizi tanıyorum.
KADIN: Siz...?
LOTTE: Ben Lotte’yim.
KADIN: Ve...,
LOTTE: Ve, hiçbir şey!
KADIN: Pencereden içeri sarkmışsınız. Neden?
LOTTE: Çünkü, kocanızı konuşurken duydum ve çok hoş geldi kulağıma..” (S. 75)
Lotte, seyahatten döndükten sonra kocasının izini sürerek, oda-oda kiraya verilmiş
olan bir sosyal konuta gider. Orada kocasının Inge adında bir kadınla birlikte yaşadığını
5
öğrenmesine rağmen, kocasına yeniden biraraya gelmelerini teklif eder, reddedilince de orayı
terk eder. Lotte yıkılmıştır.
Yalnızlığını birileriyle paylaşmak isteyen Lotte, Essen şehrinde oturan ve eskiden çok
samimi olduğu okul arkadaşı Meggy’yi görmeye gider. Ama umduğu gibi sıcak bir şekilde
karşılanmaz. Zaten Meggy de ruhsal ve bedensel olarak pek iyi değildir. En samimi
arkadaşında da aradığını bulamamış olması Lotte’nin daha çok sarsılmasına neden olur.
Arayış içinde olan Lotte’nin yolculuğundaki bir sonraki konaklama yeri yol üstündeki
bir telefon kulübesi olur. Bu aşamada, Lotte’nin ruhsal dengesinin iyice bozulmaya
başladığını görüyoruz. Ama Lotte kocasını hâlâ sevmektedir. Tek taraflı olan bu sevgiden
sonra Lotte’yi tek bir şey memnun etmiştir. Bu da Paul’ün sevmeyi öğrenmiş olmasıdır. Lotte
Paul’e şöyle der:
“Sana sadece, o kapalı elbiseli kadını sevdiğini ve onun da seni sevdiğini bildiğimi söylemek
istedim. Bunu bildiğim için de kendimi sana karşı vicdanen biraz ferahlamış hissediyorum.
Madem ki öyle, ben de kendimi alıştırmaya çalışacağım. Ama, ümit ederim ki sen de şimdi bir
insanın gerçekten sevdiği zaman; sadece sevilmekte iken duyduğu mutluluğun çok daha
fazlasını duyduğunu ve çok daha kuvvetli duygular içinde olduğunu anlayacaksın.” (S. 115)
Lotte daha sonra zengin bir diş doktoru olan Wilhelm’in kızı Josefine ile evli olan
erkek kardeşi Bernd’i görmeye gider. Bernd de diş doktorudur. Ancak kardeşinin ve ailesinin
pek mutlu olmadığını görmek Lotte’de daha derin yaralar açar.
Lotte yeryüzünde bulamadığı huzuru Tanrı’ya sığınmakta bulur. Bazen Tanrı’ya isyan
eder, bu cezaya lâyık olmadığını haykırır. İnsanlarla ilişkilerinden ortaya çıkan hayal kırıklığı
onu Tanrı’ya yaklaştırmıştır. Yalnız Tanrı’nın kimseyi aldatmadığına, sadece O’nun tek ve
karmaşasız olduğuna inanır. “İman, sevgi, ümit” denen kavramların var olduğunu anlar.
Daha sonra Lotte kendini çalışmaya vermek ister. Mülkiye memuru olan Alf adında
biriyle tanışır. Lotte’nin tutarsız hareketleri yüzünden Alf onunla anlaşamaz ve Lotte oradan
ayrılır. Lotte, artık daha da fazla dengesizleşmiştir. Kendini Tanrı’nın yeryüzüne gönderdiği
6
36 Adil’den9 biri olarak görmektedir. Paul’e olan sevgisi ise azalmamıştır. Sokaklardaki çöp
bidonlarından topladığı gazete ve dergilerden Paul’ün yazdığı yazıları arar.
Arkadaş, sevgi ve anlayış arayışı içinde olan Lotte’yi son olarak bir iç-hastalıkları
uzmanının muayenehanesinin bekleme salonunda görürüz. Halbuki o - kendi deyişiyle “hasta değildir”. Onun yaraları vücudunda değil, kalbinde ve ruhundadır.
PAUL: Lotte’nin bu duruma düşmesinde büyük bir payı olan kocası Paul’ü biraz
yakından incelemek gerekirse, Paul’ü sadece üçüncü bölümde sosyal konutta tanıdığımızı da
belirtmemiz gerekiyor.
Lotte’nin kaldıkları sosyal konuta geldiğini duyan Paul, Lotte’nin odasına gelir ve ona
“defolup gitmesini” söyler. Lotte’ye konuşma fırsatı vermez. Onu, konuşma tarzını, ve
yaptıklarını kötü sözlerle -arasıra küfrederek- aşağılar, birara da ona vurur. Kendi
başarısızlığından Lotte’yi sorumlu tutar. Lotte’nin Almanca’sının bozukluğu sonradan ortaya
çıkmış olamayacağına göre başlangıçta Paul’ü rahatsız etmeyen bu olgu onu neden şimdi bu
derece rahatsız etmektedir? Karısı olan Lotte’ye ilgi göstermek, eksikliklerini gidermek yerine
neden onun bu eksikliğini şimdi ona karşı bir silah olarak kullanmaktadır? Bütün bu soruların
yanıtı eserde verilmemiş, seyircinin yorumuna bırakılmıştır. Paul’ün tek yaptığı, yeni bulduğu
sevgilisi Inge ile olan beraberliğini sürdürmek ve Lotte’yi başından savmaktır. Evliliği
sürdürme çabasından yoksundur ve her şeyi bir çırpıda koparıp atmak istemektedir.
