Kurumlarda zarar mahsubu

advertisement
Kurumlarda zarar mahsubu
29.03.2010 | Bumin Doğrusöz
Mart ayı, Gelir Vergisi'nin yıllık beyan dönemini ifade ediyorsa, nisan ayı da kurumlar için yıllık beyan
dönemini ifade etmektedir. Bu nedenle biz de hem yazılarımızda gelen okur soruları doğrultusunda
hem de çarşamba günleri yayımlanan "vergi sayfasında" mukteza ve yargı kararları bölümünde
Kurumlar Vergisi ile bağlantılı konulara yer vermeye çalışacağız.
Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 9. maddesine göre, Kurumlar Vergisi beyannamesinde, her yıla ilişkin
tutarlar ayrı ayrı gösterilmek ve 5 yıldan fazla nakledilmemek şartıyla geçmiş yılların
beyannamelerinde yer alan zararlar, kurum kazancından indirilebilecektir.
Mükelleflerce bir hesap dönemi içinde oluşan zararın, müteakip 5 hesap döneminde oluşacak kârlarla
mahsup edilememesi halinde, mahsup imkânı ortadan kalkmaktadır. Zarar mahsubu bu süre içinde
gerçekleştirilemediği takdirde, oluşan zarar işletme zararı olarak değerlendirilmemekte ve sermayede
meydana gelen zarar olarak dikkate alınmaktadır.
Geçmişte birden fazla yılın zararlı olması halinde, zarar mahsubuna en eski yıldan başlanır. Aksi halde
5 yıllık sürenin kullanımı mümkün olmayabilir.
Buradaki beş yıllık sürenin hesabında, zararın oluştuğu yıl nazara alınmayacak, izleyen beş yıl
hesaplamaya dahil edilecektir. Zarar mahsubu, bir seçimlik hak değildir. Yani mükellefler, kâr dağıtım
politikaları veya başka sebeplerle, belli bir dönemde geçmiş zararlarını mahsup etmedikleri takdirde,
bu haklarından vazgeçmiş kabul edilirler ve izleyen dönemde artık bu haklarını kullanamazlar.
Benzeri olarak, zarar mahsubunda yıl atlanmaması, en eski yılın zararından başlanarak sırasıyla
düşülmesi gerekmektedir. Yıl atlanması halinde de atlanılan yıla ait zararın mahsup hakkından
vazgeçildiği sonucu ortaya çıkacaktır.
Geçmiş yıl zararları yıllık beyannamede düşülebileceği gibi, aynı zamanda geçici vergi
beyannamelerinde de mahsup konusu yapılabilir.
Geçmiş yıl zararları, kanunun 10/1c maddesinde belirtilen bağış ve yardımların indirilebilecek üst
sınırının tespiti açısından da önem taşımaktadır. Zira üst sınırın hesabına esas kurum kazancı,
giderlerin ve geçmiş yıl zararlarının düşülmesinden sonraki (iştirak kazançları hariç indirim ve
istisnalar düşülmeden önceki) tutardır.
Geçmiş yıl zararının tespiti açısından önem taşıyan bir konu da yıllara yaygın inşaat ve onarım işleridir.
Bu gibi işlerde kâr veya zarar Gelir Vergisi Kanunu'nun 42 - 44. maddeleri hükümlerine göre, işin
bittiği yıl itibariyle saptanmakta ve işin bittiği yıl vergilendirilmektedir. Dolayısıyla işin zararla
sonuçlandığı hallerde, işin süresinin beş yıldan uzun olup olmadığına bakılmaksızın, zararın tamamı
işin bittiği yıl kazancından indirilmek durumundadır. Kazancın yetersizliği nedeniyle bu zararın
indirilememesi halinde ise izleyen beş yıl içinde indirim konusu yapılması mümkündür. Bu süre içinde
de indirim konusu yapılamayan zararlar, artık indirilemez.
Benzer bir yorum ve sonuç, tasfiye için de söz konusudur. Tasfiye döneminin beş yıldan uzun sürüp
sürmediği önem taşımaksızın, tasfiye dönemi içerisindeki dönemlerde oluşan zararının tamamının
tasfiye bitimi dolayısıyla verilecek beyannamede indirim konusu yapılması gerekir.
Uygulamada bazen şirketlerin bilançolarında geçmiş yıl zararları, onların sermayelerini yitirmelerine,
Türk Ticaret Kanunu'nun 324. maddesi uyarınca bazı tedbirler almalarına yol açmaktadır. Şirketlerce
alınan tedbirler genellikle şirket zararının ortaklarca "zarar karşılığı hesabı" yaratılarak kapatılması
veya sermayenin yitirilen sermaye kadar azaltılması şeklinde olmaktadır. Şirketin yetkili organlarının
kararı ile açılan ve ortaklarca şirkete zararı kapatmak üzere nakden konulan tutarı ifade eden bu
hesabın veya sermayenin azaltılması sonucu, bilançolarda geçmiş yıl zararları kapatılmaktadır. Ancak
bu işlemler şirketin ticari bilanço ve yaşamı ile ilgili bir husus olup, şirketin vergi kanunları karşısındaki
durumunu etkilemez. Bu gibi hallerde de geçmiş yıl zararları, yıllık beyannamelerde gösterilmeye
devam olunarak indirilebilir. Aynı durum ve sonuç, geçmiş yıl zararların, ticari bilançoda yer alan
yedek akçelerle kapatılması halinde de söz konusudur.
Zarar mahsubunun kullanılması, defterlerin (ve belgelerin) saklama ve ibraz sürelerini uzatabilir. Vergi
Usul Kanunumuzda saklama ve ibraz ödevi, her ne kadar 5 yıllık tarh zamanaşımı süresi ile
sınırlandırılmışsa da zarar mahsubu bu süreyi uzatan hallerden biridir. Zira saklama ve ibraz ödevi,
vergilendirmeyle ilgili işlemlerin vergi ile ilgisinin kurulduğu son tarihi izleyen yılbaşından itibaren
başlamaktadır.
Örneğin 2002 yılı zararını, 2005 dönemi kazancından indiren bir mükellefin, 2002 yılı defter ve
belgelerini saklama ve ibraz süresi, 2002 hesapları sonucunun (zararının) vergi ile ilişkisinin kurulduğu
son dönem olan 2005'ten sonraki 5 yıl olacak ve 31.12.2010 tarihinde dolacaktır. Ancak buradaki
saklama ve ibraz ödevi, sadece 2005 yılında indirilen 2002 zararının tevsiki kapsamında söz
konusudur. Yoksa 2002 yılına ilişkin tarh zamanaşımı süresi 31.12.2007 tarihinde dolduğundan, 2002
yılı için bir tarhiyat yapılamaz. Dolayısıyla 31.12.2007 tarihinden sonra ibraz etmeme halinde,
kaçakçılık suçu oluşmaz. Ancak bu 31.12.2007 tarihinden sonra, 2005 dönemi için yapılan bir vergi
incelemesinde, 2002 yılı defterleri isteme rağmen ibraz edilmezse, mükellef 2002 yılı zararının ticari
faaliyetleriyle ilgili olduğunu kanıtlayamamış durumuna düşeceğinden, bu zararın indirimi, bir
inceleme sonucunda reddedilebilir.
Kaynak: Referans Gazetesi.
Download