MEGGY: Lotte’nin dosta ihtiyacı olduğu bir dönemde aklına ilk gelen samimi
arkadaşı Meggy’dir. Meggy ise kendini toplumdan soyutlamış, ruhsal dengesinin bozukluğu
yüzünden kocasının evden ayrılmasına neden olmuştur. Uzun süre görmediği arkadaşı
Lotte’yi çok soğuk karşılar. Lotte onunla görüşmek için çok uzaklardan geldiği halde, Meggy
onu evine kabul etmek istemez. Lotte’nin yatıya kalacağından korkar. Meggy evinde uyuyan
bir kimseye tahammül edemediğini ve bu yüzden kocasının da artık evlerinde uyumadığını
söyler. Lotte, gitmeye kalkınca da onu tekrar evine çağırır. (Bu konuşmalar apartmanın giriş
7
kapısındaki konuşma cihazı ile yapılmaktadır.) Lotte sonunda yukarı çıkar ama tekrar geri
dönmesi pek uzun sürmez. Meggy onun anlattıkları ile ilgilenmemiştir bile. Onun sorunu
sadece evde birinin yatıya kalmamasıdır.
BERND: Lotte’yi hayal kırıklığına uğratanlardan biri de erkek kardeşi Bernd’tir.
Lotte’nin sırası geldikçe ve
sık sık çocukken kardeşiyle birlikte oynadıkları oyunları,
birbirlerine olan yakınlıklarını ve sevgilerini hatırladığını görüyoruz. Bernd, babası zengin
olmadığı için öğrenimini çalışarak sürdürmüş bir kişidir. Tıp fakültesindeki hocasının kızı ile
evlenmiş, kayınpederinin evinde iç-güveyi olarak yaşamaktadır. Karısının 28 bin Mark’ını
habersizce almış ve harcamıştır. Nereye harcadığı konusunda da bir açıklama getirmemektedir. Karamsarlıktan söz eden bir adamdır artık. Karamsar olanların toplum tarafından
soyutlandığı fikrine varmıştır. Kız kardeşinin, karısının ve kayın pederinin konuşmaları, bu
parayı neden çaldığı konusunda onu bir açıklama getirmeye ikna edemez. Bernd’in karısı da
artık üzüntüsünden ve sinirinden durmadan içki içen bir kadın olmuştur.
Lotte’nin evliliğinin kötüye gitmesinden ve kocası Paul ile birbirlerinden
kopmalarından sonra, eserde Lotte’ye yardımda bulunmak isteyen ve bazı önerilerde bulunan
üç erkek vardır: Sören, Alf ve Bob. Bu kişileri sırasıyla tanıyalım:
GİTARİST: Sosyal konutta yaşayan genç bir erkek olan Sören, eserde “Gitarist” adı
altında yer almıştır. Madenlerle, taşlarla ve kristallerle uğraşan bir “kristalograf”tır. Sören,
Lotte ile sosyal konutta kaldıkları sırada biraraya gelme imkanı bulmuş, onunla sohbet etmiş,
ona bazı önerilerde bulunmuştur. Lotte’ye bazı hataları olduğunu, yumuşak ve sevgi dolu bir
yaklaşımla anlatır. Hatalarının düzeltilmesi için neler yapması gerektiği konusunda ona yol
göstermeye de çalışır. Lotte’nin bazı hatalar yaptığını, başkalarıyla gerektiğinden fazla
ilgilendiğini, herkesin orada (sosyal konutta) kendi başının çaresine baktığını, ancak herhangi
bir konuda yardıma ihtiyacı olduğunda aşırı derecede yapmacık olmaması gerektiğini
Lotte’ye açıklayan ve akıl veren Sören olmuştur. Bu konuşmanın Lotte üzerinde etkili
8
olduğunu, Lotte’nin kocası Paul’ün Inge ile birlikte olduğunu öğrendikten sonra bir an için de
olsa Sören’i ve onun sözlerini düşünmüş olmasından anlamaktayız.
ALF: Lotte’nin Essen’den Saarbrücken şehrine geçişinde tanıdığı başka bir erkek de
ALF’tir. Alf mülkiyede çalışan bir memurdur. Lotte’yi tanıyalı iki hafta olduğu halde ona
bürosunda iş vermeyi düşünmektedir. Alf, Lotte ile tanıştıktan sonra onu evine almış ancak
ondan kurtulamamıştır. Lotte orada yerleşip kalmıştır. Lotte’nin dengesiz hareketlerine
rağmen ona yardım etmek, yanlışlarını düzeltmek istemektedir. Ancak kendisi de sinirli bir
kişiliğe sahiptir. Küçük bir yanlışlık sonucu Lotte’nin kaskının onun çenesine çarpması ile
kontrolünü kaybederek sinirlenmesi Alf’in Lotte’nin gözünden düşmesine neden olmuştur.
BOB: Lotte’nin kendini Tanrı’nın elçilerinden biri gibi hissederek dolaştığı günlerde
ve çöp bidonlarını karıştırdığı sıralarda karşılaştığı kişi, otobüs durağında beklemekte olan
Bob Fechter’dir. Radyoda haber bankasında çalışan genç adam Lotte’ye gerçekleri göstermek
istemiştir. Lotte’ye bu haliyle çirkin ve iğrenç olduğunu söyler. Genç kadının insanları
sevdiğini, onlara yardım etmeye hazır olduğunu, ayrıca bir mesleği de bulunduğunu
söyleyerek bu davranışlarından vazgeçmesini, kendisine arkadaş çevresi aramasını,
sorunlarını onlarla birlikte çözmeye çalışması gerektiğini hatırlatan Bob’dur.
ALBERT: Lotte’nin erkek kardeşi Bernd’in kayınbiraderi olan Albert ise zengin bir
ailenin çocuğu olarak çok şımartılmıştır. Konuşmalarından anlaşıldığı üzere, üzerinde
konuştuğu tek konu sekstir. Tıp öğrenimi yapmak için üç yıl beklemiş ve iki yıl da askerliğini
yapmıştır. Henüz bir meslek sahibi olamamıştır. Baba evinde sorumsuz olarak yaşamaktadır.
Terbiyesiz ve küstahtır.
TÜRKLER: Altmışlı yılların Almanya’sını eserinde yansıtmak isteyen Strauß,
eserinin kişileri arasında Türklere de yer vermiştir. Eserde ilk karşımıza çıkan Türk sosyal
konutta yaşayan bir kişidir. Sadece, “On Oda” adlı 3. sahnede 16. odada ondan söz
edilmektedir. Önemli bir rolü yoktur. Sosyal konutta 16 no’lu odada yaşayan yaşlı karı-
9
kocanın gençliklerinde çekmiş oldukları dia’ları göstermek üzere davet ettikleri ev sakinleri
arasında davete ilk gelen bu Türk’tür.
İkinci Türk, bu eserde bir oyuncu olarak karşımıza çıkar. Adı Arslandır. Bir Alman
kadınla evlidir. Essen’de erkek kardeşi ile birlikte yiyecek maddeleri satan iki dükkânı vardır.
Almanca’yı yarım yamalak konuşmaktadır. “Büyük ve Küçük” adlı 4. sahnede Arslan, sarhoş
bir halde karısıyla birlikte görülmektedir. Bağırır, küfreder, karısını korkutur. Lotte onunla
ilgilenir. Arslan’ın yaptığı ters bir hareketle ayağından çıkan ayakkabısını yerden alıp
giydiren yine Lotte olur ve Arslan’ı yatıştırmak için Meggy’nin apartmanının etrafında biraz
dolaşmaya giderler. Bu sahnede Arslan olumsuz bir tipi canlandırmaktadır.
Üçüncü Türk’ü eserin son sahnesinde bir doktorun muayenehanesinin bekleme
salonunda görmekteyiz. Bekleme odasındaki altı hastadan biridir. Bu sahnede Türk hiç
konuşmaz -3. sahnede de olduğu gibi eserin fonunu oluşturur-. Diğer hastalara kıyasla biraz
huzursuz ve acelecidir. Sandalyesinde durmadan kıpırdanıp durur.
ASİSTAN ÇİFT: Günümüz Almanya’sının aydın kesimini temsilen eserde yer alan
asistan Jürgen Binder ve Gudrun Lebede birlikte çalışmakta ve sosyal konutta 3. sahnede 7.
ve 12. odada karşımıza çıkarlar. Bayan asistan Gudrun üç yıllık çalışmalarının sonucundan
memnun değildir. Söz konusu gençler bu süre içinde birbirlerine yakınlık duymuşlardır. Ama
Jürgen’in hâlâ ailesine bağımlı oluşu Gudrun’u rahatsız etmektedir. Bu yüzden aralarında
tartışma bile çıkar. Çalışmanın verdiği gerginlik içinde bayan asistan biraz kırıcı
konuşmaktadır, ama Jürgen onu yatıştırmasını bilir.
YAŞLI KARI-KOCA: Sosyal konutta yaşayanlar arasında bir yaşlı karı-koca vardır.
Rosel adında bir kızları olduğundan ve ona olan özlemlerinden söz etmektedirler. Yaşlı kadın
bu konuda daha da duyarlıdır. Kocası onun tek dayanağı ve yardımcısıdır. Geçmişte
geçirdikleri güzel günlerin hatıraları ile yaşamaktadırlar. Ve bazen de mutluluklarını aynı
10
evde yaşayan kişilerle paylaşmak istemektedirler. Yaşlı kadın, kızı Rosel’e benzerliği
nedeniyle Lotte’ye sıcak bir yakınlık göstermektedir. (Sahne 3 ve 4, 14. ve 16. Oda)
YAŞLI ADAM: Yaşlılığını yalnızlık içinde geçiren bir başka yaşlı kişi de 4. sahnede,
Lotte’nin arkadaşı Meggy’nin oturduğu apartmanda yaşayan yaşlı adamdır. Bu yaşlı Alman’ın
oyundaki rolü fazla olmamakla birlikte, elinde temizleyiciden almış olduğu gömleği ile
birlikte apartman kapısından içeri girmesi oyunun içinde küçük ama önemli bir ayrıntıdır.
ÇADIR: Yalnızlığa terkedilmiş kişilerden biri de sosyal konutta bir çadır içinde
yaşayan, çok küçük yaşta annesi tarafından terkedilen ve diğer odalarda yaşayanlar tarafından
büyütülen bir kızdır. Oyun içinde fiziksel olarak rol almamasına rağmen diğer oyuncuların
ağzından onun hakkında bilgi edinmiş bulunuyoruz: Annesi Clarissa sevgilisi ile Hollanda’ya
gitmiştir. Üzüntüsünden kendisini yemeğe vererek aşırı derecede şişmanlayan ve şimdi 17
yaşında olan bu yalnız genç kız tek başına yaşamaktadır. (3. sahne, 3. ve 9. oda)
ŞİŞMAN KADIN: Alman toplumunun günümüzdeki sorunlarından biri olan
uyuşturucu madde bağımlılığını bu eserde yansıtan bir tip vardır. Lotte’nin 3. sahnede, 2.
odaya gidip bakmasıyla karşımıza çıkar. Bu, uyuşturucuyu iğne ile damardan alan “şişman
kadın”dır. Bu işi kimseden gizlemeden açıkça yapmaktadır. Onun birine ihtiyacı olduğu anda
10. odaya giderek Lotte ile konuşmak istediğini görmekteyiz. Kadın inleyerek Lotte’nin
yanına gelmiş ve onun kolları arasında krizini atlatmıştır.
EGBERT ve KARISI: Eserde karşılaştığımız ilk evli çift, üçüncü sahnede Egbert ile
karısıdır. Oyunun üç evli çiftinden ilkidirler. Ticaretle uğraşan genç Egbert’in bütün geceyi
karısının başında oturarak geçirdiğini görmekteyiz. Bu genç çiftin yatak odaları ayrılmıştır.
Rosa ve Karin adlı iki çocukları olduğundan bahsederler, ancak eserde onların nerede
oldukları belirtilmez, karı koca onları almaya gitmekten söz ederler. Egbert, karısını çok
sevmekte ve ömrünün sonuna kadar onunla birlikte olmayı istemektedir. Ondan da anlayış
beklemektedir. Karısı güzel ve alımlı bir kadındır. Giysileri pahalı mağazalardan seçilmiştir.
11
Kadının kocasına karşı davranışları soğuktur. Kocasının, onun yatak odasına gelip bütün
geceyi onun başında oturarak geçirmesi, ona göre anlaşılmaz bir davranıştır. Egbert’in neden
bu şekilde davrandığı konusunda eserde bir açıklama getirilmemiş, seyircinin yorumuna
bırakılmıştır. Kadın ise uykuda konuşmuş olmaktan, kocasının ondan bir şeyler öğrenmiş
olmasından korkmaktadır.
ESERDEKİ TOPLUMSAL ELEŞTİRİ
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hızla gelişen Almanya’da insanlar arasındaki
ilişkilerin gelişimi, ekonomik ve sanayi gelişimine ters orantıdadır. İş ilişkileri dışında
insanların diğer insanlarla olan duygu alış-verişi körelmeye doğru gitmektedir. İnsan ruhunun
beslenmesi ve -benzetme yerinde ise- yaşaması yine başka insanlarla olan yakın ilişkileri
gerektirmektedir. İnsanlardan uzak ve insanlarla ilişki kurmakta zorluk çeken kişilerin
yaşamını sağlıklı ve mutlu sürdüreceğine inanmak biraz güçtür. Nitekim, Botho Strauß bu
konuyu Büyük ve Küçük’te insanların yaşamından kesitler alarak ve bazen de bunları yer yer
abartarak vermeye çalışmıştır. İnsan ilişkilerinin sorunsalını sergilemek isteyen Strauß’un
Lotte’si de insanlarla iyi bir ilişki kurmak isteyen ve buna çabalayan bir kişidir.
1960’lı yılların sonlarına doğru Fransa’da ortaya çıkan ve daha sonra Almanya’ya
sıçrayan öğrenci hareketleri, o günün Almanya’sında sosyo-ekonomik nedenlerle ortaya
çıkmış ve toplumsal yaşamı sarsmış olaylardır. Sosyal yaşamın tüm kesimlerinde etkisini
gösteren kriz, insanları yormuş ve bu konu edebiyat alanında da kendini göstermiştir. Alman
Edebiyatında Yeni Bireycilik adı verilen yeni bir dönem kendini hissettirmeye başlamıştır.
Heinrich Böll ve Peter Schneider gibi yazarlar toplum psikolojisini konu alan,
insanların çağımızdaki sorunlarını yansıtan pek çok eser vermişlerdir. Bu yazarlar siyasetten
uzak ve arınmış bir edebiyat için çalışmışlardır. G. Aytaç’ın da belirttiği gibi,
“... duygusal çizgide yer alan yazarların yeni bir eğilimle bireyciliğe bilinçli dönüşlerinin
nedenlerini edebiyat tarihçileri çok farlı iki biçimde açıklıyorlar. Birinci yorumlama
12
problemsiz refah toplumunda yetişen yazarın kendi iç dünyasını rahatlıkla ön plana alabilme
olanağıdır. İkincisi ise tam tersine refah toplumuna tam tepkiden kaynaklanan bir kendi
kabuğuna çekilme biçimindeki yorumlamadır.” 10
Bu tanıma göre, Botho Strauß’un yapıtlarındaki insanlar bu gruplardan ikincisine girmektedir.
Hızlı teknolojik gelişme ile birlikte refah toplumu insanlarının insanlar arası iletişimi
kaybetmeleri, kendi kabuklarına ve iç dünyalarına çekilmeleri ve bu sessizlik içinde kendi
duyguları ile baş başa kalmalarının sonucu psikolojik bir çöküş yaşamaları Büyük ve Küçük’te
detaylı bir şekilde dile getirilmektedir.
Kahramanımız Lotte’yi toplum içinden seçilmiş orta sınıftan bir kişi olarak
görmekteyiz. Lotte, kocası ile sorunları olan bir kadındır ve ayrılmak üzeredirler. Yanında
kocası olmadığı halde bir tur seyahatine katılır ve Fas’a gider. Orada geçirdiği günlerde
çevresindeki her şeyle ilgilenir ve her şeyden etkilenir. Ama bir arkadaş edinemez, iletişim
kuramaz. Daha sonra kendisinin çözümleyemediği ve onu gittikçe derin bunalımlara
sürükleyen izlenimler edinir. Sevgi, ümit ve inanç özlemi içinde kıvranır. Sonraki aşamada
ise, bedensel bir rahatsızlığı olmadığı halde, ruhsal olarak bir çöküntü içine girer ve modern
dünyadaki sorunların üstesinden gelemez. Lotte artık yaşama yenik düşmüş bir kişidir. Bir
kayıptır, bir kurbandır.
Eserde, modern toplum bireylerinin alkol ve uyuşturucu madde bağımlısı olmaları,
bunun türlü nedenleri, insanların birbirlerine güven duymamaları, başka insanlar ile ilişki
kuramamaları, yalnızlık, terkedilmişlik, yetersizlik duygusu ve ruhsal çöküntü gibi motifler
oyunun ayrı ayrı bölümlerinde ince ayrıntılarıyla işlenmiştir. Karakter incelemeleri
bölümünde yukarıdaki noktalara değinilmiştir, ancak burada Lotte’nin ruhsal yıkımını
hazırlayan nedenleri ana hatlarıyla bir kez daha ele alalım:
Lotte, dinlenmek üzere turist olarak gittiği yabancı bir ülkede (Fas’ta) arkadaşsızdır.
Kişilerle iletişim kuramamıştır. Fas’ın “cehennem sıcağında” otelin lobisinde oturmayı
yeğlemiştir. Lotte, lobiye birkaç kadeh içki içmek için uğrayan veya kendisi gibi plaja gitmeyi
13
istememiş kişilerle birkaç lâf etmiştir. Bunun dışında arkadaş edinememiştir. Lotte’nin
kocasından boşanmak üzere olduğu bu sıkıntılı günlerinde insanlarla iletişim kurma
konusunda girişken olamayacağını düşünecek olsak bile, diğer otel sakinlerinin, kendileri gibi
o otelde yaşayan biri olan Lotte ile ilgilenmemiş olmaları dikkati çeken bir noktadır. Oteldeki
diğer insanlar da çevrelerindeki insanlara karşı duyarsız ve ilgisizdirler. Diğer bir konu da
insanların iletişim kurmakta çekimser kalmaları ve ilk adımı karşısındakinden beklemeleridir.
Lotte, oteldeki insanların birbirlerine karşı iyi davranmadıklarına da şahit olur. Orada
gördüğü evli çiftler birbirleriyle anlaşamamakta ve kavga etmektedirler. İnsanların çoğu kez
haktan yana olmadıkları ve artık insan olma özelliklerini yitirdikleri hissi uyanır Lotte’de.
Kahramanımız oteldeki iki adamın sohbetine kulak kabartır. Birisinin adı Frieder dir.
Lotte’nin “Frieder olmayan”dan duyarak tekrarladığı “merak, gıpta, ilgisizlik, hırs ve körü
körüne kıskançlık” (S. 67) ona göre insanları mahveden faktörlerdir. Lotte, kocasının
yalanlarını ve kaçamaklarını hatırlar ve şansız bir insan olduğuna yakınır. Dünyanın ve insan
ilişkilerinin sallantıda olduğunu başkalarından da duyunca Lotte artık karamsar bir kadındır.
Yalnız geçen tatil günlerinde biriyle konuşmak, sohbet etmek sanki bir mucizedir onun
için. Böylece Lotte’ye sadece düşünceleri ile baş başa olmak kalır. “Ben kimim ?”, sorusunu
kendi kendine sorar. Düşüncelere daldıkça kendini duyacaktır Lotte, bunu duydukça da kendi
duygularının esiri olacak ve onlardan kurtulamayacaktır.
“Frieder ve Frieder olmayan”ın sürekli tekrarladıkları bir kelime olan bu “çılgınlık”
nedir, nereden kaynaklanmaktadır?: Lotte kendi çılgınlığını, kocasından boşanacağı günleri
yaşamakta olmasında bulur. Ruhsal ve bedensel olarak kendisinin eksik ve yetersiz olduğunu
hisseder. Frieder ve Frieder olmayan’ın yerinde olmayı arzu eder. Konuşmak istemektedir.
Lotte, kendi iç dünyasında kendisiyle konuşmaya başlar. Kendi içindeki ses artık Lotte’yi
yalnız bırakmaz. Kadın kahramanın bu durumu daha sonraki sahnelerde ve özellikle
14
Konaklama (5. Sahne) ve Yanlış Bağlantı (7. Sahne) sahnelerinde daha derinlemesine olarak
görülür.
Psikolojik ağırlığı çok fazla olan bu eser, çoğu kez okuru -sanırım seyirciyi de- son
derece etkileyici ve hatta rahatsız edicidir. Rahatsız ediciliği, insanın kendi kendisi ile
hesaplaşması sırasında daha önce kendi kendine itiraf edemediği veya düşünüp de bulamadığı
şeyleri bulması ve hissetmesinden kaynaklanacaktır. Strauß, insanları ve kendini iyi tanıdığını
bu eserde kanıtlamaktadır ve bunun yanısıra ifade sanatının kuvvetini sergilemiştir.
Strauß, günümüz toplumunda aile ilişkilerinin zayıflamasına neden olan faktörlerden
birine de “On Oda” sahnesinde değinmiştir: Televizyon. Çeşitli nedenlerden dolayı iletişim ve
duygu alış-verişinden kopuk olarak yaşayan insanlar, teknolojinin esiri olmuşlardır. Yaşam
mücadelesi veren, günün aydınlık saatlerini dışarıda, birbirinden ayrı olarak geçiren ve bir çatı
altında yaşayan insanlar, kendi icatları olan soğuk cam karşısında da esirdirler artık. Edilgen
bir alıcı olarak TV karşısındadırlar, sessiz ve iletişimsiz. Günün geri kalan saatlerini soğuk
cama verirler. “Sol elinde küçük bir televizyon ve sol koltuğunun altında çizim dosyası” (S. 81)
Eserde ayrıca birbirinden uzak yaşayan insanların birbirlerine selam ve sevgilerini (!) radyo
programı aracılığı ile iletmelerine de değinilmektedir. Bu günümüzün bir gerçeğidir ve eserde
bu konuya - kısaca da olsa- yer verilmiştir. (S. 85)
İnsanların türlü korkularını, birbirlerine karşı güvensizliğini betimleyen sahne Gece
Nöbeti sahnesidir. Birbirlerine çok yakın olmaları gereken karı-kocanın (Egbert ve Karısı)
içtenliksiz olma durumları yansıtılıyor. Kadında kendini ele verme korkusu yer almakta.
Kadın, kocasının odasına gelmesini iyi yönleriyle değerlendirmemekte ve gizlice dinlenmiş
olmaktan, uykuda kendinden bir şeyler söylemiş olmaktan korkmaktadır. Egbert’in ise
karısının başında sabaha kadar oturmuş olması ayrı bir ruhsal bozukluk ifadesi olarak
görünmektedir. Eserinin bu bölümünde olduğu gibi paranoyak bir tutum içinde olan bu
insanlar Strauß tarafından “küçük” ler grubunda değerlendirilmişlerdir.
15
Bunun yanı sıra Egbert’in karısı, içinde bulunduğu toplum ilişkilerinden, insanların
yapmacıklığından, dalkavukluğundan bıkmış bir kişidir. İnsanlarla olan ilişkilerinden
memnunluk duymaz. İçindeki bunalımı ve aşağılık duygusunu giyim kuşamıyla, kısacası dış
görünüşü ile ört-bas etmeye çalışmaktadır. Eserde Lotte’nin ağzından, “Orta-Çağ’da, güzel
kadın, erkeğin Tanrı’ya ulaşmasında bir ara-basamak teşkil etmekte idi” gibi bir cümle ile
kadınların iç dünyalarının zenginliğinin dış görünüşlerine yansıtıldığını ifade edilmektedir.
(S.77)
Strauß, günümüzde kadınların toplum içindeki durumlarına değinmek istemiş ve
kadınların süslü bir biblo durumunda olmalarının ve erkekler tarafından bu şekilde
değerlendirilmelerinin dışında değerlendirilmeleri gerektiğini vurgulamaya çalışmıştır.
Eserde, Egbert kendi bulunduğu çevrede çok güzel bir kadınla birlikte görünmekten büyük bir
mutluluk duymaktadır. Karısının kaprislerine güzel bir kadın olduğu için dayanmaktadır ve
ona bir daha kötü davranmayacağı konusunda kendi kendine söz verir. Egbert bunu,
“[Karım]... bunu söyleyebilir ve söylemeli de. Çünkü o fevkalâde güzel bir kadın. Kötü
geçirilmiş bir geceye tahammülü yok. Bir daha böyle bir şey yapmayacağım.” cümleleriyle
ifade eder. (S.74)
Oyunun 3. sahnesinde, modern toplumun sosyal konut insanlarına da yer veren yazar,
insanların birarada yaşamalarına rağmen birbirlerinden kopmuşluklarını, aralarındaki
ilişkilerin resmiliğine ve soğukluğuna değinmektedir. İnsan ilişkilerinin hemen hemen yok
denecek kadar az olduğu, dış dünya ile ilişkilerini kesmiş insanların yaşadığı sosyal konutlar
hakkında Botho Strauß’un “Herkes burada kendi başının çaresine bakıyor” cümlesi eserde
oyuncularına birkaç kez tekrarlattığı bir cümledir. Günümüzün en önemli sorunlarından biri
de budur. Aynı evde veya apartmanda yaşayan, ama birbirlerinden tümüyle uzak ve
soyutlanmış insanlar topluluğu. Bugünlerde, zamanının büyük bir kısmını bilgisayarının
16
başında oturarak geçiren, kendine sanal bir dünya kuran, ilişkilerinin de sanal olduğu
insanların sayısı hiç de az değil.
Eserde On Oda adlı sahnede görülen tiplemeleri kısaca gözden geçirelim: Başta Lotte,
kocasının izini sosyal konutta arıyor. Paul, henüz boşanmamış, ama Inge (Kapalı elbiseli
kadın) ile yaşıyor. Tek başlarına, çocuklarının ve geçmişteki günlerinin anıları ile yaşayan
yaşlı çift; terkedilmiş ve başkalarının elinde büyümüş çadırdaki kız; yabancı olması ve dil
bilmemesi nedeniyle insanlarla ilişki kuramayan Türk; bilimsel çalışmaları nedeniyle bir
arada yaşayan, sorunlarını çözemeyen aydın tip sembolü asistan çift; günümüzün en büyük
sorunu olan uyuşturucuya alışmış olan şişman kadın, gitarist... v.b. Kendi içinde hapsolmuş
ve dış dünyaya kapalı olarak yaşamını tüketen insanlar topluluğu. Okurun içini dolu dolu
kaplayan gerçekler ve gerçeklerin acı yüzü. Strauß, bu acı gerçekleri sıralıyor, sıralıyor...
Eserinin her sayfasıyla birlikte karamsarlığa ve üzüntüye boğuluyoruz. Bunun çaresi nedir;
Nasıl düzelecek? Nereye gidiyoruz?, diye kendimize soruyoruz. Belki için için, belki isyan
edercesine yüksek sesle. İnsanlar denemeli... birbirlerini sevmeyi ve tanımayı... ilişkilerini
sıcaklaştırmayı ve güzelleştirmeyi... Lotte de deniyor! Çok sevgili, dostluk yemini ettikleri
arkadaşı Meggy’sini arıyor. Sonuçta Lotte’nin bulunduğu durumdan daha kötü bir durumda
olan “yalnız insan” çıkıyor karşısına. Kardeşi Bernd’i de arıyor Lotte, insanî ilişkilerini
pekiştirmek için. Bernd’in sorunları yine bir başka... aile ilişkileri, para ve alkol sorunları bir
arada.
Son aşamada Lotte yıkılmış, Lotte dengesini yitirmiş durumda. Sorunlar ve insanlar
Büyük’lü-Küçük’lü gözler önünde. Lotte, geçmiş ve geleceğin muhasebesini yaparak,
duygularıyla çatışarak ve çocukluk-yetişkinlik anılarını tartarak kendi benliğinin derinlerine
iner. Alf’in bürosunda somut dünya ile ilşkilerini devam ettirme çabasındaki Lotte bazen
“çılgın”, bazen “ruhsal dengesi bozuk kadın”, bazen “üstün bir yetenek” ve bazen de
“bitkilerle konuşsan, anlaşılmaz bir kadın” olarak nitelendirilir. Lotte’nin bütün çabaları
17
olumsuz sonuçlanınca artık o, Tanrı’nın insanlara doğru yolu göstermek için yeryüzüne
gönderdiği 36 melekten biri olduğuna inanan bir insan oluvermiştir.
Radyoda çalışan Bob’un sözlerine dikkatlerimizi yoğunlaştırıyoruz: “Uygun bir
arkadaş çevresi aramak” önerisi geliyor Bob’dan. Bu sözler bizi daha önceki sahnelere
götürüyor... Lotte de bunu yapmamış mıydı?
Son sahnede Lotte, hastalıkları nedeniyle çare arayan, ortak sorunları bedensel
rahatsızlıkları olan ve birbirleriyle ilgilenmeyen, birbirleriyle selamlaşmaktan bile yoksun
insanların bekleştiği, bir doktorun bekleme salonunda görülmekte. Buradaki insanlara kocası
Paul’u anlatmaya, tanıtmaya çalışmaktadır Lotte. Doktordan randevu almadığı için ve hemşire
tarafından ismi okunmadığı için dahiliye uzmanı tarafından kabul edilmez. Zaten Lotte’nin de
bir rahatsızlığı (!) yoktur.
Botho Strauß’un eserinde sıraladığı bu sorunlar yalnız Lotte’nin veya Alman
toplumunun değil, günümüz insanının, bizlerin sorunudur. Toplumun açtığı yaralar, yine
toplum içinde tedavi edilecektir, edilmelidir. Önemli olan, çok geç olmadan bu gerçeği
farkedebilmektir, sorunlara karşı duyarlı olmaktır ve büyüklü küçüklü bu sorunları
önemsemektir. Botho Strauß da bu konuda düşünen ve insanları da düşündürmeye çalışan bir
yazar. “Gerçeklik, cennet olurdu, eğer o düzensizliğini bilip gizlemese.” (Botho Strauß,
Theather Heute, 1968).
İnsanların diğer insanlarla olan ilişkilerindeki sorunları ve zorlukları, iletişim
kopukluklarını dile getirmeye çalışan Botho Strauß’u bazı eleştirmenlerin yaptığı gibi
“Olumsuz Romantik” olarak nitelemek, gerçekleri görmemek olur. Bir sanatçının yapması
gereken şeylerin en başında, topluma ve onun sorunlarına eğilerek, bu sorunlara parmak
basarak, insanlara uyarıcı sinyaller vermek ve onları düşünmeye sevk etmek olmalıdır. Strauß
da bunu başarıyla gerçekleştirmiştir. Strauß gibi sanatçıların çoğalmasını dileyelim ve barış
içinde sağlıklı ve mutlu insanların yaşadığı bir dünya gerçekleştirmeye çalışalım.
18
ZUSAMMENFASSUNG
DIE FIGUREN und SOZIALKRITIK in BOTHO STRAUß’ “GROß und KLEIN”
In seinem Theaterstück “Groß und Klein” befasst sich Botho Strauß mit großen und
kleinen Fragen der zwischenmenschlichen Beziehungen. Soziale Probleme wie Schwierigkeiten in den Beziehungen, Misstrauen, Einsamkeit, Verwaist-Sein, Unzuständigkeitsgefühle,
Rauschgiftangewohnheit und Alkoholismus wurden von Strauß aufmerksam behandelt.
An der Hauptfigur des Werkes, einer menschenfreundlichen Person, Lotte, kann man
beobachten, dass sie trotz ihres Willens, die Beziehungen zu ihren Mitmenschen zu pflegen,
sowohl durch ihre eigenen als auch durch die sozialen Probleme ihres Umfelds psychisch
immer schwächer wird.
Die erwähnten Lebensfragen betreffen nicht nur Lotte, sondern sogar die ganze
Menschheit. Die Menschen sollten sich vor allem bemühen, sich gegenseitig Verständnis,
Toleranz und Mitgefühl zu zeigen. Botho Strauß gelingt es, gesellschaftliche Probleme, die
allen Menschen gemeinsam sind, mit Aufrichtigkeit darzustellen.
Schlüsselwörter: Neoromantik; Esoteriker; Subjektivität; Pen-Zentrum; Schaubühne am
Hallschen Ufer; Neue Sachlichkeit; 36 Gerechte.
Anahtar Sözcükler: Yeni-Romantik; Gizemci - hiçbir dinle bağlantısı olmaksızın tinsel
gelişim ile ilgilenen kişi (Exoteriker’in karşıtı); Öznellik; PEN-Merkezi (Uluslararası Yazarlar
Birliği); Hallschen Ufer Tiyatro Sahnesi (Berlin); Yeni Bireycilik; 36 Adil (Melek) (bkz.
Dipnot 9).
DİPNOTLAR
19
1. Wolfschütz, Hans, Kritische Lexikon zur deutschsprachigen Gegenwartsliteraturtradition,
Text und Kritik, Buchstabe “S”, s. 2.
2
2. Schneider, Michael, Botho Strauß, Das bürgerliche Feuiletton und Kultus des Verfalls, in
Wespennst, 1980, Heft 41, s. 41.
3
3. Schneider, Michael, a.g.e., 41.
4. Wolfschütz, Hans, a.g.e., s. 2.
5. Schneider, Michael, a.g.e., s. 42.
6. Strauß, Botho, Groß und Klein, Carl Hanser Verlag, Münih, 1978.
7. Strauß, Botho, Groß und Klein, Spectaculum, Suhrkampf Verlag, Frankfurt/Main, 1980, ss.
62-140.
8. Hensel, Georg, Das Theather der siebziger Jahre, Stuttgart, 1981, s. 256.
9. “İğrenç Melek” (Der eklige Engel (9. Sahne, s. 134.)) adlı sahnede sözü edilen ve Tevrat’a
göre Tanrı’nın her devirde dünyaya gönderdiği, dünya düzenini koruyan ve kimlikleri gizli
olarak yaşayan 36 adil melek.
10. Aytaç, Gürsel, Çağdaş Alman Edebiyatı, 1983, Ankara, ss. 506-507.
1
KAYNAKÇA
AYTAÇ, Gürsel, Çağdaş Alman Edebiyatı, Ankara,1983.
HENSEL, Georg, Das Theather der siebziger Jahre, Stuttgart, 1981.
SCHNEIDER, Michael, Botho Strauß, Das bürgerliche Feuiletton und Kultus des Verfalls, in
Wespennst, 1980, Heft 41.
SCHÜTZ, Hans W., KritischeLexikon zur deutschsprachigen Gegenwartsliteratur-tradition,Text und
Kritik, Buchstabe “S”.
STRAUß, Botho, Groß und Klein, Carl Hanser Verlag, Münih, 1978.
STRAUß, Botho, Groß und Klein, Spectaculum, Suhrkampf Verlag, Frankfurt/Main, 1980.
4
5
6
7
8
9
10
Download